TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                           TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                           48’inci Birleşim

                                                                                         5 Şubat 2019 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                          İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Ankara Milletvekili Nevin Taşlıçay’ın, okul içi şiddet, akran zorbalığı ve yıldırma konularına ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Antalya Milletvekili Aydın Özer’in, Antalya ilinde meydana gelen hortum felaketinden zarar gören çiftçilerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Bilecik Milletvekili Selim Yağcı’nın, 27 Ocak Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 720’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, toplum olarak, ülke olarak yargının siyasallaşmasının bedelinin ödendiğine, Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin neden açıklanmadığını, haksız ve hukuksuz uzun tutukluluklar karşısında somut adımın ne zaman atılacağını Adalet Bakanından öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

2.- Kocaeli Milletvekili İlyas Şeker’in, 2018 yılının ihracatta rekor yılı olduğuna ve ihracatın 2019 yılında da her alanda artmaya devam edeceğine ilişkin açıklaması

3.- Çanakkale Milletvekili Özgür Ceylan’ın, Çanakkale ilinin Biga ilçesinin Koruoba köyü, Hacıpehlivan köyü, Örtülüce köyü, Güvemalan köyü taşkın koruma ve ıslah çalışmalarının tamamlanamamasından kaynaklanan mağduriyetin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

4.- Niğde Milletvekili Selim Gültekin’in, 5 Şubat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Niğde’ye gelişinin 85’inci yıl dönümü vesilesiyle şehitleri rahmetle yâd ettiğine ve başta milletvekilleri olmak üzere tüm halkı Niğde ilinin kültür ve tarihî güzelliklerini görmesi için davet ettiğine ilişkin açıklaması

5.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkın’ın, eğitimi ülke kalkınmasının temel aracı olarak gören AK PARTİ’nin son on altı yılda eğitim alanında köklü reformlar gerçekleştirdiğine ilişkin açıklaması

6.- Trabzon Milletvekili Bahar Ayvazoğlu’nun, 5 Şubat Adnan Kahveci’yi vefatının 26’ncı yıl dönümünde rahmet ve minnetle yâd ettiğine ilişkin açıklaması

7.- İzmir Milletvekili Tamer Osmanağaoğlu’nun, 9 Şubat Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 50’nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

8.- Burdur Milletvekili Bayram Özçelik’in, Salda Gölü’ne yapılacak olan millet bahçesine ilişkin açıklaması

9.- Gaziantep Milletvekili Ali Muhittin Taşdoğan’ın, Antep fıstığı üreticilerinin ve sektörde çalışan işletmelerin karşılaştığı sorunlara ilişkin açıklaması

10.- İstanbul Milletvekili Arzu Erdem’in, 9 Şubat Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 50’nci yıl dönümü vesilesiyle Alparslan Türkeş başta olmak üzere ülkücü şehitleri rahmetle andığına ilişkin açıklaması

11.- Afyonkarahisar Milletvekili Burcu Köksal’ın, halkın ekonomiyi güllük gülistanlık göstermeye çalışanlara 31 Martta gereken cevabı vereceğine ilişkin açıklaması

12.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, 5 Şubat laiklik ilkesinin Anayasa’ya girişinin 82’nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

13.- Çorum Milletvekili Erol Kavuncu’nun, 4 Şubat İskilipli Atıf Hoca’nın şehadetinin 93’üncü seneidevriyesinde Hazreti Hüseyin başta olmak üzere şehitleri rahmetle yâd ettiğine ilişkin açıklaması

14.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, Sağlık Bakanlığı bünyesindeki sağlık çalışanları arasında yapılan ayrımcılığın giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

15.- Adana Milletvekili Orhan Sümer’in, ekonomik krizle birlikte vatandaşların zor duruma düştüğüne, İŞKUR aracılığıyla istihdam edileceklerin AKP teşkilatları tarafından belirlendiğine yönelik şikâyetler olduğuna ve insanların işiyle, ekmeğiyle oynanmaması gerektiğine ilişkin açıklaması

16.- Samsun Milletvekili Neslihan Hancıoğlu’nun, yüksek faizli krediler yüzünden çiftçilerin zor durumda kaldığına ve Türk çiftçisinin bekasının neden umursanmadığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

17.- Amasya Milletvekili Mustafa Levent Karahocagil’in, 2018 yılında yapılan operasyonlarda İHA, İKU ve SİHA’ların etkin kullanıldığına ilişkin açıklaması

18.- Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt’un, Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde çalıştırılmak üzere gıda mühendisleri ile veterinerlere kadro talep ettiğine ilişkin açıklaması

19.- Adana Milletvekili Ayşe Sibel Ersoy’un, 4 Şubat Dünya Kanser Günü vesilesiyle kanser hastalığına farkındalık yaratmak ve gerekli önlemlerin alınması adına dikkat çekmek istediğine ilişkin açıklaması

20.- İstanbul Milletvekili Hayati Arkaz’ın, sağlık turizminde Türkiye’nin sınırlarını dünyaya açmak için yapılması gerekenlere ilişkin açıklaması

21.- Kırıkkale Milletvekili Ahmet Önal’ın, diyabet hastalarının mağduriyetinin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

22.- Sivas Milletvekili Ulaş Karasu’nun, odyometri bölümü mezunlarının işsizlik sorununun çözümlenmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

 

 

23.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, 2018-2019 eğitim öğretim yılının ikinci döneminde öğrencilere ve öğretmenlere başarılar dilediğine, 137 ülke içerisinde Türkiye’nin matematik ve fen bilimleri eğitimindeki kalite sıralamasında 104’üncü sırada yer aldığına, 5 Şubat Adnan Kahveci’yi vefatının 26’ncı yıl dönümünde rahmetle andığına, emeklilikte yaşa takılanların mağduriyetinin toplumsal sorun hâline dönüştüğüne, Salda Gölü’nün tehlike altında olduğuna ilişkin açıklaması

24.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, 2018-2019 eğitim öğretim yılının yarıyıl tatili sonrası 5 Şubat itibarıyla ders başı yapan öğrencilere, öğretmenlere ve eğitim camiasına başarılar dilediğine, kadroya geçirilen taşeronların ücret ve özlük haklarında ortaya çıkan sıkıntılara çözüm bulunması gerektiğine ilişkin açıklaması

25.- Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, iktidarların eskiden seçim sürecinde partiler arasında eşitliği ve adaleti sağlamak için itina gösterdiğine, Hakkâri Milletvekili Leyla Güven, 23, 24’üncü Dönem milletvekili Sebahat Tuncel, 24, 25, 26’ncı Dönem milletvekili Selma Irmak’ın mevcut hukuka uyulması için açlık grevi yaptığına ve Meclisin ölümler olmadan sorumluluk alması gerektiğine ilişkin açıklaması

26.- Burdur Milletvekili Mehmet Göker’in, Burdur’un Bucak ilçesinde çok sayıda kişinin bulantı, kusma, ishal şikâyetiyle hastaneye başvurması konusunda Sağlık Bakanlığının gerekli hassasiyeti göstermesi gerektiğine, Salda Gölü’nün doğal bir sit ve koruma alanı olduğuna, yapılacak herhangi inşaat faaliyetinin gölün biyolojisine, ekolojisine zarar vereceğine ilişkin açıklaması

27.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, 5 Şubat Adnan Kahveci’yi vefatının 26’ncı yıl dönümünde rahmetle andığına, Salda Gölü’nde özel çevre koruma bölgesi ilan edilerek daha sıkı koruma tedbiri uygulanacağına ve amacın kontrolsüz yapılaşmanın önüne geçmek olduğuna ilişkin açıklaması

28.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, Muş Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit’in (3/537) esas numaralı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

29.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

30.- Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, HDP’nin verdiği sözlerin arkasında durma cesaretini gösteren parti olduğuna, halkların kendi kaderini tayin hakkına inanılması ve Kürt sorununun demokratik çözümünün masaya yatırılması gerektiğine ilişkin açıklaması

31.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, Muş Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit’in (3/537) esas numaralı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ve İstanbul Milletvekili Engin Altay ile Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

32.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

33.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün ve İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

34.- Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün ve İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

35.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ve Milliyetçi Hareket Partisinin duruşunun net olduğuna ilişkin açıklaması

36.- Muş Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit’in, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine, Orta Doğu ve Türkiye'deki yanlış politikaların PKK denklemine sıkıştırılarak bertaraf edilemeyeceğine ilişkin açıklaması

37.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın ve Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan yaptığı açıklamalarındaki bazı ifadelerine, AK PARTİ’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğuna ilişkin açıklaması

38.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ve Cumhuriyet Halk Partisinin haksızlığa uğrayanın yanında olduğuna ilişkin açıklaması

39.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, Cumhur İttifakı’nın milletin takdirine, desteğine mazhar olan, Türkiye’nin karşılaştığı sıkıntılara karşı koymayı bilen ittifak olduğuna ilişkin açıklaması

40.- Balıkesir Milletvekili Fikret Şahin’in, Balıkesir Adliyesindeki yangın söndürme sisteminden karbondioksit gazının deşarjı sonrasında yaşanan zehirlenme olayından sorumlu olanların tespit edilerek gerekli işlemlerin yapılmasını talep ettiklerine ilişkin açıklaması

41.- Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül’ün, su taşkınlarının çiftçinin kaderi mi olduğunu, Büyük Menderes Nehri’nin dip temizliğinin ne zaman biteceğini, Aydın’ın afet bölgesi ilan edilip edilmeyeceğini ve çiftçilerin mağduriyetinin önlenmesi için çalışma yapılıp yapılmadığını Tarım ve Orman Bakanından öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

42.- Ankara Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Ankara Milletvekili Murat Emir’in (3/537) esas numaralı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

43.- Ankara Milletvekili Murat Emir’in, Ankara Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ve Suriye’deki yangını AKP’nin çıkartmadığına ama Emevi Camisi’nde namaz kılma hayali kuranın AKP olduğuna ilişkin açıklaması

44.- Ankara Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Ankara Milletvekili Murat Emir’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

45.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın 41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

V.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; 6, 7, 12, 13 ve 14 Şubat 2019 Salı, Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerinde denetim konularının görüşülmeyerek gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan 41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin bu kısmın 1’inci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 5 Şubat 2019 Salı günkü birleşiminde 4 Şubat 2019 tarih ve (3/537) sayılı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi’nin okunarak görüşmelerinin bu birleşimde yapılmasına; 5 Şubat 2019 Salı günkü birleşiminde ALS, SMA, DMD, MS hastalıkları ve kesin tedavisi bilinmeyen diğer hastalıkların tedavi ve bakımlarında karşılaşılan zorluklar ile bu hastalıklara sahip kişiler ve yakınlarının yaşadıkları sorunların ve çözümlerinin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan 10/184, 10/185, 10/281, 10/403, 10/585, 10/604, 10/734, 10/914, 10/915, 10/917, 10/920 ve 10/921 esas numaralı Meclis Araştırması Önergelerinin görüşmelerinin birleştirilerek yapılmasına; 5 Şubat 2019 Salı günkü birleşiminde Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasını müteakip gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçilmesine; 41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının; bölgede seyreden Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere, Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/2/2013, 16/1/2014, 3/2/2015, 9/2/2016, 8/2/2017 ve 10/2/2018 tarihli 956, 984, 1008, 1031, 1054, 1082, 1107, 1136 ve 1179 sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin 10/2/2019 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına, ayrıca denizde terörizmle mücadele harekâtlarına katkı sağlanabilmesi maksadıyla unsurlarımızın bölge ülkeleri karasuları dışında (2442 [2018] sayılı BMGK Kararı gereğince Somali karasuları dahil olacak şekilde) denizde terörizmle mücadele görevi için yetkilendirilmeleri ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/537)

 

B) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin (2/439) esas numaralı 19/10/2015 tarih ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi (İhlas Finans Mağdurlarının Alacaklarının İadesi) Hakkında Kanun Teklifi'nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/18)

 

VII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Celal Adan’ın, Türkiye’yi kimsenin bölüp parçalayamayacağına ilişkin konuşması

 

VIII.- MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Ön Görüşmeler

1.- Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap ve 28 milletvekilinin, ALS hastalarının sorunlarının tüm yönleriyle araştırılarak bunların çözümü için yapılacakların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/184)

2.- Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap ve 24 milletvekilinin, SMA hastalarının sorunlarının tüm yönleriyle araştırılarak bunların çözümü için yapılacakların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/185)

3.- Kayseri Milletvekili Çetin Arık ve 32 milletvekilinin, SMA hastalığından muzdarip vatandaşlar ve ailelerinin sorunlarının incelenerek bu sorunların çözümü için izlenecek yolların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/281)

4.- Denizli Milletvekili Yasin Öztürk ve 20 milletvekilinin, SMA hastalarının sorunlarının tüm yönleriyle incelenerek bunların çözümü için yapılacakların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/403)

5.- Gaziantep Milletvekili Ali Muhittin Taşdoğan ve 19 milletvekilinin, DMD olarak bilinen Duchenne Musküler Distrofi hastalarının yaşadıkları sorunların incelenerek bu sorunların çözümü için yapılması gerekenlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/585)

6.- Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan ve 19 milletvekilinin, DMD olarak bilinen Duchenne Musküler Distrofi hastası çocukların yaşadıkları sorunların incelenerek bu sorunların çözümü için yapılması gerekenlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/604)

7.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 21 milletvekilinin, ALS hastalarının sorunlarının tüm yönleriyle araştırılarak bunların çözümü için yapılacakların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/734)

8.- MHP Grubu adına Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, SMA hastalarının sorunlarının tüm yönleriyle incelenerek bunların çözümü için yapılacakların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/914)

9.- Ankara Milletvekili Arife Polat Düzgün ve 23 milletvekilinin, ALS olarak bilinen amyotrofik lateral skleroz ile kesin tedavisi bilinmeyen diğer hastalıklarda uygulanan tedavi ve bakım yöntemlerinin incelenerek bu hastalıklara sahip kişilerin yaşadıkları sorunların çözümü için yapılması gerekenlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/915)

10.- Samsun Milletvekili Ahmet Demircan ve 34 milletvekilinin, ALS, SMA ve MS hastalıkları ile kesin tedavisi bilinmeyen diğer hastalıklarda uygulanan tedavi ve bakım yöntemlerinin incelenerek bu hastalıklara sahip kişiler ve yakınlarının yaşadıkları sorunların çözümü için yapılması gerekenlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/917)

11.- Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel ve 19 milletvekilinin, SMA ve ALS hastalarının ilaç ve tedaviye erişimde yaşadıkları sorunların araştırılarak yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/920)

12.- Denizli Milletvekili Yasin Öztürk ve 20 milletvekilinin, SMA ve ALS hastalarının yaşadıkları sorunların araştırılarak ülkemizde bu hastalıklarla mücadele edilmesi için alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/921)

 

IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Teklifleri

1.- İstanbul Milletvekili Nevzat Şatıroğlu ve 6 Milletvekilinin Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1410) ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 41)

 

X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Samsun Milletvekili Neslihan Hancıoğlu’nun, Bakanlık ve bağlı kuruluşların resmî internet sitelerinde yer verilen öz geçmişinde sahibi olduğu ticari işletmelerin isimlerinin yazılı olmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un cevabı (7/7117)

2.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, taklit ve tağşiş yapılan ürünlerin denetimine ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/7191)

3.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, yardım kuruluşlarının hayvan ithalatında sağlık ve teknik şartları düzenleyen Tebliğ’in kapsamı dışında bırakılma nedenine ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/7192)

4.- Samsun Milletvekili Neslihan Hancıoğlu’nun, Samsun’da 2017 ve 2018 yıllarında açılan ve kapanan ticari işletmelere, bunların faaliyet türlerine ve ihracat miktarına ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/7193)

5.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, organik üretime ve organik ürün sertifikasına yönelik denetimlere ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/7194)

6.- Tokat Milletvekili Kadim Durmaz’ın, Tokat’ta yapımı devam eden yeni havalimanına ve yapımı tamamlanana kadar mevcut havalimanının kullanılmasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan’ın cevabı (7/7206)

7.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, TBMM Külliyesinde TCDD irtibat ve satış ofisi açılması talebine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Mustafa Şentop’un cevabı (7/7221)

8.- Mersin Milletvekili Alpay Antmen’in, TBMM personeli ile ilgili çeşitli hususlara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Mustafa Şentop’un cevabı (7/7225)

9.- Adana Milletvekili İsmail Koncuk’un, iletişim sektöründeki taksit sayısının artırılması uygulamasının 2019 yılında devam etmesi önerisine ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/7312)

10.- Kütahya Milletvekili Ahmet Erbaş’ın, elektronik haberleşme istasyonlarının ücretlerinin belirleneceği yönetmeliğin 2012 yılından bu yana çıkarılmamış olmasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan’ın cevabı (7/7316)

11.- Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer’in, 2013-2018 yılları arasında Eskişehir’de açılan, kapanan, iflas ve konkordato ilan eden şirket sayılarına ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/7457)

12.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, konut kredisi kullanımına ve TOKİ’den konut alanlara ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/7458)

13.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, icra daireleriyle ilgili çeşitli verilere ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/7459)

14.- Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna yapılan başvurulara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Mustafa Şentop’un cevabı (7/7467)

15.- Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun, Dilekçe Komisyonuna yapılan başvurulara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Mustafa Şentop’un cevabı (7/7468)

16.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi’nin, TBMM personeli ile ilgili çeşitli konulara ve özlük haklarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Mustafa Şentop’un cevabı (7/7728)

17.- Muş Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit’in, kartvizit basımına ve Genel Kurul tutanaklarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Mustafa Şentop’un cevabı (7/7729)

18.- Çanakkale Milletvekili Özgür Ceylan’ın, TBMM’de görevli aşçı ve garsonların bazı otellerde görevlendirildikleri iddiasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Mustafa Şentop’un cevabı (7/7996)

5 Şubat 2019 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Celal ADAN

KÂTİP ÜYELER: Barış KARADENİZ (Sinop), Şeyhmus DİNÇEL (Mardin)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 48’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, okul içi şiddet, akran zorbalığı ve yıldırmayla ilgili söz isteyen Ankara Milletvekili Nevin Taşlıçay’a aittir.

Buyurun Sayın Taşlıçay. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Ankara Milletvekili Nevin Taşlıçay’ın, okul içi şiddet, akran zorbalığı ve yıldırma konularına ilişkin gündem dışı konuşması

NEVİN TAŞLIÇAY (Ankara) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; okul içi şiddet, akran zorbalığı ve yıldırma konularını dile getirmek üzere gündem dışı söz almış bulunmaktayım.

Öncelikle, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki Araştırma Görevlisi -23 yaşındaki, henüz iki aylık evli- Ceren Damar kızımıza rahmet diliyorum. Ceren, okulda şiddetin sonucunu canıyla ödedi ve ne yazık ki bugün hâlâ okullarda şiddet gören çocuklarımız, öğretmenlerimiz ve idarecilerimiz var. Şiddet, hayatın her tarafında kol geziyor ve kimi, nerede, nasıl bulacağı hiç belli değil. Kimi zaman hastanede, kimi zaman ıssız bir sokakta, kimi zaman evde ve son dönemde de en güvenilir yer olarak bildiğimiz, en güvenli yer olmasını istediğimiz okullarımızda baş gösteriyor. (Uğultular)

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Nevin Hanım.

Değerli milletvekilleri, çok uğultu var. Hatibi dinleyelim.

Buyurun.

NEVİN TAŞLIÇAY (Devamla) - Velinin öğretmeni darbı, idarecinin öğretmeni yıldırması, sendikalının öteki sendikalıya psikolojik tacizi, öğretmenin öğrenciyi, öğrencinin öğretmeni ve arkadaşını darbetmesi, katletmesi gün geçmiyor ki medyada yer almasın. Çocuklarımız okullarda istenmeyen davranışlar sergiliyor, saldırgan davranışlar artıyor. Aciliyetle okulların risk tabloları çıkartılmalı, toplumsal farkındalık oluşturulmalı, öğrenciler, öğretmenler, veliler bilgilendirilmeli, ilgili yasal düzenlemelerle okul içi şiddetin önüne geçmek adına sağlam adımlar atılmalıdır. Bu kapsamda araştırma komisyonuyla işe başlamalı, önce etraflıca, okul içi şiddetin boyutu araştırılmalı, fiziksel, sözlü, cinsel şiddetin yaygınlığı ortaya konulmalı ve akabinde taraflarla sonucu önleyici çalışmalar hayata geçirilmelidir. Okul içi şiddetle birlikte fiziksel, sözel, dolaylı ve siber akran zorbalıkları da ayrıca gündeme ivedi şekilde alınmalıdır. Yapılan az sayıdaki araştırma, meselenin derinlemesine irdelenmesinin önünde engel olsa da başta okul içi şiddetin vardığı boyutlar, akabinde “akran zorbalığı” diye kavramlaştırdığımız çocuğun çocuğa uyguladığı şiddet ve yıldırmanın sonuçları önemli toplumsal sorunları getirmektedir.

Çocuklarımıza, planlı bir şekilde şiddete başvurmadan sorunlarını çözebileceklerini anlatmalı, öğretmeliyiz. Sosyal problem çözme, iletişim, stresle baş edebilme, uzlaşma gibi becerileri kazandıracak programları okullarda hayata geçirmeliyiz. Bu sorunun temelinde yatan etkenleri belirlemeli ve ortadan kaldırmak için çalışmalar yapmalıyız.

Sayın milletvekilleri, ciddi olumsuz sonuçlar doğuran bu olaylara bir de akranlar arası siber zorbalık eklendiğinde kimi çocuklarımız için hayat daha küçük yaşlarda çekilmez bir hâl almaktadır. Türkiye’de lise öğrencilerine bakıldığında, 14-18 yaş arasındaki ergenlerin yüzde 26’sının siber zorbalığa maruz kaldığı, yüzde 32’sinin siber zorbalıkta bulunduğu istatistiklere yansımaktadır. Başka bir çalışmada lise öğrencileri arasında siber zorbalığın yaygınlığına bakılmış ve son bir ay içerisinde katılımcıların yüzde 14’ünün siber zorbalığa maruz kaldığı, yüzde 10’unun başkalarına karşı siber zorbalık yaptığı bildirilmiştir. Psikiyatri kliniğine başvuran 14-18 yaş aralığındaki ergenlerle siber zorbalığın yaygınlığı konusunda yapılan bir çalışmada ise hem zorba hem mağdurların oranının yüzde 67,5 olduğu bulunmuştur. Bu istatistikler işin ciddiyetini ortaya koymakta ve okul içi şiddet ve akran zorbalığının alarm verdiğini göstermektedir. Kızdırma, rahatsız etme, iftira, mağdurun kimliğine bürünme, yayma ve kandırma, dışlama, internet tacizi, bir mağdura karşı onun küçük düşmesi için yapılan saldırıların videoya kaydedilerek sosyal medyada yayınlanması ve “cyber grooming” dediğimiz iletişim teknolojileriyle çocuklarla güvene dayalı ilişki kurup onları taciz etme, hepsi birbirinden ciddi sorunlar olarak önümüzde. Özel numara kullanılarak tehdit ya da hakaret içeren mesajlar yollamak, e-posta adresini ele geçirmek, sohbet platformunu ya da interaktif oyunu terk etmeye zorlamak, karşıdaki kişinin kullandığı teknolojik gerecin modeliyle alay etmek, kasıtlı olarak virüslü mail yollanması ve üniversite öğrencilerinde en yaygın olarak karşılaşılan cinsel içerikli fotoğrafların dağıtılması birçok evladımız için içinden çıkılmaz bir hâl almaktadır.

Bu zorbalık yapanların yüzde 22’sinin bunu eğlenceli bulduğunu, yüzde 17’sinin bu davranışın birilerine zarar verdiğini düşünmediğini ve yüzde 17’sinin ise bunu neden yaptığını bilmediğini belirtmeleri ise olayın bir başka boyutu.

Yasalar konulmalı, farkındalık çalışmaları, başta Millî Eğitim Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı olmak üzere titizlikle yürütülmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Milletvekilim.

NEVİN TAŞLIÇAY (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Yüce Meclisimiz konuyu hayati bir mesele olarak gündemine almalıdır.

Akran zorbalığı, özellikle ergenlik dönemindeki çocuklarımız için karmaşık sorunlar olarak hayatlarını olumsuz etkilemektedir. Kimi zaman çocuk için psikolojik sorunlara sebep olurken kimi zaman ise intiharla sonuçlanan bu vakalar atılacak doğru adımlarla önlenebilir. Okul içi şiddet, akran zorbalığı ve yıldırma kader değildir, önemsiz ise hiç değildir.

Bu konuyu dikkatinize sunuyor, ilginiz için, daha doğrusu ilgisizliğiniz için teşekkür ediyorum.

Genel Kurulu ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Milletvekilim.

Gündem dışı ikinci söz, Antalya’da üç gün boyunca yaşanan hortum felaketinde zarar gören çiftçilerin sorunları hakkında söz isteyen Antalya Milletvekili Aydın Özer’e aittir.

Buyurun Sayın Özer. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

2.- Antalya Milletvekili Aydın Özer’in, Antalya ilinde meydana gelen hortum felaketinden zarar gören çiftçilerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

AYDIN ÖZER (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, 24 Ocakta başlayan ve 26 Ocağa kadar süren, benim seçim bölgem olan Antalya’da bir hortum felaketiyle karşı karşıya kaldık ve maalesef 1’i çocuk olmak üzere 2 vatandaşımızı kaybettik. 20 yaşında bir üniversite öğrencimiz, Buse Hanım, hâlâ aranıyor ve bulunamıyor. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyorum.

Değerli arkadaşlar, iklim değişikliklerinin çok daha yıkıcı olabileceği aşikârdır. Hortumun neden olduğu maddi zararı ve diğer kayıpları sizlerle paylaşmak istiyorum. Antalya’da üç günde 5 hortum gerçekleşmiş, havalimanındaki uçakları, otobüs ve diğer araçları vurmuş, enerji nakil hatları parçalanmış, ağaçlar, direkler devrilmiş, tabelalar, çatılar uçmuş, evleri sular basmış, otomobiller su altında kalmış, Kemer Devlet Hastanesinde belli bir hasar oluşmuş. Kumluca’da 5 mahalleye giden yol çökmüş heyelan yüzünden. Aksu’da balıkçı tekneleri parçalanmış ve tekneler batmış. Şiddetli yağış, fırtına ve dolu yüzünden başta Kumluca, Finike, Kemer olmak üzere Serik’ten Kaş’a kadar 14 tane ilçede yaklaşık 32 bin dönüm tarım alanı zarar görmüş. Bunun 7 bini örtü altı, 10 bini narenciye bahçesi, 15 bin dönüme yakını da açık tarla olarak zarar görmüş.

Değerli milletvekilleri, ben de oradaydım o gün, afetin olduğu gün; afet sonrası araziyi dolaştık, çiftçilerimizi dolaştık. Tarım kredi kooperatifleri ile bankalara olan mevcut borçlarının faizsiz olarak en az iki ya da üç yıl ertelenmesini talep ediyor çiftçilerimiz.

Yeni borçlanacaklara yani yeni tesis ayağa kaldıracaklara, yeni sera kuracaklara faizsiz en az sekiz on yıl vadeli kredi verilmesi gerekiyor. Çünkü seralardaki ürünlerini kaybettiler, parçalanan seralardan bir tane malzeme kullanma şansları kalmadı. Bakınız, 1 dönüm seranın maliyeti en az 70 bin lira.

Değerli milletvekilleri, afetin vurduğu üreticimiz yalnızlık çekiyor. “Sigorta yaptırın, zararınız karşılanır.” deniyor ama her çiftçi bu sistemden faydalanamıyor çünkü Tarım Sigortaları Havuzu (TARSİM) afet şartlarında düzenlemeye gitmiyor, üstüne üstlük sigorta primlerini de çok yüksek tutuyor. Zaten yüksek üretim maliyetlerinden dolayı sıkıntıdaki çiftçimiz yüksek primleri ödeyemeyeceği için sigortadan kaçıyor.

Bir de mülkiyet meselesi var. TARSİM, araziyi değil, tesisi sigortalıyor ama altındaki mülkiyete bakıyor. Antalya’da, bölgemizde birçok mülkiyet sorunu var. Hazine arazileri var, hisseli araziler var, hazineyle davalı olan arazi sahibi sayısı oldukça fazla. Üretici, ata mirası topraklarını mülkiyet şartı nedeniyle istese bile sigorta yaptıramıyor. Sonuç olarak, afet gelip çiftçiyi vuruyor, eldekini yok ediyor ama zararı kimse karşılamıyor.

Burada şunu da söylemek gerek: Bakanlık “Çiftçiye 35 milyon lira ödeme yaptık.” diyor. Oysa bu ödeme TARSİM'de sigortası olan çiftçinin zaten hak ettiği ödeme yani burada, Hükûmet, bütçesinden ekstra para çıkarıp çiftçiye bir ödeme yapmadı. Bu yaratılan yanlış algıya vatandaşlarımızın dikkatini çekmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Antalya'dan çıkan ürün tüm Türkiye'ye dağılır yani Antalya demek Türkiye demektir; Antalya'daki üreticinin sorunu tüm Türkiye'nin sorunudur. Bu nedenle, afetten zarar gören üreticinin kaybı, sigortalı olsun olmasın, koşulsuz karşılanmalıdır.

Konuyla ilgili düzenlemeyi içeren kanun teklifimizi geçen hafta verdik. Tarım Komisyonuna bu düzenlemeyi bir an önce gündeme alması çağrısında bulunuyoruz. Zira, üreticimiz acil destek bekliyor.

Ayrıca, Sayın Cumhurbaşkanı 100 milyon zarar olduğunu ve devletin gereken desteği şüphesiz yerine getireceğini söylemişti. Şimdi bu vaadin gerçekleşmesini bekliyoruz.

Buradan, bir kez daha, Antalya’mıza, halkımıza ve özellikle de üreticilerimize geçmiş olsun diyoruz. Umarız benzer felaketlerle bir daha karşılaşmayız ancak sadece umarak veya dua ederek önlem alamayız. Bu afetle gördük ki konuyla ilgili hiçbir hazırlığımız yok. Dersimiz belli, iklim değişikliğine yol açan temel etkiler üzerine düşünmeliyiz. Eğer fosil yakıt kullanımında ısrar edersek, yeşil alanları parçalar ve betona yatırım yaparsak iklim değişikliğinin etkileri daha da yıkıcı olacaktır. Teknolojinin, bir an önce, doğa yani temelinde insanımızın çıkarlarına göre düzenlenmesi lazım.

Son olarak şunu söylemek isterim: Gıda fiyatlarının artmasında ocak ayında yaşanan olağanüstü hava koşullarının etkili olduğu söylenebilir fakat fiyat artışlarının gerçek nedeni, tarımdaki yüksek girdi maliyetleri ve üretimin talebi karşılayamamasıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYDIN ÖZER (Devamla) – Toparlayabilir miyim Sayın Başkan?

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Milletvekili.

AYDIN ÖZER (Devamla) – İklim değişikliğinin tarımsal üretime olumsuz etkisi, üreticiden tüketiciye kadar olan arz zincirindeki altyapı eksiklikleri, tarım ürünlerinde ithalata yönelmek gibi sebeplerin üreticinin üretimden kaçmasına neden olduğu unutulmamalıdır.

Tarımın sorunları çözülmeden gıda fiyatları düşürülemez. Çiftçi mutlu olursa ülke mutlu olur.

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Milletvekili.

Gündem dışı üçüncü söz, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 720’nci yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Bilecik Milletvekili Selim Yağcı’ya aittir.

Buyurun Sayın Yağcı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

3.- Bilecik Milletvekili Selim Yağcı’nın, 27 Ocak Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 720’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

SELİM YAĞCI (Bilecik) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili kardeşlerim; taşı mermer, toprağı seramik, yaprağı ipek; diriliş, kuruluş ve kurtuluşun beşiği, Şeyh Edebali diyarı, ata toprağı, Ertuğrul sancağı Bilecik ve Bilecik’in çok değerli insanları, hemşehrilerim adına ve şahsım adına, Gazi Meclisimizin çok değerli üyelerini saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Bundan yedi asır önce bir medeniyetin kuruluşuna ev sahipliği yapan, dirilişin, kuruluşun ve kurtuluşun şehri Bilecik’te doğan ve o aziz beldenin havasını teneffüs eden bir birey, bir temsilci olarak, bu yıl 720’nci seneidevriyesine eriştiğimiz, 27 Ocak 1299’da kurulan Devlet-i Âliyye-i Osmâniyye’nin, şanlı Osmanlı Devleti’nin kuruluşu münasebetiyle söz almış bulunmaktayım.

Yüreğindeki Allah aşkıyla, kıtalara sığmayan, fethettiği milyonlarca metrekareyi sadece bu ilahî aşk ekseninde şekillendiren, küçücük bir beylikten, koskoca bir imparatorluğa dönüşen ve yedi asır hüküm süren Osmanlı’yı bana verilen bu kısa süre içerisinde anlatmak tabii ki mümkün değildir.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; bir rüyadan doğan, insana, insanlığa hak, adalet, hoşgörü, iyi niyet aşılayan, sevmeyi, saymayı, bütünlemeyi, adaleti, bağışlamayı, sabretmeyi anlatan, halka hizmeti Hakk’a hizmet düsturuyla kendisine rehber edinen bir devlet ve bir medeniyet. Her karışında manevi kurucusu Şeyh Edebali’nin, Ertuğrul Gazi’nin, Osman Gazi’nin, Orhan Gazi’nin, Hayme Ana ve Bala Hatun’un, kuruluşunda nice yiğit ve alperenlerin ayak izleri, gözlerinin nuru ve alınlarının teri olan bir devlet.

Bakınız, devlet kurucusu Osman Gazi, vasiyetinde bu zihniyetin temelini bizlere nasıl anlatıyor: “Sakın orduya ve zenginliğe mağrur olma. Hakiki âlim ve ariflere hürmet edip otağında onlara yer ver. Benim hâlimi örnek al. Hiç layık olmadığım hâlde bunlara hürmet ettiğim için bu duruma geldim. Allahuteala’nın nice ihsanlarına kavuştum. Müslümanları ve sana itaat eden gayrimüslim kimseleri himaye et. Devletin parasını israf eyleme, ihtiyaçlarının dışında harcama. Senden sonra geleceklere de aynı nasihatte bulun.” diyen, “Daima adaletle hükmet.” anlayışının özünü kapsayan bir medeniyet anlayışının temeli…

Burada, tabii, bizler sizlere tarih dersini anlatacak değiliz, yalnız, lakin Osmanlı’yı iyi anlamak ve neslimize, nesillere iyi anlatmak gerekiyor; nereden geldiğimizi, bugün nerede olduğumuzu ve yarın geleceğe sağlam basarak nereye gideceğimizi çok iyi bilmemiz gerekiyor. Biz, yalın kelimelerle nakledilecek öylesine bir milletin ve öylesine bir medeniyetin temsilcisi değiliz. Biz, kelimelerin cümlelere derin manalar yüklediği ve inancı uğruna canların feda edildiği, millî şairimiz Akif’in ifade ettiği gibi aziz bir ecdadın, Âsım’ın nesliyiz. Cenk meydanlarında Sina’da Yavuz olduk, karadan gemileri yürüttük Fatih olduk, Niğbolu’da Yıldırım. “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” sözlerinin sahibi, Çaldıran’da, Mohaç’ta, denizde ve karada âdeta destan yazan cihan padişahı Sultan Süleyman olduk. Cennetmekân, ulu hakan Abdülhamit Han olduk. Çanakkale’de ve Anafartalar’da “Ya istiklal ya ölüm!” diyen Mustafa Kemal Atatürk olduk.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; dosta güven, düşmana korku salan bir anlayışın mirasçıları olarak bugün bu güzel vatanda yaşamanın haklı hazzını ve gururunu yaşıyoruz. Gerçekten, bizlere bu medeniyeti, bu vatanı emanet eden başta, Malazgirt’ten girişte, Sultan Alparslan’dan itibaren Ertuğrul Gazilere, Osman Gazilere, Şeyh Edebalilere, Akşemseddinlere ve tabii ki bu cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk’e, devletimizin tüm devlet adamlarına şükranlarımızı, minnetlerimizi, dualarımızı gönderiyoruz; gazilerimizi ve şehitlerimizi rahmetle yâd ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın Sayın Milletvekili.

SELİM YAĞCI (Devamla) – Bu devletimiz, milletimiz, medeniyetimiz ilelebet devam edecektir diyoruz. Birliğimiz, beraberliğimiz, kardeşliğimiz daim olsun diyor, yüce Meclisi saygıyla sevgiyle muhabbetle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi sisteme giren milletvekillerine yerlerinden birer dakika süreyle söz vereceğim. Bu sözlerin ardından sayın grup başkan vekillerinin söz taleplerini karşılayacağız.

Sayın Özdemir...

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, toplum olarak, ülke olarak yargının siyasallaşmasının bedelinin ödendiğine, Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin neden açıklanmadığını, haksız ve hukuksuz uzun tutukluluklar karşısında somut adımın ne zaman atılacağını Adalet Bakanından öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, yargıya güvensizliğin, yargının siyasallaşmasının ağır bedelini toplum olarak, ülke olarak ödüyoruz. On beş aydır hakkında iddianame hazırlanmadan tutuklu bulunun sivil toplum temsilcisi Osman Kavala’nın 19 kez yaptığı tahliye talepleri, dinlemeye dahi gerek duyulmadan reddedildi.

Yine, haksız, hukuksuz yere tutuklu bulunan parti meclisi üyemiz Eren Erdem’in Silivri’den adalet çığlığına sessiz kalınmasıyla karşı karşıyayız. İşte, yargının siyasallaştığı bir dönemde, Adalet Bakanlığı, geniş kapsamlı ve geniş katılımlı olarak hazırlığını yaptığı Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin geçtiğimiz ay sonuna kadar açıklanacağını ilan etmesine rağmen maalesef açıklamadı. Buradan Adalet Bakanına soruyorum: Yargı Reformu Strateji Belgesi’ni neden açıklamıyorsunuz? Bu haksız ve hukuksuz uzun tutukluluklar karşısında somut bir adımı ne zaman atacaksınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Şeker…

2.- Kocaeli Milletvekili İlyas Şeker’in, 2018 yılının ihracatta rekor yılı olduğuna ve ihracatın 2019 yılında da her alanda artmaya devam edeceğine ilişkin açıklaması

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

2018 yılı ihracatta rekor yılı oldu. 2002 yılında toplam ihracatımız 36 milyar dolarken, AK PARTİ iktidarıyla ülke hızlı bir şekilde büyürken ihracatta da hızlı artışlar sağlandı. İhracat, 2018 yılında 168,1 milyar dolarla cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdı. 2019 yılında da rekorlar yaşanıyor. Özel ticaret sistemine göre, 2019 Ocak ayı ihracatı yüzde 5,9 artışla 13,2 milyar dolar olurken ithalatımız ise yüzde 27 azalarak 15,7 milyar dolar olarak gerçekleşirken ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 57,8’den yüzde 83,9’a yükselmiştir. 2019 yılı ihracat hedefimiz olan 182 milyar dolar inşallah aşılacaktır. Sayın Cumhurbaşkanımızın işaret ettiği gibi, ihracatımız ülkemizin en önemli dinamiklerinden biri olarak önümüzdeki dönemde de güçlü bir şekilde ve her alanda artmaya devam edecektir diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Ceylan…

3.- Çanakkale Milletvekili Özgür Ceylan’ın, Çanakkale ilinin Biga ilçesinin Koruoba köyü, Hacıpehlivan köyü, Örtülüce köyü, Güvemalan köyü taşkın koruma ve ıslah çalışmalarının tamamlanamamasından kaynaklanan mağduriyetin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

ÖZGÜR CEYLAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, Çanakkale Biga ilçesi Koruoba köyü, Hacıpehlivan köyü, Örtülüce köyü, Güvemalan köyü taşkın koruma ve ıslah çalışmaları, 3 Temmuz 2015 tarihinde 4 milyon 945 bin 567 Türk lirası bedelle ihale edilmiştir. İktidarın 2016 yılında bitirileceği sözünü verdiği projenin üzerinden üç buçuk yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ tamamlanamamıştır. Örtülüce köyünde projenin tamamlanamamasının gerekçesi olarak kanalizasyon işinin bitirilememesi gösterilmektedir. Hâliyle bu proje tamamlanamadığı için Örtülüce köyü girişindeki yolun yapımı da gerçekleştirilememektedir. Köy halkı bu anlamda bir mağduriyet yaşamaktadır. Sorunun çözümü için sürecin hızlandırılmasını ve üç buçuk yıldır devam eden bu işlerin bir an önce tamamlanmasını rica ederiz.

BAŞKAN – Sayın Gültekin…

4.- Niğde Milletvekili Selim Gültekin’in, 5 Şubat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Niğde’ye gelişinin 85’inci yıl dönümü vesilesiyle şehitleri rahmetle yâd ettiğine ve başta milletvekilleri olmak üzere tüm halkı Niğde ilinin kültür ve tarihî güzelliklerini görmesi için davet ettiğine ilişkin açıklaması

SELİM GÜLTEKİN (Niğde) – Teşekkürler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; düşman işgaline uğramayan fakat Kurtuluş Savaşı’nda, Ulukışla ilçemizde büyük direniş göstererek düşmanın ilerleyişine engel olan atalarımız, isimlerini tarihe altın harflerle kazımışlardır. Gösterilen bu başarı vesilesiyle 5 Şubat 1934 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Niğde’ye gelişinin 85’inci yıl dönümünü gurur ve coşkuyla anmaktayız.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk kendisini coşku ve sevinçle karşılayan Niğdeli hemşehrilerimize hitaben “Benim Niğde’ye alakam büyüktür, Niğdelileri her zaman sevmişimdir. Kurtuluş mücadelemizde Niğde her zaman önemli bir rol oynamıştır.” diyerek tarihe not düşmüştür. Yurdumuzun bekası için iman ve inançla savaşan başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, aziz şehitlerimizi rahmetle, minnetle yâd ediyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun.

Bu vesileyle, başta siz değerli milletvekillerimiz olmak üzere, tüm halkımızı, kahramanlar diyarı, medeniyetlerin buluşup yaşatıldığı Anadolu’nun şirin kenti Niğde’mizin kültür ve tarihî güzelliklerini görmeniz ve gezmeniz için ilimize davet ediyor, Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Taşkın…

5.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkın’ın, eğitimi ülke kalkınmasının temel aracı olarak gören AK PARTİ’nin son on altı yılda eğitim alanında köklü reformlar gerçekleştirdiğine ilişkin açıklaması

ALİ CUMHUR TAŞKIN (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

2018-2019 eğitim öğretim yılının ikinci dönemi, on beş günlük yarıyıl tatilinin ardından dün başladı. Tüm öğrenci, öğretmen ve velilerimize hayırlı olmasını diliyorum.

Eğitimi ülke kalkınmasının temel aracı olarak gören AK PARTİ son on altı yılda eğitim alanında altyapıya önemli yatırımlar yaptığı gibi, diğer yandan da köklü reformlar gerçekleştirdi. Ücretsiz kitap ve teknolojiyi sınıfa taşıyan uygulamalarıyla göz doldurdu. Yeni yapılan okul ve dersliklerle eğitim altyapımızı çağdaş standartlara kavuşturdu. Öğretmen sayısı yeni atanan öğretmenlerle 540 binden 1 milyonu aşan rakamlara ulaştı.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde AK PARTİ Hükûmetimizin önümüzdeki süreçte de eğitim alanına yönelik yatırımları, bilimsel ve pedagojik gelişmelere uygun şekilde devam edecektir diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Ayvazoğlu…

6.- Trabzon Milletvekili Bahar Ayvazoğlu’nun, 5 Şubat Adnan Kahveci’yi vefatının 26’ncı yıl dönümünde rahmet ve minnetle yâd ettiğine ilişkin açıklaması

BAHAR AYVAZOĞLU (Trabzon) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Türk siyasi tarihine kısa ömrünün geniş vizyonunu kazıyan, devletin menfaatlerini her şeyin üstünde tutarak temiz siyasetin öncülerinden olan, döneminin siyasi manevralarını bir kenara bırakıp tek bildiği ve yaptığı ve de yapmaktan keyif aldığı çalışmak ve üretmek ideasını siyasal yaşama sokmak olan, toplumsal değerleri öncelikli kılmaya çalışan bir öğreti oluşturan ve politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, ahlaki, estetik, her türlü düşünceyi harmanlayıp kendine özgü bir tarzla halkımızın tamamının hislerine tercüman olan fikir insanı, hemşehrim, has bir Trabzon evladı Sayın Adnan Kahveci’yi vefatının yıl dönümünde rahmet ve minnetle yâd ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Osmanağaoğlu…

7.- İzmir Milletvekili Tamer Osmanağaoğlu’nun, 9 Şubat Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 50’nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

TAMER OSMANAĞAOĞLU (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Milliyetçi Hareket Partimizin 50’nci kuruluş yıl dönümü kutlu, muazzam varlığı payidar olsun. Merhum Başbuğumuzu ve aziz ülkücü şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Liderimiz Sayın Devlet Bahçeli’ye uzun ömürler diliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özçelik…

8.- Burdur Milletvekili Bayram Özçelik’in, Salda Gölü’ne yapılacak olan millet bahçesine ilişkin açıklaması

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Çevre ve Şehircilik Bakanımız Murat Kurum’un Salda Gölü’nü ziyaretinden sonra, yapılacak olan millet bahçesi üzerinden tereddütler oluşturulmaya çalışılmaktadır. Dünyanın sayılı doğal harikalarından Salda Gölü’ne yaz aylarında gelen vatandaşlarımızın sayısı 500 bin olmuştur. Göl çevresinde bilinçsiz kullanıma son verilecek, çöplerin bırakılmasına izin verilmeyecek, sıkı tedbirler uygulanacak ve bu bölgede düzensiz yapılar da olmayacaktır. Salda Gölü kıyısında hiçbir şekilde yapılaşmaya izin verilmeyecek, sadece özel kum alanının çok ilerisinde yer alacak, günübirlik kullanıma uygun, tamamen ahşaptan yapılan ve doğal yapıya zarar vermeyen kamp üniteleri kurarak ziyaretçilerimizin ihtiyacını karşılayacağız. “Saldivler” olarak bilinen beyaz adalar bölümünde, yine, günübirlik kullanım için ortaya çıkacak ihtiyaçlara cevap veren, doğal yapıyı bozmayacak bir tasarım ziyaretçilerimizin hizmetine sunulacaktır. Salda Gölü’nü ve çevresini özel çevre koruma bölgesi ilan ederek doğal sit alanlarından bile daha sıkı tedbirlerin alınacağı bir süreç başlatılacaktır. Böylece, 295 kilometrekarelik bir alana ulaşan tabiat varlığının tamamı bütüncül şekilde korunmuş olacaktır. Salda Gölü’ne sahip çıkan vatandaşlarımıza teşekkür ediyoruz.

BAŞKAN – Sayın Taşdoğan…

9.- Gaziantep Milletvekili Ali Muhittin Taşdoğan’ın, Antep fıstığı üreticilerinin ve sektörde çalışan işletmelerin karşılaştığı sorunlara ilişkin açıklaması

ALİ MUHİTTİN TAŞDOĞAN (Gaziantep) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Antep fıstığı tarımının sürdürülebilirliği, Antep fıstığı tarımının özendirilmesi, ürün rekoltesinin artırılması Tarım ve Orman Bakanlığımızın çiftçilere vereceği desteklerle sağlanmalıdır. Kilogram başına 2 TL prim desteğinin yanı sıra, özellikle depolama maliyetlerinin yüksek oluşu ve pazarlamada yaşanan çeşitli sorunlar, Antep fıstığı üreticilerinin ve sektörde çalışan işletmelerin karşılaştığı sorunlardan sadece bazılarıdır. “Var yılı, yok yılı” olarak adlandırılan, rekoltenin iyi olduğu dönem olan bu sene bile Antep fıstığı fiyatları şu anda istikrarsızlaşmış, Antep fıstığına bağlı diğer ürünlerde fiyat yükselmesi önemli bir sorun hâline gelmiştir. Antep fıstığının depolama sıkıntıları ve stoklamada meydana gelen sıkıntılar, bu fiyatları daha da yükseltmektedir. Gelecek sene ürün rekoltesi de düşeceğinden fiyatın çok daha yüksek seviyelere çıkacağını tahmin etmekteyiz. Depolama sıkıntılarını gidermek, fiyatları istikrara kavuşturmak gerek.

BAŞKAN – Sayın Erdem…

10.- İstanbul Milletvekili Arzu Erdem’in, 9 Şubat Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 50’nci yıl dönümü vesilesiyle Alparslan Türkeş başta olmak üzere ülkücü şehitleri rahmetle andığına ilişkin açıklaması

ARZU ERDEM (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Milliyetçi Hareket Partisi kurulduğu günden bu yana şanlı şerefli Türk tarihine her daim damgasını vurmuş, devletin ve milletin bekası için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Milliyetçi Hareket, 9 Şubat 2019 tarihinde de 50’nci yılında da önceki gibi “Önce ülkem ve milletim, sonra partim.” demeye devam edecektir -elli yıldır- onurla Türk milletimizle omuz omuza mücadele etmeye devam edecektir.

Bu vesileyle kurucumuz Başbuğ Alparslan Türkeş Beyefendi başta olmak üzere tüm ülkücü şehitlerimizi rahmetle anıyor, partimizin 50’nci kuruluş yıl dönümünü kutluyorum ve diyorum ki: Rabb’im, liderimiz Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi’yi başımızdan eksik etmesin, uzun ömürler versin.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Köksal…

11.- Afyonkarahisar Milletvekili Burcu Köksal’ın, halkın ekonomiyi güllük gülistanlık göstermeye çalışanlara 31 Martta gereken cevabı vereceğine ilişkin açıklaması

BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, kadro sözü verip de yarı yolda bıraktığınız “yüzde 70” gibi bir ibareyle mağdur olan kiralık araç şoförleri, hastane bilgi işlemcileri, yemekhanelerde çalışan taşeronlar, Karayolları işçileri, kadro sözünü tutmadığınız diğer tüm taşeron işçiler ve 4 Aralık mağdurları kan ağlarken; atanamayan 450 bin öğretmen, 3 bin engelli öğretmen, 5 bin rehabilitasyon öğretmeni umutla atama beklerken; emeklilikte yaşa takılanlar, 81 ilde mağduriyetlerini gidermek, seslerini duyurmak için gece gündüz mücadele ederken; 400 bin küçük ve orta ölçekli işletme borç batağında inim inim inlerken; neredeyse cumhuriyetle yaşıt şirketler iflas ve konkordato ilan ederken; özelleştirmeyle pancarları elinde kalan, zarar eden binlerce pancar üreticisi isyan ederken; işsizler ordusuna her gün yüzlerce kişi eklenirken ekonomiyi hâlâ güllük gülistanlık göstermeye çalışanlara 31 Martta halk gereken cevabı verecektir.

BAŞKAN - Sayın Tanal…

12.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, 5 Şubat laiklik ilkesinin Anayasa’ya girişinin 82’nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Değerli Başkan.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetimizin kurucu değeri, kadın-erkek eşitliğinin temeli, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün olmazsa olmaz koşulu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin karakteri olan laiklik ilkesinin Anayasa’mıza girmesinin 82’nci yıl dönümündeyiz. Seksen iki yıl önce bugün Anayasa’da yapılan değişiklikle laiklik, devletin değiştirilemez nitelikleri arasında yer almıştır. Laiklik ilkesinin 5 Şubat 1937 tarihinde Anayasa’mıza girmesinin 82’nci yıl dönümü kutlu olsun. Özellikle eğitimde, kadın-erkek eşitliğinde toplumsal düzeni ideale en yakın hâle getiren laiklik, düzenli yaşam biçimi için olmazsa olmazımızdır. Laiklik ilkesi kadınlarımız için, kadın hakları için güvence niteliğindedir. “Hem laik hem Müslüman olunmaz.” diyenlere inat, laiklik aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğünün temelidir. Özgürce ibadet edebilmenin yanı sıra bütün özgürlüklerin temelinde bulunan laiklik, demokratik yaşamın da güvencesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir ferdi olmaktan gurur duyuyorum.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Kavuncu…

13.- Çorum Milletvekili Erol Kavuncu’nun, 4 Şubat İskilipli Atıf Hoca’nın şehadetinin 93’üncü seneidevriyesinde Hazreti Hüseyin başta olmak üzere şehitleri rahmetle yâd ettiğine ilişkin açıklaması

EROL KAVUNCU (Çorum) – Sayın Başkanım, mahkeme savcısının sadece üç yıl hapis istemesine rağmen İskilipli Atıf Hoca, haksız hukuksuz bir şekilde 4 Şubat 1926 yılında Ulus’ta Birinci Meclisin avlusunda zulmen idam edildi. Bugün vatanı, milleti, dinî inancı uğruna canını feda eden Atıf Hoca’yı idam eden zihniyetin bir özür borcu vardır. Esasen onun ve onun gibilerin iadeiitibara da bir ihtiyacı yoktur. Doğrusu, Atıf Hoca’ya bu zulmü reva görenler, aslında bu haksızlığı itiraf ederek özür dileyerek belki kendilerine bir itibar kazandırabilirler.

İskilipli Atıf Hoca’mızın şehadetinin 93’üncü seneidevriyesinde şehitlerin efendisi Hazreti Hüseyin başta olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle yâd ediyor, İskilipli Atıf Hoca’mızın söylediği son sözlerle konuşmamı bitiriyorum: “Zalim ve kâfirlerle mahşer günü elbette hesaplaşacağız.”

Ruhu şad olsun.

BAŞKAN – Sayın Gürer….

14.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, Sağlık Bakanlığı bünyesindeki sağlık çalışanları arasında yapılan ayrımcılığın giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sağlık Bakanlığında çalışanlar arasında ayrımlar, ciddi sorunlar yaratmaktadır. Hastane bilgi işlem çalışanları, görüntüleme merkez çalışanları ve diğer birim çalışanları kadro beklemektedir. Ayrıca 112 acil ambulans şoförlerinden işçi statüsünde görev yapanlar, 12/36 sisteminde çalıştırılmaktadır. Özellikle trafik yoğunluğunda istasyona ulaşım sorunu ve çalışma şartları nedeniyle ailesiyle dahi birkaç günde bir görüşebilmektedir. Aynı görevi yapan 657’ye tabi memur personelle aynı işi yapmalarına rağmen aynı özlük haklarına sahip değillerdir. Döner sermaye gelirinden işçi statüsünde olanlar yararlanamamaktadır. Sürekli işçi olarak atananlar, il içi yer değiştirmeler yapabilirken il dışı atamalarında hakları da yoktur. Eşleri zorunlu tayin gerektiren işlerde çalışanlar, başka illere gitmek istediğinde bu haklardan mahrumdur. Eşit işe eşit haklar ve ücret isteyen işçi ambulans şoförlerinin kadro ve özlük haklarıyla ilgili sorunlarına Bakanlık çözüm üretmeli ve bunların mağduriyetini gidermelidir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Sümer...

15.- Adana Milletvekili Orhan Sümer’in, ekonomik krizle birlikte vatandaşların zor duruma düştüğüne, İŞKUR aracılığıyla istihdam edileceklerin AKP teşkilatları tarafından belirlendiğine yönelik şikâyetler olduğuna ve insanların işiyle, ekmeğiyle oynanmaması gerektiğine ilişkin açıklaması

ORHAN SÜMER (Adana) – Teşekkür ederim Başkan.

Ülkemizdeki ekonomik krizle birlikte tüm vatandaşlarımız çok zor duruma düşmüştür. İşsizlik tırmanmış, enflasyon almış başını gitmiştir. Kısa süreliğine dahi olsa, iş umuduyla, toplum yararına programlara başvuran vatandaşlar da böyle bir ortamda evlerine ekmek götürme kaygısındadır. Ancak yoksullar arasında dahi ayrımcılık yapıldığı görülmektedir. Normal koşullarda İŞKUR aracılığıyla işe alınması gereken bu programlarda çalışacak kişilerin, AKP teşkilatları tarafından belirlendiğine yönelik yoğun şikâyetler tarafımıza iletilmektedir. Özellikle seçim bölgem Adana’nın yoksul orman köylülerinin yaşadığı Pozantı’nın Alpu, Hamidiye ve Gökbez köyleri ile Aladağ ilçemizde orman işletmelerine alınacak işçiler için bazı teşkilat temsilcilerinin “Önce AKP’ye üye olun.” diyerek vatandaşı yönlendirmeye çalıştığına, AKP’li olmayanların işe alınmayacağına dair iddialar, yaptığımız ziyaretlerimizde tarafımıza iletilmiştir. Böyle bir ayrımcılığı asla kabul etmeyeceğimizi, insanların işiyle, ekmeğiyle, umutlarıyla oynanmaması gerektiğini hatırlatıyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Hancıoğlu...

16.- Samsun Milletvekili Neslihan Hancıoğlu’nun, yüksek faizli krediler yüzünden çiftçilerin zor durumda kaldığına ve Türk çiftçisinin bekasının neden umursanmadığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

NESLİHAN HANCIOĞLU (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Seçim bölgem Samsun gibi diğer şehirlerimizde de çiftçilerimiz yüksek faizli krediler yüzünden perişanlar. 3-5 yandaş iş adamının, beton kartellerinin ricasını emir sayıp vergi borçlarını bir kalemde silen iktidar, çiftçimizin bu feryadı karşısında kör, sağır ve dilsiz. Çiftçilerimizin ekonomik çıkarlarını gözetmek amacıyla kurulan Tarım Kredi Kooperatifleri, bugün çiftçilerimizin gözünde ne acıdır ki bir tefecilik merkezi gibi çalıştırılıyor. Türlü dolaplar çevrilerek enflasyonu düşük göstermeyi becerenler, Tarım Kredi Kooperatiflerinin çiftçiye bugün neden yüzde 28 faizle kredi kullandırdığını açıklamak zorundadır. Madem bugün beka sorunu var, Türk çiftçisinin bekası neden umursanmıyor? Çiftçimizin bekası sizin gözünüzde vergi borçlarını şak diye siliverdiğiniz yandaş patronlardan daha mı önemsiz?

BAŞKAN – Sayın Karahocagil…

17.- Amasya Milletvekili Mustafa Levent Karahocagil’in, 2018 yılında yapılan operasyonlarda İHA, İKU ve SİHA’ların etkin kullanıldığına ilişkin açıklaması

MUSTAFA LEVENT KARAHOCAGİL (Amasya) – 2018 yılında yapılan operasyonlarda İHA’ları, İKU’ları ve SİHA’ları etkin olarak kullandık. 2018 yılında 52’si büyük, 485’i orta, 87.162 adedi küçük çaplı olmak üzere toplam 87.699 adet kırsal operasyonla 673’ü ölü, 307’si yaralı, 363’ü teslim olmak üzere toplam 1.343 terörist cani etkisiz hâle getirilmiştir. 10 il, 69 ilçe, 22 belde belediye başkanının 94’ü bölücü terör, 7’si FETÖ terör örgütünden olmak üzere 101 belediye başkanı görevden alınıp yerine kayyum atanmıştır.

Bu ülke, tarihinde devamla iç hainler, satılık hainler ve dış düşmanlarla savaşmış bir büyük millettir ve bu millet her defasında hem bu hainleri ve hem de bu hainlere odun taşıyan gafilleri perişan etmiş, yine perişan edecek, cehenneme postalayacaktır.

Sayın Cumhurbaşkanım, bugüne kadar yürüdüğün yolda hiçbir tarafa sapmadan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Enginyurt…

18.- Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt’un, Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde çalıştırılmak üzere gıda mühendisleri ile veterinerlere kadro talep ettiğine ilişkin açıklaması

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Sayın Başkanım, Tarım Bakanlığı bünyesinde görev almak üzere gıda mühendisleri ve veterinerlere yirmi bir ay önce kadro sözü verilmiştir. On binlerce gıda mühendisi ve veterinerimiz kadro beklemektedirler. Tarım Bakanlığı bünyesinde çalıştırılacak bu elemanların umutları karartılmamalı, yeşertilmeli diyorum, bunlara kadro talep ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Ersoy…

19.- Adana Milletvekili Ayşe Sibel Ersoy’un, 4 Şubat Dünya Kanser Günü vesilesiyle kanser hastalığına farkındalık yaratmak ve gerekli önlemlerin alınması adına dikkat çekmek istediğine ilişkin açıklaması

AYŞE SİBEL ERSOY (Adana) – 4 Şubat, Dünya Kanser Günü. Hiçbir yaş gözetmeksizin ortaya çıkan bu hastalığa karşı farkındalık yaratmak ve gerekli önlemleri almak adına dikkat çekmek istiyorum.

Dünyada her yıl kansere bağlı yaklaşık 9 milyon ölüm gerçekleşmekte ve önümüzdeki on yıl içerisinde bu rakamın yılda 14 milyona yükselmesi beklenmektedir. Kanser önlenebilir bir hastalıktır. Dünyada her geçen gün daha fazla insan, tütün ve tütün mamullerine, hareketsiz yaşam tarzına, yanlış beslenme ve gittikçe kötüleşen çevre koşulları gibi kanserin en önemli risk faktörlerine maruz kalmaktadır. Bu alışkanlıkların yalnızca bizleri değil, bizden sonra gelecek nesilleri de etkileyeceği unutulmamalıdır. Sağlıksız yaşam alışkanlıklarının değiştirilmesiyle kanserin üçte 1’inden fazlasının gelişimi engellenebilir. Farkında olmak için kanserin canınızı yakmasını beklemeyin.

BAŞKAN – Sayın Karaca… Yok.

Sayın Arkaz…

20.- İstanbul Milletvekili Hayati Arkaz’ın, sağlık turizminde Türkiye’nin sınırlarını dünyaya açmak için yapılması gerekenlere ilişkin açıklaması

HAYATİ ARKAZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık turizminde ülkemizin sınırlarını dünyaya açma yolunda emin adımlarla yürüyoruz. Gelişen ulaşım, konaklama hizmetleriyle beraber modern hastanelerimiz ve alanında uzman doktorlarımız sayesinde 2018 yılında ülkemize 500 bine yakın hasta, tedavi olmak için gelmiştir. Bu sayıyı katlayarak artırmak ve ülkemizi sağlık turizminin başkentlerinden birisi yapmak zorundayız. Hâlâ tıbbi malzemelerin yüzde 85’i dışarıdan alınmaktadır.

Sağlık turizminde birçok kurumun ortak iş birliğine ihtiyaç var. Tanıtım, vize problemlerimiz var. Turist getiren acentelere teşvikler artırılmalı, Kültür ve Turizm Bakanlığı da turizmle ilgili birikimlerini sağlık turizmine aktarmalı ve sağlık turizmi elçileri oluşturmalıdır.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Önal…

21.- Kırıkkale Milletvekili Ahmet Önal’ın, diyabet hastalarının mağduriyetinin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

AHMET ÖNAL (Kırıkkale) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Ülkemizde yaklaşık 9 milyon, Kırıkkale’mizde ise 7.600 diyabet hastası bulunmaktadır. Diyabet hastalarının vazgeçilmezi olan, hayati öneme sahip, her hastada bulunması gereken, şeker düzeyini ölçen ve normal seviyede tutulmasını sağlayan libre aletinin on beş günlük fiyatı 250 TL’den 374 TL’ye çıkarılmıştır. Aynı zamanda, şeker ölçme aleti libre her yerde bulunmadığı gibi, ulaşılması da zordur. Bu libre aletinin daha ulaşılabilir ve kullanılabilir hâle gelmesi için bu aletin fiyatının düşürülmesi ya da fiyatının tamamen kaldırılması, şeker hastaları için hayati öneme sahiptir. Sayısı milyonları bulan diyabet hastalarımız, Sağlık Bakanlığınca bu hususta çok acil bir çalışma yapılmasını beklemektedir.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Sayın Karasu…

22.- Sivas Milletvekili Ulaş Karasu’nun, odyometri bölümü mezunlarının işsizlik sorununun çözümlenmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

ULAŞ KARASU (Sivas) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Ülkemizde her yıl binlerce mezun veren odyometri bölümü mezunu olan odyometristlerin görev alması gereken servislerde maalesef hemşireler ve ebelere görev verilmekte ve asıl konuyla ilgili yetişmiş olan odyometristler açıkta kalmaktadır. İşitme kayıplı yeni doğan bebekleri tespit etmek için hemşirelere ve ebelere verilen eğitimler yetersizdir. Buna rağmen odyometristlerin, yetkileri gereği, yeni doğan tarama ünitesinde çalışma zorunluluğu bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığının son yıllarda -2018 yılı- sağlık personeli alımlarında odyometrist atamaları diğer sağlık bölümlerinin gerisinde kalmaktadır. Mezun sayısının giderek artması, alımların az olması ve yanlış istihdam sonucu odyometristler işsizlik sorunu yaşamakta ve mağdur edilmektedir. Önemli olan, üniversite açmak değil, binlerce mezuna aynı zamanda iş imkânı sağlayabilmektir.

BAŞKAN – Şimdi, söz isteyen grup başkan vekillerine söz vereceğim.

Buyurun Sayın Türkkan.

23.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, 2018-2019 eğitim öğretim yılının ikinci döneminde öğrencilere ve öğretmenlere başarılar dilediğine, 137 ülke içerisinde Türkiye’nin matematik ve fen bilimleri eğitimindeki kalite sıralamasında 104’üncü sırada yer aldığına, 5 Şubat Adnan Kahveci’yi vefatının 26’ncı yıl dönümünde rahmetle andığına, emeklilikte yaşa takılanların mağduriyetinin toplumsal sorun hâline dönüştüğüne, Salda Gölü’nün tehlike altında olduğuna ilişkin açıklaması

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2018-2019 eğitim döneminin ikinci yarısı dün itibarıyla başladı. Tüm öğrencilerimize, öğretmenlerimize başarılı bir öğretim hayatı diliyorum.

Bilgi ekonomisine geçtiğimiz bir dönemdeyken eğitimin önemi ve kalitesi daha da önem kazanıyor. Okul demek, dört duvar içinde akıllı tahtayla gurur duymak demek değil. Ne yazık ki bu dönemde bir acı gerçeği de paylaşmak istiyorum sizlerle. Dünyadaki 137 ülke içerisinde Türkiye matematik ve fen bilimleri eğitimindeki kalite sıralamasında 104’üncü sırada yer alıyor. İlk sıralarda Singapur, Finlandiya ve İsviçre’nin yer aldığı listede Türkiye 68’inci sıradaki Suudilerden bile geride kalarak Nijerya’yla aynı sırada yer alıyor. On altı yıllık icraatınızdan biriyle daha gurur duyabilirsiniz böylece.

Yirmi altı yıl evvel bugün geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybeden, eski bakanlardan, Kabataş Erkek Lisesinden de ağabeyim Sayın Adnan Kahveci’yi rahmetle ve minnetle anıyorum. Adnan Kahveci pek çok alanda önemli çalışmalara imza atmış iyi bir siyaset adamı, dürüst bir siyaset adamı olarak akıllarda yer almıştır.

Evet, bir konu hiç peşinizi bırakmayacak, seçim meydanlarına çıktığınızda hep peşiniz sıra gelecek, her gittiğiniz yerde emeklilikte yaşa takılanlara siz de takılacaksınız. Bu sorun gittikçe büyüyor, toplumsal bir sorun hâline dönüşüyor. Pazar günü Adana’da, Kocaeli’de, Gebze’de EYT buluşmaları vardı. Tıpkı daha önce toplandıkları şehirlerde olduğu gibi, Adana’da ve Gebze’de de bütün salonu dolduran EYT mağduru vatandaşlarımız salonlardan taşıp sokaklarda yer aldılar.

Değerli AK PARTİ’li arkadaşlarım, bu insanlar sadaka dilenmiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Türkkan.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sadece senelerdir ödedikleri, emanet ettikleri primlerin emekli maaşı olarak kendilerine iade edilmesini istiyorlar. İşsiz kalanlar 78 lira Genel Sağlık Sigortası primi ödemeden sağlıktan dahi faydalanamıyor. Emeklilikte yaşa takılanlar topluluğu bu ülkenin temel taşıdır, bunu görmezlikten gelemezsiniz. 10 Şubat Pazar günü Ankara’da olacaklar, seslerini Parlamentoya, Hükûmete duyurmaya çalışacaklar, biz de onlarla beraber, EYT mağduru vatandaşlarımızın yanında yer alacağız.

Evet, biraz evvel Burdur Milletvekili bir arkadaşımız, Salda Gölü’yle ilgili güzellemeler yaptı. “Türkiye’nin Maldivler”i diye bilinen bir doğa harikası Salda Gölü. Instagram’da ve gazetelerin tatil köşelerinde reklamı olmadan daha önce çok az insanın bildiği bir yerdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Türkkan.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Az bilinmesi ve ziyaret edilmesiyle bugüne kadar bozulmadan kalan bu saklı cennet, ülkemizin en derin, dünyanın ise 3’üncü en derin gölüdür. Yine ülkemizin en temiz gölleri listesinde 1’inci, dünyada ise 5’inci sıradadır. Bu saklı cennet ise, bugün millet bahçesi olma tehlikesiyle karşı karşıya. Yani burası zaten doğal park. Uzmanlık alanı beton olan TOKİ’yi buraya sokma çabanızın altında ne var? Burayı da Uzungöl’e çevirmeye mi niyetlisiniz? Betonlaşmanın dışında, bilim insanları ise yaklaşan tehlikeye dikkat çekiyorlar. Yardımcı Doçent Doktor Erol Kesici diyor ki: “Salda’daki beyazlıkların üzerine ayakla bile basılmamalı. ‘Biyomineralizasyon’ diyoruz, yani canlı. HES ve göletlerle beslenmesini engellediler, kirliliğini artırdılar, daha fazla yok etmeye çalışmasınlar, gölü uzaktan sevsinler.” Orada ihale almak için çabalayan bütün AK PARTİ’li arkadaşlara söylüyorum: Salda Gölü’ne dokunmayın, milletin kendisi oraya sahip çıkar. Siz orayı Uzungöl’e benzetmek için yola çıkmışsınız, bu sevdanızdan vazgeçin. Uzungöl’e bakın, yaptıklarınızdan utanmaya yetecektir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bülbül…

24.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, 2018-2019 eğitim öğretim yılının yarıyıl tatili sonrası 5 Şubat itibarıyla ders başı yapan öğrencilere, öğretmenlere ve eğitim camiasına başarılar dilediğine, kadroya geçirilen taşeronların ücret ve özlük haklarında ortaya çıkan sıkıntılara çözüm bulunması gerektiğine ilişkin açıklaması

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün itibarıyla yarıyıl tatilleri sona erip ders başı yapan bütün öğrencilerimize, öğretmenlerimize ve eğitim camiamıza başarılar diliyorum.

Sayın Başkan, hepinizin malumu olduğu üzere, taşeron şirketlerde çalışan işçilerimiz, geçtiğimiz yıl itibarıyla 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince bir iş sözleşmesiyle, kamu tarafından kurulan şirketlerde sürekli istihdam imkânına kavuşmuştur. Burada, işçilerimizin ücret ve özlük hakları konusunda bu süreçte belli bazı sıkıntıların ortaya çıktığını görmekteyiz. 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince, kadroya geçiş tarihinden önce Yüksek Hakem Kurulu tarafından belirlenen ve yürürlük süresi 2020 yılında sona erecek olan toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre altı aylık periyotlar hâlinde ücretlere yüzde 4 oranında zam uygulanacağı ifade edilmiştir. Yüksek Hakem Kurulunun belirlemiş olduğu bu oran, 2016 yılı enflasyon oranına göre gerçekleşmiş; 2018 yılı enflasyon oranı, TÜİK’in açıkladığı verilere göre ise 20,3 olmuştur. Şimdi, bu oran dikkate alındığında, çalışanlarımıza verilen ücret artışı ve sosyal haklar, enflasyon artışı karşısında çok cüzi miktarda kalmakta ve âdeta erimiş olmaktadır. Emeğinden başka sermayesi olmayan çalışanlarımız açısından sosyal ve psikolojik açıdan büyük bir sıkıntı olarak gördüğümüz bu meseleyle ilgili olarak acilen bir çözüm bulunması gerektiği kanaatindeyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Milletvekili.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Tabii efendim.

Asgari ücret artışının önemli ölçüde gerçekleştiği, yüzde 25’ler seviyesinde olduğu ve kamuoyunda da bütün toplum kesimlerinde de büyük bir memnuniyet yaşandığı bir dönemde kadro sevincini yaşayan bu kardeşlerimizin bu mağduriyetlerini gidererek asgari ücrete uygulanan zam oranı veya enflasyon oranları çerçevesinde maaşlarında, ücretlerinde yeniden bir düzenleme yapılması gerektiğini burada ifade ediyor, Genel Kurula saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Kurtulan…

25.- Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, iktidarların eskiden seçim sürecinde partiler arasında eşitliği ve adaleti sağlamak için itina gösterdiğine, Hakkâri Milletvekili Leyla Güven, 23, 24’üncü Dönem milletvekili Sebahat Tuncel, 24, 25, 26’ncı Dönem milletvekili Selma Irmak’ın mevcut hukuka uyulması için açlık grevi yaptığına ve Meclisin ölümler olmadan sorumluluk alması gerektiğine ilişkin açıklaması

FATMA KURTULAN (Mersin) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Eskiden iktidarlar, seçim sürecinde özellikle seçimde yarışan partiler arasında eşitliği ve adaleti sağlamak adına itina gösterirlerdi, seçim çalışmalarını herkes özgürce açığa çıkarmaya çalışırlardı fakat son süreçte HDP olarak bizler, hele hele adaylarımız neredeyse ilk seçim çalışması başladığından beri gözaltıyla geçiriyorlar. Şu anda Ceylânpınar eş başkan adayımız Sayın Narin Gezgör, büro açılışı sırasında polisin müdahalesine maruz kalıyor ve gözaltında.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bütçe görüşmeleri sırasında da ondan sonraki, bunu takip eden çalışmalar sırasında da burada bir durumu hep dile getirmeye çalıştık, Parlamentonun bir üyesinin durumuyla ilgili sözlerimizi söyledik, durumuna müdahale edilmesi gerektiğini söyledik. Leyla Güven, 8 Kasım 2018’den bu yana tam doksan gündür yani üç aydır açlık grevinde. Leyla, bu Meclisin bir üyesidir. Leyla Güven’in temsil ettiği irade, oradan buradan oy çalmalarla oluşmuş bir irade değildir. Leyla, sözde vekil de değildir, Hakkâri halkının yüzde 70’inin iradesidir. Leyla, bu ülkenin 600 vekilinden biridir. Doksan gündür bedenini açlığa yatıran Leyla, hukuk ve yasanın ayrım gözetmeksizin herkese eşit derecede uygulanması, İmralı’daki tecridin kaldırılması için açlık grevinde yani bu ülkenin kendi Anayasa’sı uygulansın diye bir çaba içerisinde. 23’üncü ve 24’üncü Dönem milletvekili ve DBP Eş Başkanı Sebahat Tuncel, yine bu Meclisin 24, 25 ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Vekilim.

FATMA KURTULAN (Mersin) - …26’ncı Dönem Milletvekili Selma Irmak da yirmi iki gündür açlık grevinde. Bedenlerini açlığa yatıranlar sadece bunlar değil, 60’a yakın cezaevinde 48’i kadın olmak üzere 295 kişi açlık grevinde.

Siyaset sorunu çözmeyince, insanlar çözümsüz kalınca çare olarak bedenlerini açlığa yatırmakta buluyorlar. Leyla Güven ve açlık grevindekiler mevcut hukuka uyulsun diye açlık grevindeler. Siyaset üretme mekânı olan Meclis çatısı altında bizler birlikte bir çözüm üretmekle sorumluyuz. Ölümler olmadan Meclisin bir an önce sorumluluk alması gerekiyor. Ölümlerin önüne ancak böyle geçebiliriz; sorumluluk alalım diyoruz. Leyla yaşasın diye Meclisin sorumluluk almasını bir kez daha talep ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam ediyor musunuz?

FATMA KURTULAN (Mersin) – Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Altay…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yüksek müsaadelerinizle, grubumuzun bir meramı vardır ancak bu meramı anlatmaya ben mezun değilim. Müsaade ederseniz, grubumuz adına Burdur Milletvekilimiz, meramımızı Genel Kurula sunacak efendim.

BAŞKAN – Buyurun.

26.- Burdur Milletvekili Mehmet Göker’in, Burdur’un Bucak ilçesinde çok sayıda kişinin bulantı, kusma, ishal şikâyetiyle hastaneye başvurması konusunda Sağlık Bakanlığının gerekli hassasiyeti göstermesi gerektiğine, Salda Gölü’nün doğal bir sit ve koruma alanı olduğuna, yapılacak herhangi inşaat faaliyetinin gölün biyolojisine, ekolojisine zarar vereceğine ilişkin açıklaması

MEHMET GÖKER (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her şeyden önce, cumartesi gününden bu yana Burdur’umuzun Bucak ilçesinde yaklaşık 1.271 kişi hastaneye bulantı, kusma ve ishal şikâyetiyle başvurmuş ve bu konuyla ilgili tatmin edici bir açıklama ya da sebebine yönelik herhangi bir açıklama şu ana kadar yetkililerden yapılmamıştır.

Bu anlamda bizim önerimiz ve isteğimiz, Sayın Sağlık Bakanının bu konuda etkin bir araştırma yapması ve olayı ortaya koymasıdır. Sonuçta, bu işle ilgili bir görev sorumluluğu var mı ya da ajan ya da patojen ne, onun bulunarak halkın bir an önce rahatlatılması lazım.

Bir diğer konu, az önce de iktidar vekilimiz Sayın Bayram Özçelik’in de söylediği gibi, Salda Gölü’ne Sayın Bakan Murat Kurum, ziyaretleri sırasında millet parkı yapacağının müjdesini vermiş! Şimdi, müjde verilen iki yer var, iki yerin iki tanesi de Cumhuriyet Halk Partili yerel yönetimlerce idare edilen bölgeler. Yani bu teklifin, bu vaadin bir seçim yatırımı olduğu aşikâr. Salda Gölü, Türkiye'nin -az önce diğer grup başkan vekillerimizin de söylediği gibi- en derin ve en temiz göllerinden biri. Endemik olarak yaklaşık 110 kuşa ev sahipliği yapmakta ki bunun 75’i Bern Sözleşmesi’ne göre koruma altında.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET GÖKER (Burdur) - Yine Salda Gölü’ne turkuaz rengini veren, tabanını oluşturan “stromatolit” adlı madde, yaklaşık 3,7 milyar yıl önce oluşmaya başlamış ve oluşumu hâlâ devam eden beyaz kayaçlardır ve kökeni bakteriyeldir yani “biyomineralizasyon” dediğimiz canlılık arz etmektedir. Bu durum, gölün kenarlıklarında endemik ve nesli tükenmekte olan, küresel ölçekte de koruma altında olan yaklaşık 9 bitki türüne ev sahipliği yapmaktadır. Az önce vekilimizin söylediği gibi buraya yapılacak olan bir millet bahçesinin ki millet bahçesinin içinde kapalı park, yürüyüş ve bisiklet yolları, koku bahçeleri ve oyun alanları olduğunu da yaptıkları açıklamadan öğreniyoruz. Ancak Salda Gölü’nün kapalı havza bir göl olması sebebiyle doğal olarak, doğal bir sit ve bir koruma alanıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Milletvekili.

MEHMET GÖKER (Burdur) -Yani dağdan göle kadar yapılacak olan herhangi bir inşaat faaliyeti ya da yapılanma, gölün biyolojisine, etrafındaki ekolojisine ciddi anlamda zarar verecektir ve etkilenecektir. Bu anlamda ekolojik sistem, tam anlamıyla yıkıma uğrayacak, kıyı ekosistemi zarar görecektir.

Toparlıyorum Sayın Başkanım. Kaldı ki Sayın Bakanın söylediği gibi burada bir festival etkinliği yapmak bizlere göre doğaya yapılacak bir katliamdır, akıllara ziyan bir eylemdir. Bu yüzden, bundan vazgeçilmesini istiyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Muş...

27.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, 5 Şubat Adnan Kahveci’yi vefatının 26’ncı yıl dönümünde rahmetle andığına, Salda Gölü’nde özel çevre koruma bölgesi ilan edilerek daha sıkı koruma tedbiri uygulanacağına ve amacın kontrolsüz yapılaşmanın önüne geçmek olduğuna ilişkin açıklaması

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

5 Şubat 1993 tarihinde elim bir trafik kazasında kaybettiğimiz siyaset ve devlet adamı Adnan Kahveci’yi vefatının 26’ncı yıl dönümünde ben de rahmet ve minnetle anıyorum. Kendisine ve o kazada rahmetirahmana kavuşan ailesine Cenab-ı Hakk’tan rahmet diliyorum.

Sayın Başkan, buradaki tartışmalarda Salda Gölü’yle alakalı sanki “Yapılaşma olacak, burası imara açılıyor, burada binalar yapılacak.” gibi sanırım bir bilgi kirliliği var ortada. Bununla alakalı birkaç konuya açıklık getirmek istiyorum.

Salda Gölü, tabii, sit alanının da ötesinde özel çevre koruma bölgesi ilan ediliyor yani daha sıkı bir koruma tedbiri uygulanacak burada. Bu, son dönemlerde basına yansıdıktan sonra inanılmaz bir ziyaretçi akını oldu burada ve geçen sene 500 bin kişi gölü ziyarette bulundu. Doğal güzelliklerini hepimizin takdir ettiği çok büyük bir göl aslında fakat burada ben birkaç tane fotoğrafı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Şimdi, bakın, oradaki bütün çabalara rağmen, çadırlar, derme çatma yapılar buraya kuruluyor. Bunların ne kanalizasyonları var, ne giderleri var. İnsanlar da araçlarıyla bu alanlara kadar geliyor –diğer fotoğrafları da göstereceğim- dolayısıyla göl aslında tehdit altında. Bakanlığın yapmaya çalıştığı, gölü korumak, bütün alanı, o 295 kilometrekarelik alanının tamamını koruyacak bir uygulama yapmak.

Yine, oradan fotoğraflar, bakın, araçlarla insanlar göle çok yakın noktalara kadar gelebiliyorlar ve bakanlık, bazı bariyerleri de orada şu anda kurdurmuş vaziyette yani araçların o kumsalın üzerine gelmesini engellemek için.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın Sayın Milletvekilim.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Yine, oradan, bakın, fotoğraflar, insanlar çadırlar kurmuşlar ve burada kendilerince, gelen ziyaretçilere, turistlere mamuller satarak bir kazanç elde etmeye çalışıyorlar. Aslında, bu, disipline edilecek. Bakın, şurada araçlarla... Burası yola çevrildi zaten. Dolayısıyla kontrol altına alınmaya çalışılan, korunmaya çalışılan gölün kendisidir. Burada göle hiçbir zarar verilmemesi adına, gölün, bu doğa harikasının o beyazlığını, kumsallarının o güzelliğini sürdürmesi adına Bakanlık gereken bütün çabayı sarf edecektir. Buradaki amaç, az önce de söylediğim gibi, kesinlikle buranın imara açılması, yapılaşması değil; burada yasa dışı, izinsiz ya da kontrolsüz bir yapılaşmanın önüne geçmektir.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

V.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; 6, 7, 12, 13 ve 14 Şubat 2019 Salı, Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerinde denetim konularının görüşülmeyerek gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan 41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin bu kısmın 1’inci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 5 Şubat 2019 Salı günkü birleşiminde 4 Şubat 2019 tarih ve (3/537) sayılı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi’nin okunarak görüşmelerinin bu birleşimde yapılmasına; 5 Şubat 2019 Salı günkü birleşiminde ALS, SMA, DMD, MS hastalıkları ve kesin tedavisi bilinmeyen diğer hastalıkların tedavi ve bakımlarında karşılaşılan zorluklar ile bu hastalıklara sahip kişiler ve yakınlarının yaşadıkları sorunların ve çözümlerinin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan 10/184, 10/185, 10/281, 10/403, 10/585, 10/604, 10/734, 10/914, 10/915, 10/917, 10/920 ve 10/921 esas numaralı Meclis Araştırması Önergelerinin görüşmelerinin birleştirilerek yapılmasına; 5 Şubat 2019 Salı günkü birleşiminde Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasını müteakip gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçilmesine; 41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi

5/2/2019

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 5/2/2019 Salı günü (bugün) toplanamadığından, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                                        Mehmet Muş

                                                                                          İstanbul

                                                                 AK PARTİ Grubu Başkan Vekili

Öneri:

Genel Kurulun;

6, 7, 12, 13 ve 14 Şubat 2019 Salı, Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerinde denetim konularının görüşülmeyerek gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesi,

Gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan 41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin bu kısmın 1’inci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

5 Şubat 2019 Salı günkü (bugün) birleşiminde 4 Şubat 2019 tarih ve (3/537) sayılı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi’nin okunarak görüşmelerinin bu birleşimde yapılması;

5 Şubat 2019 Salı günkü (bugün) birleşiminde ALS, SMA, DMD, MS hastalıkları ve kesin tedavisi bilinmeyen diğer hastalıkların tedavi ve bakımlarında karşılaşılan zorluklar ile bu hastalıklara sahip kişiler ve yakınlarının yaşadıkları sorunların ve çözümlerinin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan (10/184), (10/185), (10/281), (10/403), (10/585), (10/604), (10/734), (10/914), (10/915), (10/917), (10/920) ve (10/921) esas numaralı Meclis Araştırması Önergelerinin görüşmelerinin birleştirilerek yapılması;

Yine 5 Şubat 2019 Salı günkü (bugün) birleşiminde Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasını müteakip gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçilerek bu kısımda bulunan 41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 1’inci maddesine kadar;

6 Şubat 2019 Çarşamba günkü birleşiminde 41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin birinci bölüm görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

7 Şubat 2019 Perşembe günkü birleşiminde 41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

12 Şubat 2019 Salı günkü birleşiminde 29 sıra sayılı Kanun Teklifi’ne kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

13 Şubat 2019 Çarşamba günkü birleşiminde 17 sıra sayılı Kanun Teklifi’ne kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

14 Şubat 2019 Perşembe günkü birleşiminde 18 sıra sayılı Kanun Teklifi’ne kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

Çalışmalarını sürdürmesi;

41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerin ekteki cetveldeki şekliyle olması;

Önerilmiştir.

 

41 Sıra Sayılı

Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul Milletvekili Nevzat Şatıroğlu ve 6 Milletvekilinin Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi

(2/1410)

 

Bölümler

 

Bölüm Maddeleri

Bölümdeki Madde Sayısı

1.Bölüm

 

1 ila 25’inci maddeler arası (22’nci maddeye bağlı geçici madde 38, geçici madde 39, geçici madde 40, geçici madde 41 ve geçici madde 42 dâhil)

 

29

2.Bölüm

 

26 ila 52’nci maddeler arası (34’üncü maddeye bağlı geçici madde 6 ve geçici madde 7 dâhil)

 

28

Toplam Madde Sayısı

57

 

BAŞKAN – Öneri üzerinde söz talebi? Yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.04

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.20

BAŞKAN: Başkan Vekili Celal ADAN

KÂTİP ÜYELER: Barış KARADENİZ (Sinop), Şeyhmus DİNÇEL (Mardin)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 48’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa'nın 92’nci maddesine göre verilen bir Cumhurbaşkanlığı tezkeresi vardır, okutuyorum:

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının; bölgede seyreden Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere, Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/2/2013, 16/1/2014, 3/2/2015, 9/2/2016, 8/2/2017 ve 10/2/2018 tarihli 956, 984, 1008, 1031, 1054, 1082, 1107, 1136 ve 1179 sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin 10/2/2019 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına, ayrıca denizde terörizmle mücadele harekâtlarına katkı sağlanabilmesi maksadıyla unsurlarımızın bölge ülkeleri karasuları dışında (2442 [2018] sayılı BMGK Kararı gereğince Somali karasuları dahil olacak şekilde) denizde terörizmle mücadele görevi için yetkilendirilmeleri ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/537)

4 Şubat 2019

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde vuku bulan deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri hakkında 2008 yılından bu yana kabul edilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı’yla bir yıl için verdiği, bilahare 2/2/2010 tarihli ve 956 sayılı, 7/2/2011 tarihli ve 984 sayılı, 25/1/2012 tarihli ve 1008 sayılı, 5/2/2013 tarihli ve 1031 sayılı, 16/1/2014 tarihli ve 1054 sayılı, 3/2/2015 tarihli ve 1082 sayılı, 9/2/2016 tarihli ve 1107 sayılı, 8/2/2017 tarihli ve 1136 sayılı ve 7/2/2018 tarihli ve 1179 sayılı Kararlarıyla birer yıl süreyle uzattığı izin çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurları konuşlandırılmak suretiyle bölgede seyreden Türk bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafaza edilmesi, uluslararası toplumca yürütülen deniz haydutluğu, silahlı soygun eylemleri ve denizde terörizmle müşterek mücadele harekâtlarına aktif katılımda bulunulması, anılan bölgelere yapılan insani yardım faaliyetlerine destek verilmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının harekât etkinliğinin ve bölgeye ilişkin tecrübesinin artırılması sağlanmış, bu alanda ilgili ülkelerle iş birliğinin sürdürülmesine yönelik millî politikanın desteklenmesi ve Birleşmiş Milletler sistemi içinde, bölgesel ve küresel ölçekte oynadığımız rolün ve görünürlüğümüzün pekiştirilmesi temin edilmiştir.

Anılan bölgelerde meydana gelmeye devam eden deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle uluslararası toplumca mücadele edilebilmesine cevaz veren Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararlarının süresi son olarak 6/11/2018 tarihli ve 2442 sayılı Karar’la on üç ay daha uzatılmıştır.

Bu kapsamda, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla verilen ve son olarak 7/2/2018 tarihli ve 1179 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla 10/2/2018 tarihinden itibaren bir yıl uzatılan izin süresinin, anılan kararlarda belirlenen ilke ve esaslar dâhilinde, 10/2/2019 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılması, ayrıca denizde terörizmle mücadele harekâtlarına katkı sağlanabilmesi maksadıyla unsurlarımızın bölge ülkeleri kara suları dışında denizde terörizmle mücadele görevi için yetkilendirilmeleri ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından yapılması için izin verilmesi hususunda gereğini Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca bilgilerinize sunarım.

                                                                             Recep Tayyip Erdoğan

                                                                                      Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Şimdi, alınan karar gereğince, Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara ve şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri, gruplar için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.

Şimdi, İYİ PARTİ Grubu adına Aydın Milletvekili Sayın Aydın Adnan Sezgin’e söz veriyorum.

Buyurun. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin daha önce aldığı ilgili kararlardaki esaslar dâhilinde üstlendiği görevin bir yıl daha uzatılmasına; ayrıca denizde terörizmle mücadele harekâtlarına katkı sağlanabilmesi maksadıyla unsurlarımızın, bölge ülkeleri kara suları dışında, denizde terörizmle mücadele için yetkilendirilmesine ilişkin önergeyi destekleyeceğiz.

Öncelikle burada kendi ticari gemilerimizin korunması önemlidir. Öte yandan, uluslararası seyrüsefer serbestisine katkıda bulunmak, denizlerde huzur, barış ve istikrarın teminine uluslararası meşruiyete uygun olarak yardımcı olmak Türkiye'ye yakışan bir görevdir. Kaldı ki bu risk, tehdit ve tehlikelerle mücadele, bize coğrafya olarak yakın addedilen bir bölgeyle ilgilidir.

Ayrıca, bu görevler gücünü, uluslararası meşruiyetten, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarından almaktadır. Türkiye'nin uluslararası camiaya, uluslararası barış ve istikrara katkıda bulunması cumhuriyetin geleneksel dış politikasıyla da uyumlu bir tutumdur.

Aden Körfezi'nden bahsediyorken Yemen'den söz etmemek olmaz. Yemen’de çok ciddi bir insani kriz yaşanmaktadır. Savaş vahşi boyutlarda sürmektedir. Büyük acılar yaşanmış ve yaşanmaktadır. Ancak, maalesef, bu krizin boyutları ulusal ve uluslararası kamuoyunda yeteri derecede yankı bulamamaktadır.

Bir tarafta güç ve nüfuz savaşı veren Tahran, diğer tarafta müstebit, cani Muhammed Bin Selman rejimi ve müttefikleri.

Yemen’deki krizin başlangıcında AK PARTİ iktidarının yaklaşımı, diğer dış politika meselelerinde olduğu gibi, hatalarla ve yanlış hesaplarla malul oldu. Türkiye, Yemen konusunda, olayın en başında çok yanlış bir tutum takınmıştır. 2015 yılında Yemen’e Suudi Arabistan öncülüğünde bombardıman yapılması üzerine, Sayın Erdoğan Suudi Arabistan’ın müdahalesini desteklediğini belirterek “Durumun gidişatına bağlı olarak lojistik destek vermeyi düşünebiliriz.” şeklinde bir açıklama yapmıştır. O dönem, iktidarın Suudi Arabistan hayranı olduğu dönemdi. Riyad cesaretlendirilmiştir. Hangi konuda bir gelişme olsa refleks olarak biz hep yanlış adım atıyoruz. Maalesef, son dönemde bu yanlış adım atma tavrı, dış politikamızın belirgin özelliğini teşkil ediyor. AK PARTİ iktidarlarının dış politika hatalarının şahikası olan Suriye ise hâlâ belirsizlikleri, risk ve tehditleri artan bir şekilde barındırmaya devam ediyor.

Trump’ın Suriye’den çekilmeye dair ifadeleri bizi tam bir stratejik bilinmeze sevk etmiştir. Bu ifadelerden ne kastedildiği tam olarak tahlil edilememiş ve ölçülememiştir. Dolayısıyla, bu noktada ABD’yle ilişkilerimiz daha da aşınmıştır ve belirsizleşmiştir, içinde bulunduğumuz stratejik girdap daha da hızlanmıştır. Trump’ın çekilme kararını ilk açıkladığı günlerde, bu konuya fazla heyecanlı yaklaşılarak aşırı beklentiler içine girilmemesi konusunda uyarılarda bulunmuştuk. O tarihten bu yana yaşanan gelişmeler, gelgitler ve dün ABD Senatosunun almış olduğu karar, uyarımızda ve belirsizliklere yaptığımız vurguda ne denli haklı olduğumuzu göstermektedir.

Her halükârda şu ortaya çıkmaktadır: Türkiye, maalesef, Suriye’yle ilgili olarak atacağı her adımda, kendi ulusal güvenlik çıkarlarıyla doğrudan alakalı her hamlede başka güçlerden icazet almak, taviz vermek mecburiyetindedir. İşte, Fırat’ın doğusu için hem ABD’den hem Rusya’dan onay beklemekteyiz.

Sayın Cumhurbaşkanının bugün yapmış olduğu grup konuşmasında tek başına hareket edebileceğimize dair ifadelerinin gerçeği yansıtıyor olmasını temenni ediyoruz.

Menbic bir şekilde çözüme ulaşacaktır ancak önümüzde iki hayati sorun bulunmaktadır: Birincisi İdlib, ikincisi ise Fırat’ın doğusu. Fırat’ın doğusu konusunda ABD ile aramızda beliren ve derinleşen yaklaşım ve strateji farkı gerginliği artıracak niteliktedir. Sayın Çavuşoğlu “Rusya tampon bölgeye karşı değildir.” diyor ama Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ve Rus sözcüler tarafından yapılan açıklamalar farklı bir durum ortaya çıkartıyor. Filhakika, Rusya’yla da uyuşmazlık mevcuttur.

İktidar sözcüleri ve bizzat Sayın Cumhurbaşkanı diyorlar ki: “Fırat'ın doğusunda 30-32 kilometre derinliğinde ve yüzlerce kilometre genişliğinde güvenli bir bölge kurulacak, Türkiye o güvenli bölgenin mutlak hâkimi olacak, gerekirse diğer ülkelerden lojistik destek sağlanacak.” Oysa, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ve Rus sözcülerin ifadeleri bu anlayışı ve beklentiyi hiçbir şekilde teyit etmiyor.

Rusya, önünde sonunda bizi Şam’la resmî ilişki kurmaya zorlayan Adana Mutabakatı ve bunu güncelleyen 2010 yılındaki iş birliği anlaşmasıyla sınırlı bir formül önermektedir. Bu formülün iktidar sözcüleri tarafından ifade edilen memnuniyet verici tarafının ne olduğu ise henüz kamuoyumuza açıklanmamıştır.

İki hükûmet arasında resmî bir anlaşmanın uygulanması ancak o iki hükûmetin birbirini tanımasıyla ve doğrudan müzakere etmeleriyle mümkün olabilir. İstihbarat örgütleri arasındaki sohbetler bu tür anlaşmaların doğru dürüst uygulanmasına kifayet etmez. Biz burada gerçek hukuki ve siyasi bir durumdan söz ediyoruz. Dolayısıyla, Türkiye’nin beklentilerinin çok gerisinde bir kapı aralayan Adana Mutabakatı iktidarı memnun ediyor ise oturup Şam rejimiyle resmen el sıkışıp müzakere edecektir. Oysa Fırat'ın doğusuna harekât yapılacağı söylentileri iki ay önce dile getirilmiştir. Şu anda tamamen belirsiz bir durum söz konusudur, hatta belirsiz sıfatı hafif kalmaktadır; iktidar yine oyalanmış ve aldatılmış olduğu izlenimini vermektedir.

Ayrıca, ABD’nin Fırat'ın doğusundan çekilme fikrinin gündeme gelmesiyle birlikte öyle bir manzara ortaya çıkmıştır ki sanki terörist PYD-YPG, Şam, bazı Avrupa ülkeleri ve Rusya dâhil olmak üzere birçok aktör tarafından daha ciddiye alınmaya başlanmıştır.

Tabii bir de hâlâ patlamaya hazır saatli bomba mahiyetindeki İdlib meselesi var. Türkiye için en vahim ve güncel tehlike İdlib konusudur. Bunu bir daha tekrarlıyoruz: İdlib meselesi çözülmeden Suriye için anayasa çalışmalarının kime, neye, ne ölçüde hizmet edeceği meçhuldür. İdlib meselesiyle ilgili temel sorulara cevap verilmeden, İdlib meselesi halledilmeden, bunlarla uğraşmak zamansızdır. Son gelişmeler gösteriyor ki Moskova, Şam rejiminin İdlib’e bir operasyon düzenlemesi gerektiği konusunda ısrarlıdır. Böyle bir olasılığın ülkemiz açısından yaratacağı büyük tehlikeyi takdirlerinize sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanımız dış politikada dostluklara önem vermektedir. Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro ve Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir, Sayın Cumhurbaşkanımızın bugün yakın bulduğu dostları arasındadır. Maduro’nun ve Venezuela’nın içine düştüğü durum tabii ki hiçbirimizi memnun etmemektedir. Maduro’ya dışarıdan dayatılan koşullar, ültimatomlar kabul edilemez ancak bazı tespitlerde bulunmakta da fayda var.

Venezuela’da radikal sosyalist ne idiği belirsiz bir rejim, Chavezci, Madurocu yönetimin izlediği politikanın hukuktan uzaklaşması, baskıcı yönü ve demokrasi ihlalleri, ülkenin 300 milyar ABD doları olan gayri safi millî hasılasını on yıl içinde 80 milyar dolara düşürmüştür. İzlenen politikalar, ülkede özgürlüklerin aşınmasına ve fakirliğin artmasına neden olmuştur. Antidemokratik uygulamalar öyle bir raddeye gelmiştir ki muhalefet seçimlere katılmayı reddetmiştir. Tabii ki sandıktan çıkan sonuçlara yapılan itirazları eleştirelim ama Chavezci, Madurocu anlayışın böylesine bir kutuplaştırma politikası izlemiş olmasının yanlışlığını da teslim edelim.

Elbette demokrasinin vazgeçilmez temel unsuru sandıktır ama hukuksuz sandık ve hukuksuz demokrasi, demokrasinin erdemini tahrip etmektedir. Demokrasi hukuksuz olamaz.

Sayın milletvekilleri, son günlerde uluslararası kamuoyunun gündemini oldukça meşgul eden ve belki de küresel güç dengeleri açısından önemli bir dönüm noktası olarak görülmesi gereken bir gelişme yaşanmaktadır. Birkaç gün önce ABD, Rusya'nın uzun zamandır süren ihlallerini gerekçe göstererek Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması'ndan çekildiğini açıklamıştır. Bu açıklamanın ardından Putin de Rusya’nın antlaşmayı askıya aldığını beyan etmiştir. NATO üyesi ülkeler de ABD’nin antlaşmadan tek taraflı olarak çekilme kararını destekleyen bir açıklama yapmışlardır.

ABD ve Rusya’nın bu kararlarının önemli sonuçları olacaktır. Konu sadece ABD-Rusya ilişkileri açısından değerlendirilebilecek bir mesele değildir. Antlaşmanın çok taraflı hâle getirilmesi tartışmalarını ve bu antlaşmaya taraf olmayan Çin’in, antlaşmanın getirdiği sınırların ötesindeki silahlanmasının yarattığı tehdidini de mutlaka etraflıca irdelemek, sonuçlarını değerlendirmek gerekmektedir. Antlaşmanın ortadan kalkması dünyayı daha da tehlikeli hâle getirecektir.

Sayın milletvekilleri, Yunanistan Başbakanı Sayın Aleksis Çipras’ın ziyareti vesilesiyle bir konuya daha değinmek istiyorum. Geçtiğimiz kasım ayında gerçekleştirilen Millî Güvenlik Kurulu toplantısında, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz`deki hak ve menfaatlerimize aykırı hiçbir gelişmeye müsaade edilmeyeceği yönünde alınmış olan karara güçlü desteğimizi muhtelif vesilelerle ifade etmiştik. Sayın Çipras’la yapılacak olan görüşmelerde, MGK toplantısında kabul edilmiş olan kararın esas alınmasını temenni ediyoruz.

Son olarak, biliyorsunuz, Japonya 350 bin yabancı işçi alacağını ancak bu kapsamda Türk vatandaşlarının başvurularını kabul etmeyeceğini açıklamıştır. Bu karar sonrasında Dışişleri Bakanlığımız da haklı olarak Ankara'daki Japonya Büyükelçisini Bakanlığa davet etmiştir. Bu karar nedeniyle duyduğumuz hayal kırıklığı dile getirilerek düzenlemenin yeniden gözden geçirilmesi talebi Ankara’daki Japonya Büyükelçisine iletilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki en başarılı büyükelçimiz olarak ilan edilen Tokyo Büyükelçimizden artık medet umulmamaktadır.

Genel kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Mustafa Hidayet Vahapoğlu’na söz veriyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığınca Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görev yapmakta olan Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının 10 Şubat 2009 tarih ve 934 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’na istinaden başlayan ve en son 10 Şubat 2018’de bir yıl süreyle uzatılan görev süresinin uzatılmasına ilişkin tezkeresi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Cumhurbaşkanlığının yazısında, görevlendirilecek Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının görev alanı belirtilirken “Arap denizi” ifadesi kullanılmaktadır. Uluslararası literatürde “Arap denizi” isimlendirmesi sadece son dönem Suudi haritalarında yer alan bir konudur. “Arap denizi” olarak isimlendirilen bölgenin adı “Yemen denizi” ya da “Umman Denizi”dir. Meclisimizin alacağı karar yazım aşamasında bu hususun dikkate alınmasını özellikle belirtiyorum.

Söz konusu görev, geçmişi bölgede kaçak balık avı yapan yabancı gemilere saldırıyla başlayan ancak 2008 yılından itibaren artarak can ve mal güvenliği için ciddi tehdit hâline dönüşen, ticari gemilerin emniyetinin sağlanamaması, silahlı soygun eylemleri, deniz haydutluğu ve denizde terörizm ile bölge ülkelerine sağlanan insani yardımların engellenmesi olaylarının yaygınlaşması üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına istinaden alınan 10 Şubat 2009 tarih ve 934 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla başlatılmıştır. 2009 yılından itibaren birer yıl süreyle uzatılmış bulunmaktadır.

Bilindiği üzere dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 90’ı denizler üzerinden yapılmaktadır. Deniz ticaretinin en işlek alanlarından birisi coğrafi konumu nedeniyle Aden denizi, Somali karasularının bulunduğu alan, Umman Denizi ve mücavir alanıdır. Bu mücavir alan Hint Okyanusu’na kadar uzanmakta, çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Doğudan batıya, batıdan doğuya yönelik deniz taşımacılığının kilit noktalarından birisi olan bu bölge ne yazık ki tarihî geri kalmışlıkları ve küresel emperyal devletlerin müdahaleleri sonucunda istikrarsızlık alanlarından biri hâline gelmiş bulunmaktadır. Açlığın, sefaletin kol gezdiği bu alanlarda özellikle yaşanan siyasi istikrarsızlık ile Somali ve Yemen örneğinde de görüldüğü üzere iç çatışmalar bölgeyi güvensiz bir alan hâline getirmiştir. Aslında, 1991 yılında Somali devleti çöktükten, kurum ve kuruluşları işlevsiz hâle getirildikten sonra bu olaylar artmaya başlamış, istikrarsızlık küresel bir sorun hâline gelmiştir. Yemen’deki durum da sorunu içinden çıkılmaz hâle getirmek üzeredir. Dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 15’i ve petrol ticaretinin yüzde 27’si bu bölge kullanılarak yapılmak zorundadır. Bu bölge, güzergâh üzerindeki Ümit Burnu ile Hindistan, Çin, Güney Kore, Japonya gibi sanayileşmiş ülkeler ile Avrupa ve kuzey ülkeleri için ideal bir yol olan Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı’nı kontrol edebilecek imkâna sahiptir.

Değerli milletvekilleri, sohbetinizi bölüyorum ama, kusura bakmayın bu yirmi dakika ben konuşmak zorundayım.

Büyük tonajlı gemilerle yapılan deniz ticaretinin en işlek olduğu alanlardan birisidir. Bu alandan, yılda ortalama 25 bin civarında orta ve yüksek tonajlı gemi geçmektedir. Bölgenin istikrarsızlığı, ticari mal taşıyan gemileri hedef hâline getirmektedir. Dolayısıyla, dünya ticareti ve bu bölgedeki ülkelere yapılacak insani yardımların güvenle ulaştırılabilmesi açısından bölgenin güvenliğinin sağlanmasına yönelik bu tedbirlerin, uluslararası müşterek güçlerle alınması fevkalâde önem taşımaktadır. Bu tedbirlerin tek bir ülkeye bırakılması, bir süre sonra o ülkenin bölge hâkimiyeti oluşturmasına sebep olacaktır. Kaldı ki ülkemiz, söz konusu güzergâhı kullanarak 80 milyar dolar civarında ticaret yapmaktadır. Bölgenin güvenliğini sağlamak üzere Birleşik Devletler Güvenlik Konseyi kararları gereği, ABD öncülüğünde birleşik deniz kuvvetleri bünyesinde Birleşik Görev Kuvveti –CTF 151 olarak kodlanmaktadır- oluşturulmuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurları bu yapının içinde görev yapmakta olup karada hareket yapma görevi bulunmamaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının görev üstlendiği birleşik görev kuvveti dışında bölgede Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Güney Kore, Japonya, Hindistan, İran hatta Avustralya gibi devletlerin de CTF 151’le aynı maksatla müstakil görev yapan gemi bulundurdukları bilinmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birinci Dünya Savaşı’nda 9,5 milyon insan ölürken, İkinci Dünya Savaşı arkasında yaklaşık 65 milyon insanın şu ya da bu sebeple öldüğü bir bilançoyla 2 Eylül 1945’te bitmiştir. Ancak 1991’de bitti denilen soğuk savaşın hemen ardından, vekaletlerle sürdürülen bölgesel sıcak çatışmaların üçüncü dünya savaşı olarak adlandırılacak küresel çatışmaya ne zaman döneceği kestirilememekte, ölmesi muhtemel insan sayısı 250 milyonun üzerinde tahmin edilmektedir.

Dikkatinize sunmak isterim ki Birinci Dünya Savaşı’nda ölen 9,5 milyon insanın yüzde 5’i sivil iken, İkinci Dünya Savaşı’nda ölenlerin yüzde 67’si sivil insanlardı. Günümüz silah teknolojisinin ulaştığı yıkıcı güç hesaba katıldığı ve son yıllarda yaşananlar dikkate alındığında sivil ölümlerinin yüzde 95’lere kadar yükselmesi endişeyle söylenmiş bir söz olmayacaktır.

Güney yarım küre, açlık ve sefaletle çatışmaların hâkim olduğu, bunun yanında kuzey yarım küredeki ülkelerin sömürgesi durumundaki ülkeler yığını hâline gelmiştir. Bu bölge ile İslam dünyası, belli merkezlerin güdümündeki yönetimlerin hâkim olduğu ve kolay manipüle edilen halklar yığını hâlindedir. Bu bölgedeki ülkeler kendilerini idare etmekten uzak olarak sınıflandırılırken bu ülkelere müdahale hakkını kendilerinde görenlerden, dolayısıyla buna sebep olanlardan bahsedilmemektedir.

Hemen her alanda istikrarsızlığın hâkim olduğu bu bölgede güvenlikten bahsetmek söz konusu olamaz. Bu durumdan sadece kendileri sorumlu değildir. Asıl sorumlular sorunlu, hasta beyin yapılarıyla azgın canavarlar gibi her yere saldıran ve her şeyin kendilerinin, kendi kontrollerinin altında olmasını isteyen, doymak bilmeyen iştah sahibi emperyalist, küresel aktörlerdir.

Petrol ihraç eden ülkeler içinde refah ve güvenliğin tam sağlandığı iki ülke bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Norveç’tir, ikinci ülke Rusya Federasyonu’dur. Bunun dışında, mesela, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC’in verilerine göre, dünya petrol rezervinin yüzde 24,8’ini elinde bulunduran Venezuela’da güvenlikten bahsetmek söz konusu değildir ve o zenginliğe rağmen halk sefalet içindedir, millî paralarının alım gücü sıfır seviyesindedir. Bir kilo domates almak için bir kilodan fazla Venezuela kâğıt parası gerekir hâle gelmiştir. Ülkenin yönetimini değiştirmek üzere seçilmiş başkan dururken başka kişiler geçici başkan ilan edilmekte, halk ve ordu darbeye özendirilmektedir. ABD’nin başlattığı darbe girişimine, güdümündeki ülkeler destek çıkmaktadır. Bizim de tam üyelik için çalıştığımız Avrupa Birliği ülkeleri ABD safında yer almıştır. Kopenhag Kriterlerinde yer alan ve ülkede demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına ve azınlık haklarına saygıyı teminat altına alan istikrarlı yapının tesisi gibi göz boyayan, istenildiği kadar esnetilen kriterler sömürülecek ülkeler için söz konusu olduğunda rafa kaldırılmaktadır; tıpkı Libya’ya, Tunus’a, Irak’a, Suriye’ye, Afganistan’a sözde demokrasi getirdikleri gibi.

329 milyon nüfusa karşılık 9 milyon 834 bin kilometrekare toprağa sahip olan ABD, 144 milyon nüfusa karşılık 17,1 milyon kilometrekare toprağa sahip Rusya ve 1 milyar 420 milyon nüfusa karşılık 9,597 milyon kilometrekareye sahip Çin doymamaktadır; sürekli yayılmak, hâkimiyet kurmak ve sömürmek istemektedirler.

Tüm bunları şunun için dile getiriyorum: Bir ülke ya da bölgede kalıcı güvenlik, sulh ve sükûn sağlanmak isteniyorsa istikrarın her alanda tesis edilmesi, Birleşmiş Milletler sözleşmesindeki ülkelerin hükümranlığına saygı prensiplerine harfiyen uygun hareket edilmesi, küresel güç olan ülkelerin o ülke ve bölge üzerinde oyun oynamaktan vazgeçmesi gerekmektedir. Bir bölgede ya da bir ülkede askerî görev üstlenmiş iseniz o bölgedeki ülkelerin size güvenmesi şarttır. Bu güveni Türkiye Cumhuriyeti ve Türk askeri sağlamıştır. Somali Cumhuriyeti 2009 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti’ne Somali ana karası açıklarındaki tüm sularda deniz haydutluğu ve denizdeki silahlı soygun olaylarına karşı müdahale yetkisi vermiştir. Çünkü Türkiye sadece korsanlara karşı mücadele veren ülke değildir, karşılık beklemeden Somali’ye insani yardım götürmekte, silahlı kuvvetlerinin askerî altyapısını, teşkilatlanmasını sağlamaya çalışmakta, eğitim, öğretim, lojistik gibi konularda destek sağlamaktadır. Buna rağmen, henüz kamu güvenliği tam sağlanamamış, yakalayıp Somali makamlarına teslim edilen şahısların yargılanıp cezalandırılmasını sağlayacak düzen söz konusu ülke tarafından tesis edilememiştir.

Bunun yanında, sözlerimin başında dile getirdiğim üzere bu bölgeyi kullanmak zorunda olan Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı gemilere geçmişte yaşanan korsanlık, deniz haydutluğunun ve silahlı eylemler ile saldırı ve rehin alma olaylarının günümüzde ve gelecekte de yaşanma ihtimali bulunmaktadır. Deniz haydutlarının sadece maddi kazanç maksadıyla bu eylemleri yaptığını söylemek de pek doğru olmayacaktır. Zira Türkiye'yi hedef alan terör gruplarının bu bölgede faaliyet yürüten terör grupları ve deniz korsanlarıyla ilişkilerinin olabileceği ve korsanların vekâleten eylem yapabilecekleri ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir.

Sorun karmaşıktır ve uluslararası etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu ve benzeri uluslararası harekâtlarda görev üstlenmesinin uluslararası bir yükümlülük olduğu gerçeğinden hareket edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri, görev yaptığı ülkelerde haklı bir güvene sahiptir. Bu durumun özellikle dış politikamızı destekleyen en güçlü imkânlardan biri olduğu kanaatindeyiz ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu tezkereyi desteklediğimizi belirtiyorum.

Bu vesileyle, yurt içinde ve yurt dışında görev yapan, terörle mücadele eden kahraman asker, polis ve güvenlik görevlilerine başarılar diliyor, Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Milletvekili.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Gülüstan Kılıç Koçyiğit’e söz veriyorum.

Süreniz yirmi dakikadır.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Aden Körfezi’ne TSK’nin deniz unsurlarının görevlendirilmesi için Cumhurbaşkanlığına bir yıl süreyle yetki verilmesi üzerine görüşülen tezkere nedeniyle grubum adına söz almış bulunuyorum.

Tabii, Meclisin iki haftalık aradan sonra ilk açılışını bir tezkereyle yapmış olmasını çok hayırlı bir pozisyon olarak ne yazık ki ele alamayacağız. Uzun süredir ülkenin içinde bulunduğu durum, özellikle de on altı yıllık AKP iktidarının dış siyasetine yakından baktığımızda, aslında tam bir kaosun, tam bir açmazın içerisinde olduğumuzu da açık ve net bir şekilde göreceğiz değerli arkadaşlar.

AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde, bütün bir ülke içerisinde barışı ve huzuru tesis edeceğini ifade ettiği gibi, uluslararası mecrada ama özel olarak da komşularıyla sıfır sorun politikası izleyeceğini ilan etmişti. O dönem için şöyle bir yaklaşım vardı: Özellikle Suriye özelinde, Esad için “kardeşim Esad” diyen Erdoğan, daha sonraki süreçte, özellikle Arap Baharı’nın başlaması ve 2011 yılındaki Suriye savaşının patlak vermesiyle beraber bu sefer “Katil Esad” demeye başladı değerli arkadaşlar.

Peki “kardeşim Esad”tan “katil Esad”a dönüşün temel gerekçesi neydi? Aslında uzun bir süredir ülkenin içinde bulunduğu durum, uluslararası güçlerin Orta Doğu’daki emelleri, bölgenin zenginliklerine göz koyan unsurlar ve bütün bunların içerisinde aslında AKP’nin de iştahının kabarması ve bütün bu savaştan, bütün bu ranttan, bütün bu pastadan pay almak istemesi temel motivasyon kaynaklarından birini oluşturuyordu. Ama bir diğer gerekçesi daha vardı değerli arkadaşlar, bu da Kürt karşıtlığıydı; evet, Kürt karşıtlığı. Hem ülke içindeki hem ülke dışındaki bütün siyasetin ana omurgasını ne yazık ki Kürt halkı karşıtlığına, Kürt karşıtı politikalara indirgeyen bir AKP politikasıyla, AKP gerçeğiyle karşı karşıyayız değerli arkadaşlar.

Peki, bunu nereden biliyoruz? Birkaç tane örnek vermekle yetinelim. Örneğin, Sayın Barzani’yle ilişkileri çok iyi olan Hükûmet güney Kürdistan’da referandum olduğunda birdenbire Barzani Hükûmetini düşman ilan etmiş, bütün bir güney Kürdistan halkını sınırları kapatıp aç kalmakla tehdit etmiş ve bütün bu referandum sürecini de ne yazık ülkenin bekası, ülkenin millî güvenliği ve ülkenin ilerlemesi üzerinden de formüle etmeye çalışmıştı; oysa ki, güney Kürdistan halkının kendi kaderini belirleme hakkı vardı. Bu belirleme hakkı içerisinde Irak sınırları içerisinde kalmak da olabilirdi, bağımsız bir Kürdistan da kurmak olabilirdi ya da farklı bir seçenek de tercih edilebilirdi. Her zaman milletin onayına, her zaman sandıktan çıkan sonuca razı olunması gerektiğini, demokrasinin başat koşulunun halk iktidarı, halkın tercihi olduğunu ifade edenler güney Kürdistan’da sandıktan çıkana saygı duymamışlar ve bütün bu süreci boğmak için de ellerinden geleni yapmışlardır değerli arkadaşlar.

Sadece bununla da sınırlı değil, bugün, Türkiye'nin Rojava’da, aslında Suriye’yle yürüttüğü ilişkiler de yine bir Kürt karşıtlığı üzerinden devam etmektedir değerli arkadaşlar.

Türkiye, Amerika ile Rusya arasında sürekli bir salınım hâlindedir, kâh ABD’ye yanaşmakta kâh Rusya’ya yanaşmakta ama bir türlü dengeli ve ilkeli bir dış politikayı yürütememektedir çünkü hangi tarafa yanaşırsa yanaşsın en nihayetinde masada sürekli şöyle bir kartı açık tutmaktadır: “Kiminle iyi olursam olayım bunun sonucundan Kürtler faydalanmasınlar. Kürtlerin Suriye’de, Irak’ta, İran’da ve Türkiye’de bir statüleri olmasın, bir kazanımları olmasın ve ben, bu kazanımı engellemek için gün içerisinde, hatta yirmi dört saatte bütün politikalarımı değiştirebilirim, dün söylediğimi bugün inkâr edebilirim ya da dün söylediğimin yerine bugün başka bir politikayı koyabilirim.” demektedir değerli arkadaşlar. İşte, Esad şahsında açığa çıkan “kardeşim Esad” “katil Esed” ve en son yapılan açıklamayla “Suriye rejimiyle düşük düzeyde diplomatik ilişki yürütüyoruz.” meselesi tam da buradan kaynağını almaktadır çünkü biliyorsunuz, ABD Rojava’dan, Suriye’nin kuzeyinden çekileceğini açıklamıştı, bütün bu açıklamadan sonra tekrar geri adım attılar. Türkiye, hızlı bir diplomasiyle süreci kendi lehine çevirmeye çalıştı ama Rusya’ya gittiklerinde Rusya onlara bir kez daha rejimi işaret etti, rejimle bir ortaklık sağlarlarsa ancak oradan Suriye çözümüne Türkiye'nin de ortak olacağını ifade etti değerli arkadaşlar. İşte, bu nedenle de şimdi Türkiye yeniden “kardeşim Esad” pozisyonuna dönmüş durumda.

O zaman, soruyoruz değerli arkadaşlar: Madem yeniden, en baştan başladığınız noktaya gelecektiniz neden binlerce insanın yaşamına mal olan Suriye savaşına benzin döktünüz? Neden Suriye politikanızın temeline Kürtlerin kazanım elde etmemesini yerleştirdiniz ve neden siz cihatçı, dinci örgütlere bütün bir Suriye savaşı boyunca destek verdiniz, onların palazlanmasına, onların bir bütün Suriye yönetiminde etkin olmasına ve onlar üzerinden de elinizi güçlendirip uluslararası arenada pozisyon elde etmeye çalıştınız? Bütün bunların mutlaka bir cevabının, bir hesabının verilmesi gerekiyor değerli arkadaşlar.

Türkiye, jeopolitik konumu nedeniyle gerçekten barışçı bir politika izleyebilmiş olsaydı bugün hem Türkiye başka bir noktada olacaktı hem de Orta Doğu başka bir yer olacaktı değerli arkadaşlar. Ama ne yazık ki Türkiye jeostratejik pozisyonunu, kilit konumda olan ülke pozisyonunu halklar aleyhine, Kürtler aleyhine bir pozisyona çevirmiş ve ne olursa olsun Kürtlerin kazanım elde etmemesine yeminli bir politikayı da her geçen gün devam ettirmektedir. Onun için, seçim yaklaşırken ifade ettiğiniz “Kürtler kardeşimizdir, Kürtler başka, Kürt halkı başka ama Kürt halkı adına konuşanlar başka.” ikileminin hiçbir gerçekçi yanı olmadığını bir kez daha ifade etmemiz gerekiyor. Siz, Rojava’daki Kürt’e de, Başur’daki Kürt’e de, Bakur’daki Kürt’e de ve en nihayetinde Rojhılat’taki Kürt’e de karşısınız, onların kazanımlarını engellemeye çalışıyorsunuz. Yaşadıkları ülkedeki sistemlere eşit ve özgür olarak katılmasının önündeki yegâne engelin de bugün için AKP-MHP ittifakı olduğunu ama en nihayetinde de AKP’nin politikaları olduğunu ifade etmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, biz, tabii, sadece uluslararası arenada Kürt karşıtı politikalara tanıklık etmiyoruz. Aslında ülke içinde de benzer bir politikayı her geçen gün tırmandıran bir AKP gerçeğiyle karşı karşıyayız. 2013-2015 yıllarında “çözüm ve müzakere süreci” diye bir süreç başlatıldı ve o süreç içerisinde kilit pozisyonda rol alan -İmralı’da- Sayın Öcalan’la çeşitli diyaloglar gerçekleştirildi. Bütün bu diyalog sürecinde toplum şuna ikna oldu: “Evet, bu ülkede Kürt sorunu var ama bu Kürt sorunu çözümsüz değildir. Aslında bu Kürt sorununun demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir temelde çözülmesinin yol ve yöntemi vardır.” İşte, Öcalan bu yolu çizdi. Öcalan, bütün ulusların, etnik yapıların, farklı inançların ve kimliklerin birlikte yaşamasına dair Kürt halkının iradesini, Kürt halkının sözünü ortaya koydu ve bu süreci yürütmek noktasında da bütün yapılarına çağrı yapacağını ifade etti ve Türkiye halkları umutlandı değerli arkadaşlar. Niçin? Bu savaşın biteceğini düşündükleri için, artık gerçekten kan akmayacağı için, ne Türk ne Kürt ne de başka bir halktan gençler ölmeyeceği için ve o çok söylediğimiz ama yüreğimizi burkan, analar ağlamayacağı için; herkes mutluydu, herkes umutluydu. Ortak bir vatanda demokratik bir birlikteliği konuşma şansına ilk defa yaklaşmıştık ama ne yazık ki bütün bu şans AKP’nin iktidarda kalma hevesine, iktidara tutunma çabasına kurban edildi ve şunu söylediler: “Biz ‘barış’ ‘barış’ diyoruz ama oyları HDP alıyor.” Evet, bu gerçek yani barışın olduğu yerde ezilenlerin sesinin daha fazla duyulacağı gerçeği AKP’yi korkuttu ve bunun üzerinden de hem masayı devirdiler hem de çözüm ve müzakere sürecine son verdiler. O günden bugüne de bir açmazın, bir çıkmazın içindeyiz; gittikçe artan şiddet, gittikçe yükselen toplumsal kutuplaşma bizleri her geçen gün çözümden ve ortak yaşam tahayyülünden uzaklaştırmaktadır değerli arkadaşlar. Onun için buradan bir kez daha ifade etmeye ihtiyaç var: Barıştan korkmayınız, barışın sesini yükseltenlerden korkmayınız; gelin hep beraber yeniden konuşalım, yeniden çözüm için bir uzlaşı, bir yol arayalım. Eğer bu yolu bu şekilde tıkamaya devam ederseniz, en nihayetinde bu çözümsüzlüğün temel yürütücüsü olarak da tarihe bir kez daha siz geçeceksiniz.

Değerli arkadaşlar, Sayın Öcalan’ın şöyle bir tespiti vardı: “Biz, gerçekten bu ülkede eşitçe yaşamak istiyoruz. Biz, PKK’nin silah bırakmasını ve demokratik çözüm sürecine bir şekilde razı olmasını istiyoruz; şiddetle, savaşla Kürt sorununun çözüleceği aşamadan çıkmışız.” diyordu ve bu sesi milyonlara ulaştırıyordu. Bu sesin milyonlara ulaşması aslında şunu da sağlıyordu değerli arkadaşlar: Bir kez daha, biz nerede duracağız ve ortak vatanı, demokratik cumhuriyeti nerede gerçekleştireceğimize dair de bize önemli bir reçete sunuluyordu ama şu an orada mıyız? Hayır. 5 Nisan 2015’ten beri İmralı’nın kapısına kilit vurulmuş durumda, 5 Nisandan beri İmralı Adası’na hiç kimse ne yazık ki gönderilmiyor.

Peki, sorduğumuzda gerekçesi nedir? Bir yasa, bir kanun, bir madde var mıdır? Hayır, yoktur değerli arkadaşlar. Öcalan da, diğer siyasi tutsaklar da, diğer mahkûmlar gibi, diğer hükümlüler gibi yani cezaevinde bulunan herkes gibi yasal olarak aileleriyle ve avukatlarıyla görüşmeleri gerekiyor.

Peki, görüştürülüyorlar mı? Görüştürülmüyorlar. Gerekçesi ne? Hiçbir gerekçesi yok değerli arkadaşlar. İşte, bu hiçbir gerekçesi olmayan keyfî tutuma karşı, Hakkâri Milletvekilimiz, DTK Eş Başkanımız Sayın Leyla Güven tam doksan gündür açlık grevi yapıyor. Niçin açlık grevi yapıyor? Bu ülkenin yasası, Anayasa’sı, yasal mevzuatları uygulansın diye açlık grevi yapıyor. Bir tek yerde hukuksuzluk varsa o hukuksuzluk genelleşeceği için, yarın her birimize uygulanacağı için açlık grevi yapıyor ve aslında, bu Parlamentoya, bütün bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına, kurum ve kuruluşlarına şöyle sesleniyor: “Ben adalet için bedenimi siper ettim. Ben adalet için canımı ortaya koydum.” diyor ve aslında sessiz bir çığlığı milyonlar adına dile getiriyor değerli arkadaşlar. Tabii, sadece Sayın Leyla Güven değil, aynı zamanda cezaevlerinde, yurt dışında da, birçok yerde de açlık grevleri, açlık grevi eylemleri bu görüşmenin gerçekleştirilmesi için devam ediyor.

Bugün Leyla Güven’in açlık grevinin 90’ıncı günü ve Hewler’de açlık grevinde olan Nasır Yağız’ın açlık grevi 77’nci gününde. Cezaevleri 52’nci gününde, Strazburg 51’inci gününde, Sebahat Tuncel ve Selma Irmak ise açlık grevinin 22’nci gününde değerli arkadaşlar. Bütün bu talepleri, daha doğrusu tek bir talebi yerine getirmeniz için çok bir şey yapmanıza ihtiyaç yok. Örneğin, Anayasa’yı değiştirmek zorunda değilsiniz, yeni bir kanun teklifi vermek zorunda değilsiniz, yeni bir yönetmelikle düzenleme yapmak zorunda değilsiniz, var olanı uygulamanız, bu sorunun çözülmesi için yeterlidir değerli arkadaşlar. Yani yasadan doğan haklarını hak sahiplerine kullandırmanızı talep eden bir süreç var.

Şimdi, siz hiç duymuyorsunuz diye, bütün bu talebe kulak tıkadınız diye bu açlık grevleri de yok olmuyor, bu haksız, hukuksuz uygulama da ne yazık ki ortadan kalkmıyor. Onun için, bir kez daha bu Parlamentonun bir üyesi olan Sayın Leyla Güven şahsındaki açlık grevine bir cevap olması gerekiyor diyoruz Parlamentonun. Parlamentolar bunun içindir değerli arkadaşlar, tam da sorunları çözmek içindir; sorunları büyütmek, sorunları ilerletmek ve içinden çıkılmaz bir hâle getirmek için parlamentolar belirlenmez.

Biliyorsunuz, daha önceki süreçlerde Guantanamo Cezaevi için bir “kara delik” belirlemesi yapılmıştı. Neydi? Bütün bir insan haklarının yok edildiği, insanların sistematik işkenceden geçirildiği ve açığa çıkan sonuçlarıyla da bütün dünya insanlığının utanç duyduğu bir cezaeviydi Guantanamo Cezaevi. Bugün için İmralı Cezaevi de aynı niteliktedir değerli arkadaşlar. Orada, insanlık dışı, sistematik bir işkence uygulanmaktadır. Tecrit, zamana yayılmış bir ölümdür, öldürme hâlidir ve insanlığa karşı bir suçtur. Buna duyarsız kalmak, bunun üstünden atlamak, sırf Öcalan diye bunu duymazdan gelmek ne bu Parlamentonun ne de bu ülkedeki yetkililerin yapabileceği bir şeydir arkadaşlar. Kişiye göre hukuk, duruma göre hukuk belirlenemez. Kişiye göre suç, kişiye göre bir yaptırım uygulanamaz ve yaptırım içerisinde yaptırım uygulamak da temel hukuk ilkelerinin askıya alınmasının açık göstergesidir.

Değerli arkadaşlar, tabii, Türkiye’deki hukuksuzluk, İmralı rejimi sadece İmralı’yla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda bütün bir topluma sirayet ediyor. Bugün işsizlik, aşsızlık, KHK’ler, kadına, çocuğa yönelik şiddet, taciz, tecavüz işte bu hukuksuzluktan kaynağını alıyor ve bütün bir ülke sathına da ne yazık ki yayılıyor değerli arkadaşlar. Burayı, bu yarayı kapatmazsak, İmralı hukuksuzluğunu sonlandırmazsak hiçbir yerdeki hukuksuzluğa cümle kuramayız. Demokrasinin en asgari ilkelerini yerine getirmezsek, demokrasinin ön koşulunu gerçekleştiremezsek demokratik bir ülke tahayyülüne yaklaşamayız bile değerli arkadaşlar ve bugünkü bütün uygulamalar da bizi buradan uzaklaştırıyor.

Değerli arkadaşlar, bu hukuksuzluklara bir örnek daha: 1 Şubat tarihinde, Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı sevgili Gültan Kışanak ve DBP’nin Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in davası görüldü. Bütün bir mahkeme sürecinde huzurda bulunan, mahkemeye getirilen Gültan Başkana hiçbir suçlama yöneltilemedi değerli arkadaşlar. Bütün suçlamalar, Belediye Başkanlığı döneminde ve diğer dönemlerde yaptığı konuşmalara dairdir. Yani demokratik hakkını kullandığı için, siyaset yaptığı için, sözünü söylediği için, fikir ve düşünce hakkından faydalandığı için, bu haklarını kullandığı için kendisine yönelik bir yargılama süreci oldu.

Yine aynı şekilde, haksız hukuksuz bir atama olan belediyelere kayyum ataması döneminde, demokratik mücadeleyi, demokratik gösteri hakkını kullandığı için sevgili Sebahat Tuncel de tutuklanmıştı. İkisinin yargılanmalarından ne çıktı? On dört yılı aşan, on beş yıla varan cezalar çıktı. Onlar bu Meclisin birer üyesiydiler. Bu ülkede daha önce yaşadıkları bütün hukuksuzlukları görmezden gelerek, aslında demokratik siyasette ısrar etmişlerdi. Olan, bu ısrarın sonucu, sizin iktidarınızda, sizin yargınızda on beş yılla cezalandırılmak oldu.

Gültan Kışanak için şöyle demişti zamanın Meclis Başkanı Bülent Arınç: “Ben o kadının yaşadıklarının yüzde 1’ini yaşasam dağa giderdim.” Evet, Gültan Başkan dağa gitmedi, burada kaldı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) – Bitiriyorum Başkan.

BAŞKAN – Toparlayın.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) – …Demokratik siyasette ısrar etti, bu ülkeye inandı, bu ülkenin eşitlikten yana, özgür ve demokratik bir ülke olacağına inandı ve bunun için, her aşamasında, 12 Eylül faşizmine rağmen, 12 Eylül işkencelerine rağmen geldi ve kaldı. Ama bunun karşılığında, on dört yılı aşan, on beş yılın üzerindeki cezalarla cezalandırıldı. Bunu herkesin düşünmesi gerekir.

Bugün sadece bizim şahsımızda, Halkların Demokratik Partisinin ve Kürtlerin şahsında bu kıyım yaşanmıyor. Bakın, her yerde açlık grevleri var. ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve Halkın Hukuk Bürosu avukatları açlık grevinde. Bugün her ne kadar CHP PM üyesi Eren Erdem açlık grevini bitirdiğini ifade etse de bir açlık grevi eylemine girmesi düşündürücüdür, bunu herkesin düşünmesi gerekir ve iyi değerlendirmesi gerekir.

Hukuk bitmiştir, bunu bir kez daha ifade ediyoruz.

Saygılar sunuyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, 60’a göre yerimden bir söz talebim vardır uygun görürseniz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Her şeye cevap vermeyin, iktidarsınız ya.

BAŞKAN – Buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

28.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, Muş Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit’in (3/537) esas numaralı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sayın konuşmacıyı dikkatle dinledim. Burada bazı konularda fikirlerimizi belirtmek isterim. Uluslararası güçlerin çabaları, Suriye’de Türkiye Cumhuriyeti devletinin pastadan pay almak gibi bir gündeminin olduğu, bunun için Suriye politikasını bu şekilde şekillendirdiği gibi iddialar var. Bunların aslı astarı yoktur. Türkiye Cumhuriyeti devletinin hiçbir ülkenin toprağında gözü yoktur. Bugün de Genel Başkanımız, Cumhurbaşkanımız grup toplantısında bunu dile getirmiştir. Uluslararası güçlerin oyuncağı olanlar, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olup, oradaki Amerikan askerlerine esas duruşta bulunup selam çakan PKK’lı teröristlerdir; bunu unutmamak lazım.

AK PARTİ’nin Kürt karşıtlığı politikalarından, bu iddialardan bahsedildi. Bir kere, bizim herhangi bir vatandaşımıza karşı bir karşıtlığımız söz konusu olamaz, Kürtlere karşı da bir karşıtlığımız söz konusu değildir.

MENSUR IŞIK (Muş) – Tövbe, estağfurullah. Tövbe, tövbe, hiç olur mu!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın Sayın Grup Başkan Vekili.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, bizim bir karşıtlığımız vardır, doğru; bizim karşıtlığımız, PKK terör örgütüne karşıdır. PKK terör örgütünün borazanlığını yapan onun maşalarına ve elemanlarına karşıdır bizim karşıtlığımız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, HDP sıralarından gürültüler)

MENSUR IŞIK (Muş) – Hastanedeki Kürtçe tabelayla ne alıp veremediğin var senin?

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Bir kere, şunu ifade etmek lazım: PKK, Kürtlerin temsilcisi değildir, Kürtleri temsil edemez, böyle bir şey yok. PKK bir terör örgütüdür.

SALİHE AYDENİZ (Diyarbakır) – Ne alakası var?

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Kürtler ile PKK’yı yan yana koymak, onları eşit tutmak, böyle bir ifade kullanmak, bu son derece yanlıştır. PKK bir terör örgütüdür. Burada yaşayan Kürtler Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşıdır. 82 milyon vatandaşımız vardır, hepsi eşit haklara sahiptir ama derdimiz PKK terör örgütüdür; bunu ifade etmem gerekir.

Bir diğeri: Yaşadıkları ülkelerde sisteme entegre olmalarına engel AK PARTİ’ymiş. Değerli arkadaşlar, burada yaşayan 82 milyon vatandaş var. Hiçbir zaman şöyle bir ifade duydunuz mu bizden: “Türkiye’de 75 milyon kişi yaşıyor.” ya da “Türkiye’de 72 milyon kişi yaşıyor.” ya da “Türkiye’de Kürtler hariç şu kadar kişi yaşıyor.” diye bir ifade şu Parlamentoda olan milletvekillerinden duydunuz mu? Duymazsınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, toparlıyorum.

BAŞKAN – Toparlayın.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Hükûmet yetkililerinden duydunuz mu? Duymazsınız. Partimizden duydunuz mu? Duymazsınız. Türkiye 82 milyon vatandaşıyla bir bütündür. Ha, diğer ülkelerdeki uygulamalardan dem vurmayın, gidin açıklamalarınızı oralarda yapın, buralarda değil.

Sayın Başkan, vatandaşın sorununu çözmek devletin temel görevidir, burada herkes mutabıktır. Hangi vatandaşımızın sorunu varsa devlet gereken adımları atar, vatandaşının sorununu çözer. Fakat vatandaşının sorununu çözmek, PKK terör örgütüne alan açmak, ona etki alanı, nüfuz alanı oluşturmak demek değildir; bu oluştuğu anda gereken yapılır. “Barış” söyleminin altında PKK etkinlik alanı oluştursun, PKK istediği gibi at koştursun, kusura bakmayın biz buna müsaade etmeyeceğiz.

Bir diğeri, Sayın Başkan, “Öcalan, diğer siyasi tutsaklar gibi...” bir ifade kullanıldı. Öcalan siyasi bir tutsak değildir, Öcalan işlediği suçlardan dolayı yargılanmış, ceza almış bir mahkûmdur, işlediği cinayetlerden dolayı yargılanmıştır, dolayısıyla bunu burada çıkıp siyasi mahkûmmuş gibi söylemek doğru değildir. Dosyasını inceleyin, verilen mahkeme kararlarına bakın.

Teşekkür ediyorum.

SALİHE AYDENİZ (Diyarbakır) - Mahkûmdur diye haklarını vermeme hakkın var mı?

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Altay, buyurun.

29.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ben de müsaade ederseniz Meclisi birife etmek istiyorum bu yaşanan tartışmalar çerçevesinde.

Şimdi, tabii, Sayın Muş’un söylediklerine bir iki doğru dışında katılmam mümkün değil.

Önce şunu söyleyeyim: Şu Mecliste Suriye politikasını, Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye politikasını şuraya çıkıp yüzlü yüzlü savunabilmek büyük cesaret ister.

Şimdi soralım, bakalım, Türkiye’de, aslında uluslararası standartlara göre de mülteci de sayılmayan, Suriye’den gelen 4 milyon insan var, Türkiye'nin dört bir yanında Suriyeli sorunu var. Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye politikası sonucu Suriye’nin toprak bütünlüğü bugün için ciddi bir tehdit altındadır. Dün “Esad” dediğine bugün “Esed” deyip, öbür gün tekrar “Esad” deyip, sonra tekrar “Esed” diyerek şimdi de yeni Anayasa’ya sıcak bakıyoruz diye merkezî yönetime...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Başkanım, peşin beş dakika ver de böyle parça parça kesilmesin.

BAŞKAN – Buyurun.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Aslında Suriye’yle ilgili sorun şu: Erdoğan’ın tutarlı, omurgalı bir politikası yok, günübirlik; günübirlik bile değil, saatlik politikalarla Orta Doğu’nun ve Türkiye'nin güney sınırlarının ateş çemberine dönüşmesinde Recep Tayyip Erdoğan’ın çok büyük katkısı var. Yani AK PARTİ’nin Suriye politikalarının ürettiği şey barış değildir; ürettiği şey kandır, baruttur, göçmendir. Mülteci politikasına, mülteci üreten savaş politikalarına, emperyal güçlerin Orta Doğu’daki sinsi planlarının -maalesef üzülerek söylüyorum- bir maşası olmaktan başka Türkiye'nin yaptığı bir şey yoktur. Ne vardır? Kan vardır. Bir sürü insan ölmüş, 4 milyon insan Türkiye’ye girmiş, İdlib’de 20-30 bin eli kanlı, vahşi terör örgütü Türkiye’ye sızmak için bekliyor. Ya, İdlib Hatay’ın dibi, Türkiye'nin içi sayılır, 50 bin cihatçı terörist orada duruyor; AK PARTİ de bir gün Amerika’yla bir gün Rusya’yla top çevirerek iç politikaya Suriye meselesini malzeme yapıyor.

Milletvekili konuştu, düşüncelerini söyleyecek, beğenirsin, beğenmezsin ama ben bir şeyi söyleyeyim: Sayın Muş, güzel bir şey söyledi aslında, doğru bir şey söyledi: “Terör örgütleri bir ulusun temsilcisi, bir milletin temsilcisi olmaz. Bu yönüyle PKK, Kürt halkının, Kürt ulusunun temsilcisi değildir.” demek de en son Mehmet Muş’a düşer. Niye, biliyor musunuz? Türk siyaset tarihine, literatüre “Sayın Öcalan” ibaresini, ifadesini yerleştiren Recep Tayyip Erdoğan’dır. PKK’nın Kürt halkıyla bir ilintisi yoksa Oslo’dan başlayarak Habur’da, Dolmabahçe’de, İmralı’da, Kandil’de PKK’yla kim görüştü?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – “PKK’yla görüşmeye arkadaşları ben yolladım, derdi olan bana gelsin.” diyen kim?

Siyaset, bu gibi işler biraz tutarlılık ister. “Dün öyle dedim de bugün böyle diyorum…” Dün, benim “terör örgütü” diye tanımladığım PKK’yla düşüp kalkacaksın, sonra gelip HDP’ye, 6 milyon oy almış partiye “Terör örgütü.” diyeceksin. Bu hiçbir mantıkla, hiçbir akılla izah edilemez.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – HDP sözcüsü konuşuyor herhâlde. HDP sözcüsü oldu Engin Altay, şuna bak ya.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ben senin gibi PKK sözcüsü olmadım. HDP legal bir parti.

SELAMİ ALTINOK (Erzurum) – HDP’nin avukatı mısın sen?

ENGİN ALTAY (İstanbul) – HDP sözcüsü olmak, PKK sözcüsü olmaktan iyidir. Ayrıca, HDP kendini savunur.

SELAMİ ALTINOK (Erzurum) – Onlar kendini savunmaktan aciz mi?

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ama bunu ahlaki bulmuyorum, seçime giderken Cumhuriyet Halk Partisini terör örgütleriyle ilişkilendirmek, ilintilendirmek gayriahlakidir.

İSMAİL TAMER (Kayseri) – Şu anda savunuyorsun.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Samimiyetsiz bir yaklaşımdır. Abdullah Öcalan’a övgüyü ben düzmedim, siz düzdünüz, AK PARTİ’liler düzdü, bir sürü AK PARTİ’li düzdü Öcalan’a. (AK PARTİ ve CHP sıraları arasında karşılıkla laf atmalar)

“Öcalan Türkiye’yi ve bölgeyi en iyi okuyor.” diyen AK PARTİ yöneticileri var. Dün Apo’yla düşüp kalkıp bugün her vesileyle Cumhuriyet Halk Partisini terör örgütüyle ilişkili göstermek siyaseten ahlaksızlıktır.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

FATMA KURTULAN (Mersin) – Sayın Başkan…

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kurtulan.

30.- Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, HDP’nin verdiği sözlerin arkasında durma cesaretini gösteren parti olduğuna, halkların kendi kaderini tayin hakkına inanılması ve Kürt sorununun demokratik çözümünün masaya yatırılması gerektiğine ilişkin açıklaması

FATMA KURTULAN (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

HDP’nin sözcüleri burada, her konuyla ilgili her partide elbette ki düşüncesini belirtir. HDP burada, dimdik ayakta. Kendisini savunabilecek, müdafaa yapacak, sözlerinin arkasında olma cesaretini de her daim gösteren bir partiyiz, buradayız; AKP Grubuna bunu hatırlatayım. (HDP sıralarından alkışlar)

Konuşmacımız AKP’nin -uzunca bir süreden beri- özellikle bir kanlı kumara girdiği Suriye politikasını eleştirmiştir. Bu paralelde aslında Orta Doğu politikasını, Orta Doğu siyasetini eleştirmiştir. İran, Irak, Suriye, Türkiye bir bütünen, aslında biraz Kürt’ün kolektif haklarına dair ki güç birliğini eleştirmiştir, doğru olmadığını söylemiştir. Bunun örnekleri de çoktur, çok defa bunu dile getirmişiz.

Aslında, terör örgütüyle bir pazarlık, ilişki meselesi varsa AKP dönsün, kendisine baksın.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Evet, evet.

FATMA KURTULAN (Mersin) – IŞİD’le girdiği kirli ilişkilerin, Türkiye’yi aslında bütünen bir bataklığa sapladığını görmek gerekiyor. Bunun da çok bariz örnekleri var, zamanımız yok bunları ayrıntılandırmaya. AKP, özellikle Orta Doğu ve Suriye politikasında Türkiye’yi daha fazla bataklığa götürecek durumdan vazgeçip… Bir kez daha söylüyoruz: Oradaki tüm bataklığın nedeni, Kürt düşmanlığı, Kürt’ün bir statü kazanmasının engellenmesine yoğunlaşması. Bütün refleksleri buraya çalıştığı için bir bütünen ülkemizi orada bir bataklığa doğru hızla sürüklemeye çalışıyor. AKP’ye bir kez daha çağrımız şu: Bu yol, yol değildir; halkların kendi kaderini tayin hakkına inansınlar, burada da kardeşçe, eşitlik ve adaleti sağlayarak Kürt sorununun demokratik çözümünü masaya yatırsınlar.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bülbül…

31.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, Muş Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit’in (3/537) esas numaralı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ve İstanbul Milletvekili Engin Altay ile Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öncelikle, hatibin yapmış olduğu konuşmada kin ve nefret söyleminin bizzat, ta kendisine şahitlik etmiş olduk. Adı demokrasi, barış, hümanizm vesaire bütün güzel sözlerle süslenmeye çalışılsa da burada Türkiye Cumhuriyeti devletine ve Türk milletine karşı yönelen çok ciddi, tehlikeli ve gerçek manada, Türk milletinin hak etmediği ağır ithamlar söz konusu olmuştur. Bunun AKP iktidarına eleştiri kisvesi altında yapılmasını da asla ve asla Türk milletinin yutmayacağını da ifade etmek istiyorum. PKK terör örgütünü, onun eli kanlı liderini ve şu an İmralı’da, kıydığı canlara, bu memlekete vermiş olduğu zararlara karşı almış olduğu cezanın infazının gerçekleştiği bir ortamda onu tutsak olarak ifade etmek ve aynı şekilde, terör propagandasını bu Meclisin kürsüsüne taşımak bizim asla ve asla kabul edebileceğimiz bir tavır, bir duruş değildir. Türk milleti burada konuşulan sözleri çok layıkıyla takdir edecek ve yerli yerine oturtacak ferasete sahiptir.

Demin sayın grup başkan vekili de, HDP’nin grup başkan vekili de kendi kaderini tayin hakkı dâhil olmak üzere birtakım şeylerden bahsetti; bu, kendi kaderini tayin hakkı da dâhil olmak üzere ifade ettiği bütün hususlar Türk milletine, Türk devletine yönelik hainane planların, mücadelelerin ta kendisidir. Bunlara, bu politikaların yürütülmesine Milliyetçi Hareket Partisi asla ve asla göz yummayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın Sayın Bülbül.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Ayrıca, bugün Türkiye sadece seçime gitmiyor. Türkiye'nin şu an mücadele ettiği hadiseleri göz önünde bulundurduğumuzda bugün Türkiye’de yürütülen bütün siyaseti, alınan savunma tedbirlerini, dış politikayı, iç güvenlik tedbirlerini sadece ve sadece seçim yatırımı olarak değerlendirmek en hafif tabiriyle gaflet, eğer bilerek yapılıyorsa, bu millete, bu memlekete ihanettir çünkü Türkiye şu an tarihinde çok az dönemde rastlanıldığı kadar büyük tehditlerle boğuşmaktadır. Suriye’nin kuzeyinde yaşanan hadiseleri hafife almak, Irak’ın kuzeyinde yaşanan hadiseleri hafife almak, Afrin’de yapılan Zeytin Dalı Harekâtı’nı gereksiz saymak, Fırat Kalkanı Harekâtı’nı Mehmetçikleri sanki ölüme göndermiyormuş gibi tarif ve tasnif etmek bugün Türkiye’de yapılacak en büyük hatadır, en fahiş yanlıştır. Buna kim düşüyorsa yarın tarih önünde bunun hesabını vermek zorundadır.

Bu noktada, Sayın Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekilinin yapmış olduğu değerlendirmeleri de vatandaşımızın takdirine sunmaktayım. Bu değerlendirmeleri yaparken, Adalet ve Kalkınma Partisine bu eleştirileri getirirken sol tarafına hiç dönmeksizin, sabah akşam terör propagandası yapanları, İmralı canisine “sayın” diyenleri ve Türkiye’de bir kürdistan hayali kuranları kalkıp tek bir kelimeyle eleştirmezken, Atatürk’ün partisi olarak bunlara karşı tek bir söz söylemezken sadece ve sadece, sanki seçim propagandası yapılıyormuş gibi, sağ tarafına dönüp de eleştiriler yapılması halkımızın da bizlerin de vicdanını sızlatmaktadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu noktada, Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman dile getirdiğimiz şeyi söylüyoruz: Bugün Türkiye için bir beka problemi varsa bu sadece MHP’nin, Adalet ve Kalkınma Partisinin beka problemi değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Açıyorum.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Bu, Türkiye'nin ve Türk milletinin beka problemidir ve bütün Türk milleti bu meseleye sahip çıkmalıdır.

Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Türkkan…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ben sataşmadan, kürsüden söz istiyorum Sayın Başkan.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, ondan önce benim talebim var.

BAŞKAN – Hayhay… Grup Başkan Vekili söz istedi, bir Türkkan’a söz vereyim, daha sonra.

Buyurun.

32.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Evet, tartışmaları hayretle izliyorum Sayın Başkan, değerli milletvekilleri. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi HDP’yi yeni keşfetmiş gibi, her şeyin yeni farkına varmış gibi davranıyor. Bakın, HDP, emperyalistlerin Türkiye’deki Balkanlaştırma politikasının birer maşalığını yapıyor. Biraz evvel sayın grup başkan vekili de self determinasyon hakkından bahsetti, Balkanlaştırma politikası odur emperyalistlerin ve Yugoslavya’yı 7 tane ayrı ülkeye böldüler bu politikayla. Türkiye’de oynanan oyun da bu. Bu oyun şimdi mi ortaya çıktı? Hayır, bu oyun geçmişte de vardı ve geçmişte siz bu oyunun birer oyuncusuydunuz. Aynı halayı çeken iki koristtiniz, aynı halayda beraber oynadınız. Şimdi seçim zamanı gelince birtakım ayrılıklarınız varmış gibi gözüküyor ama aslında birileri de saklayamıyor. Bakın, okuyorum size, Haziran 2014’de Ülke televizyonundaki Bıçak Sırtı programında: “PKK terör örgütü değil, kendi topraklarında belli bir siyasi programı hayata geçirmeye çalışan bir politik harekettir.” ifadelerini kullanıyor. Kim bunu kullanıyor biliyor musunuz? Şu anda AK PARTİ Tanıtım ve Medyadan Sorumlu Başkan Yardımcısı ve eski Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu. Yani bu oyunun geçmişte farkında değil miydiniz, yeni mi uyandınız, sizi bu kadar değiştiren ne oldu? Zaten onların öfkesi size o: “Ne güzel biz beraber hendek kazıyorduk. O hendeği milletin hayrına kazmıyorduk, siz de biliyordunuz, PKK’lılar için kazıyorduk, siz de göz yumuyordunuz, niye artık göz yummuyorsunuz?” diye size kızıyorlar, mesele budur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Bakın, 19 Ocak 2019’da AK PARTİ -Hakkâri Spor Salonu- aday tanıtım toplantısı, yine konuşan Orhan Miroğlu, HDP’li seçmene seslenirken şöyle diyor: “Siyasi partileriniz kapatıldı bu ülkede, milletvekilleriniz on sene hapishanede kaldılar. Bu sistemden size ne, bu sistemi niye koruyorsunuz? ‘Bu sistemin yol açtığı baskı mekanizmaları en çok sizin partilerinize ve size oy veren seçmene zarar verdi.’ dedik.” Etkili oldu mu? “Evet, olduk.” diyor. “Referandumda biz ‘hayır’ oylarına karşı 1 milyon 380 bin civarında bir oy farkıyla kazandık Adalet ve Kalkınma Partisi olarak ama HDP seçmeni referandumda bize ne oy verdi biliyor musunuz? Tam 2 milyon oy verdi.” diyor. Yani şu anda “terörist” dediğiniz HDP grubuyla referandumu beraber yaptık diyor, 2 milyon da oy verdiler. Siz terörist oylarıyla mı geçirdiniz? O zaman siz terör ortağı mısınız, size sormak istiyorum. “Şimdi sizin huzurunuzda sadece Hakkâri’deki HDP’li kardeşlerime değil, İstanbul’da, İzmir’de, Mersin’de, Adana’da yaşayan HDP’li kardeşlerime de sesleniyorum ve diyorum ki: Sizin bu 2 milyon oyunuza AK PARTİ taliptir ve bu oyları sizden istiyorum.” diyor Orhan Miroğlu.

Bir tane daha, PYD/PKK’yla ilgili bir şey söyleyeceğim. Hani şu anda üzerinde çok laf edilen, PKK’nın Suriye kolu PYD ve YPG’yle ilgili olarak bir hatırlatmada bulunmak istiyorum size. Müslim 2013 yılında Türkiye’yi ziyaret etmişti hatırlıyorsunuz. Bu ziyaretin ardından Müslim, Radikal gazetesine röportaj vermiş. “Türkiye’ye eş başkan olarak ilk kez resmî olarak davet edildiniz, ziyareti nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Ziyaretimiz Türkiye Dışişleri Bakanlığının isteğiyle oldu. Daha önce çeşitli yollarla görüşmelerimiz olmuştu.” Yani siz PYD’yle geçmişte iş birliği yapıyordunuz, bu yeni bir şey değil. Şimdi yaptığınız iş birliği henüz ortaya çıkmadıysa tarih bunu ortaya çıkaracaktır. “Ama Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ilk defa, görüşmenin İstanbul’da olmasını istediler. Biz de bu daveti kabul ettik ve görüştük.” diyor.

Bakın, ben size bir şey daha söyleyeceğim, bir fatura göstereceğim. Kuzey Irak’tan gelen peşmergeler Suriye’deki PYD’lilere Türkiye üzerinden yardıma giderken peşmerge konvoyuna eskortluk yapan devlet güçlerinin ve peşmergelerin yediği yemeğin faturasını valilik ödüyor, peşmergelerin faturasını; buyurun. Yani o YPG’liler buradan geçiş yaparken onlara yemek ısmarlayıp gönderdiniz. Sizler suç ortağısınız. Birbirinizi çok kırıyorsunuz, ben de onu seyrediyorum.

Teşekkür ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

FATMA KURTULAN (Mersin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Grup başkan vekiline söz…

Sayın Altay bekliyor uzun süredir.

Buyurun.

33.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün ve İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Şimdi, hem bu değerlendirmeye, 2’nci tura dâhil olmak istiyorum hem sataşma var ama bir daha bir oraya git, bir buraya gel yapmayayım, buradan müsaade ederseniz…

BAŞKAN – Kendinizi yormadan…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Evet evet, öyle yapalım.

Şimdi, Sayın Başkan, tabii, bu tartışmaların başlamasının asıl nedeninde şu var: Bir yerlilik ve millîlik sevdası. Bu yerlilik ve millîlik sevdası, aslında Recep Tayyip Erdoğan’ın değişik kimi siyasi tasarrufları ve hırsları için Türkiye’yi soktuğu bu sıkıntılı hâlden kurtarmak için aynı zamanda bir mazeret, bir tutunacak can simidi, bir dal gibi.

Şimdi, yerlilik ve millîlik konusunda kimsenin elinde bir terazi yok. Ama sayın mevkidaşımın Cumhuriyet Halk Partisini Genel Başkanlarının başlattığı yoldan yürüyerek terörle ilişkilendirmek konusundaki ısrar ve çabasını sürdüreceği anlaşılıyor ve diyor ki: “Öcalan’a ’sayın’ diyenleri destekliyorsun.”

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Hayır, söz söylemiyorsunuz dedim.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sen önce buraya söyle.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Oraya söylüyorsan buraya da söyle diyorum, söyle diyorum.

FATMA KURTULAN (Mersin) – Kafamızı mı kıracak?

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Bak, dinlememişsin Sevgili Mevkidaşım, Recep Tayyip Erdoğan’dır bu ülkede “Sayın Öcalan” diyen ilk. Sonra bak kimler demiş? Bülent Arınç -ben severim ama demiş- “Sayın Öcalan demeyi ve PKK bayrağı açmayı suç olmaktan çıkardık.” demiş.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Oraya söyle onu.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Oraya niye? Ortağı sensin.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Hayır, onlara söyle. Sen buraya söylemiyorsun, sen buraya söylemiyorsun.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sen bana söyleyeceğine oraya söylesene. Sen beni eleştirdin.

Milliyetçi Hareket Partisinin 50’nci kuruluş yıl dönümünü de tebrik ediyorum, bütün ülkücü camiaya hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Ama Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Genel Başkanı demiş ki: “Herkesten cumhurbaşkanı olur, bir bu Tayyip Erdoğan’dan olmaz.” Ne değişti? Ben şimdi…

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – 15 Temmuz, 15 Temmuz.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – 15 Temmuz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – O zaman 15 Temmuz Tayyip’i Cumhurbaşkanı yapmak için mi yapıldı? Ne alakası var, ne alakası var?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Efendim… Hayır, olur mu?

BAŞKAN – Açıyorum.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Yani neyin değiştiğini de ben sizin söylemenizi isterim yani herkesten oluyordu, Tayyip Erdoğan’dan Cumhurbaşkanı olmuyordu; ne oldu, ne değişti merak ediyorum.

Gelelim Sayın Muş’a. Sayın Muş “Türkiye Cumhuriyeti devleti terörist.” demiyor arkadaşlarımız, devletin de insan haklarını ihlal ettiğini söylüyor; içinize sinmiyor, rahatsız oluyorsunuz.

Peki, Şivan Perver “Terör örgütü olan PKK değil, Türkiye Cumhuriyeti devletidir.” dedikten bir hafta sonra onunla halay çekmek içinize siniyor mu? Ayıp değil mi, bu milletin aklıyla alay mı ediyorsunuz? Bunları kabul etmek mümkün değil.

Sayın Başkan, işin özü şudur: Kimse kimseye milliyetçilik pazarlamayacak, kimse kimseye yerlilik pazarlamayacak, kimse kimseye dindarlık pazarlamayacak. Hep söylüyorum, olan…

AHMET ÖZYÜREK (Sivas) – Atatürkçülük de pazarlamayacaksınız!

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Atatürk senin değil mi? Bizim değil, hepimizin, hepimizin.

AHMET ÖZYÜREK (Sivas) – Sen o zaman…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Nerede pazarladım? Ya, bırak arkadaş ya, bırak! Atatürk’ü bari alet etmeyin. Hepimizin değeri, hepimizin değeri.

AHMET ÖZYÜREK (Sivas) – Siz yapıyorsunuz!

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Hepimizin değeri, hepimizin değeri. (CHP sıralarından alkışlar)

Kimse kimseye dindarlık pazarlamayacak. Milletin vicdanından bunlar kaçmaz. Millet artık röntgen cihazı gibi oldu, siyasetçinin içini de dışını da görüyor. Herkes işine bakacak ve bir şey yapılmayacak, milletin aklıyla alay edilmeyecek yoksa “CHP-terör örgütü ilişkisi” diye konuşmaya devam ederseniz ben burada okumakla bitiremem. Öcalan’a yaptığınız methiyeleri, Öcalan’a düzdüğünüz övgüleri… Ve hâlâ bu methiye ve övgüleri düzenler AK PARTİ’nin en üst düzey yöneticisi ise çıkın, bu milletten önce bir özür dileyin, Allah’tan af dileyin, milletten özür dileyin. (CHP sıralarından alkışlar) Akan her kanda ülkeyi yönetenlerin de terör örgütleri kadar sorumluluğu vardır, görevlerinin gerektirdiği şekilde, nitelikte ve vasıfta devleti teşekkül ettirmedikleri için.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Burada hep söylüyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisi taziye çadırı değil. Terör örgütü saldırıyor, askerimiz şehit oluyor, çıkıyoruz, taziye diliyoruz. Meclis tabii ki taziye diler. Meclis çözüm yeridir. On yedi yıldır sıfır terörle teslim aldığınız Türkiye’yi ne hâle getirdiniz? Çıkın, kalem kalem anlatın; devriiktidarınızda kaç kişi öldü, kaç şehidimiz var, kaç sivil şehidimiz var? Bunlardan dolayı vicdan azabı duymuyor musunuz? Çıkın, anlatın. Durup durup “CHP-HDP ilişkisi, iş birliği” demeyin. O kürsüye HDP milletvekili oturuyor, oturtmayın o zaman. Bu ülkeyi bu kadar bölmek istiyorsanız Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık kürsüsüne Mithat Sancar’ı oturtmayın. Oturtuyorsanız da burada edebinizle hareket edeceksiniz.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Fatma Hanım, buyurun.

34.- Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün ve İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

FATMA KURTULAN (Mersin) – Teşekkürler.

Sayın Başkan, MHP Grup Başkan Vekili Sayın Bülbül konuşmasında benim, özellikle konuşmacımızın, halkların kendi kaderini tayin hakkını hainane politikaların bir uzantısı olarak değerlendirdi. Suriye’de eğer halklar birlikte, kardeşçe yaşamayı tercih ediyorlarsa bunun neresi Türkiye’ye batıyor, Türkiye’yi neden ilgilendiriyor, onu sormak lazım. Afrin’de ne istedi Türkiye? Afrin nasıl bir zarar verdi Türkiye’ye? Kendi hâlinde oradaki halklarla birlikte kardeşçe yaşayan ve Türkiye’ye tek bir taş bile atılmayan bir bölgede “Türkiye bir gece ansızın gelebilir.” dedi ve şu anda yüzde 80 halkı göç ederek orada IŞİD uzantılarına teslim etmiş durumda.

Yine, Mehmetçik’e hakaret edildiğini söylüyor. Ben şunu söylemek isterim; Türkiye’de eskiden şöyle bir övünç kaynağı vardı: Yapılan kamuoyu yoklamalarında ordunun en itibarlı kurum olduğu söylenirdi. Ama şimdi yapılan kamuoyu yoklamalarında ordunun bu ağırlığını yitirdiği tartışmaları da var. Ben şunu söylemek isterim: HDP ya da bu düşünceleri Mehmetçik’in, ordunun itibarını düşürmüyor, iki saniye içerisinde Genelkurmay Başkanını götürüp bir partiye angaje ettiğiniz gün ordu kendi ciddiyetini yitirdi. Oturun, biraz bunu tartışın diyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

Şimdi, yaptığımız tüm konuşmalarda, “Kürt sorununun demokratik çözümü” dediğimiz tüm konuşmalarda AKP karşılığında hemen PKK’yi söylüyor, biz söylemiyoruz mesela. Ama en çok resimlerini kürsüde gösteriyor, propagandasını yapıyor, “Sayın Öcalan” niye dediğimizi yargılıyor, “kürdistan” niye dediğimizi sorguluyor. Ancak her grubun söylediği gibi, ancak onlar neden bu sürecin başladığının hesabını sorarken…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın Sayın Kurtulan.

FATMA KURTULAN (Mersin) – Teşekkürler.

Bizler de her zaman dediğimiz gibi, AKP’nin belki bu ülkeye yaptığı en hayırlı bir işti, tamamına erdiremediği bir işti diyorum tekrar, bunu yineliyorum ve o dönem onlar da “Sayın” dedi, “Sayın Başkan” dediler, üç yıl görüştüler -ki bir ağırlığı var- savaşı bitirme gücünü gördüler. Şu an 285 kişi onun üzerindeki tecridin kalkması için -birisi de milletvekilidir- bedenini açlığa yatırmış ve her an -ne olur, içinizde de olsa demeyin inşallah- kötü bir haber alabiliriz bunlardan. Bunu durdurmak gerekiyor. Bir kez daha söylüyoruz: Bu sorunu seçim malzemesi yapmayın arkadaşlar, bu aslında en çok dert olan HDP’nin seçim stratejisinin AKP’de ve ortağı MHP’de uyandırdığı rahatsızlıktır. HDP bu stratejiyle tüm kayyumları saraya gönderecek bu kararlılıkta ve Batı’da dengeleri sarsacaktır. Buna hazırlıklı olun, seçim sonuçlarına.

Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, bana göre gruplar, herkes kendi düşüncelerini ortaya koydu. Son grup başkan vekili…

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Grup Başkan Vekili.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Bir şeyi kayıtlara geçirmek istiyorum.

BAŞKAN – Grup Başkan Vekiline söz verelim.

FATMA KURTULAN (Mersin) – Sayın Başkanım, bir durum var, hatibimiz kendi ifadesinin yanlış olduğunu söylüyor. O bittikten sonra da, 60’a göre de…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Söylediği lafı çarpıttılar.

BAŞKAN – Tabii, ben Grup Başkan Vekilinden sonra söz vereyim.

Buyurun.

35.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ve Milliyetçi Hareket Partisinin duruşunun net olduğuna ilişkin açıklaması

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, Sayın Engin Altay, “Ne oldu da MHP bu noktaya geldi?” veyahut da “Dün böyle diyordunuz, bugün ne yapıyorsunuz?” noktasında bir soru sordu, “Bunu açıklayın.” dedi.

Şimdi, CHP’nin farkında olmadığı veya baştan farkında olup her ne kadar Yenikapı Mitingi’ne gitme konusunda ciddi tereddütler geçirse de sonrasında gidip o 15 Temmuz sonrasında Yenikapı Mitingi’nde Sayın Kılıçdaroğlu’nun bulunması önemli bir hadiseydi, biz de bunu memnuniyetle karşılamıştık. Fakat sonrasında, 15 Temmuz yerine, bunun yerine “Asıl darbe 20 Temmuzdadır.” deyince, asıl ayrışma orada başladı. Fakat, Milliyetçi Hareket Partisi liderinin söylediği bir şey vardı: “15 Temmuz Türkiye için çok önemli bir hadisedir, hafife alınmaması gerekir. Bu tarihten sonra Türkiye’de siyaset yeniden tarif edilmeli. Ve siyasi partilerin üzerinde bir sorumluluk vardır, “Artık kutuplaştırıcı siyaset değil, uzlaştırıcı ve millî merkeze yönelik, millî bir duruşu gerektirecek şekilde bir siyaset ortaya konulmalıdır.” gibi bir irade ortaya çıkmıştır. Bu irade çerçevesinde, Milliyetçi Hareket Partisi, ortaya çıkan millî anlayış ne şekildeyse, ne şekilde tecelli etmişse onun yanında yer almayı kendine görev addetmiştir. Bu, siyasi bir birliktelikten öte, bir anlayış birliğidir, bir hedef birliğidir; bu, Türkiye’ye musallat olan belaların bertaraf edilmesine yönelik bir birlikteliktir.

Şimdi, bu noktada, geçmişe dair devamlı değerlendirmeler yapılırken, biz arzu ediyoruz ki bugüne dair de, yarına dair de bir duruş gösterilsin. Evet, Habur’u eleştirebilirsiniz; evet, dün çözüm sürecini eleştirebilirsiniz fakat unutulmaması gereken bir şey var…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) - CHP de o dönemde çözüm sürecini destekleyen bir partiydi.

Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi “Bunu bıraktım, terörle etkin mücadele edeceğim; bu terörü, bataklığında kurutacağım.” diyorsa Milliyetçi Hareket Partisinin bu anlayışla beraber olması gayet normaldir ve millî bir duruştur. Fakat bunun karşısında, dün çözüm sürecine destek olurken bugün hâlâ Türkiye’de siyasetini ortaya koyarken “PYD’yi, YPG’yi terör örgütü olarak göremiyoruz, görmüyoruz.” demekle, Afrin için “Dışarıda kalalım, içine girmeyelim.” demekle, kendi sözcülerinin “Silahlı insansız hava araçları bu sivil halkı öldürüyor.” demesiyle veyahut da HDP’yle olan ilişkiyi bu şekilde, demin olduğu gibi tarif etmekle Türkiye’ye faydalı bir tavır ortaya konmuş olmuyor. Biz, bu noktada, bir netlik istiyoruz, bu noktada bir tavır bekliyoruz; bunun dışında başka söylediğimiz bir şey yoktur. Milliyetçi Hareket Partisinin duruşu nettir ve geçmişiyle tutarlıdır. Milliyetçi Hareket Partisi “Teröre taviz yok.” dediyse bugün de öyle diyor, dün de öyle diyordu, yarın da öyle diyecek. Terörle mücadele eden kim varsa Milliyetçi Hareket Partisi onlarla beraber olacaktır. Bunun dışında, Türkiye’de bu millî bir vazifedir. Bu noktada, diğer siyasi partilerin de aynı duruşu göstermesinden sadece ve sadece milletimiz adına mutlu oluruz, başka bir durum yok.

Teşekkür ederim efendim.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın milletvekiline bir dakikalık bir söz vereyim, sonra…

36.- Muş Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit’in, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine, Orta Doğu ve Türkiye'deki yanlış politikaların PKK denklemine sıkıştırılarak bertaraf edilemeyeceğine ilişkin açıklaması

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, MHP Grup Başkan Vekili Türk milletine hakaret ettiğimize dair bir belirlemede bulundu, özellikle de AKP eleştirisinin millete hakaretin bir gerekçesi hâline getirildiğini, bu kılıfla sunulduğunu söyledi. Bir defa bunu şiddetle reddediyorum. Konuşmamın hiçbir yerinde, hiçbir Türkiye halkına hakaret içeren bir maksat olmamıştır. Türkiye'de yaşayan bütün halklar başımızın tacıdır ve bu politikanın gereğidir ki şu anda grubumuzda her halktan, her inançtan milletvekili temsil edilmektedir, temsil etmediklerimiz de öz eleştirimizdir. Bunu bir kez ifade etmek gerekiyor.

İkincisi: Bütün yanlış siyaseti, Orta Doğu’da ve Türkiye'deki yanlış politikaları getirip sürekli bir PKK denklemine sıkıştırarak bertaraf edemezsiniz. Bu ülkede hukuk sorunu var, adalet sorunu var. Bu ülkenin bir milletvekili, bir partinin PM üyesi, bu ülkede bir hukuk örgütünün genel başkanı açlık grevine girmişse dönüp aynaya bakmanız lazım, bu yaralara merhem olmanız gerekiyor. Yoksa sürekli, dönüp dönüp, biz “Kürt” deyince “PKK” diyeceksiniz, biz “ana dil” deyince “PKK” diyeceksiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Bitiriyorum Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun…

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Tamamlayayım, kayıtlara geçsin.

Biz “eşitlik” deyince “PKK” diyeceksiniz, sonra gideceksiniz Afrin’deki Kürtçe hastane tabelasını indireceksiniz, bunu da gelip burada vatan millet meselesi olarak anlatacaksınız. Bu, bir vatan millet meselesi değildir. Eğer burada bir vatan millet meselesi olsaydı merak etmeyin, en başta HDP ve HDP Grubu bu noktada tutum içerisinde olurdu. Bütün tarihi bu tutumun örnekleriyle doludur diyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Belge var bende.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.52

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.14

BAŞKAN: Başkan Vekili Celal ADAN

KÂTİP ÜYELER: Şeyhmus DİNÇEL (Mardin), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 48’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Cumhurbaşkanlığı tezkeresinin görüşmelerine devam edeceğiz.

VII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Celal Adan’ın, Türkiye’yi kimsenin bölüp parçalayamayacağına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Türkiye’yi kimse bölemez, kimse parçalayamaz. Diyarbakır’dan Edirne’ye kadar milletimiz, bir bütünlük içerisinde, bayrağı hür, ezanı hür bir Türkiye’yi inşa ederek devam edecektir.

Grup başkan vekillerimiz düşüncelerini ifade ettiler; Sayın Mehmet Muş söz istemişti, farkına varamadım ben.

Buyurun Sayın Muş.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

37.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın ve Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan yaptığı açıklamalarındaki bazı ifadelerine, AK PARTİ’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğuna ilişkin açıklaması

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ara verilmeden önce ben de kalkmıştım ama ikinci, üçüncü turu bekledim, topluca cevap vermek istemiştim.

Şimdi, şunu da ifade etmek isterim: Ben burada partimize yönelik, politikalarımıza yönelik haksız, mesnetsiz ve doğru olmayan ifadelerle alakalı bir açıklama yaptım. Burada CHP’nin ismi geçmemiştir, CHP’nin adı geçmemiştir, CHP’nin kurumsal politikası geçmemiştir, Engin Altay’ın ismi geçmemiştir, cismi geçmemiştir fakat her ne hikmetse ben bu Parlamentoda -kayıtlar incelensin lütfen, incelenebilir- bir şey söylesem Sayın Engin Altay hemen oradan çıkıyor, HDP yerine kendisi söz söylüyor. Buna gerek yok, bırak, onlar söylesin söyleyeceğini. Yani bu, istisnasız oldu ve bunu en son da bu sefer yaptı ve burada bana “PKK sözcüsü” gibi bir şey söyledi. Bir kere bunu kabul etmem mümkün değil. Hem Sayın Altay’ın hem de benim Parlamentodaki bütün konuşmalarımızı çıkartalım, konuşmaları kimin yaptığı belli olmasın, onları bağımsız 2 kişi okusun, oradan, bakalım, kime PKK sözcülüğü çıkar bütün Türkiye görmüş olsun.

Sayın Başkan, Türkiye'nin, AK PARTİ’nin Suriye’de uyguladığı mesele, Suriye’deki politikası bellidir. AK PARTİ Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanadır, bunu ısrarla söyledik. Açıklamalarımıza rağmen, ısrarla, sanki AK PARTİ Suriye’yi bölme noktasında bir politikanın içerisindeymiş gibi bir dert içerisinde... IŞİD’den bahsediliyor, PKK’dan bahsediliyor, PYD’den bahsediliyor. Bunların hepsinin Allah belasını versin. Bunlara her kim sözcülük yapıyorsa, bunlara destek çıkıyorsa, bunlara lojistik imkân sağlıyorsa, bunların sırtını sıvazlıyorsa Allah bin belasını versin. IŞİD’in de, DEAŞ’ın da, PKK’sının da, DHKP-C’sinin de, PYD’sinin de, istisnasız, her kim bunlara kırıntı kadar destek veriyorsa Allah bin belasını versin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, burada AK PARTİ, PKK’nın tasfiyesi için çalışmalar yapmıştır, dert PKK’nın tasfiye edilmesidir. Silahlı da mücadele etmiştir PKK’yı tasfiye etmek için, pek çok uğraş ortaya koymuştur. Maksadı PKK’nın tasfiye edilmesidir. Çıkıp buradan, bunlar yokmuş gibi, bunlarla sanki mücadele edilmemiş gibi bir mana çıkartıp “Geçmişte şunlar söylendi, bunlar söylendi.” gibi bir ifade kullanmak doğru değil. Biz ne zaman HDP’nin siyasetine, yönetimine eleştiri getirsek Sayın Altay çıkıyor “6 milyon insana ‘terörist’ diyemezsiniz...” Bizim insanlara bir şey söylediğimiz yok, 82 milyon yurttaşımıza da bir şey dediğimiz yok ama partilerin siyasal yönetimleri, siyasal tercihleri ve siyasal duruşlarıdır eleştiri konusu olan. Kusura bakmasın kimse, bizim söylemediklerimizi söylemiş gibi kimse çarpıtmasın.

Bir diğeri: PKK terör örgütünün elebaşı “CHP-HDP iş birliği yapsın.” dedi mi? Dedi. “Ortak hareket etsin.” dedi mi? Dedi. Gereği yapılıyor şu an.

Bakın, Sayın Başkan, bana bu kadar laf sayacağına Sayın Altay biraz soluna dönse, PKK’yı terör örgütü olarak görmeyenlere iki kelam ederdi, iki kelam; canlı bomba cenazelerine milletvekili gönderen, hatta “Terörist cenazelerine gitmeyenlere soruşturma açarım.” diyen partiye çıkıp iki kelam ederdi Sayın Altay, bu kadar lafı bize söyleyeceğine.

Şunu söyleyeyim: HDP Ankara, İzmir, İstanbul’da neyin karşılığında aday çıkarmadı? Hangi güç birliği oluşturuluyor? Bu güç birliği kimlerle oluşturuluyor? Bu güç birliğinin içerisinde bizim olmadığımız belli. Bu güç birliğinin içerisinde kim var? O güç birliği içerisinde olanlar çıksın açıklasınlar.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Gayet açık, gayet açık...

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Dert şu: Suçluluk psikolojisi, yakalandılar; fazla bağırarak, daha gür sesle konuşmalar yaparak bu suçluluk psikolojisinin, bu yakalanmışlığın milletin gözünden kaçırılacağını düşünüyorlar. Arkadaşlar, merak etmeyin, biz bunları meydanlarda da anlatacağız, bakalım millet kime inanacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Bir diğer konu: Burada Sayın İYİ PARTİ Grup Başkan Vekilinin yapmış olduğu çeşitli... Ben bunlarla alakalı kendisine cevap verme gereği hissetmiyorum. Sadece kendisine şunu söylüyorum: Siyasi ve Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcıları Mehmet Salim Ensarioğlu’nun açıklamalarına bir baksınlar, neler söylemiş, hangi beyanatlarda bulunmuş, hâlen partilerinin siyasi ve hukuki işlerinden sorumlu yani siyaseti belirleyen adam, o birimin başında bulunuyor; o açıklamaları mevcuttur. İsterlerse ben kendilerine bunları da gönderebilirim. Öcalan’la alakalı neler söylemiş, hangi açıklamaları söylemiş, hangi açıklamalarda bulunmuş, kendileri bir baksınlar ona.

Bakın, burada, Sayın Altay, devlete “Seri katil.” diyen sizin İstanbul İl Başkanınızdır. “Katil değil.” diyor devlete, “Seri katil.” diyor İl Başkanınız Canan Kaftancıoğlu, inkâr da etmiyor bunu. Bakın, askerimizi, polisimizi şehit eden PKK’lılara tek laf söyleyemeyenlerle bu yakınlaşmayı inanın ben anlayamıyorum, buna bir anlam veremiyorum. Biz “yerlilik” diyoruz, doğru; “millîlik” diyoruz, doğru ama siz başka bir sevdadasınız Sayın Altay. Siz bir HDP sevdasına vurulmuşsunuz, dikkat edin bu sevda sizi başka yerlere götürmesin.

Sayın Altay, Suriye politikasına gösterdiğiniz hassasiyeti terörle iş birliği yapanlara karşı niye göstermiyorsunuz, onu da bir izah edin bize. Herhâlde bunu saklayacak değilsiniz. Aslında, CHP ile HDP’nin Suriye konusundaki yaklaşımı, özellikle de PKK ve PYD konusundaki tavrı aynıdır. Operasyonlara, Fırat Kalkanı’na da CHP karşı çıkmıştı, Zeytin Dalı’na da CHP karşı çıkmıştı, HDP de karşı çıkmıştı, dolayısıyla aralarında bir ortaklık söz konusudur.

Şunu da ifade etmek isterim: Sayın Altay, lütfen şundan vazgeçin, biz hangi zaman, ne zaman burada HDP’nin yapmış olduğu açıklamalara, ortaya atmış olduğu iddialara cevap versek, siz kendinizi onların avukatı yerine koyup bize cevap vermeyin, istisnasız bu böyle olmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Bir şey daha söyleyeyim: Sayın Altay, herhâlde Şahin Mengü’yü inkâr edecek değilsiniz, kendisi bir CHP’lidir. Türkiye’de Şahin Mengü dediğiniz zaman nasıl bir CHP’li olduğu ortadadır. Şu an sizin içine düştüğünüz durumu gayet iyi açıklamaktadır, gayet iyi özetlemektedir. İsterseniz bunun fotokopisini de gönderirim size ama ısrar ederseniz bunlara, onun yaptığı açıklamaları da… Ben söylemiyorum, sizin parti MYK’nizde bulunmuş, milletvekilliğinizi yapmış, ikinci kurucu Genel Başkanınız Baykal’ın A takımında bulunmuş bir kişi yapıyor bu eleştirileri. “CHP diye bir parti kalmayacak artık. HDP-PKK ilişkisi saklı değil. PKK’nın mücadelesi ve amacı belli. Seçimden öncesi olağanlaştırılan ittifaklar, örtülü destekler âdeta ihanet gibi.”

Şu an bu kadarını söylüyorum, ısrar ederseniz gerisini de okurum.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Altay…

Özellikle rica…

38.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ve Cumhuriyet Halk Partisinin haksızlığa uğrayanın yanında olduğuna ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ben makul bir toparlamaya ses etmeyecektim ama epey konuştu.

BAŞKAN – Olsun, gene de bir sataşmaya meydan vermeden…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Evet, vermeyeceğim. Aynı ses tonuyla, aynı sakinlikle benim de müsaade ederseniz bir iki şey söylemem lazım, sondan geriye gidelim.

Şahin Mengü’nün söylediklerinden bahsetti sayın mevkidaşım. Daha altı ay önce AK PARTİ sıralarında oturan Selçuk Özdağ’ın da söyledikleri var. Ben okursam mahcup olursunuz. Ben okumayayım Selçuk Özdağ’ın söylediklerini.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Okuyabilirsiniz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – “Fırat Kalkanı’na karşı çıktı CHP, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak ve Suriye’deki varlığına karşı çıktı.” diyerek de yani üstlendiği göreve çok mütenasip olmayan bir açıklamada bulundu. Meclis tutanakları ortada, Cumhuriyet Halk Partisi Suriye ve Irak tezkerelerine kabul oyu vermiştir. Bir tezkereye kabul oyu vermedik, Suriye’yle ilgili tezkere ve içinde 8 defa “Suriye Merkezî Yönetim” ibaresi geçtiği için yani terörle mücadeleden ziyade Suriye Merkezî Yönetimine savaş ilanı niteliğindeki bir tezkere olduğu için “hayır” oyu verdik. Kamuoyunu böyle yanlış bilgilendirmek grup başkan vekillerine yakışmaz. Bir bunu söylemek isterim.

Devlete “Seri katil.” dememiştir İstanbul İl Başkanımız ama malum, Türkiye'de bir seri cinayetler zinciri yaşanmıştır. 7 Haziran-1Kasım seçimleri arasındaki altı aylık süre içinde patlayan, patlatılan o bombaların hangi derin güçler tarafından hangi amaçla patlatıldığını Türkiye'de 7 yaşındaki çocuk da biliyor.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – PKK terör örgütü yaptı.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Buradan kastım AK PARTİ değil, 7 Haziran ile 1 Kasım arasında patlatılan bombaların hepsi aynı masadan verilen kumandayla başlatılmıştır. Dolayısıyla, İstanbul İl Başkanımızın devlete “Seri katil.” ifadesini bizim kabul etmemiz de mümkün…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – HDP’nin niye aday çıkarmadığına HDP cevap verir tabii ki ama benim en başta söylediğimde haklılığımı Sayın Muş ortaya çıkardı. Yani gerçekten AK PARTİ’nin HDP’yi ötekileştirmesi, 6 milyon oy vermiş seçmeni ötekileştirmektir. Yani biz Milliyetçi Hareket Partisine, Demokrat Partiye, Büyük Birlik Partisine, Saadet Partisine -şimdi Adalet Partisi yeni bir açıklama yaptı- “Sen niye aday çıkarıyorsun? Çıkarmıyorsun?” diye söylemiyoruz. Bırakın kardeşim, demin söyledim, herkes siyasette yaşananları izleyecek, bir değerlendirmede bulunacak. Yani “CHP-HDP kol kola.” diye bağırarak iktidarınızı muhafaza edemezsiniz, milletin aklıyla alay etmiş olursunuz.

Bir de şunu merak ediyorum: “Terörle mücadele etmeyin.” diyen kim? Biraz önce öyle bir şey geldi. Kim “Terörle mücadele edilmesin.” diyor? Biz başından beri şunu söyledik: Türkiye'nin bir Kürt sorunu vardır ama bundan beslenen bir terör sorunu vardır. Bunun çözüm yeri burasıdır dedik. O zaman dedik “Ne Oslo’da ne İmralı’da ne dağda ne bayırda ne Kandil’de bunu çözemezsiniz.” diye ama AK PARTİ tam tersini yaptı, şimdi başka bir yol tercih etti. Şimdi “Dün dündür.” diyerek bunu izah ederseniz yarın ne yapacağınızı bilemeyiz biz. Yarın ne yapacağını bilemeyen insanlara devleti teslim etmek de… “Beka, beka” diyorsunuz ya, işte, asıl beka sorunu, beş sene sonra ne yapacağını kestiremediğin birisine devleti verirsen ortaya çıkar. Bana göre, Türkiye'nin bu yerel seçimlerden kaynaklı bir beka sorunu yoktur, Türkiye'de sadece ve sadece Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi beka sorunu vardır. Mesele de bundan ibarettir. Belediye reisleri seçilecek, beka sorunundan bahsediyoruz; böyle bir şey olabilir mi? Bir ittifaka “zillet, illet” yakıştırmaları…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ben de -işte, iki parti burada- diyorum ki: Sizin ittifakınız, kendi içinde dumur, millet için kambur ittifakıdır. Sizin ittifakınıza en güzel benzetme budur. (CHP sıralarından alkışlar) Ne demek zillet, ne demek illet? Siyasette her vesileyle “nezaket” denecek, şu denecek, bu denecek, ondan sonra ağzına geldiği gibi konuşulacak. Kendi içinizde körelmiş bir partisiniz siz, onu söyleyeyim.

Mehmet Muş’a “PKK sözcüsü” demedim ben. Onu da belirtmiş oluyorum.

BAŞKAN – Tamam, peki, teşekkür ederiz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Bitireyim.

Cumhuriyet Halk Partisi kim haksızlığa uğrarsa, haksıza haksız der, haksızlığa uğrayanın da yanında olur. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bülbül…

39.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, Cumhur İttifakı’nın milletin takdirine, desteğine mazhar olan, Türkiye’nin karşılaştığı sıkıntılara karşı koymayı bilen ittifak olduğuna ilişkin açıklaması

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Efendim, çok kısa, daha fazla uzamasını istemiyorum.

BAŞKAN – Sataşmaya meydan vermeden…

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Evet efendim, evet, meydan vermeden…

Cumhur İttifakı’na yönelik tanımlamaları dinleyince bize de bir söz hakkı düştü.

Cumhur İttifakı, milletin, Türkiye Cumhuriyeti devletinde yaşayan vatandaşlarımızın takdirine mazhar olmuş, desteğine mazhar olmuş ve Türkiye’nin şu dönemdeki karşılaşmış olduğu sıkıntılara karşı çelikten bir iradeyle karşı koymayı bilmiş bir ittifakın adıdır. Aynı zamanda, bu bir seçim ittifakı değildir; bu, Türkiye’nin -işte, “beş yıllık” falan deniyor ama- gelecek, 2023, 2053, 2071 vizyonunu ortaya koyan ve burada Türkiye’nin hangi doğrultuda gitmesi gerektiği hususunda bir yazılı senede de bağlanmış, protokole bağlanmış, son derece ciddi, aleni, şeffaf ve millet yararına olan bir ittifaktır. Ona “Cumhur İttifakı” denmesinin de asıl sebebi budur, cumhurdan aldığı destek de o ittifakın başarısının ve ciddiyetinin de teyidi manasını taşımaktadır. Bu noktada ifade edilen hususları kesinlikle ve kesinlikle kabul etmiyoruz.

Bunun dışında, sadece seçim ittifakı gibi gösterilip Türkiye’de başka birtakım gündemleri kendi arkasında barındırdığı her hâlinden belli olan yapılara karşı birtakım eleştiriler getirmek ve bunların yanlışlığını dile getirmek yanlış olmasa gerektir. Şimdi, Türkiye’de “beka” dediğimiz şey, bir seçimi kurtarmak, bir seçimi -efendime söyleyeyim- başarıyla tamamlamak için girişilen bir siyasi manevra değildir. Bunun aksine, beka meselesi, 15 Temmuz gibi başarıya kavuşamamış hain bir darbe girişiminin ardından Türkiye’de, Türk devletinde ortaya çıkan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – …ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin en sinsi, kılcal damarlarına kadar sızmış olan bir hainane yapının ve onun arkasındaki üst aklın, emperyal güçlerin tamamen deşifre olmuş olduğu bir ortamda, bölgemizin yeniden dizayn edilmeye çalışıldığı bir süreçte Türkiye’nin bu sıkıntılara karşı göğüs gerebilmesi, bunlara karşı dirayetli bir tutum takınabilmesi ve gevşek yakalanmaması için, gevşeklik göstermemesi için ortaya çıkmış bir durumda, bu atmosferde Türkiye’yi güllük gülistanlık göstermek, etrafında hiçbir sıkıntı yokmuş -efendime söyleyeyim- bir ada ülkesi, etrafımızda denizler, martılar uçuşuyormuş gibi göstermeye çalışmak Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk milletine yapılacak en büyük haksızlıktır, nesillerimize yapılacak en büyük haksızlıktır. Biz bu meseleyi şu an çok ciddiye alıyoruz, Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelen tehditleri bertaraf etmeye kararlıyız. Bunu da gelecek nesillerimizin selameti için yapmaya gayret ediyoruz.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

1.- Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının; bölgede seyreden Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere, Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/2/2013, 16/1/2014, 3/2/2015, 9/2/2016, 8/2/2017 ve 10/2/2018 tarihli 956, 984, 1008, 1031, 1054, 1082, 1107, 1136 ve 1179 sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin 10/2/2019 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına, ayrıca denizde terörizmle mücadele harekâtlarına katkı sağlanabilmesi maksadıyla unsurlarımızın bölge ülkeleri karasuları dışında (2442 [2018] sayılı BMGK Kararı gereğince Somali karasuları dahil olacak şekilde) denizde terörizmle mücadele görevi için yetkilendirilmeleri ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/537) (Devam)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Ünal Çeviköz’e söz veriyorum.

Süreniz yirmi dakikadır.

Buyurun Sayın Çeviköz. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin silahlı kuvvetlerini bu tür görevlendirmeler yoluyla başka ülkelere göndermesi söz konusu oldukça Türkiye'nin dış politikasında görülen yanlışlıklara dikkat çekmek de kaçınılmaz oluyor.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığından geçen hafta yapılan bir açıklamada, hiçbir ülkenin Suriye politikasının Türkiye'ninki kadar istikrarlı olmadığı belirtildi. Şimdi bu cümlede sizce hangi kelime üzerinde durmak gerekir? “Suriye” mi “politika” mı “istikrar” mı? Bu üç kelimenin aynı cümle içinde yan yana gelmeleri dahi yeterince kavram kargaşasına yol açıyor. Zira, Türkiye, komşusu Suriye'yi saymıyor, doğru dürüst bir komşuluk politikası geliştiremiyor ve bu görüntünün de adına “istikrarlı” demek komik oluyor. “İstikrar” olsa olsa Türkiye'nin izlediği Suriye politikasındaki hatalar zincirinin adı olabilir.

Gelin bu istikrarlı hatalar zincirini şöyle madde madde hatırlayalım:

1) AKP, Suriye’yle, kriz öncesinde izlenen “komşularla sıfır sorun” politikası kapsamında “kardeşim Esad” söylemine oturtulmuş bir iyi komşuluk ilişkisi içindeydi. O dönemde, bugünlerde Hükûmetin kulağına Putin tarafından fısıldanan fakat bizim aylar öncesinden beri her fırsatta hatırlattığımız Adana Mutabakatı, 21 Aralık 2010 tarihinde Ankara’da dönemin Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ve Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim tarafından imzalanmış, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan tarafından gönderildiği Türkiye Büyük Millet Meclisinde de 6 Nisan 2011 tarihinde kabul edilmişti.

2) Bunun üzerinden çok geçmeden “Kardeşim Esad” “Esed” olmuş ve dönemin Başbakanı Erdoğan “En kısa zamanda Şam'a gideceğiz, Emevi Camisi’nde namaz kılıp Suriyeli kardeşlerimizle kucaklaşacağız.” demişti.

3) 2013 yılına gelindiğindeyse, komşularla sıfır sorun politikası sıfır komşuya dönüşmüş, Türk dış politikası değerli yalnızlık politikasıyla tanışarak Orta Doğu’da yalnızlığını ilan etmişti. 2017 yılına gelindiğinde, yine bir Rusya seyahati dönüşü Sayın Erdoğan Suriye ile birlikte çalışılabileceğini ima etmiş, ardından, kendisine sorulan ısrarlı sorulara cevap olarak da "Esad ile görüşmedim, görüşmeye de pek niyetim yok" demişti.

4) Sayın Erdoğan son olarak geçtiğimiz pazar akşamı katıldığı bir televizyon programında “Suriye’yle alt düzeyde dış politika yürütülüyor, istihbarat örgütleri ‘İlla liderler ne yapıyorsa biz de onu yaparız.’ havasında olamaz.” demiştir.

Sanırım burada yanlış bir anlaşılma var: Dış politikayı istihbarat örgütleri yürütmez. Dış politika alt düzeyde de olsa, üst düzeyde de olsa dış politikayı yapan kurumlarca yürütülür; aksi takdirde, zaten onun adı dış politika olmaz, istihbarat örgütlerinin kendi aralarındaki sohbetler ve temaslar olur. Biz hiçbir zaman istihbarat örgütleri temas etmesin demedik ama şunu açık ve net olarak hep dile getirdik: Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin geleceğini kurtarmak istiyorsak mutlaka -düşük düzeyde de olsa- Suriye Hükûmetiyle bir temas imkânı yaratılmalıdır. Zira dünya artık bu temasları kurmuştur, biz sınır komşusu olarak ayrık otu gibi açıkta kalıyoruz dedik.

Değerli Milletvekilleri, Suriye halkının acılarının dinmesi, bölgenin bir an evvel huzura kavuşabilmesi için Adana Mutabakatı ilkelerine dönülerek Suriye Hükûmetiyle derhâl temasa geçmenin yolları aranmalıdır. Bölgedeki Arap ülkeleri Şam'da yeniden büyükelçiliklerini açarken iktidarın Türkiye’nin ve bölgenin geleceği için böylesine tarihî önemde bir adımdan kendisini uzak tutması son tahlilde yine Türkiye’nin zararına olacaktır.

AKP iktidarı döneminde Suriye konusundaki hatalar zincirine gelin örneklerle devam edelim. Krizin patlak vermesiyle birlikte birkaç ay içinde başlayan göçmen ya da sığınmacı akını ise Suriye'deki krizden etkilenen aktörler arasında Türkiye'nin ilk sıraya yerleşmesini belirleyen başlıca faktör olmuştur. Bu ülkeden gelen sığınmacılara kapılarını en geniş biçimde açan Türkiye'de şu an 4 milyona yakın Suriyelinin yaşamakta olduğu belirtilmektedir.

Suriyeli sığınmacılar konusunda Sayın Erdoğan "4 milyon Suriyeli sığınmacının döneceği güvenli bölgeler oluşturacağız." dedi fakat bunun kolay olmayacağı çok açık ve net. Neden mi? Bakınız, 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle Meclise bağlı denetim mekanizması olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu “Türkiye’de Suriyeliler” başlıklı bir özel rapor hazırlayarak birkaç ay önce Cumhurbaşkanlığına sundu. Raporda özetle şu ifadelere yer veriliyor:

Suriyeliler Türkiye’nin bütün illerinde yaşıyor. Kamplarda kalanların oranı ise yüzde 6,69’a düşmüşken, Suriyelilerin bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmiş, bir kısmı ise ülkemizde çalışma ve yatırım yapmaya başlamışken, ülkemizdeki Suriyeliler için sadece yarın gideceklermiş gibi politika üretmenin gerçekçi olmadığı açıktır.

Mültecilerin çok önemli bir bölümünün Suriye’ye dönüşünü zorlaştıran pek çok faktör bulunmaktadır. Suriye’de barışın ve huzurun tesis edilmesi hâlâ yakın ve orta gelecekte mümkün görünmemektedir. Kendilerini güvende hissediyorlarsa, kazançları az da olsa bir işleri, yaşayacak ortalama mekânları ve çocuklarını gönderebildikleri okulları varsa savaş bitse bile dönmeleri oldukça zor olacaktır.

2011 yılından bu yana doğan toplam Suriyeli bebek sayısının resmî sayılara göre 276.158 olduğu dikkate alındığında, bu husus bile başlı başına kalıcılığın işareti olarak okunabilecektir. Suriyelilerin yüzde 46’sı yani 1,4 milyondan fazlası 18 yaş altındaki çocuk ve gençlerden oluşmaktadır. Bu grubun ülkelerine dönmesi hem tek başlarına mümkün değildir hem de aileler çocuklarının güvenli ortamda kalmalarını daha da önemsediklerinden Suriye’de mutlak barış, huzur ve güvenlik sağlanmadıkça dönmeyi düşünmeyeceklerdir.

Hatta 3,4 milyon Suriyelinin artmasına da hazırlıklı olmak gerektiği düşünülmektedir. On yıl sonra Türkiye’de 4-5 milyonu aşan bir Suriyeli nüfus olması ihtimali yüksek görünmektedir; hem sınır bölgelerinden devam edebilecek muhtemel geçişler hem de doğumlar sonucu doğal nüfus artışı bu konuda etkili olacaktır.

Değerli milletvekilleri, herhangi bir yanlış anlaşılma olmasın çünkü Türkiye'de şiddetli bir algı operasyonunun yürütüldüğü malum. Sanki Türkiye seçimlerden sonra IMF'ye başvurmayacakmış gibi bir algı operasyonu sürdürülüyor, sanki Türkiye'de ekonomik kriz yokmuş gibi bir algı operasyonu sürdürülüyor, sanki gıda fiyatlarındaki artış yüzde 30’u geçmemiş de vatandaşın mutfağı alev almamış gibi bir algı operasyonu sürdürülüyor. Cumhuriyet Halk Partisinin belli konulardaki tutumu hakkında da sürekli bir algı operasyonuyla karşı karşıya olduğumuz için şunu özellikle belirtmek isterim: Cumhuriyet Halk Partisi olarak göçmenlere, sığınmacılara, mültecilere değil, ülkemizi bir göçmen kampına dönüştüren yanlış politikalara karşıyız. Türkiye, başta Suriyeliler olmak üzere göçmenlerin sığınabileceği bir liman olmaktan çok uzaktadır. Zira Türkiye 4 milyon Suriyeliye bir statü dahi verememektedir. Bu insani dram Suriye'de iç savaşın başlamasına sebep olan yanlış dış politikanın sonucudur. Daha fazla gecikilmeden Türkiye'deki Suriyeliler için uyum politikaları geliştirmek gerekmektedir. Hatta 21’inci yüzyılın mevcut koşullarını da dikkate alarak Türkiye 1951 tarihli Cenevre Mülteciler Sözleşmesi'ne ilişkin tutumunu da artık gözden geçirmelidir. Aksi takdirde ülkemizde kendilerinin ne olduklarını, hangi statüye sahip olduklarını bilmeyen milyonlarca göçmen, sığınmacı, misafir olarak nitelenen insanın dramına ev sahipliği yapan bir ülke olmaktan öteye gidemeyiz.

Gerçeklerle yüzleşmek, kalıcılık konusunda politikalar üretmek gerekmektedir, bunun adı da “uyum politikaları“dır. Mültecilerin geçicilik duygusu ve algısı toplumsal olarak sürdürülebilir bir politika değildir. Kalıcılığın düşünüldüğü ama geri dönüş için çabanın gösterildiği bir süreç modelinin özellikle kayıp kuşaklar bakımından daha az risk taşıdığı açıktır.

Kamu Denetçiliği Kurumunun raporuna göre de, uluslararası hukuka göre de 4 milyon Suriyelilere “Hadi evinize gidin.” denilemeyeceği ortadadır. Hükûmet bunu bile bile seçim öncesi sığınmacılar üzerinden politika yürütmekte, algı operasyonları oluşturmaktadır.

Türkiye'nin, daha önce bu bölgeden yeni bir göç akımı olabileceği gerekçesiyle karşı çıktığı İdlib operasyonu da önümüzde bir kâbus gibi duruyor. “Heyet Tahrir el-Şam” adlı terörist grubun bölgede son dönemde güç kazanması, İdlib’e yönelik bir askerî operasyon olasılığını artırıyor. Kremlin bile Türkiye’yle İdlib konusunda varılan anlaşmanın tam olarak uygulanmadığını belirtiyor.

Dış politika konuşurken bir başka algı operasyonuna daha işaret etmeden geçemeyeceğim, o da Venezuela'daki durum. Cumhuriyet Halk Partisinin bu konudaki yaklaşımı nettir, açıktır. Venezuela'da, taraflarca krize siyasi çözüm bulunması konusunda Birleşmiş Milletler tarafından verilen teklifi destekliyoruz ve Venezuela'nın içişlerine müdahale anlamına gelecek hiç bir politikayı desteklemiyoruz. Herhangi bir tarafı tutma yaklaşımı içinde değiliz; partimizin öyle taraf tuttuğu, falan grubu desteklediği gibi algı operasyonlarını da nafile çabalar olarak görüyoruz ama iktidarın, Venezuela'nın iç meselesinde tarafsızlığa, dengeliliğe ve Birleşmiş Milletlerin yaklaşımına ters düşen, taraf tutan yaklaşımını da Suriye'de izlenen politikalardaki yanlışlardan farksız buluyoruz. Neden Türkiye'nin dengeli ve taraf tutmayan dış politikası sürdürülemiyor? Cumhuriyetin kurulmasından beri sürdürülen dış politika anlayışı "Taraf tutmayan bertaraf olur.” zihniyetiyle bozulduğundan beri bertaraf olan AKP dış politikasıdır, değeri kendinden menkul yalnızlık da bu dış politikanın eseridir. Biz tek bir taraftan yanayız; dünyanın neresinde olursa olsun demokratik hak ve özgürlükleri, temel insan hak ve hürriyetlerini askıya alan, masum insanları siyasi görüşleri ve fikirleri nedeniyle hapislere atan, reel politik değil de mezhebi görüşlere dayalı dış politika uygulayan ve uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayan her türlü iktidara karşıyız, onların karşısında hak, hukuk ve adaletten yana tarafız.

Hazır algı operasyonundan söz açılmışken bir başka algı operasyonuna daha işaret etmek isterim. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, sürekli olarak Filistin halkının yanında olduğunu ve Filistinlilerin haklarını kolladığını iddia edip duruyor. Nasıl oluyor bu? Siz, daha Filistin nezdinde görev yapan diplomatımızı görev yeri olan Kudüs'e gönderemiyorsunuz. Filistin'de büyükelçilik açacağınızı söylüyorsunuz ama değil büyükelçilik açmak, mevcut başkonsolosluğu dahi sürdürülebilir bir misyon olarak kullanamıyorsunuz. Onun için, bütün bu algı operasyonlarıyla Türkiye'de yaşayan halkın daha fazla kandırılması mümkün değildir, olmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, gelelim Avrupa Birliğiyle ilişkiler konusuna. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi “Avrupa Birliğiyle ilişkileri yeniden canlandırmaya çalışıyoruz.” diyor ve ekliyor: “Sorunların Türkiye'den kaynaklanmadığını biliyoruz.” Seçim öncesi vize serbestisinin hayata geçirilmesi konusu da ne hikmetse gündemden düşmüyor. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, Reform Eylem Grubunun yeniden toplanmasını sanki Avrupa Birliğiyle yeni fasıllar açılmış gibi sunuyor. Reform Eylem Grubunun toplanması Avrupa Birliğinin gözünü boyamak için atılan bir adımdı ancak yapılması planlanan reformlar ülkede sürekli olarak ihlal edilen demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesinden yoksun olmamalıdır. İktidarın, yapacağı reformların arka planını layıkıyla güçlendirmesi gerekmektedir. “Yargıda reforma gideceğiz.” deyip yargının siyasallaşmasını önlemezseniz, insan hakları ihlallerinin önüne geçmezseniz, gazetecileri, parlamenterleri, insan hakları savunucularını, üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları hilafına, hapislerde tutmayı sürdürürseniz bu reformların hiçbir etkisi de olmaz, anlamı da kalmaz. Bizler, hukuku uygularken lafzına baktığımız kadar ruhuna da baktığımız bir demokratik gelenekten geliyoruz. Mevzuatçılıkla sorunlar çözülmez; esas olan, yasaların arkasındaki ruha uygun olarak hareket etmektir.

Bugün Yunanistan Başbakanı Çipras Türkiye'ye resmî ziyarette bulunacak. Son derece cesur ve ileri görüşlü bir devlet adamı anlayışıyla risk alan bir adım attı ve ülkesinin yıllardır çözümsüz kalan Makedonya sorununu bir çırpıda çözüverdi. Makedonya'nın isim sorununun çözümü, Yunanistan'ın bölgesinde yeniden önemli bir aktör hâline gelmesi için de önemli bir adım olarak görülüyor. Yunanistan dış politikasını algı operasyonlarıyla değil, gerçekçi devlet adamlığı ve akılcı hamlelerle yürütüyor. Böyle olduğu zaman da, komşu coğrafyasında insani dramların oluşmasını engelliyor, sorunlara seyirci kalmıyor.

Değerli milletvekilleri, Somali'de yaşanan trajedinin ve Somali halkının insanca yaşayabilmesi için yapılması gerekenlerin öneminin bilincindeyiz. Türkiye'nin, Somalili denizcilerin, balıkçıların haklarının korunması için başka cephelerde de girişimlerde bulunması gerektiğine inanıyoruz. Bu konudaki düşüncelerimizi Aden Körfezi’yle ilgili tezkereler yüce Meclisimizin gündemine her geldiğinde söyledik. Daha önceki tezkerelerde de yapmış olduğumuz gibi, bu çağrımızı bu kürsüden bir kez daha yineliyoruz.

Deniz haydutluğu ve korsanlık, uluslararası dayanışmayı gerekli kılan ortak tehditlerden biridir. Bu karar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının sağladığı meşruiyete dayanmaktadır. Bu bölgelerde deniz haydutluğu ve korsanlık yapan çeteleri etkisiz hâle getirmenin çok güçlü donanmalara sahip olan büyük devletlerin kapasitelerini aştığı ve uluslararası iş birliği ve dayanışmayı zorunlu kıldığı ortadadır. Somali’nin yaşadığı istikrarsızlığın giderilmesi için bu karar önemlidir, Somali, doğu kıyısında ve geniş kıyı şeridinde otorite ve kontrol sahibi değildir.

Korsanlık faaliyetleri uluslararası ticareti ve deniz taşımacılığını olumsuz şekilde etkilemektedir, dolayısıyla can ve mal emniyetine çok ciddi tehdit teşkil etmektedir. Bu deniz yolunu yoğun şekilde kullanan Türk gemileri ve denizcilerinin de bu tehditten ciddi şekilde etkilenmeleri bu tezkereye olumlu bakmamız için önemli bir etkendir. Ayrıca, Türkiye'nin Aden Körfezi civarındaki varlığı, dünya barış ve istikrarına yapacağı olumlu katkı ve ulusal çıkarlarımız için de büyük önem taşımaktadır.

Sonuç itibarıyla, burada da söz konusu olan “Birleşmiş Milletlerin almış olduğu bir kararla uyumlu hareket etmek” olarak özetlenebilir.

Ancak bu tezkere hakkında bazı sorularımız bulunmaktadır. 2010 yılından bu yana, Somali’deki korsanlığa karşı, Birleşik Görev Gücü içerisinde yer alıyoruz. Var olan raporların verilerine göre, 2017 yılında, bir önceki yıla kıyasla, Somali suç şebekelerinin hâlâ karmaşık saldırılar yapabildiğini göstermiştir. Korsanlığın, kıyı devletleri ve deniz güvenliği şirketleri tarafından uygulanan çok çeşitli önlemlere rağmen, Afrika Boynuzu'nda olduğu gibi, Afrika'nın batısında, Gine Körfezi'nde de tehdit oluşturmaya devam ettiği yine aynı raporlarda belirtilmektedir.

Korsanlık konusunda Aden Körfezi’nde hâlen bu sorun çözülemiyorsa, sadece askerî önlemlere başvurmayı yeterli bir yöntem olarak görmüyoruz. Türkiye olarak diplomatik ve siyasi çözüm önerilerini de bu ülkelerle olan görüşmelerimizde gündeme almalıyız. Önümüzdeki dönemde, tıpkı dış politikanın diğer alanlarında olduğu gibi, bu bölgede de hataları, eksiklikleri gözlemeye ve izlemeye, bunların düzeltilmesi için müdahalelerde bulunmaya ve her şeyden önemlisi, Cumhuriyet Halk Partisi hakkında sürdürülen komik algı operasyonlarına karşı yurttaşlarımıza doğruları anlatmaya devam edeceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; belirttiğimiz bu hususlar çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin deniz unsurlarının Aden Körfezi, Somali Karasuları ve açıklarında, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görev yapmasına ilişkin 2009 yılından itibaren verilen iznin bir yıl daha uzatılmasına ilişkin tezkereye Cumhuriyet Halk Partisinin bu defa da olumlu oy kullanacağını belirtmek isterim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çeviköz.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Sayın Ahmet Yıldız’a söz veriyorum.

Süreniz yirmi dakika.

Buyurun Sayın Yıldız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET YILDIZ (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde vuku bulan deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri hakkında 2008 yılından bu yana Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi çeşitli kararlar almaktadır. Bu kapsamda, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının yurt dışında görevlendirilmesine ilişkin yüce Meclisimizin son olarak 7 Şubat 2018 tarihli ve 1179 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen bir yıllık izin süresinin uzatılması maksadıyla Meclise sunulan tezkere üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Açık denizlerdeki haydutluk, ayrıca dünyanın istikrarsız bazı bölgelerindeki güvenlik riskleri ve tehditler deniz taşımacılığını olumsuz yönde etkileyebilmekte, global ekonomi için ve bizim için çok önemli olan fiyat ve arz istikrarını bozmakta, bölgesel ve küresel kalkınma ile uluslararası barış ve güvenliği tehdit edebilmektedir.

Ülkemiz, tarih, kültür ve kardeşlik bağlarına sahip olduğu Somali ve civarının deniz haydutluğu ve istikrarsızlık faaliyetlerine maruz kalmasına tabii ki seyirci olamaz. Her ne kadar son dönemde -sayın hatibin belirttiği gibi- deniz haydutluğu olaylarının Doğu Afrika’dan Batı Afrika sahillerine, bilhassa Gine Körfezi’ne kaydığı görülmekteyse de maalesef bahse konu bölgede yani Aden bölgesinde hâlen deniz ticaretine yönelik tehdit de sürmektedir. Bu çerçevede, Türkiye deniz haydutluğuyla mücadele alanındaki uluslararası çabaları başından beri desteklemiş, Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği ve Uluslararası Denizcilik Örgütü bünyesindeki çalışmalara etkin şekilde katılmıştır. Ülkemiz, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1851 sayılı Kararı çerçevesinde deniz haydutluğuyla etkin mücadele amacıyla oluşturulan emanet fonuna da katkı sağlamaktadır.

Malumunuz olduğu üzere, yüce Meclisimiz, ilk olarak 10 Şubat 2009 tarihinde kabul ettiği 934 sayılı Hükûmet tezkeresiyle Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde deniz ticaretine yönelik tehditle mücadeleye ülkemizin aktif olarak katılmasını onaylamıştı. Bu çerçevede Türkiye, birçok harekâtlara ve kuvvet oluşumlarına katıldı, zaman zaman bazılarına da komuta etti.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuştuğumuz bölge, uluslararası deniz taşımacılığı bakımından son derece stratejik, dünya ticaretinin önemli bir bölümü bu güzergâh kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Bu itibarla bölgedeki deniz haydutluğu ve silahlı soygun sorununun yarattığı olumsuz etkiler bağlamında bazı rakamları paylaşmak isterim, az önce hatibin de sorusu oldu. Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Aden Körfezi, Arap Denizi ve mücavir bölgelerden yıllık 20 binin üzerinde ticaret gemisi geçiyor. Bazı istatistiki verilere göre anılan bölgeden küresel ticaret faaliyetinin yüzde 20’si geçiş yapıyor. Bu da birkaç trilyon dolarlık meblağa tekabül ediyor. Bölgede deniz haydutluğu faaliyetlerinin senelik 20 milyar dolar civarında bir ticaret kaybına yol açtığı biliniyor. Dünya petrol ihracatının da dörtte 1’i yani 300 milyar dolar civarı keza bu bölgeden geçiş yapıyor.

Ülkemiz ekonomisi de gelişmeye devam etmekte, bununla bağlantılı biçimde dış ticaret hacmimiz de hızla artmaktadır. Doğal olarak bu bölgeden geçen Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı gemi sayısı da giderek artmaktadır. Anılan güzergâh, daha yoğun bir şekilde ticaret gemilerimiz tarafından kullanılmaktadır. Bahse konu bölgelerden yılda bin civarında gemimiz geçiş yapmaktadır.

Tabii ki tezkerenin birinci amacı Türk Bayraklı ve bağlantılı gemilerin korunması, ikinci amacı dünya ticaretine ve bölgesel istikrara katkıda bulunmaktır. Bu amaçla Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığımız deniz haydutluğu saldırılarından kaçınmak veya gerçekleşmeleri hâlinde bunları imkânlar ölçüsünde püskürtmek amacıyla Uluslararası Denizcilik Örgütü bünyesinde hazırlanan uygulama kurallarını Türkçeye çevirmiş ve Türk denizcilik sektörünün yararına sunmuştur.

Sayın milletvekilleri, malumunuz, bölgedeki deniz haydutluğu ve silahlı soygunla mücadele faaliyetlerinin uluslararası meşruiyeti Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına dayanmaktadır. Buna ilaveten, Somali Cumhuriyeti’nin 13 Ocak 2009 tarihli kararı, Türk gemilerine Somali ana karası açıklarındaki tüm sularda -kara suları dâhil olmak üzere- deniz haydutluğu, silahlı soygun olaylarına karşı fark gözetmeksizin müdahalede bulunma yetkisi vermektedir. Somali Cumhuriyeti tarafından söz konusu yetki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin her yıl kabul ettiği uzatma kararlarıyla yenilenmektedir ve ilave bir işleme gerek yoktur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; belirttiğim ihtiyaçlar ve esasen Türkiye'nin hiçbir global ve bölgesel inisiyatifin dışında kalmaması anlayışıyla AK PARTİ Grubu olarak bu tezkereye olumlu oy vereceğimizi belirtmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi bu vesileyle dış politika konusunda yapılan bazı eleştirilere değinmeden geçemeyeceğim çünkü ben diplomasiden geliyorum, seçilmeden önce de Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak bu konulara bakıyordum.

Şimdi, Yemen konusu bu tezkerenin ilgilendiği bölgeyi de ilgilendiriyor dolayısıyla ona cevap vermem lazım. Türkiye'nin Yemen’deki politikası da söylemi de ilkelidir, tutarlıdır, değişen koşullara göre tabii ki söylem değişmektedir; bu, ilkesizlikten değildir, tarafların uygulamalarıyla alakalıdır. Sorunun başında İran destekli milislerin meşru hükûmeti devirme ve azınlığın çoğunluğa tahakkümünü kurma gayretlerine karşı tabii ki eleştiri getirilmiştir ve koalisyona destek beyanında bulunulmuştur. Ancak ne zaman ki koalisyonun askerî faaliyetleri aşırı güç kullanımına yönelmiş, insani trajedi katlanılamaz hâle gelmiş, o zaman da koalisyon eleştirilmiştir, ilkeli olan da budur.

Suriye konusu şu anda Türkiye'nin ve dünyanın en karmaşık dış politika konusu ama ben şunu söyleyebilirim: Türkiye bu aşamada ne yaptığını bilmektedir. Aksi takdirde, bugün Afrin’de, Fırat Kalkanı bölgesinde, İdlib’de iki süper güce rağmen nasıl bulunurdu?

Ben yine, Bakan Yardımcısı sıfatıyla El Bab’a kadar gittim, bazı harekât bölgelerini gördüm, o zaman daha Afrin Harekâtı yapılmamıştı. Hem Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesindeki operasyonun isabetini hem de Afrin’e harekât yapılması gerekliliğini bizzat yerinde, yakından gördüm. Bu bakımdan yüce Meclisin, milletvekillerimizin bu konuda müsterih olmasını dilerim.

Suriye konusu çok karmaşık. Buna rağmen, askerimiz, diplomatımız gayet maharetli ve fedakâr bir şekilde çalışıyor. Bu örnek bir çalışmadır. Dünyada herkes de bunu takdir etmektedir. Sayın milletvekillerinin de aynı tutumda olmasını dilerim.

Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler…

Sayın Fikret Şahin, buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

40.- Balıkesir Milletvekili Fikret Şahin’in, Balıkesir Adliyesindeki yangın söndürme sisteminden karbondioksit gazının deşarjı sonrasında yaşanan zehirlenme olayından sorumlu olanların tespit edilerek gerekli işlemlerin yapılmasını talep ettiklerine ilişkin açıklaması

FİKRET ŞAHİN (Balıkesir) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Dün Balıkesir Adliyesinde yangın söndürme sisteminden karbondioksit gazının ani deşarjı sonrasında toplam 67 vatandaşımız zehirlenme nedeniyle hastanelere başvurmuştur. Hastaların çoğu ayakta tedavi görmüş olup 21 vatandaşımız yatırılarak tedavi altına alınmıştır. Sağlık durumu ağır olan 3 vatandaşımızın tedavisine hâlen yoğun bakımda devam edilmektedir. Tedavileri devam eden vatandaşlarımıza acil şifalar diliyor, Adliye çalışanlarına ve vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Bu faciadan sorumlu olanların tespit edilip gerekli işlemlerin yapılmasını talep ve takip ettiğimizi Balıkesirli hemşehrilerime belirtmek istiyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Süleyman Bey, buyurun.

41.- Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül’ün, su taşkınlarının çiftçinin kaderi mi olduğunu, Büyük Menderes Nehri’nin dip temizliğinin ne zaman biteceğini, Aydın’ın afet bölgesi ilan edilip edilmeyeceğini ve çiftçilerin mağduriyetinin önlenmesi için çalışma yapılıp yapılmadığını Tarım ve Orman Bakanından öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Aydın’ın Nazilli, Yenipazar, Efeler, Koçarlı, İncirliova, Germencik ve Söke ilçelerinde aşırı yağış nedeniyle Büyük Menderes Nehri taşmış, binlerce dönüm tarım arazisi sular altında kalmış ve Aydın çiftçisi büyük zarara uğramıştır.

Sayın Tarım Bakanına sormak istiyorum: Taşkınlar çiftçinin kaderi midir? Büyük Menderes Nehri’nin dip temizliği çalışmaları ne zaman bitecek ve taşkınlardan tarım arazileri en az zarara uğrayacaktır? Aydın, afet bölgesi ilan edilecek midir? Yağış nedeniyle oluşan afetten dolayı tarım arazileri su altında kalan çiftçilerimizin banka kredileri ve sulama birliklerine olan borçları uzun vadeyle ertelenip faizleri silinecek midir? Bu afet nedeniyle Aydınlı çiftçilerimizin mağduriyetinin önlenmesi için bir çalışmanız var mıdır?

Teşekkür ederim.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

1.- Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının; bölgede seyreden Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere, Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/2/2013, 16/1/2014, 3/2/2015, 9/2/2016, 8/2/2017 ve 10/2/2018 tarihli 956, 984, 1008, 1031, 1054, 1082, 1107, 1136 ve 1179 sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin 10/2/2019 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına, ayrıca denizde terörizmle mücadele harekâtlarına katkı sağlanabilmesi maksadıyla unsurlarımızın bölge ülkeleri karasuları dışında (2442 [2018] sayılı BMGK Kararı gereğince Somali karasuları dahil olacak şekilde) denizde terörizmle mücadele görevi için yetkilendirilmeleri ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/537) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, şahsı adına ilk konuşmacı olarak Ankara Milletvekili Sayın Murat Emir Bey’e söz veriyorum.

Buyurun Sayın Emir. (CHP sıralarından alkışlar)

MURAT EMİR (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Silahlı Kuvvetlerin Aden Körfezi ve civarında görevinin bir yıl daha uzatılmasıyla ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum ve Silahlı Kuvvetlerin orada da, dünyanın başka yerlerinde de barışa ve güvenliğe hizmet etmesi noktasında bizim parti olarak da olumlu oy kullanacağımızı ifade etmek isterim.

Değerli arkadaşlar, bu vesileyle, özellikle Suriye politikası üzerine çeşitli değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak isterim. Türkiye dış politikası özellikle 2010’lu yıllara kadar yani sizin iktidarınızın ilk yıllarında dahi kararlı, dengeli, olabildiği kadar gerçekçi, hedeflerini belirlemiş, dışarıdaki gelişmeleri Türkiye'nin olabildiği kadar az zararına dönüştürmek noktasında ölçülü bir dış politikaydı. Oysa 2010 yılından sonra, o yıllardan sonra, özellikle Sayın Davutoğlu döneminde -tabii, Davutoğlu’yla beraber Erdoğan dış politikası da demek lazım buna- stratejik derinlik değil de stratejik sığlık anlayışıyla aslında Türkiye, hayalci, maceracı, mezhepçi ve sonuçlarında Türkiye'nin sonuna kadar zarara uğrayacağı bir dış politikaya savruldu maalesef. Buna dengeli bir dış politika demek olanaksızdı. Anımsayacaksınız “kardeşim Esad”dan “düşmanım, katil Esed”e doğru giden, Suriye dış politikasını “Esad gitsin.”e indirgeyen, “Esad gitsin.”e sıkıştıran ve orada kendine yakın, kendi ideolojik duruşuna yakın bir ihvancı iktidar kurma, kurabilme hayallerine kapılan bir anlayıştı ve bunun ötesinde, anımsayacaksınız, o sıralar Orta Doğu’nun ve bölgenin ağabeyi bizdik, bize sorulmadan hiçbir şey olamazdı, bütün dengeleri biz belirlerdik, oyun kurucu biz olurduk. Oysa bunun nasıl bir macera olduğu, Türkiye'nin bu durumda nasıl ağır bedeller ödeyeceği, dış politikasında… Bakın, şu anda bir sürü dış operasyonlar yapmamız gerekiyor, bedeller ödüyoruz, Mehmetçik’in kanıyla ödüyoruz, bir de ülkemizde 4 milyon civarında Suriyeli sığınmacıyla baş etmek zorundayız. Dolayısıyla bu politikaların yanlışlığı ortaya çıktı, zaten siz de fark ettiniz, içinizden bazı konuşmacılar, hatipler bu politikanın gözden geçirilmesi gerektiğini söylerken aslında, Davutoğlu tu kaka edildi ama o politikaların asıl mimarının Erdoğan olduğu nedense kamuoyunun gözünden gizlenmeye çalışılıyor.

Değerli arkadaşlar, gelinen noktada, Suriye politikasında bize iki ana görev kalmıştır yani oyun kuruculuktan, orada iktidar değiştirmekten, Esed’i göndermekten bize iki temel görev kalmıştır. Bunlardan birincisi: Bu süreçte sürekli desteklediğimiz, dünyanın dört bir yanından gelip bizim sınırlarımızdan Suriye topraklarına girmesine katkı verdiğimiz cihatçı milislerin, silahlı teröristlerin İdlib’de artık biz hamisi durumundayız maalesef ve İdlib’in temizlenmesi görevi bize verilmiştir. Astana süreciyle ve Soçi Anlaşması’yla maalesef bize düşen, büyük oranda bizim üzerimizden Suriye’ye giden cihatçıların tekrar süpürülmesi görevidir, orada tutulması görevidir ve eğer biz burada bu görevi yapamaz isek büyük bir mülteci akınıyla ve oradaki 70 bin-80 bin olduğu iddia edilen cihatçı terörist grupların çok korkarız ki ülkemize sızmasına kadar varabilecek bedeller ödeme riskiyle maalesef karşı karşıyayız.

Değerli arkadaşlar, bize düşen ikinci görev de IŞİD’le mücadeledir. Anımsayacaksınız, Trump bir gece aniden “Suriye’den çekiliyoruz.” dedikten sonra hemen atlanmıştır, “Evet, çekiliyorsanız çekilin, IŞİD’le biz mücadele ederiz.” denmiştir. Ama bakın, konuşmamın ilk bölümünü anımsayın, sizin IŞİD’e ne zaman “terörist” dediğinizi anımsıyor musunuz? Türkiye’de herkes “IŞİD terörist” derken siz onlara “öfkeli çocuklar” diyordunuz. IŞİD’in Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti tarafından ve hatta Hükûmet içerisindeki bazı karanlık odaklar tarafından nasıl korunduğunu, nasıl kollandığını sadece 10 Ekim Ankara Garı katliamı davasına, dosyasına bir baksanız anlarsınız. Orada Yunus Emre Alagöz’ün ve yanındakilerin nasıl korunduğu, nasıl Suriye’ye girip çıktığı, nasıl oradaki cihatçı örgütlerden eğitim aldığı, nasıl Türkiye’deki istihbaratın görmezden geldiği ve nasıl oradaki bombalamanın gerçekleştiği ve sonraki o karanlık elin o bombalamayı gizlemek için nasıl çalıştığını görseniz, bilseniz aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin o zamanki IŞİD’le o karanlık ilişkisini de anlamış olacaksınız. Bakın, o kadardı ki o sırada tüm dünya, hepimiz biliyorken bu patlamayı IŞİD’in yaptığını “IŞİD yaptı.” bile diyememiştiniz, “Bu bir kokteyl terör eylemidir.” demiştiniz çünkü o günlerde size IŞİD çok güzel görünüyordu, “öfkeli çocuklar”dı. Ama gelinen noktada artık IŞİD’i temizleme görevi de sizin üzerinizde. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Suriye politikası yanlış başladı, yanlış yürütüldü ve bugün de artık çökmüş bir politikadır. Ve bu çökmüş politikayı düzeltebilmek için de Mehmetçik’le operasyon yapmak zorunda kalıyorsunuz, güvenli bölge kurulsun diye uğraşmak zorunda kalıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, bakın, ekonomi öylesine bir zor duruma geldi ki, Türkiye’deki hukuk devleti öylesine zedelendi ki “Brunson bırakılsın.” dendiği anda hafif bir diklenme oldu ama sonuçta Amerika alacağını aldı. Peki, siz ne aldınız? Biz o krizi niye yaşadık? Hani Atilla gelecekti, nerede Atilla? Hani siz hukuk devletiydiniz, kimse size parmak sallayamazdı? Bakın, yetinmedi. “Biz sizi ekonomik olarak mahvederiz.” dedi, niye gık çıkmadı? Sizden çıkan şu: “Biz açlığa da dayanabiliriz.” Yani aç kalacağımızın farkındasınız, “Direnebiliriz.” diyemiyorsunuz Amerika’ya ama diyorsunuz ki: “Biz açlıkla da mücadele edebiliriz, açlığa alışkınız.” Yani on yedi yıllık iktidarınızın sonunda getirdiğiniz nokta insanlarımızın açlığa alışmalarıdır.

Şimdi, geliyorum tekrar o meseleye, o “tweet”ten sonra bakın Graham geldi, en üst düzeyde karşılandı. Aynı gün Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, MİT Başkanı ve Sayın Cumhurbaşkanıyla görüştü. Ne görüşülüyor? Oradaki güvenli bölge görüşülüyor. Bakın, güvenli bölge aslında bizim açımızdan son derece riskler içeren bir durumdur. Çünkü bu bize Çekiç Güç’ü anımsatmaktadır. Oradaki güvenli bölgeyi kurmak isteyen Amerika’nın hedefi, YPG-PYD’yi güvenli bir alanda tutabilmektir. Oysa bizim hedefimiz, YPG-PYD’yi orada, en azından ağır silahları noktasında bertaraf edebilmektir. Dolayısıyla oradaki görev de son derece riskli ve tehlikelidir ve son derece dikkatli olunması gerekir.

Şimdi, asıl yapılması gereken, ilk yapılması gerekendi yani Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duymaktı. Oysa biz komşudaki yangına körükle gittik, benzinle gittik. Bakın, Esed kendi ülkesi içerisinde katliamlar yapmış olabilir ama onunla Amerika görüşüyor, Rusya görüşüyor, İran görüşüyor, Suudi Arabistan görüşüyor, Katar görüşüyor ama siz görüşmüyorsunuz. Neden? Çünkü öyle bir angajmana girdiniz ki “Esed gitsin, ne olursa olsun.”a indiniz ama bugün de artık anladınız ki bu politika son derece yanlış, dönmek lazım bir şekilde, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duymak lazım; onu öyle Astana sürecinde 1’inci maddeye yazmakla olmuyor, fiilen buna saygı duymak lazım. Bunun için de oradaki yeni anayasa yapımına katkı vermek lazım. Türkiye’nin geleceği Suriye’nin toprak bütünlüğündedir, orada barış olmasındadır, orada Türk’ün, Kürt’ün, Arap’ın, bütün etnik yapıların kendi içerisinde barış içinde yaşayacağı bir oluşumun kurulmasındadır ve Türkiye’nin buna katkı vermesi gerekir ama bunu yapmak yerine hâlâ yanlış yerlerde dolaşıyoruz. Ama fark edilmiş olacağını umuyorum ki kendisi, Sayın Cumhurbaşkanı “Canım, zaten liderlere bakacak değil ya istihbarat örgütleri, onlar kendi aralarında görüşüyorlar.” şeklinde bir açıklama yaptı. Olmaz Sayın Cumhurbaşkanı, olmaz. Yani burada siyasi iktidar var ve yapılması gereken, siyasi iktidarın, Cumhurbaşkanının başta olmak üzere sorumluluğu ele almasıdır ve Suriye’deki barış için, Suriye’nin toprak bütünlüğü için ve artı, ülkemizdeki hem Suriye’den gelebilecek o terör tehdidinin önlenmesi hem de Türkiye’deki sığınmacıların bir an evvel insani koşullarda Suriye’ye gönderilmesinin yolunun açılması gerekir. Bunun için artık o siyasi angajmanlardan, o söylemlerden vazgeçmek gerekiyor, bu ilk anda zor gelebilir.

Bir şeyi daha söylemek isterim, değerli arkadaşlarım, sürem biterken. Şimdi, bakınız, millî dış politika, kemikli dış politika, omurgalı dış politika ancak ve ancak millî bir savunma politikasıyla olabilir. Ama sizin millî bir savunma politikası yürütme olanağınız yok. Tank Palet Fabrikası gibi bir göz bebeğini dahi Katarlılara peşkeş çekecek kadar gözü dönmüş, gözü parayla dönmüş bir siyasi iktidarsınız, ne yerlisiniz ne de millîsiniz. Ayrıca da Katar’la öylesine bir iş birliği içerisindesiniz ki bakın…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın Sayın Milletvekili.

MURAT EMİR (Devamla) - …Kıbrıs’ın güneyinde yapılan o doğal gaz aramalarına, Katar’la birlikte yapılan doğal gaz aramalarına ses çıkaracak kadar dahi gücünüz yok. Sizin bu Katar’a bağlılığınız, sessizliğiniz nereden geliyor? Siz hangi cüretle Tank Palet Fabrikasını Katar’a peşkeş çekiyorsunuz; hangi cüretle, hangi bedeller karşılığında -yeşil dolarlar karşılığında mı?- bütün millî politikalarımızda Katar’a boyun eğiyorsunuz? Bunu da sormak isterim.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bostancı.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

42.- Ankara Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Ankara Milletvekili Murat Emir’in (3/537) esas numaralı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Ankara) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

AK PARTİ’nin yürüttüğü dış politika her merhalesiyle bu milletin çıkarları istikametinde bir politikadır, arkasındaki akıl, arkasındaki asli saik budur. Murat Bey’in konuşmalarını dinlediğimizde sanki Suriye’yi karıştıran AK PARTİ ve onun Suriye’ye yönelik yaklaşımlarıymış gibi bir izlenim doğuyor. Esasen Murat Bey’in kendisi de bilecek ve takdir edecektir ki Suriye’de yaşanan iç karışıklıklar Orta Doğu coğrafyasındaki Arap Baharı dediğimiz hadiseler sonrasında sadece Suriye değil, Irak, Mısır, Tunus, bütün o ülkeleri etkileyen bir küresel hayaletin neticesinde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Suriye’deki olay, kendi iç dinamikleri kadar, küresel aktörlerin elinin, vesayetinin, girişimlerinin, entrikalarının ve hesaplarının olduğu gelişmelerin ürünüdür. Burada en son değerlendirilecek ülke Türkiye’dir. Takdir edersiniz ki Türkiye’ye yönelik eleştiri getirmezden önce, asli unsurları, orada olup bitenlerin asli faillerini iki kelimeyle de olsa eleştirmek hakkaniyet gereğidir diye düşünüyorum.

Bir başka husus: Hiç kimse DEAŞ’lı teröristler için “öfkeli çocuklar” demedi. Buna ilişkin bir propaganda var. Bu konuda, sözü söylediği söylenen kişi, mahkeme açmış olduğunu ifade etmiştir. Bu da kamuoyu tarafından bilinmektedir.

Bir başka husus: DEAŞ’lı teröristlerin kimlerin hamiliği altında Suriye’de iş çevirdiğini dünya âlem biliyor. Rakka’da bunları kimler çıkarttı, hangi aracılar kullanıldı, İngiliz gazeteleri bunları nasıl yazdı, burada o küresel güçlerin elleri hangi araçları kullanıyor, emin olun…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Ankara) – “Suriye olaylarına ilişkin, buradan Türkiye’nin iç politikasına ne çıkartabiliriz?” aklından önce gerçekten de Suriye’nin kendi içine, kendi dinamiklerine ve buradaki küresel hayata ilişkin bir analiz daha doğru, daha hakkaniyetli ve Suriye birliğini sağlayacaksa bunun da arkasını tahkim edecek bir yaklaşım olur diyorum.

Teşekkür ediyorum.

MURAT EMİR (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Emir.

43.- Ankara Milletvekili Murat Emir’in, Ankara Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ve Suriye’deki yangını AKP’nin çıkartmadığına ama Emevi Camisi’nde namaz kılma hayali kuranın AKP olduğuna ilişkin açıklaması

MURAT EMİR (Ankara) – Sayın Başkanım, sayın grup başkan vekili benim yanlış bir ifadede bulunduğumu, aslında kimsenin “öfkeli gençler” demediğini ve o kişinin de mahkeme açıp bu davayı kazandığını ifade etti. Ancak ben şimdi internete kısaca baktığımda da YouTube’da görüntüleri olan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun “IŞİD’e katılanlar öfkeli gençlerdir.” dediği sözü vardır, “öfkeli çocuklar” sözü vardır, YouTube’da da vardır, internette de vardır, her yerde vardır. Hiçbir mahkeme böylesine tarihî bir hatayı temizleyemez elbette. Bu, sadece Sayın Davutoğlu’nun bir yanlışı da kabul edilemez. O politika bütünüyle çökmüş bir politikadır. Elbette Suriye’deki o yangını Türkiye veya AKP çıkartmamıştır. Ama yangına körükle giden de AKP’dir. Emevi Camisi’nde namaz kılma hayali kuran da AKP’dir. Maceracı politikasının bugün bedellerini ödemek zorunda kalıyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bostancı.

44.- Ankara Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Ankara Milletvekili Murat Emir’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Ankara) – DEAŞ’ın bir terör örgütü olarak ilan edilmesi sırasında Sayın Ahmet Davutoğlu yönetici makamlarda bulunuyordu, dolayısıyla DEAŞ’a bakışı bellidir. YouTube’da…

MURAT EMİR (Ankara) – Değişti, tamamen değişti.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Ankara) – Hayır, hiçbir şekilde değişmiş değildir. DEAŞ meselesinde de bu terör örgütünün asli hamilerini görmeye davet ediyorum arkadaşları.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Grup Başkan Vekili.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Kayıtlara geçmesi açısından söylüyorum efendim.

Sayın grup başkan vekiline hatırlatmak isterim. “Arap Baharı’yla başlayan bir sürecin devamıdır Suriye olayı.” dedi. Gerçekten şimdi videolardan falan, “tweet”lerden falan bahsediyoruz ya, AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Arap Baharı döneminde bütün televizyonlarda konuşması aynen şöyledir: “Ben bu konuda görevlendirildim. Ben bu projenin eş başkanıyım.” demiştir. Hem o projenin eş başkanı olacaksınız hem Suriye’den sorumlu olmayacaksınız; hem o politikanın eş başkanlığını devam ettireceksiniz hem dökülen kandan sorumlu olmayacaksınız; hem o politikada binlerce Müslüman katledilecek, siz eş başkan olarak bundan sorumlu olmayan bir Cumhurbaşkanı olarak İslam dünyasında masum ve mağdur olacaksınız. Bu, mümkün değildir. Sizin tam bunun ortasında eş başkanlığınızla birlikte iki eliniz Müslüman kanlarının içindedir. Bunu Türkiye de İslam dünyası da unutmayacak.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Ankara) – Aslında böyle bir usul çerçevesinde söz almak istemezdim. Ancak bizim, Sayın Cumhurbaşkanımızın Orta Doğu’ya yönelik yaklaşımı bütün Orta Doğu halklarının, ülkelerinin huzuru, selameti ve refahı istikametinde bir politikadır.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Hangisinde refah var, hangisinde huzur kaldı?

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Orta Doğu’da huzur mu var efendim?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Ankara) - Burada, Orta Doğu’nun huzurunu bozan terör örgütleridir ve onlara karşı da mücadele konusunda ne yaptığımız bellidir. Bizim yaklaşımlarımız tarihen kayıtlıdır, geleceğe kayıtlıdır.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, ben, bir sadece not olsun diye söylüyorum.

Tövbe kapısında zabıt tutan melek isyan etti artık, “Bunların tövbelerini yazacak yer kalmadı, Ya Rabb’i, beni bu görevden al.” diyor. Tövbe kapısındaki meleği bile bu kadar çok kendinize isyan ettirdiniz. Her yaptığınızı inkâr ettiniz, her yaptığınızı inkâr ettiniz, her yaptığınızı inkâr ettiniz, geldiğiniz noktada inkâr kapısında Allah’a yalvarmaktan başka hiçbir şansınız kalmadı.

Teşekkür ederim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

1.- Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının; bölgede seyreden Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere, Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/2/2013, 16/1/2014, 3/2/2015, 9/2/2016, 8/2/2017 ve 10/2/2018 tarihli 956, 984, 1008, 1031, 1054, 1082, 1107, 1136 ve 1179 sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin 10/2/2019 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına, ayrıca denizde terörizmle mücadele harekâtlarına katkı sağlanabilmesi maksadıyla unsurlarımızın bölge ülkeleri karasuları dışında (2442 [2018] sayılı BMGK Kararı gereğince Somali karasuları dahil olacak şekilde) denizde terörizmle mücadele görevi için yetkilendirilmeleri ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/537) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, tezkereyi oylarınıza sunacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

B) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin (2/439) esas numaralı 19/10/2015 tarih ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi (İhlas Finans Mağdurlarının Alacaklarının İadesi) Hakkında Kanun Teklifi'nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/18)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/439) esas numaralı 19/10/2015 tarih ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi (İhlas Finans Mağdurlarının Alacaklarının İadesi) Hakkında Kanun Teklifi’min İç Tüzük'ün 37'nci maddesi uyarınca doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ve talep ederim.

Saygılarımla.

                                                                          Mehmet Akif Hamzaçebi

                                                                                          İstanbul

BAŞKAN – Teklif sahibi olarak İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi’ye söz veriyorum.

Süreniz beş dakikadır.

Buyurun Sayın Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Özel İhlas Finans Kurumuna para yatırıp da yatırdığı paraları on sekiz yıldır geri alamayan vatandaşlarımızın mağduriyetini gidermeyi amaçlayan bu teklifin tam on dört yıllık bir geçmişi var. On dört yıl önce, 2005 yılında Bankacılık Kanunu Tasarısı Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken sabaha karşı Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri olarak vermiş olduğumuz bir önergeyle İhlas Finans Kurumunun tasfiyesinin de, TMSF’ye devredilmiş olan bankaların tasfiyesinde olduğu gibi, TMSF tarafından yürütülmesini önerdik; önergemiz o tarihte Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi, daha sonra Genel Kurulda bu önerge AK PARTİ Grubunun çoğunluk oylarıyla tasarı metninden çıkarıldı. İhlas Finans Kurumu 2001 krizi sürecinde tasfiye sürecine girdi. 2001 krizinde, hatırlayacaksınız, cumhuriyet tarihimizin çok ağır bir ekonomik krizini yaşadık, ülke olarak bu krizin etkilerini hissettik, yaşadık; bu krizde bankacılık sektörü çok ağır bir hasar aldı. Bu hasar çerçevesinde, hazine 22 milyar doları kamu bankalarına, 27 milyar doları da batmaları nedeniyle TMSF’ye devredilen bankalara olmak üzere toplam 47 milyar dolarlık bir kaynağı bankacılık sektörüne aktardı. TMSF’ye devredilen bankalara aktarılmış olan 27 milyar dolarlık kaynakla TMSF bu bankalara para yatırmış olan vatandaşlarımızın mevduatlarını ödedi; öte yandan, TMSF bu ödemeyi yaparken bu bankaların tasfiye sürecini de başlattı ve bankaların hâkim hissedarlarının yani banka sahiplerinin mal varlıklarına gitmek suretiyle bunları paraya çevirerek alacağını tahsil etme yoluna gitti, böyle bir süreci yaşadık. 2001 kriz sürecinde batan sadece 21 özel banka değildi; sadece bankalar değil, özel finans kurumları da bu krizden paylarını aldılar. Özel İhlas Finans Kurumu da, BDDK tarafından yayınlanan Şubat 2001 tarihli bir kararla faaliyeti durdurularak, tasfiye sürecine sokuldu. İşte, 2001 yılından bu yana özel İhlas Finans Kurumuna para yatırıp da paralarını hâlâ alamamış olan vatandaşlarımızın bu paralarını almalarını sağlamak için bu kanun teklifini huzurunuza getirmiş bulunuyoruz. Bu teklif kabul edilirse özel İhlas Finans Kurumu da tıpkı TMSF’ye devredilen bankalar gibi TMSF tarafından tasfiyeye tabi tutulacak ve alacağını alamamış olan mevduat sahiplerinin paraları kendilerine ödenecek ve bu nedenle hazinenin uğramış olduğu kayıp ve zarar da İhlas Finans Kurumunun sahiplerinin mal varlığına gidilmek suretiyle kendilerinden tahsil edilecektir.

Sayın milletvekilleri, bu çok acılı bir hikâyedir. Özel İhlas Finans Kurumuna para yatırıp da paralarını alamamış olan vatandaşlarımızın hayat öykülerini, yaşadıkları acıları, sıkıntıları dinliyorsunuz, yakın çevrenizden eminim bunları dinlemişsinizdir, dinleyen arkadaşlar vardır, gazetelerde bunların haberlerini her gün okuyorsunuz. Ben yıllardır bu vatandaşlarınızdan yakınma alan, şikâyet alan, mektup alan, mail alan bir milletvekiliyim. 2014 yılında bana mail atmış olan birkaç vatandaşımızı dün aradım, kendileriyle konuştum.

Bakın, Denizli’nin Çal ilçesinde yaşayan Halime Poslu ablamız, 71 yaşında, “Kanser oldum evladım. Bu paramı alamadım, eşimin Almanya’da biriktirdiği paraydı, yatırdık, bu parayı alamadım, kanser oldum. Evladım var, onu evlendirerek ölmek istiyorum.” diyor. “Hiç mi sana ödeme yapmadılar?” dedim. “Üçlü koalisyon döneminde bana 376 dolar ödendi, o tarihten bu yana bana ödeme yapılmadı. Bir devir temlik sözleşmesi imzalatmak istediler, bunu da imzalamadım. İmzalayanlar paralarını alamadılar çünkü.” dedi bana.

İzmir’de bir vatandaşımızla konuştum; babası ölmüş, İhlas Finansa yatıran baba ölmüş, çocuk, evlat İzmir’de yaşıyor. “Yatırdığımız paraların karşılığında bize 7 tane devre mülk verdiler. Etrafıma danıştım, yatırdığımız para 100, 200, 300, 400, 500 bin lira civarında bir paraydı.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Milletvekili.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – “‘Ne yapayım? Alayım mı, almayayım mı?’ ‘Al. Bunu alamazsan, hiçbir şey alamazsın bir daha.’ dediler. Aldık, 8 tane devre mülk verdiler bana 500 bin liramın karşılığında. Bunları satmak istiyorum. 50 bin lira veren olsa satacağım, satamıyorum. Devre mülkün de her sene 2 bin lira, 3 bin lira aidatı var, bunu ödemekte zorlanıyorum.” dedi. Bu hikâyeleri çoğaltabiliriz. Acılı aileler dertlerine çözüm bekliyor.

Özel İhlas Finans Kurumuna para yatıran vatandaşlarımızın para yatırma nedeni nedir? Bildiğim bir konuyu, cevabını bildiğim bir soruyu bu vatandaşlarımıza sordum. “Biz faiz haramdır diye yatırdık bu parayı. İnancımız gereği yatırdık. Bankaya yatırmadık, banka faiz veriyor. Biz şimdi inancımızın cezasını mı çekiyoruz?” dediler.

Değerli milletvekilleri, bu vatandaşlarımız İslam’ı bir hayat biçimi olarak yaşıyorlar, onu sadece ibadetlerle sınırlı tutmuyorlar. “İslam, kulun her amelini, hayatın her alanını kapsar; biz de hayatımızı buna göre tanzim ediyoruz.” diyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Milletvekili.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

“İslam, hayatın her alanını, kulun her amelini kapsar; biz de bu anlayışla yaşamımızı tanzim ettik ve paralarımızı faiz haram olduğu için özel İhlas Finans Kurumuna yatırdık.” diyorlar. Paralarını TMSF bankalarına yatıranlar, yani faiz veren bankalara yatıranlar paralarını aldılar ama faiz haramdır düşüncesiyle inancı gereği parasını özel İhlas Finans Kurumuna yatırmış olanlar alamadılar. Yazıktır, günahtır.

Değerli milletvekilleri, 2005 yılında, kanun teklifimize konu olan husus önergeyle Bankacılık Kanunu’na Plan ve Bütçe Komisyonunda eklenmişti, Genel Kurulda AK PARTİ çoğunluğu tarafından o madde Bankacılık Kanunu Tasarısı’ndan çıkarıldı ve kanun öyle yasalaştı.

Sizden rica ediyorum, 2005’teki gibi aleyhte değil lehte oy kullanın.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Vekilim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

“Gündemin Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmına geçiyoruz.

Alınan karar gereğince, ALS, SMA, DMD, MS hastalıkları ve kesin tedavisi bilinmeyen diğer hastalıkların tedavi ve bakımlarında karşılaşılan zorluklar ile bu hastalıklara sahip kişiler ve yakınlarının yaşadıkları sorunların ve çözümlerinin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap ve 28 milletvekilinin (10/184), Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap ve 24 milletvekilinin (10/185), Kayseri Milletvekili Çetin Arık ve 32 milletvekilinin (10/281), Denizli Milletvekili Yasin Öztürk ve 20 milletvekilinin (10/403), Gaziantep Milletvekili Ali Muhittin Taşdoğan ve 19 milletvekilinin (10/585), Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan ve 19 milletvekilinin (10/604), İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 21 milletvekilinin (10/734), MHP Grubu adına Grup Başkan Vekili Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın (10/914), Ankara Milletvekili Arife Polat Düzgün ve 23 milletvekilinin (10/915), Samsun Milletvekili Ahmet Demircan ve 34 milletvekilinin (10/917), Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel ve 19 milletvekilinin (10/920), Denizli Milletvekili Yasin Öztürk ve 20 milletvekilinin (10/921) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin birlikte yapılacak görüşmelerine başlıyoruz.

VIII.- MECLİS ARAŞTIRMASI (x)

A) Ön Görüşmeler

1.- Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap ve 28 milletvekilinin, ALS hastalarının sorunlarının tüm yönleriyle araştırılarak bunların çözümü için yapılacakların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/184)

2.- Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap ve 24 milletvekilinin, SMA hastalarının sorunlarının tüm yönleriyle araştırılarak bunların çözümü için yapılacakların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/185)

3.- Kayseri Milletvekili Çetin Arık ve 32 milletvekilinin, SMA hastalığından muzdarip vatandaşlar ve ailelerinin sorunlarının incelenerek bu sorunların çözümü için izlenecek yolların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/281)

4.- Denizli Milletvekili Yasin Öztürk ve 20 milletvekilinin, SMA hastalarının sorunlarının tüm yönleriyle incelenerek bunların çözümü için yapılacakların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/403)

5.- Gaziantep Milletvekili Ali Muhittin Taşdoğan ve 19 milletvekilinin, DMD olarak bilinen Duchenne Musküler Distrofi hastalarının yaşadıkları sorunların incelenerek bu sorunların çözümü için yapılması gerekenlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/585)

6.- Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan ve 19 milletvekilinin, DMD olarak bilinen Duchenne Musküler Distrofi hastası çocukların yaşadıkları sorunların incelenerek bu sorunların çözümü için yapılması gerekenlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/604)

7.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 21 milletvekilinin, ALS hastalarının sorunlarının tüm yönleriyle araştırılarak bunların çözümü için yapılacakların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/734)

8.- MHP Grubu adına Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, SMA hastalarının sorunlarının tüm yönleriyle incelenerek bunların çözümü için yapılacakların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/914)

9.- Ankara Milletvekili Arife Polat Düzgün ve 23 milletvekilinin, ALS olarak bilinen amyotrofik lateral skleroz ile kesin tedavisi bilinmeyen diğer hastalıklarda uygulanan tedavi ve bakım yöntemlerinin incelenerek bu hastalıklara sahip kişilerin yaşadıkları sorunların çözümü için yapılması gerekenlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/915)

10.- Samsun Milletvekili Ahmet Demircan ve 34 milletvekilinin, ALS, SMA ve MS hastalıkları ile kesin tedavisi bilinmeyen diğer hastalıklarda uygulanan tedavi ve bakım yöntemlerinin incelenerek bu hastalıklara sahip kişiler ve yakınlarının yaşadıkları sorunların çözümü için yapılması gerekenlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/917)

11.- Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel ve 19 milletvekilinin, SMA ve ALS hastalarının ilaç ve tedaviye erişimde yaşadıkları sorunların araştırılarak yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/920)

12.- Denizli Milletvekili Yasin Öztürk ve 20 milletvekilinin, SMA ve ALS hastalarının yaşadıkları sorunların araştırılarak ülkemizde bu hastalıklarla mücadele edilmesi için alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/921)

BAŞKAN - İç Tüzük'ümüze göre Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunda sırasıyla siyasi parti gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri gruplar için yirmişer dakika, önerge sahipleri için onar dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: İYİ PARTİ Grubu adına Isparta Milletvekili Aylin Cesur, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Batman Milletvekili Necdet İpekyüz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Çetin Arık, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Ahmet Demircan.

Şimdi, İYİ PARTİ Grubu adına Isparta Milletvekili Sayın Aylin Cesur’a söz veriyorum.

Buyurun Sayın Cesur. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYLİN CESUR (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bugün burada ALS yani amiyotrofik lateral skleroz veya motor nöron hastalığı diye bilinen ALS hastalığı ve SMA yani spinal müsküler atrofi hastalığıyla ilgili araştırma komisyonu kurulmasını görüşüyoruz. Ben de İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Konuya geçmeden önce, dün Dünya Kanser Günü’ydü. Bu hastalıkla mücadele eden tüm vatandaşlarımıza ve dünyadaki tüm kanserli insanlara, bireylere, hepsine acil şifa ve yardım diliyorum.

Aynı zamanda, birkaç gün evvel Çanakkale’de kaybolan ve daha sonra maalesef cesetleri bulunun 3 genç kardeşimiz var, evladımız var. Onlara Allah’tan rahmet diliyorum.

Aynı zamanda, hepimizi çok üzen, Antalya’daki sel felaketinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza ve ailelerine taziyelerimi iletiyorum. Acımız büyük. Yaralanan vatandaşlara acil şifa diliyorum. Orada yaşayan Antalyalı hemşehrilerimizin çok büyük kaybı var. Bir an önce bunların telafisi için bireyler olarak hepimizin ama devletimizin bu işe bir an önce el atmasını diliyorum. Yüce Allah’tan hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza rahmet diliyorum.

Evet, bana verilen süre zarfında bu hastalıklar ve neden bir araştırma komisyonu kurulmalı düşüncesindeyiz, bu konudaki fikirlerimizi anlatmaya çalışacağım.

ALS, beyin sapı ve omurilik gibi bölgelerde “motor sinir hücreleri” adı verilen hücrelerin kaybıyla oluşan önemli bir hastalık. Hastalığın görülme sıklığı yüz binde 1, Türkiye’de her yıl 1.500 civarında hastaya ALS tanısı konuyor. Ülkemizde 10 bine yakın ALS hastası olduğu tahmin ediliyor. “Tahmin ediliyor.” dedim çünkü Türkiye’de kaç tane ALS hastası var, bunu tam olarak bilmiyoruz çünkü ALS hastalığıyla ilgili maalesef epidemiyolojik doğru dürüst bir çalışma yok.

Şimdi, ALS hastalarının çoğu -çoğu derken bu yüzde 90’ı buluyor- beş-yedi yıl içerisinde maalesef hayatlarını kaybediyor. Aslında bunun böyle olduğunu belirtmemin nedeni, hani hastalığın ne kadar önemli ve ciddi bir tablo olduğunun Genel Kurul tarafından anlaşılması. Geriye kalanı yani yüzde 10’u, on beş-yirmi yıl yaşayanlar var. Aralarında, dünyada aslında en uzun rekor elli yılla Stephen Hawking. Yani bu yüzde 10’u çok zor şartlar altında yaşıyor, evde yoğun bakım ortamı oluşturmak gerekiyor. Tıbbi cihaz, kesintisiz güç kaynağı, bakım sorunları, havalı yatak vesaire birçok bakım için gerekli malzemelerin temin edilmesi gereken bir hastalık.

Şimdi, ALS hastalarının bir başka özelliği de belirli bir kişilik profiline sahip bu hastalar. Nedir bu? Bu hastalar genellikle mesleğinde yükselmiş, zeki, duygusal, başarılı kişiler ve yaratıcı insanlar. Şimdi, ilerleyici olan kas güçsüzlüğü sonunda hastayı hareketsiz duruma getirmesine karşın, hastalığın son günlerine kadar hastaların zihinsel ve entelektüel yetenekleri de korunuyor. Bu nedenle, hastalarla ilgili iletişim hastalar için çok çok önem taşıyor.

Bunları neden sayıyorum, bunu da söyleyeceğim. Şimdi, ülkemizdeki bu durumdaki hastaların iletişim kurması için gerekli yardımcı donanımlar head mouse, eyegaze, eye tracker gibi bilgisayar sistemi, yazılımı, donanımı, kısacası yüksek teknolojik cihazlar ya yok ya da bunlara ulaşırsanız çok yüksek ücretlerde ve SGK kapsamı dışında. Şimdi, aslında ülkemizde henüz bir ALS kliniği, bir bakım kliniği, eğitim merkezi, hepsini birden içeren kapsamlı bir merkez de yok. Bu nörodejeneratif hastalıkla ilgili olarak ilk ve tek araştırma merkezi Nörodejenerasyon Araştırma Laboratuvarı Suna ve İnan Kıraç Vakfı tarafından Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde kuruldu.

Şimdi, 2005’te Suna ve İnan Kıraç Vakfı tarafından bu bünyede kurulan ve ayakta olan bu dernek prestijli Kıraç bağışıyla referans laboratuvarı olma yolunda hızla ilerliyor. Aslında vakfın da el attığı her şey gibi eminim yıldız ve övünülecek bir nitelik kazanacaktır ancak devletin de kapsamlı merkezler konusuna el atması gerekiyor çünkü hâlen Sosyal Güvenlik Kurumu mevzuatı dışı bu durum ve hastalığın gidişatı sırasında oluşabilecek komplikasyonları önleyecek destek cihazları, pozisyonlandırma cihazı, akülü tekerlekli sandalye, yatak lifti gibi gereçler hâlen SGK kapsamı dışında. Ayrıca, bilinci yerinde kronik hastaların bakımıyla ilgili bir mevzuat da henüz yok. Hastalığın teşhisi süresince MRI cihazı kullanılmakta, elektromiyogramla kas örnekleri ve kan örnekleri alınarak incelenmekte. Henüz bilinen kesin tedavisi yok belki ancak hastaların yaşam kalitesini sağlamak ve hayatta kalma sürelerini uzatmak bu imkânların sağlanmasıyla ve uygun tedavi yöntemlerinin hastaya ulaştırılmasıyla mümkün.

Şimdi, Türkiye'de Kas Hastalıkları Araştırma Derneği 1978’de Sayın Doktor Özdemir öncülüğünde kuruluyor, 1992’de kamu yararına çalışan dernekler statüsüne alınıyor ve 2004’teki Bakanlar Kurulu kararıyla izin almadan yardım toplayan kuruluşlar arasında sayılıyor.

Şimdi, ALS hastaları ve yakınları tarafından 2001 yılında Trabzonspor’lu futbolcu ve ALS hastası Sayın İsmail Gökçek Başkanlığında ALS-MNH Derneği kurulmuş, sadece ALS hastaları üzerine yoğunlaşmış bir dernek bu. Bunu niye söyledim? Ulusal bir gazetede 2016 yılında futbolcu Sayın İsmail Gökçek, ALS hastaları ve yakınlarıyla bir söyleşi yapılıyor ve acil ihtiyaçları orada sıralanıyor; buna göre, göz bilgisayarı 10 bin lira, hasta karyolası 3-4 bin lira, pozisyon veren havalı yatak 1.500 lira, hasta kaldırma lifti 5 bin lira, akülü tekerlekli sandalye 7 bin lira, kesintisiz güç kaynağı 1.500 lira -bunlar 2016 rakamları- 30 bin lira civarında tutuyor. Yani hastaya gerekli olan çok maliyetli cihazlar var.

Hemen, sizlere -geçen yıl- Malatya’da yaşayan bir ALS hastası kadın vatandaşımızın dramını hatırlatmak istiyorum, yüreklerimizi burktu. Üç yıldır ALS hastalığıyla mücadele eden 39 yaşındaki Saray Yılmaz’ın hikâyesi bu. Burada resmini görüyorsunuz kızı Yağmur’la beraber. Eşi tarafından terk edilmişti ve iki çocuğuyla hayata tutunabilmek için devletten yardım istedi. Annesinin bakımıyla ilgili olarak bu nedenle okula gidemeyen Yağmur da hepimizin içini sızlattı. 1.219 lira ile 1.305 lira arasında gerçekleşen evde bakım aylığıyla ALS, SMA ve MS hastalarına ve hasta yakınlarının dertlerine derman olamazsınız. Yetmez, neye yeter ki bu para? Açlık sınırında olacak ve tedavi için de gerekli şartları sağlayacak; nasıl olacak, nasıl sağlayacak? İmkânsız. Eğer devletseniz, sizler devleti yönetiyorsanız, evet, bunu karşılamak zorundasınız. Hani, devlet “Zaten öleceksiniz, ölün gitsin.” diyemez, devleti yönetenlerin, bu konunun sorumlularının böyle bir hakkı yok. O nedenle, bunları düzenlemek lazım.

Sadece bunlar mı? Engellilerin de bugünlerde aldığı yardımlara bakacak olursak daha da kötü. Yüzde 40 ila 60 engeli olanlara 482 lira, yüzde 70 ve üzeri engeli olanlara da 723 lira -2019 rakamları bunlar- yardım veriliyor.

Şimdi, ALS hastalarının kişisel ve ailesel mücadelesi yirmi dört saat evde bakım üzerinde yoğunlaşıyor. Hastalıkla mücadelenin yanı sıra, bürokratik engeller nedeniyle de hastalar zamanında gerekli yardımı ve zorunlu yaşamsal tıbbi malzemeyi temin edemedikleri için sosyal dramlar yaşıyorlar ve hayatlarını kaybediyorlar. Bu hastaların tıbbi, sosyal, toplumsal gereksinimleri en öncelikli konu ve Türkiye'de sağlıklı bir ALS veri tabanımız bile hâlâ mevcut değil. İşte, bir an önce acil ihtiyaçlarını karşılayıp sonra da bir veri tabanı oluşturmakla işe başlamak gerekiyor.

Nedir bu tıbbi gereksinimler? Pozisyonlandırma özellikli akülü tekerlekli sandalyeler, bunu alım ve bununla beraber bunu kullanacak bakıcı gerekmektedir. Bunu alamayan ALS hastalarının fizik tedavi, rehabilitasyon ihtiyaçları var, onlar karşılanamıyor. Bu sebeple bu tekerlekli sandalyeler ALS hastaları için vazgeçilmez. SGK’nin ALS hastalarına dönük yaptığı akülü sandalye yapımı da yetersiz. Solunum cihazı, her hastaya bir PAP cihazı… O kadar çok cihaz var ki bunları önümüzdeki günlerde, inşallah, kurulacak olan komisyonda uzun uzun tartışırız, vaktim yeterli değil. Sonuç olarak şuraya geleceğim: Açıkladığım zorunlu tıbbi cihaz ve sarf malzemelerinin hastalığın ilerleyen seyriyle birlikte ihtiyaç duyuldukça SGK kapsamında acilen sağlanabilmesi için yasal düzenlemeleri yapmak gerekiyor.

Şimdi, bakımevlerinde olanlar var, evinde olmayanlar var, kimsesizler var. Bunların da bulundukları yerde bakımlarını sağlamak gerekiyor.

Yine, bu ailelerin çocuklarının ve ailelerin psikolojik anlamda yardıma ve desteğe çok ihtiyacı var. Devlet olarak bunların tamamını bizim karşılamamız lazım.

Ve ailenin toplam geliri içindeki harcama payları azalmakta; dershane, sosyal hayata katılma gibi gereksinimleri parasal açıdan yeterli karşılanamamakta.

ALS hastalarının bilişsel ve zihinsel işlevleri ölene kadar devam ediyor demiştim. O hâlde, bunlarla iletişim kurmak için bilgisayarlı iletişim sistemlerinin hastalara kazandırılması lazım. Basit bir bilgisayar programı bile bir dizüstü bilgisayarla bu iletişimi sağlayabiliyor, ancak Türkiye’de, maalesef, bu sistemler gerçekten çok pahalı. Verilen yardımlarla, mevcut yasal düzenlemeyle yapılan yardımlarla bu mümkün değil.

Yani sorun sadece ailesel değil, toplumsal boyutta. Mevcut SGK mevzuatında ailede kişi başına düşen gelir dikkate alınmıyor, buna da bakılması gerekiyor. Evde hasta bakan hasta bakıcı fiyatları ve yoğun bakım koşullarını oluşturmak için… Bütün bunların tamamını dikkate alarak yeni yasal düzenleme yapmak gerekiyor ve sosyal devlet anlayışıyla ALS hastalarının yaşam kalitesinin artırılması için bu sorunların bir an önce aşılması gerekiyor.

İkinci hastalık, SMA; dünyada ve ülkemizde pek çok çocuğun hayatını kaybetmesine neden olan, halk arasında “gevşek bebek sendromu” diye bilinen ve biz doktorların “spinal müsküler atrofi” dediğimiz, çocukların hayatını kaybetmesine yol açan, sinir hücrelerini etkileyen genetik bir hastalık bu da. Belirtiler çocukluk döneminde çıkıyor ve ölümcül sonuçlar doğuruyor. Dünyada onkolojiden sonra en önemli yer tutan 2’nci hastalık grubunda ve tedavisi en zor hastalıkların başında geliyor. Sağlık Bakanlığı istatistikleri paylaşmıyor ama Türkiye’de aşağı yukarı 3 bine yakın SMA hastası çocuk olduğu biliniyor. Bu hastalık otozomal resesif geçişli. Bu ne demek? Taşıyıcı olan anne ile baba evlendiğinde, doğan bebeklerin bu hastalığa yakalanmış olma olasılığı dörtte 1 demek. Anne ve baba şanslı değilken, taşıyıcıyken, bebeklerin dörtte 1’i maalesef bu hastalıkla boğuşuyor. Taşıyıcılık oranı kırkta 1 ve bu da her 10 bin doğumda 1 hastalıklı, SMA hastası çocuk doğuyor demek. Önlemek için çiftlere preimplantasyon genetik tarama testleri yapılabiliyor.

Yine, motor sinir hücrelerinin bir mutasyonu nedeniyle “survival of motor neuron” dediğimiz proteini yeterli miktarda üretmemesi sonucu ortaya çıkan bu hastalık uzun yıllar tüm dünyada bebek ölümlerine yol açan genetik hastalıkların en başında geldi. Devletimiz, bu hastalığın tiplerinden sadece SMA Tip 1’i sosyal güvence altına alarak ücretsiz tedavi etmekte. Ayrıca, ölümcül SMA Tip 1’li küçük çocuklarımız, devletimizin kendi belirlediği ağır sağlık kriterleri yüzünden ilaçlarını alamadıkları için erkenden hayatını kaybediyorlar. Hastalığın tüm tiplerinde de ilaçlar maalesef geri ödeme listesine alınmadı, hâlen alınmadı.

Türkiye'de 2017 yılında SMA Tip 1’in ilacı SGK kapsamına alınmıştı. 1 Şubatta Resmî Gazete’de yayınlanan ve kısa adı “SUT” olan kararla Sağlık Uygulama Tebliği’nde yapılan değişiklikle, solunum desteği alan SMA hastaları geri ödeme kapsamı dışında tutuldu. Asıl sorun bu işte. Bu gelişme, Tip 2 ve Tip 3 hastasına umut olurken 400 civarındaki Tip 2 ve Tip 3 hastasının 400’ünden 200’ünü kapsıyor, geri kalan kapsam dışındaki hastalar için ise büyük bir felaket ve hayal kırıklığı. Yani solunum desteği alan SMA hastalarının da kullandıkları ilaçların geri ödeme kapsamına alınması şart. SMA hastalarını kendi içinde ayırmak Anayasa’ya aykırı olduğu gibi insani ve vicdani boyutta da kabul edilemez bir durum. Değerli vekil arkadaşlarım, yoksulluk ve israfta çağ atladık. Buna karşın, SMA hastalarına yapılacak ilaç yardımında bile kısıtlamaya gidilmesini, ben buradan Türk milletinin, yüce milletimizin vicdanlarına ve takdirine bırakıyorum.

Sayın Cumhurbaşkanımız 29 Ocakta AK PARTİ Genel Merkezinde “SMA ilaç bedelinin geri ödenmesiyle ilgili sorunu çözüyoruz, çözdük. Hastalığın diğer tiplerini de geri ödeme planına dâhil ettik.” dedi. Ancak 29 Ocaktan iki gün sonra yani 1 Şubatta Resmî Gazete’de yayımlanan kararı az önce açıkladım. Sayın Cumhurbaşkanının söylediği, Resmî Gazete’de yayımlanan kararla kapsam dışı bırakıldı, onun sözü de yerine getirilmemiş oldu.

Şimdi, içimizi yakan bazı örnekler vermek istiyorum, belki konunun birazcık daha yüreklere yer etmesi bakımından: 14 Ocakta SMA Tip 1 hastası beş aylık Nehir Maral Samsun’daki hastanede yaşamını yitirdi. Evladımızın resmini burada hepinize gösteriyorum. Yonca-Recep Maral çifti değeri yaklaşık 400 bin lira olan ilacın Sağlık Bakanlığının girişimiyle Amerika’dan sipariş edildiğini belirterek, kısa bir süre içinde Türkiye’ye gelen ilaç -Nehir özel bir hastanede olduğu için- hastane yetkililerine verilmedi diye feryat etti. “Devlet bizi üçüncü basamak yoğun bakımı olan bir özel hastaneye kendisi nakletti ama ‘İlacı devlet hastanesinde alacaksınız.’ diyerek ilacı vermedi ve evladımızı kaybettik.” dediler. Devlet hastanesinde de sıraya girmişler, on gün kadar yer beklemişler ama yer bulunamamış ve bu evladımızı kaybettik. Tabii, bu süre zarfında Nehir’in durumu kötüleşti.

Buradan soruyorum: Şimdi, ne yapıldı bu konuda? Üzüldük, ağladık, çok üzüldük hep beraber, evet ama devlet ağlama mercisi değildir; ağlayan insanların, sorunu olanların sorunlarına derman olma, çare bulma müessesesidir. Bunu yapmazsanız o zaman o koltuklarda işiniz yok demektir.

Lüleburgaz’da yaşayan SMA hastası 11 yaşındaki Arda Tahsin Acen -işte evladımız- 22 Ocakta Çorlu’da kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. (Uğultular)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, burası kıraathaneye döndü ya.

BAŞKAN – Bir dakika, Sayın Milletvekili…

AYLİN CESUR (Devamla) – Ben burada bu kadar acı bir olayı konuşurken iktidar partisinin koltuklarından kahkahalar atılmasını son derece esefle kınıyorum.

BAŞKAN – Sayın Milletvekili…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ya, nasıl böyle bir şey olabiliyor? Üstelik, sizin Başkanlığınızda böyle bir şeye nasıl müsaade edersiniz Sayın Başkan?

BAŞKAN – Sayın Milletvekili…

AYLİN CESUR (Devamla) – Bu evladın annesine, ailesine, vatandaşlarımıza, yüce milletimize, hepimize büyük bir hakarettir. Hepinizi saygıya davet ediyorum, saygıya davet ediyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Evet, bir çocuğun ölümünden bahsederken orada kahkaha atmak en hafif tabirle ayıptır, günahtır, yazıktır!

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, bir dakika, müsaade eder misiniz.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bir çocuğun ölümünden bahsediliyor burada ve orada gülüyorsunuz siz; yazıklar olsun, gerçekten yazıklar olsun!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, önemli bir konu görüşülüyor.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Siz anne değil misiniz?

BAŞKAN – Dolayısıyla hatibi dinlemekte fayda var, milletimiz bizi takip ediyor. Konuşmaları dışarıda yaparsanız daha yararlı olur.

Buyurun Sayın Vekil.

AYLİN CESUR (Devamla) – Sayın milletvekilleri, heyecanımızı bağışlayınız ama ben, burada, bu evladın resmini gösterirken dizlerim titriyor, ben bu çocuğun annesi değilim ama dizlerim titriyor, o kadar üzülüyorum ki. Böyle bir evladınız olsaydı… Çok şükür ki yok inşallah hiçbirinizin ama, bir günün, bir saatin bile önemli olduğu bir konuda lütfen burada biraz olsun bu acılı ailelere karşı saygılı olalım.

Arda’nın babası Tahsin Acen’in sözleri yürekleri dağladı ve oğlunun ilaçlarını temin edemedikleri için vefat ettiğini belirten acılı baba “Oğlum, kullanması gereken ilacı temin edemediğimiz için hayatını kaybetti. İlacı temin edebilseydik belki de oğlum biraz daha yaşayacaktı ve 20 Aralık 2018 günü Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde oğlumun ilaçlarını talep ettik, istedik, hâlen haber yok.” dedi ve isyan etti o günlerde ve çocuklarımızı biz toprağa verdik. Toprağa verdik, onlar toprak oldular ve Tip 2 ve Tip 3 hastalarının ilaçları geri ödeme listesine daha yeni alındı. Şimdi, bu kapsama alınmayanları kaybetmemek için bu konuyu bütün milletimizin ve sizlerin vicdanına sunuyorum. Geriye gözü yaşlı anne-babalar kaldı, başıma gelirse diye hasta evladına bakarken dua eden ve umutla buraya, Meclise çevrilen, korkulu, kocaman gözlerinin bizler üzerindeki acısı kaldı, üzüntüsü kaldı.

SMA ve ALS hastalıklarındaki çaresizlik, tıbbi, sosyal, ekonomik sorunların büyüklüğü, ilaçlara ve tedavilere olan ihtiyaçlar, devletin ilgililerince yapılan farklı ve net olmayan açıklamalar, doğru bilgiye ulaşamama ve fertlerin, ailelerin tek başlarına çözemeyeceği sorunlar bugün, burada, biz milletvekillerine tarihî bir sorumluluk yüklemektedir.

Bu nedenle, SMA ve ALS hastalıklarıyla ülkemizde mücadele yollarının araştırılması ve gerekli düzenlemelerin yapılmasını sağlamak amacıyla Anayasa’mızın 98’inci ve Meclis İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını İYİ PARTİ olarak istiyoruz.

Bir önemli konu da tüm partilerin aynı istekle çıkmış olmasını, ben bugün burada sevinçle karşılıyorum. Geçenlerde iktidar partisi milletvekilleriyle bir seyahat etme imkânı buldum. Orada kendileriyle olan şahsi görüşmelerimizde dedim ki: Bari sosyal konularda, hiç değilse hepimizi ilgilendiren, vatandaşlarımızı ilgilendiren vicdani konularda ne olur ayrıştırmayın. Gelin, milletimiz siyasetten, siyasetçiden, yüce Meclisten umudunu kesmesin. Gelin, beraber, bazı şeylerde hiç değilse, sağlık konularında bari, birtakım konularda birleşelim. Ellerinizi direkt ret diye kaldırmayınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYLİN CESUR (Devamla) – Süre rica edebilir miyim Sayın Başkan?

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Cesur.

AYLİN CESUR (Devamla) – Ve gelin, memleketin problemleri neyse sizler teklif edin, bizler el kaldıralım, bizler onaylayım ama yeter ki bizden derman bekleyen vatandaşların problemlerine hep beraber çözüm bulalım. Bugün burada hep beraber aynı önergeyle milletin karşısında olmaktan dolayı duyduğum mutluluğu ifade etmek istiyorum.

Sözlerime son vermeden, AK PARTİ Hükûmetinin 2003 yılında, Sayın Recep Akdağ’ın Sağlık Bakanı olduğu dönemde Sağlıkta Dönüşüm Programı başlattığını, hatta Hükûmetin, AK PARTİ iktidarının “Dünyanın örnek aldığı bir sağlık devrimi yaptık.“ diye övündüğü bu programla sektörü bir bütün olarak ele alıp tüm sorunları tek tek çözmeye kararlı olduklarını hatırlatmak istiyorum. Program için demişlerdi ki: “Yaygın, erişimi kolay, güler yüzlü sağlık sistemi.” Söylem ve slogan güzeldi, hatta biraz daha ileri gideyim, hedefleri de iyiydi diyelim, çok iyi niyetle başladılar, yola çıktılar diyelim ama maalesef başarılı olamadılar, sonuçlar işe yaramadı, bugün onu görüyoruz, sağlığın her kesiminde görüyoruz, her kişisinde görüyoruz. Güler yüzlü sağlık sistemi ne oldu biliyor musunuz? Asık yüzlü, ruh sağlığı bozuk insanlarla dolu bir memleket hâlinde.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYLİN CESUR (Devamla) – Son sözüm, çok kısa…

BAŞKAN – Toparlayın Sayın Milletvekili.

AYLİN CESUR (Devamla) - Sağlık ve sosyal güvenlik, Türkiye'de yani bu ülkede -bu ülke bizim- temel sorun olmayı sürdürdü. Köklü çözümleri buradan ve komisyonlardan önerirken şimdi burada özlemle beklediğimiz bir bütüncül yaklaşımda olduğu gibi dış sesleri, sizlerden başka sesleri dinlemeye, en önemli konu olan sağlıkta ilgili temel ve yeni doğru çözüm odaklı yaklaşımlara ayrışmış siyaset anlayışıyla değil de, partizanca değil de sağduyulu yaklaşmaya yetkilileri davet ediyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan’da.

Buyurun Sayın Aycan. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA SEFER AYCAN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hakikaten gelinen nokta sevindirici. Milletimizin sorunlarından birisi konusunda tüm partilerin önerge verdiğini, aynı konuyu önemsediğini görüyoruz, bu, milletimiz adına sevindirici bir durum. Biz de bu konularla ilgili, ALS, SMA, DMD, MS gibi hastalıklarla ilgili farklı zamanlarda, farklı hastalıklarla ilgili grubumuz olarak da üç önerge vermiştik ve bu önergelerin gündeme alınmasını, araştırma komisyonları kurulmasını istemiştik. Bugün, bu komisyonun kurulacağını umuyorum çünkü tüm partilerin ortak görüşü var. İnşallah bu komisyon kurulacak ve bu konuları araştıracak. Ayrıca, sadece komisyon kurulması dışında, özellikle SGK’ye, bu konularda destek olması, tedavi ve giderlerinin karşılanması konusunda da önergelerimiz veya başvurularımız olmuştu, bunlarda da bir miktar gelişme oluyor ama yeterli görünmeyebilir hatta bu hastalar, bu hastaların yakınları, dernekleri Genel Başkanımız tarafından kabul edildi, Genel Başkanımız da bu konuya destek verip bunun gündeme alınmasını istemişti. Bugün bu noktaya gelmiş olmayı, dediğim gibi çok olumlu bir durum olarak görüyorum.

Evet, bu hastalıklar zor hastalıklar. Tabii ki bu hastalıkları çok tıbbi detaylara girmeden konuşmak lazım. Burada sizi tıbbi terminolojiyle boğmamak ve uzatmamak istiyorum ama genel anlamda yapılması gereken konular üzerinde biraz duracağım, yoksa araştırma komisyonu kurulacak ve eminim ki araştırma komisyonunda bütün hastaların, hasta yakınlarının sorunları ele alınacaktır.

Bu hastalıklar zor hastalıklar, hakikaten ölümcül hastalıklar. Tedavisi çoğu zaman imkânsız durumda, nedene yönelik tedavi çoğu zaman yapamıyoruz. Daha çok, destek tedavileri yapıyoruz. Pahalı bir hastalık, hem hasta için yük hem de hasta aileleri için çok ciddi bir yük. Tabii, burada da devletimizin mutlaka devreye girmesi lazım. Herhangi bir kişinin bu hastalıkların tedavisini tek başına karşılaması, hakikaten, bütçe imkânlarıyla elvermeyecek bir durum. Devletin mutlaka devreye girmesi, sosyal devlet olarak bunlara sahip çıkması, ailelere destek olması gerekiyor.

Örneğin “ALS” olarak söz edilen hastalık seyrek görülüyor aslında, 100 binde 1 görülüyor ama hızlı da seyredebiliyor, daha erken de başlayabiliyor. Genellikle 50 yaşlarında başlayabiliyor ama bazen de hızlı seyrediyor. Tabii ki bu hastalığın tedavisi, bakımı da çok zor. Doğru düzgün bir tedavisi de yok. Nedeni de çok bilinmediği için hastalığın tedavisinde de sıkıntılar yaşanıyor ve bu hastalara, özellikle tedavide yaşadığımız veya bakımında yaşadığımız sıkıntılar sonrasında ciddi bir yük getiriyor. Net olarak biliyoruz ki nedene yönelik tedavisi yok. Daha çok, fizik tedavi ve destek tedavileri yapılması lazım.

ALS hastalığının yüzde 10’u aileseldir yani genetik geçiş gösteriyor. Burada tabii ki genetik geçiş gösteren hastalıklarla ilgili alınması gereken önlem özellikle evlilik öncesinde genetik tarama yapılmasıdır. Bu konuya tekrar döneceğim. Bunu çok sistematik hâle getirmemiz ve yerleştirmemiz lazım.

Onun dışında “otoimmün hastalık” diye de biliniyor. Kastedilen şu değerli milletvekilleri: Vücudun kendi kendine reaksiyon göstermesidir “otoimmün hastalık” dediğimiz hastalıklar. Niye durup dururken vücut kendi kendine reaksiyon gösterir, kendi hücresine reaksiyon gösterir; burayı önemsiyorum. Durup dururken olmuyor aslında; bugünkü bilgilerimizle bilmiyoruz ama altta yatan bir enfeksiyon ya da bir kimyasal etken yani çevresel faktör vardır. Bunu da çok önemsiyorum. Yani bir otoimmün hastalık ortaya çıkıyorsa bu, durup dururken olmaz. İşte buradan çevresel faktörlerle ilgili kısma geçiyorum.

Şimdi, hastalığın oluşumunda çevresel faktörler suçlanıyor. Dün 4 Şubat Dünya Kanser Günü’ydü, bununla da ilişkilendirmek istiyorum. Aslında tüm kanserlerin ve bu tür zor hastalıkların temelinde çevresel faktörler var. Bu çevresel faktörler konusuna önem vermek lazım. Hastalıkların yüzde 90’ı aslında çevresel faktörlerden kaynaklıdır. Onun için, çevre sağlığı, çevreyi korumak, çevrenin insan sağlığına zarar vermesini önleyici tedbirler almak bence her şeyden daha önemlidir. Bence Sağlık Bakanlığının da esas işi hastalıklardan koruma olması lazım. Görüldüğü gibi, birçok hastalığı oluştuktan sonra tedavi de edemiyoruz ya da tedavisi son derece pahalı veya asla geriye dönmeyen, hatta tedavinin başarılı olmaması nedeniyle ölümle sonuçlanan hastalıklardır. Onun için ne yapıp edip aslında hastalıkların oluşmasını önlememiz lazım. Çevre sağlığına önem verirsek, çevredeki hastalıklara sebep olan faktörleri kontrol edebilirsek, hastalıkları teorik de olsa azaltabiliriz ama yoksa, bu hastalıklar artarak devam edecek, daha daha yeni hastalıklar ortaya çıkacak, bilmediğimiz hastalıklar ortaya çıkacak ve bunun sonrasında da aslında geleceğimiz de tehlikeye girecek.

Aslında çevre sağlığı sorunları, insanın kendi kendisine oluşturduğu, doğaya verdiği zararların sonucudur. Aslında dinimiz de bunu emrediyor “Hastalık oluşmadan önce sağlığın kıymetini bilin.” diyor. Fakat bu, nedense, gereken önem verilmeyen, üzerinde durulmayan bir konudur. Aynı şekilde, kanserlerin de temelinde çevresel faktörler vardır fakat çevresel faktörlere her gün yeni bir faktör ekliyoruz, her gün yeni bir kimyasal ortaya çıkıyor. Çevreyi kirletiyoruz, çevreye atıklarımızı atıyoruz ve bunlarla havayı kirletiyoruz, suyu kirletiyoruz. İçtiğimiz suyu, soluduğumuz havayı, yediklerimizi kirletiyoruz, ondan sonra da hastalıklar oluşuyor. Niye hastalıklar oluşuyor? Niye kanser oluşuyor? Hep bu nedenlerden dolayı oluşuyor.

Mesela, bilinen en önemli çevresel faktör sigara içmek. Mecliste de sigara içiyoruz. Milletvekillerinin dokunulmazlığı mı vardır, bilmiyorum ama Mecliste milletvekilleri her ortamda sigara içiyor ve bu aslında kötü de bir örnek oluşturuyor yani Meclise gelen değerli vatandaşlarımız milletvekillerini sigara içerken görüyor. Bu da tabii ki son derece yanlış bir davranış ama sigara bilinen en önemli kanserojen maddedir.

Kurşun, cıva gibi metaller, hava kirliliği, özellikle hidroelektrik santraller -tabii ki daha az zararlı gözüküyor ama- termik santraller, bunların bacaları, buradan çıkan dumanlar, buradan çıkan asılı katı maddecikler, radon gibi maddeler hepsi birer aslında kanserojen maddedir, hem solunum yolu hastalıkları hem de çevre kirliliği açısından diğer hastalıklara sebep olmaktadır.

Elektromanyetik alan yine suçlanan bir konudur. Elektromanyetik alan her yerde var, her yerde elektromanyetik alanın etkisi altındayız. Tabii, akut bir kanserojen değil, ama uzun vadede elektromanyetik alanın altında kalmak kanser sebebi olmakta veya birçok hastalığa da sebep oluşturmaktadır.

Diğer bir önemli hastalık spinal müsküler atrofi “SMA” diye bilinen hastalık. Bu da çok zor bir hastalık. Omuriliği tutuyor, omurilikteki kaslara hareket yaptıran sinirleri tutuyor. Bu sinirlerde protein yapısının oluşmasındaki eksiklikten kaynaklanan bir hastalıktır ve buna bağlı olarak da sinir hücrelerinin iletimi bozuluyor ve buna bağlı olarak da kaslar uyarılmadığı için kaslarda zayıflık oluşuyor ve buna bağlı sorunlar ortaya çıkıyor. Solunum sorunları oluyor, hareket sorunları oluyor, zaten kendi kendine oturamayan bir duruma geliyor, özellikle çocukluk döneminde görülüyor.

Genetik geçişli bir hastalık bu hastalık, direkt genetik geçişli olduğu biliniyor. Hem annenin hem babanın taşıyıcı olması ve oradan bu hastalıklı genlerin kişiye geçmesiyle oluşan bir hastalık. Oluştuğu zaman hakikaten çok ciddi sorun. Farklı tipleri var, hatta hatta o kadar hızlı gelişen, anne karnındayken gelişen tipi, SMA Tip 0 olarak gösterilen bir hastalık grubu var, hatta intrauterin dönemde çocuğun hareket etmemesi şeklinde gözüküyor ve buna bağlı olarak da ölüm olayı, doğar doğmaz ölüm gerçekleşiyor.

Şimdi, diğer tiplerinde, özellikle SMA Tip 1 denilen hastalıkta ise tedavisi için gereken ilacın karşılanması bugün konuşulan bir hastalık. Sayın Cumhurbaşkanı da bu konuya müdahil oldu ve bununla ilgili öneride bulundu, özellikle ilacın karşılanmasını istiyor, bununla ilgili de düzenleme yapılıyor inşallah, yapılacak. Pahalı bir hastalık, tedavisi zor bir hastalık ama bunun karşılanması lazım. Bu ilaç özellikle protein yapısının gelişmesine sebep oluyor. Mutlaka katkısı var, tümüyle karşılanmasını öneriyoruz.

Ben burada süreyi yirmi dakika diye baktım ama herhâlde on dakika gösteriliyor.

İnşallah, araştırma komisyonu kurulacak ve bu komisyonun çalışarak tüm bu hastaların, ailelerin sorunları mutlaka çözülecektir ya da çözümüyle ilgili bir yol haritası oluşturulacaktır diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim, saygılar sunarım. (MHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Milletvekili.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkanım...

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Batman Milletvekili...

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın hatip konuşmasında dedi ki: “Milletvekilleri Mecliste sigara içiyor, sağlığa zararlı.” Ben şahsen sigara içmiyorum, sağlığa zararlı kötü bir davranışım da yok. Bari, hiç olmazsa bu söylenenleri ifşa etseler, bir daha bunlar da bu kötü alışkanlıklardan vazgeçmiş olur.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Peki, teşekkürler Sayın Tanal.

Sayın Necdet İpekyüz’e söz veriyorum.

Buyurun Sayın İpekyüz.

HDP GRUBU ADINA NECDET İPEKYÜZ (Batman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, konuyla ilgili komisyon kurulması için çalışmalara başlıyoruz fakat gerek benden önceki arkadaşların konuşmalarında gerek bugünkü grup toplantımızda dikkat çekmek istediğimiz bir konu vardı. Bildiğiniz gibi, 27’nci Dönem milletvekilleri olarak seçildikten sonra göreve başladığımızda 2 parlamenter cezaevindeydi ve bu 2 arkadaşla ilgili o dönem herkes konuşma yaptı ve ihlal edilmesi artık vakayiadiyeye dönen Anayasa’ya göre 2 vekilin derhâl serbest bırakılması lazımdı fakat yapılmadı. Halkların Demokratik Partisinden Hakkâri’de yüzde 70’e yakın oy alan arkadaşımız Leyla Güven tutuklu kalmaya devam etti. Leyla Güven bugün 90’ıncı gününde açlık grevinde ve evinde artık yürüyecek durumda değil ve kendisi Türkiye’de toplumun barış içinde yaşaması için tecride karşı çıkmak amacıyla bu eylemi başlattığını bütün kamuoyuna duyurmuştu. Türkiye'nin barışı, demokratikleşmesi açısından fırsat olarak değerlendirilmesi gereken bu konu hep gündem dışı tutulmaya çalışıldı ve nitekim, baktığımızda, son dönemde artık herkesle ilgili bir infaz tarzında cezalar kesilmekte, yargıda kimse dinlenilmemekte. Nitekim, hâlen Diyarbakır Büyükşehir Eş Başkanı olan Gültan Kışanak’a -tekrar arkadaşlarımızın belirttiği gibi- daha önce parlamenterlik yapan Sebahat Tuncel’e on dört-on beş yıllık cezalar verildi. Artık Türkiye’de duruşmalar özellikle bir mahkeme salonundan öte bir tiyatral oyuna dönüşüyor. Niçin?

Bakın, arkadaşlar, Leyla Güven’in -her konuşmamızda dile getirdiğimizde- Haziran ayının 29’unda mahkemesi vardı. Birçok arkadaşımızla beraber mahkemeye gidildi, avukatlar katıldı -Parlamentoda bu konu gündeme getirilmiş, dokunulmazlık meselesi var, Anayasa ihlali var- ve tahliye kararı çıktı, anımsarsınız. Peşinden, cumhuriyet savcısı karara itiraz etti ve itiraz sonucu ne oldu? Tekrar, tutukluluk hâlinin devamına karar verildi. Nitekim, ocak ayının 25’ine yani iki hafta öncesine kadar Leyla arkadaşımız cezaevinde bu eylemini sürdürürken ve yaşadıklarının bütün hepsinin Türkiye’de, dünyada, artık Avrupa Parlamentosunda konuşulduğu dönemde… 25 Ocaktaki mahkemesine tekrar buradan bir grup arkadaş ve yurt dışından siyasetçiler, sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri, birçok kişi geldi ve orada mahkemenin tiyatro salonuna dönüştüğünden dolayı avukatlar dâhil hiç kimse duruşmaya girmedi ve daha insanlar yola çıkarken tahliye edildi. Bu arkadaşımız niçin o dönem bırakılmadı, niçin şu anda tahliye edildi?

Tahliye edilmesinin gerekçesi, aslında, gerek dışarıda gerek bu süreçte bu başlattığı ve birçok arkadaşın eşlik ettiği tecride karşı yapılan süreçle ilgiliydi, belki de bunu boşa çıkarmaktı. Nitekim -hiç konuşulmuyor- aynı dönemde Mehmet Öcalan İmralı’da bir görüşme yaptı ve ondan sonra bu karar alındı, belki bu iş noktalanır diye. Fakat devam etti çünkü asıl hedef, bir lütuf gibi, bir tutuklunun yakınıyla görüşmesi değil, anayasal hakkı olan avukatlarıyla süreçle ilgili görüşmesiydi. Ve nitekim ne oldu? Şu anda eylem birçok yerde devam etmekte.

Duruşmaların tiyatro salonuna dönüşmesinden, Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel’den daha sonra, arkadaşlar, şu anda birçok vekil arkadaşımızın bildiği, Kocaeli Milletvekilimiz Ömer Faruk Gergerlioğlu, ekim ayında partimizin Diyarbakır’da düzenlediği bir etkinlikte Eş Genel Başkanlarımızdan Pervin Buldan konuşma yaptığı sırada tepki göstermediği için buraya fezlekesi geliyor. Yani şimdi nasıl tepki gösterecek, ne yapacağız, bilmiyoruz. Bu nedenle –bugün grup toplantımızda da dile getirdik- bugün aslında “Artık yeter.” dediğimiz süreç için, barış, demokrasi ve adalet için bu Parlamentoda sabaha kadar -Eş Genel Başkanlarımız da burada- oturmuş olacağız. Çünkü bu yaşadığımız süreç, gerek Gültan Kışanak’ın gerek Leyla Güven’in gerek birçok parlamenter arkadaşımızın yaşadığı süreç ve yöneticilerimizin yaşadığı süreç hukuka uygun değil, tümüyle siyasi kararlardır, keyfî kararlardır.

Arkadaşlar, otoriter dönemlerde, diktatöryal dönemlerde, faşizan dönemlerde konuşma yasağı değil, eğer söz daha çok konuşulursa, dile getirilirse önümüzü açarız. Şimdi, bunu, bu gündemle ilgili, komisyonla ilgili, araştırma önergesiyle ilgili niçin gündeme getiriyorum? Bu konuyla ilgili arkadaşlarımızla beraber çalıştığımızda, biz araştırma önergesinde, özellikle tedavisi güç olan, tedavi edilmeyen hastalıklarla ilgili ne yapabiliriz diye konuştuk ve maalesef, maalesef Türkiye’de, aslında tedavisi belli olan ve birçok insanın ölümüne neden olan barış, demokrasi ve adalet konusunda bir girişim yapsak belki de birçok insanın hayatını kurtarmış olacağız ve geleceğe bir miras bırakacağız. Bakın, dernekler ne diyor biliyor musunuz? Dernekler kendi sayfalarında “Yaşamak yetmez, yaşatmak gerekir.” diyorlar. Biz Türkiye’de bu Parlamentodaysak yaşatmamız lazım, insanları barış içinde, huzur içinde yaşatmamız lazım.

Bakın, bu komisyon kurulacak. Arkadaşlar, mizah oyunlarına bazen konu oluyordu, nitekim destek vereceğiz. Süreyi uzatmak için en iyi yöntem komisyon kurmaktır. Şu anda biz komisyon kurarsak ilaç alamayıp yaşamını yitirecek olan insanlar vardır ve bu insanlar sorunlarını gündeme getirdiklerinde -2014’ten beri- birçoğunun Türkiye’de haberi yoktu bu hastalıklardan ve birçok kişi sosyal medya üzerinden, Parlamentoyu ziyaret ederek, gazeteleri televizyonları ziyaret ederek durumlarını anlattı ve biz filmlerde Oscar’a aday olan, Einstein’dan sonra en büyük ödülü alan fizikçinin yaşamını konu alan ALS hastalığını izlerken biliyoruz ama kendi yakınımızdakileri göremiyorduk. Yoksulluğun dibe çöktüğü dönemde bu insanların sadece ilaç alıp bir kısmının düzelebileceğini… Bir kısmına kolaylık sağlandı ve özellikle “S2, S3” denilen hastalıklarla ilgili ilaca hep ambargo konuldu, hiç verilmedi. Nitekim, geçen hafta konuşulmaya başlandı ama biliyor musunuz, 2017’den bugüne kadar 60’tan fazla kişi yaşamını yitirdi. Böyle bir lüksümüz yok. Eğer bunu bugün, bir gecede geçirebiliyorsak niçin daha önce geçirmedik? Şimdi, korkarım ki komisyon kurup bunu da çok uzun bir sürece yayarsak tehlikeli olabilir. Biz, Halkların Demokratik Partisi olarak bu komisyonu destekliyoruz ama komisyon dışında da acilen yapılması gerekenler konusunda komisyon hemen toplanıp yarın karar alması lazım çünkü yapmadığımız zaman bu insanlar yaşamlarını yitirecekler, hayatlarını riske atmış olacaklar.

Bu hastalıkları sadece bir ilaç gibi düşünmemek lazım. Türkiye’de olması gereken sosyal devlet anlayışıdır. Sosyal devlet anlayışı her insanın yaşamından sorumludur. Az önce hatibin belirttiği gibi, önemli olan hastalık değil, hastalıkların önlenmesidir, rehabilite edilmesidir. Biz, hastalıkların nedenlerini çözemezsek, önleyemezsek birçok problemle karşı karşıya kalabiliriz. İlaç verdiğimiz hastalar… Evet, devlet, sosyal devlet görevini yerine getirecek. Peki, bu tür ağır hastalıklarda kullanacağı araç, bineceği akülü araba, bu akünün değiştirilmesi, kullanacağı sedye, başına takacağı havalı yastık, boğazının delinmesinde kullanacağı kanüller, birçok şey masraf gerektiriyor ve bu masrafı devletin üstlenmesi lazım.

Bir diğeri, bunlar hastane şartlarında yaşamlarını sürdürememekteler çünkü tedavilerinin özellikle aile denetiminde ve aile hekimlerinde olması lazım. Bakın, bir taraftan diyoruz ki: “Bunlarla ilgili psikologların, hekimlerin, hemşirelerin, sosyal hizmet uzmanlarının görev alması lazım.” bir taraftan da hemşirelik hizmeti verdiği için, hekimlik yaptığı için işten atılanlar var, bir taraftan da daha önce burada konuştuğumuz hâlde, 4/C’yi sözde kaldırdık, 4/C nedeniyle üç aydır, dört aydır hâlâ ataması yapılmayan çalışanlar var ve insanları keyfimize göre belirtiyor, orada bırakmış oluyoruz.

Bakın, biz, sevdikleriyle birlikte bu insanların yaşaması için her türlü görevi üstlenmeliyiz. Bu hastalar nasıl yaşıyorlar, ne yapıyorlar, nelere gereksinimleri var, nasıl bir evde oturuyorlar, ev sağlık açısından uygun mudur, nasıl yer değiştiriyorlar, herhangi bir transfer anında neler yapıyorlar, bu insanlar içme suyunu nasıl alıyorlar, doğal gazı nasıl ödüyorlar, elektrik parasını nasıl ödüyorlar, kirada mı, değil mi; bunları düşünmeden, böyle, özellikle sonu da kötü biten ve her an dünyada herhangi bir değişiklikle gelişmesi olabilecek bir şeyi takip eden ailelere sadece ilaç verip sorunu çözemeyiz. Bunların tümüyle her şeyini araştırmak ve dikkat çekmemiz lazım. Sosyal devlet anlayışı budur ve nitekim başta da belirttiğim gibi yaşamak değil, yaşatmak da gerekiyor.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın Çetin Arık’a söz veriyorum.

Buyurunuz Sayın Arık. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ÇETİN ARIK (Kayseri) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

ALS, SMA ve henüz tedavisi tespit edilemeyen diğer hastaların ve yakınlarının problemlerine ilişkin sorunların çözümü için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesiyle ilgili verilen araştırma önergeleri üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Gazi Meclisimizi ve ekranları başında bizleri izleyen aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, toplumumuz bizlerden yaşam standartlarımızı yükseltecek olumlu çalışmalara imza atmamızı istiyor. Öncelikle tüm partilerin böylesi önemli konuyu gündeme getirmesi ve araştırma komisyonu kurulması konusunda hemfikir olmaları memnuniyet verici bir gelişmedir, bütün gruplara buradan ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Milletimiz sadece bu konuda değil toplumun menfaatine olan her konuda siyasetüstü davranmamızı ve toplum yararına olan her konuda birlikte hareket etmemizi bekliyor. Umarım ki milletimizin bu beklentilerine kulak verir ve bundan sonra da bu hassasiyeti gösteririz.

Sayın milletvekilleri, SMA hastalığı nedir, nedir bu SMA hastalığı? Spinal Müsküler Atrofi, hareket sinir hücrelerinden kaynaklı nöro-müsküler bir hastalık olarak tanımlanıyor. Bu hastalık gevşek bebek sendromu olarak da biliniyor. Sayın milletvekilleri, genler hücrelerin çalışabilmesi için bazı proteinler üretirler. Gen bozukluğu olduğunda bu proteinler ya hiç üretilemiyor ya da çok az üretiliyor. İşte, SMA’da ön boynuz hücrelerinin işlevi bozuluyor ve proteinler gereğinden az üretiliyor. Bunun sonucunda da vücuttaki istemli hareket eden kaslarda kuvvetsizlik ile erime meydana geliyor.

Son yıllarda ülkemizde sıklıkla görülen SMA hastalığının her 6 bin doğumda 1 olduğu görülüyor. Görülme sıklığı son yıllarda artan SMA hastalığının 4 tipi mevcut. Tip 1’de hastalığın belirtileri çocukluk yaşlarında kendini gösteriyor. Bu belirtiler içerisinde yutkunma ve solunum zorluğu, desteksiz oturamama gibi sorunlar görülüyor. Kişinin hayat kalitesini düşüren SMA Tip 1 türler içerisinde en tehlikeli olanı. Tip 2’deyse hastalar başlarını kontrol edebiliyor, oturabiliyor ancak yatma pozisyonundan oturma pozisyonuna geçemiyorlar. Tip 3’te ise hastalar ayakta duruyor, yürüyebiliyorlar. Tip 4’te ise erişkinlerde görülen bu türde kol ve bacaklarda zayıflık görülüyor. Genel olarak bu hastalar yürüyebiliyor. Hastalığın bu tipi için yaş aralığı da yoktur.

Peki, sayın milletvekilleri, belirtileri nedir bu hastalığın? Kaslarda güçsüzlük, eklem bölgelerinde gevşeklik, kol ve bacaklarda gözlenen gelişme geriliği, omurgada gerilik, nefes darlığı, azalmış derin tendon refleksi, kuvvetsizlik, yaşıtlarından geri kalma, yavaş hareket etme, sık düşme, beslenme bozuklukları, cılız ağlama gibi belirtiler sayılabilir.

Peki, bu hastalığın tedavisi var mıdır, hastalığın tedavisi nedir? Yaşam kalitesini düşüren, ölümcül sonuçlara neden olan bu hastalığın yakın zamana kadar tam bir tedavisi yok ise de ABD menşeli Spinraza adlı ilaç SMA hastaları ve aileleri için umut olmuştur ancak tek bir dozun binlerce dolar olduğu ilaca ulaşmak ve temin etmek neredeyse imkânsız hâldedir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye ve dünyada binlerce SMA hastası çocuk ölümle pençeleşiyor. Üretici şirket, ilacını farklı ülkelerde farklı fiyatla çok yüksek paralara satıyor. Yüzde 100 tedavi garantisi olmayan bu ilacın bir hasta için yıllık maliyetinin 800 bin dolar olduğu ifade ediliyor. 800 bin dolarlık ilaç olur mu sayın milletvekilleri? SMA hastası çocuklar ölürken ilaç sanayisinin kâr hırsının dizginlenememesi insanlık adına utanç vericidir. Ama unutmayalım ki insan yaşamı kutsaldır ve insan yaşamından tasarruf edilemez. Bu konuda ülkenin çocuklarını kurtarmak için her türlü fedakârlığı yapmamız gerekiyor.

Bakınız, sayın milletvekilleri, bu fotoğrafta gördüğünüz Zeynep Fatma. Alaşehir’de yaşayan, Şengül ve Yusuf Özden çiftinin iki çocuğundan biri olan Zeynep Fatma’yı tanıyor musunuz, hatırlayabildiniz mi Zeynep Fatma’yı? Hani deriz ya, erken tanı hastalıkların tedavisinde önemlidir. Zeynep Fatma’ya da kırk beş günlük iken tanısı konulmuş. Sonrasında ne olmuş? Zeynep Fatma ilacını beklerken, daha on bir aylıkken hayatını kaybetmiş. Çocuklarının Zeynep Fatma’yla aynı kaderi paylaşmaması için SMA hastalarının aileleri yıllardır feryat ediyor.

Başka bir dram, tam dört ayda SMA hastası 20 çocuk ilaç beklerken yaşamını yitirdi. Bunlar Türkiye’den sayın milletvekilleri. Ece ile Zeynep’i yaşatalım.

Yine, Fenerbahçe formasını giyen ve bu formayı üzerinden çıkarmayan, 5’inci sınıf öğrencisi, oturduğu yerde ablasıyla birlikte oyuncaklarıyla oynayabilen Umutcan’ın en büyük isteği ilacına kavuşmak. Umutcan yürümek, Fenerbahçe maçına gitmek istiyor, top oynamak istiyor, arkadaşlarıyla oynamak istiyor.

Şimdi, SMA hastalarının ilacı çok geç olsa da bazı kısıtlamalar yapılarak ödeme planına alındı. Yıllardır bekleyen, Umutcan’a umut olan, bu konuda önemli adımlar atan Sağlık Bakanına da buradan teşekkür ediyorum. Ama burada bir eksiklik var sayın milletvekilleri, umut ederim ki kurulacak komisyonla bu eksikliği de hep beraber gideririz.

Evet, Antalya’da yaşayan SMA hastası 5 yaşındaki Umutcan Kılıç’ın ilacı da onaylandı. “İlacımı istiyorum, yürümek istiyorum, top oynamak istiyorum.” diyen Umutcan, alacağı ilaçla hayallerine belki bir adım daha yaklaştı ama ya kapsam dışı kalan çocuklarımız ne olacak? Çocuklara “Sen makinaya bağlısın, ilacını alamazsın.” ya da “Senin oksijene ihtiyacın var, bu ilaç sana uygun değil.” demek ne kadar vicdani sayın milletvekilleri? Böyle bir çocuğunuz ya da böyle bir yakınınız olsa ve size bu söylenilse siz ne düşünürsünüz? Aslında buradaki tek kriter hastalığın tanısı olmalıydı.

Peki, sayın milletvekilleri, bu hastalık anne karnındayken tespit edilebilir mi, bu hastalık önlenebilir mi? Evet, bu hastalık anne karnındayken belirlenebilir, önlenebilir bir hastalıktır. SMA hastası çocuğu olan ya da kardeşi olan ya da böyle bir akrabası olan bir çift, preimplantasyon genetik tanıyla sağlıklı bir çocuk sahibi olabilir. Preimplantasyon genetik tanıyla, bir araya gelen bozuk genler belirlenebilir ve henüz daha embriyo aşamasındayken doğacak bebeğin sağlıklı olup olmayacağı tespit edilebilir. Sağlam olan embriyo anne rahmine yerleştirilir, hem böylece daha sağlıklı nesiller oluşur hem de 800 bin dolarlık bu ilaç maliyetinden kurtulmuş oluruz. Bu hastalık gebelik öncesi önlenebilir bir hastalıktır, preimplantasyon genetik tanının ciddiye alınması gerekir ve bu konu burada önemlidir.

Bir kadın doğum uzmanı olarak buradan bu çocuklara sahip olan ailelere seslenmek istiyorum: Eğer böyle bir çocuğunuz varsa, SMA’lı bir çocuğunuz varsa ya da SMA’lı bir kardeşiniz varsa ya da akrabanız varsa ikinci çocuğunuzun da SMA’lı doğma ihtimali yüksektir ve böyle bir yüksek ihtimali gelin göz ardı edelim, preimplantasyon genetik tanıyla 2’nci çocuğunuz gayet sağlıklı bir çocuk olarak dünyaya gelebilir.

Sayın milletvekilleri, genetik hastalıklar Türkiye için gerçekten çok önemli problemlerdir, tedavisi doğru düzgün yapılamamaktadır, bakım masrafları çok yüksektir, aile bireylerinde çok ciddi travmalara yol açmaktadır. Bu genetik geçişli hastalıkların en önemli nedenlerinden birisi de akraba evlilikleridir. Onun için akraba evliliklerinden şiddetle kaçınılması gerekir. Ne yazık ki Türkiye, akraba evliliklerinde saatli bir bomba gibidir. Bu oran doğu ve güneydoğuda çok daha yüksektir. Bu konunun üzerinde de ciddi bir araştırma yapılması gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, kısaca ALS hastalığına da değinmek istiyorum. ALS tam adıyla Amyotrofik Lateral Skleroz, diğer adıyla motor nöron hastalığı olarak da tanımlanmaktadır. Beyin sapı ve omurilik bölgelerinde bulunan “motor sinir hücreleri” adı verilen hücrelerin kaybı neticesinde oluşan önemli bir hastalıktır. Hastalık ilk etapta kaslarda seyirme, titreme, kas zayıflığı sonucunda kolların veya bacakların etkilenmesiyle ve zamanla artması sonucunda ALS hastalığı ortaya çıkıyor. Kesin bir tedavisi yoktur.

Buradan tekrar bütün gruplara teşekkür ediyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ederiz Sayın Milletvekili.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Demircan’a söz veriyorum.

Buyurun Sayın Demircan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET DEMİRCAN (Samsun) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ALS, SMA, MS ve DMD ve henüz tedavisi tespit edilmemiş hastalıklar, bu hastalıklara maruz kalan hastaların mevcut durumlarını tespit, yakınlarının karşılaştığı problemlere çözüm geliştirmek, yaşam kalitelerini artırmak ve toplumda farkındalık oluşturmak amacıyla Anayasa’nın 98’inci ve İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırma komisyonu kurulması teklifimiz nedeniyle söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, sağlık her şeyin başı, yaşam hakkının ayrılmaz unsuru, bilgi, yüksek derecede bilgi, teknoloji, donanım, malzeme ve ilaç gibi çok özel ve özellikli ürünün kullanıldığı bir alan. Bütün bunları insanın tek başına veya bir grup olarak bir araya getirmesi mümkün değil çünkü bütün bunlar insanlığın mirası ve maliyeti yüksek, pahalı ürünler ve hizmetler. Bireylerin bu hizmetlerin maliyetini karşılayabilmesi her zaman mümkün olmayabilir ve olmaz da.

Değerli milletvekilleri, işte, işin burasında devlet devreye girecek, sosyal devlet anlayışı devreye girecek. Ülkemizde sosyal devlet altyapısı doğru bir şekilde oluşturulmak için 2006 yılında sosyal güvenlik kurumları bir araya getirildi. 2008’de ise genel sağlık sigortası kuruldu. 2012’de genel sağlık sigortası zorunlu uygulamaya geçildi, herkes genel sağlık sigortası şemsiyesi altına alındı. Bu bir devrimdi, pek çok gelişmiş ülkenin bile başaramadığı bir devrim. 2002’den itibaren sağlıkta yapılan reformları, hamleleri burada tek tek sayacak değilim. Ancak şu kadarını belirtmeliyim ki, sağlık altyapısı, donanımı büyük oranda yenilendi ve yenileme devam ediyor; personel sayısı artmaya devam ediyor; sağlık hizmetlerine ulaşım kolaylaştı, acil sağlık hizmetleri, ambulans hizmetleri, yoğun bakım hizmetleri üst düzeyde gelişti; 10 bin kişiye düşen yatak sayısı 30’ları geçti, 35’lere doğru çıkıyor; nitelikli yatak sayısı yüzde 60’lara ulaştı, artış devam ediyor; evde bakım hizmetlerinden 81 ilde 86 koordinasyon… Ki, demin, az önce, şu anlaşılır gibi bir durum ortaya çıkmasın, onu belirtmek istiyorum: Yani, bu hastalar hastane şartlarında bakılamıyorlar, evlerinde bakılıyorlar ama evlerinde kendi hâllerine terk edilmiş değiller. 81 ilde 86 koordinasyon merkezimiz var; 1.618 ekibimiz, 5.271 personelle evde bakım hizmeti veriyor. 2018’de 376.849 evde bakım verdiğimiz takipli hastamız var ve 1.657 araçla bu hizmetler veriliyor. 2018’de 1 milyon 250 bin 555 hasta bu hizmetten istifade etmiş.

181’i diş tabibi olmak üzere 578 ağız, diş sağlığı personelimizle 69.078 hastaya evinde ağız, diş tedavisi hizmeti verilmiş durumda.

Tabii ki bu evde bakım hizmetlerinden ALS’li de, SMA’lı da, MS’li hastalar da, bakıma muhtaç olan hastalar da yararlanıyor ve istifade ediyorlar.

Bu sağlık hizmetlerindeki gelişmeler süresince, geçmişte alıştığımız ve karşılaştığımız poliklinik kuyrukları, ilaç kuyrukları ortadan kalktı, hastanelerde rehin kalmak ortadan kalktı.

Değerli milletvekilleri, teklifimize konu olan hastalıklar hakkında konuşmak istiyorum.

ALS (amiyotrofik lateral skleroz); elbette, arkadaşlarımız detaylarına da girdiler, konuyla ilgili çok güzel bilgiler verildi. Ben de birkaç şey söylemek istiyorum. ALS beyin ve spinal kordun üst ve alt motor nöronlarında dejenerasyonla karakterize, ilerleyici bir hastalık; sebebi belli değil, sebebine dönük bir tedavi de uygulanamıyor elbette; ancak destek tedavisiyle hastalara yararlı olmaya çalışıyoruz. Hastalığın yüzde 90-95’i sporadik yani rastgele; genetik bir sorumluluk yok; yüzde 10 civarında genetik bağ. En sık görülen motor nöron hastalığı olan ALS’li hasta sayısının bugün Türkiye’de 10 bin civarında olduğu hesaplanıyor.

SMA ise (Spinal Müsküler Atrofi) ikinci motor nöronların kalıtımsal bir hastalığı. Otozomal resesif nöromüsküler hastalıklar arasında en sık görülen SMA’nın canlı doğumlarda ortaya çıkma olasılığı kabaca on binde 1 ama taşıyıcılık burada önemli unsur, ellide 1 oranında taşıyıcı olma durumu var toplum içerisinde. Onun için önünde, öncesinde tedbir almak gereken bir konu. Bu konuda, tedbirler kısmında evlilik öncesi taramayla ilgili çalışma başlatılmıştı. Kit hazırlığı yapılıyor, yerli kit üretimi bitmek üzere, Bakanlıkla görüştüm, önümüzdeki günlerde bu konuya başlanacak.

Bu bebekler doğdukları zaman bez bebek gibiler, çok gevşek. Özellikle SMA 1 Tipi çok erken yaşta, daha doğumdan önce de gelişebiliyor, doğar doğmaz da karşımıza çıkabiliyor, çok ağır seyreden bir hastalık tipi. Buna karşı bugüne kadar tedavi olarak SMA tedavisine FDA ve EMA ruhsatlı tek ürün var dünya üzerinde, arkadaşlarımız zikrettiler. Bu ürünü Sosyal Güvenlik kapsamında -bilgilerimiz o istikamette- Türkiye'den başka ödeyen ülke yok. Türkiye Tip 1’leri Temmuz 2017’den beri ödüyor, şimdi de Cumhurbaşkanımızın direktifleriyle Şubat 2019’da, bu ay başı itibarıyla Tip 2 ve Tip 3’ün de ödemesi yapılıyor.

Güncel durum itibarıyla 25/1/2010 tarihli SMA tedavisinde Nusinersen kullanımı için başvuru sayısı 785, onay 587; ret var, eksik evrakını tamamlayan ve incelemede olan 115 hasta var şu anda; tabii ki onlar da hızla cevaplandırılıyor.

Tip 2, Tip 3’le ilgili sayı detayına girmeyeceğim. Zaten Tip 2 1,5 yaşında başlar, o civarda görülür. Onlarda seyir ağır değildir, özellikle Tip 3’te ve Tip 4’te seyir ağır değil, onlar gerekli destek tedavilerine cevap veriyorlar.

Değerli milletvekilleri, bu hastaların tedavisi için geliştirilen ilaçlar deneme aşamasında ilaçlar, ruhsat başvurusunda bulunulmamış durumda. Bizde olan bilgilere göre, biz şu anda sosyal güvenlikten ödemeyi yapan tek ülkeyiz ve bu devam edecek.

Bu arada, kalıtsal hastalığa karşı alınabilecek en etkili tedbirin evlilik öncesi tarama testleriyle taşıcıyı çiftler belirlenip kendilerine -benden önceki değerli konuşmacı arkadaşımın da söylediği gibi- tüp bebek uygulaması şeklinde, sağlıklı hücrelerden döllenmiş tüp bebek uygulaması desteği verilecektir.

Multiple Skleroz (MS) hastalığı ise merkezî sinir sisteminin bir hastalığıdır. Türkiye’de 40 bin civarında MS hastası olduğu tahmin ediliyor. Otoimmün bir hastalık; vücudun savunma hücrelerinin şaşırması, merkezî sinir sistemi nöronlarına saldırması sonucu oluşan sinir hücresi harabiyetlerine bağlı arazlar geliştiren bir hastalıktır, zamanla ataklar gösterir.

Duchenne Musküler Distrofisi (DMD) ise genetik bir hastalıktır bu da; daha çok genç erkeklerde görülen, distrofin üretiminin engellendiği bir hastalık. Bu hastalığın da genetik taramayla tedbirinin alınabileceği… Tabii ki bilim adamlarının bu konuda yapacağı çalışmalar önemlidir.

Değerli milletvekilleri, bu ve benzeri hastalıkların önlenmesi, tedavisi ve rehabilitasyonu konularında tıp dünyası, bilim insanları üstün gayretle çalışmaktadır. Bize düşen görev, gerek bilim insanlarının çalışmalarını kolaylaştırmak gerekse bilimin yol göstericiliğinden yararlanarak hastalarımızın tedavilerine katkı sağlamak ve hasta yakınlarının yükünü paylaşarak azaltmak olacaktır.

Bu araştırma önergesinin amacı da hastalarımıza çare olmak, yakınlarının yükünü bir nebze olsun paylaşmak, bilim insanlarımızın çalışmalarına destek olmaktır.

Genel Kurulun teklifimize olumlu yaklaşmakta olduğunu görüyorum. Genel Kurula, bütün arkadaşlara saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Milletvekili.

Meclis araştırması önergeleri üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.

Meclis araştırması açılmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 12 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Komisyonun çalışma süresinin; başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere, üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince denetim konularını görüşmüyor ve gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1’inci sıraya alınan İstanbul Milletvekili Nevzat Şatıroğlu ve 6 Milletvekilinin Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1410) ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Teklifleri

1.- İstanbul Milletvekili Nevzat Şatıroğlu ve 6 Milletvekilinin Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1410) ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 41) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Komisyon Raporu 41 sıra sayıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu teklif İç Tüzük'ün 91'inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle teklif tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Değerli milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.37

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.41

BAŞKAN: Başkan Vekili Celal ADAN

KÂTİP ÜYELER: Barış KARADENİZ (Sinop), Şeyhmus DİNÇEL (Mardin)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 48’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon yerinde.

Teklifin tümü üzerinde ilk söz, İYİ PARTİ Grubu adına Kocaeli Milletvekili Sayın Lütfü Türkkan’a aittir.

Buyurun Sayın Türkkan. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi Hakkında söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Her defasında konuşuyoruz, bu torba-çuval işinden vazgeçin ama vazgeçmeyi bir türlü hiç beceremediniz, devam ediyor torba-çuval işi. Madenin içerisine madenle ilgili olmayan bir sürü de kanun konulmuş.

Ben bugüne kadar ülkemizde meydana gelen maden kazalarında hayatını kaybeden işçi kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum; ailelerine, milletimize başsağlığı dileyerek konuşmama başlamak istiyorum.

Ülkemizde yaşanan maden kazaları hepimizi çok derinden sarsmış ve yasa boğmuştur. Şu bir gerçek ki bu kazalar işçi sağlığı ve iş güvenliğinin ne kadar önem arz ettiğinin de en acı ve en çarpıcı kanıtı oldu. Bundan sonra maden ocaklarında elim hadiselerin yaşanmaması için kazalara neden olan eksiklikler, hatalar ve ihmallerin tespit edilerek yapılması gereken yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması, işverenlerin de dünyada gelişen ve değişen teknoloji imkânlarından faydalanarak maden ocaklarındaki çalışma şartlarını iyileştirmeleri yönünde sorumluluk almaları artık kaçınılmazdır.

Maden ocaklarında yitirilen onlarca, yüzlerce canı unutmadığımız gibi, Soma’da yerlerde tekmelenenleri de unutmadık. Hatırlayın, Soma’da madenciler bir taraftan can kaybederken hayatta kalan madenciler de yerlerde tekmelendiler. 2014 yılındaki bu acı olaydan dört yıl sonra o zatı muhterem özür dilese de o üzücü fotoğraf milletin hafızasından hiç gitmedi, gitmeyecek de.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yasama faaliyetlerimiz ve çıkardığınız yasalar, birileri madenlerimizden ve tüm yer altı zenginliklerimizden rant elde etsin diye milletin yüce makamından, Gazi Meclisten geçmemeli. Karanlık odalardaki pazarlıkların hesap yeri burası değil. Yağmalanmasına izin verdiğiniz madenlerimiz için maden sahası içindeki ve dışındaki çevrenin, doğanın, orada yaşayan vatandaşlarımızın canına okunduğunu; sağlığının, toprağının, anılarının ellerinden alındığını biliyoruz. Yüzlerce yıl yaşayan zeytin ağaçlarını yandaşlarınızın bir gecede nasıl söküp attığını, şehirlerin nasıl zehir soluduğunu, meyve ağaçlarının kuruduğunu biliyoruz. AK PARTİ hükûmetleri olarak cumhuriyetin ilk dönemleri ile 2002’den sonrasını kıyaslama yoluna gittiniz hep. O dönemin şartlarını düşünmeden, o dönemin imkân ve teknolojilerini göz ardı ederek konuştunuz ama işinize gelince maden kazalarında 1800’lü yılların Avrupası ile Türkiye'yi kıyasladınız.

Gerçek milliyetçilerin, ülkesini sevenlerin 1930’larda alın teriyle, bilek gücüyle, vatan sevgisiyle yarattığı mucizeye kulak vermenizi istiyorum. Sene 1933, genç cumhuriyetin onuncu yılında Petrol Arama İşletme Dairesi kuruldu. Devletimizin kurucusu, sahip olduğu vizyonuyla eşsiz lider Mustafa Kemal Atatürk masasına oturdu, mektup yazmaya başladı ve dört kelime ekledi: “Vatanın size ihtiyacı var.” Bu sözler Cevat Eyüp Taşman’aydı. Taşman, Kolombiya Üniversitesinde burslu okumuş, petrol jeoloğu olmuştu. Amerika’da bir petrol şirketinde bir eli yağda, bir eli balda, servete denk gelen maaşıyla çalışıyordu ama konu vatansa gerisi teferruattı. Cevat Eyüp Taşman hiç tereddüt etmeden vatanına döndü ve Petrol Arama İşletmesinin başına geçti. Şartlar şimdiki gibi de değildi üstelik. Ekonomik ve teknik yetersizliklere rağmen 1934’te Raman Dağı’nda kuyular kazılmaya başlandı. Atamızın ömrü maalesef o günü görmeye yetmedi. 1940 yılında 1.048 metre derinlikte petrol bulundu ve bölgenin kaderi değişti. İluh mezrası büyüdü, zamanla “Batı Raman” ismini aldı, Batman’ın hikâyesi de işte böyle başladı. Yani petrol meselesi iktidarınızın yandaş ekranlarında her seçim öncesi su ararken bulduğu petrol kuyularına benzemiyor yani termal su ararken petrol buluyorsunuz ya her seçim öncesi; termal suyunu 300 metrede buluyorsunuz, petrolü bin metrede. Yani “Atarken biraz ufak at.” derler ya, biraz öyle oluyor sizinki.

Dilinizden düşmeyen bir kelime var “beka meselesi” ancak ben size söyleyeyim, sizin bir beka meseleniz var, o da oturduğunuz koltukların bekası.

Hazırladığınız yasa teklifinin bazı maddeleri var ki bin bir fedakârlıkla ve ülke sevgisiyle kurulan, gelişen, kendini var eden bir şehrin bekasını ortadan kaldırıyor. Maden Yasası’nın 31’inci maddesindeki düzenlemeyle Batman’ın bekasını siz hiç düşünmemişsiniz yani Batman gelecekte ne olur, hiç hesap etmemişsiniz. Örneğin, Batman Rafinerisi getirilen ek maliyet ve yükümlülükler sonrası küçülmeye ve kapanmaya gittiğinde buradan ekmek yiyen bir şehri hiç hesaba katmamışsınız. Kanundaki maddeye getirdiğiniz değişiklikle, Türkiye'de üretilen ham petrolün serbest rekabet fiyatlarıyla ilgili düzenleme yapılıyor. Ayrıca, petrol fiyatlarının belirlenmesinde taşıma maliyetinin yarısı yerine, tamamının eklenmesiyle ilgili düzenleme getiriliyor. Bu madde, Batman Rafinerisinde işlenen yerli ham petrolün hem rafineri alım fiyatının yükselmesini hem de rafineri ile üretici arasında eşit paylaştırılan boru hattı taşıma maliyetinin tamamının rafineriye yüklenmesini amaçlıyor. Rafinerinin kâr edilemez bir hâle dönüşme riski, rafinerinin aynı zamanda faaliyetine son vermesi riskini de beraberinde getiriyor. Bu maddenin teklif metninden çıkarılarak kanun teklifinin yeniden düzenlenmesi doğru olacaktır, yoksa bir şehrin bekası da bu kanunla beraber son bulacaktır. Böylece, üzerinde kul hakkı olan bir şehri de kurtarmış olursunuz.

Ak trollerin yarattığı bilgi kirliliğini temizlemelisiniz ki bu trollerinizin bazıları her gün gazete ve televizyonlarda boy gösteriyorlar. İnsanları bir yalana inandırmışsınız, 2023 yılından sonra yani Lozan’ın 100’üncü yılında kendi petrolümüzü çıkaracağımız yalanına da bir an önce son verin. Böyle bir yalan var, dolaşıyor trolleriniz arasında. Herkesin bilmediği, kimsenin haberdar olmadığı ama sizin bildiğiniz, iddia ettiğiniz gizli Lozan Anlaşması maddeleri var ya, bence kamuoyuyla bir an önce paylaşın. Kimse bilmiyor bunu, sadece sizler biliyorsunuz; aslında siz de bilmiyorsunuz, bunun bir yalan olduğunu biliyorsunuz sadece, o kadar. Fakat “O Lozan Anlaşması’nın gizli maddelerine göre biz artık petrollerimize kavuşacağız.” diyorsunuz. Böyle bir hayale inanmak güzel de gerçekle yüz yüze kaldığınızda sıkıntı doğuyor, şimdi olduğu gibi.

Ben esas, Meclise getirdiğiniz bu yasa teklifinizin taşıdığı gizli niyet ve emellerini paylaşayım burada. Yani bu yalanları bir kenara bırakıp gizli niyet ve emelleriniz varsa onları paylaşın. Siz paylaşmasanız da, başlamasanız da biz doğruları konuşmaya başladık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24 Mart 1926 yılında kabul edilen 792 sayılı Kanun’la bütün madenlerin çıkarılması ve işletilmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin elindedir. 20 Mayıs 1933 yılında Altın ve Petrol İşletmeleri Kurumu, 22 Haziran 1935’te de Maden Arama Kurumu kuruldu. 14 Haziran 1935’te Etibank, Atatürk’ün direktifleriyle kuruldu.

Madenlerimizi çıkaramadığımız yalanlarını da artık bir kenara bırakın. Gerçekleri konuştuğumuza göre şunları da açıklayın lütfen: Cumhuriyetin kuruluşundan 2004 yılına kadar 1.500 adet, 2004 yılından 2010 yılına kadar ise 45 bin adet maden arama ruhsatı verilmiş. Enteresan değil mi? Cumhuriyetin kuruluşundan 2004 yılına kadar 1.500 adet, 2004 yılından sonra 45 bin adet maden arama ruhsatı verilmiş. Bu ruhsatlar ülkemizdeki tüm madenleri kapsıyor. Ne oldu da 2004 yılından sonra 45 bin ruhsat verdiniz? Bu ruhsatları alanların kaç tanesi yabancı? Hangi ülkeler yer altı zenginliklerimizi sömürmeye devam ediyor? Bunları açıklayın, gelin.

Ben biraz size bilgi vereyim de hafızanız canlansın. 2004 yılından sonra yasalarla yer altı zenginliklerimizin işletme hakları yüzde 2 vergi karşılığında küresel çetelerin şirketlerine yirmi dokuz, kırk dokuz ve doksan dokuz yıllığına kiralandı. Verilen ruhsat miktarı 150 bin kilometrekare yani vatan topraklarının yüzde 17’si kadar. Küresel çetelerin 2004 yılından sonra ülkemizdeki ele geçirdiği madenlerden birkaçını açıklamak istiyorum size. Kuzey Amerika’da bulunan Cayman Adalarından ta ülkemize kadar gelen şirket Fronteer Eurasia. Bu şirket Kuzeydoğu Anadolu’da yaptığı altın arama çalışmalarında 3,5 milyon onsluk altın rezervimizi ülkemizden alıp götürdü.

Bir diğeri, küresel çetelerden Rothschild ailesine ait Rio Tinto şirketi. Bu şirketlerin ismini, sizler, hepiniz iyi biliyorsunuz. Ülkemizde bor, boraks, bor tuzu yatakları işleten şirketin… Balıkesir Susurluk; Ankara Eryaman, Sincan, Güdül, Kazan, Beypazarı ve Eskişehir Sivrihisar yöresindeki doğal soda ve bor madenleri âdeta bu şirketlerin avuçlarında, ellerinde.

İngiliz şirketi Ariana, Artvin’de arama yapmak için 19 arama ruhsatı aldı. Mardin Kızıltepe, Balıkesir Sındırgı’da toplam 1.820 kilometrekare alanda çalışma yapıyor bu şirket.

ABD’li Stratex şirketi Uşak-Kütahya arasında bulunan Murat Dağı’nda altın buldu. Şirket ayrıca Çanakkale Dikmen-Belen-Ergene üçgeni ile Eskişehir Muratdere’de altın arama çalışmalarına devam ediyor.

Kanadalı maden şirketi Teck Cominco, Kaz Dağlarında başta Balıkesir İvrindi, Havran, Balya; Çanakkale Ezine olmak üzere 7 mevkide çalışmalarına devam ediyor. Buraya dikkat: Şirketin Artvin Cerattepe’de de işletmesi bulunuyordu. 2009 yılında hukuki girişimler sonucu ruhsatları iptal ediliyor ve şirket Artvin’i terk ediyor. Onların yerine şimdi kim var? Hiç sürpriz bir isim değil.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Cengiz, Cengiz!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Türkiye'nin ortağı, Cengiz İnşaat, Cengiz Holding.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Evet, bildik, bravo!

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Birilerinin ortağı!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Türkiye'nin ortağı yani birilerinin ortağı falan değil, Türkiye'nin ortağı Cengiz Holdinge devrediyor.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Türkiye'nin sahibi!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Evet, ihale direkt şahsa teslim.

Yirmi dakikalık konuşma süresine yetmeyecek kadar yüzlerce yabancı menşeli şirket var burada. Bu şirketler, yerli iş birlikçileriyle, 45 bin arama ruhsatıyla ülkemizi sömürüyor. Âdeta solucan gibiler, ülkenin bir ucundan bir ucuna yer altındalar.

Petrolde durum daha vahim. Enerji ve Tabii Kaynaklar verilerine göre Türkiye'de 2017 yılındaki petrol üretimi 25,8 milyon ton yani 162 bin varile ulaşmış durumda. Bu petrolün büyük bölümünü de ne yazık ki yabancı menşeli firmalar üretiyor. Türkiye'de kaç petrol kuyusu olduğu, tespit edilen petrol yataklarının hacminin ne olduğu, kaç tane yabancı firmanın Türkiye'de petrol kuyusu açmak için ruhsat aldığı, hangi firmaların petrol aramak için başvurduğu, hangi firmalara ruhsat izni verildiği, hangilerine verilmediği de net değil. İYİ PARTİ olarak bu konudaki araştırma önergemizi de Meclis Başkanlığımıza sunduk, önümüzdeki haftalarda gündeme getireceğiz. Bu konunun tüm yönleriyle araştırılması ve aydınlığa kavuşturulması için bir araştırma komisyonu kurulmasını istiyoruz ivedilikle.

Değerli arkadaşlar, dünya ekonomisi olarak, bor madeninin yüzde 75’i ülkemizde. Bu çok önemli bir zenginlik, Türkiye’nin henüz faydalanamadığı ama Türkiye’nin belki de gelecekteki en büyük zenginliği. Önümüzdeki yıllardaysa bor madenlerinin en büyük üreticisi olacağız Türkiye olarak. Bor tuzları, nükleer enerji ham maddeleri, uranyum, özellikle toryum madenleri ülkemiz tekelinde. Stratejik olarak elimizdeki gücün farkında mısınız? Eti Maden İşletmelerinin dünyadaki tek rakibi sadece Rothschild’ler. Bu aile, dünya ekonomisine yön verdiği de söylenen ailelerden bir tanesi. Böyle bir gücü elinde bulunduran Eti Madeni Varlık Fonu’na devretmenizin amacını merak ediyorum. Yarın Eti Madeni satmayacağınızın, onu birilerine güvence göstermeyeceğinizin bir garantisi var mı? Yani Eti Madeni birisine sattığınızda Türkiye’nin bor madeninin tüm yataklarını satıyorsunuz, Türkiye’nin geleceğini satıyorsunuz. Birilerine, şu anda, rehin verilip verilmediği konusu da bizce henüz şaibeli. Petrolün önemini kaybettiği her dönemde, geleceğin enerjisini -Türk Silahlı Kuvvetlerine dolaylı olarak yaptığınız- Katarlılara satmayacağınızı da kimse bilmiyor. Eti Maden gibi stratejik bir kurumu halka arz ettiğinizde kimlerin Eti Madenin hisselerini topladığını takip bile edemediniz. Gelecekte hisseleri toplayanlarla satış masasına oturacağınızı tahmin etmek de hiç zor değil. Eti Maden medeniyet kurmanın gücüdür. Eti Madenin elindeki bor madenleri geleceğin medeniyetidir. Eti Maden herhangi bir şirket gibi yönetilemez; geleceği belli olmayan, kimler tarafından yönetildiği tarafımızca malum Varlık Fonu’nda ipotek altında kalamaz. Bu güzide millî şirketimizin Türkiye Cumhuriyeti’mizin, vatanımızın topraklarından hiçbir farkı yoktur. Gelecek nesillere bırakacağımız en büyük hazinemiz istisnasız bor rezervlerimiz, madenlerimiz ve Eti Madendir. Madenlerin ve yer altı zenginliklerin nasıl bir miras olduğunu hazır yiyen Katarlılara bir sorun isterseniz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, suni yaratılan gündemle dikkat dağınıklığı yaşarken, ülkemizde kutuplaşma tırmandırılmışken, ekonomik krizin pençesindeyken, millet fakirleşmişken, kişi başı borç miktarımız kamu ve özel borçlarla beraber 28 bin liraya çıkmışken bu küresel çeteler, kaba bir hesapla, kişi başı 50 bin dolarımızı çalıyor. Esas beka meselesi budur arkadaşlar. Farkına varmadan, biz burada fukaralıkla baş edemezken bu küresel şirketler kişi başı 50 bin dolarımızı çalıyorlar. Beka mı istiyorsunuz, buyurun beka meselesi! Gelin, tartışalım.

Geçenlerde Sayın ismet Yılmaz, Sivas’ta katıldığı bir toplantıda -kendisi burada mı Sayın Bakanın bilmiyorum ama yokmuş- belediye başkan adayları için “Hilmi Bilgin’e vereceğiniz destek ruz-i mahşerde berat belgeniz olacak.” dedi. Ben size bir şey sormak istiyorum. Buradaki arkadaşların önemli bir kısmı millî görüş geleneğinden gelme, Erbakan Hoca’nın rahle-i tedrisinden geçmiş insanlar.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ama haylaz çocuklar.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Erbakan Hoca’ya inanır mısınız inanmaz mısınız, onu merak ediyorum. İnanır mısınız Erbakan Hoca’ya?

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) – Ne ilgisi var şimdi?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Merak ediyorum, sordum.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Maden Kanunu’yla ne ilgisi var?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Soruyorum ya. Yani, ruz-i mahşerle seçmenin oyu arasındaki ilgi kadar ilgisi var, ruz-i mahşerdeki berat kadar ilgisi var.

Rahmetli Hoca ne demişti biliyor musunuz? “Bu sizin verdiğiniz oylar ruz-i mahşerde beratınız olacaktır.” dediniz ya, Hoca da 2007 yılında demiş ki: “AK PARTİ’ye oy vermek cehenneme bilet almak gibidir.” Şimdi, biz kararsız kaldık. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) “AK PARTİ’ye vermek cehenneme bilet almak gibidir.” Şimdi, AK PARTİ’li seçmen kararsız “Ya, biz cennete gidip berat mı alacağız, cehenneme giden bilet mi alacağız? Hangisini yapacağız?” (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Yani AK PARTİ’li seçmeni kararsız bıraktınız.

RECEP ÖZEL (Isparta) – AK PARTİ seçmeni ne yapacağını biliyor, merak etme sen.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Bir tarafta cennet beratı, İsmet Yılmaz söylüyor, diğer tarafta bu hareketin banisi, cennet mekân rahmetli Erbakan “Cehenneme bilet alıyorsunuz.” diyor. Millet ikilem içerisinde bu seçimde, berat mı alalım, cehenneme bilet mi alalım?

RECEP ÖZEL (Isparta) – Millet bilir, bilir, merak etme.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Yok, cehennemi yaşıyoruz zaten, bilete gerek yok.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Bakın, ben size bir şey söyleyeyim: Ülkemizin yüz ölçümünün on yedide 1’i yabancı şirketlerin elinde. Üstelik bu şirketler yer altındaki çalışmalarıyla yer üstünde de cehennemi yaşatıyorlar.

Şimdi, sormak istiyorum, biraz evvel söyledim, ben de merak ediyorum: İsmet Yılmaz’a mı inanalım, rahmetli Erbakan’a mı inanalım, yoksa yaptıklarınıza bakıp da mı kararı verelim; bu üçü arasında bir karar vermek lazım.

Borçla, krediyle yollar, köprüler yaptınız, parasını da bu millete ödetiyorsunuz. Taş üstüne taş koymanıza bir şey demiyorum ama yer altından gidenlerin hesabını, bu sömürünün hesabını kim verecek? Getirdiğiniz bu kanun teklifinin genel itibarıyla yaptırımları ve para cezalarını artırmaya, yeniden düzenlemeye yönelik olduğu açık. Ancak ekonomimizin içler acısı durumu dikkate alındığında bu durum işletmeler açısından işçi ve işveren krizine yol açabilir, şirketlerin kapanmasına ve işsiz sayısının daha da artmasına sebep olabilir düşüncesini taşıyorum ve hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, çok kısa…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Muş.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

45.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın 41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, kimin cennete ya da cehenneme gideceğini Cenab-ı Hak bilir.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – İsmet Yılmaz da biliyor.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Yok, İsmet Yılmaz da bilmez. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Eyvallah.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – İsmet Yılmaz da bilmez.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ona da söyleyin ama.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Dolayısıyla biz burada Allah’ın hesaba çekeceği, sorgulayacağı ve onun takdirinde olup onun değerlendirmesinin neticesinde insanların -inananlar açısından söylüyorum- cennet ya da cehennem olarak diğer, ahiretteki karşılığını sadece ve sadece Allah bilir. Onun için burada ne gösterdiğiniz gazete kupürleri ne de diğer açıklamaların bir kıymetiharbiyesi yoktur.

Bir diğer konu, tabii, pek çok istatistik paylaşıldı, onlarla alakalı araştırma yapıyorum ben de. “Türkiye'de petroller şuraya verildi, şu şirketler çıkartıyor…” filan. Sadece bir şey söyleyeyim, bir bilgi vereyim: TPAO, yüzde yüz Türkiye Cumhuriyeti devletine aittir. Türkiye'de üretilen petrolün yüzde 75-80’ini TPAO üretmektedir. Bu bilgi elimde olduğu için paylaşmak istedim yani öyle, sanki “Türkiye'deki petrolü başkaları çıkarıyor ediyor.” gibi değil, yüzde 75-80’ini TPAO üretiyor ve TPAO yüzde yüz bir Türk şirketidir. Buradaki hassasiyeti anlarım, tabii ki Türkiye'deki yer altı kaynaklarının, madenlerin ülkenin içinde kalması, o katma değerin ülkede kalması konusundaki hassasiyetleri ve dile getirilen ifadeleri kıymetli bulurum ama şunu da söyleyeyim: Değerli milletvekilleri, hem bu kanun teklifinde hem de diğer düzenlemelerde, cevherin cevher olarak çıkarılıp satışından ziyade, mamul ya da yarı mamul olarak katma değerin Türkiye'de kalması yolunda, hem burada düzenlemeler var hem de daha önce belli başlı bazı uygulamalar yapılmıştır. Maksadımız, çıkan cevherin cevher olarak dışarıya gitmesi değil, onun burada katma değeri kalacak şekilde işlenmesini temin etmektir, diğerleriyle alakalı çeşitli istatistikleri biz de paylaşacağız.

BAŞKAN – Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.03

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Celal ADAN

KÂTİP ÜYELER: Şeyhmus DİNÇEL (Mardin), Barış KARADENİZ (Sinop)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 48’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

41 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Gündemimizde başka bir iş bulunmadığından, alınan karar gereğince kanun teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 6 Şubat 2019 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 21.05



(x) Birleştirilerek görüşülmesi kabul edilen Meclis araştırması önergeleri tutanağa eklidir.

(x) 41 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.