TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                           TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                           42’nci Birleşim

                                                                                         8 Ocak 2019 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                          İÇİNDEKİLER

 

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Levet Gök’ün, 2019 yılının barış getirmesini temenni ettiğine, Cumhurbaşkanının vefat eden dayısına, İstanbul Milletvekili Hulusi Şentürk’ün annesine, Van Milletvekili İrfan Kartal’ın ağabeyine, Şırnak Milletvekili Rizgin Birlik’in kayınpederine, İstanbul Milletvekili Ahmet Şık’ın babasına, İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun annesine, Elâzığ Milletvekili Gürsel Erol’un annesine Allah’tan rahmet dilediğine ve çocuğunun dünyaya gelmesi nedeniyle Levent Bülbül’ü tebrik ettiğine ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Levet Gök’ün, 5 Ocak Adana ili ile 7 Ocak Osmaniye ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümünü kutladığına ilişkin konuşması

3.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Levet Gök’ün, vefatından dolayı Leyla Güven’in annesine Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin konuşması

 

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Adana Milletvekili Abdullah Doğru’nun, 5 Ocak Adana ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Iğdır Milletvekili Habip Eksik’in, Iğdır ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Adana Milletvekili Müzeyyen Şevkin’in, 5 Ocak Adana ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, yeni yılı kutladığına ve Ergene Nehri’nde yaşanan kirliliğe ilişkin açıklaması

2.- Trabzon Milletvekili Ahmet Kaya’nın, doğanın poşeti paralı yaparak değil bilinçle korunabileceğine ilişkin açıklaması

3.- Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca’nın, ayçiçeği üreticisinin mağduriyetine ilişkin açıklaması

4.- Kayseri Milletvekili İsmail Emrah Karayel’in, yeni yılın tüm insanlık için barış ve refah içinde geçmesini temenni ettiğine, AK PARTİ grup toplantısında Cumhurbaşkanının verdiği müjdelere ilişkin açıklaması

5.- Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan Aygun’un, Tekirdağ-Hayrabolu yolunun daha kaç can alacağını öğrenmek istediğine ve Hayrabolu-Süleymanpaşa yolunun tamamlanması için Ulaştırma ve Altyapı Bakanına çağrıda bulunduğuna ilişkin açıklaması

6.- Mersin Milletvekili Hacı Özkan’ın, 3 Ocak Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümü vesilesiyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere şehitleri rahmetle andığına ilişkin açıklaması

7.- Kocaeli Milletvekili İlyas Şeker’in, Kocaeli’de dört mevsimin yaşanabildiğine ve 2019 yılının hayırlı olmasını dilediğine ilişkin açıklaması

8.- Adana Milletvekili Tamer Dağlı’nın, 2019 yılının barış, güvenlik ve refah içinde geçmesini temenni ettiğine, 5 Ocak Adana ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümünü kutladığına ilişkin açıklaması

9.- Kayseri Milletvekili Çetin Arık’ın, Kayseri ilinin Hacılar ilçesinde sokak köpeklerinin saldırısı sonucu hayatını kaybeden Mehmet Özer’e Allah’tan rahmet, yaralanan Hacı Ali Tuğrul’a şifa dilediğine ilişkin açıklaması

10.- Kahramanmaraş Milletvekili Ali Öztunç’un, Kahramanmaraş ilinde 1960’lı yılların ulaşım sorunlarının yaşandığına, Nurhak Devlet Hastanesine neden uzman doktor gönderilmediğini ve AKP’nin Kahramanmaraş’ı neden sevmediğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

11.- Gaziantep Milletvekili Ali Muhittin Taşdoğan’ın, ebe ve hemşire yardımcıları ile sağlık bakım teknisyenlerinin görev tanımlarının yeniden revize edilerek daha fazla sorumluluk almak istediklerine ilişkin açıklaması

12.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, yeni yılın huzur dolu olmasını dilediğine, KHK’yle pasaportları iptal edilen yurttaşların pasaport haklarının iade edilmesini ve takipsizlik kararı verilenler ile beraat eden kamu görevlilerine görevlerinin iade edilmesi için gereğinin yapılmasını beklediklerine ilişkin açıklaması

13.- Adana Milletvekili Ayşe Sibel Ersoy’un, 5 Ocak Adana ili ile 7 Ocak Osmaniye ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümünü kutladığına ilişkin açıklaması

14.- Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan’ın, kış aylarında yaşanan hava kirliliği sorununa ilişkin açıklaması

 

 

15.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, enflasyonla mücadele kapsamında tabanca fişeklerinde indirime gidilmesinin enflasyona etkisinin nasıl olacağını, fişek alımını özendirmenin ne anlama geldiğini, kaçak avcılık ve silahlanma dışında fişeğin, merminin, silahın bireye faydasının ne olduğunu öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

16.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, Eren Erdem’in serbest bırakılması ve hukuksuzluk garabetine son verilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

17.- Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç’ın, geçmiş medeniyetler ile günümüz uygarlığının insanın mutluluğunun, sosyal adaletin ve hukukun üstünlüğünün sağlanmasıyla kurulup geliştiğine ilişkin açıklaması

18.- Adana Milletvekili Ayhan Barut’un, esnaf ve sanatkârların BAĞ-KUR prim ödemesinde yaşadıkları zorluklara çözüm üretilip üretilmeyeceğini, büyük şirketlere sunulan teşvik ve prim desteğinin esnaf ve sanatkârlara da verilip verilmeyeceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

19.- Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül’ün, kişi başına düşen GSYH değeri sıralamasında 38’inci il olan Aydın’ın cezalandırılmak mı istendiğini, Aydın’a yönelik yatırım ve teşvik planlarının olup olmadığını Hazine ve Maliye Bakanından öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

20.- Aksaray Milletvekili Ayhan Erel’in, kadroya geçirilmeyen taşeron işçilerin mağduriyetinin bir an önce giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

21.- Osmaniye Milletvekili Mücahit Durmuşoğlu’nun, 7 Ocak Osmaniye ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümü münasebetiyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehitlere Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

22.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, 2019 yılının ülkeye huzur ve refah getirmesini temenni ettiğine, Binali Yıldırım’ın neden hâlâ Meclis Başkanlığı görevini bırakmadığına, Osman Gazi Köprüsü ile Yavuz Sultan Selim Köprüsü geçiş ücretlerine zam yapılırken 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ile Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne neden zam yapılmadığını öğrenmek istediğine, Hükûmetin Ziraat Bankasını futbol kulüplerine kredi açmak için kullanmasını kabul etmediklerine ilişkin açıklaması

23.- Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, 2019 yılının ülkeye adalet, demokrasi ve barış getirmesini dilediğine, 8 Ocak Metin Göktepe’nin katledilişinin 23’üncü yıl dönümüne, yakınlarını kaybeden milletvekillerine başsağlığı dilediğine, Leyla Güven’in annesini kaybettiğine ve annesiyle vedalaşma talebinin göz ardı edilmesini doğru bulmadıklarına ve başta Leyla Güven olmak üzere tutukluların açlık grevlerinin sonlandırılması için Meclisin inisiyatif alması gerektiğine ilişkin açıklaması

24.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, Cumartesi Annelerinin sesini kesmek değil, cinayetlerin önünü kesmek gerektiğine, 8 Ocak Metin Göktepe’nin katledilişinin 23’üncü yıl dönümüne, öldürülen Ceren Damar’ın eğitim şehidi sayılması ve sağlık çalışanlarına, hayvanlara, kadınlara, çocuklara yönelik şiddete “Dur” denilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

25.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, 2019 yılının hayırlara vesile olmasını temenni ettiğine, Sarıkamış Harekâtı’nın 104’üncü yıl dönümü vesilesiyle şehitleri rahmetle yâd ettiklerine, yakınlarının vefatından dolayı milletvekillerine başsağlığı dilediğine, menfur saldırı sonucu hayatını kaybeden Ceren Damar’a, Cumhurbaşkanının dayısı Ali Mutlu’ya Allah’tan rahmet dilediğine ve evladının dünyaya gelmesi nedeniyle Levent Bülbül’ü tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

26.- Ankara Milletvekili Mustafa Destici’nin, 2019 yılının hayırlar getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ettiğine, yakınlarını kaybeden milletvekillerine, Cumhurbaşkanına, Ceren Damar’ın ailesine başsağlığı dilediğine, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye'den çekilmeyle ilgili yaptığı açıklamayı reddettiklerine, PKK, YPG, PYD terör örgütlerinin Kürtleri temsil etmediğine, Kürtlerin kardeşimiz, terör örgütlerinin ise düşmanımız olduğuna ilişkin açıklaması

27.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz’ın İYİ PARTİ grup önerisi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

28.- Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz’ın, Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadeleri ile Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un yerinden sarf ettiği bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

29.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, Levent Gök’e tebriği için teşekkür ettiğine, Cumhurbaşkanının ve milletvekillerinin vefat eden yakınlarına, katledilen Ceren Damar’a Allah’tan rahmet dilediğine, Ceren Damar cinayetiyle ilgili Cumhuriyet gazetesinde yer alan habere, 5 Ocak Adana ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümü vesilesiyle 5 Ocak 1975 tarihinde hayata veda eden Arif Nihat Asya’yı rahmetle andıklarına ilişkin açıklaması

30.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, üretmek yerine neden birçok ürünün ithal edildiğini, Türkiye ile Sırbistan Cumhuriyeti arasında tarım kesimine ve besicilik yapan Türk çiftçisine zarar veren serbest ticaret anlaşmasının yapılmasının sebebini Ekonomi Bakanından öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

31.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, Batman Milletvekili Mehmet Ruştu Tiryaki’nin yerinden sarf ettiği bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

32.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın 28 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ve “AK PARTİ” demenin hizmet, adalet, özgürlük ve kalkınma demek olduğuna ilişkin açıklaması

33.- Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

34.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, İstanbul Milletvekili Hayrettin Nuhoğlu’nun 28 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 4’üncü maddesi üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

35.- İstanbul Milletvekili İbrahim Özden Kaboğlu’nun, Anayasa’nın 11’inci, 94’üncü ve 67’nci maddesindeki hükümler gereğince Meclis Başkanının istifa etmeden belediye başkanlığına aday olmasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ilişkin açıklaması

36.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan’ın 37 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

37.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, “ölüm yolu” olarak adlandırılan Tekirdağ-Hayrabolu kara yolunda meydana gelen kazada hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine ve bu yolda daha kaç can verileceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- TBMM Başkanlığının, Asya Parlamenter Asamblesi (APA) ve İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliğinde (İSİPAB) boş bulunan üyelikler için Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu Başkanlığınca bildirilen ve Başkanlık Divanında yapılan incelemede uygun görülen üyelerin isimlerine ilişkin tezkeresi (3/510)

 

 

 

B) Önergeler

1.- Adana Milletvekili İsmail Koncuk’un (2/1050) esas numaralı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/15)

 

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- İYİ PARTİ Grubunun Sakarya Milletvekili Ümit Dikbayır ve arkadaşları tarafından, Sakarya ilinde bulunan mülkiyeti Maliye hazinesine ait ve Millî Savunma Bakanlığına tahsisli tank ve palet fabrikasının özelleştirilme kapsamına alınmasının nedenlerinin araştırılması amacıyla, 8/1/2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8 Ocak 2019 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- HDP Grubunun, İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm ve arkadaşları tarafından, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin sona erdirilmesi için etkin ve caydırıcı önlemlerin alınması amacıyla 8/1/2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8 Ocak 2019 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

3.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Yunus Emre ve arkadaşları tarafından, araştırma görevlilerinin sorunlarının araştırılması, çözüm yollarının belirlenmesi ve gerekli düzenlemelerin yapılması amacıyla 8/1/2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8 Ocak 2019 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

4.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; 8, 9, 10, 15, 16 ve 17 Ocak 2019 Salı, Çarşamba ve Perşembe günlerindeki birleşimlerinde denetim konularının görüşülmeyerek gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer işler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; Gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer işler” kısmında bulunan 28 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin bu kısmın 1’inci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine ilişkin önerisi

 

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz’ın yaptığı açıklamasında CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

2.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz’ın yaptığı açıklamasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın 28 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

4.- Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan üyeliğe seçim

 

 

X.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDA BULUNAN DİĞER İŞLER

A) Kanun Teklifleri

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İzmir Milletvekili Binali Yıldırım'ın "Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması"na Ait Protokol I'in Yerini Alan 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol I", Anlaşmanın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sini Değiştiren 17 Ocak 2017 Tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya Eklenen Hizmet Ticareti Hakkında 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol III"ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/1358) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 28)

2.- Konya Milletvekili Ziya Altunyaldız ve 7 Milletvekilinin Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1369) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı 37)

 

XI.- OYLAMALAR

1.- (S. Sayısı: 28) "Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması"na Ait Protokol I'in Yerini Alan 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol I", Anlaşmanın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sini Değiştiren 17 Ocak 2017 Tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya Eklenen Hizmet Ticareti Hakkında 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol III"ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi’nin oylaması

 

XII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer'in, sarı basın kartı alabilmek için başvurusu bekletilen gazeteci sayısı ve Basın Kartları Komisyonunun yapacağı toplantıya ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/6080)

2.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, kamu alımlarında yerli ürünlerin tercih edilme oranının artırılmasına ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/6852)

3.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, yabancı yatırımcıların maden alanındaki çalışmalarına ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/6853)

4.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Niğde havaalanı projesine ve 2019 yılı için bütçe ayrılıp ayrılmadığına ilişkin sorusu ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan’ın cevabı (7/6859)

5.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Bakanlık bünyesindeki boş engelli kadrolarına ilişkin sorusu ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan’ın cevabı (7/6861)

6.- Burdur Milletvekili Mehmet Göker'in, Burdur'un Bucak ilçesinde Elektronik Denetleme Sistemleri tarafından kesilen trafik cezalarına ve ölçümlerin denetimine ilişkin sorusu ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan’ın cevabı (7/6863)

7.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Eko-Etiketli ürün sayısı ile uygulamanın kullanıldığı ürün gruplarına ve uygulamanın zorunlu hale getirilmesi önerisine ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/6954)

8.- Antalya Milletvekili Çetin Osman Budak'ın, konkordato başvuruları ve ilanları ile konkordato ilan eden firmaların borçlarına ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/6955)

9.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Rekabet Kurumu tarafından 2018 yılında şirketlere açılan soruşturmalara ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/6958)

10.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, 2018 yılında ithal edilen tohum ve gübre miktarı ve tutarı ile ithal edilen ülkelere ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/6959)

11.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, 2018 yılında yüksek fiyat etiketleri dolayısıyla hakkında işlem yapılan işletmelere ve yerli üretim logolarının ticarete etkisine ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/6961)

12.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, 2018 yılında ithal edilen gıda ürünlerine ilişkin sorusu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın cevabı (7/6962)

13.- Ağrı Milletvekili Dirayet Dilan Taşdemir'in, 2002-2018 yılları arasında hafriyat kamyonlarının sebep olduğu kazalara ve bu araçların şehir içinde yasaklanması önerisine ilişkin sorusu ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan’ın cevabı (7/6977)

14.- İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm'ün, İstanbul'da metrobüs sistemi ile ilgili bazı verilere ve ücretsiz ulaşım talebine ilişkin sorusu ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan’ın cevabı (7/6978)

8 Ocak 2019 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.02

BAŞKAN: Başkan Vekili Levent GÖK

KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL (Kütahya), Şeyhmus DİNÇEL (Mardin)

-----0-----

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 42’nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Levet Gök’ün, 2019 yılının barış getirmesini temenni ettiğine, Cumhurbaşkanının vefat eden dayısına, İstanbul Milletvekili Hulusi Şentürk’ün annesine, Van Milletvekili İrfan Kartal’ın ağabeyine, Şırnak Milletvekili Rizgin Birlik’in kayınpederine, İstanbul Milletvekili Ahmet Şık’ın babasına, İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun annesine, Elâzığ Milletvekili Gürsel Erol’un annesine Allah’tan rahmet dilediğine ve çocuğunun dünyaya gelmesi nedeniyle Levent Bülbül’ü tebrik ettiğine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, gündem dışı konuşmalar için söz vermeden önce bir iki hususu sizlerle paylaşmak isterim.

Bugün, 2019 yılının ilk birleşimini gerçekleştiriyoruz. 2019 yılının tüm ülkemize, tüm dünyaya barış, huzur getirmesini diliyorum. 2019 yılında Türkiye’mizin bütün sorunlarını aşmış olarak herkesin sevgiyle, saygıyla, nezaketle birbirine yaklaşması, tartışmaları bu düzlemde gerçekleştirmesi, herkesin aynı gemide olmanın bilinci içerisinde Türkiye’mizin menfaatlerini gözeterek ortak noktalarda buluşması gerektiğini düşünüyorum; bu bakımdan, 2019 yılından ümitliyim. Her yıl yeni bir ümittir, her yıl yeni bir heyecandır; her yılın kendine özgü, hepimize kattığı bir sevinç vardır, bir huzur vardır. Bu sevinçle, bu mutlulukla 2019 yılındaki beklentilerimizin gerçekleşmesi dileğiyle tüm milletvekili arkadaşlarımızın yeni yılını kutluyorum. 2019 yılının ülkemize, tekrar, güzellikler getirmesini diliyorum. (AK PARTİ, CHP, MHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu arada, değerli milletvekilleri, elbette yeni yıla girdik ama aile fertlerinden yakınlarını kaybeden bazı arkadaşlarımız oldu. Bir yandan acı hayat, bir yandan tatlı hayat; bunların her biri devam ediyor. AK PARTİ İstanbul Milletvekilimiz Sayın Hulusi Şentürk annesini kaybetti. Bunlar geçtiğimiz dört beş gün içerisinde olan vefatlar; bilemediklerim varsa, arkadaşlarım uyarırsa onları da söylerim.

Yine, AK PARTİ Van Milletvekilimiz Sayın İrfan Kartal’ın ağabeyi rahmetli oldu.

Yine, Adalet ve Kalkınma Partisi Şırnak Milletvekilimiz Sayın Rizgin Birlik’in kayınpederi vefat etti.

Halkların Demokratik Partisi İstanbul Milletvekilimiz Sayın Ahmet Şık’ın babası hayatını kaybetti.

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekilimiz Sayın Mehmet Bekaroğlu’nun annesi vefat etti.

Yine, Cumhuriyet Halk Partisi Elâzığ Milletvekilimiz Sayın Gürsel Erol’un annesi vefat etti.

Tüm milletvekili arkadaşlarımıza, hepsine başsağlığı dileklerimizi Meclis adına iletiyorum ve ölen yakınlarına da Allah’tan rahmet diliyorum.

Elbette, bu arada, kayıplar olurken güzel, müjdeli haberler de geliyor. Yılbaşından hemen, kısa bir süre önce Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilimiz Sayın Levent Bülbül’ün ve sevgili eşinin dünya tatlısı bir çocuğu dünyaya geldi. Sayın Bülbül ailesini kutluyorum. Doğan yavrumuzun bahtının açık olmasını diliyorum ve ona hoş geldiniz diyorum. (AK PARTİ, MHP, ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu arada, Sayın Cumhurbaşkanımızın dayısının da vefat ettiğini arkadaşlarımız bana ilettiler. Sayın Cumhurbaşkanımıza da başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Dayısı için de aynı şekilde Allah’tan rahmet diliyorum.

Evet, değerli milletvekilleri, şimdi gündem dışı konuşmalarımıza geçiyoruz.

Gündem dışı ilk söz, 5 Ocak Adana’nın düşman işgalinden kurtuluş yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Adana Milletvekili Abdullah Doğru’ya aittir.

Buyurun Sayın Doğru. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Adana Milletvekili Abdullah Doğru’nun, 5 Ocak Adana ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

ABDULLAH DOĞRU (Adana) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 5 Ocak Adana’mızın düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümü vesilesiyle gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Fransız güdümündeki Ermeni çetelerinin üç yıl süren kirli, zalim ve kanlı vesayetini bozguna uğratan kahraman Adana’mızın düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yılı kutlu olsun. Muzaffer Komutan Gazi Mustafa Kemal’e, ülkemizde istiklal meşalesinin yakıldığı Adana’mızın yiğit kahramanlarına yani vatan savunması yaparken kahramanca şehadete yürüyen şehit Cemil’e, Saimbeyli ilçemize adını veren kahraman Saim Bey’e, ilk kadın şehidimiz olma şerefine nail olan Rahime Hatun’a, Pozantı şehidimiz Müftü Kasım Hoca Efendi’ye, Ceyhanlı şehidimiz Sabit Efendi’ye, Kurttepe kahramanı Selahattin Bey’e, Kozanlı şehit Ulvi Bey’e, Tufanbeyli’nin kahraman evladı Tufan Paşa’ya, millî kuvvetler komutanı Sinan Tekelioğlu’na, Karaisalı Müftüsü Mehmet Efendi’ye, bir kadının vatan müdafaasındaki önemini tüm dünyaya gösteren Kara Fatma’ya, Teke Dağlarının kahramanı Gizzik Duran’a, Karboğazı destanının hanım kahramanı Gülekli Hatice’ye, Ramazanoğlu Suphi Paşa’ya, Aladağlı şehit Ahmet Bey’e, Yüreğir müfreze komutanlarından Molla Nasrullah’a, Ahmet Remzi Yüreğir’e ve isimlerini bilemediğimiz nice isimsiz kahramanlarımıza, tüm şehit ve gazilerimize saygı, minnet ve şükranlarımı sunuyorum, kendilerini rahmetle anıyorum.

O dönemlerde, günümüzde olduğu gibi, eşkıyaları, teröristleri ve işgalcileri âdeta bir maşa gibi kullanan dış güçler yine iş başındaydı. Adana vilayetindeki Müslümanlar tepeden tırnağa kadar silahla donatılan Ermeni çetelerinin tehditleri altında her gün katliama maruz kalıyorlardı. Fransız işgal güçlerinin Ermeni çeteleriyle birlikte Müslüman ahalisine ettikleri zulüm ve işkencenin haddi hesabı yoktu. Adana’da her köşebaşı âdeta toplu mezarlıklara dönüşmüştü. Bu vahşet sürerken Adana halkı canını kurtarmanın tek yolunu, düşmanın zulüm ve ahlaksızlarından uzakta göklere uzanan basamak Toros Dağlarına kaçmakla bulmuştu. Bir ozanın dilinde zulüm tarihi 10 Temmuz şöyle anlatılıyor: “10 Temmuzu bir bilseniz ne kara gündü/ Obalar göç etti, ocaklar söndü/ Adana bir yangın yerine döndü/ O günden ruhlarda bir sızı vardır.”

İki sene süren bu mezalimin ardından 5 Aralık 1921 tarihinde Gazi Mustafa Kemal’in Ankara’da Fransızlarla yapılan anlaşmadan hemen sonra devlet hâkimiyetini güçlendirmek adına yayımladığı beyannameyle Adana’nın düşman işgalinden kurtuluşu müjdelenmişti. Son Fransız askeri 5 Ocak 1922 tarihinde Adana’yı terk etmişti.

Arif Nihat Asya’nın kaleme aldığı ve ilk kez 5 Ocak kutlamalarında Adana’da okunan “Bayrak” şiirindeki buram buram istiklal kokan sözler o gün yaşanan fedakârlık, azim ve kararlılığı bizlere en doğru şekilde aktarıyordu.

Arif Nihat Asya şöyle diyordu: “Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder.../ Gölgende bana da, bana da yer ver./ Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar?/ Yurda ay yıldızının ışığı yeter./ Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün,/ Kızıllığında ısındık;/ Dağlardan çöllere düştüğümüz gün,/ Gölgene sığındık.”

Esasında, doksan yedi yıl önce Adana’da gösterilen azim ve kararlılık, milletimizin yaşadığı zorlukların ardından daha da güçlenerek geri döndüğünün en güçlü ispatıdır. Çok net bir şekilde görülüyor ki milletimizin işgalcilere karşı gösterdiği kahramanca tutum, doksan yedi yıl önce 5 Ocakta Adana’da, Çanakkale Cephesi’nde, Sakarya Meydan Muharebesi’nde, Kosova Savaşı’nda, İstanbul’un fethinde ve 15 Temmuzda düşmanları bozguna uğratmıştır. Geçtiğimiz yıllarda da bu durum geçerliydi, gelecekte de yine aynen geçerli olacaktır.

Bu düşüncelerle Adana’mızın düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yılını en kalbî duygularımla kutluyorum. Adana halkının dolayısıyla da yüce Türk milletinin feraseti, dik duruşu ve cesareti karşısında saygıyla eğiliyorum. Tarihe zarafet katan, dünyaya adalet dağıtan şanlı ecdadımızı “Emanetiniz emanetimizdir.” diyerek yâd ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Doğru, bir dakika verelim.

ABDULLAH DOĞRU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Bu vesileyle Sayın Cumhurbaşkanımızın vefat eden dayısı Ali Mutlu Beyefendi’ye Allah’tan rahmet diliyor, Sayın Cumhurbaşkanımıza ve ailesine başsağlığı diliyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Doğru.

Değerli arkadaşlar, gündem dışı ikinci söz, Iğdır’ın sorunları hakkında söz isteyen Iğdır Milletvekilimiz Sayın Habip Eksik’e aittir. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika Sayın Eksik.

2.- Iğdır Milletvekili Habip Eksik’in, Iğdır ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

HABİP EKSİK (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Iğdır ilinin sorunları üzerine gündem dışı söz almış bulunmaktayım.

Iğdır ilimiz coğrafi, sosyolojik, jeopolitik konum olarak çok büyük güzellikler, özellikler barındırmasına rağmen maalesef birçok konuda iktidarlar tarafından geri bırakılmıştır. Hizmetten en çok mahrum bırakıldığı dönem de, maalesef, bu AKP iktidarı dönemi olmuştur.

Değerli milletvekilleri, Iğdır’da sınır ticaretinin yaptırılmaması en önemli sorunlardandır. Iğdır, üç ülkeyle sınırı olan, dünyada eşi benzeri zor bulunan bir ildir ama maalesef Ermenistan’la olan Alican Sınır Kapısı ve İran’la olan Boralan Sınır Kapısı kapalıdır. Nahcivan’la olan Dilucu Sınır Kapısı resmiyette açık olmasına rağmen fiiliyatta kapalı gibidir çünkü iktidarın yetki verdiği kişiler tarafından neredeyse ticaret yaptırılmamaktadır. Sınır kapısında, 5 litre mazot fazla çıktı diye gençlerimize, tır sahiplerine, kamyon sahiplerine maalesef cezalar yağdırılmaktadır. Tüm bu sebeplerden dolayı Iğdır ilinde ticaret bitme noktasındadır. Birçok şirket konkordato ilan etti veya etmek üzere. 6-7 bin olan tır sayısı bu ekonomik krizden sonra maalesef binin altına düşmüştür. Nakliyecilik sektöründen geçim sağlayan, evine ekmek götüren binlerce insan bu iktidarın sebep olduğu ekonomik krizden dolayı işinden, aşından oldu ve evine ekmek götüremez hâle geldi ve tırını, arabasını satmak zorunda kaldı.

Değerli milletvekilleri, Iğdır halkının sağlık alanında ciddi sorunları var. Iğdır’da hemen hemen her evde 1 kişi ya kanser nedeniyle vefat etmiştir ya da kanser tanısı konulduğu için kanser tedavisi görmektedir. Kanser oranı bu kadar yüksek olmasına rağmen bu konuda ne bir araştırma ne de bir önlem alınmaktadır. Hele ki kanser nedeniyle tedavi alması gereken hastalar Iğdır Devlet Hastanesi yetersiz olduğu için Erzurum, Kars, Van yollarında perişan olmaktadır.

Değerli arkadaşlar, Iğdır halkı bu kanser oranı artışının, Iğdır’ın hemen yanı başında olan Ermenistan’a ait Metzamor Nükleer Santrali’nden dolayı olduğunu düşünmektedir fakat iktidarın bu konuda ne ulusal ne de uluslararası bir çalışması yoktur. Türkiye Atom Enerjisi Kurumunun, olası bir nükleer kazada alınması gereken önlemlerle ilgili hiçbir çalışması yoktur. Bu konu Iğdır insanımızı ciddi anlamda rahatsız etmektedir.

Değerli milletvekilleri, Iğdır Devlet Hastanesinde kardiyovasküler anjiyo merkezi bulunmamaktadır. Iğdır’da bir kişi kalp krizi geçirdikten sonra ya 150 kilometre uzaklıktaki Kars’a ya da 300 kilometre uzaklıktaki Erzurum’a sevk edilmek zorunda kalınıyor ki bu sevk edilen kişilerin birçoğu ya yolda hayatlarını kaybediyor ya da gittiği yerde anjiyo olduktan sonra kalp yetmezliğiyle karşı karşıya kalıyor. Iğdır Devlet Hastanesinde, başta çocuk hastalıkları ve kadın doğum uzmanlığı bölümleri olmak üzere birçok alanda doktor sayısının eksik ve yetersiz olmasından dolayı düzgün bir hizmet verilememektedir. Bu çağda, maalesef, Iğdır Devlet Hastanesinde sabahın erken saatlerinde Iğdır insanı bu şekilde kuyruğa girmekte ve sıra beklemektedir. Bu da bu iktidarın bir ayıbıdır.

Değerli arkadaşlar, Iğdır’da özellikle dağ köylerinde hastalar, maalesef, ne bir tansiyon ölçtürecek yer ne de iğnelerini yaptırabilecek bir sağlıkevi bulamamaktadırlar.

Iğdır Ovası doğunun Çukurovası olarak bilinmesine rağmen Iğdır’da tarım ve hayvancılık bitme noktasındadır. Iğdır insanı ektiği mahsulü satamamıştır, bundan dolayı da ne pamuk ne şekerpancarı ne de kavun, karpuz, domates gibi bir ürünü artık ekememektedir. Mazot, gübre, tohum pahalılığı, birçok arazinin ekilmeden boş bırakılmasına sebep olmaktadır. Iğdır ilinin ne al elması ne de meşhur kayısısı artık hak ettiği değeri bulamamaktadır çünkü Bakanlığın bu konuda hiçbir çalışması maalesef yoktur.

Değerli arkadaşlar, tarım ve hayvancılık desteklemelerinin özellikle AKP yandaşlarına verilmesi tarım ve hayvancılığın tamamıyla bitmesine sebep olmuştur. Yaylaların keyfî nedenlerle geçici güvenlik bölgesi ilan edilerek yasaklanması hayvancılığı tamamıyla bitirmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Eksik, bir dakika daha veriyorum.

HABİP EKSİK (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, taşımalı eğitim ve haksız, hukuksuz bir şekilde öğretmenlerin ihraç edilmesi çocuklarımızın sağlıklı ve yeterli bir düzeyde eğitim almasını engellemektedir.

Öğretmen ve derslik sayısı Iğdır’da yetersizdir.

İstihdam alanında Iğdır’da, maalesef, iktidarın yarattığı durumlar neticesinde adam kayırmacılık, torpil ciddi rahatsızlık verecek düzeye ulaşmıştır. Başta İŞKUR olmak üzere birçok kuruma AKP il yöneticileri tarafından kendi akraba ve yandaşların isim listesiyle alım yapılmaktadır.

Ağrı Dağı gibi önemli bir değer, Iğdır il merkezinin hemen yanı başında olmasına rağmen ne inanç ne de kış turizmi açısından değerlendirilmemektedir.

Değerli milletvekilleri, Iğdır insanı tüm bu rahatsızlıkların, oluşturulan bu mağduriyetlerin hesabını bir kez daha 31 Mart yerel seçimlerinde soracaktır, AKP’yi ve yandaşı olan partileri tabela partisine çevirecektir inşallah.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Eksik.

Gündem dışı üçüncü söz, 5 Ocak Adana’nın düşman işgalinden kurtuluşu yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Adana Milletvekilimiz Sayın Müzeyyen Şevkin’e aittir.

Buyurun Sayın Şevkin. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

3.- Adana Milletvekili Müzeyyen Şevkin’in, 5 Ocak Adana ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

MÜZEYYEN ŞEVKİN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüz doksan üç gündür haksız ve hukuksuz şekilde tutuklu bulunan Eren Erdem, dün sabah verilen tahliye kararı ardından âdeta alay eder gibi yeniden tutuklanmıştır. Bu haksız ve adaletsiz uygulamayı kınıyor; hak, hukuk ve adaleti her zaman savunacağımızı, haksız ve hukuksuz cezaevinde olan bütün tutuklanmaların karşısında duracağımızı buradan ifade ediyorum.

Değerli milletvekilleri, 5 Ocak 1922, Adanalılar için tarihî bir gün. 5 Ocak, Adana’nın düşman işgalinden kurtuluşunun adıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve kurtuluş mücadelesinin çıkış noktası Adana’dır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yokluk, yoksulluk, ötelenmişlik ve emperyalist güçlerle ülkemiz içerisinde gerçekleşen çeşitli iş birliklerine karşın kuruluş reçetesinin yazıldığı kentin adıdır Adana. Atatürk 15 Mart 1923’te Adana’yı ziyaretinde kurtuluş mücadelesi kararını Adana’da aldığını şu sözleriyle söylemiştir: “Bende bu vakayiin ilk hissi teşebbüsü bu memlekette, bu güzel Adana’da vücut bulmuştur.” Anadolu’nun her köşesindeki sayısız kahramanı dünyanın belleğine kazıyan eşsiz kurtuluş mücadelesinin önemi günümüzde net olarak anlaşılmalı, okunmalı ve anlatılmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluş ve kuruluş fikrinin Adana gibi güzel topraklarda hayat bulması Adanalılar açısından büyük önem taşımaktadır. Adanalı kurtuluş kahramanları ve tüm halkın Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük destekçisi olarak gerek cephede gerekse örgütlenmede halkın bilinçlendirilmesinde hem silahıyla hem de kalemiyle işgalcilere set çeken, onur ve gurur vesilesi olan Cemil Nardalı, İbo Osman, Kara Fatma, Tufan Bey, Gizzik Duran, Gülekli Hatice ve daha adını sayamadığımız nice kahramanlarımızı buradan saygı ve rahmetle anıyorum.

1918 yılında, Atatürk’ün desteği ile Ahmet Remzi Yüregir’in cesur ve kararlı çıkışıyla hayata geçirilen ve bugün, oğlu Çetin Remzi Yüregir’in öncülüğünde 101’inci yayın yılına ulaşan Yeni Adana gazetesi de Adana’nın ve Türkiye’nin tarihî bir mirasıdır, emanetidir. İşgale inat, vatan savunmasının ileri karakolu göreviyle dünyanın dikkatini çeken ve 1965 yılında Dünya Basın Başarı Ödülü almış Yeni Adana gazetesi gibi değerlere sahip çıkılmalıdır.

Ayrıca, temsiliyet hakları ellerinden alınan, merkezi Adana’da bulunan Türkiye Kuvayi Milliye Mücahitler Derneği de millî bayramlar ve kurtuluş günlerinde kendi dernek çatısı altında temsil hakkına kavuşmalıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, ulusun kurtuluş ve yeniden doğuş mücadelesinin filizlendiği Çukurova’nın bereketli topraklarında günümüzde yaşanan olumsuzluklara da Adana açısından vurgu yapmak istiyorum. Geçmiş yıllarda sanayi ve tarımın başkenti, 1990’lı yıllarda Türkiye’nin 4’üncü büyük ili olan Adana, Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Endeksi’ne göre ne yazık ki 16’ncı sıraya gerilemiştir.

Yüzde 22 oranla işsizliğin başkenti olan Adana, millî gelirde, tarım ve sanayi teşviklerinde yaşanabilir kentler sıralamasında, kamu yatırımlarında, kentsel dönüşümde, kültür ve turizm yatırımlarında, daha sayabileceğimiz birçok alanda ne yazık ki hep geri plana itilmiştir.

Mevcut hâliyle Adana ilimiz hayat pahalılığında Türkiye’nin 3’üncü sırasında yer almaktadır. Bugünlerde Türkiye’yi sarsan ekonomik krizle birlikte büyük sanayi fabrikaları, küçük ve orta boy işletmeler kapılarına bir bir kilit vurmuştur. Son on yılda Adana'da 55 fabrika kapısına kilit vurmuştur. Bunlardan en önemlileri PAKTAŞ, Millî Mensucat, ÇUKOBİRLİK, Güney Sanayi ve TEKEL kapanan fabrikalara en üzücü örneklerdir.

Yaşam Endeksi sıralamasında Adana ancak 61’inci sırada yer alabilmiştir. Güvenlikte 78’inci sıradadır. Ne yazık ki güvenlik konularıyla televizyonlarda. Eskiden toprak ağalarıyla filmlere konu olan Adana, şu anda güvenlik zafiyetiyle 78’inci sırada yer almaktadır.

Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı olarak 2007 yılında kurulan ve Türkiye’nin 42 farklı ilinde koordinatörlükleri bulunan Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu mali projelerinde Adana’yı göz önüne almamaktadır değerli milletvekilleri. Tarım kenti Adana’da koordinatörlük bir an önce kurulmalı ve Adana çiftçisi desteklenmelidir.

Ayrıca, Adana, seçimden seçime hatırlanacak bir il değildir değerli milletvekilleri.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şevkin, bir dakika daha ilave ediyorum.

Buyurun.

MÜZEYYEN ŞEVKİN (Devamla) - Bilindiği gibi 2011 yılında Cumhurbaşkanı tarafından söz verilmiş olmasına rağmen Adanalının sırtında kambur olarak duran metro hâlâ bakanlığa devredilmemiş, Adana Stadyumu bitirilmemiştir. Karataş ve Yumurtalık, turizm teşvik bölgesi olarak ilan edilmesine rağmen, hâlen burada bir çivi dahi çakılmamıştır. Bugün Sayın Cumhurbaşkanımız “Cumhuriyet Halk Partisi olsaydı sandallarla gezecektik.” diyordu. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında, hamdolsun, Ceyhan’da dün vatandaşımız tarlalarına sandalla gider duruma gelmiştir arkadaşlar, bunu özellikle dikkatinize sunmak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Evet, yiyecek ekmek, içecek su bulamamasına rağmen emperyalizme göğsünü siper eden, yeni bir devlet kuran, toprağı işleyen, fabrika kuran, çağdaş bir eğitim modeli geliştiren bir ecdadın evlatları olarak Adana’mızı, Türkiye’mizi Atatürk’ün gösterdiği hedef doğrultusunda muasır medeniyetler seviyesine ulaştırabileceğimizi düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şevkin, toparlayın lütfen.

MÜZEYYEN ŞEVKİN (Devamla) – Hemen bitiriyorum efendim.

Azimle, inançla, kararlılıkla, birlik, kardeşlik ve barış duygularıyla, birbirimizi ötelemeden, ötekileştirmeden, güvenle geleceğe bakmamız gerekiyor.

Başta unutulmaz kurucu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Adana ve vatan savunmasında canlarını hiçe sayan tüm kahramanlarımıza Allah’tan rahmet diliyor, anıları önünde saygıyla eğiliyor, Adana’mızın düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yılını onur ve gururla kutluyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şevkin.

Sayın milletvekilleri, şimdi sisteme giren ilk 20 milletvekiline yerlerinden birer dakikayla söz vereceğim, ondan sonra sayın grup başkan vekillerinin de söz taleplerini karşılayacağım.

Sayın Gaytancıoğlu…

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, yeni yılı kutladığına ve Ergene Nehri’nde yaşanan kirliliğe ilişkin açıklaması

OKAN GAYTANCIOĞLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İyi yıllar diliyorum bu arada herkese.

Ergene Nehri’nin kirlilikten kurtarılması amacıyla Ergene Havzası Koruma Eylem Planı’nda maliyeti 4 milyar lirayı bulan 15 eylem belirlenmiş olup bu eylemlerden 8 tanesi tamamlanmıştır. Bu eylemler yani inşaatlar tamamlandığında Ergene Nehri’nin temizleneceği iktidar tarafından sürekli dile getirilmektedir. Ancak hazırlanan durum raporunda su kalitesinin 4’üncü sınıf olduğu saptanmıştır. Kısacası, bir yandan Ergene Nehri kurtarılmak isteniyor, bir yandan kirlilik artıyor. Hatta Ergene Nehri’nde bulunan oksijen miktarı en son ölçümlere göre son yılların en düşük seviyesindedir. Bu kirliliğin temel nedeni, bölgede bulunan 2.500’ün üzerindeki sanayi tesisinin atıklarını kaynağında engellememek olduğu hâlde hiçbir önlem alınmamaktadır. Merak ediyorum, acaba denetimler durdu mu? Ergene Nehri âdeta Trakya bölgesinin kanalizasyonu olmuştur. Bölgedeki kanser vakaları gün geçtikçe artmaktadır. Bu konuda ciddi açıklamalar yapılmamaktadır. Kısacası, Ergene Nehri’yle ilgili…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaya…

2.- Trabzon Milletvekili Ahmet Kaya’nın, doğanın poşeti paralı yaparak değil bilinçle korunabileceğine ilişkin açıklaması

AHMET KAYA (Trabzon) – Milletin ve memleketin çözüm bekleyen binlerce sorunu varken, siz kalktınız, poşeti paralı yaptınız. Size sorulunca, israfı önlemek ve çevreyi korumak için yaptığınızı söylüyorsunuz ama 25 kuruş poşet parasının 15 kuruşunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığına kaldığını, ülkemizde bir yılda 35 milyara yakın poşet kullanıldığını ve bu 35 milyar poşetin her birinden 15 kuruş alacağınızı ve bir yılda vatandaşın sırtından 5 milyar 250 milyon lira yani eski parayla 5 katrilyon 250 trilyon lira kazanacağınızı söylemiyorsunuz. Allah aşkına, bir kez dürüst olun ve millete gerçekleri anlatın, ekonomiyi nasıl batırdığınızı anlatın. “Derdimiz çevre değil, vatandaşın sırtından para kazanmaktır.” deyin. “Lüks, şatafat, israf ve kibir iktidarımıza para lazım.” deyin. Eğer derdiniz çevreyse doğada çözülebilen poşetlerin kullanımını zorunlu hâle getirin ve doğanın, poşeti paralı yaparak değil bilinçle korunabileceğini öğrenin. (CHP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Karaca…

3.- Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca’nın, ayçiçeği üreticisinin mağduriyetine ilişkin açıklaması

GÜLİZAR BİÇER KARACA (Denizli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ülkemizin 157 bin ton çerezlik ay çekirdeğinin yaklaşık 46 bin tonu Denizli’mizde, özellikle Çal ve Çivril ilçelerimizde üretilmektedir. Denizli tek başına ayçiçeği üretiminin yüzde 29’unu karşılamaktadır.

Peki, ayçiçeği üreten, ülke ekonomisine katkı sağlayan Denizlili çiftçiler para kazanıyor mu? Hayır. Ülkemizde bu yıl 300 bin ton ayçiçeği ithalatına onay verilmiştir. Üstelik gümrük vergisi dahi alınmayacak ve özellikle de özel şirketlere ithalat olanağı verilmektedir. Önceki Tarım Bakanı gibi eğer amacınız, yabancı ülke çiftçilerine desteğiniz için madalya almak ise Tarım Bakanı, lütfen Türk çiftçisinin sesini duyun, ayçiçeği üreticilerimizin sesini duyun, buradan, Türkiye Büyük Millet Meclisinden, yüce Meclisten bizler size söz veriyoruz, o madalyayı Türk çiftçisine vereceğiniz destek için bizler size takacağız diyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Karayel…

4.- Kayseri Milletvekili İsmail Emrah Karayel’in, yeni yılın tüm insanlık için barış ve refah içinde geçmesini temenni ettiğine, AK PARTİ grup toplantısında Cumhurbaşkanının verdiği müjdelere ilişkin açıklaması

İSMAİL EMRAH KARAYEL (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öncelikle, 2019 yılının ilk Meclis Genel Kurulu toplantımızda, yeni yılın, ülkemiz, milletimiz, bölgemizdeki kardeşlerimiz ve tüm insanlık için barış, huzur, sağlık, güvenlik ve refah içinde geçmesini temenni ediyorum.

Cumhurbaşkanımız, liderimiz, Genel Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan bugünkü grup toplantımızda aziz milletimize yeni müjdeler verdi. İlk müjde, düzenli sosyal yardım alan ihtiyaç sahibi vatandaşlarımızın aylık 150 kilovatsaate kadar yaklaşık 80 liralık elektrik faturasını devletin ödeyecek olmasıdır.

İkinci müjde, kredi kartı borcunu ödemekte güçlük çeken vatandaşlarımız Ziraat Bankasından alacakları krediyle mevcut borçlarını kapatıp aylık gelirlerine uygun şekilde altmış aya varan vadelerle borçlarını yeniden yapılandırabilecekleridir.

Üçüncü müjde, esnafımıza Halkbankın 2019’da da ciddi krediler kullandıracak olmasıdır.

Bu müjdelerin aziz milletimize hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Aygun…

5.- Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan Aygun’un, Tekirdağ-Hayrabolu yolunun daha kaç can alacağını öğrenmek istediğine ve Hayrabolu-Süleymanpaşa yolunun tamamlanması için Ulaştırma ve Altyapı Bakanına çağrıda bulunduğuna ilişkin açıklaması

İLHAMİ ÖZCAN AYGUN (Tekirdağ) – 2015 yılında Ege’de kıyıya vuran Aylan bebekten sonra bugün de Hayrabolu’da derede boğulan Emir bebeğimiz yüreklerimizi ağlatmıştır. Tekrar soruyorum: Hayrabolu yolu daha kaç can alacaktır? Bugün Tekirdağ’da çok elim bir kaza yaşadık. Ölüm yolu olarak adlandırdığımız Hayrabolu’da bir otomobilin dereye uçması sebebiyle 8 vatandaşımızı kaybettik. 4 yetişkin, 3 çocuk, 1 de bebeğimiz hayatını yitirmiştir. 28 Aralık 2017 günü Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan’ın temelini attığı, Hayrabolu-Süleymanpaşa arasında yapılan yol sadece 5-6 kilometre ilerlemiş, 20 tane menfez yapılmış ve köprü ayaklarının perdeleri atılacakken iş durmuş vaziyette. İş makinelerinin hepsi tertemiz bir şekilde şantiyelerde durmaktadır.

“İtibardan tasarruf olmaz.” diyenler insan hayatından tasarruf yapıyor. 2021 yılı içerisinde açılması planlanan yolun bu tarihe yetişmemesi aşikârdır. Ekonomik kriz sebebiyle bu da gündemden düştü. Buradan Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığını uyarıyor, bir an önce bu yolu tamamlamaya çağırıyorum. Daha fazla can yitirmek istemiyoruz.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Özkan…

6.- Mersin Milletvekili Hacı Özkan’ın, 3 Ocak Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümü vesilesiyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere şehitleri rahmetle andığına ilişkin açıklaması

HACI ÖZKAN (Mersin) – Teşekkürler Sayın Başkan.

3 Ocak Mersin’imizin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümünü hemşehrilerimizle birlikte coşkuyla kutladık. “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” anlayışıyla bağımsız ve güçlü Türkiye yolunda, tarihimizden aldığımız destansı ruhla, milletimizin desteği ve duasıyla şehrimizin gelişmesi ve büyümesi için çalışıyoruz.

Aziz milletimizin kahraman evlatları, geçmişte olduğu gibi, 15 Temmuz darbe girişiminde tüm dünyaya kanıtlandığı üzere, gelecekte de demokrasimize, özgürlüğümüze, bağımsızlığımıza, ülkemizin millî birlik ve beraberliğiyle bekasına kastetmek isteyen hain odaklara asla geçit vermeyecek, milletçe bir bütün olarak barış, huzur ve kardeşlik içinde aydınlık geleceğe emin adımlarla ilerleyecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere aziz şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi rahmetle, şükranla ve minnetle anıyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Şeker…

7.- Kocaeli Milletvekili İlyas Şeker’in, Kocaeli’de dört mevsimin yaşanabildiğine ve 2019 yılının hayırlı olmasını dilediğine ilişkin açıklaması

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, seçim bölgem Kocaeli Türkiye’deki tüm doğal güzellikleri bünyesinde barındıran ve dört mevsimin doyasıya yaşandığı bir kent.

Kocaeli 2002’den itibaren AK PARTİ hükûmetlerinin ve AK PARTİ Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin yaptığı yatırımlarla; altyapısıyla, üstyapısıyla, çevresiyle, kültürüyle, turizmiyle ve mavi bayraklı plajlarıyla, yeşilin tüm tonlarının oluşturduğu orman ve yaylalarıyla ülkemizde gezilip görülecek ve tatil yapılacak bir kent hâline geldi.

Karamürsel Alp’in fethettiği Samanlı Dağlarında bulunan Sapanca Gölü manzaralı, Kocaeli’nin Kartepe Kayak Merkezi 1.650 metre rakımda ve sıfır kotundaki şehir merkezine yirmi dakika, dünya kenti İstanbul’a ise bir saat mesafededir. Kış sporlarının tadını çıkarmak isteyenleri Akçakoca’nın memleketi Kocaeli’ne bekliyoruz.

2019 yılı ülkemize, milletimize hayırlı olsun diyorum.

Saygılarımı sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Dağlı…

8.- Adana Milletvekili Tamer Dağlı’nın, 2019 yılının barış, güvenlik ve refah içinde geçmesini temenni ettiğine, 5 Ocak Adana ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümünü kutladığına ilişkin açıklaması

TAMER DAĞLI (Adana) – 2019 yılının ülkemiz, milletimiz, bölgemizdeki kardeşlerimiz ve tüm insanlık için barış, huzur, sağlık, güvenlik ve refah içinde geçmesini temenni ediyorum.

Güzel Adana’mızın düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yılı dolayısıyla başta Kurtuluş Savaşı’mızın Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere bağımsızlık aşkıyla vatan için canını ortaya koyan kahraman ecdadımızı rahmetle, minnetle yâd ediyorum.

Adanalılar kurtuluş mücadelesinin ilk hissi teşebbüsünü Başkomutan Atatürk’e yaşatma bahtiyarlığına sahiptir. Bu gururla 5 Ocak Adana’nın düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yılını kutluyor, kıymetli hemşehrilerimi ve Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Arık…

9.- Kayseri Milletvekili Çetin Arık’ın, Kayseri ilinin Hacılar ilçesinde sokak köpeklerinin saldırısı sonucu hayatını kaybeden Mehmet Özer’e Allah’tan rahmet, yaralanan Hacı Ali Tuğrul’a şifa dilediğine ilişkin açıklaması

ÇETİN ARIK (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Hacılar ilçemizde 4 Ocak Cuma günü büyük bir acı yaşadık. Sokak köpeklerinin saldırısına uğrayan 14 yaşındaki lise öğrencilerimizden Mehmet Özer isimli kardeşimiz hayatını kaybederken Hacı Ali Tuğrul isimli kardeşimiz ise ağır yaralandı.

Öncelikle, hayatını kaybeden kardeşimize Allah’tan rahmet, ailesine ve Hacılar ilçemize başsağlığı diliyorum. Bu konu siyasetüstü bir konu, bunun siyasi malzeme yapılmasını asla ve asla doğru bulmuyorum. Ancak Kayseri’miz, Hacılar ilçemiz böyle büyük bir acı yaşarken, daha 14 yaşındaki kardeşimizin cenazesi kalkmamışken Sayın Özhaseki’nin katıldığı bir televizyon programında sahipsiz sokak hayvanları sorununu Kayseri’de çözdüğünü, Ankara’da da çözeceğini söylemesi Kayseri’de vicdanları kanatmıştır. Aç kalan sokak köpekleri çocuklarımızı parçalarken Sayın Özhaseki’nin bu açıklamasını kınıyor, sorumluların derhâl istifasını istiyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Öztunç…

10.- Kahramanmaraş Milletvekili Ali Öztunç’un, Kahramanmaraş ilinde 1960’lı yılların ulaşım sorunlarının yaşandığına, Nurhak Devlet Hastanesine neden uzman doktor gönderilmediğini ve AKP’nin Kahramanmaraş’ı neden sevmediğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

ALİ ÖZTUNÇ (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Rahmetli hemşerim Âşık Mahzuni’nin bir türküsü vardı, derdi ki: “Susuz Urfa, yolsuz Maraş.” Urfa’nın susuzluğu bitti ama Maraş’ın yolsuzluğu hâlâ bitmedi. Yolsuzluk deyince yanlış anlamayın, yol sorununu kastediyorum, yoksa diğer yolsuzluk Ankara’da bakanlıklarda bayağı bayağı devam ediyor. Kahramanmaraş ilimizin Pazarcık ilçesinin Narlı Mahallesi’nde yollar perişan, hizmet yok. Oysa Narlılı yurttaşlarımız da askere gidiyorlar, vergi veriyorlar. Yine, Pazarcık’ta Tetirlik, Şahintepe, Ortaköy’de yol yok, 1960’lı yılların ulaşım sorunları yaşanıyor. Kahramanmaraş merkezin Bertiz köylerinde yollar perişan. Nurhak Devlet Hastanesine uzman doktor hâlâ gönderilmedi, Afşin Devlet Hastanesinde uzman doktor açığı var, Elbistan için söyledik, söyledik, birkaç doktor gönderdiniz. Nurhak Devlet Hastanesine neden uzman doktor göndermiyorsunuz? Bir kez daha soruyorum: Ey AKP, Kahramanmaraş’ı niye sevmiyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Taşdoğan…

11.- Gaziantep Milletvekili Ali Muhittin Taşdoğan’ın, ebe ve hemşire yardımcıları ile sağlık bakım teknisyenlerinin görev tanımlarının yeniden revize edilerek daha fazla sorumluluk almak istediklerine ilişkin açıklaması

ALİ MUHİTTİN TAŞDOĞAN (Gaziantep) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ebe yardımcılığı, hemşire yardımcılığı ve sağlık bakım teknisyenliğinde başta görev tanımlarından kaynaklı pek çok sorunlar yaşanmaktadır. Görev tanımlarının yeniden yapılandırılıp ateş alma, nabız ve tansiyon ölçümü gibi noninvaziv ve invaziv girişim yetkisi dâhil pek çok girişimsel müdahalenin görev tanımına katılması gerekmektedir. Maliye Bakanlığı önümüzdeki yıllar için bu meslek gruplarına kadro vermeli ve Sağlık Bakanlığının bu kadroları ilan etmesi, personel alımına gitmesi gerekmektedir. Müfredatlarının yeniden yapılandırılarak görev tanımlarına uyumlu hâle getirilmesi gerekir. Meslek liselerinin bu programlarından mezun olan öğrenciler alanlarıyla ilgili lisans programlarına yerleştirilirken ek puan verilmesi gerekir. Sağlık ordusunun bu en genç ve en yeni neferleri, ülkesine ve insanına daha fazla yardım ve katkı sunmak için görev tanımlarının yeniden revize edilmesini beklemektedirler ve daha fazla sorumluluk almak istediklerini her platformda dile getirmektedirler.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Arslan…

12.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, yeni yılın huzur dolu olmasını dilediğine, KHK’yle pasaportları iptal edilen yurttaşların pasaport haklarının iade edilmesini ve takipsizlik kararı verilenler ile beraat eden kamu görevlilerine görevlerinin iade edilmesi için gereğinin yapılmasını beklediklerine ilişkin açıklaması

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sayın Başkanım, öncelikle tüm ülkemizin ve milletvekili arkadaşlarımın yeni yılını candan kutluyor, yeni yılın sağlık, mutluluk ve huzur dolu bir yıl olmasını diliyorum.

Sorum Cumhurbaşkanı Yardımcısına: Bir; hakkında yapılan şikâyet üzerine takibat yapılmış, sonuçta takipsizlik kararı verilmiş olan yurttaşlar ile aleyhinde dava açılmış, yargılama sonucu beraat eden yurttaşlarımızın pasaportları geçmişte çıkartılan KHK’yle iptal edilmiştir. Pasaportları iptal edilen işbu yurttaşlarımızın pasaport haklarının iade edilmesi için yeni bir kanun hükmünde kararnameye ihtiyaç olduğundan, bu hususta çıkartılacak bir KHK’yle pasaport haklarının iade edilmesini ve gereğinin yapılmasını bekliyoruz.

İki; kamu görevlisiyken, hakkında açılan soruşturma sonucu takipsizlik kararı verilen yurttaşlar ile haklarında dava açılan yurttaşlardan beraat eden kamu görevlilerinin görevlerine iadesi konusunda da KHK’yle çıkartılan bir kararla bunun düzeltilmesini bekliyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ersoy…

13.- Adana Milletvekili Ayşe Sibel Ersoy’un, 5 Ocak Adana ili ile 7 Ocak Osmaniye ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümünü kutladığına ilişkin açıklaması

AYŞE SİBEL ERSOY (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

5 Ocak ve 7 Ocak, Osmaniye’mizin düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümüydü. Alman komutanın “Yenildik, bizim için her şey bitti.” sözüne karşılık, yetkiyi teslim alan Mustafa Kemal Paşa “Müttefikler için her şey bitmiş olabilir ama bizi ilgilendiren savaş, kendi istikbalimizin savaşı şimdi başlıyor.” karşılığını vererek Adanalı hemşehrilerimize direnme konusunda cesaret vermiştir. Ankara Anlaşması’yla 5 Ocak 1922’de Fransızlar ilimizi terk etmişlerdir. Atatürk’ün 1923’te ilimizi ziyareti sırasında “Bendeki Kurtuluş Savaşı fikriyatı ve hissiyatı bu güzel şehir Adana’da oluştu.” diyerek kurtuluş mücadelesi fikrinin Adana’mızda oluştuğunu belirtmiştir.

Bu vesileyle, Adana’mızın ve Osmaniye’mizin kurtuluş yıl dönümünü kutluyorum.

BAŞKAN – Sayın Aycan…

14.- Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan’ın, kış aylarında yaşanan hava kirliliği sorununa ilişkin açıklaması

SEFER AYCAN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, yurdumuzda kış aylarının önemli bir sorunu da hava kirliliğidir. Hava kirliliği yurdumuzda genel bir sorundur. Özellikle Ankara, İstanbul, Adana, İzmir, Amasya ve şehrim Kahramanmaraş’ta da hava kirliliği yaşanmaktadır.

Ankara Sıhhiye bölgesi, yurdumuzun en yaygın hava kirliliği olan bölgesidir. Yakıt kalitesi, yoğun taşıt trafiği ve sanayi kuruluşları, hava hareketi gibi nedenler hava kirliliğinin düzeyini etkilemektedir. Hava kirliliği solunum sıkıntısı, kronik bronşit, akciğer kanseri gibi önemli sağlık sorunlarına sebep olmaktadır. Özellikle bu havalarda yaşlı ve bebeklerin, akciğer hastalarının zorunlu olmadıkça dışarıya çıkmamasını ve kalitesiz yakıtların yakılmamasını önemle vurgulamak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Gürer…

15.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, enflasyonla mücadele kapsamında tabanca fişeklerinde indirime gidilmesinin enflasyona etkisinin nasıl olacağını, fişek alımını özendirmenin ne anlama geldiğini, kaçak avcılık ve silahlanma dışında fişeğin, merminin, silahın bireye faydasının ne olduğunu öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Makina ve Kimya Endüstrisi, tabanca fişeklerinde enflasyonla mücadele kapsamında yüzde 7,5 indirime gitti. “Ülkemize hayırlı olsun.” müjdesiyle bu duyuru yayımlandı. Enflasyonda tabanca fişeklerinin etkisi acaba nasıl oluşuyor? Silahlanmanın yaygınlaştığı, neredeyse her gün ya tesadüfen ya bilerek birkaç kişinin vurulup yaşamından olduğu yerde fişek alımını özendirmek de neyin nesi?

İçişleri Bakanı yıllık mermi alım rakamını 300 adetten 1.000 adete çıkarmıştı. Düğünlerde silah kullanımı da yasak. Bu durumda, vatandaş tabanca fişeğiyle ne yapacak? Kaçak avcılık ve silahlanma dışında, karanlık dünyaya hizmetten başka fişeğin, merminin, silahın bireye faydası nedir?

Akaryakıta zam, vatandaşın tüm gıda tüketimlerine zam yapılırken mermi, fişek tüketimini teşvik etmenin açıklaması ve anlamı nedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Kayışoğlu…

16.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, Eren Erdem’in serbest bırakılması ve hukuksuzluk garabetine son verilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Eren Erdem arkadaşımızın dün yargılandığı davada mahkeme heyetinin oy birliğiyle derhâl tahliyesine karar verildi fakat bu tahliye yazısı bekletilerek sisteme düşürülmedi ve mesai saatleri dışında, alelacele hakkında yakalama kararı çıkarıldı tahliye edilmeden.

Ülkemizde insanlar birbirine kızdıkları zaman “Seni mahkemelerde sürüm sürüm süründüreceğim.” derler. Maalesef adalet algısını bu anlayışla derinleştirenler de Eren Erdem’e aynısını yapıyorlar; hukuka, kanuna, vicdana hiçbir şekilde sığmayan bir yöntemle mahkemelerde süründürmeye çalışıyorlar.

İnsanlık tarihi boyunca hiçbir baskı, zindan, tehdit gerçekleri susturamamıştır, bundan sonra da susturamayacaktır. Eren Erdem derhâl serbest bırakılmalıdır, bu hukuksuzluk garabetine son verilmelidir.

BAŞKAN – Sayın Kılıç…

17.- Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç’ın, geçmiş medeniyetler ile günümüz uygarlığının insanın mutluluğunun, sosyal adaletin ve hukukun üstünlüğünün sağlanmasıyla kurulup geliştiğine ilişkin açıklaması

İMRAN KILIÇ (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Geçmiş medeniyetler ve günümüz uygarlığı insanın mutluluğu, ferdin tatmini ve sosyal adalet, hukukun üstünlüğünün sağlanması, emanetlerin ehline verilmesi, adaletle hükmetmek, toplum kesimleri arasında hak ve sorumluluklar bakımından eşit davranmak, yöneticileri liyakat ve yeterliliğe göre seçmek, gelir dağılımında adaleti sağlamak, herkese hakkının verilmesi ve ihlaslı olmak gibi temel değerler üzerinde kurulup gelişmiştir. Günümüzde biz de aynı değerleri kuşanırsak medeniyet krizimizden kurtuluruz. Tarih tekerrürden ibarettir, aynı sebepler aynı sonuçları doğurur.

BAŞKAN – Sayın Barut…

18.- Adana Milletvekili Ayhan Barut’un, esnaf ve sanatkârların BAĞ-KUR prim ödemesinde yaşadıkları zorluklara çözüm üretilip üretilmeyeceğini, büyük şirketlere sunulan teşvik ve prim desteğinin esnaf ve sanatkârlara da verilip verilmeyeceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

AYHAN BARUT (Adana) – Sayın Başkan, 1 Ocak 2019 tarihi itibarıyla ülkemizde asgari ücret net 2.020 liraya yükseltildi. Artışla birlikte, esnaf ve çiftçilerin BAĞ-KUR primlerinden işsizlik maaşına, genel sağlık sigortasına ödenecek primlerden askerlik ve doğum borçlanmasına kadar geniş bir yelpazede vergiler yükseliyor. Derin bir ekonomik kriz yaşanan ülkemizde ayrıca primlerde yapılan bu artışlar çiftçilerimizi, esnaf ve sanatkârlarımızı kara kara düşündürürken BAĞ-KUR primlerini bu süreçte ödeyemeyeceklerini belirtiyorlar.

Ülkemizin ekonomisinin can damarını oluşturan çiftçilerimizin, esnaf ve sanatkârlarımızın faaliyetlerine, geçimlerini sürdürebilmesi için tarım BAĞ-KUR primleri ödemelerinde yaşadığı zorluklara çözüm üretecek misiniz? BAĞ-KUR prim tutarlarını gözden geçirecek misiniz? Esnafımızın “BAĞ-KUR prim ödemeleri on iki aylığına durdurulsun.” çağrısına olumlu yanıt verecek misiniz? Esnaf ve sanatkârlarımızın BAĞ-KUR primleri 500 lira olarak sabitlensin isteğini yerine getirecek misiniz? Büyük şirketlere sunulan teşvik ve destek primlerini esnaf ve sanatkârlara da verecek misiniz?

BAŞKAN – Sayın Bülbül…

19.- Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül’ün, kişi başına düşen GSYH değeri sıralamasında 38’inci il olan Aydın’ın cezalandırılmak mı istendiğini, Aydın’a yönelik yatırım ve teşvik planlarının olup olmadığını Hazine ve Maliye Bakanından öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK 2015-2018 yılları il bazında gayrisafi yurt içi hasıla istatistiklerine göre, Aydın ili kişi başına GSYH sıralamasında 38’inci il olmuştur. Aydın ili 28.072 lira olan kişi başına gayrisafi yurt içi hasıla değeriyle 38.680 lira olan Türkiye ortalamasının altında yer almaktadır. Turizm ve tarımın yanı sıra hizmet sektöründe de öncü olan Aydın’da yapılan devlet yatırımlarının yetersizliği millî gelir sıralamasında bu sonucu vermiştir.

Hazine ve Maliye Bakanına sormak istiyorum: Aydın ili cezalandırılmakta mıdır? Devlet, Aydın’da ne zaman yatırım yapacaktır? Aydın’a yönelik yatırım ve teşvik planlarınız var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Erel…

20.- Aksaray Milletvekili Ayhan Erel’in, kadroya geçirilmeyen taşeron işçilerin mağduriyetinin bir an önce giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

AYHAN EREL (Aksaray) – Sayın Başkanım, dönemin Çalışma Bakanı tüm taşeron işçileri kadroya geçireceğine dair söz verdiği hâlde günümüzde aynı kurumda aynı işi yapmakta olan şoförler, aşçılar ve bilgi işlemciler yüzde 30-yüzde 70 gibi saçma bir ölçütle maalesef kadroya geçirilmemişlerdir. Bu taşeron işçiler büyük bir sabırsızlıkla kadroya geçirilmeyi beklemektedirler.

Yine bazı KİT’lerde taşeron işçiler kadroya alınırken bazı KİT’lerde çalışan taşeron işçileri kadroya alınmamaktadır. Bu eşitsizliğin de bir an önce ortadan kaldırılması gerekmektedir. Seçim bölgem Aksaray’da bulunan Koçaş Tarım İşletme Müdürlüğünde çalışan taşeron işçilerimiz de bir an önce kadroya geçmek için sabırsızlanmaktadırlar.

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Durmuşoğlu…

21.- Osmaniye Milletvekili Mücahit Durmuşoğlu’nun, 7 Ocak Osmaniye ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümü münasebetiyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehitlere Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) – Teşekkürler Sayın Başkan.

7 Ocak Osmaniye’nin kurtuluşunun 97’nci yılı münasebetiyle söz almış bulunmaktayım.

Tarihte eşine az rastlanan bu özgürlük mücadelesini dün Osmaniyeli hemşehrilerimizle birlikte büyük bir coşku ve katılımla kutlamanın gururu içerisindeyim. Tarih sahnesine çıktığımızdan beri bu aziz milletin düşmanı hiç tükenmemiştir. Tarih sahnesinden sileceklerini sandıkları bu milleti Ergenekon Dağı’na hapsetmişlerdir ama Türk’ün gücü ve aklı demiri eritmeye yetmiş, cihan hâkimiyeti mefkûresinin adımları atılmıştır. Geçmişimizden aldığımız güçle geleceğe doğru emin adımlarla ilerliyoruz. Doksan yedi yıl önce topla tüfekle canımızı ortaya koyarak verdiğimiz bağımsızlık mücadelesini bugün Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde tüm dünyada örnek olan yatırım hamleleriyle vermeye devam ediyoruz. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Onbaşı Rahime Hatun ve Yaveriye Çetesi, Yastı Kelle, Ali Kılıç, Mamık Hüseyin, Kadir Çavuş, Muhammet Hoca, Nacar Ökkeş, Borazan Mehmet, Hacı Ağa Oğulları Ali ve Ahmet, Ali Bekiroğlu Ahmet ve nice şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet diliyor, değerli hemşehrilerimi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Levet Gök’ün, 5 Ocak Adana ili ile 7 Ocak Osmaniye ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümünü kutladığına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Biz de gerek Adana’nın gerekse Osmaniye’nin kurtuluş yıl dönümü nedeniyle tüm Adanalı ve Osmaniyeli yurttaşlarımızın her birini ayrı ayrı, sevgiyle saygıyla selamlıyoruz. Bu kurtuluş mücadelesinde hayatını kaybeden şehitlerimizi saygı ve rahmetle anıyoruz, gazilerimizi sevgiyle anıyoruz. Ve bir ülke kolay kurulmadı, Adana ve Osmaniye de bunlardan birer örnek. Tüm Adanalıların ve Osmaniyelilerin tekrar kurtuluş yıl dönümünü ben de Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, şimdi sayın grup başkan vekillerine söz vereceğim.

İYİ PARTİ Grubu adına Sayın Lütfü Türkkan, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

22.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, 2019 yılının ülkeye huzur ve refah getirmesini temenni ettiğine, Binali Yıldırım’ın neden hâlâ Meclis Başkanlığı görevini bırakmadığına, Osman Gazi Köprüsü ile Yavuz Sultan Selim Köprüsü geçiş ücretlerine zam yapılırken 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ile Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne neden zam yapılmadığını öğrenmek istediğine, Hükûmetin Ziraat Bankasını futbol kulüplerine kredi açmak için kullanmasını kabul etmediklerine ilişkin açıklaması

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, aziz milletimizin yeni yılını en içten dileklerimle kutluyorum. 2019 yılının ülkemize huzur ve refah getirmesini temenni ediyorum. 2019’da muhalefetin çeşitli cezalarla korkutularak susturulmaya ve sindirilmeye çalışılmadığı bir yıl geçirmesini arzu ediyorum. Yeni yılda hakkın, hukukun ve adaletin tesis edildiği, liyakate değer verildiği bir Türkiye olmasını diliyor ve bekliyorum.

Fakat maalesef dikkat çektiğimiz hukuksuzluk, senenin ilk günlerinde kendini göstermeye başladı bile. Sayın Binali Yıldırım dün yaptığı açıklamada Meclis Başkanlığından istifasının söz konusu olmadığını bir kez daha dile getirdi. Anayasa’nın ilgili madde hükmü, 94’üncü maddesi tartışmaya mahal vermeyecek derecede açıkken Sayın Yıldırım’ın Meclis Başkanlığından istifa etmemesi, AK PARTİ’nin on altı yıldır yaptığı gibi hukuk tanımazlıktır. Madem İstanbul’u yönetmeye talipsiniz ve bu kapsamda belediye başkan adayı oluyorsunuz, o zaman hâlen Meclis Başkanlığını neden bırakmıyorsunuz? Sayın Yıldırım’ı tanıyan birisi olarak kendisinin de bu hususta vicdanen rahatsız olduğunu biliyorum ve Sayın Yıldırım’ı vicdanın gereğini yapmaya davet ediyorum. Aksi hâlde kaybeden, yine demokrasi ve hukuk olacaktır. Meclisin yaptığı yasaya uymak herkes için zorunlu bir vazifedir ama buna en başta uyması gereken kişi de Sayın Meclis Başkanının bizatihi kendisidir. O uymaz ise bundan sonra kimseyi yasalara uymuyor diye suçlayamazsınız. Bu durum, sivil itaatsizlik denilen şeyin arayıp da bulamadığı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edelim Sayın Türkkan.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bu durum, sivil itaatsizlik denilen şeyin arayıp da bulamadığı bir mecra yaratır.

Sayın Başkan, geçtiğimiz hafta Osman Gazi Köprüsü geçiş ücretlerine yüzde 45 zam yapıldı, köprü geçiş ücreti 71 liradan 103 liraya çıkarıldı. Osman Gazi Köprüsü’ne yapılan fahiş zam milletimiz tarafından hâlen tepki görürken Yavuz Sultan Selim Köprüsü geçiş ücretine de yeni yıl itibarıyla yüzde 47 zam yapıldı; buna göre, otomobil için köprüden 13 liralık geçiş ücreti de 19 liraya çıkarıldı. Şöyle bir düşünün: Birinci ve ikinci köprü olarak anılan 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ile Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne neden zam yapılmadı? Çünkü bu köprülerin yapımında devletin kaynakları kullanıldı ve 1 kuruş yandaş firmalara borçlanılmadı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Türkkan, toparlayın.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Hükûmet devletin kendi kaynaklarıyla değil de yüksek maliyetle yandaş ve yabancı şirketlere yaptırdığı köprülerin parasını çıkarabilmek için, o yandaşlara daha fazla para ödeyebilmek için zaten yüksek olan geçiş ücretine bir de zam yaparak köprüleri millete hizmet değil, külfet hâline getirdi.

Sayın Başkan, kuruluş amacı çiftçiyi kalkındırmak olan Ziraat Bankası, önce Demirören Holdinge medya satın alması için 700 milyon dolar kredi verdi, şimdiyse futbol kulüplerinin borçlarını yapılandırmak için 4 milyar dolar kaynak yaratıyor. Oysa çiftçinin traktör satışları geçen yıla oranla yüzde 65 azaldı. Kayıtlı 2 milyon çiftçinin toplam borcu bugün 100 milyar lirayı aştı. Banka ipotekleri yüzünden binlerce çiftçi kendi tarlasında kiracı konumuna düştü, arazisini ipotekledi. Son on yılda 2,5 milyon futbol sahasına denk gelen 28 milyon dekar tarım arazisi çiftçinin elinden kaydı gitti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Türkkan, toparlayın.

Buyurun.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Çiftçilerimiz yeteri kadar destek görmediği için banka önünde kendini yakmaya kalkıp ürünlerini yollara dökerken Hükûmetin Ziraat Bankasını futbol kulüplerine kredi açmak için kullanmasını kabul etmiyoruz. AK PARTİ iktidarı köylünün ve milletin derdinden iyice uzaklaşmış; çiftçinin, memurun, işçinin ve emeklinin sorununa kulaklarını tıkamıştır.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, daha sonra Sayın Bülbül gelince o konuşacak.

Şimdi, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Kurtulan.

Buyurun.

23.- Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, 2019 yılının ülkeye adalet, demokrasi ve barış getirmesini dilediğine, 8 Ocak Metin Göktepe’nin katledilişinin 23’üncü yıl dönümüne, yakınlarını kaybeden milletvekillerine başsağlığı dilediğine, Leyla Güven’in annesini kaybettiğine ve annesiyle vedalaşma talebinin göz ardı edilmesini doğru bulmadıklarına ve başta Leyla Güven olmak üzere tutukluların açlık grevlerinin sonlandırılması için Meclisin inisiyatif alması gerektiğine ilişkin açıklaması

FATMA KURTULAN (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben de 2019 yılının ülkemize adalet, demokrasi ve barış getirmesini diliyorum.

Bugün, gazeteci Metin Göktepe’nin katledilişinin 23’üncü yıl dönümü. Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe, 8 Ocak 1996’da Ümraniye Cezaevinde öldürülen tutukluların cenazesini izlemeye giderken gözaltına alındı ve yüzlerce insanla birlikte götürüldüğü Eyüp Kapalı Spor Salonunda dövülerek katledildi. Metin Göktepe’yi anarken bugün, gazetecilerin gerçekleri ortaya çıkarma çabalarının cezalandırıldığını, cezaevlerine konulduklarını, haber notlarının suç sayıldığını bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.

Sayın Başkan, başlarken Meclis üyesi kimi arkadaşlar yakınlarını kaybettiği için taziye dileklerinde bulundunuz, ben de başsağlığı diliyorum bu arkadaşlara ancak tutuklu Milletvekilimiz Leyla Güven arkadaşımız dört gün önce annesini kaybetti. Haberiniz olmadığını düşünüyorum, böyle kabul ediyoruz.

Leyla Güven annesiyle son vedalaşma talebinde bulundu, avukatları ve kendisinin talebi, açlık grevinde de olduğu için uçakla götürülmesi talebi karşılanmadı, ring aracıyla götürme talebi de kendisince reddedildi çünkü Leyla Güven bugün, açlık grevinin 62’nci gününde ve kritik eşiği çoktan aştı ve çok ciddi sağlık problemleri var. Bu Mecliste, biz, bütçe görüşmeleri sırasında özellikle dikkatleri buraya çekmek istedik, zaman zaman kimi grupların rahatsız olduğunu da gördük.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin Sayın Kurtulan.

FATMA KURTULAN (Mersin) - Bu Meclisin Leyla Güven’i unutmasına müsaade etmeyeceğiz, talebinin gözardı edilmesini doğru görmüyoruz. O dönemde söyledik, bu açlık grevleri Leyla’yla sınırlı kalmayabilir, yayılabilir. Nitekim şu an 28 cezaevinde toplam 114 tutuklu açlık grevinde. Talebimiz, çağrımız bir kez daha… Bu haklı bir talep, insani bir talep, aynı zamanda hukukumuzda yeri olan bir talep. Ağır tecrit koşullarının gözden geçirilmesini ve başta Leyla Güven olmak üzere tutukluların bu açlık grevlerinin sonlandırılması için Meclisin bir inisiyatif alması gerektiğini düşünüyoruz.

Saygılar sunuyorum, teşekkürler.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

3.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Levet Gök’ün, vefatından dolayı Leyla Güven’in annesine Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın Kurtulan, belki dikkatimizden kaçmıştır, bize gelen listede Sayın Güven’le ilgili bir bildiri yoktu ama ben buradan Sayın Güven’in de annesinden dolayı kendisine başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Annesine de Allah’tan rahmet diliyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Özkoç…

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

24.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, Cumartesi Annelerinin sesini kesmek değil, cinayetlerin önünü kesmek gerektiğine, 8 Ocak Metin Göktepe’nin katledilişinin 23’üncü yıl dönümüne, öldürülen Ceren Damar’ın eğitim şehidi sayılması ve sağlık çalışanlarına, hayvanlara, kadınlara, çocuklara yönelik şiddete “Dur” denilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, Türkiye öyle bir noktada ki Türkiye'de cinayetler işleniyor fakat cinayetlerin failleri bilinmiyor. Anneler çocuklarıyla ilgili işlenen cinayetlerin kaybolan çocuklarının peşlerinde. Sadece bilmek istedikleri bir şey var, “Benim evladıma ne oldu?” Eğer öldüyse bir mezarı olsun istiyorlar. Cumartesi Anneleri işte bunun simgesi. O yüzden Cumartesi Annelerinin kendi haklarının aranmasının engellenmesi bir insanlık suçudur ve bununla ilgili muhakkak bizim bir tavır geliştirmemiz ve evlatlarının acısını yaşayan bu insanların sesini yok etmememiz gerekir. Türkiye Cumhuriyeti kendi ülkesinde kendi evlatlarının faili meçhul cinayetlere gitmesinin önünü kesecek kadar ciddi bir devlet olmalıdır. Annelerin sesini kesmek değil, cinayetlerin önünü kesmek gerekir.

Bugün Metin Göktepe’nin ölümünün 23’üncü yıl dönümünde de bu vesileyle kendisini saygıyla anmak istiyorum. Bu arada, bildiğiniz üzere, bir eğitim şehidi verdik; sadece, görevinin başında gencecik bir kadın kendi görevini yerine getirirken içeriye canavarca bir ruhla giren ve gerçekten, amacının sadece intikam almak mı, yoksa içinde beslediği canavarca duyguları hayata geçirmek mi olduğu bilinmeyen bir kişi, eğitimde kopyaya izin vermeyen, görevinin gereğini yapan gencecik bir kadını katletti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - O, eğitimde ciddiyetin önemini… Ve gerçekten, herkesin kurallar içerisinde hareket etmesi için görevi başındayken öldü; bizim nazarımızda eğitim şehididir. Genel Başkanımızın bugün yaptığı grup toplantısında da bizzat belirttiği gibi, bu kardeşlerimizin eğitim şehidi olarak anılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi nezdinde gerekli girişimleri yapacağız. Ama sadece eğitimle bitmiyor Türkiye’deki durum; hastanelerde sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, aynı şekilde; hayvanlara şiddet, aynı şekilde; kadına şiddet, aynı şekilde; çocuklara şiddet, aynı şekilde; cinayetler işleniyor, cinsel istismarlar yapılıyor, Türkiye’de suç oranları artıyor fakat suçlu olanlar, gerçek suçlular maalesef elini kolunu sallayarak dolaşıyor, oysaki bunları söyleyenler, bu vatanı düşünenler, “Bu vatan ayrışmasın.” diyenler, onlar cezaevlerinde yıllarca hücrelerde sürünüyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Özkoç.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Türkiye Büyük Millet Meclisinde hangi siyasi partiye mensup olursak olalım hepimizin bu şiddete karşı, annelerin evlatlarını kendi hayatlarından üstün tutarak onların cenazelerine ulaşmasına karşı ve eğitim şehitlerine, çocuk cinayetlerine, hayvanlara olan şiddete, hastanelerde sağlık çalışanlarına olan şiddete karşı hep birlikte “Dur!” dememiz gerekiyor.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – AK PARTİ Grubu adına Sayın Akbaşoğlu.

25.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, 2019 yılının hayırlara vesile olmasını temenni ettiğine, Sarıkamış Harekâtı’nın 104’üncü yıl dönümü vesilesiyle şehitleri rahmetle yâd ettiklerine, yakınlarının vefatından dolayı milletvekillerine başsağlığı dilediğine, menfur saldırı sonucu hayatını kaybeden Ceren Damar’a, Cumhurbaşkanının dayısı Ali Mutlu’ya Allah’tan rahmet dilediğine ve evladının dünyaya gelmesi nedeniyle Levent Bülbül’ü tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ben de 2019 yılının nice hayırlara vesile olması dileğiyle sözlerime başlamak istiyorum. Hem milletvekillerimiz hem aileleri hem aziz milletimiz hem de bütün insanlık için 2019’un hayırlı ve bereketli geçmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.

Geçen hafta cumartesi, pazar günü Sarıkamış’taydık; 104’üncü yıl dönümü münasebetiyle, Kars’ın Sarıkamış ilçesinde Allahuekber Dağları’nda, hakikaten din ve devlet, vatan ve millet müdafaası için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi hep beraber andık. Bu vesileyle, hem Sarıkamış şehitlerimizi hem Çanakkale şehitlerimizi, istiklal mücadelemizde, 15 Temmuzda, terörle mücadelede şehit olan bütün şehitlerimizi rahmet, minnetle tekrar yâd ediyoruz, her birine hakikaten büyük bir minnet borcumuz vardır; o şehitler münasebetiyle, burada, hep beraber güven içerisinde, huzur içerisindeyiz.

“Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.” hitabına muhatap olan bu aziz şehitlerimizi rahmetle, minnetle tekrar yâd ediyoruz.

Tabii, biraz evvel, siz de oturumu açarken milletvekillerimizin yakınlarıyla ilgili başsağlığı dileklerinde bulundunuz; biz de hepsine, bütün milletvekillerimize, vefat eden yakınları münasebetiyle başsağlığı diliyoruz.

Yine, öğretim üyemiz Ceren Damar’la ilgili, menfur bir saldırı sonucu hayatını kaybeden bu değerli öğretim üyemize de Allah’tan rahmet…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin Sayın Akbaşoğlu.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – …öğrencilerine, ailesine ve yakınlarına sabrıcemil niyaz ediyoruz. Bu konuda, hem İçişleri Bakanlığımız hem YÖK gerekli incelemeyi, idari soruşturmayı ve Adalet Bakanlığı da adli tahkikatı başlatmıştır biliyorsunuz. O konuyla ilgili gereken neyse, adli merciler de idari merciler de üzerlerine düşen görevleri bihakkın ifa edeceklerdir.

Bu vesileyle, tabii, bugün öğrendiğimiz, Sayın Cumhurbaşkanımızın dayısı olan Ali Mutlu Beyefendi’nin de vefatı münasebetiyle hem merhuma Allah’tan rahmet ve mağfiret hem de başta Sayın Cumhurbaşkanımız, ailesi ve yakınları olmak üzere hepsine sabrıcemil niyaz ediyoruz.

Efendim, tabii, biz de Levent Bülbül kardeşimizi, bir yavrusu dünyaya gelmesi münasebetiyle tebrik ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin Sayın Akbaşoğlu, toparlayın.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Hayata “merhaba” diyen bu aziz ve asil milletimizin bütün çocuklarına, yavrularına “Hoş geldiniz, safalar getirdiniz.” diyoruz.

Bu haftaki yasama sürecinin de hayırlı ve bereketli olması dileğiyle hepinize saygılarımı sunuyorum.

Sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim, sağ olun.

Sayın Destici, size bir söz vereceğim. Bir saniye yalnız…

Şimdi gündeme geçiyoruz değerli arkadaşlar.

Başkanlığın Genel Kurula bir sunuşu vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- TBMM Başkanlığının, Asya Parlamenter Asamblesi (APA) ve İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliğinde (İSİPAB) boş bulunan üyelikler için Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu Başkanlığınca bildirilen ve Başkanlık Divanında yapılan incelemede uygun görülen üyelerin isimlerine ilişkin tezkeresi (3/510)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 2'nci maddesine göre Asya Parlamenter Asamblesi (APA) ve İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliğinde (İSİPAB) boş bulunan üyelikler için Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu Başkanlığınca bildirilen, mezkûr kanunun 12'nci maddesi uyarınca Başkanlık Divanında yapılan incelemede uygun görülen ve aşağıda isimleri belirtilen milletvekillerinin üyeliği Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                      Binali Yıldırım

                                                                    Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                           Başkanı

Müşerref Pervin Tuba Durgut               İstanbul Milletvekili                                                                APA

Çiğdem Erdoğan Atabek                      Sakarya Milletvekili                                                                İSİPAB

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın Destici, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

26.- Ankara Milletvekili Mustafa Destici’nin, 2019 yılının hayırlar getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ettiğine, yakınlarını kaybeden milletvekillerine, Cumhurbaşkanına, Ceren Damar’ın ailesine başsağlığı dilediğine, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye'den çekilmeyle ilgili yaptığı açıklamayı reddettiklerine, PKK, YPG, PYD terör örgütlerinin Kürtleri temsil etmediğine, Kürtlerin kardeşimiz, terör örgütlerinin ise düşmanımız olduğuna ilişkin açıklaması

MUSTAFA DESTİCİ (Ankara) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkanım, kıymetli milletvekilleri; ben de 2019 yılının hem bizler için, Gazi Meclisimiz için hem de bütün milletimiz ve Türk-İslam coğrafyası için hayırlar getirmesini Yüce Rabb’imden niyaz ediyorum.

Yakınlarını kaybeden milletvekillerimize, Sayın Cumhurbaşkanımıza ve Ceren Damar’ı kaybeden eğitim camiamıza, ailesine başsağlığı diliyorum. Tabii, özellikle genç hekimlerimize, öğretmenlerimize yapılan -kime yapılırsa yapılsın- bu tür saldırıları, menfur saldırıları şiddetle kınadığımızı ve lanetlediğimizi belirtmek istiyorum. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabrıcemil niyaz ediyorum.

Tabii, Türkiye bir beka mücadelesi veriyor ve hemen yanı başımızda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, devam edin.

MUSTAFA DESTİCİ (Ankara) – …Suriye’de ve Irak’ta, ülkemize yönelik ciddi tehditleri bertaraf etmek için kahraman ordumuzun, güvenlik güçlerimizin ciddi bir mücadelesi var. Tabii, burada emperyalist küresel güçlerin ciddi oyunlarına da şahit oluyoruz. En son, Amerika Birleşik Devletleri bölgeden çekileceğini ifade etti. Biz burada yaptığımız konuşmada, yine, bu konuda tedbirli ve teyakkuzda olunmasını ifade etmiştik. Nihayetinde ABD ağzındaki baklayı çıkardı ve -Türkiye’den hiçbirimizin kabul etmeyeceği, Meclisimizin her bir üyesinin reddedeceği- Türkiye'nin, Türklerin Kürtleri katletmeme konusunda kendisine güvence vermesiyle bunu yerine getirebileceğini ifade etti ki bu, Türk milletine, Türk devletine karşı yapılmış çok alçakça bir iftiradır, çirkin bir saldırıdır. Bunu şiddetle reddediyoruz ve terör örgütleri PKK, YPG, PYD’nin asla Kürtleri temsil etmediğini ifade ediyoruz. Kürtler bizim kardeşimizdir ama terör örgütleri bizim düşmanımızdır.

Bakın, geçmişte, Saddam Kürt kardeşlerimizle ilgili bir soykırıma giriştiğinde onlara kucak açan Türkiye olmuştur. Türkiye sadece kendi sınırları içerisinde değil, kardeş coğrafyalarda yaşayan Kürtlere de Araplara da bütün topluluklara da sahip çıkmıştır. Ayn el Arap’ta IŞİD saldırdığında yine güvence Türkiye ve Türk milleti olmuştur. Türkiye'nin terörü yok etmek için yaptığı sınır ötesi operasyonlarda, El Bab örneğinde, Afrin Zeytin Dalı Harekâtı’nda şu görülmüştür ki Türkiye âdeta hiçbir sivilin burnunu kanatmadan bu operasyonları yapma gayreti içerisinde olmuştur. Yine bundan sonra gerçekleştireceği operasyonlar da bu şekilde olacaktır. Ne ABD Dışişleri Bakanının ne Trump’ın özel temsilcisinin Türk milletine, Türk devletine böyle bir hakaret içeren cümleler kurması haddi de değildir, hakkı da değildir, bunu reddediyoruz. Ama ne onların bu sözleri ne de başkalarının düşünceleri Türkiye’yi terörle mücadelesinden vazgeçiremeyecek ve Türkiye, şanlı ordusuyla birlikte, bütün o sınır boylarındaki, sınır ötesindeki terör örgütlerine karşı başarılı operasyonlarına, orada 1 terörist kalmayıncaya kadar inşallah devam edecektir.

Bu vesileyle, şehitlerimizi bir kere daha rahmetle anıyorum, kahraman ordumuza muvaffakiyetler diliyorum. Rabb’im ordumuzun yâr ve yardımcısı olsun diyorum.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, İYİ PARTİ Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- İYİ PARTİ Grubunun Sakarya Milletvekili Ümit Dikbayır ve arkadaşları tarafından, Sakarya ilinde bulunan mülkiyeti Maliye hazinesine ait ve Millî Savunma Bakanlığına tahsisli tank ve palet fabrikasının özelleştirilme kapsamına alınmasının nedenlerinin araştırılması amacıyla, 8/1/2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8 Ocak 2019 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

8/1/2019

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 8/1/2019 Salı günü (bugün) toplanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                      Lütfü Türkkan

                                                                                           Kocaeli

                                                                                 Grup Başkan Vekili

Öneri:

Sakarya Milletvekili Ümit Dikbayır ve arkadaşları tarafından, Sakarya ilinde bulunan, mülkiyeti Maliye hazinesine ait ve Millî Savunma Bakanlığına tahsisli Tank Palet Fabrikasının özelleştirilme kapsamına alınmasının nedenlerinin araştırılması amacıyla 8/1/2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerin 8/1/2019 Salı günkü birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önerinin gerekçesini açıklamak üzere, öneri sahibi İYİ PARTİ Grubu adına Sakarya Milletvekilimiz Sayın Ümit Dikbayır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika Sayın Dikbayır.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ÜMİT DİKBAYIR (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada önemli bir konuyu konuşacağız, tartışacağız. Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Millî Savunma Bakanlığımıza bağlı, Sakarya’daki, eski adıyla Tank Palet Fabrikasının, bugünkü adıyla da 1’inci Ana Bakım Merkezinin özelleştirilmesini konuşacağız. Biz savunma sanayisine destek verilmesine, teşvik verilmesine karşı değiliz, hatta daha fazla verilmeli. Bakın, özel bir grup, özel bir firma İHA’ları yaptı, SİHA’ları yaptı, gayet de başarılı. Yine özel bir firma Hakkâri Yüksekova’da özel harekâtçılarımıza çok güzel bir bina yapmış, oraya gittiğimde gördüm. Yine özel bir firma polislerimizin nöbet tuttuğu kurşungeçirmez nöbetçi kulübeleri yapmış. Şimdi, bunlar bize gelen şehit haberlerini azalttı, tabii ki biz de bundan memnunuz. Ancak daha önceden Türk Silahlı Kuvvetlerinin bünyesinde olan, bugün Millî Savunma Bakanlığının bünyesine geçen Tank Palet Fabrikasının da özelleştirilmesi bir kanun hükmünde kararnameyle önümüze geldi. Biz buna karşıyız. Neden karşıyız? Daha önce de söylediğimiz gibi, bu özelleştirme 4046 sayılı Özelleştirme Kanunu’na göre hukuksuz ve kanuna aykırıdır; tekrar ediyorum, hukuksuz ve kanuna aykırıdır. Bu fabrika, bir alay ya da tabur hükmündedir. Ayrıca, hepinizin malumu, daha önce özelleştirdiğiniz TELEKOM, şeker fabrikaları, kâğıt fabrikaları, özelleştirmelerin rezilliği de ortada durmaktadır. Yani burada iyi bir karneniz yok. Bu işlerden milyarlarca dolar zarar ettik.

Değerli milletvekilleri, bu ülkenin kurumları yazboz tahtası değil, deneme yanılma yöntemleriyle işletilmez, özelleştirilemez. Eğer para lazımsa TRT’yi özelleştirin, vatandaşın hiç olmazsa elektrik faturaları hafiflesin. Fabrikanın özelleştirilme nedeni olarak “Verimlilik ve 2020 yılına 40 adet tanka ihtiyacımız var.” deniyor. Şimdi, bu fabrika sektöründe dünyadaki 5 fabrikadan 1 tanesi ve son on yılda 3 defa en verimli iş yeri olarak tescil edilmiştir. Neyin verimliliğinden bahsediyorsunuz? Yine bu fabrika yüzde 100 yerli olarak 281 adet Fırtına obüs ve bunlara mühimmat taşıyan “Poyraz” adında taşıyıcı araç imal etmiştir. Şimdi, bu araçları eğer biz burada imal edemeseydik dışarıdan 9-10 milyon dolar aralığında bir bedelle ithal etmek durumunda olacaktık. Şu anda 4 milyon 200 bin dolara mal ederek ülke ekonomimize 1 milyar 350 milyon dolar tasarruf sağlamıştır.

Ayrıca, bu fabrika için Millî Savunma Bakanlığı yetkilileri, 500 ila 700 milyon dolar gibi bir kaynak aktarıldığında Altay tankının seri üretimine geçilebileceğini bildirmiştir. Şimdi, Cumhurbaşkanımıza 400 milyon dolara uçak aldık, bu parayı da bu fabrikamıza rahatlıkla aktarabiliriz.

4 Ocak Cuma günü Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar fabrikayı ziyaret etti. Sayın Bakan, siz sendika başkanı mısınız? Siz Millî Savunma Bakanısınız, siz fabrikanıza sahip çıkın; işçiye bizler sahip çıkarız, sendika başkanları sahip çıkar, kendi sendikası sahip çıkar. Oradaki işçilerin derdi kendi hakları değil, vatan, vatan, hâlâ anlamadınız mı?

Şimdi, bu fabrikayı Ethem Sancak ve Katarlı ortağının alacağı iddia ediliyor. Önceden alıcısı belli olan bir ihaleye ihale denir mi? Şimdi, burada tutanaklara, kayıtlara geçiyor ve ben bir suç duyurusunda bulunuyorum: Sonucu belli olan bir ihaleye ihale denmez, adrese teslim denir. Kaldı ki Ethem Sancak yani BMC firması tank yapsın diye Karasu’dan bedelsiz arsa verdiniz, KDV teşviki verdiniz, yüzde 100 kurumlar vergisi teşviki verdiniz, gümrük teşviki verdiniz. Tamam, verelim ama geçen yıl tank ihalesi de verildi ama bununla ilgili yatırımını yapmadı, şimdi hazır fabrikada üretim yapmaya çalışacak.

Özetle: Türk Silahlı Kuvvetlerine mühimmat yapan, araç ve gereç yapan bu millî fabrikanın özelleşmesi son derece sıkıntılıdır. Allah korusun, bu özelleştirmeyle yıllar sonra bir felakete yol açabiliriz.

Başta Sakarya halkının oylarıyla bu koltuklarda oturan siz değerli milletvekillerine sesleniyorum: Eğer bu özelleştirmeye müsaade ederseniz bir daha bu kürsüden millîlikten, yerlilikten, milliyetçilikten bize bahsetmeyin.

Değerli milletvekilleri, bugün bir kişinin değil, milletin vekili olun. En azından bunu bugün yapın. Bakın, kendinizi daha iyi hissedeceksiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÜMİT DİKBAYIR (Devamla) – Bitiriyorum Başkanım.

BAŞKAN – Bir dakika daha veriyorum.

Buyurun.

ÜMİT DİKBAYIR (Devamla) - Milletvekili olarak doğmadık, milletvekili olarak da ölmeyiz ama görev yaptığımız süre içerisinde adam gibi işimizi yapmış oluruz, bu kürsüde yapmış olduğumuz yemine de sadık kalmış oluruz.

Bu araştırma önergesine siz değerli milletvekillerinin desteğini istiyorum. Bu bir millî meseledir. Allah rızası için bir daha düşünün. Yarın bir gün çok büyük sıkıntı yaşarız. Buna müsaade etmeyin.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneri üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekilimiz Sayın Erol Katırcıoğlu.

Süreniz üç dakika Sayın Katırcıoğlu.

HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli üyeler; ben de partim adına konuşuyorum ve İYİ PARTİ’nin bu önerisini farklı sebeplerle de olsa desteklediğimizi söylemek istiyorum.

Bir kere, doğrusunu isterseniz, özelleştirmeyle ilgili olarak kanun kuvvetindeki kararnamede ifadesini bulan verimliliğin artışı vesaire gibi meseleler, artık, özelleştirmeyle ilgili olarak konuşulan meseleler değiller esasında. Yani özelleştirme, bildiğiniz gibi, 1980’lerde ortaya atılan ve doğrudan doğruya serbest piyasa ekonomisi perspektifini hayata geçirmek üzere olan bir anlayışın sonucuydu ve bu anlayış esas itibarıyla devletin işletmeci olmasının yararlı olmadığı argümanından giderek ortaya çıkmıştı ve hepiniz de biliyorsunuz, biz de 1980’lerden itibaren böyle bir anlayış içinde bir sürü şeyi özelleştirdik vesaire. Fakat arkadaşlar, bu iş bitti yani bugünün dünyasında, bugünün işletme ve endüstriyel teorileri çerçevesinde baktığımızda, biz, artık, verimlilikle ilgili olarak “Özel sektör daha verimli, onun için de işletmeleri daha verimli kullanır.” vesaire, bunların çoğunun esasında doğru olmadığını, gerçek olmadığını ve gerçeklerle de desteklenmediğini biliyoruz.

Şimdi dolayısıyla da burada özelleştirmenin gerekçesi olarak “verimliliğin artırılması” bence gereksiz, anlamı olmayan bir ifade. Peki, niçin bunu böyle yapmak istiyorlar? Niçin özelleştirmek istiyorlar? Üstelik de anladığım kadarıyla, Hulusi Akar’ın bu ziyaretinde, kendisinin ifade ettiği gibi, işletme hakkının kiralanması, işletme hakkının devredilmesi biçiminde bir özelleştirme olacağı, dolayısıyla mülkiyetin özelleştirilmeyeceği söyleniyor. Peki, bunu niçin yaparsınız? Bunu şunun için yaparsınız: Ya işletmeyi işletmek istemiyorsunuzdur ya da finansmanınız yoktur, işletme sermayeniz yoktur. Onun için ne yaparsınız? Bunun işletme hakkını devredersiniz ki birileri para koysunlar, çalıştırsınlar. Şimdi, burada hangisi böyle? Yani, sahiden, askeriyeye ait olan bu işletmenin finansman sorunu mu var? Ondan dolayı mı biz bunun işletme hakkını devretmeye kalkıyoruz? Doğrusunu isterseniz, bu da bana çok anlamlı gelmiyor, ikna edici değil.

Dolayısıyla da ben, bu yönde, öneride de ifadesini bulan bir biçimde, bu önerinin doğrudan doğruya, uzunca bir zamandan beri özellikle, bugün yürütmenin iktisatla ilgili anlayışlarının bir ürünü olduğunu düşünüyorum yani giderek merkezileşme ve giderek de devletin imkânlarını kendi etki alanında olan insanlara bir şekilde devretme -peşkeş çekme de denilebilir ama hani, ben onu kullanmak istemedim- diye düşünüyorum. Dolayısıyla bunun hakikaten bir şeyi yok. Açıkça şunu söylemek lazım -yürütmeye söylüyorum tabii, sizlere değil- şöyle demek lazım: “Biz bunu kendimiz yönetemiyoruz…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) – Başkanım, bir dakika…

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) – “…ya da yönetsek de askeriye ve devlet mekanizmaları yeteri kadar etkin değil bizim açımızdan. Biz bunu, özel sektör vasıtasıyla da ayrıca bu paletlerin satılmasını sağlayacağız.” vesaire; bu böyle bir şey.

Ama bir de -zaman çok kısıtlı olduğu için- şunu söyleyeyim: Bu teknik olarak bence yanlış ve rekabet yasası itibarıyla da engellenmesi gereken bir öneri esasında. Çünkü benim anladığım kadarıyla bu palet fabrikası -demin arkadaşımız söyledi- dünyada 5 taneden 1 tanesi. Türkiye’de zaten bir tek fabrika var. Dolayısıyla şimdi bir tek fabrikayı özelleştirmeye kalktığınızda esasında ne yapmış olursunuz? Devlet tekelini özel sektör tekeli hâline getirmiş olursunuz ve özel sektör tekeli devlet tekelinden daha da rahatsız edicidir kamu perspektifinden baktığımızda. O sebeple de bu öneri zaten o anlamıyla doğru bir öneri değil. Firmaların verimliliği doğrudan doğruya piyasanın etkinliğiyle bağlantılı bir şeydir. Eğer piyasanızda rekabet yoksa ki bu piyasada olmadığını biliyoruz, dolayısıyla da anlamsız geliyor. Dolayısıyla da biz lehindeyiz bu önerinin.

Teşekkür ederim. (HDP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Öneri üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekilimiz Sayın Engin Özkoç konuşacak.

Buyurun Sayın Özkoç. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Özkoç.

CHP GRUBU ADINA ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; iktidar partisine bugün gerçekten bütün yüreğimi açarak seslenmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu anlattığım şeylerin her biri gerçek ve samimiyetle bunu sizin de bilmenizi talep ediyorum. Bakın, ben Sakarya Milletvekiliyim, Sakarya’da bir Tank Palet Fabrikası var yani 1. Ana Bakım Fabrikası. 1. Ana Bakım Fabrikasının uzmanlık alanı, Türkiye’deki bütün tankların paletlerini imal etmek, tamir etmek, optik cihazlarla ilgili bakım ve onarımını yapmak ve Türkiye’deki bütün tankların hastanesi konumunda uzmanlaşmış bir fabrika. Yani millî olarak savunma sanayisinin belkemiklerinden bir tanesi. Burada 1 albayın komutasında 29 subay, 50 astsubay, 22 uzman çavuş, 112 memur, 714 işçi çalışıyor. Gerçekten “İlk defa ürettik ve bunlar bizim millî gururumuzdur.” dediğimiz Fırtına obüslerini işte buradaki bizim mühendislerimiz, bizim işçilerimiz, onlar yaptılar ve Fırtına obüsleri bugün görevinin başında, görevini yapabilir hâlde ve gururumuz olarak duruyorlar.

Peki, onlar Altay tankını yapabilirler mi? Evet, bütün mühendisler ve orada görevli herkes ifade ediyor ki “Bize güvenin, Türk ordusuna güvenin, Türk işçisine güvenin, biz bu Altay tankını yapabiliriz.” Peki, bu Altay tankıyla ilgili bu duruma nasıl gelindi? Biz millî ve yerli olması amacıyla bir tank projesi geliştirdik ve bunu Türkiye’de tamamen yerli olan bir sermaye grubunun fabrikasına, bu konudaki bir fabrikaya 5 tane prototipini yaptırdık. Yaptırdıktan sonra yedi yıl gibi bir süre geçti ve bunlar teslim edildi. Bunlar başarıyla teslim edildi mi? Başarıyla teslim edildi. Sözleşmede “Prototipler bittikten sonra seri imalatla ilgili görüşmeler yapılabilir.” diye bir madde var mıydı? Vardı. Peki, bir görüşme yapıldı mı? Yapılmadı.

Bundan sonrasını BMC’nin sözcüsü olan Ethem Sancak’ın ağzından anlatıyorum size. Ethem Sancak diyor ki: “Yaptığım işlerde maalesef istediğim başarıyı yakalayamadım. Ben savunma sanayisine girmek istiyordum. Ben eski sosyalist, yeni Müslüman olan birisi olarak, gittim, Cumhurbaşkanına dedim ki: ‘Bu işi ben yapmak istiyorum.’ Cumhurbaşkanı döndü, bana dedi ki: ‘Yapabilir misin?’ ‘Yaparım.’ dedim ama sonra düşündüm, baktım ki elimde fabrikam yok, yeteri kadar param da yok. Tekrar Cumhurbaşkanına gittim…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – Müsaade eder misiniz.

BAŞKAN – Tabii.

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – “…ve Cumhurbaşkanına dedim ki: ‘Katar’da çok para var. Bana Katar ordusunu ortak yapar mısınız?’ Cumhurbaşkanı telefon açtı, Allah razı olsun, BMC şirketine yüzde 49,9 Katar ordusunu ortak yaptı. Bu arada, aslanlar gibi ‘Öztürkler’ diye bir aile var, Cumhurbaşkanımız da iyi tanır, onlar da yüzde 25,1 hisse aldılar, ben de yüzde 25 hissedar olarak bu işe girdim. Fabrikan var mı? Fabrika yok. Karasu’da bir fabrikayı yapmak için girişimde bulundum. Meralar, oralar kamulaştırıldı 200 trilyona ama ben ihaleyi almış oldum on sekiz ayda bitirmek için, iki ay geçti, kaldı on altı ay. Fabrikam yok, işçim yok, mühendisim yok. ‘Şimdi ne yapacağım?’ diye düşündüm. İşte burada Cumhurbaşkanlığı kararı devreye girdi.” Cumhurbaşkanlığı kararnamesi değil, Cumhurbaşkanlığı kararıyla -BMC şirketine Altay tankı verildi zaten ama- Tank Palet Fabrikasını özelleştirme kararı alındı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özkoç, toparlayın.

Buyurun.

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – Özelleştirme kapsamına girdi ve özelleştirme kapsamına girdikten sonra yüzde 49,9 hissesi Katar ordusuna ait olan bir firma yani yerli olmayan, millî olmayan bir firma Tank Palet Fabrikasının yirmi beş yıllığına tahsisini yani kendi üzerindeki kullanım hakkını almaya çalıştı. Peki, bu ihale gerçekleşti mi? Gerçekleşmedi. Peki, biz bunu nereden biliyoruz? İşte 1. Ana Bakım Fabrika Müdürlüğünün belgesi. Bu belgeye göre “BMC şirketine, ülkemizin menfaatleri ve Altay tankının üretilmesiyle ilgili, falanca atölyelerin oranın, BMC’nin çalışma alanı olarak verilmesine” diye karar çıkartıldı.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, vicdanınıza sesleniyorum: Şirket yerli değil. Türkiye’nin savunma sanayisini yirmi beş yıllığına Katar ordusuna teslim ediyoruz. Buna sizin vicdanınız elvermez. Türkiye affetmez. Bu ne millîdir ne de yerlidir.

Saygılar sunuyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneri üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sivas Milletvekilimiz Sayın İsmet Yılmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Yılmaz.

AK PARTİ GRUBU ADINA İSMET YILMAZ (Sivas) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

İçinde yer aldığımız coğrafya birçok millet ve devlete tanıklık etmiştir. Kendilerini yenileyen, zamanın ruhunu iyi okuyan ve anlayan, geleceğe dair bir açılımı, öngörüsü, vizyonu yani bir Kızılelma’sı olan devletler, milletler varlıklarını koruyabilmişlerdir. Askerî, siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal olarak güçlü olmayan, kendini yenileyemeyen devletler yıkılıp gitmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle “Savaş meydanlarında düşmanlara üstün gelenler ve zafer kazanmış olan milletler çoktur. Fakat gerçek zafer, gerçek zafere daima aday olabilmek ve zaferde gerekli olan kuvvetlerin kaynaklarını yükseltmekle, güçlendirmekle mümkündür.” Yaşadığımız olaylar bize göstermiştir ki savunma sanayisinde yeterli olmayan ülkelerin tam bağımsızlık iddiasında bulunabilmeleri mümkün değildir. Bu gerçekten hareketle, savunma sanayimizin gelişmesi için var gücümüzle çalıştık, çalışıyoruz.

Savunma sanayi alanında son on altı yılda çok büyük mesafe alındı; aziz milletimiz de buna şahittir, biraz önce sayın vekil de aynı şeyi hitap etti. Savunma sanayisinde, 2002 yılında 1,3 milyar dolar olan savunma ve havacılık sektörü ciromuz bugün 6,7 milyar doları aştı. Savunma sanayi ve havacılık ihracatımız 247 milyon dolardı, bugün 2 milyar doları aştı. AR-GE harcamalarımız 50 milyon dolar bile değildi, bugün 1,5 milyar dolara ulaştı. Öte yandan, dünyada savunma ve güvenlik alanında ilk 100 büyük savunma sanayi şirketi arasında 4 Türk şirketi de bulunmaktadır.

2002’den bu yana MİLGEM gemileri, Altay tankı, ATAK helikopteri, ANKA ve Bayraktar insansız hava araçları, yeni tip karakol botları, süratli müdahale botları, hassas güdümlü füzeler ve millî piyade tüfeği başta olmak üzere birçok sistem, alt sistem ve silah sistemini savunma sanayimize kazandırdık. Bugün bir Türk savunma sanayisinden bahsedilebilir.

Bölgemizde ve dünyada lider ülke olma vizyonumuz savunmamızın da, savunma sanayimizin de etkili, caydırıcı ve modern olmasını gerektirmektedir. Bunun için, ülkemizdeki savunma ve güvenlik konusunda faaliyet gösteren tüm kamu ve özel kurumların birbiriyle uyumlu ve iş birliği içinde çalışması gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sakarya 1. Ana Bakım Fabrikası Müdürlüğünün, kurulduğu 1975 yılından bugüne kadar yaptığı ürünler ve hizmetlerle ülkemizin savunmasında çok önemli katkıları olmuştur. Bu katkılar önümüzdeki süreçte de artarak devam edecektir. Fabrikanın bugünlere gelmesinde emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ediyorum; ebediyete intikal etmiş olanlara rahmet, hayatta olanlara uzun ömürler diliyorum.

Yaklaşık kırk beş yıldan beri fabrikamızda yürütülen bu faaliyetler savunma sanayimizde daha büyük işler yapmak üzere büyük bir bilgi ve tecrübe birikimini oluşturmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İSMET YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, devam edin.

İSMET YILMAZ (Devamla) - Yıllarca tankı, topu, mühimmatı millî imkânlarla üretemediğimiz için dışarıdan bekledik. En zor zamanlarda parasını ödediğimiz silahı, mühimmatı dahi vermediler. Bu yüzden, Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle, kendi göbeğimizi kendimiz kesecek şekilde gerekli tedbirleri aldık, almaya devam ediyoruz. Bugüne kadar yapılan çalışmalarla yerlilik oranı yüzde 68’e ulaştı, bunu artırmak için çalışıyoruz. Sakarya bölgesi savunma sanayi merkezlerinden biri olacak, bölgede büyük yatırımlar yapılacak ve sonuçta istihdam 3-4 kat artacaktır. Bunun ilk adımı, önümüzdeki günlerde savunma sanayisi üretim merkezlerinden birinin temeli Karasu’da Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından atılacaktır. Burada hedef, ordumuzun ihtiyaç duyacağı modern harp sistemlerinin millî olarak üretilebileceği kapasiteye ulaşılmasıdır. Burada bir işletim hakkının devri söz konusu olacaktır. Özelleştirme uygulaması işletme hakkının devredilmesi suretiyle yapılacaktır.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – TELEKOM gibi.

İSMET YILMAZ (Devamla) - Satmak yok, personel tasfiyesi yok, bu süreçte ve sonrasında personelin özlük haklarında herhangi bir kayıp olmayacaktır.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, TELEKOM gibi mi?

İSMET YILMAZ (Devamla) - Burada esas olan fabrikada verimliliğin artırılması ve stratejik ürünlerin üretilmesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Kendinize haksızlık yapmayın, verimlilikte sorun yok Sayın Bakan, malı götürme işi var.

CAVİT ARI (Antalya) – Millîlik nerede kalıyor, millîlik?

İSMET YILMAZ (Devamla) - Sayın Başkanım, lütfen…

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, bir saniye, devam edin.

İSMET YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Fabrika arazisi ve arazide bulunan her türlü taşınmaz ile üretim ve bakım onarımda kullanılan her türlü tezgâh ve ekipmanların mülkiyeti devlette kalacaktır. İşletme süresi boyunca fabrikanın yeteneklerinin korunması ve yeni yetenekler kazanılmasına yönelik yatırımlar Millî Savunma Bakanlığı kontrolünde yapılacaktır. Hâlihazırda fabrikada üretilen Fırtına obüsü dâhil, Poyraz mühimmat arazi dâhil, tırtıllı araç paleti ve muhtelif optik malzemeler dâhil tekrar üretimine devam edilecektir. Ve önümüzdeki dönemde en kısa sürede 40-50 milyon dolarlık ilave bir yatırım yaparak fabrikaya yeni yetenekler kazandırılacaktır. Ve bu konu da şeffaf bir şekilde kamuoyunun ve çalışanlarının gözü önünde yapılacaktır. Zira, biz inanıyoruz ki, 2023’lerin lider Türkiye’si olabilmek mutlaka savunma sanayisinin güçlendirilmesiyle, Türkiye'nin millî gücünün, hem kamu sektörünün hem de özel sektörün gücünün bir araya gelmesiyle olur. İnanıyoruz ki bu konuda çok büyük bir mesafe aldık.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CAVİT ARI (Antalya) – Satarak mı yapacağız?

İSMET YILMAZ (Devamla) – İnşallah, aziz milletimizin de desteğiyle yine bu mesafeyi almaya devam edeceğiz diyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

CAVİT ARI (Antalya) – Satarak mı yapacağız, satarak?

ÜMİT DİKBAYIR (Sakarya) – Mesele Sakarya değil, Türkiye, Türkiye.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan…

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Türkkan.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

27.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz’ın İYİ PARTİ grup önerisi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, ben, Sayın Bakanı geçmiş dönemden, Millî Savunma Bakanlığı yaptığı dönemden biliyorum. Fakat bugün kendisini izlerken geçmiş dönemden bugüne ciddi bir değişime tabi olduğunu gördük. Bu değişimin kaynağını bilmiyorum, açıklamak zorunda da değil. Ama ben şunu merak ediyorum: Bu Hükûmetin programında Ethem Sancak’ı zengin etmek var mı? Yani siz Hükûmetin programına “Biz Ethem Sancak’ı zengin edeceğiz” diye bir şey aldınız mı? Dünyada devlet ihalesi olan ilk 10 şirketten 5’ini sizin meşhur yandaş şirketleriniz aldı.

Bakın, siz millete değil, bu yandaşlara çalışıyorsunuz. Siz bu tavrınızla ne millî ne de yerli olmadığınızı bir kez daha ispat ettiniz. O yüzden tekrar ediyorum: Sizin programınız ne millî ne yerli. Sizler de ne millîsiniz ne yerli. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – Hadi ya! Hadi oradan!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Türkiye’nin ordusunun fabrikasını kalkıp Katarlılara peşkeş çeken adam ne millîdir ne yerli.

BAŞKAN – Sayın Türkkan, teşekkür ederim.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – “Hadi ya!” diyen adama söylüyorum. Yüreğin yeterse buradan çıkar konuşursun, oradan kabadayılık yapmaya iki de bir kalkma, bu çok hoş bir tarz değildir.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – Konuşuyorum.

ÜMİT DİKBAYIR (Sakarya) – Terbiyesizlik yapma!

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen karşılıklı olmasın.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bir grup başkan vekili konuşurken bu şekilde konuşana bizler “terbiyesiz” diyoruz. Haberiniz olsun.

Teşekkür ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – Bizler de o ithamları yapanlara “terbiyesiz” diyoruz.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Türkkan.

Buyurun Sayın Özkoç.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim, konuşmacı bana da hitaben “Kendisi de teyit etmiştir.” diye ifade ettiği için kayıtlara geçmesi açısından söylüyorum.

Sayın Başkan, Sayın Bakanın, ben bugün kendisi görevde olsa bunun altına imza atacağını düşünmüyorum. Ben inanmıyorum.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ben de inanmıyorum. Ben Sayın Bakanı tanıyorum. Yüreği yanıyordur en az bizim kadar.

BAŞKAN – Sayın Türkkan, lütfen…

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Çünkü bu bir vicdani meseledir.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ethem Sancak’ın ortağı değildir, ben tanıyorum onu.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Onun görev yaptığı zamanları da biliyorum ve bunun altına imza atacağını düşünmüyorum. Bu bir.

İkincisi: Değerli Başkanım, biz Türk ordusu yapmasın demiyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin iktidarı yapmasın demiyoruz ki. Türkiye Cumhuriyeti’nin ordusunun gücü, Türk milletinin gücü neden Katar ordusuna teslim ediliyor diye soruyoruz. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Bizim mühendisimiz, bizim işçimiz bakın neler yapmış. Atatürk’ten bahsetti. Yok imkânlarıyla Ankara Fişek Fabrikası, Ankara Hafif Silah ve Top Tamir Atölyesi, Gölcük Tersanesi, Şakir Zümre Fabrikası, Eskişehir Uçak Tamirhanesi, Tayyare, Otomobil ve Motor Türk AŞ, Kayseri Uçak Fabrikası, Kırıkkale Mühimmat Fabrikası, Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası, Kayaş Kapsül Fabrikası ve tank palet fabrikaları. Daha sayarsam çok uzun.

Türk ordusunun, Türk milletinin silah yapacak kudreti, işçisi, mühendisi, aklı vardır; Katar’a ihtiyacı yoktur.

Saygılar sunuyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.

İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yılmaz.

İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, İç Tüzük 60’a göre söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun.

28.- Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz’ın, Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadeleri ile Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un yerinden sarf ettiği bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkanım, bizim ne yaptığımızı aziz millet biliyor. Bunu genelde hep söylüyoruz ama gerçek hakem…

CAVİT ARI (Antalya) – Sattığınızı da biliyor, evet.

İSMET YILMAZ (Sivas) – Hiç merak etmeyin. Daha yeni seçimden çıktık ve yeni seçime gireceğiz. Halkın gözü terazidir. Bu aziz milletin bu ana kadar herhangi bir yanlış karar verdiği görülmemiştir. Bu ülkede halkın önüne çıkanların…

CAVİT ARI (Antalya) – Seçimle bunun ne ilgisi var Sayın Bakanım?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ya bu millet, milletin malını peşkeş çekin diye vermiyor size oyu; yanlış anlıyorsunuz.

BAŞKAN – Karşılıklı olmasın değerli milletvekilleri.

Sayın Yılmaz, bana hitaben konuşun.

İSMET YILMAZ (Sivas) – Peki.

Sayın Başkanım, savunma sanayisinde bu ülkeyi hangi noktadan alıp hangi noktaya getirdiğimizi bu aziz millet biliyor.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – 2 mühendis yolluyor millî oluyor ondan sonra. Havai fişek patlatıyorsunuz millî diye.

İSMET YILMAZ (Sivas) - Eğer bugün -daha önce de söyledim bir kez daha tekrar ediyorum- DEAŞ, Türkiye sınırına gelip de Türkiye sınırını geçmediyse haritanın üzerindeki o çizgiye bakarak durmadı, Türk milletinin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin sahip olduğu yetenekleri bilerek durdu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – İlk defa mı başınıza geldi doksan yıllık tarihimizde? Siz olmasaydınız durmayacaklar mıydı ya?

İSMET YILMAZ (Sivas) - Eğer bugün, yıllardan beri aynen doğuda ve güneydoğuda bugün huzur varsa, barış içerisinde, huzur içerisinde, kardeşlik içerisinde yaşıyorsak yine bu Türkiye'nin gücünden kaynaklanmaktadır.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Türk ordusundan!

ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) – Sizden değil, Türk ordusundan.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sizle beraber mi güçlendi Türkiye ya?

İSMET YILMAZ (Sivas) - Biraz önce söyledim, tam bağımsız ülke olabilmek için mutlaka savunma sanayisinde yetkin ve yeterli hâle gelmeniz gereklidir. Şimdi burada bir devletin gücü var. Bu gücü bu seviyeye getirenlerden, en çok getirenlerden birisi biziz. Ancak özel sektörün birikiminden faydalanmayalım mı?

ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) – Ne birikimi?

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Ne birikimi var Ethem Sancak’ın ya? Ne birikimi var?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – “Özel sektör” dediğin Ethem Sancak. Sermaye transferi yapıyorsunuz. Ülkenin sermaye transferini yandaşlarınıza yapıyorsunuz.

CAVİT ARI (Antalya) – Orduyu muhtaç edeceksiniz!

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, karşılıklı olmasın.

Değerli arkadaşlar, hatibin sözünü kesmeyin.

İSMET YILMAZ (Sivas) - Özel sektörün kaynaklarından faydalanmayalım mı? Dolayısıyla da…

BAŞKAN - Tamamlayın siz de…

İSMET YILMAZ (Sivas) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, sözümü tamamlıyorum.

Eğer Amerika’daki savunma sanayisi ürünlerinden Patriot dâhil hangisini sorsanız, bir özel sektörün üretimidir.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Katarlılar değil.

İSMET YILMAZ (Sivas) – Dünyada tek bir kimse diyemez ki Amerika’nın savunma sanayi ürünlerini özel sektör üretmedi. Özel sektöre niçin düşmanlık ediyoruz, bunu anlayabilmek mümkün değil.

CAVİT ARI (Antalya) – Ordunun en önemli değerini satıyorsunuz.

İSMET YILMAZ (Sivas) – Son cümlemi söylüyorum: “Değişim” dedi ama Allah için, bana değişim için söz söyleyen kimsenin buradan buraya geçerken nasıl değiştiğini de aziz milletimize izah etmesi gerek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, Sayın Bakan değişimi yanlış anladı.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Tartışmayı birer cümleyle bitirelim.

Buyurun Sayın Özkoç.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim, Sayın Bakan sözlerini söylerken Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna dönüp…

BAŞKAN- Ben mikrofonunuzu açayım Sayın Özkoç.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim, müsaade ederseniz sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – İki dakika vereyim, buyurun.

Yeni bir sataşmaya mahal vermeden toparlayalım artık arkadaşlar.

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz’ın yaptığı açıklamasında CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri; kesinlikle tartışma yaratmak istemiyorum, doğru bir şeyi doğru bir şekilde tartışmak istiyorum, kesinlikle, bütün vicdanımla. Bir tek şey söylüyorum: Gerçekten, elbette ki güçlenmeliyiz, elbette ki daha güçlü bir sektöre sahip olabilmek için çalışmalar yapmalıyız. İktidar bunu yaparsa elbette arkasında olacağız ama bir adam çıkıyor -aynen, bakın kendi sözleriyle sesleniyorum- diyor ki değerli arkadaşlar: “Eski sosyalist, yeni Müslüman olarak hiçbir şeyim yoktu, bittiydi, param da yoktu, gittim Cumhurbaşkanına ‘Katar ordusunu bana ortak et, bu işe el atayım.’ dedim.” Ben de bunu soruyorum. Bakın, bizim bu işi yapabilecek fabrikalarımız var, özel sektörümüz var. Bizim tank palet fabrikalarımızda ve ağır savunma sanayimizde birlikte entegre olarak bunu götürecek millî gücümüz var. Yapmayalım demiyorum ama yüzde 49,9 hissesi Ethem Sancak’ın değil, Katar ordusunun. Neden Türkiye’nin savunma sanayisini bir başka ülkenin ordusuna teslim ediyoruz? Bunu vicdanen soruyorum yoksa başka bir şey demiyorum. Elbette ki güçlü olalım. Biz burada milletvekilleri olarak birlikte karar verelim, zaten işimiz bu. İktidar muhalefet birbirimize “Sen şöyle yaptın, ben böyle yaptım...” Bunun ucundan bir şey çıkmadı. Türkiye zarar görecek.

Onun için, diyorum ki, neden Ethem Sancak? Neden böyle diyen bir adam? Neden bunun arkasında duramayan… Fabrikası yok, birikimi yok, parası yok, daha önceden tank üretmemiş. Neden? Bunu soruyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Türkkan, buyurun.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, 69’a göre Sayın Bakanın son sözlerinden dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Size de iki dakika veriyorum.

Buyurun. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Artık konuyu bir toparlayalım Sayın Türkkan.

2.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz’ın yaptığı açıklamasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Bakan, değişimin geçmişinden başlayacağım.

Refah Partisi nerede? Kimdi o partiden ayrılıp AK PARTİ’yi kuran? Sizin arkadaşlarınız. Oradan başlayın önce eğer “değişiklik” diyorsanız.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) – Refah Partisi kapatıldı.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Ben o değişiklikten bahsetmemiştim, sizin tavrınızdaki değişiklikten bahsetmiştim ama hiç beklemediğim bir polemik konusu açtınız.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Alakası yok. Ne alakası var?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Bakınız, ben size bir şey söyleyeyim mi; kullandığınız rakamlar da yanlış, yanlış rakamlar kullanıyorsunuz.

İSMET YILMAZ (Sivas) – Hayır, rakamların doğru olduğunu belirteyim Başkanım.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Amerika Savunma Bakanlığı ve Amerikan ordusu Amerika’nın en büyük şirketidir. Amerika’nın en büyük şirketi Amerikan Savunma Bakanlığı ve ordusudur. Yani orada özel şirketler tabii ki imalat yapar, tabii ki üretim yapar. Burada Sayın Sümeyye Erdoğan’ın eşi beyefendinin yaptığı İHA’larla ilgili övgü dolu cümleler söyledik. Olması gerekenler tabii ki olacaktır, özel sektöre tabii ki imkân verilecektir. Ama, siz, devletin ordusuna ait olan bir kurumu sadece yandaş diye Katarlı meçhul, sahibi meçhul… Hep Katarlının sahibi meçhul. Digiturk’ü alan, TELEKOM’u alan, diğerlerini alanlar hep meçhul şirketler. Birileri geliyor, devletin ordusuna ait olan fabrikaları alıyor.

Bakın, bu vebali çocuklarınıza anlatamayacaksınız, bu vebalden kurtulamayacaksınız. Memleketin sermayesini, milletin sermayesini yandaşlarınıza transfer ediyorsunuz. Bu, en ufak bir deyimle, günahtır. Bu vebalden, siyaseten yüklendiğiniz bu vebalden bir an önce kurtulun. Şahsen kurtulun. Siyaset olarak, siyaset arkadaşlarınızla beraber hareket edeceğim diye şahsi bir vebal almayın. Bu konuda sizi bir dost gibi uyarıyorum. Günah ediyorsunuz, önce kendinize yazık ediyorsunuz. Siz bu memlekete hizmet etmiş bir bakansınız. Bu noktada savunmak keşke size düşmeseydi. Bunu savunabilecek bir sürü insan var o grupta, biliyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Ama siz geçmişte sorumluluk alan bir bakansınız, geçmişte terörle mücadele konusunda ciddi sınav vermiş bir bakansınız. Bu konu sizin en çok karşı çıkmanız gereken bir konuydu. Keşke böyle olmasaydı.

Teşekkür ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkanım, yerimden, kayıtlara geçsin diye…

BAŞKAN – Kayıtlara geçmesi açısından size söz veriyorum oradan. Lütfen, bir cümleyle toparlayalım Sayın Bakan. Konu yeteri kadar aydınlandı, siz de artık son cümle…

Buyurun.

İSMET YILMAZ (Sivas) – Muhterem Başkanım, bizim bu savunma sanayisini nereden alıp nereye getirdiğimiz belli. Eğer yanlış bir güzergâhta gitseydik arkadaşlarımızın yapmış olduğu bu eleştiriler “acaba” diye bir soru işareti oluştururdu. Allah için, Türkiye’nin savunma sanayisinde dışa bağımlılığını azaltıp, yüzde 20’lerden şimdi yüzde 68 kendi kendimize yeterli hâle getirdik. Birincisi bu.

İki: Türk ticaret siciline kayıtlı bütün şirketleri Türk şirketi görmek lazım, tüzel şirket. Eğer böyle olmazsa o da yanlış bir yere gider, o da doğru değildir. Bu ülkede üretilen bütün hizmetlerin hepsi millîdir, bu ülkede üretilen kaynakların hepsi millîdir ve denetime de tabidir. Üst üste koyduğumuzda millî geliri biz böyle hesaplarız. Dolayısıyla, millî geliri artırmak için çalışanların her birine sonsuz teşekkür ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Hariri’ye verdiğiniz TELEKOM millî mi oldu? Adam 4,5 milyar dolar borç taktı gitti. Millî mi oldu TELEKOM?

BAŞKAN – Sayın Türkkan, lütfen…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – 22 milyar doları cebine indirdi; 4,5 milyar dolar borcu taktı gitti, millî miydi adam? Adam yok ortada, borç bizde.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- İYİ PARTİ Grubunun Sakarya Milletvekili Ümit Dikbayır ve arkadaşları tarafından, Sakarya ilinde bulunan mülkiyeti Maliye hazinesine ait ve Millî Savunma Bakanlığına tahsisli tank ve palet fabrikasının özelleştirilme kapsamına alınmasının nedenlerinin araştırılması amacıyla, 8/1/2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8 Ocak 2019 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, İYİ PARTİ grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

ÜMİT DİKBAYIR (Sakarya) – Yazıklar olsun!

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

2.- HDP Grubunun, İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm ve arkadaşları tarafından, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin sona erdirilmesi için etkin ve caydırıcı önlemlerin alınması amacıyla 8/1/2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8 Ocak 2019 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

8/1/2019

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 8/1/2019 Salı günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                      Fatma Kurtulan

                                                                                           Mersin

                                                                                 Grup Başkan Vekili

Öneri:

8 Ocak 2019 tarihinde, İstanbul Milletvekili Sayın Züleyha Gülüm ve arkadaşları tarafından, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin sona erdirilmesi için etkin ve caydırıcı önlemlerin amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan 1251 sıra numaralı Meclis Araştırma Önergesi’nin diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerinin 8/1/2019 Salı günkü birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Önerinin gerekçesini açıklamak üzere, öneri sahibi Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekilimiz Sayın Züleyha Gülüm. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

HDP GRUBU ADINA ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) – Merhabalar.

Önerge üzerinde; kadın cinayetleri ve kadına yönelik erkek şiddetinin önlenmesine yönelik bir araştırma komisyonu kurulması önerimiz var, bunun üzerine konuşacağım.

Bildiğiniz gibi bir İstanbul Sözleşmesi var, Türkiye'nin de ilk imzacısı olduğu sözleşmelerden bir tanesi. Bu sözleşmeye göre, kadına yönelik erkek şiddetinin, kadın cinayetlerinin nedenlerinin açığa çıkarılması, bu konuda istatistiki verilerin ortaya çıkarılması ve tabii ki bunların önlenmesine yönelik, devlet, Türkiye devleti ciddi sorumluluklar üstlenmiş durumda. Ancak bugüne kadar, kasım ayına kadar, tüm soru önergelerimize rağmen, sivil toplum kuruluşlarının, kadın örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin taleplerine rağmen bu konuda herhangi bir istatistiki çalışma sunulmamıştı, bu konuda bir açıklama yapılmamıştı.

En son kasım ayında, İçişleri Bakanlığı tarafından bir basın toplantısıyla, kadın cinayetlerine ve kadına yönelik şiddete ilişkin bir açıklama yapıldı. Adalet Bakanlığının verilerine göre, kolluk kuvvetlerinin aldığı, mahkemeler tarafından onaylanan koruma kararı sayısı, 2013’te 60 bin civarındayken 2017’de 99.475’ti. 2017 yılında ise 133.809 kadın şiddete maruz kalmıştı. Yani bu açıklamalara göre bile bir günde 377 kadın maalesef bu ülkede erkek şiddetine maruz kaldı.

Tabii biz şunu da biliyoruz: Bunlar istatistiklere yansıyan rakamlar çünkü birçok kadın, aynı zamanda, bu şiddeti maalesef ne yargıya ne karakollara ne de devletin herhangi bir kurumuna bildirmiyor; çözüm üretilmeyeceğini, şiddetle baş başa kalacağını gördüğü için bunlar hakkında herhangi bir suç duyurusunda bulunma gereği de duymuyor çünkü bazı suç duyuruları yapıldıktan sonra kadın çok daha fazla şiddete maruz kalıyor.

Bu istatistikler Adalet Bakanlığının istatistikleri ama basın ve bilgi alma yoluyla kadın cinayetlerini takip eden STK’lerin de düzenli olarak yayınladıkları istatistikler var. Bu rakamlarsa şöyle: 2016 yılında 328 kadın öldürülmüş, 2017’de 409 kadın öldürülmüş, 2018 yılında ise 440 kadın erkekler tarafından katledilmiş. 2015-2017 yılları arasında, koruma kararına rağmen, bakın, koruma kararına rağmen, aslında devlet tarafından korunmadığı için, koruma kararı sadece görünüşte kaldığı için 20 kadın koruma kararı alınan erkek tarafından öldürülmüş.

2018’in başında yapılan bir araştırma var: Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması. Buna göre, “Türkiye'de kadınların en çok yaşadığı sorun nedir?” sorusuna yüzde 61’le “şiddet” denmiş. Bu oran 2016 yılında yüzde 53’tü. Bakın, toplumun tamamı şunun farkında: Kadınlar şiddetle baş başa, çok ciddi oranda erkek şiddeti yaşıyorlar ve en büyük sorun olarak da bu tespit ediliyor. Tüm bu rakamlara rağmen İçişleri Bakanlığı basın toplantısında şöyle diyebiliyor: “Kadına yönelik şiddet Türkiye'de azalmıştır.” Oysaki bu rakamlara baktığımızda, bırakın azalmayı, aslında uzun bir süredir kadına yönelik şiddet ve cinayetler artıyor, çocuk istismarı artıyor ve sadece öldürme değil, kadına yönelik her türlü şiddette ciddi bir artış oluyor.

Tabii ki bu artışın sebeplerinden bir tanesi OHAL dönemiydi, peşinden de aslında kalıcılaşan OHAL dönemi. Adı, kendisi “OHAL dönemi” denmese de aslında kalıcılaşan bir OHAL döneminden bahsedebiliriz.

2018 yılında bir diğer şeyse, yine geçen yıllardan devralınan ama bu dönem daha da fazla artan kadına yönelik erkek şiddetinin meşrulaştırılması oldu. Teşvik edildiği bir ortamda yaşamaya zorunlu kıldık. Kadının siyasette, iş hayatında yeri olmadığı açıklamalarının üniversitelerden geldiği bir ortamda yaşıyoruz. Atanan dekanlar, rektörler art arda kadınların iş hayatında yeri olmadığını, üniversitelerde yeri olmadığını anlattı durdu. İşte tam da böyle bir ortamda akademisyen arkadaşımız Ceren Damar öldürüldü. Bu bir tesadüf değildi, tam da yarattığınız üniversiteler, tam da yarattığınız toplumdaki erkek şiddeti bu noktaya getirdi ve Ceren Damar öğrencisi tarafından öldürüldü. Öğrencisi öldürürken ne demişti? “Beni tersledi, kendime hâkim olamadım.” dedi. Bu neydi aslında? Erkek egemen dünyada bir kadın bir erkeği tersleyemezdi, onun dediğine itaat etmek zorundaydı; aynı iktidarın yaklaşımı gibiydi, “Makbul kadın olacaksınız ya da yok olacaksınız.” diyordu.

Yine, bir başka vaka: Kadriye Moroğlu Anadolu Lisesinde genç bir öğrenci tacize maruz kaldı. Öğretmenin görevden alınması, en azından uzaklaştırılması istendi. Ama ne oldu? Tacizci öğretmen görevden alınmak yerine öğrenciler boykot yaptığı için 5 öğrenciye ceza verildi.

Yine, diğer bir hikâye Temmuz 2016’da İstanbul Tuzla’da yaşanan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ilave edelim.

ZÜLEYHA GÜLÜM (Devamla) – Bir kadın, Namme Öztürk boşandığı eşini öldürmek zorunda kaldı hayatını kurtarmak için çünkü boşanmıştı ama erkeğin şiddetinden, erkeğin tecavüzünden kurtulamamıştı. Erkek, çocuğunu görme bahanesiyle gelip kadına tecavüz etmeye, yine şiddet uygulamaya devam ediyordu. Kadın hayatını savunmuştu, meşru müdafaa vardı ama buna rağmen kadına on iki yıl ceza verildi ve hâlen tutuklu yargılanıyor.

Münevver Kızıl eski sevgilisi tarafından hayatı karartılan diğer bir kadın. Bugüne dek 17 kez 6284 sayılı Yasa’ya başvurdu, davalar açtı ama hâlen sanık tutuklanmadı; tam tersine, erkek sanık yargıdan aldığı güçle kadını öldürmekle tehdit etmeye devam ediyor.

Bunlar belki dışarıda yaşananlar ama 1997-2018 yılları arasında Türkiye’de gözaltında da kadınlara yönelik şiddet devam etti; 101 kadın tecavüze uğradı, 498 kadın da cinsel tacize maruz kaldı.

Koruma tedbirlerine rağmen kadınların öldürülüyor olması, faillerin ortaya çıkarılıp yargılanmaması, cezasızlık hâli…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ZÜLEYHA GÜLÜM (Devamla) – Bir süre daha rica edeceğim.

BAŞKAN – Peki, toparlayalım.

ZÜLEYHA GÜLÜM (Devamla) – …“haksız tahrik” adı altında erkeklere yapılan erkeklik indirimleri, hukuki süreçlerde kadınların yaşadığı sorunlar, 6284 sayılı Yasa’nın bir bütün olarak etkili uygulanmaması, kadınların hayatlarını savunmak için öldürmek zorunda kalınca da kadınlara ağır cezalar verilmesi kadın cinayetlerinin, kadın katliamlarının maalesef önünü açıyor.

Bunda bir diğer paysa iktidarın eylem ve sözleri. Artan toplumsal şiddet, savaş politikaları, militarizm, antidemokratik uygulamalar ve son olarak da ekonomik krizin önce kadınların hayatını zorlaştırması gibi nedenler kadınlara yönelik erkek şiddetini her geçen gün artırmaya devam ediyor ama buna rağmen iktidar kriz yokmuş gibi davranıyor, kadına yönelik cinayetlerde azalma varmış gibi davranıyor ve bu, kadınlar her gün hayatlarını kaybederken oluyor.

Türkiye’de katliam boyutuna ulaşan kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddete ilişkin gerçek rakamların ortaya çıkarılması, boyutlarının irdelenerek bu cinayetlerin ve erkek şiddetinin sona erdirilmesi için, caydırıcı önlemlerin alınması için önergemizi desteklemenizi bekliyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Öneri üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına Isparta Milletvekilimiz Sayın Aylin Cesur konuşacak. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Cesur.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYLİN CESUR (Isparta) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

İYİ PARTİ adına söz almış bulunmaktayım.

Evet, resmî verilere göre ülkemizde kadınların yüzde 40’ı şiddet görüyor, bu da 14 milyon kadın demek. Türkiye’de her gün 4 kadın şiddete maruz kalıyor. Yapılan araştırmalarda kentlerde fiziksel şiddet oranı yüzde 38, kırsalda yüzde 43 olarak tespit edilmiş. Ülkemizde 2017 yılında 409 kadın cinayeti yaşandı ve 2008’den 2018’e kadar düzenli olarak artma eğilimi gösterdi. 2002-2015 yılları arasında Türkiye’de 5.406 kadın cinayete kurban gitti. Bu kürsüde defalarca dile getirdik ve 7 Kasımda İYİ PARTİ olarak araştırma önergesi sunduk. AK PARTİ ve Milliyetçi Hareket Partisi oylarıyla reddedildi önergemiz ve cinayetler devam etti. Şiddetin ve sonrasındaki acziyetin ekonomik koşullarla ilgili olduğu da kesin, o hâlde kadına şiddetin ülkemizde neden artma eğiliminde olduğu da ortada.

Isparta Keçiborlu’da 18 Ekimde bir kadın vatandaşımız yine aynı tip sebeplerle eşi tarafından boğularak öldürüldü. Çok üzücü ve Türkiye’yi yasa boğan, 3 Ocakta meydana gelen son hadise, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalışan 27 yaşındaki Ceren Damar’ın, çalıştığı fakültede sınavda kopya çekmekten hakkında tutanak düzenlediği hukuk fakültesi son sınıf öğrencisi tarafından önce bıçaklanıp ardından vurularak öldürülmesi. Allah rahmet eylesin bu değerli arkadaşımıza.

Türkiye’de 106 bin avukatın 46 bini kadın; 17.288 hâkim ve savcının yüzde 41’i kadın ve bizler övünüyoruz, ne kadar zor şartlarda yetişiyor. Ve hukuk fakültesi dördüncü sınıf öğrencisi, belki önümüzdeki zamanda savcı, hâkim olacak olan bir arkadaşımız. Genç bir arkadaşımız katil oluyor; bir trajedi, vahim bir tablo. Hepimizin, burada herkesin çok üzüldüğünü tahmin ediyorum.

Değerli arkadaşlar, kadına şiddetin en ağır şekilde cezalandırılması gerekiyor. Doktora şiddet, çocuğa şiddet, kadına şiddet, hayvana şiddet, sağlıkçıya şiddet; şiddet neden bu kadar arttı acaba ülkemizde? Acaba vatandaşlarımızın maruz kaldığı hangi koşullar bizi bu hâle getirdi? Kadına şiddet, uluslararası bir insanlık suçu, bu insanlık suçunu bu ülkeden silmek bizlerin görevi. Önlem alınmadıkça bu hepimizin üstünde kapkara, kara bir leke olarak kalacak değerli arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Cesur, bir dakika ilave ediyorum.

AYLİN CESUR (Devamla) – Kadın örgütlerinin yılarca süren mücadelesi sonucu yürürlüğe giren 6284 sayılı Yasa etkin şekilde uygulandığı takdirde koruyacak kadınları ama maalesef, bu yasa etkin uygulanamıyor. Şiddeti önlemek, kadınların toplum içindeki sosyal refahını ve huzurunu artırmak, kadının eşit yaşam standartlarını öncelik alan politikalar üretmekle mümkün. Neler yapılmalı? Kadın cinayetlerinde iyi hâl indirimi uygulaması derhâl kaldırılmalı ve her yerde dile getiriyoruz biz, beyannamemizde var İYİ PARTİ olarak, erkek terapi evleri gündeme getirilmeli. Kadınıyla erkeğiyle uygar, demokrat, müreffeh bir Türkiye yaratmak için, geleceğe güvenle bakarak karşılıklı sevgi ve dayanışmayla hareket etmeye mecburuz değerli arkadaşlar. Bu yapılandırmaları bir an evvel hayata geçirmeliyiz. Bu, birlikte hareket etmemiz gereken konulardan çok önemli bir tanesi, toplumumuzun kanayan yarasıdır, altını çiziyorum.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Cesur.

Öneri üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Giresun Milletvekilimiz Sayın Necati Tığlı…

Süreniz üç dakika Sayın Tığlı. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA NECATİ TIĞLI (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle tutukluluğuna devam kararı verilen parti meclisi üyemiz Eren Erdem’e buradan selamlarımızı yolluyoruz, asla yalnız olmadığını bilmesini istiyoruz; adaletin bir gün herkese lazım olacağının altını çizmek istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de kadınlara yönelik şiddet, tecavüz ve cinayetlere şöyle bir bakıldığında 2018 yılına ait veriler yine çok yüksek, yine tüyler ürperticidir. Kadın cinayetlerinde mahkemelerin zanlılar hakkında iyi hâl uygulama girişimleri, toplum duyarlılığı ve kadınların geleceği açısından endişe vermektedir.

Unutmayın, demokrasinin asli ögesi özgür bireylerdir. Temel hak ve özgürlükler Anayasa’ya ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalara uygun biçimde sadece yasayla sınırlandırılabilir. Eğer 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun etkin bir şekilde uygulanmış olsaydı açıklayacağım rakamlar böyle mi olacaktı?

Geçtiğimiz kasım ayında İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu “Kadın cinayetleri 2017’de 358’di, şimdi 238’e düştü yani yüzde 22 azaldı.” demişti. Oysa rakamlar hiç de öyle demiyor. Ülkemizde yaşanan kadın cinayetleri verilerine baktığımızda 1 Ocak 2016-31 Aralık 2018 tarihinde öldürülen kadın sayısı en az 1.177’dir. Biraz daha eskiye gidelim dersek, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiği günden bu yana en az 6.614 kadın, erkekler tarafından öldürülmüştür. 2003 yılında erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı 83 iken 2018 yılında maalesef 439 olmuştur. On beş yılda yüzde 428’lik bir artış… Sizce bu rakamlar, bu veriler, bu yüzdeler korkunç ve utanç verici değil mi?

Son üç yıla ait bazı verileri sizinle paylaşmak istiyorum. 2016 yılında en az 329 kadın öldürüldü, 350 kadın şiddete maruz kaldı, 110 kadın tecavüze uğradı. 2017 yılında en az 409 kadın öldürüldü, aynı yıl 320 kadın şiddete maruz kaldı ve 154 kadın tecavüze uğradı. 2018 yılında en az 439 kadın öldürüldü, 296 kadın şiddete maruz kaldı, 140 kadın da tecavüze uğradı. Yani üç yılda en az 1.177 kadınımız öldürüldü, en az 966 kadın şiddete maruz kaldı, en az 404 kadın da tecavüze uğradı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NECATİ TIĞLI (Devamla) – Sayın Başkanım, bir dakika daha…

BAŞKAN – Buyurun.

NECATİ TIĞLI (Devamla) – Sayın vekiller, Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’de kadınlar ve kadın hakları içinde yapılacak tüm çalışmaların yanındadır. Cumhuriyet Halk Partisi Münevver Karabulut’u unutmamıştır, Şule Çet’i de unutmayacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi kadın ile erkeğin aynı şartlar altında eşit yaşaması gerektiğine inanmış ve bu yönde çalışmalar yapmayı bir yaşam biçimi olarak görmektedir. Kadınların ötekileştirilmeden yaşayacağı bir anlam yaratmak Cumhuriyet Halk Partisinin öncelikli amaçlarından biridir. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak verilen bu Meclis araştırması komisyonu önergesini destekliyor, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneri üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekilimiz Sayın Radiye Sezer Katırcıoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – Teşekkürler Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP grup önerisi üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

“Şiddete sıfır tolerans” ilkesiyle on yedi yıl boyunca kadına ait sorunları siyasetüstü, ideolojiüstü ve vicdani bir mesele olarak ele aldık. Asıl mesele cinsiyetten öte insana bakış meselesi, insana verilen değer meselesidir. Bu meselenin sadece ülkemize ait değil, gelişmiş ülkelerin sorunları olduğunu biliyoruz. Araştırmalar bu meselenin eğitim düzeyiyle, maddi gelirle ilişkili olmadığına da işaret ediyor. Doğu toplumlarına münhasır olduğu yönünde oluşturulmaya çalışılan art niyetli algılar da doğru değildir, Batı toplumları da aile içi şiddet konusunda mustariptirler. Avrupa’ya baktığımızda İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamamış birçok Avrupa ülkesiyle karşılaşıyoruz. Şiddet verilerine baktığımızda 3 kadından 1’i şiddete uğruyor, 62 milyondan fazla kadın Avrupa’da fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalıyor. Peki, toplumsal cinsiyet adaleti endeksleri noktasında bize örnek gösterilen İskandinav ülkelerindeki oranları buradan ifade etmek gerekirse İsveç’te yüzde 46, Finlandiya’da yüzde 47, Danimarka’da ise yüzde 52 oranında olduğunu görüyoruz. Amerika’ya baktığımızda ise her sekiz dakikada 1 kadının şiddete uğradığını görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hâl böyleyken kadına ait sorunları ele alışımız, referansımız ve hareket noktamız kendi tarihimiz, kendi kültürümüz ve inancımız oldu. Annelerin ayakları altına cenneti seren bir inancın mensupları, kadınları yâr olarak, canan olarak, ana vatan olarak tarif eden bir kültürün mensupları olarak iktidara geldiğimizde ilk işimiz Türk Ceza Kanunu’nda yaptığımız bir düzenlemeyle tecavüzcünün mağduruyla evlenmesini ortadan kaldırdık, cezayı on altı yıla çıkarttık. Töre cinayetlerini sonlandırdık. 2011 yılında İstanbul Sözleşmesi’ne ilk imzayı koyan ülke olduk ve hemen akabinde 6284 no.lu Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’u da 2012’de kabul ettik. ŞÖNİM’leri 81 ile yaygınlaştırdık, 114 konukevimiz oldu. Alo 183 Sosyal Destek Hattı’nı kurduk, Hacettepe Üniversitesi ve Aile Bakanlığının iş birliğinde, 2008-2014 yılları arasında kadına yönelik şiddetle ilgili yapılan araştırmada şiddetin 2 puan düştüğünü gördük.

Bunlar yeterli değil dedik. Şiddet vakalarını takip etmek, önlemek, incelemek, davaların dosyaya girmesi için ortak bir sistem kurduk.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Devamla) – Başkanım…

BAŞKAN – Bir dakika ilave ediyorum.

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Devamla) – Aile Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı bünyesinde kurul oluşturuldu.

Elektronik kelepçe uygulamasını geliştirdik.

İçişleri Bakanlığımız, cep telefonlarına indirilen bir uygulamayı hayata geçirdi ki -Kadın Acil Destek İhbar Sistemi (KADES)- tek tuşla kadınımız emniyet güçlerine ulaşabilsin.

Bakanlığımız şu ana kadar kadına yönelik şiddetle ilgili davalara dâhil olmakta, eylem planlarını hassasiyetle hayata geçirmekte, eğitim çalışmalarını kamu görevlilerine ve askerlerimize ulaştırmakta.

Ben buradan ifade etmek istiyorum, bir teklifte bulunmak istiyorum: Bu konunun Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu bünyesi altında ele alınması gerektiğini… Şimdiye kadar yapılmış olan, kurulmuş olan alt komisyonların raporları ve araştırma komisyonu raporları çerçevesinde ideolojiüstü, siyasetüstü olarak bu konuyu ele alarak çözümleri bir an önce hayata geçirelim diyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada ifade etmek istediğim bir başka husus da var ki kadına şiddeti…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Devamla) – Biraz daha pozitif ayrımcılık rica ediyorum.

BAŞKAN – Tabii, tabii, buyurun, bir dakika daha veriyorum.

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Devamla) – Buradan ifade etmek isterim ki kadına şiddeti insanlığa ihanet olarak ilan etmiş Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde, bu ihanetin içine girmiş herkes cezasını çekecektir.

Kadına yönelik şiddet sonucu hayatlarını kaybetmiş tüm kadınlarımızı yâd ediyorum, Allah’tan rahmet diliyorum; şiddete uğramış, anlatamamış bütün kadınlarımıza da geçmiş olsun dileklerimi ifade ediyorum.

Bir tek kadın, çocuk, hayvan, hatta bitkinin şiddete uğramaması için tüm gücümüzle çalışacağımızı buradan ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

3.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Yunus Emre ve arkadaşları tarafından, araştırma görevlilerinin sorunlarının araştırılması, çözüm yollarının belirlenmesi ve gerekli düzenlemelerin yapılması amacıyla 8/1/2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8 Ocak 2019 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 8/1/2019 Salı günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                        Engin Özkoç

                                                                                           Sakarya

                                                                                 Grup Başkan Vekili

Öneri:

İstanbul Milletvekili Yunus Emre ve arkadaşları tarafından “araştırma görevlilerinin sorunlarının araştırılması, çözüm yollarının belirlenmesi ve gerekli düzenlemelerin yapılması” amacıyla 8/1/2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (667 sıra no.lu) diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerinin 8/1/2019 Salı günlü birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önerinin gerekçesini açıklamak üzere, öneri sahibi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekilimiz Sayın Yunus Emre. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika Sayın Emre.

CHP GRUBU ADINA YUNUS EMRE (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz hafta çok acı bir olayla sarsıldık, Ankara Çankaya Üniversitesinde bir araştırma görevlisi arkadaşımızı, Ceren Damar Şenel kardeşimizi kaybettik. Ceren kardeşimiz görevini iyi yaptığı için, bir araştırma görevlisi olarak sınav güvenliğini layıkıyla sağlayabilmek için görevini yaparken böyle bir durumla karşılaştı, hayatını kaybetti. Bizim açımızdan bu bir görev şehididir, Ceren arkadaşımız bir görev şehididir, eğitim şehididir; karşılaştığımız durum bir eğitim cinayetidir, bir bilim cinayetidir. Ülkemizde iyi ki böyle görevini layıkıyla yapmak isteyen, bilimin yol göstericiliğinin bilincinde olan, sorumluluk sahibi yurttaşlarımız var, arkadaşlarımız var.

Değerli arkadaşlar, bizlerin de politikacılar olarak, milletvekilleri olarak görevimiz bu durumlar karşısında üzüntülerimizi belirtmekle sınırlı değil; bu olayları derinlemesine incelemek, araştırmak, bu olaylardan dersler çıkarmak, sorgulamak, toplumun önüne olumlu örnekleri bir yanıyla ama olumsuz örnekleri de koymak, bunların nasıl düzeltileceğini araştırmak, uygulamaya koymak, bizlerin görevleri arasındadır.

Bildiğiniz gibi, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda, araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim elemanları olarak tanımlanıyor. Geçmişte ikili bir statü vardı, malum -50/d, 33/a- bu ilgili kanunun maddeleri uyarınca çalıştırılan araştırma görevlileri vardı. 2017 Temmuzunda kabul edilen 7033 sayılı Yasa’yla bir değişikliğe gidildi. Bir ölçüde daha güvenceli sayılabilecek düzenlemeyle 33/a’yla yapılan atamalar artık ortadan kaldırıldı, bütün atamalar 50/d kadrolarıyla yapılıyor ve çok temel, çok önemli bir sorun olarak orta yerde bulunuyor.

Bunun yanında, yine bu kapsamda çok önemli bir sorun, vakıf üniversitelerinde burslu öğrenci statüsüyle lisansüstü öğrencilerin çalıştırılması meselesi yani çok düşük bir ücretle kimi zaman sigortasız olarak ve araştırma görevlisinin tanımlı işleri yaptırılarak vakıf üniversitelerinde lisansüstü öğrencilerinin ücretsiz ve sigortasız olarak çalıştırıldığı bir manzarayla, bir burs karşılığında çalıştırılma manzarasıyla karşı karşıyayız.

Araştırma görevlilerinin sorunları tabii bu çalışma yaşamı, özlükle ilgili meselelerle sınırlı değil, çok temel, çok önemli bir mesele de araştırma görevlilerinin üzerindeki angarya işler ve mobbing, yıldırma faaliyetleri. Bu konuda, çok kapsamlı önemli araştırmalar var. Örneğin EĞİTİM-SEN Yükseköğretim Bürosunun yaptığı önemli bir araştırma var. Yakın zamanlarda yayınlanan önemli bir kitap var: “Ne Ders Olsa Veririz Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü” Buralara baktığınızda, gerçekten Türkiye için çok çarpıcı, çok önemli sonuçlar görüyorsunuz. Bir defa, araştırma görevlilerinin bütün yüklerinin idari görevler, danışmanlıklar, gözetmenlikler, hoca ve bölümün projelerine yetişmek gibi aslında akademik uğraşın temeli olmayan ve akademisyenlikten, akademik çalışmadan lisansüstü öğrencileri uzaklaştıran, en verimli olacakları çağda onları ağır bir iş yükünün içine sokan uygulamalarla karşı karşıyayız. Araştırma görevlilerinin özel hizmetli gibi, her işi yapan insan gibi, her türlü işi yapmak durumunda kalan insan gibi bir çalışma alanında bulunduklarını görmekteyiz.

Bir diğer mesele, tabii, kadroların ehliyet ve liyakate dayalı olarak dağıtılmaması, kayırmacılık uygulamaları. Biliyorsunuz, bu yıl öğretim üyesi dışındaki kadrolara yapılacak atamalarla ilgili bir yönetmelik değişikliği oldu, orada tekrar mülakat oranı yükseltildi. Bunun yanında, üniversitelerde, tabii, araştırma görevlileri için çok temel bir mesele düşünce özgürlüğüne dair çok önemli sorunlar var. Genç araştırmacıların özellikle sosyal bilim alanlarında düşünce özgürlüğüyle ilgili çok ciddi sorunları var.

Bir önemli olayı da yine dikkatinize sunmak istiyorum: Şubat 2017’de Adana’da bir eski araştırma görevlisi Mehmet Fatih Traş intihar etti. Barış Bildirisi imzacısı olduğu için üniversitedeki asistanlık görevi uzatılmadı. Hakkında, dikkatinizi çekiyorum, hiçbir soruşturma ve hiçbir dava bulunmayan bir arkadaşımızdı. Bir psikolojik travma neticesi yaşamına son verdi.

Son olarak şunu belirtmek istiyorum: Değerli arkadaşlar, gördüğünüz gibi, Türkiye için kendi görevini layıkıyla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ilave ediyorum Sayın Emre.

YUNUS EMRE (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

…yapmak isteyen, iyi yapmak isteyen bir arkadaşımızın görev şehidi olduğu bir olayın arkasından konuşuyoruz. Bizler de politikacılar olarak bu kızımıza, bu arkadaşımıza layık olmak durumundayız. Onun meslektaşlarının, arkadaşlarının sorunlarını geniş bir çerçevede rasyonel bir tartışmayla araştırmak, bulmak, kamuoyunun dikkatine sunmak, çözüm önerilerini ortaya koymak durumundayız. Bu kapsamda araştırma görevlilerinin sorunlarının araştırılması, çözüm yollarının belirlenmesi ve gerekli düzenlemelerin yapılması için bir komisyon kurulması, özellikle konunun paydaşlarıyla istişareler yapılarak, görüş ve öneriler alınarak ve bu kapsamda yeni yasal düzenlemeler yapılarak yükseköğretimin çok temel bir sorununun çözülmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Emre.

Öneri üzerinde, İYİ PARTİ Grubu adına Gaziantep Milletvekilimiz Sayın İmam Hüseyin Filiz. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Filiz.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İMAM HÜSEYİN FİLİZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; araştırma görevlilerinin sorunlarının araştırılması hakkında öneri üzerine İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygılarımla selamlarım.

Konuşmama başlamadan önce, Çankaya Üniversitesi araştırma görevlisi Ceren Damar’a Allah’tan rahmet diliyorum.

Bildiğiniz gibi, Türkiye üniversitelerinde görev yapan araştırma görevlisi sayısı yaklaşık 46 bindir ve bu büyük kitlenin büyük ve çok sayıda sorunu vardır. Biraz önceki konuşmacının bahsettiği gibi, üniversitelerde araştırma görevlisi kadrosu 33/a’ya göre ya da 50/d’ye göre yapılmaktadır. Ataması 50/d’ye göre yapılan araştırma görevlilerinin, yüksek lisans ya da doktora çalışmaları bittiği zaman altı ay ya da bir yıl sonra işlerine son verilmektedir. Bu, onlar için bir haksızlıktır, bu durumun düzeltilmesi gerekmektedir.

Yine, hepimizin bildiği gibi, üniversitelerde öğrenci sayısı alabildiğine artmakta, buna karşılık araştırma görevlileri sayısı azalmaktadır. Bu da araştırma görevlilerinin son derece yüklenmelerine sebep olmaktadır ve araştırmalarını sağlıklı bir şekilde devam ettirememektedirler. Öğrenci başına düşen araştırma görevlisi sayısının her geçen gün azalmasıyla araştırma görevlilerinin laboratuvar, proje, sınav ve benzeri görevleri sebebiyle bilimsel araştırma çalışmaları ikinci plana düşmektedir. Araştırma görevlilerinin görev tanımlarının net olmaması bu kişilere işleriyle ilgisiz görevler verilmesine neden olmaktadır. Hayat şartlarının oldukça zorlaştığı günümüzde bir araştırma görevlisinin maaşı bin doların altındadır. Araştırma görevlilerine, özgün içerikli tez konusu deney çalışmalarının gerçekleştirilmesi için gerekli olan maddi destek üniversiteler tarafından sağlanamamaktadır. Tüm araştırmacılara tek adres olarak TÜBİTAK gösterilse de, TÜBİTAK bütün araştırmacılara destek verememektedir. Araştırmacılar, sadece kendi üniversitelerinde bilimsel araştırma projeleri birimlerinin vermiş olduğu cüzi bütçelerle araştırmalarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.

Anadolu üniversitelerinin birçoğunun mevcut laboratuvar imkânları çağın gerisinde kalmış olup, işlevselliğini ve güncelliğini yitirmiş cihazlarla AR-GE yapmak mümkün değildir. Üniversite laboratuvarlarının bu durumları göz önüne alındığında, araştırma görevlileri, tüm akademik ve idari görevlerinin yanı sıra AR-GE çalışmaları için de fon kaynağı yaratma mücadelesi vermektedirler.

Sonuç olarak, üniversitelerimizin geleceği için genç araştırmacılarımızın özellikle araştırma konularıyla ilgili yapacakları çalışmalar için destekler artırılmalı ve özlük hakları iyileştirilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Filiz, bir dakika ilave ediyorum.

İMAM HÜSEYİN FİLİZ (Devamla) – Bitiriyorum.

Güçlü ülke ancak kaliteli araştırmalarıyla olur anlayışıyla Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Öneri üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Mahmut Toğrul. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Toğrul.

HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, üniversitelerin üç temel direği vardır; bir akademisyenler yani öğretim elemanları, iki idari personel, üç öğrenciler. Neresinden bakarsanız bakın, maalesef, üniversitelerde üç ayak da ciddi sıkıntılarla karşı karşıya.

Bilimsel araştırmanın temeli araştırma görevlileridir. İyi yetişmiş araştırma görevliniz varsa bilim üretebilirsiniz, yoksa bilim üretme şansını kaybedersiniz.

Değerli arkadaşlar, araştırma görevlisinin en önemli noktası, araştırma görevlisi kendisini güvencede görüyor mu görmüyor mu? Şimdi, geçmişte iki yolla araştırma görevlisi istihdam edilirdi. 33/a kısmen daha güvenceli ve kadroda çalışan araştırma görevlileri, diğeri ise 50/d’ydi. Maalesef AKP iktidarı bizim tüm mücadelemizi, o 50/d’deki araştırma görevlilerinin 33/a’ya alınmasına yönelik mücadelemizi bir kenara koydu, tamamını 50/d’ye göre istihdam eden bir duruma getirilmiş durumda. Şu anda üniversitelerde akademisyenliğin ilk adımı olan araştırma görevliliği tamamen sözleşmeli 50/d’ye göre yapılıyor değerli arkadaşlar. Bu konuda, biraz önce de fark ettim ki bir kafa karışıklığı var; sanki hâlâ 33/a’ya göre istihdam yapılabiliyormuş gibi.

Değerli arkadaşlar, şu anda böyle bir durum yok. Peki, 50/d’ye göre alınan bir araştırma görevlisi nasıl bir pozisyonda çalışıyor? Yüksek lisans, doktorasını yaptıktan sonra tamamen kaderi rektörün iki dudağı arasında. Rektör eğer kadro ilan ederse göreve devam eder, yardımcı doçentliğe, akademisyenliğe devam eder. Eğer vermezse maalesef kapı önüne konur, yetişmiş bir eleman kapı önündedir.

Değerli arkadaşlar, araştırma görevlisinin tanımı da sıkıntılıdır. 2547’ye göre araştırma görevlisinin bir tanımı yapılır ama yanına bir cümle konur, “Bölüm başkanının verdiği her türlü görevi yapmak zorundadır.” der. İşte, istediğiniz kadar tanım yapın, bunu söyledikten sonra araştırma görevlisi angaryayla karşı karşıya kalır. Verilen her işi yapmak zorunda, aksi takdirde geleceği yoktur çünkü rektörlük, biliyorsunuz, artık akademinin kendi bileşenleri tarafından yönetilen bir mekanizma değil, AKP Genel Başkanının atadığı kişiler üniversiteleri yönetiyor. Rektörler doğrudan atanıyor. Dolayısıyla, aslında maalesef siyasi yakınlık saikiyle davranmak zorundadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Toğrul, bir dakika ilave ediyorum.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.

Değerli arkadaşlar, kamu üniversitelerinde durum buyken maalesef vakıf üniversitelerinde durum daha da sıkıntılıdır. Araştırma görevlisi, öğrenciyi karşılamakla, sınav yapmakla yani verilen her türlü görevi yapmakla yükümlüdür ve hiçbir güvencesi yoktur. İşte, en son, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesinde gencecik bir akademisyenin karşılaştığı durum. Maalesef, bir cani tarafından… 4’üncü sınıf öğrencisi gidiyor, kopya çektiğini tespit eden bir araştırma görevlisini, hocasını önce bıçaklıyor, arkasından, maalesef, silahla vurup ölümüne neden oluyor. Biz, burada, kardeşimize Allah’tan rahmet diliyoruz.

Değerli arkadaşlar, araştırma görevlilerinin ciddi sorunları var, ciddi problemlerle karşı karşıyalar. Araştırma görevlisi yetiştiremeyen bir ülke, maalesef, bilim üretiyorum diyemez.

Bakın, bugün, araştırma görevlilerinin kaderleri, bu kadar, rektörlüğün iki dudağı arasına bırakılmışken…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Toğrul, bir dakika daha ilave edeyim, tamamlayın.

Buyurun.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – …biz bir bilim politikasına sahibiz iddiasında bulunamayız. Türkiye'nin şu anda bir bilim politikası yok, bir teknoloji politikası yok.

Bakın, temel eğitimde şu andaki durum içler acısıdır. Fizik, kimya, matematik, biyoloji -4 temel bilim dalı- bölümlerine neredeyse eğitimden en az nasibini alan öğrenciler gidiyor, çoğu bölüm kapandı ve biz eğitimden en az nasibini almış bu kişilere hadi, buyurun, bize bilim üretin diyoruz. Bu durumdan çıkmak gerekiyor. Türkiye'nin, gerçekten, kendi bilim politikasını önüne koymaya ve neye ulaşmak istediğini gözden geçirmeye ihtiyacı vardır. Biz bu önergenin arkasında duracağız.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Toğrul.

Öneri üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Konya Milletvekilimiz Sayın Hacı Ahmet Özdemir.

Buyurun Sayın Özdemir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve bizleri ekranları başında izleyen vatandaşlarımız; hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Bugün verilen önergenin gerekçesinde, araştırma görevlilerinin durumlarının çok kötüleştiğinden bahsediliyor ve özellikle de “33” olarak bizim andığımız çakılı araştırma görevlisi kadrolarının 1/1/2018 tarihinden itibaren tamamen kaldırılarak 50/d kadrolarının getirilmesi üzerinde çokça duruluyor.

Değerli milletvekilleri, burada konuşan arkadaşlarımızın pek çoğu akademisyendi, ben de bir akademisyenim. 33/d’nin ne anlama geldiğini hepiniz biliyorsunuz. 33/d’yle herhangi bir merkezi üniversiteye, gözde bir üniversiteye araştırma görevlisi olarak atanan bir arkadaşımız, doktor öğretim üyesi olabilecek yetkinliğe kavuştuğu hâlde üniversitesini terk etmiyor, araştırma görevlisi kadrosunu elinde tutuyor. Doçent atanabileceği yetkinliğe kavuştuğu hâlde, gidip bir başka üniversitede doçent olma imkânı varken yine araştırma görevlisi kadrosunu tutuyor. Bugün ben size, böyle ayan beyan adıyla sanıyla bir üniversiteyi ve bir bölümü işaret etmek isterdim ama ne yazık ki kötüleme amacı taşıyacağı için, ismi sarahaten, açıkça zikredemiyorum. Fakat bir enstitü müdürümüzün bana söylediği… Anlı şanlı bir üniversitemizde bir bölümde 4 tane araştırma görevlisi var, doktoralarını bitirmişler, isteseler doçent de olabilirler, doktor öğretim üyesi de olabilirler ama kadrolarını tutuyorlar ve hocanın bana söylediği şey şu: “Hocam, benim araştırma görevlilerim Allah’a şükür benimle yaşıtlar, siz bana 5’inci araştırma görevlisi kadrosunu verin, 6’ncı araştırma görevlisi kadrosunu verin.”

Ben size başka bir şey daha söyleyeyim; bugün Orta Doğu Teknik Üniversitesi çok başarılı. Niye başarılı? Çünkü kurulduğu günden bugüne, 33’üncü maddeye göre en küçük bir atama gerçekleştirmemiş araştırma görevlisi kadrolarında, hep 50/d’yle almış.

Bir başka üniversitemiz yine çok başarılı, gözde bir üniversite, Boğaziçi Üniversitesi, hep 50/d’yle almış. Bunun pratikte ne gibi sonuçlar doğurduğunu, sürem tamamlanıyor, Başkanım bir süre verirse kısaca ifade edip selamlayıp noktalamak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, bir dakika ekleyelim.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Devamla) – Bugün ben öyle öğretim üyesi arkadaşlarımı tanıyorum ki -bendeniz öyle değilim- bir yerde doğmuş, ilkokulu orada okumuş, ortaokulu orada okumuş, liseyi orada okumuş, üniversiteyi orada okumuş, orada araştırma görevlisi olmuş, orada doktorasını kazanmış, orada doçent olmuş, orada profesör olmuş ve hocamız dışarı açılmadığı için, bir başka yeri görmediği için, bir başka kimseden istifade etmediği için dar bir alana hapsolmaktan maalesef kendisini kurtaramamıştır. Bugün gelinen noktada araştırma görevlilerimizin iyi yetişmesi için farklı yerlerde görev yapmalarının, ülkenin farklı şehirlerini tanımalarının, farklı bilimsel çevrelerde bulunmalarının gereği açıktır.

Ben maaşları üzerinde durmuyorum, araştırma görevlilerinin sayısının yüzde yüzün üzerinde artışı üzerinde durmuyorum, maaşlarının 10 kattan fazla artışı üzerinde durmuyorum, bu hususları beyan ederek, bu gerekçelerle bu komisyonun kurulmasının gereksiz olduğunu beyan ederek hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum…

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sayın Başkan, bir cümleyle kayıtlara geçsin istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Toğrul.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sayın Başkan, tüm araştırma görevlilerinin biricik hedefi yüksek lisans, doktora yaptıktan sonra öğretim üyesi kadrosuna geçmektir. Hiçbir araştırma görevlisi bir mâni olmadığı sürece o kadroda çakılı kalmak istemez. Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır. Şimdi, dolayısıyla illaki araştırma görevlisinin görgüsünü, bilgisini artırması için şartlar koyabilirsiniz; örneğin “postdoc” yapma zorunluluğu getirebilirsiniz yani doktora sonrası çalışma zorunluluğu getirebilirsiniz. Sadece böyle kulaktan dolma “Efendim, enstitü müdürü demiş ki: ‘4 elemanım benimle yaşıt.’” Efendim, böyle bir şey tamamen subjektiftir, eşyanın tabiatına aykırıdır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

4.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; 8, 9, 10, 15, 16 ve 17 Ocak 2019 Salı, Çarşamba ve Perşembe günlerindeki birleşimlerinde denetim konularının görüşülmeyerek gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer işler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; Gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer işler” kısmında bulunan 28 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin bu kısmın 1’inci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 8/01/2019 Salı günü (bugün) toplanamadığından İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince, grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurul'un onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                       Muhammet Emin Akbaşoğlu

                                                                                           Çankırı

                                                                  AK PARTİ Grup Başkan Vekili

Öneri:

Genel Kurulun; 8, 9, 10, 15, 16 ve 17 Ocak 2019 Salı, Çarşamba ve Perşembe günlerindeki birleşimlerinde denetim konularının görüşülmeyerek gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer işler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesi,

Gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan 28 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin bu kısmın 1’inci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

8 Ocak 2019 Salı günkü (bugün) birleşiminde 37 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 1’inci maddesine kadar görüşmelerin tamamlanmasına kadar;

9 Ocak 2019 Çarşamba günkü birleşiminde 37 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin birinci bölüm görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

10 Ocak 2019 Perşembe günkü birleşiminde 37 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin ikinci bölümünde yer alan 40’ıncı maddesinin oylanmasının tamamlanmasına kadar;

37 Sıra Sayılı Kanun Teklifi’nin ikinci bölümünde yer alan 40’ıncı maddesinin oylanmasının 10 Ocak 2019 Perşembe günkü birleşiminde tamamlanamaması hâlinde Genel Kurulun haftalık çalışma günlerinin dışında, 11 Ocak 2019 Cuma günü saat 14:00'te toplanması ve bu birleşiminde denetim konularının görüşülmeyerek gündemin "Kanun Teklifleri İle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmındaki işlerin görüşülmesi ve 37 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin ikinci bölümünde yer alan 40’ıncı maddesinin oylamasının tamamlanmasına kadar;

15 Ocak 2019 Salı günkü birleşiminde 37 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

16 Ocak 2019 Çarşamba günkü birleşiminde 18 sıra sayılı Kanun Teklifi’ne kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

17 Ocak 2019 Perşembe günkü birleşiminde 20 sıra sayılı Kanun Teklifi’ne kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi önerilmiştir.

BAŞKAN – Öneri üzerinde herhangi bir konuşma talebi yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Önergeler

1.- Adana Milletvekili İsmail Koncuk’un (2/1050) esas numaralı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/15)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/1050) esas numaralı Kanun Teklifi’mizin İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                      İsmail Koncuk

                                                                                            Adana

BAŞKAN – Şimdi İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş önerge üzerinde teklif sahibi Adana Milletvekilimiz Sayın İsmail Koncuk. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika Sayın Koncuk.

İSMAİL KONCUK (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, 5 Ocak Adana’nın kurtuluşu, 6 Ocak da benim doğduğum yer, doğum yerim olan, memleketim olan Ceyhan’ın kurtuluşu. Aziz şehitlerimizi, gazilerimizi bu vesileyle rahmetle, minnetle yâd ediyor, yiğit Adanalıları saygıyla selamlıyorum.

Aynı zamanda, geçenlerde, maalesef, öğrencisi tarafından katledilen Ceren Hocamızı da rahmetle anıyorum. Ailesine, eşine sabır niyaz ediyorum. İnşallah, böyle olayları bir daha yaşamayız.

Değerli milletvekilleri, sözleşmelilik konusu artık Türkiye’de kanayan bir yara hâline geldi. Kanayan bir yara hâline geldi ki sözleşmelilerin kadroya alınmasıyla ilgili İYİ PARTİ Grubu, MHP Grubu, CHP Grubu kanun teklifi verdi.

HDP Grubu verdi mi, bilmiyorum.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Verdi, verdi.

İSMAİL KONCUK (Devamla) – Verdiniz mi?

GARO PAYLAN (Diyarbakır) – Verdik biz.

İSMAİL KONCUK (Devamla) – Teşekkür ederim, HDP de vermiş.

AK PARTİ Genel Başkanı, Sayın Cumhurbaşkanımız referandum sürecinde de “Sözleşmelilerin kaygısı olmasın, onlar bize emanettir.” diye onların kadroya alınacağına dair seçim sathımailinde sözleşmelilere yönelik sözler verdi.

Sözleşmelilerin kadroya alınmasının hazinemize, bütçemize bir mali yükü yok, sadece bir statü değişikliği gerekiyor. Şu anda kamuda yaklaşık 300 bin sözleşmeli personel var, bunların maliyeti yok, bir yük getirmiyor; sadece hukuki hakları kadrolularla eşit hâle geliyor, tayinleri, terfileri, görevde yükselmeleri hukuken 4/A’lı çalışanlarla aynı seviyeye geliyor.

Bir hukuk devletinde çalışanların farklı farklı hukuki normlara tabi tutulmaları aslında hukuk devleti ilkesiyle de çelişen bir durumdur. Aslında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4-B maddesi devletin ihtiyacı olan uzman personelin sınavsız olarak alınması sebebiyle ihdas edilmiş bir maddedir ama maalesef devriiktidarınızda bu madde asıl atama şekline dönüştürüldü. Bu kabul edilemez. Yani şu anda kamuda çift başlı bir durum var. Kamuda çalışan mutsuz bir kitle var. Kendisini ikinci sınıf devlet memuru olarak kabul eden ve üzüntü yaşayan ve bu durum, iş kalitesine ve iş verimine zarar veren büyük bir kitle var. Şimdi bu arkadaşlarımız şu anda televizyonları başında bizi dinliyorlar ve bu kanun teklifinizin akıbetini merak ediyorlar, şunu merak ediyorlar: AK PARTİ Grubu, Sayın Cumhurbaşkanının seçim meydanlarında verdiği sözü yerde mi bırakacak ve diğer siyasi partilerimiz verdikleri kanun teklifinin arkasında duracaklar mı, durmayacaklar mı? Şimdi burada bunu göreceğiz. 300 bin okumuş, mürekkep yalamış insanın ızdırabını burada ya bitireceğiz ya sonlandıracağız ve hukuk devletine… Ki Anayasa’nın 10’uncu maddesi, kanunların vatandaşlarımıza eşit olarak uygulanmasını öngören bir maddedir. Dolayısıyla, biz çalışanlarımıza farklı hukuki normları uygulayarak aslında Anayasa’nın 10’uncu maddesine de aykırı bir tutum almış oluyoruz.

Umuyorum, 600 milletvekilimiz de bu işi bir siyasi öncelik olarak görmekten öte, evlatlarımızın bir hukuki hakkı olarak görür ve empati yapar ki bunlar sizin çocuklarınız da olabilir ki yakınlarınız vardır, akrabalarınız vardır. Bu sadece İYİ PARTİ’nin meselesi değil bütün milletvekillerimizin, milletin vekili olan insanların meselesidir diyorum, kararınızın ne olacağını sabırsızlıkla bekliyorum.

Saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Koncuk.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Değerli milletvekilleri, gündemin seçim kısmına geçiyoruz.

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan ve siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine düşen bir üyelik için Konya Milletvekili Sayın Abdulkadir Karaduman aday olmuştur.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.41

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.02

BAŞKAN: Başkan Vekili Levent GÖK

KÂTİP ÜYELER: Şeyhmus DİNÇEL (Mardin), İshak GAZEL (Kütahya)

-----0-----

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 42’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Sayın Bülbül, bir söz talebiniz var.

Buyurun Sayın Bülbül.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

29.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, Levent Gök’e tebriği için teşekkür ettiğine, Cumhurbaşkanının ve milletvekillerinin vefat eden yakınlarına, katledilen Ceren Damar’a Allah’tan rahmet dilediğine, Ceren Damar cinayetiyle ilgili Cumhuriyet gazetesinde yer alan habere, 5 Ocak Adana ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 97’nci yıl dönümü vesilesiyle 5 Ocak 1975 tarihinde hayata veda eden Arif Nihat Asya’yı rahmetle andıklarına ilişkin açıklaması

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, oturumun başında, nazik tebriğiniz için hassaten çok teşekkür etmek istiyorum efendim. Ayrıca, zikrettiğiniz cenazeler, kayıplarımız için de Allah’tan rahmet diliyorum.

Ben, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan bir milletvekili kardeşinizim. 2001 yılında bu üniversiteden mezun oldum. Biz, bu araştırma görevlisi rahmetli Ceren Damar Hanımefendi’nin hunharca katlinden dolayı son derece üzüntülüyüz. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine ve akademi camiasına başsağlığı diliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Bu cinayetin ve bu cinayetlerin tekerrür etmemesi için alınması gereken ne tür önlemler varsa hepsinin en acil bir şekilde alınması noktasında biz de talepkârız. Türkiye’de, bu şekilde, herkesin vicdanını kanatan, herkesi üzen bu cinayetler yaşanırken, dün itibarıyla, Çankaya Üniversitesinde yaşanan bu cinayetle ilgili “Çankayalı Ülkücüler” adı altında bir yapının bu üniversitede birtakım tehditlerle ve baskılarla, üniversite yönetimini de arkalayarak başka sıkıntılı işlerin içerisine girdiği noktasında birçok iftirayı ve gerçek dışı beyanı içeren bir haber bir gazetede yer aldı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Bu, hiçbir şekilde Ceren Damar Hanımefendi’nin cinayetiyle alakalı, öldürülmesi meselesiyle alakalı olmamasına rağmen, hiçbir şekilde iyi niyetle bağdaştırmadığımız bir şekilde bir gazetenin haberi alıntılanarak Cumhuriyet gazetesinde böyle bir haber çıkmıştır. Bu haberin kaynağı olan kişinin, daha önce hem Atatürk’le hem de bizim şehidimiz, Ege Üniversitesinde PKK’lılarca şehit edilen Fırat Yılmaz Çakıroğlu’yla alakalı son derece ileri hakarete varan beyanları ve sosyal medya paylaşımları sebebiyle üniversite tarafından yapılan soruşturma neticesinde okuldan ilişiği kesilen, araştırma görevlisi pozisyonundan uzaklaştırılan bir kişinin Norveç’ten yapmış olduğu sosyal medya paylaşımları ve açıklamaları esas alınarak yapılan bir haber ve bu haber nasıl oluyorsa Ceren Damar Hocamızın katledilmesiyle alakalı haberle bir araya getirilip sanki bu cinayetle alakalı olarak da böyle bir şey varmış gibi bir hava yaratılması bizi son derece de rencide etmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayalım.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Teşekkür ederim.

Bu okulun mezunu olan ve Türk milliyetçisi ülkücü olan birisi olarak bu kadar üzüntü içerisindeyken böyle bir haberle karşılaşmak bu okulun mezunu olan ve bu okulda okuyan birçok kişiyi vicdanen yaralamıştır. Biz atılan bu iftirayı şiddetle reddediyoruz ve habercilikle bağdaşmayan bu haberin bu şekilde yapılmasını da şiddetle kınıyoruz.

Efendim, ayrıca son olarak şunu ifade etmek istiyorum: Bugün, 5 Ocak Adana’nın kurtuluşuyla alakalı konuşmaları dinledik. Bu vesileyle Adana’nın kurtuluşunu ve 5 Ocak tarihinde çok sevdiği Adanasına veda eden, hayata veda eden Bayrak Şairi Sayın Arif Nihat Asya’yı da rahmetle ve minnetle anıyoruz.

Bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bülbül.

Değerli milletvekilleri, alınan karar gereğince denetim konularını görüşmüyor ve gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1’inci sıraya alınan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İzmir Milletvekili Binali Yıldırım'ın “Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması”na Ait Protokol I'in Yerini Alan 30 Ocak 2018 tarihli “Protokol I” Anlaşmanın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sini Değiştiren 17 Ocak 2017 Tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya Eklenen Hizmet Ticareti Hakkında 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol III"ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.

X.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDA BULUNAN DİĞER İŞLER

A) Kanun Teklifleri

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İzmir Milletvekili Binali Yıldırım'ın "Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması"na Ait Protokol I'in Yerini Alan 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol I", Anlaşmanın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sini Değiştiren 17 Ocak 2017 Tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya Eklenen Hizmet Ticareti Hakkında 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol III"ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/1358) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 28) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Komisyon Raporu 28 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi, teklifin tümü üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Teklifin tümü üzerindeki ilk söz İYİ PARTİ Grubu adına Kocaeli Milletvekilimiz Sayın Lütfü Türkkan’a aittir.

Buyurun Sayın Türkkan. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süremiz yirmi dakika.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti arasında yapılan Serbest Ticaret Anlaşması’yla ilgili düzenlemelere ilişkin kanun teklifi hakkında İYİ PARTİ Grubu adına söz aldım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, öncelikle yüce Meclise şunu hatırlatmak istiyorum: Bu yapılan anlaşma, Sırbistan Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti arasında yapılan bir anlaşma. Daha sonra anlaşmanın maddelerine geçeceğim ama bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Ben Rumeliliyim, Sırp zulmünden kaçan bir ailenin çocuğuyum. Sırp zulmünden kaçarken ailesinden şehit vermiş, ailesinin bir kısmını çalışma kamplarına terk edip buraya gelmiş, kucağında bebeğiyle trende gelirken trende kaybettiği bebeğini sadece “Gâvur topraklarında gömülmesin, ben bebeğimin ölüsüyle kendi ana vatanıma gidiyorum.” diyen bir annenin de evladıyım.

Böyle bir cumhuriyetle beraber şu anda biz ticari bir anlaşma yapıyoruz. Sırbistan’ın Balkanlarda iki tane problemi var; birisi Boşnaklar diğeri de Arnavutlar, ikisi de Balkanların mazlum milleti. Hani hep diyorsunuz ya “Biz mazlum milletlerin yanındayız.” diye. İşte o Balkanlardaki iki tane mazlum millet Boşnaklar ve Arnavutlar şu anda hâlen Sırpların baskısı altında uluslararası gücün onlara verdiği ilave güçle Arnavutlara ve Boşnaklara kan kusturmaya devam ediyorlar. Bu yapılan anlaşmalardaki rakamlara baktım, sıfır gümrükle 10 bin ton buğday getirecekmişiz. 10 bin ton buğdayı sıfır gümrükle getirsek ne olur getirmesek ne olur? 10 bin ton buğday dediğiniz bir gemi buğday. Yani Türkiye’nin ihtiyacının yanında hiçbir şey değil. Sırbistan açısından, ekonomik açıdan da çok önemli bir rakam değil bu 10 bin ton. 5 bin ton sığır eti. 5 bin ton sığır eti 10 bin büyükbaş hayvan yapar. Türkiye açısından önemli bir rakam değil, Sırbistan açısından da önemli bir rakam değil. Ama bu ticaret anlaşması nedir biliyor musunuz? Ayrıcalık tanınan bu ticaret anlaşması nedir biliyor musunuz? Orada kendisini Türkiye’nin koruması altında hisseden, Türkiye’nin de “Biz sizin haminiz durumundayız.” dediği Arnavutlar ve Boşnaklara Sırpların verdiği mesaj bu. Diyor ki: “Sizin o güvendiğiniz Türkiye var ya şu anda bizimle beraber bu anlaşmalarla bizim yanımızda olduğunu ifade ediyor. Siz onlar için bir şey ifade etmiyorsunuz.” Bütün rakamları toplasanız 300-500 milyon doları geçmez. Bu ülkenin ticaret hacminde önemli bir rakam değil bunlar. Ama oradaki o mazlum milletleri yalnızlaştırmak için yapılan bir anlaşma bu. Ne gibi bir kârınız var bilmiyorum. Yani Güneydoğu Avrupa’da Sırbistan’la bu kadar yakın ilişki kurmanın Türkiye’ye getirdiği neler var bilmiyorum. Orada Türkiye’deki yatırım maliyetlerinden kaçan tekstil sektöründeki birkaç yatırımcı dışında da yatırımcı bilmiyorum. Ben o bölgeyi bilen bir adamım. Ama burada yaptığınız bir şey var -bir daha söylüyorum- hep öyle ifade ediyorsunuz ya: “Biz mazlum milletlerin yanındayız.” Hayır, siz mazlum milletlerin karşısındasınız. Balkanlardaki mazlum milletlere zulmedenlerle berabersiniz. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bu dostluklardan da büyük keyif alıyorsunuz. Bunu çok büyük bir başarı gibi anlatıyorsunuz. Size ne oldu, bilmiyorum. Daha önce bu grubun içerisinde tanıdığım insanlar var, bu insanların doğruları birden yanlışa evrildi, biraz evvel Sayın Bakana da ifade ettiğim gibi. Sırbistan’la yapılan anlaşma öncelikle bir ticari anlaşma değil, bu şekilde değerlendirmenizi istiyorum.

Bunun içerisinde bazı rakamlar vereceğim. Biraz evvel ifade ettim, 5 bin ton büyükbaş hayvan eti getireceğiz, yaklaşık 10 bin büyükbaş hayvan. Türkiye’de hayvancılıkla ilgili bir sürü sıkıntı varken, bir sürü problem yaşanırken, hayvancılığı terk ederken insanlar, üstelik ülkenin döviz darboğazında olduğunu hepimiz bilirken, Sırbistan’dan hayvan ithal etmenin anlamını anlatır mısınız bana? Nedir? 5 bin ton hayvana vereceğiniz dövizi, merasında, ahırında hayvancılık yapan köylüye verseniz, bu insanlara sübvanse olarak verseniz, bu insanları hayvancılığa özendirseniz, hem döviziniz burada kalsa hem adama yerinde istihdam sağlasanız daha uygun olmaz mı? Bu işleri niye becermekte bu kadar âciz kalıyorsunuz?

Domates getirecekmişiz. Enteresan, değil mi? Domates. Biz Sırbistan’dan domates getireceğiz. Domatesi Rusya’ya ihraç edeceğiz diye kendimizi paralıyoruz, her gönderdiğimiz 3 tır domatesten 1’i geriye geliyor ama biz Sırbistan’dan domates ithal edeceğiz.

Burada farklı bir kalem var, ondan bahsetmek istiyorum: Ayçiçeği tohumu getirecekmişiz 15 bin ton.

Beyler, Sırbistan’da ayçiçeği ekilmiyor, biliyor musunuz? Ayçiçeği ekimi yok, hiç ayçiçeği ekilmez, yani iklim müsait değil, ayçiçeği ekimi de sıfır ama biz oradan ayçiçeği ithal edeceğiz. Bunun anlamı ne, biliyor musunuz? Bunun anlamı şu: Sizin aranızda, bu ithalatı kovalayan, Türkiye’ye ihanet eden bir adam -bana göre o adam hain adamdır, ihanet öyle bir şeydir- bu 15 bin ton çekirdeği ne yapacak, biliyor musunuz? Başka bir ülkeden alacak, Sırbistan’dan sadece menşe şehadetnamesini değiştirecek yani orijinini değiştirecek “Sırp malı” diye sıfır gümrükle buraya koyacak. Yani, birisine sıfır gümrükle 15 bin ton ay çekirdeği ithal ettireceksiniz, onun da cebine parasını koyacaksınız.

Bir şey daha var: Olmayan ayçiçeğinin bir de yağı var, 25 bin ton. Ayçiçeği yağının şu andaki gümrüğü yüzde 36 beyler. Ayçiçeği yağının fiyatı 800 dolar; yüzde 36’sı yaklaşık 300 dolar yapar. 25 bin tondan ne yapar bu, biliyor musunuz? Birisi -kimse bu bilmiyorum, takip edeceğim bu ithalatı yapanı- 25 bin ton yağı başka bir ülkeden alıp yine Sırbistan’dan menşe şehadetnamesini değiştirerek “Sırp yağı” diye buraya sokacak. Peki, bu kanunu yapan arkadaşlar hiç merak etmezler mi ya “Sırbistan’da ay çekirdeği çıkıyor mu, Sırbistan’da ayçiçeği fabrikası var mı, bu yağı nereden getiriyorsunuz?” diye sormazlar mı? Birilerini zengin etmenin yolu uluslararası anlaşmalara bu tip garabetleri sokmak değildir; biraz evvel yaptığınız gibi, daha büyük montanlı işlere kafa yorun. Aldınız, Adapazarı Arifiye’deki orduya ait fabrikayı Ethem Sancak’a çaktınız. Burada 7,5 milyon doların peşine düşmüşsünüz. 7,5 milyon dolar bu ya yani ufakçı birisi yapmış bunu. Ben bu işi yapanları biliyorum, çok büyük yapıyorlar ama burası ufakçı birisine düşmüş. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) 7,5 milyon dolarlık bir şeyi almışlar, uluslararası anlaşmaya koymuşlar. Yazıklar olsun, vallahi billahi yazıklar olsun!

İBRAHİM HALİL ORAL (Ankara) – Küme düştüler, küme.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Yani, evet, küme düşmeye başladılar, doğru diyorsunuz Sayın İbrahim Halil Oral. Yani, rüşvette de, avantada da küme düştünüz. Birisine 7,5 milyon dolarlık avanta sağlayacaksınız diye uluslararası anlaşmaya Sırbistan’da yetişmeyen ayçiçeğinin, ayçiçeği yağının ithalat müsaadesini vermişsiniz. Başlı başına hakikaten bir garabet. Ben, bunu imzalayan Sayın Binali Yıldırım’dan ziyade bunu hazırlayan Bakanlık görevlilerinin hiç kimseye danışmadan sadece kendilerine verilen talimatla hazırladıklarını düşünüyorum. Dolayısıyla böyle bir anlaşmanın Türkiye'nin hiçbir tarafıyla… Bakın, bir: Önce siyasi tarafından bahsettim. İki: Tarihî, duygusal bağlarımızla bahsettim. Bizim orada altı yüz yıldır sancaktarlığımızı yapan Boşnaklar ve Arnavutlara karşı Sırpları güçlendirmek için olanca gücünüzle çalışıyorsunuz, onlara orada zulme karşı direnmiş o milletleri, o mazlum milletleri yalnız bırakıyorsunuz, bir taraftan bunu yaparken de “Birilerine avanta sağlayalım.” diyorsunuz. Pes ya, vallahi pes! Vallahi pes arkadaş! (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Benim size tavsiyem şu: Uluslararası anlaşmalar bir ülkenin menfaatiyle ilgili olarak yapılır. Bu, zaman zaman kendi menfaatinizden fedakârlık ettiğiniz bir anlaşma olabilir ama bu, karşınızda muhatabınız olan, kadim dostluğunuz olan, geçmişte tarihsel birlikteliğiniz olan, soy bağınız olan, akrabalık ilişkileriniz olan bir toplum olur, buna da eyvallah ederim. Bizim Sırbistan’la olan akrabalık ilişkilerimiz sadece 4 gelin, Osmanlı padişahlarının aldığı 4 Sırp gelinden ibaret, başka da bir akrabalık ve soy bağımız yok. Bu anlaşmayı niye yaptığınızı hâlâ anlayabilmiş değilim.

Ben bu anlaşmanın dışında size Türkiye'nin gündeminde olmayan ama çok önemsediğim bir konudan bahsederek konuşmama devam etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bin beş yüz kırk gündür terör örgütü PKK’nın elinde askerlerimiz var biliyor musunuz, bin beş yüz kırk gündür? O askerlerden bir tanesinden, Semih Özbey’den bahsetmek istiyorum size. Semih, 21 Haziran 1993’te Malatya’da dünyaya geldi. Babası tanınan bir ticaret erbabı, annesi ev hanımı. Anadolu çocuğu. İlkokulu, ortaokulu, liseyi başarıyla bitiriyor Semih. “Büyüyünce ne olacaksın?” diye soranlara hep övünerek “Ben asker olacağım.” diyor. Kimsenin meslek seçiminde hayallerine karışmasına da izin vermedi Semih o güne kadar. Bir akrabası vardı asker olan, sık sık onu ziyaret etti, uzun uzun onun kıyafetlerini seyretti, o kıyafetlerle fotoğraf çektirdi “Bir gün ben de asker üniforması giyeceğim.” dedi ve dediğini de yaptı Semih. Çocukken kurduğu bu hayaline ilk adımı 18 yaşında Balıkesir’de Kara Astsubay Meslek Yüksek Okuluna başlayarak attı. Okulu bitirdi, çakı gibi bir jandarma astsubay oldu Semih. Her yurtsever asker gibi canını ülkesine feda etmeye hazırdı ama sonu belirsiz bir karanlığa girdiğinde yapayalnız kalacağını hiç bilmiyordu Semih. 22 yaşındaki Semih, Rize’de görev yaparken annesinin kanser olduğunu öğrendi, hemen izin aldı, arabasına bindiği gibi Malatya’nın yolunu tuttu. Ailesini bir daha hiç göremeyeceğini hatta seslerini bile duyamayacağını, üniformasını son kez giydiğini bilmeden çıktığı yol onu Tunceli’ye getirdiğinde tarih 17 Eylül 2015. Pülümür yolunda PKK’lı teröristler tarafından aracı durduruldu. Sivildi ama askerî kimliği ve silahı da yanındaydı Semih’in; o anda ne hissetti hiç kimse bilmiyor. Tam bin beş yüz kırk gün önce Semih’in de bulunduğu aracı PKK’lı teröristler ateşe verip Semih’i sevdiklerinden kopardılar. Semih’in babası, buradaki Malatya milletvekili arkadaşlarımız da bilirler, Malatya Ticaret Borsası Başkanıydı; Malatya’nın sevilen, bilinen, tanınan bir ailesi. Sadece oğlu Semih için değil, aralarında polis ve erlerin de bulunduğu, PKK’nın kaçırdığı 12 can için çalmadık kapı, aramadık insan bırakmadı Semih’in babası; ne Türk Silahlı Kuvvetlerinden ne Cumhurbaşkanından ne Başbakandan ne de bakanlardan, hiçbirinden bilgi alamadı. Sanki Semih hiç yaşamamış gibi, devletin askerinin hiç kıymeti yokmuş gibi herkes kapı duvar etmiştir Semih’in ailesine.

Yüreklerini ferahlatan haber aileye tam yüz beş gün sonra bir yılbaşı gecesi geldi. PKK’nın yayınladığı bir videoyla oğullarının yüzünü gören aile, en azından oğlumuz yaşıyor diye teselli buldu. Semih, hakikaten yorgun ama dimdik bir askerdi hâlâ. Çünkü kanserle mücadele eden annesinin kendisini ağlayarak izleyeceğini biliyordu Semih. Kendini tanıttı, devletten kendilerini kurtarmayı beklediklerini söyledi. Aynı video PKK’nın kaçırdığı diğer asker ve polislerden de geldi. Aileler yeniden toplandı, çağrı yaptı, Türkiye Büyük Millet Meclisine gitti, yalvardı. Semih’in kız kardeşi -bana da geldi geçen hafta- Malatya’ya gelen Recep Tayyip Erdoğan’a ulaştı, çıktı karşısına “Kardeşimi ve kaçırılan askerleri kurtarın ne olur.” dedi Cumhurbaşkanına. Cumhurbaşkanının cevabı şu: “Yapabileceğim bir şey yok, sabredin.” Sanki herkes ağız birliği yapmıştı, çalınan her kapı “sabır” “sabredin” ve “sabret” kelimesinden başka hiçbir şey söylemiyordu Semih’in ailesine. Herkes sustu, herkes unuttu, sanki Semih hiç yaşamamış gibi, sanki PKK’nın elinde 12 canımız yokmuş gibi davrandılar. Aradan üç yıl geçti arkadaşlar. Ne siyasiler ağzına aldı ne basın yazdı, çizdi ve PKK birkaç ay önce Semih’in bir videosunu daha paylaştı. “Ben Semih Özbey, 21 Haziran 1993 Malatya doğumluyum. 17 Eylül 2015 tarihinde PKK tarafından kaçırıldım. Yardımcı olacak herkesten yardım bekliyorum. Üç yıldır buradayım. Bizim için çabalanıyor mu, bir çaba var mı bilmiyorum. Bizim için mücadele edin ne olur.” diye yalvarıyordu videoda. Bugün tam bin beş yüz kırk gün oldu. Bir anne evladını 22 yaşında bıraktı, sarılamadı, koklayamadı, öpemedi “Ölmedim, iyileştim, seni bekliyorum.” diyemedi o anne. Semihle beraber 12 canımız hâlâ PKK’nın elinde. Açlar mı, susuzlar mı, nerelerde tutuluyorlar, hiç kimse bilmiyor. Çok üzülerek beyan ediyorum, Semih’in bu hikâyesi, terörle mücadele ettiğini söyleyen devletin acziyetinden ibaret bir hikâyedir. Çok üzülerek ifade ediyorum: Bir devlet, PKK’nın elinden üç senedir 12 askerini alamıyorsa bu, vatandaşın devletine olan güveninde zafiyet oluşturur. Devlet olmak böyle bir şeydir. Amerikalı, bir papazı almak için dünyayı birbirine kattı. Üstelik suçlu olduğu bizzat Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilen bir Brunson’ı almak için dünyayı birbirine kattı. Bizim 12 canımızın, Amerikalının peşinden gittiği papaz Brunson kadar hiç kıymetiharbiyesi yok mu sizde? Niye Semih’in ailesine cevap veren bir muhatap yok. Semih’in ailesi bu Türkiye Cumhuriyeti’nin vergi veren bir vatandaşının oğlu. Semih bu devlete hizmet etmek için üniforma giymiş bir asker. Semihler 12 tane, PKK’nın elinde.

Bu duyarlılık içerisinde, devletimizi, PKK’nın elinde bulunan bu askerlerle ilgili ciddi bir şekilde çalışma yapmaya davet ediyorum. Kanser olduğu hâlde oğlunu görmeden ölmemek için direnen annenin hatırına, askerini gözleyen bütün aileler adına, bu devlete can vermiş bütün şehitler adına, bu devlete organını kaybetmiş, sakat kalmış gaziler adına, Türk milletinin bir ferdi olarak, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, bu Mecliste bulunan herkesi bu konuda duyarlı olmaya davet ediyorum.

Hepinize saygılar sunarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Akbaşoğlu, yerinizden bir söz talebiniz var.

Buyurun.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Evet, teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Tabii, görüştüğümüz kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İzmir Milletvekili Binali Yıldırım tarafından sadece usul gereği malum, uluslararası anlaşmaların onaylanmasıyla ilgili anayasal düzenleme ve İç Tüzük düzenlemesi gereğince sevk bakımından sadece bir mahiyet arz etmektedir. Sırbistan’la yapılan serbest ticaret anlaşmasına yönelik ek protokollerle ilgili bir onaylanma talebini muhtevidir, Meclisin iradesiyle.

Tabii, Balkanlar önemli bir coğrafya, yüzyıllar boyunca oralarda hatıralarımız var. Her bir hatıramızı da TİKA’yla, Yunus Emre’yle canlandırıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin lütfen.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Bundan en fazla Bosna-Hersek’teki Boşnak kardeşlerimiz, Arnavut kardeşlerimiz, Sırbistan’ın özellikle Sancak bölgesinde bulunan yakınlarımız, akrabalarımız, kardeşlerimiz memnun olmakta. Ve bu bir ticari anlaşma sonuç itibarıyla. Balkanlarda bütün devletlerle aramızı daha da iyileştirip oradaki kardeşlerimizi, akrabalarımızı daha fazla memnun etmeye yönelik bir yaklaşım ve bütün mazlumların da yanında yer almaya yönelik bir dış politik yaklaşımı herkesin gözü önünde cereyan ediyor. Biz bu süreçleri Boşnak kardeşlerimizle de beraber istişare etmek suretiyle -ki onlardan da 15 bin ton et ithaliyle- ve özellikle Sırbistan’ın hayvancılık konusunda gelişmiş Sancak bölgesindeki akraba topluluklarının da, inşallah, bu vesileyle katkılarını alabilmek ve dış ilişkiler çerçevesinde ticari anlaşmaları karşılıklı kazan-kazan ilkesi çerçevesinde ve dış politika argümanı olarak bir süreç olarak görmek gerekiyor bu hususları. Farklı siyasi mülahazalar işi başka noktalara taşıyabilir belki.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın lütfen.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Toparlıyorum.

Biz, ikili ticari anlaşmaları menfaatlerimiz çerçevesinde ele alırken dış politika konusunda, insan hak ve özgürlükleri konusunda, temel haklar konusunda en ufak bir taviz vermeden ilgili müdahaleleri, girişimleri her platformda yapmış ve bütün mazlumların sesi, yüreği, vicdanı olmuş bir millet ve devletiz. Bu böyle devam edecektir, bununla ilgili ifadelerimi zapta geçirmek istedim.

Bir de mutlaka, Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak her vatandaşımızın, 81 milyon vatandaşımızın canı, malı, ırzı, namusu bizim için önem arz etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Akbaşoğlu.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Mutlaka bu konuyla ilgili girişimler bütün yetkili kurum ve kuruluşlar nezdinde, mutlaka devletimizin ilgili kurumları bu noktada azami hassasiyeti göstermektedir ve göstermeye devam edecektir.

Teşekkür ederim.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim…

BAŞKAN – Buyurun.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Usulle ilgili bir şey söylemek için söz istedim efendim. Müsaade ederseniz kayıtlara geçmesi açısından…

BAŞKAN – Buyurun.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim, İYİ PARTİ temsilcisi grup başkan vekili kalktı, yirmi dakikalık bir konuşma yaptı. Sıra AK PARTİ’nin konuşmasına da gelecek. Bir sataşma söz konusu olsa 69’a göre söz isteyeceğiz, kürsüden konuşacağız. 60’ıncı maddenin bu kadar geniş kullanılıyor olması doğru değildir diye düşünüyorum. Zaten konuşmacıları bu konuda gerekli düşüncelerini ifade edecekler efendim.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Teklifin tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Erzurum Milletvekili Sayın Kamil Aydın konuşacak. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika Sayın Aydın.

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) – Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekili arkadaşlar; Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti arasındaki yapılan ticari anlaşmanın detayları üzerinde konuşmak için Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, ikili bir anlaşmayla ilgili bir şeyler söylemeye çalışacağız. Mevzubahis konu, uluslararası ilişkiler bağlamında düşünülüp, tartışılıp ele alınacak bir mevzudur. Dolayısıyla ben bu bağlamda konuşmamı sınırlı tutmaya çalışacağım.

Saygıdeğer milletvekilleri, aksinin sıkça iddia edilmesine rağmen Bismarck siyaseti şöyle tanımlar: “Siyaset, çözüm üretme sanatıdır.” Tabii, bu çözüm üretme sanatının da sağlıklı, yerinde icrası için gerçekten tutarlı, sağlıklı ve eklektik, içeride ve dışarıda yeknesak bir duruşun ortaya konulması elzemdir. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti devletinin içinde bulunduğu jeopolitiği de dikkate alınarak “Önce ülkem ve milletim.” deyip bunun da ebet müddet genelgeçer millî bir söylem hâline getirilmesi kaçınılmazdır. Aksi takdirde binlerce yıllık geçmişimizde zaman zaman, bunu, bazen gafletle, bazen önemsememekle ihmal ettiğimiz anlarda başımıza gelen felaketlerle edindiğimiz tecrübelerden çok net bir şekilde görmekteyiz. Yani bu coğrafyada suyun dahi uyumadığını bile bile böyle bir gaflet, böyle bir dalalet içerisinde bulunmak gerçekten davetkârlıktır.

Orta Doğu gerçeğinde ülke güvenliğini ve bekasını, teminatın şartları olarak görmek lazım. Niye bunu söylüyoruz? Çünkü çok acı tecrübeler edindik ve bir daha aynı yerden ısırılmamayı hiçbir zaman belleğimizden çıkarmamamız gerekir. Böyle bir iç ve dış politikada millî bir duruşun eklektik bir yapı hâline getirilip sürekli, gerçekten, asırlarüstü, siyasetüstü bir dava hâline getirilmesi elbette ki bizim bu zor coğrafyada varlığımızın idamesinin ön şartıdır. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak, aslında söz söylemek kâfi değil; malumunuz, bilmek yeterli, geçerli bir nitelik değil; bilip bildiğini yapmaktır aslolan. Yani diğer bir ifadeyle, bildiklerimizle haşrolmayacağız, bir bakıma yaptıklarımızla haşrolacağız. Bu, dünyevi anlamda da söylenebilir, uhrevi anlamda da söylenebilir. “Ne yaptın bugün?” diye klasik bir sorumuz var. “Ne bildin? Ne söyledin? Ne biliyorsun?” değil “Ne yaptın? Ne yapıyorsun? Ne yapacaksın?” İşte, uluslararası ilişkilerde, gerçekten, iç siyasetle paralel, iç güvenlikle paralel, varlığın içeride bekasıyla paralel, dışarıda da bu varlığın teminatı için gerekli adımların, gerekli inisiyatiflerin alınmasında yarar vardır diye düşünüyoruz.

Şimdi, kısa bir gezinti yapmak gerekirse… Türkiye Cumhuriyeti devletinin bugüne kadar geldiği süreçte geçirdiği badirelerin, atlattığı sıkıntıların hepsinin farkındayız. Zaten işte bunların bileşkesi olarak biz böyle bir sonuca varıyoruz çünkü çok acı deneyimlerimiz var. Şimdi, hâlihazırdaki, etrafımızdaki olaylara baktığımızda, bizi birinci dereceden ilgilendirmesi hasebiyle kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse... Gerçekten, biraz önce konuşmacı arkadaş ifade etti Balkanlardan çok kısa bir anekdot. Aslında vefalı Türk’ün ihmal ettiği bir coğrafya yoktur, bunu icraatıyla çok net bir şekilde sahaya koymuştur. Ta Kafkaslara kadar, Afrika’nın en uç noktalarına kadar, Asya’nın en uç noktalarına kadar, hatta dünyanın neresinde -bunu çok hafife almamak lazım- bir mazlum millet var ise ihtiyaç hasıl olduğu an, bizden yardım bekleyen gerçekten bir ihtiyaçlı mutlaka vardır. Biz bunu uydurmadık. İşte, Adana’nın kurtuluşuyla ilgili çok güzel dilekler, temenniler duyduk. Büyük şairimiz, güneyimizin büyük şairi bunu veciz ifade etmiş. Çünkü o bayrağa olan hasret, o bayrağa olan sevgi, saygı çok kısa, veciz bir şekilde bu şiirde kısmen ifade edildi. Neydi o? Üstat Arif Nihat Asya’nın ifadesiyle “Barışın güvercini, savaşın kartalı.” idi. Neydi diğer bir ifadeyle? “Dalgalandığın yerde ne korku ne keder.” ifadesiydi. Şimdi -Allah’a şükür- ecdadımız olsun, bugün eylemi ile söylemi arasında tenakuza düşmeyen Türkiye Cumhuriyeti devletine mensubiyeti olan herkesin hissederek, duyarak yaşadığı bir şey var ki eğer talep edilirse, yardım istenirse, aman dilenirse gideriz, koşarız, en içten bir şekilde fedakârlığımızı yaparız. Bunun örneğini, işte, bugün, Kudüs örneğinde, bize bir dayatma yapılmaya çalışırken Gazze’de o işgal altındaki şeritte artık son çare Türk Bayrağı’nı İsrail’in o taciz edici saldırılarına karşı savunmakta görmekteyiz. Myanmar’da -amansız, çaresizlik içerisinde- gölgesine sığınılacak bir kucak olarak yine Türk Bayrağı’nın asıldığını görmekteyiz. Bugün, Doğu Türkistan’da soydaşlarımızın hangi sıkıntılara düçar kaldığının farkındayız. Bunu siyasi malzeme yapmaktan öte uykularımızı zehrederek “Elimizden ne geliyor, ne yapabiliriz? Hangi diplomatik kanalı devreye sokup orada bir soydaşımızın ya da onların akrabalarının, uzantılarının burada ikinci bir sıkıntıya, uluslararası birtakım tuzaklara düşmemesi adına ne yapabiliriz?” demeliyiz. İşte, sözün özü burada: Ne yapıyoruz, ne yapmalıyız? Ne biliyoruz, ne konuşuyoruz çok da kıymetiharbiyesi olan bir şey değil. Çünkü, baktığınızda, işte, Amerika’dan kalkan bir heyetin önce İsrail’e gidip orada bir mesaj verip daha sonra -aleyhimize, kışkırtıcı, Türk milletinin varlığıyla çelişen o ifadeler önce orada ifade ediliyor- Türkiye’de bu bir şekilde bize dayatma olarak sunuluyor.

Ne oldu -şöyle bir tarihî sörf yapalım- Orta Doğu coğrafyasında ne oldu? 1990’ların başında ilk denemeler yapıldı, işgal denemeleri, provalar yapıldı, 2000’lerde bu iyice net bir şekilde icraya sunuldu. Dönemin Dışişleri Bakanı hanımefendi aynen şunu söyledi: “Bölgede haritalar yeniden çizilecek.”

Bakın, ebet müddet devlet aklı olanlar bu söylemi unutmadı, hatırladı çünkü bu, yüz yıl önce de söylenen bir ifadeydi, bu onun tekrarıydı yani haritalar yeniden çizilecek ve gerçekten buna odaklanıldı ve haritaların yeniden çizilmesi girişimlerine tanıklık ettik ama bedelini kim ödedi? Birinci dereceden dindaşlarımız, akrabalarımız, soydaşlarımız ödediler. Peki, ne oldu? Nihai sonuç nerede tıkandı? İşte Afrin’de tıkandı, Fırat Kalkanı’nda tıkandı. Bu tıkaç devam edecektir Allah’ın izniyle çünkü mazlum milletler “Nerede o vefalı Türk kardeşim, nerede benim dindaşım, nerede benim akrabam, bugün de gelmeyecekse ne zaman gelecek?” dedi ve biz, oradaki bu iki başarılı harekâtı gerçekleştirdik. Bunu kimse hafife almasın. İşte bakın, bunun rahatsızlığından hiç kimse bahsetmiyor. “Efendim, bizim ne işimiz var Suriye’de?” Peki, Allah rızası için, ne olur bir kere de şu soruyu sorsanıza: Ben sınır komşusuyum, 1.300 kilometrelik bir hattım var, oradan tacize, tecavüze uğruyorum, saldırı var ve bir oldubittiye getirilmeye çalışılıyorum ama aynı soruyu neden 10 bin kilometre öteden gelenlere, 5 bin kilometre öteden gelenlere sormuyoruz? Şu kürsülerde bu soruları hiç duymuyoruz. Bize milliyetçilik dersi verenler, bize vatan sevgisini katmer katmer anlatanlar, verdikleri bir önergenin arkasında durup durmamanın vatan sevgisiyle eş değer bir ölçüt olduğunu ifade etmeye çalışanlar, neden? Oradaki pastadan pay almaya çalışıp kendilerine strateji oluşturmaya çalışanlara söylenecek bir sözünüz yok mu? Türkiye Cumhuriyeti devleti bu kadar ötelenecek bir devlet mi? Siyasi irade ne olursa olsun, kim olursa olsun bugün de, işte, mevzubahis iki devlet arasındaki bir anlaşmadır sonuçta. Ülkenin ali menfaatine midir, değil midir, onu konuşuruz ama Türkiye Cumhuriyeti devletinin gerçekten bu tür vasıflarını hafife almak bir Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşı olarak gerçekten çok hoş karşıladığımız bir durum değildir.

Efendim, Amerika Birleşik Devletleri çekilme kararı aldı, ortalık karıştı, bizim dışımızda herkes karşı çıktı. Ee, anlamıyor muyuz, işte, bakın, tarih tekerrür ediyor. Bizi bizden başka seven yok, bizim bizden başka gidecek kimsemiz yok. Biz, göbeğimizi kendimiz keseceğiz, çatlasalar da keseceğiz, patlasalar da keseceğiz Allah’ın izniyle çünkü biz yeterince ders aldık tarihten, yeterince trajediler yaşadık. Toprağın altındaki nüfusumuz toprağın üzerinden fazla biliyor musunuz? Bedeller ödedik. Dolayısıyla kimse siyasi malzeme adına, siyasete kurban etme adına bu tür ulusal çıkarlarımızı birinci dereceden ilgilendiren meselelerde duyarlılığımızı hafife almasın.

Doğu Akdeniz’de bir oldubitti arifesindeyiz. Bakın, öyle enteresan bir birliktelik var ki İsrail bir taraftan ama onun yanında bir başka Müslüman devlet de var, hatta devletler var. Yunanistan var, Güney Kıbrıs var, Amerika Birleşik Devletleri var, dolaylı ya da doğrudan Rusya var. Ee, ne kaldı geriye, ne kaldı? İşte, bir mazlum milletler kaldı, bir de onların umut kaynağı, bir de onların en büyük beklentisi olan Türkiye Cumhuriyeti devleti. Ee, şimdi, biz “beka sorunu” diyoruz. Yani bu kadar ciddi, ağır bedellerle Türk milletinin zihinlerine nakşedilmiş bir kavram bu kadar hafife alınır mı? Beka sorunu neymiş efendim? Ee, yaşamadık mı? 2016’yı ne çabuk unuttuk, 15 Temmuzu ne çabuk unuttuk? Hadi, Çanakkale’yi unuttuk, hadi, lafta, sözde çok tebrik ediyoruz, 104’üncü yılını acı bir şekilde hatırladığımız Sarıkamış’ı unuttuk. 15 Temmuzu unuttuk mu? O bir beka sorunu değil miydi Allah aşkına? Ne yaşadık? Bir günde varlığı ve yokluğu tattık. Onun için, artık yoğurdu üflemenin zamanıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, gerçekten, bu anlamda, bizim Milliyetçi Hareket Partisi olarak hiçbir zaman belleğimizden çıkarmadığımız bir gerçek var; önce ülke ve millet, önce bu milletin ali menfaatleri. Bu devletin, artık son sığınağımız olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin ebet müddet yaşaması için bireysel hiçbir çıkarımız, hiçbir beklentimiz, hiçbir hesabımız olamaz, olmamalıdır. Bunu uluslararası ilişkilerde de yansıtmamız gerekir.

Eğer somutlaştırmak gerekirse, söz konusu Kudüs’se, Kudüs’ün başkent yapılması ise tavrımızı koymalıyız, koyuyoruz. Söz konusu Doğu Türkistan’daki dindaşımızsa, soydaşımızsa, basit bir terör bahanesiyle bize yaftalanan, bir sakal, bir başörtüsünden hareketle bize yaftalanan İslami terör bahanesiyle feda edilemeyecek kadar önemlidir.

Malumunuz, bizim tarihimiz trajedilerle dolu. 1944 ayrı bir trajedinin hikâyesidir. Kırım Tatarlarının, soydaşlarımızın tren vagonlarıyla, o dönemdeki Kazakistan’ın ta içlerine günlerce seyahat ettirilerek yarı yarıya yok olduklarına tanıklık ettik, kaçmaya çalışanların da soğuk Karadeniz’in sularında kaderleriyle baş başa hayatlarına son verdiklerini biliyoruz.

Şimdi, böyle bir geçmişi olan milletin, gerçekten uluslararası bağlamda tek vücut olup, önce ülke ve millet duruşunu sergileyip, Türkiye'nin bekasını, bekasının karşısındaki tehditleri yok saymadan dikkate alması kaçınılmazdır. Yoksa, Allah korusun, tarihin tozlu yapraklarında yok olmaya yüz tutmuş birçok devlet gibi biz de yerimizi alırız. Almayacağız Allah’ın izniyle, bu irade vardır, bu kararlılık vardır. Dolayısıyla, bugün, doğudan batıya, kuzeyden güneye mazlum olan, bizden aman dileyen soydaşımız, akrabamız, dindaşımız, kardeşimiz kim var ise biz onların sıkıntılarının çözümünde her türlü girişimde bulunmaktan kaçınmamalıyız.

Bakın, şimdi, bize insan hakları dersi verenler, uluslararası bütün toplantılarda özgürlük adına, yaptığımız herhangi bir hamle noktasında “işgalcilik suçlaması” adı altında aba altından sopa göstermelerine cevap olsun diye söylüyoruz: Peki, siz 50 bin mülteciyi alma noktasında her türlü pazarlığı, her türlü siyasi manevrayı yaparken benim kucağımı açıp ekmeğimi, lokmamı, soframı paylaştığım bu 4 milyon kardeşime ne yapmayı düşünüyorsunuz? Hadi, buyurun, paylaşın, Avrupa Birliğinin muktedir devletleri, hadi paylaşın birer milyon kendi aranızda, bir görelim bakalım. İşte, sözümün başına tekrar dönüyorum: Lafınızı çok işittik, söz artık icraatta. Bir insanın ne bildiğiyle değil, ne yaptığıyla değerlendirilmesi elzemdir; bu çok önemli bir duruştur. Dolayısıyla, Türk milleti bu sınavdan geçmiştir, dün de geçmişti. Balkanlar konusunda da oradaki soydaşlarına yaptıklarını gerçekten cansiparane fedakârlıklarla yapmıştır.

Ben bir kısa anekdot… Bosna’yla başladık, Bosna’yla bitirelim. Yıl 1991, Bosna’da işgal var, ben de yurt dışında bir öğrenciyim devlet bursuyla. Türk öğrenci derneği başkanlığı yapıyorum, evliyim ve geceleri sabaha kadar, sığınmacı olarak getirilen o dindaşlarımızın, o soydaşlarımızın kapı kapı dolaşıp, kapılarını çalıp ihtiyaçlarını soruyoruz, elimizden ne geliyorsa yardım ediyoruz, neyse paylaşıyoruz ve Londra’da -Rabb’ime şükür, müsterihiz, görevimizi yapmanın gerçekten memnuniyeti içerisindeyiz- sürgündeki Bosna Büyükelçisi tarafından da bir rozet ve bir anahtarlıkla biz teşekküre mazhar olduk. Hiç unutmuyorum, bir İstanbul seyahatim esnasında o soydaşlarımızdan Zeynel amcama “Bir isteğiniz var mı?” diye sorduğumda, kendi şivesiyle dedi ki: “Çamil, bana Türk Bayrağı getir çünkü hazmedemiyorum -oğlu şehit edilirken avucunun içine çizilen haçı hatırlıyor- burada herkesin boynunda görünce içimi çekiyorum, ne olur, bana tenekeden de olsa bir rozet getir." Ve gerçekten, Tahtakale’den -o 1990’lı yılların başını hatırlayın, bir ara, böyle, zincirli kolyeler modaydı- bir torba aldım, götürdüm, dağıttım, onlar da onu taktılar. Ne oldu bedeli? Biz sabahlara kadar onlar için pişirdiklerimizle, hazırladıklarımızla mücadele ederken ilk yavrumuzu o zaman kaybettik. Helalühoş olsun, Allah onlardan razı olsun. İnşallah, işte, ne söylemek değil, ne bilmek değil, Allah’ın izniyle, yarın İndallah’ta da ne yaptığımızla haşrolunacağına inandığım bir birey olarak ben müsterihim diyorum.

Bu anlaşmaya da destek vereceğimizi ifade eder, yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Aydın.

Teklifin tümü üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz isteyen Adana Milletvekilimiz Sayın Tulay Hatımoğulları Oruç. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika Sayın Oruç.

HDP GRUBU ADINA TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, kadın cinayetinde kaybettiğimiz Ceren Damar’ı anmakla sözlerime başlayacağım ama aynı zamanda, yine birkaç gün önce Ukrayna’da işlenen kadın cinayetinden de bahsetmek istiyorum. Birisi Hatay’da, birisi İzmir’de ikamet eden ancak tıp eğitimi için Ukrayna’da bulunan 2 genç kadın yine kadın cinayetine kurban edildi.

Değerli arkadaşlar, az önce HDP Grubu olarak bir grup önerisi sunduk -kadınların içinde bulunduğu durumu, bu ülkede kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin ne kadar vahim düzeyde olduğunu şu sıralarda oturan bütün milletvekilleri paylaşmıştır, kürsüden de konuşma yapan arkadaşlar aynı şeyleri ifade ettiler- ama gelin görün ki bu araştırma önergesi reddedildi. İşte Ukrayna’da ölen 2 kadın arkadaşımız, işte öğrencisi tarafından katledilen Ceren Damar ve şu an burada ismini sayamadığımız, her ay tıpkı bir savaş bilançosu gibi karşımıza çıkan kadın cinayetlerinde kaybettiğimiz kadınlara bizler sahip çıkamayız, bu zihniyetin değişmesi buralardan başlamak zorundadır.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti ve Sırbistan Cumhuriyeti arasında imzalanan ticaret anlaşmasını, Dünya Ticaret Örgütünün öngördüğü ikili veya çok taraflı “en çok kayrılan ülke” esasına dayalı vergi indirimli veya tamamen vergisiz ithalat ve ihracat anlaşmasını şu an görüşüyoruz. Bu tür anlaşmaların temel hedefi iki ülke arasında, esas olarak, mümkün olduğunca üreticinin kârını düşünmek, oysaki bu tür anlaşmalar aracıların, komisyoncuların ve yandaş firmaların kârlılık oranını düşünmektedir ne yazık ki. İlk eleştirimizi biz buradan sunmak istiyoruz.

Değerli arkadaşlar, ithalat ve ihracat kalemleri ve miktarları belirlenirken sorumlu hükûmetler yerli üreticinin imtiyazlarını ve sürdürülebilirlik gelişimini gözetmek zorundadır. Serbest ticaret anlaşması imzalayan bir hükûmet, kendi kalkınma planı çerçevesinde ve yandaş üreticisini ihracat boyutuyla desteklerken diğer yandan fiyat riskini yükseltecek iç pazar talebini daraltmadan kontrollü bir ithalat dengesinin yakalanmasına odaklanmalıdır. Aksi takdirde, vergilerden muaf tutulmuş ithal ürünlere karşı yerli üreticinin rekabet olanakları elinden alınır ve yerli üreticiyi kendi elimizle kendimiz bitirmiş oluruz. Nitekim şu anda izlenen politika tam bu şekilde seyretmektedir.

Anlaşmaya dair protokolün 1’inci ekinde açıklanan, Sırbistan’dan Türkiye’ye yönelik ithalat kalemlerine bakıldığında göze çarpan birkaç kalemi sıralamak isterim. Büyükbaş hayvan, domates, buğday, ayçiçeği tohumu, ayçiçeği tohumu yağı, mısır, soya fasulyesi, Yenipazar mantısı.

Tarım, gıda ve hayvancılık sektörümüzü ilgilendiren daha pek çok ürün için Sırbistan’dan yüksek miktarda vergisiz veya vergisi önemli oranda azaltılmış ürünlerin ithal edilmesi demek, Türkiye’deki üreticinin, demin de ifade ettiğim gibi, rekabet kapasitesini düşürmek ve bitirmek anlamı taşıyacaktır çünkü iç pazara dışarıdan getirilen bu ithal ürünler hâkim olmaktadır ve bunu devlet ne yazık ki kendi eliyle sağlamaktadır.

Yine anlaşmaya dair protokolün 2’nci ekinde açıklanan, Türkiye’den Sırbistan’a yapılacak ihracat kalemlerinden bazıları şöyle: Deniz ürünleri, domates, patlıcan, kabak, fındık, Antep fıstığı, kurutulmuş incir, narenciye, nar, kurutulmuş üzüm, zeytinyağı ve işlenmiş zeytin.

Mesela buradan bazı spesifik örnekleri ele alacak olursak bunlardan en göze çarpanı domatestir. Bakın, bugün ithal ettiği gibi, aynı zamanda domates Türkiye’nin ihracat kaleminde de yer alıyor ama domatesin çarşı pazarda fiyatına baktığımızda 7-8 lira. İşte tüketiciye domatesin ucuz ulaşmasının aynı zamanda engellenmesi sağlanmaktadır bu tür anlaşmalarla çünkü burada yandaş ithalatçılar ve ihracatçılar kayrılmaktadır.

Yine, zeytin ihracatı üzerine bir noktaya değinmek isterim, bu çok gündem oldu Türkiye’de, Afrin zeytinlerinin ihraç edilmesi. Afrin’e operasyon düzenlediğiniz zaman, sizin oranın zeytininde, ekmeğinde, toprağında, portakalında ortaklığınız yok ki. Kendinizi niye ortak addedip oradan getirdiğiniz zeytinleri ihraç etmeye kalkıştınız? Nitekim, Sayın Bakan da bunu komisyon toplantısında kabul etmiştir. Bu bir iddia değildir sadece, bunun belgeleri de ortadadır. Dolayısıyla burada az sonra da değineceğimiz Orta Doğu ve Suriye meselesiyle ilgili içinden çıkılmaz durumun ve bu sınır ötesi harekâtın ayrıca nasıl anlamlar taşıdığını bize bir kez daha göstermektedir.

Şüphesiz ki sağlıklı gıdaya ulaşmak her insanın en doğal hakkıdır ve bütün devletlerin, yönetenlerin görevi bunu vatandaşı için sağlamaktır. Fakat gelin görün ki bu iktidarın bu ülkeye yaptığı en büyük kötülük yerli tohumu bitirmektir, bizi hibrit tohuma, bizi İsrail’in tohumuna mahkûm etmektir. Bakın, bugün bu sıralarda oturan insanların her birisinin ailesinde illa ki bir kanser vakası vardır. Bu devlet, bu iktidar, bu Hükûmet bu kadar artmış olan kanser vakalarına dair acaba bir araştırma yapmayı düşünüyor mu? Hayır. Artık, kanser genetik olmaktan çıktı çünkü bu tüketim maddeleri nedeniyle. Dolayısıyla bizim, buradan, yine bu iktidara çağrımız, bu politikadan derhâl vazgeçilmelidir, yerli tohuma hızla dönülmelidir ve denetlenmesi sağlanabilmelidir.

Yine diğer konularımızdan bir tanesi ithal edilen et. Bakın, bugün televizyonlarda, medyada ağırlıklı olarak boyalı et üzerinde gündem oluşmuş durumda. Bunun yanı sıra, Ankara’da, başkentte şarbonlu ete rastlandı. Sağlıksız bir şekilde ihraç ediliyor. Hâlbuki bu ülke bir tarım ülkesi, hâlbuki bu ülkede hayvancılık bu ülkenin temel geçim kaynağı ama -yine demin ifade ettiğimiz gibi- yandaşlara peşkeş çekildi bu alan ve eti ithal eder duruma geldik. Hâlbuki bu ülke et ihraç edecek potansiyele sahip bir ülkedir.

Bunun yanı sıra, Türkiye bir buğday cennetidir, Türkiye bir tarım bölgesidir. Birçok ülkede yetişmeyen bitkiler, sebzeler, meyveler burada yetişmektedir. En önemli örneklerden biri buğdaydır. Neden bizi buğday konusunda da yurt dışına mahkûm ettiniz? Neden ithalata mahkûm ettiniz?

Bunun yanı sıra, yine çarpıcı bir örnek Suriye; yanı başımızda yıllardır devam eden savaş var ama biz oradan patates ithal ettik. Türkiye patates ithal etmesi gereken bir ülke midir? Hayır ama uygulanan politikalar ne yazık ki bu ülkeyi patatese de muhtaç etmiş durumdadır.

Değerli arkadaşlar, bir noktaya vurgu yapmadan geçemeyeceğim. Geçtiğimiz günlerde ihraç edilen akademisyen Bülent Şık’ın zehirli ürünler listesini yayımladığı için hakkında dava açıldığını duyduk. Bu, AKP Hükûmetinin halka zehirli gıda yedirdiğinin itirafıdır.

Biz bundan niye rahatsız oluyoruz? Niye rahatsız oluyorsunuz? Bülent Şık’ın yayımladığı raporda ne gibi bir sakınca var? Yanlışsa çıkın, bunun yanlışlığını ifade edin “Bu rapor doğru bir rapor değildir.” deyin. “Sunduğunuz maddeler yanlıştır.” deyin, “Neye dayandınız?” deyin ama niye yargılıyorsunuz? Demek ki saklamak istediğimiz bir şey var. Bu arada, ben Bülent Şık’ın yanında olduğumuzu bir kez daha ifade etmek isterim.

Değerli arkadaşlar, bizim, ayrıca, bu maddede şerh düştüğümüz noktalardan biri şu: Söz konusu anlaşmanın veya anlaşmanın ek protokollerinde yapılacak olası değişikliklerin Meclis yetkilerinin Anayasa’da belirtilen güçler ayrılığı ilkesi ve halk iradesinin temsiliyetiyle çelişecek bir şekilde anlaşmada düzenleme yapma ayrıcalığının Cumhurbaşkanlığına devredilmesine özellikle karşı çıktığımızı ifade ediyorum.

Değerli arkadaşlar, ayrıca, evet, bir ticari anlaşmayı konuşuyoruz ama Dışişlerini ilgilendiren ve aslında hem Türkiye’yi hem Orta Doğu’yu önemli oranda ilgilendiren bir konuya değinmek istiyorum. Bütün basın Türkiye’ye gelecek olan ABD Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Bolton’ı işledi; Bolton geldi, gelecek, görüşme yaptı, yapacak vesaire vesaire… Peki, bugün geldi, görüşmeler yapıldı, bu görüşmelerle ilgili kamuoyuna henüz yeterince bir bilgi -en azından benim şu saate kadar takip ettiğim kadarıyla söylüyorum- açıklayıcı bir şey sunulabilmiş değildir. Kapalı kapılar ardında hangi pazarlık yapıldı, ne konuşuldu, neyi neye bağladılar, ne olacak acaba; bunu 80 milyon vatandaş bu ülkede merak ediyor ve biz buradan bu soruyu Dışişleri Bakanına ve Hükûmete sormuş oluyoruz.

Trump’ın çekilmesi, evet, bir ezberi bozdu, beklenmeyen bir şeydi, zaten de çekilemiyor gördüğünüz gibi. Amerika’da Kongre de buna çok müsaade etmiyor şimdilik, gözüken o. Uluslararası dengeleri de hesaplamış mıdır, neye bağlı olarak bu kararı aldı; gerçekten, henüz bunu da tam anlamıyla analiz edebilmiş değiliz. Fakat genel olarak tabloya baktığımızda ortada bir akrobasi görüyoruz. Bunu şöyle ifade edebiliriz: Trump “Çekildik.” dedi, Orta Doğu siyaseti İran’ın lehine bir pozisyon kazanıyor, ABD’nin işine gelmiyor, İsrail buna razı değil. ABD çekildikçe yerini Suriye ve Rusya alıyor, bundan AB de hoşnut değil. Öyle bir akrobatik hareketler yapılıyor.

IŞİD’le savaş konusunda gerçekten orada savaşan halklar dışında masa başında oturanların samimi olmadığını ve işleri esas onların bozduğunu daha önceki konuşmamda da ifade ettim, bu konuşmamda da yineliyorum. Kobani samimi bir direniş sergiledi arkadaşlar, Halep, Lazkiye samimi bir direniş sergiledi, Şengal de öyle, samimi bir direniş sergiledi. Samimi direnişi halklar sergiledi, bu doğrudur. Hani siz diyorsunuz ya “Niye ikide bir ‘Ne işiniz var Suriye’de?’ sorusunu bize soruyorsunuz, ABD’ye sorsanıza?” Biz Suriye’de bulunan bütün ülkelere bunu soruyoruz. Hiçbir ülkenin Suriye’de işi yok, Rusya’nın da işi yok, İran’ın da işi yok, ABD’nin de işi yok, İngiltere’nin, Fransa’nın ve Türkiye'nin de işi yok. Hiç kimsenin orada işi yok.

MUHAMMED FATİH TOPRAK (Adıyaman) – Sen nerenin milletvekilisin, kimin milletvekilisin? Sen Türkiye'nin milletvekili değil misin?

KAMİL AYDIN (Erzurum) – “Girmeyin.” diyor, “Girmeyin.”

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Orada Suriye devleti kendi halklarıyla masa başına oturup kendi sorunlarını, iç meselelerini çözebilir ama biz başından beri ifade ettik, Suriye’de devam eden savaş bir vesayet savaşıdır, vekâlet savaşıdır.

KEMAL ÇELİK (Antalya) – Hayal görüyor, hayal. Hayal görme.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Dolayısıyla orada işi olmayan herkes var ama işi olan halkları masanın dışına itmeye kalkışıyorsunuz. Tabii ki o zaman sorunlar çözülmez. Ne zaman çözüldüğünü zannetsek o sorunlar tekrar patlar, karşımıza gelir. Bakın, en önemli örnek İdlib. İdlib’i, Astana görüşmelerinde alınan yetkiyle, sözüm ona çözüme kavuşturacaktık bir ayda. 12 gözlem noktası kuruldu, her türlü altyapı sağlandı ama gelin görün ki şu anda HTŞ -ismini hatırlayamadığım için bakmam gerekiyor- Nureddin Zengi’yi vuruyor. Doğru mudur? Doğrudur. Şu anda gerçekten, İdlib bir kördüğüm. İdlib’in bu hâliyle zaten çözülme imkânı yok. Dolayısıyla İdlib de bizim elimizde patladı. Doğru mudur? Doğrudur. Bunu bizler söylediğimizde rahatsız olmayın, bunu bütün dünya kamuoyu biliyor, bunu bütün basın yazıyor, bunu İngiliz basını da yazıyor, Fransa basını da yazıyor, Almanya basını da yazıyor. Bugün İdlib’de ortada bir başarı yok. Niye aynı yöntemde ısrarcıyız, biz bunu anlamakta zorluk çekiyoruz.

Değerli arkadaşlar, yine bir tartışma aldı başını gitti “Kürtler bizim kardeşimizdir.” Bugün Hükûmetin neredeyse bütün kademelerinden açıklamalar geldi “Kürtler bizim kardeşimiz.” çünkü Bolton belirledi bu açıklamaları. Bolton’ın bir sözü açıklama yapmayı gerektirdi sizlere.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Her zaman açıkladık bunları ya, sen duymamışsın.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Kürtler eğer sizin kardeşinizse bu politikanın köklü bir biçimde değişmesi lazım çünkü biz kardeşliğe yürekten inanan insanlarız.

KEMAL ÇELİK (Antalya) – Siz kimsiniz?

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) – Bakın, terör yaftası bugün 6 milyon oy almış olan HDP’ye, hele de seçimlerin yaklaştığı şu dönemlerde “Aman HDP’ye yaklaşmayın, aman HDP terördür, terör örgütüdür.” tepeden tırnağa kadar şu anki temel politikanız bu, temel politikanız bu. HDP 6 milyon oy almış, HDP bir terör örgütüyse ve -sizin kafanızdaki terör tanımı zaten hiçbir zaman uzlaşabileceğimiz bir tanım değildir- HDP bir terör partisiyse 6 milyon insanını yargılamanız lazım. O zaman 6 milyon insan sığacak cezaevleri inşa etmeniz lazım hatta bunu mümkünse yetiştirebiliyorsanız prefabrik yaparak hızlandırın da seçimden önce yapın diye önerimizi de sunmuş olalım.

MUHAMMED FATİH TOPRAK (Adıyaman) – O 6 milyon size terör örgütüyle mesafe koyun diye oy verdi.

TUMA ÇELİK (Mardin) – Ya bir dinle, dinle. Dinle, önce bir dinle, sonra sataşırsın.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen hatibin sözünü kesmeyin.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, sonuç olarak şunları söyleyerek tamamlayacağım. Eğer gerçekten biz kardeşlikten yanaysak eğer gerçekten Orta Doğu siyasetinde bu ülkenin kazanmasını istiyorsak her fırsatta, her adımda bu ülkenin ayağına dolaşan, dolanan Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi dışında bir seçenek yoktur. Bakın, her fırsatta, atılan her adımda derin stratejinin çöküşünün altındaki temel nedenin bu olduğunu lütfen unutmayalım. Bunu esasen o kadar iyi biliyor ki bu sırada oturanlar ve bu ülkeyi yönetenler ama ne var ki bunu bilmezden gelmeye devam ediyorlar.

Barış politikasında ısrarcıyız ama sahici bir barış politikasında ve sahici sıfır sorun politikasında ısrarcıyız. Orta Doğu’da uygulanması gereken strateji tamamen bu anlayış üzerinde inşa edilmelidir. Kürt halkı Suriye hükûmetiyle görüşüyorsa bu desteklenmeli çünkü siyasi sürecin, siyasi çözümün yolu buradan geçer. Halklar kaderini kendileri tayin etmelidir, başkaları gölge etmemelidir. Yazılma çalışmaları devam eden, hâlihazırda devam eden Suriye anayasasının gerçekten yazılabilmesi için bu ülke canıgönülden destek vermeyi başarabilmelidir. Kürtler kardeşimizse Araplar kardeşimizse Suriye komşumuzsa ve biz komşularımızla ilişkilerimizi önemsiyorsak böyle bir politikayı izlemek zorundayız. Dolayısıyla önerimiz net olarak şudur: Bugüne kadar uygulanan, gerek Kürt sorunuyla ilgili izlenen çizgi gerekse Orta Doğu politikasında dönüp tekrar düşünmek ve bu stratejiyi demin ifade ettiğimiz ögeler üzerinde oturtmak dışında bizler bir çözüm seçeneği göremiyoruz.

Saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teklifin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Eskişehir Milletvekilimiz Sayın Utku Çakırözer.

Buyurun Sayın Çakırözer. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Gündemimizdeki anlaşmaya geçmeden önce, kısa süre öncesine kadar bu sıralarda milletvekili olarak hizmet veren değerli arkadaşımız Eren Erdem’in karşı karşıya kaldığı hukuksuzluğa dikkat çekmek isterim. Yüz doksan üç gündür tutuklu, dün mahkeme Eren Erdem’i tahliye etti ancak karar altı saat bekletildi, cezaevine gönderilmedi ve o arada savcı itiraz etti, Eren Erdem Silivri zindanının kapısından çıkamadan yeniden tutuklandı. Bu bir talimat yargısıdır ve Türkiye’nin yararına, hayrına değildir. Bu garip tavrın benzerleri başka siyasetçilerde, gazetecilerde, hukukçularda yaşandı.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de yazdığı, okuduğu, eleştirdiği için siyasetçilerin, gazetecilerin, akademisyenlerin cezaevinde olmasına karşıyız. Biz bu sorunu yani düşünceyi hapsetme meselesini çözmeden Türkiye’nin hiçbir meselesini çözemeyiz. Örneğin, bugün dış politika konuşacağız ama dünyadaki saygınlığımızın, itibarımızın artması için her şeyden önce biz gerçek bir hukuk devleti ve demokrasi olmayı becerebilmeliyiz. Yedi aydır yok yere cezaevinde yatan Eren Erdem’in, on dört aydır iddianamesi olmadan tutuklu tutulan Osman Kavala’nın, hukukçuların, öğrencilerin, hak savunucularının bir an önce serbest bırakılmasını istiyoruz.

Görüşmekte olduğumuz anlaşmaya gelince, öncelikle hukuki bir itirazımız var. Uluslararası anlaşma veya ek protokollerde yapılacak herhangi bir değişikliğin onaylanması hususundaki Meclisin yetkisi Cumhurbaşkanına devredilmekte. Güçler ayrılığı ilkesinin dışına çıkılması ve halk iradesinin temsiliyle çelişecek şekilde anlaşmada düzenleme yapma ayrıcalığının Cumhurbaşkanına devredilmesine özellikle karşıyız, bundan rahatsızız. Bunu Sayın Cumhurbaşkanının şahsında söylemiyorum, genel bir ilke olarak söylüyorum. Tek kişinin karar verdiği bir ülke her zaman çok kolay ipotek altına alınabilir.

Bakın, bu yüce Meclis çatısı altında dönemin iktidarı çok istemesine karşın bizler 1 Mart tezkeresine hep birlikte “hayır” dedik, iyi ki de direndik, evlatlarımıza komşumuzun içinde işgalci bir ülke olma anlamına gelecek bir miras bırakmamış olduk, ülkemizin menfaatini koruduk. Bugün bu basit bir serbest ticaret anlaşması olur, yarın güvenliğimizle ilgili, geleceğimizle ilgili son derece önemli bir anlaşma olabilir. Ortak akıl her zaman tek kişinin hırslarından, beklentilerinden, bunlar doğrultusunda ülkenin kaderiyle oynama riskinden her zaman üstündür.

Değerli arkadaşlarım, Sırbistan hem ikili ilişkilerimiz açısından hem de Balkanların istikrar ve huzuru açısından önemli bir ülke. Kısa süre önce Dışişleri Komisyonu olarak Belgrad’da tüm partilerden arkadaşlarımızla temaslarda bulunduk. Sırbistan, barış ve istikrarı bakımından belirleyici bir aktör bölgede. İlişkilerimizin başta ekonomik olmak üzere her alanda geliştirilmesi önemli, önemli çünkü bizim açımızdan Balkanların istikrarı öncelikli. Oradaki barış ve istikrarın korunması ve orada yaşayan Boşnakların iyiliği bizler için her şeyden önemli. İşte Sırbistan’la kuracağımız karşılıklı iyi ilişkiler Balkanlardaki Boşnak kardeşlerimizin de mutlaka faydasınadır. Nitekim Sırbistan’la son dönemde gelişen ilişkilerin hem Sırbistan içinde hem de Bosna Hersek’teki olumlu yansımalarını yakından görmekteyiz.

Öte yandan, Sırbistan bizim için Avrupa’ya çıkış ülkesi ve Avrupa’dan bize ulaşım açısından önemli bir konumda. Yılda 120-130 bin tır Sırbistan üzerinden geçerek Türkiye’ye ulaşmakta ya da tam tersi rotadan Avrupa’ya ulaşmakta. Sırbistan’la ekonomik ilişkilerimiz gelişme göstermekte, 1 milyar doları aşan bir ticaret var; sevindiricidir, daha da iyileşmesini istiyoruz. Türk şirketlerinin Sırbistan’daki yatırımlarının her geçen gün arttığını görmek, özellikle Sırbistan’ın az gelişmiş bölgelerinde ve emek yoğun sektörlerinde yatırım yaparak istihdama katkıda bulunduklarını görmek bizim için sevindirici.

Değerli arkadaşlarım, peki, Sırbistan bu kadar önemli de biz önümüzdeki bu anlaşmaya neden muhalefet şerhi koyduk? Bu tür ticaret anlaşmaları iki ülkenin üreticisini koruduğu sürece karşılıklı olarak fayda sağlar yani ülkeler ithalat ve ihracat kalemleri ve miktarlarını belirlerken yerli üreticilerin imtiyazlarını ve sürdürülebilir gelişimini gözetmek zorundadır. Önümüzdeki bu protokoller arasında Sırbistan’dan Türkiye’ye ithal edilecek ürünlerin listesi ve ithalat koşulları yer almakta. Bu listeye bakıldığında, Türkiye’de yetişen birçok tarım ürününe ek olarak 5 bin ton büyükbaş hayvan etinin Sırbistan’dan yüzde 100 vergi indirimiyle ithali söz konusudur. Tarım ürünlerine baktığınızda, 10 bin ton buğday, 15 bin ton ayçiçeği tohumu, 5 bin ton mısır, 5 bin ton soya fasulyesi, 35 bin ton ayçiçeği tohumu yağı sıralanmakta, hepsi de yüzde 100 vergi indirimiyle.

Değerli arkadaşlarım, Sırbistan’dan bu ürünlerin vergisiz ithali demek, Türkiye’de kendi çiftçimizin, besicimizin rekabet gücünün, üretim kapasitesinin ve iç pazar hâkimiyetinin zayıflatılması demektir yani kendi çiftçimize, besicimize zarar demektir. İşte, bu nedenle biz bu anlaşmaya, bu protokole şerh koyduk, karşıyız dedik.

Değerli arkadaşlarım, bugün Sırbistan’ı konuşuyoruz ama mesele onunla bitmiyor. Son sekiz yılda ithal ete 8 milyar lira ödemişiz yani 8 katrilyon lira. Nüfusu ve büyüklüğü bizden katbekat küçük ülkelerden et ithal ediyoruz. Dışarıda “Türkiye” denilince ülkelerin gözü parlıyor et satmak için, buğday satmak için. İşte, bu yüzden her yıl ithalat azalmıyor, artıyor. Bakın, sadece son bir yılda hayvan ithalatı yüzde 125, buğday ithalatı yüzde 43 arttı. Bundan birkaç gün önce bu yıl da yani 2019 yılı için de ithalat kararı alındı. Bakın, sadece Eskişehir’de, seçim bölgem Eskişehir’de, memleketim Eskişehir’de son beş yılda hayvan ithalatı 8 kat arttı, Eskişehir’in bereketli, verimli topraklarında hayvan ithalatı 8 kat arttı. Bir yandan “Buğday ambarıyız.” diyeceğiz, bir yandan “Köylü, milletin efendisi.” diyeceğiz ama çiftçinin, besicinin alın terinin karşılığını almasını engelleyeceğiz.

İşte, hafta sonu Bilecik’teydik. Bilecik’te çiftçiyle görüştük, ziraat odasını ziyaret ettik. Orada aldığımız mesaj belli: “2019 yılı bir felaket, artık üretemeyecek, çiftçi, besici artık üretemeyecek.” diyorlar. Buradan hem Eskişehir’de hem Bilecik’te ve Türkiye’nin dört bir yanında “üretemeyeceğiz” diyen çiftçiye de selam yollamak, onların çaresi, dermanı olduğumuzu söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakın sistem nasıl çarpık çalışıyor: Et ve Süt Kurumu yerli besiciden ya da ithal eden firmadan et satın alıyor. Kilosunu 28 liradan aldığı karkas eti belli marketlere, halka ucuz satsınlar diye toptancıya 20 liraya veriyor yani 8 lira zararına veriyor tüccara. O da markete 26 liraya satıyor. Market de üzerine kâr koyup bize satıyor, böylece adı “Ucuz et yedirdik.” oluyor. Devletin 8 liralık zararını biz vergi verenler yani 81 milyon ödüyoruz. Tüccarın 6 liralık kârını da biz ödüyoruz. Marketin kârını -artık ne kadar koyarsa- ödeyen de yine biziz. Peki, diğer yanda et ve süt üreticileri var. Girdi maliyetleri yüzünden onlar 30 liranın altına mal edemiyor hayvanını çünkü yem pahalı, ilaç pahalı, bakım pahalı. Et ve Süt Kurumu onlardan karkas eti kilosu 29 liraya alıyor ama kesim için aylar sonrasına gün veriliyor. Değerli arkadaşlarım, 300 bin hayvan şu anda sıra bekliyor. Sıkışan üretici, hayvanını kilosu 25 liradan, bazen daha da altından kestirmek zorunda kalıyor. Yoksa kestirmese iki ay süreyle yem parası verecek, daha fazla maliyet olacak. O zaman üretici ne yapıyor? Süt hayvanları, besi hayvanları demeden hepsini kestiriyor, bir daha da hayvancılık yapmamaya yemin ediyor. Bakın, böyle giderse memlekette et ve süt üreticisi kalmayacak. Peki, Et ve Süt Kurumu tüccara verdiği 8 liralık sübvansiyonu üreticiye verse ne olur? Hem yerli üretim artar hem ithalat azalır hem de halkımız ucuz et yer. Ama değerli arkadaşlarım, nedense bu kimsenin aklına gelmiyor.

İşin bir başka boyutu daha var -Komisyonda da söyledim- Et ve Süt Kurumu depolarında şu anda 20 bin ton et var, bunu satacak ülke arıyorlar. Hâl böyle iken hâlâ biz, bakın bugün, Sırbistan’dan yeni et ithalat kararı alıyoruz. Bakın, Sayıştayın raporu var değerli arkadaşlarım, “Et ve Süt Kurumunun kendi marketleri et satmıyor.” diyor. Diyor ki: “Et ve Süt Kurumunun kombina ve mağazalarında yapılan denetleme ve incelemelerde kuşbaşı et, kıyma gibi temel et ürünleriyle sucuk gibi şarküteri ürünlerinin satış mağazalarında olmadığı, kurumun tüketici talebini karşılayamadığı gözlenmiştir.” “Piyasa fiyatlarıyla kurumun satış fiyatları arasında fiyat farkı giderek artıyor.” diyor. “Tüketici taleplerini kurum karşılasın.” diyor ama dinleyen kim. Neden böyle? Yukarıda da anlattım, Et ve Süt Kurumu piyasaya düşük fiyatla et veriyor. Ama bu satılan da toplam, ayda 100 bin ton etin sadece 5, bilemediniz 10 bin tonu, yani 3 market zincirine verilen et miktarı. Gerisi ne oluyor? Kalanı üreticiden 25 liraya alınıyor, sonra kıyma 40 liraya, et ise çeşidine göre 50, 60, 70 liraya satılıyor.

Değerli arkadaşlarım, işte, acınacak hâlimiz bu. Üretici 25 liraya zor veriyor, zararına veriyor, bizler ise 2 katı, 3 katı fiyata et ve kıyma alabiliyoruz.

Sorun sadece ette değil, sütte de aynı; üreticide ucuz, tüketicide pahalı. Ayrıca, üretici ucuz bile satsa sütünün parasını aylarca alamıyor, alamadıkça üretimden kaçıyor, süt ineğini, gebe düvesini kestirmek zorunda kalıyor.

Değerli arkadaşlarım, tarımda, hayvancılıkta, süt üretiminde yaşananların ağır faturasını bu yıl göreceğiz. Çiftçimiz, besicimiz üretimden çekiliyor, az önce söyledim Bilecik’te dinlediklerimizi. Hâl böyleyken ülkemizi yönetenler ne diyor? “İthale gider, balans ederiz.” diyorlar. Hayır, bu krizin çözümü ithalat değildir; tam tersine, ithalat durdurulmalıdır, tüccara verilen kâr, üreticiye teşvik olarak verilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, bizler buğday ithaline, saman ithaline, hayvan ithaline karşı çıktıkça, bu ülkeyi yönetenlerden çok garip, anlaşılmaz tepkiler geliyor. Bakın, Tarım Bakanı Sayın Pakdemirli bunu diyenlere, yani “‘Saman ithal ettiniz, buğday ithal ettiniz, et ithal ettiniz.’ diyenlere yanıtım şudur: Paramız var ki ithalat yapabiliyoruz.” diyor.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir yaklaşım olur mu? O zaman, ben buradan daha parlak bir yanıt vereyim Sayın Bakana: Madem paramız var, o zaman asgari ücreti artırın, 2.200 lira yapın, 2.500 lira yapın. Ayrıca, bu kürsüde “emeklilikte yaşa takılanlar” dediğimizde “Para yok.” deniyor ama buğday, saman, et ithalatına gelince, maşallah, bizden zengini yok.

Değerli arkadaşlarım, bir Tarım Bakanının her şeyden önce “Çiftçi neden yeterince üretemiyor da biz ithalat yapmak zorunda kalıyoruz?” diye sorması, araştırması lazım. Ama yine aynı Bakan, bir başka inci, diyor ki et ithalatı konusunda: “Türkiye’nin toplam protein üretiminde eksiği yok. Et yerine balık, hindi, tavuk yersek bu iş çözülür.” Görüyor musunuz, Türkiye’yi, Türkiye’nin tarım ve hayvancılığını yönetmek ne kadar basit; “Kırmızı et yemeyelim, ithalata gerek kalmaz.” O zaman, üretim de yapmayalım, et de yemeyiz, bütün sorun çözülür.

Değerli arkadaşlarım, böyle Bakanlık, böyle tarım yönetmek olur mu? Buradan Sayın Bakan Pakdemirli’nin, bu konularla ilgili halkı bilgilendirme temel görevlerini yaparak kendisine sorular yönelten gazeteci meslektaşlarıma yönelik tavrını da kınıyorum. Gazetecilerin akreditasyonunu engelleyerek çalışma özgürlüğünü kısıtlamak, onlara hakaret etmek değil bir Bakana, hiçbir siyasetçiye, hiçbir yurttaşa yakışmaz.

Değerli arkadaşlarım, konuşmamın bu bölümünde dış politikamızdaki son gelişmelere değinmek isterim. Öncelikli mesele, Suriye’de yaşananlar, Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’den çekilme planları.

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan kısa süre önce ABD Başkanı Trump’la telefonda görüştü. Trump’ın Suriye’den çekilme kararı verdiği bu telefon görüşmesi -biliyorsunuz, hatırlıyorsunuz- içeride büyük diploması başarısı olarak sunuldu. Sayın Erdoğan dedi ki: “Dış politikada destan yazıyoruz ve bunu dünyanın devleriyle yazıyoruz.” Aslında biz bugüne kadar Suriye meselesinde nasıl bir diplomatik destan yazıldığını çok iyi biliyoruz. Hatırlatmak isterim: Yedi yıl önce muhatabımızın Suriye rejimi olduğu güney sınırımız şu anda terör örgütleriyle dolu, sınır kevgire dönmüş durumda. Yüzlerce yurttaşımızı Suriye kaynaklı IŞİD, El Kaide, PKK ve diğer terör örgütlerinin saldırılarında kaybettik. Bu terör örgütleri, Türkiye’nin yanı sıra Avrupa ve dünyada terör eylemleri düzenledi; yüzlerce, binlerce insanı katletti. Ülkemizde 4 milyon Suriyeli kardeşimizle birlikte yaşamak zorunda bırakıldık; Türkiye’nin tüm illerinde bundan kaynaklı sosyal ve ekonomik sıkıntılarla hepimiz karşı karşıyayız. Milyarlarca liralık sınır ticaretimiz kesildi; sınır illerimizde tüccar, sanayici, esnaf kan ağlıyor. Yine, milyarlarca liralık turizm gelirimiz sona erdi; yedi yıl sonra ancak toparlanmaya çalışıyor. Bakın, nasıl bir destansa bu ortada. Peki, Trump’la o meşhur görüşmede nasıl bir destan yazılmış, şimdi bir de ona bakalım.

Aradan bir iki hafta geçti geçmedi, o görüşmenin perde arkası ortaya çıktı. Ortada bir diplomatik başarı, bir destan falan yok; tam tersine, Suriye bataklığına daha fazla gömülüyor olmamız gerçeği var değerli arkadaşlarım. Önce Trump, sonra Dışişleri Bakanı Pompeo, en son olarak da Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın açıklamaları oldu. Yan yana konarak birlikte okunduğunda hepsi şunu söylüyor:

1) Suriye’de vahşi terör örgütü IŞİD’i yok etme mücadelesini artık ABD bırakıyor. ABD askerleri sağ salim ülkelerine, ailelerine geri dönüyor.

2) Peki, eli kanlı IŞİD’le mücadele işini kim yapacak? “Tek başına Türkiye üstlensin.” diyorlar. Yani “Mehmetçik Orta Doğu’nun jandarması olsun.” deniyor.

3) “Türkiye bu ağır sorumluluğu üstlenirken kendi ulusal çıkarlarına ve güvenliğine tehlike oluşturduğunu değerlendirdiği Suriye’nin kuzeyindeki PKK oluşumlarına ise hiç dokunmasın, onların denetimindeki bölgelere girmesin.” diyorlar.

4) “Türkiye Amerika’dan habersiz ve onaysız Suriye’de operasyon yapmasın.” diyorlar.

Evet, bugün Ankara’da olan Amerikan heyeti işte bu şartları öne sürüyor. Bakın, Bolton gelmeden önce Amerikan basınına diyor ki: “Cumhurbaşkanı Erdoğan IŞİD’e karşı birlikte savaştığımız dostlarımızın korunacağı yönünde Başkan Trump’a güçlü taahhütte bulundu.” Ankara’da kimse bunları yalanlamıyor. Peki, Türkiye bu şartlara karşı ne yapıyor? Normalde bunu diyen bir heyetle oturup konuşmazsınız bile ama hem Cumhurbaşkanlığında hem de Genelkurmayda görüşmeler yapılıyor.

Öte yandan, bu sabah Amerikan basınında Sayın Erdoğan’ın bir makalesi yayınlandı, tam da ABD talepleriyle örtüşen, o açıklamaları neredeyse doğrulayan bir makale. Eli kanlı IŞİD’le mücadeleyi tamamen Mehmetçik’in omuzlarına, Türk halkının omuzlarına yüklemeye hazır. Ayrıca orada terör örgütünün kontrolündeki bölgelerde halk tarafından seçimle belirlenecek yerel meclisler kurulmasını yani federatif bir yapıyı öneriyor. Bunun güvencesinin de Türkiye olacağı garantisi veriyor. Biz Suriye’de iç barış sağlansın diyoruz, o ise makalesinde tüm kesimlerden, savaşçılardan oluşan yeni bir ordu kurulsun diye uğraşıyor.

Aslında yapılan şu değerli arkadaşlarım: İçeriye başka, dünyaya başka konuşuluyor. Vatandaşa “IŞİD bitti.” deniliyor, “Orada sadece YPG var.” deniliyor. “Terörle mücadele” deniliyor, esiliyor gürleniliyor, “Gireceğiz.” deniliyor, “Giriyoruz.” deniliyor. Amerikan gazetesi aracılığıyla Amerikan yönetimineyse garantiler veriliyor. “Suriye’nin kuzeyinde kurulacak Kürt devletinin güvencesi biz olacağız.” deniliyor. “IŞİD’le mücadeleyi biz yürüteceğiz.” deniliyor.

Şimdi soruyorum değerli arkadaşlarım: Bu işin neresi diplomatik başarı, neresi diplomatik destan? Neresinde Türkiye’nin ulusal çıkarları, yurttaşlarımızın güvenliği savunuluyor? On altı yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının bizi soktuğu Suriye bataklığında şimdi tek adam yönetiminin maceracı politikalarıyla daha da batma riskiyle karşı karşıyayız. Böyle bir müzakere asla kabul edilemez.

Değerli arkadaşlarım, sorabilirsiniz: Siz ne diyorsunuz? Nasıl bir politika, nasıl bir Suriye politikası, nasıl bir dış politika izlenmelidir?

Amerika Birleşik Devletleri’nin çekilme kararına ilişkin Türkiye’nin izlemesi gereken politika şöyle olmalıdır:

Her şeyden önce, öncelikle, vahşi terör örgütü IŞİD’le mücadele tek başına Mehmetçik’in omuzlarına yüklenemez. Bu konu dünyanın hep birlikte çözmesi, birlikte mücadele etmesi gereken bir beladır. IŞİD’le Mücadele Koalisyonu diye bir oluşum var, Türkiye bunun bir parçası. Şimdi, Amerika, Batılı güçler ve diğerlerinin çekilip bu sorumluluğu sadece Türkiye’ye bırakması asla kabul edilemez.

Bakın, orada IŞİD sınırın dibinde değil, 250-300 kilometre derinde. Türkiye, bir başka ülkenin içinde böylesine derin bir operasyonu yapmaya soyunmaya aday gözüküyor. Bakın, Fırat’ın doğusundan bahsediyoruz ama batısına bakın, Soçi’de 2017 yılında Ruslarla bir anlaşma yapıldı; İdlib Mutabakatı. İdlib’in IŞİD ve benzeri terörist örgütlerden temizlenmesi sorumluluğu Türkiye’nin üzerine kaldı, ekim ortasına kadar silahsız bölge sağlanacaktı. Ama şimdi ne oldu? Eğer görürseniz, okursanız oraya ilişkin değerlendirmeleri, orada El-Nusra, etkinliği tamamen elde etti, yüzde 70’e yakın kontrol El-Nusra’nın ve onunla yakın IŞİD benzeri örgütlerin elinde. Halep-Lazkiye, Halep-Hama yolları güvenliği Türkiye tarafından sağlanarak açılacaktı, bunların hiçbiri olmadı. Şimdi, biz Fırat’ın doğusunda IŞİD’in temizlenmesi sorumluluğunu üstlenmeye hazırız diyoruz Amerika’ya ve dünyaya.

Değerli arkadaşlarım, ikinci konu, yani IŞİD konusundaki sorumluluğu üstlenmemiz dışında, buna karşı duruşumuz dışında ikinci konu, ülke ve sınır güvenliğimizdir.

Bundan yedi yıl önce, Suriye’de iç savaş başlamadan önce durum nasıldı, o dönem güvenliğimiz nasıl sağlanıyordu? Hatırlatayım: Şam yönetimi terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’ı Türkiye’nin baskısıyla sınır dışı etmiş, sonrasında Suriye yönetimiyle varılan Adana Mutabakatı çerçevesinde etkin bir güvenlik iş birliği sağlanmıştı, Türkiye’ye yönelik terör tehdidi de minimuma inmişti.

Şimdi ne yapılmalı? Türkiye’nin güvenliği için Suriye’de iç savaşın sona ermesi, en geniş toplumsal mutabakatla oluşturulacak yeni Suriye yönetiminin ülkede birliği ve toprak bütünlüğünü sağlaması ve Suriye halkının seçtiği bu yeni yönetim ile Türkiye arasında diplomasi ve Adana Mutabakatı benzeri güvenlik mekanizmalarının bir an önce oluşturulması gerekmektedir. Bu çerçevede, Suriye’de iç barışın sağlanmasına ve anayasa çalışmalarına Türkiye tam katkı sağlamalıdır. Yani biz artık savaş, çatışma değil; barış istiyoruz, istikrar istiyoruz, huzur istiyoruz, bu maceracı politikalara son verilsin diyoruz,

Üç: Türkiye’nin başına tüm bu belaları saran, rejim değiştirme sevdasından, İhvan yani Müslüman Kardeşler aşkından da bir an önce vazgeçilmelidir. Şam’a bir an önce büyükelçi atanmalı, diplomatik, istihbari ve askerî ilişkiler yeniden başlatılmalıdır. Türkiye, Amerika’nın Suriye’den askerlerini çekme kararını Suriye’nin kuzeyine yönelik bir saldırı için yeşil ışık olarak görmektense Suriye Kürtleri ile Şam yönetimi arasındaki müzakereleri teşvik etmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ilave ediyorum Sayın Çakırözer.

UTKU ÇAKIRÖZER (Devamla) – Ve son olarak, bölgemizin sorunlarını bölge ülkeleri çözmelidir.

Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiye, Suriye, Irak ve İran arasında Orta Doğu barış ve iş birliği teşkilatı kurulması önerisine kulak verilmesi çağrısında bulunuyoruz. Bu öneri yani OBİT’in kurulması bölgemizin istikrarı, huzuru, barışı için son derece önemlidir.

Hepinizi buradan saygılarımla selamlıyorum.

Teşekkür ederim, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çakırözer.

Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın Arslan, bir söz talebiniz olmuş, onu hemen alalım.

Buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

30.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, üretmek yerine neden birçok ürünün ithal edildiğini, Türkiye ile Sırbistan Cumhuriyeti arasında tarım kesimine ve besicilik yapan Türk çiftçisine zarar veren serbest ticaret anlaşmasının yapılmasının sebebini Ekonomi Bakanından öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sayın Başkan, Ekonomi Bakanına bir soru soruyorum: Görüşmekte olduğumuz Türkiye ile Sırbistan Cumhuriyeti arasında yapılan serbest ticaret anlaşmasıyla, Türkiye’de üretilen başta buğday, ay çekirdeği tohumu ve yağı, büyükbaş hayvan ve eti; patates, domates, pırasa, beyaz ve kırmızı lahana, havuçlar, şalgamlar, bezelye, fasulye, tatlı mısır, çilek, ahududu, böğürtlen, dut, vişne, kurutulmuş erik, mısır, kuş yemi, soya fasulyesi, ay çekirdeği, margarin, konserve, Yeni Pazar mantısı, makarnalar, çikolata, ekmek, kek, bisküvi, meyve suları, çorbalar, taze üzüm şarabı, kedi ve köpek maması gibi ürünlerin gümrüksüz ve çok az gümrükle ithaline izin veriliyor. Bu ürünleri üretmek yerine neden ithal ediyoruz? Tarım kesimine, çiftçilerimize ve besicilik yapan Türk çiftçilerimize zarar veren bu anlaşmanın yapılmasının sebebi nedir? Ağırlıklı olarak tarım ürünü olan bu ürünlerin ithal edilmesi yerine ödenecek dövizlerin çiftçiye ve üreticiye verilmek suretiyle kendi ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir planımız olmayacak mı?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arslan.

X.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDA BULUNAN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İzmir Milletvekili Binali Yıldırım'ın "Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması"na Ait Protokol I'in Yerini Alan 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol I", Anlaşmanın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sini Değiştiren 17 Ocak 2017 Tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya Eklenen Hizmet Ticareti Hakkında 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol III"ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/1358) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 28) (Devam)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, şimdi 1’inci maddeyi okutuyorum:

 

 

“TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE SIRBİSTAN CUMHURİYETİ ARASINDA SERBEST TİCARET ANLAŞMASI”NA AİT PROTOKOL I’İN YERİNİ ALAN 30 OCAK 2018 TARİHLİ “PROTOKOL I”, ANLAŞMANIN “MENŞELİ ÜRÜNLER” KAVRAMININ TANIMI VE İDARİ İŞBİRLİĞİ YÖNTEMLERİNE İLİŞKİN PROTOKOL II’SİNİ DEĞİŞTİREN 17 OCAK 2017 TARİHLİ VE 1/2017 SAYILI ORTAK KOMİTE KARARI VE ANLAŞMAYA EKLENEN HİZMET TİCARETİ HAKKINDA 30 OCAK 2018 TARİHLİ “PROTOKOL III”ÜN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA VE ANLAŞMANIN PROTOKOLLER VE EKLERİNE İLİŞKİN DEĞİŞİKLİKLERİN CUMHURBAŞKANINCA DOĞRUDAN ONAYLANMASINA DAİR YETKİ VERİLMESİNE İLİŞKİN KANUN TEKLİFİ

MADDE 1- (1) “1 Haziran 2009 tarihinde imzalanan ‘Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması’na Ait Protokol I’in yerini alan 30 Ocak 2018 tarihli ‘Protokol I’, Anlaşmanın ‘Menşeli Ürünler’ Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II’sini değiştiren 17 Ocak 2017 tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya eklenen Hizmet Ticareti hakkında 30 Ocak 2018 tarihli ‘Protokol III’”ün onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

1’inci madde üzerinde söz isteyen, İYİ PARTİ Grubu adına Konya Milletvekilimiz Sayın Fahrettin Yokuş.

Sayın Yokuş…

Daha sonra alalım kendisini.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz isteyen Batman Milletvekilimiz Sayın Mehmet Ruştu Tiryaki. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Tiryaki.

HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 28 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti arasında serbest ticaret anlaşmasına ek protokollerde bir dizi değişiklik yapılmasıyla ilgili teklif hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmamın bir kısmını, kuşkusuz, Sırbistan’la imzalanan bu uluslararası anlaşmanın eki protokollerine ayıracağım ama bunun dışında, son birkaç gündür yaşadığımız, özellikle seçim sonuçlarına etki edeceğini düşündüğüm antidemokratik uygulamalar var, onları sizlerle paylaşacağım.

Öncelikle şunu belirteyim: Türkiye ile Sırbistan arasında imzalanan serbest ticaret anlaşmasının ekleri olan protokoller uyarınca bir dizi tarımsal ve hayvansal ürünün ithalatında uygulanacak vergi sıfıra indiriliyor. İşte “Şu kadar ton et, şu kadar ton buğdayda sıfır vergi alınacak.” gibi bir dizi anlaşma maddeleri var. Herkes anımsayacaktır, çok kısa bir süre önce, Trump Amerikan Başkanı seçildikten sonra -ilk uygulamalarından biri- çelik ithalatıyla ilgili olarak yeni vergi düzenlemeleri getireceğini açıklamıştı. Bunu ne için söylemişti? Kendi ülkesinin ekonomisini korumak için, Amerika’da üretilen çeliğin ham madde olarak kullanılması için ve istihdama katkı sunacağını düşündüğü için böyle bir açıklama yapmıştı. Üstelik, bahsettiğimiz ülke kapitalizmin kalbi olan Amerika.

Dış ticarette korumacı ekonomi politikaları yakın süreçte tartışılan bir başlık hâline geldi. Pek çok ülke artık dış ticarette korumacı politikaları hayata geçirmeye çalışıyor. Peki biz ne yapıyoruz? Biz, tam tersi uygulamalar peşindeyiz, bir dizi değişiklik yapıyoruz. 2 Aralık 2017 olmalı, Resmî Gazete’de yayınlanan, ithalat rejimine ek bir protokolle pek çok üründe vergi oranını sıfıra indirmiştik, şimdi Sırbistan’la imzalanan bu anlaşmanın eki olan protokollerle yine pek çok üründe ithalatta vergi sıfıra indiriliyor.

Bakınız, ben size birkaç örnek vereyim. Türkiye'nin 126 ülkeden 133 ayrı kalemde gıda ithal ettiği söyleniyor, 133 ayrı kalemde. 2002’de 9 milyon 300 bin hektar olan buğday ekim alanları 7 milyon 500 bin hektara geriledi yani neredeyse 2 milyon hektar ve şimdi Türkiye buğday ithal ediyor durumda. 2002-2018 yılları arasında izlenen yanlış fiyat politikaları nedeniyle 1 milyon hektar arazide artık arpa ekimi yapılamıyor, dışarıdan yem ithal eder durumdayız. Son on beş yılda baklagillerde, nohutta, kırmızı mercimekte, yeşil mercimekte üretimde yüzde 30’dan daha fazla azalma var, düşüş var. Türkiye artık baklagilleri, nohudu ve kırmızı mercimeği ithal eder duruma geldi. 2002’de 7 milyon 200 bin hektar alanda pamuk üretiliyorken bugün bu üretim 5 milyon dekarın altına düşmüş durumda. 2002’de tütün sektöründe üretici sayısı 405 bindi, bugün tütün üreticisi sayısı 56 binlere düşmüş durumda.

Peki, Hükûmet ne diyor? “Et fiyatları çok yüksek, biz vatandaşa daha ucuz et sunabilmek için et ithal ediyoruz, tarımsal ürünlerde de aynı politikayı sürdürüyoruz.” diyor. Asıl sorun şu: Gerek tarımda gerek hayvancılıkta ana girdilerdeki fiyat çok yüksek; mazot fiyatı çok yüksek, elektrik fiyatı çok yüksek, gübre fiyatı çok yüksek, tohum fiyatı çok yüksek. Aslında biz et aldığımızda ete değil, elektriğe, mazota, gübreye, tohuma, ilaca para veriyoruz. Mesele, burada, doğru bir tarımsal ve hayvansal ekonomi açısından doğru politikalar üretmekte. Yoksa bu sorunu çözemezsek tarımsal ve hayvansal ürünlerde çok daha fazla dışa bağımlı duruma geleceğiz. Bu nedenle bu uluslararası sözleşmenin Türkiye ekonomisine bir katkı sunacağı kanısında değiliz. Sözleşmenin aleyhine oy kullanacağız.

Şimdi, konuşmamın başında söyledim, gerçekten, her sabah uyanıyoruz, bir dizi yeni antidemokratik uygulamayla karşı karşıyayız. Dün sabah 2 Parti Meclisi üyemiz Antalya’da gözaltına alındı. Haklarındaki suçlama, Antalya ve civarında sarı yelekliler eyleminin benzerini örgütlemek yani Parti Meclisi üyelerimiz Antalya’ya sarı yelekliler eylemini örgütlemeye gitmişler. Bugün, bu sabah, 1’i Parti Meclisi üyemiz, 20’ye yakın üye ve yöneticimiz Ankara’da gözaltına alındı. Bunların içerisinde 2 karı koca çift var; çocuklar bırakıldı, eşler gözaltına alındı; bu sabah oldu, Ankara’da oldu. Yani siyasi faaliyet yürütmemizin engellenmesi için her gün, her sabah ülkenin bir yerinde İçişleri Bakanlığının emriyle bir dizi yöneticimizi gözaltına alıyorsunuz ve siyasi faaliyetleri yürütmemizi engelliyorsunuz.

Bir başka şey daha yapılıyor. Bakın, Yüksek Seçim Kurulu çok kötü bir karar aldı, dedi ki: “Cezaevlerinde tutuklu olanlar ve taksirli suçlardan hükümlü olanlar adres kayıtları neredeyse orada oy kullanabilecekler.” Bu ne demek? Siz Diyarbakır’dasınız, gözaltına alındınız, hakkınızda bir suç isnadı var, Adalet Bakanlığı karar verdi, sizi Silivri Cezaevine gönderdi veya siz Balıkesir’desiniz, gözaltına alındınız, tutuklandınız, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü sizi Balıkesir’den aldı, Ankara’daki bir cezaevine gönderdi; Yüksek Seçim Kurulu diyor ki: “Adresinin kayıtlı olduğu yer neresiyse orada oy kullanabilir.” Bakın, kimin nerede, hangi cezaevinde kalacağına Adalet Bakanlığı karar veriyor fakat Yüksek Seçim Kurulu diyor ki: “Bu beni ilgilendirmez, senin adresinin kayıtlı olduğu yer neresiyse gidip orada oy kullanabilirsin.” Bu ne demek? On binlerce kişinin 31 Mart tarihindeki seçimlerde oy kullanamaması demek. Üstelik bu konuda herhangi bir yasa değişikliği yapmadı Türkiye Büyük Millet Meclisi. 2005 yılında, 2009 yılında ve 2014 yılındaki mahallî idare seçimlerinde tutuklular ve taksirli suçlardan hükümlü olanlar bulundukları cezaevinde oy kullanabilmişti. Biz diyoruz ki: Bu, doğrudan HDP’yi hedef almış bir karardır. Neden? Çünkü cezaevlerinde 1’inci parti olmuştu HDP. Kadrolarının büyük bir bölümü cezaevinde; yargılanıyorlar, tutuklular, oy kullanma hakları vardı ve bu kararla oy kullanma hakları ellerinden alındı.

Yalnız bunu yapmıyor Yüksek Seçim Kurulu. Hükûmetiniz de boş durmuyor. Bakın, binlerce seçmen taşındı, binlerce seçmen. Bir ilçenin seçim sonuçlarına etki edecekse yakın köylerde, AKP’ye daha fazla oy çıkmış yakın köylerde plebisit yapılarak ilçe merkezlerine bağlanıyor. Neden? Seçimin kaderini değiştirmek için hileli yollara başvuruluyor.

Başka neler yapılıyor? Bakın, biz, askerlerin, polislerin, oy kullanma hakkı olan insanların oy kullanma hakkını savunduk. Ben, Yüksek Seçim Kurulunda partimin temsilcisi olarak görev yaptığım dönemde, yurt dışında görevli askerlerin yurt dışı seçmeni olarak kaydedilmesine karşı çıkmadık biz “Onların oy kullanma hakkı var.” dedik. Peki, Hükûmetiniz ne yapıyor? Kent merkezlerinde, ilçe merkezlerinde görevli olmayan askerlerin, polislerin -oy kullanma hakkı olan subaylardan ve güvenlik görevlilerinden bahsediyorum- tamamını ilçe ve kent merkezlerine getirdiniz. Neden? Oy kullanabilsinler diye, yerel seçimlerde sonuçlara etki etsinler diye. Biz “Onların oy kullanma hakkı yok.” demiyoruz fakat bir yandan, tutukluların oy kullanma haklarını elinden alırken, diğer yandan, bulundukları yerde oy kullanma hakkı olmayan kişileri kent ve ilçe merkezlerine taşıyarak onlara oy kullandırmak açıkça hiledir. Seçimlere bu şekilde hile karıştırıyorsunuz.

Bir başka şey de şu: Şimdi, bir öğrenci düşünün; Balıkesir’de öğrenci, Aydın’da öğrenci, Samsun’da öğrenci; Hakkâri nüfusuna kayıtlı, gidip adresini ailesinin yanına almak istiyor. Nüfus müdürlüğüne gidiyor, nüfus müdürlüğü diyor ki: “İçişleri Bakanlığı emri var, kaydınızı alamayız.” Bakın, bu kararı söyleyen kişilerle konuştum bizzat. İçişleri Bakanlığı gizli emir vermiş nüfus müdürlüklerine “Kayıtları alınmasın.” diye. Bunu yapan İçişleri Bakanlığı ve Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü bunun karşısında ne yapıyor biliyor musunuz? Binlerce seçmeni köylerden il ve ilçe merkezlerine haberi olmadan taşıyor. Birileri ellerinde TC kimlik numaraları ve adres bilgileriyle… Şırnak’ta, Hakkâri’de, Siirt’te, Diyarbakır’da il ve ilçe merkezlerine seçmen taşıyorsunuz seçim sonuçlarına etki edemeyeceğiniz için. Kayyumlar atayarak bu belediyeleri elimizden alabildiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tiryaki, bir dakika vereyim, toparlayalım.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) – Son sözlerimi söyleyeceğim.

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) – Kayyumlar eliyle ancak belediyeleri elimizden alabildiniz. Şimdi de seçimleri kaybedeceğinizi biliyorsunuz, adınız gibi eminsiniz, ancak hileyle kazanacağınızı düşünüyorsunuz, bu yüzden bu yollara tevessül ediyorsunuz. Koskoca bir partidir Adalet ve Kalkınma Partisi. Yüzde 30’un üzerinde, yüzde 40’ın üzerinde oy almış bir parti eğer buna tevessül ediyorsa yazıklar olsun diyorum, başka bir şey demiyorum.

Çok teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Özkan.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Sayın Başkanım, hatip bizim grubumuza hitaben seçimlere hile karıştırdığımız yönünde bir imada bulundu.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – İma değil ya, belli.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) – Ne iması?

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, bir saniye…

Buyurun.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Ben sadece kayıtlara geçmesi için söylüyorum…

KEMAL PEKÖZ (Adana) – Kanıtlar var, kanıtlar.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) – Belgeler var, belgeler.

BAŞKAN – Arkadaşlar, bir saniye…

Buyurun Sayın Özkan.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Kayıtlara geçmesi için söylüyorum: Her şeyden önce, sayın hatibin Türkiye kamuoyuna dönük, seçmenleri ikna etmeye dönük çabası Türkiye’deki seçimlerin hür, serbest, demokratik şekilde yapıldığının apaçık göstergesidir.

KEMAL PEKÖZ (Adana) – Ya, ya, ya, ne demezsin!

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Çünkü hatibin, Türkiye’de seçmenler ikna edildiği takdirde seçmen iradesinin sandığa tam yansıdığını ifade ederek âdeta bir seçim propagandasına dönüşen konuşmasını izledik.

Diğer taraftan, daha eskiden, öteden beri Türkiye’de seçimler Yüksek Seçim Kurulunun denetim ve gözetiminde yapılmaktadır. Bunun da ötesinde, uluslararası toplum temsilciler…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – AGİT Sözleşmesi’ne göre kabul etmediler seçim gözlemcilerini bu seçimde, unutma.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – …Batı ülkelerindeki, gelişmiş demokrasilerdeki devletler gözlemciler göndermek suretiyle Türkiye’deki seçimlerin demokratik şekilde yapılıp yapılmadığını takip etmektedir.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bu seçim kabul etmedi Sayın Cumhurbaşkanı, reddetti.

BAŞKAN – Sayın Türkkan, lütfen…

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Bakınız, Avrupa Birliğinden gelen gözlemciler daha 24 Haziran seçimleri sonucunda Türkiye’deki seçimlerin hür -Anayasa’daki gibi- serbest ve demokratik şekilde yapıldığını, yine, kamuoyuna deklare etmişlerdir. Onun için, eğer söyleyecek sözümüz varsa bunu kürsüden bağıra bağıra söylüyoruz. Eğer kamuoyunu ikna ederseniz bu ülkede hür, serbest ve demokratik gerçekleştirilen seçimlerde milletimizin teveccühünü alır, gerekli yerlerde de seçimi kazanırsınız.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) – Siz de kayyum atarsınız.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Türkiye’de bütün tartışmalarınızı, kavgalarımızı, eğer demokratik alandaysa seçimlerle sonuçlandırırız eğer yargısal alanlardaysa da yine yargısal makamların verdiği kararlarla bunu neticelendiririz.

KEMAL PEKÖZ (Adana) – Dolarla ilgili eleştirmenize bir şey söylediniz mi, dolarla ilgili?

CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Bakınız, bu hafta, yine, biraz önce sayın konuşmacılardan bir tanesi ifade etti.

KEMAL PEKÖZ (Adana) – Cezaevleriyle ilgili uygulamayı da anlat.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Siz söylediniz onu, gerek yok.

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, bir saniye lütfen.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Bir tanesi “Türkiye’de bu bir talimat yargısıdır, tek kişinin verdiği karardır.” dedi. Yahu, daha bu hafta, bugün Anayasa Mahkemesi İç Tüzük’le ilgili bir karar verdi.

Yine Eren Erdem’le ilgili bir mahkeme farklı şekilde karar verdi, diğer mahkeme de bir başka şekilde karar verdi.

KEMAL PEKÖZ (Adana) – Allah Allah!

GARO PAYLAN (Diyarbakır) – Sonuçta, Eren Erdem içeride.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi adil yargılama ilkesini nasıl görüyor?

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Özkan.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Eğer bir mahkemenin vermiş olduğu karar bir üst mahkeme tarafından denetlenebiliyorsa işte o adil bir mahkemedir, adil yargıdır. Türkiye’de de ilk derece mahkemenin vermiş olduğu bir tutuklama kararına veya bir tahliye kararına bir üst mahkeme de itirazen, yine tutukluluğun devamı yönünde karar vermiştir; bu da yargının kararıdır. Buna da herkesin saygı duyması lazım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) – Tahliye kararını veren hâkimi ne zaman görevden alacaksınız?

BAŞKAN – İYİ PARTİ Grubu adına…

KEMAL PEKÖZ (Adana) – Cezaevlerindeki tutuklularla ilgili bir şey söylemediniz.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) – Sayın Başkanım, bir şey söyleyeceğim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Tiryaki.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) – Kayıtlara geçmesi açısından…

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Sataşmadım ben.

BAŞKAN – Sayın Tiryaki, siz bir şey söylediniz, Sayın Özkan da bir şeyler söyledi.

Buyurun.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) – Şöyle Sayın Başkanım: Ben itham edici herhangi bir söz söylemedim. Şu anlamda: Benim söylediğim şey, kent isimlerini söyleyerek söyledim yani Yüksek Seçim Kurulunun karar tarihi belli, 28 Aralık 2018 tarihli 1133 sayılı Karar. Bu bir varsayım değil, alınmış bir karardan söz ediyorum. Ben, istiyorlarsa arada Şırnak ilinden polis misafirhanesine kaydedilen 700 kişinin ismini de söyleyebilirim.

Bakın, seçim propagandası olsun diye söylemiyorum, ayrıca itham etmiyorum; gerçekten, Türkiye’de eşit, adil, tarafsız bir seçim olsun istiyoruz. Hepimizin talebi bu, başka bir şey değil fakat buna aykırı uygulamalar var.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Sayın Başkan…

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Biz “Bunların önüne geçilsin.” dedik, söylediğimiz şey bu efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Özkan siz de zaten aynı talepleri yineliyorsunuz.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

31.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, Batman Milletvekili Mehmet Ruştu Tiryaki’nin yerinden sarf ettiği bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Aynı ama sataşmadan, usulde yer almayan hükümler çerçevesinde söz verildi. Burada takdirinize saygı duyuyorum ancak şunun da altını çizelim.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) – Kayıtlara geçirdik.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Bakınız, 31 Mart seçimleri ne seçimleri? Yerel seçimler, mahallî idareler seçimleri. Mahallî idareler seçimlerinde o sandık çevresinde oy kullanmayanlar oradaki vatandaşlara hizmet götürecek kadroları seçemiyorsa o zaman buranın da demokratik olmadığını ifade etmemiz gerekir.

KEMAL PEKÖZ (Adana) – Güvenlik kuvvetleri orada mı yaşıyor?

CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Bakınız, çoğu zaman tanık olmuşuzdur, cezaevlerinin bulunduğu bölgelerde bazen hiç kimsenin, mahallenin dahi tanımadığı muhtarların o bölgede muhtar seçildiği de bir vakıadır, bunun da zaten demokratik olduğu da söylenemez. Yüksek Seçim Kurulunun bu noktadaki kararı ortadadır. Varsa bir itirazı yine yargısal makam olan Yüksek Seçim Kuruluna itirazlarının yönlendirilmesi gerekir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

KEMAL PEKÖZ (Adana) – Hakkâri’de polisler orada mı yaşıyor?

X.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDA BULUNAN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İzmir Milletvekili Binali Yıldırım'ın "Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması"na Ait Protokol I'in Yerini Alan 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol I", Anlaşmanın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sini Değiştiren 17 Ocak 2017 Tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya Eklenen Hizmet Ticareti Hakkında 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol III"ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/1358) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 28) (Devam)

BAŞKAN – 1’inci madde üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına söz isteyen Konya Milletvekilimiz Sayın Fahrettin Yokuş. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Yokuş.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA FAHRETTİN YOKUŞ (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasına Ait Protokol’ün 1’inci maddesiyle ilgili olarak söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, 2010 yılından itibaren canlı hayvan, 2017 yılından itibaren de karkas et ithal etmeye başlamıştır yani bu iktidardan önce ülkemizde et de vardı, süt de vardı, her şey vardı. Buzağı desteklemeleri şu anda ödenmiyor, besi desteklemeleri ödenmiyor. Konya’da 7 bin hayvan şu anda kesim bekliyor, Türkiye'de bunun sayısı 150 bin civarında. Düşünebiliyor musunuz, hayvan üreticileri diyorlar ki: “Elimizde dana yetişmiş, bizim bu danayı kestirmemiz lazım, kış geldi, elimizden çıkarmamız lazım.” Ama Hükûmetimiz, daha doğrusu Tarım Bakanımız diyor ki: “İyi de depolarımız et dolu, ne yapacağız bunları kesip de?” Ama aynı Hükûmetimiz, aynı Tarım Bakanlığımız ne hikmetse Sırbistan’dan 5 bin ton daha et ithal etmeye kalkışıyor, ülkemizde şu anda 150 bin civarında hayvan kesimi beklerken. Kesilmezse ne olur? Bu çiftçilerin icrayla, tarım krediyle, tüccarlarla başı belaya girecek. Onun için, Allah aşkına, siz kimden yanasınız? Kimleri zengin etmek için 5 bin ton daha Sırbistan’dan et ithal ediyorsunuz?

Son yirmi beş yılda, kişi başına düşen büyükbaş hayvan sayısı ülkemizde yüzde 25 oranında azalmış. Ülkemiz, on altı yıldır uygulanan yanlış tarım ve hayvancılık politikaları yüzünden kendi kendine yeten bir ülke olma konumundan çıkmış, hayvanı ve samanı bile ithal eden bir pozisyona düşmüştür. Yerli üreticilerimizin yaşadığı bu zorluğun yanında, ithal olarak piyasaya sunulan hayvan ve etler haksız bir rekabete sebep olmaktadır.

Ülkemizde, adını son yıllarda sıklıkla duyduğumuz bir şarbon hastalığı var. Şarbon hastalığı, kırmızı et üreten besicilerimizi ve vatandaşlarımızı oldukça tedirgin ediyor. Şarbon, bilinenin aksine sadece yurt dışından ithal edilen hayvanlarda değil, aynı zamanda ülkemizde sıklıkla rastlanan bir hastalık türüdür. Şarbon, hayvandan insana bulaşan önemli bir hastalık türüdür. Hayvancılıkla uğraşan besicilerimizin birçoğu, şarbon hastalığı tazminat kapsamı dışında tutulduğu için, hayvanlarda görülen şarbon hastalığını saklamaktadır. Uzun yıllar besledikleri hayvanların hastalık tespitinden sonra imha edilmesi, hayvancılıkla uğraşanları ciddi anlamda maddi zararlara uğratmaktadır. Geçtiğimiz aylarda şarbon hastalığının tazminatlı hastalıklar kapsamına alınması için kanun teklifi verdik, inşallah bu Meclisten geçer.

Değerli milletvekilleri, yerli kırmızı et üretiminde şarbon hastalığı çıkan hayvanların kaçak kesimini engellemek, insan ve hayvan sağlığını tehdit altından kurtarmak amacıyla, şarbonun tazminatlı hastalıklar kapsamında kanunlaşması gerekmektedir. Sağlıklı hayvan gıdaya, sağlıklı gıda da insanlara ulaşabildikçe sağlıklı toplum oluşacaktır. İnsan hayatı, aynı zamanda, hayvan sağlığının ikincil mevzuatıyla değiştirilemeyecek kadar değerlidir. Kanunlar, insan sağlığını ve hayvan sağlığını korumalıdır. Hastalıklarla mücadele kapsamında, halk sağlığı ve gıda güvenliği açısından, Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde yürütülen çalışmalar yetersiz kalmaktadır. Güvenli gıdayı halka ulaştırabilmek ve halk sağlığını korumak, yerli kırmızı et üreticilerimizin zararlarının karşılanması adına, ölümcül bir hastalık olan şarbonun yanı sıra yönetmelikle düzenlenmiş olan diğer tazminatlı hastalıkların da kanunlaştırılması gerekmektedir. Şarbon, ruam, sığır tüberkülozu, sığır brusellozu, koyun ve keçi brusellozu, sığır vebası, Afrika at vebası, kuş gribi, kuduz, sığırların nodüler ekzantemi, şap ve sığırların süngerimsi beyin hastalıkları da tazminatlı hastalıklar kapsamında yönetmelikle değil, kanunlaşarak hayata geçirilmesi lazım.

Değerli milletvekilleri, süt üretenleri burada tekrar hatırlatmak istiyorum. Hâlen süt fiyatlarının çok düşük olması hayvancılığı olumsuz olarak etkilemektedir. Yine, süt ürünlerinin alımıyla ilgili zamanında ücretlerinin ödenmemesi, fiyatlarının düşük olması hayvancılığımıza önemli şekilde ket vurmaktadır.

Şimdi, konuşmamın bu bölümünde, Sırbistan’dan ithal ettiğimiz, edeceğimiz bazı ürünleri söylemek istiyorum. Tabii, hepsini buraya sığdıramadım ama üzülerek ifade etmeliyim ki ülkemizde bütün bu ürünler üretiliyor, bol miktarda da var. Allah aşkına, ekonomik krizimiz var dedik, döviz sıkıntımız var dedik, dış ticarette özellikle ithalatımızı daraltmamız lazım dedik. Yani lüks tüketim maddeleri dâhil, elimizde olan gıda maddelerini de -varsa- dışarıdan ithal etmeyelim dedik. Dövize en çok ihtiyaç duyduğumuz ayları, yılları yaşıyoruz ama bu keyfekeder anlaşmayı niye yapıyoruz?

Bakınız, büyükbaş hayvanları söyledik. Orman ağaçları, patates tohumu, domates, pırasa, lahana, havuç, bezelye, fasulye, çilek, vişne, erik, buğday, mısır, soya fasulyesi, ayçiçeği tohumu, kuş yemi, şeker pancarı tohumu, fiğ, yem bitkileri, margarin, makarna, ekmek, pasta, kek, bisküvi, meyve suyu, çorba, et suyu, taze üzüm şarabı, kedi köpek maması; şimdi, bütün bunları dövizle ithal edeceğiz, çok ihtiyacımız varmış ki ithal edeceğiz. Niye acaba? Hani döviz sıkıntımız vardı ya! “Efendim, Meclis Başkanımız oraya gitti, ticari bir anlaşma yaptı; karşılıklı alıp veriyoruz, hem domates satıyoruz hem domates alıyoruz.” Yahu, bunları duyan Türk çiftçisi, bunları duyan hayvancılık yapan insanlarımız size sormayacaklar mı “Ne yapmaya çalışıyorsunuz?” diye? Siz zaten tarımcılığı, hayvancılığı hallettiniz çok şükür, memleketi yedi düvele muhtaç ettiniz gıda ürünlerinde.

Şimdi sizlere hiç olmazsa bir iki tavsiyem olsun, belki yaparsınız, yapacağınız da çok mümkün değil ya; her şeyi en iyi bilenler sizsiniz, ülkeyi çok da iyi yönettiğinizden her gün burada bahsedersiniz. Hatta her seferinde “Millet bize bu desteği verir bakın, siz ne derseniz deyin.” deyin ama biz yine de diyelim.

Tarımla uğraşan vatandaşlarımızın minimum seviyede hayvancılıkla da uğraşması teşvik edilmelidir.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın sürekli eğitimle bilinçlendirilmesi gerekmektedir.

Tarımda olduğu gibi hayvancılıkta da son teknoloji kullanılarak Türkiye’de tüm hayvanlar anlık kontrol edilebilmelidir.

Gezici ekipler kurularak her türlü kontrol ve geliştirme sağlanmalıdır.

Hayvancılık sektörüne girmek isteyenlerin on yıllık üretim tesislerinin planlaması yapılmalıdır.

Hem et hem süt hayvancılığı için özel ırklar geliştirilmelidir.

Ziraat fakültelerinde branşlaşmış hayvancılıkla ilgili bölümler oluşturularak bulunduğu bölgede yetiştirilen öğrenciler devlet desteğiyle sektöre kazandırılmalıdır.

Devlet, tarımda olduğu gibi çiftçinin süt ve süt ürünlerinin pazarlanmasında da her türlü garantiyi vermelidir.

Her hayvan yetiştiricisine küspe, saman, yonca yetiştirme garantisi verilerek bu tip ürünlerin ithalatı durdurulmalıdır.

Otlaklar korunarak genişletilip yem bitkileri ekimi yaygınlaştırılmalıdır.

Geleneksel hayvancılıktan modern hayvancılığa geçilerek hayvansal üretim artırılmalıdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yokuş.

1’inci madde üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekilimiz Sayın Yunus Emre. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Emre.

CHP GRUBU ADINA YUNUS EMRE (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, 1’inci Protokol’ün 2’nci ekinde Sırbistan’dan ülkemize ithal edilecek ürünlerin listesi ve ithalat koşulları yer alıyor. İthal edilecek ürünler listesinde ülkemizde yetiştirilen birçok tarım ürünü bulunuyor. Ancak -bugün benim üzerinde durmak istediğim, önemli gördüğüm bir konu- bu ürünlere ek olarak Sırbistan’dan 5 bin ton büyükbaş hayvan etinin ithal edileceği yer alıyor. Ayrıca, bu ithalatın uygun bir gümrük vergisi indirimiyle yapılacağı ve Sırbistan’a yüzde 100 oranında en ziyade müsaadeye mazhar ülke indirimi, yeni deyimle en çok gözetilen ülke indirimi yapılacağı belirtiliyor. Şimdi, bunun üzerinde bir durmak istiyorum müsaade ederseniz. Şimdi, “en çok gözetilen ülke” tabii, bir devletler arası özel hukuk deyimi, bir ülkenin bir ülkeyi kayırdığı anlamına gelmez ancak çağrıştırdığı da bir şey var yani Türkiye'nin gözünde Sırbistan’ın en çok gözetilecek, en iyi gözetilecek, en çok kayrılacak ülke konumunda bulunması gibi bir çağrışımı var.

Şimdi, Sırbistan nasıl bir ülke? Sırbistan-Türkiye ilişkileri bakımından birtakım önemli temaları gündeminize sunmak istiyorum. Şöyle başlayacağım: 25 Mayıs 2017 tarihinde bir AK PARTİ İstanbul Milletvekili ve dönemin Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı -burada da olabilir sanıyorum- Sayın Mustafa Yeneroğlu’nun bir açıklaması var Sırbistan’la ilgili -tekrar tarihi söylüyorum 25 Mayıs tarihinde- açıklama kısa bir metin, okuyacağım, deniliyor ki: “Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ın Zemun Polje ilçesinde bu sabah Müslümanlar açısından hem kaygı verici hem de umut verici gelişmeler yaşandı. Müslüman nüfusun yaşadığı bölgede üç yıldır inşası süren cami, resmî izinlere ilişkin bazı eksiklikler olduğu öne sürülerek yerel makamlarca yıkılmak istendi. Durumu haber alan Müslümanlar ise bölgeye giderek karara barışçıl bir şekilde karşı durdu. Kalabalık, inşaatın etrafını çevreleyerek yıkımı engelledi.” Devam ediliyor: “Unutulmamalıdır ki Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde camiler sadece bir ibadet yeri değildir, böyle coğrafyalarda camiler Müslüman halkın dinî ihtiyaçları kadar sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını da giderir. Yani yetkililerin yıkmak istedikleri sadece bir dört duvar değildir, bir ibadethane, bir dertleşme mekânıdır. Bu nedenle yetkilileri gereken hassasiyeti duymaya davet ederken haklarını barışçıl şekilde arayan kardeşlerimizi tebrik ediyorum.” diyor. Bu tebrikten bir gün sonra, 26 Mayıs tarihinde cami yıkılıyor sevgili arkadaşlar. Bakın, resimlerini de getirdim; burada yıkılan camiyi görebilirsiniz, burada da yıkılan caminin dışında namaza durmuş Sırbistan Müslümanlarını görebilirsiniz. Yine, aynı camiden başka bir resim, kadınların namaza durduğu bir resim. Yine, burada caminin yıkık görüntüsünü izleyebilirsiniz.

Şimdi, ben buradan, tabii, bir istismar peşinde falan değilim; sadece, politikanın çok temel bir unsuru olan tutarlılık konusunu anlatmak istiyorum. Yani bir yıl önce çok temel bir insan hakları sorunu bakımından suçlamış olduğunuz bir ülkeyle kabaca bir yıl sonra böyle bir anlaşmayı Meclisin gündemine getirdiğiniz zaman buna da tabii bir yanıt sunmak durumunda olursunuz. Yani topluma, Sırpları “cami yıkan insanlar” olarak şikâyet ederken, bir taraftan onlarla ticareti derinleştirmek politikasını gündeme getirdiğiniz zaman bu eleştirinin tabii hedefi oluyorsunuz.

Diğer taraftan, yine şunu da hatırlatmam gerekli: Bakın, çok temel bir konu, Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanının Srebrenitsa soykırım kararı. Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, mahkeme, Sırbistan’ı soykırımdan mahkûm etmedi, ancak “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi’ne göre soykırımı önleme yükümlülüğünü ihlal etmiştir.” hükmüne bağladı ve mahkûm etti.

Şimdi, bunları anlatıyorum. Tabii, biz tarihe saplanmak, tarihsel olaylardan husumet çıkarmak yanlısı değiliz. Ancak, muhataplarınızı yönlendirebilmek, onların davranışlarını temel insan haklarına, demokratik ilkelere doğru yönlendirebilmek için elinizdeki araçlardan biri de tabii, doğal olarak, ticaret politikasıdır ve ne yazık ki bu karşılaştığımız örnekte Türk Hükûmeti tarafından ticaret politikasının böyle kullanılamadığını gözlemliyoruz.

Yine bu kapsamda şunu hatırlatmak istiyorum: Ben, efendim, elimize silahları alalım, savaşalım demiyorum değerli arkadaşlar, ticareti de bir politika aracı olarak kullanalım diyorum.

Şimdi, bu kapsamda bir konuyu da tabii hatırlatmam gerekli, hayvancılık üzerinde duracağımı söylemiştim. Ülkemizde tabii, sevindirici bir gelişme, son yıllarda gerçekten çevre duyarlılığı büyük bir gelişim gösteriyor. Yükselen çevre duyarlılığının, bunun önemli bir boyutu da insanların, yurttaşlarımızın güvenli gıdaya erişmek istemesi, çocuklarını, ailelerini güvenli gıdayla beslemek istemesi. Ancak hatırlatmak gerekiyor ki bugünlerde, vatandaşlarımızın, özellikle emeklilerimizin, dar gelirlilerimizin kırmızı ete ulaşamadığı bir dönemde yaşıyoruz. Tabii, yüksek et fiyatlarından şikâyet ediliyor. Hayvancılık yapan üreticilerimiz de maliyetlerden dert yanıyor. Hükûmetin ucuz et yedirme, yurttaşlarımızı ucuz ete eriştirebilme bakımından ne yazık ki yegâne politikası ithal etin önünü açmak oluyor sevgili arkadaşlar. 2010’dan beri bu gelişmeyle karşı karşıyayız, 2010’dan beri bakanlar değişiyor ama ne yazık ki bu politika, ithal et politikası değişmiyor.

Hayvancılıkta tamamen ithalata dayalı bir politika uygulanıyor. Tabii, bu sadece bugün konuştuğumuz karkas et konusuyla ilgili değil, besilik ve damızlık hayvan materyali de ithal ediliyor. Yabancı gemilerle Türkiye’ye taşınıyor, taşınırken birçok hayvan hastalığı da aynı kapsamda ithal ediliyor. İthal edilen hayvanları beslemek için yem ham maddesi ithal ediliyor, saman ithal ediliyor, hayvanlar ithal yemle besleniyor. “Hayvan bakıcısı” derseniz değerli arkadaşlar, o da ithal ediliyor yani Afganistan’dan, Suriye’den bakıcılar da ithal ediliyor. Bu kadar ithalat yetmiyor, işte, bugün konuştuğumuz hadise, karkas et de ithal ediliyor, lop et ithal ediliyor, koyun, kuzu, keçi ithal ediliyor. Sevgili arkadaşlar, ithalatın büyük bölümünü de devlet yapıyor. Hemen hepsi, ya sıfır gümrükle ya da çok düşük vergi oranlarıyla yapılıyor. Son olarak tabii, yem ham maddelerinin ithalatında da gümrük vergileri düşürülmüştü, onu da hatırlatmak istiyorum.

Arkadaşlar, değerli milletvekilleri; ülkemizin sadece ithal canlı hayvanlar ile karkas ve kemiksiz ete son sekiz yılda ödediği para 7 milyar 900 milyon lira. Bunu, KİT Komisyonunda Et ve Süt Kurumunun hesaplarının görüşüldüğü toplantıda Et ve Süt Kurumunun bürokratları açıklıyorlar. Tabii, Türkiye'nin bu durumdan çıkması lazım ancak bu durumdan çıkılabilmesi, Türkiye’de kırmızı ete yurttaşlarımızın daha kolay erişebilmesi bu ithalat politikalarıyla mümkün değil sevgili arkadaşlarım. Bunun yolu, gerçekten, Türkiye’de kooperatifçiliğin, küçük üreticiliğin özendirildiği, çok desteklendiği -biliyorsunuz, Batılı modellerin de temeli bu yaklaşım tarzıdır- bir politika gerekliliği.

Bakın, 21 Kasım tarihli Dünya gazetesinde bir haber var, dikkatinizi çekmek istiyorum, deniliyor ki: “Et ve Süt Kurumu ve özel kesimhaneler hayvanını kestirmek isteyen çiftçilere iki ay sonrasına, üç ay sonrasına gün veriyor.” Deniliyor ki haberde: “Talep yok, o yüzden hayvanlar kesilmiyor.” Yani bu haberin yapıldığı sırada müracaat edenlere kesim için Şubat 2019 tarihine randevular veriliyor. Yani Türkiye’de böyle bir manzara varken niçin bu ithal et konusu bizim gündemimize geliyor? Bu soruları sormak istiyorum.

Son olarak da biliyorsunuz, ithal etin satışında üç market zinciri hep gündeme geliyordu ve doğal olarak işin temeli, yerli üreticiliğin, yerli hayvancılığın bittiği, bu alanda çalışan firmalarımızın iflas ettiği, konkordato ilan ettiği bir dönem oluyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YUNUS EMRE (Devamla) – Sayın Başkan, toparlıyorum.

BAŞKAN – Bir dakikada toparlayalım Sayın Emre.

Buyurun.

YUNUS EMRE (Devamla) – Ben bu protokole, az önce açıkladığım gerekçelerle karşı olduğumuzu tekrar belirtiyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, 1’inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- 2/3/2010 tarihli ve 5954 sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun 1 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(2) Birinci fıkrada belirtilen Anlaşmanın ekleri ve protokollerine ilişkin değişiklikleri onaylamaya Cumhurbaşkanı yetkilidir.”

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde söz isteyen, İYİ PARTİ Grubu adına Ankara Milletvekilimiz Sayın İbrahim Halil Oral.

Buyurun Sayın Oral. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Oral.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İBRAHİM HALİL ORAL (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sırbistan’la yapılmış olan ticaret anlaşmasının onaylanması hakkındaki kanun teklifinin 2’nci maddesi üzerine İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Öncelikle, geçtiğimiz hafta Çankaya Üniversitesinde bir öğrencisi tarafından saldırıya uğrayan, hayatını kaybeden kızımız Araştırma Görevlisi Ceren Damar’a Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Bu vesileyle üniversitelerde yaşanan terör olaylarında can veren Ankara İlahiyat öğrencisi Ruhi Kılıçkıran’dan başlayarak Ege Tarih öğrencisi Fırat Çakıroğlu’na kadar bütün şehitlerimizi rahmet ve duayla anıyorum.

Şehit kardeşimiz Fırat Çakıroğlu’nun hatırasına sosyal medya üzerinden hakaret eden, bu üniversite öğrencisi evladımızı kanlı bir lider olan Hitler’le eş tutan, Ülkücülere hakaretler yağdıran ve bunu da Ceren Damar kardeşimizin ölümünü bahane ederek meşrulaştıran bir sözde akademisyen var. Bu şahsı şiddetle kınıyorum. Bu şahsın beyanlarına da -sanki mağdur bir kişiymiş gibi- gazetelerinde, haber sitelerinde yer veren medya mensuplarını da kınıyorum. Ölüme ve ölüye saygı duymayan hastalıklı zihniyetler inşallah yok olacak ve yok olmaya mahkûmdur.

Kıymetli milletvekilleri, güçlü devletler ithalat-ihracat dengesini iyi kurarak ve kendi ülkelerinde üretimi artırarak ihracatı çoğaltır ki milletlerinin refahı artsın. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre cumhuriyet tarihinin en büyük dış ticaret açıkları AK PARTİ iktidarları döneminde verilmiştir. 1923’te savaştan çıkmış bir Türkiye’nin o zor şartlarda dahi ihracatı ithalatını yüzde 80 civarında karşılar durumdaydı. Bu savaşı da üç dört yıllık bir Kurtuluş Savaşı’ndan ibaret değerlendirmememiz gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin tarihî ve bürokratik mirası üzerine kurulmuştur. Osmanlı’nın son iki yüz yıllık tarihindeki savaş ve ekonomik sorunlarını bir gözden geçirmemiz gerektiği kanaatindeyim. 1930’larda bu devlet ihracat fazlası vermeye başlamıştı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında ekonomide yaşanan küçülmeye ve zorluklara rağmen hâlâ ihracat fazlamız vardı.

Değerli milletvekilleri, büyük ekonomik krizlerin yaşandığı 2000’li yılların başında AK PARTİ iktidara geldi. 2001 yılında ithalat-ihracat dengesi yüzde 75’ler civarındaydı, 2002’de bu yüzde 70’e düştü ve TÜİK verilerine bakınız, iktidarınız boyunca, 2009 ve 2016 yılları hariç, bir kere dahi bu ticaret dengesi yüzde 70’leri bulmadı, yüzde 50’ler ve yüzde 60’lar civarında kaldı hep. Cumhuriyet tarihinin en büyük dış ticaret açıkları ve cari açıkları AK PARTİ hükûmetleri döneminde verildi. Bu veriler ortadayken geçtiğimiz günlerde yandaş bir gazetede okuduğum ifadeleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakın, ifadeleri aynen okuyorum: “1923 ve 1950 tarihleri arasındaki yirmi yedi yıllık dönemde her yıl ortalama 125 milyon dolar ihracat gerçekleşti. Yapılan hesaplamaya göre Türkiye, yirmi yedi yılda yapılan toplam 3,4 milyar dolarlık ihracatı bugün artık bir haftada yapabiliyor.” Pes doğrusu! Burada akılları sıra Cumhuriyet Halk Partisine muhalefet etmek isteyen bu yandaş basın mensupları, Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış, binlerce şehit vermiş ve yokluklar içerisinden ülkeyi kalkındırma hamlesi yapmış olan Türkiye’yi, büyük Atatürk’ü ve kurucu liderlerini hedef almaktadırlar. Ayıptır, yazıktır ve günahtır. Biz bu cumhuriyeti nice yokluklar içerisinde, hep beraber, birlikte kurduk.

Biraz önce ticaret dengesi verilerinden yüzde olarak bahsetmiştim. İhracatın ithalatı karşılama oranlarını kısaca anlattım. 1930’larda Türkiye ihracat fazlası vermiştir arkadaşlar. Yalan yanlış ve yönlendirici bilgiler veren bu basın organlarına karşı tedbir alınması ve yaptırım uygulanması şarttır. FOX TV’ye ve Halk TV’ye haksız verilen cezalar, ne hikmetse bu yandaş basına hiçbir zaman, hiçbir gün, hiçbir yanlış programda uğramıyor.

Değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımız geçtiğimiz günlerde, bir konuşmasında dedi ki: “2018 yılında cumhuriyet tarihinin ihracat rekorunu kırdık.” Sayın Cumhurbaşkanımız bence ithalat rekorlarını da açıklamalıdır. 2018’in kesin verileri henüz ortada yoktur. Veriler açıklansın, kalem kalem ne ihraç etmişiz, kaçı yüzde 100 yerli üretimdir, bunlar ortaya çıkmalıdır ve çıkarılmalıdır. İhracat yapılır ama karşılığında ithalatınız dağları aşmışsa memleketimiz yine kaybetmiştir.

Değerli milletvekilleri, konuştuğumuz anlaşmayla, mazlum milletlerin hamisi görüntüsüyle, yakın tarihte Bosna’daki Müslüman kanını akıtan ve kendi ifadeleriyle, Kosova’nın intikamını alan Sırbistan’a en çok gözetilen millet statüsüyle vergi indirimi yapılmaktadır. Antlaşma gereği yüzde 100 vergi indirimli ithal edilecek ürünlere bir bakalım, biraz önce Grup Başkan Vekilimiz Sayın Lütfü Türkkan Bey de açıkladı: 5 bin ton büyükbaş hayvan, 10 bin ton buğday, 15 bin ton ayçiçek tohumu, 5 bin ton mısır, soya fasulyesi, domates, fındık, patlıcan, kabak ve niceleri.

Değerli milletvekilleri, benim içim acıyor şu kalemleri ithal ettiğimizi görünce. Bizim ülkemiz bir tarım ülkesiydi, bir hayvancılık ülkesiydi, ne hâle geldi; tarımımız, çiftçimiz perişan durumda. Hatırlarsanız Brezilya’dan Kurban Bayramı için ithal edilen büyükbaş hayvanlarda şarbon hastalığı çıkmıştı. İYİ PARTİ Ankara milletvekilleri olarak ben ve Sayın Ayhan Altıntaş Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde bu ithal hayvanların bir kısmının bulunduğu köye gittik, hayvanlar itlaf ediliyor ve kireç kuyularına gömülüyordu, konuyla alakalı soru önergeleri verdik ama bugüne kadar hâlâ cevap alamadık, oradaki köylümüz hâlâ tedirgin. Yarın Sırbistan’dan gelecek hayvanlardan bir hastalık gelmeyeceğinin garantisi bu şartlarda var mı? Brezilya’dan şarbon geldiyse Sırbistan’dan da başka hastalık gelebilir. Demek ki denetimler de doğru düzgün yapılmamaktadır.

Saygıdeğer milletvekilleri, daha bugün Yozgat’tan bir çiftçi kardeşim aradı, inanın ağlayarak anlatıyordu, kendisi şeker pancarı üreticisiymiş: Çorum Şeker Fabrikasıyla anlaşılmış. Çorum Şeker Fabrikası bildiğiniz üzere özelleştirilmiş bir fabrikadır. Fabrikanın yeni yönetimi kantarların bir kısmını kapatmış, avans ücretlerini sözleşmede yer olmasına rağmen vermemiştir. 55 Türk lirası olan ton başına söküm avansını 40 liraya düşürmüşler, pancarlarının çoğu alınmamış, çiftçi bunu CİMER’e şikâyet etmesine rağmen çözüm bulamamıştır. Pancarlar tarlada kalmış, kar altında hızla çürüyor. Aynı durum Ankara’mızın Polatlı ilçesinde de devam ediyor. Fabrika aldığı pancara yüzde 20 fire koyuyor, orada da kar yağışından dolayı pancarlar hızla çürüyor. Çiftçi taban fiyatının çok altında fiyatlarla ürünü satmak zorunda kalıyor.

Arkadaşlar, çiftçimiz elektrik faturasını ödeyemez hâle gelmiştir. Durum bu iken çiftçiye destek vermesi gereken Ziraat Bankası, futbol takımlarımızın borçlarını kapatmak derdine düştü. Takımların borçlarını ödeyeceğinize çiftçinin Ziraat Bankasına ve tarım kredi kooperatiflerine olan borçlarını affedin, ipotekten satılan tarlaları geri verin, geri verin ki Sırbistan’dan buğday, mısır ithal etmek zorunda kalmayalım. İYİ PARTİ Grubu olarak bu sözleşmenin onaylanmasına karşıyız.

Saygıdeğer milletvekilleri, son olarak yükseköğretimde yaşanan bir sorunu daha buradan dile getirmek istiyorum. Üniversitelerde görev yapan daire başkanları ve yine üniversitelerde görev yapan ama Maliye Bakanlığından gelen aynı görevdeki personel arasında makam tazminatlarının verilmesi hususunda bir eşitsizlik vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM HALİL ORAL (Devamla) – Sayın Başkanım, bitiriyorum.

BAŞKAN – Bir dakika veriyorum.

Buyurun Sayın Oral.

İBRAHİM HALİL ORAL (Devamla) – Teşekkür ederim.

Maliye Bakanlığı personeli olan bütçe dairesi başkanları üniversitelerdeki strateji geliştirme dairesi başkanlığına atanarak makam tazminatı almaya hak kazanmışlardır ancak aynı makamda olan ve hatta harcama yetkisine sahip olan strateji geliştirme dairesi başkanları bu tazminattan yararlanamamaktadırlar. Bu, üniversite camiası açısından da bir eşitsizliktir. Bu konuyu gündeme getirerek bu personelimizin yaşadığı adaletsizliği, haksızlığı gidermemiz gerekmektedir diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Oral.

İBRAHİM HALİL ORAL (Ankara) – Ben de teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde söz isteyen, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Siirt Milletvekilimiz Sayın Meral Danış Beştaş. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Beştaş.

HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben biraz önce partimiz adına konuşan milletvekili arkadaşımın bıraktığı yerden devam etmek istiyorum. 31 Mart seçimlerine iktidar nasıl hazırlanıyor? Gerçekten ne yapıyor? Kaç gündür seçmen listeleri konusunda yaptığımız açıklamaların birkaç somut verisi elimde mevcut, size göstereceğim. Bu verileri seçmen kütüklerinden, askıya çıkan seçmen listelerinden söylüyorum. Birçok ilden örnek verebilirim ama şu an için Şırnak ve Siirt’ten, vekili olduğum ilden göstermek istiyorum.

Ondan önce, bir kavram üzerine küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum. Diktatörlük konusunda burada çokça tartışma yapıldı -sonra bunu açacağım ama- burayla ilgili. Bir de terminolojide “plebisiter diktatörlük” diye bir kavram var. Şu anda yaşadığımız nedir? “Diktatörlük” dediğimiz şey yasama, yürütme ve yargı organının tek kişinin elinde olduğu ya da bir grubun elinde olduğu bir sistemdir. Doğası gereği diktatörlük demokratik değildir, demokrasi karşıtıdır çünkü çoğulcu değildir. Fakat bazı diktatörlükler demokratik bir rejimmiş gibi gösterme ihtiyacı duyarlar ve bunu iddia ederler, tıpkı şu anda AKP iktidarının yaptığı gibi. Ne yaparlar? Bunu göstermek için düzmece seçimler yaparlar, düzmece halk oylamaları yaparlar, aslında bunun sonucunu kendileri hazırlarlar ve buna tarihsel arka planda, siyasal terminolojide, dünyanın her yerinde “plebisiter diktatörlük” denir. Evet şu anda tam da bunu anlatacağım.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz üzere, seçmenler kimden oluşur? O yerleşim yerinde oturan vatandaşlardan oluşur. “Seçmen kimdir?” sorusunun yanıtı Anayasa’da, yasalarda yaşıyla, oy kullanma ehliyetiyle açıklanır. Ben İstanbul’un bir ilçesinde bir adreste kendimi kaydettirmişsem, ikametgâhım orasıysa tabii ki oranın seçmeniyim. Buna ilişkin kuralları biz koymadık, Anayasa’da, seçim hukukunda bellidir. Peki şu anda ne yapılıyor? Gerçekten çok dehşet bir manzarayla karşı karşıyayız. Biliyorsunuz Türkiye’de seçim sonuçları sürekli tartışmalı oldu. 16 Nisanda, 24 Haziranda, ondan öncesinde hep şöyle konuşulurdu: “Ya, oylar çalınıyor, oylar çalınıyor.” Evet, bu bir heyula gibi değil, bunlar realiteyle, nasıl çalındığı aslında onlarca defa ispatlandı. Şimdi oylar çalınmıyor artık, seçmenler çalınıyor, seçmenler yok ediliyor, liste üzerinde bir ilin seçmenleri siliniyor. Sadece silinmekle kalmıyor, onun yerine, seçmen olmayan, o ille ilgisi olmayan, nereden geldiğini, hangi yöntemle geldiğini bilmediğimiz binlerce isimlik listeler var elimizde ve bunu… Emin olun üç gündür üzerinde çalışıyorum, hâlâ kendi ilimde hukukçu arkadaşlar ve bilgi işlem merkezimiz çalışıyor. Size birkaç örnek, ben Siirt için totalde şunu söyleyeyim, toplam rakam şöyle çıktı: 83 seçmen eksilmesi var. Yani daha önce 91 bin, işte, bu seçimde 83 seçmen eksilmiş. İlk başta bir anormallik yok. Ölüm olmuştur, doğum olmuştur, göç olmuştur, tamam, 83 kişi azalabilir, burada bir sıkıntı görülmedi. Biz bir açtık, listelere baktık ki, eyvah eyvah! Daha önce 24 Haziranda oy kullanan 6.488 seçmen silinmiş, silinmiş bildiğiniz. “Ya, nasıl silinmiş?” dedik, baktık, yüzlerce başvuru aldık. Açıyoruz internetten, linke giriyoruz “Seçmen kaydınız bulunmamaktadır.” diyor. Kendi mahallesinde evine, dairesine bakıyoruz, tanımadığı insanlar, yüzlerce insan kendi adresinde seçmen. 6.488 arkadaşlar, basit bir rakamdan söz etmiyorum, Siirt gibi küçük bir ilde, 91 bin seçmeni var. Sonra bunu ilerlettik, dedik ki… Ya, tabii ki bunların kaydı için uğraşıyoruz ve bunları kaydedeceğiz, Seçim Kurulunda şu anda her gün yüzlerce insan kuyrukta bekliyor. Ben pazar günü İl Nüfus Müdürünü aradım, oradaydım, dedim ki: “Bir görüşmek istiyorum niye kapalı diye.” Çünkü 31 Aralıkta da kapalıydı. Aradık, bize dediler ki: “İçişleri Bakanlığının talimatı var -bu bilgiyi aldık- bugün çalışmıyoruz.” İl Nüfus Müdürü -Meclisten bağlatıyorum arkadaşlar, hafta sonu olduğu için- aynen görevliye şunu demiş: “Ben konuşmak istemiyorum.” Bir memur, ilin milletvekiliyle konuşmak istemedi. Aramamın sebebi de: Ben gidip kendi seçmen kaydımı yapacağım. Elimde ikametgâh kontratım var, kira kontratım çünkü sonradan Siirt’e gittim. Vekil olduğumuz için her yerde kullanabiliyorduk, yerel seçimlerde böyle bir ayrıntı var. Gittim kaydımı yaptım. Sonra yeni bilgilerin peşine düştük.

Size birkaç bilgi vereyim: Bir adreste kaç kişinin kaydedildiği sabit, isterseniz seçmen kütüğünü gösteririm. Kooperatif Mahallesi, Hz. Fakirullah Caddesi, kapı no. 189 -bu bir bina arkadaşlar- daire 2, bir daire; seçmen sayısı 674, bir dairede 674 seçmen kaydedilmiş.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Kalabalık bir aile.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Evet, çok kalabalıkmış gerçekten! Dalga geçmenize gerek yok. Diktatörlük tam da böyle bir şey.

Devam ediyorum: Kooperatif Mahallesi, yine aynı cadde, kapı no. 189, aynı bina, daire no. 3, diğer daireye geçiyoruz; 727, rakam artmış. Diğer dairede nüfus epeyce kalabalıklaşmış, 727 seçmen var.

Aynı binanın 1 numarasına baktık. Seçmen kayıtlarına arkadaşlarla birlikte bakıyoruz bu arada; orada biraz daha insaflı davranmışlar, 462 kişi kaydetmişler.

Şimdi, arkadaşlar, burada bir “sahtecilik” demek olayın vahametini hafifletir; “hırsızlık” demek hafifletir. Buna ne diyelim? Ben Türkçede böyle bir kavram bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum; varsa katkınız, almaya hazırım.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Nitelikli dolandırıcılık.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Diğeri, Eruh Taburunda -bugün il yöneticilerimiz gittiler- 599 kişi kaydedilmiş, bölükte 267 kişi kaydedilmiş.

Öğretmenevi kesin değil, 200 rakamını verdiler; tam sayıyı bitirememişlerdi, konuşmaya geldiğim için son rakamı alamadım ama 200 civarı dediler.

Şimdi, başka bir liste var elimde, size göstereceğim. Çıktısını alamadım, aceleyle çıktım. Bu listede -bunun gibi onlarca liste var- tek bir Siirtli yok arkadaşlar yani Siirt’te ikamet eden kimse yok. Böyle listeler çıkıyor karşımıza. Size doğum yerlerini söyleyeyim, baştan sayıyorum: Sivas, Balıkesir, Kütahya, Ankara, Kocaeli, Sivas, Hatay, Niğde, Tokat, Hatay, böyle devam ediyor, Ağrı’ya kadar çıkıyor. Şimdi biz buna ne diyelim?

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) - O illerden gelip oy mu kullanacak?

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Seçmen kütüğünde kaydedilmiş. İşte, 727 kayıt dediğimiz böyle.

Diğeri arkadaşlar…

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – HDP’yi gösteriyor.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Konuşmamı bitireyim cevap vereceğim. Varsa buna cevaplarınız, bu kürsüden dinlemek istiyorum. Gelin, aksini ispatlayın.

BAŞKAN – Karşılıklı olmasın.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Deyin ki: “Hz. Fakirullah Caddesi’nde 189 no.lu binada 3 no.lu dairede bu kadar seçmen kaydedilmemiştir.” Belgesini getirin, ben de resmî belgesini göstereyim, yalanınızı bütün Türkiye duysun.

MUSTAFA LEVENT KARAHOCAGİL (Amasya) – Ne resmî evrakı?

BAŞKAN – Arkadaşlar dinleyelim lütfen.

Sayın Beştaş, Genel Kurula hitap edin.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Şırnak Uludere arkadaşlar, başka bir örnek veriyorum. Uludere’de 2018 genel seçimlerinde 5.201, 3 Ocak 2019’da çıkan seçmen listesinde sayı 7.168. Küçücük bir ilçede yüzde 40 nüfus artmış.

MUSTAFA LEVENT KARAHOCAGİL (Amasya) - PKK yapmıştır.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Onu HDP’ye sorun.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Ya gerçekten size gülmek istiyorum ya, kahkaha atmak istiyorum. Bu kadar pişkin olamazsınız ya.

BAŞKAN – Sayın Beştaş, siz Genel Kurula hitap edin.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Yani diktatöre hizmet ediyorsunuz da biraz başınızı kumdan çıkarın ya, biraz kumdan çıkarın, çıkarın.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Kandil’e sor bunu, Kandil’e sor, PKK’ya.

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, lütfen hatibi dinleyelim.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Evet, bu seçimde sadece küçücük örneklerini verdiğim bu listelerle AKP 31 Mart yerel seçimlerinde kazanmayı hedefliyor. Diğer yandan da diyorlar ki: “Belediyeleri biz kazanacağız.” Ya, siz kaybetmişsiniz zaten. Siz bugün kaybettiniz, bugün. Bu binlerce sahte seçmeni kaydederek, binlerce seçmeni silerek kaybettiniz çünkü siz halkın iradesine güvenmiyorsunuz, halkın size oy vermeyeceğini biliyorsunuz, halkın sizden bıktığını, bir an önce gitmenizi istediğini gayet iyi biliyorsunuz.

RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Halktan korkuyorsunuz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Ama unutmayın, bunları açığa çıkardığımıza göre biz o oyları o sandıklara atacağız ve o sandıklardan HDP çıkacak, emin olun.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Zaten siz yazdırdınız. Onu HDP’ye sor, Kandil’e sor.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Özkan, sataşmadan dolayı iki dakika söz veriyorum.

Yeni bir sataşmaya da mahal vermeden toparlayalım Sayın Özkan.

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın 28 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, burası yasama organı; Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve aziz milletimizin yasama faaliyetinin yürütüldüğü mekân, makam, milletin iradesinin tecelligâhı, kutsal çatı. Ancak burada yasama faaliyetinden ziyade gerçekten dünyada eşi benzeri görülmemiş anayasa teorileri, dünyada eşi benzeri görülmemiş… Kaynak ne? Kaynak sadece Cem Yılmaz hikâyeleri.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) – Sen hiç duymamış olabilirsin.

CAHİT ÖZKAN (Devamla) – Plebisit diktatörlük... Duymadık, görmedik, böyle bir olay yok.

Bakınız, her şeyden önce; oylar çalınıyor, seçmenler çalınıyor, elinizde listeler var ve bunları âdeta bir fişleme gibi gelip buralarda tek tek tespit etmişsiniz.

TUMA ÇELİK (Mardin) – Var.

CAHİT ÖZKAN (Devamla) - Bakınız, şu an Türkiye’de eşi benzeri görülmemiş bir demokratik süreçten geçiyoruz. (HDP sıralarından gülüşmeler) Bugüne kadar Türkiye’de…

TUMA ÇELİK (Mardin) – Doğru, eşi benzeri görülmemiş!

CAHİT ÖZKAN (Devamla) - Evet, gülüyorlar çünkü vaktiyle biz Anayasa’nın 67’nci maddesini değiştirmek istedik…

BAŞKAN – Karşılıklı olmasın değerli arkadaşlar, karşılıklı olmasın.

CAHİT ÖZKAN (Devamla) - … ve “Parti kapatmaları zorlaşsın.” dedik, siz “hayır” dediniz, biz yaptık. Yargıyı demokratikleştirdik.

TUMA ÇELİK (Mardin) – Hakikaten yargı demokratik!

CAHİT ÖZKAN (Devamla) - Bugün hamdolsun, partiniz ve Türkiye’deki siyasi partiler hür, serbestçe görevlerini yerine getiriyor.

CAVİT ARI (Antalya) – Yargı bırakmadınız, yargıyı bitirdiniz.

CAHİT ÖZKAN (Devamla) - Bakınız, seçmenle, seçimle ilgili tüm süreçleri özetlememiz gerekirse, bu yargının işidir Anayasa’nın 79’uncu maddesi çerçevesinde.

HABİP EKSİK (Iğdır) – OHAL’de seçime gittiniz, OHAL’de.

CAHİT ÖZKAN (Devamla) - Bahsettiğiniz seçmen listelerinin askıya çıkarılması süreci Seçim Kanunu’nun 43’üncü ve 47’nci maddeleri arasında yer alan hükümler çerçevesindedir. Eğer seçmen listeleri, kütükleri askıya çıkmıyorsa, özellikle sizin çıkıp demeniz lazım ki: “Nerede bu seçmen listeleri?” “Niye askıya çıkmıyor?” Türkiye’de 20 milyonun üzerinde konut var, siz Kooperatif Mahallesi Hz. Fakirullah Caddesi Numara 1’deki şu kadar sayılı yanlış kaydedilmiş seçmenden bahsediyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CAHİT ÖZKAN (Devamla) - AK PARTİ olarak bizler de bu listelere itirazlar ediyoruz. Bu da demokrasimizin bir gereğidir, bu da hür ve serbest seçimlerin, demokratik seçimlerin hayat bulmasının olmazsa olmaz unsurudur. İşte, demokratik seçimleri sizin de Yüksek Seçim Kurulundaki temsilciniz olan görevli arkadaşınız takip etsin, varsa bir yanlışlık bu da düzeltilsin ve yargının denetiminde serbest, demokratik seçimleri gerçekleştirelim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz, sağ olun.

KEMAL PEKÖZ (Adana) – Bir tane yanlışlık değil ki, her yerde var, onlarca yanlışlık var.

TUMA ÇELİK (Mardin) – Yanlışlık değil bunlar, özellikle yapılmış.

FATMA KURTULAN (Mersin) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Kurtulan, buyurun.

FATMA KURTULAN (Mersin) – Sayın Başkan, konuşmacımız tespit ettiği daire numarasını bile vererek somut bir Türkiye gerçeğinden, AKP gerçeğinden söz etti, AKP’nin icraatlarından söz etti. Bunu bir fişleme olarak lanse etmek, burada ifade etmek sataşmaya direkt mahal vermektir. Bundan dolayı arkadaşımız...

BAŞKAN – Ben yerinizden bir dakika söz vereyim.

FATMA KURTULAN (Mersin) – Sataşmadan dolayı Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Beştaş, yalnız tartışmayı büyütmeyelim.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Hayır, büyütmeyeceğim.

BAŞKAN – Gelin, buyurun, toparlayın o zaman. İki dakikada toparlayalım ve devam edelim çünkü bir diğer kanunu daha görüşeceğiz.

4.- Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben cevabımı almadım. O yüzden şunu söyleyeyim: Ben somut konuştum. İsterseniz Türkiye’nin geneline dair bir süre alalım kendimize, ben bu araştırmayı derinleştireyim, size burada somut tek tek nerede seçmen çalınmış, nerede kaydedilmiş bunları anlatayım. Benim istediğim cevap bu değil ama sizi suçlamıyorum, siz ne cevap vereceksiniz ki? Bu gerçek çünkü. Gerçeğe karşı ancak işin etrafında dönersiniz. Gelip bana Seçim Kanunu’nun kaçıncı maddesiydi...

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – 43, 43.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – 43’üncü maddesini anlatırsınız.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Biz kaynak söylüyoruz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Seçim Kanunu’nun 43’üncü maddesini biliyorum sayın meslektaşım. Siz de hukukçusunuz, gelin, Seçim Kanunu üzerinde, burada bunun üzerinde münazara yapalım. Bakalım, Seçim Kanunu’nu hangimiz daha iyi biliyoruz. Neden? Çünkü biz o kanuna dayanarak işlem yapıyoruz. Sizin gibi, bütün organlara, kişilere talimat vererek bu işleri yapmıyoruz. Biz emeğimizle, hakkımızla bu işlemlerin takipçisi oluyoruz ama siz oturduğunuz yerden ahkâm kesmeyi biliyorsunuz.

Akademik kaynak mı istiyorsunuz? Şu anda yanımda getirmedim ama arada 10 ayrı ansiklopediden, 10 ayrı sözlükten size akademik kaynak sunayım. Evet, şu anda Türkiye’de plebisiter bir diktatörlük vardır. Bu kabul edilmiyor. Siz “Yargı bağımsız.” diyorsunuz ama daha dün Eren Erdem altı saat içerde tutularak hürriyeti tahdit suçu işlendi, bir yılda dava açmayan savcı bir saatte itiraz etti ve tutuklama kararı verildi. Bize “Yargı bağımsız.” demeyin, bizim hâlâ milletvekilimiz özgürlüğünden yoksun. Bizim önceki dönem eş başkanlarımız hâlâ cezaevinde.

Cevap alamadığım için gerçekten üzüldüm diyemeyeceğim, cevabınızın olmadığını biliyorum zaten. (HDP sıralarından alkışlar)

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Bu işleri en iyi siz bilirsiniz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Boş konuşmayın ya!

BAŞKAN – Madde üzerinde söz isteyen Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bursa Milletvekilimiz Sayın Orhan Sarıbal…

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Bu işleri en iyi HDP bilir, PKK bilir, siz bilirsiniz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Boş konuşmayın!

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sahtekârlığı siz iyi bilirisiniz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Boş konuşma, boş konuşma!

BAŞKAN – Lütfen!

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sahtekârlığı…

GARO PAYLAN (Diyarbakır) – Otur! İndir o elini, indir.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Bana somut konuş, somut!

BAŞKAN - Sayın Orhan Sarıbal, buyurun.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Bilgi getir, bilgi.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, lütfen! Lütfen yerinizden söz atmayın.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Yalan konuşma!

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, hatibi izleyelim lütfen.

KEMAL PEKÖZ (Adana) - Bize cevap vereceğine konuşuyorsun oradan.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, yani her partinin grup başkan vekilleri var, hepsi de konuşmalarını yapacak ehliyetlerde. Arkadaşlarımızın oturdukları yerlerden söz atmalarını ben yakışıksız buluyorum. Lütfen hatipleri dinleyelim. Söz isteyene zaten söz de veriyoruz arkadaşlar, bu konuda bir sıkıntı yok.

X.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDA BULUNAN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İzmir Milletvekili Binali Yıldırım'ın "Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması"na Ait Protokol I'in Yerini Alan 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol I", Anlaşmanın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sini Değiştiren 17 Ocak 2017 Tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya Eklenen Hizmet Ticareti Hakkında 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol III"ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/1358) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 28) (Devam)

BAŞKAN - Sayın Sarıbal, süreniz on dakika ve sürenizi başlatıyorum.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ORHAN SARIBAL (Bursa) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni yıl; adaletin, demokrasinin, özgürlüğün, barışın yılı olsun istiyoruz, emekçilerin yılı olsun istiyoruz. Kadınlara şiddet uygulanmasın, emekçiler iş yerlerinde cinayete kurban gitmesin istiyoruz. Ceren Hoca öldürülmesin istiyoruz. Elbette ne çok öldürüldük; siz öldürmekten bıkmadınız, biz ölmekten bıktık.

Gencecik, o onurlu görevi yapan Metin Göktepe’yi nasıl anmayacağız bugün. O bu ülkenin, bu düzenin yok ettiği insanlardan bir tanesiydi. Elbette anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. (CHP sıralarından alkışalar)

Hani söz söylemek gerekirse şunu söylemek lazım, demeyelim ama dedirtiyorsunuz: “Yargı var.” Ya, hangi yargı? Kimin yargısı? Sarayın yargısı, AKP’nin yargısı, sizin yargınız. Hangi yargıdan bahsediyorsunuz? Daha dün, üzerinden yirmi dört saat geçmemişken Eren Erdem meselesi üzerinden, nasıl da hiç yüzünüz kızarmadan, hiç vicdanınızı görmeden “Yargı bağımsız, yargı demokratik.” diyorsunuz gerçekten anlamakta güçlük çekiyoruz.

Evet, yine uluslararası bir sözleşme. Biliniz, bu uluslararası sözleşmelerin altında uluslararası yandaş rantı var arkadaşlar, uluslararası yandaş rantı. (CHP sıralarından alkışlar)

Sene 2014, 2015, 2016 değerli arkadaşlar, Türkiye'de ahududu üretiyoruz, ağırlıklı olarak benim memleketim Bursa’da. 3 bin ton civarında ahududu üretiriz biz. Aynen böyle Bosna-Hersek’le anlaşma yapmışız, korumacı bir ülke hâline gelmişiz, onları koruyoruz. Nasıl koruyoruz? Gümrüklerden destekliyoruz, onlara iyilik yapacağız. Baktık, Bosna-Hersek’ten acayip bir ahududu geliyor, bin tona yakın ahududu gelmiş Bosna-Hersek’ten. “Ya, Allah Allah, bakalım bakalım şu Bosna-Hersek’te ahududu yetişiyor mu yetişmiyor mu?” dedik, bir baktık maksimum ahududu üretim miktarı Bosna-Hersek’te 250 ton, gelen bin ton. Şimdi özüne döndünüz, anladık ki bu iş Sırbistan’dan Bosna-Hersek’e, Bosna-Hersek’ten bize geliyormuş ama Bosna-Hersek’te hızımızı alamadık, daha sonra domuz eti, sakatat, saman, et, ne varsa hepsini sıfır gümrükle alma olanağı tanıdık. Ee, şimdi ortada kocaman bir rant var. AKP iktidarının bu topraklara ve bu coğrafyaya getirdiği yeni sektör ithalattan götürme işi, ithalattan zengin olma işi. Mesela, şu anda dışarıdan 30 liraya et geliyor, o 30 liralık eti biz 7-8 tane yandaş şirkete 20 liraya veriyoruz. Bunun adı görev zararı ama yeri gelince “Biz görev zararı yapmıyoruz.” diyorlar. O şirketlere… 9 şirket, ben hepsini biliyorum, onlar da biliyor; arkadaşları, dostları, aynı sofrada yiyip içiyorlar ama söylemiyorlar. Devlet zarar ediyor, halk zarar ediyor ama hazineden karşılıyorlar. Hazineden karşılıyorlar ama sonuçta hazine kimden alıyor bu parayı? Senden, benden alıyor. Şimdi yenisi, bu Sırbistan meselesi, yandaşın ve saray etrafındaki çıkar gruplarının açık bir şekilde ithalattan zenginleşme yolunun yeni bir aracı. Sırbistan’la anlaşma yaptık, anlaşmada bakın neler var. Birçok arkadaşım söyledi ama ben biraz önce söylediğim şeye özellikle gitmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, arkadaşlarım söyledi, 5 bin ton kırmızı et az sayılabilir Türkiye'nin toplam tüketimi ya da üretimi açısından ama bin ton ahududuyu oraya koyduğunuz zaman bu başka bir şeye geliyor. Türkiye üretiminin hemen hemen yüzde 30’u, yüzde 35’i kadar bin ton ahududuyu oraya koymuşsunuz.

Mesela, 50 bin ton narenciye… Ya, Allah'tan korkun, narenciye dökülüyor; Rusya'ya gidiyor, geri geliyor; limon dökülüyor, 50 bin ton…

Tam 40 bin ton ayçiçeği tohumu, ayçiçeği yağı, ayçiçeği türevleri, 40 bin ton; 300 bin ton da serbest ettiniz özel sektör sıfır gümrüksüz getirsin diye, 340 bin ton. Peki, ne olacak bu Trakya Birlik, ne olacak o Trakya’nın çiftçisi? Ya, yüzümüze baka baka, toplumun yüzüne baka baka bunu yapıyorsunuz. Çıkın, açıkça şunu söyleyin şu mikrofondan, şuradan deyin ki: “Biz Türkiye'de artık tarım yapmak istemiyoruz çünkü bu çiftçi başımıza bela. Az çok destek veriyoruz, o da başımıza bela. Tümünü kaldıralım. Biz ithalatla bu işi çözüyoruz çünkü dostlarımız, arkadaşlarımız ithalattan köşeyi dönüyor.” En basit örneğiyle et üzerinden birkaç tane marketi rahatlıkla hepiniz biliyorsunuz, buradan defalarca sizlerle bunu konuştuk.

Söylediler, domates; Allah'tan korkun ya, bu topraklarda 8-10 milyon ton domates yetiştiriliyor, siz domatesi ithal ediyorsunuz.

Havuç, şalgam arkadaşlar; havuç, şalgam yani diyecek söz yok, inanın diyecek söz yok yani acayip bir iş.

Diğer bir konu -çok açık- buğday arkadaşlar ya, buğday mamulleri ve diğer ürünler 10 bin ton, 10 bin ton arkadaşlar. Ya, bu üretici gübre parası bulamadı, gübre alıp toprağına atsın da buğday elde etsin. Göreceksiniz bakın 2019’da neler çıkıyor karşınıza, göreceksiniz. Şimdi seçim var diye bütün gücünüzle her şeyi, kamu kaynaklarını seçime yatırıyorsunuz ama öbür taraftan da çaktırmadan Sırbistan üzerinden kendi ithalat yandaşlarınızı zengin etmek için elinizden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorsunuz.

Diğer bir konu: Değerli arkadaşlar, ya, şuna bakın: Sebze tohumları, diğerleri -ekim amacıyla kullanılan- 200 ton. 200 ton arkadaşlar ya, Sırbistan’dan biz 200 ton tohum alacağız. Hani övünüyordunuz “5 kat artırdık tohumu.” diyordunuz, “1 milyon ton tohum üretiyoruz.” diyordunuz, nerede, ne oldu? Demek ki yalan söylüyorsunuz, demek ki doğru değil. Eğer o doğruysa bu yalan, bu doğruysa o doğru değil; ikisinden birinde sorun var, çok net bir şekilde bunu paylaşmak lazım. (CHP sıralarından alkışlar)

Şeker pancarı tohumu, arkadaşlar ya, 200 ton. Şeker pancarı tohumu, 200 ton, Sırbistan’dan alacağız. Ya, bu ülkeye hakikaten… Hani biraz önce arkadaşlarımız söyledi yani diktatörlük, faşizm; hani neresinden bakarsanız bakın, eğer dünyada yeni dünyanın yeni terimleri oluşturulacaksa, faşizme yeni bir kimlik kazandırılacaksa, diktatörlüğe yeni bir kimlik ve tanım kazandırılacaksa bir yere gitmeye gerek yok; bütün bilim insanları, sosyologlar, siyasetçiler Türkiye örneğini sahici bir şekilde işleyip, inceleyip hayata geçirebilirler.

Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar; bakın, şu anda 300 bin baş hayvan kesime hazır bekliyor, 300 bin baş hayvan ve depolarda 40 bin ton et stoku var. İthalata öyle bir alıştılar ki deli danalı getirdiler, şarbonlu getirdiler, brusellalı getirdiler, hızlarını alamadılar, getirdiler, getirdiler, getirdiler, getirdiler. 7 milyon 200 bin canlı hayvan büyükbaş/küçükbaş, 7 milyon 200 bin; 286 bin ton et, toplam 7 milyar 200 milyon dolar para, 7 milyar 200 milyon dolar. Şimdi ellerinde tıkandı, ne yapacaklarını bilmiyorlar. Unuttular, yanlarındaki komşunun, İran’ın inançlı bir ülke olduğunu da unuttular, İran’la ihracata gittiler; e olmadı. Niye? Çünkü İran diyor ki: “Ben Müslüman bir ülkeyim, canlı hayvan alırım, kesilmiş et almam.” Böyle acayip bir durum var. Şimdi satacak yer arıyorlar arkadaşlar. Halkımız yoksul, kasaplarda et yok, verin kasaplara şu etleri, halkımız yesin; hep siz, hep yandaşlarınız yemesin. O stokları isterseniz bir dakikada eritirsiniz. İnanın, halkımızın et yiyecek ne parası var ne gücü var ne de imkânı var. (CHP sıralarından alkışlar) Bunu rahatlıkla yapabilirsiniz.

Ama mesele şu: “2019’da seçime kadar ithalat yapmayacağız, altı ay ithalat yapmayacağız.” dediler ama ya Cumhurbaşkanının bunlardan haberi yok ya da AKP Genel Başkanı bunlardan habersiz işler yapıyor; 2019’un sonuna kadar tekrar kırmızı eti sıfır gümrükle açtı, “Alabilirsiniz.” dedi. Hemen ayçiçeğini ona ilave etti ama Bakan seyrettiği için, bilmiyor ne yapacağını da “Altı ay boyunca hiçbir şekilde ithalat, hayvan ithalatı ya da et ithalatı yapmayacağız.” gibi açıklamalarda bulundu.

Geldiğimiz nokta şu arkadaşlar: AKP bu ülkenin tarımını bitiriyor. “AKP” demek “zam” demek “zulüm” demek “yoksulluk” demek. AKP, bu ülkenin çiftçisini yok edip başka ülkelerin çiftçisini, başka ülkelerin tüccarlarını ve ama en önemlisi, kendi yarattıkları yeni sistemle kendi yandaşlarını büyütme, besleme, geliştirme, rant ve sermaye biriktirme alanı olarak tarımı hedef almıştır ve götürmektedir. Bu anlamda, çok net ve çok açık şunu söyleyebiliyoruz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ORHAN SARIBAL (Devamla) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Sarıbal, bir dakika ilave ediyorum, toparlayalım.

ORHAN SARIBAL (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

RECEP ÖZEL (Isparta) – “CHP” demek ne demek?

ORHAN SARIBAL (Devamla) – “Cumhuriyet Halk Partisi” demek “demokrasi” demek. “Cumhuriyet Halk Partisi” demek “özgürlük” demek. (CHP sıralarından alkışlar) “Cumhuriyet Halk Partisi” demek “halktan yana olmak” demek. “Cumhuriyet Halk Partisi” demek “faşizme, diktatörlüğe karşı mücadele etmek” demek. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler) “Cumhuriyet Halk Partisi” demek “bütün kamu kaynaklarını kullanıp, elinde var olan bütün devlet olanaklarını kullanıp, yargıyı, sermayeyi, bütün her tarafı kuşatıp kendi ülkesine zulüm yapan AKP faşizmine karşı direnmek” demek. (CHP sıralarından alkışlar) “Cumhuriyet Halk Partisi” demek özgürlük demek.

BURHAN ÇAKIR (Erzincan) – “Cumhuriyet Halk Partisi” demek yalan demek, başka bir şey demek değil.

ORHAN SARIBAL (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)

BURHAN ÇAKIR (Erzincan) – Aferin, iyi yalanlar söyledin.

ORHAN SARIBAL (Bursa) – Tam size yakışan bir laftır, tam da kendine bakarsan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akbaşoğlu.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

32.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın 28 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ve “AK PARTİ” demenin hizmet, adalet, özgürlük ve kalkınma demek olduğuna ilişkin açıklaması

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Çok teşekkür ederim Değerli Başkanım.

Tabii, biraz evvelki iddiaların hepsini iade ediyoruz, hiçbirisine katılmak mümkün değil çünkü gerçek değil, hakikat değil. Biz son on altı yılda hakikaten büyük işlere imza attık. Bitkisel ve hayvansal üretim alanlarında birçok destek uygulamasını hayata geçirdik. Çiftçilerimize mazot, kimyevi gübre, organik tarım ve iyi tarım uygulamaları gibi alanlarda destek sağladık ve 2019 yılında tarımda desteğimizi 16,1 milyar liraya çıkardık, 16,1 milyar liraya. Dolayısıyla, hakikaten, çiftçimiz, hayvancımız bizim ne yaptığımızı gayet iyi biliyor. Tarım Bakanlığının resmî verilerini alıp okusunlar arkadaşlar, orada gerçekleri görebilirler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Toparlıyorum.

BAŞKAN – Toparlayalım lütfen.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – “AK PARTİ” demek hizmet demek.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Bravo!

ALİ ÖZTUNÇ (Kahramanmaraş) – İyi sallıyorsun, salla, salla.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – “AK PARTİ” demek hizmet demek, adalet demek, özgürlük demek, kalkınma demek, 184 liradan 2.020 liraya çıkarmak demek, reel satın alma gücünü on altı yıl öncesine göre -simit, çay hesabı yönünden bakıldığında- bugün 2,5 misli yükseltmek demek.

ALİ ÖZTUNÇ (Kahramanmaraş) – Dolar kaç para, dolar kaç para?

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Kişi başına düşen millî geliri 3 bin dolarlardan 11 bin dolarlara çıkarmak demek.

TUMA ÇELİK (Mardin) – Kim alıyor, kim alıyor onları? Vallahi biz almıyoruz, siz alıyor musunuz?

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Dünyanın mega projelerini milletin hizmetine sunmak demek.

TUMA ÇELİK (Mardin) – Biz almıyoruz ya, biz almıyoruz, sizin yandaşlarınız alıyor, biz almıyoruz.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - “AK PARTİ” demek hizmet demek. Herkes bunu bilmeli.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim, sağ olun.

ORHAN SARIBAL (Bursa) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Sarıbal.

ORHAN SARIBAL (Bursa) – Sayın Başkanım, yalan söylediğimizi iddia etti arkadaşlar.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Yalan söylediğini iddia etmedim.

ORHAN SARIBAL (Bursa) – Ama ne yazık ki başka bir konu üzerinde, orada da onlar eksik ve yalan söylüyorlar. O yüzden, bana bir sataşma olduğunu düşünüyorum.

BAŞKAN –Size yerinizden bir dakika söz vereceğim Sayın Sarıbal.

ORHAN SARIBAL (Bursa) – İki dakika, şuradan…

BAŞKAN – Lütfen… Yerinizden bir dakika veriyorum.

Buyurun.

HASAN ÇİLEZ (Amasya) – O rakamlar yanlış sayın hatip.

BAŞKAN – Toparlayın ama Sayın Sarıbal.

HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Verdiğin rakamlar yanlış hep ya! “10 bin ton buğday.” dedin, nedir, açıkla.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…

HASAN ÇİLEZ (Amasya) – 10 bin ton buğdayı açıkla, lütfen.

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar…

HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Ama olmuyor ki böyle!

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, bakın, bugün görüşmelerimiz uzun sürecek.

HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Sayın Başkan, rakamlar yanlış ama.

BAŞKAN – Ama bakın, grup başkan vekiliniz cevap veriyor yani partinizi temsil ediyor değerli arkadaşlarım.

HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Yanıltılıyor milletimiz ya!

BAŞKAN – Lütfen, toparlayalım Sayın Sarıbal.

Buyurun.

33.- Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ORHAN SARIBAL (Bursa) – Milletvekiline şunu söylemek isterim: 2006 yılında çıkardıkları yasaya göre gayrisafi millî hasılanın yüzde 1’inin altında olmamak üzere çiftçiye doğrudan vermeleri gereken bir destek var. 2019 için 16,1 milyar vereceklerini söylüyorlar ama vermeleri gereken 44 milyardır. Çıkardıkları yasayı bile ne doğru dürüst biliyorlar ne doğru dürüst okuyorlar ne doğru dürüst hayata geçiriyorlar. (CHP sıralarından alkışlar)

İkinci bir konu, çok açıkça söylemek istiyorum: AKP’nin özelliklerinden bahsetti. Hayaldi gerçek oldu. Söyleyeyim: 2,8 milyon çiftçi vardı geldiklerinde, toplam borçları 4 milyar bile değildi. Şu anda 2 milyon civarına indi çiftçi sayısı, şu anda sadece resmî borçları 100 milyar. Hayaldi gerçek oldu, başardınız! Sizden ancak bu beklenir. Çiftçinin borcunu 25 kat artırdılar. (CHP sıralarından alkışlar)

Diğer bir konu, onu da söylemek isterim, çok net…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RECEP ÖZEL (Isparta) – Millet kime oy veriyor, onu da anlatsana.

ORHAN SARIBAL (Bursa) – 16,1 milyar veriyorlar çünkü çiftçiden haberleri yok.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Kime oy veriyor millet?

ORHAN SARIBAL (Bursa) - Çiftçi 3 milyar litre mazot kullanıyor. 3 milyar litre mazotu kullandığınızda toplam 17 milyar, 18 milyar civarında bu ülkeye ticareten para ödüyor çiftçi. Onun 11-12 milyarı vergi. 16,1 milyara karşılık 12 milyar mazottan geri alıyorsunuz. Allah’tan korkun be! Allah’tan korkun! (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Gerçek başka iddialar başka.

Teşekkür ederim.

X.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDA BULUNAN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İzmir Milletvekili Binali Yıldırım'ın "Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması"na Ait Protokol I'in Yerini Alan 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol I", Anlaşmanın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sini Değiştiren 17 Ocak 2017 Tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya Eklenen Hizmet Ticareti Hakkında 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol III"ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/1358) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 28) (Devam)

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde görüşmeler tamamlanmıştır.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde söz isteyen İYİ PARTİ Grubu adına Aydın Milletvekilimiz Aydın Adnan Sezgin.

Süreniz on dakika Sayın Sezgin.

Buyurun. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dün Demokrat Partinin 73’üncü kuruluş yıl dönümüydü. Demokrat Partinin kurucularını ve onların dava arkadaşlarını saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun teklifinin 3’üncü maddesi hakkında İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Sırbistan’dan Türkiye'ye ithal edilecek ürünlerin listesi Protokol I’e bağlı ek 2’de yer almakta ve bu ürünlere ilişkin ithalat koşulları belirtilmektedir. Listeye göre hâlihazırda Türkiye'de yetişmekte olan çok sayıda tarım ürünü Sırbistan’dan ithal edilecektir ve buna ilaveten 5 bin ton büyükbaş hayvan eti de ithal edilecektir. Ülkemizde hayvancılığın –çok söylendi daha önceki sözcüler tarafından da- mevcut durumu bağlamında, hayvan eti ithalatında Sırbistan’a yüzde 100 oranında, en çok gözetilen ulus indirimi yapılacak olmasını elbette uygun bulmuyoruz. Ülkemizde toplam kırmızı et üretiminin artması nedeniyle et stoklarının dolduğu ve ithalat için pazar arayışının arttığı, Et ve Süt Kurumuyla özel kesimhanelerin kesim için üç ay sonraya gün verdiği bir süreçte et ithalatına yönelik böyle bir protokolün ekonomik rasyonaliteye aykırıyı olduğu, ekonomimizin ve yetiştiricilerimizin çıkarlarıyla ters düştüğü ayan beyan ortadadır.

Konunun Dışişleri Komisyonunda ele alınması sırasında da Protokol I’in tamamına muhalefet şerhi koyduk. Bu husustaki görüşlerimizi ve bu protokolde Sayın Cumhurbaşkanına atfedilen münhasır yetkiye itirazımızı Dışişleri Komisyonunda da dile getirdik, eleştirilerimizi az önce partimiz sözcüleri de seslendirdi.

Öte yandan, Sırbistan’ın Avrupa Birliğiyle yoğun müzakereler içinde olduğunu biliyoruz. Sırbistan’ın makul bir gelecekte Avrupa Birliğine üye olması hâlinde, mevcut serbest ticaret anlaşmasının nasıl şekilleneceği konusu da ayrı bir soru teşkil etmektedir.

Sayın milletvekilleri, güneydoğu Avrupa’yla, Balkanlarla ilişkilerimizin mutlaka gerçekçi ve sağlam bir şekilde geliştirilmesi gereklidir. Balkanların istikrarına azami katkı sağlamalıyız. Bu, tarihimizin, jeopolitiğin, jeoekonomik icapların, siyasi istidadımızın, beşerî ilişkilerimizin gereğidir. Henüz Batı kurumlarıyla entegre olmamış güneydoğu Avrupa ülkelerinin, Batı kurumlarıyla entegrasyonunu desteklememiz de önemlidir ancak bu politikalarımız, Türkiye'nin siyasi ve tarihî hassasiyetleri ve ekonomik çıkarları göz ardı edilmeden uygulanmalıdır. Ayrıca, Balkan ülkeleriyle ilişkilerimizde ulusal çıkar kavramını, dengeli ilişkiler anlayışını gözetmeye de mecburuz, ulusal çıkar dışında bazı müphem heves ve arayışlara düşmemeliyiz.

Geçtiğimiz yıllarda bu konularda bazı sıkıntılar yaşadık çünkü yaklaşımlarımızda gereken dengeleri gözetmeye, diplomatik maharet göstermeye, diplomasinin usul ve icaplarını yerine getirmeye özen göstermedik. Bölgedeki soydaşlarımıza, dindaşlarımıza tarihsel bağlılığımızı ve duygularımızı, onların istikbaline ve huzuruna olan doğal ilgimizi somut şekilde sergilemeliyiz. Bunu elbette yapmalıyız ve olaya birçok veçheden bakmalıyız, birçok veçheden sürdürülmesi gereken yaklaşımda da gereken tüm hassasiyeti gösterebilmeliyiz. Ölçü ve dengeden uzaklaşılmamalıdır. Balkan ülkeleriyle icap eden hassasiyetten uzaklaştığımız için politikalarımız hakkında yanlış izlenimler yaratıyoruz. Balkanlarla ilgili politikalarımız hakkında bazı yabancı ülkelerden garip eleştiriler geliyor. Bu eleştiriler haklı değildir ama bizim de siyasetimizi bu gereksiz tenkitlere, yanlış görüntülere imkân vermeden şekillendirmemiz ve uygulamamız mümkündür, hatta bu icap etmektedir.

Türkiye, 1990’lı yıllarda ve 2000’lerin başında da Balkanlarda kuvvetli bir güçtü, sözü edilen, nüfuzlu ve iş birliği aranan bir ülkeydi. Bugün, bu imajımız maalesef aşınmaktadır ve bizzat bu ülkelerin yöneticilerinin ve hatta bize yakın soydaş bazı grupların Türkiye’ye ve siyasetimize bakışında tereddüt ve şüpheler oluşmaktadır. Siyasetimizin, bölgedeki etkinliğimizin, projelerimizin bu tür sakıncalar göz önünde bulundurularak yeniden kalibre edilmesini ümit ediyoruz.

Az önce Sırbistan’ın Avrupa Birliğiyle ilişkilerine değindim. Sırbistan, bizim Avrupa Birliğiyle müzakere düzenimizin çok ilerisine geçmiştir. Maalesef, biz durduğumuz yerde sayıyoruz. Evet, Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı birçok hata işlemiştir ama iğne-çuvaldız misalini de göz önünde tutmalıyız. Avrupa Birliğine ve Birliği oluşturan ülkelerle ikili ilişkilerimize iç siyaset saikleriyle, günlük siyasi çıkar mülahazalarıyla yaklaşmayı bir alışkanlık hâline getirerek sonuçta ilişkilerimizi münhasıran bir al-ver ilişkisine, Avrupalıların deyişiyle transaksiyonel bir kalıba sıkıştırdık. Kendimizi dışladık ve dışlandık. Demokrasiden, hukukun üstünlüğü ilkesinden, insan hakları ve temel özgürlüklere riayetten hayli uzaklaşmamız da elbette bilançomuzun pasifindeki gelişmelerdir. Elimizi vicdanımıza koyalım ve “Bu alanlarda kaydettiğimiz gerilemenin bizi bugün getirdiği durumla Avrupa Birliği standartlarını karşılıyor muyuz?” sorusuna nesnel bir cevap bulalım. O cevabı biz biliyoruz, biz biliyoruz da Cumhurbaşkanlığı çoğunluğunun bunu düşünmesini bekliyoruz. Tam üyelik müzakerelerimiz buzlukta, bari Avrupa Birliğiyle gümrük birliğimizi güncelleyelim, bunu gerçekleştirmek için gerekli koşulları, atılımı arayalım. Mevcut şartlarda gümrük birliğinin bugünkü hâli ekonomimiz için önemli sorunları da beraberinde getirmektedir. Gümrük birliğinin güncellenmesine yönelik gerekli adımların atılabilmesi için de evvelemirde, AB’yle ilişkilerimize günlük al-ver kurgusunun ötesinde, daha geliştirilmiş bir mantıkla yaklaşmamız icap etmektedir. En önemlisi de iktidarın söylemleri ile eylemleri arasında uyumun sağlanmasıdır. Avrupa’yla ilişkileri stratejik ve öncelikli bir konu olarak ilan ediyorsak, Avrupa Birliğinin normlarına yeniden yönelme iradesini açık ve net bir şekilde ortaya koymalıyız. Daha iyi bir Türkiye için buna ihtiyaç vardır. Daha iyi bir Türkiye için iktidarın iç ve dış politikada zihniyet değişikliği sürecine girmesi elzemdir. Daha iyi bir Türkiye için, hem sosyal hayatta hem devlet yönetiminde ve şeffaflık konusunda hem demokraside, hukukun üstünlüğünde, insan hakları ve temel özgürlükler alanında Türkiye'nin layık olduğu düzeylere taşınması gerekmektedir. Biz İYİ PARTİ olarak, bu yönde her türlü çabayı sarf etmeye hazırız. İktidarın sahici bir irade ortaya koymasını, Türkiye'nin gerçek istidadına dönmesini bekliyoruz.

Son bir husus: Balkanlardaki soydaşlarımıza değindik. Bu bağlamda, Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin çektikleri zulme de değinmeden edemeyeceğim. Milliyetçi Hareket Partisinin sayın sözcüsü de bu konuya atıfta bulundu. Biz bu konuyu defalarca gündeme getirdik, bu konuda Hükûmete müteaddit sorular sorduk.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) – Teşekkürler.

Bu defa, iktidardan cevap ve tepki beklediğimizi, beklemeye devam ettiğimizi belirtmekle yetineceğim. Doğu Türkistan’da her şeyden önce çok ciddi insan hakları ihlali işlenmektedir. Bu, masif bir insan hakları ihlalidir, kitleseldir, ona göre tavır ve tutum benimsememiz icap ediyor.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum ve yeni yılını en iyi dileklerimle kutluyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Sezgin.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 3’üncü madde kabul edilmiştir.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4- (1) Bu Kanun hükümlerini Cumhurbaşkanı yürütür.

BAŞKAN – 4’üncü madde üzerinde söz isteyen İYİ PARTİ Grubu adına İstanbul Milletvekilimiz Sayın Hayrettin Nuhoğlu. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Nuhoğlu.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA HAYRETTİN NUHOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sırbistan’la ilgili bir anlaşma söz konusu ama Adalet ve Kalkınma Partisinin Grup Başkan Vekili biraz önce dedi ki: “Usul gereği Meclise geldi.” Onun için hiçbir şey ifade etmiyor. E, bence de etmiyor. Gerçi çok değerli konuşmacılar, Sırbistan’la yapılan bu anlaşmanın nasıl bir kötü anlaşma olduğunu, Türkiye'nin ürettiği hemen hemen ne varsa onları Sırbistan’dan almak için, birilerine peşkeş çekmek için, yeni bir kazanç kapısı yaratmak için yapılan bir anlaşma diye tarif ettiler.

4’üncü madde yürürlük, ben zaten bir şey demeyeceğim bu konuda ama diyeceğim birtakım şeyler var. Değerli arkadaşlar, diyeceğim şeylerin en önemlisi, son günlerin en önemli konusunun Anayasa tartışması olduğudur. Türk Dil Kurumunu açtım “Anayasa”yla ilgili şöyle yazıyor: “Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasa.” Şimdi, bu temel yasaya uymak Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan her yurttaşın bir görevidir.

Bir de Anayasa’nın 94’üncü maddesinin altıncı fıkrası var, diyor ki: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasî partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar.” Meclisimizin Sayın Başkanı Binali Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına devam ediyor, diğer taraftan da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı tarafından açıklandı. Anayasa’da bu madde dururken Sayın Binali Bey, partisinin hiçbir faaliyetine katılmamalıdır. “Efendim, listeler Yüksek Seçim Kuruluna verilene kadar resmî aday değildir, verildiği gün belki de istifa edecektir.” Öyleyse bile o güne kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı sıfatıyla gerçekten hiçbir parti faaliyetine katılmamalıdır, devletin hiçbir imkânını da kullanmamalıdır. Diyorsanız ki: Parti faaliyetlerine şimdi de listeler kesinleşince de katılacaktır. O zaman biz de yapılan bu yanlışlığı her fırsatta dile getireceğiz çünkü bu yanlışlık Anayasa’yı bilerek çiğnemektir, yok saymaktır. Bu, aynı zamanda “Yargının, hukukun, demokrasi kurumlarının hiçbir önemi yoktur. Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanı ne derse esas olan odur, onun dediğini yaparız.” anlamı taşır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa gibi en temel yasaya uyulmazsa devlet, hukuk devleti olmaktan çıkar ve çözülmeye başlar. Herkesi Anayasa’ya uygun davranmaya, ettiğimiz yemine sadık kalmaya tekrar davet ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti devleti, İstiklal Savaşı’nı başlatan, yürüten ve Türkiye Büyük Millet Meclisini kuran müdafaai hukuk cemiyetlerinin temelleri üzerine kurulmuştur. Adını tekrarlıyorum: “Müdafaai hukuk cemiyetleri.” Türk milletinin hukukunu korumak için ülkemizi işgal eden düşman kuvvetlerine karşı başarılan İstiklal Savaşı’nın ruhu ve inancı buydu çünkü hukuk, devlet demektir, devlet de anayasasız olmaz. Bilesiniz ki sizde olmasa bile, bu inanç hâlâ yaşamaktadır.

Meclis Başkanı Sayın Yıldırım, dün “Hukukun olduğu yerde etik konuşulmaz.” dedi. Hukuk var da biz mi görmüyoruz, nasıl göremiyoruz? Hukuk ile etik aynı şey midir? Gerçekten bize de anlatın, biz de öğrenelim ama bu durum böyle devam edemez. Adalet ve Kalkınma Partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olabilecek vasıflarda başka bir aday bulunamadığını anlayışla karşılamak mümkündür, yoktur böyle bir adayınız belki. Ama son on altı yıldır, sürekli bakanlık ve başbakanlık yapan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin son Başbakanı, şimdiki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının tenzilirütbe ederek belediye başkan adaylığını kabul etmesini “Bize ne?” diyerek anlayışla karşılamak da mümkündür. Fakat bazı şüphelerimiz ve endişelerimiz vardır. Sayın Başkanın tenzilirütbeyle aday olması onu şahsen ilgilendirir ama işgal etmiş olduğu makamların itibarını düşürmeye yönelik bir düşünce ve planın uygulanması bütün Türk milletini ilgilendirir. Şayet varsa, bilinsin ki böyle bir düşüncenin hiç kimseye asla faydası olmayacaktır. Anayasa’yı kasten ihlal etme, yok sayma yönünde bilerek veya bilmeyerek bu uygulamalara destek veren herkesi tekrar uyarmak istiyorum: Bundan vazgeçin.

Değerli arkadaşlar, soğanı unutmadım. Her konuşmada soğanı getireceğim buraya. Değineceğim ikinci önemli konu da budur. İstanbul’daki marketlerde her hafta sonu fiyatları kontrol ediyorum, kilosu 6 lirayı geçmişti. Enflasyonu düşük göstermek için her yolu deneseler de halkın geçim sıkıntısı artarak devam etmektedir. Soğan bir semboldür. Biz de soğanın fiyatı normale inene kadar soğanı hatırlatmaya devam edeceğiz. Poşetle ilgilenmek yerine, poşete konulacak soğan, patates gibi temel ürünlerle ilgilenilmesi daha doğru olacaktır.

Değineceğim üçüncü konu ise hayır işi gibi gözükse de Cumhurbaşkanlığının savurganlıklarıyla ilgilidir. Geçen hafta yapılan 49’uncu Muhtarlar Toplantısı’nda Cumhurbaşkanı “Umreye bin muhtar göndereceğiz.” dedi.

Değerli arkadaşlar, bir araştırma yaptım. En kısa umre turu yedi gün sürmektedir. 2 kişilik odalarda kişi başı fiyatı 6.975 riyal yani 1.883 dolardır. Bin kişininki 1 milyon 883 bin dolar yani 9 milyon 979 bin 900 Türk lirasıdır, doları 5,3 olarak aldım. Bu parayla 411 kişinin asgari ücretle, bu yeni ücretle, bir yıllık maaş tutarı karşılanabilirdi. Bu parayla 110 kişiye konut yapılabilirdi. Şehit babasının evini hatırlarsınız değil mi? İşte, onun gibi ailelere 90 metrekarelik sosyal konut yapılabilirdi bu parayla ve bu parayla 554 üniversite öğrencisine aylık 500 liradan dört yıl boyunca karşılıksız burs vermek mümkündü. Bu paralar kimin bütçesinden çıkmaktadır? Helal midir zannediyorsunuz?

RECEP ÖZEL (Isparta) – O hesaplar yanlış.

HAYRETTİN NUHOĞLU (Devamla) – Ne diyorsunuz? Gelin, hesaplayalım beraber, yanlışlık varsa beraber hesaplarız.

BAŞKAN – Sayın Nuhoğlu, siz Genel Kurula hitap edin.

HAYRETTİN NUHOĞLU (Devamla) – Bu gezinin bir sevabı var mıdır? Varsa kime yazılır bu sevap? Ama bu hesaplar bir gün mutlaka sorulur.

Değerli arkadaşlar, bundan önceki muhtarlar toplantısında da İspanya’ya gönderildi bin kişi, bin muhtar gönderildi İspanya’ya, onu da araştırdım. En kısa tur dört gece beş gün sürüyor, iki kişilik odada kişi başı ücreti 350 avrodur.

MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Muhtarlardan ne istiyorsun ya!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – “Milletin parasını çarçur etmeyin.” diyor, muhtarlardan bir şey istemiyor. “Siz yediniz yediğiniz kadar da çarçur etmeyin.” diyor, anladın!

BAŞKAN – Sayın Nuhoğlu, siz devam edin, süreniz devam ediyor.

HAYRETTİN NUHOĞLU (Devamla) – Bu ücrete vize ve oradaki müze gezileri dâhil değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ilave ediyorum Sayın Nuhoğlu.

HAYRETTİN NUHOĞLU (Devamla) – Bin kişi 350 avrodan 350 bin avro yani 2 milyon 107 bin lira yapar. Bu parayla da 87 kişiye aynı şekilde iş verilebilirdi. 23 şehit yakınına veya ihtiyaç sahibine 90 metrekarelik sosyal konut yapılabilirdi. 117 üniversite öğrencisine dört yıl boyunca 500 liradan karşılıksız burs verilebilirdi. Bu örnekleri o kadar sık görmekteyiz ki bu savurganlıklar asla Türk milletinin hak ettiği bir şey değildir.

Değerli arkadaşlar, en son… Sayın Cumhurbaşkanı kendisine danışman, başdanışman atayabilir ama bu Mariam Kavakcı… Bu genç kadına neyi danışacak, merak ediyorum gerçekten. Nedir bu Kavakcılara ilgi? Birisi Malezya’ya büyükelçi -bilmiyorum, belki de kızıdır- genç bir kadın Cumhurbaşkanımızın danışmanı oldu dün.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – 1 doktorası, 3 yüksek lisansı var.

HAYRETTİN NUHOĞLU (Devamla) – Ne danışacak, merak ediyorum. Türk milleti bunları merak ediyor. Bunları bilesiniz ve bu savurganlıklara bir son veresiniz. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Kutsal aile, kutsal!

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – Başörtüsü düşmanı mısınız, Kavakcı düşmanı mısınız?

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akbaşoğlu.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

34.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, İstanbul Milletvekili Hayrettin Nuhoğlu’nun 28 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 4’üncü maddesi üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Biraz evvel, hatip “Bir bilen varsa açıklasın.” dediği için açıklama ihtiyacı duydum. Sayın Meclis Başkanımız Binali Yıldırım Bey’in açıkça Anayasa’yı ihlal ettiğinden bahsetti. Anayasa’ya aykırı bir durum olmadığını ben şimdi müdellel bir şekilde, bir hukuki mütalaa verir şekilde kısaca izah etmek isterim.

1982 Anayasası’nın 94’üncü maddesinin son fıkrası diyor ki: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkan Vekilleri üyesi bulundukları siyasi partinin faaliyetlerine katılamazlar. 1983 tarihli 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 24’üncü maddesine aynen bu cümle dercedilmiş, sonra bir cümle daha ilave edilmiş, 1983 tarihli: “Ancak, yeniden milletvekili adayı olmaya ilişkin faaliyetleri bu hükmün dışındadır.” diye istisna getirmiş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – 1984 tarihli 2972 sayılı Mahalli İdareler Seçimi Kanunu’nun 36’ncı maddesinde de özel hükümler ortaya konmuş, 17’nci maddesinde de bir kişi milletvekiliyken belediye başkanlığına, il genel meclisi üyeliğine, muhtarlığa aday olması durumunda, seçilirlerse on beş gün içerisinde bunlardan birisini tercih etmekle ilgili bir hüküm ortaya konmuş, 1984 tarihli. Mahallî İdareler Kanunu’nun 36’ncı maddesi diyor ki: Bu seçim kanunlarını kanun koyucu bir bütün olarak öngörmüş ve diğer kanunlarda hüküm bulunmayan hâllerde de Siyasi Partiler Kanunu’nda da bu hükmün uygulanacağına ilişkin atıf yapmış.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, toparlayın.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Toparlıyorum.

Sonuç itibarıyla, Anayasa, Siyasi Partiler Kanunu ve Mahallî İdareler Kanunu’nun bir bütün olarak ele alınması durumunda milletvekilliğiyle ilgili çok açık bir şekilde düzenleme söz konusu, mahallî idarelerle ilgili de atıf söz konusu ve dolayısıyla uygulamalarımıza baktığımızda da herhangi bir Meclis Başkanımızın milletvekilliği adaylığı için istifa etme durumu söz konusu olmamış, Meclis Başkanıyken milletvekilliğine aday olmuş ve partisinin toplantılarına katılmak suretiyle seçimlere iştirak etmiş. Dolayısıyla herhangi bir hukuka aykırılık, Anayasa’ya aykırılık asla ve kata söz konusu değildir; bir.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Anayasa’yı ihlal ediyor.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – İkinci olarak, Sayın Cumhurbaşkanımızın kimi danışman atayacağı kendi takdirlerindedir, bu açık bir şekilde izaha muhtaç olmaması gereken bir durumdur.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Muhtaçtır, milletin parasını harcadınız, her şey izaha muhtaçtır.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Kendi takdirinde, herkesten kendi ilgi alanlarına göre istifa edebilir.

Teşekkür ederim.

TUMA ÇELİK (Mardin) – Meclis Başkanlığı maaşını da iade etsin o zaman.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz…

BAŞKAN – Bir saniye…

Buyurun Sayın Özkoç.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim, çok önemli bir konu, bu konuda sayın konuşmacının söyledikleri maalesef Sayın Grup Başkan Vekili tarafından özünden ayrıştırılarak başka bir biçime getirilmek istenmiştir. Bu konuda Sayın Hocamız İbrahim Kaboğlu’na 60’a göre söz talep ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Türkkan’ı dinleyeyim, ondan sonra bakarım.

Buyurun Sayın Türkkan.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, Sayın Grup Başkan Vekilinin Anayasa’nın 94’üncü maddesiyle ilgili Kanun’u bükerek, Anayasa’yı bükerek oradan Sayın Meclis Başkanına herhangi bir gerek duymaksızın aday olabileceği şeklindeki yorumu Anayasa’ya aykırıdır. Yani bunu göreceksiniz, Sayın Binali Yıldırım seçim propagandası yapmak yerine seçim boyunca haksızca ilga ettiği Anayasa’yı izah etmekle bir propaganda süreci geçirecektir. Yanlış bir iş yaptığınızın farkına varın diyoruz biz. Sayın Binali Yıldırım bugüne kadarki uygulamalarıyla bu işten imtina etmiş bir siyasi şahsiyettir, onu da bu kirli oyunun içerisine çekmeden bu oyunu bir an önce bitirin diye tavsiye ediyorum.

Diğer konuya gelince, Sayın Cumhurbaşkanının kimi danışman atayacağı konusu Türk milleti açısından önemlidir çünkü Sayın Cumhurbaşkanı, babasından aldığı parayı maaş vermemektedir; milletin hazinesinden aldığı parayı kime maaş verdiği milleti ilgilendirir, milletvekillerini daha çok ilgilendirir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Kavakcı, siz sisteme girdiniz ama Sayın Grup Başkan Vekiliniz o konuda bir açıklamada bulundu, bence yeterli.

Sayın Kaboğlu, buyurun.

35.- İstanbul Milletvekili İbrahim Özden Kaboğlu’nun, Anayasa’nın 11’inci, 94’üncü ve 67’nci maddesindeki hükümler gereğince Meclis Başkanının istifa etmeden belediye başkanlığına aday olmasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ilişkin açıklaması

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) – Teşekkürler.

Anayasa madde 11’e göre Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Anayasa madde 94 sona göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine katılamaz. Bu açık hüküm esasen Anayasa’nın doğrudan uygulanmasının bir sonucudur. Bu hüküm, herhangi bir yasal hükümle tersi kararlaştırılamayacak bir hükümdür. Öte yandan, 67’nci madde serbest ve eşit oy ilkesini beraberinde getiriyor. Sayın Başkanın aday olması sadece İstanbul alanında değil, Meclis Televizyonu tarafından bile İstanbul’daki kampanya konuşmaları naklen veriliyor. Bu bakımdan Anayasa’ya tümden maalesef aykırıdır.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaboğlu.

X.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDA BULUNAN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İzmir Milletvekili Binali Yıldırım'ın "Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması"na Ait Protokol I'in Yerini Alan 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol I", Anlaşmanın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sini Değiştiren 17 Ocak 2017 Tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya Eklenen Hizmet Ticareti Hakkında 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol III"ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/1358) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 28) (Devam)

BAŞKAN – 4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 4’üncü madde kabul edilmiştir.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan, sadece kayıtlara geçmesi açısından ifade etmek istiyorum.

Biraz evvel çok açık bir şekilde tarihlerini, numaralarını zikrederek bir hukuki mütalaa çerçevesi içerisinde Anayasa, 1982 tarihli; Siyasi Partiler Kanunu, 1983 tarihli; Mahallî İdareler Kanunu, 1984 tarihli; bunlar daha önce dercedilmiş ve Mahallî İdareler Kanunu’nun 17’nci maddesi ile 36’ncı maddesi hep beraber, arkadaşlara bu hususu daha detaylı da daha sonra anlatabiliriz ama hiç eğip bükmeden Anayasa, Siyasi Partiler Kanunu’nun, Mahallî İdareler Kanunu’nun bir bütün olarak ele alınması durumunda Anayasa’ya aykırı bir durumun olmadığını çok açık, bedihi bir şekilde ifade ettim. Dolayısıyla eğip bükme yok, bir hukuki mütalaa var.

Teşekkür ederim, sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim, kayıtlara geçmesi için…

Birincisi: Bu maddeleri sıraladığınız zaman, şu madde, bu madde, dinleyenler hiçbir şey anlamıyor. Ama çok açık ve net bir şey var: Bir Meclis Başkanı eğer bir yere, bir kente aday oluyorsa bu Meclise başkanlık edecek iktidar partisinde çok değerli milletvekilleri vardır. “Efendim, bu sadece iktidar partisini ilgilendirir ya da Cumhurbaşkanını ilgilendirir.” Hayır, burası Türkiye Cumhuriyeti, bizi de ilgilendirir, muhalefeti de ilgilendirir. Eğer bizi ilgilendirmeseydi iktidar partisi tek başına Türkiye Büyük Millet Meclisinde oturuyor olurdu, muhalefete gerek yoktu, onun için biz buradayız.

Bir ikincisi: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının kimi danışman, kimi de bakan yapacağı konusunda şu anda yetkileri var ama AK PARTİ Grubunda şu anda damadından başka yapabileceği, Hazineye getirebileceği binlerce yetişmiş insan var. Dünya demokrasileri içerisinde sadece kendi ailesinden insanları bu şekilde atayan tek Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçmiştir; kayıtlara geçsin efendim.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Evet, şimdi, efendim…

BAŞKAN – Son bir cümleyle toparlayın, bundan sonra söz vermeyeceğim arkadaşlar.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Son olarak şunu ifade edeyim, kayıtlara geçsin: Bizim tek bir kriterimiz var, ehliyet ve liyakat ölçüleri çerçevesinde…

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Yok mu başka ehliyetli adam?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Akraba ve yandaş takıntınız var.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – …o olayla ilgili bakın, kim daha başarılı olabilecekse o, milletin verdiği yetki çerçevesinde ilgili makamlar tarafından takdir edilir ve bunun hesabı da millete verilir, millete verdiğimiz hesap neticesinde, iktidar olarak burada, büyük çoğunluk olarak burada, on altı yıldır milletin duasını alan bir durumda buradayız. Bunu da kayıtlara geçirmek istiyorum.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Sayın Başkan…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Arkadaşlar, yeterli bir tartışma.

Sayın Özkoç…

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın Özkoç, yeterli bir tartışma.

Bir cümlede…

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkanım, birincisi, gerçekten burada oturan ülkemizin yetiştirdiği birçok değere bu yaklaşım tarzı doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Ne demek “En değerli kişi damadıdır.” demek?

HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Kale duvarından taş sökemezsiniz Engin Bey, yapmayın ya!

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – “En çok bu işi bilen kişi, liyakatli kişi damadıdır.” demek...

HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Bir çakıl taşı bile sökemezsiniz!

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Burada o işi yapabilecek çok insan var; birincisi bu.

İkincisi: Bu milletin oyunu bu milletin kafasına kakmayın. Bu milletin oyunu ikide bir, biz ne yaparsak yapalım, damadı bakan yapalım, yandaşı danışman yapalım ama bu millet bize öyle de böyle de oy veriyor diye kafasına kakmayın.

HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Başımıza taç yapıyoruz Sayın Özkoç.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Bu millet bir gün sizin kafanıza öyle bir kakar ki yatacak yer bulamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Peki.

HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Kafasına kakmıyor, başımıza taç yapıyoruz.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, benim Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsüne bir itirazım var.

BAŞKAN – Sayın Türkkan, yeterli.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Müsaade ederseniz…

BAŞKAN - Sayın Türkkan, ben tartışmayı bitirdim, toparlıyorum artık, daha sonra lütfen.

HASAN ÇİLEZ (Amasya) – Milletin oyu bizim başımızın tacıdır.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sen konuşmak istiyorsan oraya çık da konuş koca adam, oraya çık da konuş!

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, teklifin tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik cihazla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını oylama için verilen süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, kimse ayrılmasın, oy pusulası gönderen arkadaşlarımızı okuyacağım ve salonda tespit işlemini gerçekleştireceğiz.

Pusula veren değerli arkadaşlarımız salonun içerisinde bulunsun.

Çiğdem Erdoğan Atabek? Burada.

İbrahim Yurdunuseven? Burada.

İbrahim Özyavuz? Burada.

Yavuz Subaşı? Burada.

Hülya Nergis? Burada.

Mehmet Emin Şimşek? Burada.

Abdullah Güler? Burada.

Sena Nur Çelik? Yok.

Metin Nurullah Sazak? Burada.

Veysel Eroğlu? Burada.

Emine Yavuz Gözgeç? Burada.

Lütfiye Selva Çam…

Yelda Erol Gökcan? Burada.

Vildan Yılmaz Gürel? Burada.

Mehmet Akif Yılmaz…

Mustafa Kalaycı? Burada.

İsmail Faruk Aksu? Burada.

Cemal Bekle…

Ceyda Bölünmez Çankırı…

Halis Dalkılıç…

Osman Aşkın Bak…

Serkan Bayram? Burada.

Ahmet Tan? Burada.

Mehmet Uğur Gökgöz? Burada.

Değerli milletvekilleri, açık oylama sonucunu arz ediyorum:

 

“Kullanılan oy sayısı

:

230

 

 

Kabul

:

229

 

(x)

Ret

:

1

 

 

Kâtip Üye

Şeyhmus Dinçel

Mardin

Kâtip Üye

İshak Gazel

Kütahya”

Bu şekilde, teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olsun.

Değerli milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.39

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 22.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Levent GÖK

KÂTİP ÜYELER: Şeyhmus DİNÇEL (Mardin), İshak GAZEL (Kütahya)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 42’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Değerli milletvekilleri, 2’nci sırada yer alan, Konya Milletvekili Ziya Altunyaldız ve 7 Milletvekilinin Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

2.- Konya Milletvekili Ziya Altunyaldız ve 7 Milletvekilinin Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1369) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı 37) (X)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Komisyon Raporu 37 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu teklif İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle teklif tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Şimdi teklifin tümü üzerinde söz isteyen sayın milletvekillerimize söz vereceğim.

İlk söz, İYİ PARTİ Grubu adına Kocaeli Milletvekilimiz Sayın Lütfü Türkkan’a aittir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süremiz yirmi dakika Sayın Türkkan.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 37 sıra sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında İYİ PARTİ Grubu adına söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Yine bir torba yasayla karşı karşıyayız gördüğünüz gibi. Bizleri alıştırmaya çalıştığınız ama asla hiç alışmayacağımız, Hükûmetin önümüze getirmekten de bıkmadığı ve bizim de her fırsatta sakıncalarını dile getirmekten bıkmadığımız bir torba yasa yine önümüzde.

Torba yasa demişken bir şeyden bahsetmek istiyorum, sizi bayağı bir geçmişe, milattan önceye götürmek istiyorum. Roma hukukuyla ilgili birkaç şey söyleyeceğim, Sayın İbrahim Kaboğlu Hocam buradayken belki bize düşmez ama onun hoşgörüsüne sığınıyorum. Milattan önce 98 yılında Roma’da yürürlüğe sokulan önemli bir yasa bulunuyor. Roma hukukunun önemli yasalarından biri olan bu kanun 2 maddeden oluşuyor, sadece 2 madde.

Kanundaki ilk madde yasanın duyurulması ve oylanması için gerekli en az süreyi belirliyor, ilk madde bu. 2’nci madde daha önemli; bakın, bu maddede ne deniliyor biliyor musunuz? “İnsanlar tek bir karmaşık yasada toplanmış farklı konular hakkında bir sonuca varmaya zorlanamazlar.” 2 madde, birincisi duyurulmasıyla ilgili en az süreyi belirtiyor, ikincisi de “Birbirinden farklı konuları tek bir kanunda toplamayın.” diyor. Yani yasanın 2’nci maddesi farklı konuların bir yasada toplanmasının doğru olmadığını, bunların ayrı yasalarla çıkarılması gerektiğini kurala bağlıyor. Böylelikle insanlar tek bir yasada toplanmış farklı konulardan beğendiğini kaybetmemek için beğenmediğini de kabul etmeye zorlanmamış oluyor. Ya, ta Roma döneminden bahsediyoruz arkadaşlar. Bir daha tekrar edeyim: “İnsanlar tek bir karmaşık yasada toplanmış farklı konular hakkında bir sonuca varmaya zorlanamazlar.” Siz önümüze inaden getirip getirip zorlamaya başladınız. Gelişmiş demokrasilerde bu ilkeye azami saygı gösteriliyor. Bizde ise AK PARTİ hükûmetlerinin artık alışkanlık hâline getirdiği torba yasa uygulamalarıyla bu ilke ne yazık ki çiğneniyor. Birbirinden çok farklı yasal düzenlemeler Parlamentodan geçiş kolaylığı sağlamak için bir torba yasada toplanıyor ve önümüze getirilerek öylece görüşülüyor. Zaman zaman bizim de milletimizin yararına görerek onayladığımız düzenlemelerin yanına asla onaylamayacağımız, itiraz ettiğimiz maddeler de ekleniyor ve böylece tartışmalı konulara yönelebilecek itirazların da aklınızca önünü kesmiş oluyorsunuz.

Hükûmetçe hazırlanıp Meclise gönderilen görüşmeye başladığımız bu torba kanun teklifi de 70 maddeden oluşuyor. Bunların arasında Türk Hava Kurumu, tarım ürünlerine ilişkin lojistik depo, yurt içinde yabancı parayla satılan malların kur farkları, inşaatlarda KDV iadesinin 2019’da da sürdürülmesi... (Uğultular)

Sayın Başkan, arkadaşlara söylerseniz, Meclisin biraz ilerisinde bir kahve var yani burada kanun yapacağız.

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, lütfen...

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi kurulması, kira sertifikası, Türk Reasürans Anonim Şirketinin kurulması, kira bedellerinin TÜFE’yle güncellenmesi, DASK, konut hesabı uygulamasının Hazineye bırakılması, Varlık Fonu, banka ve sigorta muamelesi vergilerinin istisnası, hayvancılık, işsizlik ödeneğinden yararlanma şartları ve yaşlılık aylığı gibi başlıklarda yapılan düzenlemeler var. Yani birbirinden ne kadar farklı konular biliyor musunuz, hiçbir ilinti yok aralarında. Siz, hiçbir ilişkisi olmayan bu yasaları aynı torbaya doldurup… Şalgam suyu var bunların arasında, bebek sütü var, ne isterseniz var. Bu başlıklar arasında Türkiye Büyük Millet Meclisindeki diğer ihtisas komisyonlarını direkt ilgilendiren konular olduğu gibi, tek başına günlerce tartışmamız gereken nitelikte değişiklikler de yer alıyor.

Değerli arkadaşlar, hep söyledik, yine söylüyoruz, kanun yapma kalitesinin artırılması gerekiyor; bu, Meclisin de kalitesini artırır, Meclisin de saygınlığını artırır aynı zamanda. Yüce Meclisimizin bu yeni anayasal düzenin bir sistematiğe oturması için daha çok çaba sarf etmesi gerekiyor. Ama ne yazık ki Hükûmet tarafından önümüze getirilen bu torba kanunlarla da çok net bir biçimde görüyoruz ki ne oluşmuş böyle bir irade ne de böyle bir niyet var. Her zamanki gibi bir an önce kanunlaştırılmak istenen, neredeyse muhalefetin konuşması hiç istenmeyen, eleştirilerine tahammül edilmeyen görüşmeler yüce Parlamentoda milletimizin de gözü önünde cereyan ediyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz bu teklifin 48’inci maddesine dikkat çekmek istiyorum. Madde 48 şöyle: “2/7/2008 tarihli ve 5779 sayılı İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun’un 6’ncı maddesinin başlığı ‘Denkleştirme ödeneği ve belediyelere yardım ödeneği’ şeklinde değiştirilmiş, maddeye birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş, mevcut ikinci fıkra üçüncü fıkra olarak teselsül ettirilmiş ve mevcut ikinci fıkrada yer alan ‘birinci fıkrada belirtilen ödenek’ ibaresi ‘birinci ve ikinci fıkralarda belirtilen ödenekler’ şeklinde değiştirilmiştir.

Belediyelerin ihtiyaç duyduğu yatırım nitelikli projelerin gerçekleştirilmesi amacıyla Strateji ve Bütçe Başkanlığı bütçesine konulan belediyelere yardım ödeneğini, belediyelerin talebi üzerine kullandırmaya Cumhurbaşkanı yetkilidir.” Bu kanunun 48’inci maddesi bu. Bu maddenin mevzuattaki hâline baktığımızda “denkleştirme ödeneği” adı altında şöyle diyor: “Madde 6 -Kesinleşmiş en son genel bütçe vergi gelirleri tahsilâtı toplamının binde 1’i Maliye Bakanlığı bütçesine, nüfusu 10 bine kadar olan belediyeler için kullanılmak üzere denkleştirme ödeneği olarak konulur. Maliye Bakanlığı bu ödeneği mart ve temmuz aylarında 2 eşit taksit hâlinde dağıtılmak üzere İller Bankası Anonim Şirketi hesabına aktarır. İller Bankası hesabına aktarılan ödeneğin yüzde 65’ini eşit şekilde, yüzde 35’ini ise nüfus esasına göre dağıtır. Bu kanunda ayrılması öngörülen paylar ile (1)’inci fıkrada belirtilen ödenek dışında, mahallî idarelere yardım amacıyla bakanlıklar ile ilgili kurum ve kuruluşların bütçelerine pay, fon veya özel hesap gibi adlarla başka bir ödenek konulamaz.” diyor. Sizin getirdiğiniz yeni düzenlemeyle bu maddenin gerekçesinde “Belediyelerin gördükleri hizmetler itibarıyla gerçekleştirilmesinde fayda görülen yatırım projelerinin desteklenmesi.” deniliyor. Bu faydanın neye göre belirleneceği, kriterlerinin neler olacağı ve hangi nitelikli ekip tarafından değerlendirileceğiyle ilgili de hiçbir netlik yok. Maddede ayrıca, belediyelere yapılacak yardım ödeneğinin Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından sağlanacağı ifade ediliyor ki bu ifadede bir yetki çatışması söz konusu olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Zira, 9 Ağustos 2018 tarihli 17 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle Hazine Tek Hesabının yetkisi genişletilmiş, belediyeler ile il özel idarelerinin nakit yönetim sistemleri Hazine ve Maliye Bakanlığına bağlanmıştır. Bu şartlarda, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı arasında bir yetki çatışması yaşanması da olasıdır.

Teklif edilen maddeyle Maliye Bakanlığında olan yetki Cumhurbaşkanlığı bünyesinde yeni kurulan Strateji ve Bütçe Başkanlığına devredilmektedir. Belediye seçimlerine kısa bir süre kala, belediyelerin, devletin adaletine yakışmayacak şekilde senin partin, benim partim diye ayrıştığı bu dönemde ödeneklerin Cumhurbaşkanlığına, ödenek onayının ise partili Cumhurbaşkanına verilmesi sakınca doğurmayacak mıdır diye sormak istiyorum. Tabii ki doğuracak. Cumhurbaşkanının hiçbir gerekçe göstermeksizin istediği belediyeye ödenek verip istemediği belediyeye ödenek vermemesi imkânını doğuracaktır bu. Bu durum Anayasa'nın eşitlik ilkesine de aykırıdır. Üstelik, teklif edilen maddeyle Cumhurbaşkanının belediyelere vereceği ödeneğin çizgileri çizilmemiş, kriterleri de belirlenmemiştir. Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki bu yasayla beraber: “Sizin de ağanız, babanız benim. Ben ne dersem o olur. Uslu durun, ses çıkarmayın, sakın ola kıpırdamayın. Benim canım isterse ‘Ayakta durun.’ derim, benim canım isterse ‘Oturun.’ derim, eğer bunların dışına çıkarsanız size su bile vermem.”

Bakın, arkadaşlar, çok kızıyorsunuz ama bu sistemin ismi “demokrasi” değil, bu sistemin ismi “totaliter rejim.” Ben kaderime yanıyorum ya. Ben totaliter rejimden kaçmış bir ailenin çocuğuyum, ne şanssızım ki gele gele bu yaşta yine totaliter bir rejimle karşılaştım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Gerçekten ya, kadersizlik benimkisi. Ben totaliter rejimden kaçmış bir ailenin evladıyım. Aynı uygulamaların hüküm sürdüğü bir totaliter rejimin tekrar ortasına düştüm. Benimki şanssızlık değil de ne, merak ediyorum.

Ayrıca, bu kanun teklifinin tümüne ve neredeyse her maddesine muhalefet şerhi koyan HDP’nin, elinde büyükşehir de dâhil olmak üzere, birçok belediyesi mevcutken belediyelere ödenek aktarma yetkisini Cumhurbaşkanına veren bu maddeye şerh düşmemesi de bize göre anlaşılması güç ve manidardır. Enteresan değil mi? Burada da bir gariplik var, ben çözemedim, umuyorum arkadaşlar izah ederler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun teklifine yazdığınız, Emniyet Genel Müdürlüğünde görevli tüm memurların Polis Bakım ve Yardım Sandığı POLSAN’ın ortağı olmasıyla ilgili düzenlemeye baktınız çok itiraz geldi, yılbaşından önceki torba kanunda apar topar geçirdiniz. Nasıl itiraz edilmesin? Bu sandık daha önce kurulmuştu. 285 bin polis memurundan yalnızca 45 bini sandık üyesi, 240 bini değil. Getirilen teklifle, göreve yeni başlayacak polis memurlarının sandığa zorunlu olarak üye olmaları amaçlanıyor. Sandığa zorunlu olarak üye yapılacak polis memurları için, anılan madde metninde ne yazık ki teşvik edici hiçbir unsur yok. 2019 bütçesi görüşmelerinde Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesine “evet” oyu vermiş bir siyasi parti olarak mevcut maddenin üye olacak polis memurlarını teşvik edecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu noktada, polislerimize 3600 ek göstergenin verilmesinin başından beri takipçisi olduğumuzu, olmaya da devam edeceğimizi bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun teklifinin 4’üncü maddesi pilotlar ile uçuş esnasında uçak içinde hizmet veren yetkili sivil havacılık otoritesince sertifikalandırılmış kabin memurlarıyla ilgili bir madde. Gelir Vergisi Kanunu’nun 23’üncü maddesinin birinci fıkrasına şu bent ekleniyor: “17. Kamu kurum ve kuruluşları hariç Türk Hava Kurumu veya kanuni veya iş merkezi Türkiye’de bulunan müesseselerde uçuş maksadıyla görevlendirilen, hava aracının sevk ve idaresiyle görevli pilotlar ile uçuş esnasında uçak içinde hizmet veren yetkili sivil havacılık otoritesince sertifikalandırılmış kabin memurlarına ödenen aylık ücretin gerçek safi değerinin %70’i (Cumhurbaşkanı, bu oranı %100’e kadar artırmaya, sıfıra kadar indirmeye yetkilidir.).” Bakın yine “Ben sizin babanızım, ben sizin ananızım.” lafı ortaya çıktı. “Ben istersem yüzde 100 yaparım, istersem yüzde sıfır; ağa da benim, paşa da benim.” diyor. Bakın, değerli arkadaşlar, böyle bir kararın tek bir kişi tarafından verilmesi, Cumhurbaşkanının aşırı şekilde yetkilendirilmesi çok tehlikeli bir durumdur, gerçekten tehlikelidir. Bugün sizin çok güvendiğiniz bir Cumhurbaşkanı olabilir ama daha önce de söyledim, biz faniyiz, bir gün buraya kimin geleceğini tayin etmek, bizlerin çok elinde değil. Bu yetkinin birileri tarafından nasıl kullandırılacağını şimdiden tayin edemezsek, gelen herhangi birinin bunu nasıl kullanacağını buradan nasıl bileceğiz? Bu, benim endişe ettiğim kadar sizin de endişe etmeniz gereken bir durum diye özellikle belirtmek istiyorum.

Bu kanunla birlikte Cumhurbaşkanına verilen yetkiyle pilotlar ve kabin memurlarının gelir vergisinden yüzde 100 istisna olmalarının önünün açılmasıyla ücretli çalışan vatandaşlar arasında vergi adaletsizliği de ortaya çıkarıyor. Sizce, asgari ücretin 2.020 lira olduğu ülkemizde, asgari ücretle çalışan vatandaşlarımızdan yüzde 100 gelir vergisi alınırken, onlara oranla daha yüksek gelire sahip olan pilot ve kabin memurlarının gelir vergisinden muaf tutulmak istenmesi, adil bir uygulama olur mu? Bu asgari ücretle çalışan vatandaşa ayıp değil mi? Onlara günah değil mi? Ayrıca, sadece bir meslek grubuna tanınan bu istisna, diğer meslek grupları arasında da eşitsizliğe neden olacak. Yani birisinin sebebi uçması, öbürünün günahı yürümesi mi? Birisi uçuyor, birisi yürüyor; uçana fazla, yürüyene az; böyle bir şey.

Sektörde çalışan kişilerde, bir kişi tarafından dilediği zaman, hiçbir gerekçe göstermek zorunluluğu olmaksızın oranın değişebilir olmasından dolayı da güvensizliğe sebep olur. Cumhurbaşkanının ülkede kabin memurlarına bile müdahale edebilen bir konuma gelmesi, bu ülke için gerçek anlamda tedirginlik yaratacak bir durumdur. Ya, bir Cumhurbaşkanı, kabin memurlarından kesilecek vergiyle ilgili yetkiyi kendisinde topluyorsa geriye ne kaldı, söyler misiniz?

Görüştüğümüz bu kanun teklifinde pilot ve kabin memurlarının vergi oranlarının Cumhurbaşkanınca neden ve hangi kriterlere göre belirleneceği de belirsiz. Yani biraz evvel söyledim ya “Ben sizin ağanızım, ben sizin babanızım; ben yaparım, siz merak etmeyin, her şey dümdüz olur.”

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu teklifle bir de 5’inci maddeye dikkat çekmek istiyorum. Bu maddede “Subay, astsubay, erbaş ve erlere ve ordu hizmetinde bulunan sivil makinistlere, uçuş, dalış gibi hizmetleri dolayısıyla verilen tazminatlar, gündelikler, ikramiyeler ve zamlar ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında uçuş maksadıyla görevlendirilen, hava aracının sevk ve idaresiyle görevli pilotlar ile uçuş esnasında uçak içinde hizmet veren personele fiilen uçuş hizmetleri ve kanuni veya iş merkezi Türkiye’de bulunan müesseselerde denizaltına dalış yapanlara fiilen dalış hizmetleri dolayısıyla yapılan aynı mahiyetteki ödemeler” deniyor. Yapılan değişiklikse sadece şu: 193 sayılı Kanun’un 29’uncu maddesinde yer alan “Türk Hava Kurumu” ibaresi teklif metninden çıkartılıyor. Madde gerekçesindeyse “Subay, astsubay, erbaş ve erlere ve ordu hizmetinde bulunan sivil makinistlere, uçuş, dalış gibi hizmetleri dolayısıyla verilen tazminatlar, gündelikler, ikramiyeler ve zamlar ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında uçuş maksadıyla görevlendirilen -vesaire diye devam ediyor- aynı mahiyetteki ödemelere ilişkin mevcut istisna hükmünü aynen koruyacak şekilde değiştirilmektedir.” diyor. Ancak “Türk Hava Kurumu” ibaresinin metinden çıkarılmasının bu korumaya karşı nasıl bir engel oluşturduğu da anlaşılamıyor.

Ben bir şeyi merak ediyorum: Bu kanun teklifindeki maddelerin içeriğine ne kadar hâkimsiniz, tahmin etmekte zorlanıyorum. Yani bu kanun teklifinin, 70 maddelik bu kanun teklifinin içeriğine baktığınızda, sizlerle şu Genel Kuruldan çıkıp dışarıda oturup bu kanun teklifinin maddelerini birlikte istişare ettiğimizde -inanıyorum- bizlerin itiraz ettiği çoğu maddede sizin şahsi itirazlarınız var ama hiç bunları incelemeden, sadece grup istiyor diye, sadece Hükûmet bunu gönderdi diye bunlara “evet” vermek yarın öbür gün bunlarla ilgili bu vebali size de yükleyecektir. Keşke bunların hepsini teker teker okuyup itirazlarınızı komisyona gitmeden evvel grubunuza söyleseydiniz, bugün bu kanun teklifine -bütün bu eksiğiyle gediğiyle- bu tek adam yönetiminin bütün sıkıntılarını da göğüsleyerek “evet” demek zorunda kalmazdınız.

Ben, bu kanun teklifinin Türkiye Cumhuriyeti’nde ciddi anlamda sıkıntılara sebep olabilecek birçok maddeyi de içerdiğini sizlere izah etmeye çalıştım. Biliyorum ki sizler bunların hiçbirisine hiçbir şekilde kulak asmadınız, “Ağam ne derse biz onu yaparız, paşam ne derse biz onu yaparız.” Herkes yaptığının bedelini bir gün öder, siz de ödersiniz ama isterdim ki bunları daha iyi irdeleyin, daha iyi bir şekilde, bizlerle de istişare ederek, sarayın değil toplumun menfaatine olan şekilde değiştirip getirebilseydik.

Hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Türkkan.

Teklifin tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen İstanbul Milletvekilimiz Sayın İsmail Faruk Aksu. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika Sayın Aksu.

MHP GRUBU ADINA İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 37 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Tarihî gelişmelerin yaşandığı, hükûmet sisteminde büyük bir reformun hayata geçirildiği 2018 yılı tamamlanmış, yepyeni bir yıla geçilmiştir. 2019 yılının milletimizin birliğine, beraberliğine, huzuruna ve refahına vesile olmasını, dünyada açlık ve sefaletin son bulmasını, barış ve adaletin egemen olmasını diliyorum.

Elbette, geride kalan yıl içinde ekonomik ve siyasi pek çok sorun da varlığını hissettirmiş, gündemimizi meşgul etmiştir. Terörist saldırılar, iç ve dış komplolar, ekonomi üzerinden yapılmak istenen operasyonlar, yakın coğrafyamızdaki kaos ortamı 2018’e âdeta damgasını vurmuştur. Millî bekamız üzerindeki tehditler ise dirilen millî dayanışma ruhu sayesinde boşa çıkarılmıştır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, Cumhur İttifakı’nın millî ahlakıyla Türk milletinin eşsiz karar ve kutlu iradesiyle tecelli etmiştir. Türkiye'nin istikbal umudu ve istiklal ufku olan Cumhur İttifakı Türkiye'yi gelecek bin yıllara taşıma hedefiyle temellenmiştir. Bu itibarla, 2018 yılı ülkemiz için reform, uzlaşı ve şahlanış yılı olarak hatırlanacak, millî hafızalardan asla çıkmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz kanun teklifi birçok farklı konuyu içinde barındıran 71 maddelik bir torba kanun niteliğindedir. Muhteva olarak bakıldığında kanun teklifi vatandaşlarımızın sorunlarına çözüm getirmeye, sıkıntılarını azaltmaya ve refahını artırmaya dönük düzenlemelerden oluşmaktadır. Konuşmamın başında milletimizin yararına düzenlemeler içeren bu kanun teklifini olumlu bulduğumuzu belirtmek istiyorum. Bununla birlikte, 1’den fazla kanunda değişiklik yapan torba düzenlemelerin, kanunların anlaşılabilir ve uygulanabilir olmasını, aynı zamanda yasama kalitesini olumsuz etkilediğini daha önceki benzer tasarı ve teklif görüşmelerinde de vurguladığımız gibi tekraren ifade etmek istiyorum.

Teklifte, kamu hizmetlerinin daha etkin yürütülmesi amacıyla çok sayıda kanun ve kanun hükmünde kararnamede her biri ayrı önem taşıyan değişiklikler öngörülmektedir. Terörle kahramanca mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına sağlanan sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi, kira bedelinin belirlenmesinde Üretici Fiyat Endeksi artış oranı yerine Tüketici Fiyat Endeksi artış oranının esas alınması, konut hesabına katılanlara uygulanan devlet katkısı tutarının artırılması, Varlık Finansman Fonu‘nun sermaye piyasalarında yaptıkları işlemlere BSMV istisnası sağlanması, işsizlik ödeneğinden yararlanma şartlarında kolaylık sağlanarak son yüz yirmi günlük prim ödeme şartının yüz yirmi gün boyunca hizmet akdine tabi olmaya çevrilmesi, yaşlılık, malullük veya ölüm aylığı almakta olan emeklilere ve hak sahiplerine ödenen aylıklar için 1.000 liranın alt sınır olarak belirlenmesi suretiyle emekli aylıklarına asgari sınır getirilmesi, bebek ve devam sütlerinin ÖTV kapsamından çıkarılması, hayvancılığın, lisanslı depoculuğun ve imalat sanayisinin desteklenmesi bunlardan bazılarıdır.

Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’na eklenen hükümle, Silahlı Kuvvetler mensuplarımızın yurt içi ve yurt dışı görevleri sırasında bulundukları yerler ve görev koşulları itibarıyla reçete edilen ilaçların eczanelerden temin edilerek hastaya ulaştırılmasının güç olduğu, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kuruluşlarına sevkin emniyetli şekilde yapılamadığı durumlarda, Türk Silahlı Kuvvetleri envanterindeki ilaçların, herhangi bir ücret veya katılım payı alınmaksızın görev yapan personelin tedavilerinde kullanılabilmesine imkân sağlanmaktadır.

Yine, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan uzman tabip ve sağlık sınıfı personelinin her an göreve hazır hâlde bulunmalarını ve tıbbi becerilerinin korunmasını sağlamak amacıyla, Sağlık Bakanlığı ve diğer üniversitelerde görevlendirilmeleri mümkün hâle getirilmektedir.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda yapılan değişiklikle ise er ve erbaşların genel sağlık sigortalısı sayılmayan eş ve çocukları ile anne ve babaları bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamına alınmaktadır.

Devletimizin bekası, milletimizin huzuru, güvenliği ve refahı için zaman ve mekân mefhumu tanımadan her türlü olumsuz hava şartlarında teröristleri yok etmek için mücadele eden kahramanlarımız için ne yapsak azdır. Mehmetçik’imiz ve muvazzaf askerî personel için yapılan tüm bu düzenlemeleri olumlu ve önemli buluyoruz.

Diğer taraftan, genel olarak bakıldığında, gençlerimizin iş buluncaya yani sigortalı oluncaya kadar ailesinin sigortasından yararlanması yönünde genel bir düzenleme yapılmasının da yerinde olacağını değerlendiriyoruz.

Türk Akreditasyon Kurumu Kanunu’nda yapılan değişiklikle, Türk Akreditasyon Kurumu dışında ülkemizde akreditasyon faaliyetinde bulunma ihtimalinin ortadan kaldırılması öngörülmektedir. Yapılan değişiklikle, özel kişi ve derneklerin akreditasyon faaliyetinde bulunma teşebbüsü engellenerek bu alanda herhangi bir yetki karmaşası oluşmasının da önüne geçilmiş olacaktır.

Yapılan başka bir düzenleme de hayvancılıkla ilgilidir. Mera gelirleri arasında yer alan büyükbaş ve küçükbaş hayvanların satışından ve üreticilerden satın alınan sütün satın alma bedeli üzerinden tahsil edilen binde 1’lik pay, hayvancılığın desteklenmesine katkı sağlanması ve üreticiye getirdiği yük nedeniyle yürürlükten kaldırılmaktadır.

Hayvancılık, ülkemiz açısından şüphesiz üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konudur. Bu kapsamda hayvancılık alt sektörleriyle birlikte bölgesel bazlı ele alınarak destekleme politikaları da bu çerçevede belirlenmelidir. Hayvan ıslahı, kaliteli yem ve yem bitkileri üretimi artırılmalı, hayvan hastalıkları ve zararlılarıyla etkin mücadele edilmeli, hayvan ürünleri sanayisi ülke genelinde yaygınlaştırılmalı, hayvancılıkta verimlilik ve kalite artışı sağlanarak et ürünlerinin istikrarlı bir şekilde artırılması amacıyla besi hayvancılığı geliştirilmelidir. Yurt içi belgeli damızlık hayvan yetiştirilmesine ve süt hayvancılığına önem verilmeli, meraların ıslahı ve etkin kullanımı teşvik edilmelidir.

Değerli milletvekilleri, Kamu İhale Kanunu’nda yapılan değişiklikle kanun kapsamındaki kuruluşların Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünden yapacakları çay ve çay ürünleri alımları söz konusu kanun hükümlerinden istisna tutulmaktadır. Ayrıca, gerçekleşmesi önceden öngörülemeyen ve hazırlık için yeterli süre bulunmayan uluslararası toplantılardaki harcamalar için 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nda yer alan istisna hükümlerinin ilgili kanun olan Kamu İhale Kanunu’na taşınmasına yönelik düzenleme yapılmaktadır. Kamu İhale Kanunu’nda, özellikle de istisna maddesinde sıkça değişiklik yapılması yerine, kanun kapsamında kalmak suretiyle, muhtemel ihtiyaçları dikkate alarak farklı usullerin getirilmesi kuşkusuz daha isabetli, kanun tekniğine uygun ve sağlıklı olacaktır.

Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’na eklenen geçici maddeyle, imalat girdilerinde meydana gelen beklenmeyen fiyat artışları dolayısıyla, ülkemizin kalkınması için önem arz eden büyük projelerde yüklenicilere, idare onayına bağlı olarak, sözleşmeleri fesih ya da devir hakkı getirilmektedir. Bu düzenlemeyle, yaşanan ekonomik sıkıntılar nedeniyle oluşabilecek mağduriyetlerin giderilmesi yanında kamu yatırım ve hizmetlerinin aksamadan devam ettirilmesi de temin edilmiş olacaktır. Bununla birlikte, idarenin onayı konusunda uygulama birliği sağlayacak yönetmelik ve benzeri bir düzenleme yapılması da yerinde olacaktır.

Kanun teklifinde vatandaşlarımızın refahını artırmaya dönük önemli başka hükümler de yer almaktadır. Bu kapsamda, İşsizlik Sigortası Kanunu’nda yapılan değişiklikle, işsizlik ödeneğinden yararlanma koşullarında kolaylık sağlanması amacıyla, son yüz yirmi günlük “prim ödeyerek sürekli çalışma” şartı “hizmet akdine tabi olma” şeklinde değiştirilmektedir. Bu değişiklikle, yüz yirmi gün boyunca hizmet akdine tabi olmasına karşın, devamsızlık hâllerinden kaynaklı mağduriyetler ortadan kaldırılmaktadır.

Yine, şalgam suyu ve Türk Gıda Kodeksi’ne göre çeşnili ve aromalı içme sütleri ile bebek ve devam sütlerinin ÖTV kapsamından çıkarılması, sivil havacılık pilotları ve kabin memurlarına ödenen aylık ücretin gerçek safi değerinin yüzde 70’inin gelir vergisinden istisna tutulması bunlardan bazılarıdır.

Bundan böyle, başkasının yerine üniversite sınavına girenler hakkında da cezai müeyyide getirilerek, sınav hilesinde her iki tarafın da cezalandırılması mümkün hâle gelmekte, çocuklarımızın emeğini, alın terini çalanların yaptırımsız kalmaması sağlanmaktadır.

Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu kapsamında düzenlenen ürün senetlerinin elden çıkarılmasından doğan kazançlara ilişkin 31 Aralık 2018’de sona eren gelir ve kurumlar vergisi istisnasının uygulama süresi 31 Aralık 2023 tarihine kadar uzatılmaktadır. Lisanslı depoculuğun geliştirilip yaygınlaştırılması, tarımda ürünlerin menkul kıymetlerle satışının geliştirilmesi, ayrıca ürünün muhafazası, kalitesi ve fiyatlarının istikrarına katkı sağlayacak olması bakımından bu düzenlemeyi de önemli buluyoruz.

Bir başka önemli düzenleme de konut hesabına katılanlara uygulanan devlet katkısı tutarının 20 bin liradan 25 bin liraya çıkarılmasıdır. Düzenleme, ayrıca, daha önce Aile Bakanlığı tarafından yürütülen bu sistemin artık Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yürütülmesini de öngörmektedir.

Önemli bir diğer değişiklik de Türk Borçlar Kanunu’nda kira bedelinin belirlenmesinde Üretici Fiyat Endeksi artış oranı yerine Tüketici Fiyat Endeksi artış oranının esas alınmasıdır. Bu düzenleme, özellikle üretici fiyatları enflasyonundaki aşırı yükselmeye bağlı olarak kiracıların uğrayacakları mağduriyetleri giderecektir ve bu bakımdan da olumludur. Bununla birlikte kira artışları için konjonktürel gelişmelerden bağımsız bir yol izlenmesi, örneğin ÜFE ve TÜFE ortalamasının alınması yahut başka makul ve kalıcı bir yöntem bulunması yerinde olacaktır.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na eklenen maddeyle yaşlılık, malullük ve ölüm aylığı almakta olan emeklilerimize ve hak sahiplerine ödenen aylıklar için 1.000 liralık alt sınır belirlenmekte, bu şekilde 1.000 liranın altında kimsenin aylık almaması sağlanmaktadır. Emeklilerimizin durumlarının iyileştirilmesi için yapılan bu düzenlemeyi gerekli görüyor ve destekliyoruz. Bunun yanında, genel anlamda emekli aylıkları arasındaki eşitsizlikleri giderecek bir intibak düzenlemesinin yapılması da yerinde olacaktır. Bize göre emeklilik sisteminin, vatandaşlarımızın geleceğinden emin olmasını ve yüksek standartlı bir hayat sürmesini mümkün kılacak tarzda düzenlenmesi, emeklilere ve yaşlılara dönük politikaların onların yaşlılık şartlarını hazırlayan gençlik ve aktif çalışma dönemlerini de kapsayacak şekilde olması gerekmektedir. Devleti yaşatmanın yolunun insanı yaşatmaktan geçtiğine, ülkelerin değerlerinin insanlarına verdiği önem ve değerle artacağına ve istikbale güvenle bakabilmek için emekli ve yaşlıların onurlu bir yaşam sürmesinin temin edilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, sigortacılıkta özellikle arz eden risklere karşı teminat sunulamaması ve ürün çeşitliliği konusunda piyasanın yeterli derinliğe ulaşamamasının en önemli sebeplerinden biri olarak reasürans imkânlarına erişimin sınırlı olması gösterilmektedir. Bu doğrultuda, geleneksel olarak özellikle reasürans korumasına bağlı teminat verilen sigorta türlerinde sektörlerin sigorta teminatlarının istenilen ölçüde karşılanabilmesini teminen ülkemiz sigortacılık sektöründe etkin ve proaktif bir yaklaşımla çözümler sunabilmesi amacıyla Türk Reasürans Anonim Şirketi kurulmaktadır. Ayrıca DASK’ın teknik işletmecilik görevinin münhasıran bu amaçla kurulacak bir şirket üzerinden yürütülebilmesine de imkân sağlanmaktadır. Uluslararası anlaşmalar kapsamında kurumun uluslararası bilinirliğinin ve reasürans alanındaki tecrübesinin artırılması amacı göz önünde bulundurularak uluslararası sigorta ve reasürans şirketlerine ortak olmasına da imkân sağlanmaktadır.

2017 ve 2018 yıllarında yapılan imalat sanayi yatırımları için yatırım teşviklerinden daha yüksek oranda faydalanılmasına imkân veren düzenlemenin 2019 yılında da uygulanması sağlanmakta, ayrıca imalat sanayi yatırımları üzerindeki katma değer vergisinden kaynaklı finansman yükünü gidermek amacıyla 2018 yılında yapılan yatırım kapsamlı inşaat harcamaları dolayısıyla yüklenilecek olan KDV’nin iadesine yönelik uygulama 2019 yılına uzatılmaktadır. Bu düzenlemelerle inanıyoruz ki imalat sanayisine ve reel sektöre kısmen de olsa ilave destek sağlanmış olacaktır.

Öte yandan, yenilenebilir enerji kaynaklarının organize sanayi bölgeleri, küçük sanayi siteleri ve tarımsal üretimde yaygınlaşması ve etkin olarak kullanılmasıyla üretim maliyetlerinin önemli oranda düşürülebilmesi mümkün olacağından buralardaki yenilenebilir enerji yatırımlarına da katma değer vergisi istisnası getirilmektedir.

İl özel idarelerine ve belediyelere genel bütçe vergi gelirlerinden pay verilmesi hakkında kanuna eklenen hükümle belediyelerin gördükleri hizmetler itibarıyla gerçekleştirilmesinde fayda görülen yatırım projelerinin desteklenmesi ve belediyelerin ihtiyaç duyduğu yatırım nitelikli projelerin gerçekleştirilmesi için Strateji ve Bütçe Başkanlığı bütçesine belediyelere yardım ödeneği konulmaktadır.

Dışişleri Bakanlığı personeline ilişkin bazı düzenlemeler hakkında kanunda yapılan değişikliklerle dış misyonların çalışmasının kesintisiz sürdürülmesi ve revize işlemlerinin daha hızlı ve sorunsuz sonuçlandırılması mümkün hâle gelecek, ayrıca Bakanlık personelinin özlük haklarına ilişkin bazı sorunlar da giderilmiş olacaktır.

Bir diğer düzenlemeyle mevcut Finansal İstikrar Komitesi yerine, finansal sistemin ekonomik büyümeyi sağlıklı bir şekilde desteklemesi ve piyasalarda güvenin korunması, finansal otoriteler arasında iş birliğinin sağlanarak sistemik risklerin yönetilmesi ve finansal politika uygulamalarında kurum ve kuruluşlar arasındaki etkin iş birliği, koordinasyon ve uyumun artırılması amacıyla Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi oluşturulmaktadır.

Kuşkusuz, bu düzenlemeler, Türkiye'nin maruz kaldığı ekonomik güvenlik tehdidiyle etkili bir mücadele ortaya koyabilmesi, vatandaşlarımızın bu süreçten olumsuz etkilenmemesi ve üretimin devam ettirilmesi bakımından önemlidir. Ülkemize karşı girişilen bu saldırıların sonunun geldiğini söylemek mümkün değilse de alınan tedbirler sayesinde Türkiye ekonomisinin toparlanmakta olduğu makroekonomik gelişmelerden anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, özellikle dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızın ekonomik gelişmelerden olumsuz etkilenmesinin önüne geçmek için yeni adımların atılması ihtiyacı da devam etmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak ekonomi politikalarının merkezine insanı koyan; eşitlik, ahlak ve adalet ilkelerini gözeten bir yönetim anlayışıyla toplumsal refahın artırılmasını hedefliyoruz. Ekonomide kaynak dağılımında adalet ve etkinlik, kamu hizmet üretiminde ise verimliliğin temel ilke olmasını istiyoruz. Genç nüfusu istihdam edebilmek için hem yüksek hem de sorunsuz bir üretim yapısına sahip olacak şekilde istikrarlı büyümek şarttır. Bu çerçevede, devletin ekonomideki kaynak tahsisine yön vererek üretimi artıracak yatırımlara öncelik verilmesi, özel sektör yatırımlarının daha rekabetçi ve kaliteli üretime yönlendirilmesi gerekmektedir. Biz, milletimizin maruz kaldığı ekonomik ve sosyal sorunların aşılması ve topyekûn kalkınmanın sağlanması için demokratik olgunluk ve uzlaşı kültürünün egemen olduğu, dışlayıcı ve ötekileştirici söylem ve üslubun törpülendiği, anayasal düzenin, millî ve manevi değerlerin ortak payda olarak kabul edildiği siyasi ve toplumsal uzlaşıyı önemli ve değerli buluyoruz.

Bu düşüncelerle kanun teklifinin hayırlı olmasını diliyor, yüce Meclisin siz değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Aksu.

Söz sırası Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz isteyen Diyarbakır Milletvekilimiz Sayın Garo Paylan’a aittir. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika Sayın Paylan.

HDP GRUBU ADINA GARO PAYLAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlarken 2019 yılının hepimize, Türkiye’ye, dünyaya barış, adalet ve bereket getirmesini diliyorum. Kendi dilimde de bir cümle edeyim: (…)x diyorum arkadaşlar.

2019 yılından ilk dileğim ise altmış iki gündür açlık grevinde olan, bu Meclisin bir üyesi, Hakkâri halkının iradesi Sevgili Leyla Güven’in açlık grevini bitirmesini bu Meclisin sağlamasıdır arkadaşlar. Bu Meclisin bir üyesi altmış iki gündür açlık grevinde ve maalesef, Meclisimiz buna karşı sessiz. Umalım ki bir an önce, behemehâl Hakkâri Milletvekilimiz Leyla Güven’in açlık grevinin bitirilmesi için hep beraber adım atarız.

Değerli arkadaşlar, yine bir torba yasayla karşı karşıyayız. Biliyorsunuz, 2015 yılından beri -bir önceki dönemden milletvekili olan arkadaşlar biliyorlar- her seferinde torba yasaları eleştirdik, torba yasaların derde derman olmadığını söyledik, yapmamız gerekenin yapısal tedbirler olduğunu söyledik ve her torba geldiğinde arkadaşlar, yeni torbanın şartları doğdu. Nasıl ki her vergi affı geldiğinde bir sonraki vergi affının şartları doğuyor -çünkü beklenti doğuruluyor- nasıl ki her imar affı geldiğinde kaçak yapılaşmalar çoğalıyor, her torba geldiğinde de yeni torbanın şartlarını hazırlıyorsunuz arkadaşlar.

Az önce haber aldım ki yeni bir torba daha geliyormuş, müjdeler olsun! Eminim ki şu 71 maddelik torbada neler olduğundan 600 milletvekilimizin çok azı haberdardır. Biz günlerce Plan ve Bütçe Komisyonunda çalıştık, biz bile inanın, maddelere hâkim olabilmek için çok ciddi çaba sarf ettik arkadaşlar. Böyle yasama kalitesi olmaz diyorum, yapmamız gerekenin yapısal tedbirler olduğunu düşünüyorum. Yapısal tedbirler torbaların panzehridir arkadaşlar. Gelir vergisi reformu yaparsak, kurumlar vergisi reformu yaparsak, adaletle ilgili reformlar yaparsak inanın, torba yasalar son derece azalır.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz “güçlü Meclis” dediniz referandumda “Güçlü Mecliste yasaları milletvekilleri yapacak.” dediniz, biz “Öyle olmayacak.” dedik, maalesef biz haklı çıktık. Sayın Ziya Altunyaldız burada -bu sefer doğru söyledim soyadını- Değerli Sayın Ziya Altunyaldız’a dedik ki: “Nasıl hazırladınız bu torba yasayı Sayın Ziya Altunyaldız?” Dedi ki: “Ben torbayı elime aldım, bakanlıkları gezdim ‘Neye ihtiyacınız var arkadaş?’ dedim, her bakan 3 madde, 5 madde torbaya attı, oldu size torba.” Mealen anlatıyorum tabii ki, kendi cümleleriyle bir kez daha söyler. Bakanlıkların ihtiyaçlarını istemiş, gitmiş Sayın Ziya Altunyaldız.

Değerli arkadaşlar, bakın, ben size yalnızca bir örnek vereceğim torbadan. 29 Kasım akşamı Sayın Ziya Altunyaldız torbayı Meclis Başkanlığımıza vermiş, 30 Kasımda da Meclis Başkanımız yıldırım hızıyla Komisyonumuza sevk etmiş. Bakın, bizim yüzlerce yasa teklifimiz var, bir yıldır, iki yıldır bekliyor, hiçbiri Komisyona sevk edilmiyor; Sayın Ziya Altunyaldız herhâlde çok torpilli, bir gecede torbası Komisyona geldi.

Şimdi, torbayla ilgili bir örnek vereceğim. Bakın, torbada bir madde var, diyor ki: Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesini kuracağız. Sayın Berat Albayrak atmış torbaya. Çok güzel, olabilir. Biz de baktık, ayın 4’ünde görüşmeye başladık, 4 Aralıkta, 5 Aralıkta da madde geldi önümüze. Ben de Twitter’dan bakarken Sayın Berat Albayrak’ın şu “tweet”ini gördüm, Sayın Berat Albayrak diyor ki aynen şöyle: “Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesinin ikinci toplantısını gerçekleştirdik.” Bakın, torba Komisyonda görüşülüyor, daha Genel Kurulda değil ha, Komisyonda görüşülüyor, Sayın Berat Albayrak diyor ki: “FİKKO’nun yani Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesinin ikinci toplantısını gerçekleştirdik. Küresel finansal piyasalardaki gelişmelere karşı önlemler almak için…” falan filan. Değerli arkadaşlar, bu, Meclisi yok saymaktır; Sayın Başkan, bu, Meclisi yok saymaktır. Sayın Maliye Bakanı bizim görüşmekte olduğumuz bu maddeyle ilgili fermanını yazmış, Sayın Ziya Altunyaldız’ın torbasına atmış, “Ben fermanı yazdım, Meclis buna laf mı söyleyecek, Meclis buna itiraz mı edebilecek?” “Acaba, Meclis buna bir katkı sunabilir mi?” diye de düşünmemiş, birinci değil, ikinci toplantısını yapmış. Peki -araştırdım- ilk toplantısını ne zaman yapmış? 1 Kasımda yapmış arkadaşlar yani bundan iki buçuk ay önce yapmış ilk toplantısını FİKKO’nun. Bakın, ne diyor arkadaşlar? Diyor ki: “Biz bu toplantıyı yaptık.” Kimler katıldı? Merkez Bankası, BDDK, SPK gibi pek çok dengeleyici, denetleyici kurum katılmış ve diyor ki: “Arkadaşlar, biz toplantımızı yaptık, çalışma usullerini kararlaştırdık, toplantı aralıklarını kararlaştırdık.” Yani ne demek? İkincil mevzuatını yapmış arkadaşlar, iki buçuk ay önce, yasasını değil ha, ikincil mevzuatını yapmış.

Sayın Ziya Altunyaldız, size saygım sonsuz. Eminim ki bu durumdan siz de rahatsızsınızdır, 600 vekilimizin hepsinin rahatsız olması lazım arkadaşlar. Bu, Meclisin iradesini yok saymaktır; açık, yok saymaktır. Kendini veliaht olarak da görebilir “Ben fermanı yazdım, fermanı gönderdim, Meclise düşen yalnızca bir mühür basmaktır.” demektir. Bu, Meclise hakarettir arkadaşlar. Bu kadar açık söylüyorum. Açık bir hakaretle karşı karşıyayız.

Bakın, arkadaşlar, eğer ki bu maddeye “evet” dersek bu durumu kabullenmiş olacağız. Ben hiçbir milletvekili arkadaşımın bu hakareti kabul etmeyeceğini düşünüyorum, umarım kabul etmeyiz. Eğer ki bu hakareti kabul edersek şöyle bakar veliaht veya padişah olduğunu düşünen kişi: “Ben ne gönderirsem, ne yazarsam nasıl olsa geçiyor, ben yazdığım anda fermandır.” Bakın “Ben yazdığım anda fermandır, Sayın Ziya Altunyaldız’ın torbasına attığım anda fermandır.” diye bakar ve Meclisin ne dediğine bakmaz.

Arkadaşlar, bakın, 71 maddeden virgül değiştiremedik. Niye? Çünkü ferman yazılmış diye bakılıyor. Oysa pek çok, bakın, önerimiz geldi; pek çok katkı sunduk, maddeleri iyileştirmeye çalıştık ama “bakarız” dendi, “Genel Kurula kadar bakarız.” dendi, daha bize iyileştirici tek bir madde söylenmedi arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, Meclisi yok sayan başka öneriler de göstereceğim, örnekler de göstereceğim. Bakın, 71 maddelik torba, güzel… Bu, FİKKO’yla ilgili bir skandal var, bunu umarım hep beraber aşacağız. Pilotlarla ilgili bir madde var, örnek olarak söyleyeyim. Diyor ki bu maddede: “Pilotların ve uçuş personelinin gelir vergisi istisnasını yüzde 70 yapıyorum.” Güzel, olabilir, bizce yüksek ama olabilir, “yüzde 70” diyor çünkü. Ama ne diyor biliyor musunuz? Bu oranı, istisnayı yani yüzde 100’e kadar çıkarmaya ve yüzde sıfıra kadar düşürmeye kim yetkili? Sayın Cumhurbaşkanı.

Değerli arkadaşlar, demokrasilerde vergi koyma yetkisi sizlerde, bizlerde yani Mecliste. Vergi koyma yetkisini bu maddeyi kabul edersek Sayın Cumhurbaşkanına vermiş oluruz. Bir aralık belirlenebilir yani yüzde 40’la yüzde 60 arası denilebilir ama yüzde sıfırla yüzde 100 derseniz vergi koyma, vergi kaldırma yetkisini Sayın Cumhurbaşkanına teslim etmiş olursunuz. Bu da Meclisin hakkını gasbetmek demektir, bunu kabul etmeyeceğinizi ummak istiyorum.

Diğer bir öneri arkadaşlar, imalat sanayi yatırımlarında KDV ve kurumlar vergisi istisnalarını bir yıl daha uzatma maddesi. Olabilir, biz karşıyız ama olabilir arkadaşlar. Ama ne diyor devamında? “Bunu beş yıl daha uzatmaya Cumhurbaşkanı yetkilidir.” diyor. Eskiden buraya bu tip teşvikler gelirdi -sayın Komisyon üyelerimiz bilir- bir yılda bir uzatılırdı yani şartlara bakılırdı, ihtiyaç varsa bir yıl daha uzatılırdı. Şimdi diyor ki Cumhurbaşkanı: “Ya, arkadaş, bana yetkiyi ver, ben istersem beş yıl daha uzatırım.” Bu da Meclisin hakkının saraya teslimidir arkadaşlar.

Bakın, Meclisin itibarı tarumar ediliyor. Ama bu itibarın, tarumarın üzerine tüy diken şey Sayın Meclis Başkanının hâlâ Meclis Başkanıyken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olmasıdır arkadaşlar. Bir Meclis Başkanı, Meclisin Üyesi Leyla Güven’i ziyaret etmeden, onun derdini dinlemeden... Pek çok arkadaşımızın sorunları var. Bakın, sorunumuz olsa, Meclis Başkanını aramaya kalksak; ya, seçim kampanyasında adam, neye bakacak! Böyle bir şeyi nasıl kabul edebiliriz arkadaşlar? O anlamda, Meclisin itibarı tarumar ediliyor ve bu torba da inanın, Meclise şu atılan bombalar kadar en az zarar verecek arkadaşlar. Meclisi hiçleştiren maddelerle karşı karşıyayız, fermanla karşı karşıyayız. Fermanlara dur demek de Meclisin görevidir arkadaşlar.

Bakın, belediyelerle ilgili, torbayla ilgili bir eleştiri sundu Sayın Lütfü Türkkan. Bizim muhalefet şerhimizin başında bu, belediyelerle ilgili olan şerhimiz geçiyor. Çünkü biz ademimerkeziyetçi bir partiyiz. Merkeziyetçiliği reddediyoruz. Merkezden karar alınmasını, merkezden ferman yazılmasını reddediyoruz. Söz, yetki, karar yerelde olmalı diyoruz. 113 ve 114 numaralı sayfalarda muhalefet şerhimizi uzun uzun anlattık. Cumhurbaşkanına, yatırım konusunda yetki verilmesini reddediyoruz, objektif kriterler yok çünkü. Düşünebiliyor musunuz, biz Diyarbakır’ı, Hakkâri’yi, Şırnak’ı, Van’ı, daha pek çok şehri 100 belediye, 200 belediye yaparak kazanacağız -Sayın Cumhurbaşkanın da maalesef fikri belli, ön yargılı belediyelerimizle ilgili, ön yargılı- bir yatırım projesi olacak, diyelim ki saraya bir şekilde gönderilecek o proje, Cumhurbaşkanının bir Kayseri Belediyesi yatırım projesi ile Diyarbakır Belediyesi yatırım projesine aynı gözle bakacağını herhangi biriniz söyleyebilir mi arkadaşlar? Ben söyleyemem çünkü duruşu belli, düşman hukuku uyguluyor maalesef HDP’ye karşı, HDP’li belediyelere karşı. Bu anlamda, yasalar objektif kriterlere tabi olmalı. İller Bankasından ayrılan kaynaklar nasıl ki nüfusa göre ayrılıyorsa Cumhurbaşkanı da bu konuda belli bir noktaya göre, belli objektif kriterlere göre yetkili olabilmeli ancak ama böyle bir yetkiyi de Meclisimizin vermeyeceğini umut ediyorum arkadaşlar.

Bakın, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yüz yirmi gün olan kriter iyileştiriliyor biraz, destek verdik ama “Yetmez.” dedik. Niye? Son üç yılda altı yüz gün çalışma şartı da var. Bakın, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan şimdiye kadar çok az işçi yararlanabildi. Oysa 120 katrilyon lira kaynak var orada; ya, 40-50 katrilyon lira sermayeye aktarıldı, çok az bölümü işsizlere aktarıldı. Oysa İşsizlik Sigortası Fonu işsizler içindir, adı üzerinde arkadaşlar. Gelin, işsizlerin yararlanma şartını daha da artıralım. 6 milyon işsiz var ülkemizde, her birine gelir sağlayalım o kaynaklardan ve yararlanma şartlarını gelin daha da yükseltelim; önergelerimiz var bu konuda, desteklerinizi bekliyoruz.

Değerli arkadaşlar, torbada bir madde daha var, şimdi ben söylesem yanlış anlayacaksınız, madde şu: Gaziantep Bilim ve Teknoloji Üniversitesi “Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi” olacakmış. Ya, arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti devleti demokratik, laik bir hukuk devleti. Ben Hristiyan bir vatandaşım. Hep burada diyorsunuz “dindaşlarımız, soydaşlarımız; dindaşlarımız, soydaşlarımız…” Ben sizin dindaşınız değilim. Bu ülkede Hristiyanlar var, diğer inançlardan insanlar var. Ya, olmasa bile arkadaşlar, Allah’ınızı severseniz, bilimin İslam’ı, bilimin Hristiyan’ı olur mu ya? Bilim evrenseldir. Bilim evrensel değil midir? Bugün Arşimet bir buluş yaptığında Hristiyanlar için mi yapmıştır? Hayır; bütün dünya, bütün insanlık için yapmıştır. Veya bizim hocamız, Sancar Hocamız Nobel Ödülü alırken, o bilimi yaparken bir tek Müslümanlar için mi yapmıştır? Hayır, bütün insanlık için yapmıştır. Bilimin Müslüman’ı, Hristiyan’ı olmaz arkadaşlar. Elbette ilahiyat fakültesi olabilir bu ama bilimin “İslam” fakültesi olmasın deriz arkadaşlar.

Biraz da seçim yatırımlarından bahsedeceğim. Cumhurbaşkanı bugün müjdeler verdi arkadaşlar. Ne dedi? “150 kilovatsaat enerji sürekli yardım alan ailelere ücretsiz.” Çok güzel. Nihayet HDP’nin seçim programına geldi Cumhurbaşkanı. Dört yıldır diyoruz ki: Gelin, yoksul ailelere biz 180 kilovatsaat elektriği ücretsiz verelim. Bakın, Hakça Dağıtım Programı HDP’nin, seçim programımızda var. Aynı zamanda diyoruz ki -bir öneri daha sundu- kredi kartı borçlarını yapılandıralım. Arkadaşlar, bu da seçim programımızda var. Sayın Cumhurbaşkanı da bu konuda bir adım attı, olumlu adımlar. Ama bunun kriterleri nasıl olacak, nereye kadar kaynak olacak ve nasıl aktarılacak arkadaşlar? Bununla ilgili ciddi kaygılarım var. 106 milyar lira kredi kartı borcu var vatandaşlarımızın. Bunun ne kadarını yapılandıracak ve bu 106 milyar liranın, dikkatinizi çekerim, 80 milyar lirası özel bankalarda.

Şimdi, Ziraat Bankası yapılandıracak, parayı alacak, götürecek, özel bankalara yatıracak vatandaşlarımız. Ne olacak? Bu 106 milyarın en az 10, 15, 20 milyarı batak. Ziraat Bankasından ciddi bir kaynak alınacak -isim vermeyeyim- özel bankalara yatırılacak arkadaşlar. Bu da kamudan özel bankalara ve özellikle yabancı sermayenin elinde tuttuğu bankalara kaynak transferi demektir.

Burada çok dikkatli olmalıyız ve biz programımızda şu şekilde yaptık: Özel bankaların da bu batakların belli bölümünden vazgeçmelerini, bu kredi kartı rakamlarını düşürmelerini, faizlerinden vazgeçmeleri şartıyla bu rakamların o bankalara aktarılması şartını biz getirdik. Bakalım, göreceğiz, böyle mi olacak? Bakalım, göreceğiz, bu tartışılsın diye Meclise gelecek mi, hani bir dahaki torbada gelecek mi? Bunları göreceğiz. Bunları enine boyuna, derinlemesine tartışmamız lazım, milyonlarca vatandaşımızın sorununu çözmemiz lazım.

Ama, arkadaşlar, elektrik meselesiyle ilgili de 2,5 milyon vatandaş yetmez. 14 milyon hane yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bizim önerimiz, 14 milyon haneye ihtiyaç sınırına kadar elektrik, su ve doğal gazın ücretsiz olması. Diyeceksiniz ki: “Bunu nasıl yapacaksınız?”

Arkadaşlar, güvenlikçi politikalardan vazgeçersek tam 100 katrilyon lira tasarruf ediyoruz, S400 füzelerinden vazgeçersek 200 bin öğretmen ataması yapabiliyoruz, milyonlarca vatandaşımızın sorununu çözüyoruz, yeter ki bu kadar güvenlikçi savaş politikalarından vazgeçelim.

Diğer bir önerisi: 350 bin esnaf ve sanatkârın işletme ve yatırım kredisine 22 milyar lira kaynak ayrılacak; e, güzel. Çiftçi borçları yapılandırılacak; o da güzel ama arkadaşlar faizle yapılandırılacak. Bakın, çiftçiler devletten alacaklı. Borçları yapılandırıyoruz. İnanın, beş yılda 6 kere çiftçi borcu yapılandırdık, çare olmadı.

Arkadaşlar, yapmamız gereken çiftçiye borç değil, destek vermek. Destek verirsek, çiftçilerin borçlarını bir sefere dair sıfırlarsak, ondan sonra da çiftçi desteklerini kanunda belirtildiği şekilde verirsek çiftçi borca ihtiyaç duymaz. Ama bu teşvikler…

Tabii patronları da unutmamış arkadaşlar. Sigorta primini 5 puan indiriyor patronlardan bu teşvikler ve daha pek çok torbada gördüğümüz yatırım teşviki, kredi teşviki, KDV teşviki de patronlara veriliyor. Tabii ambalajı vatandaşa gibi gözüküyor seçim yatırımı olarak ama ambalajın içindeki çikolatayı yine sermayedar yiyor arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, peki bunun kaynağı nereden bulunacak? Şimdi 30-40 milyar lira harcanacak. Arkadaşlar, bunun kaynağı Merkez Bankası. Bakın, genel kurulunu ne zamana aldı? Bu aya, ocak ayına aldı. Merkez Bankasında geçen yıl krizden dolayı çok ciddi bir kâr oluştu, 40 katrilyon gibi bir rakam var. Berat Bey dedi ki: “Ya arkadaş, seçim yatırımı yapacağız. Cumhurbaşkanı da istiyor. Vatandaşı rahatlatın biraz, çok daraldı vatandaş.” Nerede kaynak var? Merkez Bankasında. Merkez Bankası normalde nisan ayında yapması gereken genel kurulu ocak ayına aldı. Ocak ayının 20’sinde 30 katrilyon lira hazineye aktarılacak ve hazineden bu 30 katrilyon lira seçim yatırımı olarak kullanılacak. Arkadaşlar, aynı şeyi haziran seçiminden önce de Naci Ağbal yaptı, biliyor musunuz? Kredi Garanti Fonu’nu yükledi, seçim yatırımlarını yükledi. Ben “Yapmayın.” dedim. “Bakın, bunun kaynağını koymadan bu kadar dağıtırsanız bol kepçeden kriz gelir.” dedim. Ben haklı çıktım. Şimdi de diyor ki Cumhurbaşkanı: “Ya, şu 31 Martı geçersek Allah kerim, ondan sonra dört yıl önümüz boş, vatandaşı güzel güzel dizginleriz, sıkarız, onların ceplerini boşaltırız. Ama şu üç ay bir bolluk yaşatmamız gerekiyor.” Nereden yapacak? Merkez Bankasından. Ama kazın ayağı öyle değil. Dolar dün 5.20’ydi, bugün 5.50. Niye? Seçim yatırımı yapıyorsunuz, karşısında kaynak koymuyorsunuz. Kaynak nerede arkadaşlar? Kaynak güvenlikçi politikalardan vazgeçmekte. Kaynak nerede? Futbol kulüplerine milyarlarca lira aktarmamakta arkadaşlar. Arkadaşlar, o futbol kulüpleri, o milyonlarca doları, o otuz beş yaşındaki yabancılara aktarırken size mi sordu, vatandaşlara mı sordu ki vatandaşların cebinden milyarlarca lirayı kulüplere aktaracaksınız? Doğru mu bu? Kulüpler birkaç yıl UEFA’dan çekilsinler, akılları başlarına gelsin, borçlarını öyle yapılandırsınlar. Ama milyonlarca vatandaşımızın hakkını birkaç tane büyük kulübe, o çarçur edilen yüz milyonlarca dolar için vatandaşlarımızın rızkını o kulüplere peşkeş çekmeyelim diyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Paylan, bir dakika ilave edeyim, toparlayalım.

Buyurun.

GARO PAYLAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, 2015 yılından beri diyorum ki: Arkadaşlar, bu palyatif tedbirlerle iş yürümez, gelin yapısal tedbir yapalım. Ama maalesef Meclisimiz böyle bir irade gösteremiyor veya maalesef bir vesayet altında bu iradeyi gösteremiyoruz. Yoksa çok değerli arkadaşlarımız var -her siyasi partiden söylüyorum- bütün bu yapısal tedbirleri yapabilecek arkadaşlarımız var. Ama Meclisin iradesi Mecliste değil arkadaşlar. Gelin, el birliğiyle iradeyi elimize alalım. Bunun içinde, bu torba yasada geçen 71 maddenin içinde 30-40 tane vatandaş yararına madde var ama 30 tane madde var ki Anayasa’ya aykırı arkadaşlar ve vatandaşın hakkını, hukukunu korumayan maddeler, FİKKO gibi ferman yazılmış maddeler.

Bunlara karşı ses çıkaracağımızı umut ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Paylan.

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Akbaşoğlu, bir söz talebiniz var.

Buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

36.- Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun, Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan’ın 37 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Tabii, bir açıklama ihtiyacı hissettim çünkü biraz evvel hatip, sigorta puanıyla ilgili bir düzenlemeden, bir müjdeden hareketle “Asıl maksat patronları kurtarmak.” gibi, buna benzer mahiyette bir ifadede bulundu. Biz, toplum kesimlerinin bütününe ilişkin bir müjdeler paketi ortaya koyuyoruz; işçimiz için de, çiftçimiz için de, patronlar için de. Bir taraftan asgari ücreti 2.020 liraya çıkarırken, bir taraftan da yüzlerce, binlerce işçi çalıştıran, üretim yapan, hakikaten katma değer üreten işverenlerimize de, o işçilerin, hakikaten çalışma hayatını devam ettirebilmeleri açısından, devletin onlara da bir desteğinin olmasından daha doğal bir durum söz konusu olmadığı cihetle, hem işverenleri hem işçileri hem de çiftçilerimizi bu manada destekliyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

X.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDA BULUNAN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Teklifleri (Devam)

2.- Konya Milletvekili Ziya Altunyaldız ve 7 Milletvekilinin Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1369) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı 37) (Devam)

BAŞKAN – Teklifin tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekilimiz Sayın Emine Gülizar Emecan.

Buyurun Sayın Emecan. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

CHP GRUBU ADINA EMİNE GÜLİZAR EMECAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 37 sıra sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin geneli üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Geçtiğimiz günlerde, Çankaya Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Ceren Damar Şener Hocamız bir hukuk öğrencisi tarafından vahşice katledildi. Yine, Ukrayna’da 2 kız öğrencimiz vahşice katledildi. Bu iki olay da bizleri derinden üzdü, yaraladı. Ölenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum. Ancak bu cinnet durumunu, toplumun neden, nasıl bu hâle geldiğini de samimi olarak sorgulamamız, “Nerede yanlış yapıyoruz?” diye kendimize sormamız gerekiyor, tabii ki öncelikle ülkeyi yöneten zihniyetin bu soruyu sorması ve sorgulamayı yapması gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, dün eski milletvekilimiz ve parti meclisi üyemiz Eren Erdem’e yapılan hukuksuz ve haksız uygulamayı da bu kürsüden kınıyorum. Sayın Erdem mahkemenin tahliye kararından sonra, hukuksuz şekilde altı saat içeride bekletilmiş; yine, hukuk kurallarına aykırı olarak, mesai saati olmamasına rağmen, savcının itirazıyla yeniden tutuklama kararı çıkartılmıştır. İşte, imza attığınız bu hukuksuzlukla yargıyı oyuncağa çevirdiğiniz gibi, uluslararası alanda da itibarımızı maalesef yerle bir ettiniz; babasına kavuşmayı bekleyen küçücük bir çocuğun da hayallerini elinden aldınız. Bu ilk uygulamanız değil elbette, siz bu işe 2010 yılında başladınız. 2010 yılında FETÖ’nün desteğiyle yaptığınız referandumda toplumun, muhalefetin kabul edebileceği masum maddelerin, kanun değişikliği maddelerinin arasına serpiştirdiğiniz maddelerle yargının FETÖ’nün kontrolüne geçişine önayak oldunuz, destek oldunuz. O gün bugündür de bu ülkede ne adalet kaldı ne hukuk ne de yargı bağımsızlığı. Bugün de görülmekte olan ve adil yargılanma hakkının temel ilkelerini sıfırlayan davaları birkaç yıl sonra kumpas olarak nitelememeniz için sizleri adil yargılamanın temel ilkelerine davet etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, evet, şimdi, yine 71 maddelik bir torba kanunla karşı karşıyayız. Siz bu torba kanunları, torba işini çok sevdiniz. Öylesine sevdiniz ki çevrecilik anlayışınızı ve çevre önlemlerini bile bir naylon torbanın içine sıkıştırdınız. Her gün Türkiye'nin muhtelif yerlerinde HES’ler, termik santraller, taş ocakları açabilmek için imar değişikliği yapmaya çalışmak sizin olağan rutininiz oldu. “Çevreyi koruyacağız.” diye naylon poşeti ücretlendirdiniz. 25 kuruşun 15 kuruşu Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gidecek. Bu parasız günlerde, evet, hiç de fena değil. Ne de olsa devlette para yok, borç çok; Bakanlık ne yapsın? Yine dar gelirli vatandaşın tabii ki cebine göz diktiniz. Madem çok çevrecisiniz, gelin 2020 yılında torbayı tamamen yasaklayalım; öyle değil mi? Neden tamamen yasaklamıyoruz? Kaldıralım.

Evet, değerli milletvekilleri, biraz önce söylediğim gibi, siz torbayı çok sevdiniz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kanun yapma geleneğini, kanun yapma ciddiyetini de bir torbaya doldurdunuz ve sıkıştırdınız. Getirdiğiniz torba tekliflerinin ne siz içeriğine hâkimsiniz ne muhalefet üzerinde yeterince çalışabiliyor ne de sivil toplum katkı sunabiliyor. Her telden konuları birkaç gün önceden gönderip, üzerinde tartışma bile yapılamadan Meclisten geçirip toplumun önemli kesimlerini ilgilendiren konularda kanun yapmaya çalışıyorsunuz maalesef.

Siz bu torbayı sevdiğiniz gibi Anayasa’yı çiğnemeyi de çok sevdiniz ve alışkanlık hâline getirdiniz. Demokrasilerde anayasa, devletin düzenidir, kurumların sağlıklı işleyişinin temelidir, kişilerin hak ve özgürlüklerinin de güvencesidir. Ancak görüyoruz ki sürekli olarak Anayasa’ya aykırı kanun değişiklikleri, Anayasa’ya aykırı karar ve uygulamalara imza atıyorsunuz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasa yapma ve uygulama yetkisini, sorumluluğunu zedelediniz ve zedelemeye de devam ediyorsunuz.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayınız, yasamanın başı, Meclis Başkanı Sayın Binali Yıldırım bile Anayasa’ya aykırı bir şekilde, istifa etmeden adaylığını sürdürme konusunda oldukça kararlı olduğu şeklinde açıklamalarına devam etmektedir. Evet, burada çok tartışılıyor bu konu ve tartışılmaya da devam edecek çünkü Anayasa’ya aykırı bir uygulama vardır, artık bunu siz de kabul edin ve bu yanlıştan bir an önce dönün.

Değerli milletvekilleri, bugün görüşmeye başladığımız 71 maddelik torba kanun teklifi de Anayasa’ya aykırı birçok maddeyi bünyesinde barındırmaktadır. Bu teklifin 9 maddesi Anayasa’ya aykırılık içermektedir. Bu teklifle toplam 40 kanun ve 2 kanun hükmünde kararnamede değişiklik yapılmıştır. Komisyonda teklifi görüşürken de gördük ki değişiklikler doğru düzgün gerekçelendirilmemiş, değişikliklerin çoğunun etki analizleri yapılmamış ve bizlerle paylaşılmamıştır. 40 farklı kanunda ve 2 kanun hükmünde kararnamede değişiklik içeren teklif, 8 milletvekilinin imzasıyla karşımıza getirilmiş ve bu kadar fazla sayıda kanunda yapılan değişikler üzerine Komisyonda sadece üç gün tartışılabilmiştir. Bu ciddiyetsizlik ve ben yaptım, oldu tavrınız daha nereye kadar devam edecek merak ediyoruz doğrusu.

Yaşamın içinde olduğu gibi ülkeyi yönetirken de yapılan yanlışlar, hatalar, yanlış uygulamalar, haksızlıklar ve hukuksuzluklar bir gün gelir bumerang gibi sahibini vurur; bunu da unutmayalım lütfen. Bu nedenle sizlere, bu yüce Meclis çatısı altında, bir milletvekili arkadaşınız olarak bir uyarı yapmak istiyorum: Artık bu bağımlılıklarınızdan, alışkanlıklarınızdan lütfen vazgeçiniz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin gerçek işlevini Anayasa ve hukuk çerçevesinde yerine getirmesinin tekrar hep birlikte önünü açalım. Anayasa’yı çiğnemekten, torba tekliflerle kanun yapmaktan vazgeçin.

Değerli milletvekilleri, 71 maddelik torba kanunun içeriğinden bazı maddelere gelecek olursak... Bir ülkenin sağlıklı yönetilebilmesi için Anayasa’ya uygun davranmak, kanunlara ve hukuka uygun hareket etmek hayati önemdedir. Şimdi, bakıyoruz, getirilen teklifin 2, 4, 17, 21, 24, 30, 42, 48 ve 68’inci maddeleriyle getirilen düzenlemeler hakkında yine Anayasa’nın bazı maddelerine aykırılık yönündeki tespitlerimiz tarafımızdan Komisyon görüşmeleri sırasında ileri sürülmüş ancak bu durum dikkate alınmamıştır, İç Tüzük gereği gereken işlemler yapılmamıştır. Oysa Meclis İçtüzüğü’nün 38’inci maddesi “Komisyonlar, kendilerine havale edilen tekliflerin ilk önce Anayasanın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler. Bir komisyon, bir teklifin Anayasaya aykırı olduğunu gördüğü takdirde gerekçesini belirterek maddelerin müzakeresine geçmeden reddeder.” hükmünü taşımaktadır. Buna karşın Anayasa’ya aykırılık iddiası karara bağlanmadan görüşmelere geçilmesi İç Tüzük’e aykırıdır, İç Tüzük’e de aykırı davranılmıştır bu görüşmelerde. Ama tabii, sizin Anayasa’ya, İç Tüzük’e uygunluk gibi bir telaşınız, bir derdiniz, tasanız yok, vaktiniz de yok bunun için çünkü telaş içerisindesiniz, panik içerisindesiniz, her getirdiğiniz teklifle ekonomik krize kısa vadeli çözümler üretmeye ve günü kurtarmaya çalışıyorsunuz.

Ülkede güven ortamı kalmadığı için sermaye dışarıya kaçıyor, iç tasarruf azalıyor. Zorunlu BES uygulamaları veya konut hesabına devlet katkısı gibi zorlama tasarruf girişimleri de maalesef yeterli olmuyor. Bir yıl içinde bireysel emeklilik yoluyla tasarruf yapma oranının yalnızca yüzde 0,8 olduğu düşünüldüğünde bu girişimlerin tasarrufları artırıcı etkisinin olmadığı da ortadadır. Sağlam ekonomi ve istikrar programları uygulamaya konmadan, geçici ve günü kurtarmaya dönük ekonomik kararlar ne tasarrufun artmasına ne de ekonomimizin düze çıkmasına çare olmayacaktır. Her geçen gün düşen güven endeksleri, artan enflasyon rakamları, geriletilemeyen döviz oranları bunun göstergesidir. Günlük ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanan vatandaşlardan ev sahibi olmaları için tasarruf yapmalarını beklemek çok gerçekçi bir beklenti değildir. Vatandaşın bankalara olan borcu 520 milyar TL, icra ve iflas dairelerindeki dosya sayısı 30 milyon olmuşken 80 milyon TL civarında para biriktiği belirtilen konut hesabı gibi uygulamalar uzun vadeli çözümler olmayacaktır. Vatandaşın tasarrufu için cebinde para, ülkedeyse güven ve istikrar şarttır. Tasarruf yapacaksanız kamu harcamalarındaki israfı önleyerek başlamanız daha yerinde olacaktır.

Evet, değerli milletvekilleri, yine bu torba kanun teklifiyle 186 kez değiştirdiğiniz ama bir türlü size yeterli gelmeyen Kamu İhale Kanunu’na yeniden müdahale ediyorsunuz. Cumhurbaşkanının yapacağı mal ve hizmet alımlarının neredeyse tamamını İhale Kanunu dışına çıkarmaya çalışıyorsunuz. Örneğin bu teklifin 30’uncu maddesinde de bunu görmekteyiz. Bir mal ve hizmet alınırken bu işlemler kamu yararı gözetilerek, vatandaşın vergisi korunarak yapılmalıdır.

Birkaç maddeye, tabii ki burada 71 maddeye değinmem mümkün değil, maddeler üzerine konuşulurken arkadaşlarımız detaylarına değineceklerdir, ben birkaç maddeye şöyle değinmek istiyorum kısaca. Bu torbanın 32’nci maddesiyle ülkemizin kalkınması için önemli olan büyük projelerde beklenmeyen fiyat artışları olması hâlinde yüklenicilere fesih ya da devir hakkı verilmektedir. Bu da krizin aslında açıkça itirafıdır. Nedir bu büyük projeler? Beklenmeyen fiyat artışı ve bu artışın kaynağı nedir? Ekonomi iyi yönetilmediği ve dışa bağımlı bir ülke olduğumuz için döviz artışı kaynaklı mıdır, yoksa bazı yandaş firmaları kurtarma operasyonu mudur? Sözleşmenin gereğini yerine getiremiyor ama teminatı da yanmıyor. Ne koşullarda devredeceği belli değil, projelerini zorlukla tamamlama aşamasına gelenlere de burada bir haksızlık söz konusu maalesef. Madem öyle, fiyat artış kararnamesi yayınlayalım, gelin bunu yapalım, bunu Komisyonda da söyledik, teklif ettik ama orada da kabul edilmedi. Krizin etkilerini azaltalım ve bu projeler tamamlansın; sanırım bu durumda devlet daha kârlı olacaktır. Ama sizin için devletin kârlı olması da hiç önemli değil, her yaptığınız işte, her yaptığınız kanuni değişiklikte bir kayırmacılık, bir yandaş korumacılığı var maalesef. Hep söylüyoruz ya, getirdiğiniz kanun teklifleriyle aslında ekonominin içinde bulunduğu durumu siz de açıkça itiraf ediyorsunuz.

Yine, devlet, devlete ait üniversitelerin diş hekimliği fakültelerinin döner sermaye işletmelerine olan borcunu ödeyemiyor. Bu nedenle, teklifin 12’nci maddesiyle, Cumhurbaşkanı, çıkaracağı kararnameyle bu oranı belirleyecek. Çıkarılacak olan bu kanunla, diş hekimliği fakültelerinin alacaklarının büyük bir kısmından feragat etmeleri isteniyor yani kendi üniversite hastanelerinize olan borcu bile ödeyemez hâle gelmişsiniz ve bunun için kanun çıkarmak zorunda kalıyorsunuz.

43’üncü maddeyle, yaşlılık, malullük, ölüm aylığı almakta olan emeklilere ve hak sahiplerine ödenen aylıklar ve her ay itibarıyla aylıklarıyla birlikte yapılan ödemeler toplamı için 1.000 TL’lik bir alt sınır belirlenmektedir. Yaklaşık 150 bin kişiye bu maddeyle ek zam yapılacağı intibası yaratılmaktadır ancak yürürlük tarihi olarak “Bu maddenin yayım tarihinden sonraki ilk ödeme tarihinden sonra…” denilerek ocak zamlarından sonra bu zammın yapılması düzenlenmiştir. Bu hâliyle bakıldığı zaman, maddeden yararlanabilecek kişi sayısı oldukça azalacak, aşağıya düşecektir. Bu yapılan düzenleme de seçime dönüktür. Emekliler, seçime giderken zam almış gibi olacaklar ama daha sonra yapılacak zamlardan yararlanıp yararlanamayacakları da meçhuldür. Burada bir Ali Cengiz oyunu var mı yok mu bunu uygulamada göreceğiz. Yani emekliye gelince, işçiye, memura gelince o kadar cimrisiniz ki gerçekten çıkardığınız kanun teklifleriyle bunu aslında toplumun gözlerinin önüne çok da güzel bir şekilde seriyorsunuz.

Evet, yine devam edelim. Yerel yönetimlere kamudan aktarılan kaynakların büyük bölümü zaten iktidara mensup belediyelere aktarılmaktadır. Yasa teklifinin 48’inci maddesindeki düzenlemeyle Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının bütçesine belediyelere yardım ödeneği konması… Cumhurbaşkanı “yatırım nitelikli projelerin gerçekleşmesi” adı altında istediği belediyeye bu şekilde para aktarabilecektir. Acaba muhalefet belediyeleri bu kaynaklardan pay alabilecekler midir, yoksa Cumhurbaşkanlığı eliyle ayrımcılık yapılmasının önü mü açılacaktır? Yerel seçimler öncesinde partili bir Cumhurbaşkanına böyle bir yetkinin verilmesi -altını tekrar çiziyorum- partili bir Cumhurbaşkanına böyle bir yetkinin verilmesi kesinlikle adil değildir. İktidar ve muhalefetin eşit koşullarda bir seçim yarışına giremeyeceğini de göstermektedir bu düzenleme.

Yine benzer bir düzenlemeyi 58’inci maddede görmekteyiz. Amaç ne? Yerel seçimler öncesi AKP’li belediyeleri borç batağından kurtarmak. Nasıl olacak? Bu defa da İller Bankası var. İller Bankasının gelirleri bu belediyelere aktarılarak bir kez daha beton ekonomisine hizmet edilecektir. Oysa İller Bankasının asli görevi nedir? İl özel idarelerinin sorumluluğundaki geliri olmayan köyler ile küçük belediyelerin altyapı, üstyapı projelerine, özellikle sulama gibi yatırımlara destek sağlamaktır. Ancak İller Bankası bu müteahhit bankasına, inşaat şirketine çevrilmek istenmektedir.

Bir diğer sıkıntılı madde de 22’nci maddedir. Bu madde krizin daha da derinleşeceği endişesiyle Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi aracılığıyla Cumhurbaşkanına her türlü yetkinin verilmesidir. İlave bir OHAL yetkisi olan bu yetkiler aslında krizin önümüzdeki günlerde ne kadar derinleşeceğinin de net bir göstergesidir.

Değerli arkadaşlar, kasada para yok. Tüm bu değişiklikler, uygulamalar yaklaşan seçimlere kadar idare etmeye çalıştığınızın göstergesidir. Tabii, bu 71 maddelik torba kanun teklifi de yeterli değildir bunun için. Önce TÜİK’e baskı yapıp talimatla ve farklı sepet uygulamalarıyla kasım, aralık aylarında enflasyonun düşük gösterilmesini sağlayıp çalışana, emekliye hak ettiği oranda enflasyon farkını vermediniz, asgari ücrete yansıtmadınız, yine vatandaşın cebindeki üç kuruşa göz diktiniz. Bir de bunun yanında, biz “Asgari ücret vergi dışı bırakılsın.” derken siz yeni vergi tarifesiyle daha fazla vergi alacak düzenlemeler yapıyorsunuz, sonra da “Asgari ücreti 2.020 lira yaptık.” diyorsunuz. Asgari ücretlinin vergi diliminden etkilenmemesi için 18 bin TL olan ilk dilim sınırının yükseltilmesi gerekmektedir. Aynı durum diğer çalışanlarımız için de geçerli tabii. Yaptığınız düzenlemelerle memurlarımız da temmuz ayını beklemeden, mayıs ayında maalesef vergi dilimine girecekler ve aldıkları zamlar çok daha önce ceplerinden çıkacaktır.

Artan vergileri çalışanın ve emeklinin sırtına bindirip yandaşların vergi borçlarını ise bir bir silen bir iktidarla karşı karşıyayız değerli milletvekilleri. Bu da yetmedi, nisan ayında yapılması gereken Merkez Bankası Genel Kurulunu 18 Ocak tarihinde yaptırarak, elde ettiği kârın seçim öncesi Hazineye aktarılmasını sağlayıp milletin parasını seçimlerde harcamayı planlıyorsunuz. 2018 için beklenen yaklaşık 35 milyar TL Merkez Bankası kârının 20-25 milyar TL’si Hazineye aktarılacak ve ocak ayı yüklü borç ödemesi ve maaş ödemeleri tabii ki bu paradan yapılacak, görünen köy kılavuz istemiyor. Elbette Merkez Bankasının sizin bu planınıza ortak olması yeni sistemin ne kadar sağlıksız ve bu sistemdeki kurumların ne kadar bağımlı olduğunu da bizlere göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, gündemimizde bir de spor kulüplerinin borçlarının yapılandırılması konusu var. Süper Lig kulüplerinin yaklaşık 15 milyar, tüm kulüplerin ise 50 milyar TL civarında borcundan bahsediliyor. Tamam, spor kulüpleri bu hâle düşmüş, borçlarını yapılandıralım ama birtakım yasal düzenlemeler yapılmaz ve bazı yapısal değişikliklere gidilmezse çok değil, altı ay, bir yıl sonra bu kulüpler aynı hâle düşeceklerdir; o zaman yine mi bankalar yapılandırmaya ve kurtarmaya gidecek? Örneğin kulüp yönetimlerinin sınırsız borçlanma yetkisine bir sınırlama getirilmelidir, yasal düzenleme yapılmalıdır. Yabancı futbolcu transferlerindeki anlaşmalar da dövizle yapıldığı için, döviz de frenlenemediği için kulüp borçlarını çok artırmıştır.

Gelelim Ziraat Bankasının bu yapılandırma ve borçların ödenmesinde görevlendirilmesine. Ziraat Bankası, üreticinin, çiftçinin, esnafın ve tarım kredi kooperatiflerinin, ticaretin desteklenmesi için kurulmuştur, uzun yıllar da bu görevini hakkıyla yerine getirmiştir. Şimdi ise medya patronlarına ucuz kredi verir, yandaş firmaların batan kredilerini ve spor kulüplerini kurtarır hâle getirilmiştir.

Ben şunu sormak istiyorum: Yüzlerce fabrika zarar ederken, zarar ettiği söylenen şeker fabrikaları satılırken Ziraat Bankası neredeydi?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (Devamla) – Toparlayacağım Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Emecan, bir dakika ilave ediyorum.

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (Devamla) – Çitçimiz borç batağında çırpınırken, taban fiyatların altında ürünlerini satarken, elektrik borçlarını ödeyemezken nerede Ziraat Bankası? Futbol kulüpleri kurtarılsın ama bu Ziraat Bankasına mı kaldı? Bir Ziraat Bankası mensubunun kızı olarak, Ziraat Bankasının ekmeğiyle büyümüş, ekmeğiyle okumuş, buralara gelmiş bir vekil arkadaşınız olarak, Ziraat Bankasının bu hâle düşürülmüş olmasını kınıyorum.

Değerli milletvekilleri, teklifin Komisyondaki görüşmeleri sırasında verdiğimiz bazı önergeler maalesef kabul görmemiştir. Bu önergelerden birincisi, eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfındaki öğretmenlerimiz ve diğer personelin, polisler ve emniyet müdürlerinin, din hizmetleri sınıfında görev yapan en az dört yıllık yükseköğrenimi bitiren din görevlilerinin ek göstergelerinin 3600 olarak değiştirilmesi; ikincisi, makam tazminatı alamayan Petrol Ofisi AŞ, PTT, Devlet Malzeme Ofisi, Devlet Demiryolları gibi kamu iktisadi teşebbüsleri bölge müdürlerinin emeklilerinin durumlarının düzeltilmesi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (Devamla) – Başkanım, selamlayacağım, son cümlelerim.

BAŞKAN – Tabii tabii, buyurun, bir dakika daha verelim.

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.

…ve son olarak yardımcı hizmetler sınıfında görev yapanların genel idare hizmetleri sınıfına dâhil memur unvanlı kadrolara atanması önergelerimiz AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiştir.

Sonuç olarak, vatandaş lehine olmayan ve Anayasa’ya aykırılıklar içeren, ilgili komisyonlarda yeteri kadar tartışılmadan, sadece Plan ve Bütçe Komisyonundan geçirmek suretiyle yasa yapma alışkanlığını, genel demokratik ilkelere ve Türkiye Büyük Millet Meclisi geleneklerine aykırı bulduğumuzdan teklifin bütününe karşı olduğumuzu bildirir, Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Emecan.

Şimdi, soru-cevap işlemine geçeceğiz ancak soru olmadığından bu işlemi geçiyoruz.

Sayın Gaytancıoğlu, Hayrabolu’daki kaza nedeniyle bir açıklama yapmak istemiştiniz.

Ben size kısa bir söz veriyorum, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

37.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, “ölüm yolu” olarak adlandırılan Tekirdağ-Hayrabolu kara yolunda meydana gelen kazada hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine ve bu yolda daha kaç can verileceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

OKAN GAYTANCIOĞLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bugün “ölüm yolu” olarak adlandırılan Tekirdağ-Hayrabolu kara yolunda meydana gelen trafik kazasında Uzunköprü ilçemizde yaşayan 8 yurttaşımızı kaybettik. Duble yollar yapmakla övünen AKP nedense tüm uyarılarımıza rağmen “ölüm yolu” olarak nitelendirilen ve bugüne kadar yüzlerce vatandaşımızın hayatını kaybettiği bu yolu sürekli görmezden geliyor. Daha kaç can vereceğiz? Trafik kazasında kaybettiğimiz yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

X.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDA BULUNAN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Teklifleri (Devam)

2.- Konya Milletvekili Ziya Altunyaldız ve 7 Milletvekilinin Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1369) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı 37) (Devam)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 23.31

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 23.32

BAŞKAN: Başkan Vekili Levent GÖK

KÂTİP ÜYELER: Şeyhmus DİNÇEL (Mardin), İshak GAZEL (Kütahya)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 42’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

37 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Bugünkü gündemimizde başka bir konu bulunmadığından, alınan karar gereğince, kanun teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek üzere 9 Ocak 2019 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Hepinize iyi geceler diliyorum.

Kapanma Saati: 23.33



(x) 28 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(X) 37 sıra sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

x Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.