TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

49’uncu Birleşim

3 Ocak 2017 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

 

İÇİNDEKİLER

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, İstanbul Ortaköy’de yaşanan saldırının amacının farklı hayat tarzları arasında bir çatışma yaratılması olduğuna ve terör olaylarında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine, kalkınmış ve esenlik dolu bir Türkiye dileğiyle yeni yılı kutladığına ilişkin konuşması

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın, İstanbul Reina’da yaşanan saldırıya ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Mersin Milletvekili Yılmaz Tezcan’ın, 3 Ocak Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, 3 Ocak Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümüne ve Mersin’de yaşanan sel felaketine ilişkin gündem dışı konuşması

 

B) Hükümetin Gündem Dışı Açıklamaları

1.- İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, son günlerdeki gelişmeler ve iç güvenliğe ilişkin gündem dışı açıklaması ve MHP Grubu adına Samsun Milletvekili Erhan Usta’nın, HDP Grubu adına Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın, CHP Grubu adına Ankara Milletvekili Levent Gök’ün ve AK PARTİ Grubu adına Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın aynı konuda görüşlerine ilişkin gündem dışı açıklamaları

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın Hükûmetin gündem dışı açıklaması nedeniyle HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

2.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın Hükûmetin gündem dışı açıklaması nedeniyle AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek’in (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

4.- Adıyaman Milletvekili Salih Fırat’ın, İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

5.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, İstanbul Milletvekili Halis Dalkılıç’ın (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

6.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

7.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

8.- Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’in, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

VII.- AÇIKLAMALAR

1.- Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

2.- İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’in, bu ülkenin bir milletvekili olarak, Halkevlerinin, gericiliğin değil laikliğin, cihatçıların değil masum, katledilen insanların yanında olan bildirgesinin altına imza attığına ilişkin açıklaması

3.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, yeni yılın ilk saatlerinde İstanbul’da yaşanan hain terör saldırısını kınadığına ve yaşamını kaybedenleri saygıyla andığına, Hükûmetin tek hedefinin Anayasa değişikliğiyle bu ülkeyi bir dikta rejimine sürüklemek olduğuna ilişkin açıklaması

4.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkın’ın, 2017 yılının tüm dünyada savaşların ve terörün sona ereceği bir yıl olmasını temenni ettiğine, yeni yılın ilk saatlerinde İstanbul’da yaşanan hain terör saldırısını lanetlediğine, Mersin’de yaşanan sel felaketi nedeniyle geçmiş olsun dileklerini sunduğuna ve 3 Ocak Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

5.- Denizli Milletvekili Melike Basmacı’nın, terörü lanetlediğine, ülke için barış ve demokrasi dilediğine ve Cumhurbaşkanı ile Başbakanın Şanghay Beşlisi konusundaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

6.- Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz’ün, yılbaşı gecesi İstanbul’da yaşanan saldırıyı kınadığına, yaşam tarzı ne olursa olsun bütün vatandaşların devletin güvencesi altında olduğuna ve vatandaşları birlik ve beraberlik içinde, basiretli ve sağduyulu olmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması

7.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, Kocaeli ve çevresindeki elektrik kesintilerine ilişkin açıklaması

8.- Kocaeli Milletvekili Fatma Kaplan Hürriyet’in, İstanbul’da yaşanan terör saldırısını kınadığına, yılbaşı öncesinde kışkırtıcı haber, broşür ve pankartlarla insanların yaşam biçimlerine tehdit oluşturanlar hakkında bir işlem yapılıp yapılmayacağını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

9.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, İstanbul’da yaşanan elektrik kesintilerine ve Hükûmetin özgür basını susturmak için gösterdiği çabayı IŞİD ve diğer terör örgütlerini bastırmak ve susturmak için niçin göstermediğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

10.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, FETÖ’nün darbe kalkışması nedeniyle ilan edilen OHAL’in gerçek nedeninin terörle mücadele değil AKP’nin gizli gündemini uygulamak olduğuna ve tek adam yönetimi heveslilerine Meclisin ve halkın asla geçit vermeyeceğine ilişkin açıklaması

11.- Balıkesir Milletvekili Mehmet Tüm’ün, yeni yılın ilk saatlerinde İstanbul’da yaşanan saldırı nedeniyle İçişleri Bakanının istifa etmeyi düşünüp düşünmediğini ve yılbaşı kutlamalarını hedef gösteren, nefret suçu işleyen kamu görevlileri hakkında ne yapıldığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

 

 

12.- İzmir Milletvekili Musa Çam’ın, İstanbul’da hain saldırı sonucu hayatını kaybedenlere Tanrı’dan rahmet dilediğine, nedenleri ortaya çıkarılıp çözüm yolları bulunmadığı sürece terörün devam edeceğine ve iktidarın özellikle IŞID destekçisi tutum ve davranışlarından vazgeçmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

13.- Konya Milletvekili Mustafa Hüsnü Bozkurt’un, günün laik cumhuriyette, demokratik hukuk devletinde ve Atatürk’ün akıl yolunda birleşip bu Mecliste parlamenter demokrasiyi hâkim kılma ve mutlaka bir birlik sağlama günü olduğuna ilişkin açıklaması

14.- Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç’ın, kendilerinden olmayan herkesi tekfir ederek ötekileştiren anlayışın İslam dünyasının kalbine bir hançer gibi saplanmış olduğuna ve birleştirici değer ve esaslara sarılmak gerektiğine ilişkin açıklaması

15.- Ordu Milletvekili Seyit Torun’un, 2017 yılının sağlık, huzur ve barış getirmesi dilediğine, yeni yılın ilk saatlerinde İstanbul’da yaşanan saldırıda ölenlere rahmet dilediğine, açıklamalarıyla masum insanları hedef hâline getiren kurum, dernek ve kişiler hakkında ne gibi işlemler yapılacağını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

16.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, İstanbul’daki terör olayını lanetlediğine, 21 Eylül 2016’da Giresun’da meydana gelen sel felaketinin afet kapsamında değerlendirilmesi ve zararın karşılanması gerektiğine ilişkin açıklaması

17.- Hatay Milletvekili Hilmi Yarayıcı’nın, Hükûmetin, günlerdir yaşam tarzları üzerinden yaratılan nefret iklimine ses çıkarmadığına, Diyanet İşleri Başkanlığının cuma hutbesi üzerinden bu düşmanlığı daha da körüklediğine ve laiklik vurgusu üzerinden IŞİD’i eleştiren gençlerin tutuklanmasına ilişkin açıklaması

18.- Afyonkarahisar Milletvekili Burcu Köksal’ın, İstanbul’daki saldırıda yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet dilediğine, Afyonkarahisar’ın Bolvadin ilçesindeki küçükbaş hayvan hırsızlığı için yeterli önlemlerin alınmamasının sebebini öğrenmek istediğine ve Bolvadin’deki alkaloid fabrikasında taşeron şirket kanalıyla çalışan 40 işçinin işten atılmasına ilişkin açıklaması

19.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, KOSGEB’in 50 bin lira faizsiz kredisini almaya hak kazanan işletmeler hakkında bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması

20.- Antalya Milletvekili Niyazi Nefi Kara’nın, yeni yılın hayırlı olmasını temenni ettiğine ve ülkemizde meydana gelen tüm terör eylemlerini yapanları ve destekleyenleri lanetlediğine ilişkin açıklaması

21.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, yılbaşı gecesi İstanbul’da meydana gelen terör olayını lanetlediğine, 2017 yılının sağlık, mutluluk, barış ve huzur dolu bir yıl olmasını temenni ettiğine ve Başbakandan ülkemize güven ortamı ve istikrarın ne zaman geleceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

22.- İzmir Milletvekili Müslüm Doğan’ın, Manisa il eş başkanlarının da içinde bulunduğu parti üyelerinin aylardır yargı önüne çıkarılmadıklarına ve altmış gündür tutuklu bulunan parti eş genel başkanları da dâhil olmak üzere 12 milletvekilinin yasama faaliyetlerine katılması için gereğinin yapılmasını rica ettiğine ilişkin açıklaması

23.- Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul’un, 2017 yılının barışa, özgürlüğe, adil ve eşit bir yaşama vesile olmasını dilediğine, toplumun her gün birbirine düşürüldüğü bir ortamda İstanbul Reina’da 39 kişinin katledildiğine ve Gaziantep’te suikast planı içerisinde olduğu gerekçesiyle 4 gencin gözaltına alınmasıyla ilgili bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması

24.- İstanbul Milletvekili Ali Şeker’in, İstanbul’daki terör saldırısında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine, bu ülkenin bir milletvekili olarak, Halkevlerinin, gericiliğin değil laikliğin, cihatçıların değil masum, katledilen insanların yanında olan bildirgesinin altına imza attığına ilişkin açıklaması

25.- Muğla Milletvekili Nurettin Demir’in, huzurlu, mutlu, bereketli, terörsüz bir yıl ile terör olaylarında yaşamını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine, terör olaylarını önleyemeyen MİT Müsteşarı ve İçişleri Bakanının neden hâlâ görevlerine devam ettiklerini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

26.- Trabzon Milletvekili Ayşe Sula Köseoğlu’nun, 2017 yılının hayırlar getirmesini dilediğine, bu zor zamanlarda Türkiye’nin ayrışmaya değil birleşmeye ihtiyacı olduğu gerçeğiyle herkesi terörün amacına hizmet eden söylemlerden kaçınmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması

27.- İzmir Milletvekili Kerem Ali Sürekli’nin, İstanbul Reina’daki alçakça saldırıyı şiddetle kınadığına, terörle mücadelenin sonuna kadar süreceğine, sağduyuyla bütün sıkıntıların aşılacağı bir yıl olmasını temenni ettiğine ilişkin açıklaması

28.- Antalya Milletvekili Mustafa Akaydın’ın, İstanbul Reina’daki terör saldırısı nedeniyle İstanbul İl Emniyet Müdürünün görevi bırakması gerektiğine, insanların yaşam tarzına müdahale ederek âdeta bu saldırıyı kışkırtan çevreleri kınadığına ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’i aklıselime davet ettiğine ilişkin açıklaması

29.- Burdur Milletvekili Mehmet Göker’in, bu toplumun büyük bir çoğunluğunun gelişmelerden memnun olmadığına ve barış ve huzur içinde yaşanabilecek bir ülke istediğine ilişkin açıklaması

30.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın, İçişleri Bakanını onurlu bir devlet adamı gibi davranmaya ve istifa etmeye davet ettiğine ilişkin açıklaması

31.- Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan’ın, laikliği korumak amacıyla hareket eden gençlere yönelik saldırının anlaşılmasının mümkün olmadığına ve yeni yıl için halkın yaşama hakkının korunmasını dilediğine ilişkin açıklaması

32.- Bursa Milletvekili Emine Yavuz Gözgeç’in, 2017 yılının hayırlar getirmesini dilediğine, yeni yılın ilk saatlerinde İstanbul’da yaşanan terör saldırısını lanetlediğine, bu terör saldırısı üzerinden milleti bölmeye çalışarak teröre hizmet edenleri kınadığına ve yeni bir yönetim sistemini getiren Anayasa değişikliğinin kabul edileceğine inandığına ilişkin açıklaması

33.- Adana Milletvekili Zülfikar İnönü Tümer, 6455 sayılı Gümrük Kanunu’nun 20’nci maddesinde yapılan bir değişiklik nedeniyle yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için yeni bir düzenleme yapılması gerektiğine ilişkin açıklaması

34.- Çorum Milletvekili Tufan Köse’nin, yeni yılın ilk saatlerinde yaşanılan hain terör olayını lanetlediğine, masum insanların kanını akıtan teröre karşı her noktada en şiddetli mücadelenin verilmesi gerektiğine ve terörle mücadelede bütün millet olarak tek yürek olmak gerektiğine ilişkin açıklaması

35.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, İstanbul’da yapılan hain saldırı sonrasında olay yerine giderek çiçek bırakmak isteyen Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı ve beraberindeki milletvekillerine saygısız ve saldırgan bir üslup kullanan Murat Karakaya isimli Emniyet yetkilisi hakkında bir soruşturma açılıp olayın tetkik edilmesini talep ettiklerine ilişkin açıklaması

36.- Samsun Milletvekili Erhan Usta’nın, Türkiye’nin adım adım kaosa doğru sürüklendiğine, Hükûmetin taziye dilemenin ötesinde bir şeyler yapması gerektiğine ve FETÖ’yle mücadelede mağduriyetlerin en aza indirilmesi konusunda tedbir alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

37.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın düşünce ve ifade özgürlüğüyle ilgili ifadelerine ve sadece düşüncelerini ifade ettikleri için eş başkanlarla birlikte 12 milletvekilinin altmış gündür tutuklu bulunduğuna ilişkin açıklaması

38.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, 2017 yılının milletimize ve insanlığa hayırlı olmasını dilediğine, Türkiye’nin teröre karşı en önemli panzehrinin uzun demokratik tecrübesi olduğuna ve teröre karşı ortak bir safta toplanmanın son derece önemli olduğuna ilişkin açıklaması

39.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, Millî Güvenlik Kurulu toplantısı yapılmadığı hâlde bir tavsiye kararı alınarak (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi’nin Meclise getirildiğine ve bu konuda bir açıklama yapılması gerektiğine ilişkin açıklaması

40.- Kars Milletvekili Ayhan Bilgen’in, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

41.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

42.- Samsun Milletvekili Erhan Usta’nın, İstanbul Milletvekili Halis Dalkılıç’ın (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

43.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, Hükûmet Sözcüsünün Bakanlar Kurulunda OHAL’in uzatılması gibi bir gündem olmadığı açıklamasına ve çoğunluk tahakkümüyle OHAL’in uzatılacağına ilişkin açıklaması

44.- Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un, İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

45.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Bitlis Milletvekili Mizgin Irgat’ın (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde önerge sahibi adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

46.- Bitlis Milletvekili Mizgin Irgat’ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

47.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, ülkemizin ev sahipliğinde 12-23 Ekim 2015 tarihlerinde Ankara’da Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi (UNCCD) 12. Taraflar Konferansı’nın sürekli forumlarından biri olan Parlamenter Forumu (COP) Başkanlığının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından üstlenilmiş olması ve önümüzdeki iki yıl boyunca da TBMM tarafından yürütülmesi ve Türkiye’nin başkanlık yapacağı sürede Parlamenter Forumu Yönlendirme Komitesinin her yıl Başkanın çağrısıyla toplanacağı ve COP 12 esnasında alınan kararların destekleneceği öngörüldüğünden, anılan nedenlerle 18/8/2016 tarihli 20 sayılı Divan Kararı’yla 1 başkan ve 5 milletvekili (4,1,1) olarak oluşturulmuş olan “TBMM Çölleşmeyle Mücadele Çalışma Grubu” üye sayısının TBMM’de temsil edilen tüm siyasi partilerin temsil edilebilmesi açısından 1 başkan ve 8 milletvekili (5,2,1,1) olarak değiştirilmesi hususu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 8/12/2016 tarihli ve 26 sayılı Kararı’yla uygun bulunmuş olup, söz konusu çalışma grubunun üye sayısının arttırılması için siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin tezkeresi (3/863)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, İstanbul Milletvekili Şafak Pavey’in, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği 16’ncı Komite Toplantısı’na katılımı nedeniyle 15/8/2016 tarihinden itibaren yirmi altı gün izinli sayılmasının Başkanlık Divanının 13/12/2016 tarihli ve 27 sayılı Kararı’yla uygun görüldüğüne ilişkin tezkeresi (3/866)

 

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Dünya Ticaret Örgütünün (DTÖ) Doha Kalkınma Gündemi Küresel Emanet Fonu’nun mali desteğiyle Merkezi ve Doğu Avrupa, Orta Asya ve Kafkasya ülkelerinin milletvekilleri için 21-23 Şubat 2017 tarihlerinde Avusturya’nın başkenti Viyana’da düzenlenecek olan Parlamenterler İçin Dünya Ticaret Örgütü Bölgesel Ticaret Çalıştayına katılım sağlanmasına ilişkin tezkeresi (3/864 )

4.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı Konya Milletvekili Ziya Altunyaldız’ın, 23-24 Ocak 2017 tarihlerinde İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenecek olan Orta Doğu ve Kuzey Afrika Enerji Konferansı’na katılmasına ilişkin tezkeresi (3/865 )

5.- Başbakanlığın, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, NATO’nun Afganistan’da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 6/1/2015 tarihli ve 1079 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 6/1/2017 tarihinden itibaren iki yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/862)

6.- Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı uyarınca ülke genelinde ilan edilen ve 11/10/2016 tarihli ve 1130 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/1/2017 Perşembe günü saat 01.00’den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/863)

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci ve 23 milletvekilinin, Yedikule Bostanlarını ve çevresini düzenleme çalışmalarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/402)

2.- Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil ve 21 milletvekilinin, FATİH Projesi’yle ilgili kurumsal yapıların uygulamaları ve kararları ile yapılan usulsüz iş ve işlemlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/403)

3.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ve 21 milletvekilinin, nükleer enerji santralinin yaratacağı risklerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/404)

 

 

 

 

C) Gensoru Önergeleri

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, belediyelere kayyum ataması uygulaması ve eş başkanlar ile milletvekillerinin tutuklanması nedeniyle gerçekleştiği iddia edilen hak ihlallerinde ve artan terör olayları sebebiyle meydana gelen ölümlerde sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/14)

D) Önergeler

1.- Başkanlıkça, Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın Plan ve Bütçe Komisyonu (4/74), İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu(4/75), Ağrı Milletvekili Berdan Öztürk’ün Millî Savunma Komisyonu (4/76), Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertan’ın Adalet Komisyonu (4/77), Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman’ın Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu (4/78) üyeliklerinden istifalarına ilişkin önerge yazıları

2.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, (2/80) esas numaralı 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/79)

IX.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan 446 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bu kısmının 1’inci sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” kısmında bulunan Afganistan’a asker göndermeyle (süre uzatımı) ilgili (3/862) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi’nin okunarak görüşmelerinin 3 Ocak 2017 Salı günkü birleşiminde yapılmasını müteakip olağanüstü hâlin uzatılmasına dair (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi’nin okunarak görüşmelerinin 3 Ocak 2017 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; bastırılarak dağıtılan (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin 3 Ocak 2017 Salı günkü gündeminin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1’inci sırasına alınarak Anayasa’nın 99’uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin bu birleşiminde yapılmasına; yine bugünkü birleşiminde gündemin “Seçim” kısmında Kişisel Verileri Koruma Kurulu üyeliklerine üye seçiminin yapılması akabinde başkaca bir işin görüşülmemesine; 446 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesine ilişkin önerisi

 

 

 

X.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, belediyelere kayyum ataması uygulaması ve eş başkanlar ile milletvekillerinin tutuklanması nedeniyle gerçekleştiği iddia edilen hak ihlallerinde ve artan terör olayları sebebiyle meydana gelen ölümlerde sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/14)

XI.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda açık bulunan üyeliklere seçim

1.- Plan ve Bütçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

XII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, 24 Kasım 2016 tarihinde TBMM Başkanlığı’na sunulan Damga Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile yapılması öngörülen düzenlemelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın cevabı (7/9543)

3 Ocak 2017 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Zihni AÇBA (Sakarya)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49’uncu Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır.

Görüşmelere başlıyoruz.

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, İstanbul Ortaköy’de yaşanan saldırının amacının farklı hayat tarzları arasında bir çatışma yaratılması olduğuna ve terör olaylarında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine, kalkınmış ve esenlik dolu bir Türkiye dileğiyle yeni yılı kutladığına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündem dışı sözleri vermeden önce, yeni yıl vesilesiyle düşüncelerimi, duygularımı Genel Kurulla paylaşmak istiyorum.

Sayın milletvekilleri, 2017 yılının bu ilk oturumunda geçtiğimiz hafta sonu İstanbul Ortaköy’de yaşanan vahşete, korunaksız insanların gencecik ölümlerine rağmen, şehitlerimize rağmen ülkemizin aydınlık geleceğine olan inancımı ve umudumu muhafaza ederek milletvekillerimize ve vatandaşlarımıza iyi bir yıl diliyorum.

Yılbaşı gecesi Ortaköy’de yeni yılı kutlayan vatandaşlarımızı ve Türkiye’ye inanarak, güvenerek konuk olarak gelmiş insanları, orada çalışan emekçi kardeşlerimizi, güvenlik görevlilerimizi hunharca şehit ettiler. Terörün hedefi, Türkiye'nin birliğini, barışını, huzurunu yok etmek, toplumsal yapımızı parçalamaktır. Bu gerçeği hiçbir zaman gözden uzak tutmamak gerekir. Terör, bu amaç doğrultusunda bugüne kadar, maç seyreden, hafta sonu gezmesine veya işine gücüne giden, düğün yapan insanlarımıza, görev başındaki askerimize, polisimize karşı saldırılar gerçekleştirdi. Terör, bu defa Ortaköy’de bir eğlence yerini hedef aldı. Bu, bir yaşam tarzına karşı gerçekleştirilmiş ağır bir suikasttır. Bu insanlar yeni yıl kutlaması yaptıkları için hedef seçildiler ve katledildiler. Amaç, farklı hayat tarzları arasında bir çatışmanın yaratılmasıdır. Bu açık seçik ortadadır, bunu görmemek, yok saymak, konuşmamak doğru değildir.

Türkiye, bölgesinde farklı hayat tarzlarının iç içe geçtiği, insanların yaşam tarzlarını, dinlerini, inançlarını özgürce yaşadıkları, laik, demokratik bir toplum geleneğine sahip tek ülke, tek demokrasidir. Şimdi böylesi güzel bir yaşam sentezini dağıtmak, sadece bizim için değil dünya için de kıymetli olan bu mücevheri parçalamak istiyorlar. Çoğulculuk, çokluk bizim laik, demokratik cumhuriyetimizin temel özelliğidir, terör bunu ortadan kaldırmak istiyor. Buna karşı yapılması gereken bir ve birlikte, kardeşçe, farklılıklarımızı yok etmeden bir arada yaşamı sürdürmektir. Ölümü savunan şiddete karşı hayatın vazgeçilmezi olan insanlık değerlerini ısrarla savunmalı, farklı hayat tarzlarına tahammülsüzlük gibi hastalıklı bir düşünceyi ortadan kaldırmalıyız. Toplum siyaset kurumundan terörün önlenmesini beklemektedir. Terörü önlemek başta Hükûmet olmak üzere bütün siyasi partilerin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yani siyaset kurumunun görevidir. Herkes, bütün kurumlar bu konuda üzerine düşün görevi süratle yerine getirmelidir. Terörün aramızdan aldığı her insan bizimdir. Bu yas hepimizin yası olmalıdır. Ortak yaslarımız olmazsa eğer yaşamı yeniden kurmak için, müşterek değerler üretmek için de bir araya gelemeyiz. Terörde hayatını kaybedenleri anarken de, onları ebedî yolculuklarına uğurlarken de ellerimizi sımsıkı kenetlemeliyiz birbirimize, omuzlarımızı yaslamalıyız. Birlik ve beraberlik sadece törenlerde söylenen, kayıplarımızın ardından sarf ettiğimiz sözler olmamalı. Böylesi dönemlerde daha fazla dayanmalıyız birbirimize, şimdi bunun zamanı.

Sayın milletvekilleri, yaşanan terör olaylarında hayatını kaybeden insanlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza şifa diliyorum, şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Ülkemizin ve insanlığın başı sağ olsun. Toplumsal barışı sağlamış, kavgasız, gürültüsüz, terör ve şiddetin olmadığı, kalkınmış ve esenlik dolu bir Türkiye dileğiyle yeni yılınızı tekrar kutluyorum. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, İstanbul’daki Reina saldırısı hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’ya aittir.

Buyurunuz Sayın Kaya. (HDP sıralarından alkışlar)

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın, İstanbul Reina’da yaşanan saldırıya ilişkin gündem dışı konuşması

HÜDA KAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle 2017 yılı hepimiz ülkemiz, halkımız ve bütün dünya halkları için hayırlara yol açsın, hayırlara vesile olsun diyorum.

2017’nin ülkemiz, bölgemiz ve bütün dünyamız için barışta değil de savaşta ısrar edenlerin kaybettiği bir yıl olmasını bütün kalbimle diliyorum.

Maalesef, Türkiye’nin, içeride ve dışarıda barış eksenli değil de savaş ve yayılmacılık politikaları ile ülkemizin geldiği noktada 2017’nin ilk dakikalarında yeni bir katliam haberi içimizi yaktı. Reina’da 39 genç insan yaşamını yitirdi, 65 kişinin ise hâlâ tedavisi devam ediyor.

Pakistan’ı hatırlarsınız, zamanında Taliban ve El Kaide’yi Afganistan için besleyip büyüttü ve bir gün o namlu kendilerine dönmüştü fakat bundan hiç ders almamışçasına Türkiye Hükûmetimizin politikalarının ülkeyi getirdiği sonuç işte burası. Sorumlu olan bu ülkeyi yönetenlerdir. Cumhurbaşkanımızın sözlerini hepiniz, sizler de biliyorsunuz. Ne demişti kendi ifadesiyle, “Biz siyasiler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz, tavrımızı ortaya koymak zorundayız çünkü halk size oylarını verirken ‘Benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın.’ diye veriyor.” demişti Sayın Cumhurbaşkanı ve çok doğru demişti. Fakat böylesine vahşi bir katliamda, her katliam sonrasında, her lanetli, vahşi katliam sonrasında Hükûmet yöneticileri, siyasiler derhâl, hiçbir daha delil ortada bile yokken ilk dakikalardan itibaren, hemen halkımızın belli bir kesimini, hatta milyonları, o milyonların temsilcisi olan 3’üncü büyük bir partiyi hedef gösteren, linç ettiren bir konuşma içerisine girebiliyorlar iken Reina’daki katliam sonrasında maalesef, Bakanlar Kurulu sonrasında, Hükûmet sözcüsü olarak konuşma yapan Numan Kurtulmuş Beyefendi tek bir kez “DAİŞ olabilir.” gibi çok nezaketli bir kelimeyle bu iddiayı geçiştirmişti. Maalesef, yılbaşında saldırı için günler öncesinden bütün toplumumuzda inanç üzerinden bir linç kültürü kampanyası başlatıldı. Reina’yı eğer bir Noel saldırısı olarak düşünürsek bir inanç aşağılamasıdır, ötekileştirmesidir, lincidir. Eğer bir yılbaşı kutlaması üzerinden bu saldırı gerçekleşti dersek bir yaşam tarzına müdahaledir, saldırıdır aynı zamanda. Ve bu kampanyalar devam ederken üstelik Diyanetin resmî hutbeleriyle bu nefret ve linç kültürü toplumun her kesimine sirayet etti.

Değerli arkadaşlar, sevgili milletvekillerim; Bakara Suresi 256’ncı ayetikerimeyi hepiniz çok iyi biliyorsunuz: “Dinde zorlama ve baskı yoktur, artık doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır.” Nisa Suresi 80’inci ayette “Seni onların başına bekçi göndermedik.” der Allah.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Bu olayın dinle ilgisi olmadığını siz de bal gibi biliyorsunuz, saptırmayalım lütfen.

HÜDA KAYA (Devamla) - Benim burada sözlerim henüz var, sözlerim bitmedi ama Reina’daki o iç acıtıcı görüntülerden bir tanesi beni çok etkiledi, saldırıdan kurtulan bir kadın demiş ki: “Muhammed’in Allah’ına sığındım o anda.” İşte, bizim sığınmamız gereken Muhammed’in Rabb’idir, Muhammed’in Allah’ıdır, yoksa onun getirdiği vahiyden başka üretilen saltanatçı bir dincilik, vahşet ve yaşamları ötekileştiren, inançları ötekileştiren bir yaşam tarzı, bir din olamaz, olmamalıdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum arkadaşlar. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaya.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Bunları söylemek de size hiç yakışmıyor, gerçekten yakışmıyor. Yani, bunun dinle bir alakası olmadığını biliyorsunuz, sadece sabote ediyorsunuz. Yakışmıyor size.

HÜDA KAYA (İstanbul) – Yılbaşı olunca… Yaşam tarzı.

BAŞKAN – Gündem dışı ikinci söz, 3 Ocak Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Mersin Milletvekili Yılmaz Tezcan’a aittir.

Buyurunuz Sayın Tezcan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Bunun din kaynaklı bir terör eylemi olmadığını biliyorsunuz

HÜDA KAYA (İstanbul) – Hutbeler ortada.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Bu din kaynaklı bir terör eylemi değil. Hiç yakışmıyor size, hiç.

HÜDA KAYA (İstanbul) – Diyanet başı çekti. Diyanet var ortada, daha niye böyle diyorsunuz ki?

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Siz yapmayın bari, din üzerinden bizi eleştirmeyin, siz yapmayın.

HÜDA KAYA (İstanbul) – Bunu Diyanete söylememiz lazım.

BAŞKAN – Buyurun.

2.- Mersin Milletvekili Yılmaz Tezcan’ın, 3 Ocak Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

YILMAZ TEZCAN (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3 Ocak Mersin’in kurtuluşunun 95’inci yıl dönümü nedeniyle gündem dışı söz almış bulunmaktayım, sizleri saygıyla selamlıyorum.

“Yere düştü kaskınız, annenizin öpmeye kıyamadığı alnınızı koruyan./ Bir sedyeye koyuldu hayalleriniz, kim bilir kaçtı yaşınız./ 20, 21, 22? Yaşınızla ölçülebilir mi ki yiğitliğiniz?/ Şimdi ardınızdan gözlerimizde yaş, yüreğimizde yangın kaldı./ Kinimiz diri kalacak./ Allah gözü yaşlı ailelerinize sabır versin. Mekânınız cennet olsun kardeşlerim.” Şehit polis Burak Yıldız 10 Aralıkta Beşiktaş’ta şehit olan arkadaşları için yazmıştı bu satırları. Ortaköy’deki hain ve alçak terör saldırısıyla kendisini dün Mersin’de ebedî yolculuğa uğurladık, Allah rahmet eylesin. Cumartesi gecesi İstanbul Ortaköy’de masum ve korumasız vatandaşlarımıza ve yabancı uyruklu misafirlerimize karşı gerçekleştirilen bu alçak terör saldırısını kınıyor, vefat edenlere Allah’tan rahmet, ailelerine sabır, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Terör eylemleriyle ülkemizde kaos ortamı oluşturmaya çalışanlar, milletimizin moralini bozmaya çalışanlar, ülkemizi istikrarsızlaştırmaya çalışanlar bilsinler ki başaramayacaklar. Milletçe birbirimize daha fazla kenetlenerek bu tür kirli oyunlara asla geçit vermeyeceğiz.

Ayrıca, geçen hafta Mersin’imizin özellikle Akdeniz, Yenişehir, Toroslar, Mezitli ve Tarsus ilçelerimizde meydana gelen sel felaketinde vefat eden 5 vatandaşımıza Allah’tan rahmet, ailelerine sabır diliyorum. 2001 yılında da benzeri bir felaket yaşayan kentimiz, geçen hafta ortalama metrekareye 170 kilogram yağışla doğal bir afet olarak karşımıza gelmiştir. Afet haberini alır almaz Kalkınma Bakanımız Sayın Lütfi Elvan ve bölge milletvekilleri olarak hemen Mersin’e hareket ettik. Başta Sayın Valimiz olmak üzere tüm kamu kurum ve kuruluşlarımız bütün araç ve gereçleriyle seferber edildi ve yaralar en kısa sürede sarılacak. Sayın Başbakanımız da bugünkü grup toplantısında Mersinli hemşehrilerimize bu sel felaketi nedeniyle geçmiş olsun dileklerini ilettiler ve maddi olarak yardımda bulunacakları sözünü verdiler.

Büyük bir doğal afetle karşı karşıya kalan Mersin’imizin bu felaketi bu denli yaşamasının sebepleri arasında yıllarca ihmal edilmiş altyapı yatırımları ve dere yataklarına yapılan yapılaşmalar ve binalarda vardır. Bunları aşmak için kent dinamikleri olarak hep birlikte bir araya gelmemiz gerektiğini ifade ediyorum.

Yine, Mersin’imizin Anamur, Aydıncık, Bozyazı, Silifke ilçelerinde fırtına nedeniyle ve Erdemli ilçemizde kar nedeniyle seraları zarar gören vatandaşlarımıza da buradan bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Malum, komisyondaki yoğun çalışmalar sonucu kabul edilen yeni anayasa taslağı değişiklik paketimiz Meclis Genel Kuruluna geliyor. Anayasa değişikliği paketinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

3 Ocak, Türk milleti ve Mersin halkı için bağımsızlığı ifade eden önemli ve özel bir gündür. 17 Aralık 1918’de Mersin’den işgale başlayan İngilizler, daha sonra müttefikleri Fransızlara Mersin’i, Adana’yı, Kahramanmaraş’ı, Gaziantep’i, Şanlıurfa’yı ve Antalya’yı bırakmışlardır. Bu işgale uğrayan Akdeniz’in incisi olan kentimiz, Mersin’imiz, Türk milletinin hiçbir zaman esarete boyun eğmeyeceğini yürekleriyle, bedenleriyle ve göğüslerindeki iman aşkıyla göstererek bağımsızlık meşalesini 3 Ocak 1922 yılında yakmıştır.

Bu şanlı tarihimizin onuruna layık olmak için farklı değerleri bir arada yaşatan, farklılıkları zenginlik olarak kabul eden bir millet olarak tüm unsurlarıyla, tüm etnik kökenleriyle, tüm inanç grupları ve mezhepleriyle yıllar boyunca olduğu gibi bundan sonra da hoşgörü ve barış medeniyetinin mirasçıları olarak birbirimizi sevgiyle, kardeşçe kucaklayarak geleceğe umutla ve kararlılıkla yürüyeceğiz.

Ayrıca 27 Aralık Tarsus ilçemizin düşman işgalinden kurtuluş günüdür, 5 Ocak da Adana’mızın kurtuluş günüdür, kutlu olsun diyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle bugünü bize armağan eden aziz şehitlerimize ve hayatta olmayan gazilerimize Allah’tan rahmet diliyorum. 2017 yılının dünyaya ve ülkemize huzur, barış, sağlık ve mutluluk getirmesini temenni ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tezcan.

Gündem dışı üçüncü söz, 3 Ocak Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıldönümü ve Mersin’de yaşanan sel felaketi hakkında söz isteyen Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’ya aittir.

Buyurunuz Sayın Atıcı. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, 3 Ocak Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümüne ve Mersin’de yaşanan sel felaketine ilişkin gündem dışı konuşması

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Mersin, 3 Ocak 1922’de, doksan beş yıl önce bugün düşman işgalinden kurtuldu. Düşman Mersin’i nasıl işgal etti? Tarihi anlamadan bugünü anlamamız mümkün değil.

1918 yılında tüm yetkileri elinde toplayan bir kişi yani padişah Osmanlı’nın teslim anlaşmasını imzalamış ve yabancı devletlerin istedikleri yerleri işgal etmesini kabul ederek fiilen kendi devletinin tarih sahnesinden silinmesini imzalamıştır. O bir kişi ki halkın tüm bütçesine tek başına karar veriyordu, o bir kişi ki tek başına savaş kararı alıyordu, o bir kişi ki yabancılarla tek başına her türlü anlaşmayı imzalıyordu, o bir kişi ki tüm yöneticileri tek başına atıyor ve görevlerine son veriyordu. Bu anlattıklarım bugün için de size bir yerlerden tanıdık geliyor mu? Anadolu halkı yetkilerin tümünü kendisinde toplayan ve bu yetkiye dayanarak ordusunu dağıtan, silahlarını teslim eden, topraklarını bırakıp kaçan tek kişi yani padişahtan bir umut olmayacağını anlamıştır. Ardından halkımız tek kişinin iradesine isyan etmiş, kendi geleceğini kendi eline almış ve kurtuluş ateşini Anadolu’da yakmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ateşi Anadolu’muzun her köşesinde olduğu gibi Mersin’de de yaşanmış ve kurtuluş başarılmıştır. Mersin’in kurtuluşu aklın, özgürlük istencinin ve halkın dayanışması sonucunda Gözne yaylasında kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin örgütlü mücadelesiyle başarılmıştır. Mersin’in yiğit evlatları emperyal güçlere kafa tutmuş, her ırktan, her inançtan, her cinsten vatandaşlar vatanlarına sahip çıkmışlardır. Karanlık bir dönemi muzaffer orduların komutanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde geride bırakan halkımız, kurtuluş sonrası yeni bir anlayışla tüm yetkilerin yani egemenliğin bir kişide toplanmadığı yeni bir devlet sistemi kurmuştur. Tarihi anlamanın önemi tam da burada ortaya çıkmaktadır. Halkımız tüm yetkilerin yani egemenliğin bir kişiye devrinin ne demek olduğunu, kanı, canı, malı ile çok ağır bedeller ödeyerek yaşamış ve anlamıştır. Halkımız, ağır bedellerle eline aldığı yönetme yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisinde parlamenter sistemle kurumsallaştırıp kullanmıştır. Doksan beş yıl sonra yönetme yetkisini tek elde toplayıp tarih akışını tersine çevirmek isteyenler bilsinler ki bu yol karanlıktır, halkımız bu karanlığa asla teslim olmayacaktır. Kurtuluş ve çağdaş bir kuruluşun lideri büyük önder devrimci Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere kahraman gazilerimizi minnetle, vatanı uğruna hayatlarını feda eden ve bu güzel ülkeyi bizlere armağan eden bütün şehitlerimizi rahmet ve şükranla anıyorum.

Değerli milletvekilleri, doksan beş yıl sonra Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunu kutladığımız bu özel günde, ne yazık ki Mersin halkı acı günler yaşamaktadır. Mersin’de bir yandan yoğun kar yağışı bir yandan sel felaketi dolayısıyla Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunu maalesef buruk kutluyoruz. Resmî açıklamalara göre Mersin’e, 30 Aralık 2016’da, altı yedi saat içinde yılın toplamında yağan yağmurun üçte 1’i yağmış ve sel felaketi meydana gelmiştir. Selde 5 canımızı kaybettik. Mersin halkı, elektriksiz, susuz, evsiz ve işsiz kaldı, milyonlarca metrekare sera ve tarla sular altında. Tarsus’ta özellikle Kelahmet, Kulak, Bahşiş, Atalar, Yeşiltepe köyleri çiftçileri, Akdeniz ilçemizde Kazanlı ve Adanalıoğlu çiftçileri ile şehir merkezindeki bütün esnaf perişan durumdadır. Yoğun kardan etkilenen Gülnar, Mut, Çamlıyayla, Silifke, Erdemli ilçeleri ve seraları yerle bir olan Anamur, Bozyazı ve Aydıncık ilçelerinde köylü ve çiftçilerimiz zor durumdadır. Ülkeyi yönetemeyen Hükûmet, hiç değilse, derhâl tüm Mersin’i afet bölgesi ilan ederek yaraların hızla sarılmasına yardımcı olmalıdır. Acilen çiftçi, esnaf ve selden etkilenen tüm vatandaşların tüm kredi borçları faizsiz olarak ertelenmeli ve zarar gören çiftçi, köylü ve esnafa maddi yardım yapılmalıdır. İnsanlar sizlerden “Geçmiş olsun” dileği değil yardım beklemektedir. Türkiye’nin ekonomisine ciddi katkılar sağlayan ve vergi ödeme sıralamasında 7’nci olan Mersin, hiç olmazsa bu zor günlerde devletin şefkatini beklemektedir.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Atıcı.

Sayın milletvekilleri, İç Tüzük’ün 59’uncu maddesinin birinci fıkrasına göre yapılan gündem dışı konuşmalar sona ermiştir.

Şimdi, bir başka gündem dışı konuşma talebi vardır, bu talebin gereğini yerine getireceğim.

Sayın milletvekilleri, son günlerde yaşanan olaylar ve iç güvenlik tedbirleri hakkında Hükûmet adına İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu’nun İç Tüzük’ün 59’uncu maddesinin ikinci fıkrasına göre gündem dışı söz talebi vardır, gündeme geçmeden önce bu talebi yerine getireceğim.

Sayın Bakanın açıklamasından sonra, istemleri hâlinde siyasi parti gruplarına ve grubu bulunmayan milletvekillerinden birine söz vereceğim.

Konuşma süreleri, Hükûmet için yirmi, siyasi parti grupları için on, grubu bulunmayan milletvekili için beş dakikadır.

Evet, buyurunuz Sayın Bakanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, ifade ettiğim gibi konuşma süreniz yirmi dakikadır.

B) Hükümetin Gündem Dışı Açıklamaları

1.- İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, son günlerdeki gelişmeler ve iç güvenliğe ilişkin gündem dışı açıklaması ve MHP Grubu adına Samsun Milletvekili Erhan Usta’nın, HDP Grubu adına Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın, CHP Grubu adına Ankara Milletvekili Levent Gök’ün ve AK PARTİ Grubu adına Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın aynı konuda görüşlerine ilişkin gündem dışı açıklamaları

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; son günlerde yaşanan olaylar ve iç güvenlik tedbirleri konusunda İç Tüzük’ün 59’uncu maddesi hükmü gereğince Genel Kurulumuzu bilgilendirmek üzere söz almış bulunuyor, yüce heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hangi ülkede meydana gelirse gelsin, terör, yerel veya bölgesel değil global, uluslararası bir sorundur; uluslararası ayaklara, bağlantılara ve desteklere sahiptir. En önemlisi, terör, hem şekil değiştirmiş hem de biçim değiştirmiştir; kaynakları, ilişkileri, kullandığı araçları itibarıyla da şekil değiştirmiştir. Birbirinden çok farklı gibi görünen terör örgütlerinin tek çizgide buluşabildiği, dönüşebildiği, eylem tarzlarını dönüştürebildiği bir terör yapılanması bugün dünyanın tamamını tehdit etmektedir.

Dünya 21’inci yüzyıla terör ve göç gibi sorunların gölgesinde adım atmıştır. Özellikle Orta Doğu küresel güçler tarafından terörün tecrit edilmiş oyun alanı gibi görülmüş, burada palazlanmasına bir şekilde ortam sağlanmıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını “ekonomilerini düzeltici savaş” olarak değerlendiren dünya, Orta Doğu’yu da “ekonomilerini düzeltici bölge” olarak görmek gibi küresel bir yanlışın içindedir.

Küresel terörizmi koordine edenler, küresel planların doğrultusunda bölgemizdeki arzularını gerçekleştirmek istemekte ve adımlarını buna göre atmaktadırlar. Bunun neticesinde, 21’inci yüzyılın devlet sistemlerini tehdit eder hâle gelen, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü kabul etmeyen bu yapı sınır tanımadan dünyanın medeniyet seviyesine karşı ataklarına başlamıştır. Terörün, Halep’teki insani yardımdan Andrey Karlov suikastine kadar, Kayseri, Beşiktaş ve Ortaköy patlamalarıyla cevap vermesi bu karanlık arzuların yansımasıdır. Terör bu ataklarla Türkiye’de ekonomiye zarar vermek istiyor, yerli ve yabancı sermayeyi ürkütmeye çalışıyor, Türkiye'nin en önemli gücü olan kardeşliğine ve birliğine zarar vermek istiyor. Ancak Türkiye bu ataklara her seferinde kendi medeniyet kodlarıyla, Anadolu’nun medeniyet kodlarıyla cevap vermiştir. 7 Haziran sonrası başlayan terör hadiselerine Marmaray’la, Osmangazi Köprüsü’yle, 15 Temmuzda Yavuz Sultan Selim Köprüsü’yle, Avrasya Tüneli’yle cevap vermiştir. Terörün, bu noktada, Türkiye’yi 2023, 2053 ve 2071 hedeflerinden döndürmesinin mümkün olmayacağı verdiğimiz bu cevaplarla çok açık ve nettir. Türkiye, bu cevaplarının yanı sıra Emniyet güçleriyle, polisiyle, Jandarmasıyla, güvenlik korucularıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin mensuplarıyla terörü kaynağında yok etmek için yeni bir mücadele konsepti içinde, devlet sorumluluğu içerisinde, hukuk ve demokrasi içinde terörle mücadelesini sürdürmektedir. İçeride PKK, uzantıları ve FETÖ’yle ve aynı zamanda DEAŞ’la; dışarıda Fırat Kalkanı operasyonu vasıtasıyla DEAŞ’la etkin bir mücadele sürdürülmektedir. Terörün şekil değiştirmesine karşı ülkemiz de bu yeni mücadele konseptiyle tehlikeyi kendi sahasında değil oluştuğu noktada bertaraf etmeyi önceleyen, güvenlik politikaları ile ekonomiyi, gençlik politikalarını, sosyal politikaları entegre eden bir anlayış ortaya koymuştur.

Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; bugün Türkiye sadece terörle mücadele değil, terörü tasfiye etme noktasındadır. İzniniz olursa bu aşamada yapılanları şöyle bir gözden geçirmek ve yüce kurulunuza bir bilgi arz etmek isterim: PKK’yla mücadelede, bir, “girilemez” denilen sözde tüm üs ve barınma bölgelerine girildi. Sadece son üç ayda 5.826 operasyon gerçekleştirildi.

İki, merkez ve taşradaki tüm birimlerimizle birlikte tam bir koordinasyon içerisinde terörle mücadeleyi yürütüyor, operasyonlarımızı yapıyoruz, Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Özel Harekâtımız, Polis Özel Harekâtımız, güvenlik korucularımız hep birlikte.

Ve yine Genel Kurulumuza şu bilgiyi ifade etmek istiyorum: Son on beş günde, yirmi günlük zaman zarfı içerisinde güneydoğuda yaklaşık 10 vilayetimizi dolaştım. Her birinde bir taraftan sivil toplum örgütleriyle, valilerimizle, kaymakamlarımızla, güvenlik korucularımızla, aşiretlerimizle ve hemen hemen herkesle sabahın saat sekizinde, dokuzunda başlayan ve gecenin saat birine, ikisine kadar giden “Acaba neyi, nasıl yapmalıyız?” ve “Türkiye’yi terörden nasıl arındırmalıyız? Neyi daha doğru anlatmalıyız?” şeklinde hakikaten tam bir saha çalışması neticesinde bir çalışmayı ortaya koyduk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Öğrendiklerimizin çok olduğunu ifade etmek istiyorum çünkü eğer terörü tasfiye etme konusunda bir irade sahibiysek, bunu, terörün özellikle karşı karşıya kaldığı Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde de insanlarımızla, orada çalışanlarımızla, güvenlik kuvvetlerimizle, evlatlarımızla hem bilgi açısından hem de moral ve motivasyon açısından iyi bir noktaya taşıyacağımız önemlidir.

Üç; kış aylarında -ocak, şubat, mart- kırsalda yine bu bilgilerimiz çerçevesinde güvenlik kuvvetlerimizle oturduk “Sadece bahar aylarında ve yaz aylarında değil, kış aylarında da terörü çaresiz bırakmak zorundayız.” diye yaklaşık 125 üs bölgesinde operasyon planladık. İfade etmeliyim ki, Kasım 21’den itibaren bu üs bölgelerinde sürekli -1 metre de kar olsa, 1,5 metre de kar olsa, eksi 20 derece soğuk da olsa- orada evlatlarımız büyük bir mücadeleyi kararlılıkla ortaya koymaktadır.

Dört; yine şunu söylemeliyim ki: Şu ana kadar da 57 bölgede 85 operasyon yapıldı. 2016 yılında bu bölgede tespit edilen 485’i son üç ayda -bunun da altını çizmek istiyorum- 805 adet sığınak, barınak kullanılamaz hâle getirilmiştir. Bunun sebebi tektir, terör örgütüne, PKK’ya, KCK’ya, YPG’ye kış üslenmesi imkânı vermemek için güvenlik kuvvetlerimiz büyük bir stratejiyle çalışma ortaya koymuştur.

Beş; terör örgütünün köy ve şehir yapılanmalarında faaliyet gösteren, yardım ve yataklık yapan, lojistik ve eleman temin eden kişi, sivil toplum örgütleri ve diğer yapılanmaların tamamına karşı operasyonlar yapılarak idari ve adli mercilerle gerekli cezai yaptırımlar da aynen uygulanmaya devam etmektedir. Bu sabah dahi teröre müzahir olan ve milislik yapan, milislik yaptığını iddia edenlerin gözaltına alındığını, hangi kilometrede olursa olsun, ne noktada olursa olsun bu mücadelenin devam ettiğini ifade etmek isterim.

Bir taraftan hava unsurlarımızla birlikte bunu devam ettiriyoruz. Kalekol, kulekol, polis güvenlik noktası yapımı ve buraların gece görüş ve termal kameralarla donatılmasını ve merkeze entegre edilip izlenmesini sağlıyoruz. Yani teknolojiyi en üst seviyede kullanabilecek bir hâli de terörle mücadelede ortaya koyuyoruz.

Yine sınır güvenliğini sağlayarak terör örgütlerinin ülkemize sızması ve özellikle kaçakçılık yolunda terörün finanse edilmesinin önüne geçiyoruz. 911 kilometre Suriye sınırı, 42 kilometre Ağrı-Van sınırı, 58 kilometre Iğdır-İran sınırı, 75 kilometre Çukurca-Dağlıca yolu ve 76 kilometre Şırnak-Van-Siirt hatlarına güvenlik yol yapımları konusunda da… Bilmenizi istiyorum ki özellikle Suriye hattındaki güvenlik duvarlarında son noktaya geldik. Daha üç gün önce, dört gün önce cuma günü Toplu Konut İdaresiyle birlikte Ağrı ile Iğdır hatlarımızın tamamına güvenlik duvarları yapılması konusundaki protokolümüzü icra ettik. İnşallah çok yakın bir zamanda da… Çünkü Iğdır sınırı kaçakçılıkla ilgili, Ağrı sınırı da özellikle Tendürek’te terör örgütünün yuvalanmasıyla ilgili önemli süreçlerden bir tanesidir.

Yine, şunu ifade etmek istiyorum ki Emniyet Genel Müdürlüğümüz 264.294, Jandarma Genel Komutanlığımız 138.580, Sahil Güvenlik Komutanlığımız 5.233… Ayrıca, 47.354 güvenlik korucusu, 18.355 gönüllü güvenlik korucusu olmak üzere toplam 65.889 güvenlik korucusu bulunmaktadır.

Yüce heyetinize ifade etmek istiyorum: Terör örgütünü adım adım izliyoruz ve terör örgütünü izlerken de -altını çizerek söylüyorum- hangi hareket kabiliyetlerini ve stratejilerini ortaya koymaya çalıştıklarını da bir şekilde öğrenip tedbirlerimizi, ona göre, terör örgütünün hamlelerinden önce yapmak üzere ortaya koymaya çalıştığımızı bir kere daha ifade etmek istiyorum. Bunu şunun için söyledim: 10 bin polis alımı yapıldı, artı 10 bin Özel Harekât alımı yapılıyor. Normalde bizim polislerimizin altı ay, yedi ay normal öğrenim zaman dilimleri vardır. Bir çalışma daha yaptık, cumartesi ve pazarı da öğrenim günleri içerisine koyduk. İnşallah, 20 Martta yeni polislerimiz sahada olabilecek şekilde -özellikle FETÖ’den ihraç edilenlerin yerine- polis gücümüzü bir şekilde takviye etmek suretiyle öğrenim dönemini, zaman dilimini biraz daha geriye çekip polis gücümüzü sahada biraz daha takviye eden bir anlayış ortaya koyduk.

Yine, 13.150 Jandarma, 790 Sahil Güvenlik, 733 bekçi ve güvenlik korucuları… Güvenlik korucularının statülerini değiştirdik. Yani, 45-50, 50-55 yaşları arasındaki güvenlik korucularımızdan 45-50 arasını ihtiyari olarak, 50’den sonrasını da mecburi olarak emekli ediyor, yerlerine onların yakınlarını almaya çalışıyoruz. Sebebi şu, çok net ve açık: Bugün korucularımızın yaş ortalaması yaklaşık 41. Hedefimiz, onu 32’ye düşürmek ve bu mücadeleyi onlarla beraber sahada daha güçlü bir şekilde yapabilmektir. Emekli ettiğimiz koruculardan da istifade edeceğimizi burada bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Yine, teröre yardım ve yataklık yapan lojistik ve finansal destek sağlayan belediyelere görevlendirme yapıldı. Bu konu da gensoru oylamasının konularından birisi olduğu için de bu konuda daha tafsilatlı ve geniş bilgiyi heyetinize ifade edeceğim.

Yine bunun yanı sıra, terör örgütünün haraç, bağış, kaçakçılık, müzahir şirket, belediyelerden elde edilen gelirlerine yönelik operasyonlar yapılmaktadır. 26 Aralıkta 5 ile yönelik 15 milyon dolarlık bir operasyonu gerek Jandarma gerek Emniyet istihbaratımız vasıtasıyla tamamlamış bulunmaktayız. Ama önümüzdeki günlerde özellikle terörü besleyen bu anlayışa yönelik operasyonlarımızı sıklaştıracağımızı da ifade etmek istiyorum. Terörün hangi bağlantısı varsa çok net bir şekilde burada bilmenizi isterim ki o bağlantılarını tek tek tespit edip hukuka, adli mercilere gönderen ve orada yargılanmalarını sağlayan bir anlayışın içerisinde olduğumuzu bir kez daha heyetinizin huzurunda belirtmek isterim.

Yine terörün en önemli paydaşlarından ve ortaklarından bir tanesi olan narko terörle mücadele yani PKK, KCK terör örgütünün uyuşturucudan sadece yılda 1,5 milyar dolar gelir elde ettiği değerlendirilmektedir. Sadece Lice’de 4 milyar lira değerinde uyuşturucu ele geçirildi. Yine geçen gün Lice’de 4.630 kilogram toz esrar ele geçirildi.

Yani yapılan bütün operasyonlar da bilmenizi isterim ki hedefe yönelik operasyonlardır. İllerimizin uyuşturucu bölge haritasını çıkardık. Nerelere operasyon yapacağımızı ortaya koyduk. Tek tek bu operasyonları, nasıl terörün üs bölgelerinin operasyonlarını yapmış ve ortaya koymuş ve devam ettiriyorsak aynısını uyuşturucu konusunda da değerlendirdiğimizi yine bilgi olarak arz ederim.

Yine narko terör konusunda narko timler önemli organizasyonlardır, Emniyet organizasyonları. İllerin sayısını 29’dan 50’ye çıkardık. Bu da Türkiye’nin yüzde 92’sinde narko terörle mücadele edebilecek eleman sayımızın oluştuğunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Derneklerle ilgili konuya da akşam yine fırsatımız olursa, yine gensorunun bir konusu olduğu için cevap vereceğim. Türkiye’de yaklaşık 110 bin dernek var. Bu derneklerden 1.108’i FETÖ bağlantılı, 189’u PKK, KCK; 20’si DHKP-C, 8’i de DEAŞ olmak üzere, toplam 1.325 dernek kapatılmıştır.

Yine, özellikle patlayıcı maddeleri engellemek, patlayıcı maddeleri taşıyanların engellenmesini sağlayabilmek için şehir güvenliği ve yol güvenliği bizim en önemli unsurlarımızdan bir tanesidir.

Yol güvenliği: Vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini korumak, terör örgütlerinin hareket alanını daraltmak amacıyla Jandarma, Emniyet ve koruculardan oluşan karma timlerle yirmi dört saat esasına göre 2.650 kontrol noktasında 24.500 personelin katılımıyla sürekli yol güvenliği uygulaması yapılmaktadır. Tüm kent güvenliği yönetim sistemleri, PTS, EDS, belediye, UKOME, akaryakıt istasyonları, AVM otoparklarındaki PTS’ler, PolNet entegresi yapılıyor. Bilmenizi istiyorum ki bu entegreyi yaklaşık üç aydır, dört aydır… Yani bir taraftan OGS’yle kara yollarından gidenin entegresi yine Emniyetin sistemine, akaryakıt istasyonunda benzin alanın entegresi Emniyet sistemine, AVM’nin otoparkına girecek eğer yanlış bir araçsa Emniyet sistemine ve yine ifade etmek istiyorum ki bütün bunların tamamını koordine eden özellikle belediyelerin UKOME’lerin sistemi de Emniyet sistemine düşecek. Yani, terörle ilgili bu adımı atarken de tedbirlerimizi en güzel şekilde alıyoruz.

Yine, bu da sevindirici bir haber: Doğu illerimizin 22’sinde 1 Mart 2017 tarihinde Plaka Tanıma Sistemi’nin tamamını ASELSAN’la yapmış olduğumuz bir sözleme sonucunda bitireceğimizi de burada ifade etmek isterim. Yine, özellikle çalıntı araç ve sahte plakalarla ilgili kanun hükmünde kararnamelerde düzenlemeler yaptık. Bu çok önemliydi yani cezaları çok düşüktü ve bu konuda trafikten men gibi, ceza gibi çok düşüklükler söz konusuydu. Burada ciddi şekilde yani Emniyetin kendi tarif ettiği plaka modelinin dışında bir plaka yazılmasının, onun Plaka Tanıma Sistemi tarafından veya teknik sistemler tarafından okunmasını engelleyen bütün sistemleri yani plaka yazımlarını ortadan tamamen kaldırdık. Bu düzenlemelerle alarm üreten araç sayısı 1 milyon 43 binden 489 bine indirilmiştir. Sebebi şu: Nokta araç, nokta hedefi, nokta tayini ortaya koyabilmek, daha fazla ve silinmemiş araç üzerinden, hedef olmayan araç üzerinden güvenlik kuvvetlerimizin zamanını engellememek için bu tedbirlerin tamamını ortaya koyduk. Özellikle halkın yoğun olduğu yerlerde; metro, tramvaylar, otobüsler, otobüs mola yerleri ve terminaller, tren garı, havalimanı, liman iskeleleri gibi halkın yoğun olduğu yerlerde güvenlik tedbirleri artırılmaktadır. Bu konuda çok netiz. Geçen gün yine bir Güneydoğu Anadolu vilayetindeydim. Bir AVM yetkilisi güvenlik tedbirlerini artırmayacağını, norm güvenlik tedbirlerine uymayacağını söyleyince kendisiyle görüştüm ve kendisinden rica ettim: “Ya artırırsınız ya da biz bu AVM’yi kapatmak zorunda kalırız.” Yine, aynısı, Ankara'da uluslararası bir şirketle karşı karşıya geldik. Yani, bir uluslararası şirket “Biz güvenlik tedbirlerimizi sizin normlarınızda artırmayız.” dediğinde, Ankara Valimize sadece “O ülkenin içişleri bakanını arıyorum ve bu şirketin kendi ülkelerinde aynı güvenlik tedbirleri istendiğinde böyle bir cevap verip veremeyeceği kabiliyeti olup olmadığını kendisine söyleyeceğim.” Dediğimde, ilgili şirket çağırıldı -çok büyük bir şirket- ve tüm güvenlik tedbirlerini alma konusundaki iradeyi ortaya koydu.

En önemli mesele, günübirlik kiralık evler terör konusunda bizim temel problemlerimizden bir tanesiydi. Bu konuda da onların Emniyete bildirilmesi hususunu kanun hükmünde kararnamede çıkardık.

Yine, akaryakıt istasyonlarıyla ilgili Enerji Piyasası Düzenleme Kurumumuzla bir protokol imzaladık.

Yine, çocuklarımızın gittiği okullarla ilgili, yaklaşık ifade etmek istiyorum ki 17 bin civarında okul tespit ettik ama bunların içerisinde en öncelikli 762 okulla ilgili Millî Eğitim Bakanlığımızla bir protokol gerçekleştirdik. Üç ay içerisinde 762 güvenlik öncelikli okulun tüm kamera sistemlerini oluşturuyoruz.

Yine, sosyal medyada son altı ayda örgüt propagandası yapan, milletimizin temel hassasiyetlerine dokunan, karşılıklı nefreti ortaya koymaya çalışan her kim varsa bunları savcılıklarımızla beraber takip ediyoruz. Bu konuda 3.847 kişi hakkında işlem yapılmış ve 1.729’u da tutuklanmıştır. Yani, sosyal medyada herkesin ülkemizin birliğine, beraberliğine, bütünlüğüne, huzuruna, sükûnuna ve bizim kardeşliğimizi ortadan kaldırabilecek birtakım nefret üretici söylemlere karşı adımlarımızı da atmış durumdayız.

Yine, bununla ilgili sonuçlara gelmek istiyorum. 2016 yılında 339 önemli olay engellenmiştir. 313’ü PKK, 22’si DEAŞ, 4’ü radikal sol örgüt; 247 patlayıcı, 61 bombalı araç, 23 canlı bomba şüphelisi, eylem yapacak 42 örgüt mensubu yakalanmıştır. Son üç ayda ise 80 önemli olay engellenmiştir.

Örgüte katılım durumu, 2015 yılında 3.572 teröristken 2016 yılında 559 terörist olmuştur. Son iki aydaki rakamı size vermek istiyorum, sadece 5; son iki ayda örgüte katılım bütün izlemelerimiz ve takiplerimiz sonucu sadece 5 olmuştur. Teslim olma, son on yedi yılın en yüksek seviyesine çıkmış, 2016 yılında 457 kişi terör örgütünden kaçarak adli makamlara teslim olmuştur. 2016 yılında 110 sözde üst düzey terörist -80’i arananlar listesinde- etkisiz hâle getirilmiş, son üç ayda arananlar listesindeki 44 terörist etkisiz hâle getirilmiştir.

DEAŞ’a yönelik yapılan operasyonlarda 2016 yılında 3.506 DEAŞ mensubu gözaltına alınmış, 1.531’i yabancıdır. Bunlardan 694'ü yabancı olmak üzere 1.338’i tutuklanmıştır. Şunu yüce heyetinize söylemek istiyorum: Tam iki aydan beri DEAŞ’la ilgili çok ciddi çalışmalarımızı, uzun zamandan beri sürdürdüğümüz çalışmaları en yüksek seviyesine getirerek devam ettirmekteyiz. Bütün Emniyet mensuplarımız, Jandarma mensuplarımız bu konuda çok önemli ve çok ciddi çalışmalar ortaya koymuş; Gaziantep’ten İstanbul’a kadar, Konya’ya kadar, Muğla’ya kadar birçok yerde ülkemizin huzurunu bozmaya çalışan, bunun için planlar yapan DEAŞ örgütü mensuplarına operasyonlarımızı devam ettiriyoruz. Yine, yabancı terörist savaşçılarla ilgili yani 145 ülkeden 52.072 kişiye giriş yasağı konulmuştur. 98 ülkeden de 4.019 kişi sınır dışı edilmiştir.

Sadece DEAŞ ve PKK değil, ülkemizin bir diğer baş belası da FETÖ terör örgütüdür. 92.538 kişi gözaltına alınmış, 41.749 kişi tutuklanmış, hâlâ 779 kişinin gözaltı işlemleri devam etmektedir. 2016’da 921 kişi yakalanmış, 421 kişi de tutuklanmıştır.

Bir iki dakikamız daha olabilir mi?

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bakan, devam ediniz.

İki dakika ek süre veriyorum.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Sağ olun.

Değerli milletvekilleri, terör tek bir yere mesaj göndermemektedir; dünyaya, Türkiye'ye, millî iradeye mesaj göndermektedir. Fransa’da 2015’te yılbaşı gecesinde 602 araç yakılmıştır. 2016 yılbaşı gecesinde ise yani bu yılbaşı gecesinde ise 650 araç kundaklanmıştır. Terör tek bir şey istemektedir: Hâkimiyetin demokraside, insanlıkta, insanların özgür iradesinde değil, kendisinde olduğunu anlatmak, zorla kabul ettirmek istemektedir. İşte bu noktada sadece Türkiye değil, bütün insanlık topyekûn bir duruş sergilemek zorundadır. Türkiye terörü bitirir, bitirecektir de; DEAŞ’ı, PKK’sı, FETÖ’sü, KCK’sı, YPG’si vesairesi ama önemli olan terörizmi bitirmektir. Bunu yapabilmek için de bütün dünyanın kararlı bir irade göstermesi gerekir. Dünyanın NATO, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası birlikleri kurduğu gibi, belki de bugün uluslararası terörle mücadele noktasında sadece sözle değil, lafızla değil, tamamen kararlı bu anlayışı ortaya koyabilecek bir yapılanmayı da hepimiz bekliyoruz ve bu, bir veya birkaç ülkenin iradesiyle değil, küresel bir iradeyle çözülmelidir.

Terör, bizi korkutmaya çalışıyor, korkmayacağımızı söylemeyelim. Terör, bizi tedirgin etmeye çalışıyor, tedirgin olmayacağımızı söylemeliyiz. Terör, endişeyle yaşamamızı istemektedir, elbette ki bunun olmayacağını tekrar ifade etmek zorundayız. Buna teslim olmamız mümkün değildir. Tüm kapasitemizi, tüm imkânlarımızı, tüm gücümüzü ortaya koyacak ve elbette terörü, Sayın Cumhurbaşkanımızın söylediği gibi kaynağında yok edeceğiz. Bundan hiç kimsenin endişesi olmasın.

Bilmenizi istiyorum, birçok ataklar yiyoruz. Elbette ki sorumluluk bize aittir. İnanın ki gecenin saat üçüne kadar ne ben ne Jandarma Genel Komutanım ne Emniyet Genel Müdürüm ne Müsteşarım ne de alt tarafta çalışan, bu işin sorumluluğunu yaşayan hiç kimse uyumamaktadır. Bir taraftan terörün “biçim değiştir” anlayışına karşı yoğun bir mücadele ortaya koyuyor, diğer taraftan da bu mücadeleyi ortaya koyan ve gerçekleştiren, terörle mücadele eden güvenlik kuvvetlerimize hem teknik kabiliyet sağlıyor hem de onların morallerinin en üst seviyede olması konusundaki irademizi sergiliyoruz. Hiç endişeniz olmasın, terörle mücadelede hem terörü tamamen ortadan kaldırabilmek, milletimizin huzurunu gerçekleştirebilmek, şu milletin ve şu Millet Meclisinin gündeminden terörü kaldırabilmek için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Terör sizin sözünüzedir, terör demokrasiyedir, terör bizim sözümüzedir, birliğimizedir ve kardeşliğimizedir.

Bu vesileyle, şehit olan bütün vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, yaralananlara şifalar diliyorum; hepinizi sevgiyle, saygıyla ve muhabbetle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Hükûmetin gündem dışı konuşması sonrasında siyasi parti gruplarına söz vereceğim.

İlk konuşmacı, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Erhan Usta, Samsun Mlletvekili.

Buyurunuz Sayın Usta. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanının terörle ilgili bilgilendirmesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlarım.

2016 yılı ülkemiz açısından zor bir yıl olmuştur. Toplumsal ve kültürel ayrışmanın sinsi provalarının yapıldığı, vatanımıza yönelik hain emellerin yerli ve yabancı iş birlikçileri sayesinde alenen ortaya çıktığı bir yılı geride bırakmış bulunmaktayız.

Taşeron terör örgütleri eş güdüm hâlinde ülkemizi hedef almıştır. Türkiye bölücü, yıkıcı, ayırıcı, aynı zamanda silah ve şiddete sırtını yaslamış her türlü terör ve cinayet örgütünün hedefindedir.

Ülkemiz 2016 yılında Ankara, Bursa, Diyarbakır, Elâzığ, Gaziantep, Hakkâri, Şırnak, İstanbul ve en son Kayseri’de canlı bombalar aracılığıyla kan gölüne dönmüştür.

2016 yılında toplam şehit sayımız 839’dur. 20 Temmuz 2015’ten bu yana 600 askerimiz, 382 polisimiz, 63 korucumuz, 35 sivil memurumuz olmak üzere toplam 1.080 evladımız şehit olmuş, 663 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Yaklaşık 2.105 askerimiz, 1.564 polisimiz, 74 korucumuz, 4.277 vatandaşımız yaralanmıştır.

Yılbaşı gecesinde ise İstanbul Ortaköy’deki gece kulübünü, insan kanından beslenen, en küçük acıma duygusuna, vicdan kırıntısına sahip olmayan şerefsiz terör cellatları kana bulamıştır. Saldırıda 1 polisimiz şehit olmuş, 38 kişi hayatını kaybetmiş ve 65 kişi de yaralanmıştır.

Yaralıların içinde durumu ağır olanlar da vardır. Cenab-ı Allah’tan tüm yaralılarımıza acil şifalar temenni ediyorum. Şehit polisimize ve hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Saldırıda hedef ne bir düğün alayı ne bir futbol maçı ne bir yaşam tarzıdır. Hedef esasen Türkiye’dir, Türk milletinin millî birlik ve kardeşliğidir.

Dünya ekonomik ve siyasi çalkantılarla, yürekleri yakan acı görüntülerle 2017 yılını karşılamaktadır. Bu, uygarlığın geldiği seviye göz önüne alındığında üzücü ve düşündürücü bir tablodur. Özellikle ülkemizin merkezini oluşturduğu yakın coğrafyamızda kara bulutlar dolaşmakta, Irak'taki mezhep ve etnik merkezli istikrarsızlık hızla tırmanmakta, Suriye fiilen parçalanmakta, Halep ve diğer Türkmen bölgelerinde katliamlar yaşanmaktadır.

ABD'nin FETÖ’ye mevzi açması, IŞİD’i el altından kışkırtması, YPG’ye silah dağıtması, Kandil’e zırh olması, teröristleri silahlandırıp eğitim vermesi ülkemiz aleyhine ilave risk ve tehditleri ortaya çıkarmıştır. Ülkemiz 2016 yılında ateş çemberine düşürülmüştür.

BAŞKAN – Sayın Usta, bir saniye efendim.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda büyük bir uğultu var, ben dahi kürsüden hatibi dinlemekte zorlanıyorum. Lütfen efendim, sohbet edecek arkadaşlar dışarı çıksınlar, sohbetlerini orada yapsınlar.

Buyurunuz Sayın Usta.

ERHAN USTA (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yanlış nerede, ihmal ve iradesizliğin failleri kimlerdir? Vatan topraklarımıza teröristler nasıl yuvalanmış, hangi kaynak ve ilişki ağlarından beslenmiş, arkalarına kim ya da kimleri almışlardır? Tüm bu belirsizliklerin asgariye indirilmesi çok önemlidir ve bunda da sorumluluk Hükûmete aittir.

Az önce rakamlarla ifade ettiğim tablo, millî bir yıkım tablosudur. Analar ağlamayacak, terör bitecek, ülkemize bahar havası gelecekti. Dağlardan korkusuzca kardelenlerin toplanacağı, Murat ve Fırat nehirlerinin suları barışa akacağı söyleniyordu. Peki, Türkiye hangi ara bu tuzağa düştü?

Türkiye’nin başına eş zamanlı musallat olan PKK, PYD-YPG, FETÖ, IŞİD ve DHKP-C gibi terör örgütlerinin gövdeleri aynı, yalnızca dalları farklıdır. Vatanımıza ve vatandaşlarımıza yapılan her türlü saldırıya gereken cevabın verilmesi, sınırımızın ve bölgedeki halkın güvenliğinin sağlanması, kontrol altına alınması ve göç sorununun yok edilmesi için Suriye’de gerçekleştirilen Fırat Kalkanı operasyonu çok önemlidir

2017 yılında da terör örgütleriyle mücadele sonuna kadar devam etmelidir. Teröristler nerede ise, nerelerden üreyip saldırıya geçiyorlarsa oralarda imha edilmeli, Fırat Kalkanı operasyonu da sadece Suriye’yle sınırlı kalmamalı, vatanımıza karşı nereden tehdit gelirse terörü ve teröristi yerinde yok edinceye kadar devam etmelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi, sonuna kadar, devletinin, sınır içinde ve sınır ötesinde kahramanca mücadele veren Türk Silahlı Kuvvetlerinin hem destekçisi hem de duacısıdır.

Terörün hedefi Türkiye’dir. Devleti ile milletiyle bir ve bütün yaşama iradesi kırılmak istenen Türkiye’dir. Bu nedenledir ki tüm bu terör saldırıları birbirlerinden ayrı düşünülemez, hepsi birbirini tamamlayan, nihai amacı değişmeyen hain terör saldırılarıdır.

Türkiye Cumhuriyeti, her türlü iğrenç ve namert operasyonu göğüsleyip ezecek güç ve kudrettedir. PKK, PYD-YPG, FETÖ ve DHKP-C, millî vakar ve namus karşısında yerle yeksan olacaktır. Bunun başka bir alternatif ve yolu kalmamıştır. Vatan topraklarının parçalanması, bir ve beraberliğimizin bozulması amacıyla terörü ve teröristi besleyen yerli ve yabancılara açık ve net bir mesaj göndermek gerekmektedir.

Türkiye teslim alınmak istenmektedir ancak Türk milleti, bu kan selinde boğulmayacaktır. Millet olarak terör karşısında en küçük bir yılgınlık göstermeden, yaşanan vahşetler karşısında daha çok kenetleneceğiz.

Terörle mücadele konusunda, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Hükûmeti net bir şekilde desteklediğimizi ifade ettik. Ancak devleti yönetenler, insanımızın can ve mal emniyetini sağlayacak gerekli tedbirleri almalıdırlar. Silahlı ve bombalı alçaklar hedeflerine kilitlenip keşif anından saldırı pozisyonuna geçinceye kadar serbestçe dolaşırken güvenlik ve istihbarat kurumları neyle uğraşmaktadır?

Cinayetler bir an önce son bulmalı, ülkemiz ve milletimiz huzur ve asayişe kavuşmalıdır. İstanbul’un göbeğinde, en işlek ve canlı semtinde, elinde Kaleşnikof’la gelip meşhur bir eğlence mekânını basarak kana bulayan cani ve eylemi hakkında kafalarda oldukça fazla soru işareti belirmiştir.

Benzeri saldırılara Avrupa ve Amerika’da da rastlanıyor olması ihmallere kılıf olmamalıdır. Büyük şehirlerimizde, İstanbul gibi dünyanın en büyük Türk kentinde, böylesi terör saldırılarının yapılabilmesi oldukça düşündürücüdür.

2017 yılında da terör örgütleri durmayacak, provokasyonlarını sürdüreceklerdir. Buna hazırlıklı olmak zorunluluğu vardır. Kastedilmek istenen ülkemizin geleceğidir, imhası amaçlanan millî birlik ve bağımsızlığımızdır.

Türk milletinin tamamı kanlı namlunun ucundadır. Düşmana karşı ayağa kalkmak, tüm vatan sathını korumaya almak yalnızca iktidarın değil, hepimizin manevi sorumluluğu altındadır. Ne yaparlarsa yapsınlar milletimizi bölemeyecek, ülkemizi paylaşamayacaklardır.

Terörle mücadele konusunda Hükûmet kararlılığını ortaya koymalıdır. Terör saldırılarına karşı istihbarattan moral, teçhizat ve saha stratejilerine kadar terörle mücadeledeki her bir adım gözden geçirilmelidir; hatalar ve eksiklikler süratle giderilmelidir.

On dört yıllık Hükûmet uygulamaları esnasında, bütün kurumlarda olduğu gibi, Emniyet, istihbarat ve diğer güvenlik kurumlarında da ciddi zafiyetler meydana gelmiştir. İnsan kaynağımızın ve kurumlarımızın çok hızlı bir şekilde, daha işlevsel, planlı, etkili ve sonuç alıcı bir yapıya kavuşturulmaları gerekmektedir. Bu mücadele kararlılık isteyen bir süreçtir. Devleti yönetenler, artık teröre karşı kınama ve lanetleme yarışından daha fazlasını yapmalıdır. Klasik yöntem ve araçlarının yanında tam saha mücadelenin oluşturulması şarttır.

Hükûmet uzlaşı kültürü içinde, daha stratejik bakış açısıyla, akılcı, bilimsel, sürdürülebilir ve millî bir terörle mücadele politikası oluşturmalıdır. Terörle mücadeleyle ilgili yasal mevzuat güvenlik güçlerine ve halka hizmet eder nitelikte ve gelişen şartlara uygun olarak revize edilmelidir.

Terörist faaliyetlerde bulunanların vatandaşlık hak ve menfaatlerinden yararlanmalarını engelleyici düzenlemeler yapılmalıdır.

Terör örgütlerinin kökünü kurutmak önemli olduğu kadar, bunları destekleyen, elinden tutan, besleyip palazlandıran asıl suçlularla yüzleşmek, daha da ötesi hesaplaşmak mecburi hâl almıştır. Bu yönde kapsamlı bir mücadeleyi de Hükûmetten bekliyoruz.

Yaklaşan ağır tehlikeler karşısında artık vakit kaybına tahammül kalmamıştır. Hiçbir ayrım yapmadan bayrak, vatan ve millet ortak paydasında buluşmanın zamanı gelmiştir. Göğsünü gere gere “ülkem”, “milletim”, “vatanım” diyen herkesle beraberlik şarttır, tarihî önemdedir. Beraberce mutlu günlere doğru katedeceğimiz daha nice yıllar vardır ve olmalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bütün samimiyetimizle ve muhabbetle, ortak paydamıza saygı gösteren herkese elimizi uzatıyoruz. Ancak bölünme gayreti içerisinde olanları da affetmemizin mümkün olmadığını buradan ilan ediyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi ve Türk milliyetçileri, Türkiye’nin millî birliğini ve kardeşlik hukukunu korumaya ant içmiştir. Biz doğulusunu da batılısını da, Alevi’sini de Sünni’sini de kucaklayacak büyük sevgilerle dolu bir davanın mensuplarıyız. Bu topraklara “vatanım” diyen, üzerinde yaşayan insanlara “milletim” diyen, vatan toprakları üzerinde dalgalanan ay yıldızlı al bayrağına “benim” diyen, kısacası “Bu ülke benim.” diyen herkesle uzlaşır, gönlümüzü açarız.

2017 yılının hem ülkemizi hem dünyayı terör ve savaşın korkutucu, çirkin, soğuk yüzünden uzak tutmasını, büyük Türk milletinin ve bütün insanlığın susadığı barışı, refahı ve huzuru getirmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ederim.

Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Usta.

Gruplar adına ikinci konuşmacı, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Mithat Sancar.

Buyurunuz Sayın Sancar. (HDP sıralarından alkışlar)

Sayın Sancar, süreniz on dakikadır.

HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce İçişleri Bakanı burada Hükûmet adına son günlerdeki gelişmelerle ilgili bilgilendirme konuşması yaptı. Doğrusu, konuşmasına “Özür dileriz, hatalarımız var, güvenlik konusunda zaaflarımız var, ölen insanların bu cinayetlere kurban gitmemesi için yapılması gerekenleri yapamadık; biz milletten özür diliyoruz, sizden de, Genel Kuruldan da özür diliyoruz.” diye başlasaydı, iyi bir yola girdiğimize dair ciddi bir umut besleyebilirdik, istifa noktasına gelmesine belki gerek kalmazdı çünkü Türkiye'de istifa kurumu bu tür durumlarda pek işlemiyor, biliyoruz. Oysa -uygar bir ülkede- bunun ardından da “Ben görevini yerine getirememiş bir İçişleri Bakanı olarak, iç güvenlik görevini, kamu düzenini sağlama görevini yerine getirememiş bir İçişleri Bakanı olarak istifa ediyorum huzurlarınızda.” deseydi, belki de Türkiye'de yeni bir başlangıcın ilk adımını atar, bir simge hâline gelirdi ama onu yapmadı.

Peki, bunu yapmadı, başka şeyler yapabilirdi, mesela yılbaşındaki bu korkunç katliamla ilgili daha ayrıntılı bilgiler verebilirdi. O katliamın nasıl oluştuğunu, katillerin nasıl hazırlandığını ve ortamın nasıl hazırlandığını burada bize objektif olarak, olabildiğince objektif olarak anlatmaya çalışsaydı bu da gerçekten medeni bir adım olurdu, belki bundan sonra bu tür saldırıların toplumsal barışı bozmasını önleyecek bir atmosfer, bir siyasi, sosyal hava yaratılmasına katkıda bulunurdu; onu da yapmadı.

Sayın Bakan bundan önce bazı saldırılardan, katliamlardan sonra konuşmalar yaptı ve intikam yeminleri etti, hatta neredeyse intikam çağrıları yaptı. Bir hukuk devleti olmanın ilk şartı, şüphesiz, hukuka bağlı olmaktır. Hatta hukuk devleti olmak için değil, bir devlet olabilmek için de hukuka bağlılık şarttır. Bakın, yıllarca, belki yirmi yıldan fazla süre devlet teorisi dersi verdim ve üniversite 2’nci sınıf öğrencilerine ilk söylediğimiz şey şudur: İktidar geniş bir kavramdır, devletteki iktidar bunun bir parçasıdır. Başka alanlarda da iktidarlar vardır. Mesela derneklerde, çetelerde, mafyada da iktidar olur. Onlarda da, bir kısmında, en azından suç örgütlerinde, mafya dâhil suç örgütlerinde şiddet kullanma imkânları da olur. Hatta kendi içlerinde bir şiddet tekeli de kurabilirler. Bütün bunlar devlet iktidarının da özellikleridir. Peki, devlet iktidarını, suç örgütlerini, mafyavari veya terör örgütlerini içindeki bu iktidardan ayıran nedir? Bizim en kritik bilgimizdir, en basit bilgi, en kritik bilgi, en hassas bilgi: Hukuka bağlılıktır. Devlet ile mafya ve terör örgütleri, suç örgütleri arasındaki sınırı kaldıran şey, devleti çeteye dönüştüren şey devlet iktidarının hukukla bağlı olmaktan çıkmasıdır. Mesela, intikam gibi bir yöntem, çağdaş bir hukuk devletinde bir bakanın, hele de bir İçişleri Bakanının ağzına almaması gereken bir kelimedir. Hukuk içinde hesap sorma hem görevidir hem sorumluluğudur. Bunu yapmak elbette ona düşen iştir. Bunu söyleyebilir ama intikam çağrıları yapamaz.

Peki, başka neler yapılıyor? Linç girişimleri. Türkiye linç girişimlerini iyi tanıyor, geçmişimizde bunun çok kötü, çok karanlık ve kirli örnekleri var. Bir ülkede, hele Türkiye’de, özellikle Türkiye’de linç girişimleri, siyasi otoritenin, devlet yöneticilerinin doğrudan ya da dolaylı onayı, hoşgörüsü, bazen teşviki olmadan ortaya çıkmaz. Türkiye’de linçlerin tarihini incelediğinizde görürsünüz, mutlaka devletin, siyasi iktidarın içinde görevliler buna zemin hazırlamışlardır, bunları hoş görmüşlerdir, bazen de teşvik etmişlerdir.

Bazı terör saldırıları veya katliamlar sonrası kendi üzerlerindeki sorumluluğu, kendilerine yönelebilecek halk tepkisini savuşturmak için linçlerin önünü açmışlardır. TAK ya da benzeri örgütlerin üstlendiği katliamlardan sonra HDP hedef gösterilmiştir. İl, ilçe binalarımıza saldırılar olmuştur; sadece onlara değil, bazı yerlerde doğrudan doğruya partiyle ilgisi olmayan Kürtlere de saldırılar olmuştur. Bunlarla ilgili neler yapıldı, hukuken ne gibi soruşturmalar açıldı? Bunları soruyoruz ama gelen bilgiler çok sınırlı. Veriler de hiç tatminkâr değil. Ne oluyor sonra? Linç bir yönetim tekniği olarak kullanılmaya devam ediliyor. Yönetim tekniği olarak lincin amacı şudur: Size yönelebilecek halk tepkisini başka yere yönlendirmek, sorumluluktan kurtulmak.

Bakın, Reina’daki bu korkunç katliamdan sonra, sosyal medyada yeni bir günah keçisi yaratılıyor, Aleviler hedef gösteriliyor, sanki bu ortamdan Aleviler sorumluymuş gibi hedef gösteriliyorlar. AKP’nin içinde veya çevresinde bulunanlar televizyonlara çıkıp “Alevi örgütlerinin liderleri Türkiye’de öldürülürler.” diye söyleyebiliyorlar. Yılbaşından önce bağıra çağıra gelen bir katliam söz konusu. Sosyal medya paylaşımları… Şimdi “Soruşturma açıldı.” diyor Sayın Bakan. Peki, bunlar yapılırken niye hiç sesiniz çıkmadı? Tek bir eleştirel “tweet”ten dolayı insanlar tutuklanabiliyor ama katliam çağrısı yapanlar sosyal medyada istedikleri gibi yazıp çizebiliyorlar. Birileri, katliam çağrısı yapar ve bunu asla kendilerine dokunulmayacağı güveniyle sürekli yürütürler; birileri, Cumhurbaşkanını veya Hükûmeti eleştirdi diye derhâl tutuklanırlar. Böyle bir ülkede siz şiddeti de terörü de önleyemezsiniz çünkü terörü, şiddeti önlemenin iki ayağı vardır: Güvenlik, siyaset. Güvenlik ayağında zaten durum ortada, ne güvenlik sağlanabiliyor ne istihbarat var ortada. Katliamlar arka arkaya geliyor, insanlarımız öldürülüyor, Türkiye bir katliam cenneti hâline gelmiş durumda, kan gölüne dönmüş durumda ve bundan dolayı da herhangi bir sorumluluk üstlenmeye yanaşmıyor hiç kimse, Hükûmet yanaşmıyor, sürekli sorumluluğu başkalarına atmaya çalışıyor. Bari siyasetinizle bu ortamı şiddete ve katliamlara elverişli hâlden çıkarmaya çalışın. Nedir o? Bu gerilimi düşürmek, toplumsal diyalog, “Düşman.” söyleminden vazgeçmek, demokrasiyi geliştirmek, özgürlüklere saldırmaktansa özgürlüklere kastedenlere karşı tedbir almak. Bunları da yapmadığınız zaman ülkeyi karpuz gibi ikiye, bazen dörde bölebiliyorsunuz. Bu söylem, bu düşmanlaştırma ve gerilim söylemi, intikam ve linç politikası ülkeyi parçalıyor. Ülkeyi parçaladığınız zaman da dış güçler de içerideki başka güçler de bundan elbette yararlanır. Onlar yararlanıyor diye sizin sorumluluğunuz ortadan kalkmaz. Katliamların olduğu bir ülkede sorumluluk her şeyden önce siyasi otoritenindir. Nasıl “Bölünmüş yollar, otoyollar, Avrasya tünelleri bizimdir.” diye övünüyorsanız katliamlar, bu cinayetler, bu barışı bozan, ülkeyi kana bulayan bütün olaylar da sizin sorumluluğunuzdadır. Bunun da hesabını vermenin en medeni yolu bu konularla ilgili bakanların önce burada samimi bir öz eleştiri, açık bir bilgilendirme, ardından istifa etmeleridir.

Evet, inşallah, 2017 o yılbaşı gecesindeki o korkunç katliama rağmen barış, huzur bulacağımız bir yıl olur.

Saygıyla selamlıyorum sizleri. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sancar.

Sayın Bostancı…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, Sayın Sancar, konuşmasında, yanlış anlamadıysam, “Televizyonlarda bazı AK PARTİ’liler çıkıp ‘Alevi liderler öldürülür.’ diyerek Alevilere yönelik bir tahrik kampanyası yapıyorlar.” tarzında bir…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – “AK PARTİ” falan demedi.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Hayır, hayır öyle dedi, “AK PARTİ’li” dedi. Tutanaklara bakın.

BAŞKAN – Buyurun, sataşma nedeniyle…

Pardon, bir açıklaması varsa alalım Sayın Sancar’ın.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Ben “yakın duran” dedim, “AK PARTİ yöneticisi.” demedim ama “AK PARTİ’nin çevresinde olan.” dedim, istiyorsa cevap versin Sayın Başkanım.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – O zaman düzeltsin Mithat Bey de yani AK PARTİ’yle ilgisi yok.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Yani ben böyle “AK PARTİ yöneticisi.” demedim.

BAŞKAN – Sayın Bostancı, buyurunuz, iki dakika söz veriyorum size, 69’uncu madde çerçevesinde. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın Hükûmetin gündem dışı açıklaması nedeniyle HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Sayın Sancar konuşurken, konuşmalarını tabii dikkatle takip ediyoruz, “AK PARTİ’li” dedi, daha sonra “yakın” olarak ifade etti galiba. “Bu, yılbaşı gecesi yaşanan katliama ilişkin olarak yeni bir tahrik dalgası yapılıyor ve Alevi liderler hedef gösteriliyor.” şeklinde bir beyanda bulundu. Bunu şiddetle reddediyorum. Bir kere AK PARTİ’nin siyasal anlayışı, bütün Türkiye’yi kucaklamak ve barış, esenlik içerisinde bu ülkenin geleceğini inşa etmek istikametindeki bir yaklaşımdır. Hiçbir tahrik, insanları birbirine düşürücü hiçbir yaklaşım asla bizimle ilişkili değildir. Bunu sosyal medyada yapanlar var, zaman zaman televizyonlarda da maksadını aşan ifadeler kullanan birileri var ama bunların AK PARTİ’yle yahut da meşru mecralardaki siyaset kurumlarıyla bir ilgisi olduğunu düşünmek istemem.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Sancar…

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Sayın Başkan çok kısa bir açıklama yapayım.

BAŞKAN – Buyurunuz, mikrofonunuzu açayım.

VII.- AÇIKLAMALAR

1.- Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Alevilerin hedef gösterilmesiyle ilgili pek çok yayın var. Sadece sosyal medyada değil, maalesef, doğrudan doğruya AKP’ye hizmet ettiğini saklamayan televizyon kanallarında da oluyor. Sayısız televizyon kanalı kapatıldı. Bunlarla ilgili bir işlem yapılmaz mı? Bakın, Özdemir Özdemir, sizinle ne ilişkisi olduğunu bilmiyorum, araştırmadım ama okudum.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Kendi kurduğu derneğin başkanı.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Diyor ki: “Aklınızı başınıza alın, ortalık karışırsa Alevi STK başkanlarını Türkiye'de öldürürler.” Nerede söylüyor beyler? A Haber’de söylüyor.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Kanal A’da, Kanal A’da.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Kanal A’da söylüyor.

VELİ AĞBABA (Malatya) – AKP’nin kurmuş olduğu dernek başkanı.

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) – Biz tanımıyoruz.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Tanımıyoruz.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Şimdi, peki, Sayın Başkan -Naci Bostancı’ya sesleniyorum- bunlarla ilgili, çıkın, anında bir söz söyleyin.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Halt etmiş.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Şevki Yılmaz’la ilgili bir açıklamanız oldu mu? Şevki Yılmaz dedi ki: “MİT’in görevi HDP’li vekilleri infaz etmek.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Sayın Başkan, çok kısa...

BAŞKAN – Tamamlayınız, açıyorum mikrofonunuzu.

VELİ AĞBABA (Malatya) – İzmir milletvekilleriniz bilir.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Peki, onunla ilgili bir açıklamanız oldu mu? Bir işlem var mı?

Bundan çok, asla kıyaslanmayacak sözler kullananlar içeride tutuklu, katliam ve infaz çağrısı yapanlar hiçbir soruşturmaya uğramıyor.

Son bir cümle: Sayın Yasin Aktay -burada mı, bilmiyorum- bizim arkadaşların tutuklanmasını teselli olarak niteledi. Reina için teselli senin tutuklanman mı Yasin? Bu mudur hukuk devleti? Bunlarla ilgili bir söz söyleyin, ondan sonra da toplumsal barışı savunduğunuza yürekten inanalım. Biz de bunun için hazırız, her şeyi yapmaya hazırız.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Ne alakası var?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sancar.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Bostancı...

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Televizyonlarda Ahmet, Mehmet çıkmış bir şey söylemiş.

GARO PAYLAN (İstanbul) – A Haber’de.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – A Haber’in kimin olduğunu biliyoruz Sayın Bostancı.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Doğru haber olsun, B haber olsun ya.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bir siyasal bağlantı üzerinden bizim çıkıp, bunun bizimle sanki bağlantısı varmış gibi bir savunma durumuna geçmemiz düşünülemez.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sizin sunduğunuz imkânlarla, sağladığınız kaynaklarla...

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ama, aynı şekilde, Mithat Bey’in söylediği gibi aynı şekilde her kim, hangi kesime yönelik olursa olsun, televizyonda, sosyal medyada tahrikçilik yapıyorsa savcılar göreve diyorum. Benim diyeceğim budur.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, kayda geçsin diye bir iki şey söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Ağbaba...

VELİ AĞBABA (Malatya) – Bu Kanal A televizyonu her hafta, her akşam nefret kusuyor. Geçtiğimiz hafta CHP ve esrarla ilgili program yapmıştı. AKP’nin besleyip büyüttüğü kanallardan birisi, haram medyası, havuz medyası. Her akşam… Dün akşam da AKP’nin kurdurmuş olduğu yandaş bir Alevi derneği sözde…

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Başkanım, ne alakası var şimdi? Başkanım, parti ile televizyonun ne alakası var? Ne alakası var?

VELİ AĞBABA (Malatya) – …Alevi dernek başkanlarını açıkça ölümle tehdit ediyor, açıkça “O koltuğa oturamaz, hepiniz ölürsünüz.” diyor.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Böyle bir yaklaşım olur mu efendim? Partiyle ne alakası var televizyonun?

VELİ AĞBABA (Malatya) – Bu, kayda geçsin diye söylüyorum; bu Kanal A televizyonu ve yandaş kanalları, CHP’ye, laikliğe, insanlığa düşman olan kanalları da kınıyorum.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Başkanım, böyle bir usul yok, ne oluyor?

VELİ AĞBABA (Malatya) – Ayrıca, RTÜK’te çoğunlukları var… (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ağbaba.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Böyle bir şey yok efendim.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Ağbaba’nın yorumlarını reddediyoruz.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Reddediyoruz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Tamamen spekülatif ve subjektif yorumlardır.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Evet, kışkırtıcı efendim, kışkırtıcı bir yaklaşım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Konuşmalar tutanaklara geçmiştir.

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

B) Hükümetin Gündem Dışı Açıklamaları (Devam)

1.- İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, son günlerdeki gelişmeler ve iç güvenliğe ilişkin gündem dışı açıklaması ve MHP Grubu adına Samsun Milletvekili Erhan Usta’nın, HDP Grubu adına Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın, CHP Grubu adına Ankara Milletvekili Levent Gök’ün ve AK PARTİ Grubu adına Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın aynı konuda görüşlerine ilişkin gündem dışı açıklamaları (Devam)

BAŞKAN – Gruplar adına üçüncü konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Levent Gök.

Buyurunuz Sayın Gök. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok taze umutlarla, geleceğe dair iddialarımızla, Türkiye’de yaşayan 80 milyon insanın 31 Aralık akşamı tek düşüncesi, arzusu, 2017 yılının terörsüz geçmesi. Herkes diğer iddialarını, arzularını geri plana bıraktı ama bir tek şey istedi; 2017 terörsüz geçsin, bir tek masum insanın hayatı kaybolmasın, Türkiye acılar çekmesin derken günün ilk ışıklarıyla İstanbul’da patlayan bomba bütün bu umutları, arzuları, istemleri aldı götürdü.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce İçişleri Bakanını izledik burada, büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Sayın Bakan burada sanki bir okul müsameresinde, bir münazara heyetinde bir konu anlatır gibi anlatıyor. Neyi anlatıyor? Daha iki gün önce İstanbul’da 39 kişi hayatını kaybetmiş, daha ölümlerin travmalarını yaşıyoruz… Hükûmetin bilgilendirmesine teşekkür ederiz, biz zaten talep de ediyorduk ama doyurucu, hepimizi ikna edici, geleceğe dair güven duygularımızı artırıcı bir konuşma beklerken, bir hayal kırıklığı içerisinde, işte laf olsun torba dolsun diye yapılan bir konuşma.

Sayın Bakan, böyle olmaz yani sizin sorumluluğunuz var. Siz madem geldiniz, bu kürsüye çıktınız “Ben milletime, Meclisime hesap vereceğim.” dediniz; e hesabını veriniz. Siz, hesabı vermeden kaçıyorsunuz. Ya, burada hesap kesilmedi arkadaşlar, hesap boş duruyor.

Bakın, Sayın Bakan 31 Ağustosta göreve geldi. 31 Ağustostan bugüne değin, Sayın Bakanın görevde olduğu sürede, diğerlerini saymıyorum… Diğerlerini de söyleyeyim: Haziran 2015’ten 2016 sonuna kadar 18 ayda 423 yurttaşımız patlayan bombalarla hayatını kaybetti, 3 bine yakın insanımız yaralandı, 3 bin; hayatını kaybeden 423. Hayatını kaybeden bu insanların 118’i Sayın Bakan döneminde. 31 Ağustosta göreve gelmiş; 9 Ekimde Hakkâri’de, 4 Kasımda Diyarbakır’da, 24 Kasımda Adana’da, 10 Aralıkta İstanbul’da, 17 Aralıkta Kayseri’de, 1 Ocakta İstanbul’da patlayan bombalarla, saldırılarla tam 118 kişi hayatını kaybetmiş Sayın Bakanın döneminde.

Şimdi, Sayın Bakan, biz, yaşam hakkı diyoruz, yaşam hakkı! Yani, yaşam hakkının olabildiğince örselendiği, olabildiğince artık -üzülerek söylüyorum- Türkiye’de kanıksatılır hâle geldiği bir dönemden geçiyoruz. Artık, bir patlayan bombanın daha acısını unutmadan, bir patlayan bomba önceki acıları unutturuyor Türkiye’ye. Böyle bir tablo yaşanıyor. Böyle bir tablo içerisinde, ölenlerin kimlikleriyle, nerede öldükleriyle ayrışma konusu yaratılıyor. Yani yılbaşı programı kutlayanların ölmesine herkesin tepki göstermesi gerekirken binlerce trol “İyi ki bunlar öldü.” diye “tweet” atıyorlar. Nasıl oluyor bunlar?

Yılbaşına gelmeden önce bildiriler, “billboard”larda yılbaşı kutlamalarına karşı bir tepki oluşturmalar; bütün bunlar bir yana, devletin resmî kurumu Diyanet… Bunlar vahim hatalar değerli kardeşlerim. O hutbeler nereden çıkıyor? Yani bir yılbaşı kutlanmasının Türkiye’ye getireceği eksi ne olabilir? İnsanlar çoluğunu çocuğunu almış, evinde tavuğunu yiyor, pilavını yiyor, kuruyemişini yiyor, geleceğe dair, bir yıl iyi geçsin... Bunun neresinde bir suç var?

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Hiçbir şey yok.

LEVENT GÖK (Devamla) - Şimdiye kadar böyle bir tablo yoktu Türkiye’de ama bu dil, edilgen dil, iktidarın görmeyen edilgen dili bu hâle getirdi değerli arkadaşlarım. Sayın Bakan, niye yakasına yapışmıyorsunuz; o gazetelerdeki, havuz medyasındaki manşetlerin, o bildirilerin yakasına niye yapışmıyorsunuz? Olay olduktan sonra çok geç ve samimi değil, inandırıcı değil. Türkiye çok hızlı bir kutuplaşmanın içerisinde, çok hızlı bir ayrışmanın içerisinde. Buna engel olması gereken iktidar partisi.

Şimdi, yurttaşlar da ülkede bir iktidar var diyorlar, ülkede bir Emniyet var diyorlar, güveniyorlar. Emniyet Genel Müdürlüğü yılbaşından önce bir bildiri yayınladı “Yılbaşında Alınacak Tedbirler” diye. Herkes bu tedbirleri televizyonlardan duydu, gazetelerden okudu, dedi ki: “Polisimiz, Emniyetimiz, askerimiz bizim güvenliğimizi sağlıyor.” Emniyet Genel Müdürlüğü vatandaşların yılbaşını huzur içinde geçirmesini temin için önlemler… Ne diyor burada? “Vatandaşların yoğun olduğu yerlerde, eğlence merkezlerinde tedbirlerimizi artırdık.” E, nerede bu? İstanbul’un Ortaköy’ünde, eğlence merkezinin en yoğun olduğu bir yerde. Nasıl oluyor? Bir saldırgan elini kolunu sallaya sallaya içeri giriyor, içeri girmeden ateş ediyor, ateşin yankıları karşı kıyıdan duyuluyor, 250 metre ötede karakolumuz var. “Ortalık polis kaynıyor.” diyorlar. İçeride yedi dakika kalınıyor, 6 şarjör değiştirdiği ifade ediliyor, elini kolunu sallaya sallaya çıkıp gidiyor. Sayın Bakan, bunları niye anlatmıyorsunuz, nasıl oluyor bunlar? İstanbul’un en renkli, en kalabalık yerinde, eğlence merkezinde bunlar nasıl olabiliyor? Hani sizin tedbirleriniz, nerede kaldı? O 39 kişi, hayatını kaybedenler, yaralananlar sizin açıkladığınız tedbirlere güvenerek geldi oraya. İnsanlar yılbaşı kutlamalarına sizin açıkladığınız tedbirlerin bir inancı içerisinde girdi “Bize bugün bir şey olmaz.” diye. Yazık değil mi? 27’si yabancı, ülkemize gelmişler, ülkemizde misafirler, konuklar, hepsi hayatlarını kaybetti. Böyle bir tabloda siz burada çıkmışsınız, “Şunu yapmaya çalıştık, bunu yapmaya çalıştık.” Yapacağınız tek bir şey var Sayın Bakan, tek bir şey var, buraya geldikten sonra “Arkadaşlar, ben İçişleri Bakanlığı görevini üstlendim, elimden gelen çabayı gösterdim ama terör olaylarını önleyemiyorum, masum insanların ölmesini önleyemiyorum. Bunda benim de kabahatim var. Onurlu bir şekilde istifa ediyorum.” demeniz lazım, yapmanız gereken bu. (CHP sıralarından alkışlar)

Hükûmet hep mağdur, her olayda mağdur. Peki, bu olaylara nasıl geliniyor? Sizin dış politikanızın hiç sonuçları yok mu bunda? Yönetememe krizi, Türkiye’yi ve sorunlarını tahlil edememe krizi… Bu insanlar Türkiye’ye nasıl elini kolunu sallaya sallaya geliyor, bu yabancı terör örgütü mensupları? Bunların bir kayıtları yok mu? Elini kolunu sallayan Türkiye’de. Zaten güneyimiz kevgire dönmüş durumda. Böyle bir tabloda dünyanın en acımasız örgütleri cirit atıyor. PKK bir yandan, IŞİD bir yandan, DHKP-C gibi örgütler, bir de FETÖ’yle mücadele ediyoruz. E, peki, ne yapmamız lazım? Herkes diyor ki “Birlik olalım.” E, biz de söylüyoruz “Birlik olalım.” ve bu konudan asla taviz vermiyoruz, her türlü konuda Hükûmete destek vereceğimizi ifade ediyoruz. Terörün bizi yenmemesi için, bizim alışkanlıklarımızı, yaşam tarzımızı, laik cumhuriyetimizi etkilememesi için, Türkiye’nin geleceğinin daha aydınlık olması için dik durmaya çalışıyoruz. Ölümler art arda geliyor, aynı sözleri söylüyoruz ama bir sorumlu var kardeşim; siyasi iktidardır bunun sorumlusu. Havuz medyasını açın, sanki sorumlu Cumhuriyet Halk Partisi. Böyle rezillik olur mu Sayın Bakan, bu yayınları niçin önlemiyorsunuz? Türkiye’yi ayrıştıran bu dile niye son vermiyorsunuz? Nasıl beraber olacağız terör karşısında? Biz açıklıyoruz Cumhuriyet Halk Partisi olarak. Getirin, yasal önlemleri, temel hak ve özgürlükleri sınırlamamak kaydıyla “Biz şu önlemlerle terörü önlüyoruz.” deyin, bütün konuşmalarımızı geri çekelim, yasal önlemleri alalım, biz bunu teklif ediyoruz ama iktidar partisi gereğini yapmıyorsa gereğini yapacağı tek bir şey kalıyor, istifadır değerli arkadaşlarım.

Biz yaşam hakkı istiyoruz. Türkiye’de korkmadan, özgürce yaşamak istiyoruz. Bu özlemimizi milyonlarca kişi dile getiriyor. Herkes yarına dair korku içerisinde. Bir yandan “Birleşelim.” diyoruz ama en büyük ayrışmalar Hükûmet tarafından yapılıyor.

Anayasa değişikliği… Şimdi, birazdan AKP’nin grup önerisini görüşeceğiz. Türkiye’de bu ölümler olmamış gibi, terörün en korkunç örgütleriyle mücadele etmiyormuşuz gibi varsa yoksa başkanlık rejimi; bütün günleri çalışalım, televizyonun olmadığı saatlerde de çalışalım; Türkiye, kim ne söylüyor, CHP ne söylüyor, diğer partiler ne söylüyor duymasın, varsa yoksa başkanlık. Başkan olsan kaç yazar, olmasan kaç yazar! Yeter ki benim bir tek masum insanımın burnu kanamasın değerli arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Onunla bunun ne alakası var Sayın Başkan?

LEVENT GÖK (Devamla) – Türkiye’yi ayrıştırmayın, Türkiye’yi kutuplaştırmayın, çekin bu Anayasa teklifini. Gelin, terör konusunda oturalım, ne yapılması gerekiyorsa hep beraber konuşalım ama öncelikle Sayın Bakanın da istifa etmesi gerekiyor.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

Son söz hakkı Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’ya aittir.

Buyurunuz Sayın Bostancı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, Levent Bey’in konuşmaları en tazesi. Anayasa değişiklik teklifini terör dolayısıyla çekmemizi istiyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – “Toplumu germeyin.” diyorum Sayın Naci Bey.

GÜLAY YEDEKCİ (İstanbul) – Toptan çekmenizi istiyoruz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Levent Bey, siyasi tartışmalar medeni müzakere zemininde yürüdüğü sürece toplum bundan gerilmez.

LEVENT GÖK (Ankara) – Komisyonda neler yaşandığını biliyoruz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bunları paranteze almayacağız, Türkiye’de bu siyasi tartışmalar, tez ve teklifler muhakkak olacak. Terör var diye “Onu konuşma, bunu konuşma, tartışma yapma.” şeklinde teröre teslim olan bir siyaseti reddediyoruz, böyle bir şey yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Çarpıtıyorsunuz Naci Bey, Levent Bey’in söylerini çarpıtıyorsunuz Sayın Başkan ya da anlamamışsınız Levent Bey’in ne demek istediğini.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Hayır, Anayasa değişiklik teklifini de konuşuruz Engin Altay Bey’in, Levent Bey’in nazik ve zarif üslubuyla elbette. Böyle konuştuğumuz sürece toplum niye gerilsin?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Hayır, benim o üslubun dışında olduğumu mu kastediyorsunuz?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Hayır, Özgür Bey’in, aynı zamanda bütün arkadaşların katkılarıyla.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bu anlam çıktı ama.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Böyle konuştuğumuz sürece toplum niye gerilsin? Niye bu işten başka anlamlar çıkarsın? Siz olmaması gerektiğini söyleyin, biz olması gerektiğini söyleyelim, HDP, MHP fikirlerini söylesin ve sonuçta, halkımız karar versin. “Her referandum, her Anayasa değişiklik teklifi milleti böler.” diye bir yaklaşımı doğru bulmayız.

GÜLAY YEDEKCİ (İstanbul) – Bu rejim değişikliği Sayın Başkan, normal bir Anayasa değişikliği değil. Cumhuriyeti yıkmak istiyorsunuz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – İkincisi, evet, terörle Türkiye mücadele ediyor. Terörle mücadele etmede iktidar dâhil, muhalefet dâhil her kesimin üzerine düşen çok temel bir görev var: Teröre teslim olmamak, terörün gündemine teslim olmamak, katılıp kalmamak. “Terör var.” diye oturduğun yerde “Aman onu konuşmayayım, yanlış anlaşılır; aman bunu konuşmayayım, yanlış anlaşılır.” Hayır…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Nasıl çarpıtıyor ya.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Hayatımızı normal bir şekilde sürdüreceğiz. Bu Meclis çalışacak, insanlar fikirlerini söyleyecek, partiler programları doğrultusunda hareket edecekler ama her şeyi o meşru zeminlerin dili, üslubu, yaklaşımı içerisinde gerçekleştireceğiz.

GÜLAY YEDEKCİ (İstanbul) – İnsanlar düşünmeye, konuşmaya korkar oldu.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Kıymetli arkadaşlar, başımız sağ olsun, bütün insanlığın başı sağ olsun çünkü terör, bir insanlık suçudur. İstanbul’da olması, bunun bir insanlık suçu olma vasfını ortadan kaldırmaz. Yapan kim olursa olsun, arkasındaki güç kim olursa olsun, bunlar katillerdir, canilerdir. Her aklı başında insan, her meşru zeminleri savunan insan terörü elinin tersiyle reddeder, ona karşı direnir, eliyle, diliyle, kalbiyle mücadele eder. Elbette, yine bütün bunlar meşru referanslar çerçevesinde…

Bu işler niye oluyor? 19’uncu Yüzyılda da vardı, geçmişte de vardı, modern zamanlarda da var. Esasen, terör, zayıfların bir siyaset silahı olarak öne çıkar, bunu unutmayalım. Terörü kullananlar zayıflardır, güçlü olanlar değildir. Peki, bunlar terör marifetiyle ne murat ederler? Aslında, hedefleri o kurbanlar değildir. O aşağılık katilin hedefi Reina’da eğlenen insanlar değildi, oradakiler değildi; oradakilerin korkusu, kanlı bedenleri üzerinden, onların görüntüsü üzerinden üzerinden bütün bir topluma kendi kanlı mesajını iletmek, zayıflığını telafi edici bir güçle sahada olmak istedi.

Terör, kendi eyleminden sonra arkadan gelecek toplumsal dalgaya bel bağlar. Ümit eder ki, o toplumun içinde insanlar birbirlerine düşsünler, birbirleriyle kavga etsinler, birbirlerini suçlasınlar -sosyal medyada örneğini görüyoruz ya- ama Allah’tan sadece maskeli balonun yaşandığı o yerde görüyoruz ve o hesapların büyük bir kısmının da sahte olduğunu buradan ifade etmeliyim. Nitekim, hukuken yapılan takibatlarda da bunlar çıkıyor.

GÜLAY YEDEKCİ (İstanbul) - Sizin trolleriniz onlar Sayın Başkan, AK troller.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Onları toplumun gerçek temsili olarak ben görmüyorum, hukuki takibatlar da bunu söylüyor.

Anadolu’ya gidin, insanlarla oturun, konuşun, terörün ümit ettiği o toplumsal fay hatlarını çalıştırma, insanların birbirine hasım olma durumunu Anadolu’da göremezsiniz. Ne mezhep esaslı ne din esaslı ne etnik temel esaslı bir çatışma, bir gerilim, bir kavga hâlini olağan şartlarda görmezsiniz. Ama bu tür eylemler aslında toplumdaki esasen var olan ve medeni bir şekilde bir arada yaşamanın yol ve yöntemlerini tarih içerisinde zamanla öğrenmiş olan bu halkı birbirine karşı kışkırtmak ister, birileri de bu provokasyon marifetiyle netice alacağını ümit ederek buraları kaşımak ister.

Şimdi, işin terör marifetiyle provokasyon tarafı olduğunu biliyoruz ama diğer yandan da bu provokasyon ümidini sanki uygun bir toplumsal atmosfer varmış gibi onlara verecek tartışmalardan, değerlendirmelerden, yaklaşımlardan uzak kalmak teröre verilecek bir başka cevaptır.

Bu yılbaşı meselesi… Reina katliamı sebebiyle bir yılbaşı tartışmasıdır gidiyor. Bizim toplumumuzda geçmişten beri buna ilişkin inanılmaz bir tartışma vardır. Ben hatırlıyorum, 1980’li yıllarda televizyonda gece on iki olduğunda, işte, affedersiniz, bir dansöz çıkacak mı çıkmayacak mı tartışması günlerce sürmüştü, insanlar bunun üzerine inanılmaz bir şekilde tartışmalar yapmışlardı. Şimdi, bunların varlığını bir kere olağan kabul etmek lazım. İnsanlar tartışabilir, bunun üzerine konuşabilir ama bunları konuşurken ve tartışırken farklı kanaatte olan, farklı yaklaşımlara sahip insanları aşağılayan, onları hakir gören, onlara karşı öfke ve nefret dilini kullanan insanlar varsa, çevreler varsa arıza buradadır; bunlara karşı uyarı yapmak, bunlara had bildirmek, bunların, tam da teröristlerin ümit ettiği o toplumsal fay hatlarını çalıştırıcı bir rolü üstlendiğine işaret etmek hepimizin görevi. Kim adına olursa olsun, ne adına olursa olsun eğer teröristlere bu şekilde ümit veren çevreler, bu toplumsal fay hatlarını çalıştırabilecekleri duygusunu onlara veren tartışmaları öfkeli bir şekilde sürdüren çevreler var ise -ki zaman zaman bunun örneklerini görüyoruz- bunları reddetmek, bunlara had bildirmek kesinlikle herkesin görevi.

Kıymetli arkadaşlar, biz büyük bir imparatorluk geleneğinden geliyoruz, bir ulus devlet kurduk, uzun yıllara sari bir kültür oluşturduk. Geçmişten beri baktığımızda, modernliğe ilişkin, muhafazakârlığa ilişkin, milliyete ilişkin birçok tartışmalar yaptığımızı görürüz; bunun siyasi, entelektüel temsilleri vardır ama bu tartışmalar sonuçta bu ülkenin ortak kader ve gelecek istikametindeki varlığına akan tartışmalardır. Ben Türk halkına baktığımda, Türkiye’deki siyasete baktığımda, meşru mecralardaki temsilcilerine baktığımda terörün ümit ettiği provokasyonun olacağı bir ortam görmüyorum.

İktidar elbette görevini yapacaktır, terörü önleme doğrultusunda güvenlik, istihbarat vesaire onları yerine getirecektir ama emin olun mesele sadece iktidarla bitmez. Hepimiz yeri geldiğinde bu iktidar mevzularına ilişkin atıflarda bulunuyoruz, buna ilişkin çalışma yapan o meşhur Foucault, iktidarın tek bir yerde toplanmadığını, aslında çok farklı yerlerde iktidarların bulunduğunu söyler. CHP’de de bir iktidar vardır, HDP’de de bir iktidar vardır, MHP’de de bir iktidar vardır, toplumsal kurumlar da, dernekler de, vakıflar da, bunların hepsi belli ölçeklerde toplumsal ve politik iktidarları temsil eden yerlerdir. Dolayısıyla, her iktidar odağının, mutlak surette, teröre karşı mücadele verilirken, toplum adına, toplumun kardeşliği ve barışı adına söyleyeceği sözler olmalı, teröristlere fırsat ve imkân verecek, “Evet, biz zayıfız ama bu kanlı eylemi yaptığımızda insanları birbirlerine düşürebiliriz.” ümidini verecek her tür açıklamadan, yaklaşımdan, birer iktidar merkezi olarak kaçınmaları son derece önemlidir. Teröre karşı safların ortak olması, siyasetin teröre karşı ortak bir safta durması, emin olun teröre verilen en güzel cevaptır ve o zayıf kaynaklı, eylemi marifetiyle güç kazanmaya çalışan terör, halkın ortaklığını, siyasetin ortaklığını gördüğünde, bu tür eylemlerin para etmeyeceğine ilişkin bir akletmeyle davranacaktır.

Bu bir cevaptır, iktidar cevabını verecektir, diplomasi marifetiyle cevaplar verilecektir, ama halkın ortaklığı ve hep beraber teröre karşı dikilmesi de bir cevaptır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum, tamamlayınız.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Sayın Başkanım, ben, sosyal medyada olsun başka yerlerde olsun, tahrikçilik yapan, provokasyona sebep olacak değerlendirmelerde bulunan, insanları birbirlerine kışkırtan her kim varsa -halkın büyük bir çoğunluğu kesinlikle bunları yapmıyor, biliyoruz, siyasetin meşru mecralarında bunlar yapılmıyor ama- bunları yapan her kimse, bunlara karşı hukuku, savcıları göreve çağırıyorum, milletimizin birliği ve geleceği için savcılar göreve diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Sayın Bostancı değerlendirmelerine zaman zaman entelektüel katkılar yapıyor, Faucault’tan bir alıntıyla mikro iktidar alanlarına ilişkin bir değerlendirme yaptı. Çok doğru. Faucault, özellikle “İktidarın Gözü” kitabında, bireysel ilişkilerde dahi, iki insan ilişkisinde dahi bir iktidar ilişkisi olduğunu söyler ve bütün kitaplarında ya da iktidarla ilgili değerlendirmelerinde bu iktidarın çözümlemesini yapar. Ben de bu vesileyle böyle bir katkıda bulunmuş olayım.

Sayın Gök, benim bu açıklamamdan sonra herhâlde söz istemeyeceksiniz.

Buyurun Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, gerçekten, siz de doyurucu bir açıklama yaptınız, teşekkür ederiz ancak Sayın Naci Bostancı’nın konuşmasının başında, yaptığım konuşmada “Terör olduğu zaman Mecliste başka konu konuşulmaz.” şeklindeki bir değerlendirmesi, tamamen maksadımın dışında bir değerlendirmedir.

BAŞKAN - Buyurunuz Sayın Gök, 69’uncu maddeye göre iki dakika süreyle söz veriyorum.

Lütfen bir sataşmaya meydan vermeyiniz.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın Hükûmetin gündem dışı açıklaması nedeniyle AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; herkes burada kimin ne söylediğini, ne yaptığını biliyor. 15 Temmuz gecesi hepimiz buradaydık. Bombalar yağıyordu ve bombaların altına bu Meclisi açtık ve çalıştırdık. Amacımız, parlamenter demokrasi çalışsın ve işlesin. O gün burada yayınlanan bildirinin ne anlamı vardı? Parlamenter demokrasinin gücüne atıfta bulunuldu ve ertesi günlerden itibaren başlayarak biz AKP’li arkadaşlarımıza dedik ki: “Meclisi asla tatil etmeyelim, çalışalım; terör karşısında, FETÖ karşısında dik durduğumuzu gösterelim ki Meclisin çalıştığını herkes görsün. Halkın yararına, kamu yararına her türlü yasayı burada çıkartalım. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak buna hazırız.” dedik arkadaşlar, “Meclis yeter ki çalışsın.” Ama bir farklı tablo, Anayasa Komisyonundaki tartışmaları gördük.

Ben ne söylüyorum, ne ifade ediyoruz biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak? Komisyonda yaşanan tartışmalar dalga dalga bütün topluma yayılacak. FETÖ bir yandan bizi gözlüyor, PKK bir yandan bizi gözlüyor, IŞİD, diğer örgütler bir yandan; “Aman bunlar bir yerinden ayrışsın, zayıflasın da biz terör eylemleriyle Türkiye’yi bir mahkûm edelim.” anlayışına getirebilirler. Bu, tarihî bir uyarıdır. Bizim söylediğimiz, toplumda gerginlik yaratan, kutuplaşma yaratan bütün tartışma alanlarından geri durmaktır. Çok haklıdır, çok haklı bir gerekçedir, bunun ötesinde durduğumuz zaman biz bu mücadelelerde başarıya ulaşabiliriz. Aksi takdirde toplumda kırılganlık yaratan her olayda, her kanunda bu toplumun ayrışmasından terör örgütleri ellerini ovuşturarak bizi izlerler. Biz de bunu önlemeye çalışıyoruz değerli arkadaşlarım. Yapmaya çalıştığımız tablo bu. Yapmaya çalıştığımız, tarihî bir sorumluluk anlayışı içerisinde, Meclisimizin halktan yana yasaları geçirmesi, kamudan yana yasaları geçirmesi, tartışma alanlarının dışında tutulması ve bütün siyasi partilerin her türlü terör örgütü karşısında dimdik ayakta durmasıdır, yapmaya çalıştığımız budur.

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

Sayın milletvekilleri, İç Tüzük’ün 59’uncu maddesinin ikinci fıkrasına göre yapılan görüşmeler sona ermiştir.

Şimdi, elektronik sisteme girerek söz talep eden sayın milletvekillerine birer dakika süreyle söz vereceğim.

Bildiğiniz gibi, her birleşimde 15 sayın milletvekiline birer dakika süreyle söz veriyoruz. Ancak, bugün 2017 yılının ilk birleşimini yaşıyor olmamız nedeniyle ben bugün 30 sayın milletvekiline söz vereceğim. (CHP sıralarından alkışlar)

Evet, birleşimin başında yaptığım konuşma bile bu kadar alkış almamıştı.

Şimdi, söz verme işlemini başlatıyorum.

İlk konuşma, ilk söz hakkı Sayın Onursal Adıgüzel’e aittir.

Buyurunuz Sayın Adıgüzel.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’in, bu ülkenin bir milletvekili olarak, Halkevlerinin, gericiliğin değil laikliğin, cihatçıların değil masum, katledilen insanların yanında olan bildirgesinin altına imza attığına ilişkin açıklaması

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Bunlar, katliamlarıyla hayatı bize zulmetmeye çalışan insanlardır. Artık yeter, artık buraya kadar. Bundan sonra mahallelerimizde ne bir IŞİD’ciye ne de herhangi bir gerici, cihatçı çeteye izin vermeyeceğiz. Gericiliğin karşısında yükseltilmesi gereken bir bayrak vardır. Bu bayrağın adı da laiklik bayrağıdır. Bugün laiklik demek, özgürlük demektir, kardeşlik demektir, insanca bir yaşam mücadelesi demektir. Bizler herkesi bu mücadelenin birer neferi olmaya çağırıyoruz. Gericilerden, faşistlerden, başkanlık sevdalılarından hesap sormaya çağırıyoruz.

Buradan, laikliği savunan gençleri hedef gösteren İçişleri Bakanlığına sesleniyorum. Ben bu ülkenin milletvekili olarak gericiliğin değil, laikliğin; cihatçıların değil, masum, katledilen insanların yanında olan bu bildirgenin altına imza atıyorum. Eğer gücünüz yetiyorsa gelin, bizi de alın.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Sibel Özdemir…

3.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, yeni yılın ilk saatlerinde İstanbul’da yaşanan hain terör saldırısını kınadığına ve yaşamını kaybedenleri saygıyla andığına, Hükûmetin tek hedefinin Anayasa değişikliğiyle bu ülkeyi bir dikta rejimine sürüklemek olduğuna ilişkin açıklaması

SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yeni yılın ilk saatlerinde yaşanan, farklı yaşam tarzları, ülkemizin laiklik yapısı, birliği ve bütünlüğünü hedef alan hain terör saldırısını kınıyor, yaşamını kaybeden tüm vatandaşlarımızı ve ülkemizde misafir olan farklı ülke vatandaşlarını da saygıyla anıyorum.

On dört yıldır bu ülkeyi yöneten iktidarlar döneminde, Anayasa’yla güvence ve teminat altına alınmış hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı, düşünce ve ifade özgürlükleri gibi temel değerlerimizin bir bir yok edilişinin yanında farklı yaşam tarzlarına saldırıyla laiklik ilkesi kazanımlarımızı da kaybettiğimiz son süreçteyiz. Terör ve kaos ortamının yanında daimî OHAL döneminde olan bir ülke olmanın tek sorumlusu, bu ülkeyi on dört yıldır aralıksız tek başına yöneten iktidarın kendini sorgulaması, öz eleştiri yapması ve hesap vermesini bekliyoruz. Ancak, bütün bu yaşananlara sorumsuzca kulaklarını tıkayan iktidarın, Hükûmetin tek gündemi, amacı, hedefi, Anayasa değişikliğiyle bu ülkeyi bir dikta rejimine sürüklemektir. Buradan tekrar uyarıyoruz: Bu Anayasa değişikliği teklifini tartışmak yerine halkımızın yaşam haklarını, güvenliklerini, huzurunu önceleyerek ortak mücadele edelim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Taşkın…

4.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkın’ın, 2017 yılının tüm dünyada savaşların ve terörün sona ereceği bir yıl olmasını temenni ettiğine, yeni yılın ilk saatlerinde İstanbul’da yaşanan hain terör saldırısını lanetlediğine, Mersin’de yaşanan sel felaketi nedeniyle geçmiş olsun dileklerini sunduğuna ve 3 Ocak Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

ALİ CUMHUR TAŞKIN (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öncelikle, 2017 yılının tüm dünyada akan gözyaşı ve kanın duracağı, savaşların ve terörün sona ereceği bir yıl olmasını temenni ederken yeni yılın daha ilk saatlerinde İstanbul’da yüzünü gösteren hain terör eylemini gerçekleştirenleri ve onların arkasındaki şer güçleri en şiddetli biçimde lanetliyorum. Saldırıda şehit olan koruma polisi Mersinli hemşehrim Burak Yıldız’a ve hayatını kaybeden herkese Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Yine, 2016 yılının son günlerinde seçim bölgem Mersin’de büyük bir sel felaketi meydana gelmiş olup can ve mal kaybına yol açmıştır. Sele kapılarak hayatını kaybeden hemşehrilerimize de Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Afet dolayısıyla zarar gören esnafımıza, çiftçilerimize ve tüm halkımıza geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum.

Bilindiği gibi, 3 Ocak, Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümü. Tüm Mersinli hemşehrilerimizin kurtuluş gününü kutluyorum. Bu vesileyle, tüm şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Basmacı…

5.- Denizli Milletvekili Melike Basmacı’nın, terörü lanetlediğine, ülke için barış ve demokrasi dilediğine ve Cumhurbaşkanı ile Başbakanın Şanghay Beşlisi konusundaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MELİKE BASMACI (Denizli) – Sayın Başkan, öncelikle terörü lanetliyorum, ülkem için barış ve demokrasi diliyorum.

Benim bilmek istediğim –tabii, cevabını bilen varsa- bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

20 Kasım 2016’da Pakistan dönüşü Sayın Cumhurbaşkanı “Avrupa Birliği bizi oyalıyor. Merak etmeyin Şanghay Birliği ticari alternatiftir.” dedi. Fakat, 15 Aralık 2016’da Sayın Ekonomi Bakanı ise diyor ki: “Şanghay Beşlisi ve oluşumları Avrupa Birliğinin ticari alternatifi olamaz.” Şimdi merak ediyorum, sizce kim perhizde, kim lahana turşusunda?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Deligöz…

6.- Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz’ün, yılbaşı gecesi İstanbul’da yaşanan saldırıyı kınadığına, yaşam tarzı ne olursa olsun bütün vatandaşların devletin güvencesi altında olduğuna ve vatandaşları birlik ve beraberlik içinde, basiretli ve sağduyulu olmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yılbaşı gecesi İstanbul’da “Reina” adlı gece kulübünde silahlı saldırı sonucunda hayatlarını kaybedenlerin ailelerine ve ülkelerine sabrıcemil diyor, saldırıyı kınıyorum.

Rusya Büyükelçisi Karlov, Türkiye ve Rusya’nın enerjiyle ilgili yapacağı toplantıdan bir gün önce FETÖ’cü bir teröristçe öldürüldü. Yine, İstanbul’daki alçakça saldırı, Rusya ve Türkiye'nin Suriye’de sağladığı ateşkesin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde görüşülmesinden bir gün önce gerçekleştirildi. Bu saldırıyı DEAŞ üstlenerek gerekçe olarak Fırat Kalkanı harekâtını gösterdi. Buradan anlaşılıyor ki PKK, DEAŞ ve FETÖ aynı üst akıl tarafından yönetildiği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Yaşam tarzı ne olursa olsun bütün vatandaşlarımız devletimizin güvencesi altındadır. Vatandaşlarımızı oyuna gelmemeye, birlik ve beraberlik içinde, basiretli ve sağduyulu olmaya davet ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Akar…

7.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, Kocaeli ve çevresindeki elektrik kesintilerine ilişkin açıklaması

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, 29 Aralık 2016 Perşembe günü saat 04.00’ten itibaren İstanbul’un doğusunda ve Kocaeli’nin batısında elektrik bulunmuyor ve ne zaman geleceği de belli değil. Gebze bölgesinde 16 civarında organize sanayi bölgemiz mevcut ve yüzlerce üretici firma yer almaktadır bu bölgede. İşçiler makine başında bekliyor ve üretim yapamıyorlar. Zaten bir kısım işçiye de izin verilmiş durumda. Kayıp 300 milyon euroyu aşmış vaziyette. Böyle giderse -ki ne zaman geleceği belli değil elektriğin- bu kaybımızın daha da artacağı düşünülebilir. Yine, Kocaeli’nin Yukarı Hereke bölgesinde, 13 bin kişinin ikamet ettiği bir bölgede tam altı gündür elektrik verilmiyor. Baktığınız zaman Yukarı Hereke bölgesine sadece elektrik değil, belediyenin de yeterli hizmeti götürmediği açık ve net bir şekilde görülmektedir. Bakkallarda, marketlerde mum dahi kalmamış. İnsanlara “Doğal gazı getirdik.” diye müjde verenler, o doğal gazla ısınma imkânını ellerinden almışlar elektriklerini keserek.

21’inci yüzyılda Türkiye’de hep beraber görüyoruz ki “Yeni Türkiye” diye adlandırdıkları Türkiye’de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaplan Hürriyet…

8.- Kocaeli Milletvekili Fatma Kaplan Hürriyet’in, İstanbul’da yaşanan terör saldırısını kınadığına, yılbaşı öncesinde kışkırtıcı haber, broşür ve pankartlarla insanların yaşam biçimlerine tehdit oluşturanlar hakkında bir işlem yapılıp yapılmayacağını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

FATMA KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

İstanbul’da sadece ailesi ve dostlarıyla güzel zaman geçirmek isteyen insanlarımıza yönelik gerçekleşen terör saldırısını kınıyor, hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Ne yazık ki takvimin ilk yaprağına kan bulaştı. Yılbaşı öncesinde kutlamalara katılan insanlara yönelik kışkırtıcı haber, broşür ve pankartlar insanların yaşam biçimlerine tehdit oluşturmuştur. Benim de seçim bölgem olan Kocaeli Kartepe ilçemizde de aynı mahiyetteki pankartın asıldığını gördük ne yazık ki. Dinci terörün beslendiği bu bağnaz iklime derhâl son verilmelidir. Bu pankartları yaptıranlar, azmettirenler, yılbaşı kutlamasını lanetleyenler, “Haramdır.” fetvası verenler, “Yılbaşı da neymiş?” diyerek ölümlere üzülmeyenler aklınızı başınıza alın. Terör propagandasından yüzlerce kişiyi tutuklatan iktidar sahipleri bu pankartları yaptıran ve azmettirenleri de tutuklatacak mıdır? Asıl düşmanı yurt içinde kendi elleriyle yaratanlar, düşmanlık duygularını besleyenler de hak ettikleri cezaya çarptırılmalıdır.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Tanal…

9.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, İstanbul’da yaşanan elektrik kesintilerine ve Hükûmetin özgür basını susturmak için gösterdiği çabayı IŞİD ve diğer terör örgütlerini bastırmak ve susturmak için niçin göstermediğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İstanbul’un çeşitli semtlerinde elektrikler kesik, hem hastalar mağdur hem de işverenler ve vatandaşımız mağdur. Siyasi iktidar bu mağduriyeti ne zaman giderecektir?

Ayrıca, Cumhuriyet gazetesinin yazarları bugün itibarıyla tam altmış gündür tutukludurlar. Daha bir hafta öncesi gazetenin çaycısı bile gözaltına alındı. Dik duruşundan ödün vermeyen Ahmet Şık ise 30 Aralıktan beri tutuklu, Hüsnü Mahalli tutuklu ve siyasi iktidar, muhalifleri türlü bahanelerle ya gözaltına alıyor veya tutukluyor, korkutmaya çalışıyor. Bu kadar iyi çalışan istihbarat veya MİT yılbaşı gecesi neredeydi? IŞİD militanları ülkenin dört bir yanında örgütlenirken özgür basını susturmak için her türlü çaba gösteriliyor. Acaba özgür basını susturmak için gösterdikleri ellerinden gelen bu çabayı IŞİD terör örgütü ve diğer örgütleri bastırmak ve susturmak için niçin göstermiyorlar?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Atıcı…

10.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, FETÖ’nün darbe kalkışması nedeniyle ilan edilen OHAL’in gerçek nedeninin terörle mücadele değil AKP’nin gizli gündemini uygulamak olduğuna ve tek adam yönetimi heveslilerine Meclisin ve halkın asla geçit vermeyeceğine ilişkin açıklaması

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Hükûmetin olağanüstü hâl uygulamasını üç ay daha uzatmak istediği anlaşılmaktadır. FETÖ’nün darbe kalkışması nedeniyle ilan edilen OHAL’in gerçek nedeninin terörle mücadele değil, AKP’nin gizli gündemini uygulamak olduğunu görüyoruz. Bu gizli gündem yani başkanlık hayali halkın gündeminden kopuktur. Normal zamanda başkanlık sistemini halka dayatamayan AKP, OHAL’in arkasına sığınmakta ve asimetrik bir propaganda yapmaktadır. Ancak AKP, milletvekillerimizin ve halkımızın asimetrik zekâsını ve asimetrik bilgeliğini dikkate almamaktadır. Beni ve sakalımı her gördüğünüzde OHAL ilan ettiğiniz için utanmanızı sağlamak ve sizi protesto etmek için sakal bırakmıştım. Anlaşılan o ki utanma duygusu çoktan yok olmuş. Ancak tek adam yönetimi heveslilerine Meclisimiz ve halkımız asla geçit vermeyecektir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tüm…

11.- Balıkesir Milletvekili Mehmet Tüm’ün, yeni yılın ilk saatlerinde İstanbul’da yaşanan saldırı nedeniyle İçişleri Bakanının istifa etmeyi düşünüp düşünmediğini ve yılbaşı kutlamalarını hedef gösteren, nefret suçu işleyen kamu görevlileri hakkında ne yapıldığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

MEHMET TÜM (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ne yazık ki büyük umutlarla girdiğimiz 2017 yılının daha ilk saatlerinde ülkemiz yine kana bulandı, 39 genç insan katledildi. Hükûmete sormak istiyorum: 20 Temmuz 2015’ten beri devam eden bu şiddet ve terörün siyasi sorumlusu kimdir? İstifa eden bir tek kamu görevlisi var mıdır? Her terör olayından sonra görmeye alışık olduğumuz Sayın İçişleri Bakanı nutuk atmak yerine istifa etmeyi düşünüyor mu? Her gün onlarca insanın yaşamını kaybettiği demokratik bir ülkede istifa etmeden göreve devam eden bir içişleri bakanı var mıdır? Bu ülkenin Emniyeti, Millî İstihbarat Teşkilatı ne iş yapar, merak ediyoruz.

Sayın Başbakan, günlerdir yılbaşı kutlamalarını hedef gösteren, bu konuda inançları sömüren, nefret suçu işleyen kamu görevlileri hakkında ne yaptınız? Hükûmetin bu konuda açtığı bir tek soruşturma var mıdır, yoksa açmayı düşünüyor musunuz? Hükûmet olarak yönetemediğiniz bu ülkeye bir iyilik yaparak bir an önce görevden çekilmeyi düşünüyor musunuz?

Alevilerin tek kanalı olan YOL Televizyonunu neden kapattınız, açıklar mısınız.

BAŞKAN – Sayın Çam…

12.- İzmir Milletvekili Musa Çam’ın, İstanbul’da hain saldırı sonucu hayatını kaybedenlere Tanrı’dan rahmet dilediğine, nedenleri ortaya çıkarılıp çözüm yolları bulunmadığı sürece terörün devam edeceğine ve iktidarın özellikle IŞID destekçisi tutum ve davranışlarından vazgeçmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

MUSA ÇAM (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İstanbul’da hain saldırı sonucu hayatını kaybeden yurttaşlarımıza, vatandaşlarımıza ve konuklarımıza Tanrı’dan rahmet, yaralılara da acil şifa diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Biraz önce Sayın İçişleri Bakanını burada dinledik. Sayın İçişleri Bakanından çok önemli açıklamaları bekliyorduk, büyük bir hayal kırıklığı yaşadığımızın altını çizmemiz gerekiyor.

Terör bir sonuç. Nedenlerini ortaya çıkarıp çözüm yollarını bulmadığımız sürece terör devam edecektir. Oysa biz, Sayın İçişleri Bakanından terörün nedenlerini ve gerekçelerini burada konuşup bununla ilgili çözüm ve önerilerini dinlemek isterken ne yazık ki Sayın Bakandan sadece istatistiki bilgilerin dışında bir şey öğrenemedik.

“Kindar ve dindar bir nesil yaratacağız.” duygusundan ve ifadesinden kurtulmadığımız sürece, içeride ve dışarıda IŞİD destekçiliğini bırakmadığımız sürece ülkemizin ne yazık ki bu tip terör olaylarına daha çok sahne olacağını düşünüyorum. İktidar, özellikle IŞID destekçisi tutum ve davranışlarından vazgeçmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bozkurt...

13.- Konya Milletvekili Mustafa Hüsnü Bozkurt’un, günün laik cumhuriyette, demokratik hukuk devletinde ve Atatürk’ün akıl yolunda birleşip bu Mecliste parlamenter demokrasiyi hâkim kılma ve mutlaka bir birlik sağlama günü olduğuna ilişkin açıklaması

MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT (Konya) – On dört yıllık AKP iktidarının ülkemizi getirdiği nokta, kendi ifadeleriyle, devletimizin bekası, ülkemizin ve milletimizin bütünlüğü, çocuklarımızın geleceğinin tehdit altında olduğu bir nokta. Böyle durumlarda “Atatürk gibi düşünmek.” deyimini hatırlamalıyız. Atatürk şunu diyor: “İç cephede bütün millî güçlerin birliğini sağlamadıkça hiçbir savaşı kazanmanız mümkün değildir.”

Değerli kardeşlerim, görev, Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Görev, laik cumhuriyette, demokratik hukuk devletinde ve Atatürk’ün akıl yolunda birleşip bu Mecliste parlamenter demokrasiyi hâkim kılma ve mutlaka bir birlik sağlama günüdür; yarın çok geç olabilir, hemen, bugün, şimdi.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Kılıç...

14.- Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç’ın, kendilerinden olmayan herkesi tekfir ederek ötekileştiren anlayışın İslam dünyasının kalbine bir hançer gibi saplanmış olduğuna ve birleştirici değer ve esaslara sarılmak gerektiğine ilişkin açıklaması

İMRAN KILIÇ (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Hiçbir kimse, bir başkasını İslam’ı kendisinin anladığı gibi algılayıp yaşamadığından ötürü suçlayamaz. Kendilerinden olmayan herkesi tekfir ederek ötekileştiren anlayış, İslam dünyasının kalbine bir hançer gibi saplanmış durumdadır. Hiçbir strateji insan kanının dökülmesini önlemekten daha değerli değildir.

Tarihte Endülüs ve Maveraünnehir medeniyetlerini ve Osmanlı Devlet-i Aliyye’sini kaybettik, şimdi, sıra nelere ve nerelere gelsin ki? Akan kanın rengi sorulmaz; kan, kardeş kanıdır, insan kanıdır. Birbirimizi suçlamakla yanan ateşi söndüremeyiz. Geliniz, topraklarımıza ekilen fitne tohumlarının daha fazla filizlenmesine izin vermeyelim. Ayrıştırıcı olanları kaşımaktansa birleştirici değer ve esaslara sarılalım. Huzurumuz da geleceğimiz de buna bağlıdır.

BAŞKAN – Sayın Torun…

15.- Ordu Milletvekili Seyit Torun’un, 2017 yılının sağlık, huzur ve barış getirmesi dilediğine, yeni yılın ilk saatlerinde İstanbul’da yaşanan saldırıda ölenlere rahmet dilediğine, açıklamalarıyla masum insanları hedef hâline getiren kurum, dernek ve kişiler hakkında ne gibi işlemler yapılacağını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

SEYİT TORUN (Ordu) – Teşekkürler Sayın Başkan.

2017 yılının ülkemize ve tüm dünyaya sağlık, huzur ve barış getirmesi dileğimi iletiyorum.

Büyük acılarla, gözyaşı ve ızdıraplarla dolu bir yılı geride bıraktık. Yeni umutlarla girmek istediğimiz 2017 yılının ilk saatlerinde 39 insanımız, gencecik bir polisimiz hunharca katledildi. Öncelikle, ölenlere rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyorum.

Sorum Sayın Başbakana: MİT Müsteşarı, İçişleri Bakanı ve istihbaratınız sadece kendinize muhalifleri takip etmek için midir? Bütün bu olanların sorumluluğunu kim üstlenecektir? Daha ne kadar taziye dilemeye devam edeceksiniz? Türkiye’yi yönetemediğiniz, hiç kimsenin can güvenliğini sağlayamadığınız konusunda ne diyeceksiniz? İstifa mekanizmasını harekete geçirecek misiniz? Açıklamalarıyla masum insanlarımızı hedef hâline getiren kurum, dernek ve kişiler hakkında ne gibi işlemler yapacaksınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bektaşoğlu…

16.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, İstanbul’daki terör olayını lanetlediğine, 21 Eylül 2016’da Giresun’da meydana gelen sel felaketinin afet kapsamında değerlendirilmesi ve zararın karşılanması gerektiğine ilişkin açıklaması

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bütün terör olaylarını olduğu gibi, İstanbul’daki olayı da kınıyorum, lanetliyorum. Bir daha olmamasını gönülden arzu ediyorum.

21 Eylül 2016 tarihinde meydana gelen ilim Giresun’daki sel felaketinin Görele ve Eynesil ilçelerimizde yer alan işletmelerimizde toplam 1 milyon TL’nin üzerinde maddi zarara yol açtığı tespit edilmiştir. Yaşanan afetin ardından mağdur olan vatandaşlarımızın, esnaflarımızın ekonomik kayıplarının bir an önce giderilmesi yönünde acil bir çalışma yürütülmesi hususunu Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşıdım. Soru önergemize yanıt gelmedi fakat oluşan zararın giderilmediğini de üzülerek görmekteyiz. Bu sel sonucu oluşan zararın afet kapsamında değerlendirilmesi ve karşılanması gerektiğini Hükûmetin ve ilgili bakanın bilgisine bir kez daha sunmak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Yarayıcı…

17.- Hatay Milletvekili Hilmi Yarayıcı’nın, Hükûmetin, günlerdir yaşam tarzları üzerinden yaratılan nefret iklimine ses çıkarmadığına, Diyanet İşleri Başkanlığının cuma hutbesi üzerinden bu düşmanlığı daha da körüklediğine ve laiklik vurgusu üzerinden IŞİD’i eleştiren gençlerin tutuklanmasına ilişkin açıklaması

HİLMİ YARAYICI (Hatay) – Sayın Başkanım, Türk, Kürt, Alevi, Sünni, AKP’li olan, olmayan üzerinden bölünmüş olmak yetmiyormuş gibi, şimdi de yılbaşı eğlencesi üzerinden bölünüyoruz. Hükûmet, günlerdir yaşam tarzları üzerinden yaratılan nefret iklimine ses çıkarmadığı gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı cuma hutbesi üzerinden bu düşmanlığı daha da körüklemiştir. Yaşam tarzları üzerinden yaratılan bu nefret öylesine büyük olmuştur ki Reina katliamı sonrası sosyal medya katliam şakşakçılarından geçilmez olmuştur. Bu çok acıdır. Bu topraklar hiçbir zaman bu kadar nefretle yüklü olmamıştı. Bu, sizin eserinizdir.

Katili yakalayamayan ve bu nefreti körükleyenlere hiçbir şey yapmayan iktidar, laiklik vurgusu üzerinden IŞİD’i eleştiren Halkevci gençleri teröristmiş gibi sabaha karşı evlerinden alıp tutuklamıştır. Laikliği savunmak ne zamandır suç hâline gelmiştir?

İnsanların yaşam tarzına, kültürüne, sanatına ve sanatçılarına yönelik bağnazca söylemler son bulsun. Artık sorumlu davranın, hedef göstermeyi bırakın.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Sayın Burcu Köksal…

18.- Afyonkarahisar Milletvekili Burcu Köksal’ın, İstanbul’daki saldırıda yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet dilediğine, Afyonkarahisar’ın Bolvadin ilçesindeki küçükbaş hayvan hırsızlığı için yeterli önlemlerin alınmamasının sebebini öğrenmek istediğine ve Bolvadin’deki alkaloid fabrikasında taşeron şirket kanalıyla çalışan 40 işçinin işten atılmasına ilişkin açıklaması

BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, öncelikle İstanbul’daki saldırıda yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum ve terörün her türlüsünü lanetliyorum.

Seçim bölgem Afyonkarahisar ili Bolvadin ilçesinde son zamanlarda özellikle küçükbaş hayvan hırsızlığı had safhaya ulaşmıştır. Bu konuda şikâyetlerin artmasına, hırsızlığın devam etmesine rağmen güvenlik güçleri tarafından gerekli ve yeterli önlemlerin alınmamasının ve güzergâh üzerinde çok sayıda kamera olmasına rağmen hâlâ kamera çözümlemelerinin yapılmamasının sebebi nedir?

Yine, Bolvadin ilçesinde bulunan alkaloid fabrikasındaki taşeron şirketin ihalesi 15 Temmuz sonrası FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir ve bu şirket kanalıyla çalışan 40 işçi işten atılmıştır. Sonrasında, işçilere, Toprak Mahsulleri Ofisi genel müdür yardımcısıyla görüşmelerinde, kendilerinin külfet olduğu söylenip tekrar iş verilmeyeceği belirtilmiştir.

15 Temmuz öncesi külfet olmayan işçiler şimdi mi külfet kabul edilmiştir?

BAŞKAN – Sayın Gaytancıoğlu…

19.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, KOSGEB’in 50 bin lira faizsiz kredisini almaya hak kazanan işletmeler hakkında bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması

OKAN GAYTANCIOĞLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yaklaşık 245 bin kişinin binbir zorlukla sabahlara kadar bilgisayar başında kalarak başvurabildiği, ancak sadece 15 bin kişinin almaya hak kazandığı KOSGEB’in 50 bin lira faizsiz kredi sonuçları açıklandı. Ancak, kredinin hangi kriterlere göre verildiği kamuoyuna yeterince anlatılamamış. Bu nedenle, toplumun büyük çoğunluğunda kredinin Hükûmete yakın yandaş işletmelere verildiği iddiaları dile getirilmektedir.

Sayın Bakana soruyorum: Krediyi almaya hak kazanan 15 bin işletmenin hangi kriterlere göre belirlendiğini, hangi sektörlere verildiğini, krediyi alanların kimler olduğunu ve de il dağılımlarını açıklayacak mısınız? Bir sonraki kredi başvurularında başvuran esnafların KOSGEB sistemlerinden kaynaklı aynı sorunları yaşamamaları için önlem alınacak mıdır?

Her zaman söylüyorum, esnafa kredi tek başına fayda etmez. İşçinin, emeklinin, çiftçinin gelirlerini artırmayı deneyin, zaten o zaman esnaf kazanacaktır.

BAŞKAN – Sayın Kara…

20.- Antalya Milletvekili Niyazi Nefi Kara’nın, yeni yılın hayırlı olmasını temenni ettiğine ve ülkemizde meydana gelen tüm terör eylemlerini yapanları ve destekleyenleri lanetlediğine ilişkin açıklaması

NİYAZİ NEFİ KARA (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Yeni yılın milletimize hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.

Ayrıca, ülkemizde meydana gelen tüm terör eylemlerini yapanları ve destekleyenleri lanetliyorum. Ülkemizde yeniden barışın, kardeşliğin, demokrasinin, özgürlüğün yeşermesini temenni ediyorum. Terörün tek çözümü, laik, demokratik, sosyal, hukuk devletine sahip çıkmaktır ve sahip çıkmaya devam edeceğiz.

BAŞKAN – Sayın Kazım Arslan…

21.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, yılbaşı gecesi İstanbul’da meydana gelen terör olayını lanetlediğine, 2017 yılının sağlık, mutluluk, barış ve huzur dolu bir yıl olmasını temenni ettiğine ve Başbakandan ülkemize güven ortamı ve istikrarın ne zaman geleceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sayın Başkanım, öncelikle, yılbaşı gecesi İstanbul Ortaköy’de meydana gelen terör olayını lanetliyorum, şiddetle ve nefretle kınıyorum. Bu olayda hayatlarını kaybeden 39 canımıza Allah’tan rahmet, yaralı olanlara da acil şifalar diliyorum.

Ayrıca, tüm vekil arkadaşlarımın yeni yılını candan kutluyor, 2017 yılının sağlık, mutluluk, barış ve huzur dolu bir yıl olmasını temenni ediyorum.

Sorum Başbakana: Siyasi iktidarınızın iş başına gelmesinden bu yana, terör olaylarının bitirileceği sözünü verdiğiniz hâlde terör olayları giderek artmaya devam ediyor. Ülkemizdeki terör olaylarını ne zaman bitirmeyi düşünüyorsunuz? Ülkemize güven ortamı ve istikrar ne zaman gelecek? Terörü bitirip vatandaşlarımıza güven veremeyecekseniz görevinizden istifa etmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tarhan…

Sayın Müslüm Doğan…

22.- İzmir Milletvekili Müslüm Doğan’ın, Manisa il eş başkanlarının da içinde bulunduğu parti üyelerinin aylardır yargı önüne çıkarılmadıklarına ve altmış gündür tutuklu bulunan parti eş genel başkanları da dâhil olmak üzere 12 milletvekilinin yasama faaliyetlerine katılması için gereğinin yapılmasını rica ettiğine ilişkin açıklaması

MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) – Sayın Başkan, Manisa il eş başkanlarımızın da içinde bulunduğu iki farklı grup -ve bunlar parti üyelerimiz- bir grup dokuz ay, diğer grup on bir ay olmak üzere gözaltında tutuluyorlar, bazılarının tutukluluk hâlleri var, hâlâ yargı önüne çıkarılamadılar. Bu arkadaşlarımızın bir aile reisi olduğu, sosyal çevresinin olduğu, sosyal hayatının olduğu dikkate alınmıyor mu? Bu partililerimizin derhâl yargı önüne çıkarılarak özgürlüklerine kavuşmasını talep ediyorum.

Ayrıca, altmış gündür tutuklu bulunan parti eş genel başkanlarımız da dâhil olmak üzere 12 milletvekilimizin yasama faaliyetlerine katılması için gereğinin yapılmasını rica ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Toğrul…

23.- Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul’un, 2017 yılının barışa, özgürlüğe, adil ve eşit bir yaşama vesile olmasını dilediğine, toplumun her gün birbirine düşürüldüğü bir ortamda İstanbul Reina’da 39 kişinin katledildiğine ve Gaziantep’te suikast planı içerisinde olduğu gerekçesiyle 4 gencin gözaltına alınmasıyla ilgili bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, ben de 2017 yılının barışa, özgürlüğe, adil ve eşit bir yaşama vesile olmasını diliyorum.

Bu özellikle sosyal medyada her gün toplumu kutuplaştıran, farklı kimliklerle AKP’nin borazanlığı yapılan, çeşitli televizyon kanallarında tartışmalar yürütülen bir ortamda, toplumun her gün kutuplaştığı, her gün birbirine düşürüldüğü bir ortamda İstanbul’da da, biliyorsunuz, Reina’daki katliamda 39 yurttaşımız katledildi.

Ben Adalet Bakanına bir soru sormak istiyorum, Adalet Bakanı şu soruya cevap vermelidir: Sayın Başkan, Gaziantep’te bir IŞİD militanına, suikast planı içerisinde olduğu gerekçesiyle, Gaziantep’te 4 genç gözaltına alındı. Bu suikast planının yapılacağı, IŞİD’li olduğu nasıl tespit edilmiş? Eğer, IŞİD’liyse bugüne kadar neden tutuklanmamış? Suikast kanıtı olarak gösterilen şeyler de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şeker…

24.- İstanbul Milletvekili Ali Şeker’in, İstanbul’daki terör saldırısında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine, bu ülkenin bir milletvekili olarak, Halkevlerinin, gericiliğin değil laikliğin, cihatçıların değil masum, katledilen insanların yanında olan bildirgesinin altına imza attığına ilişkin açıklaması

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

İstanbul’daki terör saldırısında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum, yaralılara da acil şifalar diliyorum.

“Bunlar katliamlarıyla hayatı bize zulmetmeye çalışan insanlardır. Artık yeter! Artık buraya kadar! Bundan sonra mahallelerimizde ne IŞİD’çiye ne de herhangi bir cihatçı, gerici çeteye izin vermeyeceğiz. Gericiliğin karşısında yükseltilmesi gereken bir bayrak vardır, bu bayrağın adı da laiklik bayrağıdır. Bugün laiklik demek özgürlük demektir, kardeşlik demektir, insanca bir yaşam mücadelesi demektir. Bizler herkesi bu mücadelenin birer neferi olmaya çağırıyoruz; gericilerden, faşistlerden, başkanlık sevdalılarından hesap sormaya çağırıyoruz.” dedikleri için çocuklar gözaltına alındı. Buradan laikliği savunan gençleri hedef gösteren İçişleri Bakanlığına bir çağrıda bulunuyorum: Ben bu ülkenin bir milletvekili olarak gericiliğin değil, laikliğin; katil, selefi cihatçıların değil, katledilen masum insanların yanında durarak bu metnin altına imza atıyorum, laikliğe sahip çıkan gençleri de kutluyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Nurettin Demir…

25.- Muğla Milletvekili Nurettin Demir’in, huzurlu, mutlu, bereketli, terörsüz bir yıl ile terör olaylarında yaşamını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine, terör olaylarını önleyemeyen MİT Müsteşarı ve İçişleri Bakanının neden hâlâ görevlerine devam ettiklerini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

NURETTİN DEMİR (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Huzurlu, mutlu, bereketli ve terörsüz bir yıl diliyorum. Terör olaylarında yaşamını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, sabırlar diliyorum.

Halkımız terör olaylarından, ölümlerden bıktı. Mutsuzluk, umutsuzluk, korku yerleşti. Müzmin, kronik bir hastalık gibi tüm toplumu sardı. OHAL’e rağmen, güçlü bir MİT’e ve İçişleri Bakanlığına rağmen -sözüm ona- terörler durmuyor, ölümler durmuyor, bitmiyor. MİT Müsteşarı Hakan Fidan 200’den fazla terör olayını öngöremedi, önleyemedi, hâlâ görev başında. Televizyon programcısı Müge Anlı ise 54 faili meçhul olayı aydınlattı, 740’tan fazla kayıp insanı buldu. Benim önerim Hükûmete. MİT Müsteşarı, İçişleri Bakanı hâlâ neden görevine devam ediyor? Müge Anlı’yı MİT müsteşarı olarak atamayı düşünmezler mi?

BAŞKAN – Sayın Köseoğlu…

26.- Trabzon Milletvekili Ayşe Sula Köseoğlu’nun, 2017 yılının hayırlar getirmesini dilediğine, bu zor zamanlarda Türkiye’nin ayrışmaya değil birleşmeye ihtiyacı olduğu gerçeğiyle herkesi terörün amacına hizmet eden söylemlerden kaçınmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Öncelikle 2017 yılının ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah’tan diliyorum.

Yeni yılın ilk saatlerinde İstanbul’da bir eğlence merkezinde meydana gelen saldırı sivillerin ölümüyle sonuçlansa da bu saldırı gerçekte devletimizin ve milletimizin birliğini hedef almaktadır. Bu terör eylemi de PKK, DEAŞ, FETÖ, DHKP-C gibi silahlı terör örgütlerinin eylemler silsilesinin bir parçasıdır. İster bir eğlence merkezine karşı isterse bir mabede karşı gerçekleşsin bütün terör eylemlerinin amacı Türkiye’nin birlik ve beraberliğini bozmaktır. Ancak bu terör eylemi de Türkiye aleyhine bugüne kadar gerçekleştirilen onlarcası gibi amacına ulaşamayacaktır. Bu zor zamanlarda Türkiye’mizin ayrışmaya değil birleşmeye ihtiyacı olduğu gerçeğiyle herkesi terörün amacına hizmet eden söylemlerden kaçınmaya davet ediyorum. Bir insanı öldürmenin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Sürekli…

27.- İzmir Milletvekili Kerem Ali Sürekli’nin, İstanbul Reina’daki alçakça saldırıyı şiddetle kınadığına, terörle mücadelenin sonuna kadar süreceğine, sağduyuyla bütün sıkıntıların aşılacağı bir yıl olmasını temenni ettiğine ilişkin açıklaması

KEREM ALİ SÜREKLİ (İzmir) – Teşekkürler Sayın Başkan.

İstanbul Reina’daki hain, alçakça saldırıyı şiddetle kınıyorum. Hayatını kaybedenlere Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Terörle mücadelemiz sonuna kadar sürecek. Üst aklın organize ettiği terör örgütleri FETÖ, DAEŞ (IŞİD), hepsiyle mücadelemiz sürecek. Bunlarla mücadelede kararlıyız, yalnız bu mücadelede birlik ve beraberliğimiz çok önemli. Terörle mücadelede bunun panzehri bir olmamız, beraber olmamız, hep beraber milletçe bunun üstesinden gelineceği bilincini taşımamız olacaktır.

Ben, sağduyuyla bütün sıkıntıları aşacağımız bir yıl olmasını Cenab-ı Allah’tan temenni ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Akaydın…

28.- Antalya Milletvekili Mustafa Akaydın’ın, İstanbul Reina’daki terör saldırısı nedeniyle İstanbul İl Emniyet Müdürünün görevi bırakması gerektiğine, insanların yaşam tarzına müdahale ederek âdeta bu saldırıyı kışkırtan çevreleri kınadığına ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’i aklıselime davet ettiğine ilişkin açıklaması

MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Reina isimli gece kulübüne yeni yılın ilk saatinde yapılan terör saldırısı bugüne kadar yapılanlara pek benzemiyor. Eli silahlı bir terörist İstanbul’un en korumalı bölgelerini aşarak elindeki tüfekle 39 kişiyi katlediyor, 7 dakika süreyle 4 şarjör boşaltarak ateş ediyor, bir de üzerini değiştirecek zamanı bulup çekip gidiyor. En azından bu sahneye seyirci kalan polisimizin, İstanbul İl Emniyet Müdürünün görevini bırakması gerekmez mi? Bu saldırıyı insanımızın yaşam tarzına müdahale ederek âdeta kışkırtan çevreleri kınıyorum.

Diyanet İşlerimizin cuma hutbesinde verdiği mesaj ile saldırı sonrası verdiği mesaj tam bir çelişkidir. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’i aklıselime davet ediyorum.

Sosyal medya ortamında laik yaşam tarzına yapılan saldırıları lanetliyorum. Türk adaletinden rica ediyorum, masum gazetecileri bırakınız, sosyal medya teröristlerine…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Göker…

29.- Burdur Milletvekili Mehmet Göker’in, bu toplumun büyük bir çoğunluğunun gelişmelerden memnun olmadığına ve barış ve huzur içinde yaşanabilecek bir ülke istediğine ilişkin açıklaması

MEHMET GÖKER (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz bu toplumun büyük bir çoğunluğu olarak gelişmelerden memnun değiliz; huzursuzuz, güvensiziz, geleceği göremiyoruz, böyle yaşamak da istemiyoruz. Bu toprakların ortak sahibi olan bizler barış ve huzur içinde yaşayabileceğimiz bir ülke istiyoruz; savaş istemiyoruz, şehit istemiyoruz, çocuklarımızın ölmesini istemiyoruz. Düşman cephelere bölünmek, kardeşliğimizi, ortaklığımızı yitirmek istemiyoruz. Kadın-erkek hepimiz inançlarımızı, dinimizi, kültürümüzü özgürce, eşitçe yaşamak istiyoruz. Biz halkız, vicdanlı, iyi insanlarız; bizleri tahrikle kötücülleştirmeyin, kin ve nefret sözleriyle ayrıştırmayın, kana ve ölüme alıştırmayın.

BAŞKAN – Sayın Özcan…

30.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın, İçişleri Bakanını onurlu bir devlet adamı gibi davranmaya ve istifa etmeye davet ettiğine ilişkin açıklaması

TANJU ÖZCAN (Bolu) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, biliyorsunuz, ben bu AKP Hükûmetine güvenoyu vermedim. Bugün itibarıyla da ne kadar isabetli bir karar verdiğimi görüyorum, bugün de fikrim değişmiş değil.

Şimdiye kadar kurulmuş bu AKP hükûmetlerinin ortak bir özelliği var. Maalesef içişleri bakanları anlamında gelen gideni aratıyor; bu noktadayız.

Sayın İçişleri Bakanı, Türkiye'nin, Sayın Cumhurbaşkanından sonra en çok konuşan siyasetçisi. Ben kendisine şu öneride bulunmak istiyorum: Şu konuşma sürelerinin yarısını terörle mücadeleye ayırsa inanın bugüne kadar meydana gelen olayların en az yarısı meydana gelmiş olmazdı.

Demokratik ülkelerde biliyorsunuz sorumlu olan siyasetçiler sorumluluğunun gereğini yaparlar. Şu olayların yarısı Japonya’da olsaydı, bugün Japon İçişleri Bakanı 10 kez istifa etmiş olurdu. Sayın Bakanı, onurlu bir devlet adamı gibi davranmaya ve istifa etmeye davet ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Sarıhan…

31.- Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan’ın, laikliği korumak amacıyla hareket eden gençlere yönelik saldırının anlaşılmasının mümkün olmadığına ve yeni yıl için halkın yaşama hakkının korunmasını dilediğine ilişkin açıklaması

ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Değerli Başkan, değerli vekil arkadaşlarım; ben de halkevleri üzerinde düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.

Halkevleri laiklik ve çağdaş bir toplum kurulması ve örgütlenmesi amacıyla 1932 yılında kuruldu. Aradan seksen dört yıl geçti. Bu derneğin asıl amacı laikliği korumaktır. Laikliği korumak amacıyla hareket eden gençlerimize yönelik saldırının gerçekten anlaşılması mümkün değildir. Özellikle sosyal medyada ve gerici medyada, şu anda Başkanı olan Avukat Oya Ersoy’un hedef gösterilmesi, kendisinin tutuklanacağının ifade edilmesi büyük bir tehlikeyi de işaret etmektedir. Eğer haksız, hukuksuz bir tutuklamayla karşı karşıya kalınırsa bu işlerin hangi üst akılla yapıldığı konusundaki kaygımız daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır.

Yeni yıl için sadece şunu dilemek isterim: Yaşama hakkımız korunsun, halkın yaşama hakkı korunsun.

BAŞKAN – Sayın Gözgeç…

32.- Bursa Milletvekili Emine Yavuz Gözgeç’in, 2017 yılının hayırlar getirmesini dilediğine, yeni yılın ilk saatlerinde İstanbul’da yaşanan terör saldırısını lanetlediğine, bu terör saldırısı üzerinden milleti bölmeye çalışarak teröre hizmet edenleri kınadığına ve yeni bir yönetim sistemini getiren Anayasa değişikliğinin kabul edileceğine inandığına ilişkin açıklaması

EMİNE YAVUZ GÖZGEÇ (Bursa) – 2017 yılının ülkemiz ve milletimiz için hayırlar getirmesini diliyorum. Yeni yılın ilk saatlerinde milletimizi ayrıştırmaya yönelik terör saldırısını lanetliyorum. Bu terör saldırısı üzerinden milleti bölmeye çalışarak teröre hizmet edenleri de ayrıca kınıyorum. Bu coğrafyada yıllardır farklı inançlar, farklı dinler, farklı kültürler, farklı yaşam tarzları barış ve huzur içinde yaşamıştır, yaşamaya devam edecektir.

Yeni bir yönetim sistemini getiren Anayasa değişikliği teklifimizin de cumhuriyetin temeli olan cumhurun oylarıyla kabul edileceğine, güçlü Türkiye yolunda daha da ilerleyeceğimize inanıyor, saygılarımı sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Tümer…

33.- Adana Milletvekili Zülfikar İnönü Tümer, 6455 sayılı Gümrük Kanunu’nun 20’nci maddesinde yapılan bir değişiklik nedeniyle yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için yeni bir düzenleme yapılması gerektiğine ilişkin açıklaması

ZÜLFİKAR İNÖNÜ TÜMER (Adana) – Sayın Başkan, 6455 sayılı Gümrük Kanunu’nun 20’nci maddesinde yapılan bir değişiklik nedeniyle bugün yaklaşık bin petrol istasyonu sahibi aileleriyle birlikte mağdur olmuş durumdadır. Söz konusu kanun değişikliği gereğince petrol istasyonunu kiralayıp kira döneminde ilgili kanunlarca belirlenen kurallara aykırı bir şekilde akaryakıt satışı yapan ya da kaçak akaryakıt satan işletmeler kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ya da mahkeme kararı kesinleşinceye kadar geçici olarak kapatılıyor. Bu süre içinde de söz konusu tesis için başka bir gerçek veya tüzel kişiye lisans verilmediği gibi lisans sahibine de idari para cezası veriliyor. Mülk sahibi bu cezayı ödemeden lisansa konu tesis için lisans alamıyor yani kiracısının işlediği suç nedeniyle mülk sahibi cezalandırılıyor. Her birinde yaklaşık 10 kişinin çalıştığı göz önüne alındığında yaklaşık bin işletmede 10 bin çalışan aileleriyle birlikte mağdur olmuş durumda. Bu adaletsizliğin ortadan kalkması için yeni bir düzenleme yapılması gerekmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Köse…

34.- Çorum Milletvekili Tufan Köse’nin, yeni yılın ilk saatlerinde yaşanılan hain terör olayını lanetlediğine, masum insanların kanını akıtan teröre karşı her noktada en şiddetli mücadelenin verilmesi gerektiğine ve terörle mücadelede bütün millet olarak tek yürek olmak gerektiğine ilişkin açıklaması

TUFAN KÖSE (Çorum) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Büyük umutlarla girmek istediğimiz 2017’nin ilk saatlerinde yaşadığımız hain terör olayını ben de lanetliyorum. Dünyanın neresinde olursa olsun ve kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin masum insanların kanını akıtan teröre karşı her noktada en şiddetli mücadele verilmelidir.

Şunu görüyoruz ki PKK’sı, IŞİD’i, FETÖ’sü, dindar, muhafazakâr, laik, Alevi, Sünni, Kürt, Türk ayırmadığına göre, bütün milletimizi hedef aldığına göre bütün millet olarak tek yürek terörle mücadelede bir arada olmalıyız ancak terörü bir şekilde motive eden, teröristlere meşruiyet sağlamaya çalışan bir kısım açıklamalardan ve Hükûmetin icraatlarından da en kısa sürede dönülmesini diliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Köse.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, ülkemizin ev sahipliğinde 12-23 Ekim 2015 tarihlerinde Ankara’da Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi (UNCCD) 12. Taraflar Konferansı’nın sürekli forumlarından biri olan Parlamenter Forumu (COP) Başkanlığının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından üstlenilmiş olması ve önümüzdeki iki yıl boyunca da TBMM tarafından yürütülmesi ve Türkiye’nin başkanlık yapacağı sürede Parlamenter Forumu Yönlendirme Komitesinin her yıl Başkanın çağrısıyla toplanacağı ve COP 12 esnasında alınan kararların destekleneceği öngörüldüğünden, anılan nedenlerle 18/8/2016 tarihli 20 sayılı Divan Kararı’yla 1 başkan ve 5 milletvekili (4,1,1) olarak oluşturulmuş olan “TBMM Çölleşmeyle Mücadele Çalışma Grubu” üye sayısının TBMM’de temsil edilen tüm siyasi partilerin temsil edilebilmesi açısından 1 başkan ve 8 milletvekili (5,2,1,1) olarak değiştirilmesi hususu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 8/12/2016 tarihli ve 26 sayılı Kararı’yla uygun bulunmuş olup, söz konusu çalışma grubunun üye sayısının arttırılması için siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin tezkeresi (3/863)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Ülkemizin ev sahipliğinde 12-23 Ekim 2015 tarihlerinde Ankara’da Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi (UNCCD) 12. Taraflar Konferansı’nın sürekli forumlarından biri olan Parlamenter Forumu (COP) başkanlığı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından üstlenilmiş olup önümüzdeki iki yıl boyunca da TBMM tarafından yürütülmesi ve Türkiye’nin başkanlık yapacağı sürede Parlamenter Forumu Yönlendirme Komitesi her yıl Başkanın çağrısıyla toplanacak ve COP 12 esnasında alınan kararların desteklenmesi öngörülmektedir.

Anılan nedenlerle 18.08.2016 tarihli 20 sayılı Divan kararıyla 1 başkan ve 5 milletvekili (4,1,1) olarak oluşturulmuş olan “TBMM Çölleşmeyle Mücadele Çalışma Grubu” üye sayısının TBMM’de temsil edilen tüm siyasi partilerin temsil edilebilmesi açısından 1 başkan ve 8 milletvekili (5,2,1,1) olarak değiştirilmesi hususu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 08.12.2016 tarihli ve 26 sayılı Kararı’yla uygun bulunmuştur.

Söz konusu çalışma grubunun üye sayısının arttırılması hususu 28.3.1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 1’inci maddesinin (c) bendi ile 4’üncü maddesi gereğince siyasi parti gruplarınca bildirilen isimler Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                    İsmail Kahraman

                                                                            Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                           Başkanı

 

Ad ve Soyad                                                   Seçim Çevresi

Orhan Sarıbal                                              Bursa Milletvekili

Sema Ramazanoğlu                                     Denizli Milletvekili

Ahmet Kenan Tanrıkulu                                 İzmir Milletvekili

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci ve 23 milletvekilinin, Yedikule Bostanlarını ve çevresini düzenleme çalışmalarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/402)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İnsanlığın ortak mirası olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal sitleri dünyaya tanıtmak, toplumda söz konusu evrensel mirasa sahip çıkacak bilinci oluşturmak ve çeşitli sebeplerle bozulan veya yok olan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gerekli iş birliğini sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü 16 Kasım 1972 tarihinde; "Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşmesi"ni kabul etmiştir. Tüm dünya ülkelerinin sahip oldukları kültürel ve doğal varlıklarını, uluslararası bir platformda korunması ve gelecek nesillere aktarılması için tarihi bir adım atmış ve insanlık tarihi boyunca farklı kültür ve medeniyetler tarafından ortaya konan, bu ortak geçmişin farklı evrelerine, aşamalarına, zenginlik ve farklılığına ışık tutan varlıklar, "birinin kaybı tüm insanlık hafızasının kaybıdır" anlayışıyla koruma altına alınmıştır.

2011 yılında UNESCO, İBB ve ilgili bakanlıklarca da kabul edilerek karara bağlanan İstanbul Tarihî Yarımada Yönetim Planı’nda da yer alan Yedikule Bostanları’nın korunması esas olmalıdır. Telafisi mümkün olmayan zararlar doğurmadan önce bilimsel bir anlayışla Yedikule Bostanları’nı ve çevresini düzenleme çalışmalarının yeniden değerlendirilmesi amacıyla Anayasa'mızın 98, TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105'nci maddeleri kapsamında Meclis araştırması açılması konusunda gereğini arz ederiz.

1) Gülay Yedekci                                                      (İstanbul)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

3) Kadim Durmaz                                                      (Tokat)

4) Kazım Arslan                                                        (Denizli)

5) Ömer Fethi Gürer                                                  (Niğde)

6) Tahsin Tarhan                                                      (Kocaeli)

7) Namık Havutça                                                     (Balıkesir)

8) Haydar Akar                                                         (Kocaeli)

9) Ceyhun İrgil                                                         (Bursa)

10) Nihat Yeşil                                                         (Ankara)

11) Yakup Akkaya                                                     (İstanbul)

12) Nurhayat Altaca Kayışoğlu                                  (Bursa)

13) Mahmut Tanal                                                     (İstanbul)

14) Orhan Sarıbal                                                     (Bursa)

15) Melike Basmacı                                                  (Denizli)

16) Dursun Çiçek                                                      (İstanbul)

17) Onursal Adıgüzel                                                (İstanbul)

18) Tekin Bingöl                                                       (Ankara)

19) Serdal Kuyucuoğlu                                              (Mersin)

20) Erkan Aydın                                                        (Bursa)

21) Çetin Arık                                                           (Kayseri)

22) Aytuğ Atıcı                                                         (Mersin)

23) Akın Üstündağ                                                    (Muğla)

24) Ali Akyıldız                                                         (Sivas)

 

Gerekçe:

İstanbul “yoğun yapılaşma”, “sürekli ve hızlı dönüşüm”, “kentsel dönüşüm” adı altında yapılan "soylulaştırma", "yerinden etme", "ekonomik değer arttırma" gibi kentsel çalışmalardan korunmalıdır, tarihî ve kültürel dokusunu, kimliğini koruyarak gelişen bir dünya kenti olmalıdır. Yedikule semti, gerek zindanları gerek surları gerekse bostanlarıyla bu duruma en etkin katkı sunacak semtlerden biridir.

Ayvansaray'dan Yedikule'ye kadar tarihî kara surları boyunca uzanan hendekler Osmanlı döneminde sur duvarıyla birlikte hem kentin savunmasına hem de tarımsal üretime yönelik çeşitli işlevleri yerine getirmekteydi. Hendeklerin tarımsal üretimin gerçekleştiği bir alan olma özelliği Osmanlı kentlerinin önemli bir niteliğidir. Silivrikapı-Yedikule arasındaki hendek içindeki bostanlar bu niteliği yansıtan bilebildiğimiz son örnektir. Bu bostanlar içerisinde yer alan kuyu, su dolabı, bostancı odaları, meyve ağaçları ve fidanlıklarla birlikte Osmanlı kayıtlarında ayrıntılı bir şekilde kendine yer bulmuştur.

Tarih boyunca surların yakın çevresinde genellikle bostan, bahçe ya da yeşil alanlar yer almış, etkili bir yapılaşma olmamıştır. Bizans döneminden kalan o dönemde şehrin sebze ihtiyaçlarını karşılayan en önemli yerlerinden biri olan, şu an hâlâ Fatih ilçesine bağlı Yedikule Bostanları birkaç adet olarak varlığını sürdürmektedir. Kent içinde kalan nadide tarımsal alanlar olan bu bostanlar günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.

Gelişmiş bir teknoloji, emek ve sistematik bir zekâyla kurulan bostanlar aynı titizlik ve ilgiyle tasarlanmış, makro ölçekte düzenlenmiş ve kentin tüm bileşenlerinin hesaplanmış olduğu bilimsel bir planlama anlayışıyla düzenlenmelidir. Söz konusu alanın karakteri bozulmadan sürdürebilir, katılımcı bir süreçle kimliğini koruyarak açığa çıkaracağı kamusal kullanımlarla hem Yedikule'ye hem de İstanbul'a yeni kentsel kullanımlar sunan projeler geliştirilebilir.

Kentsel tarım, özellikle bostan, İstanbul'un tarihi gelişiminin vazgeçilmez bir parçası ve kent toplumunun sürdürülebilir kentsel peyzaj ve canlılığını koruması için önemli bir fırsat olmuştur.

Gelecek kuşakların Yarımada'yı kültürel değerleriyle birlikte görebilmeleri için kentin hafızasını oluşturmak ve korumak bir anlamda mimarlığın, arkeolojinin, tarihçilerin, bir anlamda da kentli olma bilincinde olan tüm insanların görevidir.

Kaynaklara göre 1.500 yıldan uzun süredir kentsel tarım alanı olan Yedikule Bostanları’nın mekânsal ve tarihi karakteristiklerini anlamak esasen kent içinde yaşayanlara kentli olmalarının sorumluluğunu hatırlatan bir kavram olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Yedikule Bostanları’yla yitirilen mimarlığımız, kültürel ve tarihi varlıklarımız, kent kimliğimiz, belleğimiz, yeşilimiz, aslında yaşamlarımızdır. Tarihi miras bugünü de içerecek şekilde tüm zamansal, kültürel ve doğal katmanlarıyla birlikte korunmalı ve temsil edilmelidir.

2.- Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil ve 21 milletvekilinin, FATİH Projesi’yle ilgili kurumsal yapıların uygulamaları ve kararları ile yapılan usulsüz iş ve işlemlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/403)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 2010 yılında Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH Projesi) adı altında örgün eğitim kurumlarının tümünü kapsayan bir proje başlatılmıştır. 2010 yılında, Millî Eğitim Bakanlığı, projenin 2014 yılında bitirileceğini açıklamıştır. Sonrasında, projenin 2015'te, daha sonra 2017'de, 2015-2019 MEB Stratejik Planı’nda ise 2018'de bitirileceği ifade edilmiştir. 21/10/2015 tarihine kadar FATİH Projesi’nin sadece yüzde 14,33'ü tamamlanabilmiştir. Bunun yanı sıra, proje kapsamında birçok usulsüz işlerin yapıldığı, bazı aşamalarının yargıya taşındığı, açılmış olan soruşturmaların bazı müfettişler tarafından bilinçli olarak kapatılmaya çalışıldığı bilgileri basında yer bulmuştur.

Bu nedenlerle Anayasa’nın 98 ve TBMM İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması hususunda gereğini arz ederiz. 15/01/2016

1) Ceyhun İrgil                                                          (Bursa)

2) Kazım Arslan                                                        (Denizli)

3) Kadim Durmaz                                                      (Tokat)

4) Yakup Akkaya                                                       (İstanbul)

5)        Nihat Yeşil                                                    (Ankara)

6)        Mahmut Tanal                         (İstanbul)

7)        Nurhayat Altaca Kayışoğlu      (Bursa)

8)        Orhan Sarıbal                         (Bursa)

9)        Tahsin Tarhan                        (Kocaeli)

10)      Melike Basmacı                                             (Denizli)

11)      Dursun Çiçek                          (İstanbul)

12)      Zeynel Emre                           (İstanbul)

13)      Serdal Kuyucuoğlu                                        (Mersin)

14)      Tekin Bingöl                           (Ankara)

15)      Onursal Adıgüzel                                           (İstanbul)

16)      Erkan Aydın                            (Bursa)

17)      Çetin Arık                                                     (Kayseri)

18)      Aytuğ Atıcı                                                    (Mersin)

19)      Akın Üstündağ                        (Muğla)

20)      Ali Akyıldız                                                   (Sivas)

21)      Mazlum Nurlu                         (Manisa)

22)      Gülay Yedekci                        (İstanbul)

Gerekçe:

Fırsatları Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH Projesi), 2010 yılında dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından büyük bir törenle başlatılmıştır.

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan tanıtımlarda FATİH Projesi’nin eğitim sistemimizde çığır açacağı, eğitimin niteliğinin arttırılması hususunda çok önemli katkılar sunacağı, projenin hayata geçmesiyle örgün eğitim kapsamındaki öğrencilere kitap dağıtılmayacağı, tabletler üzerinden tüm derslerin işleneceği bilgilerine yer verilmiştir

Projeye toplamda 8,5 milyar TL bütçe ayrılmıştır. 21/10/2015 tarihine kadar proje kapsamında donanım ve altyapı hizmetleri için 44 milyon 449 bin 478,55 TL, tabletler için 512 milyon 173 bin 855 TL harcama yapılmıştır. 2015 yılı için projeye 1 milyar TL bütçe ayrılmıştır.

Millî Eğitim Bakanlığı FATİH Projesi’nin uygulandığı okullarda etkileşimli tahtaların ve tabletlerin eğitime katkısı araştırılmış ve niteliğe katkısının olmadığı yönünde sonuçlara ulaşılmıştır.

Ayrıca, FATİH Projesi kapsamında okulların alan ağı altyapı işlerinin usulüne uygun yapılmadığı, teknik şartnamelere uygun olmayan malzemelerin kullanıldığı, planlamanın yapılamadığı, etkileşimli tahtalar ile tabletlerin bağlantı kuramadığı bilinmektedir.

Bunun yanı sıra, FATİH Projesi kapsamında, Bakanlık içinde ve Bakanlık dışında farklı yapılanmalar olduğu, bu yapılanmaların ihale süreçlerini takip ettiği, karıştıkları bazı olayların yargıya intikal ettiği tüm kamuoyu tarafından konuşulmaktadır.

FATİH Projesi’nin bitirilme tarihinin sürekli ertelenmesi, usulsüzlük ve yolsuzluk gerekçesiyle açılan soruşturmaların müfettişler tarafından bilinçli olarak kapatılması, alan ağı altyapı işlerinin usulsüz, plansız ve devleti zarara uğratacak bir şekilde yapılması, etkileşimli tahtaların tabletlerle iletişim kuramaması, ihale süreçlerinde cinayete varan olayların olması nedeniyle yaşanan sorunların tespit edilmesi gerekmektedir.

Bu nedenlerle, FATİH Projesi’yle ilgili kurumsal yapıların uygulamalarının ve kararlarının incelenmesi, değerlendirilmesi, Millî Eğitim Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, diğer kamu ve özel kurumlarla bağlantılı yönlerinin araştırılması, yapılan usulsüz iş ve işlemlerin tespit edilmesi amacıyla bir Meclis araştırma komisyonu kurulması gerekmektedir.

3.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ve 21 milletvekilinin, nükleer enerji santralinin yaratacağı risklerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/404)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Nükleer santraller konusundaki tartışmalar uzun yıllardır sürdürülmektedir. 2011 yılında Japonya'da Fukuşima Nükleer Santrali’nde yaşanan kaza ve 1986 Çernobil faciası nükleer santrallerin taşıdığı riskleri gösteren somut örneklerdir. Fransa, ABD, İsveç ve Japonya'da yakın dönemde yaşanan kazalar facialara ramak kala durdurulabilmiştir. Bu örnekler, hâlen çözümlenememiş sorunlarıyla nükleer santral inşa edilmesinde ısrar edilmesi hâlinde yeni Fukuşima ve Çernobil benzeri kazaların olası olduğunu göstermektedir. En basit maden kazasına dahi müdahale edemeyen, yer altında kaybettiği madencileri günlerce yerin altından çıkartamayan bir ülkede, yaşanacak nükleer kazanın yol açacağı felaketin sonuçları ve yaratacağı yıkım çok daha büyük olacaktır.

Türkiye, dünyanın temiz ve yerli enerji kaynakları potansiyeli en yüksek ülkelerinden biridir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının kendi verileri bile 2014 yılında tükettiğimiz elektrik enerjisinin 3 katından fazla yerli kaynağımız olduğunu göstermektedir. Ülkemizin temiz enerji kaynakları konusunda bu kadar yüksek potansiyeline rağmen nükleer enerji konusunda ısrar eden hükümete Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, Kasım 2013'te Akkuyu Nükleer Santrali konusunda toplam 39 ayrı hususta toparladığı uyarılar içeren bir rapor sunmuştur. Bu rapor kamuoyundan gizlenmektedir. Bu raporun içeriğini bilmek nükleer santralin gerek işletmesinden ve gerekse oluşacak atıklarından dolayı risk altına girebilecek tüm vatandaşlarımızın en kutsal hakkıdır.

Tüm bu nedenlerle; nükleer enerji santralinin yaratacağı risklerin saptanmasını, temiz ve yerli enerji kaynaklarının etkin şekilde kullanılmasını, yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji politikalarının oluşturulmasını saptamak amacıyla, Anayasa'nın 98, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

Saygılarımızla.

 1) Aylin Nazlı Aka                             (Ankara)

 2) Orhan Sarıbal                                                      (Bursa)

 3) Ömer Fethi Gürer                          (Niğde)

 4) Kadim Durmaz                                                     (Tokat)

 5) Nihat Yeşil                                                          (Ankara)

 6) Kazım Arslan                                                       (Denizli)

 7) Ceyhun İrgil                                                        (Bursa)

 8) Melike Basmacı                            (Denizli)

 9) Dursun Çiçek                                                      (İstanbul)

10) Tahsin Tarhan                                                    (Kocaeli)

11) Onursal Adıgüzel                         (İstanbul)

12) Tekin Bingöl                                                       (Ankara)

13) Serdal Kuyucuoğlu                       (Mersin)

14) Erkan Aydın                                                        (Bursa)

15) Çetin Arık                                                           (Kayseri)

16) Aytuğ Atıcı                                                         (Mersin)

17) Akın Üstündağ                                                    (Muğla)

18) Mahmut Tanal                                                     (İstanbul)

19) Ali Akyıldız                                                         (Sivas)

20) Mazlum Nurlu                                                     (Manisa)

21) Gülay Yedekci                                                    (İstanbul)

22) Tur Yıldız Biçer                            (Manisa)

Gerekçe:

Enerji, dünyada ve ülkemizde önemli ve stratejik sektörlerin başında gelmektedir. Temiz enerji kaynakları potansiyeli konusunda dünyanın sayılı ülkelerinden biri olan Türkiye, bir taraftan özelleştirmelerle enerji alanında sıkıntılı bir döneme girerken, diğer yandan da enerji alanında her geçen yıl biraz daha dışa bağımlı hâle gelmiştir.

Türkiye 2000 yılında kullandığı enerjinin yüzde 67'sini ithal ederken, bu oran 2014 yılında 7 puanlık artışla yüzde 75'e yükselmiştir. 2002 yılında 9,2 milyar dolar olan enerji ithalat faturamız on iki yılda 6 kat artarak azalan enerji tüketimi ve düşen petrol fiyatlarına karşın 55 milyar dolara yükselmiştir. 1990-2012 yıllarında enerji talebimiz yüzde 129 artarken, enerji ithalatımız ise yüzde 220 artmıştır. Oysa yerli kaynaklarımız 2015 yılında tüketilen yaklaşık 260 milyar kilovatsaat elektriğin en az 3 katını üretecek potansiyeldedir. Bu potansiyel hatalı ve dışa bağımlı politikalar nedeniyle atıl konumdadır.

Ülkemiz 3.500 kilometre kıyı şeridiyle özellikle Marmara ve Ege kıyıları sürekli ve düzenli rüzgâr almaktadır. Ülkemiz güneş enerjisi açısından şanslı ülkeler arasındadır. Yaklaşık rakamlarla Almanya'nın güneş enerjisinde kurulu gücü 35.948 megavat, İtalya'nın 17.600 megavat, Yunanistan'ın 2.579 megavat, Türkiye'nin güneş enerjisi gücü ise 23,8 megavat yani yok denecek kadar azdır. Rüzgârda Almanya 34.316 megavat, İtalya 8.448 megavat, Yunanistan 1.065 megavat, Türkiye ise 2013 yılı sonu itibariyle 2.760 megavat güneş enerjisi üretmektedir. Bu rakamlar Türkiye'de temiz enerji kaynaklarının kullanılmadığını gösterir niteliktedir.

Mersin ili sınırları içerisinde yer alan Akkuyu'da yapımı planlanan nükleer santralin kurulma süreci devam etmektedir. Bu santralin yapımı Çevre ve Şehircilik Bakanlığından ÇED raporu için olumlu kararı çıkmasıyla kritik bir noktaya gelmiştir. Gelinen noktanın birçok açıdan eleştirel bir gözle yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Türk Tabipler Birliğinin katkılarıyla Akkuyu ÇED Raporu incelenmiş ve önemli saptamalar yer almıştır. Söz konusu çalışmada Akkuyu Nükleer Güç Santrali ÇED Raporu ''Halk sağlığı açısından birçok yönüyle ciddi sorunlar, eksiklikler ve hatalar içermektedir. Bu sorun, hata ve eksikliklerle bir nükleer tesisin faaliyete geçirilmesi halk sağlığı açısından felakete davetiye çıkarmak anlamına gelecektir" denilmektedir.

Ülkemizin yetkin bilim adamları, sadece Akkuyu’nun yakınlarına kadar uzanan Ecemiş fayı nedeniyle değil, diğer bir dizi tektonik risk nedeniyle, Akkuyu'nun yer seçiminin yanlış olduğunu ve büyük bir tehdit oluşturduğunu öne sürmektedirler.

Türkiye, dünyanın temiz enerji potansiyeli en yüksek ülkelerinden biridir. Nükleer enerji santralinin inşa, işletme ve atık yönetimi süreçlerinde yaratacağı risklerin saptanması, temiz enerji kaynaklarının daha etkin şekilde kullanılmasını sağlayacak politikaların oluşturulması, yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji politikalarının oluşturulması, Akkuyu Nükleer Santrali'nin yaratacağı risklerin araştırılması için bir komisyon kurulması ülkemizin geleceği, halkın sağlığının korunması ve doğanın yok olmaması için hayati önemdedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın Altay, söz talebiniz var.

Mikrofonunuzu açıyorum, buyurunuz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – “Gündeme geçmeden” kısmını kaçırdık ama iki dakika rica edeceğim.

BAŞKAN – Buyurunuz, iki dakika süreyle mikrofonunuzu açıyorum Sayın Altay.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

35.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, İstanbul’da yapılan hain saldırı sonrasında olay yerine giderek çiçek bırakmak isteyen Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı ve beraberindeki milletvekillerine saygısız ve saldırgan bir üslup kullanan Murat Karakaya isimli Emniyet yetkilisi hakkında bir soruşturma açılıp olayın tetkik edilmesini talep ettiklerine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, Hükûmetin öngörüsüz, beceriksiz ve isteksiz tutumuna rağmen terörle mücadele eden güvenlik kuvvetlerimizin yanındayız. Allah’ım onlara güç kuvvet versin ve bilsinler ki milletçe hepimiz güvenlik kuvvetlerimizin arkasındayız. Ancak, Sayın Başkan, her kurumda olduğu gibi, Emniyet teşkilatında da kurumun itibarını gölgeleyecek, kurum terbiyesinden ve aidiyetinden nasiplenmemiş yetkililerle de karşılaşıyoruz. Bunun son örneği olarak, maalesef, 1 Ocak günü Ortaköy’de yapılan hain saldırı sonrasında olay yerine giderek ölen şehitlerimize saygı ve minnet hislerini ifade etmek ve bir çiçek bırakmak isteyen Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanımıza ve beraberindeki milletvekillerine Emniyet Müdür Yardımcısı olduğunu öğrendiğimiz Murat Karakaya isimli yetkili fiziki basınç uygulamak suretiyle, saygısız bir üslupla saldırgan ifadeler kullanmak suretiyle görev kusuru işlemiş ve siyaset müessesesine özünde büyük bir hakarette bulunmuştur. Hükûmetin 2 üyesi orada. Bu gibi olayların hiç kimseye bir faydası yoktur. Herkesin haddini bilmesi gerekir. Kimsenin kaynağını Anayasa’dan almadığı bir yetkiyi de kullanma hakkı yoktur.

Sayın Başkan, bu Murat Karakaya adlı Emniyet Müdür Yardımcısının olay yerine giden Cumhuriyet Halk Partisi heyetine yönelik olumsuz, hakaretamiz, saygısız tutumu nedeniyle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum, tamamlayınız Sayın Altay.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - …Hükûmetin bize ve İstanbul il başkanlığımıza önce bir özür borcu vardır, sonrasında da Murat Karakaya isimli Emniyet görevlisi hakkında işlem yapması gerekir. Unutulmamalıdır ki Meclisin ve milletvekillerinin itibarı aynı zamanda milletimizin de itibarıdır. Yine unutulmamalıdır ki siyasetçinin itibarı da demokrasimizin itibarıdır. Hükûmetten, İstanbul Valiliğinden Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konuda bir açıklama ve Murat Karakaya isimli Emniyet yetkilisi hakkında da bir soruşturma açılıp olayın tetkik edilmesini yüce millet adına ve partimiz adına talep etmekteyiz.

Arz ederim efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Altay.

ERHAN USTA (Samsun) – Sayın Başkan, aynı kapsamda söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Usta.

36.- Samsun Milletvekili Erhan Usta’nın, Türkiye’nin adım adım kaosa doğru sürüklendiğine, Hükûmetin taziye dilemenin ötesinde bir şeyler yapması gerektiğine ve FETÖ’yle mücadelede mağduriyetlerin en aza indirilmesi konusunda tedbir alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

ERHAN USTA (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Az önceki konuşmamda Temmuz 2015’ten bu yana ülkemizde meydana gelen olaylara ilişkin bir bilançoyu vermiştim. Yani, yaklaşık 1.743 kişi hayatını kaybetmiş arkadaşlar son bir buçuk yılda, 8 bin kişi de yaralanmış. Özellikle bu son Ortaköy olayı, üzerinde çok boyutlu olarak araştırma yapılması gereken bir olaydır diye düşünüyoruz.

Türkiye’nin sinir uçlarına dokunuluyor. Türkiye adım adım kaosa doğru sürükleniyor, bunu görmek, bunun farkına varmak gerekiyor. Artık Hükûmetin de devleti yönetenlerin de taziye dilemenin ötesinde bir şeyler yapması gerekiyor. Türkiye, ülkemiz, bütün millî unsurlarıyla terörle mücadele etmelidir. Devleti yönetenlerden gelen mesajlar bizi maalesef umutsuzluğa itiyor. Yani, bugün, İçişleri Bakanımızın konuşması aynı şekilde veya Hükûmet yetkililerinden gelen diğer mesajlar, devletin en tepesinden gelen mesajlar, olayın iyi kavranmadığı yönünde ciddi bir algı oluşturuyor.

Türkiye nasıl oldu da bu kadar teröre açık hâle geldi? Bunun sebepleri nelerdir? Geçmişte ne tür hatalar yapılmıştır? Kimlerin ihmali olmuştur? Başta Hükûmet olmak üzere, bu soruların cevapları üzerinde hepimizin düşünmesi, tefekkür etmesi gerekiyor. Saldırıların hedefi Türkiye’dir yani ayrıştırıcı araçlar kullanmakla birlikte, hedef Türkiye’nin birliği ve bütünlüğüdür. Milletimiz büyük bir hüzün ve karamsarlık içerisindedir tabii ki bu durumda, özellikle bazı uygulamalarımız da bu karamsarlığı artırmaktadır. Milletimize umut verecek, onlara gelecek vadedecek işleri yapmamız gerekiyor devleti yönetenler olarak. Mesela, bu bağlamda, ben zaman zaman dile getiriyorum, başka arkadaşlarımız da elbette dile getiriyor, bu FETÖ’yle mücadele… Biz, tabii ki sonuna kadar FETÖ’yle mücadele yapılmasından yana olduğumuzu bir siyasi parti olarak zaten söylüyoruz ancak bu mücadelede ciddi mağduriyetlerin olduğu unutulmamalıdır. Bu mağduriyetlerin en aza indirilmesi yönünde Hükûmetin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayınız Sayın Usta, mikrofonunuzu açıyorum.

ERHAN USTA (Samsun) – Teşekkür ederim Başkanım.

FETÖ’yle mücadelede mağduriyetlerin en aza indirilmesi konusunda tedbir alınması gerektiğini düşünüyoruz. “Aman benim başıma bir şey gelmesin.” diye milletin canını yakan bürokrat ve siyasetçiler var ve bunların bu uygulamaları insanımızda devletine, milletine karşı ciddi bir güvensizlik oluşturuyor, sıkıntı oluşturuyor. Özellikle, işte, tutuklu erlerin olması, tutuklu askerî öğrencilerin, uzman erbaşların, işinden olan öğretmenlerin, polislerin… Buralarda çok ciddi bir inceleme sonucunda bu işleri yürütmemiz gerekir. Eğer FETÖ’yle mücadeleyi Türkiye Cumhuriyeti devleti düzgün bir zemine oturtmazsa bizim gelecek on yıllarımız da karanlık olacaktır. Bu konuda ben Hükûmeti bir kez daha uyarmak istiyorum.

Teşekkür ederim.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Usta.

Sayın Kerestecioğlu, buyurunuz.

37.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın düşünce ve ifade özgürlüğüyle ilgili ifadelerine ve sadece düşüncelerini ifade ettikleri için eş başkanlarla birlikte 12 milletvekilinin altmış gündür tutuklu bulunduğuna ilişkin açıklaması

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Ben de aynı konuda söz almak istedim Sayın Başkan.

2017’ye gerçekten herkes umutlarla girmek istedi ama maalesef, yine 2016’da kalmamız istendi özellikle bu zalim saldırıları düzenleyenler tarafından ve 2017’ye insanlar o umutları hakikaten hüzünle çerçeveleyerek girdiler. Ama, bugün, maalesef, geç saatlerde görüşülecek olan, aslında insanların izleyebileceği ve tartışmaları görebileceği saatte tartışılması, konuşulması gereken İçişleri Bakanlığıyla ilgili gensorumuzdan söz ediyorum.

Burada, aynı zamanda, siyasi iktidarın ve burada sorumlu olan İçişleri Bakanının da sorumluluğunu yadsıyamayız. Çünkü, sadece “birlik beraberlik” genel lafları ederek o birlik beraberlik sağlanmıyor. Oraya gidip Reina’da katledilen insanların anısına, kendileri de Suruç katliamını yaşamış olan ya da yakınlarını kaybetmiş olan insanlar karanfil koydular ve sırf karanfil koydukları için dün geceye kadar gözaltında kaldılar. Bunların içerisinde 2 avukat meslektaşım da vardı. Şimdi, bu ayıpla gerçekten yaşanmaz.

Ben bir metin okumak istiyorum. Tabii, bu metnin aslında bizim Cumhurbaşkanımızdan ve bu Parlamentodan gelmiş olmasını isterdim. Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı “Linç kültürü ülkemizin taşıyamayacağı kadar ağır bir yüktür.” başlığıyla düşünce ve ifade özgürlüğüne dikkat çekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum Sayın Kerestecioğlu.

Buyurunuz.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Teşekkür ederim.

“Çok sesli demokratik toplum hayatı, özgürlüklerin farklı düşünenlere saygıyı esas alan bir üslubu gözeterek kullanılmasına dayanır. İster doğru ister yanlış olsun, tüm düşünce ve görüşlerin ifadesinin üslubunda saygı sınırının aşılmaması elbette gereklidir. Ne var ki üsluba gösterilen tepkinin ifrata kaçması ve hele bir linç girişimine dönüşmesi haklı gösterilemez.” diyor ve gayet güzel ifadelerle devam ediyor açıklamaya: “Ülkemizde son günlerde, farklı görüş sahipleri arasında onaylanması mümkün olmayan tehlikeli bir gerilimin de giderek tırmanmakta olduğunu endişeyle gözlemliyorum. Siyasal linç kültürü ülkemizin taşıyamayacağı kadar ağır bir yüktür. Hepimizin birbirimize ihtiyacı vardır.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kerestecioğlu.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Tamamlayacağım.

BAŞKAN – Buyurunuz, tamamlayınız.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – “Bütün kesimleri sorumluluk bilinciyle hareket etmeye ve gerilimi tırmandırmaktan uzak durmaya çağırıyorum. Mustafa Akıncı, Cumhurbaşkanı”

Evet, biz bu temennilerin, bu dileklerin gerçekten bu ülkede gerçekleşmesini de çok isteriz ama düşünce ve ifade özgürlüğü bir yana, altmış gündür sadece düşüncelerini ifade ettikleri için bu Parlamentoda eş başkanlarımızla birlikte 12 milletvekilimiz hâlen tutuklu bulunuyor. Bunu da hiçbir şekilde unutmayacağız ve unutturmayacağız. Parlamentonun da her hâlde hatırlaması gerekiyor bu milletvekillerini ve bunun için bir çaba göstermesi gerekiyor diye düşünüyoruz.

Nezaketiniz için, süre tanıdığınız için çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kerestecioğlu.

Sayın Bostancı…

38.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, 2017 yılının milletimize ve insanlığa hayırlı olmasını dilediğine, Türkiye’nin teröre karşı en önemli panzehrinin uzun demokratik tecrübesi olduğuna ve teröre karşı ortak bir safta toplanmanın son derece önemli olduğuna ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

2017 milletimize ve insanlığa hayırlı olsun. Bu temenniyi sadece temennide bırakmayacak, fail olarak bunun gereğini yerine getirecek bir halkımız, milletimiz olduğunu unutmayalım. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve ülkesi, imparatorluğun bakiyesi bir ulus devlet olarak uzun bir tarihî tecrübe neticesinde bugünlere geldi. Biz biliyoruz ki bu ülkede Alevi, Sünni, Türk, Kürt, herkes o uzun geleneğin içinde birlikte yaşama kültürünü tecrübe ederek ortak kader ve gelecek istikametinde bir anlayışa, bir yaklaşıma sahipler. Elbette görüş farklılıkları olabilir, esasen bunlar tartışılır, konuşulur. Türkiye'nin teröre karşı en önemli panzehri uzun demokratik tecrübesidir. Demokrasi marifetiyle iktidarlar halk tarafından iş başına getirilir, yine halk tarafından götürülür; birilerinin güç kullanmasına veyahut da başka yol ve yöntemleri denemesine gerek yoktur. Halkın dileği ve istikametinde iktidarlar şekillenir. Muhalefetin iktidar olma yolları açıktır Türkiye’de. Bu yollar kullanılır ve halkla bağlantı kurulur, halk desteklerse, geçmişteki örneklerde de olduğu gibi, muhalefetin de iktidar olma imkânı mevcuttur; bu yollar kapalı değildir. Din ve vicdan hürriyeti anlamında sağlam bir laiklik geleneği vardır. Esasen, sahip olduğumuz İslam anlayışı, son derece toleranslı ve kucaklayıcı bir anlayıştır ve esas itibarıyla, sadece Türkiye’nin o sınırlı renkliliği değil, dünyanın mevcut renkliliğinin de Allah’ın takdiri olduğuna inanan bir anlayışa sahip olduğumuzu unutmayalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum Sayın Bostancı, tamamlayınız lütfen.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Trajik olaylar yaşandığında, terör kanlı yüzünü gösterdiğinde, partisi ne olursa olsun halkın ve temsilcilerin elbette eleştirileri olacaktır, iktidara yönelik farklı çağrılar yer bulacaktır, bunlar ifade edilecektir ama teröre karşı ortak bir safta toplanması, teröre karşı seslerini yükseltmesi son derece önemlidir. Biz, bu zayıf terörün mutlak surette hakkından geleceğiz. Bu güç, bu kültür, bu anlayış, bu inanç, bu gelenek, bu irade, bu kurumlaşma Türkiye Cumhuriyeti’nde mevcuttur, halkında mevcuttur. Biz buna inanıyor ve geleceğe de bu şekilde bakıyoruz.

Çok teşekkür ediyorum. Sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Bir gensoru önergesi vardır.

Önerge daha önce bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) Gensoru Önergeleri

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, belediyelere kayyum ataması uygulaması ve eş başkanlar ile milletvekillerinin tutuklanması nedeniyle gerçekleştiği iddia edilen hak ihlallerinde ve artan terör olayları sebebiyle meydana gelen ölümlerde sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/14)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde demokratik siyaset kurumuna yönelik baskılar, gerçekleşen hak ihlalleri, mağduriyetler, yaşanan ölümler ve artan şiddet olaylarından dolayı sorumluluğu bulunan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında Anayasa’nın 98'inci ve 99'uncu, TBMM İçtüzüğü'nün 106'ncı maddeleri uyarınca gensoru açılmasını arz ederiz.

Filiz Kerestecioğlu Demir                                                                                  Ahmet Yıldırım

               İstanbul                                                                                                        Muş

HDP Grup Başkan Vekili                                                                      HDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

İçişleri Bakanlığı, yetkisi altındaki polis ve bürokrasi teşkilatıyla önleyici işlemler başta olmak üzere güvenliği, kendisine bağlı olan mahalli idareler yoluyla da demokrasiyi ve halkın refahı için halka hizmet yapılmasını sağlar. İçişleri Bakanlığı makamında bulunan temsilcilerin başarılı olup olmadığının göstergesi bu iki ana kategoridir. Fakat, Türkiye'de başarılı bir bakanlık pratiğinin gerektirdiği teamüller ve kıstaslar yerine, bazı dönemlerde çeşitli iktidar ortaklıklarındaki dengelerle bakanlık temsili sağlanmaktadır. Bu antidemokratik ve liyakatten uzak teamül neticesinde İçişleri Bakanlığı gibi önemli bir kurum halkın refahını, güvenliğini, toplumun istikrarını ve birlikte yaşamını sağlamakta büyük sorunların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.

Bu bağlamda, Türkiye'de gerek bir önceki İçişleri Bakanı gerekse de Ağustos 2016 tarihi itibarıyla görevi devralan İçişleri Bakanı döneminde bir devamlılık sağlanmış, bu devamlılık fiziki, siyasi, psikolojik açıdan büyük yıkımları da halklarımıza getirmiştir. Söz konusu dönemde demokratik siyaset kurumu büyük zararlar görmüştür. Partimiz ve Demokratik Bölgeler Partisi özelinde yoğunlaşan baskılar neticesinde 63'ü belediye eş başkanı ve başkan vekilimiz olmak üzere binlerce yerel siyasetçimiz ve seçilmişimiz cezaevlerine konulmuştur. Bu süreçte, Türkiye tarihinde "özel hukuk" uygulaması olan kayyım atama yöntemi belediyelerimize uygulanmış ve aralarında büyükşehir belediyelerimizin de olduğu 45 belediyemize kayyım atanmıştır. Demokratik siyaset alanında, halkın temsil iradesini alarak siyaset üreten seçilmişlerimize yönelik baskılar yine bu dönemde genişleyerek Türkiye'nin 3’üncü büyük partisi olan partimizin eş başkanlarına ve milletvekillerine yönelmiştir. 5 Kasım ve 12 Aralık tarihlerinde yapılan siyasi operasyonlarda eş başkanlarımız ve milletvekillerimiz tutuklanmıştır. 7 Haziran 2015 tarihinin öncesinden başlamak üzere, bugüne kadar Genel Merkezimiz başta olmak üzere yüzlerce parti binamız saldırıya uğramış ve saldırganlar hakkında herhangi bir cezai işlem uygulanmayarak örtülü destek sunulmuştur.

Partimizin yanı sıra, söz konusu Bakanın pratiğinde Şırnak ilimiz haritadan silinmek istenmiş, sokağa çıkma yasağının uygulandığı kent merkezlerinde yaralar derinleşmiştir. Ülkemiz, tarihinde eşi görülmeyen bombalı saldırıların adresi olmuştur. Sadece 2016 yılının ilk gününden bugüne kadar 27 saldırı gerçekleşmiş ve bu saldırılarda 328 kişi yaşamını yitirmiştir. Van’dan İstanbul'a, Adana'dan Kayseri'ye kadar tüm ülke, yurttaşlarımız açısından güvensizlik adasına dönüşmüştür. Bunların yanı sıra, Türkiye'de sivil toplum dinamiğini ayakta tutan yüzlerce dernek İçişleri Bakanlığı marifetiyle kapatılmıştır. Ayrıca, en son 19 Aralık tarihinde Rus Büyükelçi Karlov'a yapılan suikastın önlenememiş olmasının sorumluluğu da İçişleri Bakanının hanesine yazılmıştır.

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, tescilli bir başarısızlık örneği olan bu dönemde, İçişleri Bakanı sorumlulukları gereği istifa etmesi gerekirken partimize, ülkenin demokrat, ilerici, devrimci güçlerine yönelik düşmanca bir dil kullanarak koltukta kalma tekniği üretmeye çalışmaktadır. Oysaki, bu açıklamalar ülkedeki toplumsal ayrışmayı ve kutuplaşmayı derinleştirmekten başka bir sonuç üretmemektedir. Bu tehlikeleri bertaraf etmesi gereken Bakan ise tarihin karanlık sayfalarına yazılmış olan 1990'lar pratiğini güncellemek için her geçen gün daha fazla dilini sivrileştirmektedir.

Açıktır ki bu manzara, kimlikler arasındaki duygusal kopuşu derinleştirmekte, aynı zamanda ülkemizdeki darbe mekaniğinin canlı kalmasına neden olmaktadır.

Tüm bu gerekçelerden hareketle, görevini layıkıyla yerine getiremeyen ve toplumsal ayrışmayı derinleştiren İçişleri Bakanı hakkında gensoru önergesini vermiş bulunmaktayız.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergenin görüşme günü, Danışma Kurulu veya siyasi parti grup önerileri çerçevesinde oylarınıza sunularak belirlenecektir.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.46

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.06

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Zihni AÇBA (Sakarya)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49’uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

D) Önergeler

1.- Başkanlıkça, Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın Plan ve Bütçe Komisyonu (4/74), İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu(4/75), Ağrı Milletvekili Berdan Öztürk’ün Millî Savunma Komisyonu (4/76 ), Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertan’ın Adalet Komisyonu (4/77), Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman’ın Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu (4/78) üyeliklerinden istifalarına ilişkin önerge yazıları

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Muş Milletvekili Sayın Ahmet Yıldırım’ın Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifasına ilişkin, İstanbul Milletvekili Sayın Filiz Kerestecioğlu Demir’in Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu üyeliğinden istifasına ilişkin, Ağrı Milletvekili Sayın Berdan Öztürk’ün Millî Savunma Komisyonu üyeliğinden istifasına ilişkin, Van Milletvekili Sayın Bedia Özgökçe Ertan’ın Adalet Komisyonu üyeliğinden istifasına ilişkin, Iğdır Milletvekili Sayın Mehmet Emin Adıyaman’ın Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu üyeliğinden istifasına ilişkin yazıları 29/12/2016 tarihinde Başkanlığımıza ulaşmıştır.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, bir milletvekilinin izinli sayılmasına dair bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

A) Tezkereler (Devam)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, İstanbul Milletvekili Şafak Pavey’in, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği 16’ncı Komite Toplantısı’na katılımı nedeniyle 15/8/2016 tarihinden itibaren yirmi altı gün izinli sayılmasının Başkanlık Divanının 13/12/2016 tarihli ve 27 sayılı Kararı’yla uygun görüldüğüne ilişkin tezkeresi (3/866)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

İstanbul Milletvekili Şafak Pavey'in, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği 16'ncı Komite Toplantısı’na katılımı nedeniyle 15/8/2016 tarihinden itibaren yirmi altı gün izinli sayılması, Başkanlık Divanının 13/12/2016 tarihli ve 27 sayılı Kararı’yla uygun görülmüştür.

Genel Kurulun onayına sunulur.

                                                                                       Ahmet Aydın

                                                                            Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                      Başkanı Vekili

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki tezkeresi daha vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Dünya Ticaret Örgütünün (DTÖ) Doha Kalkınma Gündemi Küresel Emanet Fonu’nun mali desteğiyle Merkezi ve Doğu Avrupa, Orta Asya ve Kafkasya ülkelerinin milletvekilleri için 21-23 Şubat 2017 tarihlerinde Avusturya’nın başkenti Viyana’da düzenlenecek olan Parlamenterler İçin Dünya Ticaret Örgütü Bölgesel Ticaret Çalıştayına katılım sağlanmasına ilişkin tezkeresi (3/864 )

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Dünya Ticaret Örgütünün (DTÖ) Doha Kalkınma Gündemi Küresel Emanet Fonu'nun mali desteğiyle Merkezî ve Doğu Avrupa, Orta Asya ve Kafkasya ülkelerinin milletvekilleri için 21-23 Şubat 2017 tarihlerinde Avusturya'nın başkenti Viyana'da Parlamenterler İçin Dünya Ticaret Örgütü Bölgesel Ticaret Çalıştayı düzenlenecektir.

Söz konusu çalıştaya katılım sağlanması hususu, 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 9'uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                    İsmail Kahraman

                                                                            Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                           Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı Konya Milletvekili Ziya Altunyaldız’ın, 23-24 Ocak 2017 tarihlerinde İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenecek olan Orta Doğu ve Kuzey Afrika Enerji Konferansı’na katılmasına ilişkin tezkeresi (3/865 )

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

23-24 Ocak 2017 tarihlerinde İngiltere'nin başkenti Londra'da düzenlenecek olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika Enerji Konferansı'na Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı, Konya Milletvekili Ziya Altunyaldız'ın katılması hususu, 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 9'uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                    İsmail Kahraman

                                                                            Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                           Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

IX.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan 446 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bu kısmının 1’inci sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” kısmında bulunan Afganistan’a asker göndermeyle (süre uzatımı) ilgili (3/862) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi’nin okunarak görüşmelerinin 3 Ocak 2017 Salı günkü birleşiminde yapılmasını müteakip olağanüstü hâlin uzatılmasına dair (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi’nin okunarak görüşmelerinin 3 Ocak 2017 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; bastırılarak dağıtılan (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin 3 Ocak 2017 Salı günkü gündeminin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1’inci sırasına alınarak Anayasa’nın 99’uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin bu birleşiminde yapılmasına; yine bugünkü birleşiminde gündemin “Seçim” kısmında Kişisel Verileri Koruma Kurulu üyeliklerine üye seçiminin yapılması akabinde başkaca bir işin görüşülmemesine; 446 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesine ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 3/1/2017 Salı günü (bugün) toplanamadığından İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederiz.

                                                                                Mehmet Naci Bostancı

                                                                                           Amasya

                                                                           AK PARTİ Grup Başkan Vekili

Öneri:

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan 446 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bu kısmının 1’inci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi;

Genel Kurulun, “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” kısmında, 3/1/2017 tarih ve 30/38 sayılı Afganistan'a asker gönderme (süre uzatımı) ile ilgili Başbakanlık Tezkeresinin okunarak görüşmelerinin 3 Ocak 2017 Salı günkü (bugün) birleşiminde yapılmasını müteakip, 3/1/2017 tarih ve 2-46 sayılı olağanüstü hâlin uzatılmasına dair Başbakanlık Tezkeresi’nin okunarak, görüşmelerinin 3 Ocak 2017 Salı günkü (bugün) birleşiminde yapılması;

Bastırılarak dağıtılan (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin 3 Ocak 2017 Salı günkü (bugün) gündeminin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1’inci sırasına alınarak Anayasa'nın 99'uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin bu birleşiminde yapılması; yine bugünkü birleşiminde gündemin “Seçim” kısmında Kişisel Verileri Koruma Kurulu üyeliklerine üye seçiminin yapılması, akabinde başkaca bir işin görüşülmemesi;

4 Ocak 2017 Çarşamba günkü birleşiminde 440 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

5 Ocak 2017 Perşembe günkü birleşiminde 39 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

Haftalık çalışma günlerinin dışında 6, 9, 13, 14, 15, 16, 20, 21, 22 ve 23, Cuma, Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günleri saat 14.00’te toplanarak bu birleşimlerinde gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesi;

6 Ocak 2017 Cuma günkü birleşiminde 302 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

9 Ocak 2017 Pazartesi günkü birleşiminde 116 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

10 Ocak 2017 Salı günkü birleşiminde 285 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

11 Ocak 2017 Çarşamba günkü birleşiminde 356 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

12 Ocak 2017 Perşembe günkü birleşiminde 169 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

13 Ocak 2017 Cuma günkü birleşiminde 109 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

14 Ocak 2017 Cumartesi günkü birleşiminde 137 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

15 Ocak 2017 Pazar günkü birleşiminde 380 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

16 Ocak 2017 Pazartesi günkü birleşiminde 88 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

17 Ocak 2017 Salı günkü birleşiminde 35 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

18 Ocak 2017 Çarşamba günkü birleşiminde 181 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

19 Ocak 2017 Perşembe günkü birleşiminde 248 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

20 Ocak 2017 Cuma günkü birleşiminde 142 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

21 Ocak 2017 Cumartesi günkü birleşiminde 392 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

22 Ocak 2017 Pazar günkü birleşiminde 192 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

23 Ocak 2017 Pazartesi günkü birleşiminde 194 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

24 Ocak 2017 Salı günkü birleşiminde 191 sıra sayılı Kanun Tasarısına kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

Yukarıda belirtilen birleşimlerinde gece 24.00'te günlük programın tamamlanamaması hâlinde günlük programın tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi;

446 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91'inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki cetveldeki şekliyle olması önerilmiştir.

 

446 Sıra Sayılı

Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair

Kanun Tasarısı (1/796)

BÖLÜMLER

BÖLÜM MADDELERİ

BÖLÜMDEKİ MADDE SAYISI

1. BÖLÜM

1 ila 15 inci maddeler arası

15

2. BÖLÜM

16 ila 38 inci maddeler arası

23

TOPLAM MADDE SAYISI

38

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisinin lehinde ve aleyhinde söz talep eden sayın milletvekillerine söz vereceğim.

Lehinde ilk konuşmacı Mehmet Doğan Kubat, İstanbul Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Kubat. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; grup önerimizin lehinde görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, grup önerimizde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24 Ocağa kadarki çalışma gün ve saatleri ile gündemde değişiklik yapılmasına ilişkin bir kısım öneriler yer almaktadır.

Buna göre, bugün, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı zamanda aynı amaçlara yönelik olmak üzere Silahlı Kuvvetlerin anılan misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için 6 Ocak 2017 tarihinden itibaren, 2015’te verilen yetkinin iki yıl süreyle tekrar uzatılması talebi vardır. Buna ilişkin Başbakanlık tezkeresinin görüşmelerinin bugün yapılmasını öneriyoruz.

Keza, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21 Temmuz 2016 tarih ve 1116 sayılı Kararı’yla ülke genelinde ilan edilen ve 11/10/2016 tarihli ve 1130 sayılı Karar uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin 19 Ocak 2017 Perşembe günü saat 01.00’den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresinin de yine bugün gündeme alınarak görüşmelerinin tamamlanması…

Keza, İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu hakkında verilen (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmının 1’inci sırasına alınmak suretiyle görüşmelerinin bugün yapılması önerilmektedir.

Öte yandan, kamuoyunun da ilgiyle beklediği 446 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ve bazı KHK’larda değişiklik yapılmasına ilişkin tasarı 38 madde, iki bölümden oluşuyor. Burada da gerçekten vatandaşlarımızı ilgilendiren önemli düzenlemeler var. Özellikle emekliliğe müstahak süresi otuz yıldan fazla olduğu hâlde otuz yıl üzerinden emekli ikramiyesi alan bu vatandaşlarımızın aşan sürelere ilişkin mağduriyetinin giderilmesi; keza, yatırımcılara yönelik vergi ve harç istisnalarıyla donatılmış bu kanun tasarısı oldukça önemli. İnşallah bunu da gündemin 1’inci sırasına alınmak suretiyle görüşmelerini bugün, yarın, cuma gününe kadar inşallah bitirmeyi planlıyoruz.

9 Ocak Pazartesiden 23 Ocak Pazartesi gününe kadar hafta sonları da dâhil olmak üzere Genel Kurulun aralıksız çalışmasını, çalışma saatlerinin salı günü saat üçten itibaren, diğer günlerde ise saat ikiden itibaren başlamasını önermekteyiz.

Önerimize desteklerinizi bekler, yüce heyetinizi saygılarımla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kubat.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisi aleyhinde Haydar Akar, Kocaeli Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Akar. (CHP sıralarından alkışlar)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP grup önerisi üzerine konuşacağız. AKP grup önerisi Meclis çalışma saatlerini düzenliyor hepinizin bildiği gibi. Genelde de planlı, programlı çalışamadıkları için her hafta bir grup önerisi getirirler ve bu çalışma saatlerini her seferinde baştan düzenlerler. Bu seferki tabii çok farklı bir şey. Niye yapıyorlar bunu? Bir Anayasa değişikliğine gitmek için, kısmi bir Anayasa değişikliğine -“Anayasa değişikliği” de denmeyebilir buna- gitmek için bu durumu bugün Meclise getiriyorlar.

Getirilen çalışma sürelerine baktığınız zaman, bu hafta cumaya kadar çalışacağız, cuma dâhil çalışacağız. İşte, biraz evvel de belirttikleri gibi, içerisinde bazı ekonomik tedbirlerin olduğu, yine, emekli olan ve otuz yılı aşkın devlet memurluğu yapan vatandaşların kıdem tazminatlarındaki eksiklerin giderilmesiyle ilgili bir yasa teklifi var; bunun içindeki birçok şeyi biz de onaylıyoruz, bu konuda bir tereddüt yok. Yani toplumun temel menfaatlerini ilgilendiren yasa önerileri, yasa teklifleri geldiğinde biz bunları destekliyoruz.

Ne zaman çalışacağız asıl Anayasa’yı? 9 Ocak 2017 Pazartesi günü başlayacağız ve 24 Ocağa kadar sürecek ve aralıksız çalışacağız. Şimdi, cuma, cumartesi, pazar ve pazartesi de dâhil olacak bu işe. Biliyorsunuz, TRT veya Meclis TV, sadece salı, çarşamba, perşembe günleri yayın yapıyor ve saat 19.00’a kadar yayın yapıyor, diğer günlerde yayın yok.

Şimdi, biz neyi görüşeceğiz? “Toplumsal mutabakat metni” dediğimiz Anayasa teklifini görüşeceğiz, yani sizin “Anayasa” dediğiniz, bizim “tek adamlı rejime evrilme” dediğimiz rejim değişikliğini görüşeceğiz. Böyle bir rejim değişikliği Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosunda görüşülürken, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarını da bilgilendirme hakkı var. Yani bundan korkmamalısınız, değil mi? Yani ne yapmamız lazım? 9 Ocak Pazartesi günü başlayacağımız görüşmelerin bütününün bu televizyonlardan, TRT’den, Meclis TV’den verilmesi gerekiyor, hatta diğer ulusal televizyonlara da izin verilmesi gerekiyor. Hani, çapsız yorumcular çıkıyorlar ya, Anayasa tekliflerinizi bile okumadan, oralarda, o başkanlık sistemini destekleyen açıklamalar yapıyorlar, onların da öğrenmesini sağlayacak bir yayını hep birlikte, burada milletimizle buluşturmak zorundayız.

Niye buluşturmak zorundayız? Getirdiğiniz teklifi millet öğrensin diye. Hep millî iradeden söz ediyorsunuz, toplumsal mutabakattan söz ediyorsunuz, siz bu yayını yasaklarsanız veya yayına izin vermezseniz, topluma bunun hesabını vermek zorunda kalırsınız. Öğrenecekler, siz mi doğru söylüyorsunuz, biz mi doğru söylüyoruz. Siz mi kısmi bir Anayasa değişikliği yapıyorsunuz ve toplumun temel problemlerini çözecek önerilerle geliyorsunuz, yoksa biz mi cumhuriyetin, 1920’de kurulmuş Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkilerinin alınıp, yani saraydan alınıp millete verilen yetkilerin tekrar milletten alınıp saraya nasıl verildiğini söylüyoruz? Bunu bu millete nasıl anlatacağız? Hep birlikte siz önerilerinizi söyleyeceksiniz, biz de söyleyeceğiz, millet sandığa gidecek ve doğru kararı verecek, sandıktan çıkan iradeye hepimiz saygılıyız. Bu nedenle de bu yayınların yapılması gerekiyor, herkesin bu Anayasa değişikliğinin maddelerini bilmesi gerekiyor ve sandığa gittiğimizde de bu bilinç seviyesiyle de oylarımızı kullanmamız gerekiyor.

Peki, bu Anayasa nedir? Ne dedik? “Toplumsal mutabakat metnidir.” dedik, değil mi? Eğer anayasalar toplumda yüzde 80’lerle, 90’larla geçerse, o toplumun dinamiklerini bir arada buluşturabilirse, işte toplumsal barış o zaman sağlanır.

Hep diyorsunuz ya “15 Temmuz”, “15 Temmuz”, biz de diyoruz “15 Temmuz”; 15 Temmuzu çabuk unuttunuz arkadaşlar, çabuk unuttunuz. 15 Temmuzda ne yaptık? Burada, Mecliste grubu bulunan 4 siyasi parti hep beraber bir metin imzaladık, bildirge yayınladık. Bu bildirgenin altına imza atmayan var mıydı burada? Hepimizin adına Meclis Başkanı açıkladı ve hep birlikte o bildirgeyi destekledik. Ne diyordu o bildirgede? “Parlamenter rejimin desteklenmesi ve parlamenter rejimin önündeki eksikliklerin giderilmesi.” 15 Temmuz bertaraf edilmişse parlamenter rejim sayesinde. Kısacası, bildirgenin özeti, 15 Temmuzun parlamenter rejim sayesinde bertaraf edildiğiydi.

Tamam, buraya kadar normal. Şimdi, baktık, ondan sonra sesiniz çıkmadı, ne sarayda oturan Sayın Cumhurbaşkanının sesi çıktı ne de AKP’nin Genel Başkanının, bakanlarının ve milletvekillerinin sesi çıktı, asla başkanlığı dillendirmediniz. O noktaya gelmeden, nasıl gündeme geldiğine gelmeden biraz geriye dönüyorum. Hatırlayın 7 Haziran 2015 seçimlerini, “başkanlık”, “başkanlık” diye sokaklara döküldünüz, seçim kampanyalarınızın birinci maddesi başkanlıktı ve millet size öyle bir tokat attı ki kendinizi şaşırdınız ve ne yapacağınıza, neye karar vereceğinize bir türlü karar veremediniz ve yola öyle çıktınız. Sonra da diğer siyasi partilere hükûmet kurma görevi verilmeden 1 Kasım seçimine götürüldü bu ülke. 1 Kasım seçimine götürülürken yani milletin iradesi yok sayılarak 1 Kasım seçimine götürülürken 7 Haziran ile 1 Kasım arasında AKP’nin ağzından bir kez bile “başkanlık” lafını duymadık. Ne konuştunuz o zaman giderken? “Millî mutabakat” ve “400 milletvekili verirseniz biz terörü çözeriz, ekonomik istikrar devam eder.” diye bir aldatmacayla birlikte Cumhuriyet Halk Partisinin projelerine sarıldınız. Demek ki bizim projelerimiz doğruydu ve öyle yürüdük.

Şimdi geldik 15 Temmuza tekrar. 15 Temmuzdan sonra sesiniz çıkmaz iken 11 Ekim 2016’da Sayın Bahçeli, ortada hiç bir neden yok iken “Ortada fiilî bir durum var, bu fiilî durumu fiilî durum yaratarak uydurmalıyız.” dedi. Kimdi bu fiilî durumu yaratan? Anayasa’yı saymayan, Anayasa’yı takmayan, hatta yargının vermiş olduğu kararlara “Ben bu yargıyı tanımam.” diyen bir Cumhurbaşkanıydı.

Sayın milletvekilleri, eğer bir Cumhurbaşkanı Anayasa’ya uymuyorsa, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin verdiği kararlara uymuyorsa o ülkede adaletten söz etmek, yargının bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir, bir başka vatandaşın da o yasalara uymasını beklemek mümkün değildir.

Sayın Bahçeli bunu getirince üzerine atladınız ve o gün bugündür başkanlığı konuşuyor bu Türkiye, sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi değil, Türkiye başkanlığı konuşuyor televizyonlarda, sokakta ve Mecliste.

Peki, bizim bütün problemimiz başkanlık mı? On dört yıldır tek adam iktidarında çözülemeyen problemler… Elinizi vicdanınıza koyun ve sorun kendinize şu soruyu: “On dört yıldır iktidarız. Bu iktidarımız döneminde biz terörü çözdük mü, çözebildik mi?” Her söylediği söz kanun olan, size her dikte ettiği şey, bu Mecliste saatlerce tartışılıp oylarınızla geçirdiğiniz her şey yerine gelirken terörü çözebildiniz mi? On sekiz ayda 400’ün üzerinde şehit vermişiz, 3 binin üzerinde yaralımız var ve her gün ülkemizde bombalar patlıyor, her gün insanlar ölümle burun buruna geliyor. Türkiye’de yaşayan vatandaşların güvenliğini çözebildi mi tek adam? Bunu sorun vicdanlarınıza.

On dört yıldır iktidardasınız, çok da güçlü bir iktidarsınız, sorun vicdanlarınıza: “On dört yıldır biz burada işsizliği çözebildik mi?” Çözemediniz, değil mi? Türkiye şu anda tarihin en büyük işsizliğini yaşıyor arkadaşlar.

Peki, on dört yıllık iktidarınızda “Eğitimi çözdük mü?” diye sorun; çözemediniz, değil mi? Yine buna da cevap veremeyeceksiniz. Ucube, garip bir sistem getirdiniz, 4+4+4 diye bir sistem ve sizin iktidarınızın başladığı dönemde 1 yaşında olan çocuklar bugün 15 yaşında. O 15 yaşındaki çocuklardan 540 bini bir teste tabi tutuldu, PISA testine tabi tutuldu. Bilimde, matematikte ve okuduğunu anlamada 70 ülke arasında 50’nci sıradalar, 48’inci sıradalar. İşte, bu sizin iktidarınız döneminde oldu. Peki, sorun şimdi vicdanlarınıza: “Biz eğitimi çözebildik mi?”

Sıfır sorunla geldiğiniz ve bugün sırf sorun hâline getirdiğiniz dış politikanızı sorun vicdanlarınıza “Çözebildik mi?” diye. “Kardeşim Esad” dediğiniz bir vatandaşı birilerinin talebi üzerine “Esed” yaptınız, sonra da Rusya’da tekrar “Esad” hâline dönüştürdünüz, yine “Kardeşim Esad” diye yürüyorsunuz şimdi. Şimdi size soruyorum, siz de sorun vicdanlarınıza: Çözebildiniz mi dış politikayı? Ya, Allah aşkına, elektrik problemini çözebildiniz mi Türkiye'nin? Övünerek anlatıyorsunuz elektrik üretimini, özel sektörün yaptığı elektrik üretimini övünerek anlatıyorsunuz, benim kentimde 16 tane organize sanayi bölgesinin yarısından fazlasında elektrik yok, 300 milyon eurodan fazla zararı var. 13 bin nüfuslu köyde, mahallede, beldede, ne derseniz deyin, tam yedi gündür elektrik yok. Bakkalda, markette mum bitmiş, doğal gazını yakamıyor elektriği olmadığı için. Çözebildiniz mi arkadaşlar? Sorun vicdanlarınıza. Tek adamı getirip, on dört yıldır iktidarda bulunan tek adamı getirip, tek adam rejimini getirip, rejimi değiştirip bunları çözebileceğinizi mi düşünüyorsunuz?

Bu soruları sorarsanız size halk tarafından, millet tarafından verilen yetkiyi bir adama teslim etmezsiniz diyor ve Türkiye Büyük Millet Meclisine, Atatürk’ün kurmuş olduğu rejime sahip çıkarsınız diyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akar.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Sizin sorduğunuz sistem sorunu, sistemi düzelteceğiz.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – O zaman bu soruları sor.

BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisi lehinde Erhan Usta, Samsun Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Usta. (MHP sıralarından alkışlar)

ERHAN USTA (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi üzerinde söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Şimdi, tabii, Adalet ve Kalkınma Partisinin getirdiği her grup önerisi gibi bu da yine bir plansızlığın, programsızlığın eseri aslında; biz bunu her konuşmamızda, her defasında söylüyoruz. Yani, bir plan, program dairesinde maalesef Meclis hareket edemiyor. Böyle söz sırası gelince 2071’lere kadar takvim veriyoruz ama -bugün yaşadığımız bir şeyi anlatacağım ben- bir saat sonrasını göremiyoruz.

Dün akşam itibarıyla, bugünkü gündeme ilişkin, sayın grup başkan vekilinden nelerin olabileceğine ilişkin bir kısım bilgiler geldi ancak sabahleyin bu bilgilerin hepsi değiştirildi gruptan gelen, AKP Grubundan... Bugün bizim arkadaşlar -şöyle bakın, bizim grubun hazırladığı gündem- 6 defa gündem değiştirdiler. Yani, son dakikaya kadar da, saat ikiye kadar da bugün Afganistan tezkeresi görüşülecek mi, OHAL tezkeresi görüşülecek mi, bizim tam bir bilgimiz yoktu. Şimdi, bu şekilde bir Meclis çalışması, bu şekilde bir gündem oluşturulması… Bu Esas itibarıyla tabii, bugünkü grup önerisinde gelen içeriğe ilişkin çok fazla bir itirazımız yok; Afganistan, OHAL tezkereleri, bunların görüşülmesi lazım ancak yanlış hatırlamıyorsam bu Afganistan tezkeresi 6 Ocakta bitiyor. Bakın, üç gün sonra bitecek. Niye bu vakte kadar bekleniyor, niye bunları düzgün bir plan ve program dairesinde yapmıyoruz diye ben sormak istiyorum.

Tabii, bu yönetim tarzı ülkenin tamamını saran bir anlayış hâline geldi, işin kötüsü o. Hani sadece böyle günübirlik bu tür şeylerle sınırlı kalsa çok dert değil ama inanın, ülke bütün yönleriyle bu şekilde yönetiliyor. Yani böyle 2071’i konuşan fakat bir saat sonrasına ilişkin planı, programı olmayan bir yönetim anlayışıyla, maalesef, biz bu ülkeyi yönetiyoruz. Örneğin, pazartesi günü, Bakanlar Kurulu sonrası Sayın Hükûmet Sözcüsü Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a “Bakanlar Kurulunda OHAL tezkeresi görüşüldü mü?” diye soruldu. “Hayır, görüşülmedi.” dedi fakat sabahleyin OHAL tezkeresi Bakanlar Kurulu tarafından imzalanmış oldu. Bunlar nasıl oluyor? Yani büyük ihtimal, Hükûmetteki birçok bakanımız benim bu söylediğim şeylere içinden katılıyordur, “Biz de bir şey göremiyoruz, nasıl oluyor, bu işler nasıl yürütülüyor?” diye onlar da herhâlde feryat ediyorlardır ama maalesef, söyleyemiyorlar diye düşünüyorum.

Şimdi, tabii, günübirlik politikalarla büyük sorunları çözmek mümkün değil arkadaşlar. Türkiye bir ateş çemberi içerisinde yani işte sabahtan beri terörü konuşuyoruz, terörde ciddi sorunlarımız var, iç siyasette ciddi sorunlar var, çözülmesi gereken işler var, dış politika aslında tamamen bitmiş durumda, Türkiye orada da tam bir cenderenin içerisinde. Ekonomiye -birazdan belki bir miktar detaylarını konuşmak gerekebilir- bakıyorsunuz, orada da ciddi zorluklar içerisindeyiz. Ama, biz, bunları böyle günübirlik meselelerle katılımcı olmayan, istişareden uzak... Bırakın muhalefetle istişare etmeyi kurumlar arasında istişare yok. Bakın, ben bürokrasiden gelen bir arkadaşınızım, çok yakinen bürokrasiyi de takip ediyoruz tabii işimizin bir gereği olarak; bürokraside bir istişare yok, bir koordinasyon yok, kararlar alınıyor, en temel konularda bir konu getiriliyor onunla alakalı diğer kurumların haberi yok, Mecliste haber olmuyor, Mecliste haberi olmayan nöbetçi bakanlar kendi kurumlarını ilgilendiren fakat bir başka bakanlığın getirdiği konuyu hiç haberi olmadan savunmak zorunda kalıyor. Eğer çok ısrar ederseniz bunların örneklerini de ben size verebilirim. Şimdi, tabii, bu şekilde yönetim anlayışının da ülkeyi gelip tıkadığını hep beraber görüyoruz.

Türkiye zor günlerden geçiyor diyoruz, “birlik beraberlik” vurgusunun biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak özellikle -diğer siyasi partilerimiz de yapıyor elbette- üzerinde çok duruyoruz; birlik beraberlik diyoruz, terörle mücadelede Hükûmeti destekliyoruz diyoruz. Ancak, tabii, bu birlik beraberliğin de biraz altını doldurmak gerekiyor. Yani, birlik beraberliği, sıkıntı anında Hükûmetin veya iktidar grubunun muhalefet partilerini aradığı ama sıkıntıyı biraz savuşturduğunda -ne bileyim, oy hesabı yapıldığında- kendi oylarının bazı işleri yapmaya yettiği durumlarda muhalefeti hatırlamadığı siyasi bir ortamda uzun süre sürdürmenin imkânı yoktur. Hele hele böyle büyük sorunları çözmek istiyorsak bu ülkenin her tarafında uzlaşmayı, istişareyi hâkim kılmalıyız. Bu Mecliste de, dışarıda da, kurumlarda da her şeyde uzlaşmayı, istişareyi hâkim kılmalıyız. Şimdi, tabii, dolayısıyla “Bildiğim gibi yönetirim.” anlayışından Hükûmet vazgeçmek durumundadır eğer biz bu ülkenin meselelerini çözmek istiyorsak.

Tabii, bu programı yaparken biz AKP Grubundan şunu da bekliyoruz, Hükûmete sürekli söylüyoruz, diyoruz ki: Türkiye ekonomisi de çok ciddi sıkıntılar içerisinde; getirin programlarınızı, buradan, Meclisten hızlı bir şekilde geçirelim. Diğer muhalefet partileri de söylüyor bunu. Ancak, şu ana kadar bunlara ilişkin bir şey gelmiş değil. Türkiye ekonomisinin sorunlarını çözecek yapısal mahiyetli, reform mahiyetli çalışmalar şu anda ne komisyonlarda var ne Genel Kurul gündeminde var yani buralarda bekleyen hiçbir şey yok. Niye bunlar yapılmıyor, niye bunlar getirilmiyor? Biz bunları görmek istiyoruz. Yani, AKP’nin grup önerilerinde, biz burada Türkiye ekonomisinin sorunlarını çözecek kanun tasarılarının gündeme alındığını görmek istiyoruz.

Tabii, ilk yapılması gereken iş bir belirsizliği gidermemiz lazım, ekonomideki güveni tazelememiz lazım, güveni zedeleyecek davranışlardan da Hükûmetin kaçınması lazım. Bakın, bakanların çelişkili açıklamaları bu ülkede güveni zedeleyen, belirsizliği artıran en önemli unsurdur. Şimdi vaktimiz dar olduğu için bunlara örnek veremeyeceğim ama değişik konuşmalarda bunları defalarca gündeme getirdik. Dolayısıyla, güveni zedelemememiz lazım, belirsizlikleri azaltmamız lazım ki bu ülkede yatırım yapılabilsin, istihdam yapılabilsin. Bir gün sonrasını göremeyen müteşebbisten yatırım yapmasını bekleyemeyiz çok saygıdeğer arkadaşlar.

Şimdi, Hükûmet bir millî gelir serisi açıkladı, daha doğrusu, TÜİK bir millî gelir serisi açıkladı; bununla ilgili defalarca eleştirilerde bulunduk, ciddi teknik eleştirilerimiz var, siyasi eleştirilerimiz var; daha Hükûmetten çıt çıkmadı. Kim konuşuyor? TÜİK Başkanı açıklamalar yaptı; doğrudur, yerindedir açıklama yapması ama Hükûmet konuşmuyor, Sayın Cumhurbaşkanı buradaki eleştirilere cevap veriyor. Yani, cevap mahiyetinde bir şey yok ancak tabii, sözü kesiyor, “Doğrudur yaptığımız.” diyor, sözü kesiyor. Ama biz burada, Hükûmetten, bu yaptığımız eleştirilere ilişkin açıklama bekliyoruz, diyoruz ki: Eğer bu millî gelir serisi doğruysa, bu ölçüm doğruysa Türkiye, bütün politika dokümanlarını -Hükûmet programından başlayarak- Hükûmet programını, kalkınma planını, orta vadeli programı, yıllık programı çöpe atmalıdır. Çünkü, oradaki politikalar ile bu serinin söylediği şeyler tamamen farklı. Meğer Türkiye'nin sorunları çok farklıymış, Türkiye'nin bildik sorunları yokmuş; bu seri bunu söylüyor. Şimdi, buna ilişkin, Hükûmetin bir şey söylemesi gerekmiyor mu Allah aşkına? Niye bunlara ilişkin bize bir şeyler getirilmiyor? Niye bunlar bizim gündemimizde yer almıyor? Dolayısıyla, politikada bir belirsizlik var. Türkiye pusulasını kaybetti, yönünü bulmakta zorlanıyor, yön bulamıyor; bu şekilde Türkiye ekonomisini yürütmeye çalışıyoruz.

Şimdi, tabii, 2017 yılı ciddi risklerle karşı karşıya olduğumuz bir yıl. Bakın, iç şartlar açısından 2016 kadar kötü bir yılı inşallah yaşamayız. Yani, hakikaten, 15 Temmuz, hain bir darbe girişimi, sarsıntılar; onun öncesinde, ekonomideki zorluklar, terörle mücadele derken… Ancak, 2017 yılı küresel koşullar açısından, Türkiye ekonomisi açısından çok daha zor bir yıl olacaktır, Türkiye buna hazırlıklı olmalıdır. Buna ilişkin hiçbir hazırlık görmemek, eski bir bürokrat, yeni bir siyasetçi olarak beni, inanın, ürkütüyor; hiçbir hazırlık yok. Bakın, kurumlarda da bir çalışma yok arkadaşlar. Zannetmeyin ki hani, “Bize gelmedi de kurumlar çalışıyor.” Öyle bir şey yok. Yani, Türkiye 2017’nin risklerine karşı… Önümüzde, işte, FED’in alacağı kararlar var, almaya başladı ama para biraz daha, gelişmiş ekonomilere doğru akacak, bunlara ilişkin… Mesela, kamu maliyesinde ciddi risklerle karşı karşıyayız. Kamu-özel iş birliği projeleri bu ülkenin başındaki en büyük sıkıntıdır. Bakın, Osman Gazi Köprüsü’yle ilgili sıkıntılar -küçücük bir örnek üzerinden şimdi görebiliyoruz bunu- had safhaya ulaştı. Yani, yatırımcının, iki yılda bütün yatırım maliyetini garanti kapsamında devletten alacağı bir ortam var şimdi ama bunlarla sürekli övünülüyor. Nesiyle övünüyorsun kardeşim bunun? Yani, Türkiye yokluk zamanlarında bunu kendi bütçesinden yapmıştır, şimdi yap-işlet-devretlerle, kamu-özel iş birliğiyle yapıyoruz da devletin üzerine önümüzdeki dönem için çocuklarımıza ciddi bir risk getiriyoruz ama bunları Türkiye konuşamıyor, bunlara ilişkin bir hesap kitap ortada yok, Hükûmet herhangi bir şey getiremiyor. Şimdi, Osman Gazi Köprüsü’nün geçiş ücretleri düşürüldü. Tabii, bu maliyeti kim yüklenecek? Bunu yatırımcı yüklenmeyecek. Bütçe bunun altından nasıl kalkacak, önümüzdeki projelerden ne kadar maliyet gelecek? Defalarca hem komisyonlarda hem Genel Kurulda bununla ilgili bilgi istiyoruz, hiçbir bilgi gelmiyor.

Arkadaşlar, bunları şunun için söylüyorum: Madem bir gündem konuşuyorsak Türkiye'nin gündemi önümüzdeki bu riskler olmalıdır. Tabii, ekonomi kökenli olduğum için biraz ekonomi ağırlıklı konuştum ama siyasetle ilgili, dış politikayla ilgili bu ülke ciddi risklerle karşı karşıyadır fakat bu riskleri azaltacak, bu riskleri minimize edecek, bu riskleri konuşacak bir gündemle Hükûmet maalesef gelmiyor, bugün de gelmiyor, yarın da gelmeyeceğinden ben son derece eminim. Tabii, petrol fiyatları, Avrupa ülkelerindeki seçimler, bunun yansımaları, Amerika Birleşik Devletleri’nin korumacı politikaları… Bakın, işi kökten değiştirecek birtakım meseleler konuşuluyor Amerika’da yani küresel düzeyde bütün ticareti etkileyecek korumacı politikalar konuşuluyor, bunlara ilişkin Türkiye’de herhangi şey alınmıyor, hiçbir reform ajandası da maalesef önümüzde yok.

Ben yine de iyi niyetimi korumaya çalışıyorum ve Hükûmeti ve AKP Grubunu bu tür bir programla gelmeye davet ediyorum ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Usta.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisi aleyhinde, son konuşmacı Osman Baydemir, Şanlıurfa Milletvekili.

Buyurunuz. (HDP sıralarından alkışlar)

OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Tüm milletvekillerini saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Başkan, travmalarla, acılarla, yürek yangılarıyla geçirmiş olduğumuz 2016 yılının… Bu coğrafyanın hiçbir evladının, hiçbir annesinin, hiçbir babasının, hiçbir ferdinin benzer bir acıyı yaşamaması temennisiyle başlamak istiyorum ve bu temenninin hayat bulabilmesi için iktidar partisinin sunmuş olduğu çalışma takvimini içeren önergenin de aleyhinde, müsaadenizle, konuşmamı grubum adına sürdüreceğim.

Her şeyden önce 2016’da yaşamış olduğumuz bütün musibetlerin bu ülkeden defedilebilmesi açısından bu Parlamentonun en acil ihtiyacı, en acil tartışma konusu “Barışı nasıl inşa ederiz?” tartışması olmalıdır. Her şeyden önce bugün reel siyasete baktığımızda, günlük hayata baktığımızda tarihimizin neredeyse en karanlık döneminden geçiyoruz ve bu karanlığa ışık tutmak parlamenter olmanın, bu milleti temsil etmiş olmanın sorumluluğuyla her şeyden önce insani, ahlaki, vicdani, siyasi bir ödevdir, siyasi bir görevdir. Maalesef, uzun bir süredir -en azından Osman Baydemir olarak benim tanıklığım itibarıyla söylüyorum- Haziranın 8’inden bugüne değin, Parlamentoya ayak bastığımız günden beri Parlamentonun iradesi neredeyse elinden alınmış bulunuyor. Parlamentonun yürütmeye çalışmış olduğu bütün yasama gündemi neredeyse Parlamento dışında belirleniyor. Hâl böyle olunca da buradaki vicdan, buradaki akıl maalesef devreye girmiyor.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyet tarihinde bir ilk başarıldı. 2013-2015 Nisan, Mayıs aylarına kadar bu ülkede insanlar hayatını yitirmedi, yüz yıllık sorun istişare, müzakere yoluyla çözülmenin gayreti içerisine girildi. Ben şimdi bütün vicdanlara; bizi ekranları başında izleyen Türk’ün de, Kürt’ün de, Alevi’nin de, Sünni’nin de, inananın da, laikin de vicdanına soruyorum: 2013-2015 Nisan, Mayıs, Temmuz ayları mı; 2016’nın, 2017’nin bugünleri mi? Önümüze bir tercih konulursa hangisini tercih ederiz? Ben 2013’ü, 2014’ü, 2015’i tercih ederim ve reddederim; şiddeti reddederim, ölümü reddederim, kanı, gözyaşını reddederim. Eğer bu minvalde bir sonuca ulaşmak istiyorsak o zaman bir kez daha demokrasiye, bir kez daha özgürlüklere, bir kez daha birlikte yaşam arzusuna sahip çıkmamız gerekiyor.

Ve müsaadenizle ben dikkatinizi bir kez daha o ağır bilançolara çekmek istiyorum: Geçen on dokuz ayda sadece ve sadece canlı bomba saldırılarında 573 insan yaşamını yitirdi, 2.664 kişi yaralandı yani neredeyse ayda 30 can toprağa düşüyor. Allah aşkına, yetmiş yıl boyunca bugün Hükûmetin kurmaylarının kullanmış olduğu dil kullanıldı ve bunun dışında bir tablo, bunun dışında bir bilanço olmadı.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – O dönemde neden çukurları kazdınız o zaman?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - O hâlde gelin aynen bu soruyu soralım: Ne oldu da o süreç akamete uğradı?

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Neden bombaları döşediniz o yerlere? Oralara neden bomba döşediniz, onları açıklayın.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Ne oldu da o süreç nihayete erdirilmedi ve ne olursa, ne yapılırsa ve aynı zamanda ne yapılmazsa o zemine bir kez daha geri dönülebilinir, bir kez daha ortak bir gelecek inşa edilebilinir? Ama, hiçbirinizin şüphesi olmasın ki bu ülkede şu anda yok edilmeye çalışılan, aynı zamanda legal demokratik siyasetin ta kendisidir.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Bu soruya cevap vermediğiniz sürece söylediğiniz her şey tiyatro.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Seçilmiş olduğum şehir olan Urfa’da, aralarında 2 belediye eş başkanının da bulunduğu 190 kişi tam yirmi üç gündür toplama kampı koşullarında tutuluyor, avukatların gözaltındakilerle görüşebilmesi için ailelerinden özel bir izin almaları gerekiyor. Birileri katliam yapıyor, birileri suç işliyor, birileri önlemekte basiret gösteremiyor ama faturası HDP’ye çıkarılmaya çalışılıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 12 Aralık günü Ceylanpınar HDP ilçe teşkilatı binasına “arama” adı altında giren kolluğun, ilçe teşkilatını getirmiş olduğu hâlin tablosunu görüyorsunuz. Çok açık ve net söylüyorum; bu, hukuksuzluktur ve bu uygulamayı reva görenler tarihte emin olun ki “barbar” olarak anılacaklardır. Bakın, binanın 1’inci katından 2’nci katına, konferans salonuna bütün kapılar kırılmış, bütün eşyalar tahrip edilmiş durumda.

Aynı şekilde, öyle bir saik düşünün ki şiddetin, ölümün ve kan dökmenin yegâne mağduru -bir kez daha söylüyorum- hayatını yitirenlerdir, ölüme gönderilenlerdir. Ama onun yaratmış olduğu bir diğer sonuç da vardır: Legal demokratik siyaset zemini ortadan kaldırılıyor. Bu minvalde de legal demokratik siyasete yöneltilen saldırıların en büyük mağduru şüphesiz ki HDP’dir. Bugün bu sıralarda olması gereken 12 milletvekili arkadaşımız şu anda bu sıralarda değil, cezaevinde bulunuyor.

Çok açık ve net söylüyorum, bütün HDP milletvekillerini cezaevine koysanız, bütün ilçe, il teşkilatlarımızı alsanız cezaevine koysanız, yetmedi 6 milyon seçmeni cezaevine koysanız, tablo bunun dışında bir tablo olmayacaktır çünkü yetmiş yıl boyunca tablo bunun dışında bir tablo olmadı. O hâlde yegâne yol var, yegâne çözüm var; o da ortak değerlerde, ortak paydalarda bir kez daha buluşmanın arayışı içerisine yani çözümün arayışı içerisine girmektir.

Bakın, gündem okunduğunda, bu ayın gündemi okunduğunda… Parlamentoda sözüm ona bir anayasa oylanacak. Peki, Anayasa -Allah aşkına, hukukçular var- bir toplumsal sözleşmedir; toplumun tümünün ortak paydalarda buluşması ve geleceğini şekillendirmesi, eşitçe, kardeşçe, özgürce, hakça bir yaşam sürdürmesinin, âdeta birbirini bağlayan, birbirine gelecek adına söz veren bir metnidir ama gelin görün ki bu metnin bu Parlamento çatısı altında toplumla dahi paylaşılmasına müsaade edilmiyor. Yaklaşık olarak iki yüz saatlik bir çalışma öngörülüyor ama bu iki yüz saatin ancak ve ancak en fazla yirmi sekiz saati TRT’de canlı yayınlanacak. Peki, mademki toplumsal sözleşme, mademki milletin iradesine başvuruyoruz, mademki milletin iradesine gidiyoruz o hâlde tartışmanın kendisini, özünü milletle, milletin huzurunda tartışmaktan neden imtina ediyoruz?

Değerli milletvekilleri, çok açık ve net söylüyorum, şiddetten, ölmekten ve öldürmekten, ölüme göndermekten hiç kimse ama hiç kimse sonuç itibarıyla kazançlı çıkmayacaktır. Yetmiş yıl boyunca bu coğrafyada yaşanan ölüm, savaş, kavga, çatışmanın -adına ne derseniz deyin- özü itibarıyla hiçbir kazananı olmamıştır, sadece ve sadece emperyallere kaşıyabilecekleri yaralar sunma fırsatı vermek dışında ve bugün, maalesef, bu ülke pek çok kesimin kaşıyabileceği açık yaralar hâline dönüşmüştür. O hâlde, gelin, bir kez daha bu gidişata bir “Dur.” diyelim; gelin, bir kez daha “toplumsal sözleşme” diyebileceğimiz onurlu bir barışı çocuklarımıza, evlatlarımıza, torunlarımıza miras olarak bırakabileceğimiz bir zemin üzerinden, istişare zemini üzerinden, diyalog zemini üzerinden, ortak paydalarda buluşma zemini üzerinden yeni bir sayfa açalım. Eğer bu sayfayı açmayı başarmazsak başta Hükûmet olmak üzere, burada bulunan bütün parlamenter hem halkın huzurunda hem de Hakk’ın huzurunda mesul olacaklardır.

Bu duygularla, hepinizi bir kez daha saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baydemir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisini oylarınıza…

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, yoklama talebimiz var.

BAŞKAN - Evet, oylarınıza sunacağım ancak bir yoklama talebi vardır. Bu nedenle yoklama işlemini gerçekleştireceğim.

Talepte bulunan milletvekillerini tespit ediyorum: Sayın Gök, Sayın Arslan, Sayın Çamak, Sayın Durmaz, Sayın Karadeniz, Sayın Bektaşoğlu, Sayın Yedekci, Sayın Demirtaş, Sayın Tümer, Sayın Purçu, Sayın Akaydın, Sayın Özdemir, Sayın Usluer, Sayın Yıldız, Sayın Göker, Sayın Demir, Sayın Çam, Sayın Ayata, Sayın Kuşoğlu, Sayın Gaytancıoğlu.

Yoklama için iki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

IX.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan 446 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bu kısmının 1’inci sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” kısmında bulunan Afganistan’a asker göndermeyle (süre uzatımı) ilgili (3/862) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi’nin okunarak görüşmelerinin 3 Ocak 2017 Salı günkü birleşiminde yapılmasını müteakip olağanüstü hâlin uzatılmasına dair (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi’nin okunarak görüşmelerinin 3 Ocak 2017 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; bastırılarak dağıtılan (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin 3 Ocak 2017 Salı günkü gündeminin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1’inci sırasına alınarak Anayasa’nın 99’uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin bu birleşiminde yapılmasına; yine bugünkü birleşiminde gündemin “Seçim” kısmında Kişisel Verileri Koruma Kurulu üyeliklerine üye seçiminin yapılması akabinde başkaca bir işin görüşülmemesine; 446 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesine ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, Anayasa’nın 92’nci maddesine göre verilmiş olan Başbakanlık tezkeresinin görüşmelerine başlıyoruz.

Şimdi, tezkereyi okutuyorum:

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

5.- Başbakanlığın, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, NATO’nun Afganistan’da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 6/1/2015 tarihli ve 1079 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 6/1/2017 tarihinden itibaren iki yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/862)

3/1/2017

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin 1368 (2001), 1373 (2001) ve 1386 (2001) sayılı Kararları çerçevesinde ve 5 Aralık 2001 tarihli Bonn Konferansı sonuçları uyarınca, Afganistan Hükümetinin güvenlik durumunun iyileştirilmesi ve kendi güvenlik kabiliyetlerinin oluşturulmasına yardımcı olmak amacıyla 2001 yılında Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti (ISAF) oluşturulmuş; 2003 yılında bu kuvvetin sorumluluk alanı 1510 (2003) sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı’yla Kabil'in ötesine genişletilerek stratejik komuta, kontrol ve eşgüdümü NATO Daimî Konseyinin 16 Nisan 2003 tarihli kararıyla NATO tarafından üstlenilmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10 Ekim 2001 tarihli ve 722 sayılı Kararı’yla Hükümete verdiği yetki temelinde, Afganistan'da ISAF Harekâtı’nın başlangıcından itibaren görev almıştır.

NATO devlet ve hükûmet başkanları, 20-21 Mayıs 2012 tarihlerinde Şikago'da ve 4-5 Eylül 2014 tarihlerinde Galler'de gerçekleştirilen zirvelerde, Afganistan'ın mutabakatıyla, ISAF'ın bitiminden sonra Afganistan'da muharip olmayan Kararlı Destek Misyonunun başlatılmasını kararlaştırmışlardır. Söz konusu Misyon, ülke genelinde güvenlik sorumluluğunu üstlenecek Afgan ulusal güvenlik güçlerine eğitim, danışmanlık ve yardım sağlamaktadır.

Afganistan’la köklü kardeşlik ve dostluk ilişkileri bulunan Türkiye, Afganistan'ın millî birliği ve bütünlüğü ile bağımsızlığını her zaman desteklemiş; Afgan halkının barış, istikrar ve refah içinde yaşamasını teminen, her alanda Afganistan’la dayanışma içinde olmuştur. Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı dış yardım programlarından birini Afganistan'da yürütmekte olan ülkemiz, 6/1/2015 tarihli ve 1079 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı temelinde söz konusu Misyona katkıda bulunmaktadır.

NATO devlet ve hükûmet başkanları, 8-9 Temmuz 2016 tarihlerinde Varşova'da düzenlenen Zirvede, 2016 yılı sonrasında da Misyon kapsamında Afganistan'a sağlanmakta olan katkıların sürdürüleceğini taahhüt etmişlerdir. Bu çerçevede, Misyona katkımızın sürdürülmesinin Afganistan’la ikili ilişkilerimizin ve bölgede izlemekte olduğumuz faal dış politikamızın doğal bir uzantısını oluşturacağı değerlendirilmektedir.

Bu mülahazalar ışığında hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO'nun Afganistan'da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan Misyona katılmak amacıyla ülkemiz üzerinden Afganistan'a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye'de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için, 6/1/2015 tarihli ve 1079 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla Hükûmete verilen izin süresinin 6/1/2017 tarihinden itibaren iki yıl uzatılmasını Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca arz ederim.

                                                                                      Binali Yıldırım

                                                                                         Başbakan

BAŞKAN - Hükûmet? Burada.

Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.

Tezkere üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:

Hükûmet adına Sayın Fikri Işık, Millî Savunma Bakanı. Gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ekmeleddin Mehmet İhsanoğlu, İstanbul Milletvekili; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Hişyar Özsoy, Bingöl Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Öztürk Yılmaz, Ardahan Milletvekili; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Şirin Ünal, İstanbul Milletvekili. Şahıslar adına, Ruhi Ersoy, Osmaniye Milletvekili; Ahmet Yıldırım, Muş Milletvekili.

Şimdi, ilk söz Hükûmetin. Hükûmet adına Sayın Fikri Işık, Millî Savunma Bakanı.

Buyurunuz Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra etmekte olduğu Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışında konuşlandırılması; aynı amaçlara yönelik olmak üzere, yabancı silahlı kuvvetlerin söz konusu Misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunmasına izin verilmesine dair tezkerenin gerekçesi üzerinde Hükûmet adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, 2017 yılının ülkemiz için, milletimiz için ve bütün insanlık için hayırlar getirmesini temenni ediyorum ve özellikle, yılbaşı gecesi İstanbul’da yaşanan o hain terör saldırısını şiddetle ve nefretle kınıyorum. Bu saldırıda hayatını kaybeden tüm insanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.

Terörün hedefi millî birlik ve beraberliğimizdir, bunun panzehri ise bu millî birlik ve beraberliğimizi korumaktır. Bu noktada Türkiye yoğun bir terörle mücadele süreci yaşıyor ve terörle yoğun şekilde mücadele ediyor. Şu anda dünyada bu kadar fazla terör örgütüyle aynı anda mücadele eden bir tek ülke var, o da Türkiye ama Allah’ın izniyle birliğimizi ve beraberliğimizi koruyarak bu terör belasının üstesinden gelmesini de bileceğiz. Bu konuda özellikle askerimizin, polisimizin, jandarmamızın ve bütün güvenlik güçlerimizin ortaya koyduğu gayretten dolayı hepsine müteşekkiriz. Bu vesileyle, bu toprakların bize vatan olması ve vatan kalması için hayatını kaybeden bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, gazilerimize acil şifalar diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şuna inancımı bir kez daha ifade ediyorum: Birliğimiz, beraberliğimiz daim olduğu sürece ülkemizin bekası da garanti altında olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasındaki kesişme noktası olmasından dolayı çok ciddi fırsatları ve aynı zamanda çok ciddi sorumlulukları var. Böylesine hassas bir coğrafyanın merkezinde yer alan ülkemizin ulusal düzeydeki gücünü ve potansiyelini tahkim eden NATO üyeliği, uluslararası güvenlik ve savunma politikamızın da temel unsurlarından birisini oluşturmaktadır. Bildiğiniz gibi NATO ittifakı, Avrupa-Atlantik bölgesinde ve ötesinde istikrar ve barışın temini amacıyla, Kosova’dan Afganistan’a uzanan coğrafyada, muhtelif misyonlar üstlenmiş olup bu sayede uluslararası güvenlik ve istikrara önemli katkılar sağlamaktadır.

Derin tarihî ve yakın ilişkilere sahip olduğumuz dost ve kardeş ülkelerden birisi de hiç kuşkusuz Afganistan’dır. Cumhuriyet öncesine uzanan iki ülke arasındaki ilişkiler, Afganistan’ın Ankara Hükûmetini, dikkatinizi çekiyorum, 1 Mart 1921 tarihinde yani Kurtuluş Savaşı devam ederken tanıyan ilk ülke olması nedeniyle ayrı bir anlam ve önem taşımaktadır. Afgan halkının, Türk milletinin kurtuluş mücadelesine en baştan itibaren verdiği destek gönüllerimizde ve hafızalarımızda müstesna yerini korumaktadır. Bildiğiniz gibi Kurtuluş Savaşı’mız sırasında Afgan kadınları ziynet eşyalarını bile vermek suretiyle bu mücadeleye destek sağlamıştı. Bizimle birlikte Çanakkale’de Afganların savaştığını biliyoruz.

Özetle, köklü bir tarihten kaynaklanan Afganistan’la ilişkilerimiz karşılıklı saygı, iş birliği, hakiki dostluk ve kardeşlik bağları temelinde günümüze kadar süregelmiştir. Türkiye de Afganistan’ın millî birliğini, bütünlüğünü ve bağımsızlığını her zaman desteklemiş, kardeş Afgan halkının barış, istikrar ve refah içerisinde yaşamasını teminen Afganistan’la her alanda dayanışma içerisinde olmuştur. Nitekim, Gazi Mustafa Kemal Atatürk en seçkin subaylarını Afganistan’ın millî ordusunun teşkil edilmesi için görevlendirmiştir. Bugün dahi Afgan ordusunda kullanılan “koğuş”, “karavana” gibi kelimeler bu çabaların ne kadar kalıcı neticeler doğurduğunun göstergesidir.

Türkiye, 1920’lerde ve 1930’larda sadece Afgan ordusunun teşkilinde değil, Afganistan’ın ilk modern hastanesi ve tıp fakültesinin kurulmasında, hukuk ve siyasal bilgiler fakültelerinin geliştirilmesinde de çok önemli katkılar sağlamıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın altüst ettiği dengeler Asya’da da etkili olmuş, soğuk savaş dönemi dost ve kardeş pek çok ülkenin arzu ettiği seviyede ilişkilerini geliştirmesine maalesef izin vermemiştir.

1979 yılından başlayarak büyük badireler atlatan dost ve kardeş ülke Afganistan, sonunda uluslararası camianın yardımına muhtaç hâle gelmiştir. Neticede Afganistan’ın yeniden istikrara ve güvenliğe kavuşturulması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 2001 yılında alınan kararlar çerçevesinde ve 5 Aralık 2001 tarihli Bonn Konferansı sonuçları uyarınca Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti yani ISAF oluşturulmuştur. Afgan Hükûmetine ülkedeki güvenlik durumunun iyileştirilmesi ve kendi güvenlik kabiliyetlerinin oluşturulması konusunda yardımcı olmak amacıyla teşkil edilen ISAF’ın sorumluluk alanı 1510 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’yla 2003 yılında Kâbil’in ötesine de genişletilmiş ve stratejik komuta kontrol ve eş güdümü NATO tarafından üstlenilmiştir.

ISAF hakkında NATO üyelerinin yanı sıra özellikle bu harekâta dünyanın dört bir köşesinden pek çok ülke de personel katkısında bulunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, tarihten gelen bağlarla dost ve kardeş olduğu Afgan halkı için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10 Ekim 2001 tarihinde aldığı 722 sayılı Karar’la Hükûmete verdiği yetki temelinde en başından itibaren ISAF harekâtının içerisinde yer almıştır. Harekâtın liderliğinin ülkeler tarafından dönüşümlü olarak yürütüldüğü dönemde Türkiye iki kez tüm harekâtın liderliğini üstlenmiştir. Harekât bölgelere ayrıldıktan sonra ise, önce İtalya ve Fransa’yla dönüşümlü olarak, bilahare 1 Kasım 2009 tarihinden 1 Ocak 2015 tarihine kadar tek başına Kâbil Bölge Komutanlığı görevini üstlenmiştir. Ülkemiz tıpkı 1920’lerde ve 1930’larda yaptığı gibi, NATO’nun misyonları kapsamında, 2000’li yıllarda da Afgan Ulusal Ordusu ve polisi için gerek Afganistan’da gerekse Türkiye’de çeşitli seviyelerde ve farklı konularda çok sayıda eğitim vermiş, Afganistan’daki NATO eğitim Misyonuna personel katkısında bulunmuş ve Kâbil’de Gazi Askerî Eğitim Merkezini kurmuştur.

Türkiye, katkılarını sadece savunma ve güvenlik alanıyla sınırlamamış, Afganistan’da yeniden imar ve kalkınma faaliyetlerinde de bulunmuştur. Bu amaçla biri Kâbil’e yakın olan Vardak vilayetinde, diğeri Cevizcan vilayetinde olmak üzere, iki adet bölgesel imar ekibi kurarak Afgan halkının doğrudan yararına olacak sulama, bayındırlık, okul, hastane inşası, kurs ve eğitim faaliyetlerini icra etmiştir. Bu zor dönemde askerî, iktisadi, sosyal ve kültürel olmak üzere, her alanda verdiğimiz desteğin Afgan halkının gönlünde ayrı bir yeri olmuştur. Bu katkılarımız Afganistan’la tarihe dayanan ve zor zamanlarımızda birbirimize yardımcı olmayı gelenek hâline getirdiğimiz köklü ilişkilerimizin doğal bir neticesidir.

Ayrıca, ISAF kapsamındaki görevlerimiz, ittifak dayanışması ve Kuzey Atlantik Antlaşması’ndan kaynaklanan yükümlülüklerimizle de uyum içerisinde olmuştur. Afganistan’da bu çabalar sayesinde sağlanan ilerleme neticesinde Afgan ordusu ve polisinin daha fazla sorumluluk alabilecek seviyeye geldiği değerlendirilerek ülkenin güvenlik ve sorumluluğu en istikrarlı bölgelerden başlamak üzere 2011-2014 yılları arasında 5 aşamada Afgan makamlarına devredilmiştir. Böylece, Afgan ulusal güvenlik ve savunma güçleri Afganistan’ın tamamında güvenlik sorumluluğunu üstlenmiştir. Bunun üzerine, NATO, harekâtın karakteri ve kapsamının değiştirilmesi cihetine giderek ISAF Harekâtı 2014 yılında bitirilmiştir.

Bunun yerine, NATO devlet ve hükûmet başkanlarının 2012’de Chicago’da ve 2014’te Galler zirvelerinde aldığı kararlar uyarınca, Afganistan’ın da mutabakatıyla, ISAF’ın bitiminden sonra Afganistan’da muharip olmayan yeni bir misyonun başlatılması kararlaştırılmıştır. “Kararlı Destek Misyonu” adı verilen ve yine NATO liderliğinde yürütülen bu görev 1 Ocak 2015 tarihinde başlatılmıştır. Bu misyon kapsamında, ülke genelinde güvenlik sorumluluğu üstlenen Afgan ulusal güvenlik güçlerine eğitim, danışmanlık ve yardım faaliyetleri sağlanmaktadır. Bu yeni Misyona NATO ülkelerinin yanı sıra NATO üyesi olmayan Azerbaycan, Gürcistan, Arnavutluk, Makedonya ve Bosna-Hersek gibi gönüllü dost ülkeler de iştirak etmektedir.

Türkiye, ISAF Harekâtı’nda olduğu gibi Kararlı Destek Misyonu’nda da önemli görevler üstlenmiştir ve üstlenmeye devam etmektedir. Bu kapsamda, Türkiye, Kâbil Bölge Komutanlığı güvenlik sorumluluğunu Afgan güvenlik kuvvetlerine devretmiş, Kararlı Destek Misyonu için bu defa Kâbil bölgesinin çerçeve ülkesi olmuştur. Bu görev, eğitim, danışmanlık ve yardım faaliyetlerinin yanı sıra, Kâbil bölgesinde diğer katılımcı ülkelerin faaliyetlerinin koordinasyonunu içermektedir. Yeni Misyon çerçevesinde Afganistan’daki toplam personel mevcudumuz 700’ün üzerindedir. Ayrıca, denize kıyısı bulunmayan hatta coğrafi ve siyasi nedenlerle en yakın denizlere erişimi bile çok zor olan Afganistan’ın dünyaya açılan en önemli kapısı durumundaki Kâbil Uluslararası Havaalanı’nın işletmesi de 2017 yılına kadar Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından üstlenilmiş bulunmaktadır. Kâbil Uluslararası Havaalanı’nın işletilmesi görevi kapsamında dost ülkelerden Azerbaycan, Arnavutluk ve Makedonya’nın personeli de Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının emir komutasında görev yapmaktadır. Bu kapsamda, Azerbaycan ve Arnavutluk personelinin maaş dâhil tüm masrafları, Makedon personelin de lojistik destek ihtiyaçları ülkemiz tarafından karşılanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, Afganistan’da üstlenmiş olduğu sorumluluğu tarihî dostluk ve kardeşlik bağlarına sahip olduğumuz cihetle memnuniyetle taşımaktadır. Üstlendiğimiz bu sorumluluklar ülkemizin uluslararası barışın sağlanmasına ve korunmasına verdiği önemi de somut olarak ortaya koymaktadır. Nitekim, Türkiye'nin ittifakın gerek askerî gerek siyasi etkinliğinin muhafazası yönünde sarf ettiği çabalara ve üstlendiği önemli rollere yönelik olarak hem müttefiklerce hem de NATO ortağı ülkelerce hakkı teslim edilmektedir.

Cumhuriyet tarihinin en büyük dış yardım programını Afganistan’da yürütmekteyiz ve ülkemizin NATO’nun Kararlı Destek Misyonu’na katkıda bulunmasını Afganistan’la ikili ilişkilerimizin ve bölgede izlemekte olduğumuz aktif dış politikamızın doğal bir neticesi olarak görüyoruz. Türkiye, bu anlayışla, Afganistan’ın yeniden imarı ve kalkınması için 2012 yılındaki Tokyo Konferansı’nda ve 2016 yılındaki Brüksel Konferansı’nda Afganistan için yüz ellişer milyon ABD doları tutarında kaynak tahsis etmiştir.

Afganistan’a katkılarımız sadece ikili düzeyde de kalmamıştır. Nitekim, Türkiye-Afganistan-Pakistan arasında üçlü iş birliği mekanizması olan Ankara süreci, keza Afganistan odaklı bölgesel iş birliğini teşvik etmek üzere 2011 yılında tarafımızdan Afganistan’la birlikte başlatılan “Asya’nın Kalbi-İstanbul Süreci” bizim inisiyatifimizle ortaya çıkan ve hâlâ devam eden çok tesirli girişimlerdir.

Benim Millî Savunma Bakanlığı görevini üstlendiğim ilk hafta yaptığım Afganistan ziyaretinde, özellikle Afganistan’ın Pakistan’la olan sorunlarının çözümünde doğrudan görüşmeler, bunun mümkün olmadığı ölçüde de Türkiye olarak tek çıkarımızın Afganistan ve Pakistan’ın dostluğu olduğunu vurgulayarak bu sorunların çözümü için Türkiye'nin ortaya koyduğu yaklaşımı bir kez daha ifade ettim. Özellikle bölgedeki başka saiklerle bu sorunlara dahli olan, dâhil olan pek çok ülkenin aslında birinci amaçlarının bölgenin sorunlarını çözmek olmadığını defalarca ifade ettik. Biz Afganistan ve Pakistan arasındaki var olan sorunların dostluk ve kardeşlik temelinde öncelikle kendi aralarında çözülmesini birinci tercih olarak ortaya koyduk. Bu olmadığı sürede de kesinlikle Türkiye'nin bu noktada gönüllü olarak ara buluculuk yapacağını, iki ülke arasında ayrım yapmadan sadece ve sadece Afganistan ve Pakistan’ın ortak çıkarına hizmet edecek bir çözüm için Türkiye'nin gayret sarf etmeye devam edeceğini kendilerine bir kez daha ilettik.

Netice olarak, Afganistan’da barış ve istikrarın tesisi için sürdürülen çabalara başından beri katkıda bulunan Türkiye, gelecekte de dostluk ve kardeşlik hisleri içerisinde bize ihtiyaç duyduğu ve istediği müddetçe Afgan halkının yanında bulunmaya devam edecektir.

Bu düşüncelerle, kapsamı ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit olunacak şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra etmekte olduğu Kararlı Destek Misyonu kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin söz konusu Misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye'de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için, Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca Hükûmete iki yıl süreyle izin verilmesini yüce Meclisin takdirine sunuyorum. Bu noktada bütün partilerimizin aynı anlayış içerisinde olduğunu biliyorum ve şimdiden verdiğiniz destek için her birinize, bütün gruplarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyor, yüce Meclisi en içten sevgiyle saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Şimdi gruplara söz vereceğim.

Gruplar adına ilk konuşmacı, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Ekmeleddin Mehmet İhsanoğlu.

Buyurunuz Sayın İhsanoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Millî Savunma Bakanlığının Sayın Bakanı, Bakanlığın güzide temsilcileri; Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, NATO’nun Afganistan’da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesiyle ilgili düzenlenen, 3 Ocak 2017 tarihli Hükûmet tezkeresi konusunda Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Sayın Başkan, değerli üyeler; yeni bir yıla başlarken ve huzurunuzda ilk konuşmamı yaparken daha mutlu bir ruh hâleti içerisinde olmayı isterdim fakat ne yazık ki yılbaşında İstanbul Ortaköy’de vuku bulan hunharca cinayet neticesinde 39 insanımızı ve misafirimizi kaybetmiş bulunuyoruz, onun için başka türlü bir ruh hâleti içinde olmak mümkün değildir. Dolayısıyla, sözlerimin başında bu menfur hadiseyi en şiddetli şekilde telin ederek, bu hâlin son olması ümidiyle, vefat eden mağdurlara Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ederken, ailelerine ve ülkelerine en halisane taziyetlerimi sunmak isterim.

Yine, sözlerime başlamadan önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın İsmail Kahraman’a acil şifalar diler ve en kısa zamanda sağlığına kavuşmasını ve aramıza katılmasını temenni ederim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben konuşmamda üç konu üzerinde duracağım. Birincisi, dost ülke, kardeş ülke Afganistan; ikincisi, terör; üçüncüsü, NATO içindeki Türk katkısı ve mevzubahis olan tezkerenin desteklenmesi hususu.

Birinci konuda yani Türkiye-Afganistan münasebetleri konusunda ve bu münasebetlerin stratejik önemi üzerine şunu söylemek istiyorum: Türk milleti ile Afgan milleti arasında kökleri tarihe uzanan çok kadim münasebetler bulunmaktadır. Bunlar Orta Asya’da komşu 2 kavim, 2 millet ve 2 devlet olarak devam etmiştir. Daha sonra bağımsız bir ülke olarak 1919’da ortaya çıkan yeni Afganistan devletinin Türkiye Cumhuriyeti’yle münasebetleri daha doğum hâlindeyken, o günden itibaren -Sayın Bakanın da işaret ettiği gibi- çok önemli bir noktada başlamıştır ve 1919’da kurulan Afganistan devleti 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk ülke olmuştur. Bu Meclisten çıkan ilk kararlardan biri Kâbil’de bir Türk temsilciliğinin açılması olmuştur. Hatta ilk temsilci, Afgan asıllı bir Türk subayı olan Abdurrahman Samadan Bey olmuştur. 1921 tarihinde bu Meclis Türkiye-Afganistan İttifak Muahedenamesi’yle diplomatik ilişkileri kurmuştur Türkiye ile Afganistan arasında ve orada ilk büyükelçimiz tayin edilmiştir. Kâbil’e gidenler bilirler, orada en büyük sefaret binası ve mekânı Türk Sefaretine aittir. O da o günkü devletin devletimize hediyesidir.

O bakımdan, Afganistan ile Türkiye arasında kuruluşundan itibaren, 1919’dan itibaren çok önemli ilişkiler olmuştur ve Türk insanı modern Afganistan’ın kuruluşunda önemli katkılar sağlamıştır. Mesela Kâbil’de üniversite kurulurken, darülfünun kurulurken, Kâbil Darülfünunu İstanbul Darülfünun örneği üzerinden kurulmuştur ve İstanbul Darülfünunun hocaları gidip oradaki tıbbiyeyi kurmuşlardır ve diğer fakülteleri kurmuşlardır, uzun yıllar hocalık yapmışlardır ve orada kurulan hastane, kurucusu olan Türk hekimin adını hâlâ taşımaktadır. Bu 1910’lu yıllar boyunca devam eden münasebetler 1979’a kadar devam etmiştir. Maalesef, Sovyet işgali Afganistan’ın çok kötü bir duruma düşmesine yol açmıştır ve Afganistan’ın bir terör odağı hâline gelmesini tevlit etmiştir.

Bugün terör üzerinde dururken şunu hatırlamamız lazım: Şimdi, terörle mücadele ederken biz 20’nci yüzyıldaki terörün nereden nereye geldiğini iyi idrak etmek durumundayız çünkü 20’nci yüzyılda terör tarihinin en önemli dönüşüm mekânı olan Afganistan üzerinde durmak gerekir. 20’nci yüzyılda terör yani karanlık güçlerin elinde maşa olarak kullanılan tedhiş faaliyetleri ilk önce Birinci Dünya Savaşı öncesinde hemen başlamıştır ve Birinci Dünya Savaşı boyunca devam etmiştir fakat kapsamı dardı, hedefleri mahduttu. Afganistan’a gelindiği zaman, Afganistan’da cihat adına vekâlet savaşları başlamıştır ve işin rengi ve boyutları değişmiştir. Belirli global ve bölgesel aktörlerin gayretiyle hezimete uğratılan işgalci Sovyet orduları çekildikten sonra, vekâleten savaşan vekiller bu sefer müvekkillerine dönüp onları vurmaya çalışmışlardır. Böyle bir acı bir şeyi vardır. O bakımdan, Afganistan’da terör hareketinin önemi çok büyüktür, onu idrak etmek lazım.

Biraz önce arz ettiğim gibi, Birinci Dünya Savaşı’nın öncesinde, Avusturya Arşidükü’nün suikasta uğramasıyla Birinci Dünya Savaşı patlamıştır. Birinci Dünya Savaşı esnasında da en büyük tedhiş hareketleri Osmanlı’ya olmuştur. Arap Yarımadası’nda Hicaz demir yollarını patlatan bedeviler o silahları, o infilak eden bombaları ve cephaneyi İngiliz istihbaratından ve Arabistanlı Lawrence’tan almışlardır. O bakımdan, o tedhiş hareketleri, o terör hareketleri ile 1989’dan sonra yani Sovyetler’in çekilmesinden sonra başlayan terör hareketleri arasında çok büyük fark var. Burada global ve bölgesel faktörlerin gayretiyle “cihat” adına yeni bir faaliyet türü başlıyor, bir terör türü başlıyor ve cihat adına yapılan terör faaliyetleri çok global boyutlar alıyor.

Şimdi, Sovyetler çekildikten sonra ve Sovyetler mücahitlerin gayretleriyle, savaşmasıyla hezimete uğradıktan sonra Taliban iktidara geldi ve bu sefer El Kaide, vesaire gibi terör güçleri daha da ileri boyuta intikal etmişlerdir.

Şimdi, mesela, hatırlarsınız, 11 Eylül 2001’de New York’a yapılan saldırılar El Kaide’nin yaptığı noktasında… O bakımdan, o terör ile biraz önceki terör arasındaki mücadele farkı çok önemlidir ve Amerika Birleşik Devletleri 7 Ekim 2001 tarihinde terörle mücadele politikası kapsamında Afganistan’a askerî müdahalede bulunmuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları ve Bonn Konferansı sonuçları uyarınca 2001 yılında ISAF yani Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti oluşturulmuştur. Bu kuvvetin, ISAF’ın, 2003 yılında stratejik komuta, kontrol ve eş güdümü NATO tarafından üstlenilmiştir.

Şimdi, 2001 tarihinde yani 57’nci Hükûmet iktidardayken bu yüce Meclise bir tezkere getiriliyor, bugünkü tezkerenin temeli olan ilk tezkere buraya getiriliyor 10 Ekim 2001 tarihinde ve ISAF’a Türkiye’nin katılması sağlanıyor. 2001 yılı Ekim ayında gerçekleştirilen Genel Kurul görüşmelerinde ortaya koyduğu prensiplere sadık kalarak Milliyetçi Hareket Partisi bu tezkereyi o günden bugüne kadar desteklemiştir. O gün yani Ekim 2001’de, bu tezkere bu Mecliste mevzubahis olurken Milliyetçi Hareket Partisi grup başkan vekili şu cümleyi söylemişti: “Türkiye savaş sonrasında Afganistan’ın geleceğini tanzim konusunda misyon üstlenmelidir.” Grup başkan vekilimiz bunu söylemiştir.

Değerli arkadaşlar, bugüne kadar devam eden bu tavır o günkü eleştiri ve itirazlara rağmen karşılık bulmuş ve ülkemiz Afganistan’ın istikrarı ve kalkınması konusunda önemli adımlar atmıştır.

Keza, o günlerde ülke ve millet bütünlüğümüzü koruyabilmek için Türkiye'nin terörle mücadelede küresel bir misyon yüklenmesinin mecburi olduğunu ortaya koymuştuk MHP olarak, bugün de aynı kanaatlere sahibiz. Temenni ederiz ki bugün, Hükûmetimiz Türkiye'nin terörle mücadelesinde NATO’nun ülkemizin yanında durmasını sağlayacak tedbirleri ve iş birliğini geliştirmelidir. Bugün, Türkiye terörle mücadelede yalnız kalmıştır. NATO, Türkiye'nin yanında durmuyor. Afganistan’da NATO’nun yanına biz gittik, katkı yaptık ama NATO, bugün, bizim çok yönlü terör savaşımızda bize destek vermemektedir. O bakımdan, bu hususların yeniden teemmül edilmesi lazım.

2001’den itibaren, ülkemiz uzun süre ISAF Komutanlığını ve Kâbil Bölge Komutanlığını da yürütmüştür, Afganistan’daki NATO eğitim misyonuna personel katkısında bulunmuştur. Kâbil Bölge Komutanlığında Gazi Askerî Eğitim Merkezini kurmuş, Vardak ve Cevizcan’da iki il imar ekibi tesis etmiştir ve önemli hizmetlerde bulunmuştur.

Ordumuz, Afganistan’da muharip olarak bulunmamıştır ve bundan sonra bulunmayacaktır. Biraz sonra da bu konuyu izah edeceğim, muharip olmayarak, gayrimuharip bir güç olarak katılmanın ne kadar önemli olduğunu izah edeceğim.

ISAF Harekâtı, 2012 Chicago Zirvesi ile 2014 Galler Zirvesi’nde NATO devlet ve hükümet başkanlarının aldığı karar doğrultusunda 31 Aralık 2014 tarihinde tamamlanmıştır.

1 Ocak 2015 tarihinde başlatılan Kararlı Destek Misyonu, muharip bir nitelik taşımamaktadır. Bu Misyon, ülke genelinde güvenlik sorumluluğunu bütünüyle üstlenecek olan Afgan ulusal güvenlik güçlerine ve güvenlik kurumlarına eğitim, danışmanlık ve yardım sağlamak amacını taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz temmuz ayında gerçekleştirilen NATO Varşova Zirvesi’nde alınan kararla Afganistan Misyonu 2020 yılına kadar uzatılmıştır. Bu karar ve Misyonun devam etmesini biz destekliyoruz MHP olarak.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 yılı Ekim ayında bu tezkere buraya ilk geldiğinde, 57’nci Hükümet zamanında ilk geldiğinde 2000 yılında muhalefet sıralarından -iktidar sıralarında başkaları vardı- bu tezkereye çok büyük itirazlar yapıldı, ama 57’nci Hükümet ve MHP bu tezkereyi buradan geçirdi. Ama nasıl geçirdi? Gayrimuharip olarak geçirdi yani muharip olmayan bir güç gönderilmesi ve bu çok isabetli bir karardı çünkü eğer hakikaten Türk ordusu, Türk askerî unsurları Afganistan’a muharip olarak gitselerdi çok büyük bir felaket olurdu ve Türkiye için, Türkiye’nin tarihî itibarı için çok büyük bir yanlış olurdu. Böyle bir yanlışı bu Meclis ve 57’nci Hükümet, bunu yapmadı. Bu, takdire şayan bir şey, kayda düşmesi lazım. Yani oradaki siyasi kararın ne kadar önemli olduğunu, NATO’nun çağrısına katılıyoruz, uluslararası çağrılara katılıyoruz. Biz NATO üyesiyiz ve NATO’da da olan mükellefiyetimizi yerine getiriyoruz, ama bunu yerine getirirken millî menfaatlerimizi esas alarak -NATO’ya sadığız, NATO üyesiyiz, mükellefiz, mecburiyetlerimiz var, ama- biz, bunları millî menfaat prizmasından geçirerek yapıyoruz.

O bakımdan, Türkiye'nin 2001’de aldığı karar çok önemli bir karardı. O günkü muhalefet -isim vermeyeceğim, bunlar kayıtlarda var- tezkerenin geçmemesi için çalışırken diyordu ki: “Böylesi bir adım Türkiye'yi Asya’ya yabancılaştıracaktır.” O zaman muharip bir kuvvet gitseydi yabancılaşma olurdu, ama muharip bir kuvvet gitmedi, barışçıl bir kuvvet, imar edici bir kuvvet, bayındırlık kuvveti gitti ve orada çok büyük hizmetler yapıldı. O günkü Hükûmetin ülkemizin NATO’daki katkısını gayrimuharip olarak sınırlaması, bugün bu kararın ne kadar doğru ve isabetli bir karar olduğunu ortaya koymaktadır. 2001 yılından bu yana, Türkiye, Afganistan’ın harap olması değil kalkınması, çatışmaya değil huzura ve istikrara kavuşması yolunda önemli hizmetlerde bulunmuştur.

Son on sene içerisinde Afganistan’a müteaddit defalar gittim İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri olarak ve orada, sokaktaki insandan Devlet Reisine kadar bütün Afganistan halkı içerisinde Türkiye'ye karşı olan sevginin, itibarın, hem tarihten gelen hem ISAF’tan gelen hizmetlerden dolayı çok büyük olduğunu görüyorum. İşte, bununla iftihar ediyoruz ve biz, bunun da örnek olmasını temenni ediyoruz. Afgan halkının ve devlet yetkililerinin, Türkiye'nin bu hizmetlerinin ne kadar değerli olduğunu ifade ettiklerine bizzat şahit oldum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Başkanlığını 2016 yılından itibaren deruhte etmiş bulunmaktadır. Bugün Türkiye bu zirvenin başkanlığını yürütmektedir. Geçmiş yılların birikimini seferber ederek barışın ve refahın sağlanması hususunda katkı yapacağına inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; temennimiz, Afganistan örneğinde olduğu gibi, Türkiye'nin uluslararası ittifaklarla birlikte daha sağlıklı bir iş birliği içerisinde bulunmasıdır. Bugün karşılaşmakta olduğumuz çok yönlü terör savaşında bu tavır izlenirse ülkemizin bayrağı, milletimizin misyonu ve devletimizin ağırlığı şüphesiz daha ileri bir noktaya taşınacaktır.

Konuşmama son verirken yüce Meclisi saygıyla selamlar, hepinize hürmetlerimi sunarım.

Teşekkür ederim Sayın Başkan. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İhsanoğlu.

Gruplar adına ikinci söz hakkı Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Bingöl Milletvekili Hişyar Özsoy’a aittir.

Buyurunuz Sayın Özsoy. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de partim HDP adına, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra edeceği Kararlı Destek Misyonuna şu ana kadar sunduğu desteğin iki yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık Tezkeresi üzerinde söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce 2016 yılına dair birkaç şey söylemek istiyorum. Az önce içeride, kuliste, şu an Divan’da olan bir arkadaşımızla sohbet ederken arkadaşının kendisine söylediği bir şeyi sadece burada tekrarlamak istiyorum. Demiş ki arkadaşı: “2016 yılında Türkiye'nin başına bir tek meteor düşmedi, onun dışında her şey oldu.” Gerçekten inanılmaz zor, kanlı bir yıl yaşadık. 2017’nin daha iyi olmasını umut ediyoruz ama biliyoruz ki ve öyle görünüyor ki bu umutlarımız da boş temenniler çünkü 2017 yılında ekonomik anlamda inanılmaz zorlanacağız, Suriye savaşı devam edecek, Avrupa’yla ilişkiler daha gerilimli bir hâl alacak. Yani, kızıl kıyamet bir sürecin içerisinden geçerken üstüne üstlük bir de başkanlık sistemi mevzusunda birbirimizi götürüp getireceğiz, Allah hepimizin sonunu hayır etsin diyorum baştan.

Meteor düşmeyebilir Türkiye’nin başına 2017 yılında ama meteor şiddetinde birtakım siyasal gelişmelere şehadet edebiliriz, şahitlik edebiliriz çünkü Türkiye’de bütün kurumlar dağılmış durumda, hemen hemen işleyen tek bir kurum yok. “Bu hengâmenin, bu karambolün içerisinden belki başkanlık sistemiyle çıkabiliriz.” gibi bir düşünce var ama öyle görünüyor ki başkanlık sistemi olsa dahi Türkiye’nin temel problemlerinde, temel sorunlarında çelişkiler artarak devam edecek.

Değerli arkadaşlar, hem Sayın Bakan hem gruplar adına şu ana kadar söz alan arkadaşlarımız bu NATO bağlamında Afganistan’a verilen desteğin önemli oranda insani gerekçelerini konuştular. Arkadaşlar, şu ana kadar NATO’nun herhangi bir dünya ülkesine insani kaygılarla müdahale ettiği görülmemiştir, bir defa bunun gerçekle hiçbir alakası yoktur. İslam coğrafyasında yaptığı sadece son üç müdahaleye bakın: Afganistan’a bakın, Irak’a bakın, Libya’ya bakın. Yani Türkiye bir NATO üyesi, tabii birtakım yükümlülükleri söz konusu. Bu yükümlülükler çerçevesinde kendisinden talep edilir, müzakere eder, bu çerçevede NATO’ya katkılarını sunar. Şimdi oturup derin bir Türkiye-NATO ilişkilerine girecek bir durumumuz yok. Bu tezkere de zaten geçecek, onu da gayet iyi biliyoruz.

Sadece şunun altını çizmek istiyorum: Bu askerî müdahaleleri insani gerekçelerle meşrulaştırma -bugün AKP’nin böyle çok canhıraş bir şekilde savunduğu bu durum- çok basit bir şekilde 11 Eylülden sonra “Bush Doktrini” çerçevesinde yapılanmış bir konsept. Afganistan’a özgürlük götüreceklerdi, değil mi? İnsani anlamda oraya gidip müdahalede bulunacaklardı, esaret altındaki o özellikle Afgan kadınlarını kurtaracaklardı. Açıkça, İslamofobik dünya kadar söylemin kullanıldığı, mobilize edildiği bir askerî müdahaleyi insani birtakım gerekçelerle, o onun sosuydu, o onun kılıfıydı… Bunu yaptılar. Irak’ta hakeza. Yine, zaten dışarıdan askerî müdahaleler olduğu zaman onu sürekli olarak insani birtakım gerekçelerle siz meşrulaştırırsınız. Yani, Irak’a müdahale ettiği zaman “Vallahi, ben gidiyorum, Irak’ta o petrol için gidiyorum.” ya da ”İsrail’in güvenliği için gidiyorum.” falan demez, Irak’ta bir diktatör var… Ki vardı yani Saddam bir diktatördü, onu yadsımıyoruz ama gerekçe burada diktatörleri ortadan kaldırıp demokrasi getirme, daha insani bir yaşam kurma falan değil, kimse kimseyi kandırmasın. Bu Meclisin de gerçekten saygınlığına halel geliyor gibi düşünüyorum. Diktatörleri indirecekse gitsin Suudi Arabistan’dan başlasın. Dünyada başka diktatör mü yok? Her taraf diktatör ve o diktatörlerin çok önemli bir kısmı zaten NATO tarafından da desteklenmiş. Yani, bütün bunlar kayıtlı, tarihte var. Dolayısıyla, böyle romantik bir yerden “Dostumuz, canımız, ciğerimiz, biz destekliyoruz”un ötesinde, Türkiye’nin yükümlülükleri var, bu yükümlülükleri yerine getiriyor. Bunları da insani birtakım gerekçelerle meşrulaştırmanın çok anlamı yok. Bu arada, Afganistan’a yapılan hastaneler var, onlar var, okullar var falan filan da ben gerçekten merak ediyorum, bunun ne kadarını şu an “FETÖ’cü” olarak adlandırdığınız kesimler yapmış. Sayın Bakan az önce hepsini sahiplendi. Biliyorsunuz onlar “hizmet” adı altında birçok ülkede hastaneler, okullar falan yapıyorlardı. Gerçekten bilmediğim için soruyorum bunu.

Değerli arkadaşlar, Afganistan’ı bugün ben size konuşmayayım; Türkiye-Afganistan ilişkilerini, NATO-Afganistan ilişkilerini. Onunla ilintili, onunla alakalı ama Türkiye’yi çok daha fazla ilgilendiren Pakistan’ı konuşalım istiyorum bugün. Birazcık Pakistan’ı konuşalım çünkü Pakistan, daha doğrusu “Pakistanlaşma” kelimesi 2014 yılından itibaren uluslararası siyaset çevrelerinde, siyaset bilimcileri arasında, siyaset yapıcılar arasında sürekli kullanılan bir kavram ve Türkiye için kullanılıyor. “Türkiye Pakistanlaşıyor mu?” diye yüzlerce yazı yazıldı; Türkiye’de de yazıldı, dışarıda da yazıldı. Bundan kasıt şu: Biliyorsunuz Pakistan’ın 1980’ler, 1990’lar boyunca -hatta hâlâ devam ediyor bu- son otuz beş yıldır değişik biçimlerde Afganistan’ın iç siyasetine müdahil olduğunu biliyoruz ve Türkiye'nin Suriye’yle olan ilişkilerine çok büyük benzerlik arz ettiği için sürekli olarak “Pakistanlaşma” kavramı kullanıldı bu son dönem Türkiye-Suriye ilişkilerini anlama bakımından.

Tabii, benim yaşım öyle çok fazla değil ama hatırlıyorum, bu Ziya-ül Hak’lı dönemleri hatırlıyorum. O zaman sürekli olarak TRT 1’de, sonra 1990’larda kanallar çıktı sürekli izliyorduk işte Pakistan, Afganistan, Peştunlar gidiyor destek veriliyor, mücahitler vardı. Biz de küçüğüz tabii, bütün bunlara inanılmaz bir sempatiyle bakıyoruz. O zamanlar tabii hatırlarsınız “Cive Pakistan” diye şarkılar falan da yapılırdı 1980’lerin sonunda, 1990’larda. Ne yaptı Ziya-ül Hak? Çok benzer bir şekilde bu stratejik derinliğe yani Davutoğlu-Erdoğan Hükûmetinin öngördüğü o stratejik derinliğe benzer bir şekilde Ziya-ül Hak da biraz panislamist bir şekilde, Afganistan, Özbekistan, Tacikistan, İran’ı kapsayacak şekilde nüfuz alanını genişletmeye çalışıyordu.

Yine, Pakistan Cumhurbaşkanı Kabil’de cuma namazı kılacağını söylüyordu. Bilmiyorum bir benzerlik kurabiliyor musunuz? Buradaki Hükûmetin Suriye’de Emevi Camisi’nde cuma namazını hatırlatıyor bize.

Bunun dışında, Pakistan, Afganistan’daki etnik, politik, mezhepsel çelişkileri derinleştirdikçe aslında kendi ülkesinde de etnik, mezhepsel çelişkileri derinleştirdi -ki birazdan gireceğim o konuya da- bunun Pakistan’a daha sonra faturası çok büyük oldu, bumerang etkisi yaptı, Pakistan’a etkisi çok büyük oldu.

Başka ne vardı? Peşaver, uluslararası, Selefilerin, Vahabilerin, değişik fundamentalist grupların merkezi hâline gelmişti. Pakistan dünyanın her bir tarafından gelen militanları oradan Afganistan’a gönderiyordu. Peşaver biraz bizim Gaziantep’e benziyor güncel bağlamda. Bu da yapıldı.

Pakistan’ın istediği, Afganistan’da kendisine yakın birtakım İslamcı grupların iktidarda olmasıydı. Suriye’de, biliyorsunuz, Hükümet de, bizim Hükûmetimiz de İhvan üzerinden orada bir değişikliğe gitmeye çalıştı, temel konseptini burada kurdu. Bunun dışında, Pakistan CIA’yle birlikte çalışıp eğit donat yapıyordu. Afganistan’dan da Pakistan’a 3 milyon kadar mülteci gitmişti ve o mültecilerin önemli bir kesimi militanlaştırılıp tekrar Afganistan’a postalanıyordu. Türkiye’ye de 3 milyon civarında mülteci geldi. Biz biliyoruz ki o mültecilerin en azından bir kısmı militanlaştırıldı, hem de CIA tarafından eğit donat programlarıyla birlikte yapıldı. Benzerlikler çok fazla, çok ilginç.

Bunun dışında ne yapıldı? Biliyorsunuz, Taliban militanları Pakistan’da silahlandırıldı, eğitildi, finanse edildi. Pakistan istihbaratı bütün bunları organize ediyordu. Yani, MİT’in Suriye’deki değişik örgütlerle kurduğu, hani “aşırı” dedikleri örgütlerle kurduğu ilişkilere ben artık burada gitmeyeyim. Burası inkâr etse bile bütün dünya âlem konuşuyor yani belgeleriyle bulgularıyla konuşuyor, ortada böylesi bir durum söz konusu. Ama, çok da ilginç bir durum daha var arkadaşlar: Şimdi, Pakistan’ın desteklediği bu gruplar bir noktadan sonra dönüp Pakistan’ı vurmaya başladı. Biz dâhil buradaki muhalefet partileri defalarca -kavram olarak kullandılar mı bilmiyorum ama- “bumerang” kavramını kullandık, dedik ki, siz bu şekilde Suriye savaşına müdahil olup önünüze gelen örgüte destek verirseniz yarın döner gelir, bu ülkeyi vurur dedik. IŞİD’i, El Nusra’yı, Ahrar-uş Şam’ı buralarda zikrettik. Hatta, bunu söylerken Pakistan örneğini o zaman da vermiştik -ben kendim de bunu bu kürsüden konuşmuştum- dedik ki: Gelecek, sizi vuracak. Niye vuracak? Bakın, Pakistan’da o militanların Afganistan’dan dönüp Pakistan’ı vurmasının temelinde 11 Eylül saldırıları vardı. 11 Eylül çok kritik bir dönem, 11 Eylülden sonra Pakistan üzerinde uluslararası baskı inanılmaz arttı. Yani, Pakistan’a dediler ki: Bu cihadist dedikleri, selefi dedikleri örgütlerle ilişkini kes çünkü o örgütler bir dönem komünistlere karşı savaşıyordu, şu an bizim başımızın belası oldular. Yani, bizim desteklediğimiz, beslediğimiz, büyüttüğümüz gruplar şu an bizim başımızın belası oldu.

Pakistan o gruplara sırtını dönmeye, o gruplara yaptırım uygulamaya başladığı noktada Taliban dönüp, öyle mi, yirmi yıldır kullanıyorsunuz bizi, şimdi de bir paçavra gibi bizi bir köşeye atacaksınız dedi, döndü, Pakistan’a saldırdı ve Pakistan’da şu an doğru düzgün bir devlet egemenliği yok, kırsal alanların çok önemli bir kesimi değişik örgütlerin elinde şu an, devlet çökmüş durumda. Bumerang etkisinden kastımız buydu.

Değerli arkadaşlar, maalesef, gelinen aşamada, biz bu IŞİD saldırısını, buradaki IŞİD saldırısını bir rastlantı gibi görmüyoruz. Öyle, dış mihraklar Türkiye'nin bekasını bozacak falan filan, bunlar gerçekten, bir noktada, hamaset ve boş laf. Dış mihrak her zaman ülkeyi karıştırmak isteyebilir, siyasi sorumluluk şunu gerektirir: Sen bu ülkenin içinin karışmasını engelleyecek önlemleri siyaseten alacaksın. Olabilir, Türkiye'nin bölgesel, küresel rakipleri var, düşmanları var, olabilir, her ülkenin var. Yok mu? Ama sen kendi ülkeni öyle bir dizayn edeceksin ki dışarıdan gelecek olan bu tehditleri zamanında farkına varıp bloke edesin. Bu yapılmadı. Ne yapıldı? “Esad’ı indireceğiz.” dediler. Bütün dünya durdu yani böyle bir şeyi mümkün görmedi, Amerika dâhil; ısrarlı bir şekilde, “Esad’ı indireceğiz.” dediler, önüne gelen bütün örgütlere dolaylı, direkt ekonomik destek, lojistik destek, diplomatik destek, askerî destek sundular. Hatırlıyorsunuz, İstanbul’da heyet üstüne heyet, toplantılar yapılırdı. Türkiye'nin sınırları içerisinde onlarca militan yetiştirme kampı yaptılar. Bir de bunları da NATO üyesi olarak yaptılar ha, bir de ortada böyle ilginç bir durum var, NATO üyesi olarak yaptılar. Tabii, NATO bunları da yazıyor, o da ayrı bir şey. Biliyorsunuz, bu tür şeyler unutulmaz, vakti zamanı geldiği zaman dosyaları raflardan indirirler, önlerine koyarlar, öyle pazarlık yaparlar.

11 Eylül saldırılarından sonra Pakistan, siyasetini değiştirmeye başlayınca bu tür örgütlerle, bu örgütler dönüp vurdular. IŞİD saldırıları ne zamandır Türkiye’yi sarsmaya başladı? Tabii, şeyi alıyoruz, o daha çok HDP kitlesine yönelik olan saldırıları bir köşeye bırakıyoruz çünkü onlar genelde sayılmıyor zaten bu saldırılardan, mesela, Diyarbakır’da bizim mitingimize yapılan ilk saldırı, değil mi, genel başkanımız, grup başkan vekillerimiz ölümden kurtulmuştu, sonra Kobani’de oldu, sonra Ankara’ya geldi, Antep’e gitti, İstanbul’a gitti. Boğazımızı yırttık burada, bir araştırma komisyonu şu Meclise kurdurtamadık “Ne oluyor, ne bitiyor bir öğrenelim?” diye, muhtemelen kapatmak istedikleri vardı, görünmesini istemediği onlarca ilişki vardı, biz yapamadık. Şimdi, IŞİD gidiyor, vuruyor, burada boş hamasetle, yine aynı kelimelerle “Terörün kökünü getireceğiz, ininde vuracağız, başını ezeceğiz.” Kimse inanmıyor. Ben 40 yaşındayım, kırk yıldır aynı saçma sapan lafları dinliyorum. Şu an Ankara’da Kızılay’da, İstanbul’da Taksim’de, Beşiktaş’ta, Kadıköy’de hiçbir yerde insanlar kalabalık bir ortama giremiyor. Neyi bitiriyorsunuz? Gerçekçi olun, hamaset yapmayın. Siyaseten bir sorumluluğunuz var, bu ülkedeki insanların her birinin can güvenliği sizin sorumluluğunuz. Sadece eleştiri olsun diye de söylemiyoruz, gerçekten sırf polemik, eleştiri yapmak için konuşmanın çok çok ötesindeyiz çünkü az önce dediğim gibi, 2017’de Türkiye'nin başına meteor düşmüşten daha beter şeyler gelebilir ve hepimiz de bunun içerisindeyiz, hepimiz de kaygılanıyoruz, o konuda en azından kaygılarımız ortak. Yani burada 4 partideki bütün arkadaşların, siyaseten birbirimizi neredeyse reddettiğimiz noktada bile kaygılarının ortak olduğunu görüyoruz.

İnsanlar Türkiye’de rahat değil dediğimiz zaman şuradan, şu sıralardan bize laf atıyorlardı: “Yok, biz hepimiz çok rahatız, rahat olmayan sizlersiniz.” diyorlardı. Bakın, kimse rahat değil. Ekonomik kriz önümüzdeki dönem derinleşecek, Suriye’deki iç savaş öyle kolay kolay bitecek durumda değil. Ortada bölgesel bir kriz, Türkiye’deki siyasi kriz, Türkiye’deki ekonomik kriz, küresel kriz ve bütün bu krizlerin içerisinde 4 tane siyasi parti yan yana gelip bir konuyu, herhangi bir konuyu aklıselim bir şekilde konuşabilecek durumda değil. Bu kadar kamplaşma, bu kadar kutuplaşma yapıldıktan sonra şimdi de Cumhurbaşkanı her tarafta oturuyor: “Hadi gelin, bir olalım, birlik olalım.” Güler misin, ağlar mısın!

Değerli arkadaşlar, Türkiye uluslararası baskı sonucu IŞİD’le olan ilişkilerini revize etmeye çalışıyor belli. IŞİD üzerinde birtakım yaptırımlar uygulamaya başladılar, sınır kontrollerini daha sağlam yaptılar yani IŞİD’le bir şekilde mücadeleye başladılar, bu gördüğümüz bir durum. Ne kadar istekli, ne değil, bunu ayrı tartışıyoruz ama belli ki IŞİD Türkiye’nin içine girdiği son dönem ilişkileri kendisine tehdit olarak görmüş ve şu an şu psikolojide: Direkt veyahut da dolaylı bizi desteklediniz, bize göz yumdunuz, şimdi de bizi satışa mı getiriyorsunuz? Bir önceki burada yaptığım konuşmada aynen onu söylemiştik. Öyle politikada çiçekten çiçeğe konamazsınız, bir çiçekten diğerine geçersiniz başınıza dünya kadar felaket getirirler. Spekülasyon yapmak istemiyoruz ama öyle görünüyor ki Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri Türkiye’nin İran ve Rusya’yla yakınlaşmasından son derece rahatsızlar, sadece bir yerde not düşmek lazım bunu. Bu tür herhangi bir suçlama getirmiyorum burada ama Türkiye hani bütün hepsini idare etmeye çalışırken bir taraftan Suudileri, Körfez’i, Amerika’yı, bir taraftan İran’ı, Rusya’yı, herkesi idare edebileceğini düşünüyor. Değerli arkadaşlar, çelişkilerin bu kadar sertleştiği bir yerde herkesi idare etmeye çalışırsınız sonra herkesten olursunuz, cıs cıbıldak ortada kalabilirsiniz. Ortada böyle bir durum var, tercih tabii ki Hükûmetin yani orada bizim o konuyu çok hani eleştiririz, söyleriz de bunu belirleyecek bir durumda değiliz, kendi paşa gönülleri bilir. Ama, bunun siyasi faturasını sadece kendileri değil, bütün bir halk olarak herkes ödüyor bu ülkede.

Hâl böyleyken biz tekrar söyleyelim yani Afganistan’la başladık, Pakistan’la devam ettik, getirdik Suriye’ye bağladık. Önümüzdeki dönem öyle görünüyor Türkiye’nin temel dış politikasının ekseni yine Suriye olacak. Biz, hâlâ geç olmadığını düşünüyoruz, belki de geçtir de öyle umut etmek istiyoruz, diyoruz ki Türkiye’ye: “Suriye’yle ilgili politikanda stratejik bir değişikliğe git.” Burada onlarca defa tekrarladık, bir daha söylüyoruz: “Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti devletinin beka sorunu olarak görme, onlarla dostane, yapıcı ilişkiler kur. Zaten kurmuş olsaydın şu an IŞİD veyahut da başka örgütlerin başına getirdiği felaketler başına gelmemiş olurdu.” Maalesef görebildiğimiz kadarıyla derin sularda, muğlak sularda, labirentler içerisinde dış politika olarak hâlâ nereye gideceğini bilmeyen bir Türkiye gerçeği var. Umuyoruz bu, Türkiye’nin başını belalardan belalara sokmaz.

2017 yılında hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özsoy.

Şimdi, konuşma sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz’da.

Buyurunuz Sayın Yılmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; NATO’nun Afganistan’da icra ettiği Kararlı Destek Misyonu çerçevesinde silahlı kuvvetler unsurlarımızın görevlendirilmesine ilişkin Hükûmetin sunmuş olduğu tezkere konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Afganistan, bizim dostumuz, kardeşimiz, tarihin önemli bir dönemini birlikte paylaşmışız. Orada bizim dilimizi konuşan topluluklar var, mezarışerif var ve Afganistan, gerçekten bizim Kurtuluş Savaşı’mıza da önemli destekleri olmuş bir ülke.

Afganistan’ın son çeyrek asır, hatta yarım yüzyıldır içinden geçtiği trajedi gerçekten konuşulmaya değer. Önce Sovyet işgali, arkasından işgalin püskürtülmesi ve sonlandırılması, sonra Taliban’ın Afganistan’a çöreklenmesi, El Kaide’nin yönetime ortak olmak istemesi ve daha sonra 11 Eylül saldırısı ve Taliban rejiminin devrilmesi, akabinde Afganistan’da yeni bir yönetim yapılanmasına geçiş, Bonn süreci ve ondan sonra ISAF ve geliyoruz bugün Kararlı Destek Misyonu. Neredeyse otuz yıldır Afganistan kan kaybediyor, ülke hâlâ istikrara kavuşamadı. Afganistan’daki çekişme, Kâbil’de, Kandehar’da, Mezar-ı Şerif’teki çekişme bitmedi ve böyle giderse kolay da bitmeyecek.

Obama yönetimi başa geldiğinde iki cephede savaşı bitirme stratejisi vardı; bir tanesi Afganistan’dı ve diğeri Irak’tı. Irak’tan erken çekildiği için eleştirildi ve Irak’ın başına gelenler hepinizin malumu. Afganistan’da da aynı kararı uygulayacaktı, tam ona gidiyordu ki bu, Kararlı Destek Misyonu gündeme geldi. Esasen Afganistan’daki uluslararası mevcudiyet bir kenara bırakılırsa Afganistan’ın tekrar Taliban dönemine dönme riski mevcuttur ve bu, gerçek bir risktir.

Biz elbette Afganistan’ın istikrarı, bağımsızlığı, toprak bütünlüğü, Afganistan’da iyi bir yönetim yapılanmasının oluşturulması ve içeriden kaynaklı tehditlerin Afganistan’da bertaraf edilmesi konusunda Afganistan’a her türlü desteği sürdürmeye devam etme konusunda kararlıyız. Dolayısıyla bugün gelen tezkereyi de destekleyeceğiz. Umuyorum ki Afganistan bir gün gelir uluslararası mevcudiyetin olmadığı bir Afganistan olur ve Afganistan kendini yönetir hâle gelir.

Esasen uluslararası sistemde bir noktada manda sistemi devam ediyor. Bosna’da manda sistemi devam etti uzunca süre ve hâlâ devam ediyor, Afganistan’da da olan odur. Bu ülkelerin hiçbiri kendi yönetimlerine karar veremiyor, hep ya bir uluslararası mevcudiyet bunların üstünde konumlanıyor ya da bunlar iç çatışma ve savaş nedeniyle uluslararası toplumun desteğine ihtiyaç duyuyorlar ve sonuçta bu ülkeler kendilerini yönetemiyorlar. Bunlar başarısız ülkeler, dostumuz, kardeşimiz, desteğimiz sonsuz ama başarısız ülkeler, kendi toprakları üzerinde bir devlet oluşturamamış, merkezî idareyi kuramamış devletler, başarısız olmuş devletler. Biz, o başarısızlığı gidermek için uluslararası toplumla birlikte çalışıyoruz.

Afganistan’daki bu yönetim yapısının boşluğunda ne oldu, neydi Afganistan’ı bu çamurun içine sürükleyen? Afganistan’daki en önemli konu radikal cihatçı unsurlardır, Afganistan’ı perişan ettiler. Afganistan’ın bugün belini hâlâ doğrultamamasının temel sebebi bunlar. Bunlar, Afganistan’ın kültürel karakterini değiştirmek istediler, Afganistan’ın normal tarihin akışında devam eden tarihine set vurmak istediler ve Afganistan’ı radikalleştirmek istediler. Sonuçta Afgan toplumunun bir kısmı bunlara hasmane hâle geldi ve sonuçta olan oldu.

Bakınız, Afganistan’daki bu tehdit, Afganistan’da biraz işler uluslararası mevcudiyetle yoluna girdikten sonra dünyanın başka bölgelerine yayılır hâle geldi. Bunlar, bu tehdit Çeçenistan’da ortaya çıktı, orayı radikalleştirmeye başladılar; ora bitti, Irak’a geldiler, Irak’ı allak bullak ettiler. Irak’ta El Kaide’nin öldürdüğü, Amerikan askerlerinin öldürdüğünden daha fazla hâle geldi yani Irak’ta Iraklıların Iraklıları öldürme oranı Amerikalıların Iraklıları öldürme oranını geçti çünkü bu radikal cihatçı grupların kana doymayan hırsları, ihtirasları Irak’ı perişan etti. Ne oldu sonra? Irak’ı çökerttiler, Irak’ta merkezî bir otoritenin olmasını engellediler ve Irak’ta çare olarak da maalesef doğru dürüst bir yönetim değil, mezhepçilik endeksli bir yönetimle bu işin içinden çıkılacağı anlaşıldı, böyle bir yanlış yola girildi. Sonuçta olan oldu ve Irak fiilen defakto olarak üçe bölündü. Irak’ta bitmedi bunlar, Suriye’ye yerleştiler. Suriye’de AKP yönetimi rejim değişikliğine kalkışıp Suriye’de bir rejim değişikliği sevdasına girip Suriye’de yeni bir yönetim yapılanması oluşturmaya başladığı andan itibaren “Esad gitsin de ne olursa olsun.” anlayışıyla hareket edince maalesef radikal unsurlar, cihatçı unsurlar desteklendi, bu araziye sürüldü, burada da merkezî otorite Irak’taki gibi zayıflatıldı, merkezî otoritenin beli kırıldı. Sonra bunlar bölgelere yığılmaya başladılar, alan hakimiyeti oluştu. Önce El Nusra Rakka’yı elinde bulunduruyordu, kendi yapılanması olan IŞİD çıktı, Rakka’yı El Nusra’dan aldı. Bakınız, bu tehdit burada da bitmedi, devam etti, Mali’ye sıçradı bunlar, Libya’ya sıçradı, Libya’da Sirte bölgesine hâkim oldular, orayı işgal ettiler. Bu cihatçı kafa, bu radikal unsurlar Nijerya’ya gittiler, Nijerya’da merkezî otoriteyi zorlayacak eylemlere giriştiler, ülkenin bir bölümüne hâkim olmaya çalıştılar. Devam etti bunlar, Somali’ye geçtiler, Somali’de maalesef içler acısı katliamlar yaptılar. Yemen’de bugün büyük bir varlık gösteriyor aynı cihatçı kafa ve burada da bitmeyecek bu. Bakınız, olayı doğru teşhis edelim. Bu cihatçı kafa, radikal kafa, bu kökten dinci kafa devam ettiği sürece Müslüman dünyasına barış gelmeyecektir çünkü bunlar kan kusuyor. Bunların öldürdüğü başka bir inanca sahip insanlar değil maalesef ve maalesef bunlar kendi inancındaki insanları yok ediyorlar, en fazla Müslümanlara düşman bunlar. Bütün inançlara düşman, Hristiyan’a düşman, Musevi’ye düşman, ateiste düşman, herkese düşman bunlar. Bu insanlar, maalesef bizim kültürün arka bahçesinde yer alan pislikler. Bu pislikler bütün bu coğrafyayı allak bullak ettiler. (CHP sıralarından alkışlar) Bu coğrafya bunlardan temizlenmedikçe dünyaya huzur, barış gelmeyecektir. Açıkça söylüyorum, bu yüzyılın tehdidini başka yerde aramayın, bunlardır tehdit. İstanbul’da bomba patlatanlar, insanları, sivil insanları tarayanlardır bu tehdit. Bütün, her tarafa bunlar yayılmıştır. Bunlara sahip çıkmadan, bunların üzerine bütün kararlılıkla gittiğimiz zaman ancak bu önlenebilecektir.

Bir başka konu, belirtmek isterim, bu tehdidi elbette bir tek Hükûmetin sorumluluğuyla aşamayacağımızı bilmeliyiz. Biz bu konuda her türlü desteği vermeye hazırız yeter ki bu kafa anlaşılsın, bunların ne yapmak istedikleri anlaşılsın, bu tekfiri grupların, bu cihatçı grupların, bu kökten dinci grupların niçin savaş verdikleri anlaşılsın ve bunlara göre yeni bir strateji geliştirilsin. MİT’teki yapılanma bunlara göre yapılansın, Diyanet İşleri Başkanlığında bunlarla ilgili psikolojik yeni merkezler kurulsun, Millî Eğitim Bakanlığı bunlarla ilgili yeni bir öğreti geliştirsin; yeter ki kapsamlı mücadele olsun biz o mücadelenin bayraktarlığını yaparız.

2016 yılının 2017 yılına devrettiği en önemli konulardan bir tanesi hiç şüphesiz Kıbrıs konusudur. Bakınız, Kıbrıs konusunda 9 Ocaktan 11 Ocağa kadar iki lider Cenevre’de görüşme yapacaklar; 12’sinde ise garantör ülkelerin, yani Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de yer aldığı, 3 ülkenin de yer aldığı 5’li görüşmeler olacak. Kıbrıs konusunda kritik bir aşamaya gelindi. Biz Kıbrıs konusunun hiçbir surette taviz verilerek kapatılmasını kabul edemeyiz, etmemeliyiz. Hele özellikle, Akdeniz’in incisi, bir gemi gibi olan, Orta Doğu’ya hâkim bir coğrafyanın timsali olan böyle bir yeri biz sırf çözüm olsun diye verip kalkamayız. Kıbrıs konusu elzemdir.

Bakınız, hiçbir dönemde olmadığı kadar toprak tavizleri veriliyor. Biz reddediyoruz, diyoruz ki “Yok böyle bir şey, her konuda anlaşılmadıktan sonra hiçbir konuda anlaşılmış sayılmayız.” ama yüzde 29,2’yi kabul ettik. Daha henüz müzakereler bitmedi; iki kesimlilik sulandırıldı, 80-90 bin Rum aşağıdan geliyor yukarıya. Daha önemlisi, garanti sistemi sulandırıldı, garanti sisteminin ne olacağı belli değil. Daha önce bu kürsüde bunu bilmem kaç defa dile getirdik ama yine dile getiriyoruz çünkü kritik bir aşamaya geldik. Artık ocaktan sonraki dönem ya bu işin bittiği ya da kapatıldığı dönem olacaktır. Maalesef biz bunu tavizle kapatmak istemiyoruz. Kıbrıs konusuna ciddi emekler verdi Dışişleri bürokrasisi kaç yıldır, yıllardır bu işin içinde; askeriye bunun içinde, Türk halkı bunun arkasında, milyarlarca dolar para harcandı ve daha da önemlisi, bizim orada ideallerimiz ve toprağımız var.

Şimdi, normal bir çatışma konusunda ya toprak verirsiniz, kurtulursunuz, mülkiyet ve tazminata girmezsiniz ya mülkiyet konusunu halledersiniz, toprak vermezsiniz ya da mülteci alırsınız, diğerlerini vermezsiniz ama bu Kıbrıs konusunda biz hem toprak veriyoruz hem ağır bir mülkiyet için tazminat ödüyoruz ve hem de içimize Rumları kabul ediyoruz, 80-90 bin Rum’u kabul ediyoruz ve ona da “Kuzey Kıbrıs Kurucu Türk Devleti” diyoruz, ismi sadece “Kıbrıs Kurucu Türk Devleti.” Aynen neye benziyor, biliyor musunuz? Tek adam rejimine “Cumhurbaşkanlığı” demeye benziyor bu. (CHP sıralarından alkışlar) Lütfen ciddi olalım. Kıbrıs konusu ulusal bir konudur diyoruz. Bu görüşmeleri yakından takip edeceğiz. Biz elbette Kıbrıs konusunda kapsamlı bir çözüme destek veriyoruz, bundan kimsenin şüphesi olmasın ama Kıbrıs’taki kapsamlı müzakereler Kuzey Kıbrıs’ın çözülmesi sürecine dönmemeli. Geri dönüşü yoktur. Ben şahsen kaygılıyım çünkü Hükûmetin söylediği ama arkasında durmadığı, “U” dönüşleriyle meşhur olan bir politikasını gördükçe kaygılıyız, Kıbrıs konusunda kaygılıyız. Bundan kim, ne anlıyorsa anlasın; biz kaygılıyız, ülkemiz için kaygılıyız çünkü bu konuda geri dönüşü olmayan bir yola giriyoruz.

Cenevre’de ikinci bir konu Suriye görüşmeleri olacak, Suriye görüşmeleri de yine Cenevre’de oluyor, ikinci kritik konu. Güvenlik Konseyi 31 Aralıkta yani 2016 yılında son gün bir karar aldı, oy birliğiyle aldılar. Esasen Rusya ve Türkiye'nin Moskova’daki toplantısı ve akabinde yayınlanan, AKP’nin “U” dönüşü ama Türkiye için hayırlı olan, deklarasyon konusunda biz olumlu şeyler söyledik. O deklarasyonu da içine alan Güvenlik Konseyi kararı çıktı. Güvenlik Konseyi kararında atıfta bulunan bir tane cümle var, o hiç konuşulmuyor, hep Astana toplantısından bahsediliyor, sanki bundan sonraki bütün görüşmeler artık Cenevre’de değil, Astana’da yapılacakmış gibi bir hava estiriliyor. Hayır, 8 Şubatta 2017 tarihinde Suriye görüşmeleri rejim ile muhalifler arasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin gözetiminde ve Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisinin uhdesinde Cenevre’de yapılacak. Buna da iyi hazırlanmak lazım. Suriye’nin birliği, dirliği, toprak bütünlüğü bizim için son derece önemli. Suriye, komşumuz; buradaki istikrarsızlık Türkiye’yi nasıl etkiliyor, hepimiz görüyoruz.

Suriye’de bundan sonraki en önemli konu, bu ateşkesin ortadan kalkması hâlinde ilk çatışma alanı İdlip olacaktır. İdlip Hatay’a komşudur ve oradan gelecek göç dalgası Hatay’ın tamamen, topyekûn karakterini değiştirecek, Hatay’la ilgili başka konuşmalar olacak bu Mecliste. Lütfen, Suriye konusunu ötelemeden, Esad saplantısına daha fazla takılmadan, Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde bu konuyu çözmeliyiz. Türkiye, bu zamana kadar, maalesef, Suriye’de rejimi değiştirmek için taraf oldu, şimdi artık Suriye’nin toprak bütünlüğünü isteyenlerle birlikte ona taraf olmalı ve Suriye’nin toprak bütünlüğü, birliği, toparlanması, terör örgütlerinin buradan defedilmesi bizim için hayati önem taşımaktadır ve bu konuda da kararlı olmak zorundayız.

Bir başka konu, yine 2016’nın 2017’ye devrettiği en önemli konulardan bir tanesi, bizim Amerika Birleşik Devletleri’yle ilişkilerimiz. Bakınız, bu konu sanki yokmuş gibi, sanki önemli değilmiş gibi hep buradan geçiştiriliyor; yapılan açıklamalara baktığımız zaman, üst perdeden o konuşmalara baktığımız zaman sanki önemli değilmiş gibi gösteriliyor. Suriye’de Amerika Birleşik Devletleri’nin olumlu veya olumsuz yapacağı katkı veya zarar önemlidir. Suriye dosyası bugün Putin’in eline teslim edilmiş gibi görünüyor ama Amerika Birlik Devletleri’nin kendini tablonun dışında olduğunu hissetmesi hâlinde sürece olacak freni sert olabilir. Lütfen, kapsayıcı bir görüşmeler olsun burada. Türkiye, bu konuyu sadece ve sadece doğru yaptığı, bütün kayıplardan sonra, geç de olsa Moskova’da doğru bir eksene oturttuğu görüşmeleri, şimdi sırf başka konularda alerjisi olduğu için Amerika Birleşik Devletleri’ni öteleyerek bunu götüremez. Bakınız, bu küresel bir güçtür. Yeni yönetim 20 Ocakta devralıyor ve ondan sonra önündeki ilk dosyalardan bir tanesi de Suriye dosyası olacaktır. Suriye dosyası bizi bekliyor. Moskova toplantısında Amerika Birleşik Devletleri’nin böyle kenardan baktığını biliyoruz. Güvenlik Konseyi kararına da tekrar “Cenevre” diye koydular, bunu da biliyoruz. Bu gerçekleri bilelim ve gerçeklerle hareket edelim. Bu dış politika fantezi dünyası değildir, lütfen.

Başka bir konu, Avrupa Birliğiyle ilişkiler. Avrupa Birliğiyle ilişkiler esasen… Avrupa Parlamentosu karar aldı biliyorsunuz, müzakereleri donduracaktı, tavsiyede bulundu fakat Avrupa Konseyi de bunu hiçbir şekilde dinlemedi. Ama niye böyle davrandılar? İki konu var, bir, evet, Türkiye’yi bir mesafede tutmak istiyorlar, üye yapmak istemiyor olabilirler, zaten bir niyetleri yok, şu anda öyle bir ortam yok. Kaldı ki Türkiye şu başkanlık sistemini getirdikten sonra zaten Kopenhag Kriterlerini çöpe atmış oluyor. Bundan sonra hiçbir fasıl açamayacak, hatta açılmış fasılları da belki Avrupa Birliği kapatıp Türkiye’yi Avrupa Birliğinden, Avrupa Konseyinden ve NATO’dan belki uzaklaştıracaklar. (CHP sıralarından alkışlar)

GENÇLİK VE SPOR BAKANI AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) – Ne alakası var?

ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) – Bizim Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde iki konu önemli, birincisi, bu Avrupa Birliğindeki sessizlik nedir? Niye sessizler, onu anlamak lazım. Sessizler çünkü Kıbrıs konusundaki görüşmelerin ne mecraya sürüklendiğini bilmek istiyorlar. Kıbrıs konusunda görüşmeler nasıl gidecek ona bakmak istiyorlar. Bu önemlidir yani esasen o sessizliğin bir ayağında Kıbrıs konusundaki görüşmelerin seyridir. Süreç devam ederken, öyle tavizli bir şekilde giderken Türkiye’yi bir anda antagonize edip Türkiye’yi oyun alanının dışına itmek istemiyorlar.

İkinci konu, sizin “Cumhurbaşkanlığı” dediğiniz, bizim “tek adam rejimi” dediğimiz konudur. Bu konuda işin nereye gittiğini bir görmek istiyorlar. Lütfen, dünyayı karşınıza bu kadar almayın deriz. Sonuçta, hepimiz aynı gemideyiz ve hepimiz kaybediyoruz.

2017 yılında Türkiye’yi bekleyen en önemli konu, doğrudan yabancı yatırımların gelmesi, turizmin canlanması, Türkiye’ye olan güvenin artmasıdır; ülkemizde, yurdumuzda barış olmasıdır, huzur olmasıdır; Türkiye’yi gerginliklere sürüklememektir. Bence -dış politikayla direkt bağlantılı olduğu için söylüyorum- en önemli konulardan bir tanesi de şu başkanlık sevdasından vazgeçmeniz çünkü bu, dış politikada da bizi duvara toslatacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

Birleşime kırk beş dakika ara veriyorum.

Kapanma saati: 20.14

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 21.01

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Zihni AÇBA (Sakarya)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49’uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Anayasa’nın 92’nci maddesine göre verilmiş olan Başbakanlık tezkeresinin görüşmelerine devam ediyoruz.

Hükûmet yerinde.

Siyasi parti grupları adına konuşmalara devam ediyoruz.

Grupları adına son konuşmacı, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Şirin Ünal.

Buyurunuz Sayın Ünal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan Misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikaliyle geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Hükûmete Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca iki yıl süreyle izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye üç kıtanın birleştiği bir bölgede, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yla çevrelenmiş durumda. Ülkemiz, bu jeopolitik konumu nedeniyle asırlardır, bu bölge kaynaklı dünyayı etkileyen olayların merkezinde yer almış ve tarihi şekillendiren gelişmelerde önemli rol üstlenmiştir. Ülkemiz, köklü geçmişiyle dünyanın farklı bölgelerindeki ülkelerle uzun yıllara dayanan tarihî, kültürel ve diplomatik ilişkilere sahiptir. Bu ilişkilerin gerektirdiği dayanışmanın gösterilmesi de yine ülkemizden beklenmektedir.

Ülkemizin uluslararası güvenlik ve savunma politikasının temel unsurunu NATO üyeliğimiz oluşturmaktadır. NATO, aynı zamanda dış politikaya ilişkin kimliğimizin de temel unsurlarından birisidir. İttifak, Avrupa Atlantik Bölgesi ve ötesinde istikrar ve barışın temini amacıyla Kosova’dan Afganistan’a uzanan bir coğrafyada birçok görev ve harekâtı yürütmekte, uluslararası güven ve istikrara katkıda bulunmaktadır.

Bilindiği üzere, tarihî bağlara sahip olduğumuz ve yakın ilişkilerimiz bulanan ülkelerden biri de Afganistan’dır. Cumhuriyetin ilanı öncesi döneme uzanan iki ülke ilişkileri Afganistan’ın Ankara Hükûmetini tanıyan ilk ülkelerden biri olmasıyla da ayrı bir anlam kazanmıştır. Cumhuriyetin ilanı sonrasında artan yakınlıkla pekişen ilişkiler karşılıklı saygı ve iş birliğinden kaynaklanan dostluk temelinde günümüze değin süregelmiştir. Türkiye, Afganistan’ın millî birliği, bütünlüğü ve bağımsızlığını her zaman desteklemiştir. Afgan halkı talep ettiği sürece Afgan halkının barış, istikrar ve refah içinde yaşamasını teminen her alanda Afganistan’la dayanışma içerisinde olmuştur.

Son otuz beş yıl içerisinde büyük çalkantılar yaşayan dost ve kardeş ülke Afganistan için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 2001 yılında çıkarılan güvenlik konseyi kararları çerçevesinde Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti (ISAF) oluşturulmuştur. Bu kuvvetin amacı, Afgan Hükûmetine ülkedeki güvenlik durumunun iyileştirilmesi ve kendi güvenlik faaliyetlerinin oluşturulması konularında yardımcı olmaktır. 2003 yılında bu kuvvetin sorumluluk alanı 1510 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’yla Kâbil’in ötesine genişletilmiş ve kuvvetin stratejik komuta kontrol ve eş güdümü NATO tarafından üstlenilmiştir. Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti Harekâtı’na NATO’nun 28 üyesinin yanı sıra, Latin Amerika’dan Okyanusya’ya kadar birçok ülke de personel katkısında bulunmuşlardır. Yaklaşık 50 ülke Afganistan’da barış ve istikrarın tesisi için bir iş birliği içerisinde çalışmaktadırlar. Bu ülkelerden biri olan Türkiye Cumhuriyeti de tarihten gelen bağlarla dost ve kardeş kabul ettiği Afganistan için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10 Ekim 2001 tarihinde aldığı 722 sayılı Karar’la Hükûmete verdiği yetki temelinde en başından itibaren ISAF harekâtı içerisinde yer almıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 20-21 Mayıs 2012 tarihinde Chicago’da, 4-5 Eylül 2014 tarihinde Galler’de gerçekleştirilen NATO devlet ve hükûmet başkanları zirvelerinde alınan kararlar çerçevesinde Afgan asker ve polisine bir müddet daha eğitim verilmesinin hem asker ve polisin gelişiminin daha hızlı ve istenen seviyede olmasına katkı sağlayacağı hem de Afgan halkı ve devletinin bu süreçte yalnız olmadığının gösterilmesini teminen uluslararası toplum tarafından Afganistan'da yeni bir görev üstlenilmesine karar verilmiştir. “Kararlı Destek Misyonu” adı verilen ve NATO liderliğinde yürütülecek olan bu görev 1 Ocak 2015 tarihinde başlamıştır. Görev kapsamında herhangi bir muhalif faaliyette bulunulmayacak, üst seviyeli birlik ve karargâhlar için eğitim, danışmanlık ve yardım faaliyeti geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi önümüzdeki iki yıl için de aynı şekilde sürdürülecektir. Bu süreçte de ülke genelindeki güvenlik sorumluluğu bütünüyle Afgan güvenlik kuvvetleri tarafından üstlenilecektir.

Değerli milletvekilleri, sonuç olarak Türkiye, Afganistan’ın istikrara kavuşması amacıyla gerek bu ülkeyle sahip olduğumuz özel ve köklü ilişkiler çerçevesinde gerekse de Afganistan’da yeniden istikrarsızlığın hâkim olmasının bölgeden başlayarak tüm uluslararası toplum için tehdit oluşturacağı yönündeki genel anlayış doğrultusunda Afgan kardeşlerimiz ihtiyaç duyduğu sürece yanlarında olacak ve Afganistan’a katkılarını sürdürecektir.

Sözlerimi tamamlarken bugüne kadar ülkemizi ve milletimizi farklı ülkelerde ve coğrafyalarda temsil etmiş ve görev üstlenmiş ve hâlen görevinin başında olan tüm kahraman Mehmetçiklerimize, polislerimize, devlet görevlilerimize şükranlarımı arz ediyorum, hayatını kaybetmiş olanları rahmet ve minnetle anıyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle Afganistan’ın barış ve istikrarı bakımından önem arz eden Kararlı Destek Misyonu ve devamında görev almak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının yurt dışında görevlendirilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerinin söz konusu Misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye'de bulunmalarının uygun olacağını değerlendirdiğimizi ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünal.

Şimdi, şahısları adına söz talep eden sayın milletvekillerine söz vereceğim.

Şahsı adına ilk konuşmacı, Ruhi Ersoy, Osmaniye Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Ersoy. (MHP sıralarından alkışlar)

RUHİ ERSOY (Osmaniye) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; bugün Afganistan’da Türk askerinin oluş gerekçesi üzerine çok değerli konuşmalar yapıldı. Bu düşünceleri paylaşan değerli hatiplere teşekkür ediyorum.

Elbette Türk yerinde duran değil, cihan hâkimiyeti mefkûresiyle başlayan, ilayıkelimetullah davasıyla taçlanarak devam eden dinamik bir yaşam tarzını bir kültürel pratik olarak ifade etmiş bir milletin adıdır. Bu milletin devletleşme sürecinde, tarihin seyri ve akışı içerisinde aynı zamanda birden farklı coğrafyada birden fazla devletleri her daim olmuştur. Türk hiçbir zaman bir tek devletle yetinmemiş, değişik coğrafyalarda aynı anda farklı devletlere sahip olmuştur ve bunun ötesinde de insanlığa barışı, huzuru, kardeşliği götürebilmek için Türk’ün organize olarak vücut bulan vicdanının ve insanlığının ifadesi olan Türk askeri de Mete’nin âdeta onlu sistemi kabul etmiş olduğu ve tahta çıkış tarihi olarak kabul ettiği 209 yılını esas olarak kabul eder.

Milattan önce 209 yılından bu tarafa Türk ordusu dünyaya nizam verme, insanlığa adalet götürme noktasında misyon üstlenmiştir. İşte bu arzu, bu düşünce şiirlere, şairlere ilham kaynağı olmuştur. “Şu kopan Türk ordusudur Ya Rabb’i…” diye Yahya Kemal’in o beyitlerinde anlam bulan, fetihlerden gelenlere duyulan coşku, bir adım sonra Nuri Paşa komutasında Azerbaycan’a, dönemin zalimlerinin zulmüne uğrayan Müslüman Türklere karşı yapılan yardım ve insani kurtarma hamlesinden sonra “Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına” marşını yazdırmıştır. Neden? Çünkü Türk, oraya beklendiği için gitmiştir. İşte aynı Türk ordusu gittiği ve insanlığa değer kattığı anlayışıyla hizmet ettiği Bosna’da, yardım götürmek için, yardım dağıtılırken bir yaşlı teyzenin de yukarıda olduğu haberini alan şerefli bir Türk subayı, komutanı kendi sırtında yardım torbasını o kış şartlarında kapısına kadar götürdüğünde “Siz Türk müsünüz?” sorusuyla karşılaşmış ve “Geleceğinizi biliyordum.” cevabına muhatap olmuştur.

Evet, bu söylediklerimiz zamanın ruhuna uygun, Türk askerine ve ordusuna değer atfetmek için yapılan konuşmalar değil; bunlar hakikatler, bunlar yaşanmışlıklar. Türk askerinin sivil demokrasi ilişkisinde, sivil siyaset-ordu ilişkisinde, askerin içerisine sızmış cunta anlayışının değişik dönemlerde Türk milletine, insanlığa zulüm gibi, darbelerle tehdit eden unsurları da olmuştur. Birilerinin çocukluğuna talip olmuş ve “Bizim çocuklar başardı.” durumlarıyla karşılaşan cuntacılar olmuştur ve 15 Temmuz gecesi itibarıyla birilerinin gayrimeşru çocuklarının başarısız olması da yine bu üniforma içerisinde gerçekleşmiştir ama hiçbirisi, büyük Türk milletinin gönlünde, Peygamber ocağı, Muhammed’in, Mehmed’in ocağını küçültmemiştir ve şerefli Türk askerinin vicdanıyla, ahlakıyla, erdemiyle yanında olmuştur.

Bugün itibarıyla Afganistan değişik travmaları çok değişik duygularla yaşamış, emperyalizmin, âdeta soğuk savaş yıllarında Doğu-Batı Bloku’nun cephesi olmuş. “O cepheleşme ve kamplaşmalarda Yeşil Kuşak Projesi’yle siyasal İslam’ı ve radikal dinci örgütleri besleyen odak, gün gelmiş kendisine dönen büyük tehditle karşılaşıp yüzleştiğinde, yaptığı hataları fark etti mi acaba?” diyoruz; umarım fark etmiştir. Ama bugün itibarıyla orası, yine bir laboratuvar gibi, insanlığın barışı, huzuru, kardeşliği için aynı düşünceyle, Türk ordusunun, askerinin hizmet odaklı, eğitim anlayışlı, katma değer üretmek üzere, insana değer atfetmek üzere gittiği yerler olmuştur.

Değerli milletvekilleri, Türk modernleşmesi asker üzerinden gerçekleşmiş. Modernleşme ve asker ilişkisini hep tek tipleştirici veyahut da dikta rejimi olarak, birilerinin iddia ettiği gibi, seküler laik anlayışlı yaşam tarzını dayatan anlayış olarak tanımlandı; entelektüeller, siyasetçiler, hep böyle gördü. Ama, ben bir kavram ifade etmek istiyorum bir halk bilimci olarak. Hastaneye gidiyorsunuz bir hasta ziyaretine “Efendim, o dün taburcu oldu.” diyorlar. E “tabur” kavramı nereden geliyor, neden “taburcu” oluyor? Hasta neden iyileşince tabura çıkıyor ve taburcu oluyor? Bakın, sağlıkta, teknikte, tıpta, bilumum modern hayatın içerisinde harbiyenin, aynı şekilde tıbbiyenin, siyasal yaşamda da mülkiyenin büyük hizmetleri olmuştur ama Türkiye harbiyeye, tıbbiyeye, mülkiyeye sığmayacak kadar, sivil siyasetle eğitimli orta sınıfı geliştirip kendine ait bir inisiyatif almaya başladıktan sonra herkes kendi rolünü bir şekliyle benimseyerek asli unsurlarına dönmek durumunda kalmıştır. İşte biz, milliyetçilik ve demokrasi ilişkisiyle bu asli unsuruna dönüp hakkın, hukukun, halkın yanında olan anlayışla askeri kışlasında ve evrensel değerler üreterek uluslararası bu tür çalışmalarda gördükçe mutlu olan, alkışlayan, yüreklendiren bir siyasal anlayışın temsilcileriyiz. Zaman, hak, hakikat yerini bulabiliyor.

Değerli milletvekilleri, Genel Kurulla paylaşmak istediğim bir başka husus: Bugün Sayın İçişleri Bakanı konuşmalarında terörle mücadelede en büyük problemlerimizden bir tanesinin apart daireler ve gündelik kiralık evler olduğu gerçeğini vurguladı. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu bu konuda 3 Mart 2016 tarihinde Bakanlığa bir soru önergesi verdi, şahsıma ait olan ve apartların denetimi ve oradaki, başta fuhşiyat olmak üzere, gündelik yaşam tarzına etki eden problemlerden bahseden bir raporu da dönemin Bakanlığına sadece soru önergesi vermekle yetinmeyip, yapılan basın açıklamasını da ilgili bürokratlarla paylaştık. Şimdi, “Biz haklı çıkmadık mı?” demek istemiyor Milliyetçi Hareket Partisi; sadece, siyaseten yönetici pozisyonunda olan iktidar safına, bürokrasisine, muhalefetin söylediklerini lütfen kayda alın, “istemezük” üzerinden yaklaşmayın… Muhalefet de yapıcı muhalefetle problemin parçası değil, çözümün paydaşı öneriler üreten, değerler üreten siyasetler ortaya koyduğunda, Meclisin mehabeti daha bir anlam kazanacak. Ama son zamanlarda dikkatimizi çeken bir şey var Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri; “Siyasal vizyonun ortaya koyduğu eylem biçimi ile onun uygulayıcısı olan bürokrasi arasında bir uyum ve eşgüdüm problemi mi var?” demek istiyoruz, gerek devlet yönetim anlayışında, istihbarat ağlarında, özellikle güvenlik politikalarında gerekse kamu bürokrasisinin genelinde. Buradan bürokrasiye seslenmek istiyorum: Gün sadece genel müdürlük, müsteşarlık, daire başkanlığı yapacak, makam mansıbı koruyacak gün değildir. Gün birlik beraberlik içerisinde, her makam işgal eden insanın hakikaten ateşten gömlek giydiği günlere aittir. İşte, gece uyumadan, gündüz yorulmadan çalışma elbette asli görevimiz ama eyleme konulan çalışmaların AR-GE çalışması, mutfak çalışması, stratejisi, plan, programı ve vizyoner yaklaşımı en az sahadaki eylem kadar anlamlıdır arkadaşlar. “Uykusuz geçen gecelerle geldik, sizlere hizmet ediyoruz.” diyen bürokratlara saygı duyuyorum ama Sayın Grup Başkan Vekili Erhan Bey’in ifade ettiği gibi, lütfen uyuyun kardeşim, zihninizi toparlayın; uyuyun, dinlenin, kalkın, sağlıklı bir şekilde çalışın ve bu çalışmada Milliyetçi Hareket Partisinin önerilerini… Bakın az önce sadece apartlardan bahsettim, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanının salı grup konuşmalarındaki önerilerini saymıyorum bile. Terörizmle mücadele konseptli eylem planı ve bugün ortaya koyduğu “Türkiye’nin sorunlarını birlikte çözelim.” meselesiyle ilgili yaklaşım stratejileri siyasete çok değer katacaktır. Ben yaptım oldu, ben bilirimden çok birlikte ne yapabiliriz anlayışının hâkim olması gereken günlerdeyiz. Sözde, söylemde değil; hakikatte, eylemde birlikte ne yapabiliriz; birlikte nasıl yürünebilir ve ortak millî akıl nasıl ortaya çıkarak, bu kuşatma kırılarak sağlıklı, huzurlu bir geleceğe neslimizi, geleceğimizi, devletimizi nasıl taşıyabiliriz, bunu vekâletini taşıdığımız millet adına bizler sormak durumundayız. Kamu bürokrasisinden üniversiteye, aydınlardan sivil topluma kadar her unsurun bu soruya cevap araması ve kendi üzerine düşen alanda bir şeyler üretmesi gereken günlerden geçiyoruz. Siyasal kurumların da bu üretilenleri dikkate almak gibi bir mecburiyeti var diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ersoy.

Şahsı adına ikinci konuşmacı Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul.

Buyurunuz Sayın Toğrul. (HDP sıralarından alkışlar)

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bugün NATO çerçevesinde Afganistan’a asker göndermekten bahsediyoruz ama Hükûmet yetkililerimiz her fırsatta aslında NATO’yla işlerinin bittiğini ve Şanghay Beşlisine doğru yol aldıklarını ifade ediyorlar. Aslında, bu, son dönemdeki dış ilişkilerimize, dış politikamıza, uluslararası ilişkilerimize de yansıyan ve aslında, sanki yol ayrımındaymış gibi bir görüntüyü kamuoyuna pompalayan bir yaklaşım tarzı. Bildiğiniz üzere, biz “Komşularla sıfır sorun.”, “İçeride barış, dışarıda barış.” noktasından komşuların tamamıyla sorunlu hâle geldik ve Avrupa’yla, özellikle yanlış Suriye dış politikası üzerinden tüm komşularımızla ilişkilerimiz bozuldu ve şu anda, aslında yalnızlaşmış, tek başına kalmış ve bu anlamda, yalnızlığına NATO dışında bir ülkede çare arayan ve bunun için Rusya’ya her türlü imtiyazı, her türlü imkânı veren bir dış politikamız var.

Değerli arkadaşlar, “Afganistan’ın durumu” derken gerçekten Afganistan ile Pakistan’ın ilişkileriyle, bugün, bizim, Türkiye ve Suriye ilişkilerimiz son derece yakın, üst üste çakışan benzerlikler gösteriyor.

Biliyorsunuz, daha önce Rusya’nın Afganistan’a müdahalesi sırasında Rusya’yla mücadele etsin diye El Kaide güçleri maalesef Pakistan tarafından desteklendi ve yine Afganistan’dan 3 milyonu aşkın bir mültecinin Pakistan’a gelmesi üzerinden politika yürütüldü ama günün birinde Pakistan El Kaide’ye yönelik strateji belirlemek zorunda kalınca, El Kaide bumerang gibi dönerek Pakistan’ı vurmaya başladı. Bugün bizler aynı benzerliği baktığımızda,, IŞİD’le benzer ilişkiler görüyoruz. Türkiye, maalesef Rojava’da Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi bir oldubittiye izin vermemek adına… Hâlbuki, biz, bugün Irak Kürdistan Bölgesi yönetimiyle 12 milyar dolarlık dış ticaret yapıyorken, ekonomik olarak ihracatımızın büyük bir kısmını oraya yapıyorken, bugün Rojava’da böyle bir oldubittiye imkân vermeyiz, böyle bir oldubittiyi kabul etmeyiz diye maalesef Türklere karşı bir savaş projesi başlatıldı. Hâlbuki baktığımızda, Rojava’dan bugüne kadar Türkiye'ye bir tek çakıl taşı atılmamıştı ve her fırsatta YPG-YPJ güçleri ve onların yöneticileri Türkiye'yle dostane ilişkiler geliştirmek istediklerini öteden beri ifade etmiş olmalarına rağmen, maalesef Türklerle yakın ilişki kabul edilmedi, Kürtlerin orada bir statüye sahip olmaları, Kürtlerin oradaki halklarla beraber bir statüyü geliştirmeleri; çoğulcu, demokratik, laik temelde bir strateji geliştirmeleri ve bir statü oluşturmaları öteden beri Türkiye için bir tehdit gibi algılandı. Ve sırf oradaki gelişmeyi engellemek adına IŞİD belasıyla maalesef iş tuttuk. Karkamış-Kilis hattının IŞİD'in geçiş güzergâhı olduğunu kabul ettik ve böyle davrandık. Dünyanın çeteleri geldiler, Antep üzerinden Karkamış-Kilis hattından Suriye’ye girdiler, orada savaştılar ve tekrar aynı yolları kullanarak Türkiye içine girdiler ve kendilerini birçok yerde halka zarar verecek şekilde patlattılar. Sadece Türkiye'yle kalmadılar, Avrupa’nın birçok yerinde kendilerini patlatarak insanlığa en büyük zararı verdiler.

“IŞİD” dediğimiz kimlerdi? Dünyanın en belalı tecavüzcüler ordusu olan IŞİD'in bu hattı kullanmasını görmezden geldik. Ne uğruna görmezden geldik? İşte Rojava’da bir Kürt statüsü oluşmasın diye ya da olası bir Kobani-Afrin hattının tamamlanmasını engellemek adına.

Biraz önce söyledim, aslında Kürt güçleri defaatle söylemişlerdi, “Bizim Türkiye’yle herhangi bir sorunumuz yok, biz Türkiye'yle dostane ilişkiler geliştirmek istiyoruz.” Ki tarihte bunun en somut örnekleri var. Ne zaman Türkiye dış politikada sıkışsa, ne zaman bir tecavüze uğrasa, yanı başında Kürtleri görmüştür; Çanakkale’de Kürtleri görmüştür, Antep savunmasında Karayılan’ı görmüştür ama, dediğim gibi, bir paranoya hâline gelmiş bir Kürt düşmanlığı, bizi, maalesef, Suriye’de olmaz işlerin içine itti. IŞİD biraz kriminal bir örgüt hâline gelince, yedekte bu sefer El Nusra’yı, Ahrar El Şam’ı yanında, yedekte tutmaya çalıştık ve hâlâ, bugün, maalesef, IŞİD’in yedeği olarak tuttuğumuz El Nusra, Ahrar El Şam’a “ÖSO” adı altında büyük destekler, büyük silah ve cephane yardımları yapılıyor.

Biz biliyoruz değerli arkadaşlar, bugünkü “ÖSO” dediğiniz güçler başlıca üç gruptan oluşuyor: El Nusra, Ahrar El Şam, Fatih Sultan Mehmet Tugayları diye kendisini ifade eden üç tane cihadist örgüt. Bunların üçü de cihadisttir aslında, IŞİD’den farkları yoktur. IŞİD’le farkı, IŞİD, El Kaide’nin halifeliğini kabul etmiyor, El Bağdadi diyor ki: “Ben halifeyim.” diğerleri “Halifemiz El Kaidedir.” diyor. Böyle farkı olmayan bu örgütlerle Türkiye hâlâ iş tutmaya devam ediyor. Nereden anlıyoruz? Bakın, Rusya, Halep’in boşaltılması sırasında, El Nusra’nın oradan çekilmesini bizden talep ediyor.

Dolayısıyla, bizlerin bu çıkmazı bugün yaşıyor olmamız, ülke olarak hem siyasi hem de ekonomik istikrarsızlığımızın temelinde oluşturduğumuz Kürt karşıtı politika yatıyor değerli arkadaşlar. Hâlbuki içeride kendi sorununu çözmüş, Kürtlerle sorununu çözüm noktasına, konuşulabilir, tartışılabilir bir noktaya çekmiş bir Türkiye’de ve yine, sınır başındaki Kürtlerle iyi komşuluk ilişkisi geliştirmiş bir Türkiye’de, bugün bambaşka bir noktayı tartışıyor olabilirdik.

Değerli arkadaşlar, her fırsatta 2013-2015 arasındaki çözüm arayışlarını kriminalize ediyoruz. Hâlbuki, bugün geldiğimiz noktada hangisini tercih ederiz? 2013-2015’i mi yoksa bugün Türkiye'nin yaşadığı kaosu mu tercih ederiz? Bugün Türkiye ciddi bir kaosun eşiğindedir ve dünyada artık bizimle ilgili “Acaba çöküş sürecinde midir?” diye makaleler yazılıyor. Biliyorsunuz, The Independent’ın yazarı Robert Fisk Türkiye’yle ilgili şunu söylüyor: “Osmanlı’dan bu yana en ağır bunalımını yaşıyor Türkiye, çöküşün eşiğindedir.” Bundan çıkmanın biricik ve tek yolu Kürtlerle iyi diyalog geliştirmektir; hem kendi içindeki Kürt sorununu demokratik, barışçıl zeminde çözmek hem de dışarıdaki, yanı başındaki komşularıyla, Kürtlerle iyi ilişkiler geliştirmektir. Kürtlerle ne zaman düşmanlık başlarsa bu ülkenin yıkımı asıl ondan sonra başlar değerli arkadaşlar. Kürtlerle iyi ilişkiler geliştirmek, tam tersi, bu ülkenin bekasıdır, bu ülkenin, bir arada yaşamanın geleceğidir. Buna eğer dikkat etmezsek, buna göre çözüm üretemezsek maalesef gideceğimiz yer korkarım ki bir Suriye, bir Iraklaşma veya sıklıkla söylediğimiz gibi, Türkiye'nin bu yanlış politikasında ısrarı Türkiye'nin Pakistanlaşması, özellikle sınır kentlerimiz Antep, Hatay, Urfa’nın da Peşaverleşmesi anlamına gelir.

Değerli arkadaşlar, bundan bir an önce çıkmak gerekiyor. Bugün Kürt’e karşı ilan ettiğiniz savaş, HDP’nin Eş Genel Başkanları, milletvekilleri, belediye başkanlarını tutuklamak bu ülkeye hiçbir şey kazandırmaz. Bundan çıkışın yolu, biraz önce söylediğim gibi, bu sorunu konuşulabilir, bu sorunu tartışılabilir bir zemine çekmektir diyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Toğrul.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, Sayın Toğrul konuşmasında “Kürtlere karşı ilan ettiğiniz savaş” diye bir cümle kullandı. Bu bütünüyle yanlış bir ifade.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Hükûmete diyor.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Türkiye Cumhuriyeti devleti terör örgütleriyle bir mücadele içindedir; içeride olsun dışarıda olsun, terörle bağlantısı olmayan, bağı olmayan her tür insan -Kürtler, Türkler, Araplar- başımızın üstündedir.

Arz ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı, tutanaklara geçmiştir.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince Anayasa’nın 121’inci maddesine göre verilmiş olan Başbakanlık tezkeresinin görüşmelerine başlıyoruz.

Şimdi tezkereyi okutuyorum:

6.- Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı uyarınca ülke genelinde ilan edilen ve 11/10/2016 tarihli ve 1130 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/1/2017 Perşembe günü saat 01.00’den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/863)

3/1/2017

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı’yla ülke genelinde ilan edilen ve 11/10/2016 tarihli ve 1130 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/1/2017 Perşembe günü saat 01.00’den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca 3/1/2017 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Gereğini arz ederim.

                                                                                      Binali Yıldırım

                                                                                         Başbakan

BAŞKAN – Hükûmet? Burada.

Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.

Konuşma süreleri gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.

Şimdi tezkere üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:

Gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İsmail Faruk Aksu, İstanbul Milletvekili; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Ayhan Bilgen, Kars Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muharrem Erkek, Çanakkale Milletvekili; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Hurşit Yıldırım, İstanbul Milletvekili.

Hükûmet adına Numan Kurtulmuş, Başbakan Yardımcısı.

Şahıslar adına, Mahmut Tanal, İstanbul Milletvekili; Halis Dalkılıç, İstanbul Milletvekili.

Şimdi gruplar adına söz talep eden sayın milletvekillerine söz vereceğim.

İlk söz hakkı, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili İsmail Faruk Aksu’ya aittir.

Buyurunuz Sayın Aksu. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Aksu, bir saniye.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresinin görüşmelerine başlıyoruz.

Sayın hatip kürsüdedir ancak Genel Kurulda büyük bir uğultu vardır, lütfen uğultuyu sonlandırınız.

Uğultu devam ediyor, eğer uğultu devam ederse birleşime ara vermek zorunda kalacağım.

Sayın milletvekilleri, sohbet etmek isteyenler lütfen Genel Kurulun dışına çıksınlar.

Sayın Aksu, sürenizi yeniden başlatıyorum.

Buyurunuz.

MHP GRUBU ADINA İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 21 Temmuz 2016’dan itibaren uygulanmakta olan olağanüstü hâlin, 19 Ocak 2017 tarihinden itibaren üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 2016 yılında yaşanan kâbus dolu günlerin sona ermesini, şehit haberlerinin artık gelmemesini, ülkemizin huzura kavuşmasını ve milletimizin rahat etmesini beklerken İstanbul Ortaköy’de bir eğlence mekânına yapılan terör saldırısı yine hepimizi derin bir üzüntüye sevk etmiştir. Saldırıda hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar, milletimize başsağlığı diliyorum. Ülkemizde misafir olarak bulunan yabancı ülke vatandaşlarının ailelerine taziyelerimi sunuyorum. Yaşadığımız bu acıların son bulmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

Yol açtığı acılar ve toplumun geleceğine yönelttiği tehditlerle birlikte terör, temel insan hakları değerlerine, demokrasiye ve hukukun üstünlüğü ilkesine de indirilen bir darbedir. Şüphesiz ki terörizm varlığımıza, birliğimize ve bizi bir arada tutan ortak değerlere kast etmek, kardeşlik hukukumuzu bozmak ve ülkemizi bir kaos girdabına sokmak istemekte, terör örgütleri ise ülkemizi abluka altına almaya çalışmaktadır. Türkiye’yi teslim almak isteyenlerin niyetleri açıktır. Milletimizi ayrıştırmak isteyenlerin oyunları da malumdur. Bunların bilincinde siyaset yapmak, politika üretmekse hepimizin ayrı ayrı yükümlülüğüdür. Ancak esas olan, ülkemizi yöneten kadroların bunların farkında olarak hareket etmesi ve çare üretmesidir. Teröristlerin, suikastçıların, bombacıların hareket alanı bulabildiği bir Türkiye tablosu, terörle mücadelenin esasını oluşturan istihbarattaki zafiyeti göstermektedir. Kimsenin akıbetinden emin olmadığı bir durum, yönetenlerin işini yeterli düzeyde yapmadığı ya da yapamadığını göstermektedir. Bu durumda, Hükûmetin öncelikli olarak yapması gereken önleyici tedbirlere odaklanmak olmalıdır. Sebebi ne olursa olsun yönetme sorumluluğunda olanların eksik ve yanlış yapma ve ihmalde bulunma hakkı yoktur.

Türkiye, taşeron terör örgütleriyle çok cepheli bir şekilde mücadele ederken Hükûmetin daha akıllı, daha sorumlu ve daha birleştirici politikalar takip etmesi millî bir vazifedir. Karşınızdaki ihanet yapılanmasıyla ancak birlik ve beraberlik hukuku güçlendirilerek başa çıkmak mümkün olabilecektir. Kuşkusuz ki bu gelişmeler iyi yönetilmediği takdirde, var olan temel sorunlarla birlikte, ekonomik ve sosyal hayatımızı da olumsuz etkileyecektir. Son dört ayda açıklanan tüketici ve ekonomi güven endeksleri, vatandaşlarımızın ülkenin geleceğinden endişe duymakta olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Değerli milletvekilleri, belli bir toprak parçası üzerinde münhasır yetkiye yani egemenliğe sahip olmak devlet olmanın temel kriterlerinden birisidir. Belli sınırlar üzerinde egemenliğin tek sahibi olmanın yanı sıra, bu egemenlik alanında yani vatanda yaşayan bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek, sınır ötesi güçler karşısında sınırların güvenliğini sağlayabilmek ve vatandaşlar arasında huzur ve asayişi gerekirse kuvvet kullanarak temin edebilmek, organize olmuş bir yapının devlet olarak nitelendirilebilmesi için olmazsa olmazdır. Devleti devlet yapan kriterlerin birini ya da bazılarını sağlayamayan devletler, genellikle kırılgan devlet olarak adlandırılmaktadır. Bu terim üzerinde evrensel bir mutabakatın varlığından bahsedilemese de OECD’nin genel kabul gören tanımına göre kırılganlık, devletin güvenlik, eğitim, sağlık, adalet gibi temel kamu hizmetlerini sunmakta yetersiz kalmasıdır. Devletin bireylerin ihtiyaçlarını eksiksiz şekilde karşılayamadığı durumlarda ortaya çıkan kırılgan devlet, siyasi, ekonomik ve toplumsal krizlere maruz kalma potansiyeli barındıracaktır. Devletin kırılganlığı devletin etkinlik ve otoritesiyle ilgili olduğu kadar, meşruiyetiyle de yakından ilgilidir. Dolayısıyla, kırılganlığın artması, devletin etkinliğinin ve otoritesinin zayıflaması ve meşruiyetinin sorgulanması anlamına da gelmektedir. Kırılganlığın önlenememesi ve daha da ileri bir boyuta ulaşmasıyla merkezî otoritenin tamamen işlevsiz kalması hâlinde ise başarısız devletler ortaya çıkmaktadır. Başarısız devletler, Afganistan’da olduğu gibi bazen tüm devlet kurumlarının çökmesiyle, bazen Sierra Leone’de olduğu gibi iç savaş neticesinde, bazen de potansiyelin çok altında bir refah seviyesi sağlayarak bireyleri çok zor şartlar altında yaşamaya mecbur bıraktığı için ortaya çıkmaktadır.

Birçok akademik kuruluş ve uluslararası örgüt devletlerin kırılganlığına ilişkin endeksler oluşturmaktadır. Bu çerçevede, Amerika Birleşik Devletleri merkezli bir kuruluşun hazırladığı 2016 yılı Kırılgan Devletler Endeksi, 12 ayrı sosyal, ekonomik, siyasi ve askerî göstergeye dayanarak devletlerin ne derecede kırılgan olduğunu ortaya koymuştur. Genel olarak bakıldığında, Türkiye'nin 178 ülke arasında en kırılgan 79’uncu ülke olduğu, son on yıllık trendinin olumsuz yönde geliştiği ve bu süreçte 14 ülkenin daha gerisine düştüğü görülmektedir. Özellikle devletin güvenlik aygıtının kırılganlığının artıyor olması, yaşanan gelişmelerin ve güvenlik endişesinin bir sonucu olup ciddi önlemlerin alınmasını, alınmaya devam edilmesini gerektirmektedir. OHAL uygulaması da bu çerçevede ele alınmalı ve bu risklere çare olacak şekilde düzenlenmelidir.

15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye hain bir darbe girişimiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu hain saldırı, bütün siyaset kurumlarına, Türk devletinin kuruluş esaslarına ve son tahlilde, milletimizin tamamına yapılmıştır. Yıllarca Türk Silahlı Kuvvetlerine ve diğer kurumlara sirayet eden FETÖ’cü hainler, Türkiye’yi ateşe vermek, vatana ve millete kastetmek amacıyla Türk milletine silah doğrultmuş, Türk tarihinde nadir görülebilecek bir ihanete imza atmışlardır. Demokrasiye vurulmak istenen darbe, Türk milletinin engin feraseti sayesinde önlenmiş, demokrasi uçurumdan döndürülmüştür. Bu nedenle, 15 Temmuzdaki FETÖ’cü kalkışmaya karışan kim varsa ismi, unvanı, sıfatı ve mevkisi ne olursa olsun hesap vermeli ve bedelini ödemelidir. Bu hain girişim karşısında tankların önüne yatan, doğrultulan silahlara göğsünü geren 249 vatandaşımız şehit olmuştur. Türk milletinin, demokrasi tarihine altın harflerle yazılacak demokrasi mücadelesi karşısında başta Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere dünya, demokratik, çağdaş değerlere sahip çıkmak adına sınıfta kalmıştır. 15 Temmuz, hiçbir siyasi mülahazanın vatanın ve milletin bekasının, birlik ve bütünlüğünün önünde ve üzerinde olmadığını herkese göstermiştir. Yine 15 Temmuz, ülke yönetiminde ve kamu görevinde bulunanların Türk devletine ve Türk vatanına sadakatinin ne kadar önemli olduğunu da ortaya koymuştur.

Değerli milletvekilleri, bu yaşananların ardından Türkiye'nin siyasi alanda yalnızlaştırılmasına, ekonomik alandaysa zorda kalmasına yönelik hamleler birbirinin peşi sıra gelmeye başlamıştır. Yurt dışında FETÖ’cülerin öncülüğünde Türkiye aleyhine bir lobi faaliyeti başlatılmış, bir yandan da koordinasyonunun tek merkezden olduğu değerlendirilen farklı terör eylemleri art arda gelmiştir. Yaşanan olağandışı gelişmeler sonucu, Anayasa’nın 120’nci maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu 21 Temmuz 2016 gününden itibaren ülkenin bütününde doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan etmiş, olağanüstü hâl kararı 19 Ekim 2016’dan itibaren doksan gün süreyle uzatılmış, her iki karar da Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bilindiği gibi, olağanüstü hâl uygulamasına ilişkin her iki kararı da Türkiye Büyük Millet Meclisinde destekledik çünkü ülkemizde olabilecek en olağan dışı durum meydana gelmiş, Türk devletini ve Türk milletini hedef alan bir saldırıya maruz kalınmıştır. Bu alçak kalkışmayla yapılacak mücadelenin de ancak olağanüstü hâl şartlarında mümkün olabileceği değerlendirilmiştir. Olağanüstü hâl, millete pusu kuran ve devlete ağır zayiat verdirmek isteyen odaklara karşı bir güvence ve anayasal bir tedbir olarak görülmüş, toplumsal huzurun temini ve asayişin sağlanması maksadıyla Türkiye'nin beka düzeyinde tehditlerle karşı karşıya olduğu bir dönemde devletin elinin güçlendirilmesi istenmiştir.

Alınan olağanüstü hâl kararı çerçevesinde bugüne kadar toplam 12 adet kanun hükmünde kararname çıkarılmıştır. Kararnamelerle FETÖ’yle irtibatı ve iltisakı bulunan bazı eğitim ve sağlık kurumları, öğrenci yurtları, üniversite, vakıf, dernek ve sendikalar kapatılırken yargı ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ile diğer kamu çalışanlarının kamu görevinden çıkarılmasına yönelik tedbirler uygulanmıştır. Bu kapsamda, kanun hükmünde kararnamelerle bugüne kadar 85.645 kamu görevlisinin görevine son verilmiştir, bu sayıya kamu kurumlarınca görevine son verilmiş olan kamu görevlileri dâhil değildir. FETÖ’yle birlikte PKK, IŞİD ve diğer terör örgütlerinin kamudaki yapılanmalarının da ortaya çıkarılması ve bunlarla irtibatı ve iltisakı bulunanların görevlerine son verilmesi için daha etkili bir mücadele yürütülmesini de gerekli görmekteyiz. Türk Silahlı Kuvvetleri ve kamu kurumları içinde 15 Temmuz FETÖ darbe girişimine adı karışan, göz yuman veya görevinin sorumluluklarına riayet etmeyen kim varsa devlet kurumlarından ayıklanması yerindedir. Tabii, bu tespitlerin bir soruşturmaya dayanması ve soruşturma süreçleriyle somutlaştırılması gerekmektedir. Yeterli inceleme ve soruşturma yapılmadığı için boşu boşuna kimsenin itibarıyla ve saygınlığıyla oynanmamalıdır. İtiraz mekanizmaları sağlıklı bir şekilde ve talepler ciddiye alınarak işletilmeli, bu doğrultuda ortak bir usul belirlenmelidir. Sonuçta olan yine garibana oldu düşüncesi kamuoyunda oluşmamalı, bu süreçte kazanılan halk desteği kaybedilmemeli, devlete olan inanç bu sebeple zedelenmemelidir. Haksız ve mesnetsiz yere açığa alınan veya ihraç edilenler mağduriyet yaşamadan eski konumuna getirilmelidir. Devletimizin bunları tespit edebilecek, doğruyla yanlışı ayırabilecek ve gerçek suçluyu yakalayarak mazlumu mağdur etmeyecek gücü ve yeteneği olduğuna inanıyoruz, yeter ki yönetsel hatalar yapılmasın, siyasi ve ideolojik koruma anlayışı içinde hareket edilmesin ve ispiyon fırsatçılığına izin verilmesin. Aksi durum FETÖ mücadelesinin istismarına ve sulandırılmasına yol açacak, savunma hakkını kısıtlayarak yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar suçlunun suçsuzdan ayrılmasını imkânsızlaştıracak, gerçeği açığa çıkaramayacak ve terör örgütüyle mücadeleye zarar verecektir. FETÖ’nün devlete yoğun bir şekilde sızmaya, devleti ele geçirmeye çalıştığı sırada yapılan ikazlara rağmen bunun fark edilememesi ya da görmezden gelinmesi öngörüsüz bir yönetimin sergilendiğini göstermektedir. Bu nedenle ülke yönetiminde gösterilen zaafın tüm boyutlarıyla ortaya çıkarılması, kastı ve ihmali olan her alandaki sorumluların tespit edilmesi, Türkiye’nin ve Türk milletinin huzurlu ve güvenli geleceği ve güçlü bir demokrasisini inşası için gerekli bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, demokrasimiz üzerinde o dolaşan kara bulutları kovmak ve antidemokratik eğilimlerin önünü kesmek siyasetçilerin önde gelen sorumluluğudur. Bugünlerde birlik ve beraberliğimizi daha da güçlendirmemizin bu sorumluluğun gereği, aynı zamanda tarihî bir zorunluluk olduğuna inanıyoruz. Zira devletin ve milletin bekası her türlü siyasi gayenin üstündedir. Esas olan, Türkiye’nin varlığı ve bağımsızlığında mutabakat sağlamak, Türk vatanının bölünmez bütünlüğünü sarsılmaz esas ve teminatlara bağlamak, bu yönde gerekli hukuku oluşturmak, Türkiye’nin ve Türk milletinin bekasını huzurlu ve güvenli geleceğini temin etmektir. Bu sorumluluktan hareketle siyasi iktidarın, demokrasiye karşı bütün yasa dışı oluşumları ortaya çıkarması ve hukuk içinde çözerek sonuçlandırması beklentimizdir.

Milliyetçi Hareket Partisi, hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasi ve insan hakları gibi vazgeçilmez ilkeleri savunan bir siyaset çizgisinin takipçisidir ve bu anlayış çerçevesinde adaletin gecikmeden tecelli etmesini ve adil yargılama hakkına titizlikle uyulmasını hukuk devletinin vazgeçilmez bir gereği olarak görmektedir. Bu noktada, altı aydır devam eden olağanüstü hâl uygulaması sırasında vatandaşlarımızın karşılaştığı sorunlar ve taşıdıkları endişelere işaret etmek, dikkatlerinizi çekmek istiyorum, Bunlardan bazıları şunlardır: Adaletin tesisine ilişkin kaygılar, hak arama özgürlüğünün kısıtlanması, kamu görevlilerinin somut bulgulara dayanmadan görevine son verilmesi, savunma hakkının göz ardı edilmesi, asılsız ihbar ve şikâyetlere dayalı işlem yapılması, alt düzeydeki görevlilerle uğraşılırken üst düzey görevliler ve siyasetçilerle 15 Temmuzun lider kadrosu ve yurtta sulh konseyinin üyeleri hakkında bir işlem yapılmaması, OHAL kapsamına girmediği hâlde kanun hükmünde kararnamelerle farklı konularda da düzenleme yapılması, kripto olarak görevlerine devam eden FETÖ’cülerin bulundukları yerlerde kasıtlı, yanlış yönlendirmesiyle oluşan mağduriyetler.

Olağanüstü hâl, kuşkusuz, bugün olduğu gibi, şartların gerektirdiği durumlarda başvurulması gereken anayasal bir kurumdur. Bununla birlikte, uygulamanın hukuk ve adalet anlayışını egemen kılarak ve haklıyla haksızı, suçluyla suçsuzu birbirinden ayıracak adil bir yönetim anlayışı ortaya koyarak sürdürülmesi zorunludur. Bu durumda ancak vatandaşlarımızda oluşan soru işaretleri giderilmiş, topyekûn bir mücadele anlayışı hâkim kılınmış olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, her gelişmeyi devlet ve millet yararına, hak, hukuk ve adalet adına titizlikle izleyip doğru gördüklerini desteklerken yanlış bulduklarını da eleştirmeyi sürdürecektir. Bize göre Türkiye hâlâ yakın tarihinin en sarsıcı ve yüksek risk ihtiva eden bir dönemindedir. Hain darbe girişimi bertaraf edilmişse de artçı sarsıntıları devam etmektedir. FETÖ kalkışması ve artçı terör saldırıları, millî birlik ve kardeşliğimiz üzerinde telafisi ve onarımı zaman alacak yaralar açmıştır. Bu nedenle kimsenin, 15 Temmuz yaşanmamış gibi davranması doğru olmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, devletin temel işlevi vatandaşlarının güvenliğini sağlaması, anarşi ortamına fırsat vermemesidir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, başta FETÖ, IŞİD ve PKK olmak üzere terörün kökü kazınana, FETÖ’yle hesaplaşma bitene kadar devletin elini güçlendirmek için olağanüstü hâlin üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin tezkereye olumlu oy vereceğimizi ifade ederek Genel Kurulun siz değerli üyelerini saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aksu.

İkinci olarak, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Kars Milletvekili Ayhan Bilgen konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Bilgen. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü hâlin bir kez daha uzatılmasıyla ilgili Başbakanlığın ve Bakanlar Kurulunun imzaladığı ve Meclise gönderdiği prensip kararı var.

Tabii, konuya böyle girip girmeme konusunu epeyce düşündüm. Bu konuyu bilen çok sayıda arkadaşı da aradım, acaba ben mi bir yanlış değerlendirme yapıyorum, okuduğum metni anlamakta zorlanıyorum ya da benim bilmediğim bir şey mi var diye birkaç saattir çok ciddi bir kaygı içerisindeyim.

Değerli arkadaşlar, gelen yazı aynen şöyle diyor -giriş kısmını okumayayım, muhtemelen bütün gruplarda vardır- görüştüğümüz konuyu eğer bütün gruplar bilerek görüşüyorsak aynen şöyle yazı: “Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/07/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı ile ülke genelinde ilan edilen ve 11/10/2016 tarihli ve 1130 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/1/2017 Perşembe günü saat 01.00'den geçerli olmak üzere üniversite 3 ay süre ile uzatılmasının, Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı: Millî Güvenlik Kurulunun 3/1/2017 -dikkatlerinizi buraya çekmek istiyorum değerli milletvekilleri- tarihli ve 501 sayılı tavsiye kararı göz önünde bulundurularak Bakanlar Kurulunca 3/1/2017 tarihinde kararlaştırılmıştır.”

Şimdi, bugün 3/1/2017 değerli arkadaşlar. Bu yazı bize öğlen saatlerinde geldi. Bakanlar Kurulunun dün bu konuyu görüşmediğini Hükûmet Sözcüsü en azından ifade etti ama şekil esası yerine gelmiş, Başbakan sabahleyin dedi ki: “Hayır, görüşüldü, karara bağlandı, imzalar var.” İmzalar varsa gerisi siyasi etik meselesidir ama bu MGK ne zaman yapıldı değerli arkadaşlar? Ayın 3’ü bu gece on ikiden sonradır. Saat on ikiden sonra, Bakanlar Kurulu toplantısından önce bir tavsiye kararı alınmadıysa tersine yapıyorsunuz işi demek ki yani önce burada görüşeceğiz biz, ellerimizi kaldıracağız, oylayacağız, ondan sonra muhtemel MGK kararında, değerli arkadaşlar, karar defterine bir tavsiye kararı yazılacak. Kanarya Sevenler Derneği böyle yönetilmez arkadaşlar. Böyle bir şey olabilir mi?

MGK’nın son toplantı tarihi, değerli arkadaşlar, 30 Kasım 2016. 8 tane karar var, kamuoyuna açıklanmış, tek tek okuyayım. Birinci karar: Terörün ülke gündeminden çıkartılması. İkincisi: Teröre destek veren ülkelerin uyarılması. Üçüncüsü: Fırat Kalkanı Harekâtı. Dördüncüsü: Halep. Beşincisi: Irak’ın toprak bütünlüğü. Altıncısı: Musul ve Telafer. Yedincisi: Sincar. Sekizincisi Kıbrıs’la ilgili.

Şimdi, kasım ayındaki toplantıda muhtemelen 500’üncü karar çıkmış olabilir yani sayılara bakıyorum ben, karar sayılarını inceledim, 20/7/2016 tarihli OHAL’in ilk tavsiye kararının verildiği toplantının karar sayısı 498. Bir sonraki uzatma, 30/11/2016 toplantısından önceki karar, o da 28/9/2016, karar sayısı 499. Şimdi, bu durumda her toplantıda bir karar numarası veriliyorsa Millî Güvenlik Kurulunda, 500 no.lu Karar 30 Kasım toplantısında olabilir ama biraz önce okudum, böyle bir karar yok. 501’inci Karar da ancak bir sonraki MGK’da alınabilir yani o da rutin tarihi itibarıyla Ocak ayının sonu. Şimdi, Ocak ayının sonunda yapılacak olan Millî Güvenlik Kurulu toplantısında verilecek olan tavsiye kararını Bakanlar Kurulu imzalamış ve Meclise göndermiş değerli arkadaşlar, Meclise göndermiş. Meclis Başkanına sağlık ve afiyet diliyoruz ama ben Sayın Başkan Vekiline sormak istiyorum: Bu yazıyı…

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) – O kararlar olmadan da Meclis karar alabilir Ayhan Bey.

AYHAN BİLGEN (Devamla) – Nasıl?

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) – O kararlar olmadan da Meclis karar alabilir.

AYHAN BİLGEN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, yani Allah aşkına bunu savunmayın, bari bunu savunmayın. Yani tamam, teşekkür ederim sağ olun.

Ben Meclis Başkanına sormak istiyorum: Meclis Başkanlığı, Başbakanlıktan gelen bu prensip kararını MGK’nın hangi tavsiye kararını görerek gruplara gönderdi ve bugün Genel Kurulun gündemine bu konu alındı?

Değerli arkadaşlar, bakın, bu bir imla hatası, bir harf hatası, bir şekil eksikliği olsa deriz ki: “Ya, bu ülke bu kadar ciddiyetsiz yönetiliyor.” Yani tarih, sayı, numara falan karışmış ama çok önemli değil. MGK kararlarının ne ifade ettiğini tartışmıyoruz değerli arkadaşlar. Eğer onları tartışacak olursak başka şeyler var zaten tartışılacak. Örneğin daha önce FETÖ’yle ilgili, MGK kararıyla ilgili bir danışman ve milletvekilinin söylediği sözler var: “Biz bu kararları yok saydık.” diyor. MGK’nın siyasal sistem içerisinde nerede olması gerektiğine dair galiba en radikal düşüncelere sahip parti biziz. Ama bir işi yapıyorsanız ciddi yapacaksınız. Yapılmamış Millî Güvenlik Kurulundan Bakanlar Kuruluna tavsiye kararı çıktığı bu ülke tarihinde görülmüş bir şey mi değerli arkadaşlar? Yani bu toplantı yapıldığında böyle bir kararın çıkacağından mı eminsiniz? Millî Güvenlik Kurulunu da burada hazırladığımız Anayasa taslağı gibi önce imzaya açıyoruz, sonra sosyal medyada paylaşıyoruz, sonra içeriğini mi tartışıyoruz? Böyle mi oluyor? Bu yöntem böyle mi artık? Devlet böyle mi yönetilecek bundan sonra?

Değerli arkadaşlar, bu konu sadece bir şekil konusu değilse yani bir bilinçli yazım varsa Başbakanlıkla Meclis arasındaki yazışmalar bu kadar ciddiyetsiz yapılmıyordur, olamaz herhâlde, böyle değildir, mutlaka bir bildikleri varsa… Yani bugün sabah, değerli arkadaşlar, bu ülkede bir Millî Güvenlik Kurulu toplantısı yapıldıysa, lütfen, birisi Hükûmet adına, iktidar partisi grubu adına bu gizli Millî Güvenlik Kurulunda alınan başka kararlar var mı bunu bize açıklasın. Çünkü belli ki bu geçtiğimiz on on iki saat içerisinde ve muhtemelen sabahın ilk saatlerinde bu toplantının yapılmış olması gerekiyor ama Bakanlar Kurulu toplantısı dün yapıldı, hadi kararı bugün imzaladı. Dün yapılan toplantıdan önce bir Millî Güvenlik Kurulu toplantısı var mı? Hayır. Basında tarıyorum, son toplantı 30 Kasım tarihinde.

Değerli arkadaşlar, olağanüstü hâli tartışmanın, olağanüstü hâlde çıkartılan kararnamelerin ciddiyetini tartışmanın bu koşullarda gereği var mı bilmiyorum yani bu yazı Başbakanlıktan Meclise gelirken ne kadar dikkatle, ne kadar özenle, ne kadar hukuk devleti hassasiyetiyle, ne kadar ciddiyetle hareket ediliyorsa kanun hükmünde kararnameler de o kadar ciddiyetle, o kadar hassasiyetle, o kadar insan hakları duyarlılığıyla hazırlanıyor. Onun için zaten Cihanbeyli’deki radyonun adı “Radyo Cihan” olduğu için, “cihan” kelimesi de cemaate ait olduğu için FETÖ’den Cihanbeyli’deki radyo kapatılabiliyor ya da anayasa çalışmaları için kurulmuş bir dernek, sadece Cemil Çiçek Başkanlığındaki Komisyon döneminde çalışmalara katkı sunmak için paneller, konferanslar düzenlemiş bir dernek, hiçbir üyesinin FETÖ’yle hiçbir ilişkisi olmadığı hâlde, sırf ismi “Aktif Toplum” olduğu için, yani anayasa sürecine katılım aktif toplum gerektirir -“Aktif Toplum” olduğu için- “aktif” kelimesini de haber ajanslarında malum yapı kullandığı için bir dernek kapatılır.

Değerli arkadaşlar, isim benzerliğiyle avukatların kapısına mühür vurulur. Eğer Başbakanlıkla Meclis Başkanlığı arasındaki ilişki bu ciddiyetle yürütülüyorsa kanun hükmünde kararnameler de ancak o ciddiyetle, o hukuka uygun, hukuka saygılı mantıkla yürüyor olabilir.

Değerli arkadaşlar, elbette bu konunun şekille ilgili boyutu vahamet düzeyindedir. Bu vahametle ilgili, bu rezaletle ilgili bir açıklama yapılmadığı takdirde, inandırıcı, ikna edici bir açıklama yapılmadığı takdirde zaten bundan sonra bu toplantı da, Genel Kurulda bu konunun tartışılması, konuşulması da bana göre ciddi bir usul tartışmasını gerektirir ama ben, buna rağmen, kalan süremde OHAL’in neler doğurduğuna dair birkaç şeye dikkatinizi çekmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, çok sayıda isim var çünkü geçtiğimiz altı ay içerisinde yüzlerce gazeteci gözaltına alındı ve bir o kadar sayı da tutuklu. Ama bir isim, mesela Murat Aksoy, yüz yirmi gün olmuş değerli arkadaşlar, hâlâ hakkında iddianame yok.

Şimdi, hukuk devletinde deliller vardır elinizde, zanlıyla ilgili ciddi, kuvvetli bir şüphe vardır, delillerin karartılma ihtimali vardır, şahsın kaçma ihtimali vardır ya da suçun işlenmeye devam ediliyor olma ihtimali vardır. Değerli arkadaşlar, Murat Aksoy yıllarca Yeni Şafak gazetesinde yorum sayfasını hazırlayan, birçoğunuzun tanıdığı bir arkadaş. Sadece, geçimini gazetecilikten sağladığı için ve o dönemde başka bir gazetede iş bulamadığı için o gruba yakın gazetelerin birisinde yazı yazdı. Aranızda birçok milletvekili var geçmişte o gazetelerde yazan, Sayın Cumhurbaşkanının sözcüsü var o gazetelerde yazı yazan. Şimdi, o gazetelerde yazı yazmak peşinen bir terör örgütüyle ilişkilendirmeyi gerektiriyorsa yüz yirmi gün boyunca bir gazetecinin, değerli arkadaşlar, evine ekmek götürecek başka hiçbir imkânı olmayan, ihale takipçiliği yapmayan bir gazetecinin evindeki 2 küçük çocuğunun ne yiyip içtiğini düşünüyorsunuz? Bu, sizi hiç ilgilendirmiyor mu, hiçbir şey ifade etmiyor mu? Yıllarca size yakın bir yayın organında bu arkadaş çok zor şartlarda, fedakârca çalıştı; hiçbir şey hissettirmiyor mu bu size?

Değerli arkadaşlar, tabii, delilden suçluya değil, zanlıya değil, önce kişiyi tutuklayıp ondan sonra delil beklemeye devam ettiğinizde daha garip vakalar var. Mesela HDP’nin Manisa İl Örgütü yöneticilerinin bir kısmı dokuz aydır, bir kısmı on bir aydır, değerli arkadaşlar, hâlâ mahkemeye çıkarılmadı çünkü iddianame yok ortada. Şimdi, dokuz ay boyunca iddianame hazırlamaya zaman bulamayan savcılık, parti yöneticilerini hangi gerekçeyle tutuklamış olabilir değerli arkadaşlar? Tutuklama bu kadar basit bir şey mi, bu kadar keyfî bir şey mi? Önce tutukluyorsunuz, sonra delil topluyorsunuz, bunu anladık da, üç gün, beş gün, hadi OHAL’de bir ay… Peki, dokuz ay, on bir ay boyunca delil toplayamadınız ve iddianame hazırlayamadıysanız bu haksızlığı kim, nasıl telafi edecek?

Değerli arkadaşlar, sadece son yirmi dört saate baktığımızda bile görüyoruz ki işte, bir modacı -düşüncelerine katılın katılmayın, benim de eleştireceğim birçok şey var- apronda şiddete uğruyor değerli arkadaşlar, apronda. Sivil havacılık kurumlarının uluslararası mevzuatı var. Şimdi, bugün açıklama yapılıyor “Aprona dışarıdan hiç kimse girmedi.” diye. Peki, o zaman havaalanının işletmesinde çalışan görevliler mi uyguladı bu şiddeti? Eğer şahıs kendi kafasını yere vurup kanatmamışsa, o fotoğraf bir başka şeyin eseri değilse birisi sorumlu herhâlde buradan. Değerli arkadaşlar, bakın, hamaset yapmak kolaydır ama uçuşları iptal ederler. Sivil havacılık kurallarının uluslararası mevzuatını yok sayarsanız uçuş izinleri kaldırılır, bunun bedelini bu ülke ödemek zorunda kalır sizin linç kültürünüz ya da birilerinin hedef göstermesi yüzünden.

Birkaç gün önce kapatılan dernekler var; birisi Kürt Enstitüsü değerli arkadaşlar. Kürt Enstitüsünün bir siyasi partiyle bağı olmadığını buradaki en azından birazcık Kürt kültürüyle ilgili araştırma yapan milletvekilleri bilirler. Sözlük çıkartan, dil kursu düzenleyen, bunun dışında hiçbir siyasi tutum takınmayan ve muhtemelen daha Kürt milliyetçisi çevrelere de yakın farklı siyasi partilere mensup insanların gidip geldiği bir dernektir. Kürt Enstitüsü kapatıldı. Ama kapatılan başka bir dernek var; Roboski İçin Adalet Yeryüzü İçin Barış Derneği. Değerli arkadaşlar, bu dernek Roboski’de hayatını kaybeden 34 kişinin -çoğunun soy isimleri de aynıdır ve büyük kısmı 15-16 yaşlarındadır- yakınlarının kurduğu, ailelerin kurduğu bir dernek. Tek amacı vardı değerli arkadaşlar, Roboski’ye bir misafirhane yapmak ve orada bir müze yapmak. Şimdi, 34 kişi hayatını kaybetmiş, üzerinden beş yıl geçmiş, bir tek kişi yargılanmamış, bir tek kişi hesap vermemiş ama ailelerin kurduğu derneğin kapısına mühür vurulmuş; olağanüstü hâlle alınan karar bu değerli arkadaşlar, olağanüstü hâlin Roboskililere armağanı bu. Tabii, örnek çok ama hepsini burada saymaya vakit yok.

Değerli arkadaşlar, eğer Türkiye'nin bir kişinin yetkilerinin artırılmasıyla kurtulacağına inanıyorsanız, dünyada bunun bir örneği varsa bize gösterin biz de bilelim. Krizden, kaostan, çatışmadan, gerilimden yetkileri bir kişiye devrederek, bir kişiyi daha fazla yetkilendirerek çıkmış, millî birlik ve beraberliğini sağlamış, toplumsal barışını tesis etmiş bir örnek varsa bize gösterin. Benim bildiğim tek örnek Almanya değerli arkadaşlar. Krizden yetkileri tek adamda toplayarak çıkmayı denemiş tek ülke Almanya, sonucu ortada, İkinci Dünya Savaşı. Sadece Almanya’da yaşayanlar değil komşularına, bütün bölgeye, insanlığa hayatı dar eden Almanya ve Hitler deneyimi. Bunun dışında, değerli arkadaşlar, doğru örnek yetki devretmektir, yetki paylaşmaktır, katılımcı karar almaktır, sorumluluğa bütün toplumsal dinamikleri ortak etmektir. Eğer bir ortak gelecekten söz ediyorsak, birlikte yaşama iddiasını hâlâ taşıyorsak bu birlikte yaşayacağımız insanlara güvenmek, onlarla yetki paylaşmak, onları karar süreçlerine katmaktır. Ama belli ki bu kararnameyle birlikte, bu biraz önce altını çizdiğim vahim hataya rağmen belki duymazlıktan geleceksiniz, belki hiçbir açıklama yapmayacaksınız, biraz sonra olağanüstü hâl uzatılacak. Daha sabahleyin Başbakanın açıklamasıyla birlikte dolar 3,52’lerden 3,53’lerden 3,60’a yaklaştı ve garip bir durum, doların bu tarihlerde bu fiyatı bulacağını en iyi tahmin eden kuruluş hangisiydi değerli arkadaşlar? Merkez Bankası? Hayır. Ekonomi Bakanlığı? Hayır. Ekonomiyle ilgili hiçbir kurum tahmin edemedi arkadaşlar. Bakın rakamlara 3,30’lar, 3,40’lar, en nihayet 3,50’ler var tahminler içerisinde. En doğru tahmin eden kurum, değerli arkadaşlar, Diyanet İşleri Başkanlığı çünkü hacla ilgili döviz kurunu 3,60 olarak aylar öncesinde ilan etti. Devlet böyle yönetilirse biz de doğruları ne yazık ki böyle yerlerde aramak zorunda kalırız.

Değerli arkadaşlar, olağanüstü hâlde ekonomi-güven ilişkisini konuşmaya bile gerek yok. Yabancı sermaye için, yabancı yatırımcı için ülkenin Tüketici Güven Endeksi, Yatırımcı Güven Endeksi ne ifade ediyor, bunları konuşmaya, tartışmaya gerek yok. Ama bir konu var ki bence çok kritik. O da Sayın Başbakanın daha önce kamuoyuna vaat ettiği, telaffuz ettiğinin aksine bu uzatma kararıyla birlikte referandum muhtemelen olağanüstü hâl içerisinde yapılacak. Evet, bir muhalefet partisinin lideri bunda hiçbir mahzur olmadığını söyledi, dedi ki: “Günlük hayat devam ediyorsa, evinize, işinize gidiyorsanız gidip oy da kullanabilirsiniz.” Eğer referandumu sandığa gidip oy kullanmak olarak görüyorsanız bir mahzur yok ama referandum bir tartışma süreciyse, bir kampanya süreciyse, miting düzenleme, gösteri yapma, pankart asma, bildiri dağıtma süreciyse yani bunun bir öncesi varsa, bir süreçse, YSK’nın ilan ettiği takvimin bir anlamı varsa, bir şey ifade ediyorsa bunun olağanüstü hâl içerisinde yapılmasının ifade ettiği tek bir anlam var, o da Türkiye’ye, ikinci kez, değerli arkadaşlar, Kenan Evren’in 1982 Anayasası’nda yaptığını bir kez de siz yapacaksınız. Evet, Kenan Evren de bunu böyle yaptı. O günkü koşullarda “hayır” demenin yasak olduğu bir ortamda çok yüksek bir oyla hem anayasasını geçirdi hem kendisini son derece yetkili bir vesayet makamı olarak Cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşıdı.

Şimdi, vesayeti bitirmek adına… Ortada “vesayet” diye tarif ettiğiniz şeyin ne olduğunu doğrusu bilmiyorum, Millî Güvenlik Kurulunun çocuk oyuncağına çevrildiği bir ortamda bu vesayet kimden geliyor bilmiyorum ama vesayeti gerçekten bitirmek istiyorsanız, gerçekten hukuk devleti, gerçekten demokrasi, refah, barış istiyorsanız değerli arkadaşlar, olağanüstü hâl şartlarında, olağanüstü hâl koşullarında bu ülkenin bir referandumla böyle bir paketi geçirmesine izin vermeyin, buna karşı durun, buna itiraz edin. Eğer “Gücümüz yeter, sayımız yeter, bu işi yaparız.” derseniz siz yapınca nasıl oluyorsa birilerinin başka olağanüstülükler yapmasının da oldubittiye geleceğini bileceksiniz, bunu göze alacaksınız.

Değerli arkadaşlar, “büyük devlet” demek, büyük tehditlere karşı, olağanüstü tehlikeye karşı olağan yöntemlerle mücadele etmeyi becerebilen, başarabilen devlet demektir. İnsan haklarına bağlı kalarak güvenlik politikası, hukuka bağlı olarak, demokrasiye dayalı, demokrasiye saygılı olarak tehdide karşı, baskıya karşı, şiddete, saldırıya karşı mücadele etmek büyük devlet demektir. Ama siz, her fırsatta olağanüstü hâli uzatmayı, olağanüstü hâli uzatmayı bir yönetim tarzına dönüştürmeyi ve bunu bir fırsata çevirip ülkeyi sürekli bir savaş atmosferinde, savaş geriliminde tutarak eğer referandumu kotarmayı düşünüyorsanız bu ülkeye büyük bir kötülük etmiş olursunuz. Türkiye bir daha İstiklal Savaşı yaşamayacak değerli arkadaşlar. Eğer siz birilerinin istikbal savaşını bize “İstiklal Savaşı” diye yutturmaya kalkıyorsanız, İstiklal Savaşı bu halk tarafından yüz yıl önce verildi, bedeli herkes tarafından ödendi; bütün inançlar, bütün kimlikler, bütün etnik kökenler bu cephede yerlerini aldılar. Ya o ruha geri dönersiniz, evrensel değerlerle o ruhu esas alan birlikte yaşamayı bu ülke için tercih edersiniz ya da kişisel hırsınız uğruna bu ülke bir kurban olur ve hepimiz kaybederiz.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgen.

Gruplar adına üçüncü konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek.

Buyurunuz Sayın Erkek. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin Başbakanlık teskeresi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 7 Haziranda bir genel seçim yaşadık ve milletimiz 7 Haziranda hiçbir partiye tek başına Hükûmeti kurma yetkisini vermedi, “Uzlaşın, koalisyon kurun ve uzlaşmayla ülkeyi yönetin.” dedi. Ama dillerinden “millet” kelimesini düşürmeyenler milletin bu iradesine, demokrasiye ve seçim sonuçlarına saygı göstermedi, “Millet kaosu tercih etti.” dedi ve 1 Kasım seçimlerinden önce “Bize tek başına iktidarı yeniden verin, bu terör, şiddet, kaos, korku ortamı bitsin.” dedi. 1 Kasımda tek başına iktidarı aldı ama terör, şiddet, kaos, korku bitmedi, daha da arttı. Demek ki millete yalan söylendi. Ve daha da kötüsü, ne oldu 1 Kasımdan sonra? Millet olarak tarihimizin en acı gecelerinden birini yaşadık, 15 Temmuz gecesi bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık. On beş yıllık tek başına hükûmetin, istikrarın sonucu bir darbe girişimi oldu milletimiz için. Ve bu darbe girişimi Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet güçleri içerisindeki sağlıklı unsurlar, basiretli unsurlar ve medyanın, Meclisin, siyasi partilerin dik duruşu ve milletimizin kararlılığıyla engellendi. Bu darbe girişiminden sonra 16 Temmuz günü bu yüce Meclis çatısı altında bulunan 4 parti ortak bir bildiri hazırlayarak millete sundu. Ne dedi bu bildiride yüce Meclis millete? Dedi ki: “Unutulmamalıdır ki Türkiye Büyük Millet Meclisi demokratik parlamenter sistemi yıllar içinde geliştirmiş, bir milleti yokluk ve yoksulluktan alıp muasır medeniyet seviyesine çıkarmanın mücadelesini vermiş bir Meclistir.” Evet, demokratik parlamenter sistemi gerçekleştirmiş bir Gazi Meclis. Peki, ne oldu şimdi? Neden Gazi Meclis, demokrasi, demokratik parlamenter sistem yok edilmek isteniyor? Ve bu Gazi Meclis ve ana muhalefet partisi olarak biz terörle mücadelede Hükûmete her türlü desteği verdik “Gelin bu zor günleri de Parlamentonun iradesiyle aşalım.” dedik. Ama siz ne yaptınız? Siz, 20 Temmuz günü OHAL ilan ettiniz. Ve “Merak etmeyin, kırk beş gün içerisinde bütün sorunlarımızı çözüp OHAL’i kaldıracağız.” dediniz millete ve Meclise. Ama görüyoruz ki irade başka bir şekilde tecelli etti ve yeni bir darbe hukuku uygulamaya sokuldu. Fiilî bir anayasasızlık ve hukuksuzluk dönemini bu 20 Temmuzdaki OHAL ilanıyla tahkim ettiniz. Bu milletin en önemli tarihî kurumlarını bir çırpıda sildiniz. Şunu unuttunuz: Devletlerin gelişmişlik düzeyi demokratik sistemlerinin ve kurumlarının sürekliliğiyle bir anlam ifade eder. Siz bu değerleri de OHAL’le, OHAL uygulamalarıyla, maalesef, yok ettiniz. 100 bini aşkın kamu görevlisini tasfiye ettiniz; masumiyet karinesini, cezaların şahsiliği ilkesini, adil yargılanma hakkını ortadan kaldırdınız; doğrudan, dolaylı, potansiyel mağdurlarla yüz binleri aşan mağdur kitleleri yarattınız.

Size tarihimizden bir örnek vermek istiyorum: 1909 devrimi çok önemliydi ve 1909 yılında devlette liyakate uygun olmayan çok sayıda memur tasfiye edildi bugün edildiği gibi ama o gün bile, 1909’da bile bu çıkartılan bir kanunla yapıldı, biliyorsunuz, Tenkisat Kanunu adı ve Parlamentonun denetiminde yapıldı. Siz 1909’da bu milletin yaptığını, bu Parlamentonun yaptığını 2016 yılında maalesef yapacak iradeyi ve cesareti gösteremediniz. Şimdi OHAL'i uzatmak istiyorsunuz. Bakın, nasıl bir OHAL yaşıyoruz? Biliyorsunuz, eylül ayında Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Ankara'yı ziyaret etti; Dışişleri Bakanıyla, Adalet Bakanıyla, Anayasa Mahkemesi Başkanıyla, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarıyla, Kamu Başdenetçisiyle görüştü, birçok sivil toplum örgütü temsilcisiyle de görüştü. Ondan sonra da Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği 7 Ekim 2016 tarihinde bir rapor yayınladı, olağanüstü hâl kapsamında alınan tedbirlerin insan haklarına etkilerine dair önemli bir rapor. Bu raporda ne diyor değerli milletvekilleri? Diyor ki: “Bu kararnamelerin kapsamı ve uygulama, kamu sektörüyle sınırlı kalmamıştır. Kararnameler sivil toplumu, belediyeleri, özel okulları, üniversiteleri ve sağlık kuruluşlarını, hukuk profesyonellerini, medyayı, iş ve finans alanını ve şüphelilerin ailelerini de etkileyen geniş kapsamlı tedbirleri içermektedir. Buna ek olarak, kararnameler kapsamında oluşturulan usuller, idare ve ceza hukuku bağlamında olağan usul güvencelerinden önemli bir sapmayı temsil etmektedir.” Hani OHAL devlete karşı ilan edilmişti? Hâlbuki uygulamada millete, muhaliflere ve herkese karşı ilan edildiğini maalesef açıkça görüyoruz ve raporda şöyle deniyor: “Türkiye devleti yetkilileri uygulamada keyfîliğe son derece yüksek olanak sağlayan ve olağan güvencelerden hayli uzaklaşmış hükümlerden başlayarak olağanüstü hâl kararnamelerini bir an önce yürürlükten kaldırmalıdır.” Evet, OHAL sürecinde Anayasa’yı, demokrasiyi, özgürlükleri askıya aldınız, hukuk devletini temelinden sarstınız ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de itibarını dünyada maalesef zedelediniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Ve OHAL ilanından sonra değerli milletvekilleri, bakıyoruz… OHAL niçin ilan edildi? OHAL’i yaratan sebepleri ortadan kaldıracak tedbirleri almak için ilan edildi. Unutmayınız ki: OHAL de bir hukuk rejimidir. OHAL’den sonra da terör, şiddet, kaos azalmadı. OHAL sürecinde bugüne kadar toplam 7 saldırı gerçekleşti, yine canlı bombalar patladı ve tam 164 masum insan hayatını kaybetti -evet, OHAL sürecinde- ve yüzlerce insan da birçok organını kaybetti ve hayatları, yaşamları karardı. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Hükûmet; demek ki OHAL patlayan bombaları durduramıyor.

Bakın, değerli milletvekilleri, OHAL’i uzatmak istiyorsunuz. Ben çok yakın tarihten sizlerle bir şeyi paylaşacağım. 22 Haziran 2010 Salı günü Adalet ve Kalkınma Partisi grup toplantısını yapıyor ve Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan konuşuyor. Ne demiş 2010 yılında Sayın Erdoğan? “Terör örgütü Şemdinli’de vuruyor, istismarcılar anında Ankara’dan ses veriyor. Terör örgütü ‘OHAL yeniden ilan edilsin, Türkiye yeniden 90'ların Türkiye'si olsun, Türkiye üçüncü dünya ülkesi gibi görünsün’ diye kanlı eylemler yapıyor. Ankara'dan birileri anında terör örgütünün ekmeğine yağ sürüyor. Malum muhalefet partisi, MHP ‘OHAL ilan edilsin.’ diyor. O sizin karakterinizde var, bizim iktidarımızın karakterinde OHAL yok, o sizin aczinizin gereği. Terör istatistiklerinden olağanüstü hâl dönemlerinde terörün zirve yaptığını göreceksiniz. Olağanüstü hâl terörü derinleştirdi, halkı mağdur etti, terörün istismar zeminini güçlendirdi. Olağanüstü hâl istemek, terörün diline teslim olmaktır.” Evet, siz olağanüstü hâli uzatarak, değerli milletvekilleri -buna “evet” diyenler için söylüyorum- demek ki terörün diline teslim oluyorsunuz, teröre hizmet ediyorsunuz.

Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu da bugün bir tespiti kamuoyuyla paylaştı. “Terör almış başını gidiyor, zam üstüne zam yapılıyor. Millet can derdinde, vatandaşın can güvenliği kalmamış, birileri zam derdinde. AKP’nin on beş yıllık iktidar sonucunda halka asıl hizmeti çöken bir devlet oldu maalesef. Çünkü siz devletin bütün kurumlarını bir çeteye teslim ettiniz. Ölen halk, zamlarla beli bükülen halk, acı çeken halk, her şeyin bedelini halk ödüyor ama hükûmet edenlerden bir tek sorumlu çıkmıyor. Halk ölüm korkusu içindeyse yöneticilerden hesap sorar. Hükûmet, hesap soranlara ‘terörist’ diyorsa terör konusunda hiçbir çözümü yok demektir.”

Evet, bütün bu kötülükleri bize eğer gerçekten üst akıl yapıyorsa o zaman siz bu ülkeyi yönetemiyorsunuz. Sayın Hükûmet, bu ülkeyi yönetemiyorsunuz. Özgürlük için zindanlarda bedel ödeyen Namık Kemal’in dediği gibi, izzetüikballe babı hükûmetten çekilmeyi düşünmenizi öneriyorum ben sizlere, çok daha onurlu bir duruş olur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakın, olağanüstü hâlde neler yaşıyoruz. Ahmet Şık tutuklandı. Tutuklama gerekçelerinin içinde bütün terör örgütleriyle ilişkilendirilmiş Ahmet Şık, FETÖ’yle de ilişkilendirilmiş. Ne kadar trajikomik bir durum, OHAL’in bize yaşattıklarına bakın. 2010 referandumundan sonra yargıyı FETÖ çetesine teslim edenler yani siz Ahmet Şık’ı tutuklattınız. Neden tutuklandı Ahmet Şık? “İmamın Ordusu” kitabını yazdığı için, FETÖ’yü tüm çıplaklığıyla açığa çıkardığı için. 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı darbecilerin ilk yapacağı iş Ahmet Şık’ı tutuklamak olacaktı, bugün siz de bunu başardınız, sizleri tebrik ediyoruz(!)

Bakın, Hüsnü Mahalli tutuklandı. Hüsnü Mahalli, altı yıllık sizin Suriye politikanız çöktü, Moskova Bildirisi’ni imzaladınız, Moskova Bildirisi’ndeki hükümleri savunan bir insandı, bir gazeteciydi; o da cezaevinde.

Bakın, Musa Kart; bir karikatürist, cezaevinde. Karikatür çiziyor bu adam, yalnızca karikatür çiziyor. Musa Kart cezaevinde ama Noel Baba’ya roket atan bir IŞİD militanını karikatürize eden ve bunu sosyal medyada paylaşan bir gazeteci içeride değil, dışarıda. Evet, yandaş medyadan bir gazeteci, hakkında hiçbir işlem yapılmadı.

Bugün 2 genci tutukladınız; İstanbul’da Okmeydanı’nda, mahallelerinde laikliği savundukları için, “Mahallelerimizde ne IŞİD’cilere ne de gerici çetelere müsaade etmeyeceğiz. Gericilerin karşısında laikliğin bayrağını yücelteceğiz.” dedikleri için, “laiklik, kardeşlik, özgürlük, barış” dedikleri için 2 genci bugün tutukladınız ama bugün IŞİD’in Türkiye sorumlusu bu ülkede serbestçe dolaşıyor, daha önce gözaltına aldınız, daha sonra serbest bıraktınız. Evet, size göre bütün gazeteciler terörist, sizin gibi düşünmeyen herkes hain. Bakın, sosyal medyada nefret suçunu işleyen, yaşam tarzı nedeniyle insanları hedef gösterenler hakkında bir işlem yapmıyorsunuz; bu ülkeyi bölüyorsunuz, bu ülkeyi kutuplaştırıyorsunuz.

Ve diyorsunuz ki: “Bizi sürekli kandırıyorlar.” Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi İzleme Komitesi 2013 Nisan ayında bir rapor yayınladı. Bu raporun 40’ıncı paragrafına lütfen göz atın. Orada “İki yıllık incelemeler sonucunda Türkiye'de gördük ki -2011-2013’ü kastediyor- Amerika’daki imam Fetullah Gülen tarafından yönetilen hareket yargıya ve tüm kamu kurumlarına sirayet etmiş ve toplum üzerinde ciddi etkileri var.” diyor raportör. Bu rapora şerh koyan ve raportörü eleştiren sizden bir milletvekili arkadaş da -ismini vermeyeceğim- diyor ki: “Gülen Hareketi hakkında hiçbir delil olmadan bu suçlamalar kabul edilemez. Üstüne üstlük Gülen Hareketi’ne mensup olan bir kişi devlette kamu görevi niye üstlenmesin.” İşte, bu zihniyet, bu anlayış maalesef devleti yönetemiyor ve de bizi millet olarak bu ağır tabloyla karşı karşıya bıraktı.

Evet, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; OHAL sürecindeyiz ve OHAL sürecinde anayasa yapım koşullarının olduğunu hiç kimse bize söyleyemez. Bütün anayasa hukukçuları, bütün siyaset bilimcileri, Sayın Burhan Kuzu’da dâhil -Burhan Kuzu’nun 1993 yılındaki yayınlanan kitabında bile açıkça yazıyor- “OHAL süreçlerinde anayasayı değiştiremezsiniz çünkü OHAL sürecinde olağanüstü yetkiler kullanan organların bu yetkilerle bir anayasa değişikliğine gitmesi demokrasiyi temelinden zedeler.” diyor.

BURHAN KUZU (İstanbul) – Öyle bir şey yok.

MUHARREM ERKEK (Devamla) – Evet, bugün gazeteciler, akademisyenler, yazarlar, çizerler, gençler, eleştirenler cezaevinde, basın yayın organları kapatılmış, düşünce ve ifade özgürlüğü yok edilmiş, siz Anayasa, üstelik çok çok önemli bir Anayasa değişikliğini olağanüstü hâl sürecinde gerçekleştirmeye çalışıyorsunuz.

Bakın, Komisyonda ana muhalefet partisi olarak iki önerge verdik, “Bu Komisyona üniversitelerin anayasa hukuku dalında uzman akademisyenlerini çağırın, Türkiye Barolar Birliğinin temsilcilerini çağırın, uzmanları çağırın.” dedik, reddedildi. “Komisyondaki görüşmeleri milletimiz canlı dinlesin, Genel Kurulu takip ettiği gibi Komisyon görüşmeleri milletin huzurunda gerçekleşsin çünkü milleti yakından ilgilendiren bir rejim değişikliğiyle, sistem değişikliğiyle karşı karşıyayız, canlı yayınlansın.” diye önerge verdik, o da reddedildi. Siz olağanüstü hâli anlaşılan çok çok sevmişsiniz ama olağanüstü hâl, sıkıyönetim gibi dönemlerde anayasa değiştirmek bir felakete götürebilir güzel ülkemizi. Bakın, 1971 değişiklikleri sıkıyönetim döneminde yapıldığı için hiçbir zaman meşruluk kazanamadı. 1982 Anayasası’nın yapım ve oylama koşulları bugüne kadar birçok olumlu değişikliğe, demokratik yönde değişikliğe uğradığı hâlde hâlâ tartışılan bir Anayasa ve bugün 80’lerden, 70’lerden çok daha ağır bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz hâlde siz böylesine önemli bir Anayasa değişikliğini OHAL sürecinde yapmayı planlıyorsunuz. Evet, bugün de OHAL’i uzatmak istiyorsunuz. Demek ki referandum sürecini ve referandum oylamasını OHAL sürecinde yapmayı planlıyorsunuz. Bu, Türkiye’yi felakete götürür değerli milletvekilleri.

Siz bir OHAL cumhuriyeti yaratmak isteyebilirsiniz ama biz bir demokratik cumhuriyet yaratmak istiyoruz, cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmak istiyoruz. Siz bugün OHAL’i uzatıyorsunuz, eğer bu sunduğunuz, millete sunmak istediğiniz paket yürürlüğe girerse -ki millet, egemenliğinin devrine kesinlikle müsaade etmeyecektir, bu referandumda size dur diyecektir- sizin amacınız sürekli bir OHAL’le ülkeyi yönetmek ama biz laik, demokratik cumhuriyete, demokrasiye ve özgürlüklere sonuna kadar sahip çıkacağız.

Bakın OHAL’le Anayasa’yı askıya aldınız, Anayasa’nın koruduğu hak ve özgürlükleri askıya aldınız ama şiddet, terör, kaos her geçen gün artıyor. Demek ki bizim OHAL’e değil, olağan süreçlere ihtiyacımız var; bizim hukuk devletine, demokrasiye, özgürlüklere ihtiyacımız var; OHAL’e ihtiyacımız yok değerli milletvekilleri. Biz hızla normalleşmek zorundayız.

Bugün OHAL sürecinde sunduğunuz Anayasa değişikliği teklifiyle yürütmeyi tekleştiriyorsunuz, devleti tekelleştiriyorsunuz ve egemenliği şahsileştiriyorsunuz. Bu millet buna asla müsaade etmeyecektir. Anayasalar iktidarı sınırlayan belgelerdir değerli milletvekilleri. Eğer bir anayasa iktidarı sınırlıyorsa o anayasanın merkezinde insan ve o insanın doğuştan kazandığı hakları vardır ama siz böyle bir anayasa istemiyorsunuz. Anayasal denetimden uzak bir iktidar anlayışına sahipsiniz ve maalesef şeklen legal gözüken bir yöntemle iktidar olarak Anayasa’yı araç olarak kullanıyorsunuz ve otoriterleşme yolunda adımlar atmak istiyorsunuz. Bu meşru ve haklı değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır. Anayasal denetimin amacı devlet erklerinin birleşmesinden doğacak keyfiliğe engel olmaktır değerli milletvekilleri, bu keyfiliğe yol açmak değildir.

Bakın, Montesquieu’nun 1748 yılında yazdığı “Kanunların Ruhu” kitabını hemen hemen herkes bilir, çok çok önemli bir eserdir. Montesquieu şöyle diyor: “Ezeli tecrübeyle sabittir ki, elinde kuvvet bulunan onu kötüye kullanmaya meyleder ve bir sınırla karşılaşıncaya kadar da kötüye kullanmaya devam eder.” Evet, bugün, elindeki yetkileri kötüye kullananlara, fiilî bir hukuksuzluk, anayasasızlık dönemi yaratanlara “Dur.” diyecek, o sınırı koyacak tek güç de bu Gazi Meclistir, milletin kayıtsız şartsız egemenliğinin tecelli ettiği bu Parlamentodur.

Onun için, bu Parlamento, bu Gazi Meclis, bu keyfiliğe mutlaka ve mutlaka “Dur.” demelidir ve ülkemizi demokrasiyle, hukuk devletiyle, özgürlüklerle buluşturmalıdır diyorum, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erkek.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bostancı, buyurunuz, dinliyorum.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, Sayın Erkek yapmış olduğu konuşmada “Size göre bütün gazeteciler terörist.” demiş; yine, sosyal medya tahrikçilerine ilişkin hiç bir işlem yapılmadığından söz etmiş ve nihayet…

LEVENT GÖK (Ankara) – “Size göre hepsi” değil, “muhalifler” dedi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - …2010 yılında Genel Başkanımızın, Sayın Başbakanın bir ifadesi üzerine OHAL meselesine ilişkin, o dönemki eleştirisini bugüne bağlayarak oradan “Siz, OHAL üzerinden teröristlere destek çıkıyorsunuz.” şeklinde farklı bir çarpıtmaya götürmüştür. Bu açık bir sataşmadır.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bostancı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek’in (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; Sayın Erkek “Bütün gazeteciler size göre terörist.” dedi.

LEVENT GÖK (Ankara) - Öyle değil, “Size muhalif olanlar.” dedi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Hiç kimsenin öyle bir fikri yok, öyle bir yaklaşımı da yok.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Var, var.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Yandaş gazetecileri kastetmedim.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bu konulara ilişkin, kimin terörist, kimin değil, kimin haklı, kimin adil, kimin haksız olduğuna ilişkin kararları biz vermeyiz…

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Saray verir.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Bağımsız yargı verir! O bağımsız yargı var ya.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - …mahkemeler verir, mahkemeler verir.

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Hangi mahkemeler?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Hiçbir meslek grubu, daha baştan sadece o meslek grubundan olması dolayısıyla masum veya suçlu addedilemez, bizim yaklaşımımız bu. Her neredeyse kişi hakkında yaptığı eylemin fiilî çerçevesinde karar verecek olan mahkemelerdir.

Daha biraz önce burada İçişleri Bakanı sosyal medya tahrikçilerine ilişkin işlemler yapıldığından bahsetti, herhâlde Sayın Erkek yoktu burada, 1.700 küsur işlemden bahsedildi.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Hepsine yapılmıyor.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Eğer ayrıca yapılmadığına ilişkin elinizde somut veri var ise, lütfen, onları iletin, onları da değerlendirsin hukuk, bunu bir çağrı olarak ifade ediyorum.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Hiç duymadınız, hiç bilmiyorsunuz değil mi Naci Bey?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - 2010 yılındaki Genel Başkanımız, o dönemde Başbakan olan Sayın Erdoğan’ın OHAL’e ilişkin değerlendirmesini 1987’den 2002’ye kadar on beş yıl süren ve esasen olumlu bir etki yapmaktan ziyade olumsuz etkilerine ilişkin eleştirilerin yoğunlaştığı bir OHAL uygulamasına ilişkin anlamak gerekir. Eğer o dönemde Sayın Erkek doğuya gitmişse OHAL’in nasıl uygulandığı ve sivil vatandaşlar üzerinde ne tür bir etki yarattığına ilişkin kendisinin de şahsi tecrübeleri olurdu.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Şimdi daha beter. Şimdi daha beter.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bugün karşılaştığımız durum bambaşka bir durumdur. Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi…

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Şimdi daha beter, beraber gidelim.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - …devletin ve toplumun çeşitli kesimlerine nüfuz etmiş bir çeteye karşı mücadele ediyoruz hepimiz. Bu mücadelenin esaslı bir şekilde sürdürülebilmesi özel yöntemler gerektiriyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - …elbette Anayasa'nın ve hukukun çerçevesinde. OHAL bu esas üzerine ilan edildi ve sürdürülüyor, bugünkü uzatma da bu çerçevede.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Sayın Gök…

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, ben, kayıtlara geçmesi açısından bir konuyu tekrar sayın Meclisimizin bilgisine sunmak istiyorum.

Şimdi, konuşmacımızın ifade ettiği konuşma 22 Haziran 2010 tarihli AKP grup toplantısı. Konuşmacımız hiçbir yorum yapmadı, tamamen, zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sözlerini ifade etti: “Terör örgütü Şemdinli’de vuruyor, istismarcılar anında Ankara’dan ses veriyor. Terör örgütü OHAL yeniden ilan edilsin istiyor. O sizin aczinizin gereği. Bizim iktidarımızın karakterinde olağanüstü hâl yok. Terör istatistiklerinden olağanüstü hâl dönemlerinde terörün zirve yaptığını göreceksiniz. Olağanüstü hâl terörü derinleştirdi, halkı mağdur etti, terörün istismar zeminini güçlendirdi. Olağanüstü hâl istemek terörün diline teslim olmaktır.”

Bunu söyleyen bizim arkadaşımız değil, zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan.

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) – Şartlar değişti. Unuttunuz herhâlde darbeyi!

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

Tutanaklara geçmiştir.

Sayın Kerestecioğlu, 60’ıncı maddeye göre bir söz talebiniz var sanıyorum.

Buyurunuz, bir dakika süreyle mikrofonunuzu açıyorum.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

39.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, Millî Güvenlik Kurulu toplantısı yapılmadığı hâlde bir tavsiye kararı alınarak (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi’nin Meclise getirildiğine ve bu konuda bir açıklama yapılması gerektiğine ilişkin açıklaması

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan, az önce, konuşmacımız Sayın Ayhan Bilgen önemli bir konuyu gündeme getirdi.

Şu anda, bütün Türkiye'yi etkileyen ve birçok hukuksuzluğa, haksızlığa yol açan bir OHAL uygulamasında yaşıyoruz ve bunun uzatılmasını konuşuyoruz, ancak, burada, Bakanlar Kurulu prensip kararında belirtildiği gibi, “Türkiye Büyük Millet Meclisinde üç ay süreyle uzatılmasının arzı, Millî Güvenlik Kurulunun, 3 Ocak 2017 tarihli ve 501 sayılı Tavsiye Kararı göz önünde bulundurularak, Bakanlar Kurulunca 3 Ocak 2017 tarihinde kararlaştırılmıştır.” deniliyor.

Şimdi, dün akşam, Hükûmet Sözcüsü Sayın Numan Kurtulmuş, “Bakanlar Kurulunda böyle bir OHAL uzatması görüşülmedi.” diyor, bugün Millî Güvenlik Kurulu toplantısı olmadığı hâlde böyle bir karar verilmiş oluyor. Şimdi, böyle bir ciddiyetsizlikle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum, tamamlayınız.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – …biz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde OHAL’in uzatılmasını görüşüyoruz. Ya, siz, Başkanlık olarak, lütfen, bu konuda bir açıklama yapın ya da Hükûmeti bir açıklama yapmaya davet edin, görüşmeler ondan sonra devam etsin ya da bu tezkere geri çekilsin ve gerçekten usulüne uygun bir şekilde getirilecekse getirilsin, Parlamentoya da Türkiye'ye de bu ciddiyetsizlikle yaklaşılmasın düşüncesindeyiz.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim Sayın Kerestecioğlu.

Konuya ilişkin Hükûmetin bir açıklama talebi olursa kendilerine söz vereceğim. Ancak, son konuşmacı olan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşacak olan Sayın Yıldırım’ın konuşmasından sonra Hükûmete söz vereceğim, Hükûmetin orada bu konuyu değerlendireceğini düşünüyorum.

Başkanlık Divanı olarak şu açıklamayı yapabilirim size: Anayasa’nın 121’inci maddesine göre olağanüstü hâl, Bakanlar Kurulunun istemi üzerine, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, her defasında dört ayı geçmemek üzere, uzatılabilir. İç Tüzük’ün 49’uncu maddesine göre, Genel Kurul gündemi 49’uncu maddede sayılan unsurlardan oluşur. O unsurların 1’inci sırasında “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” yer almaktadır. Başbakanlık tezkereleri de “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” bölümünde Genel Kurulun bilgisine, görüşüne veya değerlendirilmesine sunulur, gündem bu şekilde oluşur. Başbakanlık tezkeresi Türkiye Büyük Millet Meclisine, Kanunlar ve Kararlar Başkanlığına ulaştığı anda Kanunlar ve Kararlar Başkanlığı ve Başkanlık Divanı elbette bu tezkerenin taşıması gereken içeriğe sahip olup olmadığına bakar. Burada Başkanlık Divanının bakacağı husus, Başbakanlık tezkeresi ekinde yer alan Bakanlar Kurulu kararında olağanüstü hâlin uzatılıp uzatılmadığına ya da uzatılmasına ilişkin bir talep varsa bunun kaç ay süreyle olduğuna ilişkindir, buna bakılır. Ancak, Sayın Bilgen ve siz önemli bir konuya değindiniz. “3 Ocak tarihinde Millî Güvenlik Kurulu toplanmadığına göre -bunu da bilemiyorum tabii, siz ifade ediyorsunuz- Bakanlar Kurulu kararında yer alan ve kararın dayanağı olarak gösterilen böyle bir karar nasıl alınmıştır?” diyorsunuz, bu konuda bir soru soruyorsunuz.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Doğrudur.

BAŞKAN – Sanıyorum, bu sorunuzu, söz sırası Hükûmete gelince Hükûmet cevaplandıracaktır.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Yani, ciddiyetsiz bir vesikayla karşı karşıya olduğumuzu ifade ediyoruz.

BAŞKAN – Evet, söylediğinizi anlıyorum. Sanıyorum, Hükûmet buna bir cevap verecektir.

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

6.- Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı uyarınca ülke genelinde ilan edilen ve 11/10/2016 tarihli ve 1130 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/1/2017 Perşembe günü saat 01.00’den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/863) (Devam)

BAŞKAN - Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Hurşit Yıldırım konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Yıldırım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HURŞİT YILDIRIM (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21 Temmuz 2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı’yla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâlin 19 Ocak 2017 tarihinden itibaren üç ay daha uzatılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisine arzıyla ilgili söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, ülkemizin güvenliği, devletimizin bekası için ahirete intikal etmiş şehitlerimiz ile terör eylemlerinde kaybettiğimiz tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize şifalar diliyorum.

Sayın milletvekilleri, OHAL’i niçin aldık ve niçin uzatmak istiyoruz, sizlere arz etmek istiyorum. Ülkemiz uzun zamandır çok uluslu küresel güçlerin ve terör örgütlerinin tehdidiyle karşı karşıyadır. Gezi olayları, 17-25 Aralık hukuk eliyle darbe girişimi ve nihayetinde 15 Temmuz hain FETÖ terör örgütünün darbe girişimiyle ülkemizi anahtar teslim elimizden almak istediler. Kurgulanan tüm oyunları Gezi’de de 17-25 Aralıkta da 15 Temmuzda da hamdolsun bozduk.

15 Temmuzdan sonra bütün siyasi partilerin millî iradeye sahip çıkmasını, darbe girişiminden hemen sonra Gazi Meclisimizde bütün partiler tarafından kaleme alınan ortak bildiriyi de anlamlı buluyor ve imzası bulunan bütün partilere teşekkür ediyorum. 15 Temmuz milletimiz tarafından millî iradeye ve millet egemenliğine sahip çıkılmasıdır. Bu, hep birlikte, tek yürek olarak Türkiye’nin geleceğine sahip çıkılması demektir. Milletçe en büyük kazancımızın 15 Temmuz ruhu yani millî birlik ve beraberlik olduğuna inanıyorum.

15 Temmuzda gerek Ankara’da, burada bulunan milletvekillerimiz gerekse seçim bölgelerinde bulunan milletvekillerimiz, hep beraber demokrasiye darbe vurmak isteyenlerin karşısına çıktık ve dedik ki: “Milletin verdiği emaneti asla ve kata yere düşürmeyiz.” Darbe teşebbüsünün başarısız kalmasında hareket eden tüm vatandaşlarımıza, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a, Başbakanımıza, Meclis Başkanımıza, milletvekillerimize, sivil toplum kuruluşlarımıza, medyamıza, güvenlik güçlerimize, hasılı demokrasi yanında yer alan herkese de ayrıca teşekkür ediyorum. Ülkemizin seçilmiş Cumhurbaşkanına, seçilmiş milletvekillerine, millî iradeye karşı göbeği küresel güçlere bağlı FETÖ terör örgütü, millî iradenin tecellisi olan bu Gazi Meclisi bombaladı. O gece Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde vatandaşlarımız, dünya görüşü ne olursa olsun, ideolojik görüşü ne olursa olsun gözlerini bile kırpmadan milleti, vatanı ve devleti için canlarını feda ettiler.

Darbe girişimine karşı ayakta kalan kurumlardan bir tanesi de hiç şüphesiz ki siyaset kurumudur. Darbe girişiminin ilk hedefi millî egemenlik, millî irade ve biz seçilmiş siyasetçilerdir. Özellikle biz seçilmişlerin aziz milletimize ve şehitlerimize karşı can ve vefa borcu olduğuna inanıyorum. Zira, o gün hain darbe girişimi başarılı olmuş olsaydı, biz seçilmişlerin tamamı eski darbelerde olduğu gibi ya tutuklanacak ya da öldürülecektik. 15 Temmuzda 78 milyon yeniden bir oldu ve yeniden millî mutabakat ortaya çıktı, darbecilere karşı ortak bir dil ve ortak bir tavır ortaya koyduk. Hamdolsun ki 15 Temmuz gecesi ülkeyi karanlıktan kurtarıp, ertesi gün işine gücüne gidip darbeye cevaz vermeyecek kadar cesur ve aynı zamanda ülkenin normalleşmesine katkı yapacak kadar da yürekli bir millete sahibiz. Türkiye özellikle 15 Temmuzdan sonra, FETÖ darbe girişiminden sonra yeni bir kurtuluş savaşı vermektedir. Çünkü 15 Temmuz, ikinci istiklal harbinin başlangıcıdır. 15 Temmuz, bir milletin tanka, uçağa, topa, kurşuna karşı canını siper ettiği kutlu bir milattır. 15 Temmuz, aziz Türk milletinin içerideki, dışarıdaki hainlere vurduğu tokattır. 15 Temmuz, tüm dünyada hayranlık uyandıran, aynı zamanda tek yürek olarak verdiğimiz bir demokrasi dersidir. 15 Temmuz, bu millete yaşatılmak istenen bir cehennemken şahadet şerbetiyle onurlandırılmış cennetimizdir.

Saygıdeğer milletvekilleri, demokrasinin ve millet iradesinin olması için huzur ve kamu düzeninin de olması gerekir. Kamu düzeninin olmadığı bir yerde hiçbir şeyin manası olmaz, olamaz. Devletin, Hükûmetin ve millet iradesinin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisinin de asli görevlerinden biri ve en önemlisi de kamu düzeniyle ilgili tedbirleri almaktır.

Bazen “Nereden çıktı bu OHAL?” gibi anlatımlarla karşı karşıya kalıyoruz. Biraz önce de bahsettiğim gibi, 15 Temmuz hain darbe girişimine ve terör eylemlerine karşı yine hukuk içerisinde kalarak Anayasa’mızın 119, 120 ve 121’inci maddelerinde ifade edilen OHAL düzenlemesini yürürlüğe koymak zaruri olmuştur. Böyle bir zamanda OHAL ilan edilmeyecek de ne zaman ilan edilecektir? Olağanüstü dönemlerde olağanüstü kararlar almak gerekir. Anayasa’yla kurulan hür demokrasi düzenini korumak, temel hak ve hürriyetleri korumak, anayasal düzeni korumak, asayiş ve kamu düzenini korumak; demokrasimizi, hukuk devletimizi ve millî iradenin tecelli yeri olan bu Meclisimizi, Cumhurbaşkanımızı ve Hükûmeti darbe teşebbüsüyle yok etmeye çalışan FETÖ terör örgütüyle mücadele etmek ve terör unsurlarını da devletten ayırmak için OHAL kararı alınmıştır.

Her türlü kirli yolu, hainliği deneyen FETÖ ve diğer terör örgütlerinin her gün bize karşı açıkça ve acımasızca bir saldırısıyla karşı karşıyayız. Bir gün Kürt-Türk kardeşliğinden bizi vurmaya kalkıyorlar, bakıyorlar olmadı hemen oyun değişiyor, ertesi gün inançlardan ve yaşam şekillerimizden vurmaya kalkıyorlar; bakıyorlar bu da olmuyor bu sefer terör patronları tarafından vizyonda başka bir oyun sergileniyor. Roller değişiyor ama kurgu aynı.

Peki, ne yapmak gerekiyor? Nasıl mücadele etmek gerekiyor? Herkes aynı şeyi istiyor, hepimiz istiyoruz terörü bitirmeyi. Bunun için de terörle topyekûn mücadele etmeliyiz, terörle etkin mücadele etmeliyiz, terörle millî seferberlik ruhuyla da mücadele etmeliyiz. Terörle mücadele unsurlarından bir tanesi de kaynağını Anayasa’da belirtmiş olduğumuz işte bu OHAL müessesesidir. OHAL, sadece darbeye girişmiş FETÖ terör örgütüyle ilgili olmayıp tüm terör örgütlerini ve tüm terör faaliyetlerini de esas almaktadır. OHAL, sadece ulusal güvenliğimizi ve ülkemizi tehdit eden terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı alınmış yasal bir hukuki uygulamadır. AK PARTİ iktidarlarından önce de pek çok defa uygulamaya konulmuştur. Merhum Turgut Özal zamanında, 19 Temmuz 1987 tarihinde doğudaki 14 ili kapsayacak şekilde yürürlüğe konulan OHAL tam 46 kez uzatılmış ve 30 Kasım 2002 tarihinde AK PARTİ tarafından kaldırılmıştır. Başka bir ifadeyle, AK PARTİ özgürlükçü bir kararla yıllardır uygulanan OHAL’i kaldıran bir partidir. O gün ihtiyaç olmadığı için OHAL uygulaması kaldırılmıştı, bugün ise terörle mücadele zaruri olduğu için OHAL kararını almak gerekir. Gerek 15 Temmuz hain darbe girişimi gerekse zaman zaman yaşadığımız terör olaylarına karşı OHAL süresini de uzatmak gerekir. Fransa, Charlie Hebdo ve Paris katliamı gibi iki üzücü yerel bazdaki terör olayına karşı OHAL kararı almış ve bunu da bir yıldan beri uzatmaktadır. Biz ise onca yaşadığımız terör olayı ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra almayacaktık da ne zaman alacaktık?

OHAL kapsamında devletin demokratik işleyişini bozan kamu personeli ve unsurlarının da bürokrasiden temizlenmesi gerekir arkadaşlar. Başka bir ifadeyle, devlete sadakatle bağlı olmayan bürokrasi ile devletin beraber çalışması düşünülemez. OHAL toplumun gündelik rutin yaşamını da etkilememektedir. Tam aksine, vatandaşlarımızın gündelik hayatlarını idame ettirmesi sebebiyle Anayasa’da tarif edildiği şekliyle alınmıştır. Bazen OHAL kararıyla Parlamentonun hukuken devre dışı kaldığı ifade ediliyor. OHAL’in uzatılmasını, Bakanlar Kurulu kararını Parlamento olarak onaylama veya reddetme hakkımız vardır. Ne gibi? Bugün burada görüştüğümüz bu mesele gibi. Bunu da gerek OHAL gerekse KHK’larla Parlamentonun devrede olduğu, İç Tüzük ve Anayasa gereği mevcut hükümlerin uygulandığı hukuk sistemiyle ifade etmek gerekir diyorum.

Biraz önce sayın vekilimiz OHAL’in referandum süreciyle alakalı olduğunu söyledi. OHAL’in referandum süreciyle uzaktan yakından alakası yoktur. Zira, OHAL kararı alındığı zaman Anayasa değişiklikleri gündemde dahi değildi. OHAL siyasi bir metot da değildir, siyasette mücadele için alınmış bir müessese değildir; OHAL, Anayasa’da tarif edilen hukuki bir metot olup terörle mücadele amacı taşımaktadır.

Değerli milletvekilleri, ülke olarak bütün küresel güçlere karşı tam bir bağımsızlık direnişi veriyoruz. Küresel güçler, organize ettiği terör örgütleriyle güya bizi hizaya çekmeye çalışıyorlar, eski Türkiye’de alışık oldukları, kendilerine göre yaptıkları kurguya bizim uymamızı istiyorlar ama Türkiye, eski Türkiye değil. Türkiye, tek vatan, tek millet, tek devlet, tek bayrak dedikçe ve onların kurguları işe yaramadıkça onlar daha çok çıldırıyor. Türkiye, onların beklediği veya umduğu refleksleri vermiyor, asla da vermeyecek. Dünyanın herhangi bir başka ülkesinde şu yaşadığımız olayların herhangi birini başka bir ülke yaşamış olsa paramparça olurdu. Ama bizim kadim medeniyetimiz, devlet geleneğimiz ve dünya durdukça duracak bir milletimiz ve devletimiz var Allah’ın izniyle. Bizce asıl olan, dünyayı arkana alıp Anadolu’ya meydan okumak değil, Anadolu’yu arkana alıp dünyaya meydan okumaktır.

Türkiye’yi terör ülkesi olarak anılmaya çalıştırıyorlar ve buna İslam’ı da alet ederek ırkçılık ve ayrımcılık nifakı sokuluyor. Türkiye üzerinden dünyada bir İslamofobi çığırtkanlığı yapılıyor. Sayın milletvekilleri, küresel bir çağ yaşayan dünyada bir kısım küresel güçler, teröre karşı ortak tavır yerine menfaat ilişkileri içinde terör ve terör örgütleriyle yakın ilişki yaşamaktadır. Bazen silah verme, bazen terör örgütlerini şımartma, bazen lojistik destek verme, bazen de terör örgütü üyelerini teslim etmeme gibi bir tavır sergileyen ülkeler önünde sonunda terörün eline düşeceklerdir. Biz bütün ülkelerden şunu bekliyoruz: Dürüst olun, dürüst olun. Terörün dini, milleti, hatta coğrafyası olmaz, terör bir dünya sorunudur. Terör yılan gibidir, önünde sonunda, kim koynunda terörü besliyorsa o yılan gelir, günü gelince ona destek vereni de sokar.

Sayın milletvekilleri, Batılı devletler bazen de -bizim içimizde iyi niyetli olmayanlar gibi- Türkiye’yi DAEŞ terör örgütüyle ilişkilendirmek veya buna yakın mesaj vererek Türkiye’ye karşı, ülkemize karşı haksız bir algı operasyonu oluşturmak istiyorlar. Bu algı, haksız olduğu gibi, aynı zamanda, terörün ekmeğine de yağ sürmektedir. Bu algı baştan beri yine yanlış olduğu gibi, bu algı da aslında tamamen çökmüştür. Zira, DAEŞ’e karşı savaşan tek ülke Türkiye’dir; DAEŞ’le mücadele eden ve bedel ödeyen tek ülke de yine Türkiye’dir; DAEŞ’in en çok eylem yaptığı, eylem yaptırdığı ülke yine Türkiye’dir. Bugün Fırat Kalkanı Harekâtı’nın 130’uncu günü. Bugüne kadar 1.270 DAEŞ mensubu etkisiz hâle getirildi, yakalananların sayısı 1.561 kişi. Dünya “DAEŞ” diyor ama yaptığı herhangi bir şey yok. Suriye’de ve Irak’ta köşeye sıkışan DAEŞ Türkiye’yi hedef alarak kendisine bir alan oluşturmaya çalışıyor. Biz, Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi, terörü kendi bataklığında yok edeceğiz. DAEŞ’le savaştığını söyleyen ülkelerin hiçbiri aslında DAEŞ’le samimi olarak savaşmıyor, DAEŞ ve diğer terör örgütleri üzerinden birbirleriyle bilek güreştiriyorlar, vesayet savaşları yapıyorlar, DAEŞ’in varlığını pazarlıklarını artırmanın bir formülü olarak görüyorlar. Batı kendi refah demokrasisinin devamı için Doğu medeniyetlerini çatıştırmak istiyor. Bu, Batı için sürdürülebilir bir mantık değildir. Dünyada kazanan terör değil, dünyada kazanan eninde sonunda insanlık olacaktır.

Sayın milletvekilleri, dost ve müttefik olarak bildiğimiz Amerika Birleşik Devletleri’nin yakın coğrafyamızda son dönemdeki tutarsız politikalarını ibretle izliyoruz. Bugün grup toplantımızda Sayın Başbakanımızın da ifade ettiği üzere, biz yıllardır NATO’da ABD’yle beraberiz, birçok alanda stratejik ortaklığımız var, bütün bu ortaklığın bir terör örgütü tarafından gölgelenmesine ABD izin vermemelidir. FETÖ orada, PKK’nın uzantıları sınırımıza gelmiş, yanımıza yanaşmış, YPG’si, PYD’si… YPG eşittir PKK’dır. Biz bunların artık ABD tarafından da görülmesini istiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti bunu yeni Amerikan hükûmetinden bekliyor. Suriye’yle uzun bir sınırımız var. Yaşanan iç savaş nedeniyle ülkemizi çok rahatsız eden bir durumla karşı karşıyayız. 3 milyon mülteci kardeşimizi barındırıyoruz. ABD’nin YPG ve PYD’den hızla uzaklaşmasını ve terörle mücadelede bize destek vermesini bekliyoruz. Biz burada yeni yönetimi sorumlu tutmuyoruz, inşallah, yeni yönetim teröre karşı evrensel bir amaçla ve evrensel değerlerle mücadele eder diyoruz. Bu Obama yönetiminin maalesef marifeti, mafyayı kullanarak mafyayı alt etmek mümkün olmadığı gibi terör örgütünü kullanarak da terör örgütünü ortadan kaldırmak mümkün değildir, böyle bir devlet anlayışı olamaz. Sayın Barack Obama seçildiği zaman dünya barışı için bir umut olacak zannedilen Obama yönetimi maalesef görev süresi içerisinde başarılı olamamıştır. Aktivistler ve dünya barışı için uğraşanlar, Barack Obama için artık “Barack Obama” yerine “bırak Obama” demeyi tercih eder olmuşlardır.

Sayın milletvekilleri, özellikle terör saldırılarından sonra sosyal medya üzerinden yapılan ötekileştirici, sorumsuz, milletimizi bölmeye yönelik, devletimizin bekasını tehdit edecek bu sosyal medya hesaplarından gönderilen mesajları hep beraber reddetmeli ve bu tür sosyal medya hesaplarına asla prim vermemeliyiz. Dönem farklılıklarımızın, yaşam tarzlarımızın, ayrılıklarımızın konuşulacağı bir dönem değildir. Dönem, millî birlik ve kardeşliğimizi esas alan, sağduyulu, uyanık, kararlı ve itidalli olma dönemidir. Sosyal medyada veya farklı alanlarda yaşam ve inanç tarzı, etnisite ve mezhep üzerinden kim kimi üzüyorsa, kim bir başkasını kınıyorsa şiddetle hep beraber karşı çıkmamız gerekir. Madem terörün hedefi kaos çıkarmak, madem terör fitneyle ayrımcılığı artırarak moral değerlerimizi sıfırlamak istiyor, tam tersine bir anlayışla, herkesin ferdî sorumluluğunu da bilerek, toplumsal psikolojiyi ayakta tutarak, itidalli ve uyanık bir stratejiyle millî birlik ve beraberliğimizi pekiştirmeli, kardeşliğimizin farkına varmalıyız. Aynı zamanda terörle mücadelemizde güya yumuşak mesajlar veren ancak terörle aynı yerde duran ikircikli davranış ve yapılara karşı da uyanık olmalıyız. Her türlü ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı söylemler terörün amacına hizmet eder. En büyük gücümüz millî birlik ve beraberliğimizdir. Türkiye sosyal bir hukuk devletidir, bütün vatandaşlarımızın hayat tarzları, inançları ve düşünceleri devletimizin güvencesi altındadır. Dolayısıyla ne terör ne de terör sevicileri bizi asla ama asla bölemez.

Sayın milletvekilleri, özellikle son zamanlarda farklı terör örgütleri bir araya gelerek alçakça katliamlarla bizi köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Terör örgütlerinin hepsinin patronları aynı, hepsinin hedefi ise Türkiye’dir. Biz, terörle verilen hiçbir mesajı almıyor, teröristlerin verdiği hiçbir mesajı da kabul etmiyoruz. Daha bir ay önce Beşiktaş Şehitler Tepesi’nde polislerimize yapılan kalleş saldırı, Kayseri’de askerlerimize yapılan kahpece eylem ve son olarak Reina’da katledilen insanlarımız, hiçbirini unutmadık ve unutmayacağız. Bunlar belki de farklı terör örgütü eylemleri fakat niyet ve amaç aynı, Türkiye’yi kaosa, ümitsizliğe ve panik hâline sürüklemek, Türkiye’nin itibarını azaltmak ama asla bunu elde edemeyecekler.

Birileri tüm bunlara gözlerini kapayıp, “imdat” çığlıklarına kulaklarını tıkayıp soruyorlar: “Neden mücadele etmiyorsunuz? Neden bunları engellemiyorsunuz? Suriye’de ne işiniz var?” diyorlar, hemen cevap verelim: Oralarda olma sebebimiz burada yani ülkemizde teröre kurban verdiğimiz şehitlerimizdir. Masum insanları katleden silahlar oralardan geldiği ve gelmeye devam ettiği içindir. Ve hiç kimse unutmasın ki Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlettir, dolayısıyla Türkiye terörü kendi topraklarında değil, vatandaşlarımıza, insanlarımıza ölüm nereden ithal ediliyorsa orada müdahale etme hakkına sonuna kadar sahiptir.

Evet, gerekirse öleceğiz, belki şehitler vereceğiz ama asla diz çökmeyeceğiz…

ÖZKAN YALIM (Uşak) – Niye vereceğiz ya, boşu boşuna niye vereceğiz şehit ya?

HURŞİT YILDIRIM (Devamla) - …asla zalime boyun eğmeyeceğiz, terörün ağına takılmayacağız. Biz, bin yıllık farklı inanç mozaiği ve kültürümüzle beraber yaşıyor ve birbirimizi seviyoruz. Malazgirt’te Kutülamare’de, Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da nasıl toplu vurduysa yürekler, 9 Eylül’de düşmanı nasıl inançla, imanla tek yumruk olarak döktüysek denize, yine aynı inanç ve kararlılıkla terör ve teröristleri de tarihe gömeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Konuşmama son verirken, ülkemiz, milletimiz ve devletimizin bekası için, tarifi Anayasa’da geçen hukuk düzenimizi korumak, terör örgütleriyle mücadelemizi hızlı ve etkin sürdürebilmek için OHAL’in uzatılmasının faydalı, zaruri ve acil olduğunu ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu…

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Efendim, kayıtlara girmesi açısından 60’a göre pek kısa bir söz istiyorum şu bakımdan: Biraz önce konuşan hatip, olağanüstü hâlin 2002 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti tarafından kaldırıldığını ifade etti; bu, tamamen yanlıştır.

Şöyle yanlıştır: 19 Haziran 2002 tarihinde toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hakkâri ve Tunceli illerinde devam eden olağanüstü hâlin kaldırılmasına ve Diyarbakır ve Şırnak illerinde ise son kez uzatılmasına karar verilmiştir ve “son kez uzatılma” tabiri geçmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti 3 Kasım seçimlerinden sonra iktidar olmuştur, iktidara gelmiştir ve Hükûmetin aldığı herhangi bir karar yoktur kaldırılma konusunda, bir tasarrufu yoktur. Kayıtlara geçmesi açısından ifade ettim efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanrıkulu, tutanaklara geçmiştir.

HURŞİT YILDIRIM (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Yıldırım…

HURŞİT YILDIRIM (İstanbul) – Sayın Başkan, söylediğim beyanlarda bir çelişki yoktur, 30 Kasım 2002 tarihinde OHAL kaldırılmıştır.

BAŞKAN – Sizin söyledikleriniz de tutanaklara geçmiştir Sayın Yıldırım.

Siyasi parti grupları adına yapılan konuşmalar sona ermiştir.

Şimdi, Hükümete söz vereceğim.

Başbakan Yardımcısı Sayın Numan Kurtulmuş, buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, konuşma süreniz yirmi dakikadır.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Ordu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Olağanüstü hâlin üç ay süreyle uzatılması yönündeki Hükûmetimizin prensip kararı üzerindeki görüşmelerin hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Daha önce, Millî Güvenlik Kurulu tavsiye kararı ve Bakanlar Kurulunun prensip kararı doğrultusunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin vermiş olduğu olağanüstü hâl, görülen lüzum üzerine bir kere daha uzatılmıştı. Bir kez daha, Bakanlar Kurulumuz tarafından bugün itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen prensip kararıyla önümüzdeki 19 Ocak 2017 Perşembe akşamı saat birden itibaren geçerli olmak üzere olağanüstü hâlin üç ay süreyle uzatılması yönündeki kararımızı Türkiye Büyük Millet Meclisine göndermiş bulunuyoruz.

Tabii ki karar ne Hükûmetin prensip kararıdır ne Millî Güvenlik Kurulunun verdiği tavsiyelerdir, karar nihayetinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararıdır. Yüce Meclisin almış olduğu karar çerçevesinde de olağanüstü hâlin uzatılıp uzatılmayacağına karar verilecektir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, 120’nci madde, Anayasa’nın 120’nci maddesi, Anayasa’yla kurulan hür demokrasi düzeninin, temel hak ve hürriyetlerin ortadan kaldırılmasına yönelik herhangi bir yaygın şiddet eylemi ortaya çıktığında Türkiye Büyük Millet Meclisine olağanüstü hâl ilan etme yetkisini veriyor. Ayrıca 121’inci maddede Bakanlar Kuruluna her defasında dört ayı geçmemek üzere olağanüstü hâli uzatma yetkisini veriyor. Bütün bunları kullandık, bugün bir kere daha kullanmak üzere prensip kararını Meclisin tensiplerine arz ediyoruz. Ayrıca 120’nci ve 121’inci madde çerçevesinde yapılan uygulamalar 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle çizilen ana çerçevede de uygulamaya devam etmiş, bugüne kadar da uygulamalar sürdürülmüştür.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, olağanüstü hâle niçin ihtiyaç var? Buradan başlayarak…

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Oraya geçmeden önce bunlara cevap verilmeliydi. Millî Güvenlik Kurulu kararı…

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Onu da söyleyeceğim, hiç merak etmeyin, onu da söyleyeceğim.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Son kez mi Sayın Bakan?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Olağanüstü hâlin devamıyla ilgili niçin ihtiyaç var? O sorudan başlamak istiyorum. Aslında Türkiye’nin içinde bulunduğu olağanüstü şartlar devam ettiği için Türkiye’de bir olağanüstü hâl uygulamasına ihtiyaç var. Burada uzun uzun konuşarak vaktinizi almak istemem ama üç tane temel şartın, Türkiye’ye millî güvenlik tehdidi oluşturan temel unsurun varlıklarını devam ettirdiği görülüyor. Bunlardan birisi, Türkiye’nin yakın çevresindeki şartların, buralarda ortaya çıkmış olan derin istikrarsızlık ve siyasi türbülansların ülkelerde, Suriye’de, Irak’ta ve bölgemizdeki diğer ülkelerdeki bölünme ve dağılma senaryolarının uygulamaya konulmasının, ayrıca çok sayıda silahlı terör grubunun bu bölgelerde çok rahatlıkla hareket ederek hem bu ülkelerin insanlarına ziyan vermesi, zarar vermesi hem de bu ülkelerdeki varlıkları üzerinden Türkiye’yi tehdit altına almaya devam etmesinin hepimiz tarafından gözlemlendiği bir gerçektir. Dolayısıyla Türkiye, çevresinde bu kadar büyük oyunlar devam ederken, bu kadar büyük terör saldırıları devam ederken, her an Türkiye’nin sınırlarının ötesinden Türkiye’ye karşı tehditler ulusal güvenlik riski olarak karşımızda dururken olağan şartlar içerisinde yaşıyor diyemeyiz. Dolayısıyla tek başına bunun da bir olağanüstü millî güvenlik meselesi olduğunu görmek mecburiyetindeyiz.

İkincisi: 2015 yılının Temmuz ayından itibaren devam eden doğrudan doğruya Türkiye’yi, tarafı ne olursa olsun, hangi gerekçeyle hareket ederse etsin, hangi toplumsal kesimi hedef seçmiş olursa olsun, hangi eylem türünü benimsemiş olursa olsun ortak hedef olarak Türkiye Cumhuriyeti devletini ve aziz milletimizi hedef alan bir terör saldırısıyla karşı karşıyayız. Bu terör örgütleri eş zamanlı olarak Türkiye’yi tehdit altında tutmaya devam ediyorlar. Tek tek bütün olayları saymak değil, sadece yaşadığımız son dört terör olayını bir kere daha gözden geçirirsek Türkiye’nin ne büyük bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu ve bu tehdidin nasıl artarak devam etmekte olduğunu görürüz: Bunlardan birisi Beşiktaş saldırısıdır, birisi Kayseri saldırısıdır, bir diğeri Rus Büyükelçisi’ne yapılan saldırıdır, en sonuncusu da maalesef Ortaköy’de yılbaşı gecesi yapılan saldırıdır. Bu saldırıların her birisinde kullanılan terörist yöntemler farklıdır, bu saldırıdaki her bir terör örgütünün kimliği farklıdır, bu saldırıda hedef alınan kitlelerin her birisi de farklı farklı kitlelerdir. Ama Allah aşkına bana söyleyebilir misiniz Ortaköy’deki saldırının hedefiyle Kayseri’deki saldırının hedefi arasında ne fark vardır? Hepsinin hedefi bu aziz milletimizdir, vatanımızdır, ülkemizin birliğidir, ulusal güvenliğimizdir ve Türkiye’nin geleceğidir. Onun için bu saldırının Türkiye’ye karşı yapılmış bir saldırı olduğunu, bu saldırılara karşı milletçe yekvücut olarak durmamızın mecburi olduğunu bir kere daha hatırlatmak isterim. Özellikle son Ortaköy saldırısı üzerinden daha önceki terör saldırılarında verilen mesajlardan başka farklı mesajlar da verilmek isteniyor. Bunlardan birisi “Biz 2017 yılında da milletin başına bela olmaya devam edeceğiz.” deniliyor. Biz de çok açık söylüyoruz: “Hangi terör örgütü olursa olsun, arkasında kim olursa olsun, motivasyonları ne olursa olsun biz de 2017 yılında bütün terör örgütleriyle mücadele etmeye kararlıyız, sonuna kadar mücadele edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ayrıca, diyorlar ki… Son zamanlarda maalesef bunu sosyal medya üzerinden de derinleştirmeye çalışan bazı gafiller ve hainler var. Çok açık söyleyeyim, onların hepsini de takip ediyoruz, takip etmeye devam edeceğiz. Bu memlekette hayat tarzları üzerinden bir ayrışma yapmaya çalışıyorlar; Ortaköy saldırılarının arkasındaki temel nedenlerden birisi de budur. Buna karşı da uyanık olmak zorundayız.

Yine, Ortaköy saldırısının özellikle Türkiye’nin Türkiye sınırları dışındaki terörle mücadelesindeki başarısını hazmedemeyenlerin bir işi olduğunun da altını çizmek isterim. Türkiye’ye diyorlar ki “Sesinizi çıkarmayın, terörün başka ülkelerdeki kaynaklarını kurutmaya kalkmayın.” Çok açık ifade etmek istiyoruz, ülkemize karşı tehdit nereden gelirse gelsin, hangi coğrafyadan Türkiye’ye karşı terör örgütleri bir tehdit oluşturmaya devam ederse etsin hepsiyle mücadele etmeye de devam edeceğiz.

Yine aynı şekilde, 15 Temmuz 2016 FETÖ terör saldırısını, bu Gazi Meclisin yaşadığı o saldırıları da bir kere daha hatırlıyoruz, bir kere daha 15 Temmuz sonrasında milletimizin verdiği o kahramanca mücadeleyi takdirle, şükranla yâd ediyoruz. Allah bir daha milletimize öyle günler göstermesin ama 15 Temmuzdan aldığımız dersi de tekrar tekrar hatırlayarak birlik içerisinde, dirlik içerisinde yolumuza devam etmemiz gerektiğini de bir kere daha hatırlıyoruz. Ancak 15 Temmuzdan sonra bu yüce Meclisin olağanüstü hâli ilan etmesini gerektiren FETÖ terör örgütünün saldırıları ki her ne kadar bir darbe teşebbüsünde bulunamayacak şekilde belleri kırılmışsa da devlet içerisinde hâlâ bazı noktalarda varlıkları devam ediyor. Örnek olarak söylüyorum, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin içerisinden çok sayıda FETÖ mensubu eşkıya dışarıya çıkarılmış olmasına rağmen, bugün bile yapılan soruşturmalar sonucunda bazı rütbeli subaylar olmak üzere açığa alınanlar oldu. Aynı şekilde adliye teşkilatımızın içinde, aynı şekilde Emniyet teşkilatımızın içinde, aynı şekilde devletin başka gruplarının içerisinde de maalesef FETÖ ve onunla bağlantılı, iltisaklı grupların, kişilerin varlığını biliyoruz. Dolayısıyla, tam hukuki tabiriyle söyleyeyim: Henüz FETÖ’nün devletten arındırılması sonlandırılmamıştır. FETÖ’nün ve bütün terör örgütlerinin devletin içerisinden arındırılmasını sağlayana kadar olağanüstü hâl uygulamasına ihtiyacımız olduğunu bir kere daha sizlerle paylaşmak istiyoruz. Gönlümüz arzu eder ki bu ve saydığımız saymadığımız olağanüstü hâli gerektiren başka gerekçeler bir an evvel ortadan kalkar ve Türkiye’de olağanüstü hâlin devam etmesine gerek kalmaz. Hiçbir hükûmet olağanüstü hâlin sürekli devam etmesini istemez. Hele AK PARTİ gibi sayısal çoğunluğuyla istediği yasayı çıkarma gücüne sahip olan bir iktidarın olağanüstü hâle başvurması, bunu kullanarak yapamadığı bazı şeyleri yapması anlamında değildir. Olağanüstü hâl, devletin millî güvenliği bakımından gereklidir, zorunludur ve inşallah bir müddet daha... Eğer Genel Kurul tasvip ederse, bu süre içerisinde de olağanüstü hâli gerektiren gerekçeleri ortadan kaldırarak inşallah yolumuza devam edeceğiz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, olağanüstü hâl uygulamaları içerisinde güvenlik ve özgürlük dengesine dikkat ediyoruz. Bu çerçevede, inanın ki kılı kırk yararak vatandaşlarımızın günlük hayatını etkileyecek hiçbir uygulamanın olmasına müsaade etmiyoruz. Hiçbiriniz diyemezsiniz ki sokaktaki vatandaşımızı günlük hayatında ilgilendiren, ticaretini, eğitimini, diğer meseleleri ilgilendiren, olağanüstü hâlden kaynaklanan herhangi bir sorun ortada olsun. Ancak devlete karşı birtakım eylemler içerisinde olanların, FETÖ’yle irtibatlı, iltisaklı olanların, terör gruplarıyla irtibatlı olanların karşısında da titizlikle mücadele vermeye her hâlde devam edeceğiz. Dolayısıyla, özgürlük-güvenlik dengesinde mümkün olduğu hassasiyetle konunun üzerinde duruyoruz, vatandaşımızın günlük hayatını etkilemeden olağanüstü hâlin sürdürülmesine dikkat ediyoruz.

Bir başka önemli mesele ise, olabilecek olan adaletsizliklere karşı inanın ki en az sizler kadar titiz ve hassas davranıyoruz. Çok önemli, çok geniş çaplı operasyonların yapıldığını biliyoruz. Arada haksızlık, yanlışlık yapılanlar varsa, hazırlanan kanun hükmünde kararnamelerle haksızlık yapılanlar -memuriyetten uzaklaştırılanlar ya da kapatılan kurum ve kuruluşlar- yapılan soruşturmalar çerçevesinde eğer bunlara bir haksızlık yapıldığı ortaya çıkıyorsa yeniden görevlerine iade ediliyor.

Sonuç olarak olağanüstü hâlin üç ay daha uzatılması doğru ve yerinde bir karardır; üç açıdan doğrudur: Birincisi, anayasaldır, anayasal dayanağı vardır, mevcuttur ve bu anayasal dayanak doğru ve yerinde bir şekilde kullanılmaktadır. İkincisi, sadece anayasal olması yeterli değil, aynı zamanda bir meşruiyet zemini söz konusudur. Meşruiyet zemini ülkemizin millî birliğinin, beraberliğinin sağlanması, kamu düzeninin, devlet düzeninin korunması ve bu alandaki gerekli adımların atılabilmesi için kamu yönetimine ilave desteklerin verilmesidir. Üçüncüsü ise somut bir zarurete dayanıyor.

Değerli arkadaşlarım, demin saydığım, teferruatına vakit darlığı ve geç olduğu için girmediğim bu üç gerekçe dolayısıyla bir taraftan terör örgütlerinin her birisiyle canhıraş bir mücadele verirken, bir taraftan FETÖ ve onunla bağlantılı grupların hâlâ devam eden fitne ve fesat işlerine karşı mücadele verirken bu somut bir millî güvenlik gerekçesi oluşturuyor ve bu somut zarurete dayalı olarak da olağanüstü hâlin üç ay daha uzatılmasını takdirlerinize arz ediyoruz.

Şimdi, müsaadenizle, konuşmaları sırasında hakikaten değerli tavsiyeleri olan arkadaşlarımız oldu, onları not aldık, onlardan ciddi şekilde istifade etmeye çalışacağız. Bir kere daha ifade etmek isterim, sosyal medyadaki provokatörlere karşı son derece hassas ve dikkatli bir şekilde davranıyoruz. Bazı arkadaşlar alındılar ama kusura bakmayın sosyal medya dingonun ahırı değildir. Sosyal medya çok önemli bir yer, çok büyük bir bereket, çok büyük bir lütuf. Bunu iyi, olumlu bir şekilde kullanırsak,. milletimizin ve insanlığın hayrına kullanırsak çok verimli sonuçlar elde edebiliriz. Ama sosyal medya üzerinden, oturdukları köşelerden, üç beş tane trol, hayat tarzları üzerinden insanları bölmeye kalkacak, “Sen Alevi’sin, sen Sünni’sin.” diye bunların üzerinde oyunlar oynamaya çalışacak; üç beş tane trol bu memleketteki insanların itibarlarını zedeleyecek, halkı bölecek birtakım işler yapacak; bunlara müsaade etmeyiz. Bakın, sadece geçen hafta içerisinde 92 kişi bu tür “tweet”leri dolayısıyla takip edilmiş, hakkında tahkikat açılmış ve ilgili makamlara gönderilmişlerdir. Burada demin konuşulduğu için ifade ediyorum, sizlerin de elinizde somut bilgi, belge varsa bunları ilgili kurumlara bildirin.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Şevki Yılmaz’la ilgili bir şey yaptınız mı Sayın Bakanım?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Bunların hepsine karşı soruşturmalar başlatılıyor. Bunların bir kısmı mahkemelere sevk edilmiştir. Hepsinden hesabını soracağız.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Diyanet İşleri Başkanı, Diyanet İşleri Başkanı…

SEBAHATTİN KARAKELLE (Erzincan) – Dinle dinle!

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Bir dinleyin. Varsa elinizde somut bir şey verin, onlarla ilgili şey yapalım.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Açıklaması var, açıklaması var.

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Kamuoyundan açıklamaları var. Koskoca Diyanet İşleri Başkanı açıklama yapıyor. Siz kulaklarınızı tıkıyorsunuz.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Yılbaşı kutlanmasın diyor; bu nasıl bir şey?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Diyanet İşleri Başkanının…

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Bu yaşam biçimine müdahale değil midir Sayın Bakanım?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Müsaade eder misiniz.

Diyanet İşleri Başkanının terör saldırısı karşısında yapmış olduğu açıklama hepimizin ortak yeridir.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Öncesinde, öncesinde…

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Diyor ki: “Bu saldırı ha bir eğlence yerine yapıldı, ha bir camiye yapıldı.”

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Yılbaşı öncesinde…

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Dolayısıyla, bunlar üzerinden toplumu bölmeyelim. Herkes bunlara dikkat etsin.

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sayın Bakan…

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Öncesi, öncesi…

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Sayın Bakan, Şevki Yılmaz’a ne diyorsunuz?

HÜDA KAYA (İstanbul) – Şevki Yılmaz için ne diyorsunuz Sayın Bakan?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Ben size laf atmadım. Bak, siz konuştunuz; gelin, söyleyeceğiniz varsa söyleyin. Böyle bir şey yok.

BAŞKAN – Siz devam edin Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, iki sefer söylendiği için cevap vermek mecburiyetindeyim. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmiş olan 3/1/2017 sayılı Bakanlar Kurulu Prensip Kararı ve bu prensip kararından… Ancak şunu demeye getirdiniz: “Usulsüzlük yaptınız.” falan gibi ya da hatta hadi biraz daha hafif söylediniz diyeyim, “Gümrükten mal kaçırdınız.” demeye getirdiniz. Kusura bakmayın, ayın 11’inde rutin Millî Güvenlik Kurulu toplantısı var. Ayın 15’inde rutin Bakanlar Kurulu toplantımız var. Ayrıca, ayın 19’unda bitiyor -yani önümüzdeki hafta- bu olağanüstü hâl meselesi. Dolayısıyla, burada herhangi bir usul hatası yapılmamıştır. Ben basın açıklaması yaptığım zaman…

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Ayın 3’ü yazmışsınız Sayın Bakan, ayın 3’ü.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Bir, dinler misin. Bir dinle, cevap vereyim kardeşim.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Dinliyoruz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Dün basın toplantısı sırasında, Bakanlar Kurulu sırasında ben basın toplantısını yaparken bu konu gündeme gelmemişti. Ondan sonra konu gündeme geldi.

Değerli arkadaşlar, Olağanüstü Hâl Yasası’nın 3’üncü maddesine göre, olağanüstü hâlin uzatılmasıyla ilgili Bakanlar Kurulu bu prensip kararını alırken aynen ifadesi, diyor ki: “Karar almadan önce Millî Güvenlik Kurulunun görüşünü alır.” Bu sabah itibarıyla Millî Güvenlik Kurulu üyelerinin ve Bakanlar Kurulu üyelerinin bu konuyla ilgili kararları, iradeleri gerçekleştirilmiş, imzaları alınmış ve bu anlamda Bakanlar Kurulunun prensip kararına dayanak teşkil eden Millî Güvenlik Kurulunun prensip kararı da Bakanlar Kuruluna gönderilmiştir. Herhangi bir işlem eksikliği yoktur.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Ne zaman? Nasıl oldu? Evrak üzerinden mi aldınız? Millî Güvenlik Kurulunu ne zaman topladınız?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) –Arkadaşlar, bakın, Bakanlar Kurulunda -şu karar da- biliyorsunuz bazı kararlar elden dolaştırılarak alınır, hatta bazen öyle olur ki uzakta olanlar faksla imzalarını verir. İdari kararlarda karar alıcıların iradesinin beyan edilmesi yeterlidir ve idari kararları tamamlar.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Siz buraya niye böyle yazdınız efendim?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) –Dolayısıyla, meselenin aslı budur, herhangi bir usul hatası yoktur, imzalar tamdır. Herhangi bir şekilde…

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Cesaretlice özür dileyin, “Yanlışlık oldu.” deyin.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Devamla) – Bakın, şu alışkanlığı da terk etmemiz lazım: Millî Güvenlik Kurulu “Olağanüstü hâli uzatmayın.” dese, Bakanlar Kurulu “Uzatın.” dese, gelir, çıkar. Tam tersi, Millî Güvenlik Kurulu “Uzatın.” dese, Bakanlar Kurulu “Hayır, uzatmıyorum.” dese yine Bakanlar Kurulunun prensip kararı esastır. Dolayısıyla, burada prensip kararları ve prensip kararına dayanak teşkil eden kararların alınması bakımından, idare hukuku bakımından hiçbir eksiklik yoktur, karar yerinde ve doğrudur. Bundan sonra kararı verecek olan siz milletvekillerisiniz.

Hayırlı uğurlu olsun. Hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bilgen, dinliyorum.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Çok kısa yerimden söyleyebilirim isterseniz.

BAŞKAN – Buyurunuz.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

40.- Kars Milletvekili Ayhan Bilgen’in, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, Millî Güvenlik Kurulunun bütün kararları tavsiye kararı niteliğindedir. Dolayısıyla, biz Bakanlar Kurulunun üzerinde bir irade, bir vesayeti parti olarak zaten doğru bulmuyoruz, politik olarak kabul etmiyoruz. Ama, önümüzde bir yazı var ve bu yazıda çok açık biçimde bir toplantı tarihi ve bir karar no.su var. Karar tek tek üyelerin görüşleri alınarak alınmaz, toplantıda alınır. Millî Güvenlik Kurulu toplantı yapmadan, tek tek görüş alarak bir karar alma usulü, teamülü yok. Eğer, Millî Güvenlik Kurulunun çalışma esaslarıyla ilgili kendi sitesinde nasıl karar aldığı, nasıl toplandığıyla ilgili düzenleme doğruysa, bizim okuduğumuz Anayasa’dan başka bir anayasası yoksa bu ülkenin, nasıl toplanacağı, nasıl karar alacağı konusu çok nettir. Dolayısıyla, bu yazıda açık bir usul hatası vardır, en kibar biçimiyle ifade ediyorum, aksi takdirde Bakanlar Kurulunun Meclisi yanıltmasıyla ilgili bir tartışma yapmak zorunda kalırız.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgen.

Sayın Gök…

41.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Tabii, bu iktidarın en büyük sorunu, inandırıcı olabilmek sorunu. Bir planlama yok, günlük yürüyen işlere göre kararlar alınıp süreçler götürülüyor.

Ben şimdi Sayın Numan Kurtulmuş’u izlerken hangi Sayın Numan Kurtulmuş diye içimden geçirmek durumunda kaldım. Çünkü olağanüstü hâlin ilk Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşüldüğü 21 Temmuz 2016 tarihinde, o zaman burada Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ konuşma yaptı ve olağanüstüyü savunarak dedi ki hepimize: “Arkadaşlar, merak etmeyin, amacımız üç aydan daha kısa sürede OHAL’i kaldırmaktır.”

Hemen ertesi gün de Sayın Numan Kurtulmuş -bugün burada olağanüstü hâlin uzatılmasından bahsediyor- aynen şunları ifade etti: “Olağanüstü hâlden kırk-kırk beş gün içinde sonuç alıp bitirmeyi planlıyoruz.”

Şimdi ben de haklı olarak soruyorum: Hangi Sayın Numan Kurtulmuş? O andaki Sayın Numan Kurtulmuş mu, şu andaki Sayın Numan Kurtulmuş mu? Yani, bir iktidarın bir kararlılık içerisinde olması gerekir, böyle kararları sürekli değişen bir iktidarın…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LEVENT GÖK (Ankara) – Toparlayayım izin verirseniz.

BAŞKAN – Buyurunuz, mikrofonunuzu açıyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Kararları, sürekli güncel olaylara göre değişen, öngörüsü olmayan bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız. Daha başlangıçta söyledikleri sözlerin aksine bir tutumla şu anda Sayın Kurtulmuş daha da uzatılabileceğini de ima eden bir açıklamada bulundu. Yani, iktidar partisine yakışan tavır bu değildir. Gerçekçi olmak gerekir. Ben baştaki Sayın Numan Kurtulmuş’un açıklamalarının daha muteber olmasını dilerdim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

6.- Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı uyarınca ülke genelinde ilan edilen ve 11/10/2016 tarihli ve 1130 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/1/2017 Perşembe günü saat 01.00’den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/863) (Devam)

BAŞKAN – Şahsı adına Mahmut Tanal, İstanbul Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, olağanüstü hâlle ilgili sayın grup başkan vekilimiz söyledi, daha önceki dönemlerde olağanüstü hâlin devlete karşı yapıldığını, halka karşı yapılmadığını yetkililer söylemişti, hatta Sayın Kurtulmuş kırk beş gün süreceğini söylemişti ancak bu kırk beş gün değil, altı ay bitti, şimdi üçüncü bir üç ay daha isteniyor ki tam dokuz ay sürmüş olacak. Gerçekten siyasi iktidarın inandırıcılık sorunu çok önemli.

ÖZKAN YALIM (Uşak) – Daha bir üç ay daha gelir.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Öncelikle, siyasi iktidarın bu inandırıcılığını kamuoyuna kabul ettirmesi lazım.

Şimdi, Sayın Başbakan Yardımcısı dedi ki: “Olağanüstü hâli üç gerekçeden dolayı uzatıyoruz.” Bir, komşu devletlerin dağılması neticesinde yaygın olan olaylar denildi. Bir sefer, Anayasa’mızın ne 120’nci maddesinde ne de 121’inci maddesinde diğer devletlerin dağılması sonucunda Türkiye’de olağanüstü hâlin ilan edileceğine ilişkin bir hüküm yoktur. Siz, başından itibaren olağanüstü hâlin kuruluş amacı ve gerekçesi neyse ancak o argümanlarla ileriye gidebilirsiniz, ancak o argümanlarla yeni bir süre uzatım talebinde bulunabilirsiniz. İkincisi, dediniz ki: “Türkiye’de 2015 Temmuzundan sonra yaygın olan olaylardan dolayı buna ihtiyaç vardır.” Peki, 2015 Temmuzundan sonra buna ihtiyaç varsa 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimine kadar niye beklediniz? Sizin bu argümanınız da doğru ve yerinde değil.

Ayrıca, ilk olağanüstü hâl ilan edildiği zaman Bakanlar Kurulunun kararında ve Millî Güvenlik Kurulunun tavsiye kararında 15 Temmuz 2015 olaylarına değinilmiyor; diğer ülkelerin dağılmasına, yaygın şiddet olaylarına değinilmiyor. Yani, bu anlamda ileri sürmüş olduğunuz argümanlar çürük.

Geliyorum son argümanınıza. Son argümanınız nedir? Diyorsunuz ki: Efendim, Türkiye'de son yaygın olaylar var. Allah'tan korkun ya! Siz olağanüstü hâli ilan etmeseydiniz yine bu olaylar ne olacaktı, daha kötüsü mü olacaktı? Bundan daha kötü, daha büyük bir felaket nasıl bu toplumun başına gelebilir? Kayseri'de oluyor, Beşiktaş’ta oluyor, Ortaköy’de oluyor, Ankara Gar olayında da oldu, neredeydiniz siz? Yani, onun için, eğer olağanüstü hâl de olmasaydı olabilecek olan budur; olağanüstü hâl de var, hiçbir güvenlik tedbiri, hiçbir şey almadınız. Onun için, gerçekten bu olayın asıl amacı terör örgütleriyle mücadele değil. Eğer sizin asıl amacınız terör örgütleriyle mücadele olmuş olsaydı… Bakın, Bitlis’te İl Jandarma Komutanlığı PKK terör örgütüne yönelik operasyon yapmak istiyor, Valilikten izin almak istiyor, kararları burada, Valilik diyor ki: “Efendim, bu operasyonu bir başka zamana erteleyin.”

Bitlis milletvekilimiz de burada, buyurun size fotokopisi.

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) – Tarihi kaç onun?

MAHMUT TANAL (Devamla) – 2013. Buyurunuz, buyurunuz, inceleyin değerli arkadaşım.

Onun için, terör örgütlerini büyüten, besleyen, yeşerten, bugüne getiren sizlersiniz.

Şimdi, yine AKP Grubu adına konuşan bir başka arkadaşımız şunu söyledi, dedi ki arkadaş… Efendim, 15 Temmuz darbe girişimi öncesinden kalktılar 17-25 Aralığa geldiler. 17-25 Aralık da bir devletin nasıl soyulduğunu gösterdi ya. Bakın, benim taktığım saat 50 lira. O saati kim taktı? FETÖ’cüler mi o bakanın eline o saati taktı? O bakanların evine para kutularını, dolarları, kasaları FETÖ’cüler mi götürdü? Peki, FETÖ’cüler götürdüyse faiziyle birlikte niye FETÖ’cülere iade etmediniz? Kim aldı onu faiziyle birlikte? (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bakın, burada Millî Eğitim Bakanı oturuyor herhâlde… Oturuyor. AKP milletvekillerinden bir arkadaşınız -kendisi de burada- Sayın Salih Bey bir gün beni aradı, dedi ki: “Ya, arkadaş, bu Aktif Sendika var.” “FETÖ terör örgütünün sendikası” diyorlar. “Bu, 17-25 Aralıktan sonra kurulmamış, bakanın bu karardan haberi yok. Bana bir tane verir misiniz, ben kendisine göstereceğim.” Ben de kendisine Whatsapp’dan attım. Bilmiyorum gösterdi mi göstermedi mi. Bakın, 2 Ocak 2014 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı Türkiye'deki 81 ile yazı gönderiyor, diyor ki: Bu Aktif Sendikası kurulmuştur, IBAN numarası şudur, hesap numarası şudur, lütfen bunu valilikler tüm il millî eğitim müdürlüklerine bildirsinler, bu sendikanın üyeliği hususunda yardımcı olsunlar.

Buyurun ben size veriyorum Beyefendi.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – “Yardımcı” kelimesi var mı? Yok. Abartma!

MAHMUT TANAL (Devamla) – Ne var?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – “Yardımcı” olmak yok, “haber verme” var.

MAHMUT TANAL (Devamla) – “Haber verme” var.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Bütün sendikalara yapılan şey gibi.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Peki, sizin arkadaşlarınız, vekiller diyor ki: “Bu terör örgütüdür.” Niye kurdurttunuz, niye izin verdiniz? Vatandaşı niye üye yaptınız? Suç değilse niye bu insanlar sırf sendikaya üye oldu diye açığa aldınız?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Herkese yapılan bir uygulama.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) – Bilmeden konuşma.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Bakın, daha ötesi Maliye Bakanı laf atıyor. Şimdi, Maliye Bakanına cevap. Maliye Bakanı, siz bu sendikaların aidatlarını niye kaynaktan kestiniz? Siz de o suça ortak olmadınız mı? Bakın, bir, sendikayı üye yapan Millî Eğitim Bakanlığı, aidatını kesen Maliye Bakanı.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) – Bilmeden konuşma!

MAHMUT TANAL (Devamla) – Bana laf atacağına bu insan… Devlet vatandaşa pusu kurmaz. Devlet vatandaşı hukuk içerisinde yaşatır. Siz vatandaşa pusu kurdunuz, pusu. (CHP sıralarından alkışlar)

Bizde, bakın, Şanlıurfa’da…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – FETÖ vekâlet mi verdi sana?

MAHMUT TANAL (Devamla) – Bakın, Sayın Adalet Bakanı, sana geliyorum şimdi, laf atan hepinize. Senin hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcısı fezleke düzenlediği zaman, IŞİD terör örgütüne -Sayın Türkeş de burada olsaydı- o silahları gönderirken orada “Lütfen, bunların geçişine izinsiz geçiş verin.” diyen siz değil misiniz?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bunların hepsi FETÖ’nün lafları.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Sizin hakkınızda fezleke düzenlendiği zaman Türk Ceza Kanunu’nun 278’inci maddesinde “Soruşturmada adli yargıyı etkileme suçu kaldırılsın.” diye sizin için kanuni düzenleme yapılmadı mı?

Bakın, sizin FETÖ terör örgütü… FETÖ’yü öven sizsiniz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Tanal, lütfen Genel Kurula hitap edin.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Bakın, FETÖ’yü öven, Adalet Bakanı, Adalet Bakanı.

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Sen FETÖ’nün avukatı mısın?

MAHMUT TANAL (Devamla) – Ne diyordu? Efendim…

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Avukatı mısın sen FETÖ’nün?

MAHMUT TANAL (Devamla) – Ben insanlığın avukatıyım, ben mazlumların avukatıyım, ben kimsesizlerin avukatıyım.

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Hayır, hayır, asla öyle değilsin. Asla, asla öyle değilsin sen.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Zalimin karşısında, mazlumun yanındayız biz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Yanlış konuşuyorsun. FETÖ’nün avukatlığını yapıyorsun şu anda.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Bakın, FETÖ’yü arıyorsanız, Genel Başkan Yardımcınız Şaban Dişli’yi sorun. FETÖ’yü arıyorsanız, kardeşi Mehmet Dişli’yi sorun. FETÖ’yü arıyorsanız, şurada parmağımı kıran Muhyettin Aksak vardı ya, arkasından sizler de itiyordunuz, FETÖ’den aranan Erzurum Milletvekili, onu sorun. Eğer FETÖ… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Biraz önce Sayın Bakan dedi ki: “Biz FETÖ’nün her türlü ayağına girdik.” Siyasi ayağınız nerede? Siyasi ayağınız nerede kardeşlerim? (AK PARTİ sıralarından “Kürsüde, kürsüde” sesleri, gürültüler)

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – CHP ne yapıyor siyasi ayağına? CHP ne yapıyor FETÖ’nün siyasi ayağına?

MAHMUT TANAL (Devamla) – Bakın, Türkiye’de bu 15 Temmuz FETÖ darbesini yapan tüm generallerin atanmasıyla ilgili o kararların altında sizin imzanız var. Ben Ergenekon, Balyoz’da gidip “Siz haksızlık yapıyorsunuz, hukuksuzluk yapıyorsunuz.” dediğimde, aynı Bekir Bozdağ “Sen darbecilerin avukatı mısın?” derdi. O dönemde ne diyorduk biz? “Siz orduya kumpas kurdunuz.” diyorduk biz.

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – 17-25’ten sonra ne dediniz, bir de onu söyleyin.

MAHMUT TANAL (Devamla) – O dönemde yine burada bulunan arkadaşlarımız -Sayın Doğan burada, Sayın Metiner burada, Sayın Naci Bostancı- “Ya, kardeşim, bu Ergenekon, Balyoz’a niçin gidiyorsunuz?” diyorlardı.

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – 17-25 Aralıktan sonra ne dediniz, ondan bahsedin biraz.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Ergenekon, Balyoz’da da doğruları biz söyledik, bugün de yine nerede hukuka aykırılık varsa, nerede adaletsizlik varsa biz haksızlıkların karşısındayız.

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – Siz FETÖ’cülere sahip çıktınız.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – FETÖ’ye selam!

MAHMUT TANAL (Devamla) – Ceza Kanunu’nda ne deniyor? “Kişi, mahkûmiyet kararı kesinleşinceye kadar masumdur.”

Bakın, Aksaray’da bir soruşturma var, size de sosyal medyadan gelmiştir. Sezaryenle doğum yapılıyor, çocuk şu anda kuvözde; çocuktan annesi ayrılıyor ve getiriliyor. Değerli arkadaşlar, içimizde anne olan arkadaşlarımız var, kardeşlerimiz var; kuvözdeki bir çocuk anneden ayrılır mı ya? Bu hangi zihniyetle yapılır? Bunu hangi hukuk kabul eder? Bunu hangi düşünce kabul eder?

Onun için, hukuk herkese lazım. Ülkeyi cemaatlere teslim eden AKP’dir, FETÖ’ye teslim eden AKP’dir. Şu anda Menzil tarikatına, Okuyucular tarikatına vesaireye teslim ettiniz. Onun için, devletler hukukla yaşar, devletler cemaat kültürüyle yaşamaz değerli arkadaşlar. Size önerim, hukuk dışına çıkmayın. Bu olağanüstü hâl kanunu gerçekten devlet içerisinde kayırmacılığa yöneliktir, liyakat esaslarını bitiren bir husustur.

Teşekkür ediyorum.

Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal.

SALİH FIRAT (Adıyaman) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Fırat…

SALİH FIRAT (Adıyaman) – Adım zikredilerek sendikayla ilgili bir bilgi aldığımı söylediler. O konuda sataşmadan dolayı bir söz almak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz, iki dakika süreyle söz veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- Adıyaman Milletvekili Salih Fırat’ın, İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın Tanal bu sendikayla ilgili bir açıklama yaparken daha önce burada, 2014 yılında “AKTİF-SEN” adında bir sendikanın kurulduğunu, Hükûmetin buna izin verdiğini beyan ederek, bir de bir belge göstererek Hükûmeti zan altında bırakmıştı. Ben de bu doğru mu, değil mi diye Tanal’dan bu yazının fotokopisini istedim, Sayın Tanal da WhatsApp’tan bana gönderdi. O bilgiyi aldım, bir de Sayın Bakan Yardımcımızla görüştüm, bu sendika hakikaten 2014’te mi kurulmuş, yoksa daha önce mi kurulmuş? Oradaki yazıda sendikanın kurucuları Bakanlıktan bilgi istiyorlar. “Bizim sendikamız 2013 yılında kurulmuştur, ancak valiliklerde bununla ilgili üyelerimizin kayıtları konusunda bilgilendirme yapılmıyor. Bu konuda bilgilendirme için bize yazı yazar mısınız?” deniyor ve ona cevaben sendikanın 2013 yılında kurulduğu ve sendikanın hesap numarası ve banka bilgisi paylaşılıyor. Yani, sendika 2013 yılında kurulmuş, 2013 17-25 Aralık sürecinden önce kurulmuş. 2014’te kurulmamış olduğunu öğrenmiş oldum, Bakanlıktan da bu bilgiyi teyit ettim. Konu bundan ibarettir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Fırat.

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

6.- Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı uyarınca ülke genelinde ilan edilen ve 11/10/2016 tarihli ve 1130 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/1/2017 Perşembe günü saat 01.00’den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/863) (Devam)

BAŞKAN – Şahsı adına ikinci konuşmacı Halis Dalkılıç, İstanbul Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Dalkılıç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokrasimizin, milletimizin, vatanımızın hedef alındığı 15 Temmuz alçak darbe ve işgal girişiminin bir neticesi olarak OHAL kararının üç ay daha süreyle uzatılması hakkında söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Ben siyasetin vatandaşlara ve rakiplerine karşı bir nezaket ve üslup olduğunu bilenlerdenim. Sayın Tanal biraz önceki konuşmasında mikser gibi dönerek sürekli, herhangi bir mesnede dayanmaksızın Hükûmeti, Hükûmet üyelerini hedef alan, sürekli iftiralar, çarpıtmalar… Sayın Tanal, FETÖ’den girip başka alanlardan çıkan bir üslupla, CHP’ye de bir faydasının olmadığını, bu üslubun milletin de gözünde bir kıymetinin olmadığını maalesef hâlâ bilmiyor. Eğer bu Parlamento çatısı altında bir FETÖ’cülük konuşuluyorsa ittifakla, burada FETÖ’cülüğü tek şüphe taşımayan belki Tanal çıkar. Onun için döne döne burada FETÖ’cülükle ilgili edebiyat parçalamanın bir mantığı yoktur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, üç gün önce İstanbul’da bir gece kulübünde hain ve alçak bir terör girişiminde hem vatandaşlarımızı hedef alan hem misafirlerimizi hedef alan bir terör saldırısı gerçekleşti. Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez’in ifadesiyle, biz terörün nereden geldiğine, mezhebine, meşrebine, ırkına, vatanına bakmadan, her türlüsünü hem lanetliyoruz hem de her türlüsüyle mutlak suretle mücadele etmeye devam edeceğimizi beyan ediyoruz. Orada hayatını kaybeden vatandaşlarımıza ve misafirlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılarımıza acilen şifalar diliyorum.

Değerli arkadaşlar, olağanüstü hâl kararıyla ilgili üç aylık uzatma süresinin neden kaynaklandığını biraz önce Saygıdeğer Bakanım, daha önceki konuşmacılar anlattı. Ancak, olağanüstü hâl kararı daha önce devletin içerisine sızmışların, kurumların içerisine sızmışların, vatanına, milletine hizmet etmekten ziyade daha farklı odaklara hizmet edenlerin bu kurumlardan, devletin yapılarının içerisinden temizlenmesi için alınmış bir karardır. Milletimizi, vatandaşlarımızın günlük hayatını asla etkilemeyen bir karar ve uygulamadır. Dolayısıyla, eğer bu kararları almamış olsaydık, olağanüstü hâl kararı olmasaydı da mevcut duruma göre eğer bu temizliği yapacak olsaydık… Parlamentoda görüyoruz, bir maddeyi çıkarmak için günlerce burada mücadele ettiğimize her biriniz şahitsiniz. Dolayısıyla, bu mücadeleyi olağanüstü hâl kararlarını alarak vermeseydik bugün FETÖ’cü hainler devletten maaş alarak devletin kurumları içerisinde devam edecekti. Bu kararı almasaydık, devletin ve milletin aleyhine çalışan 55 gazete, 28 televizyon kanalı, 35 radyo, 18 dergi, 3 haber ajansı ve on binlerce hain devletin içerisinde bulunmaya devam edecekti. Bunların temizliğiyle ilgili, olağanüstü hâl kararlarıyla ilgili hızlı, kararlı, dinamik bir süreci yönetmek durumundayız ve bu sürecin, üç aylık sürecin uzamasıyla ilgili gelen teklifi değerlendiriyoruz hep birlikte.

Değerli arkadaşlar, maalesef muhalefet partisinden söz alan arkadaşlar, 2002 öncesinde sanki Türkiye güllük gülistanlıktı, terör yoktu, ekonomik sıkıntı yoktu, IMF diye bir problem yoktu, enflasyon diye bir sıkıntı yoktu…

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Evet yoktu, terör sıfırdı.

HALİS DALKILIÇ (Devamla) – …gençlerimizin umudunun yitip gittiği, yarına dair umutlarımızın kalmadığı bir Türkiye değildi de; sanki güllük gülistanlık bir Türkiye’yi devraldık ve bugün gelen, olan, bölgede olan, ülkede olan olumsuz, alçak girişimlerin sebebini AK PARTİ kadroları olarak göstermek en basitiyle vicdansızlıktır, insafsızlıktır, adaletsizliktir. Dolayısıyla, bunu milletimiz biliyor. Milletimiz, sizin dediğinizi demiyor, gerçekler de bunu demiyor değerli arkadaşlar, gerçekler de onu demiyor.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Yahu, on dört yıldır iktidarda siz varsınız, on dört yıldır.

HALİS DALKILIÇ (Devamla) - Nereden mi biliyorum? Söyleyeyim o hâlde: 2002’den bugüne kadar her girdiğimiz seçimde, millet, bizim yaptığımız hizmetleri, Türkiye’yi nereden aldık, nereye getirdik, Türkiye’deki gelişmeleri biliyor.

Maalesef, Orta Doğu’yu tahkim edenler, Orta Doğu’yu planlayanlar önce adını tanımlayıp daha sonra Orta Doğu’da büyük planlar yapanlar, mezhep çatışmalarıyla, ırk çatışmalarıyla Orta Doğu’yu kan gölüne çevirenlerin Türkiye’yle ilgili de bir hesapları vardı. Türkiye’yle ilgili 15 Temmuzda başlayan ve daha önce de devam eden, 15 Temmuz sonrasında da devam eden bir süreci beraber yaşıyoruz. Onun için değerli arkadaşlar, bölgeyi tahkim edenlerin, bugün, Türkiye’ye biçtikleri, Türkiye’ye reva gördükleri iddialarından vazgeçtiklerini mi düşünüyorsunuz? Bugün, DEAŞ, PKK, PYD, FETÖ, YPG, bunların her birinin aynı merkezden idare edildiğiyle ilgili, bunların hepsinin aynı merkezden kurulduğuyla ilgili bir şüpheniz var mı? 15 Temmuzda sadece AK PARTİ kadroları hedef alınmadı, CHP de hedefteydi, MHP de hedefteydi, HDP de hedefteydi, topyekûn milletin evlatları hedefteydi. O hâlde, ne değişti? Bugün, mücadele devam ediyor. Güvenlik güçlerimiz, canlarını dişlerine takarak mücadele ederken onların motivasyonlarını artıracak söylemler, siyasetler üretmemiz gerekirken, o mücadeleyi verenlerin motivasyonlarını düşürecek söylemlerden kaçınmamız bizim sorumluluğumuzda değil mi? Maalesef, sosyal medya aracılığıyla siyasi parti yöneticileri, kanaat önderleri, Türkiye’de, bölgede işlenmek istenen tehlikenin boyutlarını fark etmiyorlar herhâlde ki hâlâ sorumsuzlukla birçok çağrılara, birçok manipülasyonlara devam ediyorlar.

Değerli arkadaşlar, terörün her türlüsüyle mücadele edeceğimizi her vesileyle Cumhurbaşkanımız söylüyor, Başbakanımız söylüyor, bakanlarımız söylüyor, AK PARTİ kadroları söylüyor, diyoruz ki: Gelin, bu mücadeleyi omuz omuza verelim. Bizim siyasi farklılıklarımız olabilir, farklı düşüncelerimiz olabilir, bunları tartışalım. Ama vatan söz konusuysa burada ucuz iç siyaset malzemesi yapılamaz. Gelin, beraberce yürüyelim. Ülkemizin, vatanımızın, insanlarımızın can güvenliği, mal güvenliği sağlandığında bu ülkede konuşacağımız, kendi iç tartışmalarımızı devam ettireceğimiz bir zemini mutlaka bulacağız. Ama terörün ülkemizi hedef aldığı, kuşatma altında tuttuğu bu dönemde maalesef bu sorumsuzluk devam ediyor. Bakıyorsunuz, bazı “Twitter” hesaplarından milleti sokağa çağıranlar, efendim, öbür tarafta farklı bir şekilde birlik, beraberlik mesajını sadece “Biz Hükûmete destek vereceğiz.” diyerek söylemde bırakanlar acımasız ve insafsızca Hükûmeti ve bu mücadeleyi yürütenleri eleştirmeye devam ediyor.

Değerli arkadaşlar, bu mücadele devam edecek. Milletin bize yüklediği bir sorumluluk var. OHAL de bu sorumluluğun içerisinde, terörle mücadele de bu sorumluluğun içerisinde, biz bu yürüyüşe devam edeceğiz. Bu toprakların evlatlarının birbirleriyle olan kavgaları asla bu toprakların hesabı değildir. Bizim kavgalarımız ısmarlanmış kavgalardır. Bizim birbirimize bakışımızı dışarıdan tahkim ettiklerini bilmemiz gerekiyor. Lütfen, uyanalım, birleşelim, güçlerimizi birleştirelim; Orta Doğu'yu, ülkemizi kan gölüne çevirmek isteyen emperyalizmle mücadelemizi birleştirelim. Bunu yaparsak bu milletten aldığımız sorumluluğun hakkını vermiş oluruz. Yapmazsak, kısır siyasi çekişmelerle her vesileyle iktidara -bırakın eleştirmeyi- hakareti bir siyaset zanneden anlayışla siyaset üretmenin bu millete de bir faydası yok, maalesef muhalefet partilerine de bir faydası yok.

Onun için, değerli arkadaşlar, şimdi, “Türkiye'nin büyük medeniyet yürüyüşü” dedik, bu yürüyüşü öyle veya böyle devam ettireceğiz. Milletimiz müsterih olsun. Geri adım atmak mı? Asla. Yola çıktık, ayağa kalktık bir defa, daha geri dönüş haramdır, çünkü milletimiz bizden büyük yürüyüşü tamamlamamızı bekliyor. Bölgesinde güç olan, bölgesinde küresel güç olan, söz sahibi olan, kendi iç barışını sağlamış, vatandaşlarını kucaklaştırmış ve 2023 hedeflerine yürüyen bir Türkiye, Türkiye'de yaşayan her bir vatandaşımızın, kardeşimizin hedefi olmalı. Bunu beraberce başarmalıyız. Bu vatan söz konusu olduğunda, vatan tehdidi söz konusu olduğunda, içeride kavganın, gürültünün ve çatışmanın bir anlamı yoktur.

Değerli arkadaşlar, kardeşlik sözde kalmamalı, beraberlik içerisinde, önümüzde Türkiye'nin büyük hedeflere yürüyeceği günlere beraberce yelken açacağız inşallah. Her şeye rağmen Türkiye'nin tecrübesi tüm bu oyunları bozacak. Bu konuda milletimizin duası var, desteği var, Parlamentosu var. Allah’ın izniyle “Durmak yok, yola devam.” diyeceğiz ve yürümeye devam edeceğiz.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dalkılıç.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın hatip, biraz önce konuşmasında şöyle bir cümle sarf etti, “Mikser gibi dönüyorsunuz.” dedi. Bu bir sataşmadır, sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

5.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, İstanbul Milletvekili Halis Dalkılıç’ın (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; eğer “mikser gibi dönen bir grup” diyorsak, Sayın Cumhurbaşkanı ne demişti? “Bizimle FETÖ’nün menzili aynıydı, biz kandırıldık.” dedi. Çözüm sürecinde HDP’yle kol kola girmiştiniz, aynıydı. Yani ilk önce, mikser gibi dönen varsa, Türkiye'de ne kadar terör örgütü varsa siyasi iktidar kol kola girdi, bir kendine baksın.

İki, 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminde, biz, o darbelere karşı, o bombalara karşı buradayken ne güzel, hep birlikte millî birlik ve beraberlikten bahsediyordunuz ve biz, her türlü hukuksuzluğa, darbeye karşı hep karşı durduk, hep duruyoruz. Biz, ne sivil darbe ne askerî darbe diyoruz, hem sivil darbeye karşıyız hem de askerî darbeye karşıyız, tam demokratik Türkiye'den yanayız biz.

Değerli arkadaşlar, şunu siz unuttunuz mu: Dikkat edilirse, geçmişte dinler arası diyalogla FETÖ’yle kol kola giren yine siz değil miydiniz?

Daha ötesi, Türkçe Olimpiyatları’yla ilgili, 10’uncu yılına binaen Atatürk’ün resmini paradan çıkarıp Türkçe Olimpiyatları’na özgü para basmadınız mı? Hep ne içindi? FETÖ sevinsin diye bunların hepsini yaptınız siz. Onun için, değerli arkadaşlar, burada biz hiçbir zaman terör örgütleriyle iş tutmadık, biz terör örgütlerinin her dönem karşısına dikildik, hep o mücadeleyi verdik. O dönem de biz burada “Terör örgütleriyle iş tutmayın.” dediğimizde, efendim “Analar ağlamasın.” dediniz, efendim “Siz barışa karşısınız, siz barışın düşmanısınız.” dediniz. Ülkeyi kan gölüne çevirdiniz değerli arkadaşlar.

Onun için, eğit donat programına bakın. Eğit donat programındaki -İçişleri Bakanı burada, tüm bakanlar burada- kaç kişi IŞİD’e katıldı, kaç kişi El Nusra’ya katıldı? Bunun listesini bize sayar mısınız?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TANAL (Devamla) – Ve bunlarla ilgili, IŞİD’le ilgili Türkiye’de kaç dosya kapandı, IŞİD’in kaç dosyasına takipsizlik kararı verildi? Bunların hepsinin açıklanmaya ihtiyacı var.

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) – DAEŞ’le tek mücadele eden biziz.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

ERHAN USTA (Samsun) – Sayın Başkan, madde 60’a göre…

BAŞKAN – Sayın Usta, bir saniye…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Tanal mikser gibi dönmenin bir sataşma olduğundan bahisle söz istedi; geldi, “Mikser gibi söz dönüyorsunuz.” dedi, birtakım örnekler söyledi. Aynı gerekçeyle söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bostancı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

6.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; AK PARTİ açık ve aleni bir siyasi yapı, kendi iradesini halktan alıyor, halkla sözleşme yaparak yolunda ilerliyor. Bizim yöneldiğimiz istikamet belli: Bu ülkenin barışı, hakkaniyet ve adalet. Bu, kerameti bizden menkul bir laf değil, halkla yaptığımız sözleşmenin istikameti. Biz bu istikamette olduğumuz sürece halk bizi destekler. Bu istikametten saparsak, emin olun, halkın sağduyusu sapanları desteklemez. Bu doğrultuda her kim kendisini böyle gösterir, bu doğrultuda bir çaba içinde olur ise biz iyi niyetle, bu halkın barışı, bu halkın kardeşliği, hakkaniyet ve adalet istikametinde toplumun her kesimiyle elbette bu yolda ilerleriz ama ne zamanki bunlar bir çete hâline gelir, karanlık ve gizli niyetlerin merkezi olur, ona karşı da en sert şekilde tedbirleri alır, hadlerini bildiririz.

FETÖ’den bahsediyorsunuz. FETÖ ne zaman FETÖ oldu? Kırk yıllık bir tarihten bahsediyoruz. Ne zaman FETÖ oldu?

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Ne zaman gücüne erişti?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - 15 Temmuzda oldu, bu bir; 17-25 Aralıkta oldu bu iki. Niçin? Bakın, ikisi de halkın seçtiği bir iktidara, bir iradeye karşı girişimdir. Siz 17-25 Aralığı saymak istemiyorsunuz ama sizin de bizim de meşruiyetini borçlu olduğumuz halkın iradesi var arkasında.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Yolsuzluk yok muydu Sayın Grup Başkan Vekili, yolsuzluk yok muydu?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Kendinizi ne kadar meşru sayıyorsanız aynı ahlaki gerekçeyle 17-25 Aralığa karşı çıkmanız gerekir.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – O paralar nereden geldi? Nereden geldi o paralar?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Biz FETÖ, FETÖ olduktan sonra onun tepesine bindik; çetelerin, örgütlerin de tepesine bineriz, bundan sonraki yolumuz da böyledir. Bu böyle biline.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Gök...

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, ben kayıtlara geçmesi açısından bir cümle ifade edeceğim.

Sayın Naci Bostancı “FETÖ ne zaman FETÖ oldu?” derken iki tarih verdi: “Birisi 15 Temmuzdur.” dedi, “Diğeri 17-25 Aralıktır.” dedi. Sayın Bostancı, FETÖ o tarihlerden önce de bizim için FETÖ’ydü. Biz bunu her yerde söyledik, Mecliste söyledik ama sizler inanmadınız. Yani FETÖ, 17-25 Aralığın çok öncesinden itibaren Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerince defalarca söylenmiş, “Yakasına yapışalım.” denmiş ama maalesef iktidar partisi tarafından kollanmıştır. Şimdi 17-25 Aralığı baz almalarını biz kabul etmiyoruz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak çok öncesinden itibaren FETÖ’nün adını koyduk, araştırma önergeleri verdik, reddettiler. Yani bunun kayıtlara geçmesini istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

Tutanaklara geçmiştir.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, ben de bu mantığa sormak isterim: 17-25 Aralıktan önce FETÖ dediyseniz 17-25 Aralıkta niçin demediniz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

LEVENT GÖK (Ankara) – Biz her zaman söylüyoruz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Niçin 17-25 Aralıkta FETÖ’nün kayığına bindiniz, ayakkabı kutularının… (AK PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın Bostancı, Sayın Gök, lütfen efendim, böyle bir usulümüz yok.

LEVENT GÖK (Ankara) – Biz yıllar önce söyledik bunları Sayın Naci Bostancı.

BAŞKAN – Sayın Usta, 60’ıncı maddeye göre talebiniz olduğunu görüyorum, mikrofonunuzu açıyorum.

Buyurunuz.

Bir dakika süreyle söz veriyorum.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

42.- Samsun Milletvekili Erhan Usta’nın, İstanbul Milletvekili Halis Dalkılıç’ın (3/863) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ERHAN USTA (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, birlik beraberlik diyoruz, zor günlerden geçiyoruz diyoruz fakat hemen fırsatını bulunca bazı AKP’li vekiller hemen böyle haksız ithamlarda bulunmaktan da hiç çekinmiyorlar maalesef. Az önceki konuşmacı “Sanki 2002 bugünden daha mı iyiydi?” gibi bir soru sordu. Şimdi, evet, 2002 bugünden çok daha iyiydi. Nasıl iyiydi, bakalım… Ya, her gün bir yerde bir patlama oluyor. Ya, işte bugün sabahleyin bilançosunu verdik; son bir buçuk yılda 8 bin kişi yaralanmış, 2 bin kişi hayatını kaybetmiş bu ülkede; dış politikada başarısızlık, itibarsızlık. Beka düzeyinde sorunlarla karşı karşıya bu ülke diyoruz. Bu ne demek? Sayın Cumhurbaşkanı “Kurtuluş mücadelesi veriyoruz.” diyor. Yüz yıl öncesine gitti bu ülke.

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) - IMF diye bir kurum var mıydı Türkiye’de Sayın Usta?

ERHAN USTA (Samsun) – Şimdi, ekonomi, IMF filan hemen böyle kalıplaşmış lafları filan konuşuyorlar. Ben size -devletin rakamları ortada- birkaç göstergeyi söyleyeyim. Bakın, burada ekonomiden sorumlu bakanlarımız var, onlar size elinizde rakam yoksa versinler. İşsizlik rakamlarına bir bakın, cari açık rakamına bir bakın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Usta.

ERHAN USTA (Samsun) – Bir dakika daha uzatma imkânınız var mı?

BAŞKAN - Peki, açıyorum, tamamlayınız lütfen.

ERHAN USTA (Samsun) – Dış borç rakamlarına bir bakın, özel sektörün özellikle dış borcuna, hane halkının borçlarına bir bakın, esnafın durumuna, sanayinin millî gelir içerisindeki payına bir bakın, büyümeye bir bakın; 6,2 büyüyen bir ekonomi devraldınız siz. Bütün kırılganlık göstergeleri 2002’den çok daha kötü. 2002’den çok daha kötü derken 2002’deki Hükûmet on yılların sorunlarını çözmek için gelmiş, on yılların sorunları üzerine gelmiş bir Hükûmetti. Yatırımın düzeyine bakın, tasarrufun düzeyine bakın.

Arkadaşlar, lütfen biraz daha dikkatli, biraz daha sorumlu olalım. Birlik beraberliği bozmayalım diyoruz, hemen böyle fırsatını bulunca, ayağınız azıcık bir yere değince akla hayale gelmedik laflar konuşuyorsunuz. Ben AKP Grubunu bu konuda uyarmak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Usta.

Sayın Kerestecioğlu, buyurunuz.

Size de 60’ncı maddeye göre söz veriyorum.

43.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, Hükûmet Sözcüsünün Bakanlar Kurulunda OHAL’in uzatılması gibi bir gündem olmadığı açıklamasına ve çoğunluk tahakkümüyle OHAL’in uzatılacağına ilişkin açıklaması

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben son kez ifade etmek istiyorum yapılacak oylamayla ilgili olarak. Sayın Kurtulmuş, bir MGK toplantısı yapılmadan tavsiye kararı alındığını söyledi. Böyle bir usul bulunmamaktadır, AKP iktidarı döneminde de böyle bir usul bulunmamaktadır. Biz şu anda, birazdan, aslında daha önce birçok kez yapıldığı gibi çoğunluğun tahakkümüne dayanarak her türlü usulün yok sayılabildiği bir oylamayı izleyeceğiz. Bu Mecliste buna izin verilmemesi gerektiği konusundaki düşüncemizi bir kez daha ifade ediyoruz. Hem de kendi Hükûmet sözcüleri tarafından “OHAL’in uzatılması gibi bir gündem yoktu Bakanlar Kurulunda.” açıklamasına rağmen bugün biz OHAL’in burada, dediğim gibi, çoğunluk tahakkümüyle uzatılmasını yaşayacağız.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kerestecioğlu.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Ordu) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bakan, mikrofonunuzu açıyorum.

44.- Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un, İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Ordu) – Demin konuşmamda da açıkladım, ben Bakanlar Kurulu sırasında açıklamayı yaparken Bakanlar Kurulu toplantısının ondan sonra da devam ettiğini söyledim. Bakanlar Kurulunun uzadığı günlerde böyle bir uygulama yapıyoruz, bunu çok net bir şekilde söyledim. Bir kere daha kayıtlara geçmesi bakımından söylüyorum, idari bakımdan yapılan işlemde en ufak bir eksiklik, en ufak bir usulsüzlük yoktur. Kaldı ki Millî Güvenlik Kurulunun herhangi bir... Olağanüstü Hal Yasası’nın 3’üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu prensip kararını alır, alırken Millî Güvenlik Kurulunun uzatmada kararına, daha doğrusu tavsiye niteliğindeki Millî Güvenlik Kurulunun tavsiyesine ihtiyaç duyar ya da duymaz. Yasadaki ifade çok açıktır, “Uzatmak için prensip kararı alırken Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulundan bu konuyla ilgili bilgi alır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NUMAN KURTULMUŞ (Ordu) – ....görüşünü alır.” diyor. Bir kere daha açıklıkla bunu ifade etmek istiyorum, işlemde en ufak bir usulsüzlük yoktur, arkadaşlarımın bu konuyu bir kere daha değerlendirmesini ifade ediyorum.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – 501 no.lu karar nerede Sayın Bakan, 501 no.lu karar?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

6.- Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı uyarınca ülke genelinde ilan edilen ve 11/10/2016 tarihli ve 1130 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/1/2017 Perşembe günü saat 01.00’den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/863) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

D) Önergeler (Devam)

2.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, (2/80) esas numaralı 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/79)

BAŞKAN – İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2/80 esas numaralı Kanun Teklifi’min İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                              Mustafa Sezgin Tanrıkulu

                                                                                                                          İstanbul

BAŞKAN – Önerge üzerinde teklif sahibi olarak Mustafa Sezgin Tanrıkulu, İstanbul Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Tanrıkulu. (CHP sıralarından alkışlar)

37’nci madde önergesi çok erken gelirdi ama bugün gündem yoğun olduğu için bu saatlere kaldı ama Genel Kurul dolu.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Evet efendim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, önceki gün İstanbul’da katledilen bütün yurttaşlarımızı, insanlarımızı, dünya yurttaşlarını saygıyla anıyorum ve katliamı lanetliyorum. On beş ay önce Suruç’ta, Suriye sınırında başlayan katliamlar zinciri maalesef on beş ay sonra İstanbul’da, Ankara’da, Türkiye'nin her yerinde yaygınlaştı ve Türkiye, her on günde bir, büyük ölümleri, büyük katliamları, büyük terör eylemlerini konuşur hâle geldi. Bu da Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde ve sayesinde oldu.

Değerli arkadaşlar, (2/80) sayılı Yasa Teklifi üzerinde söz aldım ancak bu teklif tutuklamaya ilişkin. Geçen Cuma günü Çağlayan Adliyesindeydim -bakan buradaysa- Çağlayan Adliyesi gerçekten bir toplama kampı gibiydi -Ahmet Şık’ın duruşması için oradaydım- tam bir toplama kampı. Kapıdan girdiğim andan itibaren 30 yaşlarında -ismi bende var- Amasyalı bir kadın, ağabeyi gözaltında, altı gündür gözaltındaymış mali şubede ve avukatı aracılığıyla şikâyet dilekçesi getirmişti; dişleri darmadağın, kaburgaları kırık bir biçimde gözaltında işkence görüyormuş ve savcı dilekçesini almıyordu, hakaret görüyordu. Zar zor araya girmemizle dilekçesini aldı. Orada bulunan bütün avukatlarla görüştüm, gözaltında işkence bir idari pratik hâline gelmiş gözaltı merkezlerinde ve hiçbir soruşturma yapılamıyor.

Değerli arkadaşlar, OHAL güllük gülistanlık bir rejim değil, bunu biliyoruz, temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı bir rejim, bunu da biliyoruz. Burada hiçbir şey olmamış gibi de OHAL’i anlatmayın. Gözaltı süresi otuz gün, otuz günün kendisi işkencedir. Bugün, on bir gündür gözaltında bulunan 6 gazeteci var, 6 gazeteci. Hangi koşullarda gözaltındadırlar bunlar? Olağanüstü hâl koşullarında. Bakın, daha iki gün önce Okmeydanı’nda 2 genç bir kahvede laiklikle ilgili sözler söylüyorlar, aynen okuyorum: “Bunlar katliamlarıyla hayatı bize zulmetmeye çalışan insanlardır. Artık yeter! Artık buraya kadar! Bundan sonra mahallerimizde ne IŞİD’çiye ne de herhangi bir cihatçı, gerici çeteye izin vermeyeceğiz. Gericiliğin karşısında yükseltilmesi gereken bir bayrak vardır, bu bayrağın adı da laiklik bayrağıdır. Bugün laiklik demek özgürlük demektir, kardeşlik demektir, insanca bir yaşam mücadelesi demektir. Bizler herkesi bu mücadelenin birer neferi olmaya çağırıyoruz; gericilerden, faşistlerden, başkanlık sevdalılarından hesap sormaya çağırıyoruz. Dinlediğiniz için teşekkür ederiz.” Bu konuşmayı yapıyorlar değerli arkadaşlar. İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğünü “mention”layarak hedef gösteriyor ve gözaltına alındılar sabahın erken saatlerinde ve bugün de adliyeye çıkarıldılar. Bakın, bugün Türkiye’de laikliği savunmak…

BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu, bir saniye efendim…

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Sayın Bakan dinlemiyor ki.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın Tanrıkulu konuşuyor ama uğultudan, inanın, zaman zaman, yakın mesafede olmama rağmen ben Tanrıkulu’nu takip etmekte zorlanıyorum. Lütfen efendim…

Sayın bakanları da sayın milletvekilleri lütfen rahat bıraksınlar.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Sayın İçişleri Bakanı dinlesin.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Sayın Adalet Bakanının dinlemesini özellikle rica ediyorum, Sayın Adalet Bakanının.

BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu, devam ediniz efendim.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Bakın, Sayın Bakan…

Bugün laikliği savunmak, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek sayılıyor. Okuyorum kararı… Bu okuduğum metinden dolayı, biraz önce okuduğum bu metinden dolayı bu iki genç tutuklandı. Hangi maddeden tutuklandı? Ceza Yasası’nın 216’ncı maddesinden yani “Halkı, halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi…”

NİHAT ÖZTÜRK (Muğla) – O “tweet”i bir oku da bir dinleyelim.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – 216’dan, 216’dan tutuklandı, bundan tutuklandı değerli arkadaşlar.

NİHAT ÖZTÜRK (Muğla) – O “tweet”i bir oku, “tweet”i bir oku.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Bugün laikliği savunmak 216’ncı maddeye göre suç sayılıyor, suç ve bunu yapan da Çağlayan Adliyesinde bir hâkim ve ne diyor biliyor musunuz değerli arkadaşlar? “Cezanın üst sınırı…” Üst sınır ne kadar? Altı aydan bir yıla kadar. Bir yıla kadar olan ceza ne zamandan beri tutuklama sebebiydi Sayın Bakan, ne zamandan beri?

NİHAT ÖZTÜRK (Muğla) – Hâkimi öldüren teröristi nasıl savunursun!

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Burada çıkın söyleyin bakalım.

NİHAT ÖZTÜRK (Muğla) – Savcıyı öldürenleri savunuyorsun, savcıyı öldürenleri!

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Bakın, Çağlayan Adliyesi ve diğer adliyeler toplama kampına dönüşmüş. Bakın, tarafsız ve bağımsız olmayan bir yargı düzeni var ve bu yargı düzeni tamamen… (CHP sıralarından alkışlar)

ŞAHİN TİN (Denizli) – Teröristleri savunma!

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – O “masum” dediğinin attığı “tweet”i söylesene.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – …itaate dayalı olarak çalışıyor ve kurulan sulh ceza hâkimlikleri sistemi de Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmedi, Anayasa Mahkemesi de bu düzenin, bu hukuksuzlukların mesulüdür, buradan ifade ediyorum.

NİHAT ÖZTÜRK (Muğla) – Devletine hainlik yapan şahsın “tweet”ini de anlatalım.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Ya, gel buradan konuş be! Gel buradan konuş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - “Tweet”i de söyle.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Gel buradan konuş.

NİHAT ÖZTÜRK (Muğla) – Anlatıyorum ben.

BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu, konuşmanızı kesmek zorunda kaldığım için bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurunuz.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bugün laikliği savunmak bütün yurttaşlarımızın görevidir, bütün yurttaşlarımızın. (CHP sıralarından alkışlar) Anayasa tarafından koruma altına alınan laiklik ilkesi suç sayılamaz, hiçbir hâkim de bundan dolayı tutuklama kararı veremez. O hâkimlerin de biz alnını karışlarız, alnını! (CHP sıralarından alkışlar)

HASAN TURAN (İstanbul) – Saptırıyorsun, saptırıyorsun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanrıkulu.

Sayın milletvekilleri, biraz önce Genel Kuruldaki uğultudan söz ettim ancak bu uyarıma rağmen bu uğultu kesilmedi. Sayın milletvekillerinin sayın bakanları rahat bırakmasını söyledim çünkü bazı sayın bakanları ilgilendiren konuşma yapıyordu Sayın Tanrıkulu.

Uğultunun kesilmesi amacıyla birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 00.04

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 00.18

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Zihni AÇBA (Sakarya)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49’uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu tarafından verilmiş olan doğrudan gündeme alınma önergesinin görüşmelerine devam ediyoruz.

Şimdi söz sırası bir milletvekili sıfatıyla Eskişehir Milletvekili Gaye Usluer’de.

Evet, buyurunuz Sayın Usluer. (CHP sıralarından alkışlar)

GAYE USLUER (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, biraz önce üçüncü OHAL dönemi Adalet ve Kalkınma Partisi oylarıyla kabul edildi. Altı aydan beri OHAL hâlindeyiz; tutuklamalar, ihraçlar, işten açığa alınmalar, gözaltılar… Altı aydan beri ülkede OHAL’de ne değişti de bir üç ay daha OHAL ilan ediyoruz? Ülkenin içi ve dışı, duvarların içi ve dışı açık hapishaneye döndü; konuşan, fikrini söyleyen, okuyan ve düşünen herkes ya gözaltında ya da tutuklu. Adalet sistemimiz kangren oldu, eğer bu kangreni hep birlikte tedavi etmezsek bilin ki bir gün bu kangren sizin de bacağınızın kesilmesine neden olacak.

Dün can yoldaşı olan arkadaşlarınız bugün eğer başınıza bomba yağdırdılarsa yarını daha iyi düşünmeniz gerekiyor. Her zamankinden daha fazla özgürlük, her zamankinden daha fazla laiklik vurgusuna ihtiyacımız var. Bakınız, Sayın Sezgin Tanrıkulu’nun vermiş olduğu kanun teklifi son derece önemli. OHAL adı altında altı aydan beri temel insan haklarının tamamı ayaklar altında. Otuz güne kadar gözaltı, aylardan beri tutuklu olup neyle suçlandıklarını bilmeyen insanlar, hâlâ yargı önüne çıkmayı bekleyen insanlar bizim vatandaşlarımız. Devlet bireylerin, yurttaşlarının can güvenliğini ve hürriyetlerini korumak ve gözetmekle yükümlüyken bugün devlet tüm yurttaşlarını potansiyel suçlu ilan etmiş durumda.

Değerli milletvekilleri, bu ne yaman çelişki, bu ne yaman karşıtlık, bu ne yaman paradoks. Cezaevlerinde daha ne kadar tutuklu kalacaklarını bilmeyen gazeteciler, akademisyenler, hâkimler ve askerler… “Size muhalif herkes düşman ve size muhalif herkes OHAL’de tutuklanmalı.” mı diyorsunuz? İnsanların inançlarını sömürdünüz, meslek onurlarını çiğnediniz, yetmedi. Fikrini söyleyen bir gazeteciyi tutukluyorsunuz da yandaş kanallarda, yandaş gazetelerde nefretini kusan, linç operasyonları başlatan kendini bilmezleri neden alkışlıyorsunuz? (CHP sıralarından alkışlar)

Hırçınlığınızın giderek artmasının nedeni ayağınızın altındaki yerin sarsılması. Ayağınız kaydıkça hırçınlığınız da artıyor. Dün Ergenekon’dan içeri aldığınız insanlara “Pardon.” dediniz. Peki, yarın ne olacak? Bugün tutuklu olanlardan ne zaman özür dileyeceksiniz? Bugün tutuklu olanlardan özür dilerken yeniden “Kandırıldık.” demeye yüzünüz olacak mı?

Ahmet Şık FETÖ’nün ipliğini pazara çıkarırken, bugün Ahmet Şık’ı FETÖ propagandası yapmaktan içeri alan sizlersiniz. Ahmet’ten, Ahmet’in yazdıklarından ve tüm doğrulardan korkuyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Ahmet içeriden hepimize mesaj göndermiş, diyor ki: “Enseyi karartmayın.” Ben de buradan Ahmet Şık’a ve onun gibi dokuz köyden kovulanlara selam gönderiyorum. İçeri hapsettiğiniz insanların aydınlık zihinlerini asla ve asla kirletemeyeceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Ve son olarak diyorum ki: “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.” demiş Albert Camus. Ben de diyorum ki, bir iktidarı tanımak istiyorsanız o iktidarın hapishanelerde kimi tutsak ettiğine bakın.

Saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Usluer.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Alınan karar gereğince, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

Bu kısımda yer alan Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım'ın; belediyelere kayyım ataması uygulaması ve eş başkanlar ile milletvekillerinin tutuklanması nedeniyle gerçekleştiği iddia edilen hak ihlallerinde ve artan terör olayları sebebiyle meydana gelen ölümlerde sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi'nin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

X.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, belediyelere kayyum ataması uygulaması ve eş başkanlar ile milletvekillerinin tutuklanması nedeniyle gerçekleştiği iddia edilen hak ihlallerinde ve artan terör olayları sebebiyle meydana gelen ölümlerde sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/14)

BAŞKAN – Hükûmet yerinde.

Önerge daha önce bastırılıp dağıtıldı ve bugünkü birleşimin başında okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 99’uncu maddesine göre, bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasi parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri, önerge sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi olarak Mizgin Irgat, Bitlis Milletvekili; gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mehmet Erdoğan, Muğla Milletvekili; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Filiz Kerestecioğlu, İstanbul Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Faik Öztrak, Tekirdağ Milletvekili; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Mehmet Muş, İstanbul Milletvekili; Hükûmet adına Süleyman Soylu, İçişleri Bakanı.

Şimdi, ilk söz sahibi olarak önerge sahibi Mizgin Irgat, Bitlis Milletvekiline söz veriyorum.

Buyurunuz Sayın Irgat. (HDP sıralarından alkışlar.

Sayın Irgat, süreniz on dakikadır.

MİZGİN IRGAT (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündeme geçmeden önce, burada aslında partimiz grubunca açıkça dile getirilen usule aykırı bir yöntemle, bu gensorunun sebebini oluşturan, kaynağını oluşturan OHAL’in üç ay uzatılması ve belki de süresiz bir süre boyunca, ne zamana kadar uzatılacağı belli olmayan hukuksuz bir sürece “evet” dedik ve üç ay daha bu süreci uzattık.

Evet, bugün Sayın Bostancı örnek verdi, Meclisi yöneten Başkanımız Foucault’dan örnekler verdiler. Evet, Foucault, aslında kitaplarında çokça bugün yaşadığımız sıkıntılara vurgular yapar, var olan ilişkiler içerisindeki alanların tamamının siyasallaştığını ortaya koyar. Üstelik bu ilişkilerin tarihsel kurgular olduğunu, dolayısıyla dönüştürülebilir olduğun; seminerlerinde ve son dönem yoğunlaştığı etik çalışmalarında, bireylerin kendilerini kuşatan koşulları sürekli olarak sorgulamalarının ve koşulları zorlamalarının gerekli bir tutum olduğunu iddia eder. “Özel ve kamusal alan ekonomik, teknik ilişkiler ağında tüm alanların da siyasallaştığını ortaya koymaktadır. Üstelik bu ilişkiler tarihsel kurgulardır. Dolayısıyla dönüştürülebilir veya tersine çevrilebilir durumlardır.” tespitinde bulunur. Ve Foucault’nun diğer önemli bir kitabı “Hapishanenin Doğuşu” kitabını birçoğumuz okumuştur. 1757 yılında Paris Kilisesi’nin önünde yapılan bir infazı anlatır. Kerpetenle etlerinin koparılma kısmını, çok ayrıntılı bir şekilde o infazları anlatır. Yani karar vericilerin bedene yaptıklarını anlatır aynı zamanda. Şimdiki karar vericiler ise belki birçok defa bedene yapmadıklarını iddia etseler de hem bedene hem ruha tatbik ettikleri şiddetin, Ortaçağ’da kalan şiddetin bugünkü modern dünyamızda devam ettiğini çok açıkça dile getirebiliriz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı, yetkisi altındaki polis ve bürokrasi teşkilatıyla önleyici işlemler başta olmak üzere, güvenliği kendisine bağlı olan mahallî idareler yoluyla da demokrasiyi ve halkın refahı için halka hizmet yapılmasını sağlar. Yani özetle, İçişleri Bakanlığı iç huzuru sağlamakla görevlidir. İçişleri Bakanlığı makamında bulunan temsilcilerin başarılı olup olmadığının göstergesi ise bu iki ana kategoriyle çokça alakalıdır.

İçişleri bakanlarından devralınan bakiyeyle şu anda yürütülmekte olan -görev süresine baktığımızda, hizmet süresine baktığımızda- konuşmanın başında da dile getirdiğim gibi OHAL süresi, OHAL uygulamaları ve belki de doksan yıllık cumhuriyet bakiyesinin yaptığı eksiklerden ve hukuka aykırılıklardan çok uzak değildir.

Buradaki konuşmacılar birçok şeyi dile getirdiler, “Doğuya gidelim de OHAL’i orada soralım.” dediler. Ben oradan geliyorum değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, Bitlis’ten geliyorum. Bitlis’te 6 belediyemiz seçimleri kazanmıştı -bunu daha önce de dile getirmiştim- ama her 6 belediye başkanımız ise aynı anda aynı iddialarla ve valiliğin yapmış olduğu aynı açıklamalarla, aynı şablonla cezaevlerine gönderildiler ve yerlerine Bakanlığınızca kayyumlar atandı.

Hukukta kategorik, tek tip, tek dille oluşturulan soruşturmaların aslında bir noktadan, bir merkezden hareketle üretildiğini çok iyi biliyoruz. Burada Bitlis Valiliğinin açıklamaları var. Yazdığı dile baktığımda, yapılan operasyonlar sonucu yapılan aramalarda, evlerde ve belediyelerde hem de başkanların kendi evlerinde çokça dijital veriye rastlandığı ve bu delillerin sonucunda söz konusu belediye başkanlarının ve eş başkanların tutuklandığını dile getirmektedir; oysa Bitlis Valiliği, yaptığı açıklamaya dayanak teşkil eden söz konusu delillerin hiçbirini açıklayamamaktadır. Aylarca müfettişleriniz, belediye binalarımızda gerekli delilleri bulmak ve belki de suçüstü yapmak için bayağı bir mesai harcadılar ama ne hikmetse hiçbir belediyede tek bir delile ulaşmayan müfettişleriniz… En son OHAL gerekçe yapılarak 65’e, şu an 70’e yakın belediye eş başkanı, DBP belediye eş başkanı tutuklanmış, yerlerine de haksız hukuksuz bir şekilde kayyum atanmıştır.

Sayın Bakan, gittiğiniz bu illerde halkımızla, belediyede çalışanlarla, cezaevindeki belediye başkanlarıyla bir görüşme gerçekleştirdiniz mi? Kendilerinden de fikir aldınız mı? Sadece yaptığınız resmî prosedürlerle valilik ve şehrin bürokrasisi dışında gerçekten bu belediyelere oy verenlerle görüştünüz mü, onların fikrini aldınız mı? Onların yaşadığı ruh hâlini inceleme fırsatı buldunuz mu?

Bitlis, bildim bileli aynı Bitlis. Ve şu anda gözaltına alınan, tutuklanan illerin tamamına baktığımızda ise, aslında bir asayiş problemi olarak görülen ve çalışma sistemi boyunca merkezî hiçbir desteği alamayan belediyelerimize en sonunda cezaevleri reva görülmüştür. Hakeza, bu Meclisin 3’üncü büyük partisi olan Halkların Demokratik Partisinin eş başkanları ve 12 milletvekili şu anda burada değil, bu Meclis çalışmalarında değil, hapishanede oluşlarını hangi hukukla açıklayacağız? OHAL, olağanüstü hâl, bu hukuksuzluğu açıklamaya yetecek bir veri midir? Bu ülkede maalesef iç dengeler, “komşularla sıfır sorun” adı altında yürüttüğümüz aslında “tam sorun” politikası, içte halkların, toplumların, Türkiye’yi oluşturan tüm halkların sorunlarını çözmeye muktedir olmayan bu iktidarın ne zaman öz eleştiri vereceğini bizler de merak ediyoruz.

Evet, bu gensorunun amacı, bu gensorunun verilme gerekçesi sizlere dağıtıldı, sizler de açıkça okudunuz. Bu manzara ve yaşadıklarımız karşısında Sayın Bakan, İçişleri Bakanlığı görevini layıkıyla yerine getirememiştir. En önemli görevi olan iç huzuru sağlayamamıştır. Halklar arasındaki kutuplaşmayı azaltma yerine bu kutuplaştırmayı artırmıştır. Ve bugün burada oylarınızla geçen OHAL’in üç ay daha uzatılmasıyla yani yeni KHK’larla ülkeyi en antidemokratik uygulamalara yani Foucault’nun ortaçağına götüreceğine hiçbir şüphe yoktur. Buradan çıktıktan sonra ve yarın bölgede, Türkiye’nin herhangi bir yerinde bu OHAL uygulamasının sonuçlarını ve yaşadığımız haksız, hukuksuz süreci anlatmaya yetmeyecektir yaşadıklarımız. Dolayısıyla, biz burada bu önergeyle belki de Türkiye’nin barışına, Türkiye’nin sorunlarına gerçekten çözüm bulma adına bir adım atmış olduk.

Muhalefet partisi olarak buradan sesleniyoruz; yapmaya çalıştığınız yeni anayasa bu halkın, Türkiye’nin tüm sorunlarını çözmeye yetecek, sancılarımızdan kurtaracak bir anayasa değildir. Var olan Anayasa, getirilmeye çalışılan sistem, OHAL’in yüz yıl daha devam ettirileceği, hakların, hukukların ve gerçekten ihtiyaç duyduğumuz demokrasinin çok ötesine bizi taşımayacak yeni bir anayasadır. Yeri geldiğinde onu da burada tartışacağız. Fakat kayyumlar eliyle ve bölgede günlerce süren sokağa çıkma yasaklarıyla, Şırnak’ı bu listeden, haritadan silecek noktaya getiren uygulamalarla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Irgat, yaşadığınız süre kaybı nedeniyle bir dakika ek süre veriyorum size, buyurunuz.

MİZGİN IRGAT (Devamla) – Teşekkür ederim.

…tutuklamalarla ve gözaltına almalarla işten atılan, ihraç edilen kamu emekçilerinin mağduriyetini gidermeye yetmeyen ve bu anlamda sınıfta kalan İçişleri Bakanı hakkında gensoru önergesini verdik.

Dolayısıyla bizler Türkiye'de bir dönem müzakere yöntemleriyle tartışılmış ve belki de iyi bir yol alınmış günlerin bu ülkenin en büyük çözümü olacağını düşünüyoruz. Çünkü o gün gerçekten -7 Hazirandan sonraki günleri düşünün- bu ülkede bir barış atmosferi ve sorunların çözümü noktasında bir umut doğmuştu. Ama maalesef partimiz nezdinde 7 Haziran sonrası başlayan, ardından Suruç, Ankara Gar ve bugün Reina’da devam eden patlamalar ışığında bir korku cumhuriyetinin yaratıldığı ve bunun da devamı olan, garantisi olan OHAL’in bugün de oylarınızla geçen sistemini bu ülkede demokratik bir sistemi kurmayacağına inanıyorum.

Sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Irgat.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın Bostancı, buyurunuz, mikrofonunuzu açıyorum.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

45.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Bitlis Milletvekili Mizgin Irgat’ın (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde önerge sahibi adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, buradaki siyasi tartışmalarda literatüre atıf yapılmasından memnuniyet duyarız. Ancak bu atıf yapılırken mübalağa sınırlarını da aşan birtakım benzetmelerin haklı ve yerinde olmadığına ilişkin itirazlarımızın da kayda geçmesini isteriz.

Sayın Irgat’ın bahsettiği kitap Hapishanenin Doğuşu. Onun gelişinde 1757’de krala karşı suikast girişiminde bulunan “Damiens” isimli birisine sabahtan akşama kadar Paris’te kendi bedeni üzerine yapılan eza ve cefaya dayalı bir infazdan bahsedilir, sayfalarca sürer, tutanaklardan aktarılır. Esasen Foucault bu kitapta “büyük kapatma” olarak adlandırdığı hapishanenin doğuşunu, bunun nedenlerini irdelerken ondan önce bir cezalandırma yöntemi olarak insan bedeni üzerinde iktidarın eza ve cefa üzerine tecessümünü anlatır. Şimdi, orada Damiens örneğinden kalkıp Adalet ve Kalkınma Partinin bugünkü uygulamalarıyla bağ kurmak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum Sayın Bostancı.

Buyurunuz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – …böyle bir bağlantı kurmak gerçekten de mübalağanın da sınırlarını aşar ve esasen böyle bir illiyet bağı kurmanın çok doğru olmadığını ifade etmek isterim.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir entelektüel tartışma var. Bana da bir sataşma var sanıyorum “Sayın Meclis Başkan Vekili de Foucault’dan söz etti.” dedi. Sanıyorum benim de savunma hakkım var zannediyorum.

Buyurunuz Sayın Irgat.

Mikrofonunuzu açıyorum.

46.- Bitlis Milletvekili Mizgin Irgat’ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MİZGİN IRGAT (Bitlis) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Evet, yani Foucault’yu ve Foucault’nun kitaplarını burada tartışmaya ne zamanımız var ne enerjimiz var. Burada aslında en önemli nokta ve gündem, olağanüstü hâlin bizlerde yaşattığı mağduriyetlerden bahsediyoruz. Yani şu an karakollarda, cezaevlerinde yaşanan hak gasplarına, yaşadıklarımıza, bunlara ben açıklama getirmek adına aslında kısa bir örnek vermek istedim. Foucault’u tartışmak istersek bunun için ayrı bir gündem yaratabiliriz, ben de söz alabilirim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – O zaman bir gün Foucault oturumu yapalım.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanın başkanlığında…

BAŞKAN – Ben yönetirsem memnun olurum.

Foucault’un en beğendiğim tanımı şudur, aydın tanımını yapar, aydın-entelektüel, bu iki kavramı çok güzel değerlendirir. Aydını şöyle tanımlar: “Birikimini siyasi mücadele alanında kullanan kişi.” Güzel bir tanımdır. Bu vesileyle ben de bu konuşmaya, bu tartışmaya bir katkı yapmış olayım.

X.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, belediyelere kayyum ataması uygulaması ve eş başkanlar ile milletvekillerinin tutuklanması nedeniyle gerçekleştiği iddia edilen hak ihlallerinde ve artan terör olayları sebebiyle meydana gelen ölümlerde sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/14) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, gruplara söz vereceğim.

Gruplar adına ilk söz hakkı, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan’a aittir.

Buyurunuz Sayın Erdoğan. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP Grubunun İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu hakkında vermiş olduğu gensoru önergesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

2017 yılının Türk devleti ve Türk milleti için, bütün insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

Bugüne kadar devletimizin, milletimizin birliği ve bekası için şehit olmuş kahramanlarımızı rahmetle ve minnetle yâd ediyorum. Gazilerimize de şükranlarımı sunuyorum, onlara sağlıklı, huzurlu ömürler diliyorum. Şu anda zor şartlarda terörle mücadele eden askerimize, polisimize ve bütün güvenlik güçlerimize başarılar diliyorum. Allah onların yâr ve yardımcıları olsun.

Maksadımız eleştirmek olmamakla birlikte, hafızalarımızı tazelemek ve bundan sonra da terörle mücadele konusunda daha sağlıklı düşünebilmek bakımından bazı hususlara dikkatinizi çekmek istiyorum.

On beş yıldır Türkiye’yi idare eden AKP iktidarının İçişleri Bakanı, 10 Aralık günü bu kürsüden PKK’nın 2011, 2012, 2013, 2014 yıllarında ne kadar militanı dağa götürdüğünü söyledi, Biz de devletin resmî rakamlarını öğrenmiş olduk. Burada dikkat çeken tarihler de 2013 ve 2014 yıllarıdır. 2013 yılında 2.519, 2014 yılında ise 5.312 militanın dağa götürüldüğünü burada Sayın Bakan ifade etti.

Bu noktada, Sayın Bakanın da dikkatlerini çekmek açısından 14/12/2013 tarihli Genel Kurul konuşmamın bir paragrafını sizlere hatırlatmak istiyorum: “Yine, sözde açılım sürecinde ‘Her şey çok güzel olacak.’ dediniz ama gelişmeler pek de öyle gözükmemektedir. Eğer her şey güzel olacaksa PKK niye silah bırakmamakta, yurt dışına bir kısım militanlarını götürmekle beraber en önemlisi, PKK şimdiye kadar, otuz yıldır, hiç bu kadarını yapamadığı şekilde binlerce gencimizi dağlara çıkartmaktadır? Eğer her şey güzel olacaksa bu gençlerin dağa çıkartılmasının gerekçesi nedir? Eğer bundan sonra hiç gürültü olmayacaksa, silahlar konuşmayacaksa, bu gençler dağda çiçek mi toplayacaklar arkadaşlar? Siz, yılanla çuvala girilmeyeceğini ne zaman anlayacaksınız? Eğer her şey güllük gülistanlık bir hâle geldiyse, Kandil’deki yılan başı niye iki de bir başını kaldırıp sizi ve ülkemizi tehdit etmektedir? Türkiye’yi Kandil’den tehdit edenlere karşı sesinizi çıkarmayacaksınız, ondan sonra ‘Her şey güllük gülistanlık.’ diyeceksiniz, böyle bir şey yok arkadaşlar.”

İşte bu ifadeleri o tarihlerde biz söylediğimizde maalesef kimseye sesimizi duyuramadık ve o günleri yaşatanların bugün bu tablolarla bu kürsüye çıkmasını da anlayabilmiş değiliz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine o günlerde Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli birçok konuşmasında “çözüm” adlı çözülme sürecinin ülkemize bir şey kazandırmayacağını defalarca tekrar etti. Bugün geldiğimiz nokta, 2013’ün çok daha ötesindedir. Bugün PKK, PYD, IŞİD, DHKP-C ve FETÖ gibi aynı kaynaktan beslenen ve aynı nihai hedefe ulaşmaya çalışan ihanet şebekeleri içeride ve dışarıda devletimize ve milletimize karşı nöbetleşe olarak eylem yapmaktadır. Hepsinin ortak amacı, Türkiye’yi de bölgedeki diğer hedef ülkeler gibi kaosa sürüklemek, millî birlik ve kardeşliğimizi bozmaktır. Bugün artık olaya çok daha farklı pencereden bakmak ve bu terör sarmalından Türk milletini, Türk devletini çıkartmak hepimiz için en önemli görevdir.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu manada bugüne kadar “Önce ülkem ve milletim, sonra partim.” düsturuyla hareket ettik ve ülkemizin bekasıyla ilgili konularda hiçbir zaman günübirlik siyasi çıkarların peşine düşmedik, bundan sonra da böyle bir niyetimiz yoktur.

Buradan çıkışla ilgili herkesin üzerine düşeni yapması lazım. Öncelikle, her gün “Terörle sonuna kadar mücadele edeceğiz.” diyen Sayın İçişleri Bakanı, size ilk tavsiyem, Bakanlığınıza bağlı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının sitesindeki çözüm zırvalarını kaldırarak bu mücadeleye başlamanızdır. Her gün yaptıklarınızı anlatmaya çalışıyorsunuz ama eylemler de tüm hızıyla devam ediyor. Yine, 16 Temmuz 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6551 sayılı Kanun yerinde durmaktadır Sayın Bakan. Sözde çözüm sürecinin eseri olan Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’un yürürlükten kaldırılması ve bu kanuna göre yanlış yapanlardan hesap sorulmasını sizden beklemekteyiz. Terörle mücadele konusunda OHAL dediniz, OHAL’e bu mücadele için gerekli olduğunu düşünerek destek verdik. Terörle Mücadele Kanunu’nda bir eksiklik varsa getirin, görüşelim, oradaki eksikliği de ortadan kaldıralım, Ceza Kanunu’nda bir eksiklik varsa getirin, onu da görüşelim. Ama tabii ki yapılması gerekenler bunlarla sınırlı değil Sayın Bakanım.

Yıllarca FETÖ’yü görmezden geldiniz, FETÖ, devletin birçok kurumunu tahrip etti. Bugün, devletin tahrip edilmiş bu kurumlarının yeniden yapılandırılması lazım. İstihbarattaki ve terörle mücadele konusundaki devlet hafızasındaki boşlukların muhakkak doldurulması lazım. Teröristleri ve teröristbaşını övenlerin bu ülkede hâlâ -sayenizde- valilik yapmaması lazım Sayın Bakan. Artık, bu saatten sonra terörle mücadeleyi millî mücadele gibi gören “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh ki bütün vatandır.” ruhuna sahip bir güvenlik bürokrasisini kurmanızı bekliyoruz sizden.

Terörle mücadele konusundaki en önemli unsurlardan biri de elbette istihbarattır. Bugün, ülkemizde yaşanan olaylarda maalesef istihbaratın yeterli olduğunu söyleyebilmek zordur. İstihbarat yapımızın şu anda karşı karşıya olduğumuz terör örgütleriyle mücadele edebilecek şekilde güçlendirilmesi ve alınan istihbaratların da anında değerlendirilerek istihbarata dayalı operasyon sayısının artırılması gerekmektedir. Terörle mücadelede genel istihbaratın çok fazla etkili olmadığı ortadadır. Bu sebeple, nokta istihbaratlarla nokta operasyonların yapılması ve toplumun tedirgin edilmemesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir diğer husus da sosyal medyadır. Sosyal medya üzerinden tahrik içerikli, kışkırtıcı, toplumumuzu tedirgin edecek paylaşımlar yapılmaktadır. Bu, aynı zamanda bilgi kirliliğine de sebep olmaktadır. Günümüzde sosyal medyanın bir gerçeklik olduğunu da unutturmadan yetkili kurumlar tarafından toplumun doğru ve zamanında bilgilendirilmesi önem arz etmektedir.

Yine, sosyal medya üzerinden birçok terör örgütü yandaşının oluşturmaya çalıştığı kaos ve algı yönetimine karşı ciddi bir psikolojik harekât merkezinin yönetilmesi gerekmektedir Bakanlığınızca. Bu çerçevede sosyal medya üzerinden toplumu kamplaştırmaya çalışan, toplumda kin ve nifak tohumlarını yeşertmeye çalışan bölücülere ve hainlere karşı da gereken yasal işlemlerin süratle yapılması gerekmektedir.

Yine, bu kürsüden defalarca söyledim: OHAL uygulaması birtakım keyfî uygulamalar için değil, terörün bitirilmesi maksadıyla kullanılmalıdır. Bu manada, teröristlerin büyükşehirlerde eylem yapmasını kolaylaştıran büyükşehirlerdeki terör yuvalarının yerle bir edilmesi lazım. Bugüne kadar bu manada bizi ve kamuoyunu tatmin edecek hangi büyükşehirde hangi operasyonları yaptınız? Bunları biz göremedik Sayın Bakanım. Büyükşehirlerdeki terör yapılanmalarından destek alan teröristler de büyükşehirlerdeki eylemlerini yapmaya devam etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mülki idare teşkilatı bugüne kadar Türkiye'nin birliğinin ve huzurunun sağlanması için çok önemli hizmetler yapmıştır ancak 6360 sayılı Büyükşehir Kanunu, il sınırlarını kapsayan bir belediye uygulamasıyla vali ve kaymakamlarımızın köylerle ve beldelerle olan irtibatını azaltmıştır. Terörle mücadele kapsamında bugüne kadar terörle mücadeleye engel olan bu Büyükşehir Kanunu’nun da kaldırılarak köyler ve beldeler tekrar tüzel kişiliklerine kavuşturulmalı ve devlet millet kucaklaşmasının da güçlendirilmesi sağlanmalıdır.

Sayın Bakan, bir diğer tavsiyemiz de şudur: Lütfen, çalışan sistemlerle uğraşmayın. Özel Harekât göz bebeğimizdir, terörle mücadele konusunda kendisini ispatlamış bir birimdir. Bugüne kadar bu birime hep personel seçimi Emniyet teşkilatının içerisinden olmuştur, polis memurlarının içinden gönüllü olanlar seçilmiş ve eğitimleri tekamül ettirilerek bu yapı bugüne kadar kullanılmıştır. Şimdi buraya doğrudan eleman almaya başladınız. Bu çok yanlış bir uygulamadır, vakit varken, bu sınavlar bitmeden bu uygulamanızdan vazgeçin, o çocukları emniyet teşkilatına polis memuru olarak alın ve onların içerisinden gönüllü olanları Özel Harekâta gönderin.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 15 Temmuzdan bu yana olağanüstü hâlin sağladığı imkânlar eksik kullanılmıştır. Burada sadece FETÖ’yle irtibatı olan alt düzeydeki birtakım kamu görevlilerine çok ağır bir şekilde müdahale edilmiş, gerek FETÖ’nün üst bürokrasi kadrosu, gerekse siyaset ayağına hiç dokunulmamıştır. Yine, devletin içindeki PKK ve diğer terör örgütleriyle irtibatlı olan unsurların üzerine de adam gibi gidilmemiştir. Eğer bunların üzerine adam gibi gidilseydi Derik Kaymakamımız Şehit Muhammet Fatih Safitürk belki de bugün aramızda olacaktı. Eğer bugün gencecik beyinleri yıkamaya devam eden beyinleri yıkanmış birtakım militanlar hâlâ görevdeyse biz terörle mücadeleyi nasıl başarıya ulaştıracağız? Bu bakımdan olağanüstü hâlin sağladığı imkânların bütün terör örgütlerine karşı sonuna kadar etkin bir şekilde kullanılmasını beklemekteyiz.

Yapılması gereken bir diğer şey de terör örgütlerinin mali kaynaklarının kurutulmasıdır. Hâlâ Kızılay’ın göbeğinde kaçak sigara bulmak mümkün, hâlâ Ankara’nın dört bir yanında ucuz mazot satma yarışındaki petrol istasyonları gözümüzü rahatsız etmektedir. Ülkemiz eskiden uyuşturucunun geçiş noktası olarak biliniyordu ama bugün maalesef, ülkemizde uyuşturucu kullanma yaşı ortaokula kadar inmiştir. Bu meselenin üzerine ciddi bir şekilde gidilmesi hem gelecek nesillerin korunması hem de teröristlerin kaynaklarının kurutulması bakımından çok önemlidir.

Yeri gelmişken, bugün FETÖ’nün mali ayağıyla ilgili birçok şirkete kayyum atanmakta veya el konulmaktadır. Bizim buna bir itirazımız yok, ancak beklentimiz, aynı duyarlılığı PKK’ya, DAEŞ’e ve diğer terör örgütlerine yardım eden işletmelere ve şirketlere karşı da göstermenizdir. Hükûmetin bu konuda da gereken adımları zaman kaybetmeden atmasını beklemekteyiz.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin en önemli sorunlarından birisi de sınır güvenliğidir. Bu manada, ülkemizde son zamanlarda meydana gelen olaylara baktığımızda, birçok teröristin hâlâ sınırlarımızdan geçişinin engellenemediği görülmektedir. Bu bakımdan, sınır güvenliğinin sağlanmasında önceliğin TOKİ aracılığıyla birilerine kaynak aktarma uygulamasından çıkarılarak önemli noktalara kaydırılması gerekmektedir. Irak sınırı üzerinden PKK’nın Kandil bağının kesilmesi, Suriye sınırında IŞİD’in, DEAŞ’ın Suriye bağlantısının kesilmesi gerekmektedir.

Yine, bazı ülkelerin terör örgütlerine silah ve mühimmat akışı sağlamasının da önüne geçilmelidir çünkü büyük şehirlerde yaşanan son terör saldırılarında kullanılan patlayıcıların nitelikli patlayıcılar olduğu; el yapımı, basit patlayıcılar olmadığı; kullanılan patlayıcıların ancak ciddi orduların envanterinde bulunduğu bilinmektedir. Bu bakımdan, sınır güvenliği her geçen gün biraz daha önem kazanmaktadır.

Bu kapsamda Fırat Kalkanı operasyonu da Suriye’deki terör yapılanmasının yerinde yok edilmesi bakımından önemlidir. İnşallah, bundan sonra hem Suriye’deki soydaşlarımız hem de Suriyeliler kendi memleketlerinde huzura kavuşurlar, Suriye üzerinden terör örgütleri aracılığıyla birilerinin Türkiye’ye kaos ve kargaşa dayatmasının önüne geçilmiş olur. Önümüzdeki süreçte Kandil’in de yerle bir edilmesi sağlanarak Kandil üzerinden Türkiye’deki terör örgütü üyelerini sevk ve idare edilmesine son verilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sık sık gündeme gelen konulardan birisi de özel güvenlik yapılanmasıdır. Bugün birtakım özel güvenlik okulları, özel güvenlik sertifikası fabrikasına dönüşmüştür. 1 milyona yakın insan özel güvenlik sertifikası almış ve hâlihazırda istihdam edilen özel güvenlik personeli sayısı da polisimizin sayısını geçmiştir. Ancak, bunların eğitimi, istihdamı ve olaylara müdahale kabiliyeti bundan sonra daha da çok tartışılacaktır. Bu bakımdan, özel güvenlik teşkilatının yapılanması ve eğitimi yeniden ele alınmalıdır, özel güvenlik teşkilatı, ucuz güvenlik teşkilatı olmaktan çıkarılarak gerçekten güvenliğimizin bir parçası hâline getirilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 20 Temmuz 2015’ten bugüne kadar, aralarında 600 askerimizin, 382 polis ve bekçimizin, 63 korucumuzun ve 35 sivil memurumuzun olduğu 1.080 evladımız şehit olmuş, 663 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. 2.105 askerimiz, 1.564 polisimiz, 74 korucumuz, 4.277 vatandaşımız yaralanmıştır. Artık söz söyleme zamanı bitmiştir. Yüce Türk milleti Gazi Meclisten ve Hükûmetten irade beklemektedir. Milletimizin her zamankinden daha çok huzura, birliğe ve dirliğe ihtiyacı vardır. Mazeret üretmek yerine, varsa bizim söylediklerimizin dışında bir çözüm yolu, getirin, hep birlikte konuşalım, yeni çözümler üretelim. Bugüne kadar önerilerimizi, tekliflerimizi hep göz ardı ettiniz. Hiç olmazsa bugün önerilerimize, Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli’nin terörle mücadele konusunda defalarca tekrar ettiği terörle mücadele konseptine, stratejisine kulak verin ve Türkiye'yi hep birlikte huzura kavuşturalım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terör konuşulduğu müddetçe Türkiye'nin gerçek gündemini konuşamamaktayız. Bugün Türkiye'nin gerçek gündeminde işsizlik var, bugün Türkiye'nin gerçek gündeminde ekonomik zorluklar var, geçim sıkıntısı var. Bugün köylümüz ürettiği mahsulleri satamamakta, onlardan para kazanamamaktadır. Yaşanan hain terör olayları sebebiyle turizm sektörü büyük sıkıntıdadır. Bu sektörün ayakta duracak takati kalmamıştır. Dolayısıyla terörü Türkiye'nin gündeminden olabildiğince hızlı ve kökten bir şekilde çıkarmamız gerekmektedir.

Sözlerimin son bölümünde Sayın Genel Başkanımızın bugünkü grup toplantısındaki çağrılarını tekrar etmek istiyorum: “Türk devleti, Türk vatanı ve millî kimlik şehit kanlarıyla kazanılmıştır ve hatırdan çıkarılmamalıdır ki, tarihin hiçbir döneminde Türk milletine yapılan ihanet karşılıksız ve cezasız bırakılmamıştır. Biz, doğulusunu da, batılısını da, Alevi’sini de, Sünni’sini de kucaklayacak büyük sevgilerle dolu bir davanın mensuplarıyız. Bu topraklara ‘vatanım’ diyen, bu insanlara ‘milletim’ diyen, ‘Bu bayrak benim, bu ülke benim.’ diyen herkesle uzlaşır, gönlümüzü açarız. Ayrılıkta hayır yoktur. Gün birleşme günüdür. Birleşmenin adresi ise büyük Türk milletidir. Uzlaşma ve huzurun merkezi de Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Bize yol gösteren geçmişin acı hatıraları değil, geleceğin aydınlığıdır. Çağrım tüm siyaset kurumuna ve Hükûmetedir: Beklemeksizin bir olalım, diri olalım, iri olalım. Türkiye’nin geleceğini birlikte inşa edelim. Huzur dolu, refah içindeki geleceğe birlikte ulaşalım. Terörizmi millî mutabakat içinde imha edelim. Ya onurlu ve huzurlu bağımsız bir millet olarak yaşayacağız ya da küresel oyunlara boyun eğerek bölünme ve parçalanma tuzağına düşeceğiz. Türkiye, Türk milletinin ebedi vatanı olarak hep var olacaktır. Şerefli Türk Bayrağı, bu vatan üzerinde hain ellerin uzanamayacağı yükseklerde ilelebet dalgalanacaktır. Türkiye’nin birliği, refahı, mutluluğu ve geleceğinin yegâne teminatı, ay yıldızlı al bayrak altında birleşmekten geçmektedir. Bir milletin şerefi ve haysiyeti, ortak değerler üzerinde yükselen millî birliği ve kardeşliğidir. Milli birliğimiz yara alır, kardeşlik ruhumuz sarsılırsa bunun geriye dönüşü mümkün değildir. İnancım odur ki Türk milleti yapay ayrımlara, beyhude çabalara fırsat vermeyecek, beraberliğini sonsuza kadar sürdürecektir. Bunu başarmak tarihe, ecdadımıza, aziz milletimize ve gelecek nesillere borcumuzdur. Bu borcun ödeneceği gün gelmiştir. Türkiye’yi onurlu bir geleceğe taşıyacak çelikten bir irade teşkil edilirse, bizi hiç kimse tutamayacak, önümüze hiç kimse geçemeyecek, kriz, kaos ve darbe çığırtkanları inanıyorum ki kadavraya dönüşeceklerdir. Gelin, Türkiye’yi bölgenin ve kürenin parlayan yıldızı yapalım. Gelin, ihanetin belini müştereken kıralım. Gelin, ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ sözüne ebediyetin mührünü vuralım, hep birlikte saldırı ve düşmanlıklara karşı etten, imandan, inançtan, ülküden aşılmaz, yıkılmaz, dağılmaz bir duvar çekelim.”

Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu gensoruya “hayır” oyu vereceğiz. Biz başkaları gibi terörle yapılan mücadeleden rahatsızlık duymayız. Bizim eleştirilerimiz, terörle mücadelenin olması gereken şekilde yapılmadığına ilişkindir. Bu bakımdan, yapılan terörle mücadeleyi eleştiren bu gensoru önergesine “hayır” oyu vereceğimizi, reddedeceğimizi ifade etmek istiyorum. Ancak, bu gensoruya destek vermememiz Sayın Bakanın terörle mücadeleyi çok iyi yaptığı anlamına da gelmemektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdoğan.

Söz sırası Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’de.

Buyurunuz Sayın Kerestecioğlu. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, şu anda bizi izleyemeyen sevgili halkımız; İçişleri Bakanı, ülkedeki yurttaşların ve ülkeye misafir olarak gelen yabancıların can ve mal güvenliğini sağlamak, kurumların düzenli ve istikrarlı çalışmalarını tesis etmek üzere görevlendirilmiş yürütme erkinin bir üyesidir. Bu görev tanımı içerisinde değerlendirilen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu döneminde ülkemiz, Dante’nin cehennemine doğru ilerleyen bir felaket lokomotifi hâline dönüşmüştür. Ülkedeki her yer saldırı gerçekleşme potansiyelinin olduğu bir mecra, her yurttaş potansiyel bir suçlu konumuna dönüştürülmüştür. Açıktır ki cumhuriyet tarihi boyunca böylesi bir yıkım tablosu hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.

Hakkında gensoru önergesi verdiğimiz İçişleri Bakanı döneminde, 12 Eylül 2016 tarihinde Van şehir merkezinde bombalı araçla saldırı düzenlendi. Bu saldırıda 7 yurttaşımız ağır olmak üzere toplamda 56 yurttaşımız yaralandı. 6 Ekim 2016 tarihinde İstanbul Yenibosna’da motosiklette bulunan bombanın patlaması sonucu 10 yurttaşımız yaralandı. 24 Kasım 2016 tarihinde Adana Valiliği otoparkında bomba yüklü araç patlatıldı. Saldırıda 2 yurttaşımız hayatını kaybetti, 33 yurttaşımız da yaralandı. 4 Kasım 2016 tarihinde Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde bulunan Emniyet Müdürlüğünün ek binası yakınlarında bomba yüklü bir araçla düzenlenen saldırıda 2’si polis 11 yurttaşımız hayatını kaybetti. 10 Aralık 2016 tarihinde İstanbul Beşiktaş’ta düzenlenen iki ayrı saldırıda 45 yurttaşımız hayatını kaybetti, 155 yurttaşımız yaralandı. 17 Aralık 2016 tarihinde Kayseri’de askerleri taşıyan otobüse bomba yüklü araçla saldırı düzenlendi. Türk Silahlı Kuvvetleri 13 askerin hayatını kaybettiğini, 48 askerin yaralandığını açıkladı. 19 Aralık 2016 tarihinde Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov Ankara’da katıldığı bir sergide uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Saldırıyı İçişleri Bakanına bağlı Emniyet teşkilatına mensup polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş gerçekleştirdi ve bu saldırgan, sağ yakalanması için onlarca yol varken öldürüldü. Son olarak ise 1 Ocak 2017 tarihinde İstanbul’un en ünlü gece kulüplerinden birisi olan Reina’da yeni yılın ilk saatlerinde silahlı saldırı gerçekleşti. İçeride yeni yıl kutlaması için bulunanlara kurşun yağdıran saldırgan 1’i polis 39 kişiyi katletti. Saldırıda 4’ü ağır, 65 kişi yaralandı. Özellikle yılbaşı akşamı için ABD dâhil birçok kaynaktan istihbarat gelmiş olmasına rağmen ve İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı “25 bin polisle güvenlik önlemi aldık.” demiş olmasına rağmen gerçekleşen bu katliam, göz göre göre gerçekleşmiş bir katliam olarak da tarihe not düşülmüştür. Reina saldırganı elini kolunu sallaya sallaya kaçarken İçişleri Bakanı Twitter’de katliama tepki gösteren gençlerin peşine düşüp ihbarda bulunmuştur. Diğer yandan, Suruç’ta yakınlarını kaybeden insanlar Reina’da yaşanan acıyı paylaşmak için karanfil koymaya gittiler o mekâna ve bu insanlar da İçişleri Bakanının maiyetindeki polisler tarafından gözaltına alındılar. Acılı insanları gözaltına almak ne demektir arkadaşlar? Bu insanlar dün gece yarısına kadar gözaltında tutuldular. O ana kadar ise Reina saldırısıyla ilgili tek bir kişi dahi gözaltına alınmış değildi.

Sayın Süleyman Soylu döneminde ülke bir yandan kaybettiklerinin acısını yaşarken diğer yandan sivil toplum kuruluşlarına, basın ve yayın kurumlarına yönelik dayatılan baskılarla, kapatmalarla meşgul olmaktaydı. Aralık 2016 tarihi itibarıyla Hükûmetin sivilleri etkilemeyeceğini iddia ettiği OHAL’in bilançosu derlendi. Buna göre, 83 bin kişi ihraç edildi, 83 bin kişi ihraç edildi, 2 bini aşkın kurum kapatıldı. İçişleri Bakanlığı marifetiyle darbeyle, darbe girişimiyle alakası olmayan yüzlerce derneğin kapısına kilit vuruldu. AKP’li olmayan hemen hemen tüm basın ve yayın kuruluşları kapatıldı. Bugün yandaş medya yazıp yandaş medya okuyor. Yıllardır simge hâline gelmiş gazeteciler bugün hapisteler. En son 30 Aralık 2016 tarihinde İçişleri Bakanının talimatıyla 20 ilde 96 dernek kapatıldı. Modern devletin varlık sebeplerinden biri olan ve bileşeni olan sivil toplum, düşmanca yaklaşımlarla bugün yok edilmeye çalışılıyor. Çocuklardan mültecilere, kadınlardan yoksullara kadar geniş yelpazede hizmet veren ve darbecilerle AKP ortaklığında da baskılara maruz kalan birçok dernek kapatıldı. Bu kapatmalar sonrası ise Bakan Süleyman Soylu aynen şöyle bir açıklama gerçekleştirdi: “370 dernek kapattık. Neden? Oralarda konaklayacaklar, pinekleyecekler, terör örgütüne destek sağlayacaklar, biz de onları meşru bir organ olarak göreceğiz. Vurduk kilidi gitti. Hadi bakalım, açın da görelim.”

Şimdi, bu açıklamaya baktığımız zaman görünen kişi sizce kimdir? (a) şıkkı bir mafya lideri olabilir, (b) şıkkı kadın düşmanı bir erkek, (c) şıkkı bir mahalle kabadayısı, (d) şıkkı ise iktidarın zehirlediği ve muhtemelen yakın bir gelecekte adını bile anmayacağımız bir siyasetçi. Bize görüneni (d) şıkkıdır.

İnsanları, darbe girişimiyle ilgisi olmamasına rağmen KHK’larla işinden edip işkencelere sürükleyen bir bakanlık pratiğini ise önce sizlerin, sonra ise kamuoyunun vicdanına bırakıyoruz.

Sayın Süleyman Soylu’nun devraldığı İçişleri Bakanlığını ironik olarak en başarılı şekilde devam ettirdiği alan, partimize yönelik saldırılar ve baskılardır.

7 Hazirandan önce 200’den fazla parti binamıza taşlı, silahlı, bombalı saldırı gerçekleşti. Diyarbakır’da 5 Haziranda Büyük İnsanlık Mitingi’miz bombalandı. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında yine 300’e yakın parti büromuz saldırıya uğramıştı.

Süleyman Soylu döneminde ise bir basamak daha atlandı, Genel Merkezimize girişimiz yasaklandı, Genel Merkezimize ve parti binalarımıza çok sayıda saldırı gerçekleşti. Eş başkanlarımız ve milletvekillerimiz rehin alındı ve en son komedi mi, dram mı, trajedi mi…

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – PKK yaptı, PKK! Bunu size PKK yaptı!

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – Onları da Bakana soracaksınız, çünkü PKK’dan da sorumlu olan o, DAEŞ’ten de sorumlu, IŞİD’den de sorumlu, kokteyl örgütlerden de, FETÖ’den de. Yani Bakan olan o olduğu için ona soracaksınız, kusura bakmayın, ben cevap veremiyorum.

Evet, en son komedi mi, dram mı, trajedi mi diye aramızda çok tartıştığımız, ama karar veremediğimiz bir olay daha oldu. Genel Merkezimizin hemen önünde, arkadaşlarımız tarafından yapılan kardan insana polisler tarafından saldırı gerçekleştirilip kolları kırıldı. Evet, kardan insana dahi bu yapıldı İçişleri Bakanı döneminde.

22 Temmuz 2015 tarihinden bu yana partimize, partimiz tabanına ve bileşenlerine yönelik gerçekleşen siyasi soykırım operasyonları neticesinde toplam 8.737 kişi gözaltına alındı. Aralarında eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, il ve ilçe eş başkanlarımız, yöneticilerimiz ve parti üyelerimizin bulunduğu 2.704 kişi tutuklandı. Sadece 12 Aralıktan bugüne kadar ise 19 HDP il eş başkanı ve 56 ilçe eş başkanının da bulunduğu 976 kişi gözaltına alındı, 218 kişi tutuklandı.

Yukarıda saydığımız IŞİD saldırıları sonrasında ise kimse gözaltına alınmazken bu ülkede gazetecilik yapan, yazarlık yapan Ahmet Altan, Mehmet Altan, Hüsnü Mahalli, Ahmet Şık, Engin Aydın, karikatürist Musa Kart, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Şahin Alpay, siyasetçi Eş Başkanlarımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, Grup Başkan Vekillerimiz -çok yakından tanıdığınız- İdris Baluken, Çağlar Demirel ve milletvekili arkadaşlarımız gözaltına alınarak tutuklandılar.

Maalesef yine Süleyman Soylu’nun Bakanlığı döneminde yıllardır 81 il olan ülkemizde Şırnak haritadan silindi ve il sayısı 80’e düşürüldü. Geçtiğimiz yılın sonuna kadar Diyarbakır’da 71, Mardin’de 18, Şırnak’ta 14, Hakkâri’de 11, Muş, Batman ve Bingöl’de ikişer kez ve Tunceli’de 1 kez ilan edilen, toplam 9 il ve en az 35 ilçede 125 kez ilan edilen sokağa çıkma yasakları toplamda 2.585 günü bulmuştur. Bu tablonun kendisi bile ülkenin yönetilemediğini göstermektedir ve bundaki en büyük pay sahibinin de İçişleri Bakanı olduğunu kanıtlamaktadır.

Diğer yandan, her fırsatta militarizmi överek savaşı ve erkekliği yücelten Sayın Bakan kadınlara yönelik şiddetten de sorumludur. Bugün ülkedeki herkesin güvenliğini korumakla ve İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamakla yükümlü olan Bakan, kadınları koruyamadığı yetmezmiş gibi yine erkeklere fedakârlık öğütleyerek ve imtiyaz vadederek o militarist erkek egemen damara hitap etmeye çalışıyor. Kapatılan dernekler arasında uzun yıllardır kadına yönelik şiddet alanında çalışan, önemli deneyimler biriktiren ve 1998 yılından beri düzenlenen kadın sığınakları ve dayanışma merkezleri kurultayı bileşeni olan 7 kadın örgütü de var.

Benzer şekilde eylül ayında birçok belediyeye kayyum atanması da yine uzun yıllardır kadına yönelik şiddet alanında deneyimi olan belediyeye bağlı kadın danışma merkezlerinin kapatılmasına neden oldu. Bugün belediyelerde kadınlara destek olan kadın birimleri kapanırken kayyum atanan belediyelerde nasıl hizmetler veriliyor, biliyor musunuz? Ağrı Diyadin Belediyesine atanan kayyum Erdoğan adına takvim bastırıp zorla esnafa astırtıyor.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Yok canım…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – Evet, fotoğrafları var. OHAL nedeniyle, kadınlar polise başvurduklarında personel yetersizliği nedeniyle sığınaklara yerleştirilemediklerini ya da karakollarda saatlerce beklemek zorunda kaldıklarını ifade ediyorlar. Bugün Sayın Radiye Katırcıoğlu, Sayın Fatma Benli’yle birlikte olduğumuz Mor Çatının ziyaretinde de aynı şey dile getirildi. Şiddete uğrayan kadınlar karakollarda beklemek zorunda kalıyorlar personel yetersizliğinden dolayı. Şiddet öyle gülünecek edilecek bir şey değil. Kadına yönelik şiddet özellikle böyle bütün ülkede, bütün dünyada şiddetin, terörün çok daha fazla yükseldiği zamanlarda çok daha fazla görmezden gelinir ve o ev içlerinde yaşananları, sokaklarda, köşelerde yaşananları çoğu zaman duymazsınız bile, o şiddet her zaman devam eden bir şiddettir. Gülen yüzlerinize baktığım zaman gerçekten bir şey anlayamıyorum.

Evet, bugün Türkiye’de radikal Selefi yapıların ülkede örgütlenmesini görmezden gelen İçişleri Bakanlığı, Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’a yönelik suikasta tanık olduğumuz gibi bu yapıların devlet içinde örgütlenmesine sebep olmuştur. Bize “HDP’liler üçüncü sınıf siyasetçi.” deme cüretini gösteren bakanın görevde bulunduğu ülkemizde yalnızca son bir ayda Rus Büyükelçi öldürülüyor ve maiyetindeki bir polis memuru tarafından öldürülüyor, Boğaz’ın ortasında katliam gerçekleştiren bir kişi elini kolunu sallayarak kaçabiliyor. Biz ise maalesef Sayın Bakanın kendisine iki, üç, dört falan değil ama sınıf tayin etmekte zorlanıyoruz.

Değerli arkadaşlar, Reina katliamı göz göre göre geldi. Günlerce birçok kişi sosyal medyada “Noel kutlamayın.” diyerek ülkemizde zaten tedirginlik içinde yaşayan Hristiyan toplumunu ve yılbaşını huzur içinde, 2016’da yaşanan acıların geride kalması dileğiyle kutlamak isteyenleri hedef gösterdi. Neden İçişleri Bakanı çıkıp “Bu ülkenin vatandaşları istediği gibi bayramlarını kutlarlar.” diye bir açıklama yapmadı, neden Diyanet İşlerinin yayınladığı hutbeye karşı “Hocam, zaten ülkede herkes düşmanlaşmış durumda, herkese barış dileyin, birlik dileyin.” demedi? İçişleri Bakanı neden Şevki Yılmaz isimli şahıs televizyonda açıkça MİT’in HDP’lilere yönelik suikastlar düzenlemesini isterken, -onun sözleriyle tekrarlıyorum- MİT’in bazı kelleleri alması gerektiğini, bunun İslami olduğunu, terörle, Anayasa ve kanunla mücadele edilemeyeceğini söylerken hiçbir şey yapmıyor da IŞİD’e tepki gösteren Halkevci gençleri hemen Twitter’da hedef gösterebiliyor? Bugün o gençlerin protesto ettiği, radikal Selefi gruplar yaptıkları kanlı saldırılarla Türkiye’de yaşayan vatandaşların yaşama hakkını tehdit ettikleri yetmezmiş gibi, kadınlar başta olmak üzere, tüm vatandaşların gündelik hayatı üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyorlar. Şort giydiği, parkta spor yaptığı gerekçesiyle kadınlara saldıranlar Türkiye’de örgütlenmeleri meşru hâle gelmiş bu grupların yarattığı iklimden cesaret alıyorlar. Bakan, bugün “tweet” atarak IŞİD’e tepki gösteren yurttaşları ihbar etmek yerine, kadınların sokaklarında özgürce dolaşabilecekleri, şiddete uğramadan insanca yaşayabilecekleri herkes için huzurlu bir ortamı tesis etmelidir.

Evet, ülkenin sakinleşmeye, ortak dile, huzura ihtiyacı varken İçişleri Bakanı bir konuşmasında “Yarından tezi yok birinci öncelikli iş intikam almaktır.” demişti. Biz Sayın Soylu’ya Cemal Süreya’nın dizeleriyle cevap vermek istiyoruz.

“Kan var bütün kelimelerin altında

Bir gül al eline sözgelimi

Kan var bütün kelimelerin altında

Beş dakka tut bir aynanın önünde

Kan var bütün kelimelerin altında

Sonra kes o aynadan bir tutam

Beyaz bir tülbent içinde

Koy iç cebine

Bütün bir ömür kokar o ayna

Kan var bütün kelimelerin altında.”

Sayın Bakanın iktidarın ömür boyu sürmeyeceğini iyi bildiğini tahmin ediyoruz; geçmişte doğru atı oynamak misali, AKP’ye hakaretler yağdırıp sonra bakanlığa kadar yükselişinden biliyoruz. Sayın Bakanın 14 Mart 2009’da seçim sürecinde “Türkiye’de çok manidar işler oluyor. AKP mensupları uzun zamandır Genel Başkanları ve Başbakanlarını, Başbakan da kendisini padişah olarak görmek istiyor. Ülkemizde sadaka kültürü var. Türkiye’de 3 kişiden 1’i fukaralık sınırının altındadır. Eleştirilmesi gerekenler insanları bu duruma düşüren Hükûmettir.” sözlerini de alıyor buraya koyuyor, bırakıyor ve memleketin siyasi geleceğini, bu gelecekte Soylu’nun yeni duraklarını gözlemeyi tercih ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, parlamenter hükûmet sistemlerinde içişleri bakanlarının görevi, halkın can güvenliğini sağlamak, kadınlara yönelik şiddeti önlemek, işkenceye asla izin vermemek, uzun gözaltılara karşı durmak, toplumsal kutuplaşmayı artıran söylemlerden uzak durmak, düşmanlaştırıcı değil kucaklayıcı bir yaklaşıma sahip olmaktır. Bunları yapamayan bakanlar, dünya siyasi tarihinde pek çok kez istifa etmişlerdir. Keşke İçişleri Bakanı ülkedeki bunca olaydan sonra kendisi istifa etseydi ve biz de gensoru müessesesine başvurmak zorunda kalmasaydık. Ancak bunu görmek maalesef bu ülkede mümkün olmuyor, sadece mertlik, delikanlılık gibi erkek egemen kışkırtmalar duyuyoruz siyasilerden. Oysa bir bakanın görevi delikanlılık, mertlik değildir; işini iyi yapmaktır, görevini iyi yapmaktır, önleme sorumluluğunu yerine getirmek, hukuki sorumluluğu almak ve ülkeyi yaşanabilir bir yer kılmaktır. Bakanın görevi Türkiye’yi birbirini seven insanların dayanışma içinde yaşadığı, yurttaşlarının yaşam hakkının korunduğu bir ülke hâline getirmektir.

Değerli arkadaşlar, karanfil maalesef acının simgesidir ve gerçek karanfiller de acı kokarlar. Ben bu yüzden sizlere acıları paylaşmak, bunu öğrenebilmek için bu karanfilleri vermek istiyorum…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - …çünkü bu acıların yaşanmadığı bir ülke hâline gelsin ülkemiz istiyorum ve İçişleri Bakanını istifaya çağırmamızın da, gensorumuzun da nedeni budur. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kerestecioğlu.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – İçişleri Bakanımız da bu acılara son vermek için çalışıyor. Merak etmeyin.

BAŞKAN – Şimdi söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak’ta.

Buyurunuz Sayın Öztrak. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu hakkında verilen gensoru önergesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzda bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülke olarak çok sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Cumhurbaşkanı ve bakanlar artık Sevr ve Kurtuluş Savaşı koşullarından söz eder oldu. Önceden bölücü terör örgütüyle mücadele ediyorduk, şimdi buna IŞİD, FETÖ gibi, inancı istismar eden örgütler de eklendi. Terör olaylarında yitirdiğimiz şehitlerimize, masum vatandaşlarımıza ve bu ülkedeki misafirlerimize Allah’tan rahmet dilemeden bu kürsüden konuşmalarımıza başlayamaz olduk. En son Ekonomi Bakanlığının bütçesi üzerine Genel Kurula hitap etmiştim. O konuşmamda bölücü hainlerin Beşiktaş’ın ortasında gerçekleştirdiği kahpe saldırıda şehit düşen 36’sı polis, 44 vatandaşımıza Allah’tan rahmet dileyerek sözlerime başlamıştım. O konuşmanın üzerinden geçen on dokuz günde acılarımıza yeni acılar eklendi. İlkin Kayseri’de 14 aslan parçası Mehmetçiğimiz çarşı izni yolunda kalleş bir pusuyla bölücü hainler tarafından şehit düşürüldü, yüreğimiz dağlandı. Yetmedi, birkaç gün sonra, bu sefer, ülkemizin toprak bütünlüğünü korumak için Suriye’de görev yapan 16 yiğit askerimiz IŞİD canilerinin pususunda şehit düştü. Son olarak, 2017’nin ilk saatlerinde Beşiktaş’ta, daha yirmi gün önce canlı bombaların patlatıldığı yere on beş dakikalık mesafede, Ortaköy’de gerçekleştirilen bir başka hain terörist saldırıda 14 vatandaşımızı, 25 de misafirimizi yani 39 masum canı kaybettik. Yine içimiz yandı, etimizden âdeta et koptu. Bir ay dolmadan gerçekleşen bu dört hain saldırıda 113 hayat aramızdan kahpece alındı. Ülkede Rus Büyükelçisi öldürüldü hem de bir özel harekât polisi tarafından.

Değerli milletvekilleri, ideolojisi, amacı, gerekçesi, hedefi ne olursa olsun terör büyük bir insanlık suçudur. Masum insanların canına kasteden kalleşlerin kimliği ne olursa olsun adı teröristtir, bu kalleşlerin yaptığı işin adı da terörizmdir. Güzel dinimizi istismar ederek kendilerine cihatçı süsü veren sapkınların da, kendilerine gerilla diyen bölücülerin de işledikleri cinayetler bizim için terörizmdir. Emperyalist güçler bunların hepsini maşa olarak kullanır. Türkiye'nin en köklü siyasi hareketi olan Cumhuriyet Halk Partisi, nereden ve kimden gelirse gelsin teröre karşı her zaman amasız, fakatsız, kararlı bir duruş sergilemiş, bunu insani ve millî bir görev bilmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yer alan her partiden de kimliğine bakmaksızın terörü lanetlemesini, teröristlerle arasına mesafe koymasını bekleriz. Cumhuriyet Halk Partisi millî meselelerde ülke çıkarlarını daima parti çıkarlarının önüne koyar. Terör ve teröristle mücadele elbette birlik ve beraberlik gerektiren bir millî meseledir. Bu mücadelede Türkiye'nin çıkarı her çıkarın önünde gelir. Türkiye için gerekli olan Cumhuriyet Halk Partisi için de gereklidir. Bu nedenle, biz terör ve terör örgütleriyle mücadelede Hükûmete, hükûmetlere her zaman açık çek verdik, vermeye de devam edeceğiz ancak tıpkı Habur’da teröristlerin ayağına çadır mahkemeleri götürüldüğünde olduğu gibi, tıpkı bölücü teröristler şehirlerde kendi mahkemelerini, vergi dairelerini kurup şehirlerin altına bombalar döşerken seyirci kalındığında olduğu gibi, tıpkı Fetullahçı yapılar devlete yerleştirildiğinde olduğu gibi, tıpkı Suriye’nin bölünmesinin önünü açan yanlış dış politikanın ülkemizde yarattığı güvenlik zafiyetlerine dikkat çektiğimiz gibi terörle mücadelede yapılan yanlışları ve önerilerimizi Hükûmetle, milletin Meclisiyle ve kamuoyuyla paylaşmaya ve ana muhalefet olmanın verdiği görev ve sorumlulukları yerine getirmeye devam edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, Orta Doğu’da sınırların yeniden çizilmek istendiği de, ülkemizin bölgedeki şiddet sarmalının içine çekilmek istendiği de bir gerçektir ancak “Orta Doğu’da oyun kuracağım.” diyerek yola çıkan iktidarın içeride ve dışarıda izlediği basiretsiz politikaların ülkemizi hızla Orta Doğu’nun başarısız ülkeleri ligine sürüklediği de bir diğer önemli gerçektir. Ülkede 2007 yılında başlayan yanlış ve hatalı politikalar 2014’ten sonra zirve yapmıştır. Milletimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı tıpkı kendinden önceki Sayın Abdullah Gül gibi anayasal çerçevede kalarak temsilî görev yapması için Cumhurbaşkanı seçti ama kendisi Cumhurbaşkanı seçildikten sonra “Bu yetkiler bana dar gelir.” diyerek parlamenter sistemi bekleme odasına aldığını ilan etti. Bu hukuksuzluk diğer fiilî durum yaratma heveslilerine cesaret verdi, ülke darbe girişimleriyle savruldu, terör azdı, huzursuzluk da, hukuksuzluk da arttı. Son bir buçuk yılda yaşanan karabasan iktidarın milletin iradesini bir kenara iterek 7 Haziran seçimlerini tekrarlamak için, tekrarlatmak için elinden geleni ardına koymamasıyla başladı. Bu süreçte patlayan şiddet ve teröre bugüne kadar polis, asker, korucu, binden fazla güvenlik görevlimizi şehit verdik. Oysa 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda verdiğimiz şehit sayısı 486, 1950-1953 arasında üç yılda Kore Savaşı’nda verdiğimiz şehit sayısı da 731 yani son bir buçuk yılda verdiğimiz şehitlerin sayısı neredeyse Kıbrıs Barış Harekâtı ve Kore savaşlarında verdiğimiz şehitlerin sayısına eşit. Bu bir buçuk yıllık terör dalgasında yaşamını yitiren 415 masum sivil canı da hesaba katarsak kaybımızın çok daha büyük olduğu görülür.

Değerli milletvekilleri, sorunu doğru tanımlayıp teşhis etmezsek çözümü de bulamayız. Ülkemiz terörle mücadele edecek akla da, bilgiye de, birikim ve tecrübeye de sahiptir ama Hükûmet bu olayların arkasında kendinden daha üstün bir aklın olduğunu ya kabullenmiştir ya da siyaseten öyle görünmektedir. Üst akıl söylemi terörle mücadelede yapılabilecek en büyük hatadır. Güçlü devletler terör karşısında acze düştüğü görüntüsünü vermez, kendi göbeğini kendi keser. Terör belasını önleyemiyor musunuz? O zaman bu milletin ortak aklına, irfanına, ferasetine başvuracaksınız. Ortak aklın aranacağı, bulunacağı yer de kuşkusuz bu Gazi Meclistir.

Değerli milletvekilleri, uzunca bir süredir toplumsal yaşamımızda, kurumsal yapımızda, komşularımızla ilişkilerimizde ve ekonomimizde biriken kırılganlıklara bu kürsüden dikkat çekmeye çalışıyoruz. Bakıyorum her terör saldırısının ardından ülkeyi yöneten kadrolardan hep aynı mesajlar geliyor. “Terör zaten tüm dünyada var, biz değil, üst akıl sorumlu. Bizi eleştirirseniz birlik, beraberlik ve kardeşliğimizi bozarsınız.” deniyor. Birlik, beraberlik ve kardeşlik bu işin tabii ki olmazsa olmazı ama Hükûmet olarak siz bunun gereğini yerine getiriyor musunuz? Bu ülkeyi, bu toplumu bir ve bir arada tutan millî değerlerimize, kurucu ilkelerimize sahip çıkıyor musunuz? Yoksa ülkenin taşıyıcı kolonlarına dönük saldırılara “Yüzyıllık parantez kapanıyor.” diyerek sessiz mi kalıyorsunuz? Bıraktım on dört yılı, son birkaç haftada yaşadıklarımız bile bunun cevabını açıkça veriyor arkadaşlar. Bu cumhuriyeti kuran, emperyalizmi dize getiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün heykeli Rize’de yerinden kaldırılıyor. Densizin biri milleti galeyana getirmek için her türlü tahriki yapıyor. Hükûmetten bu saygısızlığa karşı bıraktık gür bir sesi tık yok arkadaşlar, tık yok. İçişleri Bakanlığı müfettişleri ne zaman görevlendirilecek? Bu da yetmiyor, toplum yılbaşı kutlaması üzerinden ikiye bölünüyor. Bunun için sosyal medyada kampanyalar başlatılıyor. Yetmiyor, bu ülkenin vatandaşlarının vergileriyle çalışan Diyanet İşleri Başkanlığı geçtiğimiz cuma günü ülkenin tüm camilerinde yılbaşı kutlamasını gayrimeşru olarak değerlendiren bir hutbe okutuyor. Tüm bunlar ülkenin birliğine, kardeşliğine mi hizmet eder, yoksa bu ülkenin birliğini, beraberliğini bozmak isteyen terör odaklarının değirmenine su mu taşır?

Değerli milletvekilleri, terörle etkin mücadele için kurumsal yapımızı da akıl ve mantıkla hızla onarmamız gerekiyor. İnanç odaklı siyaset geleneğinden gelen, laiklikle sorunu olan kadroların kurduğu koalisyon on dört yıldır ülkeyi yönetiyor. Dinimiz “İşi ehline ver.” diyerek liyakati överken siyasi İslamcılar “Aynı menzile yürüyenden, alnı secde görenden zarar gelmez.” diyerek mensubiyeti, sadakati liyakatin önüne çıkarıyorlar. Ancak, inanç odaklı siyasetin yapıldığı mahallede sadakatin devlete veya millete olmayacağını her defasında çok acı bedeller ödeyerek öğreniyoruz. Bu defa da bu mahallenin ülkeyi yönetmek için oluşturduğu koalisyonun ortaklarından biri diğerine askerî darbe yapmaya teşebbüs etti; 246 vatandaşımız canını yitirdi, şehit oldu, yüzlerce insanımız sakat kaldı, gazi oldu. Bu yaşanan felaket, bu ülkeyi bir ve bir arada tutan en önemli çimentonun laiklik olduğunu bir defa daha gösterdi. Türkiye’yi bulunduğu coğrafyada yönetmekte başarısız devletlerden ayıran ana kurumsal sütün laikliktir. Yarın, Orta Doğu’nun başarısız devletleri ligine düşmemizi engelleyecek olan da yine laiklik ilkesi olacaktır. Terörle etkin mücadele için sığınacağımız diğer bir mevzi ise güçlü parlamenter rejim, özgürlükçü demokrasi ve hukukun üstünlüğüdür. Güvenlik-özgürlük dengesinde terazimiz hukuk olmalıdır. Türkiye’de hukuk maalesef kaybedilmektedir. On dört yılın sonunda AKP iktidarı ülkeyi, OHAL rejimiyle yönetir hâle getirdi; buna da yönetilebiliyor denirse.

Değerli milletvekilleri, ülke yangın yerine dönmüşken, toplumsal, kurumsal, ekonomik fay hatları çatırdarken iktidarın tek bir önceliği vardır, o da 2014’ten beri süren ve ülkeyi içinde bulunduğu bu duruma düşüren hukuksuz fiilî başkanlığı hukuki hâle getirmek.

Değerli milletvekilleri, soruyorum size: Meclisimizin, suçlular yasaya uymazsa yasayı suçlulara uydurmak gibi bir görevi mi var? Fiilîsinin iki yıldır ülkede yaptığı tahribat, gerçeği gelirse bu ülkenin ne hâle geleceğini göstermiyor mu? Bize benzeyen toplumlarda başkanlık sisteminin kutuplaşmayı daha da artıracağını ve bölünmeyi hızlandıracağını akıl söylüyor, bilim söylüyor, tarih söylüyor. Bunlara rağmen Hükûmet sözcüsü, dün sarayda yapılan Kabine toplantısından sonra ülkede yangın her yeri sarmışken hâlâ, başkanlık rejimine geçme çalışmalarının devam edeceğini müjde gibi söylüyor. Bu sürecin yarattığı ve yaratmaya da devam edeceği kutuplaşmanın, siyasi belirsizliğin, terörün ve ekonomide süren yangının üzerine benzin döktüğünü bu iktidar ya görmüyor ya da bu ortamı, ülkeyi diktatörlüğe sürükleyecek, milletin iradesini tek bir adama teslim edecek ucube bir başkanlık önerisinin gerekçesi olarak kullanmak istiyor.

Değerli milletvekilleri, terörle etkin bir mücadele için güçlü ve kapsayıcı bir ekonominin kaldıraç gücüne ihtiyacımız var. Oysa Türk ekonomisi çok büyük sıkıntılar içinde. Yapılan hesap makyajları ve “Yüksek gelirli ülkeler ligine çıktık.” gibi aslı astarı olmayan söylemler de artık gerçekleri saklayamıyor.

Bakın, bugün başkanlık gündemini ve OHAL’i uzatacağınızı açıkladınız, dolar Türk lirası karşısında yeni bir rekor kırdı, 3 lira 60 kuruşun üzerini gördü. Şirketler geçen yıldan bilançolarına 130 milyar Türk lirası kur farkı zararı yazdılar. Ekonomide güven dibe vurmuş, enflasyon hedefi de revize tahminlerin çok üstüne çıkmış. İş bulma ümidini kaybedenlerle beraber işsiz sayısı 6 milyonu aşmış. Ekonomi, 27 çeyrek sonra ilk kez daralmış. Yatırımcının, tüketicinin ufku iyice kararmış. Ülkenin Cumhurbaşkanı tulumbada suyun bittiğini ilan etmiş, Türkiye 2017’de en kırılgan ülke listelerinde Brezilya ve Güney Afrika’yla beraber başa yerleşmiş.

Hâl böyle iken ekonomiyi konuşmuyoruz, Bizans’ın son günlerinde meleklerin cinsiyetini tartışanların yaptığı gibi demokratik rejimi bitirecek ucube bir başkanlık sistemiyle vakit geçiriyoruz. Oysa siyaset kurumunun ve iktidarın bu ülkenin gençlerine aş ve iş sunmak gibi bir yükümlülüğü var. 15-29 yaş aralığında her gencimizden 30’u ne eğitimde ne işte ne de stajda yani aylak arkadaşlar. OECD ülkeleri içinde en kötü durumda olan ülke Türkiye. Eğer bu gençlere aş ve iş sunamazsak, nitelikli eğitim veremezsek, en önemlisi bunlara bir gelecek umudu sunamazsak küreselleşen terör örgütlerinin adam devşirmeye çalışacağı umutsuz kitlelere yarın bizim gençlerimiz de eklenecek.

Değerli milletvekilleri, günümüzde terör ve terör örgütleriyle hakkıyla mücadele edebilmek için mutlak surette uluslararası iş birliğine ihtiyacımız var. Başta komşularımız olmak üzere diğer ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmek, düşmanlarımızı azaltmak, dostlarımızı artırmak zorundayız. Cumhuriyetin yaptığı ilk işlerden birisi komşularıyla sağlam iş birlikleri kurmak olmuştur. Bunu da “Yurtta sulh, cihanda sulh.” ilkesiyle taçlandırmıştır. 2011’den bu yana Suriye’de yaşanan tecrübe, umarım ve dilerim bunun doğruluğunu AKP iktidarına da göstermiştir. Suriye’de sağlanan ateşkesin Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacak kalıcı bir barışa dönmesi Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim de en büyük dileğimizdir. Türkiye 1952’den bu yana stratejik bir tercihle kendini Batı blokunda konumlandırmayı tercih etmiştir. Ancak iktidar şimdi bu blokla kavgaya tutuşmuş görünüyor. Bu gensoruya muhatap olan İçişleri Bakanı daha geçen yıl 16 Temmuzda bir televizyon kanalında üstüne basa basa “Darbe girişiminin arkasında Amerika var.” dedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakanı müttefik bir ülke hakkında istihbarata dayanmayan, delili olmayan bir iddiada bulunmaz. Şimdi soruyorum: Hâlâ neden acil bir NATO zirvesi talep etmiyorsunuz? Neden orada bildiklerinizi paylaşıp üyelerden yaptırım talep etmiyorsunuz? Neden İncirlik ve Diyarbakır üslerinin kullanımını gündeme getirmiyorsunuz? Yoksa bu söylemle yedi düvele karşı mücadele verdiğiniz izlenimini yaratarak başkanlık sürecine içeride destek mi devşirmeye çalışıyorsunuz?

Değerli milletvekilleri, başta NATO olmak üzere üyesi olduğumuz tüm uluslararası kuruluşların ve müttefiklerimizin teröre karşı bizimle en etkili iş birliğini yapmalarını talep etmek ve bunun yerine getirilmesini beklemek yaptığımız ittifakların hukukunun gereğidir, hakkımızdır. Bu ilişkileri iç siyasete malzeme yapmak ise terörle mücadeleyi zaafa uğratacaktır.

Değerli milletvekilleri, bir an önce huzura kavuşmamız, geleceğe güvenle bakmamız için Hükûmetin acilen bazı adımları atması lazım. Önce Sayın Cumhurbaşkanının 12 Şubat 2015’te Amerika Birleşik Devletleri muhataplarına söylediği şu sözleri hatırlayalım: “Biz siyasiler ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz.” Bir aydan kısa bir sürede sadece İstanbul’un bir ilçesinde, Başbakanlık Çalışma Ofisi’ne çok yakın bir mesafede iki ayrı terör saldırısında 83 insan teröre kurban verildi. Zafiyet, ihmal, savsaklama nerede bunu tespit edelim. Bunun siyasi ve idari sorumluluğunu taşıyan makamlar gereğini yapma, istifa etme erdemini göstersinler. Eğer bu erdem gösterilmeyecekse ve bugün olduğu gibi Sayın Bakanın suya sabuna dokunmayan konuşmalar yapmaya devam etmesi hâlinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin duruma vaziyet etmesi ve gensoru müessesesini işletmesi gerekir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere cumhuriyetin kurucularını, bu ülkenin millî değerlerini, kuruluş felsefesini, hasılı laik cumhuriyeti tartışma konusu olmaktan çıkarın; toplumu kutuplaştıran, bölen fay hatlarını kısa vadeli siyasi çıkarlar için kaşımaktan vazgeçin; sosyal medyada ve havuz medyanızda terör estiren ak trolleri zapt edin; ülkeyi diktaya sürükleyecek ucube Başkanlık önerisini Meclisin gündeminden çekin; her alanda fay hatlarını tahkim edecek, insanları dışlamak yerine herkesi kucaklayacak bir siyaseti benimseyin; başta terörizmle mücadele olmak üzere işi mutlaka ehline verin; özellikle istihbaratta, orduda, emniyette ve adalette tarikat ve cemaatlerle yeni koalisyonlara girmeyin; güvenlik-özgürlük terazisinde dengeyi güçlü parlamenter rejim, kuvvetler ayrılığına dayanan özgürlükçü demokrasi ve hukukun üstünlüğüyle sağlayın; hızlı kalkınma sürecini yeniden başlatacak reformları hızla yapmaya başlayın.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet terörle mücadelede çerçevesini çizdiğim bu adımları atsın, biz zaten bu konuda destek için açık çek verdik. Gazi Meclisimiz ülkemizi bu sıkıntılı günlerden hızla çekip çıkarır, bizler de milletimizden hak edilmiş bir hayır duası alırız.

Bu vesileyle sözlerimi tamamlarken Genel Kurulu ve bizleri takip eden çok değerli vatandaşlarımızı bir kez daha saygıyla selamlıyor, sıkıntılı başlayan 2017’nin milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztrak.

Gruplar adına son söz hakkı Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’a aittir.

Buyurunuz Sayın Muş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında Fırat Kalkanı Harekâtı’nda ve diğer terör operasyonlarında şehit olan güvenlik güçlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Yine, son İstanbul saldırısında yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet diliyorum, milletimizin başı sağ olsun.

Devlet ve millet olarak son süreçte terör örgütlerine yönelik çok çetin bir mücadele yürütmekteyiz. Taşeron terör örgütleri eliyle asimetrik bir saldırı altında olduğumuz bu süreçte terör örgütlerinin üzerine kararlılıkla gidilmektedir. Artık terör örgütleri Türkiye’ye karşı saldırıya geçmeden, kaynağında, yani saklandıkları yerde yok edilmektedir. Lice’de, Cudi’de, Çukurca’da ve daha birçok yerde, kış şartlarına rağmen, PKK mağaralarına ve inlerine operasyonlar yapılmaktadır. Sadece PKK’ya değil, ülkemizin ve milletimizin birliğini hedef alan PYD ve DEAŞ gibi terör örgütlerine yönelik de sınır ötesinde, yani Suriye’de operasyonlar yürütülmektedir.

Tekrar tekrar söylüyoruz: Türkiye için PKK da, PYD de, DEAŞ da, DHKP-C de, FETÖ de yok edilmesi gereken hain birer terör örgütüdür. Bizim için birinin diğerinden farkı yoktur.

Irak’ta Kandil’in tepesine uçaklarımız bomba yağdırırken Kuzey Suriye’de DEAŞ ve PYD hedefleri birer birer yok edilmektedir. Amacımız, terörün kökünü kazımak; hedefimiz -Mecliste birileri bu ifadeden rahatsız olsa da- son terörist yok olana kadar terörle mücadeleyi sürdürmektir. Bu, Türkiye'nin beka meselesidir; bu, millî bir meseledir çünkü terör örgütleri doğrudan milletimizin varlığını tehdit etmekte ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetler yürütmektedir. Zira, devletimizin başı Sayın Cumhurbaşkanımız teröre karşı millî seferberlik ilan ederken bu millî bilince işaret etmiştir.

Bakınız, öyle bir asimetrik saldırıyla karşı karşıyayız ki sanki aynı yerden emir almış gibi PKK canlı bombayla bir terör eylemi yaparken aynı yöntemlerle, aynı süreçte DEAŞ eylem yapıyor, FETÖ terör örgütünün uzantıları da bu eylemler üzerinden Türkiye’ye yönelik algı operasyonları yürütüyor. Sadece şu son süreçteki terör saldırılarına baktığımızda, bu terör örgütlerinin nasıl ortak çalıştığını, nasıl bir merkezden yönetildiğini görebiliriz.

Bakınız, bir yandan DEAŞ canlı bomba eylemleri yaparken, diğer yandan Beşiktaş ve Kayseri’de PKK canlı bomba saldırıları gerçekleştiriyor. Bundan hemen kısa bir süre sonra ise FETÖ tarafından Rus Büyükelçisine suikast yapılıyor. Tüm bu saldırılar, farklı terör örgütlerinin bir yerden emir almışçasına aynı zaman diliminde Türkiye’ye karşı nasıl ortak hareket ettiğinin açık göstergesidir. Bu saldırıların arkasında onları yöneten bir akıl olduğu aşikârdır. Bir istikrar adası olan Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için, küresel ve bölgesel meselelerden uzak tutmak için, Türkiye’nin yarınlarını karartmak için her türlü kirli oyunu devreye koyuyorlar. Bakın, bir kez daha üstüne basa basa söylüyorum; terör örgütü ve onun sözcülüğünü yapanlar taşerondur, onların efendileri, patronları dışarıdadır, onlar Türkiye'de kaos yaratmak için kullanılan birer maşadır.

Değerli milletvekilleri, tabii, bugün bu gensoru üzerine söz aldım. Burada şu hususu özellikle ifade etmek istiyorum ki bugün görüşmekte olduğumuz bu gensoru İçişleri Bakanımıza yönelik “Terörle niye bu kadar etkin mücadele ediyorsun?” saikiyle hazırlanmış bir gensorudur. Bu gensoruyu verenler istiyorlar ki Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı terörle mücadele etmesin, Türkiye teröre karşı eli kolu bağlı şekilde otursun ve teröre göz yumsun. Hayır, Türkiye bunu yapmıyor, yapmayacak, Türkiye teröre teslim olmayacak. Bu gensoru göstermektedir ki güvenlik güçlerimizin terörle mücadele kapsamında yürüttüğü operasyonlar sadece terör örgütlerini değil başkalarını da rahatsız etmiştir. Kim rahatsız olursa olsun, kim terör örgütleri adına sözcülük yaparsa yapsın devletimiz terörle mücadeledeki kararlılığını sürdürecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu gensoru metnine baktığımızda, tutuklanan HDP’li milletvekillerine adli işlemler uygulanmasıyla ilgili ifadeler görüyoruz. Neticede, bağımsız yargıyla ilgili hukuki bir konu vardır. Burada yargılama safahatıyla ilgili bir şey söylemeyeceğim ama siyaseten HDP’nin bir terör örgütü PKK’ya nasıl angaje olduğunu, nasıl onun kontrolünde olduğunu birkaç örnekle burada hatırlatmak isterim. Evvela şu hususu öncelikle hatırlatalım: HDP, PKK’yı bir terör örgütü olarak görmemektedir. PKK’nın yaptığı terör eylemlerinde dahi PKK ismini vererek kınama yapamamaktadır. Şöyle bir arşivlere baktım, “PKK ve DEAŞ terör saldırıları sonrası HDP nasıl açıklamalar yapmış, hangi ifadeleri kullanmış?” diye inceledim. Çok ilginçtir, DEAŞ’ın terör eylemleri sonrası defalarca DEAŞ’ın ismini zikrederek en ağır ifadeleri kullanan HDP, nedense PKK eylemleri sonrası PKK’nın ismini kullanmadan bir cümleyle kınama yapmış. Yani saldırıyı yapan DEAŞ olunca örgüt ismi veren HDP, saldırıyı yapan PKK olunca örgüt ismi vermekten çekinmiş. Nedense PKK eylemleri sonrası HDP’nin yaptığı açıklamaların tümünde devlet suçlanmış, dış politika suçlanmış, Hükûmet suçlanmış, siyaset kurumu suçlanmış fakat eylemi yapan PKK’ya tek söz edilmemiş. Sanki bu insanlar PKK’nın terör saldırılarında değil de bir doğal afet neticesinde yaşamını yitirmiş. HDP’ye soruyorum: Söz konusu olan PKK olunca dilinizi mi yutuyorsunuz? Bu ikiyüzlü yaklaşımı milletimizin takdirine bırakıyorum.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, gerek Avrupa Birliği gerekse Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere dünyanın hemen hemen tüm demokratik ülkelerinde PKK, terör örgütü listesinde yer almaktadır. Yani teröre örtülü destek veren bazı Batılı ülkeler bile PKK vahşetinin bir terör örgütü olduğunu, bir terör olduğunu kabul etmiştir ama Türkiye'de siyaset yapan HDP’nin eş başkanlarına ve sözcülerine baktığımızda tam tersi bir tabloyu görüyoruz. Bakın, şu an tutuklu bulanan HDP’li Hakkâri milletvekili PKK’yla ilgili nasıl bir tanımlama yapmış? “PKK, Türkiye’yi ve Orta Doğu’yu güller bahçesine çevirmek için ortaya çıkmış barış ve halk hareketidir.” 27 Temmuz 2015 tarihinde söylüyor bunu. HDP milletvekilinin “güller bahçesinden” kastı bombalar, mayınlar, silahlar olsa gerek çünkü PKK’nın tek bir amacı var, o da Türkiye’yi gül bahçesine değil kan gölüne çevirmek. Bu nasıl bir aymazlıktır, bu nasıl bir gözü dönmüşlüktür, bu nasıl bir ihanettir? Yine bunu da milletimizin takdirine bırakıyorum.

Keza HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş daha birkaç ay önce aynen şöyle demiş: “Biz PKK’yı terör örgütü olarak tanımlamıyoruz.” Yine, HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ da aynen şunu söylüyor: “PKK’nın yaptığı terör değil.” Yani, Figen Yüksekdağ şunu mu söylemek istiyor: Çocukları, sivilleri, güvenlik güçlerini katletmek terör değildir. Allah aşkına siz kimi kandırıyorsunuz? Siz kime hizmet ediyorsunuz, kimi aklamaya çalışıyorsunuz?

Şimdi, HDP Grubuna soruyorum: Eş başkanlarının ve sözcülerinin terörü öven bu ifadelerine katılıyorlar mı, katılmıyorlar mı? Yani, PKK’nın çocuklarımızı, güvenlik güçlerimizi şehit etmesine tıpkı Figen Yüksekdağ gibi “Terör eylemi değil.” diyorlar mı? Tabii, ben HDP’nin bu anlamda bir cevap verebileceğini hiç zannetmiyorum. Neden biliyor musunuz? Çünkü, daha geçtiğimiz ay, grup başkan vekilleri “Bizim PKK’yı eleştirme yetkimiz yok.” minvalinde bir ifadeyi bu Meclis çatısı altında kullanmıştır. Soruyorum: Devleti eleştirme hakkınız var, Hükûmeti eleştirme hakkınız var ama terör örgütü PKK’yı eleştirme hakkınız yok, öyle mi?

Yine, HDP sözcüsü, PKK’nın terör eylemi sonrası HDP’ye yapılan operasyonlarla ilgili aynen şu ifadeleri kullanıyor: “Ankara, İstanbul, Adana, Manisa, Mardin ve Mersin’de HDP’ye operasyon yaparak ölümlerin bitirilmesi değil, şiddetin körüklenmesi mi hedefleniyor?” Aslında HDP sözcüsü şunu ima ediyor: “Siz terör eylemleriyle iltisakı olan HDP’lilere operasyon yaptıkça PKK da terör eylemeleri yapacak.” Esasen bu sözler HDP’nin bir PKK aygıtı olduğunun bizzat kendi sözcüleri tarafından ikrarıdır. Yani, HDP sözcüsü HDP ile PKK’yı bizzat kendisi eş tutmakta ve bu ülkeyi PKK terörüyle tehdit etmektedir. Biz bu tehditlere şimdiye kadar pabuç bırakmadık, bundan sonra da bırakmayız. Kimse arkasına terör örgütünü alarak bu milleti de tehdit edemez.

Değerli milletvekilleri, Allah aşkına, soruyorum: Dünyanın hangi demokratik ülkesinde bu kadar terörle iç içe geçmiş bir siyasi partiye müsamaha gösterilir? HDP gibi bir siyasi parti Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde faaliyet gösterilmiş olsa idi bakın bir değil yüz kere adli soruşturmalara konu edilirdi. Avrupa’daki örneklere baktığımızda bu sonucu görüyoruz, birazdan tek tek sıralayacağım.

Biliyorsunuz, İspanya’da Batasuna adlı bir siyasi parti ETA terör örgütünün siyasi temsilciğini yapıyordu. İspanya yargı makamları bu partinin terör ve şiddetle ilişkisi olduğuna dair karar verdi. Daha sonra parti yöneticileri sürekli buradan, AİHM’den örnekler verilir, AİHM’e götürdüler bu başvuruyu ve AİHM İspanya yargı makamlarının Batasuna’yla ilgili verdiği kararı onayladı.

AİHM’in vermiş olduğu karara dayanarak birkaç hususu HDP’yle mukayese ederek sizlerin dikkatine sunmak istiyorum. Bakın, AİHM kararında, Batasunalı belediyelerin bazı pankartlar ve çizimlerle terör örgütü ETA’ya destek verdiği ve bunun suç olduğu ifade edilmiş ve bu AİHM tarafından da kabul edilmiş. Bizdeki HDP’li belediyelere bakacak olursak, HDP’li belediyelerin araçlarından ve binalarından mühimmat çıktığını görürsünüz. Yine, HDP’li Suruç Belediyesinin terörist adına hark açtığını görürsünüz.

AİHM’in Batasuna kararında, şiddet çağrısı ve terör ile siyaset arasında görevlerin kasten paylaşılması vurgusunun suç olduğu ifade ediliyor. HDP’ye baktığımızda, daha önce de burada ifade ettiğim gibi, HDP eş başkanlarının PKK’yı terör örgütü olarak görmediklerine ilişkin beyanları ortadadır.

Biliyorsunuz, değerli milletvekilleri, HDP’den önce faaliyet gösteren DTP vardı, onun bir genel başkanı vardı, şu an Kandil’de olan Nurettin Demirtaş. Bırakın terörist fotoğrafı asmayı, siz Kandil’e eski genel başkanınızı terörist olarak gönderiyorsunuz. Bunu nasıl izah edeceksiniz?

Yine, AİHM’in kararında, ETA teröristine destek gösterisi suç olarak kabul edilmiş. HDP’ye baktığımızda, terörist cenazelerinde boy gösterdiklerini, hatta bu teröristleri kahraman gibi lanse ettiklerini görürsünüz. O kadar ileriye gidiyorlar ki onları -tırnak içinde söylüyorum- şehit olarak ifade ediyorlar.

AİHM kararında, Batasuna’nın ETA için sokağa çıkma çağrısı yapması suç olarak gösterilmiş. HDP’ye baktığımızda 6-7 Ekim olayları öncesinde bizzat HDP MYK’sının sokağa nasıl çağrı yaptığını hepimiz biliyoruz. Sonraki süreçte de HDP sözcülerinin sokağı karıştırmak için neler söylediği tüm kamuoyunun malumudur.

Bakın, bugün, çok defa atıf yapılan AB ülkelerinin çoğunda terörle mücadeleye yönelik çok sert yaptırımların olduğu yasalar mevcuttur. İngiltere’de 1974 yılında IRA terör örgütüne yönelik terörle mücadele yasası çıkarılıyor. Bu yasayla, herhangi bir adli makam kararı olmadan terörle ilgili şüpheli görülen kişilere yönelik içişleri bakanlığının tasarrufuyla yirmi sekiz güne kadar gözaltı işlemleri uygulanabiliyor, bu süre yargı kararıyla kırk beş güne kadar çıkarılabiliyor. İçişleri bakanına ve polise sadece şüphe unsuru oluşması kaydıyla her türlü temel hak ve hürriyeti kısıtlama yetkisi veriliyor. İçişleri bakanı, terörizme karıştığına inandığı ulusal ve uluslararası örgütleri terörist örgüt ilan etme yetkisine sahip. Terör örgütüne aidiyet veya terör örgütüne davet suç olarak tanımlanmıştır. Terör örgütü üyesi veya destekçisi olduğu şüphesini uyandıracak şekilde giyinmek, bu örgütlerin simgelerini taşımak veya göstermek suç olarak kabul edilmiştir. Terör örgütü ilan edilip edilmediğine bakılmaksızın terörle ilgili finansman sağlamak veya para toplamak, terör amaçlı bilgi toplamak ayrıca suç olarak kabul edilmiştir. Bu yasaya göre, terörü teşvik eden ve kışkırtan örgütler teröre karışan örgütler olarak kabul edilmiştir. Yasaya göre, terör eylemleri işlenmesine ilişkin her türlü eylemi hangi seviyede olursa olsun idare edenler suçlu sayılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, yine pek çok örneğin verildiği Fransa’daki OHAL uygulamalarına biraz bakalım. Bakınız, OHAL uygulamalarında makul şüphe gerekçesiyle bir kanıta gerek duyulmadan aramalar yapılabiliyor. Terör propagandası yapan internet siteleri ve sosyal medya ağları engellenebiliyor. Tüm gösteri ve yürüyüşler engellenebiliyor. Kamu düzenini bozacak dernek ve organizasyonlar kapatılabiliyor. Güvenlik tehdidi oluşturduğu düşünülenlerin sıralandığı “S” dosyasındaki isimler ev hapsinde tutulabiliyor, iletişimlerinin kesilmesine ve gerektiğinde bu kişilere elektronik kelepçe takılmasına imkân tanınıyor.

Şimdi, bu örneklere baktığımızda şunu görüyoruz: Avrupa, kendi güvenliği söz konusu olduğunda ve terör tehdidiyle karşı karşıya kaldığında her türlü tedbiri almaktan geri durmuyor ama söz konusu olan Türkiye olduğunda insan hakları ve evrensel hukuku hatırlatıyor. Tabii, bizde de terörle mücadele adına atılan adımlara AB hukukuna vurgu yaparak karşı çıkan siyasetçiler var. Şimdi onlara hatırlatmak istiyorum: Az önce saydığım tüm bu tedbirler, AB ülkelerinde uygulanan tedbirlerdir.

Değerli milletvekilleri, bakın, bu Parlamento içerisinde bulunan gene milletvekiliniz ve aynı zamanda genel başkan yardımcınız açık bir şekilde DHKP-C terör örgütüne teşekkür ediyor. DHKP-C kim? Mart sonunda makamında Savcı Mehmet Kiraz’ı şehit eden terör örgütü. Olay şöyle: Adana'da HDP binasına saldırı yapılıyor, sonrasında Hükûmet bunun DHKP-C’li teröristler tarafından yapıldığını açıklıyor fakat milletvekilleri ve aynı zamanda genel başkan yardımcıları aynen şu ifadeleri kullanıyor 22 Mayısta: “DHKP-C bizim asla düşünmediğimiz bir adrestir. Kendileri de açıklama yapmıştır. Bize desteklerini ifade etmişlerdir.” Yani, terör örgütü DHKP-C onlara desteklerini ifade ediyor. “Kendilerine teşekkür ediyoruz.” Bunu HDP’nin genel başkan yardımcısı söylüyor 22 Mayısta, 7 Haziran seçimlerinin öncesinde. Keza, aynı partinin Eş Başkanının, Figen Yüksekdağ’ın MLKP üyesi olduğuna dair yargı kararı mevcuttur. Tüm bunlar münferit olaylar mıdır değerli milletvekilleri, bu saydıklarımın hepsi? Elbette değildir.

Bir parti düşünün ki her türlü terör örgütüyle iltisakı ortaya çıkmış vaziyette, hatta bu partinin eş başkanı sırtlarını terör örgütüne dayadıklarını bizzat kabul etmiş durumda. Şimdi, durum bu iken neyin gensorusunu hangi yüzle veriyorsunuz, onu anlayabilmiş değilim, açık söyleyeyim bunu.

“Belediyelere neden kayyum atanıyor?” yine önergede geçen ifadelerden. Şimdiye kadar saydığım sebepleri ve burada uzun uzun daha fazla anlatmaya gerek duymayacağım pek çok sebebin yanında, tüm kamuoyu HDP'li belediyelerin PKK'ya finansman sağladığını, eylemler için araçlarını tahsis ettiğini, mühimmat deposu verdiğini, PKK sempatizanlarını işe aldığını gayet iyi biliyor. Tüm bunlar ulu orta duruyor. Şimdi, terörle bu kadar iç içe geçmiş bir yapıya yönelik adli makamlar harekete geçince bir kaşık suda fırtına koparılıyor. Dokunulmazlığın kaldırılması tartışmaları başladığında “Dokunulmazlığımız kalksın.” diye dilekçe verenler iş ciddiye binince çark etti. Ne diyordu Figen Yüksekdağ? “Sıkıysa gelin.” Peki, Demirtaş ne diyordu? “Bizi yargılamaya güçleri yetmeyecek. Kim kimi yargılayacak göreceğiz. Bu işi ‘Tereyağından kıl çeker gibi yaparız.’ diye düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Biz her türlü hazırlığımızı yaptık, her şeye hazırlıklıyız.” 17 Nisan 2016… Demokrasilerde ve hukuk devletlerinde kimse suçtan muaf değildir, kimse “Ben mahkemeye gitmem.” diyemez. Sonuçta ne oldu? “Tıpış tıpış gitmeyeceğiz.” diyen Demirtaş ve milletvekilleri tıpış tıpış yargı önüne çıkartıldılar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bundan sonrası yasama ya da yürütmenin değil, mahkemelerin işidir. Herkes hukukun verdiği kararı beklemek zorundadır. Ama siyaseten şunu söylemek istiyorum: HDP, PKK’yla arasına mesafe koymak yerine milletle arasına mesafe koymuştur. HDP, Türkiye partisi olmak yerine PKK’nın partisi olmayı tercih etmiştir. HDP, bir yandan PKK’yı savunarak diğer yandan sürekli barış ve kardeşlik diyerek barış kelimesini bile kirletmeye yeltenmiştir. HDP, demokrasiye değil, şiddete ve sokağa çağrı yapmıştır.

Değerli milletvekilleri, PKK, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap demeden bu milletin tamamını yok etmeye çalışan eli kanlı bir terör örgütüdür. Bebek katili PKK bu milletin düşmanıdır. PKK sadece Türkiye'de çocukları öldüren ve katliam yapan bir terör örgütü değil, aynı zamanda Suriye’deki koluda diğer etnik grupları yok etmeye çalışan bir kanlı terör örgütüdür. Suriye’nin Amûde bölgesinde PYD’nin kendisi gibi düşünmeyen Kürtlere nasıl katliam yapıldığı tüm dünya tarafından görülmüştür. Amûde’de PYD’li teröristler Kürt çocuklarını katletmiştir. Bakın, bunların adı “PKK” da olsa, “PYD” de olsa aynı vahşeti uygulamaktadırlar. İşte Amûde’de yani hani Diyarbakır’da Yasin Börü’nün cenazesinde işkence yapmışlardı ya, arabayla üzerinden geçmişlerdi, aynısını, Amûde’de 5 yaşındaki bir kız çocuğunu katletmiş, diğerini de arabayla ezmişlerdi. İşte bunlar böyle insanlıktan çıkmış mahlûkâtlardır.

Yine, Türkiye'de doğu ve güneydoğu illerimizde partimiz yöneticilerine yönelik siyasi suikastlar gerçekleştiren PKK ve onun yandaşlarıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET MUŞ (Devamla) – Sayın Başkan, toparlamam için bir dakika verir misiniz?

BAŞKAN – Buyurunuz, bir dakika veriyorum Sayın Muş.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Terör saldırılarıyla sivilleri ve emniyet güçlerini katleden caniler terör örgütü PKK mensupları ve onları himaye eden siyasi temsilcileridir. Buradan bir kez daha PKK, DEAŞ, FETÖ ve diğer tüm terör örgütlerini kınadığımızı, lanetlediğimizi ve köklerini kazıyacağımızı ifade etmek istiyorum.

Ve tüm bu sebeplerden dolayı, İçişleri Bakanımız hakkında verilen bu gensorunun aleyhinde olacağımızı, AK PARTİ Grubu olarak kararlı bir şekilde Hükûmetimizin arkasında olacağımızı ve Sayın Başbakanımızın ifade ettiği gibi, bu terörü Türkiye'nin gündeminden çıkaracağımızı ifade ediyor, gensorunun aleyhinde oy kullanacağımızı bilgilerinize sunuyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Muş.

Sayın Kerestecioğlu…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Örnek vermeme gerek var mı bilmiyorum ama zaten bütün konuşma HDP’den ibaretti.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Kerestecioğlu.

İki dakika süreyle söz veriyorum.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

7.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında bütün bir konuşma boyunca bir acziyeti izledik.

SABRİ ÖZTÜRK (Giresun) – Gerçekler acıdır, acı.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – Yani şöyle demek istiyorum ben: Gensoru İçişleri Bakanı hakkında verildi ama biz istifa ediyoruz. Yani gerçekten denebilecek tek söz budur Sayın Mehmet Muş.

Ayrıca, kullandığınız sözlerle ilgili olarak tutanakları inceleyip yasal yollara da başvuracağımızı ifade etmek isterim çünkü zaten aslında 1990’lardan beri bu ülkenin politikasını çok iyi özümsemişsiniz ve aynı şeyi siz de sürdürüyorsunuz, aynı siyaseti sürdürüyorsunuz. Bu ülkede hesap vermiyorsunuz, bu ülkede barışın kalıcı tesisini sağlayamamış ve bunca can kaybından sorumlu bir iktidar olarak ve bu iktidarın İçişleri Bakanıyla ilgili verilmiş bir önergeyle ilgili olarak da bütün konuşmanız boyunca, maalesef, sadece HDP konuşuyorsunuz.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) – Ya, bir defa PKK’yı lanetleyin.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – Konuşmaya da devam edeceksiniz, devam edin ama bunu defalarca bu kürsüden ifade ettim…

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sataşmalarıma cevap verin Sayın Kerestecioğlu, sataşmalarıma cevap verin.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – …ister “PKK” deyin ister “FETÖ” deyin ister “IŞİD” deyin ister “DHKP-C” deyin, ne diyorsanız deyin, hangi kokteylleri yapıyorsanız yapın, on dört yıldır siz iktidardasınız, biz değiliz; biz olsaydık istifa ederdik.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kerestecioğlu.

X.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, belediyelere kayyum ataması uygulaması ve eş başkanlar ile milletvekillerinin tutuklanması nedeniyle gerçekleştiği iddia edilen hak ihlallerinde ve artan terör olayları sebebiyle meydana gelen ölümlerde sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/14) (Devam)

BAŞKAN – Siyasi parti grupları adına yapılan konuşmalar sona ermiştir.

Şimdi Hükûmete söz vereceğim.

Hükûmet adına İçişleri Bakanı Süleyman Soylu.

Buyurunuz Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, süreniz yirmi dakikadır.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. HDP milletvekilleri tarafından İçişleri Bakanlığı hakkında verilen gensoru önergesine ilişkin olarak şahsım ve Hükûmetimiz adına söz almış bulunuyorum.

Saygıdeğer milletvekillerim, üzerinde yaşadığımız Anadolu toprakları ve komşu olduğu Orta Doğu coğrafyası binlerce yıldır savaşlara, çatışmalara sahne olmuş ve bu karakterini bu yüzyıla kadar sürdüregelmiştir. Anadolu’muz, geçiş yollarının, enerji koridorlarının, su kaynaklarının üzerinde olması, Orta Doğu’ya komşu bulunması neticesinde sadece coğrafi değil, birçok siyasi hesabın da ortasında yer almıştır. 1960’tan başlayan ihtilaller de, 1980 öncesindeki anarşi ve terör de bu çatışma süreci içinde yer almaktadır. Darbe zihniyetinin yöneticileri çıkardıkları anayasalarla vesayetçi anlayışlarını kurumsallaştırmayı belli oranda başarabilmişlerdir. Terörü yöneten odaklar ise 1978’den itibaren PKK eliyle terörü kurumsallaştırmaya ve araçsallaştırmaya çalışmışlardır. Türkiye’de gerçekleşen darbelerin hiçbirisinin dışarıdan bağımsız gerçekleşmediği yıllardır çeşitli bilgilerle net olarak ortaya konulmuştur. Tıpkı bunun gibi, PKK’nın da dışarıdan ciddi destek aldığı, para, silah ve yardım aldığı, Türkiye içinde ve Orta Doğu’da bir araç olarak kullanıldığı bilinmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin terörle mücadele sürecini sadece içerideki basit bir silahlı çeteyle mücadele olarak görmek ciddi bir tespit hatasıdır. Türkiye’nin terörle mücadelesi aslında küresel güçlerle, terörü araç olarak kullanan ve -bazılarının hazzetmediği bir terim olacak ama- bir üst akla karşı verilen bir mücadeledir. Türkiye’ye karşı PKK, FETÖ, DEAŞ ve aşırı örgütler eliyle bu mücadeleyi yürütenlerin birinci amacı, Türkiye’yi bölmek, en azından gücünü azaltmak, Orta Doğu’da ekonomisiyle, kültürüyle, millî birliğiyle, kardeşliğiyle ayakta durabilen, gelişen bir Türkiye’ye engel olmaktır. Türkiye’nin geliştiği veya gelişmeye başladığı ve bunun kaydolduğu dönemlerde terörün, iç çatışma girişimlerinin tırmanması bunun en açık göstergesidir.

Çok basit bir örnek vermek isterim. Sayın Başbakanımız da burada, o tarihleri kendisi de çok net bir şekilde kürsülerden, televizyon ekranlarından defalarca ifade etti. 3 Mayıs 2013, Sinop Nükleer Santrali yapım sözleşmesi imzalandı, bedeli 22 milyar dolar. Yine, 3 Mayıs 2013’te üçüncü havalimanı ihalesi yapıldı, bedeli daha sonraki katkılarıyla beraber 25 milyar euro. 14 Mayıs 2013’te IMF borcu bitiriliyor. Mayıs 2013 itibarıyla borçlanma faizi tarihin en düşük seviyesinde, oran yüzde 4,5. Peki, bunun sonunda ne oluyor? 11 Mayısta Reyhanlı saldırısı gerçekleşiyor, 28 Mayıs 2013’te de Gezi olayları başlıyor.

Şimdi, tekrar bir tarih söyleyeyim. Rusya’yla yakınlaşmaya başlıyoruz. Coğrafyamızdaki en önemli adımlardan birisi olarak nitelendiriliyor ama ne zaman bu yakınlaşma başlıyor ve bölgesel sürecin, barışın, büyük bir adımın gerçekleşmesi için önemli bir safha gelişiyor ve Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşiyor. Yetmiyor -aradaki süreci çok anlatmaya gerek yok- en son, Sayın Dışişleri Bakanımızın Moskova’da olduğu tarihte Rus Büyükelçisi Karlov Türkiye’de katlediliyor. Yine ifade etmek isterim ki, şu 4 olay yani burada muhalefet partisi sözcülerinin de değerlendirdiği 4 olay yani İstanbul Beşiktaş stadyumundan başlayan ve ardından hemen Kayseri’de, daha sonra Rus Büyükelçisi Karlov’un katledilmesi ve yine, ardından, en son, İstanbul’da 2016’yı 2017’ye bağlayan gecede ve 2017’nin hemen ilk saatlerinde, 01.15’te gerçekleşen olay da, ifade etmek istiyorum ki bu 4 olay da çok profesyonelce hazırlanmış, içeriyi bilmeyen, dışarıyı bilmeyen, her hattını bir şekilde hesap edemeyen bir anlayışın gerçekleştiremeyeceği, biraz önce bahsettiğim Sinop nükleer santraliyle bir şekilde ilişkilendirebileceğimiz, üçüncü havalimanıyla ilişkilendirebileceğimiz, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’yle ilişkilendirebileceğimiz Türkiye’nin bir sürecini daha bertaraf etmek üzere gerçekleştirilmiş olaylar dizisidir.

Şunu ifade etmek isterim: Terörün kullanımındaki bir amaç gelişmeyi engellemekse, bir amaç da Türkiye’nin kardeşliğinin, medeniyet birikiminin, bir arada yaşama kültürünün bu gönül coğrafyasına ve dünyaya umut vermesinin engellenmesidir. 2002’den itibaren sadece altyapısıyla değil demokratik gelişim noktasında da önemli adımlara imza atan Türkiye, biraz önce bahsettiğim darbelerin kurumsallaşma kalıntılarından büyük ölçüde kurtulmuş ve yeni anayasa önerisiyle birlikte bu süreci yüce Meclisimizin ve aziz milletimizin takdirine, kararına ve iradesine arz etmiştir. PKK ve onunla aynı çizgide buluşan FETÖ, PKK’nın uzantıları, KCK, YPG, sınırımızın dışında gelişen ama önemli hedefleri içinde yer aldığımız DEAŞ terör örgütü de ülkemizin bu gelişmesine karşı küresel güçlerin sahaya sürdükleri son argümanlardır.

Terör çeşitlenmiştir, terörizm çeşitlenmiştir, terörün mücadele alanları, eylem türleri çeşitlenmiştir ancak bilinmelidir ki Türkiye eski Türkiye değildir. Türkiye, bugün, her alanda ve her anlamda… İfade etmek istiyorum ki 1699 Karlofça bizim gerilemeye başladığımız dönemdir, 21’inci yüzyılın ilk yılından itibaren, 2002 yılından itibaren de Türkiye bu tarihini ters yüz etmiştir ve Allah’a şükürler olsun, birçok saldırıyla karşı karşıyayız ama Türkiye’ye bunu onurla söyleyebiliriz ki Türkiye, Karlofça’dan itibaren son üç yüz yılının en güçlü dönemindedir, en güçlü anındadır ve en güçlü zeminindedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ekonomisi güçlenmiştir, siyasi istikrarı ve iradesi güçlenmiştir, demokrasisi güçlenmiştir, güvenlik kapasitesi ve teknolojisi de güçlenmiştir.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Onun için, olağanüstü hâlle idare ediliyor, değil mi?

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) - Vallahi, Türkiye'nin güçlü olmasından endişe duyanları da bu Meclis çatısı altında nasıl değerlendirmek lazım, onu bilmiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Güçlü bir ülkede bu kadar insan ölmez. Güçlü bir hükûmet bu kadar borçlanmaz.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) - Hepimiz Türkiye'nin güçlü olmasından mutlu olalım.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Biz, güçlü olmaktan gurur duyarız ama yalanlarla değil, gerçek güçle.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Güçlülüğümüzün ölçüsü OHAL mi?

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) - Hepimizin Türkiye'nin eksiklerinin ortadan kaldırılmasından mutlu olalım.

Artık, patlayan bombalarla, günübirlik kur hareketleriyle…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ya, siz ne iş yapıyorsunuz o zaman? Bunları niye anlatıyorsun?

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) - … siyasi istikrarı sarsılan, koalisyonlarla felç edilen bir Türkiye yoktur. Türkiye, 21’inci asrın vebası olan terörle mücadelesinde bugün, hiç olmadığı kadar kararlıdır, güçlüdür ve sona yaklaşmıştır.

LEVENT GÖK (Ankara) – İnşallah sona yaklaşmıştır, samimi söylüyorum, inşallah. Ne zaman “son” desen patlama oluyor.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) - Sayın Başkan ve kıymetli milletvekilleri; gensoru metninde belediyelere yapılan görevlendirmelere ilişkin eleştirilere yer verilmiştir. İzninizle, bu noktada yüce Meclisimizi ve milletvekillerimizi bilgilendirmek isterim. Öncelikle, bu uygulamanın hukuki dayanağından bahsedeyim: Belediye başkanı ya da başkan vekili görevlendirme işlemleri Belediye Kanunu’nun 45’inci maddesinin verdiği yetki çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Belediye Kanunu’nun söz konusu maddesi sadece terör suçları nedeniyle görevden uzaklaştırılan ya da tutuklanan belediye başkanları yerine görevlendirmeyi sağlamaktadır. Uygulama örneği olarak söylemek isterim: Mesela, terör suçları dışında bu yetkiyi vermediği için yolsuzluk yaptıkları müfettişlerce ve mahkemelerce belirlendiği için görevden alınan Karakoçan ve Digor Belediye Başkanları için Bakanlığımızda böyle bir görevlendirme yapılmamıştır. Halihazırdaki başkan vekillerini belediye meclisleri kendileri seçmiştir. Şu ana kadar 9 il, 45 ilçe, 9 belde olmak üzere toplam 63 belediye başkanı PKK ve FETÖ terör örgütleriyle ilişkisi nedeniyle görevden alınmıştır. Bu 63 belediyenin tamamına görevlendirme yapılmış ve belediye hizmetleri aksamadan sürdürülmektedir. Ayrıca, 154 meclis üyesi de aynı sebepten görevden alınmıştır. Görevden alınan bu kişilerden 42 belediye başkanı ve 95 meclis üyesi adli makamlarca tutuklanmıştır. Bu tutuklamalara kaynaklık eden olaylardan ve denetim raporlarına girmiş bulgulardan bazı örnekleri de burada paylaşmak isterim:

Van Büyükşehir Belediyesi VASKİ Genel Müdürlüğü Destek Hizmetleri Daire Başkanlığına kayıtlı görevli hizmet aracı. Yani biz bu belediyeleri niçin görevden aldık ve niçin bu belediyeler şu anda geçici görevlendirdiğimiz kişiler tarafından idare ediliyorlar? 15 Haziran 2016 tarihinde silahlı çatışmaya karışmış, araçtaki 3 terörist etkisiz hâle getirilmiş, yapılan arama sonucu araçta 1 adet Kaleşnikof marka otomatik tüfek, 2 adet el bombası, 1 adet roketatar.

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) – Makam aracı bu, makam!

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Şu tarafa gösterin Sayın Bakanım.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Van Büyükşehir Belediyesi.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Su mu bağlayacaklardı?

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Evet, şunu Meclisin görmesini istiyorum.

Yine devam edeceğim…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Mahkeme kurdunuz herhâlde orada? Yargıladınız herkesi, bitti.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Su arızası mı vardı Sayın Bakanım?

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Aslında daha önemlisi var.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Gültan Kışanak’ı da yargıladınız, Ahmet Türk’ü de…

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Şurası bir silah deposu değil, çok kıymetli milletvekillerimiz, burası bir silah deposu değil, burası Mardin Dargeçit Belediyesine ait bir traktörde ele geçirilen malzeme listesi, oldukça uzun, teker teker saymıyorum, sadece birkaç örnek vereyim: 7 adet roketatar, 5 adet Kaleşnikof, 1 adet Kanas.

Biraz önce melek yüzlüydünüz hanımefendi, niye nefret dolu bakışlarla bana bakıyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Yine öyleyim beyefendi, yine öyleyim beyefendi.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) - Ben sadece terörü ifade ediyorum, terörü ifade ediyorum.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Bu ülkede yüzlerce insan sizin Bakanlığınızda öldü, benim değil.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ve 24 antitank roket mermisi, 7 adet el bombası… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Siz hiçbir zaman melek yüzlü bile olmadınız.

HARUN KARACA (İstanbul) – Gerçeklerle yüzleşeceksiniz.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sizin yüzünüzü çok kez gördük.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ve Şırnak Belediye binasında 28 Haziran 2016 tarihinde 19 adet havan mermisi ve 1 tabanca ele geçirilmiştir.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Cemaat de delilleri öyle koyuyordu, polis fezlekeleriyle yapıyordu.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) - Ve yine 9 Temmuz 2016’da Mardin Artuklu Cevizlik Jandarma Karakoluna bombalı araçla saldırı düzenlenmiş, 2 asker ve 1 sivil olmak üzere 3 kişi şehit olmuş, 16’sı sivil olmak üzere toplam 40 kişi yaralanmıştır. Bu saldırılarda bombalı araç olarak kullanılan kamyonun Mazıdağı Belediyesine ait olduğu -kamyon falan yok, Mazıdağı Belediyesi de yok, hiçbir şey yok- ve…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – İstanbul’dan söz et, İstanbul’dan.

GENÇLİK VE SPOR BAKANI AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) – Burası başka bir ülke mi?

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – …belediyenin aracı olduğu, teröristlerin kaçtığı minibüsün ise Mardin Büyükşehir Belediyesi hizmetlerinde kullanılan minibüs olduğu tespit edilmiştir.

Ayrıca, özellikle 7 Haziran seçimleri sonrası meydana gelen olaylarda, güvenlik güçlerine karşı hendek kazmak ve barikat hazırlamak için, yine bu belediyelerin iş makinelerini kullandığı da defalarca tespit edilmiştir. Sadece şunlar… Bunlardan onlarca, yüzlerce örnek var ve bu örnekleri hep birlikte gösterebiliriz.

Yine, şunu ifade etmek istiyorum: Terörist cenazelerine belediye araçlarının tahsis edildiği, üzerlerine örgüt sembollerinin konulduğu, belediye kaynaklarından yapılan yurt dışı gezilerinin genellikle terör örgütünün toplantılarının yapıldığı ülkelerde tertip edildiği, Irak ve Suriye’de ilgisiz yerlerle kardeş belediyeler icat edilerek Kandil ziyaretlerinin bu belediyelerin davetleri altına gizlendiği, sosyal yardımların sadece dağdaki teröristlerin ailelerine yapıldığı, belediyedeki istihdamın “değer ailesi” olarak adlandırılan, herhangi bir yakını dağda terörist olan ailelerden yapıldığı, söz konusu belediyelerde sadece zaruri gelirlerin kayıtlara geçtiği, diğer gelir kalemlerinin örgüt tarafından açıktan tahsil edildiği. Örneğin, Van’da belediyeye ait -ismini vermeyeceğim bir kooperatife ve bir odaya- taşınmazların kiralarının örgüt tarafından tahsil edildiği, ayni yardım malzemesi alımı için ihaleye çıkıldığı, ancak ihalenin malzemenin dağıtımına ilişkin herhangi bir kaydı olmadığı, malzemenin doğrudan dağ kadrosuna gönderildiği, bunun için bazı derneklerin aracılık ettiği, evrakların delil olabileceği yerlerde durup dururken -buna da dikkat etmenizi isterim- hasar meydana geldiği, mesela Mardin Belediye arşivinde yangın, Iğdır Belediyesi arşivinde de su baskını yaşandığı, belediye avukatlarının açıkça terör örgütü mensuplarının davalarına baktığı, bu belediyelerin terör örgütüyle doğrudan ilişki içinde olduğuna dair denetim raporları ve hukuki deliller net bir şekilde ortadadır.

Şimdi, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gensoruda dile getirilen bir başka husus da kapatılan dernek ve sivil toplum kuruluşlarıyla ilgilidir. Bu konudaki detayları da sizinle paylaşmak isterim.

Türkiye'de hâlihazırda 110 bin dernek var, öğleyin bu sayıyı verdim. Şimdi, bunun 1.125’i FETÖ, 189’u PKK/KCK, 20’si DHKP-C, 8’i DEAŞ iltisaklı olmak üzere kapatılmıştır. Kapatılan bu derneklerin somut faaliyetleri arasında yayın organlarında terör örgütlerinin propagandasının yapılması, Türkiye Cumhuriyeti’ni aşağılayıcı ifadelere yer verilmesi, bölücü ve diğer tutuklular için açıklama yapılması, dernek etkinliklerinde teröristbaşının posterlerinin asılması gibi eylemler yer almaktadır.

Biraz önce Değerli Kerestecioğlu…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Değerli değil!

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – …kadınla ilgili bir değerlendirme ortaya koydu. Van’da bir kadın derneği, ilginç bir dernek, gelirlerinin yüzde 92’si yurt dışı kaynaklı. 2013’te yurt dışı geliri 18.247; 2014’te durup dururken fırlıyor, 234.180 oluyor; 2015’te 191.167. Dernek 2004’te kurulmuş. Sivil toplum işleri yapanlar vardır aranızda, hatta milletvekilliği yapıyorsunuz. Bir derneğe veya bir spor kulübüne 10 bin liralık bir yardımın bile ne kadar zor olduğunu hepimiz görüyoruz, yaşıyoruz ve zorluk çekiyoruz. Şimdi, dünyanın değişik ülkelerinden -birtakımını da PKK’yla olan ilişkilerinden yakın tanıyoruz- kurulduğu günden kapatılana kadar -şu rakamlara dikkat etmenizi istiyorum- 767.795 euro, 184.590 TL, 57.199 sterlin, 92.761 dolar, 20 bin İsveç kronu yardım almış.

Şimdi devam edeceğim: Yurt dışı ilişkileri ilginç bir dernek de -yine isim vermeden- bir yerin yardımlaşma ve dayanışma derneği. Gelirinin yüzde 83’ü yurt dışı kaynaklı. Yurt dışı gelirleri 2013’te sıfır, 2014’te 281.339, 2015’te 935.273.

Bir de bir çocuk derneği… Gelirinin yüzde 84’ü yurt dışı kaynaklı. 2014 yurt dışı geliri 374.668; 2015’te birdenbire azalmış, 5 bin seviyesine düşmüş.

Yine dış yardım noktasında dikkat çeken örnek de aslında Sarmaşık Derneği ama Sarmaşık Derneğinin yurt dışı yardımlarını söylemeyeceğim. Çünkü, Diyarbakır Belediyesinde çalışan her işçi -emekten, sömürüden, alın terinden bahsedenlere söylüyorum- 200 lira bu derneğe vermek zorundadır ve yıllarca 200 lira bu derneğe para kesilmiştir.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – O paraları nasıl harcadıklarını, kime yardım ettiklerini de söylesenize Sayın Bakan. O yardımları kime yaptıklarını da söyleyin. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) - Biraz önce elbette ki hem kadından hem de çocuktan bahsedenler, şimdi merak etmeyin, size başka bir şey söylemek istiyorum, bu önemli. Bunların hepsi olabilir, yapılıyor, devlet gereğini de yerine getiriyor, bundan hiç kimsenin endişesi olmasın. Biraz önce Kerestecioğlu’nun söylediği sözlerin dibinde “Hukuk ve demokrasiyi kendi içerisinde barındıran başımın üzerindedir.” lafını söylemekten de imtina etti, onun da burada altını çiziyorum. Ama başka bir şey söyleyeyim: 18 yaş altı 310 erkek ve 31 kadını yani kızımızı dağa çıkardılar. Keşke bu lafı burada söyleseydin.

Şimdi ifade edeceğim, M.Y, kızımızın ismini söyleyemem ama baş harfleriyle söylüyorum: “Şahsın yolu kesilerek, eli kolu bağlanarak, bir araca bindirilerek kaçırıldığı, Hakurk kampına, oradan da Kandil’e götürüldüğü, Kandil’de on gün kaldıktan sonra eğitime götürdükleri sırada bir yolunu bulup kaçtığı ve günlerce yolda olduğu ve sora sora, kendilerine yardım edecek birisini bulduktan sonra ailesiyle buluştuğu...” Kendi ifadeleri, geçen gün televizyonda belki seyretme imkânı bulmuşsunuzdur. Yine söyleyeyim, ismi E.A, 2001 doğumlu, 15 yaşında ve endüstri meslek lisesine giderken bir otobüs durağından kaçırılmış, hayatı kararmış. Şurada belki de onlarca, yüzlerce örnek var.

Şimdi buradan gelip melek yüzlerinizle beraber burada bizim farklı bir anlayış içerisinde olduğumuzu ifade ediyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şunu çok net bir şekilde söyleyeyim -bir tabloyu daha ifade etmek istiyorum, burada var- şimdi çocuklara şu lazım: Mardin’de Dargeçit Belediyesinde bu insanların yapamadıkları ama sadece ve sadece şu kadar kısa bir sürede 11 parkın… Sayın Başbakanımız burada. Sabah, akşam, gece, gündüz bunları takip etmekteyiz, talimatıyla takip etmekteyiz, kendisi takip etmekte. Neden? Çünkü orada insanlarımızın artık istismar edilmelerinden hepimiz buraya geldik. Biz birlik içinde, biz beraberlik içerisinde, biz kardeşlik içerisinde, biz sonuna kadar hukukun ve demokrasinin içerisinde yaşamak istiyoruz. Daha var burada; nasıl HDP binalarından insanların Kandil’e gönderildikleri var, nasıl BDP binalarından insanların Kandil’e gönderildikleri var. Bakınız, siz, orada halkın seçtiği milletvekillerisiniz. Biz de bölgeye gidiyoruz, bütün arkadaşlarımız gidiyor yöreye, illere, oradaki insanlara. Size şunları göstermek istiyorum. Şunu düşünüyor musunuz acaba: Şu insanlar niçin şu teröre lanet yürüyüşlerini Hakkâri Çukurca’da ve Hakkâri Yüksekova’da yaptılar, niçin ay yıldızlı bayraklarla sokağa döküldüler ve “Artık yeter!” diyorlar? Terör örgütüne, PKK’ya, bizim milletimizi, etnik kimliğimizi istismar edenlere “Hayır.” diyorlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) İşte teröre lanet yürüyüşleri. Biraz bizi sorgulayacağınıza, acaba, dönüp bu gensoruyu bana vereceğinize siz niçin bir taraftan bu insanları katlediyorsunuz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum.

Sözlerinizi tamamlayınız Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Tamam.

“PKK örgütüymüş, TAK örgütüymüş, YPG’ymiş diye bu ülkeyi kan gölüne döndürüyorsunuz.” diye bana vereceğiniz gensoruyu acaba Kandil’e hiç sormayı düşündünüz mü?

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Ya, Bakan sizsiniz, Bakan. Sen soracaksın, biz mi soracağız?

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Sakın uzak durduğunuzu zannetmeyin.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Bakan sensin.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bunlar kim, bunların cevabını vermelisiniz.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Onları kim gönderdi oraya?

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Kim verdi? Bunlar kim?

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Gizli mi gittiler?

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bunlar kim, bunları söyleyeceksiniz.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Gizli mi gittiler? Senin Hükûmetinin bilgisi dâhilinde gittiler.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bunların kim olduğunu söyleyeceksiniz.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Arkada oturan bakanlarınız da vardı orada.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Yine şunu ifade etmek istiyorum, evet, şu çok net ve açıktır, bir şeyi daha burada söyleyeyim eğer Sayın Başkan müsaade ederse, önemli bir şey, bir yanlışı düzeltmek isterim en azından çünkü siyasi partilerimiz de bu konuda değerlendirmeler yapıyorlar. Günlerden 1 Ocak ve Reina’da bir saldırı oluyor. Kahramanmaraş’ı hepimiz yaşamışızdır, yaşamışsınızdır, Çorumlular var aramızda, Çorum’u yaşamışsınızdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen tamamlayınız, bir dakika daha süre veriyorum.

Buyurunuz.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Kahramanmaraş’ta Alevi mahalleleri ile Sünni mahallelerinin nasıl 26 piyangocuyla birlikte birbirine sokulduğunu hepimiz yaşamışızdır. Türkiye’de bir olay oluyor ve o akşam birileri... Hepimizin ortak değeri var, maneviyatımız ortak değerimizdir, milliyetimiz ortak değerimizdir, değerlerimiz, kimliklerimiz, hukuk hepimizin ortak değeridir, laiklik ortak değerimizdir; bu ortak değerleri istismar ederek... Şurada, Ayşegül Başar, masum görebilirsiniz, bu masumdur diyebilirsiniz ama bir şey söyleyeyim: “Terörist devlettir, bir. İki: Biz de sizi seviyoruz Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol.”

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Savcıyı öldürenler bunlar.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ne anlatayım Allah’ınızı severseniz! Kim bunlar? Selim Kiraz’ı katledenler.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Katil seviciler, katilleri seviyorlar, hainleri, teröristleri seviyorlar.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Evet, laikliği biz gelin bunlara bırakmayalım, bu ülkenin ortak değerlerini bunlara bırakmayalım, istismar etmeyelim, istismar ettirmeyelim ve sadece ve sadece bu ülkenin yarınlarına huzurla ve güvenle gidelim.

Sorumluluk bizimdir elbette tabii. Bunu kabul ediyoruz sonuna kadar, öğleyin de söyledim, kulaklarınız duymuyor, onun için. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Yok canım ne münasebet, rica ederim, asla asla!

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Sizin olur mu, siz sorumsuzsunuz zaten, hiçbir sorumluluğunuz yok, hiçbir sorumluluğunuz!

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ama sorduğunuz bir soruya cevap vereceğim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hiç merak etmeyin, Türkiye’yi tehdit eden ne kadar unsur varsa bunları ortadan kaldırmaksa, Kandil’iyse de öbür taraftan Sincan’ıysa da bu terör örgütleriyse de şu grubun, şu Hükûmetin ve bu Meclisin namusudur, biz bu namusun gereğini yerine getireceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz olsak da yerine getireceğiz, biz olmasak da yerine getireceğiz.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Kırk yıldır aynı terane!

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) – Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Baydemir...

OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) – Sayın Bakan konuşmasını gerçekleştirirken... (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen efendim, Sayın Baydemir’i duyamıyorum.

OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) – ...mütemadiyen grubumuzu hedefleyen hakaretlerde bulunmuştur.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Merak ediyoruz Sayın Başkan, ne diyecek bakalım.

OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) – Sataşmadan dolayı söz hakkı istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Baydemir.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

8.- Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’in, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun (11/14) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri ve Sayın Başbakan; “Zeytinyağı nasıl suyun üzerine çıkar?” diye bir şey sorarsak (AK PARTİ sıralarından gürültüler) demin Sayın Bakanın...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen efendim...

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - …bütün beyanlarından zeytinyağının suyun yüzeyine nasıl çıktığını gördük. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Aynen öylesiniz!

MUSTAFA AÇIKGÖZ (Nevşehir) – Zeytinyağı sensin, sen!

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Çok açık ve net bir dille ifade ediyorum: Sayın Bakanın ve sayın hatibin demin ifade etmiş olduğu hususlara belki en az yirmi dakika konuşarak ancak yanıt verebilirim. Ancak, bir soru sormak istiyorum: Sayın Bakan, tek başına bir derneğe yurt dışından kaynak gelmesi o derneğin kapatılmasının nedeni olabilir mi? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

HÜDA KAYA (İstanbul) – Başkan, sessizlik!

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Eğer olursa TÜRGEV’e yurt dışından ne kadar kaynak geldi? Hadi sıkıysa TÜRGEV’e kayyum atayın. Hadi sıkıysa TÜRGEV’i de bir kanun hükmünde kararnameyle kapatın. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

ŞAHİN TİN (Denizli) – Şov yapma!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinleyin efendim. Lütfen rica ediyorum.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Mesele bu değil, meselenin özü şudur, Sayın Bakanın bütün konuşmalarından çıkan bir sonuç var: Yasama, yürütme ve yargı tek bir elde toplatılmış durumda.

ŞAHİN TİN (Denizli) – PKK şu an nerede?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Sayın Bakan, sizin de ifade etmiş olduklarınızın bazıları emin olun ki ithamdır, bazıları da iddiadır.

MUSTAFA AÇIKGÖZ (Nevşehir) - Yüzde 100’ü doğrudur, yüzde 100’ü.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Ben ithamları iade ediyorum, iddiaların tespit edilme yeri yargıdır Sayın Bakan, yargıdır, siz değilsiniz. Yargıya gider, kesinleşir hüküm, ondan sonra sorumluları hakkında işlem yapılır.

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) – Yargıya güvenmediğinizi söylüyorsunuz.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Bakın, Sayın Başbakanımız burada, Sayın Başbakan burada, nasıl ki halkın, milletin iradesiyle geldiniz, ancak ve ancak milletin iradesi sizi götürebilir. Bu nasıl bir meşruiyetse Selahattin Demirtaş’ın, milletvekillerimizin ve belediye başkanlarımızın da hakkı odur. Bu bir siyasi etik meselesidir, bu bir siyasi ahlak meselesidir.

ALİM TUNÇ (Uşak) – Millete sırtımızı dayıyoruz.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Bugün bana yapılan yarın size yapılabilir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) – Teröre bulaşmadan önce…

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sizin hangi teröre bulaştığınızı biz biliyoruz.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Bugün bana yapılana karşı çıkarsanız, yarın size yapılanlara karşı çıkmanın imkânına sahip olursunuz. Sizler…

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Sen çukur kazdın, sana nasıl sahip çıkılsın?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Sayın Başkan, biliyorsunuz…

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum, bir dakika süre veriyorum.

Lütfen tamamlayınız Sayın Baydemir.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – İddialara cevap verdi Sayın Başkan!..

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Şimdi, gerek Sayın Bakanın ve gerekse grup adına konuşma yapan hatibin kullanmış olduğu yöntem ve tarza bakıyoruz. Ya, Allah aşkına, 2009 yılında cemaatin kullanmış olduğu sistematiğin aynısı ve o sistematik 17-25 Aralıkta sizin aleyhinize kullanıldı.

ŞAHİN TİN (Denizli) – Hadi, geç bunu.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – “Cemaat” diyor, terör örgütüne “cemaat” diyor.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – O sistematiğin aynısı bugün burada bir kez daha kullanılıyor. Sayın Bakan, hukukun üstünlüğü…

MUSTAFA AÇIKGÖZ (Nevşehir) – Ya, bırak bu tiyatro işlerini!

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Siz hem bakan hem yasama organı hem de yargı olamazsınız, bunun adı “demokrasi” olmaz, bunun adı “diktatörlük” olur.

BENNUR KARABURUN (Bursa) – Vatan hainliği yapmayın o zaman.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Bakın, bir kez daha söylüyorum: İstifa beklemiyoruz sizden…

ŞAHİN TİN (Denizli) – Ne istifası ya! Siz istifa edin.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – …eğer Japonya olsaydı harakiri mi yaparlardı, “kirihara” mı yaparlardı onu bilemiyorum ama beklemiyorum. Bir siyasi etik bekleme hakkımız var. Kendinize reva görmediğinizi bize niye reva görüyorsunuz? Kendinize reva görmediğinizi bir başkasına niye görüyorsunuz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – En derin saygılarımı sunuyorum sayın milletvekillerine, özellikle de cezaevinde bulunan eş genel başkanlarımıza. (HDP sıralarından alkışlar)

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Ya, PKK’ya da bir şey söyle, PKK’ya da bir şey söyle Osman Bey, PKK’ya da bir şey söyle.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baydemir.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bostancı, buyurun, mikrofonunuzu açıyorum.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

47.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Milletvekillerine ilişkin hukuki süreçler, Mecliste gerçekleştirilen dokunulmazlığa ilişkin geçici Anayasa maddesinden sonra bu konu hukuka havale edildiği için hukuk tarafından, mahkemeler tarafından, savcılar tarafından yürütülen bir süreçle karar altına alınmıştır.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – 5 ilde mahkemeler aynı anda onun için faaliyete geçtiler!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Yoksa, yasama, yürütme ve yargının aynı elde toplanması ve bu çerçevede uygulanması söz konusu değildir, Sayın Baydemir de bunu biliyor. Keza, belediye başkanlarına ilişkin uygulamalar da yargının aldığı kararlar çerçevesinde yürümektedir. Yargının kararlarını beğenmeyebiliriz, buna itiraz etme yolları da açıktır. Burada siyasi spekülasyonlar yapılabilir ama asıl itirazın yapılacağı yer ve bu manada, hukuki değer taşıyan itirazların adresi hukukun kendisidir. Eminim, oralara da gereken itirazları yapıyorlardır, onu da hukuk değerlendirecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum.

Buyurunuz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Dolayısıyla, kuvvetler ayrılığından bahsederken aynı zamanda, hukukun kendi mecrasında yürüdüğünü ve hukuki referanslar çerçevesinde bu kararların alındığını, keza, HDP Grubunun da bu yargılamalara ilişkin itirazlarını hukuk çerçevesinde -eminim- ifa ettiğini, ortaya koyduğunu unutmayalım. Bunları birbirine karıştırmamakta fayda var. Hukuk bizim kontrolümüzde, bizim emrimizde değil. Burada hukuka ilişkin tartışmalar yapılıyor, bazen hukukun kimi kararları onaylanıyor, tarafsız ve adil hukuk olarak takdim ediliyor, bazen taraflı hukuk olarak takdim ediliyor. Politik pozisyona göre hukuka ilişkin konular mütalaa edilebilir ama bizim Türk hukuk sistemi önünde sonunda adaletin tecelli ettiği bir sistemdir. Gereken her türlü itirazı, değerlendirmeyi o çerçevede yapmakta fayda vardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

X.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, belediyelere kayyum ataması uygulaması ve eş başkanlar ile milletvekillerinin tutuklanması nedeniyle gerçekleştiği iddia edilen hak ihlallerinde ve artan terör olayları sebebiyle meydana gelen ölümlerde sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/14) (Devam)

BAŞKAN – İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım.

Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 02.36

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 02.38

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49’uncu Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

XI.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda açık bulunan üyeliklere seçim

1.- Plan ve Bütçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Şimdi, bazı komisyonlarda boş bulunan ve Halkların Demokratik Partisi Grubuna düşen üyelikler için seçim yapacağız.

Adayları okuyorum: Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan üyelik için Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertan.

Kabul edenler…

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime iki dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 02.39

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 02.40

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49’uncu Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

Plan ve Bütçe Komisyonunda Halkların Demokratik Partisi Grubuna düşen üyelik için yapılan oylamada karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi, yeniden oylama yapacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime bir dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 02.41

YEDİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 02.42

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49’uncu Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.

Plan ve Bütçe Komisyonunda Halkların Demokratik Partisi Grubuna düşen üyelik için yapılan ikinci oylamada da karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi, yeniden oylama yapacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Yapılan üçüncü oylamada da karar yeter sayısı bulunamadığından, Kişisel Verileri Koruma Kuruluna üye seçimi yapmak ve kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 4 Ocak 2017 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

İyi geceler diliyorum.

Kapanma Saati: 02.43