TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                 31’inci Birleşim

                                                                                          5 Aralık 2016 Pazartesi

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın, Şirvan ve Aladağ’da yaşanan elim hadiselerden büyük üzüntü duyduğuna ve terörle mücadelede şehit olanları rahmetle andığına ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ve tutuklu HDP milletvekillerinin yasama faaliyetlerinde bulunup bulunamayacakları konusunda araştırma yaptırdığına ilişkin konuşması

 

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S.Sayısı 433)

2.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733), 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2015 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/828), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 211 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/829), 2015 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/830), 2015 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/831), 2015 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/832), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2015 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/834) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S.Sayısı: 434)

 

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın yaptığı açıklaması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

4.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına ve Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, Manisa Milletvekili Özgür Özel’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

6.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

7.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali Balbay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

8.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına ve CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

9.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

10.- Bingöl Milletvekili Hişyar Özsoy’un, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

11.- Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

 

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, görüşmelerin yayınında kürsünün tam olarak alınmayarak oradaki fotoğrafların gösterilmediğine, HDP milletvekillerinin gözaltına alınarak rehin tutulduklarına ve Meclis Başkanının milletvekillerinin haklarını koruması gerektiğine ilişkin açıklaması

2.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın birleşimi yönetirken konuşmalarla ilgili yorum yaparak İç Tüzük’ü ihlal ettiğine ilişkin açıklaması

3.- Kütahya Milletvekili Mustafa Şükrü Nazlı’nın, Dördüncü Oturumda yerinden sarf ettiği bazı ifadelerini düzelttiğine ilişkin açıklaması

4.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Meclis bürokrasisinin tarafsız tavır göstermesini, gruplar arasında ayrımcılık yapmamasını beklediklerine ilişkin açıklaması

5.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

6.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

7.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Manisa Milletvekili Özgür Özel’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

8.- Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

9.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

VII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, geçmiş ticaret odası kayıtlarına göre hizmet borçlanmalarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun cevabı (7/8621)

2.- İstanbul Milletvekili Eren Erdem’in, Türkiye’nin Musul Operasyonu’na katılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun cevabı (7/8692)

3.- Mardin Milletvekili Erol Dora’nın, telekomünikasyon firmalarının neden olduğu mağduriyetlerle ilgili başvurulara ve tüketicilerin korunmasına yönelik çalışmalara ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci’nin cevabı (7/8943)

4.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, 16 Temmuz-7 Kasım 2016 tarihleri arasında sorumluluk alanındaki kurum ve kuruluşlarda hakkında işlem yapılan personele ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/9079)

5 Aralık 2016 Pazartesi

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.02

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2017 yılı bütçemiz üzerine yapacağımız görüşmelerin ve alacağımız kararların milletimiz için hayırlara vesile olması temennisiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı için yeterli çoğunluk vardır.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın, Şirvan ve Aladağ’da yaşanan elim hadiselerden büyük üzüntü duyduğuna ve terörle mücadelede şehit olanları rahmetle andığına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Öncelikle birkaç hususa temas etmek isterim.

Geçen hafta Şirvan’da ve Aladağ’da yüreğimizi yakan elim hadiselerden büyük üzüntü duyduğumuzu belirtir, yangında vefat eden evlatlarımıza rahmet, anne babalarına ve yakınlarına ve milletimize sabır ve başsağlığı diliyorum. Benzer olayların tekrar olmamasını diliyorum. Bildiğiniz gibi, Meclisimiz Aladağ’daki hadiseye ait bir araştırma komisyonu kurmuştur. Olaydan ibret alınması ve eksikliklerin giderilmesi icap eder. Gerekenlerin yapılacağı tabiidir.

(HDP sıralarından milletvekillerinin ellerindeki fotoğraflarla ayağa kalkmaları)

BAŞKAN - Son günlerde güncelliği daha da artan terörle mücadelede ülkemizin esenliği, devletimizin güvenliği ve insanımızın huzuru için şehit olanları rahmetle ve minnetle anıyor, yaralılarımıza şifa, gazilerimize uzun ömürler diliyorum.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı 433) (x)

2.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733), 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2015 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/828), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 211 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/829), 2015 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/830), 2015 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/831), 2015 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/832), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2015 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/834) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 434) (x)

BAŞKAN - 2017 yılı bütçemizin milletimiz ve devletimiz için hayırlı ve uğurlu olması temennimi tekrar ediyorum ve görüşmelere geçiyorum.

Gündemimize göre, 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız.

Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Sayın milletvekilleri, komisyon raporları 433 ve 434 sıra sayılarıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi, bütçe sunuş konuşmasını yapmak üzere Maliye Bakanı Sayın Naci Ağbal Beyefendiye söz vereceğim.

Buyurunuz Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi ve ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Bugün 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlıyoruz. Yoğun ve özverili çalışmalar sonucunda bu tasarıların Genel Kurula getirilmesinde emeği geçen Plan ve Bütçe Komisyonun değerli Başkan ve üyelerine, bakan arkadaşlarıma ve kamu idarelerinin temsilcilerine teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama öncelikle küresel ekonomiye ilişkin genel trendler ve son dönemde ortaya çıkan gelişmeler hakkında genel bir değerlendirme yaparak başlamak istiyorum. Global ekonomik kriz sonrası dönemde küresel ekonomide uzun süreli bir yavaşlama olgusu ortaya çıkmış, küresel ve bölgesel ekonomi politikalarındaysa önemli değişiklikler ve yeni trendler ortaya çıkmıştır. Küresel kriz sonrası dönem “düşük büyüme tuzağı” olarak adlandırılan yeni bir sürece işaret etmektedir. Global ekonominin genelinde, beklenilenin altında büyüme oranları, zayıf seyreden global talep, düşük seviyelerde gerçekleşen özel sektör yatırımları, yüksek borçluluk, kırılgan bankacılık sistemi, azalan verimlilik, tarife dışı engeller başta olmak üzere artan korumacılık yaygın bir şekilde görülmektedir. Bölgesel ve küresel jeopolitik çatışma veya gerginlikler, artan göç ve mülteci sorunu, yabancı düşmanlığı, artan milliyetçilik, bölgesel birliklerin ve bölgesel iş birliklerinin geleceğine ilişkin ortaya çıkan belirsizlikler global ekonomideki kırılganlıkları derinleştiren, yaygınlaştıran faktörler olarak ön plana çıkmaktadır. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde artış gösteren gelir dağılımındaki bozulma, artan yaşlılık ve buna bağlı olarak sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin sürdürülebilirliğine ilişkin kaygılar, teknolojik ilerlemedeki yavaşlama ve diğer sosyoekonomik dinamikler de global ekonominin geleceğine ilişkin kaygıları artırmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel ölçekte büyümenin hızlanması ve ekonomik canlanmanın sağlanması amacıyla uygulanan genişlemeci para politikalarının tek başına yeterli ve sürdürülebilir olmadığı yönündeki kanaatler yaygınlaşmaktadır. Büyümenin kalıcı bir şekilde desteklenmesi kapsamında, özellikle mali alana sahip ülkelerin genişlemeci maliye politikası seçeneğini daha fazla kullanması gerektiği hususu da ön plana çıkmaktadır. Finansman maliyetlerinin tarihî düşük seviyelerde devam ettiği bu süreçte, özellikle verimlilik ve talep artışını da destekleyecek kamu altyapı harcamaları ile eğitim, sağlık, araştırma ve geliştirme harcamalarına ağırlık veren kamu maliyesi politikaları birer birer devreye sokulmaktadır. Bazı ülkeler harcamaların ve vergi gelirlerinin kompozisyonunu değiştirerek büyümeyi ve gelir dağılımını destekleyecek maliye politikalarını gündemine almıştır. Başta Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere olmak üzere İtalya, Macaristan, Güney Kore gibi birçok ülke rekabet gücünü artırmak için dolaysız vergi oranlarını düşürme, altyapı harcamalarını artırma programları açıklamıştır.

Diğer taraftan, büyüme oranlarının yukarıya çekilmesi için yapısal reformlara da ağırlık ve hız verilmesi gerektiği de bilinmektedir. Global ekonomide potansiyel büyümeyi yukarıya çekebilmek için uluslararası ticaret ve yatırımın canlandırılması, istihdam reformları, inovasyonun teşviki, altyapının iyileştirilmesi, finansal reformların ve kapsayıcı kalkınmanın desteklenmesi de önem kazanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel ekonomi, 2016 yılına finansal dalgalanmaların artış gösterdiği bir trendle girmekle birlikte sonraki aylarda nispeten sakin bir seyir izlemiştir. Bu dönemde, Avrupa ve Japonya Merkez Bankasının genişlemeci para politikasına devam etmesi, küresel likidite ve risk iştahını artırarak, uluslararası yatırımcıların gelişmekte olan ülkelere yönelik portföy akımlarını da desteklemiştir. İngiltere’deki referandum sonucu olumsuz karşılanmakla birlikte piyasalar üzerindeki etkisi kısa sürmüştür. Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump’ın seçimi kazanması, sadece ABD ekonomisinin geleceğine ilişkin beklentileri değiştirmemiş, ayrıca global ekonomi ve finans piyasalarına ilişkin belirsizlikleri de önemli ölçüde artırmıştır. Bu belirsizlik sonucu dolar, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke para birimlerine karşı önemli derecede değer kazanırken sabit getirili menkul kıymetlerin getirileri de hızla yükselmiştir. Gelişmekte olan ülkelerden sert sermaye çıkışları gözlemlenmektedir. Amerika Birleşik Devletleri ekonomisinde genişlemeci maliye politikalarının öne çıkacağı görüşünün kuvvetlenmesi enflasyon beklentilerini de artırırken tahvil faizleri üzerinde de yukarı yönlü baskı oluşturmuştur. ABD’de, tahvil faizlerindeki artışın ve küresel belirsizliğin yoğunlaşması sonucu gelişmekte olan ülke varlıklarına yönelen talepte de düşüş yaşanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin tahvil piyasalarında likidite düşerken faiz oranları da sert bir şekilde yükselmektedir.

Tüm bu gelişmelerin etkisi altında 2016 yılında küresel büyümenin yüzde 3,1 seviyesinde kalması beklenmektedir. Hatta gerçekleşmenin bu oranın da altında kalma ihtimali bulunmaktadır. 2016 yılı küresel kriz sonrası dönem de global büyüme oranının en düşük olduğu yıl olacaktır. Zayıf küresel ticaret, düşük oranda artan global talep, düşük emtia fiyatları, finansal piyasalardaki kırılganlıklar ve artan jeopolitik gerginlikler düşük büyümenin temel nedenlerini oluşturmaktadır. 2017 yılında ise global büyümenin yüzde 3,4’e çıkması beklenmektedir. ABD’de uygulamaya konulması beklenen genişletici maliye politikası, Çin’in büyümeyi destekleyici uygulamaları ve emtia ihracatçısı ülkelerde görülmesi beklenen iyileşme, küresel büyümeyi 2017 yılında desteklemektedir. Son dönemde PMI endekslerindeki artış da 2017 yılında büyüme öngörülerinin yukarı yönlü olduğuna işaret etmektedir. Öte yandan, ABD’de faizlerin beklenenden daha hızlı artma riski, küresel ticarette artan korumacılık eğilimi, finansal sektördeki sorunlar, yüksek borçluluk oranları, jeopolitik gerginlikler ve siyasal sorunlar da ve bunların üzerinden oluşturulan belirsizlik de büyüme üzerinde 2017 yılı bakımından riskleri oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ABD ekonomisi küresel kriz sonrası dönemde diğer gelişmiş ülkelere nispeten daha olumlu bir büyüme grafiği çizmiştir. 2011-2016 döneminde ABD, ortalama yüzde 2 büyürken, avro bölgesi 0,9; Japonya ise 0,6 büyüyebilmiştir. ABD’de global kriz döneminde yüzde 9,3’e kadar çıkan işsizlik oranı 2016 yılı itibarıyla yüzde 4,9’a inerek kriz öncesi seviyelerine yakınlaşmıştır. Avro bölgesinde de işsizlik oranları kriz öncesi seviyelerin üzerinde olmakla birlikte işsizlik oranlarındaki azalmayı son iki yıldır gözlemlemekteyiz. Bir yandan kamu harcamalarında artışa gidilmesi diğer yandan vergi indirimleri neticesinde hane halkı tüketiminin artması ve buna bağlı olarak özel sektör yatırımlarında ortaya çıkacak canlanma ABD için öngörülen büyüme oranını yukarıya çekecektir. Büyümedeki söz konusu artışa paralel olarak enflasyonun da yükselmesi ve yüzde 2’lik hedefin aşılması beklenmektedir. Bu durumda, FED’in faiz artırımlarına daha hızlı devam etme olasılığı da artmıştır. Avro bölgesinde ılımlı olmakla birlikte istikrarlı bir büyüme trendi devam etmektedir. Büyüme trendinin korunabilmesi için genişlemeci para politikasının devamına ihtiyaç olduğu da anlaşılmaktadır. Global talepte görülen daralma ve politik belirsizliklere rağmen genişleyici para ve maliye politikası sayesinde avro bölgesinin 2016 yılında yüzde 1,7 büyümesi beklenmektedir. 2017 yılında ise Brexit süreci, mülteci sorunu ve bankacılık sistemine ilişkin sorunlar, avro bölgesi ekonomisi üzerindeki riskleri artırmaktadır. Bu çerçevede, avro bölgesinin 2017 yılında yüzde 1,5 büyümesi beklenmektedir.

Japonya, olağanüstü parasal genişlemeye karşın hâlâ yavaş bir büyüme sergilemektedir. Hizmet sektöründe düşük verimlilik, sıfıra yakın seyreden enflasyon ve zayıf küresel büyüme Japonya ekonomisini olumsuz yönde etkilemektedir. 2016 yılında yüzde 0,5 büyüyeceği tahmin edilen Japonya’nın, 2017 yılında global ekonomik koşullardaki göreceli iyileşme, devam edecek genişletici para politikası ve ABD ekonomisindeki yukarı yönlü büyüme trendi sayesinde yüzde 0,6 büyümesi beklenmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda gelişmekte olan ülkelerin ekonomik performansı beklenenin altında kalmıştır. Düşük emtia fiyatları, zayıf küresel ticaret, finansal piyasalarda dalgalanma, artan jeopolitik gerginlikler ve siyasi sorunlar gelişmekte olan ülkelerdeki görünümü aşağı çekmiştir. Son dönemde ise emtia fiyatlarında yükseliş ve ekonomik aktivitede toparlanmayla, bu ülkelerde ekonomik görünümde bir miktar iyileşme gözlemlenmektedir.

Yılın ikinci yarısında Çin’in büyüme performansını sürdürmesi, Hindistan’da ise güçlü iktisadi görünümün devam etmesi beklenmektedir. Brezilya ve Rusya gibi birçok gelişmekte olan ülkenin büyüme görünümünde de toparlanma söz konusudur. 2016 yılında yüzde 4,2 büyümesi beklenen gelişmekte olan ülkelerin, 2017 yılında yüzde 4,6 büyümesi tahmin edilmektedir, ancak ABD seçim sonuçları, gelişmekte olan ülkelere ilişkin riskleri artırmıştır.

Seçim sonrası dönemde, ABD’de, kamu maliyesinde rekabetçi, dış ticarette ise korumacı politikaların uygulanacağına ilişkin beklentiler, gelişmekte olan ülkeleri olumsuz yönde etkilemektedir.

2016 yılında beklenenden daha iyi bir performans gösteren ekonomik aktivite, genişleyici maliye politikası, büyük ölçekli kamu teşvik ve desteklerinin de etkisiyle Çin'in büyüme oranı yüzde 6,6 olacaktır. En azından, bu şekilde tahminler bulunmaktadır. Yeniden dengelenme sürecine uygun bir şekilde genişleyici maliye politikasının devamı, talep tarafında da devam eden toparlanma ve artan özel sektör yatırımları sayesinde 2017 yılında Çin'in yüzde 6,2 oranında büyümesi öngörülmektedir.

Hindistan’da büyüme yapısal reformların da etkisiyle güçlü seyretmektedir. Hindistan'ın 2016 ve 2017 yıllarında yüzde 7,6’yla gelişmekte olan ülkeler içinde en hızlı büyüyen ülkelerden biri olması beklenmektedir.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hindistan’ı anlatıyorsun da Türkiye’yi anlat, Türkiye’yi.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Rusya ve Brezilya ekonomilerindeki toparlanma küresel büyümeyi destekleyen önemli unsurlar arasında yer almaktadır. 2016 yılında yüzde 3,3 daralması beklenen Brezilya'nın 2017 yılında yüzde 0,5 büyümesi tahmin edilmektedir. Rusya'nın ise 2016 yılında yüzde 0,8 daralması, 2017 yılında ise yüzde 1,1 büyümesi öngörülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel ticaret, birçok ülkede zayıf seyreden talep ve yatırımlar ile düşük emtia fiyatlarının da etkisiyle son beş yılda ortalama yüzde 3 gibi düşük bir oranda büyümüştür. IMF, küresel ticarette yaşanan yavaşlamanın dörtte 3’ünün ekonomik faaliyetlerde, özellikle de yatırımlardaki zayıflamadan kaynaklandığını belirtmektedir.

Önümüzdeki yıl küresel talep ve emtia fiyatlarında beklenen canlanmayla küresel ticaret hacmindeki artışın yüzde 2,3'ten yüzde 3,8'e artması beklenmektedir. Ancak, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde giderek yaygınlaşan, yaygınlaşması beklenen korumacı politikalar 2017 yılında küresel ticarete ilişkin en önemli risk unsuru olarak ön plana çıkmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ekonomisi, global ekonomide ifade ettiğim tüm bu olumsuzluklara rağmen kriz sonrası dönemde sürekli bir şekilde büyümeye devam etmiştir. Birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede büyüme dalgalı seyrederken Türkiye 27 çeyrektir kesintisiz, sürekli büyüyerek diğer gelişmekte olan ülkelerden pozitif yönde ayrışmıştır. Türkiye ekonomisi, 2016 yılının ilk yarısında yurt içi talepten de gelen destekle yüzde 3,9 büyümüştür. Bu büyüme oranı, Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyüme oranının 2,5 katı seviyesindedir. 15 Temmuz darbe girişimi, terör saldırıları, turizmdeki daralma, zayıf dış talep ve finansal piyasalardaki kırılganlıklar yılın ikinci yarısında büyümeyi sınırlamaktadır. Yılın ikinci yarısında kredi büyüme oranları ılımlı seyrederken faiz oranlarındaki düşüş ve makro ihtiyati önlemlerdeki gevşemeyle birlikte tüketici kredilerinde Eylül ayından itibaren güçlü bir toparlanma başlamıştır.

Öte yandan, ara vermeden, hızla uygulamaya koyduğumuz reformlar, tedbirler, iç talebi canlandırmaya yönelik adımlar, vergide yapılandırma ve işletmelere sağladığımız kolaylıklar sayesinde büyümenin tekrar ivme kazanacağını tahmin ediyoruz. Bunun ilk işaretlerini de görüyoruz. Uygulamakta olduğumuz politikaların etkisiyle 2017 yılında ekonomik faaliyetlerin olumlu bir şekilde ivme kaydederek artacağını tahmin ediyoruz.

Ayrıca, küresel ekonomide toparlanma ve dış talepte artış, jeopolitik ortamın iyileşmesi, turizm sektöründeki toparlanma ile özel sektör yatırım ve tasarruf oranlarındaki artış da ekonomik büyümeyi destekleyecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, 2007 yılından bu yana yaklaşık 7 milyon ilave istihdam yarattı. İş gücüne katılım oranı da bu dönemde yüzde 44’ten yüzde 52,6’ya yükseldi. Türkiye, ortalama yüzde 3,5 istihdam artışıyla OECD ülkeleri arasında en yüksek istihdam artışı sağlayan ikinci ülke oldu. OECD, Türkiye’yi 2016, 2017 yıllarında en fazla yıllık istihdam artışı yaşanacak ülke olarak değerlendirmektedir. 2016 yılının ilk yarısında, istihdamdaki istikrarlı artışa bağlı olarak, işsizlik oranları yeniden tek haneli rakamları gördü. Ancak, iş gücüne katılımdaki kuvvetli artışın yanı sıra, ekonomik faaliyetlerde yılın ikinci yarısından itibaren görülen yavaşlama yılın ikinci yarısında işsizlik oranlarının yükselmesine neden oldu. Uygulamaya koyduğumuz politikaların, iş gücü istihdam politikalarının istihdamı desteklemesi ve ekonomik faaliyetlerin ivme kazanmasıyla işsizlik oranının 2017 yılında yüzde 10,2’ye düşmesini hedefliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüketici enflasyonu, gıda fiyatlarındaki düşüş ve çekirdek enflasyondaki iyileşmeyle birlikte hedeflerimiz doğrultusunda gerilemiştir. Bu çerçevede, 2015 yılında yüzde 8,8 olan enflasyonun 2016 yıl sonunda yüzde 7,5’e inmesini bekliyoruz. Hedefimiz, enflasyonu 2017 yılında yüzde 6,5; 2018 yılında ise yüzde 5’e indirmektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılında yüzde 9,6 seviyesine kadar çıkan cari açığın millî gelire oranı, aldığımız önlemler sonucunda sonraki yıllarda azalarak 2015 yılında yüzde 4,5’e gerilemiştir.

Dış ticaretimiz, jeopolitik sorunlar, zayıf dış talep ve finansal piyasalardaki dalgalanmalardan tabiatıyla olumsuz yönde etkilenmektedir. Yılın ilk on ayında ihracatımız bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 2,8; ithalatımız ise yüzde 5,8 oranında daralmıştır.

Turizmdeki daralmaya rağmen ithalatın ihracata göre daha fazla düşmesi sonucu cari işlemler açığı da gerilemiştir. Bu dönemde ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 75’in üzerine çıkmıştır. En büyük ticaret ortağımız olan Avrupa Birliğinde ılımlı büyüme, Rusya’yla ilişkilerin normalleşmesi, enerji fiyatlarının ılımlı seyri, kura bağlı artan rekabet gücümüz sayesinde orta vadede cari açıktaki azalma eğilimi daha da artacaktır. Bu çerçevede, 2015 yılında yüzde 4,5 olan cari işlemler açığının millî gelire oranı 2016 ve 2017 yıllarında sırasıyla yüzde 4,3 ve 4,2 olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dış kaynaklı belirsizliklere ve finansal dalgalanmalara rağmen bankacılık sektörümüzün temel rasyoları güçlü ve sağlıklı yapısını devam ettirmektedir. 2016 Ekim ayı itibarıyla sermaye yeterlilik oranı yüzde 16’dır ve bu oran yasal sınır olan yüzde 8’in 2 katıdır. Bankacılık sektörü aktif kalitesini de korumaya devam etmektedir. Takipteki alacakların toplam kredilere oranı ekim ayı itibarıyla sadece yüzde 3,3 seviyesindedir.

Hane halkının finansal durumuna gelince: Hane halkının finansal durumu varlıkların yükümlülüklerinin üzerinde büyümesi neticesinde iyileşmektedir. Hane halkı kaldıraç oranını gösteren yükümlülüklerin varlıklara oranı son üç yılda yaklaşık 8 puan azalarak 2016 yılı üçüncü çeyreği itibarıyla yüzde 48’e gerilemiştir. Finansal kaldıraç oranındaki iyileşmeye paralel olarak hane halkı tasarruf oranı son sekiz yılın en yüksek seviyesine çıkmıştır.

Mevduatların bireysel kredilerden daha hızlı büyüyor olması tasarruf oranlarının yükselmeye devam ettiğini göstermektedir. Reel sektörün dış borcu yönetilebilir düzeydedir. Firmaların döviz cinsinden borçları ağırlıklı olarak beş yıl üzeri vadeli kredilerden oluşmaktadır. Bu yükümlülükler de daha çok ihracatçı yani döviz geliri olan imalat sanayisi gibi sektörlerde yoğunlaşmaktadır. Kurdaki artış firmaların finansal yükümlülüklerini artırmakla birlikte ihracat gelirlerini de artıracağından firmalara doğal bir koruma sağlamış olmaktadır.

Tahsili gecikmiş alacaklara bakıldığında da yabancı para alacaklarının oranının TL cinsi alacaklara göre oldukça düşük olduğu görülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada genişlemeci para politikalarının yeterliliği ve sürdürülebilirliği bir kaygı nedeni olarak ortada durmaktadır. Bu çerçevede maliye politikası öne çıkan, yeni, kapsamlı bir araç olma özelliği taşımaktadır. Türkiye 2002 yılından bu yana uygulayageldiği mali disiplin ve ihtiyatlı makroekonomik politikalar sayesinde kamu maliyesinde küresel ölçekte örnek gösterilen bir ülke hâline gelmiştir.

2002 yılında yüzde 10,8 olan genel devlet açığının millî gelire oranı 2016 yılında yüzde 1,9’a düşmüş olacaktır. Bu oran, gelişmekte olan ülke ortalamalarının yarısından daha az, OECD ortalamasından ise 1,2 puan daha düşüktür.

Benzer şekilde kamu borç yükümüz tarihin en düşük seviyelerindedir. 2002 yılında yüzde 74 olan borç stokunun millî gelire oranı 2016 yılı sonunda yüzde 32,8’e düşmüştür. Bu trend önümüzdeki yıllarda da düşüş yönünde devam edecektir. Borç yükümüz G7 ve OECD ortalamasının yaklaşık dörtte 1’i, avro bölgesinin yaklaşık üçte 1’i kadardır, gelişmekte olan ülkelerin ortalamasından da 14 puan daha düşüktür.

Diğer taraftan, borçlanma vadelerinde önemli iyileşmeleri de bu dönemde gördük. 2002 yılında kamunun iç piyasalardan yapmış olduğu borçlanma vadesi 9,4 ay iken bugün geldiğimiz noktada kamunun iç piyasalardan yapmış olduğu borçlanmanın ortalama vadesi 69 ayı aşmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orta Vadeli Program’da Türkiye ekonomisinin istikrarlı ve daha rekabetçi bir zeminde büyümesini ve toplumun refahının yükseltilmesini hedefledik. 2017-2019 dönemini kapsayan Orta Vadeli Programı’mızın temel amaçları:

Sürdürülebilir ve kapsayıcı büyümeyi desteklemek.

Enflasyonu aşağı çekmek.

İstihdamı artırmak.

Cari açığı sınırlamak ve her şeyden de önemlisi mali disiplini kararlı bir şekilde sürdürmektir.

Bu kapsamda, 2017 yılında yüzde 1,7’ye düşmesini beklediğimiz genel devlet açığının millî gelire oranını 2019 yılında yüzde 1’e düşürmeyi hedefliyoruz. Yine, 2017 yılı sonunda yüzde 31,9’a düşmesini beklediğimiz AB tanımlı borç stokunun millî gelire oranını 2019 yılında yüzde 30’un altına inşallah düşürmüş olacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugüne kadar ekonomi alanında birçok reformu uygulamaya koyduk.

Bu kapsamda yatırım ve iş ortamının iyileştirilmesi amacıyla mevcut yatırım teşvik sistemini iyileştirdik ve kalıcı hâle getirdik.

Yatırımlar için yepyeni bir süper teşvik sistemini hayata geçirdik.

Yatırım, üretim, ihracat, istihdam ve finansman üzerindeki vergi yüklerini aşağı çektik.

Şirket kuruluşunu kolaylaştırdık ve şirket kuruluş maliyetlerini indirdik.

Bölgesel yönetim merkezi ve bölgesel hizmet merkezi şeklinde çalışan işletmelere önemli vergisel kolaylıklar getirdik.

KOBİ’lerimizin finansmana erişimini artırmak amacıyla taşınır rehini düzenlemesini hayata geçirdik.

İstinaf mahkemelerini uygulamaya geçirdik.

Bilirkişilik sistemini yepyeni baştan bu dönemde oluşturduk.

İş gücü piyasalarının etkinleştirilmesi kapsamında Uluslararası İşgücü Kanunu’nu çıkardık.

Turkuaz kart düzenlemesi yaptık.

Gençlerin istihdamını teşvik ettik. Kadınların iş gücüne katılımını teşvik eden yeni destekler getirdik.

Esnek çalışma modelini hayata geçirdik.

Katma değeri yüksek üretimi sağlamak için AR-GE teşviklerini genişlettik.

Tasarım merkezlerini AR-GE destekleri kapsamına aldık.

KOBİ'lerin AR-GE desteklerinden faydalanmasını imkânlı hâle getirdik.

Teknokentlere sağladığımız AR-GE teşviklerini de genişlettik.

Yine, özel sektör tasarruflarını artırmak için, bireysel emeklilik sistemine otomatik katılım sistemini dâhil ettik. İnşallah yılbaşı itibarıyla kademeli bir şekilde uygulamaya başlayacak.

İstanbul Finans Merkezi Projesi’ne hız verdik, yakında, inşallah kapsamlı bir düzenlemeyi Meclisimize getireceğiz.

Banka dışı finans ve katılım bankacılığına çok önemli yeni destekler verdik. Banka dışı diğer finans kurumları ile bankalar arasındaki rekabet eşitsizliği doğuran vergi düzenlemelerini ortadan kaldırdık, sektör içerisindeki rekabeti eşit kılacak koşulları oluşturduk.

Uzun vadeli tasarruflara vergisel teşvikler getirdik.

Türkiye Varlık Fonu’nu uygulamaya koyduk.

Yeni küresel düzende rekabet gücümüzü daha da artırmak için yargı, eğitim, reel ekonomide dönüşüm ve kamu yönetimi olmak üzere 4 temel eksende devam ettiğimiz yapısal reformlara önümüzdeki dönemde de aynı şekilde hızlanarak devam edeceğiz. Bu reformları bir bir hayata geçirmek suretiyle Türkiye ekonomisinin yüksek teknolojili ürün üreten, dışa açık bir ekonomi olmasına önemli katkılar vereceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 yılında bütçe giderleri 506 milyar lira, bütçe gelirleri 482 milyar lira, bütçe açığı 23,5 milyar lira, faiz dışı fazla ise 29,5 milyar lira olarak gerçekleşti.

İçinde bulunduğumuz 2016 yılına gelince; 2016 yılında bütçe giderlerinin 581 milyar, bütçe gelirlerinin 546 milyar, bütçe açığının 34,6 milyar, faiz dışı fazlanın ise 16,9 milyar olmasını bekliyoruz, tahmin ediyoruz.

Şimdi, sizlere 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında bilgi vermek istiyorum.

2017 yılı bütçesi, AK PARTİ hükûmetlerinin 2002 yılından bu yana hazırladığı 15’inci bütçedir. Çok partili siyasi hayatımız döneminde hiçbir iktidara nasip olmamış, rekor niteliğinde bir başarıdır.

2017 yılı bütçemizde bütçe giderlerini 645 milyar, faiz hariç giderleri 587 milyar, bütçe gelirlerini 598 milyar, vergi gelirlerini 511 milyar, bütçe açığını 46,9 milyar, faiz dışı fazlayı ise 10,6 milyar olarak öngördük. Bu hedefler çerçevesinde, 2017 yılında bütçe açığımızın millî gelire oranının yüzde 1,9 olmasını öngörüyoruz. Bu oran gerek OECD ülkeleri arasında gerek gelişmekte olan ülkeler arasında bütçe disiplinine işaret eden örnek niteliğinde bir bütçe dengesini de işaret etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 yılı bütçemiz, bundan önceki on dört yılda olduğu gibi, vatandaşlarımızın refahını artıran, ihtiyaç duydukları hizmetleri karşılayan ve faize değil kamu hizmetlerine kaynak ayıran bir bütçe olma özelliğini taşımaktadır. 2002 yılında bütçe giderlerimizin yüzde 43’ü faiz harcamalarına gidiyordu, 2017 yılında bu oran yüzde 8,9 olacaktır. Yüzde 43,2’den yüzde 10’un altına inen bir faiz harcaması gerçekten bütçe disiplinine açık bir işarettir. Benzer şekilde, 2002 yılında her 100 liranın, her 100 lira verginin 86 lirası faize giderken 2017 yılında her 100 lira verginin sadece 11 lirası faize gitmektedir. Geriye kalan kısmı nereye gidiyor? Geriye kalan kısmı ise eğitime, sağlığa, yatırıma, tarıma, sosyal yardımlara, kısaca halkımızın ihtiyaçlarına ve refahına gidiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 yılı bütçesinde en büyük payı her zaman olduğu gibi yine eğitime ayırıyoruz. Eğitime ayırdığımız kaynağı 122 milyar liraya çıkarıyoruz, böylelikle bütçe giderlerinin yaklaşık yüzde 20’sini sadece eğitime harcıyoruz. Başka bir ifadeyle, 2017 yılında vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 24’ünü sadece eğitime ayırıyoruz.

2002 yılında bütçeden eğitime ayrılan kaynağın sadece 11,3 milyar lira olduğu göz önüne alındığında 2017 yılında eğitime ayrılan kaynağın yaklaşık 10 kat arttığını görüyoruz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayfa 44’te “En fazla ulaştırmaya ayırıyoruz.” demişsiniz, bakın.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – YURTKUR dâhil yükseköğretime merkezî yönetim bütçesinden ayırdığımız kaynağı 2002 yılı…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayfa 44’te ulaştırmaya ayırdığınızı yazmışsınız, eğitim ikinci sırada.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Ya, ben ne zaman “Eğitime çok para ayırıyoruz.” desem laf atıyorsunuz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ama bakın, sizin konuşmanızda ne yazıyor?

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Ya, bu kadar kıskanmayın. Yok, bunlar rakamlar, rakamlar bunlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın, kendiniz yazmışsınız. Bakın bakın!

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Bütçeyi vatandaşa harcıyoruz, bütçeyi vatandaşın refahına harcıyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayfa 44’te ne yazıyor?

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – “En fazla ulaştırmaya.” yazmışsınız.

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Dolayısıyla, endişelenmeyin, veriyorum teker teker.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bu yazıyor.

BAŞKAN – Sayın Tanal, rica ediyorum.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Bize saygısı yoksa kendi partisine olsun Sayın Başkan.

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen efendim…

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – YURTKUR dâhil yükseköğretime….

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, sayfa 44’te en çok pay ulaştırma yazıyor, “Millî Eğitime” diyor.

BAŞKAN – Efendim, gerektiğinde cevap hakkınız var zaten.

Sayın Bakan, Genel Kurula hitap ediniz lütfen.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Sayın Başkan, ben buraya ne zaman temas etsem bu tarafta bir hareketlenme oluyor.

YURTKUR dâhil yükseköğretime merkezî yönetim bütçesinden ayırdığımız kaynağı 2002 yılı bütçesine göre 9 kat artırarak 3,6 milyar liradan 2017 yılında 37 milyar liraya çıkarıyoruz. Devlet üniversitesi sayısını 53’ten 111’e çıkardık; vakıf üniversiteleri de dâhil, 2002 yılında 76 olan üniversite sayısı bugün 176’ya, hatta 180’e ulaştı.

Diğer taraftan, 2002 yılında 188 bin olan yurt kapasitesini 2016 yılında artan standartlarla birlikte 560 bine çıkardık. Son iki yılda 200 bin öğrenci için ilave yurt imkânı sağladık. 2017 yılında da açacağımız yeni yurtlarla birlikte toplam yurt kapasitemizi 690 bine yani 700 bine çıkarmış olacağız. Bu çerçevede, YURTKUR için bütçeden ayırdığımız kaynağı 2016 yılına göre yüzde 21 oranında artırarak 11,3 milyar liraya çıkarıyoruz.

Bu yıl da kamu sağlık harcamalarına bütçeden en büyük ikinci payı ayırıyoruz. Her zaman söylüyorum, bütçeden en fazla kaynağı öncelikle eğitime ayırıyoruz, ikinci olarak da en fazla kaynak ayırdığımız bütçe sağlık bütçesi olmuştur. Şu son on dört yılda özellikle sağlık alanındaki kaydettiğimiz bütün başarıların arkasında aslında bütçeden verdiğimiz payı olağanüstü ölçüde artırmış olmamız yatmaktadır. Bu amaçla, 2017 yılında 2016 yılına göre yüzde 17 artış sağlayarak bütçeden sağlığa 111 milyar lira kaynak ayırıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 yılı bütçemiz büyümeyi esas alan bir bütçedir. Bu çerçevede, 2017 yılı bütçesiyle gerek artan kamu yatırımları gerekse reel ekonomiye sağlayacağımız imkân ve desteklerle özel sektör yatırımlarını ve ihracatımızı da artırmayı amaçlıyoruz. Yine, bütçemizden ayıracağımız kaynaklarla AR-GE ve inovasyonu güçlü bir şekilde destekleyerek ekonomimizin rekabet gücünü ve verimliliğini de artırmayı hedefliyoruz. Bunun yanında, özel sektörün maliyetlerini aşağı çekecek teşvik ve destek unsurlarını da artırıyoruz.

Yatırımlara daha fazla kaynak ayırma politikamıza 2017 yılında da devam ediyoruz. Bu bütçeyle, özel sektör yatırımlarına kaldıraç etkisi sağlayacak temel kamu yatırımlarına önemli miktarda kaynak ayırdık. 2016 yılında bütçeden yatırıma ayırdığımız kaynak 60 milyar lira düzeyinde. 2017 yılında yatırıma ayıracağımız kaynağı yüzde 30 oranında artırarak 78 milyar liraya çıkarıyoruz. Kamu yatırımları içerisinde en yüksek payı, yatırıma, üretime, ihracata, istihdama desteği en fazla artıran ulaştırma sektörüne ayırıyoruz. Bu amaçla, 78 milyar liralık kaynağın 22 milyar lirasını ulaştırma sektörüne tahsis etmiş olacağız. Eğitim alanındaki yatırımlar için 13,7 milyar lira, tarım sektöründeki yatırımlar için 10,3 milyar lira, sağlık sektöründeki yatırımlar içinse 7,1 milyar lira kaynak ayırdık. Bütçeden ayırdığımız bu kaynaklar dışında kamu-özel iş birliği projeleri yoluyla da yatırımlara önemli destekler veriyoruz ve bu sayede bir bir uygulamaya koyduğumuz kamu-özel iş birliği projelerini hayata geçiriyoruz, açılışlar yapıyoruz. Bunlar da uzun vadede ülkemizin kalkınmasına hizmet edecek önemli çabalardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 yılı bütçesinin diğer bir özelliği de reel sektör desteklerinin önemli ölçüde artırıldığı bir yıl olmasıdır. Bu çerçevede, 2017 yılı bütçesinden reel sektöre 32,4 milyar lira kaynak ayırıyoruz. Sosyal güvenlik işveren prim desteği olarak 22 milyar lira, BAĞ-KUR’lularımıza prim desteği olarak 1,5 milyar lira dolaylı yoldan kaynak ayırmış olacağız. Reel sektör destekleri içerisinde ihracatın desteklenmesine vermiş olduğumuz destekleri özellikle 2017 yılında önemli ölçüde artırdık. Bugüne kadar gelen trend içerisinde en son 2016 yılında ihracatın desteklenmesi amacıyla bütçeden 1 milyar lira kaynak ayırdık ama 2017 yılında özellikle ihracat sektörümüzü canlandırmak, ihracat sektörümüzün dışarıdaki rekabet gücünü artırmak, ihracatımızın pazar çeşitlemesini desteklemek amacıyla öncelikle bu kaynağı 1 milyar liradan 3 milyar liraya çıkardık yani 2 kat, 3 kat -neyse- artış yapmış olduk. Yeni teşvik unsurları getirdik, mevcut teşvik unsurlarını da önemli ölçüde artırdık.

KOBİ’lerimize 2017 yılında 1,1 milyar lira kaynak ayırdık. Esnafımızın ihtiyaç duyduğu kredileri daha rahat koşullarda alabilmesi ve kredi maliyetlerini aşağı çekebilmesi amacıyla da 1,3 milyar lira faiz desteği bütçesi oluşturduk. Yine çiftçilerimizin Ziraat Bankasından kullanmış olduğu kredilerin faiz maliyetlerini devlet olarak üstlendik. Bu amaçla bütçemizden 2,4 milyar lira kaynak ayırdık.

AR-GE harcamalarına da bütçemizden daha fazla kaynak ayırıyoruz. Özel sektör AR-GE yatırımlarına önemli teşvikler ve destekler getirdik. Bu amaçla, dikkatinizi çekerim, 2017 yılında bütçemizden AR-GE harcamalarına 5,8 milyar lira bütçe ayırıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet olarak 23 ili kapsayan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Cazibe Merkezleri Programı, Yatırım ve Destek Hamlesi’ni Sayın Başbakanımızın açıklamalarıyla başlattık. Bu Yatırım ve Destek Hamlesi çerçevesinde 2017 yılı bütçemizde yaklaşık 12 milyar lira kaynak ayırdık. Bu tutarın yaklaşık 10 milyar lirası doğrudan yatırımlara gidecek, 2 milyar lirası ise Cazibe Merkezleri Programı kapsamında tarım dâhil reel sektöre verilecek destekler için kullanılacak.

Hükûmetlerimiz döneminde köylerimizin yol, altyapı ve kanalizasyon yatırımlarına özel bir önem verdik, buna hepimiz şahidiz. Daha önceki dönemlerde ihmal edilmiş köylerimiz AK PARTİ hükûmetleri döneminde ilk defa kapsamlı bir yatırım hamlesiyle karşı karşıya kaldı, ilk defa köylerimiz asfalt yol gördü, ilk defa köylerimizin altyapıları yapıldı.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Aladağ’da yol yok, Aladağ’da.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Yahu, ne zaman hizmet desem oradan bir şey kalkıyor. Sabredin arkadaşlar, bir sabredin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani yaptığımızı anlatıyoruz, yapmadığımızı anlatmıyoruz ki, yapılan neyse onu söylüyoruz.

Köylerin altyapısını güçlendirmek amacıyla oluşturduğumuz KÖYDES Projesi’ne bugüne kadar toplam 10 milyar lira kaynak aktardık. 2017 yılında da KÖYDES için ayırdığımız kaynağı 2 kat artırıyoruz, 1 milyar lira KÖYDES için kaynak ayırıyoruz.

Belediyelerin su ve kanalizasyon altyapılarını güçlendirmek amacıyla oluşturduğumuz biliyorsunuz SUKAP projemiz var, proje bitmiyor; SUKAP projesi için de bugüne kadar harcadığımız kaynak tutarı 3,2 milyar liraya ulaştı, inşallah 2017 yılında da SUKAP projesi için yaklaşık 700 milyon lira kaynak ayırıyoruz.

Diğer yandan, bölgesel kalkınmada önemli bir rol üstlenen kalkınma ajanslarımız var, kalkınma ajanslarımıza da 2017 yılı bütçesinden 532 milyon TL kaynak ayırdık. Ayrıca, özellikle sosyal amaçlı yerel projelere destek olmak amacıyla geliştirdiğimiz SODES Projesi’ne 2017 yılı bütçesinde 264 milyon lira kaynak ayırıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarım sektörünü güçlü bir şekilde desteklemeye devam ediyoruz. 2017 yılında bütçemizden tarıma ayırdığımız kaynağı 31 milyar liraya çıkarttık. Diğer taraftan, yemde ve gübrede KDV’yi de kaldırmak suretiyle çiftçimize 31 milyar liranın dışında, ilaveten, dolaylı yoldan 2,7 milyar lira kaynağı ayrıca aktarmış olacağız. Biliyorsunuz, Sayın Başbakanımız açıkladı, mazot desteğini de 2018 yılından itibaren önemli ölçüde artırdık, mazot maliyetinin yüzde 50’sini devlet bütçesinden karşılayacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarımız döneminde kamu görevlileri ve emeklilerimizin mali ve sosyal haklarında da ciddi iyileştirmeler sağladık, onların yaşam standartlarını yükselttik, hiçbir zaman için enflasyona ezdirmedik, her zaman enflasyonun üzerindeki refah artışını verdik, bunu da özellikle söyleyeyim.

2016 yılı Ocak ayında, bazı kamu görevlilerine ilave olarak yapılan iyileştirmeler dışında ayrıca tüm kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklarına yüzde 6,9 oranında, temmuz ayında da yüzde 5 oranında artış yaptık yani bu sene ocakta 6,9; temmuzda yüzde 5 zam yaptık. Buna karşılık, bu yıl içerisinde yıl sonu gerçekleşecek enflasyon yüzde 7,5 civarında. Dolayısıyla, memurlarımız, kamu görevlilerimiz 2016 yılında gerçekleşen enflasyonun çok üzerinde bir refah artışı almış olacaklar.

2002-2016 döneminde aylık ve ücretlerde enflasyonun oldukça üzerinde artış sağladık. Örnekler vermek gerekirse, aile yardımı ödeneği dâhil en düşük memur maaşı 2002 Aralık ayında 392 liraydı, 2016 Kasım ayı itibarıyla en düşük memur maaşı 2.475 lira. Yüzde kaç artmış? Yüzde 531 artmış.

Emeklilerimizin de aylıklarında bu dönemde önemli iyileştirmeler sağladık.

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Emekliler dinliyor Sayın Bakan, emekliler dinliyor.

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – 1970 yılına göre ne kadar oldu Sayın Bakan, bir de onu duyalım.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) - En düşük memur emekli aylığı 2002 Aralık ayında 377 lira iken 2016 Kasımda 1.699 liraya çıktı. Artış yüzde kaç? Yüzde 351. En düşük SSK emekli aylığı 2002 Aralık ayında 257 lira. Şu anda kaç lira? 1.339 lira. Yüzde kaç artmış? Yüzde 421 artmış. En düşük BAĞ-KUR esnaf emekli aylığı…

GARO PAYLAN (İstanbul) – Dolar bazında?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Dolar ne olmuş dolar?

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) - …2002 yılında 149 lira, 2016 Kasım ayında 1.199 lira.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Bakanım, bir de dolara bir çarpar mısınız.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Dolar bazında ne olmuş?

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) - Yüzde kaç artmış? Yüzde 706 artmış. Bu dönemde gerçekleşen enflasyon ne? Yüzde 225. Bu neyi gösteriyor? İster kamu görevlilerimiz olsun ister bunların emeklileri olsun…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Bakanım, dolarla bir mukayese eder misiniz.

ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) – Dolar yasak, yasak.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) - …isterse emektar çalışanlarımız olsun isterse BAĞ-KUR’lularımız olsun bütün bu sosyal kesimlerin mali ve sosyal haklarında 2002 ila 2016 arasında enflasyonun üzerinde bir artış, reel bir refah artışı sağlanmış oldu.

Bakın, hükûmetlerimiz döneminde sosyal yardım programlarına ayrılan kaynaklarda da önemli artışlara gittik. 2002 yılında sosyal devlet var mıydı? Sosyal yardım var mıydı? Bütçeyi kalem kalem tarayın…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ümraniye’de Romanlar sokakta, kaldırımda yaşıyor, kaldırımda.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) - …sosyal yardım namına hiçbir şey bulamazsınız. Ama, bakın, bugün açın bütçeyi, sahaya inin, her yerde sosyal yardım var, vatandaş…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın, Ümraniye Belediyesini arayın, Ümraniye Kaymakamlığını arayın, Roman vatandaşlarımız kaldırımda yaşıyor.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) - …fakir fukara, dezavantajlı vatandaşlarımız…

BAŞKAN – Sayın Bakan, bir dakika…

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) - …bütün bu imkânları kazanıyor.

BAŞKAN – Sayın Bakan, müsaade eder misiniz.

Sayın Tanal, rica ediyorum, lütfen müdahale etmeyiniz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, Roman vatandaşlarımız Ümraniye’de kaldırımda yaşıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanını bizzat aradım, aradılar…

BAŞKAN – Efendim, bilahare siz söylersiniz, görüşlerinizi bilahare ifade edersiniz. Ama, lütfen, toplantının doğru geçmesini, sükûnetini sağlamada yardımcı olunuz, rica ediyorum; lütfen beyefendi, lütfen.

Buyurun Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Arkadaşlar, rakamlardan bahsediyorum, gerçeklerden bahsediyorum.

2002 yılında bütçeden… Yani 119 milyar liralık bir bütçemiz vardı, daha önce ifade ettim. 2002 yılında merkezî yönetim bütçesinin büyüklüğü 111 milyar lira. Onun içerisinden sosyal yardımlara ne kadar kaynak ayrılmış? 1,6 milyar lira. 2017 yılına geldiğinde o 1,6 milyar lira kaça çıkmış? 45 milyar liraya çıkmış. Matematik ortada. Dolayısıyla sosyal devlet uygulamaları gerçekten bu dönemde hem yaygınlaştı hem de gerçekten bütçeden ayırdığımız pay önemli ölçüde artmış oldu.

MEVLÜT KARAKAYA (Adana) – 2002’de bu kadar fakir yoktu.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergi politikalarımızın temel önceliğini yatırım, üretim, istihdam ve ihracat olanaklarının artırılması oluşturmaktadır.

Ekonomimizin rekabetçi yapısını güçlendirmek ve iş yapma ortamını daha da iyileştirmek için son bir yılda çok sayıda düzenleme yaptık; bunları da hatırlamakta fayda var.

Bakın, yeni iş kuran gençlerimizin 75 bin liraya kadar olan kazançlarına üç yıl boyunca kazanç istisnası getirdik. Basit usulde vergilendirilen esnafımızın yıllık 8 bin liraya kadar olan kazançlarına istisna getirdik. Tarımsal üretimin teşviki amacıyla yemde ve gübrede -biraz önce ifade ettim- katma değer vergisini kaldırdık. Girişimciliği teşvik etmek için Girişim Sermayesi Yatırım Fonu ve ortaklıkları ile iştirakleri arasında düzenlenen kâğıtlarda damga vergisini kaldırdık. Sermaye şirketlerinin pay devirlerinde damga vergisi ve noter harcını kaldırdık, hisse değişimini kolaylaştırdık. Kuruluş aşamasında defter tasdik işlemlerinden harcın alınmamasını sağladık.

Yatırımların önündeki engelleri kaldırarak yatırım ikliminin daha da iyileştirilmesi ve süreçlerin basitleştirilmesi için de son bir yılda önemli düzenlemeleri hayata geçirdik. Bunları sizlerle bir miktar paylaşmakta yarar görüyorum.

Sözleşmelerin yalnızca tek nüshasından damga vergisi alınması ve noter harcının yine tek nüshadan alınması düzenlemesini hayata geçirdik. Yatırım teşvik belgeli yatırımlarda -bakın, burayı iyi dinleyin, zaman zaman bu kadar güzel önemli düzenlemeler yapıyoruz ama çoğunlukla bunları vatandaş da takip etmekte zorlanıyor- bu kapsamda kullanılan binalarda beş yıl emlak vergisini kaldırdık. Yine, arazilerde arazi vergisini, arazi üzerindeki emlak vergisini kaldırdık. Teşvik belgeli yatırımlarda inşa edilen binalardan bina inşaat ve imar harcını kaldırdık. Mal alımı, gayrimaddi hakların tedariki, sabit kıymet yatırımlarının imal ve inşası ile danışmanlık ve teknik müşavirlik hizmetlerine damga vergisi ve harç istisnası getirdik. En son Meclise sunduğumuz yeni yasa tasarısında, teşvik belgeli yatırımlarda yatırım döneminde lisans, gayrimaddi haklara KDV istisnası getirdik. Yatırım teşvik döneminde böylelikle yatırımın maliyetlerini önemli ölçüde aşağı çekmiş olacağız. Serbest bölge olarak ilan edilen araziyi kullanıcı lehine tapuda tescil edilinceye kadar emlak vergisinden muaf tuttuk. Yine, damga vergisiyle ilgili olmak üzere önemli vergi indirimlerine gittik.

Bakın, imalat sanayisinde makine teçhizat yatırımlarının finansmanında kullanılan kredilerde banka ve sigorta muameleleri vergisini kaldırdık. Kredi Garanti Fonu’nun banka dışı kurumlardan temin edeceği kamusal destek ve mali yardımlar için vereceği kefaletleri harçtan muaf kıldık. Kuruluş işlemlerine ait başvuru evraklarının vergi dairesine elektronik olarak gönderilmesini imkânlı hâle getirdik.

Bakın, şirket kuruluşlarıyla ilgili yapmış olduğumuz bu düzenlemeler sonucunda -bu düzenlemeler yapılmadan önce bir şirketin kuruluşunun ortalama maliyeti 1.300 lirayı geçiyordu, 1.300 lirayı- bu indirimleri yaptıktan sonra, bu basitleştirmeleri yaptıktan sonra ne oldu? 1.300 lira 300 liraya kadar düştü. Daha önce bir şirketi kaç günde kuruyordunuz? Ortalama sekiz buçuk günde kuruyordunuz. Şimdi kaç güne indi? İki buçuk güne inmiş oldu. İnşallah, global rekabet endeksinde bir sonraki yıl açıklamasında göreceksiniz, Türkiye, bu endeks bakımından son derece ileri sıralara gelmiş olacak.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teşvik sistemimizle özel sektör yatırımlarına hız kazandırarak ülkemizi küresel platformda daha rekabetçi kılabilmek için de son bir yılda önemli düzenlemeler yaptık.

Yatırımları hızlıca hayata geçirecek olan Süper Teşvik modelini hayata geçirdik. Yasal düzenleme Meclisten geçti, geçtiğimiz hafta bu konuyla ilgili Bakanlar Kurulu kararı da yayınlandı. İnşallah, Türkiye’de orta ve yüksek teknoloji üretimi ve katma değerli ihracatı arttıracak yepyeni bir teşvik sistemini hayata geçirmiş olduk. Bu Süper Teşvik modeliyle on yıla kadar kurumlar vergisi istisnası getirdik. Kamu alımları için alım garantisi getirdik. Bu teşvik sistemi kapsamında yatırımcılara bedelsiz arazi tahsis imkânı getirdik. Yatırıma kamunun ortak olması imkânını getirdik. Yine, Süper Teşvik kapsamında yapılan yatırımlar için finansman teşviki getirdik. Faiz desteği getirdik. Yine, bu yatırımlar için, nitelikli çalışanlar için ücret desteği getirdik. Yine, yepyeni bir unsur olarak enerji teşviki, enerji desteği getirdik. Yani Süper Teşvik kapsamında üretim yapacak işletmelerimize belirli süreyle oluşacak enerji maliyetlerini devlet tarafından karşılamış olacağız. Ayrıca bu yatırımların süratle hayata geçirilebilmesini sağlamak amacıyla yatırımcılarımıza mevzuatta yer alan izin, tahsis, ruhsat, lisans ve tescil işlemlerinde önemli kolaylıkları getireceğiz. Altyapı yatırım desteği vereceğiz. Bir yatırımı yapıyorsunuz ama o yatırımın mutlaka verimli olabilmesi için, rekabetçi olabilmesi için limanlara, lojistik merkezlere daha hızlı ve ucuz maliyette gitmesi gerekiyor. Bunun için ne yapılması lazım? Yatırımın yapıldığı bölgeye ve alana erişim sağlayacak altyapıların, yolların, demiryollarının yapılması lazım. Dolayısıyla Süper Teşvik kapsamında gerçekten Türkiye’yi dünya liginde üst sıralara çıkacak olan yatırımlar için çok önemli altyapı yatırım desteğini de vermiş olacağız.

Biliyorsunuz yatırım teşvik sisteminde indirimli kurumlar vergisi uygulaması var. Her bölge için farklı oranlarda indirimli kurumlar vergisi uygulaması vardı. En son yapmış olduğumuz düzenlemeyle bütün bölgeler için bunu yüzde 80’e çıkardık.

Yine, yatırım teşvik sisteminde yatırım indirimi hakkı sonraki yıllara devrettiğinde enflasyon karşısında bu indirim hakkı eriyebiliyordu. Bunu önlemek için bir düzenleme yaptık. Yatırım, teşvik kapsamındaki sonraki yıllara devreden yatırım indirimi hakkına endeksleme getirdik. Enflasyon karşısında vergi avantajının korunmasını sağladık. Bu da, bana göre son derece önemli bir avantaj.

Yine, kurumlar vergisi avantajlı yatırıma katkı oranlarıyla sigorta primi işveren hissesini uzun süreli teşvikler arasına almış olduk. Özellikle iş gücü maliyetlerinin aşağıya çekilmesi bakımından son derece önemli.

Stratejik yatırımlar dışındaki yatırımlarda da, inşaat işleri nedeniyle yüklenilen ve indirilemeyen katma değer vergisinin iadesini mümkün hâle getirdik. Burada stratejik yatırım şartını kaldırdık, 500 milyon TL olan sınırı 50 milyon TL’ye kadar Bakanlar Kuruluna indirme hakkı aldık. Dolayısıyla, özellikle yatırım döneminde yüklenilen, ancak iade edilemeyen katma değer vergileri bakımından iade imkânı getirdik. Bu da, yatırımcılarımızın, yatırım döneminde finansman maliyetlerini, yatırım maliyetlerini aşağıya çekecek önemli bir teşvik olma özelliğini taşımaktadır.

Teşvik sistemimizin bölgesel boyutunu güçlendirmek, görece az gelişmiş bölgelerdeki yatırım ortamını canlandırarak, istihdamı, üretimi ve ihracatı artırmak ve bölgeler arası gelişmişlik farklarını daha da azaltmak için Cazibe Merkezleri Programı’nı hayata geçirdik; biraz önce de söylemiştim, bu Program içerisinde kamu yatırımlarının dışında önemli nakdi ve vergi teşvikleri de getirdik, bunu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu kapsamda, Doğu ve Güneydoğu Bölgemizde, yani Cazibe Merkezleri Programı’na dâhil 23 ilimizde yatırımcılarımıza bedelsiz yatırım yeri vereceğiz. Yatırımcının ihtiyacına uygun şekilde fabrika devlet tarafından yapılacak, çok sembolik fiyatlarla yatırımcıya kiraya vereceğiz. Sonunda da belli bir süre bu yatırımı devam ettirirse, sembolik kiraya verdiğimiz bu yeri bu defa yatırımcıya bedelsiz devredeceğiz.

Yine, yatırım döneminde ve işletme döneminde özellikle fabrikada kullanılacak makinalar için sıfır faizli kredi imkânı getirdik. Yine, bu dönemde, işletme döneminde, faiz indirimli işletme kredileri desteği vereceğiz. Yine, mevcut yatırımlarını bu bölgeye taşıyacak olan yatırımcılarımıza da üretim tesisleri taşıma desteği sunacağız. Böylece, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemize dört yılda 140 milyar lira yatırım yapılması ve 800 bin istihdam sağlanması öngörülmektedir.

Ayrıca, çağrı ve veri merkezlerine yatırım desteği ve enerji desteği imkânı sağladık ve cazibe merkezi kapsamında kurulacak bu merkezler, yani çağrı merkezlerine ve veri merkezlerine herhangi bir sabit yatırım tutarı şartı aranmaksızın bölgesel teşviklerden yararlanma imkânı da sunduk.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin küresel çapta bir çekim merkezi olabilmesi ve yurt dışı hizmet ihracının artırılabilmesi amacıyla, bölgesel yönetim merkezlerine kurumlar vergisi muafiyeti tanıdık ve belirsizlikleri giderdik. Bölgesel yönetim merkezlerinde çalışanlara Türkiye dışındaki kazançlar üzerinden döviz olarak ödenen ücretleri gelir vergisinden istisna ettik. Gelirinin yüzde 85 ve daha fazlasını yurt dışından elde eden hizmet işletmelerinin çalışanlarına gelir vergisi, stopaj desteği getirdik. Serbest bölgelere ve bu bölgelerden yapılan ihraç amaçlı yük taşıma işlemlerinde katma değer vergisini istisna ettik. İleri teknolojiye sahip şirketlerin satın alınmasına ilişkin işlemlerde damga vergisini kaldırdık. Orta ve ileri teknolojili ürünlerin imalatına ilişkin işlemlerde -her türlü işlem olabilir- damga ve harç istisnası getirdik. Yurt dışında tanıtım, pazarlama ve fuarlara katılım için yapılan işlemlere damga vergisi ve harç istisnası getirdik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergilemede öngörülebilirliğin artırılması amacıyla, haklarında vergi incelemesine başlanılmamış veya takdir komisyonuna sevk edilmemiş mükellefler için izaha davet müessesesini getirdik.

Vergi teşviklerinden geriye dönük yararlanmamaya ilişkin hükümleri Vergi Usul Kanunu’ndan çıkarttık, yatırım ortamında ileriye dönük güvenliği artırdık.

Yine, OECD transfer fiyatlamasıyla ilgili düzenlemeleri de, Türkiye’deki düzenlemeleri de uluslararası standartlarla aynı noktaya getirmiş olduk.

Yaşam tarzımızı ve iş hayatımızı ciddi bir şekilde değiştirecek olan ve teknolojik ilerlemenin 4’üncü dalgası olarak nitelendirilen “Sanayi 4.0 Teknolojik Devrimi”nin eşiğindeyiz. Kuşkusuz ki bu süreçte teknolojik gelişme ve onu besleyen AR-GE ve tasarım yatırımlarıyla, AR-GE personelinin kalitesi çok daha önemli hâle gelmiş bulunmaktadır. Bu süreçte devletin en önemli işlevi, özel sektöre uygun AR-GE ve yatırım ortamı sunarak rekabet gücünün geliştirilmesine katkı sağlamaktır. Bu kapsamda son bir yılda önemli teşvikler ve destekleri de bir bir hayata geçirdik.

AR-GE’yle ilgili vergi teşviklerini tek bir mevzuatta topladık; artık, AR-GE destekleriyle ilgili dağınık bir mevzuat kalmadı. AR-GE Kanunu’nda bütün destek unsurları, bütün teşvik unsurları tek bir kanunda toplanmış oldu.

Tasarım faaliyetlerinin AR-GE desteklerinden aynı şekilde yararlanmasının önünü açtık.

Yine, AR-GE harcamaları kapsamında oluşan indirim hakkının ileri yıllara dönük endekslenmesini sağladık.

AR-GE merkezleri için verilecek destekler bakımından aranan 30 personel sayısını özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerimizin, nitelikli işletmelerimizin daha fazla AR-GE yapabilmelerini sağlamak amacıyla 30’dan 15’e indirdik.

Nitelikli AR-GE ve tasarım yapan AR-GE ve tasarım merkezlerine yüzde 50 daha fazla AR-GE indirimi hakkı getirdik.

Kısmen AR-GE faaliyetlerinde kullanılan kıymetler için hesaplanan amortisman tutarlarına AR-GE indirimi imkânı sağladık.

Orta, Yüksek Teknoloji Yatırımlara Teşvik Mevzuatı kapsamında da Dördüncü Bölge desteklerini sunmaya başladık.

Yine, öğretim elemanlarının AR-GE ve tasarım merkezlerinde sürekli ya da kısmi süreli çalışmasına olanak sağladık. Üniversite öğretim elemanlarının AR-GE ve tasarım projelerinden elde ettikleri gelirlerin yüzde 85’ini, hiçbir kesintiye tabi olmaksızın, alabilmesinin önünü açtık. Teknoparklarda yapılan tasarım faaliyetlerini de teşvik kapsamına dâhil ettik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AR-GE eko sisteminin daha da geliştirilmesi için yaptığımız düzenlemeleri de kısaca sizlerle paylaşmak isterim: AR-GE faaliyetlerinde yabancı uyruklu nitelikli AR-GE personelinin istihdamını kolaylaştırdık, tekno girişim sermaye desteğini etkinleştirdik ve teşvikten yararlanmaya yönelik mevzuat şartlarını esnettik.

Bakın, bu süreçte birtakım rakamları da paylaşmakta fayda var: AR-GE merkezi sayımız bugün itibarıyla 300’e, bu merkezlerde çalışan AR-GE personeli sayısı 29 bine, buralarda gerçekleşen proje sayısı 14 bine yükselmiştir. Küresel İnovasyon Endeksi’nde 2015 yılında 58’inci sırada yer alan ülkemiz, büyük bir sıçrama göstererek, 2016 yılında 42’nci sıraya yükselmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle ekonominin gelişmesi bağlamında finans sektörüyle ilgili olarak da önemli düzenlemeleri hayata geçirdik. Sat-kirala-geri al işlemlerine ilişkin kazanç istisnası ile KDV istisnasını, bu finansman yöntemini uygulanabilir kılmak amacıyla, yeniden düzenledik. İstisna kapsamına her türlü taşınır ve taşınmaz varlıkları dâhil ettik. Gayrimenkul yatırım ortaklıkları, finansal kiralama şirketleriyle ilgili banka sigorta muameleleri vergisinde, damga vergisinde ve harçta önemli iyileştirmeleri tek tek hayata koyduk. Yine, faizsiz finans sisteminin daha da geliştirilmesi ve yeni ürünlerin kullanımının yaygınlaşması amacıyla birçok düzenlemeyi de son bir yılda hayata geçirdik. Diğer finans kurumlarının kredi temininde vergiden kaynaklı maliyetleri neyse faizsiz finans kurumlarını da aynı seviyeye indirdik. Bu kapsamda, faizsiz finans ürünlerine ilişkin kurumlar ve katma değer vergisi istisnasının kapsamına her türlü varlık ve hakları dâhil ettik. Bu varlıklara ilişkin yüklenilen katma değer vergisinin devir tarihine kadar indirimine imkân sağladık. Farklı kira sertifikası ihraç ürünlerini kapsayacak şekilde damga vergisi ve harç istisnasının kapsamını genişlettik. Bundan sonraki süreçte, İstanbul Finans Merkezi projemiz kapsamında faizsiz finans dâhil, katma değeri yüksek finans sistemini daha da geliştirecek, rekabet yapımızı güçlendirecek yasal düzenlemeleri bir bir hayata geçireceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarrufların arttırılmasına katkı sağlamak amacıyla bireysel emeklilik sistemiyle birikimli hayat sigortalarında daha uzun süre kalmayı teşvik edecek düzenlemeleri yapmış olduk.

Yine, enerji tüketimimizin üçte 1’ini oluşturan, ısıtmada kullanılan enerji maliyetlerini düşürmek için ısı yalıtımı ve enerji verimliliğine yeni vergi teşvikleri getirdik, vergi indirimlerini hayata koymuş olduk.

Bu dönemde halkımızın hayat kalitesini daha da iyileştirecek birtakım vergisel düzenlemeleri de hayata geçirdik. 2016 Ekim-Aralık aylarında ücreti 1.300 liranın altına düşenlere ilave asgari geçim indirimi imkânı sağladık. Konut teslimlerinde KDV oranını 31 Mart 2017 tarihine kadar yüzde 8’e indirdik. Kreş ve gündüz bakımevlerinin işletilmesinden elde edilen kazançları 5 vergilendirme boyunca vergiden muaf tuttuk. Şehir içi yolcu ve ticari yük taşımacılığında yenilenen araçların ÖTV’sini almama şeklinde bir düzenlemeyi de uygulamaya koymuş olduk.

Kahraman şehitlerimizin eş ve çocuklarının, eş ve çocuğun bulunmaması hâlinde ise şehidimizin anne ve babasının bir defaya mahsus olmak üzere özel tüketim vergisi ödemeksizin araç alabilmesine imkân sağladık.

Öğrenciler ile okullar arasında düzenlenen kâğıtlarda damga vergisini kaldırdık. Öğrencilerin burs ve öğrenim kredisi almak, okula veya öğrenci yurduna girebilmek için düzenledikleri sözleşme, taahhütname, kefaletnamelerde harçları kaldırdık. Öğrenim gören 25 yaşını doldurmamış gençlere verilecek pasaportlarda harcı kaldırmış olduk.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008-2010, 2011-2013 dönemlerini kapsayan Kayıt Dışı Ekonomiyle Mücadele Eylem Planlarını başarıyla tamamladık. Şu anda 2015-2017 dönemini kapsayan Kayıt Dışı Ekonomiyle Mücadele Eylem Planı’nı uygulamaya devam ediyoruz. Yapılan hesaplamalara göre 2002 yılında kayıt dışı ekonominin millî gelir içindeki payı yüzde 32,4 iken, 2015 yılında bu oran yüzde 27’e düştü. Kayıt dışı istihdam oranıysa 2002 yılında yüzde 52,1 iken, 2015 yılı sonunda kayıt dışı istihdam oranı 19 puan azalarak yüzde 33’e kadar düşmüş oldu. Kayıt dışı ekonominin seviyesi yaklaşık 5,5 puan daha azalmış olsa gerçekten Türkiye'nin kayıt dışı ekonomideki oranı gelişmiş ülkelerin seviyesine gelmiş olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mükelleflerimizin kamuya olan borçlarının ödenebilmesi, mali tablolarının düzeltilmesi, ihtilafların çözüme kavuşturulması ve varlıkların millî ekonomiye kazandırılması için Yeniden Yapılandırma Kanunu’nu çıkardık ve bu Kanun, gerçekten vatandaşımız nezdinde büyük bir hüsnükabul gördü ve gerçekten önemli başarılara hep birlikte imza attık. Bu kapsamda, en son 30 Kasım tarihi itibarıyla 8,5 milyonun üzerinde başvuru aldık. Bu kapsamda, 80 milyar lirayı aşan bir yeniden yapılandırma yapmış olduk ve bu sayede Maliye idaresi ile vatandaş arasındaki 44 bin ihtilaf dosyasını ortadan kaldırdık ve bu kapsamda sadece Maliye idaresi olarak 12 milyar lirayı aşan bir tahsilat yaptık, buradaki tahsilatımız her geçen gün daha da artacaktır. Bu vesileyle, kanunla getirilen imkânlara yoğun ilgi gösteren ve ödemelerini yapan bütün vatandaşlarımıza şükranlarımı arz ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 yılı bütçemizin hazırlanmasında bizlere her anlamda destek veren başta Sayın Cumhurbaşkanımıza ve Başbakanımıza, bakan arkadaşlarıma, Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkanına ve üyelerine, Bakanlığım ve diğer tüm kamu kurum ve kuruluşlarında emeği geçen bütün arkadaşlarıma gönülden teşekkür ediyorum.

Genel Kurulda yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar için Hükûmetim ve şahsım adına şimdiden sizlere şükranlarımı arz ediyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, 2017 yılı bütçemizin ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini yürekten temenni ediyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.16

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.33

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri 1/12/2016 tarihli 30’uncu Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.

Başlangıçta bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde siyasi parti grupları ve Hükûmet adına yapılacak konuşmalarda süre birer saat -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir- kişisel konuşmalarda onar dakikadır. Kişisel konuşmalarda bütçenin tümü üzerinde şahsı adına 2 milletvekiline söz verilecektir.

Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum: Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Ahmet Yıldırım ve Kars Milletvekili Sayın Ayhan Bilgen; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Manisa Milletvekili Sayın Erkan Akçay ve Samsun Milletvekili Sayın Erhan Usta; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve İzmir Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Amasya Milletvekili Sayın Mehmet Naci Bostancı ve İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Muş; Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Şimşek ve Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ; şahıslar adına, lehinde, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mahir Ünal, aleyhinde, Bursa Milletvekili Sayın Kadir Koçdemir konuşacaklardır.

Şimdi, gruplar adına ilk söz Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Ahmet Yıldırım’a aittir. (HDP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Yıldırım, konuşma süreniz otuz dakikadır.

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öncelikle, yaşamış olduğunuz sağlık sorunlarından ötürü geçmiş olsun diyorum, acil şifalar diliyorum size.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de ölüm, gözyaşı, acı, üzüntü, ekonomik problemlerin arttığı ve olağan dışı koşulların hâkim olduğu bir yılı geride bırakırken, siyasi ve ekonomik gidişatı maalesef belirsiz gelecek bir yılın merkezî yönetim bütçesinin görüşmelerine başlıyoruz.

Burada, 2017 bütçesinin erkek egemen sisteme karşı kadın eksenli, talan kültürüne karşı ekolojik temelli, zengine karşı yoksulu, sermayeye karşı emekçiyi koruyan bir bütçe olması temennisiyle bütün halkımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Şüphesiz, ülkelerin ekonomileri ve hazırlanan bütçeleri söz konusu ülkelerin ve o ülkeyi yönetenlerin ideolojik, sınıfsal, idari, siyasi karakterleri ile dünya tahayyüllerini yansıtırlar. OHAL uygulamalarının hüküm sürdüğü, milletvekili dokunulmazlıklarının Meclis tarafından Anayasa’ya aykırı bir şeklide gasbedildiği, milyonlarca insanın iradesi olan milletvekillerini, parti başkan ve yöneticilerini, belediye başkanlarını deyim yerindeyse rehin alarak ve deyim yerindeyse bir sömürge hukukuyla problemleri derinleştiren bir zamanda ve yerde merkezî yönetim bütçesi üzerine konuşuyoruz.

Son bir yılda şehirlerin yok edildiği, göç eden insanların yüz binlerle anıldığı, insanların kaldığı çadırlara bile tahammül edilmeyip çadırların yıkılıp yakıldığı; faili meçhullerin, katledilen insan bedenlerinin sokaklarda bekletildiği; buzdolaplarında cenazelerin saklandığı; morglardan annelere, babalara, ailelere 5-6 kilogramlık kemiklerin torbalar içerisinde “Alın, evladınız bu.” diyerek verildiği bir ortamda bütçeden ne kadar söz edilebilirse biz de o kadar söz edeceğiz. Kadın istismar ve cinayetlerinin, iş cinayetlerinin hüküm sürdüğü; insanların maden ocağının yanında eşlerinin, çocuklarının, babalarının cenazelerinin çıkarılmasını hâlâ bugün bile beklediği; çocuklarımızın yurtlarda yanması haberlerine bile maalesef yayın yasaklarının getirildiği bir ülkede bütçeden söz etmemiz ne kadar gerçekçiyse biz de o kadar gerçekçi yaklaşacağız.

Bütçeler her zaman iktidar ve ülkeyi yönetenler için egemenlik aracı olagelmiştir. Egemenlik, dünya üzerinde neredeyse bütün devletlerin en büyük ortak vizyonudur. Ancak, vatandaşlara karşı devlet egemenliğinin nasıl tesis edileceği ise devletleri birbirinden ayrıştıran karakterlerdir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de maalesef bütçeler her geçen yıl sınıflar, cinsiyetler, etnisiteler, dinler, mezhepler ve bölgeler arasındaki eşitsizliği ve uçurumu biraz daha derinleştirmiş, Türkiye'nin demografik zenginliği biraz daha görmezden gelinerek hazırlanmıştır. Tek millet, tek dil, tek inanç, tek mezhep ve tek tek diye giden, farklılaşmayan, ülkenin zenginliğini aynılaştırmayı savunan bir hâl almıştır. 2017 bütçesi de yine yoksulu, emeği, kadını, çevreyi görmeyen, demokratikleşmeyi önemsemeyen bir bütçe anlayışıyla hazırlanmıştır. Üstelik ekonomik kriz hayatımızın her noktasına, bütün hücrelerimize sirayet etmişken kriz yokmuş gibi davranmaya devam edilerek bir bütçe hazırlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, her siyasetçi, az önce Sayın Maliye Bakanımızın da burada yaptığı konuşmada olduğu üzere, açığa çıkmış olan rakamları kendine göre kullanarak ekonomik yorumlar ve gelecek tahayyülleri yapabilirler ancak iktidar koltuklarında oturarak bakarsanız her şeyi tozpembe gösterip böyle, az önce Maliye Bakanının da yaptığı gibi, iyimser bir sunum yapabilirsiniz. Oysa bakış açımızı daraltan ve özellikle ülkedeki renkliliği görmezden gelmemize sebep olan o gözlükleri çıkarırsak halkın inim inim inlediği bir hazin gerçeklikle çok kolay karşılaşabilirsiniz Sayın Bakan. Buradan hareketle ben de rakamlar üzerinden hem de resmî rakamlar üzerinden bazı değerlendirmelerde bulunarak 2017 Merkezî Yönetim Bütçesi üzerine konuşmamı sürdüreceğim.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ülkenin ekonomisi öyle bir noktaya gelmiş bulunuyor ki bir noktaya ilaç olarak, merhem olarak kullandığımız bir adım ve uygulama maalesef bir başka noktaya zehir olup yüzümüze çarpıyor. Ekonominin yanlış yönetildiğini gösteren küçük ama çarpıcı kanıtlardan biri, bütçenin son üç dört yılda her geçen sene daha fazla açık verdiği gerçekliğidir. Son üç senenin bütçe açığı rakamlarına bakacak olursak söylediklerimiz herhâlde biraz daha somutlaşır. 2013’te hazırlanmış olan merkezî yönetim bütçesi 18 milyar TL açık vermiştir. Bu rakam 2014’te 23 milyar TL olmuştur ve kesin hesap incelemesini Plan Bütçe Komisyonunda bir ay önce incelediğimiz 2015 bütçesinde ise 30,5 milyar TL’ye çıkmıştır. Son üç yılda hazırlanmış olan merkezî yönetim bütçelerinin tamamında maalesef giderek artan bütçe açıklarıyla karşılaşmaktayız. Bütçe açığı, 2016 Eylülden Ekime bir ayda, Sayın Bakan, yüzde 19,9 arttı. Yine, geçen yılın ekim ayına göre -aynı ayları bir yıl önceye göre kıyasladığımızda- bütçe açığının yüzde 101,4 arttığını görürüz.

Bu artışı incelediğimizde, her geçen yıl özellikle bütçe açıklarının artmasının bizim açımızdan sebepleri bellidir ve şöyle sıralayabiliriz: Kürt coğrafyasını ve şehirlerini, orada yaşayanların neredeyse tamamını hedef almaya çalışan bir çatışma ve savaş konsepti. Bir diğeri, halk iradesini hedef alan, dokunulmazlıkları Anayasa’ya aykırı bir şekilde kaldırarak maalesef siyasi bir kaosa kendi elimizle zemin sunmamız, tam bir despotizme tekabül eden ve iktidar dışındaki herkesi önce karşıtlaştırmayı, sonra ise terörist görmeyi evla görmüş bir iktidar anlayışı ve OHAL rejimi. Bir diğeri, siyasi iradenin ve milyonlarca insanın seçme hakkının gasbedilmesi ve seçilmişlerin ise rehin tutulması. İktidarın ve sarayın cumhuriyet tarihinin en müsrif ekonomik yaklaşımı ve harcamalarıysa bu açıkların bir başka temel sebebidir bize göre.

Ülke ekonomisinin bu kadar olumsuz seyretmesi ve her geçen gün daha kötüye gitmesinin -açık söyleyeyim- ekonomiden sorumlu Hükûmet üyeleri veya Maliye bürokratlarının yönetim biçimiyle asla ilgisi yoktur. Sayın Bakan, siz ne kadar titiz davranırsanız davranın, bu bütçeyi ne kadar hassas hazırlarsanız hazırlayın ve harcama kalemlerini ne kadar iyi kurgularsanız kurgulayın, bu bütçenin açık vermesini ve ekonomik gidişatın daha kötü seyretmesini asla kurtaramazsınız çünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu ya da sürüklendiği iç-dış siyasal süreç ve yönetim biçimiyle alakalı bir durum ekonomiyi direkt etkilemektedir. Mevcut ülke gerçekliği ve ilişkilenimleri çerçevesinde ekonomiyi şu yeryüzünde kimlere teslim ederseniz edin bu siyasi atmosfer, çatışmalı ortam ve savaş kültüründen etkilenmiş bir ekonominin başarılı olma şansı yoktur. Bu hazin durum kaçınılmazdır.

Yine, bu işten kurtulmanın çok basit bir yolu vardır, o da “Yurtta savaş, cihanda savaş” politikasına son vermektir. Bu ülkenin kurucu iradesinin ve önderinin söylemlerini diline pelesenk etmiş olanların kuruluş ruhu ve felsefesinden ne kadar koptuğunu, uzaklaştığını, barış iradesini ayaklar altına aldığını, içte ve dışta siyasi kaosu kişisel ve zümresel hırs, iktidar, makamlar adına nasıl feda ettiğini hepimiz ibretle izlemekteyiz.

Bu anlamda, savaş politikalarına son vererek sadece ekonomimizi kurtarmış olmayız, ekonomimizle birlikte canımızı, malımızı, ahlakımızı, vicdanımızı, toplumsal erdem ve insanlığımızı da birlikte kurtarmış oluruz.

Bu yönüyle, bize göre, son birkaç yılda seyreden ekonominin kötüye doğru gidişatının son bir buçuk yıldaki savaş politikalarından bağımsız asla değerlendirilemeyeceği, hatta bu olumsuz gidişatın da temel sebebinin bu olduğunu ifade etmek isterim.

Şunu ifade edelim: Kürt meselesi yüz yıllık bir meseledir ve toplumsal yaradır. Eninde sonunda bu yüz yıllık toplumsal yaranın kapanacağı, akan kanın ve genç ölümlerinin biteceği yer bellidir. Şunu ifade edelim: Daha ne kadar devam ederse etsin bu savaş, toplumu ve Türkiye’yi oluşturan halkların vicdanında mahkûm olmuş bir savaştır. Bu yönüyle de ne kadar devam ederse etsin bu savaşın biteceği yer sözdür, diyalogdur, konuşmadır, masadır, ferasettir. Kesin olan tek şey bizim açımızdan budur. Kesin olan bu gerçeğin üzerine her geçen güne, yaşanan her ölüme, akan her bir damla kana, dökülen her bir damla gözyaşına -açık söyleyelim- yazıktır, günahtır, haramdır. Bu yönüyle, öbür türlü, hiçbir şekilde savaş söylemlerinin ve tehditkâr dilin kullanılmasının kuru tehditler ve hamasetin ötesinde hiçbir şeye tekabül etmediğini belirtelim.

Bugüne kadar otuz yıllık, toplumun vicdanında mahkûm olmuş bu savaşta 50 bin canımızı kaybettik. Bu, otuz yıl daha sürse bile, Allah muhafaza bu can kaybı 150 bine çıksa bile ve bütün tekniği kullansanız bile, bütün özel harp yöntemlerini kullansanız bile bu savaşın biteceği yer masadır, sözdür, diyalogdur, vicdandır, akıldır, izandır, ahlaktır, erdemdir. Başkaca bir yolu yoktur. Öbür türlü, her geçen gün kaybettiğimiz bizden bir parça can olacaktır. Bizim için bunun dışında hiçbir şeyin anlamı olmadığını, tamamıyla bir hamasete tekabül ettiğini ifade edelim. Yine belirtelim ki bu ülke gerçekliğinde, örgütler, partiler, liderler, siyasetçiler gelir geçer, biter ama bitmeyen şey inançlar ve halklar olacaktır, onların toplumsal vicdanı olacaktır diyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son otuz yılda bu çatışma ve savaşa harcanan para 400 milyar dolardır. Bu ifade geçen yıl şubat ayında bizzat Cumhurbaşkanı tarafından, bu yıl ise Hükûmet sözcüsü Sayın Kurtulmuş tarafından ifade edildi. Bu otuz yıllık savaşın, çatışmanın, cana, mala, vicdanlara ve ahlakın, toplumsal erdemin erozyonuna sebep olan bu savaşın maliyeti 400 milyar dolardır. Şunu söyleyelim ve bu iktidarın çok sevdiği projelerle ilişkilendirelim bu rakamları: Bu rakamlar; 87 tane Atatürk Barajı, 100 tane üçüncü boğaz köprüsü, 70 tane Marmaray’a eş değer bir bütçedir. Tabii, biz, hiçbir zaman savaşın tahribatını ekonomik parametreler üzerinden konuşmayı doğru bulmadık çünkü yaşamını yitiren, yaralanan, yerinden yurdundan edilen, senelerini tutsak olarak cezaevlerinde, zindanlarda ve işkencelerde geçiren insanların yanında bu rakamların hiçbir değeri yoktur bizim için.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, dış politikadaki sığlık, ekonomiyi yanlış yönetme, kendi vatandaşıyla savaşır hâle gelmenin etkilemediği hiçbir alan ve sektör kalmamıştır. Ne savaş sadece savaşın taraflarını vuruyor ne de ekonomi sadece ekonomiyi ilgilendiren kurumları vuruyor. Dış gelir gider bu ülke açısından bellidir. Bu ülke dışarıya döviz kazanmak üzere bilgisayar satmıyor, bilişim ürünleri satmıyor; uçak, silah, tıbbi cihazlar ve ileri teknoloji ürünleri satmıyor. Bu ülkenin döviz kaynakları ağırlıklı olarak turizmdir ve tarım ürünleridir. Bunun da son bir buçuk yılda özellikle açığa çıkarılmış, siparişle açığa çıkarılmış bu savaş neticesinde nasıl vurgun yediğini birazdan göstereceğim tablolardan da çok net görebiliriz.

Bu tablo, değerli milletvekili arkadaşlarım, ülkenin AKP iktidara geldikten sonraki turist sayılarını göstermektedir. 2015’e kadar artarak devam eden ve ülkeye ciddi döviz geliri kazandıran şu grafik 2016 yılında pik bir düşüş yaşamıştır. Aynı dönemler esas alınmak suretiyle 2015 yılında ülkeye gelen turist sayısı 36,4 milyon kişiyken 2016 yılında aynı dönemde 25,9 milyon kişiye düşmüştür.

Yine, değerli milletvekilleri -döviz kaybımız açısından ifade edelim- eğer turizm gelirlerinin derdine derman olacak politikalar üretemiyorsak, yine aynı şekilde şunu söyleyelim ki çiftçiyi desteklemekten ziyade yatırımlarımızı savaşa ve çatışmalara dönük güvenlik konsepti üzerine kurgulamışsak bu ülkenin geleceğinin bu politikalarla çok fazla olmadığını ifade etmek isterim.

Ekonomideki krize dair hiç kimsenin ne olduğunu tam anlamadığı bir süreci yaşıyoruz. Kafalar o kadar karışık ki Hükûmetin ekonomiden sorumlu bakanlarının bile birbirleriyle çelişen söylemlerine her geçen gün tanıklık etmekteyiz. Bir bakan çıkıp “Ekonomik kriz ciddiye alınmalıdır, ciddidir.” diye söylüyor, bir sonraki gün bir başka bakan “Sorun yok.” diyor. Merkez Bankası faiz artırıyor, Cumhurbaşkanının “Faizi indirmekten başka çaremiz yok.” demesiyle birlikte, Cumhurbaşkanının açıklamasıyla dövizde gün içinde büyük bir fırlamaya neden oluyor.

Mali disiplinsizlik had safhadadır. AKP iktidarının en fazla kullandığı kavram “mali disiplin” kavramıdır. Çok basit bir örnek üzerinden verelim. Bakın, emekçinin alın terinden kesilen İşsizlik Fonu’yla alakalı olarak, 1 milyar TL, eski para birimimizle 1 katrilyon TL’nin Sayıştay verilerine göre ne olduğu belli değildir. Bu, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemektir. Sayıştay verilerine göre İşsizlik Fonu’nun 1 milyar TL’sinin, yani eski parayla 1 katrilyon lirasının kaydına rastlanamamaktadır.

Her geçen gün yeni bir vergi düzenlemesiyle karşılaşıyoruz. Ülkede AKP iktidarı döneminde giderek artan vergi cezası sayısı 46’ya çıkmış, 22 çeşit harç, 20 çeşit fon ve katılım payı, 211 çeşit vergi türü vardır. 2016 bütçe görüşmelerinde vergi muafiyeti 36 milyar TL olarak öngörülmüştü fakat 2017 için öngörülen vergi muafiyeti 102 milyar TL’dir, 3 kat artmıştır. Yani Bakanlık neredeyse geçen senenin 3 katı oranında vergiden vazgeçtiğini ifade ediyor. Bu durumun, savaş denkleminin büyüdüğüne, döviz kurunun sürekli rekor tazelediğine, sermayedarların ise bu vergi aflarıyla ağzına bir parmak bal çalmaya tekabül ettiğini belirtelim.

2015 yılında toplam vergi geliri 407 milyar TL’dir; bunun 135 milyar TL’si KDV, 96 milyar TL’si ise ÖTV’dir. KDV ve ÖTV dendiği anda sabit gelirli yoksul halk kesimlerinden elde edilen vergidir; bu da yüzde 55’e tekabül etmektedir. Oysa servet bölüşümünde, gelir dağılımında böyle bir orana rastlayamamaktayız. Son on yılda, Sayın Bakan az önce, burada çıkarılan vergi aflarıyla ilgili… Ki AKP iktidarı döneminde 4 vergi affı çıkmış, son on yılda, ifade edelim, ne kadar anlamsız, gerçeklikten ve yaşamın realitesinden kopuk bir vergi affı olduğunu da rakamlarla görelim: Bakın, on yılda getirilen vergi aflarında başvuru ortalama yüzde 78 iken tahsilat sadece yüzde 13’tür. İnsanların, yaşamını zor sürdürdüğü bu ortamda, üzülerek ifade edelim ki kendi borçlarını ödeyebilme şansı yoktur. Maliye Bakanı, ÖTV’nin özellikle otomotivlerle ilgili artırımına dair, 40 bin TL’nin altında olan arabaları ÖTV’nin etkilemediğini söylüyor. Biz de Sayın Bakana sorarız: Sizin aracınızın 4 tekerleğinin maliyeti acaba ne kadardır? Herhâlde, makam aracınızın 4 tekerleğinin toplam maliyeti 40 bin TL’nin üzerindedir. 40 bin TL’nin altında sıfır araç, acaba ülkede alınan araçların yüzde kaçına tekabül ediyor? Yoksa, burada sözü edilen, hamalların kullandığı çekçek arabası mıdır; ya değilse, at arabası mıdır? “40 bin TL’nin altındaki sıfır araçlara ÖTV’den etkilenmeme” diye ifade ediliyor.

Yine, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı ise literatüre geçecek cinsten bir söylemde bulunuyor. Bakan, “ÖTV zammı Türkiye’yi etkilemeyecek.” diyor. Acaba, söz konusu, yüzde 16’ya yakın arttırılan ÖTV bu buzullardaki Eskimolar için mi çıkarıldı? Bakan neye göre “ÖTV Türkiye’yi etkilemeyecek, toplumu etkilemeyecek.” diye ifade edebiliyor?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birkaç sözüm de… Özellikle rakamlara dair bazı konuşmalarımı Ekonomi Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı ve ekonomi kurumlarıyla ilgili bölümlerde yapacağım. Ancak Sayın Başkana bütün Meclisin huzurunda, muhalefet partilerinin sıralarının doluya yakın olduğu, iktidar partisi sıralarının ise neredeyse boş olduğu bir ortamda ifade edeyim: Sayın Başkan, bir ayı aşkın bir süredir şu Parlamentonun 3’üncü partisinin 2 eş başkanının tutuklu olduğundan haberiniz var mı veya bir ayı aşkın bir süredir sizin bu konuyla ilgili bir demeç vermemeniz haberinizin olmadığıyla alakalı mı; ya değilse, sizin bu Meclisin tamamının Başkanı değil de sadece iktidar partisinin Başkanı olmanızla mı alakalı bir durumdur? Düşünün, şu yasama organının 10 üyesi bir ayı aşkın süredir tutuklu ve Sayın Başkanın bir tane demeci yok. Burada yasama faaliyetini koruyan, yasama organı üyelerini koruyan bir tavrınız yok Sayın Başkan.

Yine, onun ötesine geçerek ifade edeyim: Bakın, bu, bütün Parlamentonun, 10 arkadaşımızın tutuklu olması bu Parlamentonun ve özellikle onlara ilişkin geliştirilen uygulamalar ise Sayın Başkanın ayıbıdır.

Sayın Başkan, söyleyelim o zaman: Eş genel başkanlarımız ve vekillerimiz hâlâ bu yasama organının üyesi mi, değil mi; hâlâ dokunulmazlıkları var mı, yok mu? Sadece fezleke düzenlenmiş dosyalarla alakalı dokunulmazlığın kaldırılmasının ötesinde benden ve sizden farklı bir olumsuz yetki kırpması var da bizim mi haberimiz yok.

Size örnek veriyorum Sayın Başkan, bakın, utanmamız gereken bir örnek veriyorum: Eş genel başkanlarımız ve milletvekillerimiz şu Başkanlık Divanına soru önergesi verebilir mi, veremez mi; kanun teklifi verebilir mi, veremez mi? Eş genel başkanımız bir kanun teklifi ve soru önergesini posta aracılığıyla Meclis Başkanlığına gönderiyor, kendisine iade ediliyor. Acaba siz yetkinizi cezaevi müdürleriyle paylaştınız da bizim haberimiz mi yok? Siz cezaevi müdürlerini kendinize eş başkan atadınız da şu Parlamentonun haberi mi yok? Bir yasama faaliyeti cezaevi mektup okuma kurulu tarafından nasıl engellenebilir! Bundan ben utanıyorum. Acaba Parlamentonun diğer üyeleri ne hissediyor, hepimizin Başkanı olarak siz ne hissediyorsunuz? Nasıl olabilir böyle bir şey! Veya şu Parlamentoda okunmak üzere, grup toplantısında okunmak üzere gönderdiği mektubun yüzde 70’i nasıl silinebilir? Kim aldı onların dokunulmazlığını elinden? Ya değilse, 20 Mayıs günü burada Anayasa’ya ve uluslararası sözleşmelere aykırı bir şekilde kaldırılan dokunulmazlık değildi de, düşürülen milletvekilliğiydi de bizim mi haberimiz yok? Soru önergesi bir milletvekili nasıl veremez? Cezaevi müdürü nasıl engeller? Mektup okuma kurulu cezaevinde nasıl inceleyebilir? Bu, bu Parlamentonun ve başta da sizin ayıbınızdır diye düşünüyorum Sayın Başkan.

Bir diğer husus: Millî iradeyi diline pelesenk edenler, bakın, şu anda cezaevinde rehin tutulan 10 arkadaşımızın kendi seçim bölgelerinde seçildiği seçim itibarıyla aldıkları oy oranını okuyayım. Hakkâri’den seçilen değerli Selma Irmak, Nihat Akdoğan ve Abdullah Zeydan yüzde 84,9 oy aldılar. Hakkâri’yi sildik mi biz haritadan Sayın Başkan? Başka milletvekili yok. Şırnak’tan seçilen ve tutuklu olan, rehin alınan Leyla Birlik ve Ferhat Encu yüzde 83,9 oy alarak seçildiler. Diyarbakır’dan seçilen sevgili Grup Başkan Vekilimiz İdris Baluken ve Plan ve Bütçe Komisyonu üyemiz Nursel Aydoğan yüzde 77,7 oy aldılar Diyarbakır’dan. Sevgili Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ Van’dan yüzde 73,6 oy alarak seçildi. Siz şimdi Hakkâri’yi, Şırnak’ı, Diyarbakır’ı, Van’ı haritadan sildiniz de şu Parlamentoda temsiliyetlerini öldürdünüz de bizim mi haberimiz yok? Bu arkadaşlarımız soru önergesi veremiyor, kanun teklif edemiyor, utanç verici bir şeydir ve diğer partilerden istendiği anda onları ziyaret edebilen milletvekilleri varken bir tek kendi partilerinin milletvekilleri onları ziyaret edemiyor Sayın Başkan. Eğer bugünden itibaren bu konuya müdahale etmezseniz… Tek kişilik hücrede esaret altında tutuluyorlar, tek kişilik cezaevi koşulları bir işkenceye tekabül etmektedir ki uluslararası sözleşmeler böyle tarif ediyor. Şu Parlamentonun 10 milletvekili işkence altındadır, tecrittedir, bir ayı aşkın süredir tek kişilik hücrede tutuluyorlar, aileleriyle görüşmeleri sınırlandırılıyor. Mektuplar Meclise yazılamıyor. Mektup okuma kurulu sizin yerinizi almış, haberiniz yok Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bunu, bu uygulamayı geliştirenin asla tarafsız ve adil bir yargı olduğuna inanmıyoruz. Söyleyelim, biz bu işe bir yargılama olarak bakmıyoruz, hukuk ve adil yargılama demeyeceğiz, güç siyasetiyle intikam alma diyeceğiz ve onların cezaevinde tutulmasına tutuklama değil, rehin alma politikası dedik, demeye devam edeceğiz. Bizi buna alıştırmaya çalışıyorsanız yanılıyorsunuz. Ya 59’umuzu da cezaevine atacaksınız ya da bu Parlamentonun üyeleri serbest bırakılacaklar. Bunun ötesi HDP’nin değil, bunun ötesi yargının değil, bunun ötesi bu Parlamentonun ayıbıdır. İfade etmek isterim: Siyasetçinin muhatabı yargı değildir, halktır halk.

İdris Baluken’in neden tutuklandığını biliyor musunuz Sayın Başkan? Sadece, 2011 ve 2012’de Bingöl’de yapmış olduğu konuşmalar, bu kadar. Savcının sorduğu başka bir soru yok. Bir siyasetçi konuşmayacak da ne yapacak? Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın propaganda yapma suçundan tutuklu olduğunu biliyor musunuz Sayın Başkan? Bir siyasetçi siyasi propaganda yapmayacak da ne yapacak? Eğer bunu terör örgütü propagandası diye söylüyorsanız -bakın, geçen gün söyledim, tekrar söylüyorum- iktidara ve saraya göre, kendileri dışında kalan herkes terörist. Doksan yıllık Cumhuriyet gazetesi terörist, yazarları terörist, İcra Kurulu Başkanı terörist. Bu bir safsata, bu bir şehir değil saray efsanesidir. Ve alışmayacağız biz buna, bedeli ne olursa olsun alışmayacağız. Arkamızda milyonlar var ve onların iradesiyle biz buradayız. Siz seçimle geldiniz de, Eş Genel Başkanımızın dediği üzere, biz KPSS sınavı kazanarak mı geldik buraya? Halk beni gönderdi, halk alabilir. Başkaca her türlü uygulama bizim için despotizmdir, vesayetçi, tekçi anlayıştır, faşizmdir. Bizi teröristlikle suçlayanlar önce uygulamalarının ne kadar Hitler dönemine tekabül ettiğine baksınlar.

Günlerdir çamur medyasında, arkadaşlarımızın tutuklanmasıyla ilgili, arabasında terör örgütü üyesi taşımadan, silah taşımadan söz ediyorlar. Geçen gün söyledim, tekrar söylüyorum ve yaygınlaştırarak söylüyorum: Bir vekilimizle ilgili, bir polis fezlekesi, savcılık ifadesi veya düzenlemesi veya bir hâkimlikten bir belge getirin biz bütün grup olarak istifa edeceğiz. Yalan, yalan, yalan. Bu, Goebbels’in çok çakma bir hâlinin bu ülkede uygulanmasıdır. Hitler’in propaganda bakanı “40 defa yalan söyle, mutlaka 41’inciden sonra toplum tarafından gerçek olarak algılanır.” diye söyler. Ve söz konusu durumun -Anayasa'mızla, yasalarla- taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu ve bir hukuk garabeti olduğunu ifade edelim.

Bir diğer hususu daha belirteyim: Ölçüyü iktidar koydu ve her iktidar kendi koyduğu ölçüler üzerinden bir muameleyle karşılaşır. Bakın, Pinochet giderken kendi çıkarmış olduğu ceza kanunuyla yargılandı, Hüsnü Mübarek kendi çıkarmış olduğu faşist ceza kanunuyla yargılandı. Saddam giderken ne söylemişti? Hâkim yargılamaya başlıyor, Saddam’a soruyor: “Yargılamaya başlayacağız, bir talebiniz var mı?” Diyor ki: “Adil yargılanmak istiyorum.” Hâkim, mahkeme başkanı “Benim yapacağım bir şey yok. Sizin çıkarmış olduğunuz ceza kanunları üzerinden sizi yargılayacağız.” diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum Sayın Hatip.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

AKP iktidarı 2001’de bir siyasi ve ekonomik krizle geldi ama kendisinin bugün açığa çıkarmış olduğu yanlış politikaların ürünü olan bugünkü siyasi ve ekonomik kriz cumhuriyet tarihinin en büyük siyasi ve ekonomik krizidir. Bu temelde de şunu ifade edelim ki, ekonomik krizle gelenler ekonomik krizle giderler ama bizim karşı çıktığımız husus, faturasını 80 milyon insan ödememelidir. Bu yönüyle, bir an önce bu savaş sarmalından, bu siyasi krizden ve ekonomik krizden kurtuluşun yolunu hep birlikte açığa çıkarmak durumundayız. İçte ve dışta tarihimizin en büyük krizini yaşıyoruz. Bu krizi yaşamak mücbir sebeplere dayanmıyordu, hırs ve ihtiraslar bu ülkeyi bu hâle getirdi. Oysa, bu ülkenin geleceği, huzuru kişi, zümre ve partilerden evladır. Halkımızın da özgürlüğü her şeyden, her birimizin siyasi geleceğinden daha evladır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Eğer bu ülkeyi seviyorsak, halkımızın özgürlüğü ve mutluluğunu, Türkiye'nin birliğini ve dirliğini istiyorsak bir an önce bu savaş politikalarına son vermemiz gerekiyor. Hiçbirimizin çocuğu El Bab’ta operasyonda değildir, hiçbirimizin çocuğu sınır ötesi operasyona gitmemiş.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Hatip.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Şu 550 milletvekilinden birinin birinci dereceden yakın akrabalığı olan, operasyonda canını, hayatını ortaya koyan bir kişi gösteremezsiniz. Bu yönüyle de ben bu savaşın artık kirli, miadını doldurmuş bir savaş olduğunu ve bu bütçenin de onun iz düşümünde hazırlanmış bir savaş bütçesi olduğunu düşünüyorum.

Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ve tutuklu HDP milletvekillerinin yasama faaliyetlerinde bulunup bulunamayacakları konusunda araştırma yaptırdığına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, sayın hatip şahsımı hedef alarak bazı beyanlarda bulundu; açıklamalarda bulunmak istiyorum.

İç Tüzük madde 64: “Genel Kurula başkanlık eden Başkan veya Başkanvekili, asıl konu görüşülürken ve oylanırken hiçbir surette görüşünü açıklayamaz. Başkan veya başkanvekilleri, görevlerinin yerine getirilmesinin gerektirdiği haller dışında tartışmalara katılamazlar; kişisel savunma hakları saklıdır.”

Değerli milletvekilleri, dokunulmazlık demokrasinin ana esaslarından biri. Parlamenter muafiyetler, dokunulmazlık ve sorumsuzluk olarak ikiye ayrılıyor, malumualiniz ve ana vatanı İngiltere. Kralın milletvekillerinin önünü kesmemesi için başlayan çalışmalarda cezai yönden muafiyet tanınmış ve dokunulmazlık demiş, dokunamazsınız ama hukuki yönden yapılan bir haksız fiil varsa herkesin tazminatı ve dava hakkı var.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Sadece isnat var, ispat yok.

BAŞKAN – Kürsü sorumsuzluğu yine tanınmış bir haktır ve Mecliste söylediği sözlerden dolayı, bunu dışarıda tekrar etmekten dolayı herhangi bir takibata uğranmaz. Fransa bunun tersidir. Fransa’da hukuki dokunulmazlık vardır, cezai dokunulmazlık yoktur, hukuki bakımdan vardır. Ve biz İngiltere’deki sistemi seçtik ve bizim Anayasa’mızda cezai bakımdan dokunulmazlık var. İyi de ilanihaye mi var? Hürriyetler sonsuz mu? Hukuk devleti, bir anarşi devleti midir? Değil, olamaz, mümkün değil.

Dokunulmazlık hadisesinin kaldırılması hep tatbik edildi. Bakınız, 1925-1950 arası 10 dosyada dokunulmazlık kaldırıldı ve ilki adam öldürmeye teşvik; milletvekili mahkûm oldu. İkincisi, 1928’de Yavuz-Havuz davasındadır ve bir suistimal hadisesidir; bizzat İsmet Paşa, İsmet İnönü Yüce Divana müracaat etmiştir ve kendi bakanını Yüce Divana vermiştir -Bahriye Nazırını- ve sonra kurduğu hükûmette Bahriye Nazırlığını da kaldırmıştır ve bakan mahkûm olmuştur. 1950-1960 arasında 6 dosya var, 1960-1980 arasında 10 dosya var, 1980’den günümüze 17 dosya var.

Büyük Millet Meclisimiz 20/5/2016’da bir karar verdi, referanduma gitmeyecek rakama ulaştı ve 376 reyle 154 milletvekilinin 810 dosyası hakkındaki dokunulmazlığı kaldırdı.

Burada, 29/7/2015’te Halkların Demokratik Partisinin Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiği ve 88 kişinin imzaladığı bir takrir var.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – “88” derken?

BAŞKAN – 78 kişinin.

Bunlar arasında Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım Bey’in imzası var ve diyorlar ki: “Ekte isim ve imzaları bulunan Halkların Demokratik Partisi üyesi milletvekillerimizin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda gereğinin yapılmasını bilgilerinize arz ederiz. 29/7/2015”

Partilerde konsensüs oldu ve Anayasa değişikliğiyle dokunulmazlık kalktı. Neye ait? 810 dosyaya ait; dışındakiler değil.

Peki…

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Bu 810 dosya arasında mektuplarını incelemek de var mı?

BAŞKAN – Anlayamadım?

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Bu 810 dosya arasında eş genel başkanlarımıza gönderdikleri mesajlara el koymak var mı?

BAŞKAN – Devam edeceğim konuşmaya, lütfen dinleyin.

Şimdi, bu, sadece bizde değil, mesela Amerika Birleşik Devletleri’nde son yirmi yılda 27 Temsilciler Meclisi ve Senato dokunulmazlığı kaldırıldı. Avustralya’da 5. Fransa’da rüşvet, yolsuzluktan 3 kişi, İngiltere’de 30 kişi yirmi senede.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Türkiye’de kaç kişi?

BAŞKAN – Trafik cezası onlardan biri. Ve buraya kadar terör yok.

İspanya’da yirmi yılda 3 eski bakan, İrlanda’da yirmi yılda 10 bakan, vergi sahtekârlığı, gösteri yürüyüşünde bulunmak, kamu düzenini bozucu davranışlarda bulunmak. Finlandiya’da beş yılda 3 eski bakan, İtalya’da yirmi yılda 6 - mafyayla ilişkili ve ırkçı söylemler söyleyen- kişi.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Bizim için sadece konuşmalardan dolayı var.

BAŞKAN - Kanada’da yirmi yıl içinde, eşine şiddet uygulama ve sivil itaatsizlikten 3 kişi. Yunanistan’da yirmi beş yılda 2 eski bakan, yolsuzluk ve yirmi yıla mahkûm oldular. Bunun devamı var. Siz değerli milletvekillerimize dağıttığımız bu husustaki bilgimiz var. Araştırma birimimiz bu noktada bir kitap hazırladı.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Siyaset yaptığı için tutuklanan var mı?

BAŞKAN - Şimdi “Dokunulmazlığımı kaldırınız, bana dokununuz, ben korkmuyorum.” dediniz. Çıktı yasamadan bu iş. Kime gitti? Yargıya gitti.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Hangi yargıya?

BAŞKAN – Demokrasinin temeli ne? Kuvvetler ayrılığı. Meclis Başkanı kimdir, hangi hakla buna müdahale edecek? Edemez, yargının tasarruflarına edemez. (HDP sıralarından gürültüler) 1961’e kadar kuvvetler birliği tatbik ediliyor idi ama kuvvetler ayrılığı var. Demokrasinin de vazgeçilmezidir.

“Meclis Başkanı neden ilgilenmiyor, niye ilgilenmiyor?” Adalete intikal etti, yargıya intikal etti.

Biraz belki havayı yumuşatır diye söylüyorum: Adam suçu üzerine almış, üzerine almış, kendi işlememiş ama demişler “Bak, bu gidişle asılırsın.“ “Asılayım ne olacak?” Savcı da “Ya, yapmadın herhâlde, üzerine aldın, asılacaksın.” “Asılayım, ne olacak?” Hâkim de aynı şeyi söylemiş, idamına karar vermiş. Sehpaya gitmiş, klasik hadise, sandalyeyi altından çekmişler, “Ah, son isteğini sormadık.” demiş savcı, tutmuş. Adam ne demiş: “Bu nasıl asılmaktı, az daha boğuluyordum?” (HDP sıralarından “Ha, ha, ha!” sesi)

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Çok gülünç! Gerçekten çok komik! Komedi!

BAŞKAN - Allah Allah, kaldırtacaksınız…

Fiillere gelince, bakınız, 22 tane dosyası var Sayın Selahattin Demirtaş’ın, Eş Genel Başkanın: Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, terör örgütü üyesi olmak…

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Siz yargı mısınız?

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Siz hâkim ve savcı mısınız?

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Siz yargı mısınız, karar mı verdiniz Sayın Başkan?

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Hani bağımsızdı? Nerede bağımsızlık?

BAŞKAN - …silahlı terör örgütüne üye olmak, Türkiye Cumhuriyeti’ni alenen aşağılamak, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına hakaret, devletin askeriye ve Emniyet teşkilatını alenen aşağılamak, terör örgütü PKK’nın propagandasını yapmak.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Bu fezlekeyi kim hazırlamış Başkan?

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Siz nerenin başsavcısısınız Sayın Başkan?

BAŞKAN - Arkadaşlar, şunu bir kere zabıtlara geçmesi için tekrar ediyorum: Türkiye’de bir savaş yoktur, terörizmle mücadele vardır.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – İspatlayacak hiçbir şey yok! İspat edilen hiçbir şey olamaz.

BAŞKAN - Öyle şey yok, Türkiye bir bütündür. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Bu bütünlüğü bozdurtmayız ve bozulamayacaktır. Böyle savaş diye bir hadise olamaz.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Başsavcı!

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Siz nerenin başsavcısısınız? Ayıptır be! Kendi üyenize sahip çıkamıyorsunuz, ondan sonra burada böyle konuşuyorsunuz.

BAŞKAN - Ve mesela, bir diğeri, ne diyor Abdullah Zeydan Bey, Hakkâri Milletvekili: “PKK’nın öyle bir gücü var ki sizi tükürüğüyle boğar.” Savcı inceliyor, talep ediyor mevzuata göre, kanunlara göre, hâkim de karar veriyor ve tevkif ediliyor.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Siz savcılık yapın o zaman.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Siz burada durmayın, durmayın, Meclis Başkanlığından istifa edin, savcılık yapın, yargıç olun! Yargıç olun, yargıç!

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Siz hâkim ve savcı mısınız Başkan? Siz Parlamentoyu savunan bir Başkan mısınız, yoksa hâkim ve savcı mısınız? Siz hâkimlik görevi mi yapıyorsunuz burada?

BAŞKAN - Geliyorum hapishaneye, hapishanenin kendi şartları var, o şartlara uyacaksınız. Türkiye kanun devletidir, istediğinizi yapamazsınız, yaptırılmaz.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Ne kanunu be, ne kanunu? Senin böyle yanlı yaptığın bir kanun mu olur? Meclis Başkanının yargıç olduğu bir kanun var mı?

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – AKP’nin kanunu var burada!

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Şu anda siz görevinizi kötüye kullanıyorsunuz! Meclis Başkanı olduğunuzu unuttunuz, kendinizi yargıç yerine koyuyorsunuz!

GARO PAYLAN (İstanbul) – Meclis Başkanısın, Meclis Başkanı!

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Meclis Başkanının yargıç olduğu bir karar var mı? Ayıptır ya!

BAŞKAN - Geliyorum Sayın Ahmet Yıldırım’ın “Milletvekilleri acaba iştirak edebilir mi yasamaya?” sualine: Ben o noktada bir araştırma yapıyorum, Anayasa profesörlerinden görüş alıyorum, onu da sizin ıttılanıza arz edeceğim.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Meclis Başkanısın, başsavcı değil!

BAŞKAN - Vaziyet bundan ibarettir. Suhuleti bozmayalım. Birliğimizi, bütünlüğümüzü, vahdetimizi bozmayalım. Buradaki milletvekilleri sadece şu ilin milletvekili değildir…

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Onlar halkın dokunulmazlık verdiği insanlar, onlar milletvekilleri, hâlâ milletvekilidirler!

BAŞKAN - …Türkiye’nin milletvekilidir, her ilin milletvekilidir.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sizin onların dokunulmazlığını savunmanız gerekir.

BAŞKAN – Bu inançtayız ve bendeniz tekrar ediyorum, şu Anayasa’dan ve İç Tüzük’ten dışarı çıkmam biiznillah. Ben hesap gününe inanıyorum. İlahi adalete de inanıyorum, ona göre hareket ediyorum. Hareketim böyle devam edecektir. (HDP sıralarından gürültüler)

Hepinize tekrar teşekkür ediyorum. Açıklamam bundan ibarettir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

GARO PAYLAN (İstanbul) – Başkan değil, başsavcısın, kabul et.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – 4 tane bakanı kim yargılayacak Başkan?

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Ahmet Bey.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Adımı kullanarak…

BAŞKAN – Kullandım.

AHMET YILDIRIM (Muş) –…konuşmamı bağlamından kopardınız. İç Tüzük 69’a göre sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

İki dakika…

GARO PAYLAN (İstanbul) – Cemaatin hazırladığı dosyalardan başsavcılık yapıyorsun.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın yaptığı açıklaması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

AHMET YILDIRIM (Muş) – Ya, Sayın Başkan, şimdi bizim makamınıza duyduğumuz saygı gereği keşke bugünkü konuşmayı hiç yapmasaydınız da bir ayki suskunluğunuzu korumuş olsaydınız. Bakın, kendinizle nasıl da çeliştiniz ama. Dediniz ki: “İç Tüzük 64 benim burada değerlendirme yapmama engel.” Biz “Oradan değerlendirme yapın.” demedik ki, “4 Kasımdan beri neden sustunuz?” diye söyledik. Sizin konuşacağınız yer, başsavcı gibi… Orası Meclis Başkanlığı koltuğu, başsavcılık koltuğu değil. Sayın Başkan, bir şeyleri fena karıştırıyorsunuz siz. Bakın -siz orada değil- bir aya yakındır şu Başkanlığını yaptığınız Meclisin 10 üyesine dair bir demeciniz yok diye söyledik.

Bir diğer husus, şunu söyleyelim, bakın, biz dokunulmazlığımızın değil, 550 milletvekillinin dokunulmazlığının kaldırılmasını hâlâ istiyoruz. Size yalın bir şey soruyoruz: Bu arkadaşlarımızın milletvekilliği düşürüldü de bizim haberimiz mi yok? Şu anda onlar bu yasama organının üyesi mi, değil mi? Somut soruyorum, başka yere çekmeye gerek yok. Ya değilse, sizin bu konuşmanız yargıçlara talimattır, talimat!

ALİ ERCOŞKUN (Bolu) – Ne alakası var.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Siz Türkiye’nin ikinci yüksek mevkisinde oturan kişisiniz ve o bağımsız, tarafsız yargı diye övdünüz. 15 Temmuzdan beri bu ülkedeki savcı ve hâkimlerin yüzde 30’dan fazlası terör örgütü suçlamasıyla görevinden uzaklaştırıldı. Bu yüzde 30’u ne alan bizdik ne de terörist suçlamasıyla atan biziz. Alan belli, atan belli. Yüzde 11’ini terör örgütü üyesi suçlamasıyla bu iktidar tutukladı. Böyle bir yargı bağımsız değildir, böyle bir yargı bakımsızdır.

Size gelince: Biz mi söyledik? Cumhurbaşkanı söyledi: “Anayasa Mahkemesini tanımıyorum, kararlarına da saygı duymuyorum.” O zaman yargı siyasaldı da şimdi mi bağımsız oldu Sayın Başkan?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Ve sözlerinizi iade ediyorum. Siz yargıçlara talimat verdiniz bugün buradan. Makamınız da başsavcılık değil, Meclis Başkanlığı makamı. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Yıldırım, beyanlarınızı şöyle cevaplandırayım: Herhangi bir tenakuzum yok, mütenakız bir beyanım yok, zaruri bir açıklamam var.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Tabii, tabii.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Neresi zaruri, neresi? Başsavcı gibi açıklama yapıyorsun.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Başkan, byLock’çuları da yargılayın. Buraların yarısı byLock’çularla dolu, onları yargılayın. Niye onları yargılayamıyorsunuz?

BAŞKAN – O savcılar, Türk adaleti, Türkiye adaleti gereken şekilde elinde terazisini tutacaktır, gereken kararı verecektir. Onun için, lütfen Genel Kurulun mehabetini bozmayalım.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Askerleri sokakta kamçılayan biz miyiz? Kamçıladınız, kafalarını kestiniz askerlerin.

BAŞKAN - Ben kendi görevimi biliyorum ve görevimin gereğini ifa ediyorum, ifa etmeye de devam edeceğim. Hepimizin Türkiye’mizin geleceğini düşünmesi, birlik ve bütünlüğünü sağlaması görevimizdir, hangi partide olursak olalım.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Bunların yarısı byLock’çudur, en önde oturanlar byLock’çu, onları yargılayın. Bu ülkeye darbe teşebbüsü yapan byLock’çular aramızda.

BAŞKAN - Bakınız, 15 Temmuz faciasından sonra nasıl bir bütün içinde olduk. Biz hep bir bütün içindeyiz. Bunu bozmayacağız.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Masumiyet karinesi nerede Sayın Başkan, masumiyet karinesi? Siz başsavcı mısınız, yargıç mısınız, Meclis Başkanı mısınız?

BAŞKAN - Artı, uluslararası camiada bu mevzu komisyonlara gidiyor, kurumlara gidiyor, bu konuşmalar aksettiriliyor. Buna karşı Meclis hiçbir şey demeyecek. Diyeceksiniz ve öyle kalacak. Hayır, öyle şey yok. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, HDP sıralarından gürültüler)

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Çok doğru söylediniz, tebrik ediyorum sizi! Hadi yargılatın. En önde oturanlar bile byLock’çu.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Bir aydır susan dilsiz şeytandır.

BAŞKAN - Şunu da ekleyeyim sayın milletvekilleri: Islak imzayla Başkanlığımıza ulaştırılan kanun teklifleri ile soru, araştırma ve genel görüşme önergeleri işleme alınmaktadır. Islak imza atılmayan önergeler ise Başkanlığımızca işleme alınmamaktadır. Ancak, bir başka milletvekili tarafından üstlenilen, imzalanan önergeler de işleme alınmaktadır. Durumun böyle bilinmesini de istirham ediyorum.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Dinleme kararını siz mi verdiniz?

BAŞKAN - Diğer bir husus da, 810 dosya hakkındadır bu dokunulmazlığın kalkması, bunun dışındakiler değildir.

Tekrar teşekkür ediyorum; bilgimi sundum.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Sayın Başkan, bugünkü duruşunuz Türkiye’nin yarınını belirleyecektir, bunu unutmayın, bunu unutmayın lütfen.

BAŞKAN – Şimdi, söz sırası…

GARO PAYLAN (İstanbul) – Başsavcı…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – …Sayın Bilgen’de.

GARO PAYLAN (İstanbul) – İstifa et, istifa, git başsavcı ol.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Kars Milletvekili Sayın Ayhan Bilgen.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bilgen.

Süreniz otuz dakikadır. (HDP sıralarından alkışlar)

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, İç Tüzük hakkımı engellemiş oluyorsunuz.

GARO PAYLAN (İstanbul) – 60, 60…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sabahtandır İç Tüzük hakkımı engellemiş oluyorsunuz.

BAŞKAN – Nedir Sayın Demirel?

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sabahtandır söz istiyorum, söz vermiyorsunuz. Ayhan Bey konuşsun, sonra…

GARO PAYLAN (İstanbul) – Söz istiyor, söz, grup başkan vekili söz istiyor.

BAŞKAN – Bir dakika efendim…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – İç Tüzük hakkımı engellemiş oluyorsunuz ama vekilimiz kürsüde, ben söz hakkımı sonra kullanacağım.

BAŞKAN – Ayhan Bey’den sonra vereyim hanımefendi, bir grup başkan vekili olarak vereyim.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Siz İç Tüzük hakkımı engellemiş oluyorsunuz.

BAŞKAN – Görmedim hanımefendi, burada da aksetmedi ekrana.

Buyurun Sayın Bilgen.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Başsavcı…

BAŞKAN – Hayır, rica ediyorum…

GARO PAYLAN (İstanbul) – Başsavcı…

BAŞKAN – Ben iyi bir hukukçuyum, hukuku da gayet iyi bilirim ve sizler gibi bu ülkemi severim, bayrağımı severim, vatanımı severim ve milletimi severim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Teşekkür ediyorum.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sürenin yeniden başlatılmasını talep ediyorum.

ALİ ERÇOŞKUN (Bolu) – Ya, onu konuşmacı talep etsin, sen bırak.

BAŞKAN – Gayet tabii, tabii, ikazınıza teşekkür ediyorum.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı 433) (Devam)

2.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733), 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2015 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/828), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 211 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/829), 2015 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/830), 2015 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/831), 2015 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/832), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2015 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/834) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 434) (Devam)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bilgen.

HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün 5 Aralık. 5 Aralık 1934 tarihi Türkiye Cumhuriyeti’nin birçok Avrupa ülkesinden de ileri bir adım atarak kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıdığı tarihtir. Yani, bir yıl dönümündeyiz. Tabii, seksen iki yılda ne kadar mesafe aldık -herkes kendi grubuna bakarsa ya da Hükûmet sıralarına bakarsanız- bu Parlamentoda kadının eşit temsiliyle ilgili, siyasette sesinin duyulmasıyla ilgili nerede olduğumuzu görürüz. Ama, galiba, bir teşekkür borcumuz var, o da bu resimdeki eşit temsiliyettir. 10 milletvekilinin 5’i kadın, 5’i erkek. Yani, kadın temsiliyeti konusunda, galiba tutuklamada, milletvekillerini cezaevine koymada seksen iki yılda epeyce bir mesafe almışız.

Değerli milletvekilleri, biraz önce, tabii, bir polemik, bir tartışma olduğu için galiba söze oradan girmem gerekiyor. Biz, hepimiz imzalarımızın arkasındayız. Bizim önerimiz, hem bireysel dokunulmazlıkların ileriye de yürüyecek biçimde tümden kalkmasıdır hem de Anayasa değişikliğiyle ilgili önerimiz çok açıktır yani geriye dönük birikmiş dosyaların toptancı halinde milletvekili satılır gibi komisyondan geçirilmesi değildir bizim önerimiz, çok açık. Bundan sonrasıyla ilgili işlenecek suçları bu düzenleme kapsıyor mu kapsamıyor mu? Kapsamıyor. Eğer bu Parlamentodan geçen düzenlemeyi, üç partinin de desteğiyle, referanduma gitmemesi için verilmiş destekle geçen düzenlemeyi herkes, hepimiz bir daha, yeniden okursak göreceğiz ki söz konusu olan değişiklik sadece o güne kadar fezlekesi hazırlanıp gönderilen dosyalarla ilgilidir. Dolayısıyla, dokunulmazlıklar kalkmamıştır, kaldırılmamıştır. Biz hâlâ istiyoruz ve varız. Buradaki herkesin, 550 milletvekilinin dokunulmazlığı kalksın, biz söylediğimiz sözlerden dolayı yargılanalım, birisi zimmetten, birisi rüşvetten, birisi haksız kazanç elde etmekten, irtikaptan yargılanmaktan dolayı korkuyorsa onlar da çıksınlar yargı önünde hesap versinler.

Değerli milletvekilleri, bu tarihler, bugünler bir şeyin daha yıl dönümü, 17 Aralığın yıl dönümü. Bu bütçe biterken neredeyse üzerinden üç yıl geçmiş olacak. “Bakanlar yargılanmasın.” diye burada eller kalktı, indi ve bakanlarla ilgili yargılanmama kararı bu Parlamentodan çıktı. Eğer bir yargı korkusundan bahsediyorsak, yargılanma korkusundan bahsediyorsak galiba o bakanları yargıdan kaçıranların korkusu çok daha belirleyici, çok daha net.

Değerli milletvekilleri, tabii ki Türkiye tarihi, Türkiye Cumhuriyeti tarihi, Türkiye Parlamento tarihi geçmişte de siyasetin yargı sopasıyla cezalandırıldığının ya da daha farklı yöntemlerle etkisiz, işlevsiz hâle getirildiğinin örnekleriyle doludur ama bunun en somut örneği aslında istiklal mahkemeleridir. İstiklal mahkemelerinde milletvekilleri, Kurtuluş Savaşı’nın önderleri, Mustafa Kemal’in silah arkadaşları yargılanmıştır ve tabii ki, bu uygulamalar, bu tutum Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’den beri Türkiye siyasi tarihine bir kara leke gibi geçmiştir. Bu sıralarda oturanlar siyasete girerken sonunun nereye varacağını bilerek gelirler, siyasete bu niyetle girerler, yakınlarını zengin etmek için, büyük ihaleler almak için gelmezler. Dolayısıyla da Ali Şükrü Bey’den bu yana Türkiye'de muhalif olmanın ne demek olduğunu, muhalif gazeteci olmanın ne demek olduğunu, muhalif akademisyen olmanın ne demek olduğunu, muhalif sendikacı olmanın ne demek olduğunu nasıl herkes biliyorsa, muhalif siyasetçi olmanın ne demek olduğunu da gayet iyi bilerek, bunu göze alarak buraya gelirler.

Değerli arkadaşlar, çok net bir tabloyla karşı karşıyayız. Eğer milletvekillerinin tutuklu yargılanabileceğine dair bir yeni düzenleme bu Parlamentodan geçmiş ve bizim haberimiz olmamışsa gayet tabii biz çıkar, özür dileriz, düzeltiriz. Aksine, milletvekillerinin tutuklu yargılanamayacağına dair daha önceki dönem tutuklanan ve uzun süre cezaevinde kalan CHP'li, MHP'li ve BDP’li milletvekillerinin, bağımsız milletvekillerinin yaşadığı durumla ilgili Anayasa Mahkemesinin kararı çok nettir. Milletvekili yargılamasının tutuklu olamayacağı çok net biçimde ortaya konmuştur. O kararın gerekçesinde ifade edilen mevzuatta hiçbir değişiklik olmamıştır. Bu Parlamentoda geçen ve şimdi milletvekillerimizin ifadeye gitmedikleri için gözaltına alınma, tutuklama nedeni olarak gösterilen mevzuatla ilgili değildir yapılan değişiklik.

Sayın Başkan, sizi bağlayan Anayasa'nın 83’üncü ve 85’inci maddesinde yazılı düzenleme nettir, dolayısıyla buradan geçen düzenleme, burada hukuk dışı biçimde gerçekleştirilen düzenleme de 83 ve 85’i esasen değiştirmemiştir. Ama size bir teşekkür borcumuz var, o da, sizin muhtemelen bilginiz dâhilinde, belki talimatınızla Mecliste uzmanlar çok güzel bir çalışma yapmışlar, dünya örneklerini, Avrupa karşılaştırmalarını yapmışlar, siz de biraz önce kürsüden paylaştınız; çok değerli bir çalışma, emeği geçen herkese teşekkür etmemiz lazım. Avrupa’da kürsü dokunulmazlığı nedir, dünyada yasama dokunulmazlığı neyi kapsar, buna dair çok güzel değerlendirmeler ve mevzuat karşılaştırmaları var ama bir de o kitapçığın sonunda -ben herkese tavsiye ederim ve herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum- pratik karşılaştırması var. O pratik karşılaştırması gösteriyor ki, sizin de biraz önce kürsüden aktardığınız gibi, dünyada milletvekillerinin tutuklanması ya da cezalandırılmasıyla ilgili somut örnekler sadece zimmet, rüşvet, yüz kızartıcı suçlarla ilgilidir, bunun dışında tek örnek İsrail cezaevlerinde tutulan Filistinli milletvekilleriyle ilgilidir. (HDP sıralarından alkışlar) Bundan başka hiçbir örnek, hiçbir gerekçeyle, terörle mücadele de dâhil olmak üzere hiçbir gerekçeyle dünya örnekleri arasında yer almamaktadır. Sizin basıp dağıttığınız kitapçıkta da bu, çok net biçimde ortaya konulmuştur.

Değerli arkadaşlar, ifadeye gitmeme sorunu olsaydı eğer karşı karşıya bulunduğumuz sorun, 10 milletvekilimizin tutuklanmasının gerekçesi ifadeye gitmeme olsaydı yani buralardan söylenen gerekçeye söyleyenlerin kendileri inanıyor olsalardı, sanırım, diğer 3 arkadaşımıza yapıldığı gibi onlar da zorla götürüldükleri ifadeden sonra serbest bırakılırlardı ama burada çok açıkça bir tutuklama durumu var ve bu tutuklama durumunun biz tabii, koşullarını konuşmayı, tartışmayı çok doğru bulmuyoruz, tutuklamanın kendisi hukuksuzluk ama bu uygulamaya baktığınızda şunu net biçimde görüyorsunuz: Çok açık biçimde, Sayın Demirtaş Sayın Zeydan’la aynı cezaevinde birlikte kalmak istiyor. Tecridin -biraz önce arkadaşımız da söyledi- insan hakları ihlali olduğunu Türkiye imzaladığı sözleşmelerle, anlaşmalarla kabul etmiştir. Ortak kullanım alanları, cezaevinde en az kaç kişinin birlikte kalabileceğine dair düzenlemeler çok nettir ama Sayın Demirtaş’ın Sayın Zeydan’la birlikte kalmasının önündeki engel, kendisine sunulan gerekçe güvenliktir değerli arkadaşlar.

Yani siz inanabiliyor musunuz, aynı partinin eş genel başkanı, kendi grubundan milletvekiliyle birlikte kalmak istiyor ve cezaevi yönetimi, güvenlik nedeniyle, Sayın Demirtaş’ın güvenliği nedeniyle bunu uygun bulmadığını söylüyor. Şimdi, biz, bunu yargının bağımsızlığı diye mi tarif edeceğiz? Cezaevi idaresi böyle bir şey mi? Cezaevi müdürleri canlarının istediğini yapma hakkına mı sahipler, yoksa bu çatı altında imzalanan anlaşmalar, sözleşmeler, Anayasa cezaevi müdürlerini de kapsıyor mu?

Değerli milletvekilleri, tabii, bütçeyle ilgili teknik bir konuşma, teknik bir tartışma yapmanın koşulları yok ama ben birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum.

Çok ilginç biçimde, burada, biraz önce, Sayın Maliye Bakanı, örneğin dış borç miktarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranıyla ilgili rakamı telaffuz etti; yüzde 32 yanlış hatırlamıyorsam, rakam böyle.

Değerli arkadaşlar, bir süredir Avrupa Birliğine üye olmak isteyen ülkeler muhasebe sistemlerini bozuyorlar, değiştiriyorlar; Maastricht Kriterlerine göre rakamları yakalayabilmek için, tutturabilmek için, yani o oranın işte yüzde 60’ları bulmamasını sağlamak için, kamu-özel iş birliğiyle gerçekleştirilen sözleşmeleri, kamu dış borcu kalemi içerisinde muhasebeleştirmiyorlar. Bu rakamlara yalan söyletmekten başka bir şey değil, kendinizi kandırmaktan başka bir şey ifade etmiyor. Başka ülkeler de yapıyor ama kötü emsal, emsal olmaz. Biz, bu çatıda, bu halka hesap vermek zorundayız.

Şimdi, yüzde 32 diye açıkladığınız rakam, sadece şehir hastaneleriyle ilgili yükümlülüğü eklediğinizde yüzde 42’nin üzerine çıkıyor. Ulaşımla ilgili yükümlülüğü, kamu-özel işbirliğiyle (KÖİ) ilgili sözleşmeleri eklediğinizde rakam yüzde 45’e çıkıyor. Bakın, sadece dış borç, gayrisafi yurt içi hasıla oranıyla ilgili bu söylediğim şey. Bunun gibi birçok rakam var üzerinde konuşacağız, bir hafta boyunca tartışmalar yapacağız.

Mesela, eğitim rakamlarının karşılaştırılması. Eğitim rakamları en çok harcama kalemi olduğu için üzerinde duruyorum. Eğitim yatırımlarının eğitim harcamaları içerisindeki payının 2002’den 2017’ye gelene kadar neredeyse yüzde 100 düşmüş olması gibi birçok şey var konuşulacak.

Yine, Türkiye Cumhuriyeti 11 pilot ilde toplumsal cinsiyet farkındalığıyla ilgili projeler yürüttü, sadece Aile Bakanlığıyla ilgili olduğu için söylüyorum. Ama, bu 11 ilde Birleşmiş Milletlerin fonlarıyla, hibeleriyle yürütülen projelere bile bu bütçe hazırlanırken uyulmuyor, dikkat edilmiyor ve dolayısıyla da bu bütçenin ne yazık ki Türkiye’deki kadın erkek eşitsizliği başta olmak üzere her türlü eşitsizliği, gelir dağılımındaki çarpıklığı gidermeye dair sosyal boyutu da ciddi biçimde zarar görüyor ama son yılların en kritik tartışmalarından biri -şeffaflık konusunu da kapsadığı için söylüyorum- Sayıştay denetimi konusudur.

Değerli arkadaşlar, neredeyse bütün bakanlıklarla ilgili Sayıştay diyor ki: “Şeffaflık konusunda özen gösterilmemiş, harcama kalemleri somut biçimde ifade edilmemiş.” Üstü örtülü biçimde, örneğin Aile Bakanlığıyla ilgili, “kültürel faaliyetler” diye geçiyor ama bu kültürel faaliyetlerin tam neye denk geldiğiyle ilgili kapalı değerlendirmeler… Aslında biz biliyoruz hangi harcama kalemlerine denk geliyor ama kamuoyunun gözünden bunlar kaçırılmaya çalışılıyor. Yine, etki değerlendirmesi için bilgi sunumu konusunda Sayıştay uyarıyor bakanlıkları, diyor ki: “Benim etki değerlendirmesi yapabilmem gerekiyor, bunun için de senin benimle bilgiyi açık, somut paylaşman gerekiyor.” Ama bakanlıklar bunu yapmamışlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç itibarıyla, Türkiye ekonomisinin gayet tabii, hissedildiği ölçekte, hissedildiği ölçüde tartışılması gerekiyor. Burada çok rakamları iyi sunabilirsiniz. Kulağa hoş gelen rakamları dinleriz, duyarız, bu haftayı geçiştirebiliriz ama hemen şuradan Tunus Caddesi’ne -bir tebdilimekân- gidin lütfen, Tunus Caddesi’ndeki dükkânları bir ziyaret edin; kimliğinizi söylemeyin, bakan olduğunuzu, milletvekili olduğunuzu söylemeyin; işlerin nasıl olduğunu sorun. İsterseniz aşağıya doğru yürüyün, Olgunlar Sokak’a gidin, Sakarya’ya gidin, esnafın hâlini görün, kaç dükkânın devir ilanı astığını görün.

Şimdi, bir ülkenin ekonomisi, maliyesi neyle ölçülür? Ya devlet bütçesiyle ölçülür ya da kişi refahıyla ölçülür. Kişi refahı yoksa, devlet bütçesiyle ilgili rakamların da üzerinde oynanarak sadece bir göz boyama, durumu kurtarma pozisyonu ortaya çıkarılmışsa, o zaman o bütçenin emekten yana olduğunu, o bütçenin çalışandan yana olduğunu, o bütçenin dar gelirliden yana olduğunu söylemek son derece zordur.

Güzel bir söz var: “Uzun vadeli planlama, gelecekteki kararlar için değildir, bugünkü kararların geleceğiyle ilgilidir.” denmiş. Yani, biz, bugün aldığımız kararların, bugün oyladığımız kararların gerçekten ne kadar uygulanır olup olmadığını, uygulanabilir bir durumun yakalanıp yakalanamayacağını aslında öngörülerimizle ortaya koyarız.

Bakın, bütçede 2017’yle ilgili olumlu beklentilerden birisi, iyileşme nedeni sayılan önemli başlıklardan birisi, jeopolitik ortamın iyileşmesi. Şimdi, beş yıl önce, yanı başınızla ilgili, en uzun sınırınız olan komşunuzla ilgili, Suriye’yle ilgili bir öngörüde bulunmuşsunuz, demişsiniz ki: Birkaç hafta içerisinde -aylar değil, yıllar değil- Suriye’de Esad gidecek, rejim değişecek ve Suriye’de insan hakları ihlalleri bitecek.” Şimdi, dört beş yıl önce, en uzun sınırınız olan komşunuzla ilgili öngörünüzde bu kadar ıska geçtiğinizde, 2017’yle ilgili bölgesel gelişmelerde jeopolitik durumun iyileşeceğini varsayarak Türkiye ekonomisinin daha iyi bir noktaya gideceğini neye göre öngörüyorsunuz? Hangi ülkeye bakarak, hangi komşunuzdaki gelişmeler ya da hangi müttefikinizle kurduğunuz ilişkiler üzerinden bunu söyleyebiliyorsunuz, doğrusu ben merak ediyorum.

Değerli arkadaşlar, dört yıl önce, beş yıl önce biz Suriye sürecine müdahil olurken, bu kürsüde konuşmalar yapılırken, miting meydanlarında hamaset dolu mesajlar verilirken Suriye halklarına, Suriye’deki Türkmenlere, Suriye’deki diğer halkların geleceğine -işkence, kötü muamele- orada Sünnilere yapılan haksızlığı gündem yapıyorduk. Yani, biz orada aktiftik, Suriye halklarının geleceği için aktif pozisyon aldığımızı iddia ediyorduk; ne kadar doğruydu, değildi, ayrı bir şey ama şu anda Türkiye'nin gündeminde Suriye neden var? Sadece savunmak için var, Türkiye’ye yönelik tehdit için var, Türkiye’ye yönelik tehlikeyi öngörebilmek ve bunun önüne geçmek için Türkiye orada var. Şu anki girişimler, El Bab’daki operasyon Türkiye'nin güvenliğini ne kadar garantiye alıyor, bu da tabii ayrı bir tartışma konusu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sadece bölgeyle ilgili jeopolitik öngörümüz değil, aslında bütün dünyayla ilgili jeopolitik öngörümüz baştan sona sakat. Bakın, biz Avrupa Birliğine karşı alternatif olarak Rusya’yla ilişkiler, Şanghay hesabı yapıyoruz. Çin dünyada döviz rezervi en yüksek olan ülke, son yıllardaki düşüşe rağmen 3 trilyon doların üzerinde döviz rezervi var. Biz, bir taraftan, yastıkaltındaki dolarlara göz dikmişiz ekonomiyi kurtarmak için… Bunun da nasıl bir rakama tekabül ettiğini ben bilmiyorum -çünkü yastıkaltıyla ilgili bir öngörüde bulunuyorsanız kayıt dışının düzeyini itiraf ediyorsunuz demektir- ama sadece bir Çin karşılaştırması için bunu söyledim.

Rusya’yla ilgili planlar yapıyoruz değerli milletvekilleri ama Rusya Devlet Başkanı Putin birkaç gün önce 2017 değerlendirmesi yaptı. Bu, senelik yaptıkları rutin konuşma, değerlendirme Rusya Devlet Başkanının. Bu seneki değerlendirmesindeki mesajının özü Avrupa Birliğiyle, Avrupa ülkeleriyle ilişkileri iyileştirme üzerine kurulu. Yani, biz Avrupa’ya posta atıyoruz Şanghay’a güvenerek ama Şanghay’ın patronu da Avrupa’yla ilişkileri iyileştirme üzerine 2017 mesajı veriyor.

Değerli milletvekilleri, tarih okumamız yanlış, gelecek okumamız yanlış, hem de çok kötü karşılaştırmalar yapmaya sebebiyet verecek yanlışlıklar içeriyor. Dünya ekonomik krizinin 1920’li yıllarla -1929- karşılaştırması yapılıyor; Birinci Dünya Savaşı’nın en kötü koşullarına yakın koşullarda bulunduğumuzu, o tarihten bu yanaki en kötü durumda bulunduğumuzu bizatihi Hükûmetin üyeleri söylüyor. Sayın Cumhurbaşkanı daha köklü bir değerlendirme yapıyor -bence de yerinde ve doğru bir tespitte bulunuyor- diyor ki: “İslam Dünyası fetret dönemi yaşıyor.” Bu tespit de son derece kritik, son derece önemli ama ister Birinci Dünya Savaşı’ndan okumaya başlayın ister İslam dünyasının bin dört yüz yıllık tarihini okuyun ama şu kesin: Eğer siz fetret dönemlerini, kriz dönemlerini bir araya gelerek, sorunları konuşarak aşmayı denerseniz mesafe alırsınız. Fetret dönemlerinden nasıl çıkıldığını Selçuklu tarihinden, Osmanlı tarihinden çok ayrıntısıyla okuyup, ulaşıp değerlendirebilirsiniz ama tersini yaparsanız, kamplaşmayı, çatışmayı derinleştirirseniz, ötekileştirirseniz, ayrımcılık yaparsanız, dışlarsanız o fetret döneminden sadece kopuşla çıkarız, sadece çatışmayla, sadece iç savaşla çıkarız. Değerli milletvekilleri, yüzyıl önce denediğimizi bu ülke niye bir kez daha denesin?

Bakın, Osmanlı’nın son döneminde en az saray kadar etkili Babıalide tartışmalar yapılıyordu ve o dönemde özellikle İttihat ve Terakki içinde ve tabii ülke siyasetinde etkili siyasi partiler arasında da önemli tartışmalar vardı. O dönemde Prens Sabahattin yetki devrini önerdi. “Ademimerkeziyet” diye tarif ettiği şey şuydu: “Osmanlı tebaasıyla yetkileri paylaşalım, yetkileri dağıtalım, yerelleşelim, ne kadar yerelleşirsek o kadar birleşiriz, ne kadar yetkilerimizi devretmeyi başarırsak o kadar kader birlikteliği yapar, birlikte savunur, birlikte yaşarız.” dedi. Ama, karşısındakiler tersini yaptılar, dediler ki: “Biz Özbekistan’a gider, ayaklanma çıkarırsak Rus çarını deviririz. Alman generallerine güvenir, dünyada yeniden egemenliği sağlarız.” Sonuç ne oldu? Özbekistan’a, Orta Asya çöllerine, Sarıkamış’a Osmanlı askerlerini götürenler, Anadolu çocuklarını götürenler ortaya bir avuç toprak parçası bıraktılar ama Prens Sabahattin’in sözünü dinlemiş olsaydık belki başka bir noktada olacaktık.

Şimdi, dönüp tekrar bütün yetkileri tek elde toplamaya kalkmak, bir kişinin her şeyi doğru bildiği varsayımı üzerinden siyaset yapmak en azından yüzyıl önceki yanlışı tekrarlamaktan başka ne anlam ifade ediyor? O zaman da sarayın her şeyi doğru bildiğini, duruma vaziyet ettiğini, tehlike olmadığını söylüyorlardı ya da İttihat ve Terakki Partisinin yetkilileri kendilerine böyle bir güç vehmediyorlardı, bugün de ne yazık ki aynı noktadayız.

Daha acısı, 1920’li yıllarda Almanya’da Hitler nasıl ekonomik krizin faturasını yabancılara, başkasına, içerideki yabancılardan olan Yahudilere fatura ederek toplumu başka türlü motive ediyor idiyse, başka tarih algıları oluşturmaya çalışarak, toplumu kamplaştırarak krizden çıkmaya çalışıyor ise biz benzer şeyler yapıyoruz. Çok ironik bir benzetmedir ama o yıllarda Almanya Versay Antlaşması’nı tartışıyordu, aslında biz de şimdi Lozan’ı aynı duygularla tartışıyoruz, aynı psikoloji içinde tartışıyoruz ve eğer birilerinden hesap sorarsak, birilerini suçlu gösterirsek ekonomik krizi örteceğimizi sanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu ülke -çok değil, birkaç ay önce- 15 Temmuzda bir büyük badire atlattı. Ama, bir ülke düşünün ki darbe yaşamış olsun ve derdini dünyaya anlatamıyor olsun. Şimdi burada ya bizim anlatışımızda bir sorun var ya birilerinin niyetiyle ilgili şüphe olur ya da ikisini de kapsayacak başka nedenler vardır ama ben sadece birkaç tanesini size hatırlatmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bir ülkede bir örgüt Silahlı Kuvvetlerdeki en üst rütbeli makamlara, generaller içerisine üçte 2 oranında sızmış olacak ama siyasette bir tek milletvekilliği makamını elde etmemiş olacak, bir partinin merkez yürütme kurulunda bir tek koltuğa sızamamış olacak. Şimdi, sormazlar mı sizin güvenlik birimleriniz bu kadar ele geçirilmiş, bu kadar sızılmış ama siyasetiniz bu kadar temiz, siyasetiniz bu kadar korunaklı, bu kadar güvenilir diye?

Başka tartışmalar yapılıyor şüphesiz. Mesela, bu darbenin bir numaralı ismi olduğunu herkesin bildiği, ana muhalefetin de dillendirdiği meşhur şahıs, malum şahıs “Emlak satın almaya gitmiştim.” diyerek askerî üste yakalanmış ve gözaltına alınmış olmasına rağmen sonrasında bırakılıyor. “Emlak satın aldım.” diyor, başka bir şey yok. Şimdi, bu şahsı eğer Türkiye üç yıldır, dört yıldır dinlemiyorsa, izlemiyorsa ben bu ülkeyle ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Ama, siz de biliyorsunuz ki, bu ülkeyi yönetenler de biliyor ki bu şahıs, üç yıldır, dört yıldır attığı her adım, girdiği her ilişki, yaptığı her toplantı biliniyordu. Şimdi, siz darbenin bir numarasını serbest bıraktıktan sonra “Türkiye’de darbe oldu.” dediğinizde müttefikleriniz, dostlarınız size nasıl inanacaklar? Ve darbenin asıl faillerini bu Meclis Komisyona çağırıp dinleyemiyorsa, asıl sorumlularına ne olup bittiğini soramıyorsa burada darbenin gerçekten ortaya çıkarılmaya çalışıldığına dünyayı biz nasıl inandıracağız?

Değerli milletvekilleri, bir ülkede sadece görevinden alınan akademisyen sayısı 4 bini geçmiş, öğretmenlerin sayısı 10 binleri bulmuş, yine çeşitli gazete ve televizyonlardan kapatılanların sayısı 30 civarındaysa siz gece yaşanan o menfur olay dolayısıyla, o tablo dolayısıyla 15 Temmuzdan sonra olan biteni dünyaya anlatamazsınız. Çünkü, darbeyi yapanı gece yarısı bırakıp ilgisiz binlerce öğretmeni tutukluyorsanız, işinden atıyorsanız, o zaman yaşadığınızı dünyaya anlatmakta gerçekten zorlanırsınız.

Bir ilginç anekdot sizlerle paylaşacağım. Herhangi bir akademisyen bunu yazsa, bunu tartışmaya açsa elbette “bir akademisyenin görüşü” dersiniz. Ama, kapatılan harp akademilerinin yerine kurulan Millî Savunma Üniversitesinin başına getirilen şahsın cümleleri, diyor ki: “Osmanlı Devleti neden altı yüz yıl ayakta kaldı? Çünkü, kardeş katliyle ilgili düzenleme dolayısıyla. Çünkü, bu, geleceğe dair istikrarın teminatıydı. Çünkü, bu, aslında saray kavgalarını, entrikalarını bitiren bir yöntemdi. Daha önceki Türk devletleri bu kadar uzun süre ayakta kalmadılar ama Osmanlı bu düzenlemeyi yaparak kendi geleceğini kurdu, ömrünü uzattı.”

Değerli milletvekilleri, şimdi, eğer insani değerleri, insan haklarını, evrensel kazanımları azıcık kendimize referans almış olsaydık, hiç olmazsa tarihteki “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” felsefesiyle 2000’li yılların başlarında konuştuğumuz gibi bugün de bunu konuşuyor, bunu tartışıyor olurduk. Ama, kardeş katlinden medet uman, kardeş katlini iktidar ömrünü uzatmanın reçetesi sanan, sayan bir anlayışla korkarız ki bu ülkede kardeş kavgası da kardeş savaşı, çatışması da bir iktidar etme biçimi, iktidar ömrünü uzatma biçimi olarak önümüzde duruyor.

Değerli milletvekilleri, bölgede çok kritik gelişmeler yaşanıyor, çok hayati gelişmeler yaşanıyor ve biz ne yazık ki bu hayati gelişmeleri hâlâ doğru okuyamıyoruz. Ben bir iki karşılaştırma yapmak istiyorum. Mesela Mısır, hani önce darbeye karşı çıktığımız, mitingler düzenlediğimiz -gayet tabii, hâlâ karşı çıkıyor olmamız lazım; kapalı kapılar ardında, diplomasi ortamları inşa ederek âdeta darbeyi meşrulaştıran, normalleştiren siyasetin asla izlenmemesi lazım ama- Mısır’da birkaç gün önce 41 dernek kapatıldı, sadece 41 dernek İhvan’la ilişkili olduğu için. Bizdeki rakam bunun yaklaşık 10 katı, kapatılan dernek sayısı. Şimdi, Mısır’da darbe başarılı oldu, bizde darbe püskürtüldü. “Bizde darbe başarılı olsaydı, o zaman kaç dernek kapatılacaktı?” diye sormak gerekiyor.

Başka bir karşılaştırmayı Tunus’la yapalım çünkü Orta Doğu’da farklı örneklerden birisi. Gannuşi diyor ki: “Biz başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçmeye çalışıyoruz, sizse tersine gidiyorsunuz. Tabii ki tercih sizin ama ben hangisinin daha İslami olacağı yönünde –bunu tırnak içerisinde aktarıyorum- tercihi size bırakıyorum, bizimki daha İslami demiyorum.” Tabii bu, Gannuşi’nin tevazusuyla ilgili bir şey ama sonrasında da çok ilginç değerlendirmeler yapıyor. Aslında, neredeyse Arap Baharı’nın birlikte yönetmeye hizmet ettiği, dışlanan toplumsal kesimlerin siyasete katılmasına hizmet ettiği, iyi örnek diye sayabileceğimiz tek vaka Tunus’tur neredeyse. Diğer birçok ülkenin hâli ortada, Libya fiilen 3’e bölünmüş durumda. Ama, hiç olmazsa, bu birlikte yönetme alışkanlığı, kültürü açısından Tunus’la ilgili bu örneği sizlerle özellikle paylaşmak istedim.

Değerli milletvekilleri, bugün, bugünler, aynı zamanda Cemil Meriç’in doğumunun da 100’üncü yılı, 3 Aralık doğumlu. Cemil Meriç, çok güzel sözleri olan, çok ileri görüşlü, gözleri görmese de -Engelliler Günü dolayısıyla da bir kez daha analım- kültürden irfana uzanan bakışı son derece birikimli bir isimdir. Diyor ki: “Zulmün olduğu yerde, haksızlığın olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur, tarafsızlık şahsiyetin felce uğramasıdır ve çıkar konuşunca vicdanlar susar.”

Değerli milletvekilleri, ben hem bir taraftan Cemil Meriç’i anarken bir kez daha da şunu sizlere hatırlatmak istiyorum: Bu sıralarda oturan arkadaşlarımız yerlerine dönmedikçe, bu kürsüde konuşma imkânını bulmadıkça hiçbir gerekçeniz, hiçbir açıklamanız bu ülkedeki zulmü, haksızlığı örtmeye yetmeyecek.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ediyorum Sayın Bilgen.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Müsaadenizle…

Değerli hatibin bazı hususlarda yine benimle ilgili konuşmaları var; “Meclis çalışanları güzel hazırlık yapmışlar.” dedi.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Kendi kendinize sataşmadan söz mü veriyorsunuz?

BAŞKAN - Bendeniz grup başkan vekilliği de yaptım ve ilgi saham anayasadır. 1982 Anayasası’nın yerine yeni bir anayasa yapılması hususunda dört ay süren bir çalışmaya başkanlık yaptım, 52 ülkenin anayasasını inceledim. Her milletvekilimizin en az benim kadar dokunulmazlıklar hakkında bilgisi olduğuna inanıyorum. Onun için bir çalışmaya ihtiyaç olmadığını Sayın Bilgen’e ifade etmek isterim.

Bu meyanda, diğer konular ayrı hadiselerdir ama müsaade ederlerse bilgi dağarcığına bir eklenti yapacağım: Kardeş katli I. Ahmet zamanında -1603-1617 I. Ahmet’in zamanıdır- yani Osmanlı’nın sona erişinden üç yüz on sene evvel kaldırıldı ve yerine ekber erşet kaidesi, hanedanın en yaşlısı usulü getirildi. O noktada da müsaade ederlerse kendilerine eklenti yapıyorum ve bir teşekkür borçluyuz: Çok değerli mütefekkir, fevkalade kıymetli bir insan Sayın Cemil Meriç, 1916’da doğdu, 1987’de 71 yaşında vefat etti; büyük hizmetler yaptı. Kendisini rahmet ve minnetle anıyorum.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Demirel, buyurun efendim.

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, görüşmelerin yayınında kürsünün tam olarak alınmayarak oradaki fotoğrafların gösterilmediğine, HDP milletvekillerinin gözaltına alınarak rehin tutulduklarına ve Meclis Başkanının milletvekillerinin haklarını koruması gerektiğine ilişkin açıklaması

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Tarihî süreçlerden alıp geldiniz bugüne kadar ama bugün de yeni bir tarih yazılacaktır. O tarih de arkanızda yazılan yazıyla “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” ifadesinin tam tersinin uygulandığı bir süreçtir. Siz milletin iradesini şu anda rehin almış durumdasınız. Bu da tarihte farklı bir sayfada yer alacaktır.

Sayın Başkan, siz mi talimat verdiniz? Meclis görüntülerinde özellikle kürsü tam olarak gösterilmiyor, sadece konuşan arkadaşlarımızın kafası gösteriliyor ve oradaki fotoğraflar gösterilmiyor. Bu arkadaşlarımızın fotoğraflarından korkuyor musunuz? (HDP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, arkadaşlarımızı, eş başkanlarımızı, grup başkan vekilimizi ve milletvekillerimizi şu anda rehin tuttunuz, bu rehin tutmanız da yetmediği gibi buradaki fotoğraflarından bile korkuyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, şu anda yaptıklarınızda utanç verici bir durum söz konusudur. Eğer biz bu yapılanlardan utanmıyorsak o zaman tam olarak göstermek zorundayız. Neden utanıyoruz? Şu anda utandığımız tek şey vardır ki arkadaşlarımız rehin tutuluyor. Bu da bugün Meclisin utanç duyması gereken bir durumdur. Bunu ifade etmek istiyorum.

Peki, yasadan ve hukuktan bahsediyorsunuz. Biz de soruyoruz size ve tüm Türkiye kamuoyuna: Hangi yasa, hangi hukuk? 4 Kasım darbesiyle aynı gecede Van, Şırnak, Hakkâri, Bingöl, Diyarbakır’da bir operasyon gerçekleşiyor, bir düğmeye basılıyor ve 5 ilin başsavcıları harekete geçiyor. Bu nasıl bir hukuk, bu nasıl uygulama? Aynı saatte ve aynı tarihte 5 savcı üzerinden milletvekillerimiz, eş başkanlarımız operasyon kapsamında gözaltına alınıyor ve nasıl bir uygulama ki…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Başkan, bir dakika daha alacağım.

BAŞKAN – Açıldı Hanımefendi.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Başkan, bunun adı “faşizm”dir. Bu, 4 Kasım darbesidir. Bu 4 Kasım darbesiyle ancak bir düğmeye basılıp bir operasyon gerçekleşir. Biz bunları daha önceki süreçlerde de gördük. Yine, 4 Kasım darbesi, Türkiye'nin Parlamentodaki 3’üncü büyük partisinin eş başkanlarının, grup başkan vekilinin ve toplam 10 milletvekilinin bir darbeyle rehin tutulduğu bir süreçtir. Bu sürecin, daha önceden bir siyasi operasyonun hazırlığı yapılmıştır. Eş başkanlarımızın ve vekillerimizin gidecekleri cezaevi önceden ayarlanmış ve bunun süreci önceden başlamıştır. Şu anda vekillerimiz ve eş başkanlarımız tecrit altındadır. Bu tecrit bir işkencedir ve Türkiye de şu anda işkence uyguluyor ve bu, Birleşmiş Milletlerin hafta sonu yayımladığı raporda da açık bir şekilde görülmüştür.

O yüzden, bir kez daha şunu ifade edelim, konuşacak çok şeyimiz var ama siz, Meclis Başkanı olarak bir kez daha şuna cevap vermek zorundasınız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, tamamlayınız Hanımefendi.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Tamamlıyorum Başkan.

Siz şuna cevap vermek zorundasınız: Siz burada açıklama yaparken bir yargıç gibi, ifade alır gibi bir açıklama yapıyorsunuz oysa siz Meclis Başkanısınız ve sizin burada yapmanız gereken şey, yasama faaliyetlerine gelecek olan milletvekillerimizin haklarını korumak olmalıdır ama bunu gerçekleştirmiyorsunuz.

Ben fezlekelere ilişkin örnekler vereceğim ama sürem çok dar. Bunları ileriki süreçte size de yazılı vereceğiz. Evet, Sayın Selahattin Demirtaş’ın Diyarbakır’da cuma namazına katılması bir örgüt propagandası olarak ifade edilmektedir. Yine, Figen Yüksekdağ Eş Başkanımızın seçim broşüründeki fotoğrafı yine bir suç olarak gösterilmektedir. O yüzden, bunların hepsi siyasidir, hiçbiri hukuki, hiçbiri yargıyla ilgili bir durum değildir, siyasi bir karardır ve bu siyasi kararı da…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - …siz burada uygulayarak hayata geçirmeye çalışıyorsunuz. Asla bunu kabul etmiyor, sizin tutumunuzu da eleştiriyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Demirel, ben tekrar edeyim. Türkiye’de kuvvetler ayrılığı var…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Yoktur Başkan, yoktur.

BAŞKAN - …ve yargı yasamadan, yürütmeden bağımsızdır.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Ya, siz tartışmalara giremezsiniz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Türkiye bir hukuk devletidir.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Siz burada bir hukuk tartışması mı yaratacaksınız?

BAŞKAN - Siz şahsi, indi mütalaanızla bunu kabul etmeyebilirsiniz ama ne var ki dünya dönüyor, ne var ki bir gerçek var; Türkiye’de kanunlar var, Anayasa var ve hukuk devletinde gereken neyse onu yapan makamlar var.

DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) – Herkese niye yapılmıyor?

BAŞKAN - Bendeniz Meclis Başkanıyım, herhangi bir yere emir vermek, herhangi bir hâkime, savcıya emir vermek durumunda tabii ki değilim. İsterim ki tam adil ve hür bir Türkiye olsun. Bu yolda yürüdüğümüze de inanıyorum.

Şimdi, sizin bence tashih etmeniz gereken bir kavram var. Kavramlar içlerinde birçok hususu barındırır.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Başkan, Meclis Başkanı bu tür tartışmalara katılmaz.

BAŞKAN - Ortada bir rehin alma yoktur, lütfen düzeltiniz. “Rehin” diye bir müessese Türk hukukunda yok, tutuklama vardır, buna siz “rehin” demeyin; bu bir.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Arkadaşlarımız rehin tutulmuştur Başkan, arkadaşlarımız rehindir.

BAŞKAN - İki: Türkiye’de bir iç savaş yoktur.

LEZGİN BOTAN (Van) – Sayın Başkan, 4 Kasım bir darbedir, bal gibi bir darbedir.

BAŞKAN - PKK’nın, PYD’nin, DEAŞ’ın, FETÖ’nün, benzeri tedhiş örgütlerinin yaptığı anarşi vardır, terör vardır. Türkiye'nin bütünlüğünü istemiyor musunuz?

LEZGİN BOTAN (Van) – Bütün Türkiye siyaseti…

BAŞKAN - Bu bütünlüğü sağlanmayacak mı? “Bu savaş ilanihaye sürecek.” Sürmeyecek, biiznillah sürmeyecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hepimiz birlikte bunun üstesinden geleceğiz Sayın Demirel.

İşkencedir, tecrittir; bu, cezaevi idaresini ve Adalet Bakanlığını ilgilendiren bir hadisedir. Bendeniz bu söze inanan bir insanım, “demokrasi”, “demos kratos”, halkın iktidarı. Halkın iktidarına inanırım ve elbette ki hâkimiyeti millete ait olarak bilirim. Biz bu yüce milletin de burada temsilcileriyiz.

Ben teşekkür ediyorum.

Ve şimdi, söz…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…

LEZGİN BOTAN (Van) – Sayın Başkan, polis fezlekeleri doğruymuş gibi savunuyorsunuz.

BAŞKAN – Anlayamıyorum…

LEZGİN BOTAN (Van) – Polis fezlekeleri doğruymuş gibi, kanıtlanmış, kendisi kanıtmış gibi, burada bir mahkemenin başkanı gibi konuşuyorsunuz, hüküm kesiyorsunuz.

BAŞKAN – Hayır Beyefendi, ben de belgelerle konuşuyorum, ben belgelerle konuşuyorum.

Sayın Ayhan Bilgen Bey’in bir beyanı oldu, diyor ki: “Biz dokunulmazlıkların kaldırılmasını istiyoruz.” Bu da bir yoldur, bazı ülkelerde dokunulmazlık yok, hepten kaldırırsınız ama ne var ki 29/7/2015’teki müracaatta beyan şu: “Ekte isim ve imzaları bulunan Halkların Demokratik Partisi üyesi milletvekillerimizin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda gereğinin yapılmasını bilgilerinize arz ederiz.”

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Niye sadece HDP’liler tutuklanıyor?

BAŞKAN – Yani bir Anayasa değişikliğiyle dokunulmazlık müessesesi kalksın beyanı değil. Efendim, bu beyanları zabıtlara, tutanaklara geçmesi için söylüyorum çünkü beyanlar Avrupa’da çeşitli ülkelerde komisyonlarda, kurullarda alınıyor ve öne konuluyor, ona karşı söylenen sözler Meclisin kendi görüşünü de ortaya koyması bakımından bunları ifade ettim.

Çok teşekkür ediyorum.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, ben İç Tüzük 60’a göre yerimden söz istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, bir isteğiniz mi vardı Sayın Akçay, ara mı istiyordunuz?

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Hayır, İç Tüzük 60’a göre ben söz hakkı istiyorum.

BAŞKAN – Ha, bir dakika Sayın Demirel, bu televizyonda yayın meselesinde hiçbir talimatım yoktur, Meclis televizyonu kendi yayınını yapmaktadır, kusura bakmayınız onunla ilgileneceğim.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – O zaman hakkında işlem yapın.

BAŞKAN – Evet, Sayın Demirel, buyurun.

2.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın birleşimi yönetirken konuşmalarla ilgili yorum yaparak İç Tüzük’ü ihlal ettiğine ilişkin açıklaması

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, siz yapmış olduğumuz bütün değerlendirmeler ve konuşmalara ilişkin şu anda yorum yapıyorsunuz, İç Tüzük’ün 64’üncü maddesine göre “Genel Kurula başkanlık eden Başkan veya Başkanvekili, asıl konu görüşülürken ve oylanırken hiçbir surette görüşünü açıklayamaz.” Siz de başında ifade ettiniz, aslında ilk başta siz de ifade ettiniz ama siz ifade etmenize rağmen biz…

BAŞKAN – Hanımefendi, ikinci fıkrayı da okur musunuz?

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Evet, ikinci fıkrayı da okuyacağım, biliyorum Başkan.

BAŞKAN – Biliyorsunuz ama açıklayınız, tekrar ediniz.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Başkan, şu anda siz İç Tüzük’ü ihlal ettiğiniz için...

BAŞKAN – Hanımefendi, ikinci fıkrayı okuyunuz.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – ...ben sizin hakkınızda usul tartışması açmak istiyorum, bunu ifade ediyorum.

ALİ ERCOŞKUN (Bolu) – Ne alakası var ya usul tartışması açmakla, ne alakası var?

BAŞKAN – İkinci fıkrayı lütfen okuyunuz.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Usule ilişkin...

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) – Asıl konuya siz gelin ya, sabahtan beri konuşuyorsunuz!

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sizin usulünüze ilişkin bir tartışma başlatmak istiyorum.

BAŞKAN – Hanımefendi, o okuduğunuz maddenin ikinci fıkrasını da okur musunuz lütfen.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Başkan, siz bütün konulara ilişkin yorum yaptınız. Sadece düşüncelerinizi ifade etmenin ötesinde, yorum yaparak aslında yargıyı da, birçok mekânı, birçok alanı da bir kez daha siz farklı noktaya çektiniz. O yüzden, biz usul tartışması başlatmak istiyoruz.

BAŞKAN – Efendim, konu ile usul tartışmasının alakası yok.

Beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.06

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.20

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı 433) (Devam)

2.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733), 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2015 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/828), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 211 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/829), 2015 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/830), 2015 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/831), 2015 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/832), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2015 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/834) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 434) (Devam)

BAŞKAN – 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon yerinde.

Hükûmet yerinde.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Evet, Hanımefendi…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Az önce de sizin tutumunuza ilişkin bir usul tartışması başlatılmasını önermiştim, tekrar yineliyorum, az önceki yapmış olduğunuz değerlendirmeler ve yorumlara ilişkin de size ilişkin bir usul tartışması açılmasını talep ediyorum.

BAŞKAN – Evet, aziz milletvekilleri, sayın milletvekilleri, az önce yaptığım açıklamalar kürsüde konuşma yapan hatipler tarafından şahsıma yöneltilen soru ve iddialara bir cevap niteliğinde olduğundan, İç Tüzük’ün 63’üncü maddesi kapsamında usul tartışması açılmasını gerektiren bir tutumum bulunmamaktadır. Bu nedenle, usul tartışması açılması talebini karşılama imkânım bulunmamaktadır.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Başkan…

GARO PAYLAN (İstanbul) – Sayın Başkanım…

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Sayın Başkan, bu konuda takdir hakkınız yok.

BAŞKAN – Efendim, gruplar adına ikinci söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Sayın Erkan Akçay’a aittir.

Buyurun Sayın Akçay.

Süreniz otuz dakikadır. (MHP sıralarından alkışlar)

GARO PAYLAN (İstanbul) – Sayın Başkan, takdir hakkınız yok, usul tartışması açmak zorundasınız.

BAŞKAN – Efendim, anlayamadım.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Takdir hakkınız yok efendim, usul tartışması açmak durumundasınız.

BAŞKAN – Hayır efendim, hayır. İlgili değil, gündemle ilgili değil, sualler sordunuz, şahsımı hedef aldınız, ben de İç Tüzük’ün verdiği görev, yetki ve hüküm gereğince açıklama yaptım.

Teşekkür ediyorum.

GARO PAYLAN (İstanbul) – I. Ahmet’e bile girdiniz efendim, yapmayın.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Sayın Başkan, 63’üncü madde çok açık, 63’üncü maddede usul tartışması açmak yükümlülüğü var tarafınızca.

BAŞKAN – Biraz daha dikkatli okursanız göreceksiniz.

Teşekkür ediyorum efendim.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Demirel, oturun.

Sayın Akçay, buyurun.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, bizim hatibe olan saygımızdan kaynaklı, bu durumu uzatmıyoruz, hatip kürsüden konuşmasını bitirdikten sonra biz bu konuyu tekrar gündeme alacağız.

BAŞKAN – Anladım efendim.

Buyurun Sayın Akçay.

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı’nı görüşmek üzere toplanmış bulunuyoruz. Bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı ve muhterem heyetinizi şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, öncelikle bizlere bu güzel vatanı emanet eden cennetmekân atalarımızı, milleti, devleti ve vatanı uğruna canlarını feda eden bütün şehitlerimizi, cumhuriyetimizin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını rahmet ve şükranla anıyorum. Şu anda yurt içinde ve yurt dışında Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ve aziz milletimizin dirliği için vazifeleri başında mücadele veren kahramanlarımızı başarı dileklerimle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz hafta Adana’nın Aladağ ilçesinde kız öğrenci yurdunda çıkan yangında hayatını kaybeden 11 öğrenci ve 1 öğretmen kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum, kederli yakınlarına başsağlığı diliyorum. Bir daha benzeri felaketlerin yaşanmaması için gereken tedbirlerin derhâl alınmasını bekliyoruz.

1934 yılında, bundan seksen iki yıl önce yapılan demokratik ıslahatlarla dünyanın önde gelen pek çok ülkesinden çok önce Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Cumhuriyet kadına büyük bir önem vermiş, cumhuriyeti kuranlar millî mücadeleyi omuz omuza gerçekleştirdiği kadınların sosyal statüsünü de o günün şartlarına göre oldukça ileri boyutlara ulaştırmıştır. Bu günün 82’nci yıl dönümünü de kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, bütçe, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önümüzdeki bir yıllık sürede kamuya kaynak aktarma ve bu kaynakları dağıtma yetkisi verdiği bir belgedir. Bütçenin amacı, dirliktir, düzenliktir, güvenliktir, eğitimdir, sağlıktır, iştir, aştır; kaygısız ve müreffeh bir hayat, daha iyi bir gelecektir. Bütçe bunun için yapılmalıdır.

Bütçe müzakerelerini aynı zamanda iktidara ayna tutma, milletimize hakikatleri anlatma vesilesi olarak görüyoruz. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe görüşmelerinde bütün vatandaşlarımızın adalet, refah ve güvenlik taleplerinin takipçisi olacağız. Bunun içindir ki burada Türk milletinden aldığımız yetkiyle görevimizi icra ederken suyun aktığı yatağı aklımızdan hiç çıkarmayacağız. Meclisimiz için suyun aktığı yatak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, Türk milletinin varlık ve beka ilkeleridir. Bu ilkeler, millete vekâlet bilincimizdir.

Bu çatı altında kimsenin memleketin altını üstüne getirmeye, keyfî ve tehlikeli çıkışlarla kalkınma yürüyüşümüzü kabusa çevirmeye hakkı ve yetkisi yoktur. Şu kapılardan girdik ve bir yemin ettik. Ettiğimiz yemine sadık kalınmayacaksa bu sıralar boşuna meşgul edilmemelidir. Bugün başladığımız bütçe görüşmelerinde biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak “sen, ben” demeyeceğiz, “Türk milleti” diyeceğiz, “Sizin mahalle, bizim köy.” demeyecek, sadece “Türkiye” diyeceğiz. Unutmayınız, bu yüce Meclis başka bir ajandası olmayan, iradesini kimseye ipotek etmeyen bütün vatandaşların temsil edildiği bir çatıdır. Bu Meclis, Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren, hürriyet ve istiklalimizi kazandıran Gazi Meclistir. Bu çatı altında size sesimi ulaştıran şu mikrofonun her bir kablosunda dahi kefensiz yatan şehitlerin, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı vardır. Bu kürsüde Türk milletinin birliği, bekası ve menfaatleri aleyhine konuşulamaz. Burası saray bahçesi, Kubbealtı, Divan-ı Hümayun değildir, burası entel kafeteryası da değildir, burası terörist hücresi hiç değildir, burası Türk Milletinin kürsüsüdür. Millî hâkimiyet bu kürsüde tecelli eder, demokrasi memlekete buradan gider, hukuk, töre burada kurulur, Türk Milleti bütçe hakkını burada kullanır. Milletin bütçe hakkı hükûmete büyük sorumluluklar yükler. Orduya sahip çıkılamamışsa, peygamber ocağına teröristlerin sızmasına göz yumulmuşsa Millî Savunma Bakanlığının bütçesini hangi bilinçle görüşeceğiz? Süleyman Şah Türbesi korunamamışsa, Ege’deki Türk adalarına sahip çıkılamamışsa Dışişleri Bakanlığı bütçesini nasıl görüşeceğiz? Çocuklarımız sözde öğrenci yurtlarında yanarak can verirken, tacize uğrarken Gençlik ve Spor Bakanlığının, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bütçesini nasıl görüşeceğiz? Meyve dalında, sebze toprağında kalmışken, hayvancılığı ithalata bağlarken Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının bütçesinde ne söyleyeceğiz?

Yaptığınız millî görevin şuuruna varmazsanız, milletin canına, malına, emeğine, ekmeğine, değerlerine, yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip çıkacak millî ve milliyetçi bir duruştan yoksunsanız bütçenin amacına ulaşması mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, bu bütçeyi hangi ortamda görüşüyoruz? 2017 yılı bütçesini ağır ekonomik, siyasi ve toplumsal koşullar içerisinde görüşüyoruz. Ülkemizin iç ve dış güvenliği çok ciddi tehlike ve tehditlerle karşı karşıyadır. Milletimizi ve vatanımızı hedef alan alçak terör saldırıları artarak devam etmektedir. Toplumsal hayat ziyadesiyle elektrik yüklüdür. Türkiye bir husumet çemberinin içerisinde bunalımdan çıkış yolu aramaktadır. Üstelik 15 Temmuz günü millî irade ve Türk milleti alçakça bir saldırıyla karşı karşıya kalmıştır. Milletimiz endişeli ve rahatsız, kurumlar kavgalı, çalışma barışı bozulmuş, adalet sancılı, ekonomi sıkıntılı, ülkemiz krizlere itilmiş hâldedir. Artık hiçbirimizin sorumluluktan kaçamayacağı günlerden geçiyoruz ve “armudun sapı, üzümün çöpü” diyecek günlerde değiliz.

Değerli milletvekilleri, Türk milleti hafızası olan bir millettir. Binlerce yıldır yaşadığımız olaylar, hafızamızdan süzülüp gelen tecrübeler, bizi Türk milleti yapan değerler, bugünümüze ışık tutmaktadır. Bütün sorunlara millî tarih şuuru içinde bakmamız hâlinde milletimizin bize verdiği kutsal vekâlet görevini hakkıyla yerine getirebileceğimizi düşünüyoruz. Her şeyden önce şunu görmeliyiz ki emperyalist güçlerin büyük düşleri yüzlerce yıldır coğrafyamızda tekrar tekrar sahnelenmektedir. Dün Haçlı Seferleriyle; Hınçak, Taşnak çeteleriyle, Lawrencelarla, çeşitli isyanlarla Anadolu’daki Türk varlığına meydan okuyanlar, bugün PKK’yla, PYD’yle, FETÖ’yle, IŞİD’le, İmralı’daki ve Pensilvanya’daki elebaşılarıyla aynı hayallerin peşinden koşuyorlar. Tarih, geçmişten ders çıkarmayan milletlerin zilletleriyle doludur. Devletsiz ve ordusuz toplumlar ayak altında ezilir. Devletimiz ve milletimiz amansız saldırılar altındadır. Ancak, bu saldırılar, binlerce yıllık kutlu yürüyüşümüzü durduramayacaktır.

İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un ifade ettiği üzere:

“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.

Bırakın eski hükûmetleri meydandakiler

Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer.

İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!

İşte Irak'ı da taksim ediyorlar şimdi.”

Unutulmamalıdır ki Türk milleti birlik içinde olduğunda büyük medeniyetler kurmuş, tarihin akışını değiştirmiş, dünyaya mührünü vurmuştur.

Değerli milletvekilleri, 15 Temmuzda, Türkiye, topyekûn bir darbe teşebbüsüne maruz kaldı. Başkentimiz, millî iradenin tecelligâhı Meclisimiz saldırıya uğradı, vatandaşlarımız kurşunlandı. 15 Temmuzda demokrasi askıya alınmak, millî irade yok edilmek istendi; 15 Temmuzda Türkiye’nin bölünmesi ve bölüşülmesi için taşeronlar işe koyuldu. Bu hâliyle 15 Temmuz, yeni bir işgal hamlesi ve iç savaş girişimidir. Kardeşliğimiz hedef alınarak geleceğimiz karartılmak, birlikte yaşama irademiz hançerlenmek istendi. Türk milleti bu düşman saldırısını püskürtmüştür. Ancak yaşadığımız travma ve tehlike henüz sona ermemiştir, ülkemiz çok hassas ve tehlikeli bir dönemden geçmektedir. Bu nedenle 15 Temmuz bir milattır. Türkiye olağanüstü ve gayrimeşru bir durumla karşı karşıya bırakılmışken, Türkiye Cumhuriyeti en karanlık günlerinden birini yaşarken hiç kimse 15 Temmuz yaşanmamış gibi hareket edemez. İşte, bu nedenle, 15 Temmuz herkes için bağlayıcıdır.

15 Temmuz darbe girişiminin ilk hareketlerinin başladığı andan itibaren, daha ilk dakikalarda, Sayın Genel Başkanımız bu darbe teşebbüsünün karşısında olduklarını açıklamış, devletin ve Hükûmetin yanında yer aldıklarını açıkça beyan etmiştir. Bu duruş aynı dakikalarda bütün yurt sathında yankısını bulmuş, Milliyetçi Hareket Partisi milletimizle birlikte gereken refleksi göstermiştir. Bu duruş iyi görülmeli ve iyi anlaşılmalıdır. Bu duruş, demokrasi ve hukuktan yana bir duruştur; bu duruş, millî iradeye sahip çıkma duruşudur; bu duruş, tarih şuurunun rehberlik ettiği devleti ebet müddet duruşudur. Milliyetçi Hareket Partisi çok iyi görmüştür ki 15 Temmuz kalkışması sadece Hükûmete karşı değil, topyekûn Türkiye Cumhuriyeti’ne, bütün kurumlarına, bütün millete, millî iradeye karşı yapılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisinin duruşu konjonktürel değil ilkesel bir duruştur. Bu duruşun “ama”sı, “fakat”ı, “lakin”i yoktur.

İsyan girişiminin ardından Türk milleti, iktidarıyla, muhalefetiyle bir ve bütün olduğunu yedi düvele göstermiştir. Bu dip dalgası, darbe girişiminin tüm unsurlarıyla mücadele etmesi için Hükûmete desteğe de dönüşmüştür. Bu çerçevede, devleti bir ur gibi saran FETÖ’nün medyadan eğitime, sağlıktan adalete, yargıdan Emniyete, Türk Silahlı Kuvvetlerinden sivil toplum kuruluşlarına kadar çöreklendiği her yerdeki yapılanmasıyla mücadele edilmektedir, edilmelidir. Ancak bu sekiz kollu ahtapotun siyasi ayağıyla mücadele hâlen fludur, görülmemektedir. Siyaset kurumunun içinden başka mercilerden emir alan kuklalar kesilip atılmadıkça bu mücadeleden başarıyla çıkmak mümkün değildir. Bunun için FETÖ’nün siyasal yapılanmasının tasfiye edilmesi, hesap sorulması bu örgütün bir daha başımıza bela olmaması için temel şarttır. Görüyoruz ki öğretmenden yargı mensubuna, polisten subaya, ebeden hemşireye, memurdan zabıt kâtibine kadar on binlerce kamu görevlisi, medya ve STK mensubu gözaltına alınmış, tutuklanmış ve ihraç edilmiştir ancak siyasi elebaşılar teşhir ve teşhis edilmemiştir. Yurtta sulh konseyinin mensupları kimlerdir, neden açıklanmamaktadır? Eğer siyaset ayağındaki ve yurtta sulh konseyindeki elebaşılar açığa çıkarılmazsa mücadele zafiyete uğrayacak, darbe alacaktır.

Ayrıca, neredeyse yüz bini bulan tutuklama ve ihraçlardaki bazı mağduriyetler bir an önce giderilmezse istismara çok açık bir ortama yol açacaktır, FETÖ’nün ekmeğine yağ sürülecektir. Zaten ekonomi sıkıntıda, toplumsal gerilimler artmakta; işçi, memur, esnaf, çiftçi, emekli âdeta burnundan solumaktadır. İktidarı uyarıyoruz, ülkemiz üzerinde kötü emel besleyen odaklar bir sosyal patlamaya zemin hazırlamak için sinsi sinsi çalışıyorlar. Bütün bu sorun alanlarındaki süreçlerin çok iyi yönetilmesi gerekmektedir; adalet terazisi hassas tartmalı, hukuk çok iyi işlemelidir.

Değerli milletvekilleri, bu zor günlerden çıkmak için devlet yönetimini el birliğiyle rayına oturtmamız gerekiyor, FETÖ’yle ve terörle mücadelenin ve dış politikayı iyi yönetmenin en önemli yönü budur. Devletin hiçbir alanda boşluk bırakmaması gerekir. Düşünün, devlet zafiyet alanı bırakmasaydı, informel yapılarla siyaset yapılmasaydı, bunlara açık veya kapalı yol verilmeseydi PKK ve FETÖ güç kazanabilir miydi? Çözüm sürecinin ve malum cemaat iş birliğinin ülkemizi bir belanın içine attığı açık seçik ortadadır. Millî eğitimle oyuncak gibi oynanmasaydı, kaliteli bir eğitim sunulabilseydi, hatta üniversitelere girişte dershanelere ihtiyaç duyulmasaydı FETÖ bu kadar güç kazanabilir miydi? Devlet, öğrencilerinin yurt ihtiyacını karşılasaydı FETÖ bu kadar gelişebilir miydi? Önce devleti devlet gibi çalıştırmamız lazımdır. Millî iradenin verdiği iktidar yetkisinin hiçbir illegal odakla paylaştırılmaması gerekir, yoksa bugün FETÖ gider bir başkası gelir.

Türk siyasetinin, devlet yönetiminin ilkeli ve dürüst politikalara ihtiyacı vardır. Siyaset, kısa menzilli bir koşu değildir; siyaset, egoların, çıkarların tatmin aracı da değildir; siyaset, büyük Türk milletine hizmet için verilmiş şerefli bir görevdir. Bu imkâna sahip olan her kişinin Sayın Genel Başkanımızın Türk siyasi literatürüne kazandırdığı “Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben.” düsturunu ilke edinmesi gerekir.

Değerli milletvekilleri, on dört yılın bütün günahlarının gizli olduğu kelimelerden biri de “Kandırıldık.” ibaresidir. Kulaklarını her türlü ikaza kapatanlar her defasında “Kandırıldık, çok safmışız.” ifadelerinin arkasına sığınamaz. Unutulmamalıdır ki devlet kandırılma yeri değildir.

Ülkemizi bugünlere getiren ağır sorunlar yumağında, devleti yönetirken yapılan vahim hataların rolü artık görülmelidir. Yaşadığımız bazı krizleri doğru teşhis etmemiz gerekmektedir. Yaşanan menfi hadiselerin arkasında iyi yönetememe sorunu da vardır. Anayasa, kanun, hukuk hiçe sayılmıştır; Türkiye şahsi ve keyfî bir anlayışla yönetilmiştir. Devleti idare etmek ile vaziyeti idare etmek arasında dağlar kadar fark vardır. Devleti yeniden, gerektiği gibi, devlet gibi yönetmek 15 Temmuz sonrası kaos arzulayanların önünü kesmek için bu fırsatı iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Bugün tartışmamız gereken yönetimin kimlerde olduğu değil, ülkemizin nasıl yönetildiği ve yönetilmesi gerektiğidir. Sayısal çoğunluğa dayanarak her gelen iktidarın yeni bir sistem tartışması açmasına imkân vermeyecek bir model arayışında olmamız gerekir. Bugün veya yarın hiç kimsenin Türkiye'ye patinaj yaptırmaya hakkı da, yetkisi de yoktur. Bunun için ilk olarak devleti hukuk düzenine oturtmak gerekir. Kurum ve kurallarıyla yönetilmeyen, şahsi ve keyfî yönetilen devlet hukuk düzeninden çıkar. Hukuktan yoksun bir devlet yönetimi de ülkenin bütün işlerini çivisinden çıkarır. Hukuk devletinde yetki varsa karşısında mutlaka sorumluluk da olacaktır, olmalıdır; “Ben yetkimi kullanırım ancak sorumluluk almam.” denilemez.

Değerli milletvekilleri, tarihimizde nasihatnamelere, siyasetnamelere ne ad veriliyor, hatırlıyor musunuz? “Bengi” deniliyor. Yani “bengi” demek “ebedî, ölümsüz” demektir. Peki, bu yazıtlardaki ilkeler niye ölümsüzdür? Çünkü bu yazıtlar, şanlı tarihimizde kurduğumuz devletlerin sınırlarına bir nişan olarak dikilmek suretiyle devleti ebet müddetin mühürleri olmuşlar, devletin bekasını sembolize etmişler, bir devletin nasıl yönetileceğinin reçetesini sunmuşlardır. Çünkü bu ölümsüz metinlerin neredeyse tamamında, devletin olmazsa olmazı hukuk ve töre, erdem, ahlak, vatan ve millet odaklı olmanın yanı sıra, bir devleti ayakta tutan en önemli kavram olan adalet üzerinde durulur. Evet, adalet ve töre Türk milleti için ekmekten, sudan, evden ocaktan ve dahi devlete baş olmaktan daha öncelikli, daha değerli ve daha kutsaldır. Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig’de der ki: “Adalete istinat eden kanun, bu göğün direğidir; kanun bozulursa gök yerinde duramaz.” Çünkü devlet adalet üzerine inşa edilir. Devleti ve kamu kurum, kuruluşlarını kurum ve kurallarıyla yönetirseniz ancak devlet, hukuk ve adalet devleti olur. Genel kabul görmüş terminolojiye göre devlet, bir milletin siyasi, hukuki ve idari teşkilatlanmasıdır ancak buna ilaveten Türk kültüründe devlet “saadet, mutluluk, dirlik, düzenlik” anlamına gelmektedir. Hukukun üstünlüğüne hürmet siyaset gömleğini giyenlerin en bariz sorumluluğudur. Adalet mülkün temelidir. Güvenlik olmadan adalet, adalet olmadan güvenlik ve özgürlük olmaz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin içine sürüklendiği buhranlı süreçleri iyi idrak etmemiz gerekmektedir. Elbette sorunlar ve engeller bir taraftan hızla güçlenmektedir ancak diğer taraftan fırsatlar, bunalımlardan çıkış yolları, yakın ve uzak vadedeki hedefler de karşımıza çıkmaktadır. Asıl mesele bu durumu kavrayıp değerlendirebilecek devlet şuuruna sahip olabilmektir.

İçinden geçtiğimiz şu zor günlerde Anayasa tartışmalarını kişilerden ve bugünden bağımsız ele almalıyız. Meseleye dün, bugün, yarın perspektifiyle bakmalıyız. Mesele kimin ne olacağı, hangi makama geleceği değil; Türk milletinin, Türk devletinin ve Türk vatanının bekası meselesidir. Mücadelemiz koltuk sevdası değil, Türkiye’nin önünü açacak bir anayasal yönetime sahip olmaktır. İllüzyon mühendislerinin peşine düşülmemelidir; kara propagandaya, felaket tellallarına itibar edilmemelidir. Devlet yönetiminin anayasal ve hukuki bir zeminde çalışmasını istiyoruz. Aksi hâlde, fiilî durum, sürdürülemez bir devlet yönetimini dayatmaya devam edecektir. Son günlerdeki tartışmalarda kara propaganda yaparak tahterevalli siyaseti güdenler, fiilî durumu devam ettirerek toplumdaki kamplaşmaları ve krizleri derinleştirmek isteyenlerdir; işte, biz bunu engellemek istiyoruz. Milliyetçi Hareket Partisinin yolu hukukun üstünlüğünü esas alan, çok partili, demokratik, parlamenter, hürriyetçi nizamdır.

Değerli milletvekilleri, bütçe gündemimizin önemli konularından biri de dış politikadır. Dış politikanın on dört yıllık özeti: Millî olmaktan uzak, pusulasız bir dış politikadır ve bu tarz dış politika, geçmişte “değerli yalnızlık” gibi süslü ambalajlarla sarılan ancak şimdi muhatap olduğumuz tehlikeler karşısında bir anlam ifade etmeyen bir tablo göstermektedir. On dört yılda dış politika millî bir politika olmaktan çıkmıştır. Dış politika, idareimaslahat düzeyinde, günlük durumlara göre vaziyet almaya indirgenmiştir. Ne strateji ne de taktik düzeyde bir başarıyı henüz görmüş değiliz. Önümüzde hedeflerine ulaşamamış bir politika var. Komşularla sorunları sıfırlamak için çıkılan yolda etrafımızda bir husumet kuşağı oluşmuştur. İçi boş ve hamasi sözlerle ülkemizin dış politikadaki eli zayıflatılmış, etkinliği, saygınlığı ve güvenirliği zedelenmiştir.

Orta Doğu’da ABD ve Avrupa Birliğinin, terör örgütlerini muhatap aldığı, Türkiye'nin baypas edilmek istendiği bir garabet yaşanmaktadır. Önümüzde çok ciddi dış politika sorunları bulunmaktadır:

Ege Denizi’ndeki 18 Türk adası Yunan işgali altındadır. Türk topraklarında Yunan egemenliği ve bayrağı hüküm sürmektedir.

Suriye’de kaos artmakta, Türkiye'nin güvenlik hassasiyeti büyümektedir. Bugün 104’üncü gününde bulunduğumuz Fırat Kalkanı operasyonuyla Suriye’de terör örgütleriyle mücadelemiz kararlılıkla, amansızca devam ediyor. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu mücadelenin tam destekçisiyiz.

Kerkük’te, Musul’da, Tuzhurmatu’da, Sincar’da, Telafer’de, Halep’te, Lazkiye’de, Humus’ta Türkmenler etnik, sistematik saldırılara ve katliamlara maruz kalmaktadır.

Kilis’e sadece 60 kilometre uzaklıktaki Halep’te insanlığın mirası çökmektedir. Açlık ve su krizi kapıdadır.

Irak’ın kuzeyinde bir suni devlet peydah olmaktadır. Kandil, PKK’nın ini olmaya devam etmektedir.

Kıbrıs’ta Türklük yok edilmek istenmektedir. Türk vatanı işgal tehdidi altındadır. Sırf çözüm olsun diye tavizlerle Kıbrıs’ı terk etmek, tarihsel hak ve çıkarlarımızdan bir çırpıda ayrılmak yanlıştır, skandaldır.

24 Kasımda Avrupa Parlamentosu müzakereleri durdurma kararı almıştır. Tarihe kara bir leke olarak geçen bu kararla, Avrupa zihniyetinin Türkiye düşmanlığı bir kez daha teyit edilmiştir. Darbe girişimini bir buçuk ay geçtikten sonra kınayan Avrupa Birliğinin tutumları karşısında, onlara muhtaç olmadığımız bilinciyle başkent Ankara merkezli bir dış politika geliştirilmelidir. Netice itibarıyla, dış politika bir sorunlar yumağı hâlindedir. Hükûmetin bütün bu sorunlara karşı millî ve güçlü bir yaklaşım geliştirmesini bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, milletimiz sıkıntıdadır, devletimiz dardadır, demokrasimiz zordadır, bağımsızlığımız tehlikededir, sahip çıkmamız gereken bir vatanımız vardır. Bu yolda en büyük görev, şüphesiz ki siyasilere, bizlere düşmektedir. Bugün her siyasi partinin birinci amacı devleti yönetmektir. Madem yönetmeye talibiz, o zaman öncelikle devletimizi yaşatmamız, millî varlığımızı korumamız gerekmektedir çünkü bunlar olmazsa ne iktidar olur ne muhalefet ne de bir siyaset. Bunun içindir ki bu zor günlerde bir taraftan muhalefet vazifesini yerine getirirken diğer taraftan da millî mukavemet sorumluluğunu unutmamamız gerekir. Eğer vizyonunuz iktidar olmaksa devleti yaşatmak için millî mukavemet sergilemelisiniz. Milliyetçi Hareket Partisi hem millî muhalefetin hem de millî mukavemetin adıdır.

Bu kürsüden büyük Türk milletinden aldığımız güçle yedi düvele haykırıyoruz: Binlerce yıllık kardeşliğin ve birliğin yoğrulduğu bu topraklar, Türkiye’dir. Devletimizin adı “Türkiye Cumhuriyeti”dir. Türkiye Cumhuriyeti millî ve üniter bir devlettir. Milletimizin adı “Türk milleti”dir. Bayrağımız ay yıldızlı Türk Bayrağı’dır. Dilimiz Türkçedir. Millî marşımız, millî mücadele destanı olan İstiklal Marşı’dır. Yürüyeceğimiz yol, demokrasi ve hukuk yoludur.

Bu değerleri bütün hücrelerinde benimseyenlere bir çağrıda bulunuyoruz. Bizim çağrımız, kısır çekişmelere girmeden, büyük Türkiye’yi inşa etmek için kardeşliğe, birliğe ve sağduyuyadır; fikirde, işte, dilde birliğedir. Çağrımız, kendi söküğünü kendi dikebilen, namerde el açmayan, diz çökmeyen bir Türkiye’dir. Buluşma yerimiz, büyük Türkiye’dir. Bizim için muhalefet olmak, siyasi çıkarlar uğruna ülkemizin önceliklerini görmezden gelip durumdan çıkar ummak değildir; bu sebeple çözüm üretiyoruz, yapıcı oluyoruz, yanlışın nasıl düzeltileceğini gösteriyoruz. Devletimizin bölünmezliğine, birlik ve beraberliğimize, bağımsızlığımıza, egemenliğimize, millî ve manevi değerlerimizin güçlendirilmesine yürekten bağlıyız. Vatan, sahipsiz değildir; millet, yetim değildir; devlet, öksüz değildir. Biz ne vatanımızdan vazgeçeriz ne devletimize sırtımızı döneriz; biz ne hıyanetten korkarız ne haram yiyenden çekiniriz. Dalgalanışıyla göğsümüzü kabartan bayrağımıza sahip çıkacağız. Mensubu olmakla övündüğümüz milletimizi ve devletimizi ilelebet payidar kılacağız. Şerefle savunduğumuz bağımsızlığımızı, demokrasimizi, hukukumuzu, inançlarımızı yaşatacağız.

Konuşmama burada son verirken 2017 yılı bütçesinin Türkiye’miz için hayırlı sonuçlar getirmesi temennisiyle yüce heyetinizi ve büyük Türk milletini saygıyla selamlıyor ve Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle konuşmama son veriyorum: “Bu memleket tarihte Türk’tü, hâlde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene!” (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ediyorum Sayın Akçay.

Efendim, söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Grup Başkan Vekili ve Samsun Milletvekili Sayın Erhan Usta’dadır. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Usta, süreniz otuz dakikadır.

MHP GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Gurubu adına söz aldım. Sizleri ve ekranları başında bizi izleyen muhterem Türk milletini saygıyla selamlarım.

Ne yazık ki Türkiye beka düzeyinde sorunlarla karşı karşıyadır. İç politikada, dış politikada, ekonomik ve sosyal alanda Türkiye tıkanmış, hatta kuşatılmıştır. Her gün gelen şehit haberleri, PKK ve FETÖ’yle mücadele, Suriye ve Irak başta olmak üzere yakın coğrafyamızdaki gelişmeler, Avrupa Birliğinden gelen olumsuz mesajlar, iktisadi ve sosyal hayattaki sorunlar milletimizi bunaltmıştır. Yurt dışında Türkiye algısı, özellikle Türkiye ekonomisine yönelik algı önemli ölçüde bozulmuştur. Hükûmet, birçok konuda muhalefetin, sivil toplum kuruluşlarının eleştiri ve değerlendirmelerine kulak tıkamakta; bırakın bunlarla istişareyi, birçok olayda kendi kurumları arasında ve Hükûmet üyeleri arasında dahi istişare yapmadan ülkeyi yönetmeye çalışmaktadır. Bu şartlar altında piyasanın ateşi yükselmiş “Acaba Türkiye bir finansal saldırıya mı maruz kalıyor?” şeklinde tartışmalar yapılmaktadır. Böyle bir ortamda 2017 bütçesini ve 2017-2019 makroekonomik çerçevesini konuşacağız.

Bugüne kadar yaptığımız konuşmalarımızda, değerlendirmelerimizde sorunları tespit ettik, eleştiri ve değerlendirmelerimizi tabii ki sürekli yaptık, çözüm önerilerimizi sunduk ancak bunlar, maalesef, bugüne kadar çok fazla dikkate alınmadı. Özellikle son günlerde kur oynaklığının çok yüksek olduğunu, kur ve faiz değişkenlerinin artık bir değişken, bir gösterge olmaktan dahi çıktığını maalesef üzülerek müşahede ediyoruz. Dolayısıyla, böyle bir ortamda ihracatçının, ithalatçının bağlantı yapma, ticaretle uğraşanın fiyat verme imkânı maalesef kalmamıştır. Ekonomide bir an evvel belirsizlikleri azaltacak, güveni tazeleyecek adımların atılması gerekiyor, piyasalar -işin doğrusu- icraat görmek istiyor. Konuşmakla bu işleri çözme imkânı maalesef yoktur. Çok net bir şekilde görmemiz lazım ki serbest bir ekonomide faizin talimatla düşmesi imkânı da yoktur. Piyasalara elbette teslim olmayalım ancak piyasayla restleşmenin de bir faydasının olmadığını ve bunun Türkiye ekonomisine zarar verdiğini düşünüyorum.

Hükûmet ve ekonomi yönetimi birçok konuda, maalesef, güven vermiyor. Bugün baktığımızda, bağımsız kurumlara, Türkiye Merkez Bankası gibi, BDDK gibi, EPDK gibi bağımsız otoritelere müdahale edildiğini görüyoruz. Kurumların itibar kaybı, maalesef, yüksek boyutlara ulaşmış durumdadır. Küresel Rekabet Endeksi’nde kurumsal yapılanma alt bileşeninde Türkiye son iki yılda 10 basamak gerilemiştir.

Yanlış adımların atıldığını da görüyoruz. Burada ciddi bir şekilde muhalefet etmemize rağmen, Türkiye'ye kara para getirilmesini bir anlamda yasallaştıran yasa, maalesef, buradan geçmiştir ve bu, Türkiye algısını ciddi ölçüde bozmuştur. Son günlerde yaşadığımız belirsizliklerin temelindeki bir tane unsurun da ben bu olduğuna inanıyorum.

Tabii, bu bozulmalar bir anda olmadı; bu bahsettiğimiz, son dönemde bahsettiğimiz bozulmalar bir anda olmadı. Türkiye ekonomisi aslında uzunca bir süredir darboğaz içerisindedir. Büyüme uzun süredir düşük seyretmektedir muhterem milletvekilleri. Bakın, 2011 sonrasında Türkiye'nin ortalama büyümesi yüzde 3,3’tür. Hatta, 2016 yılında bu daha da fazla daraldı. 2016’nın 2’nci yarısında Hükûmetin orta vadeli programda zımni olarak koyduğu büyüme tahmini 2,3 civarındadır 2016’nın 2’nci yarısı için. Ancak, piyasadaki tahminler, değerlendirme kuruluşlarının yaptığı tahminler bunun çok daha altında bulunmaktadır.

Özel sektör yatırımları sürekli azalma eğilimindedir. Bir süredir olanı, Türkiye'nin yaşadığı sıkıntıları söylemeye çalışıyorum.

Bakın, son 19 çeyrekte 13 tane negatif var yıllık bazda. Yani, bunun anlamı şu, özellikle makine teçhizat yatırımları için söylüyorum: 19 çeyrekten, bir önceki çeyreğe göre, bir önceki yılın aynı çeyreğine göre 19 rakamdan 13 tanesi negatiftir. Dolayısıyla, yatırım yapmayan bir ekonominin ayakta kalması, üretmesi, gelir yaratması mümkün değil. Bunların düzeltilmesi gerekiyor. Bu neye mal oluyor bir de? Ülkenin potansiyel büyümesi düşüyor. Buradan kastım şu: Yani, her şey normal gitmiş olsa Türkiye ekonomisi yüzde 4,5-5 civarında büyüyecek bir potansiyele sahip ama bu makine teçhizat yatırımlarının uzun süredir ülkede yapılmaması bu potansiyel büyüme seviyesini de aşağı doğru çekmektedir.

Sanayi üretiminde her gelen veri eksidir. Son 7 veriden -aylık verileri konuşuyorum- 5 tanesi negatiftir yani bir önceki aya göre düşmeyi göstermektedir.

Ekonomik Güven Endeksi maalesef yerlerde sürünmektedir. Biraz analitik baktığımızda, cari açığın düşmek yerine arttığını görüyoruz.

İşsizlik oranları kriz dönemlerini aratmayacak seviyelere ulaşmıştır. Toplumumuzda iş kayıpları artmaktadır. Ağustos ayında, mevsimsel düzeltilmiş verilere göre işsizlik oranı yüzde 11,4’tür. Bu, 2009 sonrası en yüksek seviyedir. Ayrıca son yetmiş altı ayın en yüksek işsizlik rakamıyla, Türkiye, ağustos ayında karşılaşmıştır. Mevsimsel düzeltilmiş datadır. Dolayısıyla bütün ayları birbiriyle mukayese etme imkânı vardır. Ve maalesef, bu tırmanmanın önümüzdeki günlerde devam edeceğini de ben tahmin ediyorum, işin doğrusu. Nisan-ağustos döneminde, bakın sadece son dört ayda 275 bin kişi işini kaybetmiştir. Aynı dönemde işsiz sayısı da 457 bin kişi artmıştır. Sayın Bakan, Maliye Bakanımız son yedi yıldaki istihdam meselesini veriyor. Son yedi yıl istihdam açısından yanıltıcı olur. Madem vereceksiniz son on dört yılı verin yani Hükûmetiniz dönemini verin -2002 yılında işsizlik oranı yüzde 10,2 idi, bugün geldiği noktada 11,4- veya son dönemi verin. Yani böyle bir dönemi seçip onu vermek teknik açıdan çok doğru olmuyor.

Toplumun bütün kesimleri borç altında inim inim inlemektedir. Tüketicilerin, çiftçilerin, esnafın, sanayicinin borçları artmıştır. Memurların alım gücü düşmüştür. Bankaların -burası da çok kritik- tahsili gecikmiş alacakları 2009 krizinden sonraki en yüksek seviyesine ulaşmıştır.

Türkiye ekonomisinin kırılganlığı her geçen gün -üzülerek ifade etmek gerekir ki- artmaktadır. Mesela neyle ölçüyoruz bunu? İşte, kısa vadeli borçların yüksekliği, en temel göstergelerden bir tanesidir. Sizin vadesi bir yılın altında olan borçlarınız ne kadar, rezervlerinizle mukayese ettiğinizde nasıl bir tablo ortaya koyuyor? Bu, en önemli kırılganlık göstergesidir. Bunlara bakacak olursak dış borç astronomik bir şekilde artmıştır, 130 milyar dolardan 421 milyar dolara çıkmıştır Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde. Ama bir başka bozulma daha olmuştur: Bu dış borcun, 421 milyar dolarlık stokun 1/4’ü kısa vadelidir yani bir yıl içerisinde çevirmek zorunda olduğunuz borçtur. 2002’yle mukayese yapmaya Sayın Bakan bayılıyor. O zaman bir mukayese yapalım: 130 milyar dolardı 2002 yılında Türkiye'nin dış borcu, millî gelire oranı da bugünün çok altındaydı ve bunun 1/4’ü değil, sadece 1/8’i kısa vadeliydi. Yani daha uzun vadeli ve daha az bir borçla teslim aldığınız Türkiye, bugün vadesi çok kısaltılmış ve oranları çok yükseltilmiş, rakamları çok yükseltilmiş bir dış borçla karşı karşıyadır.

Sayın milletvekilleri, yani bunları söylerken haz alıyor filan değilim. Bu ülke hepimizin, insan üzülüyor. Bunları düzeltmemiz -birazdan çözüm önerilerimi de sunacağım- gerekir, onun için bu sorunları söylemek istiyorum.

Şimdi, özel sektörün açık pozisyonları çok yüksektir. Özel sektörün açık pozisyonları 212 milyar dolara yükseldi. Bakın, bu, şu anda ciddi bir kur riski üstlendi. Orta vadeli program -ben teknisyen kökenli olduğum için orayı baz alıyorum- 5 Ekim veya 6 Ekimde açıklandı. O günden bugüne iki ay geçti. İki ayda kur 50 kuruş arttı. İki ayda özel sektörün açık pozisyondan dolayı maliyetlerine yansıttığı veya zarar olarak yazacağı veya maliyet olarak yazacağı 100 milyar TL var. Bakın, iki ayda 100 milyar TL. Bunun kurumlar vergisi tahsilatında da gelecek yıl etkisini maalesef hep beraber müşahede edeceğiz Sayın Bakan.

Şimdi, bu, tabii, şöyle de bir riski getiriyor: Yani firmaların sıkışması vergiyi bozacak, şu olacak bu olacak, bir de servetin el değiştirmesi gibi bir riskle karşı karşıya Türkiye. Özellikle yabancılaşma… Yani bunu taşıyamayan firmalar, bu kadar açık pozisyonu taşıyamayan firmalar, firmalarını satmak zorunda kalacak, büyük ölçüde bunu yabancı firmalar alacak.

Şimdi, Türkiye ekonomisi, tabii, dış borç artınca -az önce ifade ettik bir başka rakamla söyleyeceğim- yıllık yaklaşık 200 milyar dolar borç çevirmek durumunda. Bunun 164 milyarı -Hazine Müsteşarlığının rakamlarıdır- şu anda vadesi bir yılın altında olan dış borcumuz. Yani önümüzdeki bir yıl içerisinde ödememiz gereken dış borcumuz 164 milyar dolar, bunun üzerine yaklaşık bir de Hükûmetin öngördüğü 30-35 milyar dolar cari açığı da koyun -onu da finanse edeceğiz- 200 milyar dolar. Yani önümüzdeki bir yıl içerisinde 200 milyar doları çevirmek durumundayız. Dolayısıyla, bu yükümüzü bilerek tedbirlerimizi buna göre konuşmamız lazım.

2002’yi söylemiyorum artık. 2002 yılında bunlar çok daha düşüktü Sayın Bakan.

Uluslararası yatırım pozisyonu… Bu da çok önemli bir veri. Son çeyrek itibarıyla 610 milyar dolar yükümlülüğümüz var yani yurt dışındaki yabancıların Türkiye’deki varlıkları. Bu, portföy olarak olabilir, hazine bonosunda olabilir veya doğrudan yabancı yatırım olarak olabilir; 610 milyar dolar Türkiye’de yatırımları var. Bunun içerisinde sıcak para da var, doğrudan yatırımlar da var. Bunun karşılığında bizim de yurt dışında 221 milyar dolar varlığımız var. Nette 390 milyar dolar bir pozisyon açığımız var. Bu, büyük ölçüde, verdiğimiz -birazdan detaylarına gireceğim- yüksek cari açıklar nedeniyle ülkenin maruz kaldığı dış borç artışından kaynaklanmaktadır. “2002 yılında bu 390 milyar lira kaç lira?” diye merak ediyorsanız Sayın Bakan, 85 milyar dolar yani 85 milyar dolardan 390 milyar dolara çıkmış bir uluslararası yatırım pozisyonu var.

Peki, gelişmeler böyleyse Hükûmetin hedefleri nasıl gerçekleşti? Biraz geçmişe bakacak olursak, ben burada Dokuzuncu Kalkınma Planı’nı öncelikle bir söylemek istiyorum, tek bir göstergesini söyleyeceğim. Niye Dokuzuncu Kalkınma Planı? Çünkü bu Hükûmetin müstakil olarak yaptığı ilk dokümandır çünkü Sekizinci Kalkınma Planı’nı devralmıştır, Dokuzuncu Kalkınma Planı 2007 yılında yürürlüğe girdi. 2007-2013 döneminde Türkiye'nin ortalama büyüme hedefi planda yüzde 7’ydi, gerçekleşme yüzde 3,4; yarısı bile değil. Buradaki en temel sıkıntı da şu, onu da hemen ifade etmek istiyorum: Planda verimlilikten… Çünkü biz yatırım, sermaye kıtlığı çeken bir ekonomi olduğumuz için bizim verimliliğe biraz daha fazla yüklenmemiz lazım. “Verimlilik” dediğimiz ne? İşte, hukuk sistemimizi iyileştireceğiz, iş ortamımızı iyileştireceğiz, onun haricinde, kamu yönetimimizi iyileştireceğiz, eğitim seviyemizi yükselteceğiz, iş gücünün niteliğini artıracağız yani buralarda çok daha fazla bir şeyler yapmamız lazım. Dolayısıyla o günkü planda, bakın, yüzde 7 büyüme hedefi konulurken toplam faktör verimliliği yani verimliğinin büyümeye katkısının yıllık ortalama 2,3 olması öngörülmüştü yani 7’nin 2,3’ü verimlilikten gelecekti. Verimlilikte gerçekleşme ne oldu biliyor musunuz Sayın Bakan? Yüzde 0,7, fakat eksi. Yani, işte, hukuk sistemiyle ilgili, demokrasi seviyemizle ilgili, iş ortamımızla ilgili, kamu yönetimimizle ilgili yanlış uygulamalar nedeniyle Türkiye sadece verimlilikten 2,3 puan pozitif büyüme beklerken -Dokuzuncu Plan dönemi için söylüyorum- eksi 0,7 büyümede daralma oldu.

Onuncu Kalkınma Planı’nın hedefleri ne aşamada diye baktığımızda; malum, planda gayrisafi yurt içi hasılanın 2018 yılı için 1,3 trilyon dolar olması öngörülüyordu. Bugün Hükûmetin elimizde 2019 yılına kadar yaptığı tahminler var. Aynı büyüme trendini, 2016-2019 dönemindeki büyüme trendini… Pardon, çok affedersiniz, 2023 içindi bu. Zaten 2018 hedefleri var. Yani bir kalkınma planında 2018 hedeflenmişti, şimdi de 2018 var. Kalkınma planında 1,3 trilyon dolar millî gelir hedeflenirken şu andaki orta vadeli programda 2018 rakamlarına baktığımızda bu 815 milyar dolara düşüyor. 1,3 milyar dolar nerede, 815 milyar dolar nerede? Tam hedefteki sapma 471 milyar dolar.

Yine, fert başı gelire baktığımızda planda 2018 yılı için 16 bin dolar fert başı gelir hedeflenmişti. Bugün bu dokümanın söylediği 2018 yılı için 10.164 dolar yani 16 bin dolara karşılık 10 bin dolarlık bir seviye. Daha bir sürü data var. Mesela, ihracata bakalım, 277 milyar dolar hedeflenmişti, şu anda buradaki 170 milyar dolar, sapma 107 milyar dolar. Yani düşünebiliyor musunuz, 277 milyar dolarlık bir hedefte 107 milyar dolar maalesef sapma oluyor. Bunların da, daha, 2018 için yazılı rakamların da tutup tutmayacağı belli değil, biz tutacağı varsayımıyla bu rakamları veriyoruz.

Dolayısıyla Türkiye ciddi sıkıntılardan geçmektedir, hedefleri maalesef büyük ölçüde sapmaktadır, tutmamaktadır ve bu sorunlar da artık, bazı sorunlar… Geçmişte de yapısal sorunlarımız vardı ama bu yapısal sorunlarımıza yeni yapısal sorunları da maalesef kattık.

Şimdi, bunların da bir miktar üzerinde duracak olursak şunları söyleyebiliriz: Bir defa -ekonomideki ciddi yapısal sorunları şu anda ifade etmeye çalışıyorum- bizim büyümemiz düşük ve dalgalı. Bu, Türkiye'nin ta 1970’lerden itibaren bir sorunu. 1999-2002 yılında alınan tedbirlerle büyümeye ciddi bir şekilde istikrar kazandırıldı. Mesela, biz bunu 2001’den sonraki dönemde, 2002-2007 döneminde gördük, Türkiye yüksek büyümeyi, 6,9’luk büyümeyi gerçekleştirdi fakat ondan sonra, tekrar, büyümemiz yeniden reform yapılmaması nedeniyle aşağıya doğru gelmeye başladı.

Tabii, mukayeseyi emsal ülkelerle yapmak durumundayız. Emsal ülkelerle büyüme farkımıza baktığımızda… Burada emsal ülkeler nedir? Gelişmekte olan ülkelerdir. Tabii, Hükûmet üyeleri -bunu Sayın Şimşek de yapıyor, Sayın Ağbal da yapıyor- Çin ve Hindistan hariç bakıyorlar. Lütfen, birisi bize bunun rasyonelini söylesin, niye Çin ve Hindistan hariç bakıyoruz? Onlar da bizim rakibimiz, gelişmekte olan ülkeler kategorisindeysek bu kategoridekilerin tamamıyla bakmamız lazım. O zaman ben de derim ki: “Brezilya’yı düşün, eksi büyüyor; Rusya’yı düşün, eksi büyüyor; Arjantin’i düşün, öyle bakın.” Bunun sonu yok. Dolayısıyla, eğer biz bir mukayese yapacaksak gelişmekte olan ülkelerin tamamıyla mukayese yapmak lazım, ben de mukayeselerimizi o bazda götüreceğim.

Şimdi, bakın, büyüme performansımızın gelişmekte olan ülkelere göre çok kötü olması nedeniyle Türkiye ciddi şekilde onlara karşı bir pozisyon kaybediyor. Örneğin, 2002 yılında Türkiye'nin kişi başı geliri, bizim o beğenmediğimiz, sürekli sizlerin eleştirdiği kişi başı gelir, gelişmekte olan ülkeler ortalamasının -bunların hepsini satın alma gücü paritesine göre söylüyorum- 2,22 katı üzerindeymiş. Yani Türkiye’de kişi başı gelir 2002 yılında gelişmekte olan ülkeler ortalamasının 2,22 katıymış, şimdi geldiği nokta 1,79; oradaki kaybı görebiliyoruz sanırım.

Şimdi, 1990’lı yıllarda… Ben haksızlık etmemek için tek yılı almıyorum, mesela büyümelerde, 1990’lı yıllar… Adalet ve Kalkınma Partisi öncesi on üç yıl ve Adalet ve Kalkınma Partili on üç yıl diye mukayese ettiğimizde, Adalet ve Kalkınma Partisinin öncesindeki yani 1990-2002 döneminde gelişmekte olan ülkelerle yıllık ortalama büyüme farkımız sadece 0,4’tü; Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde bu büyüme farkı 1,5’e, 1,6’ya çıktı. Dolayısıyla, mukayeseyi böyle yapmamız lazım. Gelişmiş Avrupa Birliği ekonomileriyle veya gelişmekte olan ülkelerin içerisinden bir kısmını ayıklayarak mukayese yapmak bizi sadece yanıltır. Sorunu doğru tespit etmezsek çözüm önerilerimiz de mutlaka yanlış olacaktır.

Daha bunları söyleyebiliriz; diğer, başka rakamlar da var ama ben bu kadar fazla rakamla vaktinizi almak istemiyorum.

İşin temelinde -az önce ifade ettim- verimlilikteki düşüklük vardır. Verimlilikteki düşüklüğün de temel nedenlerinden bir kısmı, özel sektör firmalarımızda profesyonel yönetimin olmaması, özel sektör firmalarımızdaki ölçek sorunu, ekonomideki yüksek kayıt dışılık, iş gücünün eğitim seviyesinin düşüklüğü ve Türkiye’deki mesleksizlik sorunu, tarımsal yapının verimsizliği -birazdan ifade edeceğim- hukuk sistemi, kamu yönetimi, iş ortamıyla ilgili problemlerdir.

Türkiye ekonomisindeki diğer bir sorun -bu sorun maalesef Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde kronikleşmiştir, yapısallaşmıştır daha doğrusu- kaynak dağılımındaki çarpıklık. Türkiye'de maalesef -imalat sanayisinde- ülkenin kaynakları imalat sanayisi üretiminden gayrimenkule doğru kayıyor. Bu, uzun süredir devam eden bir şey. Hükûmet aslında bunu gördü bir miktar, buna ilişkin politika dokümanlarında yer verdi “Rant vergisini çıkaracağım, ben bu kaynak dağılımına müdahale edeceğim.” dedi fakat bununla ilgili adım atılmıyor. Son orta vadeli programda da o politikayı çıkardılar, bunun nedeninin ne olduğunu da aslında buradan ben Hükûmete sormak istiyorum. Yani imalat sanayisi üretimi…

Bakın, imalat sanayisinin millî gelir içerisindeki payı yüzde 14’e düşmüş. Yüzde 14’lük bir imalat sanayisi üretimiyle bırakın ihracat yapmayı, kendi ülkenizdeki insanları doyuramazsınız, yediremezsiniz, içiremezsiniz veya giydiremezsiniz. Dolayısıyla mutlaka ülkenin kaynaklarını yeniden buraya, imalat sanayisine çekmemiz lazım. Bu da nasıl olur? Gayrimenkul tarafı, beton tarafı, AVM tarafı, konut tarafı çok kârlı olduğu sürece hiçbir firma tabii ki imalat sanayisine yatırım yapmayacaktır, bütün kaynaklarını oraya aktaracaktır. Dolayısıyla buraya vergisel bir müdahale yapılması gerekliliği Sayın Bakanım, son derece net bir şekilde ortada durmaktadır. Bunu yapmadığımız sürece bu ülkenin sorunlarını, ekonomik sorunlarını çözme imkânımız kesinlikle yoktur, onu ifade etmek istiyorum.

Ekonominin dışa bağımlılığı son derece arttı. Bakın, yurt içi tasarruflar… Dışa bağımlılık nedir? Dışarıdan kaynak kullanmaktır. Tasarruf vardır bir ekonomide, bunun karşılığında yatırımlarınız vardır. Tasarruflarınız yetiyorsa yatırımlarınızı karşılamaya, yurt dışından kaynak kullanmazsınız ama yetmiyorsa yurt dışından kaynak kullanırsınız; bunun iktisadi temeli budur. Şimdi, Türkiye'nin tasarrufları 2016 yılı -en son Hükûmetin verdiği programdaki rakamı söylüyorum- yüzde 13,5. Emsallerimiz ne kadar? Yüzde 30’un üzerinde. Bakın, emsallerimiz millî gelirin yüzde 30’unu tasarruf ediyor, bunun karşılığında yatırım yapıyorken biz yüzde 13,5 tasarruf ediyoruz. Dolayısıyla cari açığı fazla vermek durumunda kalıyorsun, yüzde 5-6 da cari açık veriyorsun. En fazla ne yapıyorsun? 13,5’un üzerine 6 koy, yüzde 19,5. Yüzde 19,5 yatırım da bu ülkenin ihtiyacını karşılamıyor, bu ülkenin insanlarını doyurmuyor, bu ülkenin gençlerine iş vermiyor; bunu görmemiz lazım. Dolayısıyla tasarrufları artırmak gerekiyor. Hatta tasarruflarda öyle bir çarpıklık var ki –şimdi fazla uzatmak istemiyorum- nüfusu yüzde 20’lik 5 dilime ayırdığımızda 3 dilimin tasarrufu negatif. Bırakın yani yüzde 13,5’u, oralar da negatif. Dolayısıyla gelir dağılımı ve servet dağılımıyla ilgili de ciddi sorunlarımız var. Tasarruflar düşük olunca yatırımlar da elbette düşük oluyor.

Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığı… Tabii, Hükûmete çok da fazla haksızlık etmek istemiyorum. Buralar, az önce söylediklerim Hükûmetin yanlış politikalarından oldu. Ama enerji… Enerjide yapısal bir sorunumuz var, dolayısıyla enerjide dışa bağımlılığımız var. Ama on dört yıllık bir iktidar enerjide dışa bağımlılığımızı biraz aşabilmeliydi, maalesef enerjide dışa bağımlılığımız azalmadı.

Teknoloji geliştirme kapasitemiz yetersiz. Uzatmayacağım fazla ama şu kadarını söyleyeyim: İhracatın teknoloji seviyesine baktığımızda, örneğin 2002 yılında, yüksek teknolojili ürünlerin ihracat içerisindeki payı yüzde 6,2 iken bugün yüzde 3,9’a düştü. Son dönemde bir de orta teknolojiden alt teknolojiye kayış görüyoruz, bu da çok tehlikeli. Yani arttırmamız gerekirken teknoloji seviyesinin azaldığını maalesef görüyoruz.

İhracatın ton değeri, mesela, son rakam 1,34 dolar. Daha geçen yıl bu 1,52 dolardı. Tabii, bu, gelişmiş ekonomilerde 3-4 dolar, onları falan söylemiyorum ama ihracatımızın ton değeri 1,34 dolara düşmüş. Bununla Türkiye’yi bir yere götürme imkânı maalesef yok.

Kamu gelir ve harcamalarının kalitesinde iyileştirme ihtiyacı var. Bunu daha sonraki bütçelerde daha detaylı konuşuruz, bunun üzerinde fazla durmayacağım.

Ama gençler başta olmak üzere işsizlik oranımız çok yüksektir. Yüksek işsizlik oranlarıyla ülkenin, 2023 hedeflerini yakalama imkânı hiçbir şekilde olmayacaktır. Kadınlarda iş gücüne katılım oranı yüzde 32’lerdedir. Hükûmetin bu konuda arttırma gayretleri var. Burada mesafe de bir miktar alındı ama daha gidilmesi gereken çok yol olduğunu söylemek istiyorum. Gençlerde işsizlik oranı yüzde 20’dir. Bakın, her yıl 850-900 bin kişi çalışabilecek yaşa geliyor. Bunların da yaklaşık 750-800 bini bizden iş talep ediyor. Ama bunlara son yılda verdiğimiz iş 300 bin civarında kalmıştır, 400 küsur binine iş veremedik maalesef. Toplumda da nüfusun maalesef sadece 1/3’ü çalışıyor.

İş gücünün yapısal sorunları var, bunların üzerine gidilmesi lazım. Hükûmetin belki de hiç adım atmadığı konulardan bir tanesi de bu. Bakın, en son, Dünya Ekonomik Forumunun açıkladığı Küresel Rekabet Endeksi’nde iç gücü piyasalarının verimliliği alt bileşeninde 138 ülke arasında 126’ncı sıradayız iş gücü piyasalarının verimsizliği anlamında yani dünyanın en verimsiz 10 ülkesinden bir tanesiyiz. Bu Türkiye’ye yakışmıyor, buraları iyileştirmemiz lazım.

Gelir ve servet dağılımında aşırı bir bozukluk var, bozulma var, yani bozulma da devam ediyor. Bakın, nüfusun yüzde 1’i servetin yüzde 54,3’üne sahip. Dünya sıralamasında kaçıncı sıradayız, biliyor musunuz? 2’nci sıradayız. 1’inci sırada Rusya var, 2’nci sırada biz varız. Servet dağılımının en bozuk olduğu 2’nci ülkeyiz. Peki, 2002’de bu neydi? Yani 2002 yılında nüfusun yüzde 1’i servetin yüzde kaçını alıyordu? Yüzde 39,4’ünü alıyordu. O zaman da kötüydü ama 2014’e geldiğimizde yüzde 39, yüzde 54’e çıktı, servet dağılımındaki bozukluk son derece arttı. Peki, şimdi, Rusya’yı ben anlıyorum, servet dağılımının bu kadar bozuk olmasını, özellikle son dönemdeki petrol fiyatları… Ben şunu sormak istiyorum, Hükûmetin de bunun üzerine mutlaka düşünmesi lazım, bu konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum: Servet dağılımındaki bu kadar bozulmayı tetikleyen Türkiye’de nedir? Yani biz neyi yanlış yaptık da servetin dağılımını bu kadar fazla bozduk, kaynakları bir yerden aldık, öbür tarafa aktardık? Bunun üzerinde Hükûmetin düşünmesi lazım diye düşünüyorum.

Diğer bir husus: Zaten düşük olan rekabet gücümüz de düşmektedir arkadaşlar. Uluslararası Rekabet Gücü Endeksi’ne baktığımızda 138 ülkeden 55’inci sıradayız. Ama bu da darbeden önce yapılmış, darbeden sonra burada bir miktar daha bozulma olacağı muhakkak ama orada Hükûmete bir şey demek, tabii, doğru olmaz. Son iki yılda 10 basamak bozulma var. Zaten rekabet gücümüzü artıralım diye uğraşırken son iki yılda… Bakın, son dönemlerde özellikle bütün göstergelerde bozulma var. Son iki yılda rekabet gücü açısından dünya sıralamamız 10 basamak kötüleşmiş.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dolayısıyla, bugüne kadar sürdürdüğümüz iktisat politikasının temeli nedir: “KİT’leri satalım, topraklarımızı satalım -yaklaşık 33 milyar dolar AKP döneminde yurt dışına gayrimenkul satışı olmuştur- dış borçlarımızı artıralım, bununla tüketimi kamçılayalım, konut yapalım, AVM yapalım.” Bu iktisat politikası bitmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin yeni bir iktisat politikasına, yeni bir üretim modeline ihtiyacı vardır.

Cari açık niçin verilir? Yatırım yapmak için cari açık yaparsınız. Yani cari açıktan kastımız -az önce ifade ettim- dış kaynak, dış tasarruftur. Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi dönemlerine bakıyorsunuz, yine on üç yıllık mukayese yapalım yani Adalet ve Kalkınma Partisi döneminden önceki on üç yılda millî gelirin yüzde 21,6’sı kadar yatırım yapılmışken AKP döneminde bu 20,4’e düşmüş. Hem de neye karşılık düşmüş? Adalet ve Kalkınma Partisi döneminden önce yıllık ortalama sadece yüzde 0,6 cari açık verilmişken yüzde 5,3’e çıkartılmasına rağmen yani dışarıdan tasarrufu kullanmışız fakat yatırıma verememişiz. Dolayısıyla, hani yerli, millî diyoruz ya, kendi kaynaklarımızla yaptığımız yatırımlar ne oldu diye baktığımızda, AKP dönemi öncesindeki on üç yılda bu millet, bu vatandaş kendi kaynaklarıyla yüzde 21’lik bir yatırım yaparken AKP döneminde bu yüzde 15’e düşmüştür. Bu üzerinde hassasiyetle durulması gereken çok önemli bir göstergedir. İşte, biz o yüzden Milliyetçi Hareket Partisi olarak üreten ekonomi diyoruz ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk bizi yıllar önce ikaz etmiş, demiş ki: “Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar evvela haysiyetini, sonra hürriyetini, daha sonra da istiklal ve istikbalini kaybetmeye mahkûmdur.” Dolayısıyla, daha fazla çalışmamız lazım, daha fazla yorulmamız lazım ve kendimize çekidüzen vermemiz lazım.

Neler yapılması gerektiği hususuna geldiğimiz zaman işe bence ilk başlamamız gereken yer eğitim konusudur. Eğitimde kalite hem öğretmenlerimizin yetişmesi açısından hem de öğrencilerimizin yetişmesi açısından son derece önemlidir. PISA sonuçları ortadadır arkadaşlar, OECD’nin en sonlarındayız eğitim kalitesi açısından.

İkinci yapmamız gereken iş, iş sahibi ve nitelikli insan gücünü yetiştirmeliyiz. Tabii, bunlar uzun hikâyeler, bunların her birini tek tek anlatacak değilim ama burada İnsani Gelişme Endeksi’ne baktığımızda şunu memnuniyetle görüyoruz ki son dönemde bir yükselme var Türkiye’nin İnsani Gelişme Endeksi’nde ama geldiği seviye hâlâ 188 ülke açısından 72’nci sırada ve şunu da üzülerek müşahede ediyoruz ki son yılda da 3 basamak kötüleşme var bu bulunduğumuz seviyede.

Hukukun üstünlüğü mutlaka hâkim kılınmak durumundadır ülkede bir şey yapabilmek için. Dolayısıyla, peki, burada nasılız diye baktığımızda, 2016 yılı verisini söylüyorum, 113 ülke arasında maalesef 99’uncu sıradayız hukukun üstünlüğü konusunda, oysa Türk töresi de İslam ahlakı da bize adaleti emrediyor. “Adalet mülkün temelidir.” diyoruz ama hukukun üstünlüğü kriterinde dünyada en kötü ülkeler içerisinde yer alıyoruz. Ve son iki yılda da 27 basamak kötüleşmişiz. Bunu kabul etmek mümkün değildir, bununla ilgili olarak Hükûmet mutlaka tedbir almak durumundadır. Dahasını da söyleyeyim size, bölgemizde –bu kriter açısından baktığımızda- 13 ülke var, 13 ülkeden 13’üncü sıradayız yani en kötüsüyüz bölgemizdeki ülkelerde hukukun üstünlüğü açısından. Kendi gelir grubumuzda, hadi diyelim ki zenginlerin… “Ya orta gelir biraz düşük mü olur acaba?” diye baktım, kendi gelir grubumuza baktım, 37 tane ülke var, 36’ncı sıradayız; hukukun üstünlüğü açısından en kötü durumda olan sondan ikinci ülkeyiz. Bunları mutlaka düzeltmek lazım, Türkiye bunları hak etmiyor.

Tabii, iyi kamu yönetimi, etkin, öngörülebilir, adil devlet yönetimi işin diğer bir olmazsa olmazıdır. Daron Acemoğlu’nun özellikle çok vurguladığı, kurumların kapsayıcı olması, yani kurumsallaşma konusu hakikaten çok önemli. Bakın, yani hem kamu sektöründe hem de özel sektörde kurumlarımızda ciddi bir bozulma var. Bunu da yine uluslararası endekslerde görüyoruz. Birazdan onların da rakamlarını vereceğim.

Diğer bir konu, bürokraside zayıflık ve anlayış değişikliği. AKP on dört yılda maalesef kendi bürokrasisini, kendi kültürünü yaratmaya başladı, bunun çok tehlikeli durumda olduğunu, çok tehlikeli boyutlara ulaştığını sadece ifade edip geçeceğim.

Hükûmetin açıklığı endeksinde Türkiye 113 ülke arasında 96’ncı sırada. Yani şeffaf olmayan, istişareye kapalı bir hükûmet etme anlayışı. Hükûmetin gücünün sınırlandırılması endeksi var, bakın bu çok önemlidir. Tabii, medya olması lazım, işte muhalefet olması lazım, sivil toplum kuruluşları… Burada neredeyiz diye baktığımızda: 113 ülke arasında 108’inci sıradayız hükûmetin gücünün sınırlandırılması konusunda. Böyle bir ülkede hiçbir şey geliştirme imkânı elbette olmayacaktır. Burada bakıyorsunuz, devlet dışında denetim konusu var, memurların kanun dışı davranışları var, yargısal sınırlar var, düzenleme sınırları var, buralarda Türkiye maalesef dünyada sonlarda yer alıyor.

Son olarak da geliştirmemiz gereken bir unsurun da tarafsız, bağımsız ve gerçekten denetleyen bir medya olduğunu ifade etmek isterim. Dolayısıyla, sorunları günübirlik ve seçim eksenli politikalarla götürme imkânımız yoktur. Reform yapması lazım, Türkiye’nin ciddi bir reform hamlesine girmesi gerekmektedir. Bu sonuçlar içerisinde baktığımızda, Türkiye’nin maalesef 2023 yılı hedefleri hayal olmuştur. 2023 hedeflerine hiçbir şekilde Türkiye’nin ulaşma imkânı bu şartlar altında maalesef görülmemektedir. Dolayısıyla, reform hamlesi içerisine Hükûmetin bir an evvel girmesi lazım.

Bir kısım daha çözüm önerilerim vardı ama zaman yetersizliği nedeniyle onları dile getiremeyeceğim, belki daha sonraki konuşmalarda ifade ederiz ancak ben her şeye rağmen gelecekten ümitli olmak istiyorum. Bizim milletimiz en iyisini hak ediyor. İyi bir yönetimle bu işlerin hepsini yola koyma imkânının olduğunu da buradan ifade etmek istiyorum.

Bu duygular içerisinde, 2017 yılı bütçesinin milletimize, memleketimize ve kamu yönetimimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Usta.

Gruplar adına üçüncü söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanı ve İzmir Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Beyefendi. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına hepinizi içtenlikle sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 23 Nisanlarda toplanırız, ta cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu Parlamentonun ne kadar önemli olduğunu anlatırız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten Turgut Özal’a, Süleyman Demirel’e, Ahmet Necdet Sezer’e kadar bütün cumhurbaşkanları da Parlamentonun önemine her zaman vurgu yaparlar. “Demokrasinin mabedidir.” deriz, “Millî irade burada tecelli eder.” deriz, “Millî iradenin kaynağıdır.” deriz, “Halkın oylarıyla seçildik, buraya geldik, dolayısıyla biz ancak halkın oylarıyla gitmeliyiz.” deriz ve bunları her ortamda, parti farkı gözetmeksizin bir şekliyle dillendiririz ama bizim bir temel eksikliğimiz var değerli arkadaşlarım, o temel eksiklik de uzlaşma kültürünü yeteri kadar kavrayamamamızdır, uzlaşma kültüründen olabildiğince uzak durmamızdır.

Değerli milletvekilleri, 15 Temmuzda bir darbe girişimi oldu, 16’sında burada bir toplantı yapıldı, 4 siyasi partinin genel başkanları geldiler ve burada konuştular ve ayrıca, bir de bildiri yayınladı Türkiye Büyük Millet Meclisi, Sayın Başkan da o bildiriyi okudu. O bildiride de demokratik parlamenter sistemin ne kadar önemli olduğu, demokratik parlamenter sistemin bu darbeyi savuşturduğu gibi sözlerle uzun uzun anlatıldı ve konuşuldu. Darbenin olduğu gece sabaha kadar Parlamento, 4 siyasi partinin de milletvekillerinin olduğu bir ortamda görevini yaptı ve hepimiz de bundan gurur duyduk. Ertesi gün, 16’sında buraya geldik, söz hakkı verildi bize.

7 Ağustos günü burada konuşurken uzlaşma kültürünün ne kadar önemli olduğunu, öz eleştirinin ne kadar önemli olduğunu ve buna ihtiyacımız olduğunu ifade ettim; aynı şeyi Taksim Meydanı’nda yaptığımız mitingde de, İzmir’de yaptığımız mitingde de tekrarladım; aynı şeyi Yenikapı mitinginde de söyledim. Özellikle, Yenikapı mitingine bütün partilerden kişiler geldiği için orada söylediğimi burada okumak isterim: “Artık 15 Temmuzun bir özelliği var. 15 Temmuz bir uzlaşma kapısı araladı bize. 15 Temmuzda artık yeni bir Türkiye vardır. Eğer biz bu gücü, bu uzlaşma kültürünü daha da ileriye taşıyabilirsek çocuklarımıza güzel bir Türkiye’yi hep birlikte bırakmış oluruz.” Bunu söyledim.

Arkasından, ayın 25’i, 25 Temmuz 2016, Sayın Cumhurbaşkanı bizi Saray’a davet etti, Saray’a gittik. Bir eksikliği orada da ifade ettim, “Sayın Cumhurbaşkanı, davet ettiniz, teşekkür ederiz ama Parlamentoda grubu olan bütün partiler, bütün partilerin genel başkanları ortak bir bildiri imzaladılar, darbeye karşı durdular; 4 partiden milletvekilleri de sabaha kadar bombaların altında görev yaptı. Keşke buraya daveti hiçbir ayrım yapmadan gerçekleştirebilseydiniz.” dedim. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar) Ben bunu söyledim, yine söylüyorum, her zaman söylerim çünkü söz konusu vatansa gerisi teferruattır. Bunu da söyledim. Nerede? Yenikapı’da söyledim. Hatta Yenikapı’da şunu da söyledim: Keşke buraya Parlamentoda grubu olmayan partilerin siyasi liderlerini de davet etseydiniz çünkü büyük bir uzlaşma yakalamışız toplum olarak ve bu uzlaşmayı bizim avantaja dönüştürmemiz lazım.

Saray’da yaptığımız görüşmede iki konuda bana göre uzlaşma sağlandı. Birincisi şuydu: Adalete vurgu yaptım, adaletin önemine vurgu yaptım, yargı bağımsızlığının ne kadar önemli olduğunu ve bugün Türkiye’de yargının bağımsız olmadığını, bozulduğunu söyledim. Bunu düzeltmemiz lazım, hep beraber bunu düzeltelim. Görüş birliği sağlandı, bu konuda bir komisyon kurulması orada ifade edildi.

İkinci konu olarak şunu söyledim: 15 Temmuz gecesi 3 asker linç edilerek öldürüldü. Hepimiz askerlik yaptık. Sorumlu olan komutandır, komutan emir verir. Askerlik siyaset gibi değildir ki komutan emir verir, o komutanın emrine uymazsanız suç işlemiş olursunuz, uymak zorundasınız. Erin, erbaşın ne günahı var? 3 asker linç edildi; onların bulunup yargılanması lazım. “Evet, doğrudur, onların da bulunup yargılanması lazım.” dediler ve bir süre sonra “Yargı bağımsızlığı konusunda bir uzlaşma komisyonu oluşturalım.” dediler. Biz kendi arkadaşlarımızı görevlendirdik, diğer partiler de kendi arkadaşlarını görevlendirdiler ama bu uzlaşma komisyonu iki toplantının ötesine geçmedi.

Yeri gelip zaman zaman bizi suçlarsınız “Efendim, her şeye itiraz ediyorsunuz.” diye. Uzlaşmayı bozan kim? Biz değiliz. Uzlaşmayı bozan, şu arkada oturan değerli bakanlar yani yürütme organı yani Parlamentoda çoğunluk olarak sizi temsil eden grup bu uzlaşmayı sağlamadı ve yargı bağımsızlığı bugün Türkiye’de yoktur arkadaş, kimseye anlatamazsınız. Ne yargı bağımsızlığı? Birbirimizi kandırmayalım, “Yargı bağımsız.” diye bir şey yoktur. Birisi bir şey söyler, ertesi gün savcısı da, hâkimi de, hepsi harekete geçerler, bunu bilmiyor muyuz? Hepimiz biliyoruz. Bildiğimiz bir gerçeği burada neden cesaretle açıklamıyoruz ve bunun önlemini neden birlikte almıyoruz? Bozan biziz, sorunu çözmesi gereken de biziz. Bakın, biz buna hazırız; yine söylüyorum, biz buna hazırız çünkü adaletin olmadığı bir yerde devlet olmaz arkadaşlar, devlet olmaz! Yarın hepimiz nereye gideceğiz? Adalet isteyeceğiz.

Bakın, tartışmalarda şundan da özenle kaçınmamız lazım: “Efendim, gözaltına alınan veya tutuklananı baştan mahkûm ediyoruz.” Biz hâkim miyiz? Hayır. Kim hüküm icra eder? Hâkim hüküm icra eder. Sadece Türkiye’de mi? Hayır efendim, bütün dünyada böyledir bu. Dolayısıyla, kullanacağımız dilin de önemli olduğunun altını çizmek isterim.

Değerli arkadaşlarım, arkasından OHAL uygulaması geldi. Sayın Başbakanla Çankaya’da görüşürken, kısa bir süre için OHAL uygulamasını ihsas ettirdi -açıkça bir şey söylemedi, ihsas ettirdi- “Kısa bir süre ihtiyacımız var.” dedi. OHAL’le ilgili kanun tasarısı Parlamentoya gelirken Sayın Başbakan telefonla aradı, buna destek istedi bizden. Sayın Başbakana, OHAL uygulamasına destek veremeyeceğimizi, Parlamentoda demokrasiyi savunan bir parti olarak bizim demokrasiyi savunacağımızı, eğer OHAL uygulamalarıyla ilgili bir kanun çıkacaksa, 4 parti, bu kadar büyük uzlaşma sağlanmış, bütün sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları buna “evet” demişler, getirin, ne gerekiyorsa hepsini yapalım… “Bizim buna ihtiyacımız var.” dedi. Son derece saygılı bir dille telefonlarımızı kapattık. Yani Sayın Başbakana yakışan bir üslup kullanıldı, onu da sizin huzurunuzda ifade etmek isterim.

Değerli arkadaşlarım, biz, demokrasi üzerindeki her türlü vesayetin kaldırılmasını savunan bir partiyiz. Hiçbir vesayeti kabul etmiyoruz. Bu kürsüden ayın 16’sında, 16 Temmuzda gelip bir konuşma yaptım. O konuşmayı sizler de açıkladınız. Bakın, o konuşmada ben ne söylüyorum: “Demokrasi üzerindeki vesayeti asla kabul etmemeliyiz. Mademki milletin takdiriyle buraya geldik, mademki milletin oyu çok değerlidir, mademki millî irade çok değerlidir demokrasi üzerindeki vesayete kim olursa olsun, makamı ve mevkisi ne olursa olsun, rütbesi ne olursa olsun bu Parlamento asla izin vermemelidir.” dedim. “Makamı ve mevkisi ne olursa olsun”dan kimi kastettiğimi de biliyorsunuz, “rütbesi ne olursa olsun”dan kimi kastettiğimi de gayet iyi biliyorsunuz. Demokrasi üzerinde vesayet olmamalıdır. Herkes anayasal sınırları içinde görev yapmalıdır. Demokrasi üzerindeki vesayete hep birlikte, siyasi görüşlerimiz farklı olabilir ama demokrasi mademki bizim ortak paydamızdır ortak paydaya hep birlikte sahip çıkmak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, diyeceksiniz ki: “Demokrasi üzerindeki vesayeti biz de kabul etmiyoruz.” Bakın, arkamda Bakanlar Kurulu var. Bakanlar Kurulunun, her bir bakanın davulu vardır ama ses çıkaracak tokmağı bakanın elinde değildir. Nerededir? Kimse kusura bakmasın, gerçeği söyleyeyim, Saray’dadır. (CHP sıralarından alkışlar) Bu olmaz. Bunu kabul etmeyiz değerli arkadaşlar, bunu kabul etmeyiz. Bakanların, yürütme organının iradesine, yasama organının iradesine kimse gölge düşürmemelidir. Diyeceksiniz ki: “Efendim, böyle bir şey yok.” Peki, elinizi vicdanınıza koyarak bana şu sorunun cevabını verin: Dış politika oluyor, Dışişleri Bakanı değil, Saray konuşuyor; ekonomi oluyor, Saray konuşuyor; tarım oluyor, Saray konuşuyor; turizm oluyor, Saray konuşuyor. Yetkisi var mı? Yok. Sorumluluğu var mı? Yok. Yetki kimde? Burada. Sorumluluk kimde? Burada. Niye bunlar konuşmuyor, neden susturuluyor? Değerli arkadaşlarım, koltuğuna sahip çıkamayan, Türkiye’ye sahip çıkamaz. (CHP sıralarından alkışlar) Herkesin koltuğuna sahip çıkması lazım, herkesin yasaların gereğini yerine getirmesi lazım. Biz saygı içinde, kimsenin… Bakın, dilimizi de olabildiğince saygı içinde kullanmaya özen gösteriyoruz. Bakanların ve Sayın Cumhurbaşkanının kendi yetki alanları içinde görev yapması lazım. Aksi hâlde, Parlamentonun iradesine müdahale ediyorlar çünkü bakanların tamamı Parlamentoda da aynı zamanda milletvekilidirler.

Değerli arkadaşlarım, biz demokrasi üzerinde duruyoruz ve demokrasiyi savunuyoruz, güçler ayrılığı ilkesini savunuyoruz. Hele hele bir ülkede bakanlar konu mankeni konumuna düşürülüyorsa orada sorunumuz var demektir. 15 Temmuzun bize sağladığı büyük uzlaşma alanını, arenasını maalesef kaybettik ve kaybediyoruz. Biz söyledik, demokrasiyi güçlendirmek için ne getiriyorsanız “Evet.” diyeceğiz. Bugün de aynı şeyi söylüyoruz. Biz aksini mi söyledik? Hayır. Ama demokrasi üzerinde hiç kimseyi, makamı ne olursa olsun, mevkisi ne olursa olsun, sınıfı ne olursa olsun, kabul etmiyoruz. Halktan daha büyük bir güç yoktur. En büyük güç halkın kendisidir, millî iradedir. Ona inanıyoruz ve ona güveniyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Bakın, değerli arkadaşlar, OHAL’le ilgili görüşüldü yasa. Biz “hayır” oyu verdik ve çıktı. Biraz sonra uygulamalarının ayrıntılarına geleceğim ve onları anlatacağım sizlere. Ama değerli arkadaşlarım, hukukun üstünlüğü dediğimiz bir kavram vardır. Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü yani her vatandaşın adalet karşısında eşit olduğu, hukuk karşısında eşit olduğu bir düzenden söz ediyorum, bir demokrasiden söz ediyorum ben.

Yine, 16 Temmuzda bu kürsüden şu konuşmayı yaptım: “Önümüzde çok kritik bir dönem olduğunu kabul etmeliyiz. Bu dönemi soğukkanlılıkla, devletin vakarına ve ciddiyetine yakışan bir anlayışla yani hukuk içinde kalarak atlatmamız gerekiyor.” Ve devam ediyorum: “Devletin vakarına saygı göstereceğiz, o anlayışta olacağız, hukuktan vazgeçmeyeceğiz çünkü devlet hukuk içinde devlettir. Adalet mülkün yani devletin temelidir. Kim adaletten saptıysa hukukun içinde yargılayacağız. Önyargılardan uzak, adalete teslim edeceğiz.” Hep beraber alkışladınız. Bugün alkışlıyor musunuz bilmiyorum ama o gün alkışlıyordunuz. Peki, ne oldu o günden bu yana? Hukukun içinde, birisi suç işlerse hukuk içinde adalete teslim edeceksiniz. Bir, işkenceler yapıldı.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’yi dünyaya rezil etmeye kimin ne hakkı var? İşkenceler yapıldı. İşkence fotoğrafları Anadolu Ajansı aracılığıyla bütün dünyaya servis edildi. Konuşmalar yapıldı, işkence, hakaret eden ve onlar da servis edildi. Şimdi onları topluyorlar İnternet’ten ama bütün dünya bunu duydu. Değerli arkadaşlarım, eğer bir hükûmet işkenceyi savunursa, bir hükûmet işkenceden ve adalet dağıtmamaktan yana tavır alırsa orada Türkiye’nin saygınlığına derin bir gölge düşer. Diyeceksiniz ki “Hükûmet bunu yaptı mı?” Yaptı arkadaşlar. Üzülerek ifade edeyim, bu Hükûmet, arkamızda oturan ve önümüzde duran bu Hükûmet, maalesef, Türkiye’nin saygınlığına en derin gölgeyi düşüren Hükûmettir. Altını çiziyorum, en derin gölgeyi düşüren Hükûmettir. “Nasıl?” diyeceksiniz. 21 Temmuz 2016’da yani darbeden altı gün sonra Birleşmiş Milletler Türkiye temsilcisi Birleşmiş Milletlere bir dilekçe verir. Türkiye temsilcisinin adını da söyleyeyim sizlere, Halit Çevik. Halit Çevik Birleşmiş Milletlere bunu verir. Türkçe ve İngilizcesi de vardır, girerseniz bunu görebilirsiniz. Burada ne diyor biliyor musunuz? “Bizde darbe girişimi oldu. Bakın, size Parlamentonun ortak imzalı bildirisini de sunuyoruz. Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13 maddesini askıya alıyoruz, 13 maddesini uygulamayacağız, OHAL süresince yapmayacağız bunu.” diyor. Diyorlardı ya “Bizimle Fransa aynı.” Fransa 3 maddeye çekince koymuş, biz 13 maddeye çekince koyuyoruz. Şimdi, bu çekincelerden 2 madde çok önemli; Fransa’nın koymadığı ama bizim koyduğumuz 2 madde çok önemli.

Birincisi, madde 10: “Tutulanlara insani biçimde davranmak.” Yani “İster gözaltı ister hapiste olsun birisi tutuluyorsa ona insani muamelede davranacağız.” diye Türkiye, uluslararası sözleşmeye imza atmış. Şimdi, Hükûmet diyor ki: “Ben o tutulanlara insani muamele yapmayacağım.” Çekince koyuyor bu maddeye. Bana söyler misiniz değerli milletvekilleri: Bir hükûmet nasıl olur da “Tutulanlara insani muamele yapmayacağım, onlara işkence yapacağım ey Birleşmiş Milletler, bunu bilin.” diyor? Bu benim ağırıma gidiyor ve bu kadar yıldır demokraside kazanım elde edelim diye dişimizle tırnağımızla hep beraber mücadele ederken bir hükûmet geliyor, bir çuval inciri berbat ediyor.

İkincisi, madde 14: “Adil yargılanma.” “Kim olursa olsun adil yargılanacaktır.” diyor. Söylemiyor muyuz, adil yargılanma olması lazım. 14’üncü maddeye de çekince koyuyorlar, “Biz adil yargılamayacağız.” diyorlar. Allah aşkına bana söyler misiniz: Bu Hükûmet ne yapıyor ve bunu nasıl veriyor oraya, hangi gerekçeyle veriyor oraya? “Ben yargılamayacağım, işkence yapacağım; bir de, adaleti de sağlamayacağım, onları açlığa mahkûm edeceğim, yok edeceğim onları.” diyor. Nitekim, uygulamalar da zaten bu çerçevede ilerledi ve gitti.

Bakın, değerli arkadaşlar, Hükûmet diyebilir ki: “Bu terör örgütü öyle bir örgüt ki bizi kandırdılar, haberimiz bile yoktu. Biz bunlarla sarmaş dolaştık, aynı menzile gidiyorduk bunlarla ama bunlar geldiler, bize ihanet ettiler; vallahi de billahi de haberimiz yoktu.” Buna sakın inanmayın. Bunların tamamının haberi vardı, tamamının, hepsinin haberi vardı. (CHP sıralarından alkışlar) Örnek: 25 Ağustos 2004, Millî Güvenlik Kurulu toplantısı. Toplantıda yansıya yansıyan cümleyi aynen okuyorum: “FETÖ’cü irtica grubu devletin tüm kadrolarında, özellikle de Millî Eğitim Bakanlığı, Emniyet teşkilatı ve Türk Silah Kuvvetlerinde kadrolaşmayı, bünyesinde bulunan vakıf, okul, dershanelerde eğittiği gençlerle bir taban oluşturmayı ve kendisine maddi destek sağlayacak sermayeyi oluşturarak, dini ele alarak bir devlet kurmayı esas alan bir strateji geliştirmiştir.” Seyrediyorlar hep beraber. Devletin istihbarat örgütleri, devletin emniyet güçleri, devletin ordu güçleri, hep beraber diyorlar ki: “Bu örgüt böyledir, ey siyasiler bu örgüt böyledir.” Diyor mu? Evet, diyor. Peki, ne oluyor ondan sonra? Oradaki toplantıda Fetullah Gülen Cemaati’nin ayrıca himmet paraları topladığı da yazılı, “Bu cemaat aynı zamanda himmet paraları da topluyor.” diye söyleniyor hem de Millî Güvenlik Kurulu karar alıyor, bu 481 sayılı Karar- diyor ki: “Bunu Hükûmete bildirelim, Hükûmet bu konuda önlem alsın.” Olay 2007’de gazetelere yansıyor. Dönemin Bakanı çıkıp diyor ki: “Biz o kararı -yani Millî Güvenlik Kurulu kararını- yok hükmünde saydık. Yoktur böyle bir karar bizim açımızdan.” Öyle mi? Evet, öyle.

Peki, değerli arkadaşlar, neden yok hükmündeydi? Hangi gerekçeyle yok hükmündeydi? Ben merak ediyorum mesela. Devletin istihbarat örgütüne güvenmiyorsun, devletin emniyetine güvenmiyorsun, devletin ordusuna güvenmiyorsun, Fetullah Gülen terör örgütünün üyesine güveniyorsun, sonra da diyorsun: “Bunlar beni kandırdı.” Eğer bir hükûmeti bir terör örgütü kandırırsa o hükûmetin bu ülkeye faydası olur mu Allah aşkına? Ne faydası olur?

“Sorumlusu kimdir?” diye soruyoruz şimdi hep beraber. Sorumlusu kim? Bu olayın sorumlusu kim? Bank Asya’ya para yatıran mı bu işin sorumlusu? Oğlunu cemaatin okuluna gönderen mi bu işin sorumlusu? Onun dershanelerine çocuğunu gönderen mi bu işin sorumlusu? Yoksa -onlara bütün bu fırsatları- devletin bütün uyarılarına rağmen görmeyen, dinlemeyen ve Türkiye’yi bilinçli bir şekilde adım adım darbeye hazırlayan bu siyaset midir bunun sorumlusu? Bunun sorumlusu kim? Böyle acımasız bir tablo olabilir mi?

Değerli arkadaşlarım, bakın, “siyaset kurumu” derken 2 temel örnek vermek isterim, aslında yüzlerce örnek var da, 2 örnek: Birisi Mehmet Dişli. Mehmet Dişli, biliyorsunuz, Akıncılar üssünde darbeyi yöneten kişi. Mehmet Dişli 2011 yılında tuğgeneral olur ve kıta hizmetine gitmek zorundadır. Bir yıl sonra derler ki: “Mehmet Dişli’nin kıtada işi yok. Gelsin genel merkeze, Genelkurmayın karargâhına gelsin.” Gelecek de, hangi postla gelecek? Bir post yaratmak lazım ve Hükûmet bir post yaratır, Proje Yönetim Daire Başkanlığı. Kıta hizmetini tamamlamadan Mehmet Dişli gelir, orada görevini yapar. Zaman gelir, 2015, Mehmet Dişli terfi eder, tuğgenerallikten tümgeneral olur. Tümgeneral olur ama yine kıta hizmeti lazım, kıtaya gitmesi lazım, ona da bir formül bulurlar. O daire başkanlığı tuğgeneraldi, yeni bir kural getirirler, orayı tuğgeneral değil, tümgeneral yönetir ve Mehmet Dişli kıtaya gitmeden yine orada kalır.

Şimdi, elimizi vicdanımıza koyarak şu soruyu hep birlikte soralım: “Fetullah Gülen terör örgütü” dediğiniz terör örgütünün asıl sorumlusu Mehmet Dişli’yi darbe yapsın diye Genelkurmay karargâhında tutan mıdır, yoksa Bank Asya’ya birikimlerini yatıran vatandaş mıdır? (CHP sıralarından alkışlar) Bu sorunun cevabı çok önemlidir, bu sorunun cevabı olmadan olmaz bu işler değerli arkadaşlar.

İkinci olay: Yüksek Askerî Şûra kararları. Askerler diyorlar ki: “Ya, Fetullah Gülenciler var, bizim bunları temizlememiz lazım.”, “Hayır, temizleyemezsiniz.” Muhalefet şerhi yazdılar. Yazılır mı? Yazıldı. Yüksek Askerî Şûrada kararlar oy çokluğuyla veya oy birliğiyle alınıyor.

Bakın, değerli arkadaşlar, 3 general terfi ettirilir, 3 general, 3’ü de Gülen cemaati üyesi değildir. 3 general terfi ettirilir, Milli Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı bu kararı imzalamaz ve Meclise bir kanun getirirler tartışma konusu olmasın diye, derler ki kanunda: “Cumhurbaşkanının imzalamadığı Yüksek Askerî Şûra kararları geçersizdir.” Ve 3 general ayrılır ordudan, yerine nasıl olsa 3 FETÖ’cü gelecektir yani; bu altyapı hazırlanır. Şimdi, elinizi vicdanınıza koyup düşünün değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; çocuğunu cemaatin okuluna veya dershanesine gönderen kişi mi suçludur yoksa Yüksek Askerî Şûra kararlarında Fetullah Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinenlerin ihraç edilmesini istedikleri hâlde siyasi otorite devreye girip “Bunları almayacaksınız, atmayacaksınız; bunlar görevlerine devam edecekler.” diyenler midir? Asıl üzerinde durmamız gereken konu budur değerli arkadaşlar.

Şimdi, Hükûmeti uyardık, evet, Hükûmet bütün bu uyarıların hiçbirisine uymamıştır, hiçbirisini dikkate almamıştır. Sorumlu bu arkada gördüğünüz Hükûmettir ve daha önceki hükûmetlerdir. Bunların sorumluluğunu tartışmadan -hani “Balık baştan kokar.” diyoruz- en dipteki adamla uğraşıyoruz, öğretmenlerle uğraşıyor, er, erbaşlarla uğraşıyor. Ya komutanlar, ya bu işe yol açanlar, ya siyasi kulvarı, caddeleri açanlar? Onlara tek kelime yok, onlar sadece “Biz aldatıldık.” diyorlar. Aldatıldıysan olmaz kardeşim, aldatıldıysan namusunla, şerefinle çekilirsin bir köşeye. Hani var ya bizim önemli bir şairimiz, yanlış hatırlamıyorsam Ziya Paşa: “Çekildik izzetüikbal ile babıhükûmetten.” İnsanlar yeri geldiğinde izzetüikballe hükûmetten çekilmesini de bilmeliler. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bu işin siyasi sorumlusu kim? Bu, bir kitap arkadaşlar, Sayın Ömer Dinçer’in kitabıdır, “Türkiye’de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor?” diye bir kitap. Başbakanlık Müsteşarlığı yaptığı dönemde olayları anlatıyor. Kitabın 123 ve 124’üncü sayfasından bir bölüm okuyacağım: “Millî Güvenlik Kurulunun tavsiye kararı Başbakanlığa bildirildikten sonra konuyu Başbakanımıza açtım ve gelen yazıyı dosyasına kaldırmaya karar verdik. Bu karar metni Bakanlar Kurulunda imzaya açılmadı ve hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Konudan MGK toplantısına katılan bakanlar dışında kimsenin haberi olmadı ve onları endişeye sevk edecek bir sonucun doğmamasına özen gösterdik. Bütün toplumsal ve siyasi riski Hükûmet adına Sayın Başbakanımız, hukuki riski ise ben üstlenmiştim.” Buyurun.

Sizin değerli arkadaşınız, bir bilim insanı, oturuyor, kendi hayatını, Başbakanlık Müsteşarlığı yaparken nelerle karşılaştığını bize anlatıyor.

Sorumluluk kime ait? “Dönemin Başbakanına ait, riski aldı üstüne.” diyor. Peki, sorumluluk ona aitse, Türkiye'yi bir darbe ortamına taşıyan bu yapı içinde, o kişinin sorumluluğunu ona hatırlatacak makam kim, mevki kim, yetkili kim? Allah aşkına, bu Parlamento ne yapıyor o zaman? Bu Parlamentonun işlevi ne? Yeri geldiği zaman mangalda kül bırakmıyoruz, “Efendim, biz Kurtuluş Savaşı’nı da yönettik.” Peki, Türkiye'yi adım adım darbeye götürenler hakkında bir şey yapmayacak mısınız? Elinizi vicdanınıza koymayacak mısınız? (CHP sıralarından alkışlar) Çocuklarınıza hesap vermeyecek misiniz? O kadar acı tablolar ki değerli arkadaşlarım, intikam duygusuyla yapılıyor bütün operasyonlar.

Bakın, size bir örnek. Bir polisin eşi. Polis Fetullah Gülen terör örgütü üyesi, sempatizanı veya yandaşı diye, hangi gerekçeyle ise hapse atılmış. Oldu diyelim. Valilik yazı yazıyor, özel sektöre yazıyor, diyor ki: “Bunun eşini biz FETÖ’den dolayı içeri attık, sizde çalışıyor eşi, bunun da işine son verin.”

Ya, insanda vicdan denen bir şey var, ahlak denen bir şey var, erdem denen bir şey var. Kadının ne günahı var? Ya, bu kadın evine nasıl ekmek götürecek? Hadi adam hapiste, bankadaki hesaplarına el konuldu. Çoluk çocuğuna kim bakacak? Sizden bir arkadaş şunu demişti: “Ağaç kökü yesinler.” Elinizi vicdanınıza koyun değerli arkadaşlarım, bir insana “Ağaç kökü yesinler.” denir mi? Bizde güzel bir söz vardır “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin.” diye. Siz kolektif suç yaratıyorsunuz ve insanları perişan ediyorsunuz. Neyle? OHAL uygulamalarıyla. Olur mu bu arkadaşlar?

Başka bir örnek: Ödemiş’te Jandarma Komutanı İzmir Valiliğine yazı yazıyor, “Efendim, falan kişi, devam eden soruşturmalara istinaden açık kimlikleri yazılı şahısları ve onların çocuklarını…” diyor. Yahu çocuklardan ne istiyorsun? Hadi adamı anladık, çocuklardan ne istiyorsunuz? Yazık günah değil mi bu çocuklara?

Tokat Turhal’da 15 yaşında çocuk, 15 yaşında. Baba hapiste, 15 yaşında çocuk, sadece o, eve ekmek götürecek; bir iş yerinde çalışmaya başlıyor. Giriyorlar Sosyal Güvenlik Kurumu kaydından, babasının FETÖ’den tutuklu olduğu yazılı yani fişleme. Yahu fişlemeyi darbeciler yapmaz mıydı Allah aşkına? Biz fişleme için bu kürsüde mangalda kül bırakmadık, “Fişleme yapamazsınız.” dedik, “Yanlıştır.” dedik, “İnsan haklarına aykırıdır.” dedik, “Darbeci zihniyetin ürünüdür.” dedik ama bunların hiçbiri olmadı. Şimdi bütün bu insanlar fişleniyor değerli arkadaşlarım. Yazık günahtır. Neyle yapılıyor? OHAL’le yapılıyor. Bugün, neden o kanuna “hayır” dediğime vicdanen bakıyorum da ne kadar güzel bir şey yapmışız. Ya, bu ülkede birilerinin de kalkıp yüreklice demokrasiyi savunması lazım, birinin de kalkıp bu ülkede insanların hakkını savunması lazım. (CHP sıralarından alkışlar)

Darbe sonrası Adil Öksüz olayı… Hiç merak etmiyorsunuz, kim bu Adil Öksüz. “Adil Öksüz önce kırsalda, Kazan kırsalında yakalandı.” derler Adil Öksüz hava üssünde, Akıncılar Üssü’nde yakalanmıştır. Herkesin eline ters kelepçe vurulurken Adil Öksüz’ün eline kelepçe vurulmaz. Adil Öksüz’ün iki telefonu vardır; Adil Öksüz telefonla konuşur, kimse “Telefonu kullanamazsın.” demez. Adil Öksüz’ün elinde GPS cihazı vardır, yön bulma cihazı vardır. Bunu saklamak ister, gider, bulunur ve tutanaklara geçirilir. Son 3 tutanak tutulur, her tutanak birbirinden farklıdır. “Niye geldin buraya?” “Kazan’da arsa bakmaya geldim.” Kaç kişi söylüyor bunu? 3 kişi söylüyor. “Kazan’da arsa bakmaya geldim.” diyenlerden ikisi tutuklanır diğerleriyle beraber; Adil Öksüz, GPS cihazı, telefonlarıyla hep beraber serbest bırakılır.

Şunu unutmayın: Emre Taner, eski MİT Müsteşarı, geçenlerde bir konuşma yaptı Darbe Araştırma Komisyonunda, şunu söyledi: “Erzincan’da 2 MİT elamanı tutuklandı, gözaltına alındı. Sayın Başbakan izin vermeseydi o 2 MİT elemanı gözaltına alınamazdı.” Değerli arkadaşlarım, herkesin eli kelepçelenirken bu beyefendi niye kelepçelenmiyor? Üstelik, bunun cemaate yakın olduğu, devletin arşivlerinde de var -hani arşivlerde olmasa tamam diyeceğiz- kaç sefer gidip geldiği de var. Şu sorunun cevabını Hükûmetten çok açık ve net öğrenmek istiyorum: Sizin, darbeden önceden haberiniz var mıydı, yok muydu? Nokta. Bu kadar açık, bu kadar net bir soru soruyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Daha önce bu soruyu sorduk ama cevabını alamadık. Cevabını alamadığım için arkadaşım itiraz ediyor. Ben bunun cevabını merak ediyorum değerli arkadaşlar.

Adil Öksüz sıradan bir insan değildir, Adil Öksüz gariban bir adam değildir, Adil Öksüz eğer Akıncılar Üssü’nde darbeyi yönetiyorsa sıradan bir insan değildir, kontrollü bir insandır. Kim kontrol ediyor Adil Öksüz’ü? Adil Öksüz niye yakalanmaz? (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, OHAL sonrası darbe fırsatçılığı yapıldı, OHAL istismar edildi. Sayın Başkana da seslenmek isterim. Türkiye Büyük Millet Meclisinin Saygıdeğer Başkanının, darbe gecesi Parlamentoyu terk etmemesi, Parlamentoda durması, mücadelesini yürütmesi saygıya değerdir. Her yerde bunu söyledim, şimdi de kendi önünde söylüyorum. Ama, OHAL uygulamalarının yani olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerinin Parlamentonun iradesini suistimal etmesine sessiz kalmamalıydı, “Bir dakika…” demeliydi, “Bunları yapmanız doğru değildir.” demeliydi. Bilmiyoruz izlediniz mi, incelediniz mi olağanüstü hâl kararnamelerini? Şimdi, bu kararnamelerin varlık nedeni Türkiye’yi süratle normalleştirmek. Süratle normalleştireceksiniz ama olağanüstü hâl uygulaması bir tırpan gibi Türkiye'nin üstünden geçiyor, bir tırpan gibi.

Bakın, değerli arkadaşlar, af kanunu çıkardılar, hapisten bir sürü adam çıkardılar. Ne işi var bunun? Hapiste yatanların hiçbirisinin OHAL’le, darbeyle ilgisi yoktu. Ne işi var bunun OHAL kararnamesinde? Maarif Vakfı Mütevelli Heyetinin huzur hakkının ne işi var, Allah aşkına, OHAL kararnamelerinde? Hazineye ait taşınmaz malların değerlendirilmesi, Kamu İhale Yasası’nda yapılan değişiklik, Bankacılık Kanunu’nda yapılan değişiklik, İşsizlik Sigortası Kanunu’nda yapılan değişiklik, Türkiye Kalkınma Bankasının kanununda yapılan değişiklik, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda yapılan değişiklik… Ne işi var bunların? Bu, Parlamentonun iradesini gasbetmek değil midir? Ben itiraz ediyorum arkadaşlar, siz niye itiraz etmiyorsunuz? “Efendim, bu daha sonra Meclise gelecek…” Daha sana böyle bir yetki verilmedi ki. Sana verilen yetki, darbeyle mücadele et, terörle mücadele et, onun önlemini al. Maarif Vakfını, üniversitede rektör seçimini… Bunların darbeyle ne ilgisi var? O, Meclisin görevidir. Eğer bir organ Parlamentonun görevini suistimal ediyorsa, yetkisini kullanıyorsa önce Meclis Başkanının yasama organını uyarması lazım “Hakkınıza sahip çıkın.” diye. Ben az önce söyledim, ne dedim: Davul burada ama tokmak yok burada. Davul burada, “Atın imzaları.” diyorlar, hep beraber imza atılıyor, tıpkı sizin, daha Anayasa değişiklik metnini görmeden oturup boş kâğıda imza atmanız gibi. Ya, arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi? (CHP sıralarından alkışlar)

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Hayır, boş değil Sayın Başkan.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Bakın, böyle bir şey yoksa o arkadaşlarınızı uyarın çünkü televizyonlarda ve gazetelerde fotoğraflar çıktı. Eğer böyle bir şey yoksa sözlerimi geri alıyorum, böyle bir şey yoksa ama böyle bir şey varsa bu, doğru değildir arkadaşlar, asla doğru değildir. Benzer uygulamaları biz geçmişte yaşadığımız için biliyorum, benzer uygulamaları. Daha önceden alınan imzalar var ki partinizden istifa etmiş o arkadaşlar ve istifa edenler listede isimleri silinmeden ilave edildi, gönderildi; biz bunları da biliyoruz ama istirhamım, Parlamentonun itibarına hep birlikte sahip çıkalım, bunun iktidarı muhalefeti yok arkadaşlar, bu Parlamento hepimizin Parlamentosu. Burada hepimiz özgürce konuşmalıyız, özgürce yazmalıyız, özgürce çizmeliyiz, düşüncelerimizi ifade etmeliyiz.

Eğer yürütme organı, benim görevimi alırsa benim elimden, benim yetki alanıma müdahale eder ve ben sessiz kalırsam halka hesabını veremem, seçmenime hesabını veremem. Beni oraya göndermesindeki gerekçe, “yürütme organının vesayetini kabul et” gerekçesi değildir, tam tersine “Oturup yasa çıkaracaksın, benim sorunlarımı çözeceksin.” diyor.

Bir karşı darbe yaşadık değerli arkadaşlarım. OHAL uygulamalarıyla, bir darbe girişiminden geçildi ve Türkiye, bir karşı darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Diyeceksiniz ki “Bunu kim söyledi?” E, Sayın Cumhurbaşkanı söyledi, “Halk, bu darbeyi karşı darbeye dönüştürdü.” dedi. Halk, ne yaptı Allah aşkına? Halk, kanun hükmünde kararname mi çıkardı? Her şeyin faturasını bir yere çıkarmak gibi bir alışkanlık var. Ya, kanun hükmünde kararnameleri siz çıkarıyorsunuz, niye bütün bu haksızlıkları, hukuksuzlukları halkın sırtına yıkıyorsunuz?

Bakın, 12 madde hâlinde bugün geldiğimiz tabloyu sizin bilginize arz etmek isterim.

1) OHAL kararnameleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisi devre dışı bırakılmış, iradesi açıkça istismar edilmiştir. Buna başta Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı göz yummuş, uyarı dahi yapma gereğini duymamıştır.

2) Bu süreçte kolektif suç yaratılmış, açıkça evrensel hukuk kuralları çiğnenmiş, Türkiye'nin itibarıyla oynanmıştır ve ben, Sevgili Peygamberimiz’in Veda Hutbesi’ni hatırlatmak zorunda kaldım. O Veda Hutbesi’ni tarihçiler, tarihin “en önemli insan hakları beyannamesi” olarak tanımlarlar. Suçun bireyselliğini vurgular orada, “Anne, baba, çocuk suçlu değildir, kim suç işlemişse ancak o yargılanır.” der.

3) OHAL’le muhalif medya susturulmak istenmiş, gazeteler, televizyonlar, radyolar kapatılmış, hapishanelerindeki 146 gazeteciyle Türkiye, kara listeye girmiştir dünyada. Nasıl oluyor bu? 146 gazeteci hapiste değerli arkadaşlar. Neden? Bunların darbeyle ne ilgileri var? “Yazı yazmış efendim.”

Ben, şimdi geriye dönüp bunlara soruyorum: Mehmet Dişli’yi siz orada tutarken hiçbir suçunuz yok, adam yazı yazdı diye alıyorsunuz, içeri atıyorsunuz. Türkiye gazetesinden bir gazeteci çıkıyor -altı yedi ay önce, hatta bir yıl önce- Fetullah Gülen cemaatinin nasıl darbe yapacağını, ne zaman toplandıklarını yazıyor. Bir şey yapıyor musunuz? Hayır, hiçbir şey yapılmıyor. Hukukta çifte standart olmaz değerli arkadaşlarım.

4) 12 Eylül döneminde Kenan Evren ve arkadaşlarının dahi aklına gelmeyen, cesaret edemedikleri hukuk dışı uygulamalara başvurulmuştur.

5) Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, Hükûmet, OHAL uygulamasıyla ilgili Birleşmiş Milletlere başvurarak adil yargılamayı rafa kaldırdığını, tutulanlara insanca davranmayacağını yani işkence yapacağını bütün dünyaya resmen duyurmuştur.

6) Darbe girişiminde bulunanlarla mücadele, hukuk zemininden çıkmış, âdeta bir kişinin kin ve öfke nöbetlerine teslim edilmiştir.

7) İş dünyası, sivil toplum örgütleri, sendikalar konuşamaz noktaya getirilmiş, dünyada karşı darbe algısı giderek güçlenir hâle gelmiştir.

8) Bilim üretim alanı olan üniversiteler susturulmuş, darbe girişimiyle hiçbir ilgisi olmayan yüzlerce akademisyen ya hapse atılmış ya da görevlerine son verilmiştir.

9) Yaratılan atmosfer nedeniyle, suçlu suçsuz demeden, araştırmadan hâkim, her önüne geleni tutuklamıştır çünkü tutuklamasa FETÖ terör örgütüyle irtibatlandırılacağı endişesine kapılmıştır. Üzülerek ifade edeyim ki bu endişe, Anayasa Mahkemesinde de açıkça görülmüştür.

10) Şu anda Türkiye’de hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Herkes her an tutuklanabilir, gözaltına alınabilir, mal varlığına el konulabilir.

11) Türkiye şu anda bir hukuk devleti olmaktan çıkmıştır. Hukukun üstünlüğü kuralı çalışmamaktadır. Açıkça söylemek gerekirse Türkiye, bir istihbarat devletine dönüşmüştür.

12) Güçler ayrılığı ilkesi fiilen çalışmamaktadır. Devlette ve sağlıklı bir demokraside olması gereken denge ve denetleme ağı çalışmamaktadır. Yetkilerin tek elde toplanması gerçeği, Türkiye’ye ve demokrasimize ciddi zararlar vermektedir.

Evet, bunlar bugün geldiğimiz bir gerçektir değerli arkadaşlarım.

Dış politikada ise tam bir felaket. Türkiye Cumhuriyeti kendi tarihinde -ki bugün bir bilim insanı “Osmanlı tarihi de buna dâhildir.” diyor- dış politikada en ağır yenilgiyi yaşamıştır, en ağır yenilgiyi, itibarı dünyada sıfırdır, itibarı sıfırdır. Her gün şehitlerimiz geliyor. Ne itibarımız var? Bize saygı duyan kim kaldı Allah aşkına, kim kaldı? “Gücümüzü test etmeye kimse kalkmasın.” Ne kadar güzel bir laf. En sonunda Orta Doğu’nun kabile şeyhleri bile bizim gücümüzü test ettiler ve çok ağır ifadeler kulandılar Türkiye Cumhuriyeti’yle ilgili, çok ağır ifadeler. (CHP sıralarından alkışlar)

Bakın, değerli arkadaşlar, Mavi Marmara’da İsrail’le anlaşma yaptık. İsrail’le bu anlaşmayı hepiniz gördünüz büyük bir ihtimalle. Türkçe metin bu. Türkçe metnin içinde bir İngilizce sözcük var. Niye İngilizce yazıldı diye hiç merak ettiniz mi? Çünkü bu İngilizce sözcük, “lütuf” anlamına geliyor. “20 milyon doları lütuf olarak vereceğim, tazminat olarak değil.” diyor. Bu, sizin ağırınıza gitmiyor mu? Benim ağırıma gidiyor. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler, halka lütfu tazminat diye gösteriyorlar, para alıyorlar. İsrail dik duruyor, “Tazminat vermem. Davalardan vazgeçeceksin.” diyor. “Emredersiniz.” diyorlar. “Davadan vazgeçtin, yetmez, daha sonra bir mağdur, dava açar kazanırsa, onu da sen yükleneceksin.” diyor. “Emredersin.” diyorlar. “Gazze ablukası kalkacak.” diyorlar, “Unutun bunu.’” diyor. “Abluka aynen devam edecek.” “Emredersiniz.” diyorlar. “Ayrıca, yetmez, bizim doğal gazımız, petrolümüz sizin üzerinizden gidecek.” “Emredersiniz.” diyorlar. Bu, bir teslimiyettir arkadaşlar. Bu kadar ağır bir teslimiyeti Türkiye Cumhuriyeti tarihinde kimse yaşamamıştır, kimse yaşamamıştır. Dış politikada geldiğimiz nokta budur.

Suriye’de… 3 milyon mülteciye bakıyoruz, 3 milyon! Hani gidecektik, cuma namazı kılacaktık, ne oldu? Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırmak zorunda kaldık. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, “Kimse gücümüzü test etmesin.” Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırmak zorunda kalıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, daha ağır bir şey -diyorum ya herkes anayasal sınırlar içinde olsa, emin olun, bu ülke güzel yönetilir- Sayın Cumhurbaşkanı, geçen gün, tarih vereyim 29 Kasımda bir açıklama yaptı, dış politikayla ilgili. Söylediği şu: “Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümranlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil. Zalim Esed’in Hükûmetine, icraatına, hükümranlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için biz orada değiliz.” Ne oldu? Bir gün sonra, ayın 30’unda Millî Güvenlik Kurulu toplandı, kendi başkanlığında ve Millî Güvenlik Kurulu, kendi başkanını yalanladı. Karar şu: “IŞİD ve diğer terör örgütlerinin bölgeden tamamen temizlenmesi için biz oradayız.” Bakın, ülkenin Cumhurbaşkanı ne söylüyor, Millî Güvenlik Kurulu ne söylüyor? Böyle bir devlet yönetimi olmaz.

Başka? Putin bununla yetinmedi, “Yok arkadaş, çıkacaksın, açıkça söyleyeceksin.” dedi. Ayar çekildi. Ne söyledi? 1 Aralık 2016: “Fırat Kalkanı’nın amacı, herhangi bir ülke ya da kişi değil, terördür; biz onun için oradayız.” diyorlar. (CHP sıralarından alkışlar) Bu, yakışıyor mu değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışıyor mu? Benim ağırıma gidiyor, sizin ağırınıza gitmiyor mu? Bu beylerin ağırına gidiyor mu? Ses dahi çıkaramazlar. Böyle bir devlet yönetimi olur mu? Böyle bir devlet yönetimi olmaz.

Güçler ayrılığı ilkesi… Biz Parlamentoyuz, biz Hükûmeti sorgulamak zorundayız. Biz Adalet ve Kalkınma Partisinin saygıdeğer milletvekillerinin bizim eleştirdiğimiz dozda ve şekilde eleştirmeyeceğini de biliyoruz, buna saygı da gösteriyoruz ama en azından, kapalı kapılar ardında “Ya, arkadaş, siz ne yapıyorsunuz?” demeniz lazım, “Böyle bir yönetim olmaz.” demeniz lazım. Bunu demediğiniz için ve sizi sadece ve sadece el kaldırıp indiren makine olarak gördükleri için “Biz her bildiğimizi yaparız.” diyorlar. Olmaz arkadaşlar, olmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

Bakın, dış politika, Kıbrıs… 18 adamız işgal altında, 18 ada. Hani bu milliyetçilik, neredeydi? Bir dönem ayaklarının altındaydı, bir dönem yukarıda. 18 adada, egemenliği Yunanistan’a bırakılmamış -bakın altını çiziyorum- 18 adada Yunan Bayrağı dalgalanıyor. Niye bir şey yapmıyoruz? Hangi gerekçeyle bir şey yapmıyoruz? Horoz ötse duyuyoruz, Yunan Bayrağı var! Ada kimin? Bizim. Soruyor arkadaşlar, komisyonlarda soruyorlar: “Ya, bunlar bizim mi?”, “Evet, bizim.” diyorlar; “Ya, niye müdahale etmiyorsunuz?”, “İstişare ediyoruz.” diyorlar. Ne istişaresi arkadaşlar? Ne istişaresi? Dış politikada düştükleri durum, değerli arkadaşlarım.

Başika kampı dolayısıyla gittiler, Musul Valisinden izin aldılar, Nuceyfi’den. Değerli arkadaşlarım, bu, şu anlama geliyor: Yabancı bir ülke, Konya’ya gelmek istiyor, Konya Valisi izin veriyor. Ya, böyle bir şey olur mu? Irak denen bir devlet var, Irak’ta bir parlamento var, bir hükûmet var; gönderin Dışişleri Bakanını. Elbette ki bizim orada askerimiz olmalı, elbette ki askerimizin varlığı çok önemlidir, elbette ki Türkiye'nin çıkarları bunu gerektirir ama siz, merkezî Hükûmeti bir tarafa bırakıp “Biz Musul Valisinden izin aldık.” derseniz onlar da şunu söylediler: “Sizin onurunuz varsa Başika’dan çıkarsınız.” Bu, benim ağırıma gidiyor. Peki, bunların ağırına gidiyor mu? Sizin ağırınıza gidiyor mu? Böyle bir şey olabilir mi? Asla kabul etmiyoruz değerli arkadaşlarım.

Kıbrıs’ta… Bakın, göreceksiniz Kıbrıs’ta pazarlıklar gidiyor, yüzde 29’a düşürülüyor toprağı. Niye yüzde 29’a düşürülüyor? Pazarlıklar gizli kapalı yapılıyor. Lütfen, istirham ediyorum, iktidar partisinin milletvekillerinden istirham ediyorum, bizim kadar izlemeyebilirsiniz ama en azından dış politika konusunda çok değerli arkadaşlarınız var, onlara bir sorun. Kıbrıs’ı gerek siyasal açıdan gerek stratejik açıdan bizim korumamız gerekiyor, Kıbrıs, elimizin altından kaymamalıdır. Bedel ödedik Kıbrıs için, bedel ödedik; şehitlerimiz var orada. Biz o bedelin karşılığında şimdi Kıbrıs’taki egemenliğimizi güçlendirmemiz gerekirken taviz vermeye başlıyoruz. Bunlar doğru değil.

Bütün bu olumsuzluklar nereye yansıyor arkadaşlar? Türkiye'nin iyi yönetilmemesi ekonomiye yansıyor. “Efendim, dünyada kriz var.” falan, dünyada kriz mriz yok arkadaşlar. Ne krizi var dünyada? Yok öyle bir şey. Türkiye’de siyaset ve siyasette yaşanan kriz, ekonomiyi vuruyor. (CHP sıralarından alkışlar) Hiç kimse önünü görmüyor arkadaşlar, hiç kimse. “Dolarla ne işimiz var?” deniliyor, Sayın Başbakan, “Doları moları boş verin, dolarla ne işimiz var?” diyor. Ya, köprüden geçiş dolarla, mercimek getiriyorsun dolarla, doğal gaz geliyor dolarla, petrol geliyor dolarla, AVM’de kiralıyor esnaf iş yerini dolarla.

Bu arada söyleyelim, Sayın Cumhurbaşkanı da dolar bozdurma konusunda çağrı yapıyor. Kendisinin Albaraka Türkte 200 bin doları var, bunu bozdurdu mu, merak ediyoruz. Banka dekontunu gönderirse çok mutlu oluruz, çok mutlu oluruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Esnafın cebinde, vatandaşın cebinde dolar mı kaldı Allah aşkına? Sanki dolarla yatıp kalkıyoruz biz. Yok öyle bir şey arkadaşlar. En iyisi, siz dolara talebi emeklilere sorun, onlar daha iyi bilirler; bir de taşeron işçilerine, onlar da bilirler dolar nedir, nasıl olur. (CHP sıralarından alkışlar)

Esnaf kampanya açıyor, “Kim dolar bozdurursa gelsin, bedava tıraş edeceğim.” diye. Yahu, arkadaşlar, kimin cebinde dolar var? Bakın, ben şu açık çağrıyı gayet net yapıyorum, bütün siyasi liderlere çok açık ve net yapıyorum: Ben dâhil hepimiz servetlerimizi oturup açıklayalım; kimin doları var, kimin doları yok, kim Türk lirasına inanıyor, kim dolara inanıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Ben birikimimi dolara yatırmadım ama bu ülkenin Cumhurbaşkanı birikimini dolar olarak tutuyor. Evet, tutuyor. Nerede? Albaraka Türkte. Ben de merak ediyorum, nasıl yapacak diye.

Ekonomi konusunda… Ben diyorum ya, bunlar yönetemez, yönetemiyorlar da zaten. Değerli arkadaşlarım, kanuna göre, orta vadeli programın eylül ayının birinci haftasında açıklanması gerekir, kanun böyle diyor, 5018 sayılı Kanun böyle diyor. Peki, orta vadeli mali plan… Onun da eylül ayının 15’ine kadar açıklanması lazım. Bunlar hiçbir zaman kanunun bu gereğini yerine getirmediler, hiçbir zaman ne orta vadeli programı ne mali planı zamanında açıklayamadılar, açıklayamazlar. Neden? Çünkü Türkiye’yi yönetemezler. Yönetme güçleri, yönetme iradeleri yok çünkü irade, saray tarafından hapsedilmiş durumda.

Bu bütçe, Anayasa’ya aykırı, İç Tüzük’e aykırı. Bakın, İç Tüzük şöyle der… Sayın Meclis Başkanımız, İç Tüzük’ü gayet iyi bilir, benden de -umarım- çok daha iyi bilir, ben hukukçu değilim. Diyor ki 38’inci madde: “Komisyonlar, kendilerine havale edilen tasarı veya tekliflerin ilk önce Anayasanın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler. Bir komisyon, bir tasarı veya teklifin Anayasaya aykırı olduğunu gördüğü takdirde gerekçesini belirterek maddelerin müzakeresine geçmeden reddeder.” Peki, Komisyonda görüşülürken CHP milletvekilleri bu bütçe kanununun Anayasa’ya aykırı olduğunu söylediler mi? Söylediler. Oylama yapıldı mı? Yapılmadı. Değerlendirme yapıldı mı? Yapılmadı. Niye yapılmadı? İç Tüzük böyle. Değerli arkadaşlarım, yasa koyucu olarak Parlamento, kendi koyduğu kurallara uyamazsa kim uyacak? Sokaktaki vatandaşın ensesinde boza pişiriyoruz “Neden kanuna uymadın?” diye, o da dönüp şunu diyecek: “Kardeşim, siz uyun önce, siz uyun ki sonra ben uyayım.”

Neden böyle oluyor? Biz bu bütçenin Anayasa’ya aykırı olduğunu, geçen dönem gelen düzenlemeyi Anayasa Mahkemesine götürdük, Anayasa Mahkemesi haklı buldu ve iptal etti. Şimdi, “5018’de değişiklik yaptık o nedenle bu böyle olacak.” diye… Kardeşim, biz Anayasa’dan söz ediyoruz çünkü Anayasa 163’üncü maddesinde açık ve net şunu söylüyor değerli arkadaşlarım: “Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname ile bütçede değişiklik yapmak yetkisi verilemez.”, “Kanun hükmünde kararnameyle dahi hükûmete yetki verilemez.” diyor. Biz bıraktık Hükûmeti, bütün yetkileri Maliye Bakanına veriyoruz, istediği ödeneği alıyor, istediği yere veriyor. Olur mu bu? O zaman bu Parlamentonun iradesi nedir? Getirsinler bir bütçe, toplam rakamları getirsinler, üç gün görüşelim, nasıl olsa bütün aktarmaları Maliye Bakanı yapıyor, ne gereği var? Bakanlıkların bütçesi, ne gerek var ona? Bu, Anayasa’ya aykırı mı? Aykırı. Karar var mı? Var ama aynı aykırılık yine geliyor. Bunlar doğru değil arkadaşlar.

Daha önemli bir şey: Bütçeyi görüşüyoruz, değil mi? Kendinize şu soruyu sordunuz mu değerli milletvekilleri: “Ya, arkadaşlar, biz bütçeyi görüşüyoruz, şu sarayın maliyeti nedir?” diye hiç merak etmediniz mi? Bırakın siyasetçiyi, bir vatandaş olarak ben merak ederim. Ya, bu saray bize kaça mal oldu, kaça mal oldu? Soruyor arkadaşlarımız, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterine soruyorlar. Sayın Genel Sekreterin Plan ve Bütçe Komisyonunda verdiği cevap şu: “Orası ilk projelendirildiği zaman Cumhurbaşkanlığı için değil, Başbakanlık için düşünüldüğünden ötürü bunun bütçesini biz Cumhurbaşkanlığı olarak bilmeyiz, Başbakanlık söylemeli.” Güzel. Yani Cumhurbaşkanlığı diyor ki: “Biz bunu bilmeyiz, Başbakanlığa sorun.” Soruluyor bakanlara, Maliye Bakanına, her bakana, hiç kimse bilmiyor. Peki, hiç kimsenin bilmediği bir bütçeye, bir büyüklüğe biz niye “Evet.” diyeceğiz ve hangi gerekçeyle “Evet.” diyeceğiz?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sayın Mehmet Şimşek verdi cevabını.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Hani var ya, kul hakkı yemeyecektik, adaletli davranacaktık, herkesin hakkını teslim edecektik, dürüst ve namuslu olacaktık. Nasıl olur da bir saray yapılır, ben sarayın kaça mal olduğunu bilmem? Ya, bu ülkede yeni doğan çocuk vergi verir, yeni doğan çocuk. 80 yaşındaki adam vergi verir, bir tek, teneffüs etmediğimiz havadan vergi alınmaz, her şeyden vergi alınır ama ben bunun maliyetini bilmiyorum ve öğrenemiyorum. Hadi bize söylemiyor, bari siz merak edin, bir ara sorun Allah aşkına. Sorun, bir öğrenin bakalım, kaça mal oldu bu saray?

Sayın Başkan, bu sözüm size. Parlamentonun itibarının koruyan sizsiniz, Parlamentoyu temsil eden sizsiniz, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri, belki iktidar partisinin milletvekilleri, diğer muhalefet partisinin milletvekilleri soru önergeleri verirler. Yani Hükûmetten, yani yürütme organından belli konularda bilgi almak isterler. 24’üncü Dönem sadece bizim milletvekillerinin verdiği ve cevabını alamadığı önerge sayısı 11.412. İç Tüzük’ü gayet iyi biliyorsunuz, İç Tüzük’te diyor ki: “15 gün içinde cevabı verilir.” Eğer on beş gün içinde verilemiyorsa Meclise haber veriliyor, bir ay içinde cevabı verilir. Ya, bırakın on beş günden vazgeçtik, bir aydan da vazgeçtik, altı aydan da vazgeçtik, bir yıldan da vazgeçtik, bir dönem, dört yıllık bir dönemde cevap verilmiyor. 26’ncı Dönem, daha yeni bir dönem, 2.727 önergeye hiç cevap verilmiyor. Sayın Başkan, burası Allah aşkına çadır cumhuriyeti mi, burası nedir? (CHP sıralarından alkışlar) Ya, İç Tüzük’ü kaldırın, böyle bir şey olmasın, biz de sormayalım. Şunu getirin kural olarak “Hükûmete hiçbir şey sorulmaz.” Bitti, getirin kabul edin, çoğunluğunuz var, önergeyi de kaldıralım. Niye sorguluyoruz?

Kuvvetler ayrılığıymış, kendi kendimizi kandırıyoruz kuvvetler ayrılığıdır demekle. Hangi kuvvetler ayrılığı? İktidar kanadı, yürütme organını sorgulayabiliyor mu? Sayıştay raporlarına bakabildiniz mi? Diyor ki: “8 milyar lira kayıp.” Sayıştay söylüyor: “Maliye Bakanlığı bütçesinden 8 milyar lirayı öğrenemiyoruz.” Ya, ne demek bu, ne demek bu, böyle bir şey olabilir mi?

Bu Hükûmet, aynı zamanda faiz lobisinin Hükûmetidir değerli arkadaşlarım, faiz lobisinin Hükûmeti. (CHP sıralarından alkışlar) Diyeceksiniz ki: Olur mu? Bu Hükûmet, sabah akşam -hatta Sayın Cumhurbaşkanı- faizler düşsün diye mücadele ediyor. Bunlar tamamen farazi arkadaşlar. Rakam vereceğim size. 1991-2002 yani bu hükûmetlerden on dört yıl önce ödenen toplam faizi veriyorum size, devletin ödediği faizi: 135 milyar 125 milyon 347 bin lira. Peki şimdi, on dört yılda, bu hükûmetler döneminde, 135 milyar değil değerli arkadaşlarım; 2016 Ocak-Ekim dönemi dâhil 695 milyar 783 milyon 203 bin lira. 135 milyar, 695 milyar; diyorum ya, faiz lobisinin Hükûmeti bunlar. Faizciler niye bunları çok seviyor? Bakın şimdi Maliye Bakanlığı bir genelge çıkardı, kanuna aykırı, Meclisin iradesine aykırı, “Kara paranın tamamını; rüşvet parası, kadın ticareti parası, çocuk parası, organ parası hepsini getirin Türkiye’ye, hepsini getirin.” diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) – Külliyen yalan!

BAŞKAN – Sayın Genel Başkan, iki dakika daha ekliyorum efendim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, Hükûmeti temsilen konuşan kişiye on dakika verdiniz. Adaletse adaletli davranacaksınız. Ben sizden fazla istemiyorum, ona ne kadar süre verdiyseniz bana da aynı süreyi vereceksiniz eğer adaletliyseniz ama istiyorsanız sözümü kesebilirsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Bu söylediğim, devletin ödediği faiz, bir de vatandaşın ödediği faiz var bankalara; 312 milyar lira değerli arkadaşlar, kredi kartı ve tüketici kredisi olarak vatandaşın ödediği faiz. Bunlar “Faize karşıyız.” diyorlardı hep, bakmayın söylediklerine; “Faiz” deyince bunlar orada, parayı götürüp faize yatırıyorlar. İcra iflas dosyalarının sayısı 26 milyonu aştı arkadaşlar. 26 milyon dosya ne demektir? Her iki kişiden birisi icralık demektir. Bu mudur adalet, bu mudur iyi yönetim, bu mudur bu memlekette huzur?

Çiftçi… Sayın Binali Yıldırım burada yok ama kendisine yürekten teşekkür ediyorum bir gerçeği ortaya çıkardığı için. Biz hep bu kürsüye gelir derdik ki “Yahu şu Tarım Kanunu’nun 21’inci maddesi var, 21’inci madde diyor ki: ‘Millî gelirin yüzde 1’i oranında en az, her yıl çiftçiye destek verilir.’ Millî gelirin yüzde 1’i oranında. Siz, bunu yapmıyorsunuz.” Başta Tarım Bakanı, bakanlar çıkar “Hayır efendim, biz onun gereğini fazlasıyla yapıyoruz.” derlerdi.

Sayın Binali Yıldırım, 14 Ekim 2016’da Ödemiş’te konuştu, arkasından 6 Kasım 2016’da Erzincan’da konuştu, kullandığı cümle şu: Geçtiğimiz on beş yıl içerisinde tarım ve hayvancılığa verdiğimiz destek, tam 90 milyar lira, yanlış duymadınız, 90 katrilyon; helalühoş olsun. Cümle doğru mudur? Doğrudur. Helalühoş olsun, evet, helalühoş olsun. Bu cümledeki temel sorun nedir? On beş yılın gayrisafi millî hasılasını topladık. 15 katrilyon 623 trilyon lira; alt alta. Bu rakamlar bize de ait değil, devletin resmî rakamları. Yüzde 1’i ne kadar? 156 milyar lira. Yani, çiftçiye on beş yılda ne verilmesi lazım? 156 milyar lira. Neye göre? Tarım Kanunu’nun 21’inci maddesine göre. Sayın Başbakan ne kadar verdik diyor? “90 milyar lira.” Arada ne kadar fark var? 66 milyar lira. Yani, çiftçi 66’ya bağlanmış. (CHP sıralarından alkışlar) Yani, 66 milyar lira, hak edilmesi gereken bir para çiftçiye verilmemiş. İtiraf ettiği için, bu gerçeği ortaya çıkardığı için kendilerine teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlarım, bir hükûmet, kendi vatandaşına tuzak kurmaz. 16/6/2009, bir kararname çıkardılar, kararnameye göre, döviz geliri olmayanın, dövizle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

(CHP sıralarından gürültüler)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - …borçlanmasına imkân sağladılar.

BAŞKAN – Sayın Genel Başkan, çok affedersiniz, ben bir hususu açıklayayım: Efendim, Maliye Bakanının sunuş konuşmasında herhangi bir müddet tahdidi yoktu. Fakat, ondan sonraki konuşmalarda birer saat üzerinde gruplar anlaştılar ve bu anlaşmaya göre devam ediyoruz. Ben, tabii ki, sözünüzü tamamlamak ve istediğiniz noktalarda açıklama yapmanızı isterim ama durum bu.

Müsaade buyurursanız tamamlayınız.

TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Ana muhalefet lideri konuşuyor.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – İstismar etmeyeceğim.

BAŞKAN – Toparlayınız.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) –Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Döviz üzerinden borçlanma hakkı getirdiniz. Şimdi dolar almış başını gidiyor. Vatandaşa dönüp diyorsunuz ki: “Cebinizdeki doları bozdurun.” Ya, adamı dolarla borçlandırmışsınız. Dolar karşısında Türk lirasının 1 kuruşluk değer kaybının maliyeti, 2 milyar 100 milyon lira, 2 milyar 100 milyon lira. Fellik fellik dolar bozduracağız. Nereden bozduracağız doları, nereden yapacağız bunu? Kimde var bu dolarlar? Nerede vardı? Gayet net hatırlarsınız, ayakkabı kutularına istif edilmişti. (CHP sıralarından alkışlar) Gayet net. Onlara söyleyin, onlara söyleyin “Getirin dolarları, bozdurun.” diye. Hani diyorlardı ya “Oğlum, paraları bozdurdun mu?” E, götürsün, bozdursun, itiraz eden mi var? İtiraz eden yok. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Sizden isteğim şu, değerli arkadaşlarım, biliyorum benim anlattıklarımdan hoşunuza gitmeyenler olabilir, “Efendim, bunlar burada konuşulur mu?” diyenler olabilir; ben bunları söylemek zorundayım. Tarihe not düşmek için bunları burada açıkladım. Çünkü uzlaşma kültürünün ne olduğunu, uzlaşmanın ne kadar değerli olduğunu ve Parlamentonun itibarının korunması açısından güçler ayrılığı ilkesinin ne kadar değerli olduğunu, Parlamentonun, yürütme organına, yeri geldiği zaman yasama organına hesap sorması gerektiğini bilmek zorundayız. Eğer bunu yapamazsak görevimizi sağlıklı yerine getirmiş olmayız.

Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ediyorum Sayın Genel Başkan.

Konuşmanız sırasında bahsettiğiniz soru önergeleri hakkındaki araştırmamı yapacağım ve zatıalinize bilgiyi ulaştıracağım inşallah.

Birleşime kırk beş dakika ara veriyorum.

Teşekkür ederim.

Kapanma Saati: 18.29

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.19

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon yerinde.

Hükûmet yerinde.

Efendim, söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna aittir ve 2 değerli grup başkan vekili otuzar dakika olarak bu bir saatlik müddeti kullanacaklardır.

İlk olarak, Grup Başkan Vekili ve Amasya Milletvekili Sayın Mehmet Naci Bostancı’yı kürsüye davet ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz otuz dakikadır.

Buyurun Beyefendi.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; öncelikle herkesi saygıyla selamlıyorum.

Muhalefet partilerinin değerli temsilcilerini dinledik. Bütün eleştirilerin başımızın üstünde yeri var. Esasen on dört yıl boyunca iktidar olan ve iktidar kalan AK PARTİ’nin aklı, siyasi aklı eleştiriler karşısında öfkelenmek, kızmak, husumet duymak, laf yetiştirmek, mukabilinde laf çarpmak şeklinde asla olmadı. Bizim yaklaşımımız her zaman, toplum bütün çeşitliliğiyle farklı siyasi ideolojik anlayış algıları çerçevesinde ne söylüyor, nasıl düşünüyor, bunlara ilişkin bir dikkat, bir ihtimam, bir kulak verme ve bunlardan faydalanma şeklinde bir siyasi akılcılıkla davrandık. Esasen on dört yıl bu memlekette iktidar olabilmenin sihrinin, büyüsünün -eğer arayanlar var ise- onun da burada olduğunu söylemeliyim.

Ama her şeyden önce, izninizle, 100 yaşında olan Cemil Meriç’i bir kez daha rahmetle ve minnetle anmak isterim. Cemil Meriç’in kitaplarını okuyanlar elbette onun talebesidirler; görmeseler, görseler, hiç fark etmez. O tür insanlar kitapları üzerinden konuşmaya ve yaşamaya devam ederler. 13 Haziran 1987’de İstanbul’da vefat etti, doğru ama kitapları yaşamaya devam ediyor. Onlar okundukça her bir insanda onun kelimeleri, sözleri, onun perspektifi, onun bakış açısı, ışıklı beyni elbette ki yaşamaya devam ediyor. Cemil Meriç önemli çünkü Cemil Meriç toplumun vicdanını temsil ediyor. Farklı siyasetlerde olabiliriz, farklı anlayışlarda olabiliriz. Nitekim burada farklı siyasetten arkadaşlar da Cemil Meriç’e hem şu bütçe konuşmaları sırasında atıf yaptılar hem de zaman zaman Meclisteki konuşmalarda dipnot veriyorlar, önemli. Siyasi sınırları aşkın bu tür vicdanların varlığı ve bunlardan faydalanmak, ne dediklerini anlamak, bunlara kulak vermek hem toplumu anlamak bakımından hem geleceği görmek bakımından hem de siyasi aklı basiret içerisinde olgunlaştırmak için gerekli. Cemil Meriç okunmadığından şikâyet ederdi. Kitaplarını gönderdiği çok saygı duyduğu yazarların da kendisine bir cümle olsun dönüp cevap vermediğinden bahsederdi. Ümit ederim şimdi daha fazla okunuyordur. Geçmişe baktığımızda da bu tür insanların toplumun ortak vicdanı olarak çok önemli bir işlevi yerine getirdiğini görürüz. Sonuçta biz bir toplumuz, tartışmalar yaparız, atışmalar yaparız ama ortak bir kaderimiz ve geleceğimiz var. Bunu tahkim eden tuğlalar karşısında da saygıyla davranmak önemli.

Burada bütçeye ilişkin konuşmaları dinlerken aklıma Japon yönetmen Akira Kurosawa’nın “Rashomon” filmi geldi. 1950’de çekmişlerdi bu filmi. Siyah beyaz bir filmdir. Esasen Japon sinemasının dünyaya seslenmesinde de önemlidir çünkü insanlığın değişmez bir hikâyesini anlatır. Hem 1950’de hem de emin olun şu bütçe görüşmeleri sırasında burada olup bitenlere ilişkin bize bir şey söyler Rashomon. Hikâyesi özetle şu: Bir olay yaşanıyor -ormanda, bir haydut, bir samuray- olayı görenlerin her biri kendine göre bir hikâye anlatıyor. Rashomon’u seyredenler hatırlayacaktır. Hayat biraz böyle galiba. Şimdi, Türkiye’yi de bütün partiler bir şekilde görüyorlar ve anlatıyorlar. Muhalefet partileri anlatırken, işin dramatik boyutunu çok sanatkârane bir şekilde, daha da trajik hâle getirmek için söz sanatlarının bütün unsurlarını kullanıyorlar. Peki, mükemmelliğe ilişkin anlatı? Orada da aynı söz sanatları var. Mesele, iyi ile kötü arasındaki makası alabildiğine açmak ve buradan iktidara bir eleştiri çıkartmak. Türkiye’yi nasıl görüyorlarsa öyle anlatıyorlar bütün partiler, biz de öyle. Biz de öyle ama biz iktidar partisi olarak her hâlde, takdir edersiniz ki daha geniş bir perspektiften görmeye çalışıyoruz. “Bunun kanıtı nedir?” derseniz, “Bize hikâye anlatma, kanıtın ne?” derseniz; kanıtı, sonuçta biz, gördüğümüz Türkiye’yi anlatırız, millet de gördüğü Türkiye üzerinden bize cevap verir. Bunun kanıtı, milletin gördüğü Türkiye çerçevesinde her bir sandıkta ortaya koyduğu tavırdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Millet diyor ki: “Kardeşim, senin gördüğün Türkiye’nin hakkı bu kadar; senin gördüğün Türkiye’nin hakkı bu kadar; senin gördüğün Türkiye’nin hakkı da bu kadar, yola devam et.”

Biz mükemmel miyiz? Mükemmel değiliz. Zaten ne derler? “Mükemmel, iyinin düşmanıdır.” İtalyan siyaset bilimci Sartori’nin “Demokrasi Kuramı” diye çok muhkem bir kitabı vardır. “Demokrasinin düşmanı onun karşıtları, hasımları değildir.” der, “Demokrasinin düşmanı mükemmel demokrasidir.” Öyle bir demokrasi düşünürsünüz ki o demokrasiyi âdeta, eskilerin dediği gibi -haşa- ilahi bir âlemde bulursunuz. O demokrasi bir türlü yeryüzüne inmez. Nitekim, muhalefetteki arkadaşların iktidar eleştirileri de iyinin düşmanı mükemmellik üzerinden gidiyor. Tabii ki mükemmeli anlatalım ama aynı zamanda sözlerle inşa edilen bu mükemmellik kendi pratiğinizde nedir, onu da görmek gerekir; konuşmak kolay, dilin kemiği yok. Güzelliği anlat dur. Retorik sanatları eski Yunan’dan beri var ama hayat, pratik, orada yaptıklarımız, bunlar önemli.

Bütçeyi görüşüyoruz. Arkadaşlar, bütçe işinin temeli, devlet milletten alır ve geri millete verir. Bütün hikâyesi budur bütçenin. Hani bütün o istatistikler falan var ya “Şuraya şu kadar, buraya bu kadar, şurada da şunu verdiniz, kalkınma oranları da bu.” vesaire, vesaire. Devlet dediğimiz organizasyonun en temel vasfı, milletten toplar, yine siyasi bir anlayışla -piyasa anlayışıyla değil- millete geri verir. Peki, bunu yaparken ölçü nedir? Eğer bir ülkede diktatörlük var ise milletten acımasızca toplar, belli sınıfları destekler; bir ülkede demokrasi var ise orada da milletten toplar, millete adilane, dengeli bir şekilde dağıtır. Zaten o dağıtımı yapmazsa demokratik teorinin esası millet o iktidarın ipini çeker. Milletimiz 2002’den bu yana sandığa gidip aynı zamanda her bir bütçeyi, yapılan her bir harcamayı, ortaya konulan her bir pratiği değerlendiriyor mu? Evet, değerlendiriyor. Şunu diyor AK PARTİ’ye: “Vallahi, senin bu milletten toplaman da, harcaman da, benim anlayışıma göre, hakkaniyete ve adalete uygun. Belki mükemmel değil ama iyi, makul, mantıklı, uygun.” Bu ülke demokratikleştikçe, bu ülke şehirleştikçe, bu ülke özgürleştikçe, emin olun, bu işler mükemmelliğe doğru gidecektir. Ümit ederim, hepimizin katkısıyla olur bu işler.

Kıymetli arkadaşlar, bu on dört yıllık süre içerisinde biz nelerle karşılaştık? Esasen, bunlar çok konuşuldu. On dört yıldır, böyle, tulum, son derece uygun şartlarda, her şey güllük gülistanlık ve biz burada iktidar ediyoruz; öyle bir durum yok. Bir kere, 2002’de AK PARTİ iktidara geldikten sonra bu iktidara karşı, hasım çevrelerin gizli-açık organizasyonları oldu mu? Oldu. Birtakım kumpaslar, entrikalar oldu mu? Oldu. 2007’de Cumhurbaşkanlığı seçimi olacağı zaman çıkıp birileri “Siz yüzde 99,5 oy alsanız bile Cumhurbaşkanını seçemezsiniz.” deme cüretini gösterdi mi? Kime güveniyor bu insan? Bu ülkedeki o yüzde yarım kim? Kim karar veriyor? Cumhurbaşkanı seçimine yüzde 99,5 karar veremeyecek, yüzde yarım karar verecek(!) Böyle bir Türkiye gerçekliğine sırtını yaslamış birileri ulu orta meydan okudu mu? 2007’den bahsediyorum, okudu. 2008’de bu partiye kapatma davası açıldı. 2008’de dünya ekonomik krizi yaşandı. Sayın Genel Başkan “Ne krizi?” dedi ama benim bildiğim, dünyanın her tarafında krizden bahsediliyor. Ekonomik krizler 1929 Dünya Ekonomik Krizi’yle mukayese ediliyor. Yani bütün bunlardan haberdar olmak lazım. Türkiye izole bir ülke değil ki. Türkiye Avrupa’yla da bağlantılı, Amerika’yla da bağlantılı. Birisi Avrupa’da öksürse biz de burada üşüyoruz. Dünya bu kadar birbirinin içine girmiş. Bir kriz ortamı yaşıyoruz, ekonomik kriz ama sadece ekonomik krizden ibaret değil; bunun siyasi, toplumsal sonuçları oluyor. “Avrupa Birliği” diyoruz. Avrupa Birliğiyle şimdi aramız biraz limoni. Niye limoni?

MUSA ÇAM (İzmir) – Biz yaptık, onu da biz yaptık Hocam!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Siz, tabii, eleştirmek için, CHP’li arkadaşlar eleştirmek için gözlerini AK PARTİ’ye dikmişler, “AK PARTİ ne diyor?” diye bakıyorlar. Allah için biraz da Avrupa’ya bakın. Avrupa’dakiler ne diyorlar, Avrupa’dakiler neler söylüyorlar? Kendi içine gömülen, kendi içine kapanan bir Avrupa. Küçülen ekmeğini paylaşırken dışarıda yabancı istemeyen bir Avrupa. Yabancıyı kovalamak –tabiri caizse- kapılarından öteye atmak için yabancı düşmanlığının, kültürel ırkçılığın, her türlü ırkçılığın, “İslamofobia”nın yükseldiği bir Avrupa. Bakın, İtalya’da, Fransa’da, Avusturya’da, Hollanda’da, Almanya’da ırkçı hareketler yükseliyor. Niçin yükseliyor? Dünya ekonomik krizi, pastanın küçülmesi, “Yabancı istemiyoruz.” siyasetlerinin yükselişi. Türkiye kim? Türkiye de bu adamların gözünde yabancı. Elbette Avrupa bunlardan ibaret değil ama bütün bunların yürüttüğü bir siyaset, Türkiye'ye verdikleri birtakım eleştiriler, dile getirdikleri çok zalim, çok acımasız eleştiriler var. Elli beş yıldır Avrupa Birliğinin kapısında bekliyor Türkiye, İngiltere Başbakanı “3000 yılında bile olamazlar.” diyor. Ne güzel tarih değil mi? Burada Türkiye'ye yönelik bir aşağılama yok mu? Biz bunun karşısında susacak mıyız? “Ey Avrupa! Ey Avrupa!” demeye mi devam edeceğiz? Tabii ki bu ülkenin duruşuna ilişkin mukabil eleştirileri dile getirmeliyiz. Ben beklerdim ki CHP’li arkadaşlar da AK PARTİ’yle bu kadar uğraşmak yerine biraz da Türkiye'nin hakkına, hukukuna ilişkin, şu Avrupa eleştirisine dair birtakım değerlendirmeler yapsınlar. Ben hiç duymadım. Anlıyorum, rakip partileriz, tamam, iktidara gelmek istiyorsunuz, söyleyin, sonuna kadar söyleyin ama biraz da hakkaniyet canım, biraz da Avrupa’ya laf söyleyin.

MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT (Konya) - Çok söyledik, çok.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Kıymetli arkadaşlar, bu siyasi dil, bu siyasi retoriğe ilişkin bazı hususları ifade etmem lazım. Sayın Genel Başkanı burada dinledik, retorik bakımından gayet güzel bir konuşma yaptı. Mesele şu…

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Gerçekleri söyledi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Gerçekler, gerçekler farklı.

Mesele şu: Şimdi, siyasi eleştirileri dile getirirken sözleri bağlamından kopartmamak lazım, bağlam meselesi mühimdir. Eğer AK PARTİ’nin ifade ettiği kimi beyanlara, kimi siyasetlere ilişkin eleştiri getiriyorsanız bağlamıyla birlikte ona dikkat etmek, oradan bir tür “kes-yapıştır” mantığıyla alıp başka bir bağlama taşımamak önemlidir. Zygmunt Bauman diye bir sosyolog vardır; bağlamı anlatırken -dilde çok önemlidir bağlam meselesi- şöyle bir örnek verir: “Şişedeki süt temizdir ama şişeyi kırarsanız süt yere dökülür, bağlamı değişir, artık o kirli bir süttür.” der. Ne değişmiştir? Bağlam değişmiştir, süt aynı süttür ama bağlamı değiştiği için artık kirli bir süttür. Dil de böyledir, bağlamını değiştirirseniz kastın ötesinde farklı manalar çıkarırsınız.

Ben şimdi böyle yapmayacağım ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun Trabzon il başkanları toplantısında yaptığı bir konuşmanın bağlamı değiştirilerek aslında nasıl zalimane bir şekilde kullanılmaya müsait olduğuna ilişkin bir örnek vereceğim. Bunu yapmayacağım, sadece örnek olsun diye söylüyorum. Sayın Genel Başkan diyor ki orada, il başkanlarının toplantısında, aslında bence çok değerli bir iç eleştiri yapıyor: “Akşam meyhanelere gidiyoruz, açıyoruz rakıları, mezeler geliyor, başlıyoruz genel başkandan, öbür tarafta il başkanı, ülkeyi kurtarıyoruz.” diyor. Sonuçta “Sahaya çıkalım, halkımıza derdimizi anlatalım. Çok kendi içimize gömülmeyelim.” bağlamında bir şey söylüyor. Ama emin olun, ben zalim bir şekilde eleştirmeye kalksam buradan öylesine, böyle kahredici -tabiri caizse- ilham verici, metaforik anlamlar çıkarırım. Doğru olur mu? Olmaz. Bunu niye söylüyorum? Aynı işi sizin de yapmamanız lazım.

Mesela, bakın, şu…

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Hocam, söyleyeceğini söyledin, daha gerek yok.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bakın…

MUSA ÇAM (İzmir) – Dilinin altındaki baklayı çıkar Hocam.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Hayır hayır, bakla makla yok.

Kıymetli arkadaşlar, birincisi, şu fiilî ve hukuki durum meselesi. Ne dediniz? Bunu biz söyledik “Fiilî durum ile hukuki durum uygun hâle gelmeli.” dedik. Siz hemen orada feryat figan başladınız. Yani “Fiilen hukuku ihlal ediyorsunuz, şimdi hukuka uygun hâle getirmek için çaba gösteriyorsunuz.” Böyle dediniz değil mi? Bütün diskurunuz ve eleştiriniz bunun üzerinden gelişti. Peki, bizim söylediğimiz neydi? Bağlamından kopartılan neydi? Bağlamından kopartılan şuydu: 2007 yılında Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini bu Parlamento karar altına aldı mı? Aldı. 2014’te de Cumhurbaşkanını halk seçti mi? Seçti. Peki, Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle birlikte bu ülkede durum ne oldu? Buradaki sistemin adı ne oldu? Kıymetli arkadaşlar, eğer ben yanlış okumadıysam -bir siyaset bilimi hocası olarak söylüyorum- bir ülkede cumhurbaşkanı seçimle geliyorsa, parlamento seçimle oluşuyorsa ve parlamentonun içinden bir hükûmet ortaya çıkıyorsa bunun adı yarı başkanlıktır, başka bir şey değildir.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Yok, yok, yanlış.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Öyledir, öyledir.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Parlamenter sistem.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Mahmut Bey, git literatüre bak. Cumhurbaşkanını halk seçiyorsa, parlamentoyu da halk seçiyorsa ve parlamentonun içinden de hükûmet çıkıyorsa yarı başkanlıktır. Dışarıdan olursa…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Yok yok.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Her değiştiğinde sisteme mi uyacağız biz yine?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Tabii ki başka hukuki düzenlemeler var.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Değerli Hocam, Cumhurbaşkanını halkın seçtiği parlamenter sistem bu.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Tamam, parlamenter sistem seçsin yine.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Söylenen şu, bizim dediğimiz şu: Arkadaşlar diyoruz, Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle birlikte ortada sisteme ilişkin bir dengesizlik durumu söz konusu, bunu yerli yerine oturtmak lazım.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Dengesiz işler yapmayın o zaman.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bunun için gerekli olan Anayasa değişikliklerini yapmak lazım. Ha, biz ne diyoruz? Biz “Başkanlık gelsin.” diyoruz. Siz de buna itiraz ediyorsunuz, son derece saygıdeğer. Edin ama neye itiraz ediyorsunuz? Komisyon kurduk, Anayasa Komisyonu değil mi? 24’üncü dönemde de vardı. CHP’li arkadaşlar dediler ki: “Başkanlığı getiremezsiniz, başkanlığı tartışamazsınız, başkanlık diktatörlüktür.” Ya, bir dakika. Başkanlığa ilişkin daha teklif ortaya gelmiş değil, ortaya ne konulduğu belli değil. Eğer bunlar demokratik hassasiyetten kaynaklanan eleştiriler olsaydı, ben o zaman şöyle beklerdim: “Sizin getirmiş olduğunuz teklifte şu, şu hususlar, uygulamalar demokrasiyle uyuşmuyor kardeşim. O bakımdan da getirdiğiniz teklif demokrasiye uygun değil. Siz, evet, diktatörlüğe, despotluğa yol açacak tarzda bir sistem değişikliği öneriyorsunuz.” Hayır, CHP bunu demiyor, “Getiremezsin, yapamazsın, teklif dahi edemezsin…” Bunun demokrasiyle ne alakası var? Sabah akşam demokrasiden bahsediyorsunuz. Yüzde 50 oy almış bir iktidar partisinin kendi teklifini getirmesine bile yüzde 25 oy almış bir siyasi parti ambargo koyma hakkını görüyor kendinde. Ya, insanlar şöyle düşünür: “Yüzde 25’le başkalarının da ne düşüneceğine, ne yapacağına karar veren bir parti, Allah korusun, yüzde 35 oy alsa ne yapar?” diye insanlar endişelenir arkadaşlar.

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Korkmayın, korkmayın!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu, parlamenter sistemi savunduklarını ifade ediyor, yüz kırk yıllık bir gelenekten bahsediyor. Eğer bu anlatıya bakacak olursak Türkiye’de yüz kırk yıldır parlamenter bir gelenek var. Ben de düşünüyorum şimdi, “Bu gelenek yüz kırk yıl nasıl oldu?” diye. 1876 değil mi Anayasa’nın ilanı ve Parlamentonun teşekkülü? Sonra, Osmanlı-Rus Savaşı, Parlamento yok. Sonra, 1908’de İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde yeniden Parlamento açılıyor. İttihat ve Terakki… 1913 Babıali Baskını, İttihatçı zabitler milletvekillerinin sırtına tabanca dayamış bir vaziyette karar aldırıyorlar. Parlamenter geleneğe bak? Sonra, Birinci Dünya Savaşı ve nihayet 29 Ekim 1923, cumhuriyet… Arkadaşlar, “Yüz kırk yıllık gelenek.” dediğinizin içinde eğer 1876’daki Anayasa’yı esas alacak olursak -hadi diyelim ki- rejimin adı “meşruti monarşi.” 29 Ekimde -cumhuriyet- rejim değişmiş. Yani, sizin gelenek dediğiniz şeyde gelenek yok aslında. 29 Ekim 1923 cumhuriyetin ilanı, ondan bir ay önce de Cumhuriyet Halk Partisi kuruluyor, biliyorsunuz, eylül ayında ve tek parti, bütün milletin partisi olarak kuruluyor -o dönemki anlayış öyle- sonra da 1946, 1950, malum bildiğimiz tarihsel gelişmeler. Hangi gelenek? 1950’den sonraki dönemde de parlamenter sistemin ne kadar baskı altında olduğunu, vesayet altında olduğunu, neyi konuşup neyi konuşamayacağını hepimiz az çok okuduk, yaşı erişenler de yaşadı; 1960 darbesi, 1971, 1980, 1997… Daha sayayım mı? Ortada bir gelenek falan yok, ortada parlamenter sistemin iyi kötü yola devam etmeye çalıştığı bir durum var. Üstelik, bütün bunlar söylenirken “Siz rejim değişikliği yapacaksınız.” diye itiraz ediliyor ama o yüz kırk yıllık geleneğin içinde zaten rejim değişikliği var; o “süreklilik” diye arz ettiğiniz, aktardığınız hususun karşısında bir rejim değişikliği var. Yani, mantıken burada bir tutarlılık görmek çok da mümkün değil.

Şimdi, bir başka örnek vereyim bu “bağlam” meselesiyle ilgili. 29 Ekim Salı günü Sayın Genel Başkan, Sayın Kılıçdaroğlu grup toplantısında konuşuyor. Bakın, muhalefeti hep cankulağıyla dinliyoruz.

MUSA ÇAM (İzmir) – Biz de sizi dinliyoruz Hocam.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Faydalanmıyorsunuz ama.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Şehitlik ve ona ilişkin bürokratik uygulamalara dair, fark olduğuna dair bir değerlendirme yapıyor. Biz şunu biliyoruz: Şehitlik yüce Allah’ın makamında rütbesi olan bir iştir, insanların yaptığı ancak bürokratik düzenlemeler olabilir, onun ötesine geçmez. Bürokratik düzenlemelerde fark olduğuna dair bir şey söylüyor fakat bunu söylerken -dikkatle dinledim- bakın şöyle bir cümle kullanıyor: “İşte o Hükûmet bölücü bir Hükûmettir.” diyor. Kime? Bu Hükûmete diyor, “Bölücü bir Hükûmettir.” diyor. Şimdi, bölücülüğün Türkiye’de müktesebatını hepiniz hatırlarsınız. Ben düşünüyorum -bir CHP’li olarak bakacak olsam- demek ki Türkiye’de bölücü bir Hükûmet iş başında. Sayın Kılıçdaroğlu bu cümleyi söyler söylemez grup toplantısında bulunan kıymetli CHP’li arkadaşlar da yüzlerinde bir gülümseme, hararetle alkışlıyorlar. Ben CHP’lilerin vatansever olduğundan eminim ve eğer gerçekten Sayın Kılıçdaroğlu’nun dediğine inansalar, memleketin başında bölücü bir Hükûmet var diye düşünseler asla alkışlamazlar, vah vah ederler “Nasıl oldu da bölücü bir Hükûmet iş başına geldi?” diye. Peki, neyi alkışlıyor bu arkadaşlar? Aslında, Hükûmetin bölücü olduğuna falan inanmıyorlar. “Sayın Genel Başkanımız Hükûmete bu vesileyle ne güzel çakıyor.” diyorlar değil mi? Alkışladıkları bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Peki, ne üzerinden çakıyor? Bölücülük üzerinden çakıyor. Yapmayın, bu kavramları bu kadar ucuz, bu kadar ulu orta kullanmak doğru mu arkadaşlar? Bölücülükten bahsediyorsunuz. Tamam, AK PARTİ’yi eleştirin ama memlekette “bölücülük” deyince insanların aklına gelen ile eleştiri getirdiğiniz hususlar arasındaki bağı, dengeyi, kavramın taşıma kapasitesini hesap etmek gerekmez mi?

Değerli arkadaşlar, burada en çok konuşulan konulardan biri “tarafsız yargı”, “bağımsız yargı”, “Bağımsız yargı istiyoruz.” değil mi? Bunlar hep söylendi. Başka neler söylendi? Bazı hararetli konuşmacılar geldiler buraya -sizden de çok geldi- “Hesap vereceksiniz!”, “Yargılanacaksınız!” dediler böyle gözümüzün içine bakarak. Bir dakika, ne oldu bağımsız yargıya, tarafsız yargıya? Şöyle deseler anlarım: “Yarın tarafsız, bağımsız yargı gelince hakkınızda bir soruşturma yürütülecektir herhâlde, tahmin ediyoruz, biz hâkim değiliz ama sonra ne olur bilmiyoruz.” Hadi bu kabul edilebilir mantıken. “Yargılanacaksınız!”, “Hesap vereceksiniz!” deyince insan otomatik olarak şöyle düşünüyor: Acaba “tarafsız ve bağımsız yargı” derken “Hele biz bir iş başına gelelim, bizim tarafsız ve bağımsız yargıyı görürsünüz.” tarzında bir gizli fanteziniz mi var? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Yapma Hocam, hiç alakası yok. Nereden çıkarıyorsunuz?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Evet, evet.

MUSA ÇAM (İzmir) – Bekir Bey arkada, o bile gülüyor sizin söylediğinize.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Sonra, eski bir devrimci romantik retorik vardır; böyle, çıkardı çocuklar -ben de Siyasalda okurken- “Halka hesap vereceksiniz.” diye bağırırlardı. Baktım, CHP Grubunda da o romantik geçmişi hatırlatan nostaljik sözler söyleniyor bizim için, “Halka hesap vereceksiniz.” diye. Gerçi burada da söylendi “Halka hesap vereceksiniz.” diye. Ya, arkadaşlar, demokratik sistemin içindeyiz, zaten hep halka hesap vere vere geliyoruz; siz de veriyorsunuz, biz de veriyoruz. Buradaki sonuç, halka verilen hesabın sonucu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Peki, FETÖ’yle mücadele… Sayın Genel Başkan FETÖ’yle mücadele konusunda bence bir kolaj mantığıyla birtakım olayları aldı, oradan bir senaryo çıkarttı, bir anlatı çıkarttı.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Ya, senaryo olur mu Hocam ya!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Aynı mantıkla, kolaj mantığıyla başka tür bir senaryo da çıkartabilirsiniz. Temel duruşunuz nedir, önemli olan bu.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Bizim temel duruşumuz belli başından beri.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Sayın Genel Başkan burada bir saat konuştu, emin olun dikkatle dinledim. Dedim ki acaba her “FETÖ” dediğinde AK PARTİ’ye buradan bir ihale çıkartan bu konuşma tarzının ötesinde ayrıca “Ya kardeşim, biz de FETÖ’yle şöyle mücadele ettik, şöyle mücadele edeceğiz, şunları da yapmak lazım.” diye bir şey söyleyecek mi? Söylemedi, tek kelime söylemedi.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – “Gerçek FETÖ’cülerden hesap sorun." dedi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Ama ne zaman AK PARTİ’ye çakacak Sayın Genel Başkan FETÖ üzerinden çaktı. Bende şöyle bir izlenim oluştu, onu söyleyeyim: FETÖ sadece AK PARTİ’yi eleştirinin bir aracı, evet, bütün anlatımın oturduğu hikâye budur. Geçmişe gitti, geçmişte 2004 MGK kararları vesaire, oradan AK PARTİ’ye bir ihale çıkarttı. Bugüne geldi, oradan bir ihale çıkarttı. Artık herkes şu 17-25 Aralık hikâyesinin ne olduğunu biliyor. Sonuçta bir de kasa, kutu mevzusuna atıf yaparak aynı FETÖ diskuru içerisinden bir eleştiri daha getirdi. Buna çok üzüldüğümü ifade etmeliyim.

Kıymetli arkadaşlar, bakın, bu FETÖ dediğimiz yapı karanlık bir yapı. Böyle, tarihe tersinden bakmayalım, 15 Temmuz 2016’da bunlar darbe yaptı, oradan geriye doğru bakarsanız başka türlü okursunuz, geçmişten bakarsanız başka türlü okursunuz. Bunlar meşruiyet ile gayrimeşru organizasyonun iç içe olduğu bir yapı. Kendilerini sureti haktan göstermek için her şeyi yapmışlar, yaptılar, toplumun içine nüfuz ettiler. On binlerce, yüz binlerce insana ulaştılar, onlardan yardımlar aldılar. “Kuyu kazıyoruz Sudan’da, Afrika’da fakirlere yardımcı oluyoruz.” Bütün bu hazırlık ve tahkimat kırk yıllık süre içerisinde iktidar odaklı bir tahkimattı. Bakın, AK PARTİ hasımlığından bahsetmiyorum, iktidar odaklı. Kırk yıl önce bunlar yola çıkarken 2010’lu yıllarda iktidarın kim olacağını bilebilirler miydi? Hayır. Siz olsaydınız aynı işler sizin başınıza gelecekti.

FETÖ ne zaman FETÖ oldu? Bu sureti haktan görünmeye çalışan, gayrimeşruluğu çekirdeğinde organize etmiş yapı ne zaman FETÖ oldu? Bir: 15 Temmuz; mutabık mıyız? 15 Temmuz, mutabıkız. İkincisi, 17-25 Aralıktır. Niçin? İkisi de aynı genetik koddadır. Bakın, bana hiç “Balyoz”, “Ergenekon” demeyin, onlar mevzi olaylardır.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Hocam, bizi güldürme gözünü seveyim!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Halkın seçtiği bir iktidara karşı polis, istihbarat ve hukuk organizasyonu üzerinden bir darbe girişiminde bulunmuşlardır.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – İktidara dokunana kadar inanmayacaksın!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – 15 Temmuz ve 17-25 Aralık aynı genetik koddaki iki iştir, onun dışındakilerin hiçbiri öyle değildir. 17-25 Aralıkta da yapılan, biz iktidarda olduğumuz için bize karşıdır.

Orada FETÖ’cülerin ortaya koyduğu ve kamuoyunu iktidara karşı hareketlendirmek için kullanmaya çalıştığı kimi verilere aklınız yatmış olabilir, ayakkabı kutusuydu filan gibi kışkırtıcı unsurlara. Ama sizden şunu ayırt etmeniz beklenirdi: Halkın seçtiği bir iktidara karşı girişimde bulunan karanlık bir örgüte tavır almak ile öbür ayırdığınız konuları kendi hukuki zemininde tartışmak veya orada speküle etmek tarzında bir ayrım, siz onu yapmadınız. Orada 17-25’te FETÖ kamuoyunu hareketlendirmek için iktidara karşı ortaya ne malzeme koyduysa siz de o malzemeyi AK PARTİ’ye karşı kullandınız; asıl yanlış olanı, benim için trajik olanı, hâlâ kullanmaya devam ediyorsunuz, bu bana tuhaf geliyor.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Rüşvetler ne oldu, rüşvetler!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Peki, siz… Yani “FETÖ’yle mücadele iktidarın görevi.” Tamam, iktidarın görevi; sizin hiç mi göreviniz yok? Siz nasıl mücadele ediyorsunuz?

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Biz uyardığımızda siz ne yaptınız?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Ne yapıyorsunuz FETÖ’ye karşı? Böyle oturdunuz, “İktidar ne yapıyor?”, hemen iktidara buradan iki taş atalım; bu pozisyon iyi bir pozisyon değil. Dolayısıyla, mesele memleketse, hani vatansa gerisi teferruattır. Madem öyle, teferruatla uğraşmayın, vatan meselesine gelin, vatan meselesine. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

TÜRABİ KAYAN (Kırklareli) – Siz gelin, siz!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Aslında HDP’li arkadaşlara söyleyecek çok sözüm vardı…

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Şu fotoğraflara bak da söyle Naci Bey, şu fotoğraflara bak da söyle.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – …fakat Sayın Kılıçdaroğlu diskuru itibarıyla fazlasıyla şu yarım saatlik konuşmamda pay aldı.

Size sadece şu kadarını söyleyeyim kıymetli arkadaşlar: Demokrasi, özgürlükler, serbest irade, hukuk… Çok söylüyorsunuz. Sizin pratiğiniz ne? Bu konularda sıfır, pratiğiniz sıfır arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Pratiğimizi halk mahkûm edebilir, halk; siz pratiğimizi mahkûm edemezsiniz.

BAŞKAN – Efendim, bir dakika ekliyorum.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Adınız “Halkların Demokratik Partisi” değil mi?

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Evet, öyleyiz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Ama ne zaman kendinizi böyle baskı altında hissetseniz “halkımız” diye konuşmaya başlıyorsunuz. Ne oldu “halklar”a? “Halkımız” diye kime söylüyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Halkımıza söylüyoruz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Kime? Kime?

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Halkımıza söylüyoruz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – “Halklar” ne oldu?

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Sizin halkınıza ne oldu?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Kürtler… Kürtler…

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Onlarca zırhlı araçla ablukaya aldığınız halktan ne bekliyorsunuz?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Başka bir partiye oy verdiklerinde saygıdeğer midir, onurlu mudur söyleyin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Onlara “makul Kürt” diye başlayıp aşağılamaktan baskı uygulamaya kadar her şeyi yapıyorsunuz. Bu mu demokrasi? Bu mu özgürlük? Kendinize bakın, kendinize.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Sandıkta halk mahkûm eder, sandıkta.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bu lafları burada gelip retorik olarak kullanmak farklı bir şey, pratiğin içerisinde bunları hayata taşımak farklı bir şey; pratiğiniz sıfır arkadaşlar.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Sandığa müdahale edemezsiniz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bostancı.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Kayyum atayarak halkın iradesini darbeleyen sizsiniz, arkadaşlarımızı tutuklayan sizsiniz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Bostancı yapmış olduğu konuşmasında Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna eleştiri sınırlarını da aşacak şekilde sataşmalarda bulunmuştur. Cevap hakkımızı kullanmak isteriz.

BAŞKAN – İki dakika için buyurun efendim.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, öncelikle Sayın Genel Başkanımızın Parlamentonun belki de bu formatında, eğer sizin amaçladıklarınız gerçekleşecek olursa, yapacağı son bütçe konuşmasında, bütçe görüşmelerinde, örneğin, belki de bugün ilk şansını kullanmayıp bir daha da bu formatta bir bütçe görüşmesinde konuşma hakkı olmayacak olan bir Başbakanın, gelecek sene de bu konuşmayı yapma ihtimali üzerine parlamenter sisteme sahip çıkan konuşmasını dikkatle dinlemenizi memnuniyetle takip ettik. Sayın Bostancı’nın Trabzon’dan falan dolanıp gelip kabalığın sınırlarını zorlayan nezaketine de dehşetle tanık olduk ama kendisinin verdiği örneklerden, 550’li yıllarda yaşamış olan Konfüçyüs’ün tam da bu durumu özetleyen “Öğrenmeyi sevmeksizin dobra olmaya çalışırsanız, bu sizi ya kabalığa ya küstahlığa götürür.” sözünü de hatırlatmak isterim. (CHP sıralarından alkışlar)

Geldiğimiz noktada, Sayın Bostancı Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanının burada kullandığı birtakım ifadelerin nasıl bağlamından koparılabileceğine örnekler verirken, bu konuda iktidarda bulunmanın gelecekteki bir olası muhalefete nasıl hazırlıksız olunduğunu, eleştirmeye kalkıldığında içerikten yoksun, sadece ve sadece önceki grup konuşmalarına da dönüp gelerek yaptığı eleştirilerini dikkatle izledik ama Ergenekon, Balyoz meselesine girilmesinden korkmasını da şundan anlarım: Üzerinde uzun uzun konuştuğumuz Cumhuriyet Halk Partisi burada “özel hayatın gizliliği” deyince, Sayın Bostancı’nın arkasından “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” “Masumiyet karinesi” deyince “Allah’ın bildiğini kuldan mı saklayacaksınız?” diyen bir grubun bugün yine önünde oturup arka tarafı savunmanın güçlüğünü de yakından izliyoruz.

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Demirel.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Bostancı konuşmasında grubumuza ve bize ilişkin sataşmalarda bulundu, İç Tüzük’e göre söz hakkı kullanmak istiyorum.

BAŞKAN – Yeni bir sataşmaya imkân vermeyelim.

Buyurun, iki dakika. (HDP sıralarından alkışlar)

3.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Şimdi, Halkların Demokratik Partisinin söylediği demokrasi, özgürlük, hukuk, hak, adalet, hiçbiri bu ülkede gerçekleşmedi.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Sen nasıl konuşuyorsun?

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Çünkü, iktidar hakkı, hukuku, adaleti değil, kendi iktidarını hayatta tutmak için zoru, devletin bütün zor aygıtlarını kullanarak hareket etti, hiçbir zaman muhalefetin sözüne dikkat etmedi ve sözünü dinlemedi. Muhalefetin sözünü dinlememenin dışında aslında halkın iradesiyle seçilen Parlamento ve “Cumhurbaşkanı” olarak ifade ettiğiniz… Peki, halkın iradesiyle seçilen ve bu Parlamentoda bulunan eş genel başkanlar, grup başkan vekili ve 7 milletvekili kimin iradesiyle buraya geldi? Sayın Bostancı buna vereceğiniz hiçbir cevap yoktur.

ALİM TUNÇ (Uşak) – Onlar hesap vermeye gitti, hesap.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Çünkü hakla, hukukla değil; devletin zor aygıtlarıyla bugün bizim milletvekillerimiz, eş başkanlarımız ve grup başkan vekilimiz rehin olarak tutuluyor. Neden?

ALİM TUNÇ (Uşak) – Sırtınızı halka değil de terör örgütüne dayandırırsanız olacağı bu.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Çünkü “FETÖ’nün siyasi ayağını açığa çıkartın.” dediler, çünkü 17-25 Aralıktaki yolsuzluğun açığa çıkmasını istediler, çünkü hakkın, hukukun bu Türkiye’de pratikleşmesini istediler.

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Dayanak çöktü, düştünüz.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Aslında, pratiği olmayan sizlersiniz.

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Dayandığınız payandalar düştü.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Çünkü, bu ülkede tek pratiği olmayan AKP Hükûmetinin, iktidarının geldiği nokta, bugün yolsuzluğun ve işsizliğin, aynı zamanda dış politikanın…

NİHAT ÖZTÜRK (Muğla) – Zorlama kendini fazla, zorlama.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Dışarıda ve içeride hiçbir dostu kalmayan bir ülke konumuna düştük.

ALİM TUNÇ (Uşak) – Teröre değil de halka dayanacaksınız.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Bu yüzden, hesap vermesi gereken iktidardır. Muhalefet eleştirecek de, hesap da soracak. Bunun hesabını iktidar vermek zorundadır. “Yargı…” diyorsunuz, hangi yargıdan bahsediyorsunuz? Bugün Türkiye’de yargıya güven yüzde 3’lere düşmüştür.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Hangi anket? Senin anketin o.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Aslında, halka ilk önce bunun hesabını sizler verin, sonra da muhalefeti eleştirmeye kalkın.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı 433) (Devam)

2.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733), 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2015 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/828), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 211 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/829), 2015 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/830), 2015 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/831), 2015 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/832), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2015 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/834) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 434) (Devam)

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci konuşma Grup Başkan Vekili ve İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Muş tarafından yapılacaktır.

Buyurun Sayın Muş. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Süreniz otuz dakika Beyefendi.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 yılı bütçesi üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Sizleri ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarlarının bu yaptığı 15’inci bütçe ve şimdiden, daha önceki bütçelerde olduğu gibi, bu bütçe hedeflerinin de yakalanacağını ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 2008 küresel krizi sonrası geçen süre zarfında kriz sonrası dönemin kriz öncesi dönem gibi kolay kolay olmayacağı artık netlik kazanmış durumdadır. Dünya, artık düşük büyüme girdabına girmiştir. Tabii, küresel ekonominin tüm paydaşlarının arzusu bu girdaptan hırpalanmadan, yara almadan çıkabilmektir. Yedi senedir tüm para ve maliye politikalarındaki genişlemeye rağmen dünya hâlen bu girdaptan çıkabilmiş değildir. Küresel ekonomik büyüme yılda birkaç kez aşağı yönlü revize edilmektedir. Gelişmiş ülkelerde istikrarlı, düşük büyüme devam ederken gelişmekte olan ülkelerde ise, başta Çin olmak üzere, yavaşlama sürecine girilmiştir. Yüzde 11-12 bandında büyüyen Çin yüzde 6-7 oranlarına düşmüştür. Rusya, Brezilya, Güney Afrika, Meksika -bunlar bize benzer ülkeler- bunların da durumu ortadadır, birazdan bunlarla alakalı başka bilgileri de sizlerle paylaşacağım.

Böyle bir ortamda, terör saldırılarına, güneyimizdeki savaşa, Avrupa gibi pazarlardaki düşük talebe rağmen 2016 yılının ilk yarısında Türkiye yüzde 3,9 büyümeyi başarmıştır. Bu dönemde yaklaşık yüzde 1,5 oranında büyüyen -Çin ve Hindistan hariç- gelişmekte olan ülkelerin 2,5 katı büyüme anlamına gelir bu. 2015’teyse bu az önce saydığım ülkelerin 2,2 katıydı. Bu başarısıyla, Türkiye, aslında, Çin ve Hindistan hariç diğer gelişmekte olan ülkelerden pozitif olarak ayrılmaktadır. Tabii, bu oranlar Türkiye gibi büyük potansiyel taşıyan bir ülke için yeterli değildir. Yalnız dünyadaki değil bölgedeki tüm gelişmeleri dikkate almamız gerekir ve bunları dikkate alınca da göreceli bir başarı olduğunu ifade edebiliriz.

Değerli milletvekilleri, bakın, kriz sonrası, 2009 krizinden sonra 2010-2015 yılları arasında Türkiye’nin büyüme miktarı ortalama yüzde 5,2’dir. Benzer ülkelerdeki büyüme oranları şöyledir: Meksika 3,2; Brezilya 2,5; Güney Afrika 2,3; Rusya 1,9; Endonezya 5,7; Hindistan 7,3; Çin 8,3. Burada görüleceği üzere, aslında Türkiye, Çin ve Hindistan’dan sonra büyüme anlamında diğer ülkelerden ciddi şekilde ayrılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, 2009 yılının son çeyreğinden bu yana tam 27 çeyrektir Türkiye büyümektedir. Hiç şüpheniz olmasın, son aylarda yaşadığımız tüm badirelere rağmen Türkiye eski rotasına oturacak ve güçlü büyümesini sürdürecektir. Üçüncü çeyrekteki 15 Temmuz kanlı darbe girişimine rağmen, Türkiye'nin 2016 yılını yüzde 3 civarı bir büyümeyle kapatacağı öngörülmektedir. Amerika’da Donald Trump’ın seçilmesiyle birlikte küresel belirsizlikler daha da artmıştır; küresel risk iştahı düşmüş, gelişmekte olan ülkelere sermaye girişi azalmıştır. Bunun sonucu olarak, gelişmekte olan ülkelerin para birimleri dolar karşısında değer kaybetmiştir.

Değerli milletvekilleri, Trump sonrası küresel ticaretin nasıl şekilleneceği, korumacılığın ne denli ön plana çıkacağı gibi tartışmalar küresel ticaret üzerinde negatif baskı oluşturmaktadır. Öyle görünüyor ki zaten kriz öncesi döneme göre çok büyük ivme kaybeden küresel ticaretin Trump’ın vaatlerini uygulaması durumunda daha da büyük ivme kaybı yaşayacağı ortadadır.

Türkiye ekonomisi 15 Temmuz gibi büyük bir şok yaşamasına rağmen, kısa sürede toparlanmayı başarmıştır. Ama 15 Temmuz sonrası kredi derecelendirme kuruluşlarının kirli yüzünü hep beraber bir kez daha gördük. Not artırımında Türkiye için bin dereden su getiren bu kurumlar, darbe girişimi sonrası piyasaların hızla toparlandığı zeminde fırsatçılık yapıp hemen not indirimine gitmişlerdir. Türkiye'nin kredi notunu yatırım yapılabilir seviyeye dahi çıkarmayan Standard&Poor's hiç vakit kaybetmemiş not indirimine gitmiştir. Moody's ise iki gün önce Türkiye ekonomisi için olumlu görüş bildirip iki gün sonra not indirimine gitmiştir veya verilen bir talimatla bunu yerine getirmiştir. Açıklıkla söylüyorum: Bu verilen kararlar tamamen siyasi saiklerle verilmiş kararlardır.

Değerli milletvekilleri, bu kuruluşların sicilleri bir hayli bozuktur. 2008 küresel krizine zemin hazırlayan kurumların başında gelmektedirler. 2008 krizi öncesi toksik büyük riskli varlıklar kâğıtları en yüksek derecede notlayarak yatırımcıları tüm dünyada yanıltmışlardır. Bu işin ayyuka çıkmasıyla finansal piyasalar büyük bir deprem yaşamış ve küresel krizi tetiklemişlerdir.

Bakınız, değerli milletvekilleri, 2016 Ağustos ayı itibarıyla Türkiye'de işsizlik rakamı yüzde 11,3 olarak ölçülmüştür. İşsizlikteki kısmi yükselişin sebebi istihdam kaybı değil, iş gücüne katılımın artması ve istihdamdaki sektörel geçişlerdir. Türkiye'nin istihdam oluşturmak gibi bir sorunu yoktur. Türkiye, krizden bu yana en yüksek istihdamı oluşturmuş ülkelerin başında gelmektedir, hatta OECD’de en fazla istihdam oluşturabilmiş iki ülkeden biridir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin 2009 krizinden bu yana yaklaşık 7 milyon istihdam oluşturduğu istatistiklerle sabittir. 2010 yılında 20,5 milyon olan istihdam sayısı bugün 27,5 milyona çıkmıştır. Genç nüfusun ve kadınların iş gücüne katılımı, kırsaldan kente göç, iş gücüne katılım oranını son yılların zirve noktasına çıkarmıştır. Türkiye'de işsizlik oranının sabit kalması için yıllık ortalama 750 bin ek istihdam oluşturulması gerekmektedir. Şöyle bir örnek vermek istiyorum: Eğer bu ağustos ayında iş gücüne katılım oranı yüzde 52,6 değil de 2015 Ağustostaki gibi yüzde 52,1 kalsaydı işsizlik yüzde 11,3 olarak değil de yüzde 10,4 olarak ölçülecekti. Kaldı ki bu iş gücüne katılım oranları çok daha düşük seviyelerden bu oranlara gelmişlerdir ve bunlar hep AK PARTİ döneminde gerçekleşmiştir.

Değerli milletvekilleri, dünya, para ve maliye politikalarında gevşemeye giderek küresel krizden çıkmaya çalışmaktadır. Para politikalarının sürdürülebilirliğine yönelik kaygıların artması nedeniyle, son yıllarda maliye politikaları ön plana çıkmaktadır. Bu sebeple, devletlerin bütçe açıklarının oluşacağı ve artacağı kaçınılmazdır. Türkiye ise uyguladığı para, maliye ve ekonomi politikalarıyla, az önce de ifade ettiğim gibi, krizden en hızlı çıkan ülkelerden biridir.

İktidarımız, kamu maliyesi noktasında, hem bütçe tarafında hem de borç yükü tarafında muhafazakâr ve disiplinli pozisyonunu hep korumuştur. Bir örnek vereceğim: 1992-2002 arasında ortalama bütçe açığı yüzde 6,5 iken 2003-2015 döneminde ortalama bütçe açığı yüzde 2,7’dir. Şöyle birkaç tane ülkeye bakalım. Mesela 2015 itibarıyla biz yüzde 1,2 bütçe açığı verdik, Brezilya 10,3 vermiştir, Japonya 6 vermiştir, İspanya 5 vermiştir, İngiltere 4,40 vermiştir, Hindistan 3,90 vermiştir, Amerika Birleşik Devletleri 2,5; Rusya 2,60; Çin 2,30 -hep örnek verdiğimiz- Türkiye'den çok daha fazla bütçe açıkları vermişlerdir. Bu, Türkiye'nin aslında bütçedeki mali disiplininden taviz vermeyişinin önemli bir faktörüdür. Bir şey daha ifade edelim: Amerika Birleşik Devletleri’nin 2015’te 2,5 olan bütçe açığının bu yıl yüzde 3,2 olarak gerçekleşeceği öngörülmektedir. Burada da bir kontrol kaybı vardır.

Değerli milletvekilleri, Trump’ın gelmesiyle beraber vadedilen vergi indirimleri ve altyapı yatırımlarının ABD’nin bütçe açığını daha da artıracağı tahmin edilmektedir. Peki, bu, bizim için ne anlama gelmektedir? Böylelikle, borçlanma gereğinin ve borç yükünün artacağı düşünülmektedir. Türkiye’de, bir yılda 2 seçim geçirmemize rağmen, bütçe disiplininden asla ve asla taviz verilmemiştir. 2015 yılında, az önce de ifade ettim, Türkiye'nin bütçe açığı yüzde 1,2’dir. 2016 yılında ise bütçe açığının 1,6 olacağı tahmin edilmektedir. 2017 bütçemizde, az önce Maliye Bakanımız da ifade etti, yatırımlarda önemli bir artış söz konusu ve bütçe açığı da yüzde 1,9 olarak hesaplanmış, hedeflenmiş. Ben bunun da rahatlıkla yakalanacağını düşünüyorum.

Bakınız, değerli milletvekilleri, Türkiye'nin her yerinde yatırımlarımıza devam ediyoruz. Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde GAP ve DAP bittiğinde önemli bir ekonomik katma değer ve istihdam oluşacak. 2017’de GAP için 5,5 milyar TL kaynak ayırdık, DAP için ise ayrılan kaynak 4,5 milyar TL’dir. Maalesef, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun ekonomik potansiyelinin terörden dolayı ülke ekonomisine tam olarak katkı sunamadığını görmekteyiz. Bölgedeki ve Türkiye'nin güneyindeki sorunlar nihayete erdiğinde bölgenin kapasitesi de ekonomimize eklenecek ve ekonomimiz çok daha farklı bir noktaya taşınacaktır.

Değerli milletvekilleri, tüm bu anlattıklarım aslında şunu gösteriyor: Dünyada yeni bir trend oluştu. Bu yeni trendin içerisinde ne var? Burada, artık, dünya ticaretinin daralacağı, küresel büyümenin düşük olacağı, gelişen ekonomilerde büyümenin ivme kaybı yaşayacağı, emtia ihraç eden ülkelerin büyümelerinin artık zayıflayacağı, düşük faizli ve genişleyici para politikalarının artık dünyada uygulanacağını görebilmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye son yıllarda terörle mücadelede, özellikle terör örgütü PKK’yla mücadelede ciddi başarılar elde etmiştir. Bugün, terör örgütü PKK’nın âdeta beli kırılmıştır. Kırsalda ve şehirlerde kar kış demeden yapılan başarılı operasyonlar Hükûmetimizin bu terör illetini bitirme kararlılığının sonucudur. Terör örgütü artık ne sınır ötesinde ne de Türkiye’nin herhangi bir bölgesinde rahattır. Yerli teknolojiyle üretilen insansız hava araçları ve diğer silahlarla teröristler bulundukları yerde saldırıya geçemeden etkisiz hâle getirilmektedir.

Bölge halkından destek göremeyen, hareket kabiliyetini yitiren ve bitişini fark eden terör örgütü PKK’nın bomba dolu araçlarla intihar saldırısı yapma girişimleri de güvenlik güçlerimizin önceden müdahaleleriyle etkisiz hâle getirilmektedir. PKK’nın uzun süre önce başlattığı çukur ve şehir savaşları stratejisi çökmüştür. PKK’lı teröristlerin kazdıkları çukurlar kendilerine mezar olmuştur.

Bakınız değerli milletvekilleri, tabii terörle mücadele sadece teröristle mücadele değildir; onlara yardım ve yataklık edenlerle, siyasi sözcülüğünü yapanlarla da mücadele etmeyi gerektirmektedir. Zira, PKK’ya verilen her türlü destek güvenlik güçlerimize, sivil vatandaşlarımıza ve çocuklarımıza bomba ve kurşun olarak dönmektedir. Bunun içindir ki terör örgütüne destek verenlerle ilgili yargı makamları harekete geçmiştir. Mesleğine, statüsüne, konumuna bakılmaksızın kim terör ve terör örgütüne destek veriyorsa gereken adli işlemler yapılmıştır.

Bu anlamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bizler de üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirerek milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırdık ve yargının gereken soruşturmaları yapmasına olanak sağladık. Teröristlerin sırtını sıvazlayanların, canlı bomba cenazelerinde teröristleri teşvik edenlerin elbette yargıya hesap vermesi gerekiyordu. Keza, belediye binalarını PKK’nın mühimmat deposu hâline getirenlerin, belediye imkânlarını PKK’ya sunanların…

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Ayıp! Her şeyden önce ayıp! Biraz yüzünüz kızarsın.

MEHMET MUŞ (Devamla) - …iş makineleriyle PKK için çukur kazanların elbette mahkemede yargılanması gerekiyordu.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Grup Başkan Vekilisin, ayıp ya!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Hukuk herkes için geçerlidir. Demokratik bir hukuk devletinde terör asla meşru görülemez. İfade özgürlüğü terörü övme özgürlüğü değildir. Basın hürriyeti teröriste destek hürriyeti değildir.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Peki, sizin FETÖ örgütünüze ne oldu? Niye siz yargılanmıyorsunuz?

MEHMET MUŞ (Devamla) - Evet, terörist kurşun sıkar, bomba patlatır ama ona o bombayı veren, kurşunu tedarik eden bir el vardır. İşte Türkiye, teröre destek veren o eli içeride de olsa dışarıda da olsa kırmaktadır, çocuklarımızın canına kasteden, geleceğine kasteden o kanlı elleri yok etmektedir ve yok etmeye de bundan sonra devam edecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye, artık kararlı bir şekilde terörü bitirmek için her türlü legal, meşru ve hukuki yöntemi devreye koymuştur. Manşetleriyle terörün sözcülüğünü yapanlar gazetecilik faaliyetlerinden değil terör faaliyetlerinden adli işleme tabi tutulmuşlardır. Terör örgütünün yayın organı olarak faaliyet gösterenler gazeteci değil terör destekçileridir.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Aslı Erdoğan’dan yüzün kızarmıyor mu?

MEHMET MUŞ (Devamla) - Bir gazete düşünün ki sürekli Kandil’den terör tehdidi mesajları aktarıyor, “…”(X) adı altında halkı isyana davet ediyor, topluma korku salıyor ve şiddeti meşru yöntem olarak gösteriyor. Buna basın özgürlüğü diyebilir miyiz? Bir başka gazete düşünün ki devlet içerisinde sinsi bir şekilde kümelenen FETÖ’cü paralel yapının darbe teşebbüsüne destek veriyor, onun algı operasyonlarına katkı sunuyor. Yine, bir başka gazete düşünün ki devlet sırlarını ifşa ediyor, Türkiye’yi uluslararası camiada teröre destek veren bir ülke olarak göstermeye çalışıyor ve Türkiye’ye uluslararası yaptırım istiyor. Bir muhabir düşünün ki birazdan fotoğraflarını da göstereceğim size…

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Zaman gazetesinde yazan grup başkan vekillerinize bir sorun niye yazıyorlardı orada!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bir muhabir düşünün ki gündüz sözde gazetecilik faaliyeti yürütüyor, haber topluyor; gece askerimize kurşun sıkıyor. Bunları bir hukuk devleti nasıl kabul edebilir, buna nasıl göz yumulur? Elbette, demokratik bir hukuk devletinde buna müsaade edilmez. Dolayısıyla, manşetleriyle terörün sözcülüğünü yapanlar, şiddeti meşru görenler gazetecilik faaliyetlerinden değil, terör faaliyetlerinden yargı karşısına çıkarılmıştır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, Suriye’de yaptığı askerî operasyonlarla hem terör örgütü DAEŞ’i geriletmiş hem de PYD’nin kantonları birleştirerek bir terör koridoru oluşturma hayalini suya düşürmüştür. Türkiye, koalisyon güçlerinin beş yılda yapamadığını birkaç ayda yapmış ve DAEŞ’in elinde bulunan önemli merkezlerin DAEŞ’ten temizlenmesine destek olmuştur. Türkiye'nin Suriye’de yaptığı operasyonlar Suriye’deki gidişatı değiştirmiştir. Bugün DAEŞ önemli ölçüde güç kaybetmiştir. Keza, terör örgütü PYD’nin sözde Afrin ve Kobani kantonlarını birleştirme hayalleri suya düşmüş, manevra kabiliyeti iyice azalmıştır. Bu minvalde, Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde ve Irak’ın Sincar bölgesinde ikinci bir Kandil’e asla ve asla müsaade etmeyecektir.

Değerli milletvekilleri, burada Avrupa Birliğiyle ilgili de birkaç kelamda bulunmak istiyorum. Türkiye, Avrupa Birliği ilişkilerini hep bir demokratikleşme perspektifi olarak görmüştür. AB süreci başladığından bu yana demokratikleşme yönünde birçok reform adımı AK PARTİ iktidarları döneminde atılmıştır. Bütün bu demokratikleşme adımları sadece AB’ye üye olmak için değil, insanımızın refahını artırmak, yaşam standardını yükseltmek ve Gazi Mustafa Kemal’in de hedef gösterdiği muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak içindir. Türkiye, AB konusunda gösterdiği iyi niyeti ne yazık ki Avrupalı muhataplarından görememiştir. Türkiye’yi elli küsur yıldır Avrupa Birliği kapısında bekleten Avrupalılar, Türkiye’den çok sonra başvuru yapan ve üyelik kriterlerini dahi tam anlamıyla karşılayamayan pek çok ülkeyi Avrupa Birliğine üye yapmışlardır. Annan Planı’nı kabul etmeyen Güney Kıbrıs AB üyesi yapılarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti âdeta cezalandırılmış ve Türkiye'nin üyeliği önünde engeller çıkartılmıştır.

Avrupa’nın birçok başkentinde PKK ve PYD terör yandaşları temsilcilikler aşmış, Avrupalılar tarafından övülmüştür. Avrupa’nın kalbi Brüksel’de Avrupa Parlamento binasında PKK sergisi açılmış, terörist fotoğrafları salona asılmıştır. Yine Brüksel’de PKK çadırı kurulmasına müsaade edilmiş, hatta bu çadırı korumak için Belçika polisi bir de polis birimi, bir polis timi görevlendirmiştir. Almanya, PKK ve FETÖ gibi 2 terör örgütünün propagandasını yapmaktan yargılanan kaçak bir terör sanığını Türkiye’ye teslim etmek yerine, Alman Cumhurbaşkanlığı makamında ağırlamış ve âdeta ödüllendirmiştir.

Geçtiğimiz ay açıklanan AB ilerleme raporunda hain darbe girişimini yapan FETÖ’den “Gülen hareketi” olarak bahsediliyor. Bu eli kanlı darbecileri masumlaştırmaya çalışmak AB’nin tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. Türkiye bütün bunlara sessiz kalmamıştır, bundan sonra da kalmayacaktır. İşte, Türkiye, teröre destek veren bu uygulamaları eleştirdiği için, hakikati haykırdığı için Avrupa Parlamentosunun garabet bir kararıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu garabet kararla AB kendi koyduğu değerlerden ve ilkelerden giderek uzaklaştığını tüm dünyaya göstermiştir.

Şunu özellikle ifade etmek istiyorum: Ne Avrupa Parlamentosu Başkanı ne de AB Raportörü Türkiye’yi tehdit edemez, Türkiye’ye parmak sallayamaz. Sayın Cumhurbaşkanımız ve Hükûmetimiz, Türkiye'nin izzetini ve şerefini her platformda savunmuştur ve savunmaya devam edecektir. Teröristlerle kol kola gezenler, teröristlere kucak açanlar, finans kaynaklarına ev sahipliği yapanlar Türkiye’ye demokrasi dersi veremez. Bırakın 3 milyon mülteciyi, sadece bin mülteciyi dahi ülkesine kabul etmemek için her türlü bahaneyi uyduranlar, Türkiye’ye insan hakları dersi veremezler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Mülteci kamplarındaki çadırları yakanlar, mültecilere zulmedenler, Nazi Almanyası’nda olduğu gibi kollarına işaret takanlar kendi koydukları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı davranmışlardır. Danimarka Meclisi, geçtiğimiz ocak ayında bir utanç yasasına imza atmıştır; ülkesindeki mültecilerin 1.500 dolardan daha pahalı takılarına, eşyalarına el koymuştur. Bu uygulama, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne de aykırıdır; kendi koyduğu beyannameye de aykırıdır, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne de aykırıdır.

Türkiye, Suriye’deki iç savaş başladığından bu yana Suriyeli kardeşlerine kucak açmış ve insani sorumluluğunu yerine getirmiştir. Peki, Avrupa Birliği ne yapmıştır? Suriyeliler için söz verdiği yardım miktarını bile yapamamıştır, “Aman göçmenler Avrupa’ya yaklaşmasın.” diyerek feryat figanı basmıştır. AB, Türkiye’yle daha iyi ilişkilere sahip olmak istiyorsa teröre destek vermeyi ve Türkiye düşmanlarına kucak açmayı bırakmalıdır.

Bakınız, değerli milletvekilleri, buradan önemli konuşmalar yapıldı. Aslında konuşmamı başka konulara ayırmıştım fakat bunlara değinmeden geçemeyeceğim. Burada hatipleri dinledik. Değerli milletvekilleri, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanının konuşmasını izledik, burada eleştiriler yaptı. Kendisini şöyle tanımlıyor, diyor ki: “Hayatım FETÖ’yle mücadele ederek geçti.” Yani, bir Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı tabii ki -karşıda bir terör örgütü var- bununla mücadele ederek hayatının geçtiğini ifade edebilir ama uygulamada da bunu ne yapmak isteriz? Görmek isteriz.

Değerli milletvekilleri, bunlar benim uydurduğum şeyler değildir -biraz sonra konuşmaları da sizlere arz edeceğim- bu, sadece, yapılanların bir özetidir; benim bir yorumum bunun içerisinde yoktur.

Bakın, 21 Ekim 2015, 1 Kasım seçimlerinden önce Zaman gazetesi ekibi Sayın Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanını ziyaret ediyor. (CHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Komik bu ya! Ya çok komiksin ya!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Şimdi komik geliyor.

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) – Başka malzeme bulun, başka malzeme!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Burada FETÖ’nün… Bu nedir? Yayın organı. FETÖ’yle mücadele eden Kılıçdaroğlu.

Peki, burada bir detay daha var, bakın, bu fotoğrafta bir detay daha var. Kim bu? Kim bu? Kim bu kim? (CHP sıralarından gürültüler)

MUSA ÇAM (İzmir) – Söyle söyle.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Hanım Büşra Erdal. Hanım Büşra Erdal kim? (CHP sıralarından gürültüler) Hanım Büşra Erdal kim?

Bakın, okuyorum, Hanım Büşra Erdal diyor ki: “Şimdi Silivri’de olmak vardı, Balyoz kadınları falan, haber merkezinden daha eğlenceli be!”

MURAT BAKAN (İzmir) – Pensilvanya’ya gidince eşarbını atan kimdi?

MEHMET MUŞ (Devamla) – “Twitter’da promosyon zamanı! Her 500’üncü takipçime bir günlük Silivri’de konaklama, mahkemeyi gezme, duruşma izleme, sabah kahvaltı, öğle yemeği.” Kim diyor? Kılıçdaroğlu’nun makamda ağırladığı Hanım Büşra Erdal söylüyor. (CHP sıralarından gürültüler)

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Allah Allah!

MEHMET MUŞ (Devamla) – “Balyoz kadınları hep sarışın ya, kim kimin eşi karıştırıyorduk. Eşlerinin resmi basılı olan tişört giymişler, işimiz kolaylaştı.”

Şimdi, bir taraftan “FETÖ’yle mücadele ettim.” diyeceksiniz, öbür taraftan bunları makamınızda ağırlayacaksınız ve bunda hiçbir beis görmeyeceksiniz.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Ya, olmadı; bu hiç olmadı, hiç olmadı. Bu hiç olmadı!

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Beraber yürüdünüz.

FATMA KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli) – Olmadı olmadı!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Oluyor oluyor arkadaşlar.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Hiç olmadı bu! Hiç olmadı bırak!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Zaman gazetesi kapatıldıktan sonra yeni bir gazete açıyorlar. Peki, ilk ziyaretleri kime?

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Biraz hocandan örnek al sen!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Kılıçdaroğlu’na.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Zaman okumak zorunluydu bir ara!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Arkadaşlar, bakın, tanıyamazsanız yakın göstereyim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yine, ilk ziyaretlerini oraya yapıyorlar.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Zaman gazetesini her yere dağıtıyordunuz!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Burada ne dedi, ne dedi Sayın Genel Başkan? Dedi ki…

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) – Kimse Yok Mu Derneğine yardım topluyordun, yardım! Unuttun mu onları? Yardım topluyordunuz!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Arkadaşlar, bizim temiz bir dil kullanmamız yani saygılı bir dil kullanmamız lazım, saygılı bir dil kullanmamız lazım.

Bakın, 17-25’in ne olduğunu burada Sayın Bostancı anlattı.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Size dokununca oldu!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Tekrar tekrar anlatmaya gerek yok.

Şimdi, 19 Kasım 2014’te Sayın Kılıçdaroğlu katılıyor, terör örgütünün yayın organında bakın ne diyor: “Yurt dışına kaçmaktan başka çaresi yok, Erdoğan için söylüyorum, kaçsa da onu bu ülkeye getireceğiz.” Kimin kaçtığı ortada ama bir ana muhalefet liderinin de düşeceği en kötü durumdur bu, kendi Başbakanına söylediği kelimeler ortada. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Mehmet, bunda da bir şey yok, bundan bir şey çıkmaz.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Şimdi, Birgül Ayman Güler: “Cemaatle ittifak yaptık.” Biz söylemiyoruz; kendi Genel Başkan Yardımcıları, Sayın Kılıçdaroğlu’nun en mahreminde olan, MYK’sında olan birisi; bunu biz söylesek yorum katacağız.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Sizin bakanlarınız “Fetullah Gülen hazretleri” diyorlardı.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Daha sonra da zaten göstermediler.

MUSA ÇAM (İzmir) – Numan Kurtulmuş ne söylemişti? Sayın Numan Kurtulmuş neler söylemişti?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Peki, Sayın Kılıçdaroğlu’nun…

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Bak, Sayın Adalet Bakanı şimdi çıkıp anlatır neler söylediğini.

MURAT BAKAN (İzmir) – Adalet Bakanının söylediğini söyle, Adalet Bakanının!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, sakin.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun hemşehrisi, hemşehrisi… (CHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Ayıp ya, ayıp, ayıp!

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) – İlhan İşbilen’i konuş, İlhan İşbilen’i! İlhan İşbilen yok mu?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Arkadaşlar, Hüseyin Aygün…

Bakın, Cumhuriyet Halk Partisini böyle bir iç tartışmayla görmek beni gerçekten üzüyor ama bu duruma düşmüş vaziyette.

MUSA ÇAM (İzmir) – Üzmesin seni, üzmesin!

FATMA KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli) – Hiç üzülmeyin, bizler için üzülmeyin!

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Kendine üzül, kendine!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bakın, ne diyor Hüseyin Aygün, diyor ki: “Beni milletvekiliyken ‘Fetullah Gülen Cemaati’ni eleştirmek AKP’ye yarar.’ diyerek uyaran ve eli boş dönen de Kılıçdaroğlu’dur.” diyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – Hiç öyle bir şey söylemedi.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Neyden eliniz boş döndü? Ne istediniz? Ne yaptınız?

LEVENT GÖK (Ankara) – Hiç öyle bir şey yok, onların hepsi palavra Mehmet, hepsi palavra.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Verdiklerinizi anlat sen, verdiklerinizi!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bakın, Mustafa Balbay ne diyor: “Cumhuriyette FETÖ’cülükten Kürtçülüğe kadar her şey serbest, CHP milletvekili olarak yazı yazmak yasak.” Bir yorum yapmış adam.

MUSA ÇAM (İzmir) – Kim demiş onu, kim demiş?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Balbay. Sorun kendisine.

MUSA ÇAM (İzmir) – Burada cevabını verecek yarın öbür gün, verecek.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Sonra Kılıçdaroğlu ne diyor?

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Sana ne gazetenin yayın politikasından? Beğenmezsen okumazsın, almazsın.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Arkadaş, arkası geliyor, bekle.

“Cumhuriyeti FETÖ’yle, PKK’yla suçlayanlar şeref yoksunudur.” Şimdi, arkadaşlar, biri milletvekili, biri Genel Başkan… Arkadaşlar, uğraştığınız meseleler bunlar.

LEVENT GÖK (Ankara) – Mehmet, çok zayıf kaldın; Mehmet, çok zayıf kaldın, çok zayıf kaldın.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Ucuz siyaset bu, ucuz siyaset!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Şimdi, Kılıçdaroğlu 2010 yılında ne dedi? 2010 yılında kürsüden kükrüyor: “Korkma, eğer bu ülkede darbe olursa biz dik dururuz. Darbe olursa tankların önüne geçerim, üstüne çıkarım.” diyor. O gün biz de dedik ki: Hakikaten helal olsun, adam büyük bir demokratik olgunluk gösteriyor, darbeye karşı net bir tavır koyuyor.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Koydu da.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Darbe oldu, darbe gerçekleştirmek için bir girişimde bulunuldu. Kılıçdaroğlu nerede?

SALİM USLU (Çorum) – Neredeydi?

MEHMET MUŞ (Devamla) - Havalimanında.

FATMA KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli) – Sen neredeydin, sen; onu çok merak ediyorum.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Tanklar, aramanıza gerek yok, üstüne çıkmadı, yanından geçti, otel aramışlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Sayın Başbakan neredeydi?

LEVENT GÖK (Ankara) – Senin Başbakanın nerede? Kastamonu tünelinde.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Arkadaşlar, otel aramış, otel arıyor. Niye otel arıyorsunuz? Millet sokakta zaten. “Oteller almadığı için Bakırköy Belediye Başkanının evine geçtik.” diyor. Bakın, buradan soruyorum, net soruyorum: Ne bizim ne iktidarımızın ne milletvekillerimizin ne Cumhurbaşkanımızın bu darbeden haberi yoktu. Sayın Kılıçdaroğlu darbenin sonucunu bekledi mi, beklemedi mi; cevabını vereceksiniz…

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Ayıp, ayıp, çok ayıp!

LEVENT GÖK (Ankara) – Ayıp bir şey ya!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Piyasaya çıkmadı, bunun cevabını vereceksiniz; bekledi mi, beklemedi mi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

FATMA KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli) – Çok ayıp! Darbe sadece o gece olmadı, 2010’da darbe yaptınız, siz neredeydiniz?

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Demokrasiye yapıldı bu darbe, size değil.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bakın, değerli milletvekilleri…

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sen, Hakan Fidan’ı konuş, Hakan Fidan’ı.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Bütün Türkiye darbeye karşı durdu.

FATMA KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli) – 2010’daki darbede neredeydiniz?

MEHMET MUŞ (Devamla) - Grup başkan vekili buradaydı, kendisi piyasada yok.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Millet sizi kurtardı.

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) – Televizyonlara bağlanamadınız o gece televizyonlara!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Arkadaşlar, bakın, Türkiye’de şu eleştirilir, iletişimden eleştiri yapılır. Sosyal medyayı yasaklıyormuşuz, Türkiye'nin iletişim kurmasının önüne engeller konuluyormuş.

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) – Anadolu Ajansı Cumhurbaşkanının açıklamasını yayımlayamadı. Bırakın bu işleri.

BAŞKAN – Lütfen müdahale etmeyin Sayın Barış.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Sayın Başkan, böyle siyaset olur mu?

BAŞKAN - Hatibe müdahale etmeyelim.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bakın, mobil abone sayısı 2003 yılında 27,9 milyon, bugün Türkiye’de mobil abone sayısı ne kadar biliyor musunuz? 74,5 milyon. Bu ne demektir? İsteyen istediği anda bütün dünyaya ulaşabiliyor. 27-28 milyondan 74,5 milyona çıkmış. Geniş bant abone sayısı da 20 binden 59 milyona çıkmış.

Arkadaşlar, böyle bir ülkede siz iletişimden, dünyayı… İşte güya iletişimi kesiyormuşuz, sosyal medyayı yasaklıyormuşuz insanlar haber almasın diye. Böyle bir şey söyleyebilir misiniz? Bunlar bile aslında haber alma özgürlüğünün nereden nereye geldiğini gösteriyor.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – 17 ilde yasaklamadınız mı İnternet’i, 17 ilde?

MEHMET MUŞ (Devamla) - Bakın, 67 tane uydu TV’si vardı, uydu televizyonu vardı, 374’e çıktı.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Kapattınız çoğunu.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, 2.731 tane gazete var, 4 bin tane dergi var Türkiye’de, toplam 6.800 yayın yapılıyor.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Kaç kaldı?

MEHMET MUŞ (Devamla) - Sayın Kılıçdaroğlu burada madde madde okudu, basın özgürlüğünden bahsetti. Bakın, şu nedir? “Ferman sarayın “…”(x) ne demektir? “Ayaklanma.” Halkı isyana ve ayaklanmaya teşvik ediyor. Bu kapatıldı.

DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) – Yanlış çeviriyorsun, yanlış!

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Bilmiyorsun, bari anlamını öğren, bari anlamını; öyle değil.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Sayın Kılıçdaroğlu buna çok üzülmüş. Savunduğu bu arkadaşlar.

Peki, bu ne? Bu da PKK’lı, askerlerimizi, polislerimizi şehit eden, daha sonra operasyonlarda etkisiz hâle getirilen teröristlerin fotoğrafları: “Şehitlerimizle varız.” Buna basın özgürlüğü, gazetecilik diye bir şey söyleyebilir miyiz arkadaşlar? Sayın Kılıçdaroğlu’nun savunduğu gazetecilik maalesef bu.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Yazık be, yazık!

LEVENT GÖK (Ankara) – Ayıp ya, ayıp Mehmet sana!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Peki, Cumhuriyet, Savcı Mehmet Kiraz’ı şehit eden 2 terörist; bunlarla röportaj yapılıyor ve bu yayımlanıyor: “Bu eylem mecbur bırakıldığımız bir yöntem.” Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar; bu nasıl bir gazeteciliktir, bu nasıl bir özgürlük anlayışıdır?

Başka bir tane, bakın şu fotoğraf yayımlanıyor Kandil’den. Bunu bir gazete yayımlayıp altına “Sigara izmaritlerini bile atmıyorlar.” diyebiliyor. Böyle bir gazetecilik siz dünyada gördünüz mü? Bakın, muhabiri görüyor musunuz?

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Bütçeden konuş bütçeden.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Heyetleri gönderiyordunuz Kandil’e, Oslo’ya, İmralı’ya.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Arkadaşlar, muhabir, bak muhabir; gündüz muhabir, gece terörist. İyi bakın; gündüz muhabir, gece terörist. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu arada Cumhuriyet gazetesini ilk kapatan da Cumhuriyet Halk Partisidir, beş ay kapatma cezası vermiştir; bunun da böyle bilinmesi lazım.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Siz de ikinci olacaksınız.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bakın, basın özgürlüğü anlayışı nedir Cumhuriyet Halk Partisinin? “Markopaşa” diye bir mizah dergisi çıkıyor. Millî Şef dönemi, isminde “paşa” olduğu için Millî Şef alınmış “Benimle bunlar dalga geçiyor.” diye bunu kapattırdı. Hatta şöyle bir yazıyla çıkıyorlar diyorlar ki: “Toplatılmadığı zamanlar çıkar veya yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar.” bu ibarelerle çıkıyor. Bu dergiyi CHP kapatıyor, kapatıldıktan sonra sırayla şu isimlerle açılıyor: “Markopaşa” kapatılınca sırasıyla “Merhumpaşa” olarak çıkıyor, onu kapatıyorlar “Malumpaşa” olarak çıkıyor, onu da kapatıyorlar “Yedi-Sekiz Hasan Paşa” olarak çıkıyor…

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Bugünden bahset.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Ne bu şimdi, ne, ne?

OKAN GAYTANCIOĞLU (Edirne) – Hani bütçe, hani, hani?

MEHMET MUŞ (Devamla) – …onu da kapatıyorlar “Hür Marko Paşa” olarak çıkıyor, onu da kapatıyorlar “Bizim Paşa” olarak çıkıyor, onu da kapatıyorlar “Ali Baba ve Kırk Haramiler” olarak çıkıyor.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Siz de onları mı örnek alıp kapatıyorsunuz yani, onu mu demek istiyorsun?

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Yarışın, yarışın onlarla.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Şimdi diyeceksiniz ki…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Biz demeyeceğiz.

BAŞKAN – Bir dakikada toparlar mısınız Sayın Hatip.

MEHMET MUŞ (Devamla) – …“Ya, siz de amma yaptınız, ta 1946’lara gittiniz.” Bunu söyleyebilirsiniz, bu haklı bir eleştiri. Ama ben hemen geliyorum, 7 Haziran öncesinde genel başkan yardımcılarının açıklamasına. Aradan kaç yıl geçmiş? Yetmiş sene geçmiş. Ne diyor? Diyor ki: “8 Haziran sabahı ilk işimiz o gazetelerin tamamını kapatmak.”

GARO PAYLAN (İstanbul) - Siz kapattınız siz.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Cumhuriyet Halk Partisi yetmiş yıldır aynı yerde sayıyor. Basın özgürlüğünden, ifade özgürlüğünden anladığı da budur değerli milletvekilleri.

Aslında söylenecek daha çok şey var.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Söyle, söyle!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bunların şu an için yeterli olduğunu ifade ediyorum.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Gazete kupürleriyle siyaset yapıyorsun ya, gazete kupürleriyle!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bir şey daha, lütfen Genel Başkanınıza iletin: Bir daha teyit etmeden burada ithamlarda bulunmasın. Sayın Cumhurbaşkanımızla ilgili “Döviz hesabı var. TL’ye dönmedi, ‘Vatandaş dönsün.’ diyor.” dedi. Cumhurbaşkanlığından biz gerekli bilgiyi aldık, Sayın Cumhurbaşkanının şu an dövizi bulunmamaktadır, TL’ye dönmüştür. Lider önde gider hep, bunu da Genel Kurula arz etmiş olayım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Evdeki paralar ne oldu ya, evdeki paralar!

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Muş.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Özel, buyurun efendim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Muş konuşması sırasında gerek Genel Başkanımıza gerek partimize sataşmalarda bulundu. Uygun görürseniz cevap hakkımı kullanmak istiyorum.

BAŞKAN – Lütfen iki dakika için buyurun, yeni bir sataşma olmasın efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına ve Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Aslında Sayın Muş’a hak ettiği üslupta, hak ettiği düzeyde ve ihtiyaç olan sürede şöyle enine boyuna bir cevap vermek gerekir ama bu düzeyden, bu üsluptan sonra, arkadaşların da ricası var, buna değmeyeceğini söylüyorlar. (CHP sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Değmez.

MUSA ÇAM (İzmir) – Değmez, değmez!

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Ama şunu söylemek lazım tam da meselenin birinci elden şahitlerinden bir tanesi Meclis Başkanı buradayken: İnsan biraz Allah’tan korkar, insanda biraz vicdan olur.

LEVENT GÖK (Ankara) – Utanma da olur, utanma da!

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Bu Meclis cuma akşamı kapalıyken Meclise “Hep beraber açmalıyız.” diye koşan, şurada, merdivenlerde Sayın Başkanla demokrasi öpücüğü alan veren, kendisinden sonraki konuşmayı bana verdiğinde “Sayın Genel Başkanımız şu an uçakta, havada; indiği anda yaptığımız ilk görüşmede bize talimatı Meclise ve demokrasiye sahip çıkma yönündedir. Doksan üç yıldır seçimlerde yendik, yenildik ama darbecilere teslim olmadık. Yeni bir seçime kadar biz darbecilerin karşısındayız ve bu Parlamentonun ana muhalefet partisiyiz.” deyip de buradaki 93 arkadaşımız ve yukarıdan izleyenler ayakta alkışlamadılar mı kardeşim? Ben senin düzeyine inecek olsam, Naci Bostancı’nın yaptığı gibi, o zaman şunu beklerler benden: “Genel Başkan o gece neredeydi?” sorusuna “Senin Başbakanın Kastamonu Tüneli’nde ne arıyordu?” derim ama dememek münasiptir Sayın Bostancı. (CHP sıralarından alkışlar) Dememek münasip olur, kaba kaçmasın veya senin Cumhurbaşkanın -Başbakan tünelde ya- milleti meydana çağırınca, “Siz ne yapacaksınız?” denilince “İnşallah, Başbakanım da, ben de bu gece meydanlarda olacağız.” deyip “Ankara’ya altı gün sonra nasıl gelebildi?” diye sormak lazım ama bana yakışmaz Sayın Bostancı; kabalık kaçmasın diye yapmıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) – Ya, senin karakterin o, sor, sor.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Ben size şu kadarını söyleyeyim: 15 Temmuz bu ülkenin iktidarıyla muhalefetiyle demokrasiye karşı kazandığı bir zaferdir. Bunun içeriğini boşaltmak, bunu hakaretle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - …iftirayla, gerçekten saparak bir noktaya getirmeye çalışmak her şeyden çok 15 Temmuz şehitlerinin aziz hatırasına ihanettir.

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özel.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Darbe bastırılınca meydanlara çıktınız.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, hatip bana vicdansız…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bostancı.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ben, Sayın Kılıçdaroğlu’nun Trabzon il başkanları toplantısında yaptığı konuşmayı “Bir iç eleştiri, mantıklı, rasyonel, bunlar değerli.” şeklinde takdim ettim, “Zalim bir şekilde kullanılmaya müsait.” olduğunu söyledim. O zalim kullanmaya ilişkin de hiçbir örnek vermedim; vermeye kalksaydım, başka türlü olurdu Sayın Özgür Özel. Ben sadece atıfta bulundum böyle kullanmamak gerekir diye. Dolayısıyla, burada söylediği sözler, bana atfederek, kesinlikle haksız ve yersizdir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, ben de tutanaklara geçsin…

Sayın Muş, herhâlde kürsüden cevap verecek.

BAŞKAN – İsterseniz mikrofona konuşun.

Naci Bey, siz de aynı şekilde.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, şimdi, siyaset tutarlılık; siyaset, günü gelip yanlışın bile arkasında gururla durabilmek, öz eleştiri yapabilmek ama bir yanlış yaptıysan o yanlışa sahip çıkabilmektir; siyaset, biraz nezakettir ama biraz da cesarettir. Tutup da kürsüden Trabzon il başkanlığı toplantısında yapılmış, basına sızmış ve maksatlı olarak çarptırılmış bir konuşmanın tamamını a’dan z’ye söyleyip, sonra “Ben bunları okusaydım, söyleseydim yanlış olurdu ama yapmıyorum.” deyip biraz önce söylediğim gibi kabalık sınırlarını zorlayan bir nezaket üslubu bizi şaşırtmıştı, bir benzerini yapınca ne kadar incindiğini ortaya fırlarken ki ruh hâlinden gördük.

Çok teşekkür ediyorum efendim.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Muş…

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, hatip hem bir seviyeden bahsetti hem beni vicdansızlıkla itham etti.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sen iki saattir bahsettin Muş.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - O açıdan bu açık sataşmadır, uygun görürseniz…

BAŞKAN – Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İki dakika lütfen…

5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, Manisa Milletvekili Özgür Özel’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, ben yorum katmayacağımı size söyledim. Bu Genel Kurulda dinleyenlere, milletvekillerine bir yorum katmadan arşivlerdekilerini çıkartıp alt alta koyduğumu ifade ettim.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Gazete kupürleri…

MEHMET MUŞ (Devamla) – Burada aslında konuşmamı yapıyorken dedim ki: Grup başkan vekili buradaydı, beraberdik gece; bunu ifade ettim ben konuşmamın başında.

LEVENT GÖK (Ankara) – Saat kaçtı Mehmetçiğim o zaman, saat kaçta beraberdik?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bir saniye…

LEVENT GÖK (Ankara) – Kaçta beraberdik, onu da söyle ama.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bir saniye…

LEVENT GÖK (Ankara) – O gün geldiğimiz zaman hepiniz öpüyordunuz bizi. Öyle değil mi Sayın Başkan?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Sayın Kılıçdaroğlu, şunu çıkıp söylüyor, diyor ki: “Darbeden önceden haberiniz var mıydı?” Biz buradaydık gece, siz de biliyordunuz gece burada olduğumuzu. Bu nasıl bir sözdür, bu nasıl bir ithamdır? Eğer siz bu ithamı yaparsanız, o zaman şunun karşılığını alırsınız: Siz de o zaman Genel Başkan olarak, demek ki beklediniz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hayati Yazıcı’ya sorun, Hayati Yazıcı’ya. Hayati Yazıcı’yla aynı uçaktaydı.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Milletvekillerinizi göndermişsiniz, beklemişsiniz. Bunu sormak bizim en doğal hakkımızdır değerli milletvekilleri.

LEVENT GÖK (Ankara) – Mehmetçiğim neyi beklemişiz biz?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bunu sormak bizim en doğal hakkımızdır, hakkımızdır.

LEVENT GÖK (Ankara) – Neyi beklemişiz ya, neyi beklemişiz? Onu anlat bize ya.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Neticeyi beklemiş demek ki. Bunu sormak…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Milletvekili Hayati Yazıcı, Hayati Yazıcı’ya sorun onu.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Arkadaşlar, lütfen dinleyin.

LEVENT GÖK (Ankara) – Neyi beklemişiz? Yazık, günah ya!

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hayati Yazıcı’ya sorun, aynı uçaktadırlar birlikte.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bunu sormak, bizim en doğal hakkımızdır.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bakanlar Kurulu, hep beraber sığınıkta olmadık mı?

MEHMET MUŞ (Devamla) – İkincisi, buradan “Darbeyi önceden biliyor muydunuz?” diye kükrüyorken kürsüden, Sayın Genel Başkanınıza soracaktınız, bu kadar da yapma, ayıptır günahtır diyecektiniz.

Eğer bunu yapmayıp da o zaman siz Bakırköy Belediye Başkanının evinde demek ki neticeyi beklediniz, bakacaktınız durum ne olacak?

LEVENT GÖK (Ankara) – Neyi beklemişiz ya, neyi beklemişiz ya?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Buradan grup başkan vekillerini, milletvekillerini ayrı tuttuğumu ifade ettim. Ayrı tuttuğumu ifade ettim, onlar buradaydılar.

Şimdi, değerli milletvekilleri, ağzınızdan bir söz çıkıyorken bunun nereye gideceğini, nereye varacağını hesap edeceksiniz. İtham ediyorken, bazı söylemlerde bulunuyorken hesap etmezseniz bunun karşılığını alırsınız.

İkincisi, bu darbe sürecini AK PARTİ’nin getirdiğini iddia etti.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Devlette kim kadrolaştırdı Fetullah Gülen cemaatini?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, biz bu darbe, biz bu terör örgütüyle mücadele ediyorken Sayın Kılıçdaroğlu ne yapıyordu, ne yapıyordu?

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Devlette kim kadrolaştırıldı? Devletin bütün kurumlarını teslim ettiniz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Buyurunuz Hanımefendi.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, daha önceki konuşmasında Sayın Muş hem partimize hem de tutuklanan milletvekili arkadaşlarımıza yönelik yargıç muamelesi yaparak doğrudan sataşmada bulunmuştur.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Ben sataşmadım ya, “HDP” demedim.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Ondan dolayı söz hakkı istiyorum.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, ben “terör örgütü” dedim, “PKK” dedim, “PKK’ya destek verenler” dedim.

BAŞKAN – Efendim, iki dakika içinde lütfen ifade ediniz ve yeni bir sataşmaya meydan vermeyiniz rica ediyorum.

Buyurun Sayın Demirel.

6.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Aslında çok net olarak ifade edilmesi gerekiyor ki bugün AKP Hükûmetinin geldiği aşama tamamen bir savunma psikolojisine girmiş bir durumdur çünkü bütçede bütçe konusunu konuştuğumuzda bu kadar bütçe açığına nasıl cevap vereceğini bilemeyen, dış politikada dibe vuran bir Hükûmet politikası söz konusudur. Bütçe görüşmelerini yapıyoruz, dolara ilişkin bu kadar yükselişin halkın cebinden ne kadar çıkardığını hesaplayan bir bütçe görüşmesini ortaya koymamız gerekirken bugün kalkıp kalkınmadan bahsediyoruz. Halkın daha fazla yoksullaştığı bir durumu gözlerimizle görmek istemiyoruz aslında. Nedir bu? Savunma psikolojisidir. Nedir başka? Muhalefete saldırayım, kendimi koruyayım meselesidir.

Kim terör örgütüyle iç içeydi, kim Pensilvanya’da “Fetullah Hoca Efendi” deyip diz çöktü, bir söyleyin yani? Sizler değil miydiniz burada Pensilvanya’yı su yoluna çeviren, orada biat eden, orada fotoğraf çeken, terör örgütlerini kendi içinizde her yere yükselten siz değil misiniz? Neden bunlara cevap veremiyorsunuz? Kimmiş terör, terörist kimmiş? Sizin gibi düşünmeyen gazeteci, öğretmen, siyasetçi, sanatçı, aydın, yazar, sizin gibi düşünmeyen, sizi eleştiren herkesi bir terör mantığı içerisinde ele alıyorsunuz.

Peki, belediyelerin parsel parsel Hoca Efendiye verdikleri arsaların hesabını niye sormuyorsunuz? Bugün bizim belediyelerimize kayyum atayarak aslında halkın iradesini gasbettiğinizi bütün Türkiye toplumu biliyor. Siz bunların hesabını vereceksiniz.

Evet, Bostancı, bunu söylüyoruz, doğrudur, vereceksiniz bir gün bunların hesabını. Halkın iradesini gasbeden, halkın iradesinin bulunduğu yeri işgal edenler bunun bir gün hesabını vereceklerdir. “Seçimle gelen seçimle gider.” mantığı demokraside ele alınan bir mantıktır. Az önce söylediniz ama ne yazık ki seçimle gelenleri gasbederek elde etmeye çalışıyorsunuz ama bir gün bunun hesabını vereceksiniz. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Demirel, ortada bir gasp yok. (HDP sıralarından gürültüler) Türkiye demokratik bir hukuk devleti.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Sayın Başkan…

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sayın Başkan…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Başkan, nasıl yok?

BAŞKAN – Yok beyefendi, olamaz. (HDP sıralarından gürültüler)

Ve rehin diye bir hadise yok. Türkiye’de hukuk devleti var ve hukukun kaideleri işliyor. (HDP sıralarından gürültüler) Lütfen, buna riayet edelim. (HDP sıralarından gürültüler) Millî birlik ve bütünlüğü bozmayalım.

AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, AKP ne yapıyor? AKP cevap versin. Siz niye cevap veriyorsunuz?

BAŞKAN - Bir hususu açıklamak istiyorum. Sayın Özgür Özel Bey, benim şehadetime başvurdu… (HDP sıralarından gürültüler)

AYHAN BİLGEN (Kars) - Böyle bir şey olmaz ya!

BAŞKAN – Lütfen oturunuz efendim. Lütfen oturunuz efendim. Lütfen buyurun. Lütfen bir yerinize… (HDP sıralarından gürültüler)

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Oturun ne demek!

BAŞKAN – Sayın Özgür Özel, benim… Lütfen… Oturunuz efendim.

AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, İç Tüzük açık; siz cevap veremezsiniz.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Tarafsızlığınız bitmiştir.

BAŞKAN – Lütfen oturunuz, Ayhan Bey, lütfen… Lütfen…

AYHAN BİLGEN (Kars) - İç Tüzük açık; siz cevap veremezsiniz.

BAŞKAN – Efendim, burada millî değerlere, millî bütünlüğe aykırı sözler söylettirmem. (HDP sıralarından gürültüler)

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Hangi millî değeri bıraktınız? Millet mi bıraktınız, değeri kalsın? Hepiniz cemaatin, Fetullahçıların önünde diz çöktünüz.

BAŞKAN - Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bu yüce milletin Meclisi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Lütfen oturun… (HDP sıralarından gürültüler)

AYHAN BİLGEN (Kars) – FETÖ millî değerleri tehdit etmiyor mu?

BAŞKAN - Özgür Bey, zatıalinizin bir beyanı oldu. Ve 15 Temmuz gecesinden bahsettiniz. 15 Temmuz gecesi teşrii masuniyet gibi dokunulmaz bir gecedir. Bütün bu milletin payı olan müşterek bir gecedir. (HDP sıralarından gürültüler)

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Millî değer AKP zihniyeti mi?

AYHAN BİLGEN (Kars) – Bırakın Allah aşkına ya!

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Tabii, dokunulmaz bir gece… Halkın iradesi dokunulmaz değil mi? Sadece siz olunca mı dokunulmaz? Ayıptır ya!

BAŞKAN - Evet, zatıaliniz buradaydınız. Ve 7 kişiyle başlayan bir topluluk 106 kişiye çıktı ve sizler burada 2 kâtip üye varken ben bu kâtip üyelerden rica ettim. (HDP sıralarından gürültüler)

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Şunlara bakın, şu oturanlara bakın… O darbeye neden olanlar versin. Konuşma! (AK PARTİ sıralarından “otur yerine” sesleri) Ne lan, dövecek misin?

MUSTAFA ŞÜKRÜ NAZLI (Kütahya) - Şerefsiz!(x)

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Bunu da yaptınız utanmazlar! Şerefsiz sensin! Ahlaksız, terbiyesiz! Haddini bil! Hadsiz!

BAŞKAN – “Her partinin grup başkan vekili gelsin.” dedim, zatıaliniz geldiniz, Mehmet Muş Bey geldi ve Erkan Bey geldi ve hepimiz buradaydık, HDP’nin katılması ertesi gün oldu, üç siyasi parti katıldı ve dörtlü deklarasyona HDP de imza attı. (HDP sıralarından gürültüler) O geceyi dokunulmaz olarak görelim. O gecenin birliğini ve bütünlüğünü devam ettirelim. (HDP sıralarından gürültüler) Ve Yenikapı’daki birliği ve beraberliği hep devam ettirelim. Ben bunu rica ediyorum. (HDP sıralarından gürültüler)

Arkadaşlarım, lütfen oturunuz. Ben size gerektiği kadar söz hakkı tanıdım.

LEZGİN BOTAN (Van) – Sayın Başkan, siz grup başkan vekili değilsiniz, siz Meclis Başkanısınız, lütfen! AKP’nin grup başkan vekilleri burada. Çok ayıp bir şey!

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, siz İç Tüzük’e bağlı olmak zorundasınız!

BAŞKAN – Herkese sözünüzü dinlettirmek ve kabul ettirmek zorunda değilsiniz.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sizin için sadece millî irade demek AKP demek, bunun dışında bir şeyi kabul etmiyorsunuz; size göre millî irade demek sadece AKP demek, başka bir şey yok. Biz de buradayız.

BAŞKAN – Efendim, sizin kendi görüşlerinizdir, ben toplantıya devam ediyorum. (HDP sıralarından gürültüler)

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Siz bağımsız ve objektif olmak zorundasınız.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, bakın, siz bu İç Tüzük’le bağımlısınız. Siz İç Tüzük’e uygun davranmak zorundasınız.

BAŞKAN – Efendim, bir söz talebi vardır, Özgür Bey’in bir talebi vardır.

Konuşacak mısınız beyefendi? (Gürültüler)

AYHAN BİLGEN (Kars) – Bakın, bir kadına “şerefsiz” diye bağırıyor orada, utanmıyor ama, ayıptır ama yani yapılan.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – O benden özür dileyecek, özür dilemeden bu Meclis çalışmayacak ya! (AK PARTİ sıralarından “Otur yerine!” sesleri) “Otur yerine.” ne demek? Bana “şerefsiz” diyen özür dileyecek! (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Konuşma!

BAŞKAN – Efendim, bir konuşma talebiniz vardı? (Gürültüler)

Sayın Mehmet Muş, bir konuşma talebiniz vardı? Yok. (Gürültüler)

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Ama niye erkek arkadaşlar böyle yapıyor? Yakışıyor mu? Ama bakın hâlâ devam ediyor. Biz tartışabiliriz, birbirimizi eleştirebiliriz ama…

BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Ara vermeyin, devam edin. İstedikleri o zaten. Sayın Başkan, devam edelim.

ÖZGÜR ÖZEL (İzmir) – Ya bu böyle sürmez ki…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Balbay.

MUSTAFA ALİ BALBAY (İzmir) – Sayın Başkan, sayın konuşmacı “Balbay burada.” diyerek, adımı da vererek, benim bir “tweet”imi çok çarpıtarak kullandı.

BAŞKAN – Takip ettim.

Buyurun efendim.

İki dakika lütfen.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, özür dileyecek o zaman, çıkacak, özür dileyecek!

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Hayır, oturmayacağız, bu konu çözülecek yani. Hayır, konuşulmadan, çözülmeden bu iş biz oturmayacağız yani.

AYHAN BİLGEN (Kars) – “Şerefsiz” diye hepimizin duyacağı şekilde konuştu.

LEZGİN BOTAN (Van) – Bir kadın vekile “şerefsiz” diyen bir vekil var burada.

BAŞKAN – Ben zabıtları inceleyeyim, gerekeni yerine getiririm, tutanakları inceleyeyim, hay hay. Hassasiyetinizi takip edeceğim efendim.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Gelip özür dileyecek!

BAŞKAN – Sayın Mustafa Balbay Bey, buyurun beyefendi.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sayın Başkan, o sözü söyleyen özür dilesin. Çok ayıp!

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Bu konu çözülecek, konuşturmayacağız… (CHP sıralarından “Ara verelim.” Sesleri)

BAŞKAN – Ara vermiyorum efendim.

Buyurun efendim. (Gürültüler)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, hatibi kürsüye davet ettiniz ama bu kadar gürültü varken…

BAŞKAN – Durur efendim.

Buyurun. (Gürültüler)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Devam etmeyin efendim, böyle olmaz, bu kadar gürültü varken…

BAŞKAN – Gürültü durduğunda konuşmaya başlayın.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – İç Tüzük’e göre sizin sessizliği sağlamanız gerekir.

BAŞKAN – Eğer grup başkan vekilleri müştereken bir ara istiyorsanız beş dakika bir ara vereyim.

Erkan Bey?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – İstiyoruz yani.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – İşte, şuradaki, sizin o arkadaşınız, o benden özür dilemeden bu Meclis çalışmayacak!

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Başkan, bir kadına “şerefsiz” diyen nasıl geriliyor ya. O zaman çıksın özür dilesin.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – O kişi özür dileyecek! Gitmesin o, gitmesin! Hepiniz de duydunuz. Sakinleşmiyorum, o benden özür dilemeden ben sakinleşmiyorum. Dingo’nun ahırına döndü burası.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Herkes duydu, siz de duydunuz ya.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sanki duymamış gibi yapmayın. O adam gelsin, özür dilesin.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Gelip özür dileyecek.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Beş dakika bir ara verin.

BAŞKAN – Naci Bey, ara istiyor musunuz?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, istiyoruz yani.

BAŞKAN - Grup başkan vekillerinin ortak talebiyle beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.43

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.08

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

2017 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz fakat, bu arada, ara verme vesilesi olan, sebebi olan bir durum var, onun tavzihi gerekiyor. Dolayısıyla, zabıtlarda Sayın Mustafa Şükrü Nazlı Bey’in “şerefsiz” diye bir kelimesi var. Kendisini açıklama yapmak üzere, tavzih etmek üzere, tashih etmek üzere kürsüye davet ediyorum.

İki dakika müsaade ediyoruz, zaman tanıyoruz.

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) - Yerinden yapsın Başkanım.

LEVENT GÖK (Ankara) - Yerinden açıklasın, yerinden açıklasın.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Yerinden, yerinden Başkanım.

BAŞKAN - Yerinden de olabilir, takdir size ait.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

3.- Kütahya Milletvekili Mustafa Şükrü Nazlı’nın, Dördüncü Oturumda yerinden sarf ettiği bazı ifadelerini düzelttiğine ilişkin açıklaması (x)

MUSTAFA ŞÜKRÜ NAZLI (Kütahya) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; az önceki tartışma esnasında şahsıma da ifade edilen, şu anda tekerrür etmediğim o sözü ben de gayriihtiyari olarak kullandım. Ancak şunu söyleyeyim: Bu ülkede yaşayan bu ülkenin tüm insanlarının şerefi benim de şerefim ve haysiyetimdir. Bundan dolayı, eğer maksadını aşan bir söz söylediysem, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi şahsına da uygun olmayan bu sözü sarf ettiğim için gerçekten çok üzgünüm, özür diliyorum ve teşekkür ediyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum efendim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bravo!

BAŞKAN - Teşekkür ediyor ve takdirle karşılıyoruz.

AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Evet, şeref, onur herkesin hayatının ana hedeflerindendir. Hepimiz şerefliyiz.

Seçimleri hatırlıyorsunuz, biliyorsunuz. Süzgeçlerden geçerek buraya gelen bir güzel kadro var, öyle kolay değil. Hepimiz aynı hedefe yöneliğiz, Türkiye’mizin mutluluğu için çalışıyoruz. Gruplar olabilir ama yumruk tek, bunu gösterdik, 15 Temmuzda gösterdik, Yenikapı’da gösterdik. O ruh yine devam etmelidir diyorum. Buna benzer hadiseler toplumda tuhaf yankılara sebep oluyor, örnek alınıyor. Hani meşhur bir söz var ya “Balık baştan kokar.” diye. Tepedeki kavga tabana iniyor, biz tersini yapalım. Tepedeki hukuku geliştireceğiz inşallah, hukukumuzu fikirlerimizi de açıklayarak rahatlıkla geliştireceğiz inşallah diyorum.

Ayhan Bey…

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, biraz önceki tartışmanın sebebi sizin grup başkan vekilimiz konuşurken “gasp” kelimesiyle ilgili gösterdiğiniz tepkidir. “Gasp” kelimesi hukuki bir kavramdır. “Yetki gasbı”, “fonksiyon gasbı” gibi literatürümüzde çok net tespitler var, çok net kavramlar var ama siz her konuya bulunduğunuz makamdan tepki veriyorsunuz.

Bakın, ben tarihle ilgili bir aktarımda bulundum, Millî Savunma Üniversitesi Rektörünün açıklamasını okudum. Siz çocuk katliyle ilgili Osmanlı tarihinden düzeltme yapıyorsunuz. Usul tartışmasında, Sayın Başkan, çok net madde, bundan başka bir Tüzük varsa lütfen açıklayın. Diyor ki: “Usulle ilgili bir talepte bulunulduğunda Başkan usul tartışması açar.” “Açabilir.” demiyor, “Açmaya yetkilidir.” demiyor, “Açar.” diyor. Sonunda oylama yapıp yapmama sizin yetkinizde. Ama herhangi bir grup başkan vekili usul tartışması talep ettiğinde açmak görevini, siz görevinizi yapmıyorsunuz şu anda. Çok açık, ben hatırlatıyorum, takdir sizin.

BAŞKAN – Efendim, Ayhan Bey, teşekkür ediyorum.

İkazınız öyle ama bu konu -daha evvel de izah ettim- özel gündemle ilgili olmayan bir durumdu. Yaptığım doğrudur. 21’inci Dönemde 6 tane, 22’nci Dönemde 30 tane, çok örneği var, Başkanların takdir hakkı var çünkü ilgili değil. O zaman sonu gelmez. Sizin buyurduğunuz o maddeyle ilgili değil.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Yapmayın Sayın Başkan ya İç Tüzük çok açık.

BAŞKAN – Gelelim tarih meselesine. Zatıaliniz şöyle bir şey söylediniz: “Osmanlının yıkılışı evlat katliyle oldu.”

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, bırakın bunu başkası takdir etsin.

BAŞKAN – Oysa I. Ahmet’ten sonra yani üç yüz on sene hiçbir kimse katledilmedi. Olmaz, olmaz.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Yapmayın, burada tarih kürsüsü kurmadık. Tartışma platformu yapmıyoruz. Tartışma platformu değil burası. Siz beni nasıl tashih edersiniz?

BAŞKAN – Biraz daha araştırırsanız göreceksiniz.

Teşekkür ediyorum.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Siz beni tashih edemezsiniz Sayın Başkan. Ben bir milletvekiliyim. Yanlış bilgi veriyorsam düzeltilmesiyle ilgili her milletvekili çıkar görüşünü açıklar. Olur mu böyle bir şey? Siz Meclis Başkanı olarak benim tarih görüşümü nasıl tartışırsınız?

BAŞKAN – Evet, tutanağa geçiyor, bunlar yarın belgedirler efendim.

Teşekkür ediyorum.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Olmaz ki. Bu İç Tüzük geçerliyse siz yapamazsınız bu işi.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Başöğretmen değilsiniz.

MUSTAFA ALİ BALBAY (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Balbay.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

7.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali Balbay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MUSTAFA ALİ BALBAY (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sevgili arkadaşlar, cumhuriyet tarihine bakın, gazetecilerin ve milletvekillerinin tutuklandığı hiçbir dönem ama hiçbir dönem hayırla anılmamıştır. Benden önceki sayın konuşmacı cumhuriyet tarihinin bizim de “olmasaydı” dediğimiz dönemlerinden örnekler vererek bugünkü haksız, hukuksuz uygulamalarına haklılık kazandırmaya çalışmıştır, bunu reddediyorum.

MEHMET METİNER (İstanbul) – “Tweet”ini açıkla, “tweet”ini açıkla.

MUSTAFA ALİ BALBAY (Devamla) – Cumhuriyet gazetesiyle ilgili olarak da şahsımın gazetedeki fikir tartışmasına dayalı bir gerilimi, buradan terör üretmesini tam da AKP’nin hukuksuzluğuna uygun bir davranış olarak görüyorum. Cumhuriyet gazetesinden elinizi çekin.

MEHMET METİNER (İstanbul) – O “tweet”i attın mı atmadın mı?

MUSTAFA ALİ BALBAY (Devamla) – Bu gazetenin 10 yazarını ve yöneticisini tutuklamaya hakkınız yok. Sayın AKP’liler, yarın iktidardan düştüğünüzde en çok başvuracağınız gazetelerden biri Cumhuriyet gazetesi olacak, Cumhuriyet olacak. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET METİNER (İstanbul) – Allah nasip etmesin!

MUSTAFA ALİ BALBAY (Devamla) – Bugün CHP iktidarda olsaydı, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarda olsaydı belki de CHP’nin kızdığı gazetelerden biri Cumhuriyet gazetesi olacaktı, kendince doğruları söyleyecekti.

MEHMET METİNER (İstanbul) – O “tweet”i attın mı atmadın mı?

MUSTAFA ALİ BALBAY (Devamla) – Bu gazete tarihi boyunca çok darbeler gördü, çok yazarı tutuklandı, öldürüldü ama ayakta kaldı. Bizim Hakan Kara’nın, Kadri Gürsel’in, Musa Kart’ın terörle ne ilgisi olabilir, FETÖ’yle ne ilgisi olabilir?

MEHMET METİNER (İstanbul) – O “tweet” senin mi değil mi, onu açıklasana.

MUSTAFA ALİ BALBAY (Devamla) – FETÖ’yle ilgili sizin… 2003 yılında iktidara geldiğinizde protokole soktunuz. Dışişleri Bakanını açıklamaya davet ediyorum. Protokole soktunuz, 2003 yılı Nisan ayında sayın milletvekilleri.

Cumhuriyet gazetesinin yazarlarının, yöneticilerinin bir an önce serbest bırakılmasını istiyorum ve Cumhuriyet gazetesi üzerinde cumhuriyetçileri birbirine düşürmeye yönelik hiçbir planınızın tutmayacağını bir kez daha söylüyorum.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Niye attın o “tweet”i o zaman, niye attın? Arkasında dur sözlerinin.

MUSTAFA ALİ BALBAY (Devamla) – Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Şimdi, Hükûmet adına iki konuşma olacaktır.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, şahsı adına.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Hayır, öncesinde şahsı adına.

BAŞKAN – Müddetler otuzar dakikadır.

İlk söz, Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Şimşek’e aittir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Hayır, Sayın Başkan!

LEVENT GÖK (Ankara) – Hayır, Sayın Başkan!

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Hayır, hayır.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Hayır hayır, Sayın Başkan!

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurunuz Sayın Şimşek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, lehine olacak.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, şahsı adına lehinde konuşma.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ondan sonra.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan…

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Sayın Başkan, önce şahsı adına konuşma, daha sonra Bakan.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Vallahi bizi atladılar, bu kadar gürültüde kaybolduk.

BAŞKAN – Efendim, teamülen bütçe hakkında son söz şahıs adına konuşmaya ait.

LEVENT GÖK (Ankara) – O, lehte ve aleyhte ama.

BAŞKAN - Bana verilen listede sıraya göre gidiyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ne var efendim, Mahir Bey’i bildirmemişler mi size?

BAŞKAN - Bir konuşmayı sona bırakabiliriz ama isterseniz Hükûmetten sonra değil, önce konuşma verelim. Yani esasında son söz milletvekilinin.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Nasıl isterseniz Sayın Başkanım.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Tabii, öyle olacak.

LEVENT GÖK (Ankara) – O, aleyhte olan, son söz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, o, MHP’nin kullanacağı son söz.

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Evet, efendim, iki şahıs arasında Hükûmetin konuşması daha uygun olur.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – O, aleyhte MHP’nin bir hakkı var, efendim zaten.

LEVENT GÖK (Ankara) – Önce bir lehte vereceksiniz, ondan sonra Hükûmet, sonra aleyhte. Mahir Bey’i bir konuşturun.

BAŞKAN – Efendim, lehte ve aleyhte iki tane söz var. Onar dakikalık.

Hükûmetten sonra en son söz milletvekilinin diyerek sona bırakabilirim.

MUSA ÇAM (İzmir) – Tamam, şimdi, Mahir Bey lehte konuşacak Sayın Başkan.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Kardeşim doğru bilgilendirin Başkanı! Ona göre değiştiriyorsun, buna göre değiştiriyorsun.

BAŞKAN – Efendim?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sözüm size değil efendim, arkanızdaki bürokrata. Bir yanlıştan dönmek mümkün.

BAŞKAN – Hay hay, dönelim efendim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Size bir şey dediğimiz yok.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, şimdi, önemli bir görüşme yürütüyoruz. Yani Meclisimizin bugüne kadar uygulanan tüm teamüllerinde -biz de tabii, bakıyoruz AKP’nin de bir hukukunu savunuyoruz şu anda- yani bir lehe görüşme olduğu zaman Hükûmet görüşmesinden önce görüşülür…

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Biz söyledik zaten. Biz söyledik onu.

LEVENT GÖK (Ankara) – …ondan sonra Hükûmet görüşür, en son konuşma da aleyhte olur. O nedenle öncelikle bir lehte görüşmeye çağırmanız gerekiyor, ondan sonra Hükûmet, ondan sonra en son aleyhte. Şimdiye kadar yaptığımız usul bu.

BAŞKAN – Sayın Gök, aranızda yaptığınız toplantıda beraber olduğunuz müddetler bakımından ve kişiler bakımından bir sıralamaya göre, o sıralamaya göre götürüyorum. Sizin anlaştığınız şekilde benim önüme kondu.

Şimdi, önce lehte, Hükûmet, sonra aleyhte vereceğiz.

LEVENT GÖK (Ankara) – Evet, usul böyle.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Aynen.

BAŞKAN – Öyle yapalım.

LEVENT GÖK (Ankara) – Tamam, doğrusu bu.

BAŞKAN – Kaynağı daha önceki toplantınız ve bürokrasinin ona göre hazırlığı.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, yerimden pek kısa bir söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

4.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Meclis bürokrasisinin tarafsız tavır göstermesini, gruplar arasında ayrımcılık yapmamasını beklediklerine ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, bu kadar uzun, yorucu ve yoğun bir tempoda hata hepimize mahsus, hiçbir sıkıntı yok ama başka bir sıkıntıyı dile getirmek isterim. Burada el birliğiyle bir doğruyu yapmak istiyoruz. Hoş da bir şey söyledi sayın grup başkan vekilim, “Mahir Bey’in de hakkını biz savunacağız.” dedik, gün gelecek onlar da bizimkini savunacak. Ama, burada doğrudan hiç ayrılmayacak bir yer var, o da Meclis bürokrasisidir. Meclis bürokrasisinin, son dönemde bizim tarafımızdan da eleştiriye tabi olan ve bu Meclisin geleneğinde her zaman tarafsızlığını korumasını beklediğimiz bürokrasinin biraz önceki bir küçük hatayı, hatadan dönmek için hepimiz gayret gösteriyorken bile, “Öyle de olur efendim, böyle de olur efendim; sizin ağzınızdan böyle çıktıysa…” Bunlar doğru değil. Bunlar, Meclis bürokrasisinin onlardan beklediğimiz tarafsız tavrına ve bizim onlardan duymak istediğimiz ve bugüne kadar duyduğumuz güvene halel getirmektedir. Bu konuda, lütfen, sizin, elbette bizlerin huzurunda değil ama kendilerinden doğrunun yapılmasını, gruplar arasında ayrımcılık yapılmamasını, kendilerinin sizin danışmanınız değil, yasama uzmanları olduğunu özellikle ilgili dairenin başkanı olan arkadaşımıza hatırlatmanız gerekir. Zira, güneş çarığı, çarık ayağı sıkmaktadır; canımıza tak etmiştir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – İnşallah tak etmez. Çarık dönemi geçti Sayın Özel.

Efendim, ikazınıza, itirazlarınıza teşekkür ediyorum ve saygı duyuyorum.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı 433) (Devam)

2.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733), 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2015 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/828), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 211 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/829), 2015 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/830), 2015 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/831), 2015 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/832), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2015 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/834) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 434) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, şahsı adına olmak üzere ve lehte ilk söz Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mahir Ünal Beyefendi’ye aittir.

Buyurun Sayın Ünal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı lehinde şahsım adına konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyor, 2017 yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, 15’inci bütçemizi görüşüyoruz. Bu, AK PARTİ iktidarları döneminde yakalanan istikrar ve güven Türkiye’nin tüm meselelerini cesaretle çözme iradesini gösteren bir siyasetin eseri. Demokrasimizin saygınlığı da cumhuriyetimizin yükselişi de hukuk devletimizin işleyişi de vatandaşlarımızın huzuru da siyasi ve iktisadi kalkınma da yine bu iradenin sağlamlığına bağlıdır. Çünkü, toplumlar siyasetin ne kadar güçlü bir şekilde konsolide olmasının rekabetiyle gelişirler. Çok şükür ki bu güçlü irade AK PARTİ’de konsolide olmuş, Sayın Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımızın şahsında da kendisini göstermektedir.

AK PARTİ hükûmetlerince hazırlanan geçmiş 14 bütçede olduğu gibi 2017 yılı bütçesinin de yine insanı merkeze alan bir anlayışla oluşturulduğu görülmektedir. Bu anlayışın doğal bir yansıması olarak yeni bütçede eğitime, sağlığa, adalet ve emniyete, toplumun her kesimini gözeten sosyal harcamalara önemli paylar ayrılıyor. AK PARTİ hükûmetleri bütçe hazırlarken rakam oyunları yerine bugüne kadar yapılan bütün bütçe tasarıları incelendiğinde tahminî bütçe ile yıl sonu reel bütçe arasındaki farkın daha iyi bir sonuç verdiği açık bir şekilde görülür. Yani, günü kurtarma, sorumsuz ve tedbirsiz programlarla gelecek kuşakların üstüne yük bırakmaz. Hazırlanan son 14 bütçeye baktığınızda, çocuklarımızı borçlandıran anlayıştan uzak olduğunu, bu bütçelerin hem geçmişin borcunu ödediğini hem geleceğe yatırım yaparak ileriki nesillerin üstüne borç bırakmadığını görürsünüz. Bilakis, biz dedemizin borcunu öder, kendimiz borç bırakmaz, gelecek kuşakların iş, aş, üretim, ticaret, donanım altyapısı için de yük alır, risk alırız. Israrla sürdürdüğümüz mali disiplinin ana mantığı da budur.

Değerli arkadaşlar, eski Türkiye'nin en zayıf yanı, bütçe dengesizliği ve kamu harcamalarındaki savurgan bütçe planlarını bozan giderlerdi. AK PARTİ iktidarlarıyla bütçe dengesi, mali disiplin ve kamu harcamalarındaki planlı tutumlar yeni Türkiye'nin en büyük gücü olmuştur.

2017 yılı bütçesi, AK PARTİ hükûmetlerinin diğer bütçelerinde olduğu gibi ülkemizin dört bir tarafına ihtiyaç duyduğu yatırımı götüren, reel kesimi destekleyen, ekonomik ve sosyal kalkınmaya odaklanmış, toplumsal refahı, ekonomik ve mali istikrarı gözeten bütçedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; merkezî bütçeler öz itibarıyla vatandaştan alınan verginin nerelere nasıl harcanacağının beyanıdır. Hükûmetler “Ey vatandaş, biz senden aldığımız emanet parayı burada ve şunlar için harcayacağız, şunları yapacağız.” demektedir. Sadece bütçe içi faiz ödemelerinin on dört yıllık düşüş trendi incelense AK PARTİ iktidarlarının millî çıkar konusundaki hassasiyeti ve samimiyeti ortaya çıkacaktır. Faiz giderlerinin bütçe içindeki payına baktığımızda 2002’de 43,2 iken, bugün 2016’da 8,9’a düşmesi de birçok şeyi ortaya koymaktadır. Zira, faiz harcamalarında ortaya çıkan bu ciddi düşüş faiz giderleriyle alakalı hiçbir şey yapmasa bile AK PARTİ’nin 2002’den bugüne yüzde 43’ten 8,9’a inmesiyle birlikte yaklaşık 1 katrilyonun üzerinde bir desteğin bütçeye kaldığını göstermesi açısından da bu oldukça önemli. Çünkü 2017 bütçesi de bundan önceki on dört yılda olduğu gibi vatandaşlarımızın refahını artıran, ihtiyaç duydukları hizmetleri karşılayan ve faize değil, kamu hizmetlerine kaynak ayıran bir bütçe olma özelliğini göstermektedir.

2017 yılı bütçesinde en büyük pay hangi kaleme ayrılmıştır diye baktığımda eğitime ayrıldığını görüyoruz. Eğitimin payı 122 milyar lira ve böylelikle bütçe giderlerinin yaklaşık yüzde 20’si eğitime ayrılıyor. 2002 yılında merkezî yönetim bütçesinden eğitime ayırdığımız kaynak millî gelirin yüzde 3,2’siyken 2017 yılında bu oran yüzde 5,1’e çıkmıştır. Yine, eğitimle doğru orantılı olduğunu belirttiğimiz ekonomik refahın artışı gibi araştırma geliştirmeye yatırım yapmanın uzun vadede sizi sektörde rekabet avantajı sağlayacak şekilde öne geçireceği açıktır. Bilgiyi üreten ve o bilgiyi kaliteli kullanımla ticari hayatta artı bir değer olarak sunabilecek bir AR-GE geleneğini ve anlayışını oluşturmak AK PARTİ hükûmetlerinin hedeflerinden birisi olmuştur.

Yine, görüşmekte olduğumuz 2017 yılı bütçesinde göze çarpan en önemli ve AK PARTİ hükûmetlerinin en başarılı olduğu sahalardan birisi de sağlıktır. Sağlığa ayrılan ödeneklerin bir önceki yıla yani 2016 yılına göre yüzde 17 oranında arttığını ve 111 milyar lira olduğunu görüyoruz. Eğitim için 122 milyar lira, sağlık için 111 milyar lira kaynak. Aile hekimliği harcamaları için ayrılan 6,4 milyar lira kaynaktan da anlaşılacağı üzere, aile hekimliği uygulaması hız kesmeden yaygınlaşmasını sürdürecektir. 2017 yılında 89 adet hastane inşaatının tamamlanması ve mevcut yatak kapasitesine 17.500 yeni yatak eklenecek olması bütçe açısından dikkate değer bir olgudur.

Türkiye’nin son yıllarda dünyada millî gelirine göre en fazla insani yardım yapan ülkeler arasında olması, gerek devletimizin gerekse milletimizin STK’lar eliyle bu konuda bizi yurt dışında onurla temsil ediyor olmaları ve başarıdan başarıya koşmaları bizim için bir öz güven ve övünç kaynağıdır. 1999 depreminde milletin en zor anlarında aranıp da bulunamayan bir devletin yerine, şimdi Türk Kızılayı, AFAD, TİKA gibi kurumlarıyla yeni Türkiye'nin merhamet eli tüm dünyaya uzanmaktadır.

Özetle, bahsettiğim bu başarılardaki temel faktör nedir diye sorarsanız, bu, siyasi ve ekonomik istikrar adına çok önemli adımlar atmış olan ve küresel krizi mali disiplinle psikolojik direnç açısından başarıyla yöneten AK PARTİ hükûmetlerinin performansıdır. Son on bir yıldaki ekonomik istikrarı ve güçlü büyümeyi AK PARTİ hükûmetlerinin sağladığı siyasi istikrar, uyguladığı doğru makroekonomik politikalar ile kararlılıkla yürüttüğü yapısal reformlara borçluyuz. Bu sayede son on dört yıllık dönemde yıllık ortalama yüzde 4,5 büyüyerek Türkiye dünyanın 20 gelişmiş ekonomisi arasındaki yerini aldı.

Değerli milletvekilleri, AK PARTİ olarak yola çıktığımızda her adımımızı bu aziz milletle atacağımızı, millet iradesi dışında bir güç aramayacağımızı en başında beyan ettik. Bu aziz milletimize, insanımıza verdiğimiz o sözü dün de, bugün de tutmanın bahtiyarlığı içindeyiz. İnşallah yarın da sözümüzün eri olmaya devam edeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ünal, lütfen toparlar mısınız.

MAHİR ÜNAL (Devamla) – Bu duygu ve düşüncelerle 2017 yılı bütçesinin milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkürler Sayın Ünal.

Şimdi Hükûmet adına iki konuşma olacak. İlk söz Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Şimşek Bey’e aittir.

Süreniz otuz dakikadır.

Buyurun Beyefendi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarımız; sizleri sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz 2017 yılı merkezî yönetim bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Bütçe görüşmeleri sırasında ve bugün eleştiri, öneri ve uyarılarıyla bütçemize katkıda bulunan bütün milletvekillerimize teşekkür ediyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımıza ve üyelerine, AK PARTİ ve muhalefet partilerimizin bütün milletvekillerine, başta Maliye Bakanımız olmak üzere bütün bakan arkadaşlarıma, Maliye Bakanlığı ile tüm kamu idarelerinin temsilcilerine, uzmanlarına teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu gazi Meclis çatısı altında her birimiz milletimize vekâlet ediyoruz. Dolayısıyla önemli ve ağır bir sorumluluk taşıyoruz. İktidar partisine mensup milletvekilleri de, muhalefetin milletvekilleri de millî iradenin tecelli etmesiyle buradalar. Demokrasinin en güzel tarafı, muhalefet ile iktidarın bir arada olması, birbirini tamamlamasıdır. Türkiye’nin her meselesinin müzakere yeri ve çözüm yeri bu yüce Meclis çatısıdır. “Her şey Türkiye için.” diyerek çıktığımız yolda siyasetimizin esası, vatandaşımızın memnuniyeti, refahı ve mutluluğudur. Hep hizmet siyaseti yaptık. Demokrasinin standartlarını yükseltmek, vesayet odaklarıyla mücadele etmek, hukuk devletini güçlendirmek, siyasi güven ve istikrarı sağlamak hep öncelikli hedeflerimizden oldu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyasi partiler ve milletvekilleri, milletten güç alır, hesabı da millete verir. Hesabımızı da bugün millete veriyoruz. AK PARTİ hükûmetleri olarak ilk günden beri bütçelerimizi halkımızın ihtiyaçlarına göre belirledik. Mali disiplinden hiçbir zaman taviz vermedik, vermeyeceğiz. Ülkemizin refahını artırdık, artan refahın toplumun bütün kesimlerine yayılmasını sağladık. Alın teriyle, akıl teriyle çalışarak ülkemizin kalkınmasına, refahına katkı sağlayan çalışanlarımızı enflasyona ezdirmedik. Para politikasında daima fiyat istikrarını esas aldık ve enflasyonla mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulda bugün görüşmeleri başlayan 2017 yılı bütçesi, AK PARTİ hükûmetlerinin hazırladığı 15’inci bütçe. Hükûmet politikalarının önceliklerini belirleyen en önemli siyasi metinler, bütçe ve tamamlayıcı nitelikte orta vadeli programlardır. 2017 yılı için büyümeyi, istihdamı, yatırımları desteleyen, makrofinansal istikrarı gözeten bir bütçe hazırladık. Eğitim, sağlık, sosyal yardım gibi alanlara ağırlık veren, kamu yatırımları teşvik ve destekleriyle reel sektörü önceleyen bir bütçe hazırladık. Sadece bir yılı değil, orta ve uzun vadeli hedeflerimizi esas alan bir bütçe ortaya koyduk. Hiçbir zaman tutmayacağımız sözleri vermedik, verdiğimiz sözlerin tamamını tuttuk. On dört yıl boyunca işçimizin, memurumuzun, çiftçimizin, esnafımızın alın terinden ödediği vergileri emanet bildik ve yine milletimizin istifadesine sunduk. Derslik sıkıntısı olan şehirlerimize derslik, hastane eksiği olan illerimize hastane yaptık; yeri geldi iki kıtayı denizin altından birbirine bağladık, yeri geldi köprülerle kıtaları birleştirdik, aşılamayan dağları tünellerle geçtik.

2017 yılı bütçemizde, benzer şekilde, tarıma, üretime, ihracata, bölgesel teşviklere, AR-GE faaliyetlerine desteklerimiz artarak devam edecektir. Aynı zamanda, 2017 yılı bütçemiz, sağlık ve altyapı yatırımlarını önceleyen, vatandaşlarımızın refahını artırmayı hedefleyen ve sosyal yönü güçlü bir bütçedir. Bütçe açığının millî gelire oranının 2017 yılında yüzde 1,9 seviyesinde olmasını öngörüyoruz. Bu, Maastricht Kriterleri’yle uyumludur, bütçe disiplinine verdiğimiz önemi ortaya koymaktadır.

Bütçemizin en belirgin özelliği, kamu yatırımlarındaki artıştır. Çünkü, biliyoruz ki sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. 2017 yılı bütçemiz, bu anlamda bir yatırım bütçesidir. 2017 yılı, inşallah bir yatırım yılı olacaktır. Geçen yıla göre yatırımlara ayrılan ödenekleri enflasyonun 3 katından fazla artırıyoruz. Böylece yatırımlarımız reel olarak artıyor, Türkiye ekonomisine can katıyoruz. Biliyoruz ki daha çok yatırım daha çok üretim demek, daha çok üretim de daha çok istihdam demek.

İnsan kaynağının en önemli sermayemiz olduğu bilinciyle yine en büyük payı eğitime ayırdık. 2017 yılında bütçemizin yaklaşık beşte 1’ini eğitime ayırıyoruz. Böylece merkezî yönetim bütçesinden eğitime ayırdığımız kaynağı millî gelirin bir oranı olarak OECD ortalamalarına yani yüzde 5,1’e çıkartmış oluyoruz.

Benzer şekilde, sağlığa ayırdığımız bütçeyi artıyoruz, 111 milyara yükseltiyoruz. Böylece bütçemizin üçte 1’inden fazlasını eğitim ve sağlığa ayırmış oluyoruz. İnsan merkezli bütçe böyle olur.

2017 yılı bütçemiz, sosyal yönü de güçlü bir bütçedir. Hükûmetlerimiz döneminde sosyal yardım ve sosyal koruma harcamalarının kapsamını genişlettik. 2000’li yılların başında sosyal yardım ve hizmetler için harcanan 1,6 milyar liralık bir bütçeyi 2017 yılında yaklaşık 40 milyar liranın üzerine çıkarıyoruz.

Yine, tarım sektörünü güçlü bir şekilde desteklemeye devam ediyoruz. 2017 yılında bütçemizden tarıma ayırdığımız kaynağı, öngördüğümüz enflasyon oranının 3 katı kadar artırıyoruz.

AK PARTİ hükûmetleri olarak yerel yönetimlere yepyeni bir anlayış getirdik, yerel hizmetlerin etkinliğini artırdık, 2017 yılı bütçemizde mahallî idarelerin gelir paylarını bir önceki yıla göre enflasyonun yine çok üzerinde artırıyoruz.

Özetle, 2017 bütçemizin merkezinde insan var, hizmet var.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 bütçemiz, kamu yatırımları ve reel ekonomiye sağlayacağı imkân ve desteklerle üretimi, ihracatı ve istihdamı artırmayı amaçlamaktadır.

Burada şu noktayı belirtmek isterim: On dört yıldır bütçeden faiz ödemelerine ayrılan kaynağı, sürekli bir şekilde aşağı çektik. Topladığımız vergileri daha fazla borç faizi ödemelerinde kullanmak yerine milletimizin hizmetine sunduk. 2002 yılında bütçe giderlerimizin yüzde 43’ü faiz harcamalarına gidiyordu. 2017 yılında, inşallah bu oran yüzde 9’un altına inecek. Eskiden her 100 liralık verginin 86 lirası faize giderken 2017 yılında sadece 11 lirası faiz harcamalarına gitmiş olacak. Kalan kısmını eğitime, sağlığa, yatırıma, tarıma, sosyal yardıma, kısaca halkımızın refahına harcıyoruz.

Bütçe disiplini sayesinde, bir yandan insanımıza daha fazla hizmet götürürken bir yandan da kamu borcunu endişe kaynağı olmaktan çıkardık. Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun millî gelire oranı, bu senenin sonunda muhtemelen yüzde 32,8’e düşmüş olacak. Bu oran, OECD ortalamalarının üçte 1’inden az, Maastricht Kriterlerinin yarısı kadardır, hatta bu konuda 25 Avrupa Birliği üyesi ülkeden daha iyi bir konumdayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 yılındaki küresel krizin etkileri hâlâ sürüyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranlarında beklenen iyileşme maalesef sağlanamadı, özellikle 2016 yılında küresel ekonomi beklentilerinin altında bir performans gösteriyor. Büyüme, küresel kriz sonrası en düşük düzeyde. Zayıf uluslararası ticaret, korumacılık, İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılması, azalan sermaye akımları, artan küresel borçluluk gibi faktörler, bütün ülkelerin büyüme oranları üzerinde ciddi baskı oluşturuyor.

Türkiye ekonomisini küresel gelişmelerden bağımsız anlamak ve değerlendirmek tabii ki mümkün değildir. Küresel ekonomideki zorlu koşullara rağmen, büyük kriz sonrası dönemde Türkiye ekonomisi, 27 çeyrekte üst üste ortalama yüzde 5,2 oranında büyümüştür. Küresel ekonomideki durgunluğu, çevre ülkelerdeki jeopolitik gelişmeleri ve 15 Temmuz hain darbe girişimini göz ardı ederek Türkiye'nin performansını eleştirmek hakkaniyete sığmaz. Bütün bu sıkıntılara rağmen her birisi kıta büyüklüğünde olan, Çin ve Hindistan hariç, gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyümesi yüzde 2,1. Türkiye, böylesine zorlu bir yılda bile gelişmekte olan bu anlamdaki ülkelerden daha hızlı büyümeyi başarmıştır. Büyümeyi orta vadede daha yükseğe çıkartmayı, 2018 ve 2019 yıllarında tekrar yüzde 5 seviyesine çıkartmayı hedefliyoruz. Bunu da yapısal reformlarla başaracağız.

Türkiye'nin millî gelirini büyütürken insanımıza iş sağlamanın gayreti içerisindeyiz. 2007 yılından bu yana 6,9 milyon vatandaşımıza ekmek, iş kapısı açtık. OECD ülkeleri arasında en yüksek istihdam artışı sağlayan 2’nci ülke olduk. Ancak iş gücüne katılım oranının yüzde 44’ten yüzde 52’ye yükselmesi, işsizlik oranının düşüşünü sınırlamıştır. İstihdamı daha da artırmak için hem reform yapıyoruz hem de bütçeden güçlü destekler sağlıyoruz.

Kadınların iş gücüne ve istihdama katılımlarını teşvik eden uygulamaları hayata geçirdik. On yıl önce yüzde 23 olan kadınların iş gücüne katılım oranı bugün yüzde 33’e yükselmiştir ama bu yetersizdir, daha çok çaba göstermemiz lazım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mali disiplindeki sağlam duruşumuz, dünya ekonomisinin en sıkıntılı dönemlerinde Türkiye'yi şoklara karşı dirençli kılmıştır. Bütçe disiplini, sağlanan güven ve istikrar ortamı, sağlıklı politikalar enflasyonun düşmesinde kilit rol oynamıştır. Otuz dört yıl aradan sonra enflasyonu yeniden tek haneye düşürdük. 2016 yılında yüzde 7,5 olan hedefimizi muhtemelen tutturacağız, ancak bu yetmez, enflasyonu daha düşük seviyelere çekmek için çabalayacağız.

Son yıllarda Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri olan cari işlemler açığını önemli ölçüde düşürdük. 2011 yılında yüzde 9,6’ya kadar yükselen cari açığın millî gelire oranını, 2016’da yüzde 4,3 seviyesine düşüreceğimizi öngörüyoruz. 2017 yılında turizm kayıplarımızın önemli ölçüde telafi edilmesiyle bu açığın daha da gerileyeceğini tahmin ediyoruz.

Yine, bu kapsamda, yurt içi tasarrufları artırmak, enerjide dışa bağımlılığı azaltmak ve ihracatın katma değerini artırmak için birçok tedbir aldık, almaya devam ediyoruz.

Bireysel emeklilik sisteminde, devlet katkısıyla katılımcı sayısını ve fon büyüklüğünü 2’ye katladık. 1 Ocak 2017 tarihinde başlayacak olan otomatik katılımla birlikte tasarruf oranlarımız daha da yükselecektir.

Bankacılık ve finansal sektörümüzün sağlıklı ve güçlü olması, Türkiye ekonomisinin gücüne güç katmakta, direncini artırmaktadır. Bankacılık sektörümüzün aktif kalitesi yüksek ve sermaye yeterliliği güçlüdür.

On dört yıl boyunca yatırım ortamını iyileştirmek, yerli ve uluslararası yatırımı teşvik etmek için yine önemli adımlar attık. Bu yatırımcı dostu politikalarımız sonucunda, 2003 yılından bu yana neredeyse 173 milyar dolar uluslararası yatırım çektik. Daha önce Türkiye'de faaliyet gösteren 5 bin civarında firma varken, bu sayıyı 2016 yılında 51 binin üzerine yükselttik.

Müteahhitlerimiz, 2003 yılından bu yana, yurt dışında 277 milyar dolardan fazla iş üstlendiler. Dünyanın en büyük 250 müteahhitlik şirketinin 40’ı Türk firması.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ekonomisi, 2009 yılındaki küresel krizden, 17-25 Aralık sürecinden asgari düzeyde etkilenmiştir. 15 Temmuz darbe girişiminin ve ABD seçimleri sonrasındaki finansal dalgalanmaların etkileri de reformlar sayesinde arızi olacaktır, geçici olacaktır. Türkiye ekonomisi ve finans sektörü, dayanıklılığını defalarca ispatlamıştır. Bu zorlu konjonktürde ekonomimizi desteklemek için 2017 yılı bütçemizde reel sektöre verdiğimiz destek ve teşvikleri önemli ölçüde artırıyoruz. Reel kesim desteklerini 2017 yılında enflasyonun 2 katından fazla artırarak 30 milyar liraya çıkarıyoruz. Ayrıca, Kredi Garanti Fonu çerçevesinde hazine desteğiyle reel sektöre çok güçlü destek veriyoruz. Bu destekler içerisinde en büyük payı, istihdama çok önemli katkısı olan sosyal güvenlik işveren prim desteğine ayırıyoruz.

İhracatın desteklenmesine ayrıca büyük önem veriyoruz. Şimdi ihracatta seferberlik zamanı. İhracat desteklerini 1 milyar liradan 3 milyar liraya yükseltiyoruz. Böylece 2017 yılında ihracatımızın rekabet gücünü daha da artıracak teknoloji yoğun ürünlerin ihracatını daha güçlü bir şekilde destekleyeceğiz.

Yine, 2017 yılında turizm sektörüne verdiğimiz desteği yaklaşık 4 katına çıkarıyoruz.

Ürettikleri katma değer ve istihdamdaki yüksek paylarıyla reel sektörün bel kemiği olan küçük ve orta ölçekli işletmelerimizin çok önemli desteğe ihtiyacı var. Bu desteği de 2017 yılı bütçemize koyduk. Özellikle genç girişimcilerimize KOSGEB üzerinden hibe ve faizsiz kredi sağlıyoruz. Markalaşma, kurumsallaşma, AR-GE, inovasyon desteklerimizle birlikte toplamda KOSGEB’e 1,1 milyar liralık kaynak ayırıyoruz.

Esnafımızın finansmana erişimini sağlamak ve finansman maliyetlerini düşürmek için esnaf kredileri faiz desteğine 1,3 milyar lira kaynak ayırdık. Sizlerle birlikte burada önemli bir reform yaptık. Özellikle taşınır rehni, KOBİ’lerin finansmana erişimini ciddi bir şekilde artıracaktır. Benzer şekilde, tarımsal kredi faiz desteğini de yüzde 37 artırarak 2,4 milyar liraya çıkartıyoruz.

Kamu yatırımlarımızdaki artış ve reel sektöre verdiğimiz desteklerle birlikte 2017 yılında yatırım, üretim, ihracat ve istihdamdaki canlanmayı inşallah hep birlikte göreceğiz. Bu destekler ve reformlar sayesinde Türkiye ekonomisinin başarı hikâyesi örnek gösterilen performans olmaya devam edecektir. Biz işçimize, memurumuza, esnafımıza, çiftçimize, girişimcilerimize, iş dünyamıza, kısacası milletimize güveniyoruz. Biz potansiyelimizin farkındayız, güçlü ve büyük Türkiye için var gücümüzle çalışıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetleriyle gelen güven ve istikrar ortamı sayesinde Türkiye çok değerli kazanımlar elde etti, şimdi bu kazanımları korumak için daha çok çabalayacağız.

Bu dönemde küresel ölçekte birçok mega projeyi hayata geçirdik. 2013’te halkımızın hizmetine sunduğumuz Marmaray Projesi’yle Asya, Avrupa kıtalarını denizin altından demir yolu sistemiyle birbirine bağladık.

Kuzey Marmara Otoyolu ile Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü ağustos ayında hep birlikte trafiğe açtık.

Dünyanın en uzun 4’üncü asma köprüsü olan Osmangazi Köprüsü’nü temmuz ayında hizmete sunduk.

Avrupa’nın ve Türkiye’nin ilk, dünyanın ise 3’üncü denize inşa edilen havalimanı olan Ordu-Giresun Havalimanı’nı açtık.

İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçişi Projesi olan Avrasya Tüneli’ni Aralık ayının 20’sinde inşallah hizmete açıyoruz.

Şimdi dünyanın ilk 3 katlı tünelinin çalışmalarına başladık.

Dünyanın en büyük yolcu taşıma kapasitesine sahip havaalanını İstanbul’a inşa ediyoruz.

Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu’yla ülkemizin iki önemli sanayi ve turizm şehri olan İstanbul ve İzmir’i birbirine bağlıyoruz. İstanbul-İzmir arasını inşallah sekiz saatten üç buçuk saate indirmiş olacağız.

Çanakkale Boğaz Köprüsü, dünyanın en uzun açıklığa sahip köprüsü olacak. Köprünün ihalesini 2017 yılında yapacağız.

Karadeniz limanlarını doğu, güneydoğu ve Akdeniz’e bağlayacak olan Ovit Tüneli’ni 2017 yılında tamamlamayı planlıyoruz. Ovit Tüneli, dünyanın 2’nci büyük çift tüp tüneli olacak.

Sağlık alanında da dev adımlar atıyoruz. 29 şehir hastanesi projemizi hayata geçiriyoruz. Bu projelerden Mersin ve Yozgat şehir hastanelerini yıl sonunda inşallah hizmete açıyoruz.

Savunma sanayimize yatırım yapmaya devam edeceğiz. Savunma sanayimizin yerli ve millî imkânlarla güçlenmesi için gerekli bütün projeleri hayata geçiriyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında çok önemli düzenlemeler yaptık, büyük yatırımlara imza attık.

81 ilimize üniversite açtık, üniversitesiz il bırakmadık.

On dört yılda yarım milyondan fazla öğretmen atadık, 270 bin yeni dersliğin yapımını tamamladık.

2003-2016 yılları arasında değişik ölçeklerde 2.718 sağlık tesisini vatandaşımızın hizmetine sunduk.

İktidara geldiğimizde 6.389 olan kamu hastanelerimizdeki nitelikli yatak sayısını 60 binin üzerine çıkarttık. Böylece, nitelikli yatak oranını yüzde 6’dan yüzde 51 düzeyine çıkarttık. 2023 yılında hedefimiz nitelikli yatak oranımızı yüzde 100’e çıkartmaktır.

OECD ülkeleri arasında gelir eşitsizliğini en fazla iyileştiren ülkelerden biri olduk. Mutlak yoksulluğu azalttık. Gelir dağılımında, yatırımlarda bölgelerarası farklılıkları azalttık.

Tüm vatandaşlarımızı genel sağlık sigortasından yararlanır hâle getirdik.

Söz verdiğimiz gibi 1 Ocak 2016 tarihinden itibaren asgari ücreti net 1.300 lira yaptık.

Yaptığımız seyyanen ve oransal artışlarla en düşük emekli aylıklarında reel olarak yüzde 42 ile yüzde 356 oranında artış sağladık.

Engelli çalıştıran işverenlere prim desteği uygulaması başlattık.

Toplu Konut İdaresi eliyle dar ve orta gelir grubuna yönelik 81 ilimizde 704 bin konut yaptık. Kentsel dönüşümü önceliklendirdik.

Ulaştırmada, sanayide, enerjide, tarımda yatırımlarımızı hız kesmeden sürdürüyoruz.

Ulaşım ve haberleşmede dev yatırımlar yaptık. Aktif havaalanı sayısını 26’dan 55’e çıkartarak hava yolunu halkın yolu yaptık ve bir lüks olmaktan çıkarttık. Uçuş ağımızı 3 kattan, yolcu trafiğini 4 kattan daha fazla artırdık.

Bölünmüş yol ağımızı 3 kattan fazla artırarak neredeyse 25 bin kilometreye ulaştırdık. Böylece 6 ilimiz bölünmüş yollarla birbirine bağlıyken bugün 76 ilimiz bölünmüş yollarla birbirine bağlanmış oldu. Sadece bölünmüş yollar için 112 milyar lira yatırım harcaması yaptık.

Ankara-Eskişehir-İstanbul, Ankara-Konya, Konya-Eskişehir-İstanbul hatlarında 29 milyon vatandaşımıza ulaşımda yüksek hızlı tren seçeneğini sunduk. 2019 yılına kadar Afyonkarahisar, Uşak, Manisa, İzmir, Kırıkkale, Yozgat, Sivas, Karaman, Bursa, Adana ve Mersin olmak üzere toplam 11 ilimizden yüksek hızlı ve hızlı tren hattını geçirmeyi hedefliyoruz.

Ülkemizde bugüne kadar tamamlanan 166 organize sanayi bölgesi projesinin 101’ini biz tamamladık.

Tarım sektörüne hak ettiği önemi verdik, gıda güvenliği noktasında çok önemli adımlar attık. Tarımsal hasılada Avrupa’da 4’üncü sıradan 1’inci sıraya yükseldik. 2002 yılında yaklaşık 4 milyar dolar olan tarım ve gıda ürünleri ihracatımızı 2015 yılı itibarıyla tam 4 kat yükseltmiş olduk. 2016 yılında yem ve gübrede KDV’yi kaldırdık. Çiftçilerimizin maliyetlerini düşürdük. Millî Tarım Projemizle 19 ürünü 941 havzada alan bazında destekleyeceğiz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; yapısal reformlar gelecek nesillere olan bir borcumuzdur. Ülkemizin şoklara karşı direncini artıracak, büyüme oranlarını sürdürülebilir yüksek seviyeye taşıyacak yegâne faktör, istikrar ve yapısal reformlardır.

2016 gibi zorlu bir yılda bile birçok reformu hayata geçirdik. Şubat ayında AR-GE reformu, mayıs ayında iş gücü piyasası reformu, ağustos ve eylül aylarında yatırım ortamının iyileştirilmesine yönelik reformlar, yine ağustos ayında tasarruflarımızı artıracak bireysel emeklilik sistemine yönelik reform, ekim ayında taşınır rehni reformu ve son olarak kasım ayında yargıyı hızlandıracak bilirkişi reformunu yaptık.

Önümüzdeki dönemde başta AR-GE ve yenilikçilik ekosistemini güçlendirmek üzere Patent Kanunu, kitle fonlaması kalkınma bankacılığının yeniden yapılandırılmasına ilişkin düzenlemeleri hep birlikte hayata geçireceğiz. Vergi reformu kapsamında, Maliye Bakanımızın da ifade ettiği gibi, Gelir Vergisi Kanunu’na ve Vergi Usul Kanunu’na yönelik düzenlemeleri hayata geçireceğiz. Yargıda ise modern ara buluculuk sistemi ve yargıda ihtisaslaşmanın genişletilmesi gündemimizde yer almaktadır. Eğitim reformu kapsamında zorunlu okul öncesi eğitim, tam gün eğitim, yoğun yabancı dil, öğretmen akademisi, okul bazlı bütçeleme, hayat boyu öğrenme merkezlerine yönelik düzenlemeleri hayata geçirdik, geçiriyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bölgesel gelişmişlik farklarını da azaltmaya kararlıyız. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini kapsayan yatırım teşviklerinde önemli bir adım attık. Görece az gelişmiş bölgelerdeki yatırım ortamını canlandırmak, istihdam, üretim ve ihracatı artırmak için Cazibe Merkezleri Programı’nı başlattık. Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde başlattığımız büyük yatırım hamlesiyle özel sektörle birlikte, dile kolay, dört yılda 140 milyar liralık yatırım yapmayı hedefliyoruz. Altyapıdan sağlığa, ulaşımdan tarıma, hayvancılığa, iletişimden spora pek çok alanda yapacağımız yatırımlarla bu bölgelerimizin çehresini değiştireceğiz. Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Türkiye'nin yeni büyüme motoru olacak. Nasıl ki Türkiye, Avrupa’yla arayı kapatıyorsa Doğu ve Güneydoğu da batıyla arayı kapatmaya devam edecektir.

Stratejik sektörlerde yüksek teknoloji transferine dayalı yerli üretimin geliştirilmesini kamu alımları yoluyla destekliyoruz. Maliye Bakanımızın bugün de belirttiği gibi, kamu maliyesi reformu çerçevesinde öncelikli dönüşüm programlarından Kamu Harcamalarının Rasyonelleştirilmesi Programı’nı uygulamaya koyacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak, Avrupa Birliği üyeliği konusunda ilk gün ne diyorsak bugün de onu diyoruz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sen öyle diyorsun da millet öyle demiyor.

BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Türkiye, üyelik sürecinin gerekenlerini yerine getirdi, getirmeye devam edecektir. Son dönemde FETÖ ve bölücü terör örgütü, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi zehirleme çabasındadır. Buna asla izin vermeyeceğiz. İnanıyoruz ki Avrupa Birliği, yakında bölücü terör örgütü ve FETÖ’yle mücadelemizi çok daha iyi anlayacak. Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin zedelenmesine onlar da izin vermeyecektir. Kaliteli kurumların inşası, demokrasimizin daha da güçlenmesi, hukuk devleti ilkesinin pekişmesi için Avrupa çıpasını önemsiyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamı bitirirken bir kez daha 2017 yılı bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. 2017 yılında Türkiye'nin huzuru, refahı ve kalkınması için çalışmaya devam edeceğiz; 79 milyon insanımızın onurunu, mutluluğunu esas alacağız. Hak ve özgürlükleri daha da genişletmeye, demokratik istikrarı daha da güçlendirmeye gayret edeceğiz.

Yüce Meclise, siz saygıdeğer milletvekillerimize tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Bütçemiz hayırlı olsun, emeği geçen herkesten Allah razı olsun. Allah mahcup etmesin. Amin. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şimşek.

Hükûmet adına ikinci konuşmayı Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ yapacaklardır.

Buyurunuz Beyefendi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz otuz dakikadır.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 bütçesi kesin hesabı ve 2017 bütçe görüşmeleri vesilesiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün 65’inci Türkiye Hükûmetinin ilk bütçesini, AK PARTİ hükûmetlerinin hazırladığı 15’inci bütçeyi müzakere ediyoruz. AK PARTİ hükûmetlerinin hazırladığı bütün bütçeler olduğu gibi 2017 bütçesi de insanımızın ve ülkemizin refahını ve daha ileri gitmesini esas alan, samimi, güvenilir, tutarlı, açık, net, gerçekçi ve gerçekleştirilebilir hedefleri içeren bir bütçedir. Bütçemizin hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor, emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; iktidarda olduğumuz on beş yıllık sürede, aziz milletimizin refahını artırmak, ülkemizi bölgesinde ve dünyada güçlü bir aktör yapmak için gece gündüz demeden çalıştık. Cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırdık, demokrasimizi güçlendirdik. İnsan hak ve hürriyetlerini daha güçlü teminatlara kavuşturduk. Ekonomimizi yaklaşık 3 kat büyüttük, insanımızın ve ülkemizin refahını da 3 kat artırdık. Millî iradeye, demokrasiye, istikrarımıza, huzurumuza ve güvenliğimize yönelik bütün saldırılar karşısında dik durduk, eğilmedik ve bütün saldırıları bertaraf ede ede bugünlere geldik. Geleceğe de aynı inanç ve kararlılıkla yürüyoruz, yürümeye de devam edeceğiz.

Millî iradeyi, milletimizin sandıkta verdiği emaneti hep namusumuz ve canımız gibi aziz bildik. Çiğnemedik, çiğnetmedik, ölümüne muhafaza ve müdafaa ettik. Halkımızın sandıkta verdiği oya Ankara’da başkalarının ortak olmasına asla izin vermedik. Vesayetin her türüne karşı çıktık. Milletimize verdiğimiz her sözün takipçisi ve icracısı olduk.

3 Kasımda milletimiz bize sadece iktidar olma yetkisini vermedi, aynı zamanda, Türkiye'nin 11’inci Cumhurbaşkanını seçme yetkisini de vermişti. Türkiye’de her Cumhurbaşkanlığı seçimi kriz, kaos ve istikrarsızlığa neden olmuş; nitekim, 2007 Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde de aynı bildik hastalık tekrar etmiş, Ankara’daki vesayet odakları ayağa kalkmış, “Size Cumhurbaşkanı seçtirmeyiz…” Biz de “Seçeriz.” dedik ve bir sürü hadise yaşandı. 27 Nisan e-bildirisi, yırtıp çöpe attık; 367, Anayasa Mahkemesinin verdiği utanç kararı. Demokrasinin, millî iradenin ve hukuk devletinin yolu maalesef Anayasa Mahkemesinin verdiği Anayasa’ya aykırı bu kararla kesildi, yolu açmaya gücümüz yetmedi. Bunun üzerine, seçim kararı aldık, milletimizin huzuruna gittik, milletimizin desteğini talep ettik ve milletimizin verdiği güçle demokrasi, millî irade ve hukuk devletinin önüne Anayasa Mahkemesi tarafından konulmuş taşı kaldırdık, kapanan yolu açtık ve milletimizin istediği Cumhurbaşkanı seçildi Türkiye’de. İlk defa, vesayet odaklarına rağmen ve milletin emanetine sahip çıkarak milletin iradesi doğrultusunda bir seçimi gerçekleştirdik. Esasında, bu, millî iradenin vesayet odaklarına attığı bir Osmanlı tokadıdır, bir millî irade zaferidir. Ayrıca, halkın doğrudan Cumhurbaşkanını seçmesinin önünü açtık. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri kriz ve kaos nedeni olmasın diye tarihî bir değişime imza attık çünkü Türk milleti bugüne kadar hiçbir dönemde devlet başkanını doğrudan seçme imkânı bulamamıştı, bu imkânı getirdik ve bu hakkı verdik, 10 Ağustos 2014’te de Türk milleti kendi devlet başkanını doğrudan ilk defa seçme onurunu yaşadı ve AK PARTİ Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı Türk milletinin tarihte doğrudan seçtiği ilk Cumhurbaşkanı olma onuruyla onurlandırdı ve Cumhurbaşkanlığı seçimi kriz olmaktan çıktı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ 2008’de kapatma davasıyla muhatap oldu. Esasında, vesayet odaklarının emriyle hazırlanmış olan kapatma iddianamesi demokrasiye ve millî iradeye vurulmuş en büyük darbelerden bir tanesidir. Düşünebiliyor musunuz, seçim olmuş, seçimden yaklaşık sekiz ay sonra, hem de oyunu yüzde 34’ten yüzde 47’ye çıkarmış, 341 milletvekili kazanmış, tek başına iktidar olmuş bir partiye, onun Genel Başkanına, Başbakana, Cumhurbaşkanına ve 71 kişiye beş yıl siyasi yasak talep eden bir iddianameyle karşı karşıya kaldık. Dünyada iktidar partisini tamamen kapatmaya ve iktidardan düşürmeye, cumhurbaşkanına, başbakanına yasak getirmeye dönük böyle bir iddianame asla yoktur, böyle bir örneği de yoktur. Bir de düşünün, finans krizi var, siz yolda gidiyorsunuz son sürat, sizin iradeniz dışında birisi arabanın frenine basıyor. Bu frene basanlar, Türkiye’nin arabası uçurumdan yuvarlansın ve pert olsun ve Türkiye kaybetsin diye bunu yaptılar. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları gitsin ama kıyamet koparsa kopsun diye yaptılar. Ama başardılar mı? Başaramadılar. Neden? Çünkü arabanın şoförü usta bir şofördü, araba kaza yapmadı, yoluna devam etti. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, eğer Anayasa Mahkemesi kapatma kararı vermiş olsaydı, Başbakana yasak getirmiş olsaydı -Başbakanın düşmesi Anayasa’mıza göre hükûmetin düşmesi demektir- 50’ye yakın milletvekiline yasak getirmiş olsaydı AK PARTİ yeni hükûmeti kuramayacak demekti. Ne yaptık? Bütün bunların karşısında dik durduk. Bereket ki Anayasa Mahkemesi bu vesayet odaklarının darbe teşebbüsüne geçit vermedi; 367 ayıbını, bu millete yeni bir ayıp daha yaşatarak tekrar ettirmedi; büyük bir darbe teşebbüsünden Türkiye kurtulmuş oldu. Ama bitmedi, pek çok hadise oldu. Gezi hadiseleri, 17-25 Aralık hadisesi, 6-7 Ekim olayları, çukur terörü, bunların tamamı Türkiye’de iktidar değişikliğini neticelendirmek için kurgulanmış kirli tezgâhlardı. Ama bütün bu tezgâhları da aziz milletimizin desteğiyle bozduk ve en nihayetinde 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü bunların en kanlısı ve Türkiye’ye yapılmış en büyük ihanet teşebbüsü olarak tarihe geçti.

15 Temmuz kanlı darbe girişimi, hiç şüphesiz, Sayın Cumhurbaşkanımızın ölümü göze alan cesur liderliğinde, Meclisimizin, Başbakanımızın ve Hükûmetimizin, siyasi partilerimizin, medyamızın, sivil toplum örgütlerimizin, dahası da görüş ayrılıklarını bir tarafa bırakan 79 milyon aziz vatandaşımızın demokrasiye, hukuk devletine, iradesine ve seçtiklerine sahip çıkması nedeniyle başarısız kılınmıştır. Ama bu sırada 248 vatandaşımız şehit oldu, 2.194 vatandaşımız yaralandı. Ben bu vesileyle, hem 15 Temmuz şehitlerimizi hem bu vatanı bize emanet eden bütün şehitlerimizi ve rahmete intikal etmiş gazilerimizi bir kez daha rahmet, minnet, şükran ve duayla yâd ediyorum. Rabb’im bir daha Türkiye’ye 15 Temmuzları göstermesin, yaşatmasın diyorum.

Değerli milletvekilleri, 15 Temmuz, Türkiye’de başarısız olmuş tek darbe teşebbüsüdür. Daha öncekileri de saydım, onları koymuyorum bir kenara ama silahlı, kanlı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin içerisindeki FETÖ’cü hainlerin ve onlara katılanların iş birliğiyle yapılmış ama başarısız olmuş tek darbe teşebbüsüdür. Neden başarısız oldu? İşte bunun ana sırrı bu Parlamentoda yatıyor, bu Hükûmette yatıyor, bu millette yatıyor.

Bakın, geçmişte Türkiye’de darbe teşebbüsleri olmuş ama ne olmuş? 9/4/1963’te bir kanun çıkarılmış, denmiş ki: “Hürriyet ve Anayasa Bayramı; 26 Mayıs öğleden sonra başlar ve 27 Mayıs günü devam eder.” Parlamento, darbenin olduğu günü bayram ilan eden kanun çıkarmış ve 1980 darbesine kadar bu uygulanmış. Yine, 12 Mart 1971 muhtırası hem Millet Meclisinde 12 Mart 1971 Cuma günü okunmuş, arkasından da Cumhuriyet Senatosunda 13 Mart 1971 Cumartesi günü okunmuş; muhtırayı Divan okutmuş ve burada bütün siyaset bu muhtırayı dinlemiş ve tavır koyamamış. Ama bakın, aradan geçen zaman sonra darbeciler bomba yağdırırken Başkanlık Divanı Parlamentoyu açmış, siyasi parti farkı gözetmeksizin milletvekilleri, gruplar ölümü göze alarak Parlamentonun içerisinde durmuş ve millî irade nöbetini halk sokakta tuttuğu gibi onlar da burada tutmuştur ve sonuçta milletimiz kazanmıştır, devletimiz kazanmıştır, demokrasimiz kazanmıştır; hainler ve iş birlikçiler kaybetmiştir. Allah’a hamdediyoruz böylesi bir Parlamentonun üyesi olmaktan, mensubu olmaktan dolayı çünkü bu Parlamento gerçekten, kuruluşun ve kurtuluşun yapıldığı dönemde nasıl büyük bir kahramanlık ve gazilik örneği gösterdiyse 15 Temmuzda da aynı gaziliği göstermiştir. O zaman Türk milleti Kurtuluş Savaşı’nı veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasında istiklal ve istikbali için nasıl bir araya gelmişse bu sefer de Türkiye’nin lideri Sayın Cumhurbaşkanımızın etrafında demokrasiyi, hukuku, millî iradeyi korumak için bir araya gelmiştir; büyük bir demokrasi zaferine, büyük bir başarıya da imza atmıştır. Ben, bu vesileyle tekrar 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünde darbecilere karşı duran sokaktaki vatandaşımızdan Parlamentodaki milletvekilimize kadar herkese gönülden şükranlarımı sunuyorum; sağ olsun, var olsunlar. Eğer bugün Parlamento açıksa bu büyük mücadele sayesindedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüldüğü gibi, AK PARTİ hükûmetleri döneminde, millî irade, demokrasi ve hukuk devletine yapılan her saldırı ve her ihanet girişimi başarısız olmuştur. AK PARTİ hükûmetleri, millî irade, demokrasi ve hukuk devletini daima güçlendirmiş, müdafaa etmiş, kurulan ihanet tuzaklarını boza boza, her tür ihanet saldırısını da bertaraf ede ede bugünlere gelmiştir. AK PARTİ hükûmetleri, millete ve millî iradeye saygısı olmayanlara milletin ve millî iradenin kıymetini, millete ve millî iradeye saygıyı öğrete öğrete bugünlere gelmiştir, bilmeyenlere öğrete öğrete de bundan sonra yoluna devam edecektir. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Milletin iradesinden geriye dönüş ve milletin iradesine saygısızlık yapanlar karşısında saygıyı öğretmek için en büyük çabayı bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu darbe teşebbüsünden sonra çok ciddi adımlar atıldı. Bir defa yeni darbelerin olmaması için kararlar alındı. Bugüne kadar Türkiye’de darbeler olmuş ama -demin arz ettim- 1980’e kadar da darbenin yapıldığı gün Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak kutlanmış. Yeni darbelerin olmaması için tedbirler alınmamış, adımlar atılmamış. Şimdi biz tedbir alıyoruz, adım atıyoruz, darbelerin tekrar edemeyeceği bir Türkiye ve Türkiye demokrasisi olsun diye uğraşıyoruz; bundan dolayı suçlanıyoruz. Takdir edilmek gerekmez mi? Ne tedbir aldılar bizden öncekiler? Hiçbir tedbir almadılar. Tanklar yürüdü, tedbir yok; darbeler oldu, tedbir yok. Yahu, neden oluyor bu darbeler, hangi güç ve imkânla bunlar yapılıyor? Bizim vazifemiz tedbir almak değil mi? Almaktır. Yapıldı mı? Yapılmadı. İlk defa, “Türkiye’de bundan sonra darbeler olmasın.” diye tedbir alan hükûmet AK PARTİ Hükûmetidir, ilk defa bizim Hükûmetimiz tedbir almıştır ve almaya da devam edeceğiz. Bundan sonra Türkiye’de kimse darbe rüyası göremeyecek, görenlerin rüyası kâbusa dönecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bundan hiç kimsenin endişesi asla olmamalıdır.

Darbeyi yapan Fetullahçı terör örgütü ve bunlarla irtibatlı, iltisaklı olanlarla mücadele de bu Parlamentonun ve Hükûmetimizin asli vazifesidir. Türkiye devletinin içine yuvalanmış bu terör yapısıyla mücadele etmeyecek miyiz? Edeceğiz. İşte OHAL’i biz bir yandan yeni darbe teşebbüsleri olmasın, yeni tekrarlar yapılmasın diye koyarken, öte yandan da Türkiye’de darbelerin olmayacağı bir altyapı oluşturmak için de kullanıyoruz ve devletin içerisinde yuvalanmış bu yapıyı devletten ayıklamak için de kullanıyoruz. Ve şu anda yaptığımız o. Ne yapıyoruz? Bir terör örgütüyle irtibatlı, iltisaklı olanlarla ilgili adım atıyoruz. Her devlet, çalıştırdığı insanlarda devlete sadakati arar. Sadakatinden şüphe ettiği kişilerle çalışmama hakkına sahiptir. Sovyetlerin dağılışı üzerine bunu biz Batı’da gördük; onlar yaptılar, ayıklama kanunları çıkardılar. Onlar yapınca doğru, biz yapınca yanlış mı oluyor?

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Garibanla uğraşıyorsunuz, garibanla.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bizim yaptığımız, devletimizi ve demokrasimizi korumak için doğru adımları atmaktır.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Sayın Bakan, garibanla uğraşıyorsunuz, garibanla uğraşıyorsunuz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bakın, Fetullahçı terör örgütüyle ilgili burada Sayın Genel Başkan konuştu, âdeta örgütün suç ortağı AK PARTİ yapmak için bir gayret içerisinde konuştu. Çok net söylüyorum, çok net, açık bir şekilde, Fetullahçı terör örgütüyle bugüne kadar AK PARTİ dışında etkin, açık, net bir mücadele vermiş ikinci cumhuriyet hükûmeti var mıdır? Yoktur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Meclis araştırmalarını reddettiniz siz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Gösterin bana, hangi hükûmet mücadele etmiş?

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Yapma, yapma!

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Hiçbir hükûmetin mücadelesi yok.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Siz büyüttünüz, siz Sayın Bakan.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - İlk defa bu terör örgütüyle mücadeleyi biz yapıyoruz. Mücadele yapan insanları terör örgütüne yardım etmekle suçlama garabetini de siz yapıyorsunuz.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – “Mücadele edin.” dediğimiz zaman etmediniz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bu örgütün gerçek kimliği ortaya çıktıktan sonra örgüte tavır alan biziz, örgütle mücadele eden biziz ama 17 Aralıktan sonra, bütün milletin bu örgütün çirkin yüzünü öğrenmesinden sonra bu örgütün kumpas kasetlerini burada millete kim seyrettirdi? Seçimlerde bu örgütle kim ittifak yaptı?

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Fehmi Koru’yu kim gönderdi?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Hâlâ bu örgütün mağduriyet edebiyatını, hâlâ bu örgütün uluslararası çevrelerde yaymaya çalıştığı fikirlerin müdafiliğini kim yapıyor?

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Fehmi Koru’yu kim gönderdi?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Terör örgütünün kimliği, vasfı ortaya çıktıktan sonra bu örgütün söylemlerinin Türkiye’de takipçisi kim?

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Yeni mi farkına vardınız, yeni mi farkına vardınız Sayın Bakan?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bakın, Adil Öksüz’le ilgili burada konuştu Sayın Genel Başkan.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Evet.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ben, bu buradan soruyorum…

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Sor.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Adil Öksüz’le ilgili elinizde bir bilgi, belge var mı, yok mu?

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Ben hükûmet miyim?

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Hükûmet sizsiniz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Dedi ki: ”Ajan.” O zaman biz de dedik ki: “Ajansa buyurun, açıklayın.” Bak, kürsü burada, niye açıklamadınız?

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Hükûmet sizsiniz, Hükûmet.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Ben hükûmet miyim?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Başka yerde de var, yapılmadı.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Niye bıraktınız, niye bıraktınız?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Peki, ben buradan soruyorum Sayın Kılıçdaroğlu’na: Adil Öksüz’le ilgili size yurt içinden veya yurt dışından herhangi bir bilgi geldi mi, gelmedi mi? Bu bilgi geldiyse siz bu bilgiyi nereyle paylaştınız? FETÖ “tiyatro” diyor. Bu işin tiyatro olduğunu ispat etmek de sanki CHP’ye düşmüş gibi.

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Allah Allah, bu nereden çıktı şimdi?

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Ne alaka ya?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Ne alakası var? Çok alakası var.

Bakın, Adil Öksüz üzerinden yapılmak isteneni bütün Türkiye görüyor, bilecektir. Bununla ilgili soruşturma açıldı, gereği yapılıyor, hâkimler açığa alındı. Kollukla ilgili İçişleri Bakanlığı da soruşturma yapıyor, onlar da gereğini yapacaklar.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Adam gitti.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ama öte yandan bunu başka bir noktaya çekmek için gayret etmek fevkalade yanlıştır.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Adam gitti adam.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bakın, bir şey daha söyleyeceğim: Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki yapılanmadan AK PARTİ hükûmetlerini sorumlu tutmak büyük bir insafsızlıktır. (CHP sıralarından “Allah Allah” sesleri) Gerçekten insafsızlıktır.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Kim sorumlu?

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Kim sorumlu ya, kim sorumlu?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bakın, bakın, kim karar veriyor terfilere? YAŞ karar veriyor. YAŞ’ın 15 üyesi var; 13’ü asker, 2’si sivil; birisi Başbakan, birisi Millî Savunma Bakanı.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Kim onaylıyor? Kim onaylıyor?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Karar veriyorlar, parmakla karar veriyorlar, Hükûmetin dediğini yaparak değil. Şimdi konuşuyor bazı emekli generaller de.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Kim onaylıyor, kim?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – “FETÖ’cüleri biz atıyorduk da bunlar koymuyordu.” Ya, sen namaz kılanı FETÖ’cü diye atıyordun, oruç tutanı atıyordun, eşinin başı kapalı olanları atıyordun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Siz de cezaevine attınız.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ama FETÖ’cüler size kendilerini yutturmak için namaz da kılmıyor, oruç da tutmuyor, eşinin başını da açıyor, alkol de kullanıyor. Sen “FETÖ’cü temizliyorum.” diye FETÖ’cülere alan açtın, alan. Ve onları doldurdu oraya.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Yapma ya, yapma.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ve biz çok…

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Yazıklar olsun!

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Yazıklar olsun, evet. Kim yaptıysa yazıklar olsun.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Siz büyüttünüz, siz! Aynı yolun yolcusuydunuz Sayın Bakan, aynı yolun yolcusuydunuz!

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ama bakın YAŞ’ın yapısını biz değiştirdik işte. Biz, sivillerin ağırlıkta olduğu YAŞ yapısı koyduk ki orada da millî iradenin dediği olsun diye adım attık. Bu adımı da biz attık. Ama bakıyorsunuz oradan suçluyor, diyor ki: “Ben nereden bileceğim?” Ya, senin emrinde… Bazı askerler diyor: “Biz nereden bileceğiz?”

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - MİT’ten raporlar nasıl geliyordu?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Senin emrinde çalışan kişilerin kim olduğunu bilmez misin? Bilirsin ama bunlara ilişkin gelince “MİT bize bilgi verdi mi, vermedi mi?” Peki, senin alay komutanın, bölük komutanın, tabur komutanın, bunlar, senin emrinde çalışanlarla ilgili, bunlar falan terör örgütüyle irtibatlı, iltisaklı diye hiç bilgi getirmedi mi?

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Bütün kabahat bende efendim(!)

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ama gelen bilgiler başka, onlara alan açıldı.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Asya Bankı da mı biz açtık?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - O yüzden biz bu alanla ilgili de adımlarımızı attık, atmaya da devam edeceğiz.

Bakın, bir başka husus: Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı işlerle ilgili burada değerlendirme yapıldı. Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı her iş Anayasa ve yasalara uygundur.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – FETÖ’yü söyler misiniz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Anayasa ve yasaya aykırı bir işi Sayın Cumhurbaşkanımız yapmamıştır, yapması da söz konusu değildir.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – FETÖ…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Devletin başıdır, milletin birliğini temsil eder, organların uyumlu çalışmasını ve Anayasa’nın doğru uygulanmasını takip eder. Şimdi, dış politikada bir bürokrat konuşacak, siyasetçi konuşacak, gazeteci konuşacak, akademisyen konuşacak, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı konuşunca ayıplanacak. Böyle bir şey olabilir mi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Elbette Türkiye’nin Cumhurbaşkanı dış politika üzerinde de konuşacak, başka konularda da konuşacak.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Ama hep konuşuyor.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bundan önceki cumhurbaşkanları da konuştu, Sayın Sezer de konuştu, başkaları da konuştu, Meclisin açılış günlerinde alın bakın neler söylediler; ekonomiden dış politikaya kadar, teröre kadar, her konuda milletvekillerine hitap ettiler. Onlara mübah olanın Türkiye’nin Cumhurbaşkanına haram edilmeye çalışılmasını anlamak mümkün değildir.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Efendim, arada bir bütçeden de bahsedin lütfen.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bu kabul edilemez bir şeydir. Bunu buradan bir kez daha ifade etmek isterim.

Değerli milletvekilleri, bakın, cezaevlerinde işkence ve kötü muamele olduğuna ilişkin iddialar dile getiriliyor.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Fotoğraflar var, fotoğraflar.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Kim getiriyor bu iddiaları? Bir: FETÖ’cüler getiriyor, uluslararası alanda, her yerde onlar getiriyorlar.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Siz Birleşmiş Milletlere yazmışsınız.

BAŞKAN – Sayın Bakan, bir dakika efendim.

Sayın Özdiş, rica ediyorum, defaatle müdahale ediyorsunuz, insicamı bozmayın.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Efendim, doğru söylemiyor Sayın Bakan.

BAŞKAN – Efendim, onun kendi kanaatleri. Herkesin kanaati muhterem. Lütfen müdahale etmeyiniz ve konuşmanın insicamını bozmayınız efendim.

Teşekkür ediyorum.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – İki: PKK terör örgütü bunu söylüyor ve bunlarla irtibatlı olanlar bunu söylüyor ve Türkiye’nin düşmanları bunu söylüyor. Ben de diyorum ki: Türkiye cezaevlerinde kötü muamele ve işkence olduğunu söyleyen, cezaevinin adını söyleyecek, yapanı söyleyecek, zamanını söyleyecek, nerede oldu söyleyecek. O zaman eğer Hükûmet gereğini yapmazsa bizi o zaman suçlayacaksınız. İsim verin. Vermiyorlar. Nerede yapıldı? Söylemiyorlar. Ne zaman yapıldı? Onu da söylemiyorlar. “Türkiye’de kötü muamele ve işkence vardır.” Bu, terör örgütlerinin bildik ezberleridir. Bu ezberlere alet olmak bu Parlamentonun altında bulunanlara yakışmaz. Ben örnek istiyorum; isim verin. Bazı örnekler gösteriliyor, fotoğraflar. Darbe teşebbüsü gülle mi bastırıldı? Elbette orada, darbe teşebbüsü yapanlara karşı bir müdahale yapıldı; halkın müdahalesi var, kolluğun müdahalesi var. Bu müdahale sırasında yapılanları cezaevinde veya gözaltında yapılmış gibi göstermek fevkalade büyük bir yanlışlıktır, Türkiye’ye karşı da büyük bir ayıptır.

Bakın, çok net söylüyorum: Biz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15’inci maddesine göre işkence ve kötü muameleyi askıya almadık, onunla ilgili derogasyon da koymadık.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Koyamıyorsun zaten onu.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Yine, aynı şekilde, biz Birleşmiş Milletlerle ilgili sözleşmenin işkence ve kötü muameleyle ilgili kısmını da kaldırmadık çünkü şeyin oraya konma imkânı yok. Çok açık, burada yazılıyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Başkan…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Türkiye’nin hangi maddelerle ilgili şey koyduğunu ve açık açık yazıyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – 13 madde var.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - İşkence ve kötü muamele de bunun içerisinde yoktur.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Bakan, bir okur musunuz onu.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Çok net bir şekilde bunu buradan bir kez daha ifade ederim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Bakan, tam da bu arada bir okuyun o zaman onları burada. Neleri verdiğinizi bir okuyun; lütfen, hadi. Yüzleşelim, biz de öğrenelim, siz de öğrenin. Hangilerini verdiniz?

BAŞKAN – Sayın Gök, rica ediyorum…

LEVENT GÖK (Ankara) – Ama bakın, çok önemli bir noktaya işaret etti.

BAŞKAN - Ama rica ediyorum, araya giriyorsunuz efendim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Buyurun efendim, açıklasın o zaman Sayın Bakan.

BAŞKAN – Grup Başkan Vekilisiniz, lütfen efendim, lütfen…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Bakan, bir açıklama…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – İşkence ve kötü muamele derogasyon verilemeyecek maddelerle alakalıdır.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Bakan, verdiniz, verdiniz. O metin elimizde bizim.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bakımından hem de Birleşmiş Milletlere verdiğimiz beyan bakımından da aynı şekildedir, bunu buradan bir kez daha ifade etmek isterim.

İşkenceye sıfır tolerans uygulamasını biz getirdik, zaman aşımını biz kaldırdık.

LEVENT GÖK (Ankara) – Onları bir söyleyin ama, söyleyin onları bir.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bu dönem değil, ne zaman gelirse gelsin bunlarla ilgili işlemlerin gereği yapılacaktır.

Ege adalarıyla ilgili, AK PARTİ hükûmetleri döneminde Ege adalarının hukuki ve fiilî statüsünde herhangi bir değişiklik olmamıştır, bizden önceki hukuki ve fiilî durum neyse aynıdır. Bunun aksini söyleyen doğru söylemiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hilafıhakikat bir beyanda bulunuyor, bunu kabul etmemiz mümkün değildir.

Bakın, Annan Planı’nı biz kabul ettik, Türkler de kabul etti, referandumda Rumlar reddetti. Niye reddettiler? “Ya, bu Türkler haklarını savunamadı, bize fazla şey verdiler. Reddedelim de daha sonra onlar daha çoğunu alsın.” diye mi yaptılar? Aleyhlerine gördükleri için reddettiler. Biz Kıbrıs’ta da, bütün uluslararası alanda da milletimizin ve devletimizin hukukunu koruduk, bundan sonra da korumaya devam edeceğiz, bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Eğer Türkiye'nin Ege’de kaybettiği yerlerle ilgili sorumlu aranacaksa o sorumlu biz değiliz ha, onu da söyleyelim. 10 Şubat 1947 Paris Antlaşması’yla On İki Ada Yunanlılara bırakıldı. O zaman Başbakan kimdi?

KAZIM ARSLAN (Denizli) - Ondan bahsetmiyoruz, o ayrı.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Merhum İsmet İnönü’ydü.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - İsmet İnönü’ye gidiyorsun ya!

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ne alakası var, ne konuşuyorsun?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ve Paris Antlaşması’na Türkiye delegasyon bile göndermedi, katılmadı, katılmadı “Askerimiz yok, mali durumumuz iyi değil.” diye. Şimdi oradaki, Türkiye'nin burnunun dibindeki bu yapılar bizim eserimiz değil, sizin eserinizdir.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Kıbrıs’ta görüşürüz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ve biz bununla ilgili de gereken neyse, bunları bugüne kadar yaptığımız gibi bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz, bunu da buradan bir kez daha ifade etmek isterim.

Tabii, Sayın Cumhurbaşkanımızla ilgili buradan başka şeyler de söylendi -daha önce de ifade ettim- işte “Cumhurbaşkanı dolar çağrısı yapıyor, kendisi hesapta dolar tutuyor.” Bak, işte dekont burada.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Daha önce bozdurmuş.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Cumhurbaşkanına vurmak size prim yaptırmaz. Vuran kaybediyor, vuran kaybediyor, kaybediyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bak, Avrupa’da da vuran gidiyor, dokunan yanıyor. Seçimde de millet hesabını görüyor. Onun için de buradan size ekmek çıkmaz, onu da buradan bir kez daha ifade etmekte fayda görüyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri…

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Sayın Bakan, arada bir bütçeden de bahsedin efendim, arada bir bütçeden de bahsedin, rica ediyorum. Bir kelime bütçeden bahsedin, bir kelime; yoksa gideceğim, protesto ediyorum.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Şimdi, senin Genel Başkanın bütçeden mi konuştu, neleri konuştu? (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Burada bütçeye kaç dakika ayırdı? Burada bir sürü şey söyleyecek, bunun cevabını duyunca neden rahatsız oluyorsunuz?

Bakın, Parlamentoda milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı, hem AK PARTİ’den hem CHP’den hem de MHP’den milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı, 154 milletvekilinin 810 dosyada dokunulmazlığı kaldırıldı ve milletvekillerinin bir kısmı gitti, ifadelerini verdiler, bir kısmı gitmedi.

Şimdi, biz bir hukuk devletiyiz.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Nerede hukuk? Nerede hukuk?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Hukuk devletinde kanun önünde herkes eşittir. Kimseye farklı bir muamele yapılması beklenemez. Eş genel başkanlar çok net açıklamalar yaptılar, “Biz tıpış tıpış gitmeyeceğiz. Bizi zorla almak istiyorsanız öyle alın veya nasıl istiyorsanız öyle alın.” dediler. Siz hukuku tanımazsanız, hukuka uymazsanız, uymayacağınızı da açık açık söylerseniz hukuk sizi bulur, bulunduğunuz yerden alır, savcının da, mahkemenin de huzuruna götürür. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LEZGİN BOTAN (Van) – Hukuku tanımayan Cumhurbaşkanı.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – O hukuk seni bulacak, seni. O hukuk sizi de bulacak. Sen de aynı hukuktan yargılanacaksın, aynı hukuktan yargılanacaksın.

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) – Parmak sallamayın, ayıp!

DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) – Onu sen Cumhurbaşkanına söyle, Cumhurbaşkanına.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bu ülkenin hukukunu sen de tanıyacaksın, senin arkandakiler de tanıyacak, tanımayanlara tanıtmak da bizim boynumuzun borcudur, borcudur. Hiç endişe etmeyin, herkes tanıyacak.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Bu hukuku sen de tanıyacaksın, sen de.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Türkiye'nin hukukuna… Bu Parlamentonun çatısı altında duracaksınız, “Biz bu hukuka uymayacağız.” diyeceksiniz. Var mı öyle şey? Herkes hukuka uyacak.

LEZGİN BOTAN (Van) – Önce Cumhurbaşkanı uyacak, Anayasa’yı çiğneyen Cumhurbaşkanı uyacak!

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Oğlunu göndermeyene söyle, oğlunu göndermeyene.

LEZGİN BOTAN (Van) – Bilal niye gitmiyor, Bilal? 4 eski bakan niye gitmiyor? “Anayasa’yı tanımam.” diyen kendileri değil mi?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Hukuka uymayan vatandaş nasıl zorla götürülüyorsa milletvekili de zorla götürülecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Siz terörle aranıza mesafe koymadıkça, terörü…

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) – Bakanım, komiksiniz vallahi.

LEZGİN BOTAN (Van) – Çok komiksiniz, çok.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Sözünü kestiler Sayın Başkan, çok kestiler.

BAŞKAN – Efendim, bir dakika…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Sayın Başkanım, önceden iki dakika süre vardı, bana iki dakika süre…

BAŞKAN - Öyle mi, alacağınız var? Peki, ödeyelim.

Üç dakika süre veriyorum.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; terörle araya mesafe koymak siyaset yapan herkes için birinci esastır. Mesafe koyacaksınız.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – En başında sen koysaydın. Sen niye mesafe koymadın? Fetullahçılara güzellemeler yapan senin suçun yok mu? Sen güzellemeler yapıyordun.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Hendek kazanları kutsamak, hendeklerin arkasındakilere destek olmak ve onların aleyhinde konuşmayı menetmek, “Onlara destek vermeyene soruşturma açarım.” demek ne oluyor? Bunu kim söyledi? Şimdi, hendekleri kazdılar, çukurları kazdılar, bombaları koydular, tuzakları kurdular, sokakları, caddeleri, mahalleleri yaşanmaz hâle getirdiler, bölgede yaşayan insanları zorla göçe mecbur ettiler.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Siz göç ettirdiniz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Siz gidip bu teröristlere “Neden hendek kazıyorsunuz? Niye bomba koyuyorsunuz? Niye tuzak kuruyorsunuz?” dediniz mi? Demediniz.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Kim hendek kazmış ya? Kim? Kim hendek kazmış?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Oradaki vatandaşların güvenliğini sağlamak, huzurunu sağlamak…

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – İnsanları bodrumda yakarak mı? İnsanları bodrumlarda yakarak mı insanların güvenliğini sağlamış?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – …ve orada yeniden kamu düzenini tesis etmek için mücadele eden güvenlik güçlerini engellemek için uğraştınız. Teröristler sıkıştığı zaman imdadına koştunuz. Devleti katliam yapmakla suçladınız, teröristleri masum gibi gösterdiniz. Böyle bir şey olabilir mi?

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – İnsanları bodrumda yaktınız, bodrumda.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bakın, canlı bombalar oldu ve bu canlı bombalar çocuk, kadın, sivil onlarca insanın şehit olmasına, pek çoğunun yaralanmasına neden oldu. Ben şimdi soruyorum; bu Parlamentonun altında milletvekilliği yapan birisi canlı bombanın cenazesine hangi iyi işi yaptı diye gider? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Ailesi için gider, ailesi için, cenazeye ailesi için gider.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Hangi iyi işi yaptı diye gider? Patlatıp öldürdüğü masum insanlarla ilgili bir vicdan azabı duydunuz mu?

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Siz yaktığınız masum insanlarla ilgili vicdan azabı duydunuz mu? Göz göre göre, dünyanın gözü önünde yaktığınız insanlarla ilgili vicdan azabı duydunuz mu?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Dünyanın hangi demokratik hukuk devletinde canlı bombaların, teröristlerin cenazesine gidip onları kahraman gibi göstermeye çalışanlara müsamaha edilebilir, hoşgörüyle bakılabilir? Böyle bir şey olabilir mi?

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Adalet Bakanısınız; niye suçlayıcı dil kullanıyorsunuz? Nasıl bir Adalet Bakanısınız ya?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Elbette olmaz, olması da mümkün değil.

Bakın, Herri Batasuna kararı var Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Adalet Bakanı olarak suçlayıcı bir dil kullanmayın. Hukuku temsil ediyorsunuz, adaleti temsil ediyorsunuz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Ben adaletten yanayım, terörden yana değilim; ben hukuktan yanayım, hendekçiden yana değilim; ben milletten yanayım, Kandil’den yana değilim. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Öyle şey yok.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Adaleti temsil ediyorsanız adaletli konuşun.

LEZGİN BOTAN (Van) – Bu kürsüden Gülen Hoca için yaptığın konuşmaları hatırla.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bakın, Herri Batasuna kararı çok net. Orada açıkça diyor ki mahkeme; bazı sloganlar atılıyor, yürüyüşler yapılıyor, bunu teröre ve şiddete destek olarak görüyor. Parti üyelerinin ve liderlerinin amaçlarına ulaşmak için kuvvet kullanımını reddetmediklerini ve bunun teröre dolaylı bir destek olduğunu söylüyor.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Bakın, yargılanıyorsunuz, yargılanıyorsunuz. Şu anda Birleşmiş Milletler sizin bu zirvede yaptığınızı konuşuyor.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Siz bugüne kadar PKK terör örgütünü kınadınız mı?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen toparlar mısınız.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – “Bu şiddeti durdurun, bu terörü durdurun, ölümlere son verin.” dediniz mi? Demediniz. Terörü bitirmek için uğraşanlara hep kara leke sürmeye, iftira atmaya çalıştınız.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Bizim kadar ölümleri durdurmak isteyen hiçbir parti olamaz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; ben bütçemizin hayırlı uğurlu olmasını diliyor; emeği geçen herkese ayrı ayrı teşekkür ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bozdağ.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Özel…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Bakan konuşması sırasında Genel Başkanımızın değerlendirmelerine “garabet” dedi ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun almış olduğu pek çok karara atfen ağır sataşmalarda bulundu. Cevap hakkımızı kullanmak istiyoruz efendim.

BAŞKAN – Pekâlâ, lütfen iki dakikalığına...

Levent Bey, buyurun.

LEVENT GÖK (Ankara) – Daha sonra da benim talebim var.

BAŞKAN – Anlayamadım.

LEVENT GÖK (Ankara) – Özgür Bey’den sonra benim de talebim var.

BAŞKAN – Buyurun.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

8.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına ve CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, Sayın Bakanın konuşmasının ilk on beş dakikasına, muhalefetin de hakkını teslim eden konuşmasının o kısımlarına söylenecek hiçbir söz yok ama Sayın Bakan şunu bilmeli: Bir ülkenin kurucu babalarına dil uzatmak bir Sayın Bakana yakışmaz ve İsmet Paşa’yı On İki Ada’yı vermekle suçlarken ilk önce 1912 Trablusgarp Savaşı’nı, Balkan Savaşları sonunda o On İki Ada’nın Osmanlı tarafından fiilen İtalyanlara verildiğini, daha sonra bu On İki Ada’nın Yunanistan’a geçtiğini… Yok, eğer 1947’yi söylüyorsa o zaman -Sayın Bakan son on dakika devlet adamı gibi konuşmadınız ama- bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük devlet adamından gelsin size cevap: “Evet, ben sizin çocuklarınızı belki şekersiz bıraktım ama onları babasız bırakmadım.” demiştir İsmet İnönü. (CHP sıralarından alkışlar) Siz diyorsanız ki: “İkinci Dünya Savaşı’na gireydi de, masaya oturup On İki Ada’yı alaydı.” Onun hesabını siz vicdanınıza verin.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Delege gönderecek oraya. Paris’e delege gönderecek, savaşa girmeyecek.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Sayın Bakan, şunu söyleyelim: Eğer öz güveniniz varsa… Bütün hâkimleri, savcıları değiştirdiniz...

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Delege bile göndermedi! “Savaşa gir.” diyen yok, Paris’e delege gönderecek.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Bağırma! Bağırma! (AK PARTİ ve CHP sıralarından karşılıklı laf atmalar, gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen… Bir dakika efendim.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – …Anayasa Mahkemesini yeniden dizayn ettiniz. Eğer cesaretiniz varsa, eğer şu kadar cesaretiniz varsa getirin, o 4 bakan için şimdi soruşturma komisyonunu kuralım, Yüce Divana götürelim, yargılansınlar. Neden bakan yapmadığınızı hepimiz biliyoruz, neden milletvekili yapmadığınızı biliyoruz ama siz de şunu bilin: Deliller, 17-25 Aralıkta yasaya, usulüne aykırı ortaya çıkmış olabilir ama bu, 17-25 Aralığın, kan kardeşlerin kan davalı olduğu gün olduğu gerçeğini, işveren ile taşeronun birbirine düştüğü gerçeğini, haram paraların haramzadeler arasındaki bölüşüm ilişkilerindeki kavganın…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – …ülke gündemine oturduğu gerçeğini değiştirmez, değiştirmeyecek. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Gök, grubunuz adına konuşuldu. Buyurun sizin mikrofonunuzu açayım efendim.

ŞAHİN TİN (Denizli) – Genel Başkan iftira attı, onun cevabını verin.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Neyin cevabını?

ŞAHİN TİN (Denizli) – “200 bin dolar var.” dedi, hani nerede?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – “Bozdurdu.” diyor, dekont gösteriyor.

Yolla dekontun fotokopisini Sayın Bakan, yolla dekontun fotokopisini.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Ne gerek var, niye yollayacağız?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Seni dekontun fotokopisini yollamaya davet ediyorum. Yollayın dekontun fotokopisini.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Öyle bir mecburiyetimiz yok. İftirayı atıyorsun, müfteri cevabını aldığında…

BAŞKAN – Levent Bey, mikrofonunuzu açayım, daha iyi değil mi? Zapta da geçer.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, Meclisimizi doğru bilgilendirmek gerekir. Sayın Bakan konuşmasında benim müdahalem üzerine sizin de karıştığınız bir tartışmada bana hitaben…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – 3 diplomat gönderemediniz Paris’e, o adalar gitti. Kimse “Savaşın.” demedi size, “Delege gönderin.” dedi oraya.

BAŞKAN – Sayın Çavuşoğlu, rica ediyorum, lütfen efendim.

LEVENT GÖK (Ankara) – …Birleşmiş Milletlere Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin vermiş olduğu bildirimde Genel Başkanımızın söylediği konuların yanlış olduğunu söyledi.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Çocukların hayatını, babalarını kurtarmış! Delege gönderseydin o zaman.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ben de “Doğrusunu siz söyleyin.” dediğimde o hâlâ ısrarla kendi görüşünü…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Burnumuzun dibindeki adaları verdiler.

LEVENT GÖK (Ankara) – …savunmak suretiyle Genel Başkanımıza ve bana karşı yanlış söylediğimiz konusunda bir sataşmada bulunmuştur. Ben belgeleri getirdim.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Oradaki insanların ahı tuttu sizi zaten.

LEVENT GÖK (Ankara) – Kamuoyunun ve Meclisimizin bilgilenmesi gerekiyor. Bunları açıklamak üzere sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Peki, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

9.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, öncelikle teşekkür ederim size.

Değerli milletvekilleri, tabii, burada, kamuoyunun ve Meclisimizin doğru bilgilendirilmesi esastır. Hele bakanlığı adalet olan bir bakanlığın makamında bulunan kişinin burada söylediklerinin de hesabını vermesi gerekir ve yüzleşmekten de kaçınmaması gerekir.

Sayın Bakan, ben ısrarla “Birleşmiş Milletlere Türkiye Cumhuriyeti’nin olağanüstü hâl ilanından sonra vermiş olduğu kısıtlamalara ilişkin siz elinizdeki belgeyi açıklayın,” dediğim zaman, hiçbir açıklama gelmedi ama ben açıklıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu İngilizcesi, bu da Türkçesi. Birleşmiş Milletlerin “Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi” diye bir sözleşmesi var, ta 1966 tarihli. Bunun 27 maddesi kişisel ve siyasal haklara ilişkindir. Türkiye bu sözleşmenin 27 maddesinden tam 13 tanesini Birleşmiş Miletlere bildirmiştir. Bakın, zabıtlara geçsin ve Sayın Bakan da öğrensin diye bildiriyorum. Eğer Sayın Bakan benim konuşmamdan sonra “Levent Gök, sen doğruyu söylemiyorsun, doğrusu budur.” derse, onu da dinleyelim. Ama, biz neyi bildirdik? O sözleşmenin 2/3, 2/9, 2/10, 2/12, 2/13, 2/14, 2/17, 2/19, 2/21, 2/22, 2/25, 2/26 ve 2/27’nci maddelerinde kısıtlamaya gideceğimizi Birleşmiş Milletlere bildirdik. Şimdi Bakan, gözümüzün içine baka baka bizim doğru söylemediğimizi söylüyor. E, siz doğruyu söyleyin. Bunun 2/3’üncü maddesi işkenceyle ilgilidir, 14’üncü maddesi adil yargılanmayla ilgilidir.

Sayın Bakan, sizi buradan kürsüye davet ediyorum, buyurun. Ben belgemi açıklıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi hem İngilizcesini hem de Türkçesini kamuoyuyla paylaşıyor. Türkiye’nin Birleşmiş Miletler Daimi Temsilcisinin verdiği belgeyi sizlere sunuyoruz, açıklama yapıyoruz; buyurun bunu çürütün, yüzleşelim, biz doğrusunu öğrenelim ya da siz kalkın bizden özür dileyin, olur mu böyle bir şey! Sayın Bakan, bekliyorum bunu. Sayın Bozdağ, bekliyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Ahmet Bey.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Bakan Grubumuza dönerek son dört dakikada bizim partimizle ilgisi olmayan ithamlarda bulundu. Bu nedenle sataşmadan söz istiyoruz.

BAŞKAN – Buyurun Beyefendi, iki dakika.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Grubumuz adına Bingöl Milletvekilimiz Hişyar Özsoy konuşacak.

BAŞKAN – Peki efendim.

Yeni bir sataşmaya lütfen meydan açmayalım, meydan vermeyelim.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

10.- Bingöl Milletvekili Hişyar Özsoy’un, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle teşekkür ediyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Yalnız, Sayın Bakan çok gergin ve çok sinirli konuştu. Doğrusu, normalde nezaketle konuşan Sayın Bakanımız bugün bayağı bir gergindi.

ŞAHİN TİN (Denizli) – Hayır değil, değil. Gayet güzel konuştu, hiç öyle değildi.

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU (Erzurum) – Gerçekleri söyledi.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) – Bağırdı çağırdı, bizimkilere döndü “terörist” dedi. Olabilir. Arkadaşlar, bağırma çağırmayla olmuyor. Bakın, Türkiye’de yapılan anketlere göre hiçbir ankette hukuk kurumlarına duyulan güven yüzde 50’nin üzerinde değil. Artı, Ekonomi Bakanımız burada, Maliye Bakanlarımız burada, şu hukuk kurumlarının içinde olduğu durum yüzünden de ekonomik kriz gerçekten derinleşiyor. Bağırabiliriz, buyursun bize bağırsın, zaten sürekli bağırıyorsunuz, hiçbir yere gidemiyorsunuz.

Bir de Sayın Bakanım, biliyorsunuz -siz tabii hukukçusunuz, ben değilim de- savcılığa ifadeye gitmemek tutuklama gerekçesi değildir. Polis geldi, zorla götürdü, ifadesini aldı ama tutuklama gerekçesi isnat edilen suçlardır. Tutuklama gerektiriyor mu gerektirmiyor mu? Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyinin ilgili kurumları, Uluslararası Parlamenterler Birliği, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği, bütün bunların hepsi açıkça şunu söylüyor diyor ki: Hem dokunulmazlıkları kaldırmanız kendi Anayasa’nıza ve taraf olduğunuz sözleşmelere aykırı hem de bu tutuklamaların hiçbir mantıklı gerekçesi olamaz. Siz zannediyorsunuz ki biz bağıracağız çağıracağız, bu sesleri bastıracağız ama gerçek, inatçı bir şeydir, döner dolaşır, gelir yakanıza yapışır. Bakın, Sayın Bakanım, bu yapılanların hepsinin bumerang etkisi olur. İnşallah bugün bizim eş başkanlarımızın olduğu hücrelerde bir gün sizler de olmazsınız, böyle bir adaletsizliğe sizler de maruz kalmazsınız.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özsoy.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İzniniz olursa sataşmalar var şahsıma, ona cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN – Doğrudur efendim.

Buyurunuz lütfen, iki dakika. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

11.- Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye derogasyon bildiriminde bulundu ve bazı maddelerini askıya alacağını oraya resmen bildirdi. Bakın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri çerçevesinde, yaşama hakkı, madde 2; işkence ve kötü muamele, madde 3; kölelik ve zorla çalıştırma, madde 4; kanunsuz ceza olmaz… Bu maddeleri bizim, bir defa, askıya alma imkânımız yok. Neden?

LEVENT GÖK (Ankara) – Hangilerini aldınız Sayın Bakan?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Sözleşme de bunu açıkça söylüyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – Hangilerini aldığınızı söyleyin siz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Peki, şeye geldim. Bunlar alınamıyor çünkü…

LEVENT GÖK (Ankara) – Hangilerini aldınız?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bu bir.

İki: Şimdi, ne dedi Sayın Genel Başkan? İşte, “‘İşkence yaparım ben.’ diyorsunuz.” diyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – E, var içinde.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Şimdi, açıklaması burada. Ne diyor? “Ben tutulanlara insani muamele yapmayacağım, onlara işkence yapacağım ey Birleşmiş Milletler.” diyor, bunu söylüyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – Var.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Peki, bakalım şimdi; bizim koyduğumuz derogasyonda 7’nci madde var mı? Bir bak bakalım. Lütfen, bir bak bakalım 7’nci madde var mı? 7’nci madde, işkence yasağı; bu yok. Kölelik hakkı yasağı, 8’inci madde; bu yok. 6’ncı madde, yaşama hakkı; bu yok.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Bakan, hangilerini aldınız?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Ama, Genel Başkan buraya geldi, “Siz ‘Ben işkence yapacağım.’ diye bildirimde bulundunuz.” diyor. Ya, açık, bizim bildirimde bulunduğumuz maddeler burada, gizli saklı madde değil.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın lütfen, sayın.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Ama, bunun içinde işkence ve kötü muamele yoktur. “Var.” diyen yalan söylüyor. Yalan söylüyorsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – 14 var mı, yok mu?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Kanun burada. Bizim derogasyonumuz burada. Ayıptır.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bozdağ.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Evet…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım, bakın, Sayın Bakan bizi yalan söylemekle suçladı. Sayın Bakan hâlâ hangi maddelerde Birleşmiş Milletlere bildirimde bulunduklarını açıklamıyor.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İşkence ve kötü muamele var mı, yok mu? Onu tartışıyoruz. Yok işte. Varsa çıkın, gösterin.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Bakan, “Var.” diyorum ben size. Hangisi var siz onu açıklayın.

BAŞKAN – Efendim, lütfen, ikili konuşmaya meydan vermeyelim. Sizin aranızda farklı bir görüş var.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan bizi yalancılıkla suçluyor.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Yalancılıkla suçladı.

BAŞKAN – Farklı yorumluyorsunuz, bu anlaşıldı. Zabıtlara, tutanaklara da geçti. Mesele kalmadı efendim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Bakan bizi yalancılıkla suçladı. Ben sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Lütfen, bulunduğunuz yerden mikrofonu açayım efendim. Bunun sonu gelmez.

LEVENT GÖK (Ankara) – Peki, sizi kırmayacağım.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Gök.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, hâlâ sözlerini dolaştırarak benim sorduğum soruya cevap vermiyor.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İşkenceyle ilgili söyledim. Benim söylediğimi çarpıtma.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Bakan, ben çok net bir soru sordum: Bana madde madde sayar mısınız hangi maddelerde kısıtlamaya gittiğinizi?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İşkence var mı içinde, kötü muamele var mı içinde?

LEVENT GÖK (Ankara) – Evet, o madde de var. Siz sayar mısınız bana lütfen? Siz sayamıyorsunuz ki bana. 14’üncü madde adil yargılanma hakkı değil mi? Niye sayamıyorsunuz?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ben adil yargılanmayla ilgili konuşmadım, işkence ve kötü muameleyle ilgili konuştum.

LEVENT GÖK (Ankara) – 2/3 maddesi…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Onun için…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, karşılıklı konuşmayalım.

BAŞKAN – Lütfen evet, dinliyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bakın, Sayın Bakan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin Birleşmiş Milletlere hangi maddelerde kısıtlama getirdiğini açıklayamıyor. Lütfen açıklasın. Ben belge koyuyorum ortaya, Sayın Bakandan da aynı şekilde belge bekliyorum. Evet, söyledikleri bir farklı konu, o doğrudur ama Türkiye tam 13 maddede kısıtlama yapacağını bildirmiştir.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Biz onu inkâr etmiyoruz ki.

LEVENT GÖK (Ankara) – Adil yargılanma hakkı var, kötü muameleyle ilgili maddeler var. Sayın Bakan, eğer ben yalan söylüyorsam, Genel Başkanımız yalan söylüyorsa hangi maddeleri Birleşmiş Milletlere bildirmişler söylesinler. Niye söyleyemiyorlar? Niye dolanıyorlar?

BAŞKAN – Sayın Gök…

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Çıkışta konuşsunlar.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ben elimdeki belgeyi açıklıyorum size.

BAŞKAN – Efendim, aynı belgeden hareketle diyor ki: “İşkenceye ait 7’nci maddede derogasyonumuz yok.”

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, ben de var diyorum efendim.

BAŞKAN – İyi, anlıyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Hangi maddeler olduğunu söylesin o zaman.

BAŞKAN – Bunlar zabıtlara geçti, tutanağa geçti.

LEVENT GÖK (Ankara) – Olur mu öyle şey. Bir bakan bunu söyleyebilir mi?

BAŞKAN – Tamam, beyanlarınızda bulundunuz, Sayın Bakan da bulundu.

LEVENT GÖK (Ankara) – 14’üncü madde var mı, yok mu Sayın Bakan? 14’üncü madde, adil yargılanmayla ilgili var mı, yok mu?

BAŞKAN – Aynı belge üzerinden farklı bakışlar var.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, ben bir açıklama yapabilir miyim?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Evet Özgür Bey.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – İç Tüzük 60’a göre yerimden bir dakika pek kısa bir söz söylemek istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun.

6.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 433 sıra sayılı 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 434 sıra sayılı 2015 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, tabii, tartışmanın bu boyutunda Sayın Bakanın netleşmesini bekliyoruz.

Bir diğer husus da bir Sayın Bakan kürsüden “İşte dekontu burada.” derse bu Meclisin, bütün grupların hakkıdır; o dekontun fotokopisini istiyoruz.

Bizim iddiamız… Sayın Cumhurbaşkanının mal bildiriminde olan o hesaptaki döviz hangi tarihte bozulmuş, nerede bozulmuş? Onunla ilgili dekontu mademki gösterdiniz, fotokopisini gruplarla ve Başkanlık Divanıyla paylaşmanız gerekiyor efendim.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bostancı.

7.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Manisa Milletvekili Özgür Özel’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, Sayın Genel Başkan konuşurken 200 bin dolarlık bir hesaptan bahsetti, bunun dekontunu Hükûmetten isteyip de konuşmadı.

BAŞKAN – 800 mü, 100 mü?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – 200 bin dolar.

Nereden aldıysa arkadaşlar gitsinler oradan alsınlar.

Teşekkürler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Hayır, mal beyanında var, mal beyanında, kamuya açık.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, yerimden kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

8.- Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; benim Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’de askıya aldığımız maddelere dair bir açıklamam yok, yapmadım da.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ben de onu istiyorum.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bir dakika, müsaade buyur.

Sadece “İşkence ve kötü muamele bu kapsamda askıya alındı.” dendi, ben ona cevap verdim. Ama başka şeyler söyleniyor. Biz 2’nci maddenin 3’üncü paragrafı, 9’uncu madde, 10’uncu madde, 12, 13, 14, 17, 19, 21, 22, 25, 26 ve 27’nci maddelere ilişkin çekince koyduğumuzu, daha doğrusu askıya aldığımızı oraya ifade ettik. Şimdi, bunların içerisinde işkence ve kötü muamele yok.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Var, 26’ncı madde var.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – 7’nci madde… Ben onu söyledim, benim söylediğim 7’nci maddedir; onu bir kez daha buradan ifade ediyorum. Yoksa maddeleri tek tek saymaktan çekinecek hâlimiz yok. Bunlar resmî kayıtlar, burada tekrarlamam bir şey ifade etmez.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – 26…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İkincisi, Sayın Cumhurbaşkanımızla ilgili. Bakın, ben buradan dekontu gösterdim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Gönder!

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Şimdi, müddei iddiasını ispatla mükelleftir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Yolla dekontu!

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Biz aksini ispat ediyoruz, hâlâ “Bana bunu ver.” diyor.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Yolla dekontu!

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bak işte elimde dekont, burada bütün millete gösteriyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Yolla yolla, gelsin!

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Allah sizi ikna etsin, ben ne diyeyim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Yahu, yolla dekontu, kavas orada!

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bu kadar gözünüz göre göre, söylediğiniz yalana inanmaya devam ediyorsunuz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Kavas orada, yolla dekontu!

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum. Tebeyyün etmiştir durum, herkes kendi fikrini açıklamıştır ve söylemiştir. Dolayısıyla ben gündeme devam edeyim müsaadenizle.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bir cümle de bana verin o zaman.

BAŞKAN – Levent Bey, buyurun.

9.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Bakan nihayet ısrarlarımız sonucunda tam 13 madde üzerinde kısıtlamaya gidildiğini -Birleşmiş Milletlere- bildirdi. Şimdi, bakın, 25’inci, 26’ncı maddelerinde yazılanları iyi okumakta yarar var. Ben 2/3’üncü maddesini okuyorum… “Burada tanınan hak ve özgürlükleri çiğnenen bir kişiye bu uygulama resmî görevliler tarafından yapılmış olsa bile etkin bir yargı olanağı sağlamak” maddesidir Sayın Bakan. Kişinin hak ve özgürlüklerini çiğneyenler resmî görevliler olsa dahi yargı yoluna gitmeyi kapattınız. 2’nin 3’ü tam budur.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Varsa isimleri gereğini yaptıralım.

LEVENT GÖK (Ankara) – 14’üncü madde adil yargılanma hakkıdır, 25’inci madde yine kötü muameleyle ilgilidir. Yani, şimdi, bunları siz bilmeyeceksiniz de kim bilecek Sayın Bakan? Rica ediyorum.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yorumla yapmayın lütfen.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bir de ayrıca şu dekontu istiyoruz efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, bu tip anlaşmalarda ülkelerin derogasyon koyması hakkıdır. Hangi mütalaayla ve mülahazayla hangilerine koymuş, hangilerine koymamış o müzakereleri bilemeyiz. Bu bir dış politika hadisesi, içeri de yansıyabilir. Alınan bir karar var. Herkes görüşünü izah etti.

Teşekkür ediyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Dekont… Dekont…

BAŞKAN – Şahısları…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, Sayın Bakan şu dekontun fotokopisini yollasın efendim. Şu dekontun fotokopisini rica ediyoruz.

BAŞKAN – Efendim, burası dekont müessesesi değil ki. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Artı, Cumhurbaşkanımızın şahsı manevisini korumak bizim boynumuzun borcudur. Lütfen, daha önceden verilmiş bir servet beyanını, hangi tarihte bozulmuş, bilmediğinizi belge olarak ortaya koyup da bu mevzuyu tutup kaşımanın bize yanlış geleceğini, uygun olmayacağını düşünüyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, şimdi, bakın, sorun o değil, sorun şu: Biz zaten böyle bir hesabın olduğunu biliyoruz.

BAŞKAN – Hayır, kendi beyanı var.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Bu döviz bozulmuş mu, bozulmuşsa ne zaman bozulmuş? Sayın Bakan da diyor ki “Dekontu milletime gösteriyorum.”

ABDULKADİR YÜKSEL (Gaziantep) – Genel Başkanın çıkartsın.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Milletin vekiliyiz biz, yollayın dekontun fotokopisini görelim. Yolla dekontu, yolla dekontu. Bu kadar söylüyorum, başka bir şey değil. (CHP sıralarından alkışlar)

UĞUR AYDEMİR (Manisa) – Sayın Başkanım, gündeme devam edelim lütfen.

BAŞKAN – Sayın Özel, biz banka şubesi değiliz, Meclisiz. Her şeyin bir usulü var.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı 433) (Devam)

2.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733), 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2015 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/828), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 211 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/829), 2015 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/830), 2015 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/831), 2015 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/832), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2015 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/834) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 434) (Devam)

BAŞKAN - Şimdi, şahıslar adına ikinci söz, aleyhinde olmak üzere, Bursa Milletvekili Sayın Kadir Koçdemir’e aittir.

Buyurun Beyefendi, süreniz on dakikadır. (MHP sıralarından alkışlar)

KADİR KOÇDEMİR (Bursa) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilmemek iyi bir şey değil ama bilmediğini bilmemek daha da kötü bir şey. Aynı şekilde, bir ülkenin, bir insanın sorunlarının olması kötü bir şey değil ama sorunları yok saymak, “Sorun yoktur.” demek sorunun olmasından çok daha kötü bir şey.

Bugün bütçeyi konuşuyoruz. Bütçe geleceğe dair bir planlamadır, bütçe bir umuttur, bütçe geleceğe dair bir niyettir. Geleceğin denkleminde eğer belli şeyleri sabit tutamıyorsanız bütün planlarınız altüst olur. Bugün bütçe “masraf etmek, harcamak” demek. Harcamayla ilgili paramızın değerinin, önümüzdeki yılı bırakın, yıl sonunda ne olacağına dair bir bilgimiz var mı? Geçen hafta, biliyorsunuz, dolar karşısında Türk lirası değer kaybetti. Burada çıkan sayın bakanlarımız, bütün konuşmacılar bunun küresel bir durum olduğunu, sadece Türkiye’nin değil, bütün ülkelerin para birimlerinin değer kaybettiğini söylüyorlar ama Mahfi Eğilmez Hoca 8 tane ülkenin ortalamasını almış -8 ülke para biriminin içinde Türkiye de var- ortalama değer kaybı 0,47; Türk lirasının cuma akşamına kadarki değer kaybı 3,08. Yani, ortalamadan yaklaşık 7 kat daha fazla değer kaybetmişiz. Eğer bundan sonra da biz diyorsak “Bu küresel bir durumdur.” diye, o zaman meseleyi çözmede bir adım geriye düşmüşüz demektir.

Benzer şeyler şu anda sabit kabul ettiğimiz pek çok değer bakımından geçerli. Mesela, Türkiye’de kişi başına düşen millî gelir ne kadar? Orta vadeli planlarda belirtildiği gibi 9.200 dolar mı, yoksa cuma günü gerçekleşen kur üzerinden hesapladığımızda bulduğumuz 7.200 dolar mı? Bunları bilmeden planlama yaparsak bu planlar tutmaz. Zaten son zamanlarda sık sık açıklanan bütün orta vadeli planlarda bütün rakamların revize edildiğini görüyoruz: İşsizlik rakamı revize ediliyor, büyüme rakamı revize ediliyor. 4,5’la başladık, herhâlde 2,5’a razı olacağız 2016 yılı büyümesi için. İşte, bu planların yapılmaması nereden kaynaklanıyor? Çünkü, şu anda iktidarda ehil olmayan, emin olmayan ve realiteye, halka yakın olmayan kadrolar var. Bu kadroların yaptıkları hesaplar tutmuyor. Zafer Havaalanı’nı yapıyoruz, yılda 900 bin yolcu gelecek ve her sene yüzde 7 artacak diyoruz, ilk yıl 43 bin yolcu geliyor; ikinci yıl 40 bine iniyor; belki bu yıl 30 binli rakamlarda. Osmangazi Köprüsü’nü yapıyoruz, günde geçecek araç sayısında 40 bin diyoruz, 15 bin geçiyor; 25 bin yanılıyoruz ve yaptığımız şeylerden, ücret sistemi sebebiyle gelecek nesilleri de maalesef ipotek altına alıyoruz.

Sayın bakanlar burada Maastricht Kriterleri’nden bahsettiler. Bütçe açığının millî gelire oranı buna uygun olduğundan, diğer ülkelerin pek çoğundan iyi olduğumuzu söylediler ama nedense Avrupa Birliği ülkelerinde ortalaması 0,4 olan enflasyonun revize edile edile niye bizde hâlâ 8’in üzerinde olduğunu hatırlamak istemediler. Yine, Avrupa ortalaması 0,5 olan faiz haddinin niye bizde 10 civarında olduğunu da açıklamadılar.

İşin aslı şu arkadaşlar: 57’nci Hükûmet sırasında yine küresel ölçekte geçerli olan bir krizden sonra Türkiye devleti tedbirlerini aldı. Türkiye, 1980’den 2000 yılına kadar bütçe açığını veren, devlet harcamalarının ekonomide lokomotif rolünü oynadığı bir kalkınma modeli uyguladı. Bu modelde kamu kesiminin borçlanma gereksinimi yüksekti, enflasyon yüksekti, bütçe açığı yüksekti ve bunlar mali kesimin zayıflığıyla birleşince dışarıdan gelen küresel kriz Türkiye’de daha büyük bir etkiye yol açtı ve 57’nci Hükûmet bununla ilgili tedbirleri aldı. AKP hükûmetleri bu tedbirleri devam ettirdiler. Bunu ben şuna benzetiyorum: Bir insan düşünün, yüksek tansiyonundan başına bir iş gelmiş, kriz geçirmiş, felç olmuş, hastaneye yatmış. Ondan sonra, biz bu insanda sadece tansiyon değerine bakarak bu insanın sağlığıyla ilgili rahat ediyoruz. Tansiyonunu belli değerlerde tuttuğumuzda sağlığının da düzgün kalacağını varsayıyoruz. Türkiye de aynısını yaşadı AKP hükûmetlerinde, hiçbir yapısal reform yapılmadı. 2008, 2009’a kadar bu parametrelere bakarak bir şekilde Türkiye gitti. Bunun Türkiye’ye bedeli ne oldu? Siz kamunun borçlanma gereksinimini düşürürseniz, bütçe disiplinini sağlarsanız özel kesim borçlanır. Özel kesim çok yüksek borçlandı, tasarruf-yatırım dengesini sağlayamadığınız için cari açık sürekli yükseldi ve bu ikisini yapamadığınız için işsizlik Türkiye'nin kaderi oldu. Dünyada yüzde 10’un, 11’in üzerinde, dar manada, işsizliği olan kaç tane ülke var arkadaşlar? Ve bütün bunlardan sonra biz bunu eğer bir başarı olarak kabul ediyorsak, bugün “Sorunlar yok.” diyor isek o zaman çözüm konusunda umutlu olmak için çok fazla bir sebebimiz yok demektir.

Yine, 57’nci Hükûmet sonrasında AKP hükûmetlerinde diğer krizler -burada konuşmacılar söyledi- başta Milliyetçi Hareket Partisi olmak üzere diğer partilerin katkı ve katılımıyla çözüldü. Başörtüsünden Cumhurbaşkanının Mecliste seçimine, bugün yaşadığımız FETÖ'yle mücadeleye kadar pek çok konuda “Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben.” diyen anlayış bu meselelerin çözümünde önemli bir pay sahibi oldu. Arkadaşlar, biz bir trenin vagonlarına benzetirsek şeyi, vagonun içinde kendimize göre başarılar elde edebiliriz ama önemli olan milletler ailesi, devletler ailesi içindeki yerimizin ne olduğudur.

Ben, şimdi, özellikle Sayın Adalet Bakanımızın dikkate alması istirhamıyla uluslararası endekslerden birkaç rakam veriyorum: Uluslararası Özgürlük Endeksi’nde Suudi Arabistan 78’inci, Türkiye 79’uncu, Güney Afrika 80’inci 178 ülke arasında. Yolsuzluk Algısı Endeksi’nde 2010 yılında 56’ncı olduğumuz sıradan 2014 yılında 66’ncılığa gitmişiz. Küresel Barış Endeksi’nde İsrail 144’üncü, Türkiye 145’inci, Lübnan 146’ncı. Küresel Terörizm Endeksi’nde en kötü 26’ncı ülkeyiz dünyada. Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Tacikistan 150’nci, Türkiye 151’inci, Kongo 152’nci. İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde İran 69’uncu, Türkiye 72’nci, Sri Lanka 73’üncü sırada. Demokrasi Endeksi’nde Kırgızistan 93’üncü, Kenya 97’nci, Türkiye 98’inci, Lübnan da bizle beraber 98’inci.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sen inanıyor musun buna?

KADİR KOÇDEMİR (Devamla) – Hukuk endeksinde Kırgızistan 83’üncü, Guatemala 97’nci, Myanmar 98’inci, Türkiye 99’uncu ve Kenya 100’üncü 113 ülke arasında.

ABDULKADİR YÜKSEL (Gaziantep) – Yani siz inanıyor musunuz buna? Siz inanıyor musunuz?

KADİR KOÇDEMİR (Devamla) – Temel haklar endeksinde 99 ülke içinde 2014’te 72’nciyiz, 113 ülke içinde de 108’inciyiz.

Ve esas önemlisi, arkadaşlar, kredi risk priminde -bu dolardaki, aradaki 7 kat fazla artmasının temel sebebi budur- yılbaşında 281 olan puanımız, 15 Temmuz günü bu hareket başlamadan 225, 16 Temmuzda 275, 16 Temmuzdan sonra bu hukuk içinde kalma yönündeki belli titizlikleri koruyamadığımızdan bugün 306…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, bir dakikada tamamlar mısınız.

KADİR KOÇDEMİR (Devamla) – 2017 bütçesinin hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Koçdemir.

Sayın milletvekilleri, 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.

2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakmadın ki Sayın Başkan, nasıl kabul edilmiştir?

BAŞKAN – Görülüyor efendim, görülüyor. O kadar bariz ki Sayın Tanal. O takdir bana ait beyefendi.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, biz de şu dekontu görebilseydik.

BAŞKAN – 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Böylece, 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi sırasıyla her iki tasarının da 1’inci maddelerini okutuyorum:

2017 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider, Gelir, Finansman ve Denge

Gider

MADDE 1- (1) Bu Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 634.176.488.900 Türk lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 79.433.539.000 Türk lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 4.216.853.000 Türk lirası,

ödenek verilmiştir.

2015 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI

Gider bütçesi

MADDE 1- (1) 22/12/2014 tarihli ve 6583 sayılı 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 464.163.399.000 Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 53.069.588.000 Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 3.212.692.000 Türk Lirası,

ödenek verilmiştir.

(2) Kanunların verdiği yetkiye dayanarak yıl içerisinde eklenen ve düşülen ödenekler sonrası merkezi yönetim kesin hesap gider cetvellerinde gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin 2015 yılı bütçe giderleri toplamı 491.864.454.769,49 Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2015 yılı bütçe giderleri toplamı 78.095.077.559,43 Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların 2015 yılı bütçe giderleri toplamı 3.037.046.230,62 Türk Lirası,

olarak gerçekleşmiştir.

(3) 2015 yılı merkezi yönetim net bütçe gideri toplamı 506.305.092.576,61 Türk Lirasıdır.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 164’üncü maddesi uyarınca bütçe kanunu tasarısı ile kesin hesap kanunu tasarısının görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1’inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2017 yılı merkezî yönetim bütçeleri ile 2015 yılı merkezî yönetim kesin hesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.

Bugünkü çalışmalarda katkınız dolayısıyla teşekkürlerimi sunuyorum.

Alınan karar gereğince, programa göre kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için, 6 Aralık 2016 Salı günü yani yarın saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum, teşekkür ederim.

Kapanma Saati: 23.09



(x) 433, 434 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri tutanağa eklidir.

(X) Bu bölümlerde hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.

(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) Bu cümleye ilişkin düzeltme bu birleşim Tutanak Dergisi’nin 334’üncü sayfasındadır.

(x) Bu düzeltmeye ilişkin ifade bu birleşim Tutanak Dergisi’nin 325’inci sayfasındadır.