TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                14’üncü Birleşim

                                                                                              1 Kasım 2016 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, kadınların sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, Niğde ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç’in, bağımlılıkla mücadele ve çözüm yollarına ilişkin gündem dışı konuşması

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Bursa Milletvekili Erkan Aydın’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

2.- İstanbul Milletvekili Osman Boyraz’ın, milletin 1 Kasım 2015’te tercihini tartışmaya mahal bırakmayacak bir şekilde ortaya koyduğuna ve bu tercihten dolayı bir kez daha şükranlarını sunduğuna ilişkin açıklaması

3.- Adana Milletvekili İbrahim Özdiş’in, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

4.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

5.- İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’in, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

6.- Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir’in, Erzurum’un kış turizminde bir dünya markası olma yolunda ilerlediğine ilişkin açıklaması

7.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

8.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali Balbay’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

9.- İstanbul Milletvekili Ali Şeker’in, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

10.- İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi’nin, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

11.- Burdur Milletvekili Mehmet Göker’in, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırının hedefinin cumhuriyet ve Cumhuriyet Halk Partisi olduğuna ilişkin açıklaması

12.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinin bazı sorunlarına ilişkin açıklaması

13.- Manisa Milletvekili Tur Yıldız Biçer’in, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

14.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkın’ın, Hakkâri Dağlıca’da şehit düşen Mehmetçiklere ve tüm şehitlere Allah’tan rahmet dilediğine, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve 1 Kasım 2015 seçimlerinin 1’inci yıl dönümü vesilesiyle millete minnet ve şükranlarını sunduğuna ilişkin açıklaması

15.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın’ın, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

16.- Kayseri Milletvekili Çetin Arık’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Başbakanın başkanlıkla ilgili bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

17.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Yahya Kemal Beyatlı’nın ölümünün 58’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

18.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıya, Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerine son günlerde artan bu saldırıların arkasındaki güçlerin ortaya çıkarılmasını beklediklerine, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ve 1 Kasım saltanatın kaldırılmasının 94’üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması

 

 

19.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanları Fırat Anlı ve Gültan Kışanak ile KJA’nın dönem sözcüsü Ayla Akat Ata’nın tutuklanmalarının kabul edilemez olduğuna, Demokratik Bölgeler Partisi il eş başkanları ve neredeyse bütün ilçe yöneticilerinin siyasi soykırım operasyonları kapsamında gözaltına alınmalarına, 1 Kasım Dünya Kobani Günü’ne, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ve Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ilişkin açıklaması

20.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ve AK PARTİ Mardin Kızıltepe ilçe teşkilatına yapılan silahlı saldırıda yaralanan 3 polis nezdinde tüm polis teşkilatına geçmiş olsun dileklerini sunduğuna ilişkin açıklaması

21.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, “Kâğıtsız Parlamento Projesi” kapsamında yasama evraklarının elektronik ortamda dağıtılması nedeniyle yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

22.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine Etimesgut Kaymakamının kayyum olarak atanmasını kabul edilemez bulduğuna ve kınadığına ilişkin açıklaması

23.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, “Kâğıtsız Parlamento Projesi” uygulaması için Cumhuriyet Halk Partisinin olumsuz görüş bildirmiş olmasına rağmen Meclis Başkanlığına hatalı bilgilendirme yapıldığına ilişkin açıklaması

24.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

25.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

26.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın (11/13) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

27.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, rektörlük seçimleriyle ilgili düzenlemenin Meclis iradesinden kaçırılarak kanun hükmünde kararnameyle yapılmasının doğru olmadığına ilişkin açıklaması

28.- Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Başkanlık Divanı olarak Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a geçmiş olsun dilediğinde bulunduklarına ilişkin açıklaması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Başkanlık Divanının 13/10/2014 tarihli kararıyla kabul edilen Evrak Yönetmeliği’nin 17’nci maddesine göre yasama evrakının dağıtım ve tesliminin elektronik ortamda da yapılabileceğine ilişkin açıklaması

 

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Manisa Milletvekili Özgür Özel ve 24 milletvekilinin, ülkede bugüne dek gerçekleştirilen saldırıların faillerinin ve siyasi sorumlularının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi  (10/345)

2.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer ve 24 milletvekilinin, ÇUKOBİRLİK’te 1990 yılından sonraki sürecin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi  (10/346)

3.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, IŞİD yapılanmalarının ve IŞİD'li canlı bombaların gerçekleştirdiği katliamların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi  (10/347)

 

B) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, 28-29 Kasım 2016 tarihlerinde Belçika’nın başkenti Brüksel’de Avrupa Parlamentosu (AP) Katılım Öncesi Eylem Birimi tarafından Avrupa Parlamentosu İstihdam ve Sosyal İşler ile Temel Haklar, Adalet ve İçişleri Komiteleri iş birliğiyle düzenlenecek olan “Avrupa Birliği Genişleme Bölgesinde Engelli Kişilere Ayrımcılık Yapılmaması” konulu parlamentolar arası konferansa Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir heyetin katılmasına ilişkin tezkeresi (3/846)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, 8-9 Kasım 2016 tarihlerinde Malta'nın başkenti Valletta'da Uluslararası Adalet ve Hukukun Üstünlüğü Enstitüsü (IIJ) ve Avrupa Komisyonu tarafından düzenlenecek olan “Hukukun Üstünlüğü Çerçevesinde Terörizmle Mücadele Sistemlerinin İnşasında Milletvekillerinin Rolünün Geliştirilmesi” konulu çalıştaya katılım sağlanmasına ilişkin tezkeresi (3/847)

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun'un 4’üncü maddesi uyarınca Rusya Federasyonu ve Çad Cumhuriyeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında parlamentolar arası dostluk grubu kurulmasına ilişkin tezkeresi (3/848)

 

C) Önergeler

1.- Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın, (2/1038) esas numaralı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/65)

 

VII.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, 15 Temmuz darbe girişimin ardından gerçekleştirilen uygulamalar sebebiyle yaşandığı ileri sürülen hak ihlallerini önleyemediği iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/13)

2.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel'in, sokağa çıkma yasakları nedeniyle oluşan eğitim hakkı ihlallerini gideremediği, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından öğretmenlerin meslekten ihracı ve açığa alınmasında hak ihlallerine sebebiyet verdiği, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmen alımıyla kadrolaşmaya ve eğitimde güvencesiz istihdama yol açtığı ve proje okulu uygulamasıyla eğitimin niteliğini değiştirmeyi amaçladığı iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/12)

 

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın (11/13) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner’in, İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

4.- Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, Tokat Milletvekili Zeyid Aslan’ın (11/12) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

5.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Tokat Milletvekili Zeyid Aslan’ın (11/12) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

 

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Bilirkişilik Kanunu Tasarısı (1/687) ve Adalet Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 388)

2.- Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/721), Tebligat Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/693), Osmaniye Milletvekili Ruhi Ersoy ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/511), Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı’nın Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/546), Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/666) ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 405)

 

 

 

X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan'ın, AB ile ABD arasında imzalanması planlanan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Antlaşması'nın ülkemize olası etkilerine ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/7382)

 

2.- Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım'ın, Adalet Bakanına yöneltilen soru önergelerine ve cezaevleri ile ilgili Meclis araştırması önergeleri ve kanun tekliflerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın cevabı (7/7777)

 

3.- İzmir Milletvekili Zeynep Altıok'un, bir vergi müfettiş yardımcısının sosyal medya paylaşımlarına ve gazetecileri taciz ettiği iddiasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın cevabı (7/8128)

 

 

1 Kasım 2016 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 14’üncü Birleşimini açıyorum.

İyi haftalar, iyi çalışmalar diliyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, kadın konusunda söz isteyen İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’e aittir.

Buyurun Sayın Kerestecioğlu Demir.

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, kadınların sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de kadına yönelik şiddet, cinsiyet eşitsizliği, güvencesiz çalışma durumları, mülteci kadınların yaşadığı sorunlar her geçen gün artarak büyük sayılara ulaşmakta maalesef. Ve bunun yanı sıra pek çok kadın, bugün genel tutuklama ve gözaltı hamleleriyle, onlar da nasibini alarak gözaltına alınmakta, işkence görmekte ve darbedilmektedir. Demokrasi ve eşitlik temelinde oluşturulan eş başkanlık sistemi gasbedilmekte, eş başkanlarımız gözaltına alınmakta ve avukatlarıyla dahi günler geçtikten sonra görüştürülmektedir. Hükûmetin kadınları aşağılayan söylemleri, kadınların giydiği giysiler üzerinden tacizi meşru göstermeye çalışan erkeklere “Hoşuna gitmiyorsa mırıldanırsın.” diyerek erkekleri daha çok suça teşvik etmekte, suç işleyen erkekleri ise yargı “Akli dengesi yerinde değil.” diyerek iyi hâlden serbest bırakmaktadır. Hâkim, örneğin, son olarak metrobüste yüzüne tekme yiyen arkadaşımız Ayşegül Terzi’ye “Başka girişimde bulunursa bildirirsiniz.” diyerek yeni tacizlere mahal vermektedir. Bu suçu işleyen erkekler ise taciz ettiği kadınlar için “Tahrik edici giyinmişti.” diyerek kendilerini savunmaktadırlar. Yıllardır kadınlar aslında bu muameleleri, bu anlayışı çok iyi biliyorlar ve yıllarca bu anlayışa karşı, bu erkek egemen zihniyete karşı mücadele ettik. Bunun için Mor Çatı gibi kadın sığınma vakıflarını kurduk; bunun için şiddete, dayağa karşı dayanışma yürüyüşleri gerçekleştirdik; bunun için cinsel tacize karşı, tecavüze karşı kampanyalar yürüttük. Bugün 1980’li yıllarda verdiğimiz bu mücadeleden gene aynı noktaya gelmek ve gene kadınların aynı mücadeleleri vermek zorunda kalması gerçekten hazin bir durumdur.

Kadınlar yürüttükleri mücadeleyle çok ciddi kazanımlar elde ettiler, çok ciddi kurumsallaşmalar gerçekleşti ancak yine aynı zihniyet bugün geçmişte olduğundan çok daha fazla ve çok daha erkek egemen bir biçimde, eril bir biçimde, militarist bir biçimde iktidarda olduğu için artık hiçbir şekilde ayrım gözetmeksizin bütün kadınlara gücünü göstermeye çalışmakta.

KJA’ya yapılan baskın, KJA sözcüsü Ayla Akat Ata’nın gözaltına alınması, dünyada tek kadın haber ajansı olan JINHA’nın kapatılması kadın mücadelesini kırmaya yönelik çabalardır. Bu boşuna çabaların sonucudur ki, dikkatinizi çekmek isterim, Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu’nun 2016 Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre cinsiyet eşitliği karnesinde 144 ülke arasında 130’uncu sıradadır. Türkiye, kadınlarla ilgili yaptığı uygulamalar nedeniyle 130’uncu sıraya gerilemiş durumdadır.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsünün yayınladığı raporunda, 2016 yılında kadın işsizliği yüzde 12,4’e yükselmiş, özellikle genç kadın işsizliğinde artış olmuş ve kadın istihdam oranı inanılmaz ölçüde düşmüştür ve kadın cinayetlerinde öldürülen kadınları ise gerçekten saymakla bitiremiyoruz. Kadın cinayetleri, kadınların mücadelesine rağmen tepeden o az önce ifade ettiğim zihniyet nedeniyle, “Kadın-erkek eşitliği fıtratımızda yoktur.” diyen zihniyet nedeniyle, “Mırıldanırsın.” diyen zihniyet nedeniyle her tarafa daha fazla yayılmıştır ve güncel hayatta kadınlar, evlerin içerisinde, sokaklarda onları sahipleriymiş gibi gören, böyle görmeye çalışan ve bu görüşü de iktidar tarafından desteklenen erkeklerce şiddete uğramaktadırlar.

Evet, bugün ülkede yaşanan savaş, başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere, herkesi ciddi biçimde etkilemektedir. Bundan çıkmadığımız sürece kadınlara yönelik şiddetten de işçi cinayetlerinden de çıkmanın yolu yoktur. Savaş her yeri etkilemektedir ve bu savaşı bitirecek olan yine yıllarca olduğu gibi kadınların mücadelesidir.

Hepinize saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kerestecioğlu Demir.

Gündem dışı ikinci söz, Niğde’nin sorunları hakkında söz isteyen Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’e aittir.

Buyurun Sayın Gürer. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, Niğde ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tam bir yıl önce bugün ben milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiştim. “Bir yıl öncesinde Niğde için verilen sözlerin bugün hangisi gerçekleşti?” diye baktığım zaman ne yazık ki Niğde’ye verilen sözlerin gerçekleşmediğini görüyorum. On dört yıldır “Niğde havaalanı yapılacak.” deniyor, yapılmıyor; on dört yıldır “Niğde’ye tıp fakültesi açılacak.” deniyor, açılmıyor. Yüksek hızlı tren projesinde Niğde’nin adı yok. Akkaya Barajı çevre felaketi olarak devam ediyor. Niğde-Ankara Otoyolu programa alındı ancak uygulamada yok. “Adalet sarayı inşaatı yedi yüz günde bitecek.” dendi, yedi bin günde bitemeyeceği anlaşılıyor. Niğde merkezde eski devlet hastanesi harabeye döndü, ne yapılacağı belli değil. Bor Askerî Fabrikası kapanıyor. Niğde Şeker Fabrikası ne yazık ki teknolojisi yenilenmediğinden en çok arıza veren fabrika durumunda ve işçilere kadro verilmediği için kadrosuz işçiler yıllardır umutla bekliyor.

Ulukışla Devlet Hastanesi aylardır açılamadı. Ulukışla’ya Şekerpınar’dan getirilecek suyun akıbeti belli değil. Yelatan, Kılavuz, Porsuk, Kılan, Çardacık, Burç, Celaller, Bekçili, Mahmatlı köyleri su bekliyor.

Niğde’de üretici de perişan; elma 10 kuruşa, patates 25 kuruşa, domates 15 kuruşa… Ve kavun da bu yıl tarlada kaldı, ne yazık ki alıcı bulamıyor. Patates için 50 dolarlık bir teşvik bekleniyor. Çiftçide para olmayınca doğal olarak esnaf da perişan.

Niğde Üniversitesi mezunları iş bulamadıkları için kent, işsizlik kentine döndü. Niğde IPARD kapsamına alınmadı. Yani, Avrupa Birliği Kırsal Kalkınma Projesi’nden Bursa, Konya, Nevşehir, Aksaray yararlanıyor, Niğde yararlanamıyor. Havza bazlı desteklerde ne yazık ki Niğde’nin adı geçmiyor. Niğde turizmden pay alamadığı gibi, Niğde’de on bin yıllık tarihin gün ışığına çıkması sağlanamadı. Bu bağlamda, Niğde’nin sorunlarıyla ilgili 900’den fazla soru önergesi verdim. Bir kısmına verilen yanıtlarda bölgeye söz olarak gelecek yatırımların gelmeyeceğini de görmekten üzüntü duydum. Şu anda Karanlıkdere, Himmetli, Havuzlu, Halaç, Tepeköy, Asmasız, Koçak, Horoz, Karacaören, Maden, Gedelli, İmrahor, Şeyhömerli, Kolsuz, Bademdere, Eminlik, Elmalı gölet bekliyor. Sulama suyunda sorun var. Ürünlerin pazarlamasında sorun var.

Niğde nedense sahipsiz il durumuna düşürüldü. Bu bağlamda Hükûmete sesleniyorum: 2017 yılı yatırımlarında Niğde’yi bu kadar kenarda bırakmayın, Niğde’nin sorunlarıyla ilgilenin.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Niğde’nin sorunları çok, saatlerce anlatabilirim ama ülkemiz de sorunlu bir döneme girdi. Giderek daha da anlaşılmaz işler yapılmaya başlandı. “Cumhuriyet” gibi cumhuriyetle yaşıt bir gazeteye yapılan uygulamayı anlaşılır bulmak mümkün değil.

Bu gidiş iyi bir gidiş değil, bundan bir an önce vazgeçilmeli. Yapılanların anlatılması ve ifadesinde sorunlar yaşanmaya başlandı. FETÖ terör örgütüyle mücadele ediyorum diye Cumhuriyet gazetesiyle mücadele etmeye kalkmak bu ülkenin geleceğine yapılan en büyük ihanettir. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Cumhuriyete karşı yapılan davranışı anlaşılır bulmadığımız gibi, Genel Başkan Yardımcımız Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı da şiddetle, nefretle kınıyoruz. Siyasetçilere uzanan bu el biliniz ki bir gün herkesin kapısını çalar.

Bu bağlamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, gerek Cumhuriyet’e yapılan saldırıda gerek Genel Başkan Yardımcımıza yapılan saldırıda, iş birliği içinde, dayanışma içinde ikisine de karşı durmak asli görevimiz olmalı.

Ülkemiz darbeler gördü. Bu darbelerde genelde hep sol mağdur oldu. Bugün de yapılan uygulamalardan anlaşılıyor ki yaşanan sürecin faturası getirilip gene sola kesilmek isteniyor. Ülkesini seven, bağımsızlıktan yana olan, devletinin geleceğinin iyi olması yönünde mücadele eden insanları suçlu diye toplum önüne çıkarırsanız bunu kimseye anlatamazsınız.

Bu bağlamda, geleceğimizi doğru kılmak adına, yapılan uygulamalarda Hükûmeti uyarmak istiyorum: Eğer bu gidiş böyle giderse ülke için iyi bir gidiş değil, bunun sonunda hepimiz acı çekeriz. Eğer birinin kapısı çalınıyorsa, biliniz ki sizin de kapınız çalınır. Bu uygulamaları topyekûn gözden geçirmenin yararı var. Nasıl ki 15 Temmuz darbesine birlik ve beraberlik içinde karşı durmayı bilmişsek, yapılan yanlışlara karşı da sesimizi çıkarmak zorundayız. Sesimizi çıkarmazsak biliniz ki bir gün sizi de sesinizi çıkaramaz ederler.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gürer.

Gündem dışı üçüncü söz, bağımlılıkla mücadelede sorunlar ve çözüm yolları hakkında söz isteyen Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç’e aittir.

Buyurun Sayın Özdoğan Enç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç’in, bağımlılıkla mücadele ve çözüm yollarına ilişkin gündem dışı konuşması

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, bağımlılıkla mücadele ve çözüm yolları konusunda gündem dışı söz almış buluyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Uyuşturucu madde bağımlılığı dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de her yaştan vatandaşımızı tehdit eden bir problem hâline gelmiştir. Sosyal, ekonomik, güvenlik gibi birçok farklı yönü bulunan bağımlılık yaratan madde problemi ancak sorunun taraflarının iş birliğiyle çözülebilir. Önleme, madde bağımlılığından arındırma ve rehabilitasyon süreçleri bunların başlıcalarıdır.

Madde kullanımı ve bağımlılığıyla ilgili mücadele faaliyetlerini yürütmek, tarafları koordine etmek, bilgi paylaşımını sağlamak amacıyla Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi ilk kurumsal yapı olarak 1997 yılında faaliyete başlamıştır. 2002 yılında Başbakanlık makamının yetkilendirmesiyle Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığına bağlı olarak ulusal irtibat noktası olarak belirlenmiştir. Türkiye, 2006 yılı itibarıyla her yıl uyuşturucu raporunu hazırlayıp kamuyla paylaşmaktadır. 2015 yılında ise Uyuşturucu İle Mücadele Daire Başkanlığına geçerek faaliyetini sürdürmeye başlamıştır.

Uyuşturucuyla mücadele genel bir halk sağlığı sorunu olup Türkiye’de diğer Avrupa ülkelerinde olduğu kadar yaygın olmamakla birlikte, tehdit boyutuna gelmeden önce önlem alınması gerekmektedir. Bu, aynı zamanda, bir ulusal güvenlik problemidir. Buradan hareketle Uyuşturucuyla Mücadele Yüksek Kurulu 13 Kasım 2014 tarihinde Başbakanlık genelgesiyle Başbakan Yardımcımızın Başkanlığında, Adalet Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığının kurum temsilcilerinin katılımıyla oluşturulmuştur. Bu kurul Nisan 2016’da 3’üncü toplantısını yapmıştır. 2016-2018 yılları arasında Uyuşturucuyla Mücadele Strateji Belgesi ve Eylem Planı görüşülmüştür.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2015 yılında uygulanan Uyuşturucuyla Mücadele Modeli, Strateji Belgesi ve Acil Eylem Planı’nın diğer ülkelere örnek olay olarak gösterilmesi de kurulun ne derece önemli olduğunun bir kanıtıdır.

Ülkemizde 77 adet bağımlılık tedavi merkezi bulunmaktadır. 60 adedi Sağlık Bakanlığımıza, 5 adedi özel hastanelere, 12 adedi ise üniversiteye bağlı olarak hizmet vermektedir. Toplam yatak kapasiteleri de 919’dur.

Antalya'da Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aşır Aksu yerleşkesi içerisinde AMATEM ünitesini geçen ay hizmete soktuk. 1.750 metrekarelik alanı olan, 30 yatak olarak planlanan AMATEM, yatak sayısının artırılmasına da olanak sağlayacak şekilde planlandı. Bununla birlikte, çocuk, ergen madde bağımlılığı tedavi merkezi çalışmalarımız da başlamış olup en kısa sürede sonuçlandıracağız.

Bu vesileyle, başta Sağlık Bakanımıza, Dışişleri Bakanımıza bizi bu konuyla ilgili sürekli yüreklendirdiği için, Antalya milletvekillerine, taraflara çok teşekkür etmek istiyorum. Tedavi gören hastalarımızın tedavi bütünlüğünü bozmadan, toplumsal yaşamdan kopmadan yeniden uyum sağlama ve aktif iş gücüne katılımını gerçekleştirmek için de rehabilitasyon merkezleri olmazsa olmazlardır. Bu amaçla Sağlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızın ortak model geliştirme projeleri sonuçlanmak üzeredir.

Antalya yoğun göç alan illerin arasında olduğu için örnek il olarak değerlendirilmelidir. Bağımlılıkla mücadele çalışmaları etkinliğinin artırılması için kamuoyu desteği şarttır; sivil toplum kuruluşları, kitle iletişim araçları, etkinliğin artmasında temel unsurlardır. Doğru uygulanacak iletişim stratejileriyle gelecek nesilleri bağımlılıktan kurtarabiliriz. Bu, aslında sadece Hükûmetin görevi değildir, muhalefet partililerin, kitle iletişim araçlarının, basının özellikle çok ciddi şekilde konuya eğilmesi gerekmektedir. Bu noktada da ben, Başbakan Yardımcımız da burada, Kurulun Başkanı olarak göstermiş olduğu ilgiden dolayı, kararlılıktan dolayı da kendisine teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özdoğan Enç.

Şimdi, sisteme giren 15 milletvekiline yerlerinden birer dakikalık söz vereceğim.

Söz vereceğim sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Sayın Aydın, Sayın Boyraz, Sayın Özdiş, Sayın Özdemir, Sayın Adıgüzel, Sayın Aydemir, Sayın Kayışoğlu, Sayın Balbay, Sayın Şeker, Sayın İlgezdi, Sayın Göker, Sayın Tanal, Sayın Yıldız Biçer, Sayın Taşkın, Sayın Akın, Sayın Arık.

Sayın Aydın, sizden başlıyoruz, buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Bursa Milletvekili Erkan Aydın’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

ERKAN AYDIN (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Hafta sonu Cumhuriyet Halk Partisine sıkılan kurşunla yaralandık. Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyonla da yerle bir edilmeye çalışıldık.

Sayın Bülent Tezcan’a yönelik kurşun, hiç kuşkusuz ki hem partimize hem de yüce Meclisimize sıkılmıştır. O yüzden ortak bir duruş sergilemek zorundayız.

Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyon da basın özgürlüğüne olmakla birlikte demokrasimize ve cumhuriyetimize yöneliktir. Medya ve ifade özgürlüğü artık açıkça ayaklar altındadır. Bu noktadan bir geri dönüş olmayacağı anlaşılıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir büyük felaket içinde debelendiği açıkça ifade edilmelidir. Türkiye’deki cumhuriyet düşüncesinden sonra, laik cumhuriyet rejimiyle yaşıt Cumhuriyet gibi bir gazetenin de böyle bir operasyonla tasfiye sürecine sokulması tesadüf değildir; baskıcı ve gerici politikaların doğal sonucudur. Bunu sineye çekemeyiz. Hepimiz direneceğiz diyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Boyraz…

2.- İstanbul Milletvekili Osman Boyraz’ın, milletin 1 Kasım 2015’te tercihini tartışmaya mahal bırakmayacak bir şekilde ortaya koyduğuna ve bu tercihten dolayı bir kez daha şükranlarını sunduğuna ilişkin açıklaması

OSMAN BOYRAZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

“Seçmek için anlamak gerekir, anlamak için mukayese etmek. Mukayese de irfana dayanır.” diyordu Cemil Meriç. İrfanıyla medeniyetler kurmuş bu aziz millet alternatiflerine nispetle AK PARTİ’yi mukayese etmiş ve bundan tam bir yıl önce 1 Kasım 2015’te, tercihini tartışmaya mahal bırakmayacak bir şekilde ortaya koymuştur. Bu tercih, irfan, izan ve vicdanın tercihidir. Bu tercih, kayıtsız şartsız olarak kendine ait olunan egemenlik hakkını kayıt altına almaya çalışanlara karşı milletin irade namusuna ve temsil iffetine sahip çıkma tercihidir. Bu tercih, kendisi için yüreği yanan ile yanmayanı, kendi değerlerine bağlı olan ile kendi değerlerini yok sayanları, laf üreten ile iş üretenleri ayırt etme tercihidir. Milletimize, kuyumcu terazisi hassasiyetinde göstermiş olduğu bu tercihten dolayı bir kez daha şükranlarımı sunuyorum ve aziz milletimizin hâkimi değil, hadimi olmaktan onur ve gurur duyuyorum.

BAŞKAN – Sayın Özdiş…

3.- Adana Milletvekili İbrahim Özdiş’in, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Geçen gün, Genel Başkan Yardımcımız Aydın Milletvekilimiz Bülent Tezcan’a sıkılan kurşunu parlamenter demokrasiye sıkılan bir kurşun olarak görüyoruz ve kınıyoruz. Bir an önce Meclis Başkanının da bir açıklama yaparak böylesine bir saldırıyı kınamasını istiyoruz.

15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden sonra bu ülkede yurttaşlar hep birlikte bu darbeyi savuşturduk ancak gördük ki AKP İktidarı, o günden bugüne, bu darbe girişimini fırsat bilerek kendi darbesini hayata geçiriyor. Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonu halkın doğru haber alma hakkına ve demokrasiye yapılmış sayıyoruz. Bir an önce bu uygulamadan vazgeçmelerini istiyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özdiş.

Sayın Özdemir…

4.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Genel Başkan Yardımcımız Aydın Milletvekilimiz Sayın Bülent Tezcan’a yapılan hain saldırıyı tekrar buradan kınıyorum.

Dün bir sabah baskınıyla susturulmaya çalışılan Cumhuriyet gazetesi, cumhuriyetin, Atatürk devrim ve ilkelerinin açtığı aydınlanma yolunda aklın bağnazlıktan, bilimin dinden bağımsızlaşması, laiklik ilkesinin Anayasa ve devletin temeli olması için doksan üç yıldır çaba gösteren bir gazetedir. Hukuki dayanağı ve inandırıcılığı olmayan bir iddiayla gazetenin yönetimine el koyma ve yazarlarını susturma çabaları, evrensel değerler olan basın özgürlüğüne, halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkına açıkça aykırıdır.

Cumhuriyet gazetesi hakkında başlatılan operasyondan ve susturma çabalarından derhâl vazgeçilmelidir ve ülkenin temel kurumsal yapılarını, cumhuriyetin kazanımlarını ve değerlerini bir bir yok etme çabasından ve ülkemizi içinden çıkamayacağımız bir karanlığa sürüklemekten artık vazgeçelim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Adıgüzel…

5.- İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’in, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Ülkeyi adım adım tek adam diktatörlüğüne götürmek isteyenlerin karanlık elleri dün bu ülkenin aydınlık yüzü Cumhuriyet gazetesine ve yazarlarına uzandı. FETÖ’nün dünkü suç ortakları bugün Türkiye Cumhuriyeti’yle yaşıt Cumhuriyet gazetesini FETÖ’cü olmakla suçluyor. Siz bu suç örgütüne utanmadan çanak tutarken Uğur Mumcuların, İlhan Selçukların, Türkan Saylanların mirası Cumhuriyet, Gülencilerin terör örgütü olduğunu manşetlerine taşıyordu.

Fetullah Gülen’e “Hoca Efendi” diye methiyeler düzen şakşakçı FETÖ’cü değil ama bu suç örgütüne karşı yıllardır mücadele eden Hikmet Çetinkaya, Kadri Gürsel FETÖ’cü, öyle mi? Siz kimin aklıyla dalga geçiyorsunuz? Dün kolundan tutup aldığınız 75 yaşındaki Aydın Engin ne 12 Martta ne de 12 Eylülde darbecilerin önünde eğildi, sizin gibi sivil darbecilerin önünde mi eğilecek zannediyorsunuz? Yarın Aydın Engin gazeteci kimliğiyle, onurlu dik duruşuyla hatırlanacak ama sizler utançla hatırlanacaksınız. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Aydemir…

6.- Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir’in, Erzurum’un kış turizminde bir dünya markası olma yolunda ilerlediğine ilişkin açıklaması

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Palandöken ve Konaklı gibi dünya kış turizmi destinasyonunda örnek olarak gösterilen iki mükemmel merkezi barındıran Erzurum, bu alanda bir dünya markası olma yolunda ilerlemektedir. Kış Turizm Merkezi işletmesinin Erzurum Büyükşehir Belediyesine devri ve yönetiminin yerelde gerçekleştirilmesi bu alanda çağdaş bir konsepttir ve bir ilktir. Sayın Cumhurbaşkanımız ve Hükûmetimizin kazandırdığı tesisleriyle kış turizminde küresel bir adres olan Erzurum, aynı zamanda sahip olduğu tarih, doğa, kültür, inanç, sağlık turizmi değerleriyle ülkemizin tanıtımına da hizmet etmekte, bu alanda katma değer üretmektedir.

Yüce Meclisimizin huzurunda halkımıza çağrıda bulunarak, herkesi karın külfetten nimete çevrilerek bir turizm değerine dönüştürüldüğü Erzurum’a davet ediyor, yaklaşan kış sezonu dolayısıyla “Erzurum’a gelin.” diyorum ve teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Kayışoğlu…

7.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ediyorum.

Genel Başkan Yardımcımız Sayın Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı lanetliyorum. Sistemli ve planlı bir şekilde partililerimize karşı yapılan saldırıların birkaç sabıkalı, kriminal tipin basit eylemi olmadığını çok iyi biliyoruz. “Başkanlık gelmezse ülke bölünür.” diyenlerin bu tehditlerine altyapı oluşturan bu eylemlerin arkasındaki güçler ortaya çıkarılmadığı sürece, Başkanlık isteyenler ve bölünmeyle tehdit edenler bu provokasyonların altında kalacaktır.

Yine, cumhuriyetle yaşıt Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyon, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyen FETÖ’cülerin kumpas davalarının bir başka versiyonudur. Kimsenin kuşkusu olmasın ki tek bir Cumhuriyet Halk Partili kalsa da bugünkü kumpasçıların sonu da aynı o günkü kumpasçılar gibi olacaktır.

Teşekkürler. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Balbay…

8.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali Balbay’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

MUSTAFA ALİ BALBAY (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Başkan Yardımcımız Bülent Tezcan’a yönelik saldırı bu Parlamentoya yönelik saldırıdır, parlamenter sisteme yönelik saldırıdır. Sayın Tezcan Türkiye'nin bir hukuk devleti olması için hem iktidar partisi hem muhalefet partisi yöneticileriyle de görüşmeyi, uzlaşma aramayı büyük bir özveriyle sürdüren bir arkadaşımızdır; saldırıyı şiddetle kınıyorum.

Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırı ise kabul edilemez. Cumhuriyet gazetesi Türkiye’yle yaşıttır. Cumhuriyet gazetesi Türkiye’deki her kesimin sesidir. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekilleri unutmasınlar ki yakın gelecekte belki de Cumhuriyet onlara da lazım olacaktır çünkü Cumhuriyet, Türkiye’de herkesin sesi olmayı; şiddeti ve nefreti içermediği sürece, herkesin düşüncesini vermeyi şiar edinmiş bir gazetedir. Adını Atatürk’ün koyduğu bu gazetenin yazarları bir an önce serbest bırakılmalıdır. Gazetenin yazarlarına yönelik bu saldırıyı şiddetle kınıyorum. Bunun, Türkiye'nin geleceğine, demokrasiye çok büyük bir yara açtığını buradan haykırmak istiyorum. Cumhuriyetçiler, Cumhuriyete gönül verenler, adları değişiktir ama soyadları cumhuriyettir. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Şeker…

9.- İstanbul Milletvekili Ali Şeker’in, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Sayın Başkan, Genel Başkan Yardımcımız Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı lanetle kınıyorum.

2004 yılında cemaatin devlete sızdığı Millî Güvenlik Kurulu raporlarında yayınlanmasına rağmen, o dönemde AKP’nin genel başkan yardımcıları “Buna kargalar bile güler.” diyordu. Bu tankları, halkın üzerine bomba atan bu uçakları FETÖ’ye Cumhuriyet mi teslim etti? Parsel parsel yurdun arazilerini FETÖ’ye Cumhuriyet mi verdi? Başbakan Yardımcısını “Emirleri var mı?” diye Pensilvanya’ya soru sormaya Cumhuriyet mi gönderdi? “Bitsin bu hasret.” diye Cumhuriyet mi manşet attı? “Ne istediler de vermedik?” diye Cumhuriyet mi manşet attı? “Cemaatlere ‘terör örgütü’ diyemezsiniz.” diye manşeti mi vardı Cumhuriyet’in?

“Gülenci terör örgütü” manşeti atan Cumhuriyet gazetesi maalesef baskı altında, gazeteciler tutuklanıyor. Aklımızla alay ediyorsunuz. Daha fazla bizimle alay etmeyin. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın İlgezdi…

10.- İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi’nin, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

GAMZE AKKUŞ İLGEZDİ (İstanbul) – Teşekkürler Başkan.

Genel Başkan Yardımcımız Sayın Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınıyorum.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’le 12 Eylül günlerini aratmayan hukuksuzluklar yaşanıyor. Dün Cumhuriyet gazetesine gerçekleştirilen operasyon Hükûmetin darbe girişimini bahane ederek muhalifleri sindirmek istediğinin en açık delilidir. Kuruluşundan itibaren bedel ödeyen Cumhuriyet gazetesini terör örgütleriyle ilişkilendirmek akıl tutulmasıdır çünkü Millî Mücadele’nin gazetesidir Cumhuriyet. Adını Türk devriminden almış, 12 Martta yasaklanmış, 12 Eylülde kapatılmıştır. Daima gerici terörün hedefi olmuş, en çok demokrasi şehidi vermiş gazetedir Cumhuriyet. Onurlu, dik duruşlu, yiğit gazetecilerin, İlhan Selçukların, Ali Sirmenlerin, Uğur Mumcuların, Muammer Aksoyların, Bahriye Üçokların, Ahmet Taner Kışlalıların gazetesidir Cumhuriyet. Bu ülkenin onurlu, aydınlık yüzlü insanlarının gazetesidir, emekçilerin, ezilenlerin, ötekileştirilenlerin. Bu ülkenin namusudur Cumhuriyet ve biz yarattığınız bu karanlığı dayanışarak yıkacağız.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Göker…

11.- Burdur Milletvekili Mehmet Göker’in, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırının hedefinin cumhuriyet ve Cumhuriyet Halk Partisi olduğuna ilişkin açıklaması

MEHMET GÖKER (Burdur) – Sayın Başkan, Genel Başkanımıza yapılan silahlı saldırının ardından Genel Başkan Yardımcımız Sayın Bülent Tezcan’a yapılan silahlı saldırının hedefi cumhuriyettir, Cumhuriyet Halk Partisidir. Zira cumhuriyet ve Cumhuriyet Halk Partisi, tek adam diktasına giden yolda en büyük engeldir. Ancak unutulmasın ve bilinsin ki bu yolda bizleri yıldırmaya kimsenin ve hiçbir şer odağının gücü yetmeyecektir.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Tanal…

12.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinin bazı sorunlarına ilişkin açıklaması

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, Genel Başkan Yardımcımız Aydın Milletvekilimiz Sayın Bülent Tezcan’a yönelik saldırıyı şiddetle kınıyorum.

Değerli milletvekilleri, Değerli Başbakan Yardımcısı; Şanlıurfa ili Söylemez Mahallesi’ne bağlı 80 köyün yol sorunu var. Aslıçayır, Taşlı, Çıkrık, Akyurt köylerinin yolları bugüne kadar olmadığı gibi, Şanlıurfa merkezde ve tüm ilçelerde İnternet olmadığından dolayı hayat durmuş durumda; hastanelerde işlem yapılamıyor, vatandaşımız eczaneden ilacını alamıyor, adliyede işlem yapılamıyor, belediyelerde işlem yapılamıyor, tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamıyor.

Aynı zamanda, Siverek ilçemizin Çıkrık köyünde Raif Mumcu İlköğretim Okulunda sınıflar 100 kişilik, öğretmenler yok, eğitim başlamış. Bu anlamda Şanlıurfalılar mağdur. Devletin biraz yatırım yapmasını istirham ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Biçer…

13.- Manisa Milletvekili Tur Yıldız Biçer’in, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

TUR YILDIZ BİÇER (Manisa) – Murat Sabuncu’yu imamın fikriyle çıktığı yolda devlet kadrolarını cemaate açtığı için, Kadri Gürsel’i Türkçe Olimpiyatları’nda para bastığı için, Hikmet Çetinkaya’yı ne istedilerse verdiği için, Engin Aydın’ı Ankara’yı parsel parsel sattığı için, Musa Kart’ı kardeşi size darbe yaptığı için gözaltına aldınız, değil mi! Yoksa bu kadar tutarsız, bu kadar pervasız, bu kadar hukuksuz olamazdınız! Üstelik, siz diktatör de değilsiniz; diktatör olsaydınız 66 haber ajansı ve gazete, 18 televizyon, 23 radyo, 15 dergiyi kapatır mıydınız! Halkın haber alma hakkını savunmak, özgürlüğü ve laikliği kazanmak için sadece Birgün ve Evrensel gazeteleri kalır mıydı! “Dayanışma saraydan büyüktür.” diye “Bizleri teslim alamayacaksınız, zifiri karanlığı birlikte aşacağız.” diye yayın yaparlar mıydı!

Evet, siyasal İslamcı faşizmin kuruluş yıl dönümü 1 Kasım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Taşkın...

14.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkın’ın, Hakkâri Dağlıca’da şehit düşen Mehmetçiklere ve tüm şehitlere Allah’tan rahmet dilediğine, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve 1 Kasım 2015 seçimlerinin 1’inci yıl dönümü vesilesiyle millete minnet ve şükranlarını sunduğuna ilişkin açıklaması

ALİ CUMHUR TAŞKIN (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Hakkâri Dağlıca’da bölücü teröristlere karşı çıkan çatışmada şehit düşen Mehmetçiklerimize ve tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, gazilerimize de acil şifalar diliyorum. Alçak ve hain teröristleri lanetliyorum.

Yine, silahlı bir saldırı sonucunda yaralanan CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Aydın Milletvekili Sayın Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınıyor ve acil şifalar diliyorum.

Sayın milletvekilleri, bugün 1 Kasım 2016. Bir yıl önce bugün, AK PARTİ, girdiği 5’inci genel seçimde de aziz milletinin desteğiyle yüzde 49,5 oy oranıyla 1’inci parti olarak seçilmiş ve tek başına iktidar olmuştur. Girdiği bütün seçimlerde milletimizin teveccühüne mazhar olan AK PARTİ’mizin başarısındaki en büyük pay, hiç şüphesiz, kurucu genel başkanımız ve doğal liderimiz, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.

1 Kasım seçimlerinin 1’inci yıl dönümü vesilesiyle, bizlere bu başarıyı nasip eden Cenab-ı Hakk’a sonsuz şükürler olsun. Bizleri her zaman destekleyen aziz milletimize minnet ve şükranlarımızı sunuyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Akın...

15.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın’ın, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ilişkin açıklaması

AHMET AKIN (Balıkesir) – FETÖ’yle mücadele amacıyla çıkarılan OHAL, demokrasi, özgürlükler ve hukuk devletiyle savaşa dönüştü. Kendilerine muhalif olan her kurum ve kişiye OHAL silahıyla gidenler, bu süreçte FETÖ’yle mücadele ettiklerine kimseyi inandıramazlar. Muhalif duruşundan, ilkelerinden, basın ahlakından zerrece ödün vermeden, sadece ahlaklı gazetecilik yapan Cumhuriyet, siz FETÖ’yle can ciğer kuzu sarması iken FETÖ’yle mücadele ediyor, bu yüzden onların hedefi oluyordu. Aynı menzile birlikte gitme planları yaptığınız, aynı yağmurda ıslandığınız bu cemaat, alçak darbe girişimini başarmış olsaydı yine bunları yapacaktı, bütün muhalefeti susturup tek sesli bir Türkiye’nin inşasına girişecekti. Siz, şimdi cumhuriyete, Cumhuriyet gazetesine, parlamenter demokrasiye ve özgürlüklere karşı bu yaptıklarınızla yol arkadaşınız Fetullah Cemaati’nin amaçlarına hizmet ediyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Arık…

16.- Kayseri Milletvekili Çetin Arık’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Başbakanın başkanlıkla ilgili bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ÇETİN ARIK (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öncelikle, Genel Başkan Yardımcımız Sayın Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı ve darbe fırsatçılığı yapılarak Cumhuriyet gazetesine yapılanları şiddetle kınıyorum.

Maalesef, ülkeyi, milleti tehdit ederek hizaya sokmaya çalışan bir iktidar yönetiyor. Kimi zaman meydanlarda “Biz gelmezsek beyaz Toroslar gelir.” diyen, kimi zaman “400 milletvekili vermezseniz kaos gelir.” diyen zihniyet, şimdi de “Başkanlık gelmezse ülke bölünür.” diye milleti tehdit ediyor. Sayın Başbakan bilmelidir ki bu ülkeyi, terör örgütlerinin şehirlere bombalar yığmasına seyirci kalanlar, ordusuna kumpas kurulmasına, FETÖ’cülerin devletin kozmik odasına girmesine izin verenler bölemedi. Bu ülkeyi, “Türk milleti” demeyi kendisine zül sayıp hep etnik kimliklere ayırmaya çalışanlar bile bölemedi. Sayın Başbakan, hiç korkma, başkanlık bölücülüktür; başkanlığa da bu ülkenin bölünmesine de asla izin vermeyeceğiz.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, şimdi söz talebinde bulunan sayın grup başkan vekillerine söz vereceğim.

Grup başkan vekillerinin konuşma süresi iki dakikadır.

Sayın Akçay, buyurun.

17.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ve Yahya Kemal Beyatlı’nın ölümünün 58’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Geçtiğimiz cumartesi günü Aydın’da uğradığı silahlı saldırıyla yaralanan Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Sayın Bülent Tezcan’a geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz ve bu menfur saldırıyı şiddetle kınıyoruz.

Toplumumuzda şiddeti bireysel, siyasi veya herhangi bir nedenle yöntem olarak görme anlayışının yaygınlaştığını kaygıyla takip ediyoruz. Saldırganların ve organizatörlerin bir an önce yargıya teslim edilmesini ve gereken cezaya çarptırılmasını bekliyoruz. Şiddetin vahim örneklerinden biri de siyasetçiye yönelmiş şiddettir. Hiçbir kişinin veya bir siyasetçinin düşünce ve görüşlerinden ötürü şiddete uğraması asla kabul edilemez.

Bu vesileyle Sayın Tezcan’a yönelen saldırıyı tekrar kınıyor, kendisine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bir kez daha geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor ve bir an evvel aramıza dönmesini, çalışmalarını yürütmesini diliyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türk edebiyatının abide şairlerinden Yahya Kemal Beyatlı’yı bundan elli sekiz yıl önce bugün ebediyete uğurlamıştık, kendisini rahmetle anıyoruz.

Yahya Kemal, Türk medeniyetini, sanatı ve estetiği mısralarında ilmek ilmek işlemiş, Türk tarihinin şanlı sayfalarını ve millî kimliğimizi şiirlerinde çok güçlü bir şekilde dile getirmiştir. O “Ağzımda annemin sütüdür.” dediği muhteşem Türkçesiyle bizleri coğrafyamızda koşturmuş, millî heyecanı yaşatmıştır.

Merhum Yahya Kemal’i doğduğu şehir olan Üsküp’e ilişkin yazdığı “Kaybolan Şehir” mısralarıyla anıyorum:

“Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyârıdır,

Evlad-ı Fatihân’a onun yâdigârıdır.

Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o;

Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyla biz’di o.

Üsküp ki Şar Dağ’ında devâmıydı Bursa’nın.

Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.

Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları

Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.

Ben girmeden hayâtı şafaklandıran çağa,

Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa.

İs’a Bey’in fetihte açılmış mezarlığı

Hulyâma âhiret gibi nakşetti varlığı.

Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin

Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için.

Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!

Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!

Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,

Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.” (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Sayın Gök…

18.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıya, Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerine son günlerde artan bu saldırıların arkasındaki güçlerin ortaya çıkarılmasını beklediklerine, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ve 1 Kasım saltanatın kaldırılmasının 94’üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Genel Başkan Yardımcımız Sayın Bülent Tezcan’a silahlı saldırı, sıradan bir olay değildir. Türkiye’de silahlanmanın teşvik edildiği ve himaye edildiği bir ortamda özellikle Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerine son günlerde artan bu saldırıların arkasındaki güçlerin tam anlamıyla ortaya çıkarılmasını bekliyoruz.

Silahlanmanın teşvik edildiği bir ortamda, son çıkarılan 676 sayılı Kararname’nin 12’nci maddesiyle âdeta herkese “silah alın” denmiştir. Silah ruhsatı iptal edilenlere 3 bin liralık para cezası ödemek kaydıyla tekrar silah ruhsatı verileceği kanun hükmünde kararnameye konulmuştur. Bundan ne amaçlanmaktadır, Türkiye nereye gidiyor? İktidarın bu konularda çok ciddi tedbirler alması gerekirken aymaz bir tavırla silahlanmayı teşvik etmesini anlamak mümkün değildir.

Bülent Tezcan’a yapılan saldırının arkasındaki güçlerin biz de arkasındayız, onların da -bütün herkes bilmelidir ki- Cumhuriyet Halk Partililerin nefesi enselerinde olacaktır.

İkincisi, Cumhuriyet gazetesi: Hayatı boyunca Fetullah Gülen’e ve bütün terör örgütlerine karşı tam bir duruş sergileyen Cumhuriyet gazetesine FETÖ’den dolayı bir soruşturma yürütmek, gözaltına almalar hangi akla hizmettir? Böylesi bir tabloda iktidar ya da savcılık neyi amaçlamaktadır?

Olağanüstü hâl hukuksuzluk değildir, olağanüstü hâlin de bir hukuku vardır. Türkiye artık, neresinden bakarsanız bakın, yolundan çıkmış, yörüngesinden sapmış bir şekilde bir duvara doğru hızla gidiyor. FETÖ’yle böyle mi mücadele edilir? FETÖ’yle mücadele edenler içeride, FETÖ mensupları hâlâ işbaşında. Böyle bir tabloyu kabul etmiyoruz Sayın Başkan. Cumhuriyet gazetesine yapılan bu saldırının da bir an önce bitmesini ve gözaltındaki gazetecilerin serbest bırakılmasını talep ediyoruz.

Yine bugün, Sayın Başkan, 1 Kasım. 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. Şimdi yeni saltanatlar oluşturulmasına…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Ek sürenizi veriyorum Sayın Gök.

Buyurun.

LEVENT GÖK (Ankara) - 1 Kasım 1922’de kaldırılan saltanatın yerine şu anda yeni bir saltanat kurulsun, yeni başkanlar türesin diye bir anlayışın yürüdüğü bir ortamda herkes bilmelidir ki saltanat kaldırılmıştır. Yeni saltanatların oluşturulmasına Cumhuriyet Halk Partisi olarak geçit vermeyeceğiz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Baluken, buyurun.

19.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanları Fırat Anlı ve Gültan Kışanak ile KJA’nın dönem sözcüsü Ayla Akat Ata’nın tutuklanmalarının kabul edilemez olduğuna, Demokratik Bölgeler Partisi il eş başkanları ve neredeyse bütün ilçe yöneticilerinin siyasi soykırım operasyonları kapsamında gözaltına alınmalarına, 1 Kasım Dünya Kobani Günü’ne, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ve Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, saray-AKP rejiminin demokratik siyasi yollarla mücadele yürütemediği partimize, bileşenlerimize, Türkiye’deki demokrasi ve barış güçlerine yönelik siyasi soykırım operasyonları çok pervasız bir noktada devam ediyor. Bu kapsamda, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eş başkanlarımız Fırat Anlı ve Gültan Kışanak, yine 24’üncü Dönem Batman Milletvekilimiz ve şunda KJA’nın dönem sözcüsü olan Ayla Akat Ata’nın mesnetsiz, hukuksuz ve gerekçesiz bir şekilde siyasi rehine olarak tutulmak kaydıyla Kandıra Cezaevine gönderilmesiyle sonuçlanan bu süreci kabul edilemez bulduğumuzu ve saray-AKP rejiminin bu uygulamalarla kendi siyasi sonunu giderek hızlandırdığını buradan ifade etmek istiyorum.

Başta kadın arkadaşlarımız olmak üzere, bu süreç içerisinde gözaltında bulunan, tutuklanarak siyasi rehine pozisyonunda her türlü insanlık dışı muamelelere maruz kalan bütün arkadaşlarımızla dayanışma ve destek duygularımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Bugün de Mardin’de, Demokratik Bölgeler Partisi il eş başkanlarımız ve neredeyse bütün ilçe yöneticilerimiz bu siyasi soykırım operasyonları kapsamında gözaltına alındılar, yine rehine pozisyonunda tutuluyorlar.

Dediğim gibi, bu operasyonlar ancak rejimin kendi sonunu hazırlamasıyla sonuçlanacak olan bir sürece katkı sunar, onun dışında, bizim mücadele azmimizi ve irademizi kırma noktasında hiçbir işe yaramayacağını ifade etmek istiyorum.

Değerli Başkan, bugün 1 Kasım Dünya Kobani Günü olması hasebiyle, vahşi, barbar IŞİD çetelerine karşı Kobani halkının tüm Orta Doğu halkları ve tüm insanlık onuru adına ortaya koydukları direnişi bir kez daha buradan selamlıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Ek sürenizi veriyorum Sayın Baluken.

Buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Kobani direnişi ve Kobani zaferi, en olumsuz koşullarda bile en barbar çetelere, en faşist yönetimlere, en otoriter anlayışlara karşı inancın, duygunun, kararlılığın, mücadele azminin nasıl zaferler elde edebileceğinin çok iyi bir göstergesidir. Bu yönüyle, bütün Türkiye halkları ve bütün Orta Doğu halklarının da karamsarlığın hâkim kılınmaya çalışıldığı bugünlerde, Kobani zaferine bakarak mücadeleyi yükseltmelerinin önemli olduğunu vurgulamak istiyorum.

Diğer taraftan, son KHK’yla birlikte DİHA, JİNHA, Azadiya Welat başta olmak üzere birçok basın ve yayın kurumu kapatılmıştı. Dün de Cumhuriyet gazetesine yapılan baskını açık bir şekilde nefretle kınıyoruz. Gazetecilerin, yazarların bu şekilde gözaltına alınmaları, bu şekilde mesnetsiz iddialarla rehine pozisyonunda tutulmaları bu ülke açısından büyük bir ayıptır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hemen bitirebilir miyim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Dinliyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Açarsanız Sayın Tezcan’la ilgili geçmiş olsun dileklerimi de iletmek istiyorum. Önemli bir husus.

BAŞKAN – Peki, buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Biz, Cumhuriyet gazetesi başta olmak üzere bu dönemde kapatılan bütün basın-yayın kurumlarıyla dayanışma ve destek duygularımızı bir kez daha ifade ediyoruz.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Aydın Milletvekili Sayın Bülent Tezcan’a yapılan silahlı saldırıyı da şiddetle kınıyoruz. Sayın Tezcan’a yönelik saldırıyı bütün Türkiye demokrasisine, demokratik siyasete yönelmiş bir saldırı olarak değerlendiriyoruz.

Bir milletvekiline silahlı saldırının yapıldığı bir ortamda bu Meclisin Başkanından herhangi bir açıklama yapılmamasını da esefle kınıyoruz. Bir kanarya sevenler derneği bile, kendi üyeleri böyle bir saldırıya uğramış olsa başkan düzeyinde, yönetim düzeyinde açıklama yaparlar ama bu Meclisin Başkanı bir milletvekiline silahlı saldırı yapıldığı bir dönemde bile maalesef, bunları sadece izlemekle yetinmiştir. Bu tavrı da en az yapılan saldırı kadar tehlikeli bulduğumuzu da ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Elitaş, buyurun.

20.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınadığına, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyona ve AK PARTİ Mardin Kızıltepe ilçe teşkilatına yapılan silahlı saldırıda yaralanan 3 polis nezdinde tüm polis teşkilatına geçmiş olsun dileklerini sunduğuna ilişkin açıklaması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Öncelikle, geçtiğimiz hafta sonu silahlı bir saldırıya uğrayan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı şiddetle ve nefretle kınıyoruz. Bunu, Sayın Tezcan’a yapılan saldırı olarak değerlendirmek değil, tüm Türk siyasetine yapılan bir saldırı olarak görüyoruz. Sayın Tezcan’a geçmiş olsun dileklerimizi AK PARTİ Grubu adına iletiyoruz ve acil şifalar diliyoruz.

Yine, AK PARTİ Mardin Kızıltepe ilçe teşkilatımıza PKK terör örgütü tarafından yapılan alçakça saldırıyı şiddetle ve nefretle kınıyoruz. Terör örgütünün, siyasetten ve siyasetteki insanların yaptığı faaliyetlerden, ilçe teşkilatlarına saldıracak kadar rahatsız olduğunun en önemli göstergelerinden birisidir bu. Hem PKK terör örgütüyle, bölücü terör örgütleriyle hem de ülkemizde paralel yapılanma yapıp ülkemizi işgal etmeye çalışan FETÖ terör örgütüyle de sonuna kadar mücadele edeceğimizi buradan ifade etmek istiyorum.

Cumhuriyet gazetesiyle ilgili bugün Sayın Başbakan AK PARTİ grup toplantısında bir açıklama yaptı. 18 Ağustos 2016 tarihinde, gazeteyi mevcut idare edenler ile eski idare edenler arasındaki bir ihtilaf sonucunda ortaya çıkan şikâyet sonucu MASAK tarafından yapılan inceleme neticesinde -yani eski ortaklar ile yeni ortaklar arasındaki ihtilafın sonucunda- ortaya çıkan bir düzenlemenin, bir faaliyetin, bir operasyonun var olduğunu görüyoruz. Şu süre içerisinde yargı bu konuya el atmıştır, yargı en kısa zamanda neticelendirecektir. Bu çerçevede, yapılan araştırmalarda, yapılan dinlemelerde, eğer terör örgütünü övmek, yardım etmek, onlara herhangi bir destek…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Ek sürenizi veriyorum Sayın Elitaş.

Buyurun.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – …söz konusuysa buna muhakkak ki yargılarken devam edilecektir. Bu süreçte yargının yaptığı faaliyetleri sabırla, metanetle beklemek gerekir çünkü sonuç en yakın zamanda yargı tarafından herhâlde neticelendirilecektir.

Biraz önce ifade ettiğim AK PARTİ Mardin Kızıltepe ilçe teşkilatına yapılan silahlı, hain, alçakça saldırıda 3 polisimiz yaralanmıştır. O yaralanan 3 polis nezdinde de tüm polis teşkilatımıza geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Başkanlık Divanı olarak Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’a geçmiş olsun dilediğinde bulunduklarına ilişkin açıklaması

BAŞKAN – Biz de Sayın Bülent Tezcan’a Divan olarak geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz ve gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge bulunmaktadır, ayrı ayrı okutuyorum:

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Manisa Milletvekili Özgür Özel ve 24 milletvekilinin, ülkede bugüne dek gerçekleştirilen saldırıların faillerinin ve siyasi sorumlularının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/345)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

12 Ocak 2016 tarihinde İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda gerçekleşen terör saldırısında -11 kişinin yaşamını yitirdiği, 15 kişinin de yaralandığı- saldırıyı gerçekleştiren canlı bombanın 1988 doğumlu ve Suriye uyruklu olduğu Hükûmet sözcüsü Sayın Numan Kurtulmuş tarafından açıklanmıştır ancak daha sonra, uluslararası basında saldırganın Suudi Arabistan uyruklu olduğuna dair haberler yer almıştır. İstanbul'da gerçekleşen terör saldırısı, tek başına bir eylem olmayıp Türkiye'yi canlı bomba yöntemiyle hedef alan bir dizi saldırının son halkasıdır. Diyarbakır, Suruç, Ankara ve son olarak İstanbul'da gerçekleşen canlı bomba saldırıları, ülkemizin yeni ve büyük bir terör tehdidiyle karşı karşıya olduğunu ortaya koymuştur. İstanbul Sultanahmet'teki saldırının örgütsel bağlantısı henüz ortaya konulmamış olmakla birlikte, Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamlarını gerçekleştirenlerin ise küresel cinayet örgütü IŞİD mensubu olması, karşı karşıya olduğumuz bu yeni terör saldırısının Hükûmetin uyguladığı yanlış Orta Doğu politikasının sonucu olduğunu göstermektedir. Ülkemizin üst üste benzer yöntemle gerçekleştirilen büyük çaplı saldırılara maruz kalması büyük bir istihbarat zafiyetine de işaret etmektedir. Bugüne dek gerçekleştirilen saldırıların faillerinin ve siyasi sorumlularının ortaya çıkarılması, bundan sonra bu tür saldırıların yaşanmaması için gerekli tedbirlerin alınması amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini saygılarımızla arz ederiz.

1) Özgür Özel                                            (Manisa)

2) Veli Ağbaba                                          (Malatya)

3) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                      (İstanbul)

4) Haydar Akar                                          (Kocaeli)

5) Tahsin Tarhan                                       (Kocaeli)

6) Şafak Pavey                                          (İstanbul)

7) Erdoğan Toprak                                     (İstanbul)

8) Zeynep Altıok                                        (İzmir)

9) Selina Doğan                                        (İstanbul)

10) Gülay Yedekci                                     (İstanbul)

11) Oğuz Kaan Salıcı                                 (İstanbul)

12) Erkan Aydın                                        (Bursa)

13) Bihlun Tamaylıgil                                (İstanbul)

14) Lale Karabıyık                                     (Bursa)

15) Engin Özkoç                                        (Sakarya)

16) Nurettin Demir                                    (Muğla)

17) Tufan Köse                                         (Çorum)

18) Niyazi Nefi Kara                                  (Antalya)

19) Ahmet Tuncay Özkan                           (İzmir)

20) Ali Yiğit                                              (İzmir)

21) Kadim Durmaz                                     (Tokat)

22) Seyit Torun                                         (Ordu)

23) Bülent Yener Bektaşoğlu                      (Giresun)

24) Ali Akyıldız                                         (Sivas)

25) Barış Karadeniz                                   (Sinop)

2.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer ve 24 milletvekilinin, ÇUKOBİRLİK’te 1990 yılından sonraki sürecin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/346)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Merkezi Adana'da bulunan ÇUKOBİRLİK, 15/10/1940 yılında, 2834 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri Yasası'na göre, Adana, Ceyhan ve Tarsus Tarım Satış Kooperatiflerince 275 ortakla oluşturuldu. 1990'lı yıllara kadar iplik, dokuma, boya, yağ, sawgın işletmeleriyle çiftçilere sağladığı katkı kadar, Çukurova'nın işçileri için de çalışma alanı oldu.

30/4/1985 tarihinde yürürlüğe giren 3186 sayılı Yasa dayanak yapılarak Yerfıstığı Tarım Satış Kooperatifleri Birliğiyle 1/7/1989 tarihinde birleştirildi. Kurumun faaliyet alanına kütlü pamuğun yanı sıra yerfıstığı ve soya fasulyesi de dâhil edildi; "Çukurova Pamuk, Yerfıstığı ve Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği" unvanını aldı.

16 Haziran 2000 tarihinde, 4572 sayılı yeni Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun’la özerk yapıya kavuştu. 20 Mayıs 2001 tarihinde, intibak genel kurulunda, 4572 sayılı Kanun çerçevesinde hazırlanan yeni ana sözleşme kabul edildi.

ÇUKOBİRLİK, 10 ili kapsayan bir alanda, 34 kooperatifle yaklaşık 36.064 üretici ortağına hizmet vermektedir. ÇUKOBİRLİK alımını yaptığı ürün yelpazesine, Birlik genel kurullarında alınan kararlarla, 2004-2005 kampanyasından itibaren ayçiçeğini, 2006-2007 kampanyasından itibaren de kanolayı dâhil etti.

ÇUKOBİRLİK'in 6 sawgın, 5 rollergin prese işletmesi, Adana-Mersin kara yolunun 19’uncu kilometresindeki yağ fabrikası ile Ceyhan'da kurulu yağ fabrikası vardır.

ÇUKOBİRLİK'in hâlen faaliyet gösteren tesisleri şunlardır:

Sawgın tesisleri:

Adana Fabrikası (Merkez), Ceyhan, Misis, Mihmandar, Reyhanlı ve Yemişli olmak üzere 6 Sawgın tesisi vardır.

Rollergin tesisleri:

Adıyaman, Diyarbakır, Kırıkhan, Nusaybin, Mihmandar Kooperatifleri bünyesinde olmak üzere 4 adet rollergin tesisi mevcuttur. Merkez Yağ Fabrikası ve Ceyhan Yağ Fabrikası da bu fabrikaya bağlı olarak faaliyetini sürdürmektedir. İplik, dokuma, boya fabrikaları faaliyet dışı bırakılmıştır.

ÇUKOBİRLİK’te 1990 yılından sonra sürecin incelenmesi ve satılan ve kapatılan fabrikaların satışlarının irdelenmesi, genel durumun tetkiki için Anayasa'nın 98, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ederim.

Saygılarımızla. 4/1/2016

1) Ömer Fethi Gürer                                  (Niğde)

2) Kadim Durmaz                                      (Tokat)

3) Hüseyin Çamak                                     (Mersin)

4) Ceyhun İrgil                                          (Bursa)

5) Niyazi Nefi Kara                                    (Antalya)

6) Akif Ekici                                              (Gaziantep)

7) Orhan Sarıbal                                       (Bursa)

8) İbrahim Özdiş                                       (Adana)

9) Haydar Akar                                          (Kocaeli)

10) Mazlum Nurlu                                      (Manisa)

11) Muhammet Rıza Yalçınkaya                  (Bartın)

12) Şerafettin Turpcu                                (Zonguldak)

13) Seyit Torun                                         (Ordu)

14) Namık Havutça                                    (Balıkesir)

15) Serkan Topal                                       (Hatay)

16) Okan Gaytancıoğlu                              (Edirne)

17) Kazım Arslan                                       (Denizli)

18) Hüseyin Yıldız                                     (Aydın)

19) Candan Yüceer                                    (Tekirdağ)

20) Gülay Yedekci                                     (İstanbul)

21) Ali Akyıldız                                         (Sivas)

22) Sibel Özdemir                                     (İstanbul)

23) Mahmut Tanal                                     (İstanbul)

24) Tekin Bingöl                                        (Ankara)

25) Ali Yiğit                                              (İzmir)

Gerekçe:

ÇUKOBİRLİK Genel Müdürlüğünün kiralık duyurularında “Mersin yolu üzeri 19’uncu kilometrede Adana D400 kara yoluna sıfır, yeni yapılmakta olan havalimanına 10 kilometre uzaklıkta bulunan tesisler binalar, depolar, sundurmalar açık alan ve yağ fabrikası kiraya verilmektedir. Kiraya verilecek alanlar 97 bin metrekarelik alana sahip ortalama günlük 200 ton yağlık tohum işleme kapasiteli yağ fabrikası, 22.500 metrekarelik betonarme kapalı depo, 15 bin metrekarelik betonarme kapalı depo, 9.900 metrekarelik betonarme kapalı depo, 20 bin metrekarelik alanda kurulu açık sundurma, Yenice beldesinde D400 kara yolu üzerinde 10 bin metrekarelik açık sundurma, 4.550 metrekarelik açık sundurma, 71 adet betonarme depo, her biri 200 metrekarelik 2 katlı idari bina, her katı 1.800 metrekare 6 katlı idari bina, her katı 500 metrekarelik 2 katlı idari bina, her katı 736 metrekare, 18.500 metrekare açık alan D400 kara yoluna sıfır, 10 bin metrekare açık alan D400 kara yoluna sıfır” şeklinde kiralanma ilanı verilmiştir. Daha önce de benzer uygulamalardan fayda sağlanamamıştır. Fabrikaların kapatılması, kiralanma ve satışlarla ilgili sürecin incelenmesi gereklidir. Kurumun bu bağlamda sağladığı fayda ve zarar açığa çıkarılmalı ve yönetim sorunlarını tesisleri yok ederek giderme anlayışı irdelenmelidir.

Ülkemizde kooperatifçiliğin önemi yanında, uzun yıllar faaliyet gösteren fabrika alanlarını da kapsayan ÇUKOBİRLİK’in modernize edilerek aldığı pamuğu ve diğer ürünleri işleyecek fabrikalar yerine kiralamayla gelir sağlamaya yönelmesi kooperatifçiliğin amacıyla uyumlu bir yol değildir. Yıllardır iplik, dokuma, boya gibi önemli işletmeleri tüketen ve trilyonluk yatırımların yok edildiği ÇUKOBİRLİK’te çok kapsamlı bir inceleme için Meclis araştırması açılması her yönüyle ortakları ve üreticiler için yararlı olacaktır.

3.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, IŞİD yapılanmalarının ve IŞİD'li canlı bombaların gerçekleştirdiği katliamların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/347)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'de bulunan ve/veya Türkiye'ye girerek katliam yapma ihtimali olan IŞİD yapılanmalarının ve IŞİD'li canlı bombaların gerçekleştirdiği katliamların araştırılması, önlemlerin alınması ve dış politika iflasından dönülmesinin yol haritasının çıkarılması amacıyla Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ve teklif ederiz.

                                                                                      İdris Baluken

                                                                             HDP Grubu Başkan Vekili

                                                                                        Diyarbakır

Gerekçe:

AKP Hükûmetinin dış politikası Arap Baharı ve Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte alabora olmuştur. Dış politikada stratejiye değil dönemsel çıkarlara, ilkelere değil faydaya bağlı olarak işleyen politikalar neticesinde Türkiye coğrafyası Orta Doğu'nun en büyük bataklığına dönüşmüştür.

Türkiye'nin sosyolojik ve siyasal dinamikleri ile sınır komşulukları açısından stratejik ortaklık kurulması gereken Kürt halkı, AKP iktidarı tarafından karşıt bir pozisyonda konumlandırılmıştır. Kürt karşıtlığı üzerine kurulu dış politika anlayışı, AKP iktidarını dünyanın tüm güçlerinin mücadele ettiği çetelerin muhatap alındığı bir mecraya savurmuştur. AKP iktidarının ilkesiz ve faydacı dış politika stratejisi kendisine kaybettirdiği gibi Türkiye'ye de kaybettirmiştir. Bu tarz, dar bir iktidar elitinin kısa süreli yararlanabileceği bir yaklaşım olsa da orta ve uzun vadede tüm halkların kaybedeceği kara bir deliğe dönüşmektedir. Kabaca özetlenen bu durumun neticesinde, AKP iktidarı Orta Doğu ve Arap Yarımadası'nda etkisiz ve yetkisiz bir aktör durumuna düşmüştür. Bu durum, uzunca bir süredir hamaset söylemlerine maruz bıraktığı İsrail’le ittifaka yönelen, “darbeci” dediği Mısır'daki Sisi’yle safları sıklaştıran bir noktaya evrilmiştir. Durum sadece bu kadarıyla kalmamış, IŞİD’le petrol ticaretinden tutalım da lojistik ve eleman ihtiyacının Türkiye sınırlarından karşılandığı karmaşık ilişkiler ağının merkez üssü hâline gelmiştir.

Müflisliği tüm bölgesel ve küresel güçler tarafından kabul edilmiş AKP dış politikasının neticesinde Türkiye kentleri, güvenlik kurumlarının kontrolünde olan veya olmayan birçok IŞİD saldırısının alanı hâline gelmiştir. Nitekim, ilk bakışta bu durum güvenlikle ilgili açığı, ihmalleri ve kasıtları gösterse de açıkça belirtilmelidir ki bu durum aynı zamanda AKP'nin yanlış dış politikasının bir sonucudur. Aynı zamanda, Kürt sorunu başta olmak üzere, politik sorunlara demokratik ve özgürlükçü çözümlerin esas alınmamasının temel zemini hâline getirilmiştir.

5 Haziran'da Diyarbakır'da, 20 Temmuz'da Suruç'ta, 10 Ekim'de Ankara'da ve son olarak 12 Ocak 2016 tarihinde İstanbul Sultanahmet'te IŞİD eliyle katliam girişimleri olmuştur. Bu tarz karanlık olayların siyaseten hangi aktörlere yaradığı tartışmasına ilişkin kamuoyunun kanaatleri, saldırı yapılan toplumsal kesimlerin siyasal talepleriyle birlikte değerlendirildiğinde durumun vahameti bir kez daha ortaya çıkacaktır. Burada bakmamız gereken konulardan biri de IŞİD gibi örgütlerin hangi siyasi odaklardan cesaret aldığı ve örgütsel yapılarının yarattığı yeni saldırı ihtimalleridir.

“IŞİD” adlı çete güruhu, Diyarbakır'da, Suruç'ta, Ankara'da ve İstanbul'da gerçekleştirdiği katliamlar sonrasında şöyle bir siyasi ve adli irade görmüştür: "Tüm katliamlarına yayın yasağı getirilmiş, dosyalara gizlilik kararı koyulmuş, TBMM'de görüşülen Meclis araştırması talepleri AKP'li vekiller tarafından reddedilerek Meclis baypas edilmiştir."

Türkiye'de IŞİD'e yönelik aktif mücadele verilmemiş ve uluslararası koalisyona yeterli destek sunulmamıştır. Cumhurbaşkanı, IŞİD'in yaptığı tüm katliamlardan sonra tek bir defa bile IŞİD'in adını anmamıştır. Bunun yanı sıra, bizzat Başbakan tarafından IŞİD’liler “öfkeli bir grup genç” olarak tanımlanmıştır. Yine Başbakan, IŞİD'li canlı bombaları katliam yapmadan önce tutuklayamayacaklarını ifade etmiştir.

“IŞİD” adlı çete örgütünün yapı olarak kullanışlı bir çete olduğu net olarak bilinmektedir. Bugün operasyonlardan muaf tutulan, sınırlardan geçişine göz yumulan ve Türkiye'deki etnik, inançsal ayrımları körüklemek üzere faaliyet gösteren bu yapı, bazı siyasi aktörlerin çıkarlarına su taşısa da ülkede örgütlenmiş çok sayıda IŞİD hücresi, tahmin edildiği üzere, Türkiye halkları ve ülkenin geleceği için büyük bir tehlike arz etmektedir.

Bu kapsamda, Türkiye'de bulunan ve/veya Türkiye'ye girerek katliam yapma ihtimali olan IŞİD yapılanmalarının ve IŞİD'li canlı bombaların gerçekleştirdiği katliamların araştırılması, önlemlerin alınması ve dış politika iflasından dönülmesinin yol haritasının çıkarılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasını talep ediyoruz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 3 tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

B) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, 28-29 Kasım 2016 tarihlerinde Belçika’nın başkenti Brüksel’de Avrupa Parlamentosu (AP) Katılım Öncesi Eylem Birimi tarafından Avrupa Parlamentosu İstihdam ve Sosyal İşler ile Temel Haklar, Adalet ve İçişleri Komiteleri iş birliğiyle düzenlenecek olan “Avrupa Birliği Genişleme Bölgesinde Engelli Kişilere Ayrımcılık Yapılmaması” konulu parlamentolar arası konferansa Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir heyetin katılmasına ilişkin tezkeresi (3/846)

25/10/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Avrupa Parlamentosu (AP) Katılım Öncesi Eylem Birimi tarafından Avrupa Parlamentosu İstihdam ve Sosyal İşler ile Temel Haklar, Adalet ve İçişleri Komiteleri iş birliğiyle “Avrupa Birliği Genişleme Bölgesinde Engelli Kişilere Ayrımcılık Yapılmaması” konulu parlamentolar arası konferans 28-29 Kasım 2016 tarihlerinde Belçika’nın başkenti Brüksel’de düzenlenecektir.

Anılan toplantıya Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir heyetin katılması hususu 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 9’uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                                               İsmail Kahraman

                                                                                                     Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                     Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, 8-9 Kasım 2016 tarihlerinde Malta'nın başkenti Valletta'da Uluslararası Adalet ve Hukukun Üstünlüğü Enstitüsü (IIJ) ve Avrupa Komisyonu tarafından düzenlenecek olan “Hukukun Üstünlüğü Çerçevesinde Terörizmle Mücadele Sistemlerinin İnşasında Milletvekillerinin Rolünün Geliştirilmesi” konulu çalıştaya katılım sağlanmasına ilişkin tezkeresi (3/847)

26/10/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Malta'nın başkenti Valletta'da 8-9 Kasım 2016 tarihlerinde Uluslararası Adalet ve Hukukun Üstünlüğü Enstitüsü (IIJ) ve Avrupa Komisyonu tarafından “Hukukun Üstünlüğü Çerçevesinde Terörizmle Mücadele Sistemlerinin İnşasında Milletvekillerinin Rolünün Geliştirilmesi” konulu çalıştay düzenlenecektir.

Söz konusu çalıştaya katılım sağlanması hususu, 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 9'uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                                               İsmail Kahraman

                                                                                                     Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                     Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun'un 4’üncü maddesi uyarınca Rusya Federasyonu ve Çad Cumhuriyeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında parlamentolar arası dostluk grubu kurulmasına ilişkin tezkeresi (3/848)

27/10/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 Sayılı Kanun'un 4’üncü maddesi uyarınca, Rusya Federasyonu ve Çad Cumhuriyeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında parlamentolar arası dostluk grubu kurulması hususu Genel Kurulun tasvibine sunulur.

                                                                                                               İsmail Kahraman

                                                                                                     Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                     Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, İç Tüzük’ün 37’inci maddesine göre verilmiş doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

C) Önergeler

1.- Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın, (2/1038) esas numaralı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/65)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İç Tüzük’ün 37’inci maddesine göre (2/1038) esas numaralı Kanun Teklifi’min doğrudan Genel Kurul gündemine alınması konusunda gereğini arz ederim.

Saygılarımla. 27/10/2016

                                                                                                                 Orhan Sarıbal

                                                                                                                      Bursa

BAŞKAN – Teklif sahibi olarak şimdi Bursa Milletvekili Sayın Orhan Sarıbal konuşacak.

Buyurun Sarıbal. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

ORHAN SARIBAL (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, Cumhuriyet gazetesine yapılan baskın ve gözaltına alınanlar ile Genel Başkan Yardımcımız Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı buradan kınıyoruz. Demokratik bir ülkede birlikte yaşamayı istiyoruz. Her türlü darbeye ve diktaya karşı olduğumuzu bir kez daha ifade ediyoruz.

Aşure günü tatil olarak kabul edilmelidir.

Bilindiği üzere, hicri 1 Muharrem 61 tarihinde Kerbelâ çölünde kuşatılan Peygamberimiz’in torunu İmam Hüseyin ve çoğunluğu kendi ev halkı olmak üzere yani Peygamberimiz’in torunları olan ehlibeyt hanedanı ve taraftarları on gün boyunca aç ve susuz bırakılmışlardır, öyle ki birkaç yüz metre yakınlarından geçen Fırat Nehri’ne dahi ulaşmaları engellenmiştir. Sonuçta, muharrem ayının 10’uncu günü İmam Hüseyin kundaktaki süt emen çocuğuna varıncaya kadar bütün yakınlarıyla birlikte acımasızca katledilmiştir. Bu vahşi katliamda Peygamberimiz’in ev halkı olan ehlibeyt ve taraftarlarından 72 kişi şehit olmuştur. Bu olay yüzyıllardır bütün insanlığın kanayan yarasıdır. Ehlibeytten sadece hasta yatağında yatmakta olan İmam Zeynelabidin kurtulmuştur. Peygamberimiz’in soyu da İmam Zeynelabidin’den devam etmiştir. İslam dini adına bu katliamı yapanlar, Hazreti Muhammed’in torunları olan kadınları katliamdan sonra Şam sokaklarında çırılçıplak, develerin üzerinde gezdirecek kadar insanlıktan çıkmışlardır.

İmam Hüseyin’in Kerbelâ’daki mücadelesi zalimin karşısında boyun eğmek ya da dik durmak mücadelesidir. Bu, sonu ölüm de olsa haksızlığa, adaletsizliğe, zorbalığa teslim olmamanın mücadelesidir. İşte İmam Hüseyin Kerbelâ’da canını vererek insanlığa böylesine bir miras bırakmıştır. Bize düşen, bu mirasa sahip çıkmak ve onun gereğini yapmaktır. Bu olay Alevi inanç ve ibadetinde belirleyici bir öge olmuştur. Kerbelâ katliamından sonra İmam Hüseyin ve onunla birlikte şehit olanların başları bedenlerinden ayrılmış, şehitlerin üzerindeki kıyafetler yağmalanmış ve başsız bedenler atların ayakları altında ezilerek işkenceler devam etmiştir. Muharrem ayının 11’inci günü Yezit ordusu hâlâ Kufe’de olduğundan ve Yezit ordusunun yapabileceği yeni katliamlardan korkulduğu için şehitlerin başsız bedenleri defnedilmemiş ancak muharrem ayının 12’nci günü defnedilmiştir.

Muharrem ayı Kur'an’ı Kerim’de bahsedilen haram aylardan biridir. Cahiliye Dönemi’nde dahi bu ayda savaş yapılmaz ve cana kıyılmazken böyle bir ayda Hazreti Muhammed’in ehlibeyti ve ev halkı din maskesi altında şehit edilmiştir. Peygamberimiz’in ehlibeytine bende olan, o kutsal emanetlere sarılmış olan Aleviler o günden günümüze kadar Kerbelâ’nın yasını tutmakta, matem yaşamaktadırlar. Muharremin 13’üncü gününde ise Kerbelâ’da Yezit’in ordusu tarafından susuz şehit edilen Kerbelâ şehitlerinin ruhlarına aşure pişirilir, İmam Hüseyin’in oğlu İmam Zeynelabidin’in kurtularak Kur’an-ı Kerim’de verilen, Peygamberimiz’in soyunun yani ehlibeytin sonsuza kadar devam edeceği müjdesinin gerçekleşmesi adına da kurbanlar kesilir ve dağıtılır. Aşurelerin pişirildiği, kurbanların kesildiği ve dağıtıldığı, ehlibeyt soyundan olan mürşitlerin, pirlerin ve aile büyüklerinin ziyaret edildiği bu günde bütün aile bireylerinin bir arada olması çok önemlidir. Alevi inancının önemli günü olan muharrem ayının 13’üncü gününde bütün insanlar gibi Alevilerin de inançlarını özgürce yaşaması Anayasa’nın inanç özgürlüğü ve eşitlik ilkesinin bir gereğidir. Bu nedenle muharrem ayının 13’üncü gününün tatil edilmesi gerekmektedir.

İnsanların neye nasıl inandıkları ve inançlarını nasıl yaşadıkları devleti ilgilendirmez. Devletin görevi vatandaşlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın inançlarını özgürce ve güven içinde yaşayacakları ortamı sağlamaktır. Bu anlamda, bu konuyla ilgili, Aleviliği ve Alevileri yok sayan, İslam’ı sadece kendi sığ düşüncelerine göre yorumlayıp öylece değerlendiren, Alevi vatandaşların verdiği vergilerle milyarlarca liralık bütçeyi harcayıp Alevi vatandaşlara yönelik hiçbir hizmeti olmayan Diyanet İşleri Başkanlığından görüş istenmesi gibi bir aymazlık asla kabul edilemez. Bir inançla ilgili bir görüş sorulacaksa o konuda tek söz sahibi olan o inancın mensuplarıdır. Kaldı ki bu, Alevi vatandaşlarımızdan çok yoğun bir şekilde gönderilen bir talep olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemiz nüfusunun yüzde 25’ini oluşturan Alevi nüfusu dikkate alındığında bu talebin gerçekleşmesinde geç kalındığı çok açıktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ORHAN SARIBAL (Devamla) – Sayın Başkanım, müsaadenizle bir dakika talebim olacak sizlerden, hoşgörünüze sığınarak.

BAŞKAN – Ne yapalım? (CHP sıralarından “Verelim, verelim.” sesleri)

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Tabii, mutlaka, mutlaka.

BAŞKAN – Peki, bir dakika ek süre verelim size.

Buyurun, tamamlayın lütfen.

ORHAN SARIBAL (Devamla) – Örneğin, bağımsızlığını ilan ettikten sonra yapılan referandumla Rusya’ya katılan Kırım Cumhuriyeti’nde Ekim 2014 itibarıyla Müslüman nüfus oranı yüzde 13 olmasına rağmen Kurban Bayramı’nın 1’inci günü ve Ramazan Bayramı’nın 1’inci günü, Ortodoks Paskalya Bayramı ve teslis günleriyle birlikte dinî bayram tatil olarak kabul edilmiştir. Ülkemizdeki 25 bin Musevi ve 320 bin Hristiyan vatandaşımızın dinî günleri de izinli sayılması çok doğru ve yerinde bir uygulamadır.

Alevi vatandaşlarımızın da inançlarını özgürce yaşamaları için aşurelerini pişirip kurbanlarını kestikleri muharrem ayının 13’üncü gününün de aynı şekilde resmî tatil olarak kabul edilmesi insan haklarına saygının bir gereğidir. Esasında bugün, Alevi vatandaşlarımızın inançlarıyla ilgili yaşadıkları sorunlar onların sorunu olmaktan daha ziyade gerçekten iman eden, inancını hiçbir şeye alet etmeyen, hakiki dindar Sünni vatandaşlarımızın sorunudur. Bu teklifle ülkemiz nüfusunun yüzde 25’ini oluşturan Alevi vatandaşlarımızın demokratik, laik…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ORHAN SARIBAL (Devamla) - …ve sosyal hukuk devletinin gereği olarak inançlarını daha rahat yaşamaları amaçlanmaktadır.

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Bir milletvekili adına ise Sivas Milletvekili Sayın Ali Akyıldız konuşacak.

Buyurun Sayın Akyıldız. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ AKYILDIZ (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, basınımızın ve Meclisimizin çok değerli emekçileri, ekranları başında bizleri izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; hepinizi en içten sevgi, saygı ve muhabbetlerimle selamlıyorum.

Ben de konuşmama geçmeden önce, Sayın Genel Başkan Yardımcımız Bülent Tezcan’a yapılan hain ve çirkin saldırıyı kınıyorum. Bu saldırı, sadece Bülent Tezcan’ın şahsına ve Cumhuriyet Halk Partisine yapılmış bir saldırı değildir, bu, aynı zamanda halkın iradesinin temsil edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisine yapılmış bir saldırıdır.

Ayrıca, dün Cumhuriyet gazetesine yapılan baskın sonrası gazete yöneticilerinin ve yazarlarının gözaltına alınmaları ülkemizde basın özgürlüğüne karşı işlenmiş bir cinayettir diye düşünüyorum. Kaldı ki Cumhuriyet gazetesi, 7 Mayıs 1924 tarihinden bugüne kadar cumhuriyetin, Atatürk devrim ve ilkelerinin açtığı aydınlanma yolunda aklın bağnazlıktan, bilimin dinden bağımsızlaşması, laiklik ilkesinin toplumca benimsenmesi için çaba gösteren bir gazetedir. Cumhuriyet gazetesi, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin vazgeçilmezliği ve insan haklarının korunması için gazetecilik çizgisinin dışında hiçbir şekilde başka çizgiye sapmamıştır, demokrasinin savunuculuğunu yapmıştır. Bu nedenle Cumhuriyet gazetesine yapılan saldırıyı, baskıyı tekrar kınıyorum.

Değerli milletvekilleri, 10 Muharrem Kerbelâ matem gününde burada yapmış olduğum konuşmada bir şey söylemiştim “Kerbelâ bir semboldür, dünyanın neresinde insanlık zulüm görüyorsa orası Kerbelâ’dır.” demiştim. Ama gelin görün ki bu Kerbelâlardan ders almadığımız için günümüzde de Kerbelâlar devam etmektedir. Bugün de gerek ülkemizde gerekse etrafımızda birçok Kerbelâ yaşanmaktadır.

Hazreti Muhammed “Âlimlerin ölümü âlemlerin ölümüdür.” diye buyurmuştur. Büyük Moğol Hükümdarı ehlibeyt dostu Muhammed Olcaytu, Barak Baba’nın şehadeti üzerine hüngür hüngür ağlamaya başlar. Sorarlar “Ey hükümdar, sen ki o kadar savaş görmüş ve birçok yiğidini kaybetmiş bir kahraman olarak neden bu kadar feryat edersin?” Cevap verir: “Ben Barak Baba’ya değil, ki o zaten aradığını buldu, ben yaşadığım dünya onun gibi bir veliden mahrum kaldığı için feryat ediyorum.” der.

Evet, işte biz Aleviler de yaşadığımız dünya İmam Hüseyin gibi bir ışıktan mahrum kaldığı için gözyaşı döküyoruz. Işığın söndürülüp karanlıkların hâkim olmasına ağlıyoruz. O ışıkların gelmeyeceğine ağlıyoruz. Kaybolanlar insani değerlerdir, onlar zaten bilerek ve isteyerek o şehadeti kabul etmişlerdir, kaybeden insanlıktır. Biz işte o kaybolan insanlığa ağlıyoruz. Oysa onlar için ölüm nedir ki? Bütün şehitlerin yüzsuyu hürmetine, döktüğümüz gözyaşlarımızın yüzsuyu hürmetine bağışlanma diliyoruz. Gözyaşı rahmettir, gözyaşı teslimiyettir. Allah rızasına dökülen gözyaşı da rahmet olarak o kişiye döner.

Babası İmam Hüseyin’in şehadeti üzerine, Hazreti İmam Zeynelabidin, ehlibeyt sevgisini sadece gözyaşlarıyla ayakta tutabilmiştir çünkü sürekli evin etrafı sarılı ve konuşması yasak. Onu ziyaret edenler, İmam Zeynelabidin’e sadece gözyaşlarıyla mukabelede bulunabiliyorlardı. Rivayet edilir ki yolunu şaşıran birisi Hazreti İmam Zeynelabidin’e yanaşır ve yol sorar: “Ey can, ben yabancıyım, kimsesizim, bana yardım eyle, bana yol göster.” İmam Zeynelabidin, söylenenleri duymaz, pürdikkat, kesilmekte olan bir koçu izlemektedir ve dikkatlice yüzüne bakılınca yardım etmesini istediği kişinin ağlamakta olduğunu görür, dayanamaz sorar: “Niçin ağlarsın?” Cevap şamar gibidir: “Ey yabancı, şu kesilen koçu görüyor musun? Ona önce su verdiler, sonra da boğazladılar. Benim babama suyu bile vermeden boğazladılar.” “Baban kimdir?” “Âlemlerin rahmeti Hazreti Muhammed Mustafa’nın torunu İmam Hüseyin’dir.” der. Şimdi gözyaşlarını döken iki kişi olmuştur ve o yabancı bir kez olsun İmam Zeynelabidin’den ayrılmayarak tüm yaşamını ona bağışlamıştır.

Değerli milletvekilleri…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ AKYILDIZ (Devamla) – Başkanım, tamamlıyorum, tutanaklara geçsin.

BAŞKAN – 37’nci maddenin görüşüldüğü bu bölümde ilk konuşmacı Sayın Sarıbal’a bir dakika süre vermiştim. Eşitlik yapalım. Bu ekleme bir dakikalık süreler burada kalsın, noktalansın.

Buyurun.

Bir dakika süre size de veriyorum.

ALİ AKYILDIZ (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Ve İmam Zeynelabidin “Zulüm nefsimdendir, ilahî rahmetini benden esirgeme, bana yardım eyle, lütuflarını ihsan eyle.” diye gözyaşlarıyla dua edermiş. Gözyaşı dökmesini bilmeyenin içinde sevgi ve bağlılık olmaz. Riyasız sevmenin kanıtıdır gözyaşı.

Konfüçyüs der ki: “Elmas nasıl yontulmadan kusursuz olmazsa kişi de acı çekmeden olgunlaşamaz.” Evet, o acı da İmam Hüseyin’in acısı olursa, o acı da ehlibeytin acısı olursa, o acıyı sadece Aleviler değil cümle âlem ağlar, cümle âlem çeker. Yüreğinde vicdan olan her insan ağlar, tıpkı bizlerin ağladığı gibi.

Sevgili milletvekilleri, muharrem ayının 13’üncü gününün tatil edilmesiyle ilgili çok değerli milletvekili arkadaşımın vermiş olduğu kanun teklifi bu anlamda bizler için çok çok önemli. 13’üncü gün yaklaşık… Bu ülkede yaşayan 20 milyonun üzerinde Alevilerin kurbanlarını kesmeleri, ibadetlerini yapmaları ve aşurelerini pişirmeleri adına bu kanun teklifini önemsiyorum ve “evet” oyu vereceğinizi düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum ve grup başkan vekillerini görüşmeye davet ediyorum.

Kapanma Saati: 16.16

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.33

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 14’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel'in, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından gerçekleştirilen uygulamalar sebebiyle yaşandığı ileri sürülen hak ihlallerini önleyemediği iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin (11/13) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin görüşmelerine başlıyoruz.

VII.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, 15 Temmuz darbe girişimin ardından gerçekleştirilen uygulamalar sebebiyle yaşandığı ileri sürülen hak ihlallerini önleyemediği iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/13)

BAŞKAN – Hükûmet? Yerinde.

Önerge daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve Genel Kurulun 25/10/2016 tarihli 11’inci Birleşiminde okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 99’uncu maddesine göre bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasi parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri önerge sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi olarak İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir konuşacak, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş konuşacak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili İsmail Faruk Aksu konuşacak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek konuşacak ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü, Hükûmet adına da Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ konuşacaklardır.

Buyurun Sayın Gök, sizi dinliyorum.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

21.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, “Kâğıtsız Parlamento Projesi” kapsamında yasama evraklarının elektronik ortamda dağıtılması nedeniyle yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, Meclis Başkanlığının bir uygulaması konusunda sıkıntılar yaşanıyor. Bunu kayda geçirmek ve dikkatinize sunmak istiyorum.

“Kâğıtsız Parlamento Projesi” kapsamında yasama evraklarının elektronik ortamda dağıtılmasına ilişkin Meclis Başkanlığının bir yazısı Meclis Grubumuza da ulaştı. Biz, Meclis Grubumuz olarak, bu konudaki çekincelerimizi bir cevabi yazıyla Meclis Başkanlığına bildirdik. Şöyle ki: Bu “Kâğıtsız Parlamento Projesi” kapsamında, İç Tüzük’ümüzde belirtilen hükümlerin aksine bir tavır sergilenmektedir. İç Tüzük’ümüzün 42’nci ve 51’inci maddelerinde şöyle tarif edilir: 42’nci maddede “Komisyon raporları bastırılıp milletvekillerine dağıtılır…” der, 51 de “Gelen kâğıtlar Meclisin toplantı günleri dağıtılır ve tutanağa eklenir.” hükmünü amirdir. Şimdi, bugün görüşeceğimiz gensoruyla ilgili olarak 22 Ekimde sıra kaydı yapılıyor, ancak milletvekillerimize 24 Ekimde elektronik ortamda gönderiliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın lütfen, bir dakika daha veriyorum Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sıra sayısının alınması ile dağıtımının aynı gün olması gerekirken, sıra sayısının alınması 22 Ekim, milletvekillerine elektronik ortamda gönderilmesi 24 Ekim. Ayrıca, kimi milletvekillerinin elektronik posta adreslerinin dolu olmasından dolayı da ulaşılamıyor, yani o posta da ulaşmamış oluyor. Böyle ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıya bulunuyoruz. İç Tüzük’ümüzün özellikle 42’nci maddesi raporların bastırılıp milletvekillerine dağıtılmasına ilişkindir. Tekrar bu uygulamaya dönülmesi ileride doğabilecek pek çok aksaklığı önlemek açısından yararlıdır.

Elbette teknolojiden faydalanalım ama böyle mahzurların da olduğu hemen yakın zamanda görüldü. Bunu lütfen Meclis Başkanlığı olarak bir karara bağlayıp eski uygulamanın devamının sağlanması yolundaki talebimizi iletiyoruz sizlere.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN –Teşekkür ederim, sağ olun.

VII.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, 15 Temmuz darbe girişimin ardından gerçekleştirilen uygulamalar sebebiyle yaşandığı ileri sürülen hak ihlallerini önleyemediği iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/13) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, görüşmelere başlıyoruz.

Önerge sahibi olarak İstanbul Milletvekili Sayın Filiz Kerestecioğlu Demir konuşacaklar.

Süreniz on dakika.

Buyurun Sayın Kerestecioğlu Demir. (HDP sıralarından alkışlar)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, sevgili halkımız; ülkede mevcut yasalar ve Anayasa’nın hiçe sayılması, hukuksuzluklar, haksızlıklar, adaletin yokluğu, işkence ve kötü muamele başta olmak üzere evrensel hakların ihlal edilmesinden ötürü Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasını talep etmiş bulunuyoruz ve bunun görüşmesi için söz almış bulunuyorum.

Önergemizde ifade ettiğimiz gibi, OHAL ilanı öncesi başlanan ve OHAL’le hız kazanan Hükûmet uygulamaları AKP Hükûmetine muhalif olan tüm kesimleri hedef alan bir istibdat ve darbe rejimine dönmüştür. Burada birçok kez ifade ettiğimiz gibi aslında 15 Temmuz darbe girişiminde darbe gerçekleşseydi neler yapılacaktıysa aynısı 15 Temmuz sonrasında Hükûmet tarafından yapılmakta, icra edilmektedir. OHAL ilanına yetki veren OHAL Yasası hatta Anayasa ihlal edilmektedir. Açıktır ki mevcut hukuksuzluklar 1982 darbe Anayasası’nın bile gerisine düşürmüştür ülkeyi.

OHAL kararnamelerinin hiçbiri esasen OHAL kararnamesi dahi değildir. Kararname hükümleri olağanüstü hâl süresi dışına taşmaktadır, sürekli yetkisini aşan, temel kanunları değiştiren hükümler yayınlanmaktadır. İşkence geri gelmiştir, çok açık bir şekilde herkes için işkence geri gelmiştir. Bunu yapmaya hakkınız yoktur. İşkence sonucu ameliyat geçirdikleri dahi mağdurların kayıtlı iddiaları arasında yer almıştır. İnsan hakları ihlali olan bu işkence ve kötü muamele iddialarıyla ilgili bağımsız heyetlerin gözlem yapması söz konusu olamamış ve Adalet Bakanı ise bu konuyla ilgili kamuoyunu tatmin edici hiçbir açıklama yapmamıştır.

Son üç ay içerisinde aralarında Anayasa Mahkemesi, HSYK, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin de olduğu 3.456 hâkim ve savcı görevden uzaklaştırılmış, 632 yargı mensubu da tutuklanmıştır. Ayrıca, paralel yapıyla ilgisi bulunmayan binlerce kamu görevlisi de görevlerinden uzaklaştırılmıştır. Sayı, son üç buçuk ayda, yaklaşık 120 bine ulaşmaktadır. Son KHK’yla 10 bini aşkın kamu görevlisi ihraç edilmiştir.

Tüm bu uzaklaştırma süreçlerinde kamu görevlilerinin savunmaları alınmamış, evrensel bir hak olan savunma hakkı ihlal edilmiştir. Modern suç tanımı ve ceza hukuku devreye girdiğinden beri vazgeçilmez ilke olarak yer alan “suçların şahsiliği” ilkesi de bu süreçte ihlal edilmiştir. Ama “suçların şahsiliği” ilkesi bazı kişiler için gündeme getirilmiştir, Türkiye’de ihlal edilse de. Amerika’da Suudi Arabistan Kralıyla ilgili 11 Eylül soruşturması, 11 Eylül saldırılarıyla ilgili soruşturma açılacağı ifade edildiğinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “suçların şahsiliği” ilkesinden söz etmiştir. Suudi Arabistan Kralı kadar bu ülke vatandaşlarının itibarı ve hak korumacılığı gerçekten söz konusu olamamaktadır.

Bugün, Cumhuriyet gazetesinde yıllardır emek veren, gazetecilikten başka hiçbir şey yapmayan 75 yaşındaki Aydın Engin aynı şekilde “suçların şahsiliği” ya da “işkence yasağı” söz konusu olarak serbest kalamamaktadır. Hasta olan Aydın Engin bugün gözaltında bulunmaktadır ve Adalet Bakanından, adalet sağlaması gereken Bakandan bununla ilgili tek cümle dahi duyamıyoruz. Duyduğumuz cümleler ne oluyor? “Mahkemeler bağımsızdır, bağımsız yargıya müdahale edilemez.” Bu gerçekten trajikomik bir durumdur arkadaşlar. Mahkemeler bağımsız falan değildir, adil yargılanma söz konusu değildir. Ancak kendi istediğiniz insanlar için bunu gerçekleştiriyorsunuz ama aynı şekilde bir gün sizlerin başına bu geldiğinde yine bunun savunusunu yapanlar bizler olacağız emin olun ki.

Sıralanan tüm hukuksuzlukların ilk elden sorumlusu olan Adalet Bakanı, bu hukuksuzlukları giderme görevini yerine getirmediği gibi Türkiye’yle ilgili fiilî rejimler yaratmak ve anayasasızlık dayatmakla da meşgul olmuştur. Bizatihi kendi ağzından yaptığı açıklamada “Fiilî Başkanlık durumu yok mu? İstediğiniz kadar “yok” deyin, var.” ifadelerini kullanarak aleni şekilde anayasal suç işlemiştir, Anayasa’yı ihlal etmiştir.

Evet, bu hukuksuzlukların yanı sıra, bir başka hukuk daha uygulanmaktadır; rehin hukuku, gasp hukuku. Can, mal güvenliği, seyahat özgürlüğü, masumiyet karinesi gibi evrensel haklar da yok sayılmaktadır ve hiç alakası olmadığı hâlde, yine suçların şahsiliği ilkesi hiçe sayılarak suçlu ya da zanlı olarak şüpheli görünen insanların, aranan insanların yakınları gözaltına alınmakta; kayınvalidesi, yaşlı bir insan gözaltına alınmakta, eşi bir insan gözaltına alınmakta ve ailelere baskı uygulanmaktadır.

Aynı şekilde, partimiz üzerindeki baskılar da darbe girişimi öncesinde olduğu gibi devam etmektedir. Hepsinin sıralanmasının mümkün olmadığı bu baskılar ve hukuksuzluklara bir örnek vermek gerekirse milletvekillerimiz hâlen cezaevlerine ziyaret gerçekleştirememektedirler. Bizler cezaevlerindeki insanların da vekilleriyiz, her yerde hak ihlallerini tespit etmek zorundayız. Cezaevlerine ziyarete gidemeyen milletvekilliği söz konusu olamaz. Ben otuz yıl avukatlık yaptığım sürede cezaevlerine gidebilirken bugün milletvekili olarak cezaevlerine gidemiyorum ve bunun sorumlusu Adalet Bakanıdır.

Buna ilişkin açtığımız davaya verilen cevap nedir biliyor musunuz arkadaşlar? “Oralar yüksek güvenlikli cezaevleri. Sizin güvenliğiniz için izin vermiyoruz.” Demek ki, sizler cezaevlerinde güvenliği dahi sağlayamıyorsunuz. “Sizin güvenliğiniz için.” ne demek? “Milletvekillerinin ziyaret esnasında diğer hükümlü ve tutuklularla karşılaşma riski bulunmaktadır.” Bu insanlar vebalı mıdır? Biz, başka tutuklu ve hükümlülerle karşılaştığımız zaman ne gibi bir risk oluşturmaktadır bu? Biz, orada cezaevlerini ziyaret edip insanların yaşadığı hak ihlallerini tespit etmek zorundayız ve buna Adalet Bakanlığı izin vermek zorundadır. Hatta bu izin prosedürünün dahi tamamen ortadan kaldırılması gerekir. Milletvekili halkın temsilcisidir, kimseden izin almak zorunda değildir, ancak kendisini seçen insanlardan izin alabilir.

676 sayılı son Kanun Hükmünde Kararname’ye bakmak istiyorum biraz da. Örgüt faaliyeti kapsamında yürütülecek kovuşturmalara 3 avukat sınırlandırması getirilmiştir. Avukatları sınırlandırmak, avukatların savunma hakkını kısıtlamak kimin haddine düşen bir şeydir. Böyle bir uygulama söz konusu olamaz. İster 10 avukat savunur, ister 20 avukat savunur. Avukatların duruşmalarda bulunma hakkının ellerinden alınması aynı zamanda müvekkillerin hak ihlalidir, onların hakkını savunamamaktır.

Terör ve anayasal düzene karşı suçlar kapsamında hakkında kovuşturma ya da soruşturma bulunan avukata aynı şekilde sanık veya şüphelinin avukatlığından yasaklanma getirilmektedir. Arkadaşlar, neredeyse bütün sol, sosyalist, muhalif avukatların hepsi soruşturmaya tabidir. Soruşturmaya tabi olan hiçbir avukat bugün avukatlık yapamayacak demektir bu.

Mahkeme, hazır bulundukları hâlde tanık veya bilirkişiyi, eğer duruşmayı uzatma niyeti tespit ederse, dinlememeye karar verebilecektir. Böyle bir hüküm söz konusu olamaz, ceza yargılamasını hiçe saymaktır bu.

Duruşmayı mazeretsiz terk eden müdafinin yokluğunda karar verilebilecektir. Bunlar hakikaten yargıyı, o dediğiniz -tırnak içerisinde- yargı bağımsızlığını tamamen hiçe sayan ve bağımsız yargının olmadığını ortaya koyan şeylerdir. Köy koruculuğunun adı “gönüllü güvenlik korucusu” olarak değiştirilmektedir bu kanun hükmünde kararnameyle ve kent merkezlerine de taşınarak silahlanmanın önünü açmaktadır. Adaleti böyle mi sağlayacaksınız Sayın Adalet Bakanı? Artık, şehirlere, köylere inen silahlı insanlarla mı sağlayacaksınız adaleti, adliyelerde değil de?

Bugün Meclis başkan vekilliği yapan sayın meslektaşımın da çok iyi tanıdığı ve adlarını vermek istediğim Cumhuriyet gazetesinin avukatları, yıllardır avukatlıktan başka hiçbir şey yapmayan Bülent Utku ve Mustafa Kemal Güngör gözaltındadır. Aynı şekilde, onların da derhâl serbest bırakılmasını talep ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Sayın Meral Danış Beştaş konuşacak. (HDP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Danış Beştaş.

HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, grubumuz adına verdiğimiz Sayın Adalet Bakanıyla ilgili gensoru üzerinde görüşlerimizi ifade edeceğiz.

Gensoruyla ilgili görüşlerimize geçmeden önce, bugün Sayın Başbakan grup toplantısında gensorularımıza ilişkin bir beyanda bulundu, öncelikle onu sizinle paylaşmak istiyorum. Sayın Başbakan aynen şöyle söylüyor: “Bu tip ciddi konular artık bir denetim aracı olarak kullanılmamalı, engelleme aracı olarak kullanılmamalı, gensoru ciddi bir iştir. Eskiden ‘gensoru’ dendiği zaman millet nefesini tutar, sonucunu beklerdi; şimdi, yalama ettiler, gensoruyu da yalama ettiler. Şimdi, ne geliyor ne gidiyor kimsenin taktığı yok. Ya, beş ay geçmiş, başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiş. Neyin gensorusu? 15 Temmuz gensorusu mu? Onun cevabını millet verdi. Allah bizden yana, düşman da olmasın.”

Şimdi, neresinden tutayım bilmiyorum gerçekten.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hiçbir yerinden tutmayın bence.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Yani, yirmi dakikayı sadece bunun üzerine anlatabilirim.

Bir kere, Sayın Başbakanı biz öncelikle ciddiyete davet ediyoruz. Böyle soğuk esprilerle -halk arasında derler ya “Üşüdüm!”- kimsenin güleceği falan yok, biz gayet ciddi bir iş yapıyoruz. Gensoru muhalefetin Hükûmeti denetim araçlarından biridir ve çok ciddi bir iştir tabii ki. Biz bu ciddiyetin farkındayız ama Hükûmet ve Sayın Başbakan bence, bizce bu kadar ciddi olduğunun henüz farkında değil.

Bir de “Yani millet nefesini tutar, sonucunu bekler.” falan. Ya, siz itibar mı bıraktınız Mecliste, kanunlarda; kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi yönetiyorsunuz. Sarayın talimatlarıyla herkes hazır ola geçiyor. Adalet Bakanı sarayı koruyan bir zırha bürünmüş durumda. Ne demek “Bu ciddi bir iştir.” Tabii ki ciddi bir iş yapıyoruz. Şu anda Türkiye’de hukuk yok, Anayasa yok, hukuk devleti ilkeleri ayaklar altına alınmış, işkence almış başını gidiyor ve Sayın Başbakan bize diyor ki: “Gensoru ciddi bir iştir.” E, tabii, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bir kişinin iki dudağı arasında Başbakan görevden alınınca gensoruya da böyle laflar ediliyor.

Bir de yine bir mağduriyet edebiyatı: “Bizim başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi.” Ya, mağdur falan değilsiniz, kimse size inanmıyor, bu lafları geçin. Siz “Mağduruz.” diye diye 78 milyonun burnundan fitil fitil getirmeye devam ediyorsunuz. “AKP’liyim.” demeyen, AKP’li olmayan herkes bu ülkede tutuklanmak, işkence görmek, cezaevine girmek, işten atılmak, ihraç edilmek tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu nedenle…

Bir de Başbakanın en vahim tespitlerinden biri: “Allah bizden yana, düşman bizden yana olmasın.” Bizi düşman ilan etmiş zaten, farkındayız. Halkların Demokratik Partisine, millete, halkımıza, bize oy verenlere düşman yaklaşımı gösterdiğinizi biliyoruz; her gün görüyoruz bunu. Tutuklamalarınızla, müdahalelerinizle, şehirleri yakıp yıkmakla zaten düşman, ceza hukukunu aşan bir uygulama içindesiniz ama Allah sizden yana mı, onu göreceğiz gerçekten; bence, bizce o da sizden yana değil, o da bunun hesabını öbür dünyada sizin burnunuzdan fitil fitil getirecek çünkü mazlumun yanında olan biziz ve siz her gün mazlumun ahını alıyorsunuz.

Sayın milletvekilleri, gerçekten çok büyük bir sınavdan geçiyoruz. Üstelik, bu sınavda hukukun üstünlüğü yerle bir, evrensel hiçbir hak uygulanmıyor, talancı bir zihniyet hücrelerimize kadar işletiliyor ve bizler bu kör çemberden onurumuzla çıkmaya çalışıyoruz ama çıkacağız, buna da inanıyoruz. Fakat, bu sınır tanımazlığın başaktörleri hukuk önünde nasıl hesap verecekler çok merak ediyorum.

Evet, Sayın Adalet Bakanı, hukuk önünde nasıl hesap vereceksiniz acaba? Sivil ölümlerin, haksız yargılamaların, gözaltı ve tutuklamaların, işkence ve kötü muamelenin, halk iradesini hiçe saymanın; Anayasa’yı, uluslararası sözleşmeleri, hakeza Meclis iradesini yok sayıp KHK’larla ülke yönetimini gasbetmiş olmanın vebali çok ağır olacak, bunu bilesiniz. Hukuk herkese lazım, bunu da bilesiniz. Yarın öbür gün siz de hukuk karşısında bu hesabı verdiğinizde hep birlikte göreceğiz.

Gerçekten bu hukuksuzluk ortamı 7 Haziran seçimlerinden önce başladı ve 15 Temmuzla tüm yurttaşlar için âdeta bir karabasana döndü. Hiçbirimiz, Türkiye'de hiç kimse kendini güvende hissetmiyor; hiç kimsenin hukuk güvenliği yok, hiç kimsenin iş güvencesi yok, hiç kimsenin işkence görmeme hakkı şu anda yok. 7 Haziran bir dönüm noktasıydı ve bu gitgide arttı.

Şimdi, sokağa çıkma yasaklarını çok anlattığımız için geçiyorum. Bir hukuksuzluk abidesi olarak hâlâ Şırnak’ta devam ettirilen sokağa çıkma yasaklarını, bir şehrin yerle bir edilmesini hukuk çerçevesinde hiçbir güç izah edemez; bu, zorbalıktır. Bu güce dayanarak bir şehri yerle bir edip çadırlarda yaşayan halkı bile oradan çıkarmanın ne siyaseten ne etik olarak ne de hukuk adına hiçbir izahı olamaz.

Yine, bu konuda daha önce de çok sefer söyledik, Anayasa Mahkemesine giden avukatlar tutuklandı bu ülkede, AİHM’e giden avukatlar tutuklandı; sırf sokağa çıkma yasaklarının hukuksuzluğunu teşhir ettikleri için, dava açtıkları için Ramazan Demir, Ayşe Acinikli aylarca tutuklu kaldı ve hâlâ davaları devam ediyor. Şimdi, burada biz hangi hukuktan söz edeceğiz?

Şimdi, KHK’yla ihraç edilen akademisyenlere bakalım, Cumhurbaşkanı talimat veriyor, Adalet Bakanı uygun görüyor ya tutuklanıyorlar ya işten atılıyorlar. Yani öğretmenlerin başına gelen de aynı şey, sağlık emekçilerinin başına gelen de aynı şey. AKP Hükûmeti sarayla birlikte, arkasındaki güçle birlikte gerçekten 15 Temmuzun üzerine binmiş, büyük bir felaket tellallığı adı altında, ki darbe teşebbüsüne ilişkin bu konuda bu Mecliste o kadar çok şey söyledik ki… Bunun yönteminin 15 Temmuzu bahane edip fırsata çevirip diğer herkese bir savaş açma aracı olmaması gerektiğini söylememize rağmen bugün âdeta bu gözümüze sokula sokula tekrar tekrar yapılıyor ve ülke alenen bir faşizme doğru sürükleniyor.

Peki, gerçekten, Sayın Adalet Bakanımızın geçmişteki uygulamaları ne? Kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum: Şu anda Amerika’dan Gülen’in iadesini isteyen, çuvallar dolusu delil toplayan, Fetullah Gülen örgütüyle mücadele eden başaktör Sayın Bekir Bozdağ, örneğin, 2012 yılında, Gülen’in Amerika’dan iadesini değil, kendi selamını Amerika’ya gönderen kişiydi üç yıl önce, çok eski değil ya da Meclis Genel Kurulunda cemaate “çete” diyen milletvekillerine “Fetullah Gülen bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir, seversiniz sevmezsiniz ama değerli bir insandır, bilge bir insandır. Bu ülkenin millî, manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmetini yapıyor. Her şeyi de açık; devletin denetimi, gözetimi altında açık; her şeyi göz önünde olan, hakkında savcılık kararı olmayan birine ‘çete’ derseniz ona haksızlık edersiniz.” yanıtını veriyordu daha dün. Gerçi Meclis Genel Kurulunda bu konudaki düşüncesinin değiştiğini söyledi ama düşünceler bu kadar çabuk değişir mi? Büyük bir soru işareti koyuyoruz ve günümüzü değerlendirmemiz gerekiyor. Ama o konuşmada bir iyi yön var, orada Sayın Adalet Bakanı en azından “masumiyet karinesi” ve “haksızlık” kavramlarını kullanıyor. Hukukçuların çok sık kullandığı bir kavramdır masumiyet karinesi, hakkında kesinleşmiş bir ceza olmadan hiç kimsenin suçlu addedilemeyeceği gerçeği. Ama şu anda Türkiye’de yüz binlerce insan suçlu addedilmiş, âdeta kesin hüküm verilmiş gibi çarşaf çarşaf yandaş medyada teşhir edilmektedir. Biz, Adalet Bakanının eski düşüncelerini, en azından masumiyet karinesini ve haksızlık gibi kavramları daha sık kullanmasını tercih ederiz.

Yine, burada, 15 Temmuz darbe girişimi altın fırsatıyla binlerce muhalif cezaevine gönderiliyor ve diyorlar ki: “Biz olağanüstü hâli devlete ilan ettik.” Ya böyle bir şey olamaz. Bu ülkede şu anda iki pompalama olayı var: Bir, korku pompalanıyor gece gündüz, yirmi dört saat. Televizyon karşısında olan herkesin korku hissetmesi için, kendini güvende hissetmemesi için, her an alınabilirim demesi için müthiş bir korku pompalaması var. İkincisi de, büyük yalan pompalaması. Öyle büyük yalanlar atılıyor ki yani bu yalanlar… Hani bir laf var “Bir yalanı birkaç kere söylersen doğru olduğuna sen de inanırsın.” gibi. Kimse inanmıyor. Bu şu anki olağanüstü hâl devlete falan ilan edilmiş değil. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlarının tutuklanmasının devletin temizlenmesiyle ne alakası var? Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan daha başbakanken “Her gün Diyarbakır’ı istiyordum.” diyor. Bugün eline fırsat geçti Diyarbakır’ı almak için hemen talimat verdi ve gözaltına aldırdı.

Yine, diğer muhaliflere yönelik tutuklamalar, gözaltılar… Cumhuriyet gazetesi daha dün, Aydın Engin, Kadri Gürsel, Musa Çam, karikatürist. El insaf ya! Bunlar ne yazıyordu?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Musa Kart…

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Musa Bey burada.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Musa Kart… Aman aman Musa Çam tutuklanmasın.

Azadiya Welat gazetesi, günlük tek Kürtçe gazete; DİHA; JINHA, tek kadın ajansı ve 22 radyo televizyon, hepsini kapattılar. Neden? Yargı kararı adı altında. Fakat bunlar yargı kararı falan değil. Hiç kimse bunların yargı kararı olduğuna bizi inandırmaya kalkmasın çünkü biz yargının içinden geliyoruz. Birkaç örnekle niye yargı kararı değildir, onları da söyleyeyim.

Sayın Adalet Bakanı Amerika’dan yeni döndü ve şunu söylüyor, diyor ki: “Biz Fetullah Gülen’in tutuklanmasını, iadesini gerektirir kadar –tam aklımda olmamış olabilir- dosya sunduk, çuvallarla, yüzlerle.” Ya, orası burası gibi değil. Yüzlerce klasör götürseniz ne yazar? Ve daha yoldayken, uçağa binmeden diyor ki: “Rıza Sarraf’ın tutuklanması siyasidir.” Asıl amacını öğreniyoruz böylece giderken.

Sayın Adalet Bakanına soruyorum: Gerçekten Amerika’ya Rıza Sarraf’ı almaya mı gittiniz, Fetullah Gülen’i mi almaya gittiniz? Yani bunu kamuoyu öğrenmek istiyor. Aynı anda bir de idam tartışması getirdiniz. Bizim kafamız karışık. Rıza Sarraf siyasi bir tutuklu, Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata, Fırat Anlı, Necmiye Alpay, Zana Kaya, İnan Kızılkaya siyasi tutuklu değil, öyle mi? Buna inanmamızı bekliyorsunuz.

Bu aradaki idam tartışmasına da dikkatinizi çekmek isterim. Bu ülkede Başbakanını idam eden bir ülkeyiz. Geçmişimizde övünülecek bir yön yok bu konuda, idam kararlarının uygulanması ve yürürlükte olduğu döneme ilişkin. Şimdi idam tartışmasını getirmek, Fetullah Gülen’in iadesini önlemeye dönük bir hamledir. Eğer bu hamle önlemeye dönük değilse önümüzdeki günlerde hepimiz yüzleşeceğiz. Herkes biliyor ki, birazcık uluslararası hukuk bilen, birazcık aradaki sözleşmeleri bilen herkes idam olan bir ülkeye suçlunun iade edilmeyeceğini bilir. Vallaha, merak ediyoruz, acaba alttan alta, bir yandan FETÖ terör örgütü naraları atılırken Amerika’da Rıza Sarraf kurtarılmaya çalışılıyor, Fetullah Gülen’le de bir anlaşma yapılıyor… Buna cevap istiyoruz. Bu konuda merak ediyoruz gerçekten çünkü şu anda ülke öyle bir hâldeki kan gövdeyi götürüyor, cezaevleri bir işkencehane ve bunların hiçbir sorusuna yanıt alamıyoruz.

Ve Sayın Adalet Bakanı bu konuda bir beyanda bulunmuştu Amerika’da yine yanılmıyorsam: “Tek bir tutuklu gazeteci yok.” Vallahi bilmiyoruz, İnan Kızılkaya’nın silah fabrikası mı var, merak ediyoruz, Gündem gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni. Necmiye Alpay, dil bilimci, bildiğim kadarıyla, onlarca kitabı olan bir gazeteci, sadece Genel Yayın Yönetmeni, danışma kurulunda. Aslı Erdoğan hangi silahları taşıdı, hangi bombaları attı, bilmiyoruz. “Gazeteci yok.” derken neyi kastediyorsunuz, bu konuda da açıklama istiyoruz.

Yine, Sayın Adalet Bakanı bir konuşmasında “Türkiye’de işkence yoktur.” demiş, 12 tane “tweet” atmış. Demin bir daha baktım, uzun uzun, bu “tweet”lerde “Kim iddia ediyorsa gelsin; ismini, kimliğini, cismini versin. Biz gerekeni yaparız.” diyor. Peki, ben söylüyorum: Human Rights Watch’un raporu var, 12 isim var -atıfta bulunuyorum, zamanım yok- lütfen, o isimlere bakın, işkence var mı, yok mu. Yine, Çağdaş Hukukçular Derneğinin, bu konuda, gördüğü, “Copla tecavüzden dolayı -bunu söylerken de özür diliyorum kamuoyundan, halkımızdan- ameliyat olan tutuklular var.” diyor. ÇHD’nin raporuna bakmanızı öneririm. Biraz önce aldım bu ismi: Sertaç Sapmaz, şu anda Bolu Cezaevinde -sadece örnek olsun diye veriyorum- yaralıyken Sincana götürülüyor. Ameliyat edilmesi gerekiyor. Şırnak’tan götürülmüş, çok ciddi işkence görmüş ve kendisinin beyanı da ailesi bugün yarın suç duyurusunda bulunacak. Somut bir isim olsun diye veriyorum.

Ayrıca, bu konuda, Eş Genel Başkanımız Sayın Demirtaş’ın bugün de yaptığı çağrıyı ben Meclis Genel Kurulundan bir daha ifade ediyorum: Gelin, cezaevine beraber gidelim, hangimizi istiyorsanız. Siz bir yıldır cezaevine girişimize izin vermiyorsunuz. Hukuksuz, keyfî, zorba yöntemlerle, milletvekillerinin gidip oradaki koşulları denetlemesine, görmesine izin vermiyorsunuz. Gelin, gidelim beraber, Eş Başkanımızın açık çağrısı var. İşkence yoksa o istifa edecek, varsa siz istifa edeceksiniz. Kamuoyuna açık söylüyoruz, işkence şu anda almış başını gidiyor ve bütün cezaevleri âdeta bir işkencehaneye dönüşmüş durumda.

Yine, diyorsunuz ki açıklamanızda: “Cezaevi komisyonumuz inceliyor, gidiyor, geliyor.” 15 Temmuzdan sonra, araştırdım cezaevi komisyonu üyelerimizden, sadece 1 defa Eskişehir Cezaevine gidilmiş, şikâyet gelen hiçbir cezaevine gidilmemiş. Her gün onlarca şikâyet var.

Mehmet Metiner -sözde, Cezaevi Alt Komisyonu Başkanı olacak- kamuoyunun gözünün içine baka baka “Ben de olsam tekme tokat atardım, hatta silahım olsa çeker vururdum.” diyor. Bu, cezaevi komisyonunda, gidip hak ihlallerini denetleyecek zat. Böyle bir şey olabilir mi!

Ve şu anda bizim hep eleştirdiğimiz izleme kurulları, cezaevi izleme kurulları lağvedildi 15 Temmuzdan sonra, tümüyle görevlerine son verildi. Yaptığımız sorgulamada, niye tekrar atamıyorsunuz... “Görevlendirdik.” dediler ama şu anda cezaevlerine gidip bir araştırma kesinlikle söz konusu değil.

Tabii, bu konuda söyleyecek yığınla mesele var gerçekten. Yani Adalet Bakanının şu anda görevde kalmasını gerektirir tek bir neden sayamam ama görevden alınması, gensorunun kabul edilmesi gerektiği noktasında milyonlarca gerekçe sıralayabilirim. Çünkü bu ülkede şu anda yargı bitmiş durumda, kuvvetler ayrılığı bitmiş durumda.

Üç gün önce Sayın Kışanak, Anlı ve Akat Ata’nın sorgusunda oradaydım. Adliye kapısından avukatlar içeri alınmıyordu ya, avukatlar içeri alınmadı. Biz vekiller olarak içeri girdik, başsavcının talimatıyla “Lütfen, rica ediyoruz, burada bulunamazsınız.” dediler. Biz orada sorun çıkarmamak adına dışarı çıktık, ailelerle birlikte oturduk ve avukatlar gece yarısına kadar kapıda bizimle beraber beklediler. Savcı beyle görüşmek istedik, savcı bey görüşemedi. Niye görüşmedi biliyor musunuz, kendini güvende hissetmiyor. Yan yana savcılar, birbirinden korkuyor. Yan yana odaları olan hâkimler birbirinden korkuyor. O hâkim diyor: “Ya, acaba benim hakkımda soruşturma açılırsa bu mu beni tutuklar, diğeri mi tutuklar?” Savcı diyor ki: “Acaba benim hakkımda soruşturmayı bu mu açar, o mu açar?” Rakamları paylaşmama gerek yok, binlerce hâkim, savcı şu anda görevden alınmış durumda ve 632 yargı mensubu da tutuklanmış, 3.456 hâkim ve savcı görevden alınmış ve hâkim, savcılar da kendilerini güvende hissetmiyor. Benim tanıdığım bir hâkim FETÖ soruşturmasında tutuklama veriyordu, savcı da, ikisi de bir ay sonra FETÖ soruşturmasından tutuklandılar. Ya, hiç kimse geleceğini göremiyor ki. Çünkü yargıya güvenmiyor, çünkü yargı da kendine güvenmiyor.

Şu anda yine hızla söylemek isterim: Yüz yüzelik ilkesi bitmiş durumda, yargılamaların yüzde 50’si SEGBİS sistemiyle yapılıyor. Tutuklular ailelerinden binlerce kilometre öteye cezaevlerine gönderiliyor. Şimdi, Gültan Kışanak’ın ne işi var Kandıra Cezaevinde, niye gönderiliyor? Diyarbakır’da yargılaması yapılan tutukluların hepsi niye Türkiye’nin Karadeniz’inde, Orta Anadolu’sunda, Ege’sinde, Marmara’sında tutuklu? Niye ailelere bu eziyet yapılıyor? İşte, bu Adalet Bakanının incilerinden biri yine.

Silahların eşitliği prensibi bitmiş. AİHM’in temel içtihatlarından biridir, savunma tümüyle yok ediliyor. Yani bu ülkede adalet yok, Adalet Bakanı yok, sarayın Adalet Bakanı var. Saray ne derse Adalet Bakanı onu söylüyor. Sarayın adaleti diyeceğim, sarayın adaleti de yok. Sarayın adaletsizliği almış başını gidiyor, 78 milyon yurttaşla birlikte bizi bir hukuksuzluğa mahkûm ediyor. Gelin, bu gidişata bir dur diyelim diyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Danış Beştaş.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, İç Tüzük 60’a göre yerimden bir söz talebim var.

BAŞKAN – Buyurun, bir dakika…

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

22.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine Etimesgut Kaymakamının kayyum olarak atanmasını kabul edilemez bulduğuna ve kınadığına ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, oturumun başında da belirttiğim saray-AKP rejiminin darbe süreci kesintisiz bir şekilde devam ediyor. Şu anda basına düşen haberlere göre Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine Etimesgut Kaymakamının kayyum olarak atandığı gibi bir çılgınlık içerisine girmişler. AKP Hükûmeti Diyarbakır’ın Kürt halkı açısından, Türkiye demokrasi mücadelesi açısından ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. Umarım sonuçlarını iyi hesaplamışlardır. “Halep’i Halepliler yönetsin, Musul’u Musullular yönetsin.” diyen bir rejim Diyarbakır’ı eğer Etimesgut’tan gönderdiği sarayın memurlarıyla yönetmeye kalkıyorsa sadece kendi siyasi akıbetini hızlandırma açısından bir çılgınlık yapmış diye değerlendiririz. Unutmasınlar ki Orta Doğu’da bu tarz diktatörlük hevesi olanların, bu tarz çılgınlığa girenlerin daha büyük sarayları vardı, daha büyük orduları vardı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - …daha biat etmiş yargıları vardı ama akıbetlerinin ne olduğunu gördük. Buradan, bu çılgınlığı kınadığımızı ve ateşe benzin döken bu yaklaşımı kabul edilemez bulduğumuzu ifade ediyorum.

V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Başkanlık Divanının 13/10/2014 tarihli kararıyla kabul edilen Evrak Yönetmeliği’nin 17’nci maddesine göre yasama evrakının dağıtım ve tesliminin elektronik ortamda da yapılabileceğine ilişkin açıklaması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biraz önce Sayın Gök, Meclise bir konuyla ilgili bilgi vermişti. Evrak dağıtımına ilişkin benim bir açıklama yapmam gerekiyor, onu okuyorum:

Başkanlık Divanının 13 Ekim 2014 tarihli kararı ile kabul edilen Evrak Yönetmeliği’nin 17’nci maddesinde, yasama evrakının dağıtım ve tesliminin elektronik ortamda da yapılabileceği belirtilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca 24’üncü Yasama Döneminde bu yönetmelik hükmünün uygulanması, gerekse kâğıt israfını azaltmak ve dağıtım hizmetini hızlandırmak amacıyla başlatılan Kâğıtsız Parlamento Projesi kapsamında, siyasi parti gruplarının da görüşleri alınarak yasama evrakının elektronik ortamda dağıtımı benimsenmiştir. Bu doğrultuda, Meclis Başkanlığının 21/10/2016 tarihli duyurusuyla da dağıtıma konu olan kanun tasarı ve teklifleri ile komisyon raporlarının yer aldığı sıra sayıları ile denetim önergelerinin, talep eden milletvekillerine basılı evrak olarak dağıtılması, basılı evrak istemeyen milletvekillerine ise bu belgelerin elektronik ortamda sunulması uygulamasına geçilmiştir. Diğer bir ifadeyle, talep eden milletvekillerine sıra sayıları basılı nüshası verilecek, basılı nüsha talep etmeyen milletvekillerine ise elektronik dağıtımla yetinilecektir. Başkanlık Divanı üyelerine ise komisyonlara ve siyasi parti grup başkanlıklarına da basılı yasama evrakının dağıtımı uygulamasına devam edilecektir. Ayrıca, bahsi geçen (11/12) ve (11/13) esas numaralı gensoru önergeleri eski usulle, basılı olarak dağıtılmış, ayrıca ilave olarak mail ortamında da gönderilmiştir.

Bilgilerinize sunuyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Özel, buyurun, bir dakika…

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

23.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, “Kâğıtsız Parlamento Projesi” uygulaması için Cumhuriyet Halk Partisinin olumsuz görüş bildirmiş olmasına rağmen Meclis Başkanlığına hatalı bilgilendirme yapıldığına ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Sayın Başkanım, tabii, elinizdeki bilgi notu bu hâliyle dinlendiğinde son derece makul. Ama, biz geçen hafta 28/10/2016 tarih ve 25 sayı numarasıyla Meclis Başkanlığına yaptığımız başvuruda da bu hatalı bilgilendirmeye, yöneticileri yanıltıcı bilgilendirmeye dikkat çektik.

Biraz önceki bilgi notunda okudunuz “Grupların görüşleri alınmıştır.” diye. Bu görüşler alındıktan sonra, Meclis Başkanlığından Meclis Genel Sekreterliğinin aldığı bir olur var. Olur yazısında da diyor ki: “Grupların uygun görüşleri ektedir.”

Biz 4 Temmuz 2013’te dönemin Grup Başkan Vekilimiz Mehmet Akif Hamzaçebi imzasıyla yolladığımız yazıyı Meclis Başkanlığına yolladık. Yazının tamamı İç Tüzük ihlali olacağı ve yaratacağı mahzurlara yöneliktir. Grubumuzun olumsuz görüş bildirdiği bir konuda Meclis Başkanına dönemin Meclis bürokrasisi olur yazısının ekinde “Grupların uygun görüş yazılarını takdirlerinize sunuyoruz.” demektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Müsaadenizle efendim…

BAŞKAN – Bir dakika daha veriyorum, lütfen tamamlayın.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Böyle olunca Meclis Başkanının kendisine sunulan olur yazısının içeriğine güvenerek eki okumamış olduğunu da düşünüyoruz. Eleştirilerle dolu yazımız “Grubun uygun görüşü” diye sunuluyor. Öyle olunca da bugünkü tablo ortaya çıktı.

Biz geçen hafta yazdık bunu. İtiraz ediyoruz. Mahzurlar ortada, aksaklıklar başladı. Elbette kâğıt israfını azaltalım ama Parlamentodaki kâğıt israfı düşünüldüğünde bu, devede kulak bile değil.

Şöyle yapabilirsiniz: Siz derseniz ki “İsteyene yollamayacağız. Bugün yollamayacağız, isteyen söylesin yollayacağız.” Bu açık bir İç Tüzük ihlali. İç Tüzük’te “basılır” yazıyor. Basılıp milletvekillerine yollanması lazım. Çok sayıda milletvekilimiz de e-posta’yı pazartesi aldı. “Cumartesi günü kapalı ofislere gensoruyu dağıttık.” izahı Meclisin aklıyla alay etmektir. Bunu size değil, size bu konuda bilgi notunu veren değerli arkadaşlara hitaben söylüyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bostancı, sizi dinliyoruz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Başkanım, Güneydoğu’da İnternet yok, Güneydoğu’da bulunan milletvekilleri orada görev nasıl yapacak?

BAŞKAN – Sayın Tanal, Sayın Bostancı’ya söz verdim, lütfen.

Buyurun Sayın Bostancı, bir dakika…

24.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Baluken’in kullanmış olduğu dili kınıyorum.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Niye kendi dilinizi kınamıyorsunuz? Yaptıklarınızı niye kınamıyorsunuz?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Eğer kasıt, yapılıp edilenlere ilişkin bir siyasal eleştiriyse en azından kavramları yerli yerinde kullanmak ve eleştirinin amacına matuf bir anlatım ve muhakemeyle her kime söylenmek istiyorsa onun da anlaşılmasına ve kavramasına imkân verecek bir nezaketle ifade etmek uygun olur diye düşünüyorum. “AKP ve saray rejimi”, “sarayın memurları” gibi keyfî, spekülatif, esasen bir rasyonel eleştiri mantığından uzak bir dili uygun bulmuyoruz. Türkiye’deki sistemin adı bellidir. Herkes Anayasa’da ve yasalarda bulunan hak ve yetkiler çerçevesinde davranmaktadır. Bunun dışında biz keyfî tanımlamalarla bu durumu değiştiremeyiz, buradan da bir eleştiri çıkaramayız.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – “Fiilen değişti.” diyen sizsiniz Naci Bey.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Bostancı beni nezaketsizlikle suçladı ve kınadı, açık bir sataşmada bulundu. Söz almak istiyorum sataşmadan.

BAŞKAN – Nezaketsizlikle suçladığını düşünmüyorum, Sayın Bostancı’ya soralım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Siyasi nezaketten uzak konuştuğumu ve kınadığını söyledi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ben nezakete uygun bulmadığımı söyledim, “nezaketsiz” demedim Sayın Başkan.

BAŞKAN – “Nezaketsiz” demedi, benim duymam da odur.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ayrıca, bize bir siyasal eleştiri iletecekse kavramları tahkir amacının ötesinde, yerli yerinde kullanmasının daha uygun olacağını ifade ettim Sayın Baluken’e.

BAŞKAN – Bir hakaret yok.

Size de bir dakika söz vereyim yerinizden.

Buyurun Sayın Baluken.

25.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Kullanmış olduğumuz terminolojinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz. O terminolojiyi yaratan biz değiliz, bizzat AKP iktidarının ve AKP Grubunun kendisidir. Bu ülkede rejimin değiştiğini söyleyen Adalet Bakanı burada oturuyor. Fiilî bir rejim değişikliği yaşandığını söyleyen sayısız yetkiliniz var. Dolayısıyla, siz aslında parlamenter demokrasiden vazgeçip fiilî bir durum yarattığınızı söylediğinizde biz de bunu sadece dile getirmiş oluyoruz. “Saray”, “AKP rejimi” derken rahatsız oluyorsanız öncelikle bu, yetkililerinizin yapmış olduğu açıklamalara karşı belli tavır sahibi olmanız gerekiyordu.

Diğer taraftan “siyasi nezaket” kısmına hiç girmeyeceğim. Şu anda bir düşman hukuku, bir darbe hukuku işlettiğiniz süre içerisinde, halkımızın iradesini, siyasi partimize ait bütün kazanımları bir darbe hukukuyla tamamen ortadan kaldırdığınız süre içerisinde nezaketten bahsetmeniz de yaşamış olduğunuz çelişkiyi ortaya koyar diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Gök, ben sizin itirazlarınıza karşı bir açıklama yapmıştım ama daha sonra Sayın Özel bazı farklı şeyler söyledi. Konu Başkanlıkça incelenecektir diyelim. Ben de kendisine ileteceğim ayrıca durumu.

LEVENT GÖK (Ankara) – Biz incelenmesini talep ediyoruz, evet.

VII.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, 15 Temmuz darbe girişimin ardından gerçekleştirilen uygulamalar sebebiyle yaşandığı ileri sürülen hak ihlallerini önleyemediği iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/13) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili İsmail Faruk Aksu’yu dinleyeceğiz.

Buyurun Sayın Aksu. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 15 Temmuz darbe girişiminin ardından gerçekleştirilen uygulamalar sebebiyle yaşandığı ileri sürülen hak ihlallerini önleyemediği iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önerge hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

15 Temmuz gecesi FETÖ’cü hainler Türk milletinin üzerine ateş açmışlar ve masum vatandaşlarımızı şehit etmişlerdir. Devamında, bölücü terör örgütü PKK asker, polis ve sivil vatandaşlarımıza pusu kurmakta ve katliamlar yapmaktadır. Dün Hakkâri Çukurca Hisar Dağı bölgesinde teröristlerle çıkan çatışmada 3 askerimiz şehit düşmüş, 1’i de yaralanmıştır. Geçtiğimiz hafta boyunca 10 vatan evladı şehit olmuştur. Tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar, milletimize baş sağlığı diliyorum.

Bilindiği gibi, 15 Temmuz hain darbe girişimi Türk milletinin engin feraseti, demokrasiye olan bağlılığı, azim ve kararlılığı sayesinde önlenmiş, demokrasi uçurumdan dönmüştür. Bu hain saldırı bütün siyaset kurumlarına, Türk milletinin ve devletinin birlik ve bekasına yapılmıştır. Bize göre, hiçbir bahane demokrasiden kopuşa, silahlı müdahale ve ara rejim özlemlerine dayanak teşkil edemez. Milliyetçi Hareket Partisi ve liderinin olası bir kalkışmanın kabul edilemeyeceğini, her türlü demokrasi dışı arayışa karşı olduğumuzu, darbe teşebbüsünde bulunanların derhâl hukuka teslim olmaları gerektiğini en baştan itibaren haykıran tavrı, millî iradeye ve demokrasiye bağlılığı ifade eden sarsılmaz bir ilkenin, duruma göre değişmeyen siyaset anlayışının tezahürüdür. Anayasa’nın 2’nci maddesinde ifade edildiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Millî ve üniter devlet yapımızın temelleri 1923’te atılmıştır. Egemenlik ise kayıtsız şartsız millete aittir. Buna aykırı her plan ve girişim gayrimeşru ve gayrihukukidir.

Değerli milletvekilleri, yaşanan bu olağan dışı gelişme sonucu 21 Temmuz 2016’dan itibaren ülkenin bütününde doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmiş, 19 Ekim 2016’dan itibaren olağanüstü hâl doksan gün süreyle uzatılmış, her iki karar da Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bilindiği gibi, olağanüstü hâl uygulamasına ilişkin her iki kararı da Türkiye Büyük Millet Meclisinde destekledik. Çünkü, ülkemizde olabilecek en olağan dışı durum vuku bulmuş, Türk devletini ve Türk milletini hedef alan bir saldırıya maruz kalınmıştır. Olağanüstü hâl, millete pusu kuran ve devlete ağır zayiat verdirmek isteyen odaklara karşı bir güvence ve anayasal bir tedbir olarak görülmüş, toplumsal huzurun temini ve asayişin sağlanması maksadıyla Türkiye’nin beka düzeyinde tehditlerle karşı karşıya olduğu bir dönemde devletin elinin güçlendirilmesi istenmiştir. Olağanüstü hâl kararı çerçevesinde alınan tedbirlere ilişkin olarak bugüne kadar toplam 10 adet kanun hükmünde kararname çıkarılmıştır. Kararnamelerle yargı, güvenlik, millî savunma, teşkilatlanma ve kamu çalışanlarına ilişkin köklü değişikliklere gidilmiş ve kapsamlı tasarruflarda bulunulmuştur. Bu çerçevede, bugüne kadar 3.576 hâkim, savcı; 3.598 askerî personel meslekten; 62.908 kişi kamu görevinden olmak üzere toplamda 70.082 kişi ihraç edilmiştir. Olağanüstü hâl ilanı sonrasında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin yer yer olağanüstü hâl ilanını gerektiren konular dışındaki konuları da düzenlemesi OHAL yetkisinin aşıldığı, OHAL dışına çıkıldığı anlamına gelmektedir.

Değerli milletvekilleri, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimine adı karışan, göz yuman veya görevinin sorumluluklarına riayet etmeyen kim varsa devlet kurumlarından ayıklanması yerindedir. Tabii, bu tespitlerin soruşturma süreçleriyle somutlaştırılması gerekmektedir. Yeterli inceleme ve soruşturma yapılmadığı için boşu boşuna kimsenin itibar ve saygınlıklarıyla oynanmamalıdır. İtiraz mekanizmaları sağlıklı bir şekilde ve talepler ciddiye alınarak işletilmelidir. Özelikle itirazlar konusunda uygulamadaki sahipsizlik ve belirsizlik giderilmelidir. Herkesin kendiyle ilgili durumun ne olduğunu bilmesi haktır. Neyle suçlandığını öğrenmesi doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olacak, varsa mağduriyetlerin giderilmesini sağlayacaktır. Savunma hakkını kısıtlayarak yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar suçlunun suçsuzdan ayrılmasını imkânsızlaştıracak, gerçeği açığa çıkarmayacak ve terör örgütüyle mücadeleye zarar verecektir.

675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle, daha evvel ihraç edilen bazı kamu görevlilerinin görevlerine iade edilmesini önemli buluyoruz. Bunu varsa yanlışlıkların düzeltileceğinin ve mağduriyetlerin giderileceğinin teminatı olarak değerlendiriyoruz. Kuşkusuz, Türk devletine ve Türk milletine kasteden her düzeydeki hainler tamamen temizlenmeden mücadelenin kamu vicdanında inandırıcılığı olmayacaktır. Soruşturma aşamalarının sekteye uğramaması, olan garibana oldu anlayışının oluşmaması, kazanılan halk desteğinin kaybedilmemesi ve devlete olan inancın zayıflamamasını bu süreçte önemli buluyoruz. Bu çerçevede, en alt düzeyde memur, işçi veya diğer mesleklerden kişilerle uğraşıldığı kadar, 15 Temmuzun planlayıcıları, sevk ve idaresini yapan lider kadrosu ile kalkışmanın siyasi ve diğer kesimlerdeki ayağı, mevkisi ve görevi ne olursa olsun aynı titizlikle değerlendirilmeli, soruşturulmalı ve temizlenmelidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de hukuk ve yargı sistemi son yıllarda artarak büyüyen sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlar yaygın ve hukukun birçok bölümünde kendisini göstermektedir. Ancak en büyük sorun, var olan hukuk kurallarının uygulanmaması ya da kişiye veya duruma göre farklı uygulanıyor algısıdır. Demokratik hukuk devletinin en önemli unsuru olan eşitlik ilkesine aykırılık ve hukuk güvenliği hakkıyla ilgili olarak ortaya çıkan sorunlar vatandaşın da adalete olan güvenini sarsmaktadır. Yargıya olan güvenin azalması, buna bağlı olarak yargıya olan saygınlığın da azalmasına yol açmaktadır. Bunun toplumsal yaşamda yol açtığı en büyük tehlikelerden birisi, kişilerin uyuşmazlıklarını yargıda görmekten çok, başka yol ve yöntemlere yönelmesidir.

Avrupa Konseyi Etkin Yargılama Komisyonunun 2016 yılında yayınlamış olduğu verilere göre; 100 bin kişiye düşen hâkim sayısı Almanya’da 24, Yunanistan’da 21, İsviçre’de 16, Avrupa ülkeleri ortalamasında 21, Türkiye'de ise sadece 11,4’tür. Yine, Avrupa ülkelerinde 100 bin kişiye düşen savcı sayısı ortalaması 11,3 iken, Türkiye'de 6,8’dir. Dünya çapında hukukun üstünlüğünün geliştirilmesi yönünde çalışmalar yapan Dünya Adalet Projesi tarafından her yıl açıklanan Dünya Hukukun Üstünlüğü Küresel Endeksi’nde Türkiye geçen yıla göre 8 basamak gerileyerek 113 ülke arasında 99’uncu sırada yer almıştır. Hukuki Adalet Endeksi’nde 2014 yılında 99 ülke arasında 47’nci sırada olan Türkiye 2016 yılında 113 ülke arasında 86’ncı sıraya gerilemiştir. Cezai Adalet Endeksi’ndeyse 2014 yılında 99 ülke arasında 62’nci sırada olan Türkiye 2016 yılında 113 ülke arasında 71’nci sırada yer almıştır.

Temel Haklar Endeksi’ne göre durum daha da kötüdür. 2014 yılında 99 ülke arasında 72’nci sırada olan ülkemiz 2016 yılında 113 ülke arasında 108’inci sıraya gerilemiştir. Bu durum, ülke ekonomisini de derinden etkileyen bir öneme sahiptir. Üreten bir ekonomiye sahip olmak için doğru yatırımların ve yeni teknolojilerin ülkemize gelmesi gereklidir. Ancak yargı sisteminin öngörülebilir olmadığı ve hukukun üstünlüğü konusunda problemlerin bulunduğu bir ülkeye yabancı yatırımcıların ve yeni teknolojilerin transferi mümkün olmamaktadır. Bu sorunlar, hain darbe girişimi sonrasında oluşan bir durum değildir. On dört yıldır ülkeyi yöneten AKP tarafından yargı sistemine yönelik olarak her defasında benzer gerekçeler ileri sürülerek bir sürü düzenleme yapılmış, ancak sorunlar azalmamış, katlanarak artmıştır. Sebebi ne olursa olsun bu durum bir yönetim zafiyetini göstermektedir ve Hükûmet bundan sorumludur.

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye’nin beka sorunu hâline gelen terörün kökünün kazınması, ülkemizin her yerinde huzur ve güvenin tesis edilmesi, vatandaşımızın canından ve malından emin kılınması, birlik ve beraberliğimizin tahkim edilmesi, geleceğimizin teminat altına alınarak ufkumuzun aydınlatılması, insanımızın yaşatılması ve devletimizin ilelebet payidar olması öncelikli hedefimizdir. Demokratik olgunluk ve uzlaşı kültürünün egemen olduğu, dışlayıcı ve ötekileştirici söylem ve üslubun törpülendiği, Türkiye’nin millî ve manevi değerlerinin Anayasa’mızın ilk üç maddesinde anlam bulan, devletimizin kuruluş ilkelerinin ortak payda olarak kabul edildiği bir siyaset anlayışının hâkim kılınmasını önemli bulmaktayız. Gelinen noktada bugün, meselelere salt siyasi parti çerçevesinden bakılmasının doğru olmayacağını değerlendirmekteyiz. Türkiye’nin ve Türk milletinin geleceğe taşınması için benzer hassasiyetleri paylaşan tüm kesimlerin bir bütünleşme ideali etrafında toplanmasının, içinden geçilen bunalımlı dönemden çıkmanın ilk şartı olduğunu düşünüyoruz. Şüphesiz, Türk milleti, sahip olduğu engin tarihî tecrübeye ve kültürel derinliğe demokratik değerlerle teçhiz edilmiş evrensel kazanımları katarak yeniden büyük bir sentez yaratma imkân ve potansiyeline sahiptir. Bu anlayışın gerçekleşebilmesi, siyasetin her seviyede toplumla bütünleşmesinin yolunu açacak olan kesintisiz tam demokrasi ile devletin toplumdan, tarihten ve millî kimlikten uzaklaşmasına yol açan antidemokratik, gayrimillî kural, kurum ve yapıların tasfiyesini, ayrıca Türkiye’nin kendi kabuğunu yırtabilme ve mazlum milletlere medeniyet yapıcı değerleri ulaştırma gücünü yakalayabilmesini sağlayacak kural, kurum ve yapıların ihdasını gerekli kılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, adaleti temel hak ve özgürlüklerin güvencesi ve devletin temeli olarak görüyoruz. Bu nedenle yargı, insanların tereddütsüz güvenebileceği bir yapıda olmalıdır. Hâkim ve savcıların liyakat ve vicdan sahibi olması, yargıya olan güvenin teminatıdır. Yargı, siyasi iktidarların veya belirli kişi ya da grupların güdümünde hareket etmeyen, bir kısım aidiyetlerin adalet duygusunun önüne geçmesine imkân vermeyen, daima ve her şartta hakkı savunan bir yapıya büründürülmelidir. Geciken adaletin adalet olmadığı ilkesinden hareketle adil ve hızlı yargılanma temin edilmelidir. Yargı sisteminin ayrılmaz bir parçası olan savunma hakkını sınırlandıran ya da ortadan kaldıran uygulamalar yapılmamalıdır.

Türkiye uzun yıllardır terörle mücadele etmektedir. Bu yolda yüzlerce şehit verilmiş, yüzlerce vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, devletin ve milletin bekasına yönelik alabildiğine tehditlerle doludur. Bugün FETÖ ve PKK, Türkiye'nin karşısında toplanmış iki cinayet ve melanet örgütüdür. 15 Temmuzdan bu tarafa FETÖ’yle mücadele edilirken PKK, ihanet nöbetine ve kanlı saldırılarına ara vermeden devam etmektedir. Bizim bunları göz ardı etmemiz, hafife almamız mümkün değildir. Bu nedenle, ülkemiz, bir daha, güvenlik güçlerini kışla ve karakola hapseden, devlet otoritesinin zaafa uğratıldığı bir anlayışa terk edilmemelidir. Türkiye, özgürlük-güvenlik, kalkınma-çevre, terörle mücadele-adalet ve benzeri ikilemlere maruz bırakılmadan, insan hakları ve hukukun üstünlüğü temelinde, bunları temin edebilecek kurumsal kapasiteye, bireysel yetkinliğe ve hukuki normlara kavuşturulmalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi, içinden geçtiğimiz bu zorunlu süreçte, her gelişmeyi hak, hukuk ve adalet adına, Türk milletinin ve devletinin bekası çerçevesinde titizlikle izleyip doğru gördüklerini desteklerken, yanlış bulduklarını eleştirmeyi sürdürecektir.

Bu düşüncelerle, Genel Kurulun siz değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Çanakkale Milletvekili Sayın Muharrem Erkek konuşacak.

Buyurun Sayın Erkek. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa’ya aykırı uygulamalar, evrensel hakların ihlali, yaşanan hukuksuzluklar, haksızlıklar, adaletsizlikler nedeniyle Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ hakkında verilen gensoru önergesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, bizim için çok önemli iki hususu vurgulamak istiyorum. İlki, Sayın Bülent Tezcan’a yapılan silahlı saldırı; şiddetle ve nefretle bu kürsüden de kınıyoruz. OHAL döneminde bireysel silahlanmayı kolaylaştırıcı tedbirler alıyorsunuz. Oysa, Sayın Adalet Bakanı, adaletin hâkim olduğu yerde silahın yeri kesinlikle yoktur.

İkincisi, Cumhuriyet gazetesi. Sizleri tebrik ediyorum, siz “Fetullah Gülen Hoca Efendi Hazretleri” derken “FETÖ” diyen ve FETÖ’yle mücadele eden Sayın Hikmet Çetinkaya’yı OHAL sürecinde gözaltına aldırdınız. Evet, Hikmet Çetinkaya’nın “Fethullah Gülen’in 40 Yıllık Serüveni” adlı kitabı ki bu serüvenin önemli bir bölümünde siz de aynı menzile birlikte yürüdünüz. “OHAL devlete karşı ilan edilmişti.” dediniz, oysa görüyoruz ki OHAL devletle birlikte gazetecilere, akademisyenlere, demokrasiye ve özgürlüklere karşı da ilan edilmiş.

Değerli milletvekilleri, 24 Temmuz Taksim Manifestomuzda da vurguladığımız gibi, 15 Temmuz darbe girişimi parlamenter demokrasimize karşı gerçekleştirilmiştir. Peki, 15 Temmuz neden yaşandı? On dört yıldır “istikrar” adı altında tek başına yönetiyorsunuz, ülkemizi demokratikleştirmek için çok önemli olan adımları atmadınız, bunlardan iki tanesi; Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu. 12 Eylül darbe hukukunu tahkim ettiniz. Özellikle son yaptığınız düzenlemeyle üniversitelerde rektörlük seçimlerini kaldırırken bizi 1981’e yani Kenan Evren dönemine geri götürdünüz. Bakın, eğer bir siyasi parti 550 milletvekili adayının tamamını birkaç kişinin iki dudağı arasında belirliyorsa ve bunu millete sunuyorsa millî iradeden bahsetmesi büyük bir çelişki ve istismardır. Bir anayasasızlık ve hukuksuzluk süreci yaşattınız. Anayasa’nın “Başlangıç” kısmının beşinci paragrafında laiklik ilkesi gereğince kutsal din duygularının devlet ve politika işlerine kesinlikle karıştırılamayacağı yazılı olduğu hâlde, siz camiye, kışlaya, adliyeye siyaseti soktunuz ve sonuç olarak ülkemizi yarı otoriter melez demokrasi sınıfına soktunuz. 15 Temmuz darbe girişimine bizi götüren sebeplerin arasında bunlar da büyük önem arz etmektedir. On dört yıllık tek başına iktidarınız sürecinde aynı menzile birlikte yürüdüğünüz bir yapı da tabii ki var. Devletin tüm kurumlarının Fetullah Gülen Cemaati’ne yani bir terör örgütüne teslim edildiğini bu süreçte gördük. Sayın Adalet Bakanı Amerika’da Amerika’yı uyardı, dedi ki: “Eğer siz tedbir almazsanız, on yıl sonra neyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz.” Peki, Sayın Adalet Bakanı, siz niye tedbir almadınız? Bakın -siz hukukçusunuz, ben de hukukçuyum, bu Meclis altında çok değerli hukukçular var- kasten, bilerek ve isteyerek tedbir almadınız. Bunun kanıtı 2004 tarihli Millî Güvenlik Kurulu kararıdır. Eğer siz bu Millî Güvenlik Kurulu kararı uyarınca gereğini yapmıyorsanız, bu kararı yok sayıyorsanız, “Bu kararı biz tanımıyoruz.” diyorsanız; o, kasten hareket etmektir.

Bu arada, Darbeleri Araştırma Komisyonunda gerçekler de ortaya bir bir çıkıyor çünkü gerçeğin üstünü hiçbir güç örtemez. Hilmi Özkök ne demiş Komisyonda: “2004 Ağustos ayında Millî Güvenlik Kurulu toplantısında Silahlı Kuvvetler olarak, komuta katı olarak dedik ki: Bu örgüt çok büyük bir imkân kabiliyetine kavuştu. İmkân kabiliyeti yıllar içerisinde oluşur ama niyet bir gecede değişir. Bir icra planı yapılsın, bu iş takip edilsin. Sonra, izledik ne yapılıyor diye ama pek bir şey de yapıldığını görmedik.” Evet, dönemin Genelkurmay Başkanı.

Nedim Şener’in ifadesinden bir alıntı: “MİT, biri 2004 Haziranı, diğeri 2004 Ağustosu olmak üzere 2 defa Emniyet ve TSK’daki FETÖ örgütlenmesini Millî Güvenlik Kurulunda anlatıyor.” Peki, niçin tedbir almıyorsunuz? O dönemde iş birliği içinde olduğunuz için mi? O dönemde Fetullah Gülen Cemaati’ne yani bir terör örgütüne yârenlik mi yapıyordunuz, yoksa payandalık mı gerçekleştiriyordunuz? Bu kürsüden bu tedbirlerin niçin alınmadığını Sayın Bakan mutlaka yüce Meclise izah etmelisiniz.

Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı “Ne istedilerse verdik. Milletim bizi affetsin.” dedi ama bunun üzerine Sayın Başbakan “FETÖ, AKP döneminde palazlanmamıştır.” dedi. Kim doğru söylüyor değerli milletvekilleri? Kim doğru söylüyor? Bu yapıyla birlikte yürütülen kumpas davalarının savcısı kimdi? Türkçe Olimpiyatları için bastırdığınız hatıra paranın hatırasına ne oldu? Aynı menzile yürüdüğünüz Gülen Cemaati’yle birlikte güzel ülkemizi uçuruma sürüklediniz, devleti ve milleti hiç hak etmediği bir darbe girişimiyle karşı karşıya bıraktınız. 15 Temmuz gecesi halkın direnme hakkını kullanması, Parlamentonun iradesi, askerimiz ve polisimiz içerisindeki demokrasiye bağlı unsurlar ve medyamızın duruşuyla demokrasimiz ciddi bir darbe yemekten kurtarıldı. 15 Temmuz gecesi ve ondan sonrası, bu çatı altında bulunan dört siyasi parti de son derece onurlu bir duruş sergiledi. Darbeye karşı ortak bildiri yazıldı, bu bildiri yüce millete sunuldu ve bu bildiride Sayın Bakan, demokratik parlamenter sistem vurgusu yapıldı. Bakın, bu çok önemli ve anlamlıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Onun için, 15 Temmuz gecesi ölen insanlar, sizin fiilî güç birliğini başkanlık ambalajı adı altında bir hukuki zemine oturtmak isteğiniz için ölmedi, başkanlık sistemi için de ölmedi; anayasal sistemi, demokrasi ve özgürlükleri savundukları için öldüler.

Ekonomimiz çöküyor, adalet çökmüş durumda, her 4 üniversite mezunundan 1’i işsiz, büyük bir yangın var içeride ve dışarıda; sizin tüm derdiniz başkanlık sistemi maalesef.

Değerli milletvekilleri, insan insana itaat etmemek için devleti icat etti, hukuku icat etti. Hukukun üstünlüğünün olmadığı yerde hiçbir kimse güvende değildir, iktidarın en yakınındakiler dahi. Fransız Devrimi’nin ünlü politikacısı ve hukukçusu Danton şöyle diyor: “Anayasasızlık ve hukuksuzluk Satürn gibidir; bir gün gelir, kendi evladını da yer.”

Değerli milletvekilleri, bizim sorunumuz sistem sorunu değil; bizim sorunumuz anayasal iyi niyet sorunu, bizim sorunumuz Anayasa’dan kaynaklanan yetkiyle anayasal organlara seçilmiş kişilerin Anayasa’ya uymama sorunu, bizim sorunumuz demokrasi sorunu.

Kutuplaştık değerli milletvekilleri. Siyasal uzlaşma kültürünün gelişmediği çok parçalı bir parti sistemimiz ve bu sisteme kaynaklık eden ideolojik, etnik, dinsel ayrımların keskin olduğu bir toplumsal yapımız var. Bu nedenle Türkiye’de mutlaka ve mutlaka tarafsız, partiler üstü konuma sahip bir Cumhurbaşkanının gerekliliği çok açıktır. Anayasa’mız da zaten bu sorumluluğu Sayın Cumhurbaşkanına yüklüyor. Anayasa madde 103’te Cumhurbaşkanı, üzerine aldığı görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücüyle çalışacağına yemin etmiştir ve Anayasa madde 104 Cumhurbaşkanı için “Devletin başıdır.” der. Devletin başıdır, Hükûmetin başı değildir Sayın Cumhurbaşkanı ve yine Anayasa uyarınca Anayasa’nın uygulanmasını da gözetir.

Değerli milletvekilleri, Adalet Bakanımıza seslenmek istiyorum ve adaletle ilgili tabloyu paylaşmak istiyorum. Evet, ülkemiz, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde dünyada 113 ülke arasında maalesef 99’uncu sırada. Aslında bu endeks birçok gerçeği ortaya koyuyor. Bakın, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde Tanzanya, Zambiya, Kırgızistan, Nijerya, Guatemala, İran gibi ülkeler bizim üzerimizde Sayın Bakan. Bu endekste çok çarpıcı bir veri de var, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nin ilk 15 sırasındaki ülkeler yani adalet sisteminin son derece sağlıklı işlediği ülkelerin tamamı parlamenter sistemle yönetiliyorlar, tamamı. Bunların birçoğu Avrupa ülkesi, Kanada ve Japonya da var içlerinde. Bu endekse lütfen bir göz atın.

Açılan ceza davası sayısında Avrupa’da lideriz ama hâkim sayısında son sıralardayız. Bu tablo, Ergenekon, Balyoz süreçlerinde de olduğu gibi yargı sistemimizde birçok suçsuz insanın uzun yıllar cezaevinde kalmasına da sebebiyet veriyor, asıl suçlulara ise çoğu zaman ulaşılamıyor, soruşturma dosyalarının durumu nedeniyle. Evet, savcılık soruşturma dosyaları 4 milyonu aşmış. En çarpıcı örnek ne biliyor musunuz? Çocuklara cinsel taciz ve istismar iddiaları ve davaları. Son on yılda tam yüzde 700, 7 kat artmış. Montaigne’in dediği gibi “Adaletin olmadığı yerde ahlaktan da bahsedilemez.”

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımızın 6/6/2016 tarihli bir iddianamesi Sayın Bakan, diyor ki: “Yargı içinde FETÖ/PDY’nin önemli bir kadrosunun varlığını sürdürdüğü yapılanmanın istediğinde her türlü hukuksuz kararı verecek ve yargı eliyle kamu gücünü örgüt menfaatine kullanacak binlerce hâkim ve savcı mensubunun bulunduğu tespit edilmiştir.” İşte yargıyı getirdiğiniz nokta bu Sayın Adalet Bakanı.

“Son yıllarda kamuoyu tarafından yakından takip edilen birçok olaya ilişkin soruşturma ve yargılama süreçlerinin FETÖ-PDY’nin yargı teşkilatı içerisindeki mensuplarınca bu örgütün amaçları doğrultusunda ve yargı imamları tarafından verilen talimatlar uyarınca yapıldığı, bu süreçlerde bilinçli olarak hukuka aykırı uygulamalarda bulunulduğu tespit edilmiştir.” Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesi ve yargımızın geldiği tablo Sayın Bakan.

Şemdinli, Ergenekon, Balyoz, Askerî Casusluk, Devrimci Karargâh, Oda TV ve şike davalarında örgüt mensubu olmayanların nasıl tasfiye edildiğini de hep birlikte yaşadık. Yargı mensuplarını ideolojik, etnik, mezhepsel temelde ayrıştırdınız. Yüksek yargıda “cemaatçiler, muhafazakârlar, ülkücüler, sosyal demokratlar” diye gruplar oluştu ve toplantılar yapılmaya başlandı, yargıyı getirdiğiniz tablo bu. Böyle bir adalet tablosunun üzerine 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL süreci de eklendi.

Uluslararası sözleşmeleri askıya aldık. Askıya alma rejiminde en önemli husus askıya alınamayacak maddelerdir. İşkence, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi ve yaşam hakkını askıya alamazsınız. Ayrıca çok önemli bir konu var. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 6 ve 13 no.lu protokoller. Sayın Bakan, bu ek 6 ve 13 no.lu protokolleri sizin döneminizde imzaladık ve yürürlüğe koyduk, bu protokoller idam cezasını tümüyle ortadan kaldıran protokoller. Anayasa’mızın 90’ıncı maddesinin son fıkrası, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmaların yani bu protokollerin hukuk sistemimizdeki üstünlüğünü söylüyor. Bu protokollere göre siz idam cezasını getiremezsiniz. Ve Anayasa’mızın 15’inci maddesi “Suç ve cezalar geçmişe yürütülemez.” Ceza hukukunun temel ilkesi olan ve Türk Ceza Kanunu’muzun 7’nci maddesinde vücut bulan, sanığın lehine olan kanunun uygulanma zorunluluğu. Bütün bu hükümler ışığında ben Sayın Adalet Bakanına soruyorum ve bu kürsüden cevaplamasını önemle talep ediyorum: Siz idam cezasını geçmişe yürütebilecek misiniz, lütfen bunu çıkıp burada açıkça izah edin. Eğer Meclis idam cezasını geçirirse, 15 Temmuz gecesi darbeye teşebbüs edenleri idam edecek misiniz, lütfen bunu çıkıp cevaplayın Sayın Bakan bir hukukçu olarak.

15 Temmuz gecesi halkına silah sıkanları ve darbe girişimiyle illiyet bağı olan herkesi yargılayın ve en ağır cezayla tecziye edin, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla ama idam çığlıkları maalesef hem uluslararası hukuk mevzuatına hem de bizim hukuk mevzuatımıza uygun çığlıklar değil Sayın Bakan.

Değerli milletvekilleri, OHAL hukuksuzluk demek değildir, OHAL bir hukuk rejimidir. Olağanüstü hâldeki yöntemler yasama ve yargı organlarının denetiminde varlıklarını sürdürmelidir ama maalesef sarayda toplanan yüksek yargı, olağanüstü yönetim usulünü bir hukuk rejimi olmaktan çıkarmıştır Sayın Bakan. Kendi içtihadının arkasında duramayan Anayasa Mahkemesi, her türlü keyfîliğin yolunu açmış, temel hak ve özgürlükleri açık bir tehdit altında bırakmıştır.

Değerli milletvekilleri, rektörlük seçimlerinin kaldırılmasının, EĞİTİM-SEN üyesi 10 bini aşkın öğretmenin görevlerinden uzaklaştırılmasının, ülkemizin dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönüştürülmesinin OHAL tedbirleriyle ne ilgisi vardır, bunları Sayın Bakan bu kürsüden izah etmelidir.

Kolektif suç ve ceza uygulamalarıyla kitlesel mağduriyetler yarattınız. Masumiyet karinesini, cezaların şahsiliği ilkesini, suç ve cezada kanunilik ilkesini yok ettiniz. Doğrudan ve dolaylı kitleler hâlinde mağduriyetler -at izi it izine karıştı sözünü lütfen unutmayalım- potansiyel mağdurlar, şüphelilerin aile üyelerine yönelik uygulamalarla birlikte mağduriyet sayısı çığ gibi büyüdü. Muhalefeti tümüyle boğmak istiyorsunuz. Gazetecilerin ifade özgürlüğünü yok etmek istiyorsunuz. Ancak, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak sizin hak ve özgürlükleri yok etmenize asla müsaade etmeyeceğiz.

Bakın -bu süreçte- bir avukat olarak, hukukçu olarak paylaşmak istiyorum. Ceza muhakemesiyle güvence altına alınmış ve ceza yargılamalarının ve soruşturmalarının ruhu olan avukat, müvekkil mahremiyetini de maalesef temelinden zedelediniz. Avukatların kamu hizmeti niteliğindeki savunma görevi yaptığını unuttunuz. Otuz günlük gözaltı süresi, avukat erişimindeki zorlayıcı kısıtlamalar, tıbbi rapor alma usulündeki uygulama değişiklikleri işkence iddialarını artırdı ve kuvvetlendirdi maalesef. Adalet Bakanlığı, Avrupa Parlamentosuna sunduğu bilgilerde vakaların yüzde 95’inde gözaltı süresinin üç-dört günü aşmadığını belirtti. Peki, o zaman bu otuz günlük gözaltı süresini niçin makul bir süreye çekmiyorsunuz böyle bir veriyi paylaşıyorsanız ve sunuyorsanız?

Sizinle iki mağduriyet örneğini paylaşmak istiyorum yüce Meclisin takdiriyle: Bir tıp profesörünü görevinden uzaklaştırdınız ve bu tıp profesörünün takip ettiği binlerce kanser hastasını da dolaylı olarak onunla birlikte giderilmesi imkânsız mağduriyetlere sürüklediniz. Bir kamu kurumunda çalışan, üstelik hizmet alımıyla taşeronda çalışan 2 çocuk annesi bir kadını, gariban bir kadıncağızı kapının önüne koydunuz, gerekçe; FETÖ örgütüyle ilişkili olduğu şüphesi. 2 çocuğuna bakmak için taşeronda çalışan bir işçi kadıncağızın Allah aşkına FETÖ’yle nasıl bir ilişkisi olabilir?

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; yapılması gerekenler belli. Bu süreçte hızla Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin raporu dikkate alınarak gerekli tedbirleri almamız gerekiyor. Birleşmiş Milletlerin işkence konusundaki özel raportörünün de denetimine açık olmalıyız. Şeffaflık ve denetime açık olmak aksine bizim saygınlığımızı artırır, hukuk devletini güçlendirir. Adaletsizliği bir yangından çok daha çabuk söndürmeliyiz.

Sözlerimin sonuna gelirken, ben, FETÖ’yle AKP’nin birlikte olduğu dönemlerde yürütülen kumpas davalarında, Ergenekon, Balyoz, askerî casusluk, Oda TV, şike kumpaslarında suçsuz olduğu hâlde yıllarca cezaevinde yatırılanlara, OHAL sürecinde FETÖ’yle illiyet bağı olmadığı hâlde mağdur edilenlere ve Cumhuriyet gazetesine yapılan siyasi operasyonlarda gözaltına alınan gazetecilere ve ailelerine Nazım Hikmet’in cezaevinden yazdığı bir şiirle bu kürsüden seslenmek istiyorum:

“Bizi esir ettiler,

bizi hapse attılar,

beni duvarların içinde,

seni duvarların dışında.

 

Ufak iş bizimkisi.

Asıl en kötüsü

bilerek, bilmeyerek

hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması...

İnsanların birçoğu bu hâle düşürülmüş,

namuslu, çalışkan, iyi insanlar

ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...”

Değerli milletvekilleri, adalet ilkin devletten gelmelidir çünkü hukuk, devletin toplumsal düzenidir diyorum ve böyle bir tablo karşısında Sayın Adalet Bakanına güvenoyu vermemizin mümkün olmadığını belirtiyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erkek.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kastamonu Milletvekili Sayın Hakkı Köylü konuşacaklar.

Buyurun Sayın Köylü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi grup başkan vekilleri Sayın Çağlar Demirel ile Sayın İdris Baluken tarafından Adalet Bakanımız Sayın Bekir Bozdağ’la ilgili olarak verilen gensoru önergesi hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Önergeyle, 15 Temmuzda FETÖ tarafından gerçekleştirilen darbe teşebbüsünü müteakip uygulanan OHAL’le insan hakları ihlalleri yapıldığı, binlerce kamu görevlisinin haksız yere görevden alındığı, Anayasa Mahkemesi üyeleri ile Yargıtay üyelerinin, keza Danıştay üyelerinin, HSYK üyelerinin ve nihayet 3.450 hâkim ve savcının meslekle ilişiğinin kesildiği, olaylarla ilgili olmayan kişiler hakkında da adli soruşturmalar ve idari soruşturmalar açıldığı, yakalananlara, gözaltına alınanlara ve cezaevlerinde bulunan tutuklulara çeşitli işkencelerin yapıldığı ve Adalet Bakanının bunlara engel olmadığı, görevini yerine getirmediği düşüncesiyle ve isnatlarıyla gensoru açılması talep edilmiştir.

İşe 15 Temmuz öncesinden başlarsak… Yaklaşık otuz beş kırk yıl önce başlayan, devletin hassas kurumlarını, başta polis teşkilatı, yargı teşkilatı ve askerî birlikleri olmak üzere, ele geçirme hareketinin başladığı günden itibaren yıllar geçtikçe derinleşerek devam ettiği, emellerine ulaşabilmek için insanların din duygularını sömürmek, sınavlarda soru çalıp satmak, sahte belge düzenlemek dâhil her türlü kanunsuzluğu mübah görerek devlet organlarına yerleştiği görülmektedir.

Bu yapı, rejimi, Hükûmeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmak, Cumhurbaşkanımızı öldürmek için, kendilerine uygun olan zamanı bulduğu düşüncesiyle, 15 Temmuz 2016 gecesi o hain darbeyi gerçekleştirmek için harekete geçmiştir. Bu olay, şimdiye kadar yapılan darbelerden farklı olarak vatan ve devletin bağımsızlığına, bütünlüğüne yönelik bir harekettir, kısacası tam bir vatan hainliğidir. Darbe anını ve sonrasını, darbeden sonra yapılacak işlemleri, bu durumu göz önünde tutarak değerlendirmek gerekir. Yorum ve değerlendirme yapılırken işin vahameti gözden uzak tutulmamalıdır. Sonuçta, halkın büyük direnişiyle karşılaşmış ve başarılı olamamıştır. O gece olanlar herkesin malumudur, detaylarıyla anlatmaya geçmeyeceğim.

Başarılı olsa ne olurdu? Bunu düşünmek bile istemiyoruz. Hareket hezimete uğratıldı, olacakların önüne geçildi. 15 Temmuz gecesi zifirî karanlıktı, ertesi sabah ise herkes rahatladı, aydınlığa kavuştu.

Bu önergeyi 15 Temmuz gecesindeki tehlikeyi yaşayan bir idrakin değil rahata ermiş, güvenli bir zeminde günlerini geçiren bir aklın serbest iradesinin anlatımı olarak görüyoruz. 15 Temmuz sonrası düzen, tehlikeyi kökten kazımaya yönelik, yetki ve kaynağını Anayasa’dan alan, Anayasa’nın öngördüğü sınırlandırılmış bir düzendir; başka bir değişle olağanüstü hâldir. Ancak bunun karakteri konusunda yüksek heyetinizle bazı paylaşımlarda bulunmak istiyorum.

İçinde bulunduğumuz olağanüstü hâl rejiminin anayasal bir rejim olduğundan elbette ki şüphe yoktur. Olağanüstü hâl rejimi gerek işleyiş itibarıyla gerekse hukuki yapısı gereği saydamdır ve şeffaftır. Hatalar vaki olduğu takdirde hataları düzeltme fırsatı tanıyan bir rejimdir. Nitekim itirazlar üzerine yerinde incelemeler yapılmakta ve bir haksızlık olabileceği düşünüldüğünde de yapılan tasarruf geri alınmaktadır.

FETÖ’nün gizemli karakteri elbette ki boş durmayacak ve her türlü dezenformasyona başvuracaktır; bu beklenen bir şeydir. İşte bu karakteri ortaya çıkmış ve süreci sabote etmek için şikâyet furyasına başlamıştır. Öyle ki şikâyetlerin çoğu üslup karakter itibarıyla aynı elden çıkmaktadır. Bu şikâyetlerin haksız bir algıya yol açmaması için millî irade hassasiyetine en fazla muhtaç olduğumuz bir zamandan geçiyoruz. Esasen toplumda bu hassasiyet fazlasıyla vardır. Önergede dile getirilen şikâyetler FETÖ çevrelerinde geliştirilen ve düşünülen şikâyet furyasıyla benzerlik arz etmektedir. Gerek idari işlemler gerekse yargısal tasarruflar hukuk içinde kurulmaktadır.

Temel haklara yüksek özen gösterilmektedir. Şikâyetlerin gerçekle bağı olup olmadığı, gerçekten bu kişilerin mağdur olup olmadığı elbette ki araştırılmaktadır ve bu araştırma da yapılmaktadır. Yargı ve güvenlik birimlerindeki FETÖ yoğunlaşması anlamına gelen önerge pasajlarına itibar etmek sonunda bizi bir trajediye götürebilir. Ergenekon ve benzeri davalarda yargıyı bir kurmacaya dönüştüren hâkimlere karşı dün ortaya koyduğumuz haksız eleştirinin bugün aynı hâkimleri korumaya dönük bir eleştiri olarak karşımıza çıkması “Acaba paralel yapıya bir sempati mi var?” düşüncesine bizi sevk etmektedir. Böyle bir şey olduğunu da düşünmek istemiyoruz. Anayasa Mahkemesi üyeleri, Yargıtay üyeleri ve Danıştay üyeleri ile HSYK üyelerinin bazılarının meslekten çıkarılması, kirli amaçları sonunda darbeye kadar götüren bu yapının yargıdan yine yargının kendi organlarınca temizlenmesinden ibarettir. Esasen bu durum, Anayasa’mızın 139’uncu maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “…meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.” hükmüne tam da uygundur. Demek ki ilgili kurumların yetkilileri, karar vericileri, bu kişilerin artık meslekte kalmasının uygun olmadığına karar vermişlerdir ve Anayasa’nın bu hükmü gereği de onları görevden çıkarmışlardır.

2010 yılında yapılan HSYK seçimlerini müteakip kurulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun icraatları, bu icraatlar sonunda oluşan yargıdaki yapının tam bir adalet yıkıcılığına soyunması yargıya güveni ortadan kaldırmıştır. Bu yapıya mensup olan yargı mensuplarına, elbette ki, bundan sonra, devlet, adaleti teslim edemez, teslim etmesi de beklenemez. Haksız yere meslekten çıkarıldığını ileri süren varsa bunlara da itiraz yolu açıktır.

Ayrıca şunu da belirteyim: HSYK’nın meslekten ihraç ettiği hâkim ve savcılarla ilgili kararlar Adalet Bakanının imzasıyla çıkmamıştır. HSYK’nın ilgili dairesi bu kararı almıştır. Şayet Adalet Bakanının bu kararlarda imzası olması gerekiyorsa, Sayın Adalet Bakanı da, ben eminim ki “Evet” oyu kullanacaktır. Her Adalet Bakanı da bu konuda zaten “Evet” oyu kullanır.

Burada bir şeyi daha gözden uzak tutmayalım: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri belirlenirken Anayasa’yla ve kanunla, Adalet Bakanının bu kurulun üyesi olmaması gerektiği yönünde çok itirazlar gelmiştir. Şimdi, burada, Adalet Bakanının yargıyla ilgili yapılan yanlışların ve yargı üzerindeki eleştirilerin sebebi olduğu ve buna engel olmadığı ileri sürülüyor. Peki, Adalet Bakanı bu kurulun başında olmasaydı bu takdirde bu eleştiriler kime yönelecekti? Büyük ihtimalle bu eleştiriler yargının ilgili temsilcilerine, Yargıtay Başkanına, Anayasa Mahkemesi Başkanına veya Danıştay Başkanına yöneltilecekti. Bu da yargıyı oldukça örseleyecekti ya da “Yargı örselenmesin.” diye bu kurumların başlarına eleştiri yapılamayacaktı. İşte, Adalet Bakanının burada olması Adalet Bakanının bir sigorta vazifesi görmesinden dolayıdır. Burada herkes rahatlıkla Adalet Bakanına yüklenebilir, eleştirileri, itirazları Adalet Bakanına söyleyebilir. İşte, bunları karşılaması için Adalet Bakanı bu kurulun başındadır. Bunu da burada antrparantez belirtmek istiyorum.

“Mehdi geldi, Peygamberimiz’in yerine geçti, Allah’la görüştü vesaire…” ipe sapa gelmez düşüncelerle karar veren bir kişinin bu memlekette hâkim sıfatını taşıması hazin bir tablodur. “Şimdi bunlar nereden çıktı?” demeyin. Bir karardan aldığım birkaç cümleyi size burada anlatmak istiyorum. 4 klasör gerekçesi var bu kararın. Klasör içerisinde davayla ilgili üç beş satırdan başka hiçbir şey yok. Ne var içinde? Kur’an’dan ayetler var, ulemadan, evliyadan deyişler var, çok sayıda şiir var. Hrant Dink davası, Mustafa Koç’un ölümü, çeşitli suikastlar, daha sonra da “Mehdi geldi, Peygamber’le görüştü, herkes ona biat etsin. Talimat veriyorum: Genelkurmay Başkanı derhâl Cumhurbaşkanını tutuklasın.” Hâkimin kararı bu. Bunları yazan bir kişinin hâkim olduğunu nasıl düşünebilirsiniz? Ve böyle bir hâkimin bu meslekte hâlâ nasıl kalabildiğini düşünmek mümkün değil.

İşte, bu türlü hâkimler bu memlekette kararlar verdi. Balyoz ve Ergenekon davalarının arkasında da buna benzer hâkimler vardı; o hâlde bu hâkimler hakkında yapılan işlemlere kimsenin bir şey söylememesi lazım.

Efendim, cezaevleriyle ilgili birkaç şey söylemek gerekirse: Cezaevlerinde işkence olduğundan bahsediliyor. Bugün itibarıyla ülkemizde 372 ceza infaz kurumu var. Bunların standarda göre kapasitesi 190 bin kişidir ama şu anda 197 bin kişi var. Geçtiğimiz günlerde çıkarmış olduğumuz yeni Denetimli Serbestlik Kanunu’na göre cezaevlerinde önemli bir boşalma oldu, ondan dolayı bu 197 bin kişidir, daha da fazla olabilirdi. Dünyadaki, Avrupa’daki örneklere bakacak olursak onlarda da yüzde 90 ila yüzde 120 arasında doluluk var cezaevlerinde.

Şu anda 129 bin hükümlü, 67 bin tutuklu vardır. 2001 yılında tutuklu-hükümlü oranı yüzde 50-50 civarında idi. Kaldı ki biz bütün mevzuatımızda tutukluluğun bir tedbir olduğunu, buna en son başvurulması gerektiğini belirttik. İşte bunlar işe yaradı ve 2015 yılında tutuklu sayısı hükümlülerin yüzde 13’üne tekabül etti ama 15 Temmuz darbesinden sonra FETÖ soruşturmaları devreye girdi ve bu arada tutuklananlarla birlikte cezaevindeki tutuklu sayısı yüzde 34’e yükseldi.

Bir başka sebebi de cezaevlerindeki sayının yükselmesinin, bilindiği üzere 2005 yılında yürürlüğe giren Ceza Kanunu’muzda cezalar bir miktar arttı, onun etkisi oldu. İnfaz Kanunu’nda yapılan değişiklikle yaklaşık 1/3 olan infaz 2/3 olarak değiştirildi ve bu da cezaevlerindeki sayının artmasına sebep oldu. Eğer böyle giderse her yıl bizim en az 20 cezaevi yapmamız gerekir. Şu anda Adalet Bakanlığının verilerine göre bu yıl ve önümüzdeki yıl 21 tane cezaevinin hizmete gireceği düşünülüyor.

Dolayısıyla bir şeyi daha burada belirtmem lazım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinin her yıl düzenlediği Uluslararası Ceza Kongresi’nde ileri sürülen görüşler şöyle: Genellikle Avrupa ülkeleri dâhil dünyadaki bütün ülkelerde onarıcı adalet sistemine doğru bir gelişme var. Mağdurun haklarının bir an önce sağlanması ve bunun karşılığı olarak da cezalarda bir miktar indirim yapılması düşüncesi var. Bunu da gözden geçirmemiz lazım.

Cezaevlerinin standartları gerçekten diğer ülkelerinkine göre yüksektir. Avrupa’ya gittiğimiz zaman oradaki vatandaşlarımız bize şunları söylemektedir: “Bizi Türkiye’deki cezaevlerine alın, gerekirse şartlı tahliyeden bile istifade etmeyebiliriz.” Yani, bu çok basit bir şey değil. Demek ki oradakiler bizim Türkiye’deki cezaevlerinden çok daha kötü, bunu hepimiz biliyoruz.

Ceza infaz kurumlarında rehabilitasyon son derece iyi uygulanmaktadır. Bunun yanında, eğitim öğretime önem verilmektedir; ceza infaz kurumlarının personeli sık sık eğitimden geçirilmektedir.

Cezaevinde bugün ortaokula giden 7 bin, açık öğretim fakültesine giden 16 bin, örgün öğretime giden, uzaktan eğitime giden 3 bin küsur vesaire, 27 bin kişi mevcuttur. Sanki bir eğitim kurumu gibi de işlevine devam etmektedir.

Cezaevleri Türkiye’de gerçekten en çok denetlenen yerlerden birisidir. Daha önce bizim de bir zamanlar görev yaptığımız cezaevleri izleme kurulları vardı, 15 Temmuz darbesinden sonra, olağanüstü hâlle birlikte bu kurullar feshedildi, yani kurullarda görev yapanlar daha önceki paralel yargının hâkimleri tarafından atanmış olduklarından dolayı görevlerinden alındı ve yerlerine de, 144 ceza infaz kurumuna bu izleme kurullarının atamaları büyük ölçüde yapıldı. Bakanlıktan aldığımız bilgi bunu gösteriyor.

İşkenceye gelince. Değerli arkadaşlar, AK PARTİ hükûmetleri daha önceki hiçbir hükûmetin önemsemediği kadar işkenceye çok büyük bir yer ayırmıştır. 5237 sayılı -yani bugün yürürlükte olan- Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girmeden önce, yanılmıyorsam 2003 yılında ilk yaptığımız işlerden birisi işkenceyle ilgili hükümlerin değiştirilmesi ve ağırlaştırılması olmuştur.

Yeni Ceza Kanunu’muzda da işkenceyle ilgili 94’üncü maddesinde, insan onuruyla bağdaşmayan, bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine, algılama ve idrak yeteneğinin etkilenmesine yol açacak davranışlarda bulunan kamu görevlisine üç ila on iki yıl arasında hapis cezası öngörülmüştür. Nitelikli hâllerinde ise on-on beş yıla kadar çıkar. Neticesi sebebiyle ağırlaşmış olan işkence sonucunda ölüm vukua gelmişse ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngörülmektedir ve daha önemlisi önceki yıllarda işkence yapanların kim olduğunun tespit edilemediği düşüncesiyle zaman aşımına uğrayan davalar artık ortadan kalkmıştır, bundan sonra işkencede zaman aşımı söz konusu değildir, hiçbir soruşturma ve dava zaman aşımına uğramamaktadır.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – 497 işkence vakası var sadece bu yıl Türkiye İnsan Hakları Vakfının kayıtlarına göre, İnsan Hakları Derneğinin kayıtlarına göre.

HAKKI KÖYLÜ (Devamla) – Ee, o zaman hangisi varsa…

BAŞKAN – Sayın Köylü, siz devam edin lütfen, Genel Kurula hitap edin.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – 497; isim isim yazıyor.

HAKKI KÖYLÜ (Devamla) – Bakın, lütfen Adalet Bakanlığına tek tek bildirin hangi vakalar varsa, üzerine gidilecektir.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Adalet Bakanına tek tek bildirelim ya!

HAKKI KÖYLÜ (Devamla) – Şimdi, bakın, arkadaşlar, bu bir tek şey değil. Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Kamu Denetçiliği Kurumu, İnsan Hakları Eşitlik Kurumu, izleme kurulları, cumhuriyet savcıları, infaz hâkimlikleri, Adalet Bakanlığı müfettişleri, uluslararası düzeyde İşkenceyi Önleme Komitesi gibi birçok kurul ve komite…

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Önleme mekanizması niye kurulmadı? Önleme mekanizması niye kurulmadı?

BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu, lütfen…

HAKKI KÖYLÜ (Devamla) – …cezaevlerinde işkence var mı yok mu, bunları önlemeye ve izlemeye gidiyorlar ve kontrol ediyorlar.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Türkiye İnsan Hakları Kurumu altında önleme mekanizması niye kurulmadı? Hâlen kurulmadı.

BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu, lütfen…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Köylü, siz Genel Kurula hitap edin.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Cezaevleri izleme kurulları lağvedildi. Neden yenisi kurulmuyor?

HAKKI KÖYLÜ (Devamla) – Ayrıca, cezaevlerinde işkence ve kötü muamele olduğuna dair basında herhangi bir yazı çıktığı takdirde, Adalet Bakanlığında bunları takip etmek, incelemek için bir birim kurulmuştur ve bunları incelemekte, takip etmektedir. Şayet bir işkence varsa rapor edilmektedir.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Birleşmiş Milletler denetmenine neden izin vermediniz?

HAKKI KÖYLÜ (Devamla) – Ayrıca, suç soruşturmalarında ise bir kişi yakalandığı takdirde karakola getirildiği anda doktora muayene ettirilir. Gözaltı süresi bitti, karakoldan adliyeye sevk edilirken tekrar doktora muayene ettirilir. Bu muayeneler gizlidir ve buradan çıkan raporların bir sureti cumhuriyet savcısına verilir, bir sureti de ilgilinin kendisine veya yakınına verilir.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Önleme mekanizması neden kurulmuyor? İşkenceyi önleme mekanizması neden kurulmuyor Sayın Köylü?

BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu, lütfen… Konuşmacının insicamını bozmayın lütfen…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Genel Kurul sizi dinliyor Sayın Köylü.

HAKKI KÖYLÜ (Devamla) – Bundan dolayı Türkiye’de işkence var demek bence hiçbir şekilde doğru değildir.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sistematik işkence var. Sistematik işkence var.

HAKKI KÖYLÜ (Devamla) – Evet, işkencenin olduğunu söyleyenler varsa gider tek tek isimlerini Adalet Bakanlığına söyler, onlarla ilgili gerekli işlemler yapılır.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Bütün gözaltı merkezlerinde sistematik işkence var.

HAKKI KÖYLÜ (Devamla) - Bu sebepten dolayı Adalet Bakanı hakkında verilmiş olan gensoru önergesinin kesinlikle doğru olmadığını, bence bir şey ifade etmediğini belirtmek istiyor ve önergenin aleyhinde oy kullanacağımı belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Köylü.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Gök…

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, kayıtlara geçmesini istediğim bir iki husus var, izin verirseniz onları kayıtlara geçirmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

LEVENT GÖK (Ankara) – Adalet ve Kalkınma Partisi adına konuşan sayın sözcü, hâkimlerin nasıl atandıklarını ve nasıl karar verdiklerini ifade etti ve bunlardan dolayı görevden alındıklarını ifade etti.

Şimdi Sayın Başkanım, bu ülkede 2010 yılında bir referandum yapıldı ve HSYK’nın yapısı belirlendi. O HSYK’nın yapısının belirlenmesine Cumhuriyet Halk Partisi şiddetle karşı çıktı. Ve bugün gelinen yapıda iktidar partisinin 2010 yılında “Demokratikleşmeyi sağlayacağız.” iddiasıyla ortaya getirdiği Anayasa değişikliğindeki o HSYK yapısının çok büyük bir etkisi vardır. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak tabloyu gördük, “Yanlış yapıyorsunuz” dedik. Ama Anayasa’da yapılan değişiklikle, referanduma sunulan oylamayla o madde geçti ve HSYK bugünkü hâkimleri doğurdu.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, sataşmadan mı cevap veriyor, yorum mu yapıyor!

LEVENT GÖK (Ankara) – İki yıl önce, burada, Danıştay ve Yargıtaydaki daire sayıları ve üyelerin sayısı artırıldığında yine çıktık dedik ki: “Yanlış yapıyorsunuz.” Gerekçe olarak bize FETÖ’yle mücadele söylenildi.

BAŞKAN – Toparlayın lütfen Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) - Sayılar artırıldı ama gelinen noktada bakıldı ki, alınanlar gene FETÖ’cüymüş. Daha sonra, şimdi onlar tasfiye ediliyor. Şimdi, biz ne dediysek hepsi doğru çıktı.

Anayasa Mahkemesinin bir üyesinin nasıl atandığını tutanaklara geçirmek istiyorum. 26 Şubat 2010 tarihinde Anayasa Mahkemesinde raportör olarak çalışan bir kişi Denizcilik Bakanlığı Müsteşar yardımcılığına getirildi. Bugünkü Sayın Başbakan Binali Yıldırım’ın Bakanlığı döneminde. Konu ne? Arkadaş hukukçu ama Denizcilik Bakanlığı Müsteşar yardımcılığına getirilerek bir unvan verildi kendisine.

BAŞKAN - Sayın Gök, tamamlayın lütfen.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ve otuz bir gün Denizcilik Bakanlığında çalıştırıldıktan sonra -yani Binali Yıldırım’ın himayesinde ve denetiminde çalıştıktan sonra- Anayasa Mahkemesi üyeliğine atandı tam 2010 yılında. Biz yine kalktık “Bu yapılan usulsüzdür, yanlış yapıyorsunuz.” dedik 2010 tarihinde. O gelinen noktadan sonra, tam altı yıl sonra bu kişi FETÖ üyeliğinden dolayı Anayasa Mahkemesi üyeliğinden çıkarıldı.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Gelinen noktada iktidar partisinin bu yanlış ve ikircikli tutumlarının payı olduğunu zabıtlara geçirmek istedim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şimdi, Hükûmet adına Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ konuşacak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Bozdağ.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; HDP’nin hakkımda verdiği gensoru önerisi vesilesiyle huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında özellikle ifade etmek isterim ki gensoru müessesesi Anayasa’mızda ve İç Tüzük’ümüzde belirtilen esaslar çerçevesinde kullanılmamaktadır. Bunu bugün Sayın Başbakanımız da ifade etti. Bu gensoruyu okuduğumuzda da bunu çok net bir şekilde görebiliyoruz. Afaki, soyut, genel değerlendirmeler; daha da önemlisi, ilk defa bir bakana görüşlerini açıkladı diye gensoru veriliyor. Benim bir değerlendirmem var, alınıyor, buraya konuyor ve gensoru konusu yapılıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında her düşüncenin özgürce ifade edilmesini hepimiz savunuyoruz ama bir bakıyoruz, benim kanaatimden dolayı “Bu bakan düşsün.” diye gensoru veriliyor. Meclis tarihinde “Kanaatlerinden dolayı bakanlığını sona erdirelim, bunu düşürelim.” diye gensoru verilmesi var mıdır yok mudur bilmiyorum ama varsa bu en önemlilerinden biri. Benim bildiğim ilk, sordum, böyle bir şey yok ama hayırlı olsun. Meclisimiz çok gensoru gördü, gensoru vasfı taşımadığı için… Ama, bu gensoru vesilesiyle de pek çok konuda itham yapıldığı için bazı hususları gensoru vasfını taşımasa dahi ifade etmek istiyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü Türkiye’de yaşandı mı? Yaşandı. Aradan geçen zaman içerisinde bizim 15 Temmuz yaşanmamış gibi hareket etme imkânımız var mı? Bu Meclis bombalandı, pek çok insanımız hayatını kaybetti, pek çok kişi yaralandı, bazıları elini, ayağını, gözünü kaybetti, sakat kaldı; Türkiye’nin demokrasisi, anayasal düzeni, seçilmiş organlarının tamamı yok edilmek istendi. Böylesi büyük bir tehlike ve tehdit geçirdikten sonra, Türkiye âdeta uçurumun kenarından milletimizin birlikte hareketiyle kurtulduktan sonra, Türkiye’yi buraya getiren ve bundan sonra daha büyük felaketlere götürmek isteyen Fetullahçı terör örgütü ve onunla irtibatlı, iltisaklı, üyelik irtibatı bulunanlarla ilgili çalışma yapmamamız, bu konuda herhangi bir adım atmamamız bizim bu Meclise, Anayasa’ya, vazifemize ihanet olmaz mı? Elbette olur. Onun için biz ne yapıyoruz? 15 Temmuz 2016’da ortaya çıkan bu olağanüstü durumdan Türkiye’yi çıkarmak ve olağan duruma behemehâl geçirmek için olağanüstü hâl ilan ettik. Olağanüstü hâl esasında Hükûmetin etkin, hızlı karar alması ve bu kararları netice alıcı bir şekilde süratle uygulaması için getirildi; Türkiye’yi bu tehlikeden, bu tehditten kısa sürede kurtarmak ve demokrasimizi, millî irademizi, hukuk devletimizi daha fazla tahkim ederek daha güvenli bir şekilde geleceğe taşımak için ilan edildi, yoksa bunları yok etmek isteyenlere güç ve kudret vermek için yapılmadı.

Bugüne kadar OHAL uygulamalarına baktığınızda, tamamının anayasal ilkeler çerçevesinde uygulamalar olduğunu ve OHAL’in de bir anayasal müessese olduğunu buradan bir kez daha ifade etmek isterim. Her şey şeffaf bir şekilde ve OHAL’le ilgili, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı tehdidi önlemeye yönelik zorunlu, acil ve orantılı tedbirler amacına dönüktür ve buna göre adımlar atılmaktadır. Bu son derece önemli ve tarihî görevi Parlamentonun verdiği yetkiyle yapıyoruz, Anayasa’mızın verdiği yetkiyle yapıyoruz, bunu yapmamız da gerekiyor. Demokrasimizi korumak istiyorsak, Parlamentonun bir daha bombalanmamasını istiyorsak, Türkiye'de başkalarının darbe rüyası kurmalarını istemiyorsak Türkiye olarak bu adımları kararlı bir şekilde atmamız gerekmektedir. Bizim yaptığımız da budur. Esasında bu yaptıklarımızdan dolayı takdir edilmemiz lazım. Gensoruya muhatap olmamızı değil, “Doğru işler yapıyorsunuz. Devleti, milleti, anayasal düzenimizi her türlü tehlike ve tehditten kurtarmak için ciddi kararlar alıyorsunuz. Bunların gereklerini yapıyorsunuz. Milletimize ve devletimize önemli görevler ifa ediyorsunuz.” diye takdir edilmeyi ben beklerdim işin doğrusu. Böyle adımlar atıyoruz. Yaptığımız düzenlemelere baktığınızda bunu net bir şekilde göreceğiz. Devletin içerisinde öbeklenmiş, devlet içerisinde bir devlet yapısı olarak ortaya çıkmış bir yapının siz farkına vardıktan sonra bununla ilgili gereğini yapmakla mükellefsiniz. Türkiye bunun farkına vardı mı? Vardı. Burada çok söylendi, başka zamanlarda da ifade ediliyor, daha önce de bunun farkına varıldı. Çok net söylüyorum: Türkiye'de Fetullahçı terör örgütü üyeleri ve bunun kurucu ve yöneticisi terörist Gülen’in bugünkü anlamda tehlike ve tehdit olduğunun farkına varan tek siyasi lider Türkiye'nin Cumhurbaşkanı -ilk önce varan diyorum- Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ZİHNİ AÇBA (Sakarya) – Yapmayın ya, yapmayın!

AHMET YILDIRIM (Muş) – En son liderdir.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Ne alakası var ya! Yuh yani! Yıllardır size uyarı yapılıyor, yıllardır.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Sayın Bahçeli bu konuda açıklamalar yapmıştır daha önce. Aynı şekilde CHP’nin de açıklamaları vardır, HDP’nin de açıklamaları vardır, medyada başka çevrelerin de açıklamaları vardır.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sizin o zamanki düzenlemeleriniz neydi?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Ama, altını çizerek söylüyorum: Bu açıklamaların büyük bir kısmı esasında başı örtülü veyahut da muhafazakâr bir yapı nedeniyle bir karşı duruş, yoksa anayasal düzen Türkiye'de demokrasi, rejim, hukuk devleti için bir tehlike ve tehdit oluşturduğu gerekçesiyle değil. TSK’nın içerisinde başka yerlerde FETÖ’cü diye temizlik yapılırken FETÖ’cüler içki içiyordu ama orada mütedeyyin insanlar FETÖ’cü diye tasfiye ediliyordu.

ZİHNİ AÇBA (Sakarya) – O adam kimin muhterem hoca efendisiydi, kimin?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Şimdi, bakın, bunu çok net söylüyoruz, çok net. Onun için de diyoruz ki bakın, bunun büyük bir tehlike ve tehdit olduğunun farkına biz vardık ve vardığımız andan itibaren de çok net tavır koyduk, çok net tavır koyduk.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Çok geç kaldınız.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Darbe yapıldıktan sonra tavır koydunuz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Milletimizin hukukunu korumak için, demokrasimizi korumak için, devletimizi korumak için çok net tavırlar koyduk, bir sürü de bedel ödedik, ödemeye de devam ediyoruz ama Türkiye'yi Fetullahçı terör örgütü ve diğer terör örgütlerinin unsurlarından -devletin en azından yönetim aygıtını- tamamen temizleyeceğiz. Bundan kimsenin ama kimsenin endişesi olmamalı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hiçbir devlet kendi çalıştırdığı insanların terör örgütleriyle irtibatlı, iltisaklı veya onların talimatlarıyla hareket eden birisi olmasını kabul etmez, hele hukuk devletleri asla kabul etmez. Ne Avrupa’da ne Amerika’da ne de başka bir yerde DEAŞ terör örgütü üyesi veya bu örgüte çalışan veya El Kaide terör örgütü üyesi veya bu örgüte çalışan, ona bulunduğu görevler itibarıyla destek veren ve ona yardım yapan, yataklık yapan birini kimse devlette çalıştırmaz. Devletin anayasal düzenine ve devletin hukukuna, devletin yapısına sadakatini her devlet çalıştırdığında arar. Ne yapıyoruz biz? Devletin içerisinde terör örgütleriyle iltisaklı, irtibatlı olduğu değerlendirilenlerle ilgili kararlar alıyoruz, adımlar atıyoruz. PKK’ya veya FETÖ’ye veya başka terör örgütlerine eleman devşirmeye devam etmelerine izin mi verelim? Okullardan daha öğrencileri kandırıp beynini yıkayıp göndermelerine göz mü yumacağız? Hiç kimse şunu söyleyemez: “AK PARTİ Hükûmeti kendine muhalifleri kamunun içinden ayıklıyor.” Bizim yaptığımız çok net: Terör örgütleriye üyelik, irtibat ya da iltisakı olan ve terör örgütlerine destek verdiği değerlendirilenlerle ilgili adımlar atıyoruz. Bu, idari tasarruflar içindir. Tabii ceza yargılaması için yapılacak şey ayrı, onun hukuku ayrı. Mahkemeler onun gereği ne ise usul ve mevzuat çerçevesinde elbette yapacaktır ama bunu yapmak bizim vazifemizdir.

Türkiye’de devletin içerisindeki terör örgütlerine destek verenlerle ilgili, bunlarla irtibat, iltisak kuranlarla ilgili adım atmak bu devletin en temel hakkıdır. Hiçbir devlet teröristlerle çalışmaya zorlanamaz; terör örgütleriyle irtibatı, iltisakı olduğu değerlendirilenleri kamuda istihdam etmeye mecbur edilemez. Dünyada başka arındırma kanunları da var. Hepsinde aynı şeyi görüyoruz. Biz de aynısını yapıyoruz. Avrupa’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından sonra uygulanan arındırma kanunları ne ise esasında bizim yaptığımızın da ondan pek fazla bir farkı yoktur. Biz de onu yapıyoruz.

Yargıya ilişkin konuya gelince. Yargının içerisinde elbette hâkim ve savcıların bir bağımsızlığı, bir teminatı var. Bizim Anayasa’mızın 138’inci maddesi “Mahkemeler bağımsızdır.” diyor. Hâkimler görevini yaparken Anayasa, kanun ve hukuka bağlı bir vicdanla karar veriyor. Vicdanı bağımsız bırakmıyor. Neden? Vicdan, eğer bir yere bağlı olmazsa rüzgâra bağlı olur, dine, mezhebe, ideolojiye, siyasete bağlı olur; o zaman o vicdan zulme vasıta olur. Anayasa getirmiş vicdanı sağlam kazığa bağlamış. Nedir o? Anayasa’dır. Nedir o? Hukuktur. Nedir o? Kanundur. Buraya bağlı olacak vicdan, buraya uygun karar verecek vicdan. Aksi takdirde FETÖ’ye bağlı karar verebilir, başka yere bağlı bir karar verebilir. Onun için Anayasa ne yapmış bunu? Getirip buraya koymuş. Hâkimlik, savcılık teminatını niçin veriyor? Yargı görevini yapanlar bağımsız görev yapsınlar, herhangi bir baskı, korku, tehdit altında kalmadan özgürce ve cesurca karar versinler diye bu yapılmış; yoksa terör örgütlerine üye olsunlar, terör örgütlerinden talimat alsınlar, terör örgütlerinden aldıkları talimat doğrultusunda soruşturma açsınlar, yargılama yapsınlar, karar versinler, tutuklama yapsınlar diye bir teminat değildir bu. Onun için, bunu birbirinden ayırmamız gerekiyor, yapılan da tam budur. Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı çerçevesinde, bu teminatı yok etmek maksadıyla atılan bu adımları… Anayasa’mızın 139’uncu maddesinde meslekte kalmaları uygun görülmeyeceklere ilişkin kanuni bir düzenleme yapıldı, bu düzenlemeye göre adımlar atılıyor. Yapılan da tam da mahkemelerin bağımsızlığını korumak içindir, hâkimlerin tarafsızlığını korumak içindir ve terör örgütüyle iltisaklı, irtibatlı olduğu değerlendirilenlerle ilgili millette yargıya duyulan olumsuz güveni ortadan kaldırmaya dönük son derece önemli bir adımdır. Yargıya güveni de bu güçlendirmiştir. Yargının içerisinde, davasını görmesi için geldiği bir savcının, hâkimin veya orada bulunan bir yargı mensubunun herhangi bir terör örgütüyle irtibatlı, iltisaklı olduğunu biri değerlendirse ondan rahatsız olurum. Onun için, milletimizi böyle bir şeyle yüz yüze bırakmak doğru değildir. Yargıya güveni, hukuk devletinin gereklerini tam inşa ediyorsak terör örgütünün yargıyı ve hukuk devletini rehin almasına asla izin vermememiz lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bizim de yaptığımız budur, FETÖ’nün yargıyı ve hukuk devletimizi rehin almasına müdahale etmektir. Bu, yargıya müdahale değildir. Onun altını özellikle çizmek istiyorum.

Diğer bir konu, cezaevlerinde kötü muamele ve işkence hususudur. Biraz önce Hakkı Bey de ifade ettiler, Türkiye'nin ceza ve tutukevlerinde kötü muamele ve işkence konusunda sıfır tolerans uygulaması vardır. Ben çok net söylüyorum…

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Böyle bir şey olamaz ya.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Kim ki diyorsa “Türkiye'nin cezaevlerinde kötü muamele, işkence vardır.” çok net diyorum, cezaevinin adını verin…

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Söyledim.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - …kime yapıldı, söyleyin, nerede yapıldı söyleyin, ne zaman yapıldı, söyleyin.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Geçen hafta Aydın Cezaevi…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Eğer biz gereğini yapmazsak o zaman gelin, gensoruyu o zaman verin, o zaman.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Söyledik, isim verdim.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - “Biz size şunu söyledik, siz gereğini yapmadınız. Biz adres gösterdik, adrese gitmediniz; isim verdik, yapmadınız.” Genel, soyut değerlendirmeler yapıyor.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Geçen hafta Aydın Cezaeviyle ilgili soru önergesi verdim.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Cezaevlerine gidelim, tek tek gezelim, var mı yok mu? Ya biz “Yok.” diyoruz. O zaman aksini iddia eden diyecek ki: “Var, adı da Ali, Veli, Bekir, Hasan, şu. Falan yerde oldu, şu zaman oldu.”

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Sertaç Sapmaz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Biz gereğini yapmazsak bize gensoruyu o zaman vereceksiniz. Şimdi biz diyoruz: “Bunu yapın.” İsimler var. Birim kurdum ben şimdi Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünde, hem İnternet medyasını hem de bütün medyayı her dakika tarıyorlar, bu konuda çıkan bütün haberleri -aslı var, yok- inceliyorlar ve ona göre de açıklamalarını yapıyorlar. Aslı varsa üzerini örtmeyiz, örttürmeyiz de derhâl müfettiş gönderiyoruz hem Bakanlığımızın Teftiş Kurulu var hem CTE’nin kontrolörleri var hem cumhuriyet savcıları var; bütün bu kanalların üzerinden işin üzerine gidiyor ve gereken neyse onu tereddütsüz yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz. Biz buna tolerans gösteremeyiz. Ama isim yok, adres yok; var… Nereden çıktı son bir iki aydır bu? Çok net söylüyorum, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün başarısızlıkla sonuçlanmasının arkasından hem Fetullahçı terör örgütünün kurucusu, lideri, terörist Gülen hem de bölücü terör örgütü PKK iş birliğiyle uluslararası alanda ve Türkiye'nin içerisinde “Türkiye'nin cezaevlerinde kötü muamele ve işkence vardır.” propagandası başlatıldı, kampanyası yürütülüyor. CPT geldi, cezaevlerini gezdi, bana bazı şeyler söylediler, “İsim verin, üzerine gideyim.” dedim. “Gizli.” dediler, isim vermediler.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – E raporları gizli ama onların.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Ben şunu çok net söylüyorum bakın, burada, Genel Kurulda da söylüyorum: Hangi cezaevinde, nerede, kime, isim varsa, lütfen, cumhuriyet savcılıklarına bildirin, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne bildirin, Adalet Bakanı olarak bizzat bana bildirin; üzerine gideceğiz, kimsenin gözünün yaşına bakmayacağız, bakılmasına da izin vermeyeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Cezaevlerindeki herkes bize emanettir, ailesinin bize emanetidir. Onların sağlıklarından da biz sorumluyuz, onların her türlü ihtiyacını gidermekten de biz sorumluyuz. Burada bir eksiklik varsa üzerini örtmeyiz, örttürmeyiz, örtülmesine, örttürülmesine de asla izin vermeyiz.

Ben, çıkan haberleri incelettim, şimdiye kadar incelettirdiklerimde aslı olan bir şey çıkmadı. Çıktığı zaman da -çok net söylüyorum- hiç toleranssız üzerine gideriz, kamuoyuna da açıklarız, “Şurada var, üzerine gidiyoruz, şunu yaptık, bunu yaptık.” Bundan sonra da Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğündeki bu birimi herkesin takip etmesini istiyorum çünkü bütün açıklamalar oradan ayrıca yapılacaktır.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – İzleme kurulları…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Cezaevleri izleme kurullarına da izin veriyoruz, hepsine veriyoruz, hiçbir sıkıntı yok. İzleme kurullarını biz lağvettik, yenileri kuruldu, şu anda faaliyete başladılar. Bir sıkıntı yok. İnsan Hakları Eşitlik Kurumu inceleyebiliyor, ombudsman var, Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru denetimi var, Meclis İnsan Hakları Komisyonu var, savcıların denetimi, infaz hâkimliklerinin şikâyet, itiraz üzerine yaptıkları denetimler var, alabildiğine bir denetim var. Biz, bundan hiç kaçmadık, hiç de kaçmıyoruz, kaçmaya da niyetimiz yok çünkü en güçlü olduğumuz yer burası, bunu göstermekten biz niye kaçınalım? Hiçbir endişemiz yok. Bunun, bu konunun büyük bir kampanya olduğunu buradan özellikle ifade etmek isterim.

Cumhurbaşkanımızın görev ve yetkileri Anayasa’da belli. Neye göre görevini yapıyor Cumhurbaşkanımız? Anayasa’ya göre görev yapıyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – Anayasa’ya göre yapsa mesele yok.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Anayasa’da ne diyor 8’inci madde, yürütme yetki ve görevi kim tarafından yerine getirilir diyor? Orada açıkça yazıyor.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Tarafsız olmak zorunda.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bak, kim tarafından yerine getirilir? Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir. Anayasa ikisine beraber vermiş, ayırmamış da, “…ve…” demiş. Siz bu maddeyi yok mu sayıyorsunuz? Var burada. 104’üncü madde “…Devletin başıdır.” diyor, “…Devlet organlarının uyumlu olmasını, Anayasanın doğru uygulanmasını gözetir.” diyor, önemli görevler veriyor. Yasamaya, yürütmeye, yargıya dair, orada bir dizi görevler var. Ne yapıyor Türkiye’nin Cumhurbaşkanı? Anayasa’daki yetkilerini Anayasa’ya uygun bir şekilde kullanıyor. Muhtarlarla toplantı yapmasına Anayasa’nın bir engeli var mı? Yok. Açılış yapmasına bir engeli var mı? Yok. Bir toplantıya katılmasını Anayasa yasaklıyor mu? Yok. Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırmasına anayasal engel var mı? Yok. Anayasa yetki veriyor. Sayın Sezer kullanmamış, kullansaydı. Mâni bir hâl var mıydı? Yoktu. Başka cumhurbaşkanları kullansaydı. Var mı mâni bir hâl? Yok.

Bakın, 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanını halkın seçmesinden sonra Türkiye Cumhurbaşkanının Anayasa’da var olan bu yetkilerinin hepsini kullanması onun zaten Anayasa’dan kaynaklanan hakkı olduğu gibi, bir de milletin ona yüklediği büyük bir sorumluluktur. O sorumluluğun gereğini yerine getiriyor. Benim söylediğim Türkiye’nin realitesini görmek açısındandır. Geçmişte de söyledim. Yoksa “Cumhurbaşkanı Anayasa’ya aykırı davranıyor.” demedim. Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa’ya…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – …uygun davranıyor ve Anayasa’ya uygun Türkiye’nin yönetiminde kendi yetki ve görevlerini yerine getiriyor.

Ben tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bozdağ.

Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Bakan, konuşması esnasında bizim gerçeklerden kopup afaki bilgilerle ve tamamen kendisinin daha önce Mecliste yaptığı konuşmalara dayanarak gensoru hazırladığımızı ve gensoru müessesesini de sulandırdığımızı iddia etti. Defalarca da bizi bu konuda ciddiyete davet etti. Açık bir sataşmada bulundu. Sataşmadan söz istiyoruz.

BAŞKAN – Buyurun iki dakika.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Filiz Kerestecioğlu grubumuz adına konuşacak.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kerestecioğlu. (HDP sıralarından alkışlar)

İki dakika süreniz.

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın (11/13) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Değerli milletvekilleri, Sayın Başkan; önergemiz çok açık. Önergemizde işkence sonucu ameliyat geçirdiği söylenen insanlar dahi var. Her cezaevinde işkence var, her yerden işkence şikâyetleri geliyor.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İsmini verin, bakalım Filiz Hanım, yok öyle bir şey.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – İsmini biz vermeyiz size, ismini bütün önergelerimizde…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bakın, burada ameliyat geçiren kimse lütfen ismini söyleyin.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – İnsicamımı bozuyor Sayın Bakan. Süreyi uzatacak mısınız?

BAŞKAN – Siz lütfen Genel Kurula hitap edin, ben gerekli düzeni sağlamaya çalışırım.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Söyle, yok öyle biri. Varsa söyleyin, ben gerekeni yapacağım.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İsmini hatırlayın lütfen. Kimse ismini açıklayın, gerekeni yapayım.

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – Ben Adalet Bakanı değilim. Birisi Adalet Bakanıysa eğer bu ülkede işkenceyi önleme sorumluluğu vardır. Sayın Metiner nerede? Burada oturuyordu. Ne dedi Sayın Metiner, Cezaevi Alt Komisyonu Başkanı “15 Temmuz darbe girişiminden sonra cezaevlerinden gelen kötü muamele ve işkence iddialarıyla ilgili inceleme yapmayacağız.” dedi.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Yalan söylüyorsunuz.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – Siz ne yaptınız bununla ilgili? Adaleti sağlayacak olan sizsiniz. O insan görevinde kalamaz. Bütün gazeteler bunu yazdı.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Yalan söylüyorsunuz, yalan.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Gazetelerin yazdığının hepsi doğru mudur?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – Eğer kalkıp da Anayasa’yla ilgili “Fiilî Başkanlık durumu yok mu? İstediğiniz kadar ‘Yok.’ deyin.” sözünü benim annem söylese görüş açıklamak olur.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – “Gözaltında.” dediğiniz adam villadan çıktı ya, yaşıyor hayatını villada. Hangi villada yaşıyordu?

BAŞKAN – Sayın Bak…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – Ama bir Adalet Bakanı “Fiilî başkanlık yok mu?” derse Anayasa’yı ihlal etmiş olur. O kadar kolay değil.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – “Gözaltında.” dediğiniz villada çıktı.

BAŞKAN – Sayın Bak, lütfen…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – O kadar kolay değil. Hepsinin hesabını vereceksiniz ve sizlerin de bu anlamda hukuk, hak ihlallerinden yargılandığınız günler gelecek ve o zaman “İşkence yok, işkence yok.” diyen hükûmetlerle karşılaştığınızda…

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Hurşit’in villasında çıktı Erbil’de.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) – …yine bizler kalkacağız, diyeceğiz ki: İşkence var, bunları biz soruşturacağız. (HDP sıralarından alkışlar)

MEHMET METİNER (İstanbul) – Sayın Başkanım, sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Metiner, buyurun.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Adımı anarak bana ait olmayan birtakım laflar ileri sürdü doğru olmayan iddialar üzerinden. Dolayısıyla, sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun iki dakika. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – “Adam cezaevinde.” dediler, villada çıktı ya.

BAŞKAN – Sayın Bak, lütfen…

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner’in, İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET METİNER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hani “Yanlış otursan da doğru söyle.” derler ya, biz hem doğru oturup hem de doğru konuşanlardanız. FETÖ’nün kara propagandası üzerinden burada söz söylemek HDP’ye yakışıyor olabilir. O lafların hiçbiri bana ait değildir. Ben Türkiye’de, Türkiye’nin cezaevlerinde o alçak, hain FETÖ’cülerin “İşkence ve kötü muamele vardır.” demelerinin kara bir propaganda olduğunu, şayet işkence ve kötü muamele olursa AK PARTİ iktidarı olarak üstüne gideceğimizi, bu konuda da herkesten daha fazla duyarlı olduğumuzu söyledim ama dilinde ve elinde kan olanların demokrasi mavalı okuması da yüce milletimizin takdirlerine arz olunur.

Çok teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Kanlı olan sensin! Kanlı olan sensin!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Akçay sisteme girmiş, ona söz vereyim, daha sonra sizi dinleyeceğim Sayın Baluken.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Gözaltındaymış ama villada!

BAŞKAN – Sayın Akçay, buyurun, bir dakika.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

26.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın (11/13) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, Sayın Bakan konuşmasında FETÖ olgusunu ilk fark eden lider olarak Sayın Erdoğan’ı zikretti. Daha sonra da gerçi Sayın Genel Başkanımızın adını da zikretmek suretiyle görüşünü tevil etmeye gayret etmekle birlikte, sırası ve yeri olmamakla beraber, bazı hatırlatmayı yapmak da maalesef şart olmuştur.

FETÖ olgusunu ilk fark eden lider Sayın Erdoğan değildir, belki de en son fark eden ve bu FETÖ olgusuna uyanan lider ve grup Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu olmuştur; bu tarihî bir hakikattir.

12 Eylül 2010 Anayasa referandumu için, o zaman “Fetullah Gülen Hoca Efendi” dediğiniz bu ihanet çetesinin elebaşı “Mezardaki bile kalkıp ‘Evet’ oyu kullansın.” dediğinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika daha ek süre veriyorum.

Lütfen tamamlayın Sayın Akçay.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – ...Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli Mayıs 2010’da “Mezardaki oy kullanamaz, Fetullah Gülen Pensilvanya’dan kendisi gelip oy kullansın.” dediğinde, pek çok siyasi tepki yine Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan, bazı sayın bakanlardan ve Sayın Erdoğan’dan gelmişti.

Yine, 2011 Mayısta Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli “Fetullah Gülen faaliyetlerini durdursun, Türkiye'ye gelsin, hakkındaki iddialara cevap versin.” dediğinde de maalesef Sayın Erdoğan bunu “Hoca Efendi’ye saldırı ihanet derecesindedir.” şeklinde tanımlıyordu, tarih Mayıs 2011. Şimdi, bunları konuşmanın ne yeri ne zamanı ve gerekli de görmüyoruz. Fakat, bazı tarihî hakikatleri de not etmekte fayda var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Bu konuda söylenecek daha çok şey olmakla birlikte, süremizin yeterli olmayışı nedeniyle şimdilik bu kadarıyla yetiniyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akçay.

Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, demin kürsüden konuşan hatip hem partimizi Fetullahçı yapılanmanın kara propagandasını buraya taşımakla suçladı hem de “eli kanlı” gibi hakaretlere varan şeyler söyledi.

BAŞKAN – İki dakika sizi de dinleyelim. (HDP sıralarından alkışlar)

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gensorunun Adalet Bakanı tarafından ne kadar ciddiye alındığı bu kürsüde yaptığı konuşmada belli. Bakın, burada bir buçuk sayfalık bir metin var. Bu bir buçuk sayfa metni bile okumadığını Adalet Bakanı bu kürsüden ifade etti. “Meclisteki konuşmalarım” diyor. Ya, burada, bir buçuk sayfada bir tek cümle var, onun dışında tamamen OHAL’le ilgili yapılan hukuksuzluklar, gözaltı, tutuklama, işkence iddiaları, bu mevcut mevzuatı, yasal düzenlemeleri tamamen ortadan kaldıran bütün uygulamalar, hâkim ve savcıların tutuklanmasıyla ilgili pratikler var. Bir tek cümleyi sokaktan geçen herhangi bir vatandaş kullanmış olsa gensorunun içerisine girmez ama Adalet Bakanı olarak siz kullandığınızda, “Biz rejimi değiştirdik. Yasaları, Anayasa’yı artık elimizin tersiyle bir kenara ittik.” dediğinizde buraya girmiş olur. Dolayısıyla, Binali Yıldırım’ın bu konuyla ilgili ciddiyeti neyse sizin de bu gensoruyu okumayarak bu gensoruya yaklaşımınız ve ciddiyetiniz odur.

Şimdi, Fetullahçı yapılanmayla HDP’yi ilişkilendirme çabasına hiçbir cevap falan vermeyeceğim. “Ne istediler de vermedik.” diyen, parsel parsel şehirleri onlara peşkeş çeken, bütün belediye imkânlarını, kamusal imkânları onların ayaklarının altına sunan yapı kimdir? Bütün Türkiye kamuoyu biliyor.

Eli kanlı meselesine de gelince… 7 Haziran seçiminden sonra bu ülkede başkan olamadı diye bütün bu kanlı süreci kim başlatmış? Türkiye kamuoyu biliyor. “Ya Başkanlık ya kaos.”, “400 vekil verin, bu işi huzur içinde çözelim.” diyenlerin…

ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) – Bayatladı, bayatladı.

İDRİS BALUKEN (Devamla) - …Suruç’ta, Diyarbakır’da, Ankara’da, Sur’da, Cizre’de, Silopi’de akıttıkları kan yetmiyor, şimdi Musul’a, Rojava’ya seferler düzenlemeye hazırlanıyor. Bu kanı akıttıkça oyunun arttığını düşünenlerin, bırakın elini, boğazına kadar kanlı olduğunu, kan içinde olduğunu ifade ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

VII.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, 15 Temmuz darbe girişimin ardından gerçekleştirilen uygulamalar sebebiyle yaşandığı ileri sürülen hak ihlallerini önleyemediği iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/13) (Devam)

BAŞKAN - Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım.

Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.46

ÜÇNÜCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.06

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 14’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Bu kısmın 2’nci sırasında yer alan, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel'in sokağa çıkma yasakları nedeniyle oluşan eğitim hakkı ihlallerini gideremediği, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından öğretmenlerin meslekten ihracı ve açığa alınmasında hak ihlallerine sebebiyet verdiği, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmen alımıyla kadrolaşmaya ve eğitimde güvencesiz istihdama yol açtığı ve proje okulu uygulaması ile eğitimin niteliğini değiştirmeyi amaçladığı iddiasıyla Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin (11/12) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin görüşmelerine başlıyoruz.

2.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel'in, sokağa çıkma yasakları nedeniyle oluşan eğitim hakkı ihlallerini gideremediği, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından öğretmenlerin meslekten ihracı ve açığa alınmasında hak ihlallerine sebebiyet verdiği, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmen alımıyla kadrolaşmaya ve eğitimde güvencesiz istihdama yol açtığı ve proje okulu uygulamasıyla eğitimin niteliğini değiştirmeyi amaçladığı iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/12)

BAŞKAN – Hükûmet? Yerinde.

Önerge daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve Genel Kurulun 25/10/2016 tarihli 11’inci Birleşiminde okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 99’uncu maddesine göre, bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasi parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri önerge sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge sahipleri adına Gaziantep Milletvekili Sayın Mahmut Toğrul; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Ahmet Yıldırım; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Zühal Topcu; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Gaye Usluer; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Tokat Milletvekili Sayın Zeyid Aslan; Hükûmet adına da Millî Eğitim Bakanı Sayın İsmet Yılmaz konuşacaklardır.

Şimdi, ilk olarak, önerge sahipleri adına Gaziantep Milletvekili Sayın Mahmut Toğrul’u kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Toğrul. (HDP sıralarından alkışlar)

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, eğitim öğretim çağında bulunan bütün çocukların eğitim olanaklarına ulaşması, fiziksel ve ekonomik olarak eğitime erişimi ile beceri ve yeteneklerine göre eğitim görme hakkı birçok uluslararası anlaşma ve birçok anayasal norma göre garanti altına alınmıştır. Ancak, 7 Haziran seçimlerinin saray-AKP iktidarı tarafından beğenilmemesi neticesinde, özellikle Kürt coğrafyasında başlatılan savaş neticesinde, yıkım savaşı neticesinde eğitim öğretime 300 binin üzerinde öğrencinin ulaşımı engellenmiştir. Bölgedeki birçok eğitim kurumu, değerli arkadaşlar, öğrenci yurdu ve eğitim kurumu bu hâle dönüştürülmüştür.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Roket atılanları da göster ya, roket atılanları da göster.

BAŞKAN – Sayın Bak, müdahale etmeyin, lütfen.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Eğitim kurumu burası, dikkatinizi çekiyorum, eğitim kurumu.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Allah Allah!

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Evet, bunlar birer eğitim kurumu ve eğitim kurumlarını ne hâle getirildiğini göstermek gerekiyor.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Yıkılanları da göster.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, tabii, bu yıkım savaşı sırasında vicdanı olan, vicdanlı birçok eğitim emekçisi de çeşitli düzeylerde tepkilerini ortaya koymuşlardır. Özellikle, bildiğiniz üzere, öğretmenlerin bölgeden çekilmesi sırasında öğretmenler üretimden gelen haklarını kullanmışlardır. Bunun için, iki olayda eylem ve etkinlik yapmışlardır:

Birincisi, bildiğiniz üzere, 10 Ekim Gar Meydanı patlamasından sonra öğretmenler, eğitim emekçileri “Biz barış istiyoruz hemen şimdi.” dedikleri için ve eğitim emekçilerinin ölümüne tepki vermek için 12-13 Ekimde bir iş bırakma eylemi yapmışlardır.

Yine arkasından “Çocuklar eğitimsiz kalmasın, bu savaş suçudur.” diyen birçok eğitim emekçisi 29 Aralıkta sendikalarının aldığı karar gereği bir günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirdi.

Bu eylemlere katılanlar hakkında önce soruşturmalar başlatıldı, bir cadı avına dönüştürüldü. Tam da o sırada üniversitelerde öğretim üyeleri, öğretim elemanları, üniversite çalışanları “Bu suça ortak olmayacağız.” diye barış çağrısına yönelik bir bildiri imzaladılar. Bu bildiride, eğitimciler savaşın durmasını talep ederken, barışın bu ülkede egemen olmasını talep ederken maalesef yüzlerce, binlerce eğitim emekçisi hakkında soruşturma başlatıldı.

İşte, tam da böylesi bir dönemde, biz “Eğer barış olmazsa bu ülkede darbe mekaniği çalışır ve bu ülkede birileri, kendilerinde başkaca fikriyatlara girme eğilimi gösterir.” dediğimiz sırada, 15 Temmuzda bu ülkede bir darbe girişimi yaşandı. Daha önce beraber devleti şekillendirdikleri, kamuya yerleştirdikleri Fetullahçı cemaatin darbe girişimi neticesi… Tabii, AKP, bunu birçok ağızdan “Allah’ın bir lütfu” diye değerlendirdi ve gerçekten, bu Allah’ın lütfunu ne hâle dönüştürdüler? Daha önce haklarında soruşturma başlatılan öğretmenlerle ilgili önce açığa alma, ardından görevden çıkarma gibi cezalar verildi.

Değerli arkadaşlar, bugün öğretmenlikten atılanların sayısı 30.382’yi geçmiş durumda, akademisyen sayısı 3.613’ü bulmuş durumda. Hiçbir soruşturma yapılmadan, hiçbir hukuki yol ve yöntem izlemeden yapılan bu cadı avı neticesinde eğitim tamamen çökmüş bir hâle dönüştürüldü.

Tabii, Hükûmet şöyle düşünüyor büyük ihtimalle: “Ben bu ülkede ses çıkaranları zapturapt altına alırsam herkes bana biat eder.” diye düşünüyor.

Bakın, eğitim emekçilerinin birinden size bir mektup var, size okuyacağım. Eğitim emekçilerinin sizin bu saldırılarınıza verdiği cevap şudur. Bakın, Mardin’de görev yapan Uşaklı bir öğretmen Derya Alp size şöyle bir mektubu okumamızı söylüyor: “Zar zor emeklerle öğretmen oldum. 20 yaşındaydım Nusaybin’e atandığımda ve her çalışanın yapması gereken gibi haklarım için sendikalı oldum. EĞİTİM-SEN, duruşu ve emekçiye verdiği değeriyle olmam gereken sendika idi ve asla da pişman etmedi. Daha güzel bir dünya istedim; kimsenin hakkının yenmediği, ölmediği, ötekileştirilmediği bir dünya istedim. Böyle bir dünya için ne çaldım ne çırptım ne kopya çektim ne kan akıttım. Hatta böyle bir dünya için şiir yazmaktan, çocuklarıma ‘Böyle biri olun.’ demekten, ağaç dikmekten, insanları sevmekten başka bir şey yapmadım. Eksik kaldım diyebilirim. Şimdi, sendikalıyım diye beni mesleğimden attılar. Bunu yaparak kendi kanlı, kirli ellerini üzerime sileceğini düşündüler. Bunu yaparken büyük ihtimalle artık şiir yazmayacağımı, ağaç dikmeyeceğimi, çocukları sevmekten vazgeçeceğimi sandılar. ‘Lar’ diyorum, kim onlar, kaç kişiler? Saymıyorum. Vicdanlarının üzerine nasıl uyuduklarını bilmiyorum. Yıllarca test kitaplarında yuttuğum silgi tozlarını, sınıfta çocuklarıma verdiğim altı yılı nasıl böyle pervasız attılar? Ağızları köpüklü müydü konuşurken? Bilmiyorum. Atıl ve sakat bıraktılar kendilerince. Beş parasız kalmak onlar için sakat kalmak olabilir, biz emekçiler zaten hiç zengin olmadık. Zengin olmak için değildi mücadelemizin nedeni; dedim ya, çocuklar hür ve güzel bir dünyada doğsun diyeydi. Bunu demek için insan olmak yeterli.

Başta Nusaybin’deki 17 değerli emekçi arkadaşımı, sonra tüm Türkiye ve dünyadaki emekçileri selamlıyorum.”

Yani öğretmen size diz çökmüyor. Sandığınız gibi, bağırdığınızda, çağırdığınızda, sokağa attığınızda kimse size biat etmiyor; biat etmeyecek EĞİTİM-SEN. Tüm derdiniz EĞİTİM-SEN’i işlevsiz bırakmak. Bunu niçin yapıyorsunuz? Kamuya kendi sistematiğiniz içinde daha iyi yerleşmek istiyorsunuz. Bunu, bakın, hemen ilk KHK’da değerlendirdiniz. Ne yaptınız? Sözleşmeli personel, sözleşmeli eğitimci yolunu açtınız ve AKP’nin zihniyeti dışında, darbecilere biat etmeyen, sizlerin dışında kimsenin kamuya yerleşmesini istemediğiniz bir süreci başlattınız.

Yine, değerli arkadaşlar, AKP projeciliği çok seviyor. Sanıyorlar ki adında “proje” olunca çok güzel bir iş yapmış oluyorlar. “Proje okulları” adı altında, bildiğiniz üzere, Türkiye'nin laik, demokratik ve barışçıl ve çoğulcul eğitim yapan en güzide kurumlarını proje okulları ilan ettiler. Neydi proje okullarındaki avantajları? Buradaki öğretmenleri, müdürleri bir cümleyle atayabileceklerdi. Yani “Nasıl olur da siz böyle bir eğitim verirsiniz? Hâlbuki, kamuda biz böyle bir eğitim veremeyiz.” der gibi, onları da daha önce ele geçirdikleri, yozlaştırdıkları eğitimin içine çekmeye çalıştılar. Sayısız öğretmenin yeri değiştirildi, “proje okulları” adı altında oradaki yöneticiler ve öğretmenler bugün oraya, buraya sürülmeye devam ediyor. Hâlbuki, bu okullar kamuda nitelikli eğitimin mümkün olduğunu gösteren birer numuneydi ama AKP “Kötülükte eşit olacağız.” diyor; “Biz, başarısız, sorumsuz, yeteneksiz kişi yetiştirmekte eşit olacağız. Biz, böyle okulları yaratırsak ancak amacımıza ulaşır ve örgütleniriz.” diye düşünüyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Bakanın yarattığı bu tablo karşılığında… Aslında Bakan, Eğitim Bakanı değil; Bakan, bir Millî Savunma Bakanıdır ve böyle de bakıyor olaya.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum, Bakanın derhâl görevden alınması gerektiğini düşünüyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Toğrul.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Ahmet Yıldırım konuşacak.

Buyurun Sayın Yıldırım. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle, konuşmamın içeriğine geçmeden önce, her geçen gün dikta rejimine geçişi hızlandıran ve bu hızın eğitim alanındaki uygulamalarla da kendini gösterdiği bir sürece dair birkaç hususu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Şunu ifade edelim ki AKP iktidarı ve saray iş birliğiyle takvime bağlanmış bir şekilde bu dikta rejimine geçişte halka reva görülen sadece “Bekle, gör.” değildir. Birebir, neredeyse artık faşizm uygulamalarında karşılaşılan bazı kararlaşmaların toplumsal yaşama sokulduğunu üzüntüyle ve ibretle izliyoruz biz.

Şurada ifade edelim, bakın değerli milletvekilleri iki gün ifade edeceğim size: Biri eylül ayının başında kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilen 15 bin, biri de 29 Ekim günü kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilen 18 bin kişi; toplam 33.995 kişinin ihraç edildikleri günlerin özellikle zamanlamasını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Birincisi, eylül ayında -Kurban Bayramı’ndan bir gün önce Sayın Bakan- arife günü insanlar bayram hazırlığını yaparken çoğu Kürt eğitimcilerden oluşan insanların işleri, meslekleri, diplomaları, birikimleri… Bu birikimlerini öğrencileri için kullanma hâllerine son verildi. Burada verilen mesaj: “Biz sizin manevi dünyanıza, kutsallarınıza, bayramınıza bile müdahale eder, onu yaşanılmaz kılarız.”

Bir diğeri ise fazla değil üç gün önce, 29 Ekim gününde, bu ülkenin kuruluşunun ilan edildiği günde bu ülkenin eğitimcileri, akademisyenleri ve birçok kamu personeliyle ilgili, o millî bayram gününün bile yaşatılmasına halel getirilecek, onun üzerine meşruiyet gölgesi düşürecek, insanların bu devlete ve Hükûmete dair aidiyet duygusunu zayıflatacak bir kararın altına imza atıldı. Biri Kurban Bayramı, manevi dünyaya tekabül ediyor; diğeri ise Cumhuriyet Bayramı, bu ülkenin bütün eksikliklerine rağmen kuruluşunun yıl dönümünde insanların eğitimlerinin, emeklerinin, mesleklerinin, birikimlerinin, topluma faydalı olma biçimlerinin nasıl ellerinden alındığı üzerinden bir toplumsal algı ve bunun üzerinden de özellikle hazırlanmaya çalışılan bir korku atmosferi oluşturulmaya çalışıldı.

Bugün şunu söyleyelim: Evet, ağırlıklı olarak Kürtlerden başladı, solculara uzandı; giderek bütün toplumsal muhalefet kesimlerini kapsayacak bir şekilde bütün kamu personel rejimiyle, toplumsal yaşamla, toplumsal barışla demokratik hayatın az bir şeyi kalmış alanlarının yok edilmesi üzerine bir politika kuruluyor. Buradan ifade edelim, şunu çok iyi biliyoruz: Bugün HDP’li belediyelere kayyum atandı. Üzülerek ifade edeyim, muhalefet partilerinden bazı değerli milletvekili arkadaşlarımızın kişisel düşüncelerinin ötesinde kurumsal bir açıklamanın olmamasını ibretle izliyoruz. Dün Kürt medyası kapatıldı, Cumhuriyet gazetesine baskın yapıldı. Üç gün önce Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanları alındı, tutuklandı; bugün kayyum atandı. Göreceğiz, yarın bir gün Aydın Büyükşehre sıra gelecek, İzmir Büyükşehre sıra gelecek. Çünkü burada hedeflenen hiç etnik, sınıfsal, ideolojik aidiyet ayrımı yapılmaksızın toplumsal muhalefetin bütün kanallarını tıkatmaya dönük tam bir dikta rejiminin tesisidir.

Sayın Bakan, eğitim sisteminin yıllardır çözüm bekleyen temel sorunları AKP iktidarından önce de vardı; buna hiçbir itirazımız yok. Ancak her geçen yıl bu sorunların azalması bir yana, giderek katmerleşen, kangrenleşen, içinden çıkılmaz hâle gelinen bir eğitim gerçekliğiyle bu ülkede karşı karşıyayız.

Bir diğer husus: Millî Eğitim Bakanlığı var olan sorunlara, kendi iktidarları döneminden önce var olan yapısal sorunlara dönük çözüm üretmek bir yana, giderek bu sorunları artıran, bu sorunları işin içinden çıkılmaz hâle getiren, yeni sorunlar üreten politika ve uygulamaları nedeniyle eğitim emekçilerini, öğretmenleri, öğrencileri, velileri giderek daha fazla mağdur etmektedir. Neresinden tutsak elimizde kalacak bir eğitim gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Açığa alınan öğretmenler artık ihraç edilen öğretmenlere dönüşüyor. Okulları yıkılan öğrencilerimizin artık evleri yıkılıyor. Yine, inançlara saygı sisteminden giderek mezhepçiliği körükleyen bir eğitim anlayışına doğru gidiyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği eğitimin neredeyse ilköğretim kademesinde -birazdan vereceğim örneklerle- başladı.

Değerli milletvekilleri, ihraç edilenler er geç geri döneceklerdir Sayın Bakan. Ben mesleğe, eğitimciliğe 1993 yılında başladım. Ben başladığımda, akademisyen olduktan sonra üniversiteme ilk kez gelen eğitimcilerle, akademisyenlerle karşılaştım. Ya, bunlar yaşlı, nereden geldiler diye sorduğumda “1982’de 1402’den atılanlar, on bir, on iki yıl sonra bütün kayıp haklarını yasal faiziyle kazanarak geri döndüler.” Bu devran böyle gitmeyecek, iki yıl, üç yıl, beş yıl, on yıl sonra da olsa bu ihraç edilenlerin hepsi bütün kayıp haklarını alarak geri dönecekler. Biz, sendikalara, emekçi arkadaşlarımıza sadece kurumsal olarak dava açmayın, bu kararın altına imza atmış olan siyasi iktidarın mensuplarına rücu edilmek üzere maddi haklarınızı talep edecek davalar açın diyoruz. Bunlar er geç geri dönecekler, bütün hepsi ama; bütün kayıp haklarını geri alacaklar. Ama bizim burada amacımız, muradımız, derdimiz, ne kadar erken mağduriyetleri gidermiş olursak bu açıdan onların mağduriyetini önlemiş oluruz; hazinenin, bütçenin, emekçinin alın terinin mağduriyetinin derinleşmesini engellemiş oluruz. Bir an önce bu haksızlıklar ve hukuksuzluklar sona erdirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, burada ifade edelim, Sayın Bakan, bakın, özellikle az önce arkadaşım ifade etti, bir sendikanın almış olduğu karar üzerinden iş bırakma süreçleriyle karşılaştık. Özellikle 29 Aralık 2015 günü bölgede süren çatışmalı ortama, şehirlere sirayet etmiş olan saldırılara ve insanların ölümüne, kentlerin yıkımına, evlerinin başına yıkılmasına dair bir eğitimcinin insani bir duruş sergilemesi onun eğitimci olmasının ötesinde insan olmasının gereğidir. Sendikasının almış olduğu kararı uygulamaya çalıştı ve düşünün ki “İnsanlar Ölmesin, Çocuklar Ölmesin, Okula Gelsin” sloganıyla bir gün iş bırakmış olanların bu iş bırakma eylemleri üzerinden cezası işten atılmak oldu.

Şimdi soruyorum Sayın Bakana, peki, bunun dışında size rakamlarla şunu söyleyeyim: Evet, öğretmenler bir gün iş bıraktılar ama bunun yanı sıra Şırnak merkezde 40 bin, Cizre’de 41 bin, Nusaybin’de 32 bin, Derik’te 7 bin, Dargeçit’te 17 bin, Silopi’de 39 bin, İdil’de 24 bin, Sur’da 30 bin, Silvan’da 28 bin ve Yüksekova’da 33 bin kişi olmak üzere 300 bin öğrencinin eğitim hakkını elinden alan kararlara siz imza attınız. Bugün, hâlâ Şırnak merkezde eğitim yok Sayın Bakan. Çadırlarda insanlar yaşam mücadelesi vermektedir. Bir gün iş bırakan öğretmenin, insanlar ölmesin diye iş bırakan öğretmenlerin iş bırakmasının cezası işten atılmak oluyor da aylarca iş bıraktırmaya, eğitimi durdurmaya imza atan uygulayıcıların cezası ne olacak? Şırnak’ta bugün hâlâ eğitim yok. Onlar barış olsun diye iş bıraktılar ama aylardır eğitimi durdurmuş olanlar ölme ve öldürme üzerine kurulu bir politika üzerine bu işi durdurdular, eğitimi durdurdular. Çocukların Anayasa’dan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklı haklarını elinden alan uygulamalarınızın cezası ne olacak peki? Öğretmenlerimiz bir gün bıraktılar, bir gün; cezası işten atılmak. Peki, aylardır eğitimi durdurmuş olmanızın bir karşılığı yok mu Sayın Bakan? Bir de buradan bakmayı hiç düşünüyor musunuz? Size örnek vereyim: Siz, 30 bin eğitimciyi attınız, bunların 11 bini benim yaşadığım bölgeden. Derslerin çoğu boş geçiyor Sayın Bakan. Bakın, size yer söylüyorum; arayın, İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne sorun; Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde öğretmen açığı had safhada. Ortaokulda 6 ve 7’nci sınıflarda derse bir şekliyle öğretmen ayarlanıyor ama 8’inci sınıfların büyük bir çoğunluğunun, kahir ekseriyetinin dersi boş geçiyor. Niye? Bu yıl TEOG sınavına girecekler. Ya, Kürt çocuğunun başarısından bu kadar mı korktuk biz? Neden bu yıl sınava girecek öğrencilerin dersleri boş geçiyor? Araştırın, iddiam doğru değilse söz veriyorum, gelip özür dileyeceğim sizden. Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde 6 ve 7’nci sınıflara bir şekliyle sözleşmeli, ücretli öğretmenler ayarlanıyor ve derse giriyor ama 8’inci sınıfların çoğunun dersi boş geçiyor. Birkaç ay sonra sınava girecekler; bir ay sonra 1’inciye girecekler, bir de nisan ayında 2’nci TEOG sınavına girecekler Sayın Bakan.

Bir diğer husus: Hani, Cizre’de eğitim öğretimin durdurulmasından söz ettim Sayın Bakan. Siz, o zaman Millî Eğitim Bakanı değildiniz ama biz kurumsal süreklilik gereği soruyoruz: Bakın, Cizre’de sokağa çıkma yasağı ilan edilmeden, orada kentler savaş alanına dönüştürülmeden, ölümler başlamadan önce, dört gün önce Bakanlık bir SMS attı bütün öğretmenlerin ilçeyi terk etmesi ve hizmet içi kursa alınacakları hususunda. Size bir söz daha veriyorum Sayın Bakan; Cizre’de o mesaj üzerine ilçeyi terk eden, hani hizmet içi kursa alınacaklar diye terk eden öğretmenlerden birinin bir gün hizmet içi kurs gördüğünü ispatlayın, söz veriyorum size, milletvekilliğinden istifa edeceğim. Bakın, Bakanlık SMS atıyor: “İlçeyi terk edin, hizmet içi kurslara alınacaksınız.” Bir gün hizmet içi kurs yok değerli arkadaşlar, bir gün yok. Ama nedir? Orada büyük bir yıkım başlayacak…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Steril katliam var, steril katliam!

AHMET YILDIRIM (Devamla) – …orada steril bir katliam başlayacak, orada vahşet bodrumlarının yaşatılacağı öngörülmüş, “Bir kısmını çekelim.” Ayrılmayan öğretmenler, işte bu kararnamelerle açığa alınan öğretmenler; öğrencilerini yalnız bırakmayan öğretmenler, bugün onca yıllık eğitimleri görmezden gelinerek işten atılan öğretmenler.

Değerli milletvekilleri, burada fırsat eşitliğinin hiçbir kırıntısı kalmamış. 8 ve 12’nci sınıflarda bulunup bu yıl TEOG sınavına ve üniversite sınavına girecek öğrencilerin, zaten dezavantajlı koşullarda okullarına devam ederken o eğitim hakları bile maalesef ellerinden alındı.

Bir diğer husus: Sayın Bakan, giderek eğitim özelleştiriliyor. Bu AKP’nin parayla, ticaretle ve özelleştirmeyle kafasını bozmuş olma hâli çocuklarımızın eğitim öğretim hayatına çok negatif yansıyor. Şöyle ki: Son dört yılda özel okulda okuyan öğrenci sayısı -ilköğretim ve ortaöğretimde- 580 bin iken son dört yılda 2 katına çıkarak 1 milyon 75 bine çıkmış yani 2 katına çıkmış. Yine, son dört yıl içerisinde, Hükûmet ve Millî Eğitim iş birliğiyle özel lise sayısı 2,8 kat artmış, özel liseye giden öğrenci sayısı 2,7 kat artmış. Özel mesleki ve teknik lise sayılarında durum daha vahim; okul sayısı son dört yılda 9,3 kat; öğrenci sayısı ise 22,8 kat artmış. “Bir devlet düşünün ki kamuda öğrencilerini okutamıyor, istihdam edemiyor, bu okulları yönetemiyor.” gibi algılıyoruz biz.

Bir diğer husus, özellikle, değerli milletvekilleri, ana dili üzerinden Kürtçe eğitimin serbest olduğuyla övünen ve bunun yalan üzerine kurulu propagandasını yapan iktidar mensuplarına şunu söylemek isterim: Bir kişi ana dilinde, parasız, demokratik, bilimsel eğitimi hak eder. Bu, Anayasa’nın 42’nci maddesinin; bu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 Protokolü’nün gereğidir; bu, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin birinci kısım 1’inci maddesinin amir hükmüdür. Bunların hepsine Türkiye taraftır. Açıla açıla üç okul açılmıştı Sayın Bakan, onu da bir buçuk ay önce siz kapattınız; siz sağ, biz selamet. Bundan sonra da ana dilde, Kürtçede eğitimin serbest olduğunu, bunu sağladığınızı hiçbir yerde söylemeyin, ne ülkeyi ne kendinizi ne toplumu komik duruma düşürün. Bu bizim için utanç verici bir durumdur. Düşünün, milyonlarca Kürt çocuğu eğitimini parayla alabilecek, o parayla aldığı eğitimi de ancak kıt kanaat koşullarda yapılmış binalarda yapacak, o da hiçbir gerekçe gösterilmeden -darbeyle nasıl bir ilişkisi varsa- topyekûn olarak kapatılacak.

Bir diğer husus: Özellikle, sakın ola ki yarın bir gün bu okulların terörizmle ilişkisinden falan söz etmeyin. Zaten iktidarın son bir buçuk yıllık politikalarında, bir bütün olarak Kürtleri terörist görme, Kürt dilini de terörist dili olarak, terör dili olarak görme anlayışını yaşamın her alanında Kürtler hissediyor.

Sayın Bakan, iktidarınız döneminde, 2010’dan sonra uygulamaya konulan 4+4+4 sisteminin özellikle kız çocuklarında okullaşmayı nasıl düşürdüğünü sizin rakamlarınızla sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakın, 2013-2014 yılında kız çocuklarının okullaşma oranı yüzde 99,61’di Sayın Bakan, bir yıl sonra, 2014-2015, okullaşma oranı 96,7’ye düşüyor; Sayın Bakan, geçen yıl, 2015-2016’da ise kız çocuklarının okullaşma oranı daha da düşerek yüzde 95,22’ye geriliyor. 4+4+4’ün kız çocuklarının okullaşma oranını arttırdığı da bir şehir efsanesi, bir safsata, giderek düşüyor, tedricî olarak düşüyor. Bu, benim değil, TÜİK’in vermiş olduğu rakamlar.

Ayrıca, UNESCO’nun hedeflerine göre ilkokul ve ortaokulda toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleşmesi durumu riskli 24 ülke var, bu ülkelerden biri de Türkiye. Bunu ben değil, UNESCO verilerinden alarak söylüyorum.

Değerli milletvekilleri, yine, bakın, burada özellikle İstanbul’da dağıtılan, nisan ayında okullara dağıtılan ve tavsiye edilen kitaplar, “Öğrenciler Yazarlarla Buluşuyor” adı altında. Burada bir isim söyleyeyim, buyurun, siz araştırın Sayın Bakan. Hariçten Sözler kitabı, kitabın yazarı Ozan Taşdemir. Birkaç tanesini, bütün arkadaşların affına sığınarak, utanarak okuyacağım. Kitapta diyor ki: “Kadınlar da tespih gibi olmalı, varlığı hoşluk, yokluğu boşluk vermeli.” Bir diğer yerinde: “Genelde erkekler güç gösterisine, kadınlar ise cilve histerisine meyillidir. Kadınlar ait olmayı, erkekler ise sahip olmayı yeğlerler.” Kitapta yazıyor ve bunu İstanbul’da çıkıp öğrencilerin karşısına tavsiye edilmesi gereken kitap ve yazar olarak çıkarıyoruz. Devam ediyor: “Erkekler doğayı, kadınlarsa yuvayı severler.” Bir de yine affınıza sığınarak söyleyeyim: “Kadınlar paylaşır, erkekler pay eder.” Tavsiye edilen kitap, Hariçten Sözler, yazarı Ozan Taşdemir. Nisan ayında bütün bunlar bu ülkenin okullarında cereyan etti. Bir başka kitap, Kocaeli’de benzer cinsiyetçi söylemlerle dolu bir kitap tavsiye edilmiş, hiç zamanımı onlarla harcamayacağım.

Değerli milletvekilleri, proje okulları konusunda bazı şeyleri dile getirmeden önce bir iki hususa daha değinmek istiyorum, onunla alakalı olarak da özellikle rakamlar üzerinden ifade etmek istediğim bir hususu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, özellikle TÜİK verilerine göre kız çocuklarımızın okullaşma oranının, üzülerek söylüyorum, giderek azaldığı yine son üç yılda yaşanan bir durum olarak karşımıza çıkıyor. “Proje” kavramı özünde ticari bir kavramdır. Zaten AKP iktidarının özellikle proje okullarla bu okullara müdahale etme amacı şuydu: Bir, özelleştirme. İki, ticarileşme. Üç, siyasi ideolojik kodlar üzerinden okulların dönüşümünü sağlamak. Niye? Çünkü adı yaygınca geçen Kabataş Lisesi, Kadıköy Anadolu Lisesi, Vefa Lisesi veya Avni Akyol Anadolu Lisesinde öğrencilerin velileri, çocuklarını, son bir buçuk ayda, okul açıldıktan sonra bu okullardan alarak mecburen özel okullara gönderme eğilimini başlatmış durumdadır.

Bir diğeri, bu okullarla alakalı olarak kamuda, devletin ve Millî Eğitim Bakanlığının, çocukları özele göndermeden nasıl başarı efsanesinin yaratılacağı ispat edilmiş Sayın Bakan. Ve bu okullarda para olmaksızın bilimsel eğitimin, demokratik eğitimin, toplumsal cinsiyetçi eğitimin nasıl verileceği ispat edilmiş ve bunu yapan öğretmenlerimiz oradan uzaklaştırılıyor. Oysaki öğretmenlerimiz kâr hırsıyla, ticari mantıkla değil mütevazıyetle yapmışlar, kamuyla yapmışlar bu işi; siyasi ve ideolojik yaklaşımla yapmamışlar, bilimsel, demokratik yaklaşımla yapmışlar. Oradaki uzaklaştırılan öğretmenlerimiz yandaşlık ve militanlıkla değil, ahlakla, vicdanla, inançla, sevgiyle, özveriyle, fedakârlıkla, bilimle, ilimle, bilgiyle, irfanla bu işi yapmışlar.

Son olarak şunu ifade etmek isterim; “Düşündüğün bir yıl sonrasıysa tohum ek, düşündüğün on yıl sonrasıysa ağaç dik ama düşündüğün yüz yılın ötesiyse çocukları eğit.” Kuan-tzu söylüyor ve devam ediyor: “Bir kez tohum ekersen bir kez ürün alırsın; bir kez ağaç dikersen on kez ürün alırsın; yüz kez eğer olacaksa bu ürün, eğitirsen toplumu yüz kez ürün alırsın.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Birine balık verirsen doyar bir defa, balık tutmayı öğret, doysun ömür boyunca diyorum ve çocuklarımızın bugünkü gibi ticarileşmeye, özel eğitime, siyasi, ideolojik eğitime değil; kamusal, parasız, demokratik eğitime ihtiyacının olduğunu ifade ediyorum.

Gensoruya bütün milletvekillerinin destek vermesi umuduyla Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yıldırım.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Zühal Topcu konuşacak.

Buyurun Sayın Topcu. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) – Değerli milletvekilleri, HDP Grubunun Millî Eğitim Bakanı hakkında vermiş olduğu gensoru üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yıllardır, neredeyse beş yıla yaklaştı, bu kürsüden sürekli olarak “eğitim, “eğitim, eğitim” dedik ama çok fazla dikkate alınmadığını da gördük. Gerçekten, bir toplumu var eden de eğitim, yok eden de eğitim, buna canlı olarak şahit olduk. Yani, özellikle, Allah bir daha vermesin ama “Ekmeğini yemek, suyunu içmek.” diye bir tabir vardır, bu toprağın ekmeğini yiyen, suyunu içenlerin nasıl hainlik ettiklerini, bu toprağın beslediği, bu topraktaki bütün imkânlardan faydalanarak palazlanan belli bir terörist grubun, FETÖ terör grubunun, elamanlarının, üyelerinin bu ülkeye nasıl hainlik ettiğini de hep birlikte gördük. İşte tekrar bu sondan hareket ettiğimizde geldiğimiz nokta yine eğitim oluyor. “Acaba biz nerede yanlış yaptık, neyi eksik yaptık, neyin içini dolduramadık?” işte bunların irdelenmesi gerekiyor. Yani, bu hain grup bu ülkeden yediği ekmeğiyle, içtiği suyuyla bu ülkeyi bombaladı; bu ülkenin vatandaşlarına, bu millete kurşun sıktı ve gerçekten bunlar Türk milletinin onurlu üyeleri asla olamadılar demek ki onun için de zaten gereken yerde, gerekli cezaların da verilmesi gerekiyor.

Şimdi, baktığımızda, bu gelinen sonuçla beraber artık neyin doğru neyin yanlış yapıldığının çok iyi irdelenmesi lazım, buradan bazı derslerin çıkarılması lazım. Acaba nerede yanlış yaptık? Onun için, iyice, dikkatlice gerekli hazırlıkların yapılması lazım. Herkes bu ülkede eğitimle ilgili konuşuyor; hani “Ağzı olan konuşuyor.” ifadesi var ya, bilen de bilmeyen de eğitimle ilgili konuşuyor. Artık ayrıştırmanın zamanı değil. “Senden” veya “benden” demenin zamanı hiç değil. Onun için el ele, sırt sırta vererek bu ülkenin en önemli problemi olan eğitim sorununu hep birlikte çözmemiz gerekiyor çünkü 15 Temmuzda millet olarak çok büyük travma geçirdik. Bu travmanın el birliğiyle atlatılması gerekiyor. İşte bunun için de “Yenikapı ruhu” diye hep birlikte hareket edilen bir dönem başlatıldı 15 Temmuzdan sonra. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Yenikapı ruhuna ta baştan itibaren destek verdik. Hatta şu anda Yenikapı ruhu denilen bu ruhun oluşturulması için Milliyetçi Hareket Partisi olarak yıllardır çalıştık, ortak dil dedik, ortak bayrak dedik, ortak vatan dedik, tek millet, tek bayrak, tek vatan dedik ama dikkate alınmadığını gördük. Demek ki bazı şeylerin olması gerekiyordu.

Neyse, tekrar geriye dönmek istemiyoruz ama bu Yenikapı ruhunun devam ettirilmesi lazım dedik. Bunun içindir ki herkesin artık söylediğine dikkat etmesi lazım, işkembeikübradan atmaması lazım. Hele hele sorumlu ve yetkili makamlarda isek on düşünüp bir söylemek lazım. Bu, özellikle Millî Eğitimin başında olan kişilere. Yönetim kademesinde olan kişilerin bu konuya çok daha fazla dikkat etmesi gerekiyor. Yani Sayın Bakan geçen bir yerde yaptığı konuşmada “Elinde bayrak sallayan nesli yetiştireceğiz.” diyor. O zaman sormak istiyoruz: Niye yetiştirmediniz şimdiye kadar? Biz, özellikle Doğu Anadolu’da PKK’nın bayrağı indirdiğini söylerken neredeydiniz, Andımız okunmuyor derken neredeydiniz, İstiklal Marşı ki bağımsızlık marşı, şehitlerin kanı üzerine yazılan marş okunmuyor derken neredeydiniz diye soruyoruz. Ama diyoruz ki artık bunların tekrar oluşması için, o elinde bayrak sallayan neslin yetiştirilmesi için tarih şuurunun verilmesi lazım, millet şuurunun verilmesi lazım, vatan şuurunun verilmesi lazım, bayrak şuurunun verilmesi lazım. Bunun için de içerik analizlerinin çok iyi yapılması lazım. İşte, vatanını seven öğretmenlerin yetiştirilmesi lazım. Ve Doğu Anadolu’da özellikle PKK terör örgütüne ait ve FETÖ terör örgütüne ait elemanların eğitim sistemini sabote ettiklerini söyledik biz yıllardır buradan.

Ve diyoruz ki tekrar: Bu vatanı seven öğretmenlerin yetiştirilmesi lazım artık. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu projeye destek veriyoruz, Millî Eğitim Bakanlığının yaptığı her şeye destek veriyoruz. Niçin destek veriyoruz? Çünkü bizim bir tane ülkemiz var. Bizim gidecek hiçbir şeyimiz yok, bir yerimiz de yok. Onun için hep birlikte beraberce çözüm üretmemiz gerekiyor.

Vatanına kurşun sıkan FETÖ ve PKK terör örgütüne ait öğretmenleri istemiyoruz bu ülkede. Onun için, bir an önce öğretmen müsveddelerinin ayıklanması gerekiyor. Tabii ki bunlar yapılırken de haklının haksızın çok iyi bir şekilde ayırt edilmesi ve kul hakkının yenilmemesi gerekmektedir.

Bunun için de öğretmen sorunlarının, vatanını seven, bu ülkenin her bir değeri için canını verecek olan öğretmenin sorunlarını çözmek de Millî Eğitim Bakanlığının en temel ve öncelikli görevleri arasında olması gerekiyor.

Ve diyoruz ki: Biz de muhalefet olarak bu ülke için yapılacak her şeye elimizi ve hatta gerekirse vücudumuzu koyarız. Ama hep birlikte hareket edilmesi lazım ve dikkat edilmesi lazım.

Ben iki hafta önce yaşadığımız bir olayı burada paylaşmak istiyorum. Özellikle Sayın Bakan, bilginize de sunmak istiyorum.

Tabii ki öğretmenlerin gerçekten birçok sorunu var. Biz de millet iradesinin temsilcileri olarak burada bu milleti temsil ediyoruz, hep birlikte temsil ediyoruz. Ankara’da öğretmenlik yapan öğretmen arkadaşlarımızdan bir tanesi sorununu iletti, biz de “Tamam, bunu Ankara İl Millî Eğitim Müdürlüğüne aktarırız.” dedik. Millî Eğitim Müdürünü iki hafta önce aradık. “Öğlen yemeğinde, dönünce arayacağız.” dediler, hâlâ öğlen yemeğinden dönmedi, onu burada bildirmek istiyoruz. O zaman, diyoruz ki: Eğer Yenikapı ruhunu yaşatmak istiyorsak bunların dikkate alınması lazım. Biz Ankara İl Millî Eğitim Müdürünü tarla pazarlığı için aramadık veya kupon arsa için aramadık. Ne için aradık? Bu milletin bağrında görev yapan öğretmenlerin sorunlarını çözmek için aradık ama herhâlde o karıştırdı, dönmedi. Ben de, buradan bunu size aktarmayı bir görev olarak biliyorum ve bunları paylaştık.

“Vizyon çok önemli.” diyoruz. Özellikle millî eğitimde geleceğin vizyonunu oluşturmak çok önemli çünkü yalnızca yarını veya anı yaşayarak problemleri çözemiyorsunuz. Ama gördük ki Millî Eğitim Bakanlığı neredeyse uzun yıllardır -yani bir tek AKP iktidarıyla da sınırlı değil ama- vizyon oluşturamadı. Özellikle, Sayın Genel Başkanımızın 1995 yılında yazdığı bir makalede belirttiği 2023 vizyonu var ki bunu, daha sonra Sayın Cumhurbaşkanı da özellikle üzerine basarak 2023 vizyonunu hedef olarak koydu ama Millî Eğitim Bakanlığı bu vizyonun altını doldurmaktan uzak icraatlar yaptı ve o kadar ki 5 Millî Eğitim Bakanı geldi, bırakın sürdürülebilir olmayı, giden bakanların aksine her gelen ne yaptı? Kesti, kesti attı. Bir şeyler yapılıyor, “Olmadı, yeni baştan.” denilecek şekilde uygulamalara imza attılar. Biz, millî eğitimde insana yatırımı yapıyoruz; insana. Özellikle her adımın dikkatlice tartılıp incelenmesi gerekirken “Bu olmadı, pardon.” deyip geri dönüyoruz, “Bu olmadı, bir de bunu deneyelim.” şeklinde sanki fabrikasyon üretim yapar gibi uygulamalar var. Yani Sayın Devlet Bahçeli’nin ve Sayın Cumhurbaşkanının vizyonuna hâlâ Millî Eğitim görevlileri vâkıf olamamıştır. Bunu da ben buradan belirtmek istiyorum ve tekrar dikkatlere sunmak istiyorum.

Evet sayın milletvekilleri, 4. Sanayi Devrimi’ne geçildiğine dair sürekli olarak çalışmalar yapılıyor. Acaba bunu yakalama konusunda bizim de gelişmiş 20 ülke arasında bulunan ülkelerden biri olarak bunu yaşama durumumuz veya yaşatma durumumuz nasıl diye baktığımızda gerçekten işimizin çok zor olduğunu görüyoruz. Çünkü 4. Sanayi Devrimi’ne baktığımızda matematiğin, fiziğin, biyolojinin çok iyi öğretilmesi gerektiğini biliyoruz. Yapay zekâ, 3D yazıcılar, genetik bilimi, nanoteknoloji ve robot teknolojisi üzerinde çalışılması gerekirken bugün fen fakültelerinde bu bölümlerin boş kaldığını görüyoruz çünkü çocuklar buradan mezun olduktan sonra iş bulamıyorlar. Bunların geleceği kalmadığı için -bu bölümler- bu fakültelerin çok daha farklı işler hâle geldiğine hep birlikte şahitlik ettik.

Çağı yakalamak istiyoruz ama hangi kadroyla yakalayacağız, nasıl bir eğitim sistemiyle yakalayacağız? Bunların üzerinde ayrı ayrı durulması gerekirken karşımızda Millî Eğitim Bakanlığında dağ gibi sorunların olduğunu görebiliyoruz. Bunlardan bir tanesi, özellikle haber bültenlerini de işgal eden proje okulları. Evet, acaba kalitede eşitlik mi istiyoruz, kalitesizlikte eşitlik mi istiyoruz? Bunu özellikle sormak istiyoruz. Yani bir okul kültürünü oluşturmak hiç kolay değil, hele eğitime hizmet veriyorsanız. Eğitimde belli bir kültürün oluşması çok önemli. Daha önceki, 18 veya 19. Millî Eğitim Şûrası’nda özellikle alınan kararlardan bir tanesi de öğretmenlerin okullarda uzun soluklu kalıcılığının sağlanması. Çünkü bir okul kültürünün oluşmasında ve verimli hâle gelmesinde bunlar çok önemli. Eğer siz öğretmenleri sürekli olarak değiştirirseniz, kalıcı bir okul kültürü yaratmayı ummanız pek beklenmemeli.

Ve gördük ki proje okulları olarak ihdas edilen, gerçekten her ilde çok başarılı olan okulların şu anda ders yapamaz hâle geldikleri, öğretmenleri sekiz yılı doldurdukları için, sekiz yıllık süreyi tamamladıkları için tayin edildiği, bu çocukların dersleri boş geçirdiği, yakında sınavlara girecekleri, ailelerin paniklediği… Bugün de zaten hepimiz gördük, aileler ziyarete gelmişti. Çare arıyorlar, “Bize çare üretin.” diyorlar. Yani, “Çocuklarımız perişan oldu. Ne umutlarla bu okula gelmişti.“ diye özellikle bunları dile getirdiler bize. Acaba, bunların kaliteleri belli bir yere oturtulmuşken… Sayın Bakan şöyle bir ifade kullandı: “Bu tecrübeli ve kaliteli hocalar kaliteyi gittikleri okula götürsünler.” Sayın Bakanım, kalite, gittikleri okula gitmeyle, münferit hocaların tayinleriyle olmuyor, bir ekip işi kalite. Yani, hoca kalitesinden tutun, yarattığınız, oluşturduğunuz okul iklimine kadar, sunduğunuz hizmete kadar, girişinden çıktısının geçirdiği sürece kadar belli bir zaman zarfında bunların hemhâl olması gerekirken bakıyoruz, bunların çok fazla dikkate alınmadığını da görebiliyoruz. Yani, proje okullarının tekrar düşünülmesi lazım. Bu oluşturulan kültürün de bozulmaması gerekiyor. Eğer kalitede eşitlik istiyorsak çok daha dikkat edilmesi gerekiyor.

Bir diğer konu, yine, çok fazla şikâyet aldığımız, bu sözleşmeli öğretmen alımlarında yapılan mülakatlarda sorulan sorulara yönelik olarak onu da diyelim. Şunu en baştan söyleyelim: Daha önce, biliyorsunuz ki FETÖ terör örgütüne mensup kişiler soru çaldılar. Birçok insanın hakkını gasbettiler. İşte, bu mülakatlarda da ha soru çalmışlar ha hak gasbı, aynı yola çıkıyor. Onun için diyoruz ki: “Performans ölçümü” dediğimiz veya “yeteneklerin ölçümü” dediğimiz uygulamalar -on dakikada- içeriği belli olmayan ve kimin tarafından yapıldığı gerçekten dikkate değer derecede incelenmesi gereken bir konuyu oluşturmaktadır. O kadar fazla şikâyet geldi ki “Bana şu soruyu sordular.” diye, yani sorulmaması gereken sorular. Eğer siz gerçekten, bir öğretmen adayının diksiyonunu, konuşmasını, bilgi içeriğini, bilmem nasıl ders anlattığını ölçmek istiyorsanız onun yolu on dakika yapılacak sınavdan geçmez. Buna çok daha farklı neler yaparsınız? Uygulamaları gündeme getirirsiniz.

Ve bu arada da şaibeler yükselmiş durumda özellikle bu sınavlara yönelik olarak. “Kendi yandaş kadrolarını oluşturuyorlar ve hazırlıyorlar.” şeklinde bir sürü şikâyet aldık, bu konulara dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve on dakikalık sınavın nasıl objektif hâle getirilmesi gerektiğinin, bunun on dakikalığın ötesinde, belki çok daha farklı bir şekilde objektif hâle getirilmesinin düşünülmesi lazım. Adaletin terazisiyle oynanmaması lazım çünkü bir oynandıktan sonra bu teraziyle, ondan sonra terazi dengede durmaz.

Ve yine tekrar ediyoruz bunu, Millî Eğitim Bakanlığındaki komisyonda görüşüldü ama: Öğretmenin sözleşmelisi olmaz; buradan tekrar ediyoruz. Bunun için diyoruz ki: Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının tekrar düşünülmesi gerekiyor.

Performans değerlendirme konusuna geldiğimizde de, acaba bu ölçümler nasıl yapılacak, kim yapacak? Gerçekten vicdanları kanatıyor bu, buna dikkat edelim.

Rotasyon, Nabi Avcı döneminde konuldu ama tekrar kaldırıldı, kullanılmadı diyelim. Kanunda var ama tekrar ediyoruz: Bu rotasyonun tekrar gündeme getirilmesi huzursuzluk yarattı. Bu işin tekrar düşünülmesi gerekiyor.

Bir de mahkemeyi kazanan müdürlerin hâlâ görevlere atanmadığını buradan bildirmek istiyoruz. Bir hukukçu olarak Sayın Bakan, buna dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. Bu konunun üzerinde de tekrar durursanız belki önemli bir grubu memnun edersiniz diye düşünüyoruz.

Bir diğeri, okullara kaliteyi getirirken tabii ki sonuçlarına da bakmak lazım. Nasıl bir eğitim getiriyoruz ki sonuçları nedir, bunlarla irdelenmesi gerekiyor. İşte, hem YGS genel başarı ortalamalarına baktığımızda hem de LYS’ye baktığımızda inanın sonuçlarına çok üzülüyoruz. Türkçe ortalaması 40 soruda 19, yüzde 50 bile değil, 19 tane soru çözüyor bu çocuklar YGS’de. Matematikte 7,9, 40 soruda. Sosyal bilimlerde 10, fen bilimlerinde de 4,6. Ondan sonra diyoruz ki 4. Sanayi Devrimi. Nasıl yakalayacağız? Gerçekten biraz kendi kendimizle çelişiyoruz. LYS’de de aynı durum var. Onun için diyoruz ki bunların tekrar irdelenmesi lazım.

Üniversiteler konusuna geliyoruz, rektör atamaları konusuna. Yani adaletten bahsetmek pek mümkün olmuyor. İşte en son örneğini gördük -ki buna tekrar bakılması gerekiyor eğer Yenikapı ruhunun devam ettirilmesi gerekiyorsa- adaletin tesis edilmesinde rektör atamalarının farklı bir yapıya oturtulması gerekiyor. Biz de katılıyoruz, rektör seçimleri okullardaki, üniversitelerdeki kutuplaşmayı artırdı, cepheleşmeyi artırdı ama bunun belki mütevelli heyeti yoluyla çok daha farklı bir şekilde yapılmasında fayda var diye düşünüyoruz. Hâlâ diyoruz ki Gazi Üniversitesinde ve Erzurum’daki üniversitede 1’inci gelen adaylar değil, 4 ve 5’inci sıradaki adayların atandığını da burada paylaşmak istiyoruz.

ÖYP dediğimiz konu var biliyorsunuz, öğretim üyesi yetiştirme konusu. Bu çocukların perişan edilmemesi lazım, kim suçluysa suçluların bizzat tespit edilmesi lazım.

Sorunların giderilmesi dileğiyle hepinize teşekkür ediyoruz. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Topcu.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Gaye Usluer konuşacak.

Buyurun Sayın Usluer. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA GAYE USLUER (Eskişehir) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP Grubunun Millî Eğitim Bakanı Sayın İsmet Yılmaz hakkında vermiş olduğu gensoruya ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle Genel Başkan Yardımcımız Sayın Bülent Tezcan’a menfur saldırıyı yapanı, bu ortamı yaratanları kınıyor, Genel Başkan Yardımcımız Bülent Tezcan’a acil şifa diliyorum.

Otobüsteki şortlu kadına tekme atan kişi, Genel Başkanımıza Mecliste yumruk atan kişi, Genel Başkan Yardımcımız Sayın Bülent Tezcan’ı vuran kişi; aslında hepsinde zihniyet aynı, arkasına aldığı siyaset aynı mantıkla işlemekte. Toplumsal yaşamımız parça parça oldu. Her sabah güne kaygıyla başlıyoruz, akşam yatarken yine kaygı içinde başımızı yastığa koyuyoruz.

“Osmanlı’nın yüz yıllık parantez arası.” dediğiniz cumhuriyetimizin 93’üncü kuruluş yıl dönümünü OHAL’den istifade ederek bahanelerle engellemeye çalıştınız. 30 Kasıma kadar tüm mitingleri, gösteri yürüyüşlerini iptal ettiniz. Ne var 30 Kasıma kadar? 29 Ekim Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, 10 Kasım Atatürk’ü anma günü; her ikisini de iptal etmeye çalıştınız. Buna karşın, Cumhuriyet Halk Partisi olarak tüm yurtta yurttaşlarımızla birlikte, sivil toplum örgütleriyle birlikte coşkuyla, sevgiyle ve inançla cumhuriyetimizin 93’üncü kuruluş yıl dönümünü kutladık. Çok şükür ki bu yıl devlet erkânından hastalanan olmadı.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları bağlamında Nürnberg’deydim. Nürnberg’de faşist Hitler’in provalarını yaptığı, Nazi Partisi tarafından dokümantasyon merkezi olarak kullanılan müzeyi gezdik. Müzeden çıkarken faşizmi yüreğimde hissettim. Aslında, dokümantasyon müzesinde tam da bugün OHAL’deki Türkiye’de yaşadıklarımızı bir bir gördüm ve oradan çıktıktan sonra Nürnberg’deki meşhur mahkemelere gittik. O şaşaalı yaşamdan sonra, istediği biçimde insan yaratma arzusunda olan faşist diktatörün, eninde sonunda, o yüz binlerce hayatın kaybına neden olduktan sonra yargılandığı mahkemeleri gördüğümde biraz içim rahatladı ve buradan diyorum ki: Hiçbir suç ama hiçbir suç cezasız kalmamıştır, bu ülkede de hiçbir suç cezasız kalmayacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

29 Ekim gecesi yani Cumhuriyet Bayramı’mızı kutladığımız o güzel günün gecesi bizlere, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan yurttaşlara 93’üncü yıl hediyesi olarak 675 ve 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameleri çıkarttınız; yine binlerce ihraç, yine binlerce gözaltı ve 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle rektör seçimlerini saraya bağladınız. Aslında, 18 Ağustosta bir yasa içerisinde, torbanın içinde küçücük bir nokta olarak rektör seçimlerini saraya bağlamaya çalışmıştınız ve bu yüce Meclis çatısı altında gelen itirazları gördüğünüzde geriye çekmiştiniz. Bunu burada bulunan herkes ve sizler mutlaka hatırlıyorsunuz. Ve buradan soruyorum size: Rektör seçimlerinin, rektörlerin nasıl atanacağının OHAL’le ilişkisi nedir? Sayın Bakan, rektör seçimlerinin OHAL’le ilişkisi nedir, sormak istiyorum.

YÖK, 3 profesörün adını Cumhurbaşkanına gönderecek, Cumhurbaşkanı bir ay içinde eğer bu 3 profesörden birini rektör olmaya layık görmezse yeniden isim bildirilmesini isteyecek. Bunun karşılığında, on beş gün içerisinde YÖK yeni bir bildirimde bulunmazsa, hazret kimi istiyorsa onu atayacak. Rektörlük seçimleri 12 Eylül darbesinden sonra şahtı, sizin on dört yıllık iktidarınızda şahbaz oldu.

Üniversitelerde asıl hizipleşme rektörlük seçiminin YÖK ve Cumhurbaşkanı ayağında olmaktadır. Damdan düşen kedi en iyi anlar derler. 2007 yılında Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde en yakın rakibimden yüzde 30 fazla oy alarak rektör adayı seçildim. (CHP sıralarından alkışlar) Yükseköğrenim Kurumundaki mülakatta yine 1’inci sırada olmama karşın, Sayın Abdullah Gül göreve geldiğinin beşinci gününde, ondan sonraki davranışlarının ne kadar tarafsız olacağına işaret eder bir şekilde 2’nci sıradaki adayı atadı.

Peki, hizipleşme ne zaman ortaya çıktı biliyor musunuz? Hizipleşme, öğretim üyelerinin sandığa gidişi sırasında çıkmadı. Çok seviyorsunuz sandığı, her fırsatta “Millî irade bizi sandıktan çıkardı.” diyorsunuz. Peki, siz sandıktan çıkabiliyorsunuz da koskoca profesörler, koskoca öğretim üyeleri, kendilerini yönetebilecek rektörleri seçmekten âcizler mi?

Asıl hizipleşme, Cumhurbaşkanının 1’inci olanı atamamasından sonra başlamakta. Bunu da hepiniz zaten biliyorsunuz.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Sandık çalındı.

GAYE USLUER (Devamla) - Hatta, bugün görevden aldığınız –adını vermeyeyim- bazı rektörler, 6’ncı sıradan atanan bazı rektörler adaylık çalışmaları sırasında ana bilim dallarına giderek “Beni Cumhurbaşkanı ilk 6’ya girmem sonucunda, 1 oy bile alsam atayacak. Ben sizlerle tanışmaya geldim, ister oy verin, ister oy vermeyin.” dediğini ben de biliyorum, sizler de biliyorsunuz.

Kamuoyunda tartışılmaksızın, akademide tartışılmaksızın, Mecliste müzakere edilmeksizin, kanun hükmünde kararnameyle saraya bağlı rektörler yani dayatmayla atanan rektörler nasıl çalışacaktır? Cumhurbaşkanının siyasi ideoloji doğrultusunda çalışacaktır. Yani ehliyeti boş verin yani liyakati boş verin, esas olan sadakattir. Sadakat döneminin kanun hükmünde kararnamesiyle atanacak rektörler hepinize kutlu olsun. İcazetli rektörlük dönemi bu 29 Ekimde başlatılmıştır.

Ve yine buradan soruyorum sizlere: Boğaziçi Üniversitesinde 12 Temmuz 2016 tarihinde rektörlük seçimleri yapıldı. Profesör Doktor Gülay Barbarosoğlu –bu ismi iyi dinleyin- oyların yüzde 86’sını almasına karşın hâlâ ataması yapılmadı. (CHP sıralarından alkışlar)

Soruyorum sizlere ve soruyorum buradan Sayın Cumhurbaşkanına: En çok oy alan Sayın Gülay Barbarosoğlu’nu atamama nedeniniz nedir, neden atamasını yapmıyorsunuz?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Anayasa kendisine yetki veriyor da onun için.

GAYE USLUER (Devamla) – Bundan sonraki adım korkarım mevcut rektörlerin istifasını istemek olacak. OHAL’le birlikte önce dekanları istifa ettirdiniz. O dekanları atayan rektörler hâlâ görevlerinin başında, YÖK sapasağlam ayakta. Öğretim üyelerini açığa aldınız, öğretim üyelerini ihraç ettiniz, öğretim üyelerini tutukladınız. Peki, üniversitelerde üst makamlarda oturmaya devam edenler, YÖK’te üst makamlarda oturmaya devam edenler, Millî Eğitim Bakanlığındaki bürokratlar, partinin içindeki siyasiler, FETÖ’cüler ne olacak? Onlara niçin dokunmuyorsunuz, bunu da öğrenmek istiyorum.

2002 seçim beyannamenizi hatırlatmak istiyorum, unuttuğunuzdan emininim çünkü. “Nitelikli eğitim” diye bir başlangıç vardı Sayın Adalet ve Kalkınma Partili vekil arkadaşlarım, diyordu ki burada: “Yaşadığımız sıkıntıların çoğunun kaynağı ve çözümü eğitimde saklıdır.” Çok doğru. “Partimizin eğitimde temel hedefi fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmektir.” Siz neyi seçtiniz? Altın nesillerin yetişmesini seçtiniz.

Ve 2002 seçim beyannamenizde üniversiteler için şöyle demişsiniz: “Rektör, dekan, bölüm başkanı, ana bilim dalı başkanı, enstitü müdürü gibi her kademedeki akademik yöneticinin seçimle iş başına gelmesini sağlayacak yasal düzenlemeler yapılacaktır.” Hani nerede? On dört yıl geçti üzerinden? “Eğitimde reform” diye diye on dört yıl geçirdiniz. Eğitimde, Sayın Bakanım, nicelik ve nitelik sorunları devam ediyor. Altın nesil yetiştirmekten vazgeçtiniz. Aslında, on dört yıldır eğitimi anahtar teslimi Fetullah Gülen Cemaati’ne vermiştiniz. OHAL’in ilanından beri kurtarmaya çalışıyorsunuz ve Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki “Yerli ve millî nesil yetiştireceğiz.” Diyorum ki bu yerli ve millî nesli bir tarif etseniz de hepimiz öğrensek, nasıl yerli ve nasıl millî olunuyor?

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) – Sizin gibi, tam sizin gibi!

GAYE USLUER (Devamla) - Millî Eğitim Bakanlığının başındaki “millî” kelimesini kaldırıp sadece eğitim bakanlığını oluşturmuşken, yerli ve millî eğitim, yerli ve millî insan modeli sizin gibi olacak.

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) – Bizim gibi, bizim gibi olacak.

GAYE USLUER (Devamla) - KPSS sonuçlarına göre en yüksek puanı alanların 3 katı kadar kişi alınacak öğretmen sayısıyla bağlantılı olarak başvurdular, sözlü mülakata alındılar. Aslında, torba yasayla gelmişti bu, itiraz etmiştik, demiştik ki “Sözlü mülakat demek torpil demektir, sözlü mülakat demek kayırma demektir, kendi insanını çekme demektir” Ancak, baktınız ki itiraz çok, onu da kanun hükmünde kararname ile getirdiniz.

Sayın Bakan, sözlü mülakatla ne iyi öğretmeni seçebilirsiniz ne de eğitimde kaliteyi sağlayacak kitleyi yaratabilirsiniz. Bakınız, “Sözlü mülakatta herkes için ortak zarflar oluşturuldu, zarf seçimiyle sorular soruldu.” dediniz ama Türkiye’nin değişik yerlerindeki jürilere baktığımızda, sanki kendi aralarında sözleşmişler gibi aynı soruları sormuşlar; “Reis kim?”, “Gezi nedir?”, “Gezi’de neredeydin?”, “Namaz kılıyor musun?” demişler. Şimdi, bu soruların sorulması tesadüf olabilir mi? Nasıl söz birliği ettiler? Tabii, bu noktada, dinlemek belki işinize gelmiyor ama kimi kime şikâyet edeceğiz, işin acı tarafı da bu aslında.

166 okulu proje okulu yaptınız. Kriterler belli, dediniz ki “Proje okulu olacak okulların tarihi ve kültürü eski olacak. O ilde en başarılı 5 okul arasında olacaklar ve TEOG sınavında da yüzde 1’lik dilimdeki öğrencilerin olduğu okullar olacak.” dediniz. Yani Türkiye'nin en başarılı, en gözde, tarihi, kültürü zengin okullarını hedeflediniz. Neden hedeflediniz? Bu okullarda eğitimde bir sorun yok, bu okullarda zaten en iyi öğrenciler var, bu okulların öğretmenlerinde de sorun yok. Eğer amaç eğitimde nitelik artırmaksa, bu okullar yerine bu okullardan daha az iyi okulları seçseydiniz, o daha az iyi okulları proje okulları yaparak iyileştirseydiniz. Tabii, iyiyi yapmak zor ama iyiyi bozmak, dağıtmak kolay. “Proje okullarında dört yılı doldurmuş olan öğretmenlere rotasyon” dediniz aynı yönetmelikte. Hatta “Okul müdürü uygun gördüğü takdirde bir dört yıl daha okulda kalabilirsiniz gibi.” de bir iyilik koydunuz. Aslında, “öğretmene rotasyon” denilen bu uygulama, iyi öğretmenlere, okuluyla özdeşleşmiş öğretmenlere sürgün cezalandırmasından başka bir şey değil.

Ve 21 Temmuzda tüm ülkede OHAL ilan ettiniz, baskı, zulüm ve mağduriyetlerin adresini kanun hükmünde kararnameler yaptınız. 90 binden fazla işten alınan kamu çalışanı, 50 binden fazla ihraç, 30 binin üzerinde tutuklama. Mağdur öğretmenler hâlâ insafınızı bekliyor göreve geri iade edilebilmek için.

Ve bu arada tutturdunuz “Yenikapı ruhu” diye. Bakınız, sizin “Yenikapı ruhu” dediğiniz, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bizim hissettiklerimizle eğer aynıysa biz hâlâ aynı yerdeyiz. Bizim, sizin “Yenikapı ruhu” dediğinizden anladığımız, toplumsal uzlaşıydı; bizim anladığımız, ortak akıldı, demokrasiydi, özgürlüklerdi, eşitlikti. Ancak, sizin Yenikapı ruhunuzun toplumsal korku, toplumsal baskı ile “Türkiye bölünecek.” yaygarasıyla tek adam diktasını meşrulaştırmak, adını da “Türk tipi başkanlık” koymak olduğunu kısa sürede öğrendik. Eğer sizin Yenikapı ruhundan anladığınız bunlarsa buradan diyorum ki o ruha hep birlikte el Fatiha.

Sizlere bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Belki kitabı okumamışsınızdır, filmini seyretmişsinizdir. Her ikisi de yoksa hiç olmazsa iki saatlik filmi seyredin diyorum: Ölü Ozanlar Derneği; hem bir kitap hem iyi bir sinema filmi. Aynı, Sayın Bakanım, proje okullarıyla özdeşleştirdim. Bu kitapta eğitim sisteminde bir dayatma var, öğrenci-öğretmen ilişkisindeki mesafeyi eleştiren bir kitap. Proje okullarındaki baskı ve dayatma da aynı bu kitapta olduğu gibi. Kitabın sonunda öğrenciler okul müdürüne, o despot okul müdürüne karşı çıkıp sıraların üstünde bağırmaya başlıyorlar; aynı Kabataş Lisesinde, aynı Vefa Anadolu Lisesinde, aynı Kadıköy Anadolu Lisesinde olduğu gibi öğretmenlerini savunuyorlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Ve Sayın Bakan “Proje okulları için yaygara koparmayın.” diyorsunuz ama ben de diyorum ki Sayın Bakanım, lütfen bu çocuklara kulak verin, lütfen bu çocukları dinleyin, dinleyelim, bir şey söylüyorlar. O kitaptaki öğretmen şunu demişti: “Kim ne derse desin, sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir.” Ve ben de diyorum ki gençlerimiz, öğretmenlerimiz, aydınlık geleceğimizin berrak düşünceleri, bu ülkeyi de, bu dünyayı da karanlıktan kurtaracak onlardır. O berrak düşünceleri bulandırmanıza izin vermeyeceğiz.

Sözlerimi bitirirken… Dün, değerli bilim insanı, dürüst siyasetçi Erdal İnönü’nün ölüm yıl dönümüydü. Kendisini rahmetle anarken onun bir cümlesini de tekrar etmek istiyorum: “Olağanüstü hâl, olağanüstü hukuksuzlukların kanun hükmüne bağlanmasıdır.”

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Usluer.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Tokat Milletvekili Sayın Zeyid Aslan konuşacak.

Buyurun Sayın Aslan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ZEYİD ASLAN (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi tarafından -Millî Eğitim Bakanıyla ilgili- sokağa çıkma yasakları sebebiyle eğitimin engellenmesi, ihraç edilen ve açığa alınan öğretmenler sebebiyle yapılan uygulamalar nedenleriyle verilen gensoru önergesi üzerinde grubum ve şahsım adına görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, biraz önce diğer milletvekili arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi, Aydın’da bir saldırıya uğrayan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın Bülent Tezcan’a geçmiş olsun diyor ve bu saldırıyı yapanları, millî iradeyi temsil eden herkese görevini yaptığından dolayı yapılan tüm saldırıları nefretle kınadığımı burada ifade etmek istiyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Çünkü, bu milletvekilleri en zor şartlarda görev yapan, Meclisin bombalandığı saatlerde bile demokrasiye ve millî iradeye sahip çıkmak için, yetişebildikleri ölçüde, Meclise koşup gelen milletvekilleridir. O yüzden, millî iradeyi temsil eden ve en zor şartlar altında görev yapan tüm milletvekillerine yapılabilecek her türlü saldırı Meclise yapılmış bir saldırıdır ve Meclisin tüm üyeleri ve mensupları olarak ona karşı hep beraber durmak zorundayız.

Değerli arkadaşlar, gündem, ihraç edilen ve açığa alınan öğretmenler ve özellikle güneydoğu bölgesinde geçen yılın temmuz ayından beridir terörle verilen yoğun mücadele sebebiyle sokağa çıkma yasakları sebebiyle öğrencilerin eğitiminin engellenmiş olması.

Öncelikle, tabii ki öğrencilerin eğitiminin engellenmesine neden olan şeyin sokağa çıkma yasağı olduğunun, sokağa çıkma yasağının nedeninin de şehirleri işgal etmeye kalkıp fiilî durum oluşturmaya çalışan terör örgütüne karşı verilen etkin bir mücadelenin olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu sokağa çıkma yasakları durup dururken kendiliğinden ilan edilmedi. Orada özellikle son zamanlarda Suriye’de yaşanan olayları fırsat bilip orada kendine küçük kantonlar oluşturmuş birtakım güçlerin Türkiye’nin içerisinde de fiilî durum oluşturmaya ve kantonlar oluşturmaya yönelik gayretine ve çabasına devletin demir yumruğuyla cevap verilmesi bazı istenmeyen sonuçları elbette ki doğurmuştur. Ama tüm bu şartlara rağmen -Millî Eğitim Bakanı mutlaka biraz sonra istatistiki olarak bu bilgileri verecektir- orada sokağa çıkma yasağı sebebiyle okuluna gidemeyen çocukları başka okullara naklederek eğitimlerini devam ettirme noktasında devlet her türlü tedbiri almanın gayreti ve çabası içerisinde oldu. 300 bine yakın öğrenciden bahsediliyor, benim elimdeki bilgilerde 120 bin civarında. Bu öğrencilerin hepsi başka okullara nakledilmek suretiyle eğitimlerine devam etme imkânı sağlanmıştır.

Ama burada HDP bu gensoru önergesini verirken acaba gerçekten eğitim hakkını savunma niyeti mi taşıyor, yoksa gündemi başka noktalara çekip yeni gündem oluşturma peşinde mi? Eğer HDP gerçekten o bölgede yaşayan çocukların eğitim hakkını savunuyorsa öncelikle okulları yakılan bu çocukların okullarını yakanlara karşı seslerini yükseltebilmeli. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Çocuklarını geleceğe hazırlamaya çalışan öğretmenleri öldüren alçak katiller sürüsüne karşı en azından devlete sesini yükselttiği kadar sesini yükseltebilmeli.

Geçtiğimiz ekim ayında Diyarbakır’da bir bildiri dağıtıldı. Burada Diyarbakır milletvekili arkadaşlar var. Orada PKK’nın alt birimi, sivil birimleri olduğunu iddia eden kimseler, sokaklarda, eğitim veren öğretmenleri bölgeyi acilen terk etmeleri, terk etmemeleri hâlinde başlarına gelecek sonuçtan kendilerinin mesul olduğunu ifade eden tehdit bildirileri dağıttılar. Peki, bu tehdit bildirileri dağıtılırken o çocuklara eğitim veren öğretmenlerin hukukunu savunmak ve onlar adına sesini yükseltmek için değerli HDP’li siyasetçi kardeşlerimiz ne yaptılar?

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Hiçbir şey.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - O okullar yakıldı, devlet bütün imkânlarını seferber edip yeniden onardı. Onardı, yine yakıldı. Niye yakıldı bu okullar? Kürt çocukları eğitim görmesin. Kürt çocukları eğitimsiz kalsın ki kalleş PKK’nın kucağına daha rahat düşebilsin, cahil kalsın ki dağa gitme noktasında daha kolay kandırılabilsin. Ama, eğitim hakkını savunduğunu iddia eden HDP’li siyasetçi arkadaşlarımın yakılan okullar, öldürülen öğretmenler, tehdit edilen öğretmenler, bunlarla ilgili bir irade ortaya koyduğunu görmüyoruz. Özellikle kendilerinin seçmeni ve bölgesinin insanlarının eğitim hakkını, çocuklarının eğitim hakkını savunmak için meydanlara çıktıklarını ve öğretmenleri tehdit eden, öldüren, okulları yakanlara karşı çocukları adına kalkan olduklarını görmüyoruz. Ama, bir taraftan bakıyoruz, çukur kazan, bu ülkenin şehirlerini işgal etmeye çalışanlara karşı yürütülen devletin operasyonlarına karşı koruma duvarı oluşturduklarını, canlı kalkan olduklarını görüyoruz. O yüzden, öncelikle bu gensoruyu veren HDP’nin eğitim hakkını koruma noktasında samimiyetini bir gözden geçirmesi gerekiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şöyle bu PKK’nın öldürdüğü öğretmenleri bir göz önüne getirelim. Birkaç örnek vereceğim sadece, Şırnak’ta Yoğurtçular köyünde Şenol öğretmen okulundan alınıyor, köyün meydanına getiriliyor, bütün köylüler toplanıyor, bütün köylülerin önünde kafasına silah dayanıyor. Sonra bir ses “Sakın kurşun sıkma, bunlara boşa kurşun harcamayalım.” ve sonra Şenol öğretmen bütün öğrencilerinin ve köylülerin huzurunda telle boğularak orada şehit ediliyor ve ardından o okul yakılıyor. Neşe öğretmen, yirmi bir günlük öğretmen, Tekirdağlı; babası kızını yalnız göndermiyor, Diyarbakır Bismil’e kendisi de beraber gidiyor. Yirmi bir günlük öğretmen, 21’inci gününde 21 yaşındaki Neşe öğretmeni PKK’nin kalleşleri köyün meydanında babasıyla beraber şehit ediyorlar. Yine, Tunceli Darıkent’te 6 öğretmeni birden... O günün gazete manşetleri ve o günün PKK’nın yayın organının ifadesi şu: “Darıkent’te 6 ülkücü öğretmeni infaz ettik.” Neydi suçları? Öğrencilere ders vermek için gayret etmek, her türlü riski göze almak. Peki, bunlar yapılırken halk adına siyaset yaptığını iddia eden HDP’li siyasetçilerden hiç ses çıktığını duyanınız oldu mu?

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Yok.

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Buna karşı öğrencilerin eğitim hakkını savunmak için bu kalleş teröristlere karşı kalkan olduklarını göreniniz oldu mu?

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Nerede!

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Ben görmedim.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Biz de görmedik.

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Yine, daha yeni Kızılay’da bir saldırı yapıldı, canlı bomba saldırısı PKK tarafından, burada birçok insan hayatını kaybetti ama eğitimi konuştuğumuz için sadece birkaç öğrenciden bahsedeceğim. 16 yaşında Destina, 15 yaşında Atakan, bunlar lise öğrencisi çocuklar, otobüs beklerken PKK’nın kalleş bir saldırısında hayatlarını kaybettiler. Üniversite öğrencisi, hukuk fakültesi öğrencisi Nusrettin ve Başak; iki arkadaş, el ele, PKK’nın kalleş bir saldırısında Kızılay’da can verdiler. Tokatlı, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğrencisi Kerim bu saldırıda can verdi. Bunlar da öğrenciydi. Peki, bu öğrencilerin ölümünden sonra PKK’nın yaptığı bu kalleş katliama karşı sesini yükseltenleri duydunuz mu?

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Cenazesine gittiler.

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Şurada, hemen yanı başımızda, 29 kişinin katledildiği canlı bomba saldırısında bu canlı bomba talimatını veren terörist, Diyarbakır Lice’de güvenlik güçleri tarafından öldürülünce, bugün “Niye gözaltına alındı, tutuklandı?” diye feveran ettiğimiz Gültan Kışanak, en başta cenazesinin başında duruyordu. Bu mu insana verdiğimiz değer? Bu mu insanlığa verdiğimiz değer? Bu mu öğrenciye, bu mu öğretmene, bu mu eğitim hakkına, bu mu yaşam hakkına verdiğimiz değer? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Hesap verecek.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hesabı kimin vereceği belli olacak.

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Elbette ki bunları sorgulamadan, bunlara değinmeden HDP’nin gensorusunu anlamak mümkün değildir.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Hesabı kimin vereceği ortaya çıkacak.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Hesap verecekler.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sen merak etme, merak etme. Hesap günü geliyor, merak etme.

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Bu öğretmenler niye açığa alındı? Durup dururken, keyfî olarak “Biz 11 bin küsur öğretmeni işten atalım.” mı dedi devlet? Elbette birtakım sebepleri ve kriterleri var. Eğer siz derslerde PKK propagandası yapacak kadar cesur davranabiliyorsanız, eğer siz Kandil’in çağrısıyla okullarda ve derslerde boykot yapıyor ve öğrenci ve velilerini boykot yapmaya teşvik ediyorsanız, eğer siz PKK bağlantılı gösterilere kendiniz katıldığınız gibi okulunuzdaki çocukları da alıp götürüyorsanız, eğer siz “piknik ve gezi programı” adı altında dağa çocuk göndermenin yolunu açıyor ve bunu teşvik ediyor, bunun altyapısını oluşturuyorsanız, sosyal medya hesaplarınızla devlete “katil” diyorsanız, elbette ki devlet buna sessiz kalmayacak, elbette ki devlet bunu yapanlardan hesap soracak. İşte, bugün yapılan da PKK propagandası yapan, öğretmen değil, âdeta PKK’nın bir neferi gibi çalışan, kendini öğretmen olarak göstermeye çalışanlara karşı yapılmış bir işlemden ibarettir. Devletten maaş alacaksın, devletin ekmeğini yiyeceksin, devletin her türlü sosyal imkânlarından faydalanacaksın, ondan sonra da kalkıp devleti yıkmaya yönelmiş terör örgütünün destekçisi olacaksın! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Elbette buna birileri ses çıkaracak.

Şimdi, örnekleri verilebilir ama zaman yok. Terörist cenazelerinde okulu tatil eden okul müdürü ve öğretmenler var. Buna seyirci mi kalınacak? Buna sessiz mi kalınacak? Bizim çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmen “Şimdi ders zamanı değil, ayaklanma, “…”(x) zamanı.” deyip çocukları PKK eylemlerine gönderecek, buna sessiz kalınacak! Elbette sessiz kalınmayacaktı ve sessiz kalınmadı ve bundan sonra da daha ağır bir şekilde gereği neyse yapılmaya devam edecek.

Değerli arkadaşlar, herkesin artık şunu bilmesi gerekiyor ki: Sınıfta öğretmen, meydanda terörist; gece PKK’lı, sabah memur; yok öyle yağma, bu dönemler artık bitmiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ve buradan değerli HDP’li siyasetçi kardeşlerime sesleniyorum: Lütfen gelin, sorunun parçası değil, çözümün parçası olun. Lütfen gelin, umudun düşmanı değil, umudun dostu olun.

Kürtlerin tarihteki en büyük katilinin PKK olduğunu daha önceki konuşmamda söylemiştim, bir kez daha altını çiziyorum. Kürtlerin tarihindeki en büyük katili olan PKK’nın sözcülüğüne soyunmaktan, onları meşru hâle getirmeye çalışmaktan, onlar adına hak hukuk mücadelesi vermekten vazgeçin de, onlara kalkan olmaktan vazgeçin de Kürtleri katleden bu PKK’lılara karşı, Kürt halkına kalkan olmaya çalışın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Eğitim sistemi?

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, aslında, girmek istemiyordum ama bir cümleyle… Tabii, 15 Temmuzu yaşadı Türkiye ve 15 Temmuzdan sonra birçok şey değişti. Neticede, burası bir siyaset kürsüsü, bu kürsüye Cumhurbaşkanı gelip kendi hakkını savunma imkânına sahip değil. Cumhurbaşkanının avukatı değiliz ama neticede, milletin yüzde 52 oyla seçtiği bir Cumhurbaşkanının hukukunu korumak da millî iradenin temsilcisi olan Meclisin görevidir diye düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, durup dururken Sayın Kılıçdaroğlu çıktı, Cumhurbaşkanımıza “Beyefendi, 15 Temmuz gecesi Marmaris’te tatil yapıyordu.” gibi istihzai, alaycı ve iftira atan bir cümle kullandı, “Meclis çalışırken sen tatil yapıyordun.” dedi. Bütün Türkiye biliyor ki Sayın Cumhurbaşkanımız, o gece milletiyle beraber meydanlarda olabilmek için bütün riskleri göze alıp, canını ortaya koyup İstanbul’a her türlü şartta inmeyi başardı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Peki, bu soruyu soran Sayın Kılıçdaroğlu neredeydi, ne yaptı? Saat onda Ankara’dan İstanbul’a uçtunuz, 23.15’te İstanbul Havaalanı’na indiniz…

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Sen yanında mıydın?

ZEYİD ASLAN (Devamla) – …biraz VIP salonunda oturdunuz, sonra, kendi ifadenizle, Bakırköy Belediye Başkanıyla birlikte, Bakırköy Belediye Başkanının evinde olayları izlemek üzere Bakırköy Belediye Başkanının evine gittiniz.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Bir de “Tankın üstüne çıkacağım.” diyordu.

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Şimdi, Ağustos 2010, referandum kampanya süreci, Sayın Kılıçdaroğlu Kral FM’de konuşuyor, diyor ki: “Eğer bu ülkede darbe olursa o tankın önüne ilk önce ben geçerim.” Şimdi, ben buradan soruyorum, cumhuriyeti kurduğunu iddia eden Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanına buradan soruyorum: Siz havaalanından çıkarken her taraf tanklarla kuşatılmıştı, askerler doluydu orada, onların arasından geçtiniz, gittiniz. Niye orada durup da “Siz kimsiniz? Ben, cumhuriyeti kuran Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanıyım. Bu cumhuriyetin yok edilmesine, demokrasinin aksatılmasına müsaade etmem. Bu tanklar beni çiğnemeden buradan geçemez.” diye niye seslenemediniz, niye seslenmediniz? Hadi tankın altına yatmadınız Metin gibi, hadi tek başına Boğaz Köprüsü’nde onlarca tankın ve silahın karşısında kafasına silah dayanmasına rağmen direnen Safiye Bayat kadar cesaret göstermediniz, bari iki kelam edeydiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) En azından, tankın önüne yatamıyorsanız da “Bu tank burada niye var arkadaş? Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?” diye niye demediniz?

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Sen neredeydin?

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Şimdi, eğer birilerini sorguluyorsanız sizin de o süreçte dik duruşunuzu göstermeniz lazım.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Mehmet Dişli’yi Kılıçdaroğlu mu yerleştirdi Genelkurmaya? Darbeci Mehmet Dişli’yi Kılıçdaroğlu mu yerleştirdi Genelkurmaya?

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Hani Çin atasözü var ya, başkasının camına taş atarken kendi camına taş geleceğini bileceksin.

Değerli arkadaşlar, bu konuyu uzatmayacağım, bununla ilgili aslında söylenebilecek çok şey var ama 15 Temmuz bu ülkede birilerinin maskesini düşürmüştür. (CHP sıralarından gürültüler)

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Televizyona bağlandılar, Genel Kuruldan televizyona bağlandılar.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Dinle!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

ZEYİD ASLAN (Devamla) – 15 Temmuz, sadece bu ülkedeki değil, dünyadaki maskeleri de düşürmüştür. Kendilerini demokrasinin beşiği kabul eden Avrupa’nın, kendilerini dünyanın jandarması kabul eden Amerika’nın tüm maskeleri düşmüştür.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – 2004 MGK kararını Kılıçdaroğlu mu yok saydı?

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Burada millî iradeye, demokrasiye, cumhuriyete saldırı varken sesini çıkarmayan ve uzun süre sessiz kalan Avrupa ve Amerika’nın günler sonra yaptığı açıklamalarda, darbeye maruz kalan millete değil, milletin tedirginliğini değil, darbecilerin akıbetinin tedirginliğini ifade ediyor olması da nasıl iki yüzlü bir anlayışın içinde olduklarını açıkça göstermiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Dünyada kendilerini demokrat kabul edenlerin maskesi düştüğü gibi bu ülkede de birçok insanın maskesi ve birçok kurumsal yapının maskesi düşmüştür. Bir zaman bu ülkede insanlara “Makarnaya, kömüre iradesini satıyor, bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam.” diye aşağıladığımız o halkın, yine birilerinin “Televizyonlarda alt yazıyla darbe geçse bunlar sokağa bile çıkamaz, caminin avlusundaki müezzin ezan okumaya gidemez.” diye aşağılanan bu halkın, 15 Temmuz gecesi maskeleri nasıl düşürdüğünü gördük. Ve 15 Temmuz gecesi “cumhuriyet” dediğinde, “cumhuriyeti kutlamak” dediğinde yeri göğü inletip meydanlara inenlerin, tankları, topları gördüklerinde evlere nasıl sindiğini gördük ve bu millet bunların maskesini düşürdü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Marketlere gittiler, bankamatiğe gittiler.

TURABİ KAYAN (Kırklareli) – 12 Eylülde neredeydiniz? 12 Eylülde kimin koltuğunun altındaydınız?

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Bu millet, su sıkan TOMA’ların üstüne çıkıp şov yapanların nasıl sahte bir devrimci olduğunu, tankların altında vücutlarını ikiye bölerek gösterdi… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aslan, teşekkür ederim.

ZEYİD ASLAN (Devamla) – Bir dakika yok mu?

BAŞKAN – Kimseye vermedim, size de vermeyeceğim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Baluken’den başlayalım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, konuşmanın on beş dakikası zaten partimize yönelik hakaretlerle geçti, son beş dakikasını CHP’ye yönelik hakaretlere ayırdı. O nedenle sataşmadan dolayı söz istiyoruz.

PKK’nin sözcülüğünü yaptığımızdan eğitimle ilgili samimiyetsizliğimize kadar birçok hakaret…

BAŞKAN – Buyurun iki dakika…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ahmet Yıldırım cevap verecek.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Yıldırım. (HDP sıralarından alkışlar)

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, Tokat Milletvekili Zeyid Aslan’ın (11/12) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

AHMET YILDIRIM (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, ezberletilmiş cümleler bitince zaten baştan sona eğitimle alakası olmayan konuşmaları bir on üç on dört dakika ezberletilmiş cümleler bitince ondan sonra ilgisi olmayan bir başka muhalefet partisinin liderine sataşmaya başladı sayın hatip ama bazı şeyleri itiraf etti. Şunu söyledi, itiraf etti: “PKK yaparsa biz de yaparız. PKK adam öldürürse biz de öldürürüz.”

Ya o zaman soralım: 33 bin öğretmen derste eğer PKK eğitimi veriyorsa siz ne yapıyordunuz şimdiye kadar? Bunların hepsi yirmi yıllık öğretmen, yirmi beş yıllık öğretmen.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Gereği oluyor, gereği. Gereği olacak şimdi bundan sonra.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Ne yapıyorlardı şimdiye kadar? Şimdiye kadar iyi çocuk yetiştiriyorlar, iyi sınav kazandırıyorlardı da şimdi mi geldi bu?

Bir diğer husus: HDP –bakın, tekrar söylüyoruz- bugüne kadar açığa çıkmış rengi, dili, dinî, ırkı ne olursa olsun bütün sivil ölümleri kınamıştır, tekrar kınar. 20 Temmuz 2015’ten beri siparişle açığa çıkarılmış bu kirli savaşta ölen herkesi tekrar rahmetle anıyoruz, bunların ölümüne sebep olanları kınıyoruz.

Bir diğer husus…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Şurada ortak açıklamalara imza atmadınız be, konuşuyorsun! Ortak açıklamalara imza atmadınız burada be!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Otur yerine! Otur!

BAŞKAN – Sayın Çavuşoğlu, lütfen…

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Siz gelin biraz da burada Roboski’de öldürülen çocukları anlatın.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Hiçbir ortak açıklamaya imza atmadınız, burada konuşuyorsun! Bırak Allah aşkına!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Seninle hiçbir yere imza atmam!

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sen kimsin ki seninle davranalım?

BAŞKAN – Sayın Çavuşoğlu…

Devam edin siz.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Bir diğer husus: Allah, bizi partimiz dışında bütün kurumların sözcülüğünden de insanları diri diri yakan katillerin avukatlığından da men etsin.

Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Aslan, siz, Sayın Yıldırım’ın konuşması üzerine mi söz istemiştiniz?

Sayın Gök, sizi dinleyeyim daha sonra gerekirse Sayın Aslan’a söz veririm.

Buyurun.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım, az önce konuşan AKP sözcüsünün Genel Başkanımıza atfen ifade ettiği ithamlarla ilgili bir sataşmadan dolayı söz talebi…

BAŞKAN – Buyurun.

İki dakika vereyim size de.

5.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Tokat Milletvekili Zeyid Aslan’ın (11/12) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nereden nereye geldik. 15 Temmuz gecesi burada omuz omuza bombalara karşı direnen bu Parlamentonun 15 Temmuzdan sonra siyaset dilinin daha bir uzlaşmacı, daha birbirine sıkı sıkıya bağlayan bir ortamda devam etmesi gerekirken, yine Türkiye Büyük Millet Meclisinin 15 Temmuzdan önceki siyaset diline döndüğünü görmekten büyük üzüntü duyuyorum.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Genel Başkanına söyle.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...

LEVENT GÖK (Devamla) – 15 Temmuzda millî iradeye karşı yapılan bir saldırıyı bütün partilerin beraber omuzladığı o geceden sonra eğer yaşanılan tablo “O gece darbeyi önledik ama yeni bir dikta kurma.” anlayışı olmasaydı elbette Türkiye'nin siyaset iklimi çok farklı olacaktı. Ama bugün, bu gelinen noktada 15 Temmuz gecesindeki o beraberliğin ve Yenikapı ruhunun hangi amaçlar uğruna, Başkanlık uğruna nasıl yıkıldığını görmenin de derin üzüntüsünü yaşıyoruz.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Onu Genel Başkanına söyleyeceksin.

LEVENT GÖK (Devamla) - Türkiye bunu hak etmiyor. Genel Başkanımız o gün aslanlar gibi, hepimize talimat vermiştir. “Gidin, Meclise sahip çıkın, bombaların altında, millî iradeyi yaşatın.” demiştir. Ben polemik yapmak için söylemiyorum ama o gün de Kastamonu tünellerinde olduğunu Sayın Binali Yıldırım kendisi söylememiş midir? Efkan Ala, uçakta, haberinin olmadığını söylememiş midir? Sayın Cumhurbaşkanı, darbeyi eniştesinden öğrendiğini söylememiş midir? Bunları ne çabuk unuttunuz? (CHP sıralarından alkışlar) Bizim güvenliğimizi emanet ettiğimiz Başbakan ortada yok, Cumhurbaşkanı eniştesinden öğrenecek, kalkıp Kemal Kılıçdaroğlu’na laf söyleyeceksiniz!

ŞAHİN TİN (Denizli) – Halkın içine indi.

LEVENT GÖK (Devamla) - Bu, hiç de şık bir tablo değildir. Burada konuşulması gereken, eğitimdi, eğitim! Konuşacağınız konu yok, konuyu nereye çekiyorsunuz. Şiddetle reddediyorum bu tavrınızı. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

VII.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

2.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel'in, sokağa çıkma yasakları nedeniyle oluşan eğitim hakkı ihlallerini gideremediği, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından öğretmenlerin meslekten ihracı ve açığa alınmasında hak ihlallerine sebebiyet verdiği, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmen alımıyla kadrolaşmaya ve eğitimde güvencesiz istihdama yol açtığı ve proje okulu uygulamasıyla eğitimin niteliğini değiştirmeyi amaçladığı iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/12) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi Hükûmet adına Millî Eğitim Bakanı Sayın İsmet Yılmaz konuşacak.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; HDP tarafından Millî Eğitim Bakanı hakkında verilen gensoruya ilişkin görüşlerimi Hükûmet adına açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım, bu vesileyle sizleri saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın Milletvekili ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan’a yapılan saldırıyı kınıyor, Bülent Tezcan’a “Geçmiş olsun.” diyor, kendisine acilen şifalar diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; halkımızın en çok ilgilendiği, Hükûmetimizin de en çok değer verdiği alanlardan biri olan eğitim, bitmeyen bir gayret istiyor. Her gün yeni bir şeyin yapılması, her gün yeni bir şeyin söylenmesi gereken bir hizmet alanı çünkü muhatabı insan. Bu alanda tüm siyasi partilerimizin yapıcı eleştirilerine açık olduğumuzu, onlardan faydalandığımızı ve faydalanmaya da devam edeceğimizi de açıkça belirtmek isterim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gensoru özellikle dört konuda. Bir tanesi “Proje okullarının dönüştürülmeye çalışılması nedeniyle.” diyor. Tabii, bu konuda açıklama yapılması fırsatı tanındığı için de teşekkür ediyorum. Proje okullarıyla ilgili kanuni düzenleme 2014 yılında yapılmıştır. Bu düzenlemeyle Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin personel atamasını düzenleyen 37’nci maddesine ekler konulmuştur. Bu kanuna göre, yurt içi veya yurt dışında yerli veya yabancı kurum ve kuruluşlarla veya başka ülkelerle iş birliği anlaşması çerçevesinde kurulan ulusal veya uluslararası proje yürüten, belirli bir eğitim reformu ve programları uygulayan okulların “proje okul” olarak kapsama alınacağı belirtilmiştir. Yine, bu düzenlemede öğretim üyelerinin de proje okullarında görevlendirilebileceği hükmü de getirilmiştir. Proje okullarına alınma süreci yönetmelikte belirtildiği üzere, proje okulu kapsamına alınması için oluşturulan komisyonun proje okulu olarak önerilen okulları değerlendirmesini müteakip, yönetmelikte belirtilen kriterleri sağlayan okulların bakan onayıyla proje okul kapsamına alınmasıyla tamamlanmaktadır. Proje okulu uygulanmasındaki temel gaye, eğitimde kaliteyi artırmak, başarılı uygulaması olan okulların başarısını devam ettirmek, uygulanan özel bir projenin başarılı olması için gerekli desteğin bakanlık tarafından verilmesini sağlamaktır.

Türkiye genelinde 163 proje okulu bulunmaktadır. Bu proje okullarından Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğüne bağlı 6 proje okulumuz bulunmaktadır. Bu okulların hepsinde özel bir proje ya da bir protokolün uygulanması gerçekleştirilmektedir. Bu okullardan bir tanesi –proje okulların daha iyi anlaşılabilmesi için örnek veriyorum- Adana Sarıçam Türk Tekstil Vakfı Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezinde Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası ve Türk Tekstil Vakfıyla imzalanan bir protokol kapsamında özel bir program uygulanmaktadır. Bu okulda tekstil alanında program geliştirme çalışmaları yanında öğretmen eğitimleri de yapılmaktadır.

Bir diğer proje okul, Ostim Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi; Ankara Sanayi Odasıyla yapılan iş birliği sebebiyle proje okul olmuştur. Bir diğeri, Konya Karatay Aykent Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinde Konya Büyükşehir Belediyesi ve Konya Ayakkabıcılar Odasıyla imzalanan protokol gereğince özel programlar uygulanmaktadır. Bu okulda ayakkabıcılık sektörüne nitelikli eleman yetiştirilmektedir. Böyle bir uygulamanın, sektör ihtiyaçlarını ve taleplerini karşıladığı tartışmasızdır.

Kamuoyunda tartışılan ve gensoruya da konu olduğu düşünülen proje okulları, genelde Ortaöğretim Genel Müdürlüğüne bağlı okullardır. Bu birime bağlı da 58 proje okulu bulunmaktadır. Bu okullarda ise akademik başarı ve akademik eğitim ön planda tutulmaktadır.

Proje Okulları Yönetmeliği’nde, yöneticilerin ve öğretmenlerin dört yıllığına atanacağı, aynı unvanla aynı eğitim kurumunda sekiz yıldan fazla süreyle yönetici veya öğretmen olarak görev yapılamayacağı kuralı da bulunmaktadır.

İstiyoruz ki bu okullardaki başarıyı daha da yukarıya taşıyalım. Mevcut başarılı öğretmenlerin başarısından diğer okullarımız da yararlansın, başarı aşısı diğer okullarımıza da yapılsın. Bizim sadece 163 okulumuz yok; 7.613 okulumuzun ve 5,5 milyona yakın da öğrencinin sorumluluğunu taşıyoruz. Başarıyı sürdürmek, daha da üst seviyelere taşımak istiyoruz.

İstanbul Çapa Fen Lisesinde, proje okul olmadan önce 49 öğretmen bulunmaktaydı. Proje okul olduktan sonra bu okuldan öğretmen alınmamış, boş olan 4 kadroya da yüksek lisans ve doktora yapmış 4 öğretmen atanmıştır. İzmir Karşıyaka Cihat Kora Anadolu Lisesinde proje okul olmadan önce 44 öğretmen görev yapmaktaydı. Proje okulu sonrası 24 öğretmeni başka okullara alındı; yerlerine, 7’si alanında yüksek lisans ve doktora yapanlardan olmak üzere 40 öğretmen ataması yapılmıştır. 24 öğretmen alındı, 40 öğretmen ataması yapıldı. Yeni atanan öğretmenlerin yaş ortalaması 45’tir. Bu şekilde dinamik ve nitelikli bir öğretmen kadrosu ile bu gözde okulumuzun buluşması sağlanmıştır.

Bir başka proje okulumuz İstanbul Kadıköy Atatürk Fen Lisesinde proje okul olmadan önce 24 öğretmen bulunmaktaydı. Bu okuldan 3 öğretmen ayrılmış, yerine 6’sı yüksek lisans veya doktora yapanlardan olmak üzere 9 öğretmen atanmıştır.

Örnekleri artırmak mümkündür ancak genel bir öğretmen sürgünü ya da proje okullarına rastgele bir öğretmen ataması söz konusu değildir. Belli bir amaç doğrultusunda belirli alanlarda çeşitli proje ve protokollerle eğitim ve öğretimin kalitesinin artırılması hedeflenmektedir. 163 proje okuluna bir bütün olarak bakıldığında mevcut öğretmen sayısı 4.086’dır. Bu öğretmenler arasında yeni görevlendirmeler yapılmadan önce yüksek lisans yapan öğretmen sayısı 132’ydi, atamalardan sonra yüksek lisans yapan öğretmen sayısı 186 oldu. Herkes kabul eder ki toplam öğretmen içinde, 4.086’da 132 yüksek lisans yapmış öğretmeni olan bir eğitim kurumundan daha iyi bir eğitim kurumu veya topluluğu, 186 yüksek lisans yapmış öğretmeni olan bir eğitim kurumudur. Atamalar yapılmadan önce doktoralı öğretmen sayısı 2’ydi, şimdi 19. Şimdi daha iyi, daha nitelikli atamalar yapıldı, yapılan tercihler doğru. Daha kaliteli eğitim vermeye devam edeceğiz. Dolayısıyla, bu okulların öğretmenlerinin kalitesinin düşürüldüğü iddiası doğru değildir, bizim her bir öğretmenimiz değerlidir.

Proje okullarına en büyük ilgi İstanbul’da gösterilmektedir. Proje ile İstanbul’la ilgili de bilgi vermek isterim. İstanbul’daki proje okullarımızda toplam öğretmen sayımız 1.492’dir, İstanbul’da proje okullarından ayrılan öğretmen sayımız 275’tir. Bu, toplam öğretmen sayısının yüzde 18’idir. Proje okullarında kalan öğretmenlerin yüzde 82’si devam ediyorsa, burada okulların dönüştürüldüğü iddiası da doğru değildir.

Buradan başka okullara tayin olan öğretmenlerimiz de bu okullara bizim dönemimizde atandı. On üç yıldır iktidardaysak herhâlde bu öğretmenleri biz atadık. Bizim dönemimizde yine görev yeri değiştirildi. Bizim dönemimizde atananın, yine bizim dönemimizde, on üç yıl sonunda görev yeri değiştiriliyorsa “Burada bir kadrolaşma çabası var.” sözü de doğru değildir.

Yine, bu okullarda yirmi beş yıl dokuz ay görev yapmış öğretmen alındı. Yirmi üç yıl on ay görev yapan öğretmen alındı. Yirmi iki yıl sekiz ay görev yapan öğretmen alındı, değiştirildi; teşekkür ediyoruz hizmetleri için. On sekiz yıl on bir gün görev yapan alındı. Yirmi dokuz yıldan fazla öğretmenlik yapan alındı ve yirmi üç yıldan fazla öğretmenlik yapan da alındı. Hatırlıyorsunuz, sözleşmeli öğretmenlik getirildiğinde, dört yıl getirildiğinde “Bu süre fazla.” diyenler, bu proje okullarında yirmi sekiz yıl, yirmi dokuz yıl öğretmenlik yapanların süresine herhâlde “fazla” demiyorlardır diye düşünüyorum. Ancak bizim muhakkak ki kanunları da dikkate almamız lazım. Millî Eğitim Temel Kanunu’nun 46’ncı maddesi “Öğretmenlikte yurdun çeşitli bölgelerinde görev yapmak esastır.” der. Elinizi vicdanınıza koyun da karar verin: Yirmi dokuz yıl bir okulda görev yapmış da ondan sonra yine aynı ilde bir başka yere tayini çıktığında “Sürgün oldum.” diyor ve buna da itibar ediliyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, gensoruda bir diğer konu, sokağa çıkma yasakları nedeniyle ülkenin bir bölümünde eğitim hakkının tamamen askıya alınması. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde terör nedeniyle zaman zaman eğitim öğretim aksamıştır. Okullara içerisinde öğrenci var mı, yok mu diye bakmadan molotof atılan, okul yakılan bir terör ortamında mümkün olduğunca eğitimi vermeye gayret ediyoruz. Son bir yılda Mardin, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Van illerinde toplam 3.814 dersliği olan 242 okulumuz, terör örgütü tarafından kundaklanarak kullanılamaz hâle getirilmiştir. Bu okullarımızdan 189’u 29 milyon lira harcanarak tekrar halkımızın hizmetine sunulmuştur, 27 okulumuzun ise onarımı mümkün olmadığı için yıkılmıştır, 8 okulun onarım çalışmaları da devam etmektedir. Diyarbakır’ın Sur ilçesinde onarımı tamamlanan üç okul tekrar kundaklanmıştır. 15 Temmuz gecesi, 15 Temmuzun gündüzü, cuma günü ben Diyarbakır Sur’daydım, okullarımızı yeni eğitim öğretim yılına hazırlayabilmek için. Orada kundaklanan okulların 4 tanesinin kullanılamaz hâle geldiğini, ancak geri kalanlarının tekrar bakım onarıma alınarak halkımızın hizmetine verileceğini, ancak bu yıl içerisinde 20 tane yeni yapılan okulun da Diyarbakır’da halkımızın ihtiyaçlarına verildiğini gördük. Yörede eğitim ve bölgeye aydınlık gelmesini istemeyenler var, cehalet devam etsin fakirlik sürsün diyenler var, onlar istemeseler de aydınlık gelecek, karanlık son bulacaktır.

Böyle bir ortamda, terör baskısından bunalan ve bölge dışına nakil olmak isteyen öğrencilerimize nakil imkânı tanınmıştır. Bu imkândan, ilköğretim düzeyinde 90.793, ortaöğretim düzeyinde de 30.948 olmak üzere toplam 121.741 öğrencimiz yararlandırılarak taban puan şartı aranmaksızın başka okullara nakledilmiştir. Ara tatil döneminde 672 gönüllü öğretmenimizin katkısıyla 12.524 öğrenciye yatılı telafi eğitim programı uygulanmıştır. Telafi eğitimleri, eğitim öğretim yılının ikinci yarıyılı itibarıyla sokağa çıkma yasağı biten ilçelerdeki bütün öğrenciler için mahallinde, sokağa çıkma yasağı devam eden ilçelerdeki öğrenciler için sınav takvimi nedeniyle sekizinci ve on ikinci sınıf öğrencileri merkeze alınarak yatılı olarak devam etmiştir. İkinci yarıyılı itibarıyla sokağa çıkma yasağının devam ettiği süre boyunca Diyarbakır’ın Sur ilçesinde sekiz ve on ikinci sınıf öğrencilerine Diyarbakır’ın Yenişehir ilçesinde; Şırnak il merkezi, Cizre, İdil ve Silopi ilçelerindeki öğrencilere Batman il merkezinde; Mardin’in Nusaybin ilçesindeki öğrencilere Mardin il merkezinde; Hakkâri’nin Yüksekova ilçesindeki öğrencilere Van ve Hakkâri il merkezlerinde telafi eğitimleri verilmiştir. Sokağa çıkma yasağı biten ve eğitim öğretim faaliyetleri başlayan Sur, Cizre, Silopi ve İdil ilçelerindeki tüm öğrencilere mahallinde telafi eğitim programı, eğitim öğretim yılı boyunca, Yüksekova’da ise eğitim öğretim yılının bitmesine ek olarak bir hafta ilave süreyle verilmiştir. Sokağa çıkma yasakları devam eden Nusaybin ilçesindeki 8’inci ve 12’nci sınıf öğrencilerine Mardin il merkezinde ve Şırnak’ın merkez ilçesindeki öğrencilere ise Batman il merkezinde telafi eğitimleri eğitim öğretim yılı boyunca verilmiştir. Bu ilçelerde sokağa çıkma yasaklarının bitmesiyle birlikte, yaz sezonu içinde, eylül ayı itibarıyla telafi eğitimi programlarının tüm sınıflar için uygulanması amacıyla hazırlıklar yapılmıştır.

Özet olarak -il il, ilçe ilçe dökümü var ama- toplamda 147 bin telafi eğitimi gören öğrencimiz olmuştur ve burada da 6.187 öğretmenimiz görev yapmıştır.

Tüm süreç boyunca yapılan telafi eğitimlerinin tamamında, öğrencilere eğitim öğretim faaliyetleriyle birlikte sosyal, kültürel ve sportif faaliyetler planlanmış, sağlık taraması gerçekleştirilmiş, öz bakım ürünleri, kıyafet gibi ayni yardımlar yapılmış, aynı zamanda öğrencilere psikososyal destek amaçlı rehberlik faaliyetleri de uygulanmıştır. Ayrıca, telafi eğitimlerine devam eden öğrencilere aylık 100 Türk lirası da destek verilmiştir.

Telafi eğitimleri kapsamında öğrencilere her türlü ders materyali, kaynak ve yardımcı kitap temin edilmiştir. Bu kapsamda, yaklaşık 200 bin ders materyali gönüllü yayın kuruluşları aracılığıyla öğrencilere ulaştırılmıştır. Ayrıca, her ilçe ile bir il arasında bağ kurularak o illerdeki öğrencilerin gönüllü kitap kampanyalarıyla bölgedeki öğrencilere destek vermesi de sağlanmıştır. Öğrencilerin düzenledikleri kampanyalarla bölgeye ulaştırılan kitap sayısı da yaklaşık 150 bindir.

Merkezî sınavlar konusunda ise TEOG sınavına girmeyen tek bir öğrencimiz bile bulunmamaktadır. Daha önce söylediğim gibi, Ağrı’nın Diyadin ilçesinden, Şırnak’ın İdil ilçesinden, Muş’un Varto ilçesinden, Van’ın Erciş ve Erdek ilçesinden TEOG’da 120 sorunun 120’sini yapanlar da çıkmıştır.

Üniversiteye giriş sınavlarına gelince, normal takvime göre 1-14 Nisan tarihleri arasında alınan sınav başvurularına terör olayları sebebiyle başvuramayan öğrencilerimiz için ÖSYM tarafından 27 Nisan-3 Mayıs tarihleri arasında o an bulundukları il, ilçe merkezlerine sınav başvurusu yapma imkânı getirilmiştir.

Yine, yörenin öğretmensiz kaldığı iddiası da doğru değildir. Bakanlığımız, her eğitim öğretim yılında aldığı öğretmenlerin en çoğunu yine bu yöreye atamaktadır. En son yapılan öğretmen atamasında da atadığımız öğretmenlerin yüzde 91’inden fazlasının ataması yine bu yöreye yapılmıştır.

Gensoruya ilişkin bir başka konu öğretmen sınavlarıyla ilgili. Millî Eğitim Temel Kanunu var, 1973 yılında çıkmış. Temel Kanun diyor ki: Öğretmeni öğrenciye, sınıfa, derse göndermeden önce mülakat sınavı yap. Aday öğretmenleri, en az bir yıl fiilen çalışmak ve performans değerlendirmesine göre başarılı olmak şartlarını sağlamak kaydıyla sözlü sınava al -o zaman ancak hak kazanabiliyor- bu mülakat sınavında, sözlü sınavda öğretmenlere şu konuyu sor: Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade kabiliyeti ve muhakeme gücü var mı? İletişim becerileri, öz güveni ve ikna kabiliyeti var mı? Bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı var mı? Topluluk önünde temsil yeteneği ve eğitimcilik nitelikleri var mı? Dolayısıyla, Bakanlıkça oluşturulacak komisyon tarafından değerlendir. Sınavda başarılı olanlar öğretmen olarak atanır.

Bakanlığımızın ihtiyacı olan öğretmenleri 4/B kapsamında mülakatla almak için, Kamu Personeli Seçme Sınavı’ndan 50 puan ve üzeri not alanlar arasından, ancak alınacak kadronun da 3 katı kadar aday mülakata çağrıldı. Mülakatlar 15 Ağustos ile 28 Eylül arasında yapıldı. Bu mülakatlarda 18 ilde 300 komisyon oluşturuldu, bine yakın görevli görev aldı. 53.674 aday mülakata alındı. Mülakat sonuçları 28 Eylülde açıklandı. Giren 53 bin adayın itiraz edeni 3 bin aday; itiraz üzerine 17 kişide maddi hata bulundu. Tercih yapmaya hak kazanan adayların da ataması 10 Ekimde yapıldı. Bu öğretmenlerle il eğitim müdürlüklerince birer yıllık sürelerle sözleşme imzalanacak, öğretmen performansına bağlı olarak bu süre dört yıla kadar da uzatılabilecektir. Dört yıl başarılı hizmet sonunda kadrolu öğretmenlik statüsüne geçirilecektir.

Toplam atanan öğretmenlerin 16.895’i yani yüzde 91’den fazlası Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki öğretmen açığı olan illere atanmıştır. Atama sonrası öğretmen doluluk oranı Güneydoğu Anadolu’da yüzde 89’a, Doğu Anadolu’da yüzde 90’a çıkmıştır, yüzde 89,67. Bu orandaki bir atama cumhuriyet tarihinde bir ilktir. Bundan dolayı da gensoru verilse yeridir. Diğer 5 bölgeye atanan öğretmen sayısı 1.611, oranı yüzde 8,71’dir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir başka husus öğretmenlere sorulan sorularla ilgili. Çok geniş bir heyet tarafından bu sorular hazırlandı, her türlü bilimsel incelemeden geçti. Ama, adaylara komisyon 2 adet soru yöneltti. Sorular her adaya farklı zarflardan birini seçmek suretiyle kapalı zarf içinde sunuldu. Adayın seçtiği zarftan çıkan sorular kendisine yöneltildi. Ayrıca, soruları yüksek sesle okuyup ardından soru kağıdını da imzalaması istendi. Nedir? “Eğitim hayatın kendisidir; açıkla.”, “Bilgi vermektense bilgiye nasıl ulaşılacağını öğretmek daha önemlidir; açıkla.” gibi. Hiçbir zaman “Son yüz yıla yön veren lider kimdir? Başkomutan kimdir? Reis kimdir? Hangi yurtta kaldınız? Gezi olayları hakkında ne…” gibi sorular sorulmadı ama “Son yüz yıla yön veren lider kimdir?” denildiğinde, “Başkomutan kimdir?” denildiğinde, “Reis kimdir?” denildiğinde herkesin aklına bir şey geliyorsa bizim de yapacağımız bir şey yoktur diye düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMİL AYDIN (Erzurum) – O da Mustafa Kemal’dir.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Reis deyince aklımıza Mustafa Kemal Atatürk geliyor.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, sadece son cümle olarak… Kastamonu Üniversitesine 15 oyla 1’inci olanı değil de kendisinden başka birisinin oyunu alan kimseyi, Bahri Gökçebay’ı bir önceki Cumhurbaşkanımız yani Abdullah Gül’den önceki Cumhurbaşkanımız atamıştı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Niye atadı? Yetkisini kullandı. Bakın, 15 oy alan var ama Ahmet Necdet Sezer onu atamadı.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Kötü timsal emsal olmaz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Kimi atadı? 2 oy alanı,1 oy da kendisinden başka bir kimsenin daha oyunu alan -1’i kendi oyuydu- birini atadı. Dolayısıyla, niye atadı?

AHMET YILDIRIM (Muş) – O da yanlış, bu da yanlış Sayın Bakan.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Yani “Yanlışın üzerine yanlışla gideriz.” dediler.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Yetkisi vardı. Sayın Cumhurbaşkanımız da yetkisini kullanmıştır. Yetkisini kullanana “Niçin yetkisini kullandı?” denilmez.

Bir başka husus: Yine sayın milletvekili dedi ki…

Başkanım, tamamlıyorum, özür dileyerek, sabrınızı da taşırmadan…

LEVENT GÖK (Ankara) – Bir de rektör atamalarını bir değerlendirseniz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Hangisini?

LEVENT GÖK (Ankara) – Rektör, bu yeni KHK’daki…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Ha, işte onunla ilgili de söyleyeyim.

Yine bir başka sayın milletvekilimiz dedi ki: “Rektör seçiminin…”

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bir beş on dakika daha verin Sayın Başkan yani zarar mı edeceğiz? Bakan konuşsun, biz de dinleyelim bakalım.

BAŞKAN – Sayın Bakan, bir dakika daha vereyim, Sayın Tanal da öyle arzu etti; bir dakika daha vereyim size ek süre olarak.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Umumi istek üzerine.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Peki, teşekkür ediyorum.

Efendim, bir sayın milletvekilimiz dedi ki: “Rektör atamasının bu olağanüstü hâlle ne ilgisi var?” Orada ise hukukçular –ben de bir hukukçuyum- şöyle diyorlar: “Normal, olağan kanun hükmünde kararnameyle eğer hükûmete Meclis her konuda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi tanımışsa, kamu güvenliğinin zorda olduğu dönemde yani olağanüstü hâl kararnamelerinde idarenin veya hükûmetin elini kolunu bağlayacağı, sadece bir alanda onun yetkisinin olacağını söyleyebilmek, hayatın olağan akışına aykırıdır.” Bir hukukçu olarak ben de bu noktadayım. Olağanüstü hâl kararnameleri idarenin yetkisini kısıtlamaz, her alanda çıkarır. Meclis görevini yapacak, bu olağanüstü hâl kararnamelerini geçirecek ve Anayasa Mahkemesi de o incelemeye tabi tutacak. Eğer Meclisin hatası varsa -ne hatasıdır; incelemiyorsa, geçirmiyorsa- Meclisin hatasını bir başka yere yüklemek veya olağanüstü hâl kararnamelerinin çerçevesini daraltmak doğru değil diyorum.

Bize güvenin. İnanın, eğitim eskiye nazaran çok iyi gidiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Güveniniz devam ettiği sürece inşallah 21’inci yüzyılı çok daha aydınlık günler yapacağız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, Değerli Bakan dedi ki: “O yörede öğretmensiz okul yok.” “Yöre” dediği Şanlıurfa ili…

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Böyle bir usul yok Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Turan, lütfen…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Okul ismini versin, bakayım.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın, Şanlıurfa ili Siverek ilçesi Çıkrık köyü Raif Mumcu İlköğretim Okulunda 100 öğrenci var, öğretmen yok.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Sayın Bakan öyle bir şey demedi.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Tamam, tamam, bakacağım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Bakanım, adres verdim bakın, sizden istirham ediyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen, müsaade edin.

Teşekkür ederim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN - Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, izin verirseniz, yerimden bir söz talebim var.

BAŞKAN – Görmedim Sayın Gök, buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

27.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, rektörlük seçimleriyle ilgili düzenlemenin Meclis iradesinden kaçırılarak kanun hükmünde kararnameyle yapılmasının doğru olmadığına ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Bu son çıkartılan kararnamede eklenen rektörlük seçimi 18 Ağustosta görüştüğümüz bir torba yasa içerisinde aynen getirilmişti Sayın Bakan yani milletin Meclisinde o gün yine AKP Grubunun teklifiyle de geri çekilmişti. Şimdi, bu, şık bir hareket değil yani o gün Mecliste keşke mücadele etseydiniz, geçirseydiniz daha şık olabilirdi ama Meclisin iradesinden kaçırıp KHK’ların arkasına saklanmak doğru bir yol değil. Kaldı ki bu tablo…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Kanun hükmünde kararnameler Meclise geliyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bakın, Sayın Bakan, az önce savunduğunuz bu tablo 12 Eylül rejiminin ürünüdür yani şu anda KHK’ya koymuş olduğunuz maddeler 12 Eylül darbe hukukunun uygulamalarıdır. 1991 yılında kaldırıldı ama şimdi tekrar siz eskiye dönmek suretiyle darbe hukukunu savunan bir anlayışa geliyorsunuz.

Bazı arkadaşlarınız da diyor ki: “Seçim olursa gerginlik artıyor üniversitelerde…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LEVENT GÖK (Ankara) – Devam edeyim efendim, bitiriyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, yorum yapıyor ama.

Sayın Bakanla görüşün Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bitiriyorum Sayın Başkan, bitiriyorum.

BAŞKAN – Sayın Gök, peki, bir dakika daha veririm ama lütfen toparlayın.

LEVENT GÖK (Ankara) – Yani bazı arkadaşlarınız da “Rektörler seçime giderse üniversitelerde gerginlik olur; HSYK işte, seçime giderse yargıda gerginlik olur.” diyor. E, o zaman, Sayın Bakan, biz ülkedeki bütün seçimleri kaldıralım, yerel seçimleri de kaldıralım, genel seçimleri de kaldıralım yani gerginlik olduğunu düşündüğünüz bütün seçimleri kaldıralım.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Konu o değil, konu başka.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Konu o değil, kaliteli eğitim sorunu.

LEVENT GÖK (Ankara) – 1991 yılında tam da çoğulculuk ilkesi uygulansın diye getirilmişti bu en çok oy alan 6 aday arasından seçilmesi ama şimdi de tekrar 12 Eylül hukukuna dönmekle çok yanlış bir yola girildiğini ifade ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Kanun hükmünde kararnameler Meclise gelecek.

BAŞKAN – Açayım mikrofonunuzu, bir dakika.

Buyurun.

28.- Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Muhterem Başkanım, çıkardığımız olağanüstü hâl kararnameleri yani genel düzenleme içeren olağanüstü hâl kararnameleri Meclise gelecek, zaten sunulması kanunun hükmüdür, yasa gereğidir. Dolayısıyla da Meclisten kaçırılan bir husus yoktur, Meclis yine iradesini kullanacaktır.

Teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gelecek hafta görüşmeye başlıyoruz zaten. Gelecek hafta kanun hükmünde kararnameleri görüşmeye başlıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

VII.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

2.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel'in, sokağa çıkma yasakları nedeniyle oluşan eğitim hakkı ihlallerini gideremediği, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından öğretmenlerin meslekten ihracı ve açığa alınmasında hak ihlallerine sebebiyet verdiği, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmen alımıyla kadrolaşmaya ve eğitimde güvencesiz istihdama yol açtığı ve proje okulu uygulamasıyla eğitimin niteliğini değiştirmeyi amaçladığı iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/12) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım.

Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, 388 sıra sayılı Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Bilirkişilik Kanunu Tasarısı (1/687) ve Adalet Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 388)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, 405 sıra sayılı Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.

2.- Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/721), Tebligat Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/693), Osmaniye Milletvekili Ruhi Ersoy ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/511), Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı’nın Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/546), Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/666) ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 405)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Bundan sonra da komisyonların bulunamayacağı anlaşıldığından, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 2 Kasım 2016 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

İyi geceler diliyorum.

Kapanma Saati: 21.14



(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.