TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                           TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                            1’inci Birleşim

                                                                                   1 Ekim 2016 Cumartesi

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                          İÇİNDEKİLER

 

 

 

 

I.-  GELEN KÂĞITLAR

II.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın, 26’ncı Dönem İkinci Yasama Yılının milletimiz, devletimiz, coğrafyamız ve insanlık için hayırlı ve başarılı çalışmalara vesile olmasını dilediğine ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, 26’ncı Dönem İkinci Yasama Yılının milletimize ve demokrasimize hayırlar getirmesini temenni ettiğine ilişkin konuşması

3.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin konuşması

4.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, hicri yılbaşını ve muharrem ayını tebrik ettiğine ilişkin konuşması

 

III.- SÖYLEVLER

1.- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 26’ncı Dönem İkinci Yasama Yılı açış konuşması

 

 

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Cumhurbaşkanlığının, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın istifa etmesi ve istifasının kabul edilmesi suretiyle boşalan İçişleri Bakanlığına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve Trabzon Milletvekili Süleyman Soylu’nun, boşalan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına Bursa Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu’nun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 109 ve 113'üncü maddeleri uyarınca atandıklarına ilişkin tezkeresi (3/833)

 2.- Başbakanlığın, Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı ulusal güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak için hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması ve bu kuvvetlerin Hükûmetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre gerekli düzenlemelerin yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/10/2014 tarihli ve 1071 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 3/9/2015 tarihli ve 1098 sayılı Kararı’yla bir yıl uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 2/10/2016 tarihinden itibaren 30/10/2017 tarihine kadar uzatılmasına dair tezkeresi (3/827)

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

2.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ve Meclisin bir savaş tezkeresiyle açılmasını büyük bir talihsizlik ve ayıp olarak gördüklerine ilişkin açıklaması

3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

4.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatı nedeniyle taziye dileğinde bulunanlara Cumhuriyet Halk Partisi olarak minnet duygularıyla teşekkür ettiklerine ilişkin açıklaması

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Hükûmetin yanlış iç ve dış politikalardan ivedilikle geri dönmesi çağrısını bir kez daha yinelediğine ve Halkların Demokratik Partisi olarak bu savaş tezkeresine karşı olduklarına ilişkin açıklaması

6.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, tezkereye “kabul” oyu vermenin savaş yanlısı olmak anlamına gelmediğine ve tezkerenin ülkemize, Suriye'ye ve bölgemizdeki barış ve huzura katkı vermesini temenni ettiğine ilişkin açıklaması

 

VI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Niğde'nin bir köyünde yaşanan kuraklık nedeniyle yaşanan mağduriyete ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/6952)

2.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, endüstri mühendislerinin istihdamına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı (7/6960)

3.- Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu'nun, TBMM binalarında sığınak bulunup bulunmadığına ve muhtemel saldırılara karşı alınan güvenlik tedbirlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın cevabı (7/7063)

4.- Konya Milletvekili Mustafa Hüsnü Bozkurt'un, Konya'da çeşitli sebeplerle zarara uğrayan çiftçilerin kredi borçlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7080)

5.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan'ın, esnaflara verilen kredi desteklerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci’nin cevabı (7/7094)

6.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Niğde'deki tarihî bir hamamın restorasyonuna ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak’ın cevabı (7/7097)

7.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer'in, Tekirdağ'da toplu konut alanı ilan edilen bir araziye ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin cevabı (7/7111)

8.- Adıyaman Milletvekili Behçet Yıldırım'ın, tarım danışmanlarına ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7120)

9.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Niğde'deki Nargöl göletinde yaşanan balık ölümlerine ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7121

10.- Adana Milletvekili Mevlüt Karakaya'nın, besiciliğe yönelik destek ve teşviklere ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7122)

11.- Antalya Milletvekili Ahmet Selim Yurdakul'un, son kullanma tarihi geçen bazı gıda maddelerinin tekrar piyasaya sürüldüğü iddiasına ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7123

12.- Diyarbakır Milletvekili Sibel Yiğitalp'ın, Diyarbakır'da çıkan orman yangınlarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel  Eroğlu’nun cevabı  (7/7151)

13.- İstanbul Milletvekili Erdal Ataş'ın, 2002-2016 yılları arasında çıkan orman yangınlarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel  Eroğlu’nun cevabı  (7/7152)

14.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, ülkemizdeki millî parklardaki doğal yaşam alanlarının korunmasına,

Deniz kaplumbağalarının doğal yaşam alanlarının korunmasına,

Ülkemizdeki endemik hayvanların doğal yaşam alanlarında korunmasına,

Doğal yaşam alanlarının korunmasına ve bitki kaçakçılığına,

Hatay Cilvegözü gümrük sahasında tespit edilen kuş kaçakçılığı olayına,

Tarımsal amaçlı su kuyusu açılmasına,

Niğde'deki ağaç dikim ve sulama çalışmalarına,

Niğde'deki Bereket Ormanı alanındaki ağaçlandırmaya,

Niğde'de uygulanan Badem Eylem Planı’na,

Niğde'nin Ulukışla ilçesindeki bir köyün sulama suyu sorununa,

Niğde'de yapılması planlanan bir sulama göletine,

Yeraltı sularının kullanımının denetlenmesi için getirilen ön yüklemeli sayaçların uygulanma başarısına,

Çiftçilerin sulama kuyuları nedeniyle oluşan elektrik borçlarına,

İlişkin soruları ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel  Eroğlu’nun cevabı (7/7153) 7/7154) (7/7155) (7/7156) (7/7157) (7/7158) (7/7159) (7/7160) (7/7161) (7/7274) (7/7275) (7/7276) (7/7277)

15.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, bir bankaya para yatırdıkları gerekçesiyle bazı polislere soruşturma açıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7186)

16.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın'ın, Cumhurbaşkanının Suriyeli sığınmacılarla ilgili bir açıklamasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7193)

17.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Ankara'nın Gölbaşı ilçesinin bazı mahallelerinde çıkan tarla yangınlarına ve çiftçilerin mağduriyetlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7198)

18.- Kocaeli Milletvekili Tahsin Tarhan'ın, Bilişim Vadisi Projesi’ne ilişkin sorusu ve Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’nün cevabı (7/7211)

19.- Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran'ın, Batman'ın Kozluk ilçesinde bağlı Bekirhan beldesindeki elektrik dağıtım sorununa ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın cevabı (7/7221)

20.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Niğde'deki buğday rekoltesine ve alımlara ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7227)

21.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Niğde ve Aksaray'daki pancar üretimine ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7228)

22.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, biyodizel ve biyoyakıt sektöründeki teşviklere ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7229)

23.- Burdur Milletvekili Mehmet Göker'in, Burdur'un Ağlasun ilçesinde meydana gelen dolu yağışı nedeniyle zarar gören kiraz üreticilerine ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7230)

24.- Burdur Milletvekili Mehmet Göker'in, Burdur'un Çeltikçi ilçesinde meydana gelen dolu yağışı nedeniyle zarar gören çiftçilere ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7231)

25.- Adana Milletvekili İbrahim Özdiş'in, Adana'nın Kozan ilçesinde meydana gelen şiddetli rüzgar nedeniyle zarar gören mısır üreticilerine ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7232)

26.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali Balbay'ın, İzmir'in Bergama ilçesindeki Kozak yaylasında bulunan fıstık çamlarında görülen kurumaya ve alınacak önlemlere ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7233)

27.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici'nin, çiftçilerin tarımsal sulama nedeniyle oluşan borçlarına ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7234)

28.- Batman Milletvekili Mehmet Ali Aslan'ın, anız yakımına ve bu nedenle çıkan yangınlara ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7235)

29.- Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan'ın, Muş Şeker Fabrikasına ilişkin sorusu ve Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’nün cevabı (7/7312)

30.- Tunceli Milletvekili Alican Önlü'nün, Tunceli'nin Nazımiye ilçesine bağlı Kıl köyünde çıkan orman yangınına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel  Eroğlu’nun cevabı (7/7398)

31.- Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş'ın, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra işten çıkarılan veya hakkında soruşturma açılan kamu çalışanlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7409)

32.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel'in, OHAL süresi içinde açığa alınan memurlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7413)

33.- İzmir Milletvekili Müslüm Doğan'ın, 2010 KPSS sınavı ile atanan memurların durumuna ilişkin Başbakan'dan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7416)

34.- Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan'ın, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kapatılan üniversitelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7419)

35.- Denizli Milletvekili Melike Basmacı'nın, son beş yılda toplam tasarruf mevduatı tutarlarındaki değişime ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7422)

36.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından görevden uzaklaştırılan ve meslekten atılan kamu personeline ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7426)

37.- İzmir Milletvekili Aytun Çıray'ın, Merkez Bankası ile ilgili çeşitli iddialara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/7429)

38.- Denizli Milletvekili Melike Basmacı'nın, ABD'den yapılan pamuk ithalatına anti damping vergisi uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/7448)

39.- Denizli Milletvekili Melike Basmacı'nın, iplik ithalatında uygulanan anti damping vergisine ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/7449)

40.- Denizli Milletvekili Melike Basmacı'nın, Denizli'de yapılması planlanan bir toplu konut projesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7508)

41.- Aydın Milletvekili Metin Lütfi Baydar'ın, yıllık izinleri iptal edilen kamu görevlilerinin hac ibadeti için izin kullanabileceğine yönelik karara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7509)

42.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı'nın, Hacıbektaş Veli anma törenlerine katılmak isteyen kamu personeli için yıllık izin verilip verilmeyeceğine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7510)

43.- İzmir Milletvekili Atila Sertel'in, Fetullahçı terör örgütünün kurum sınavlarında yapmış olduğu usulsüzlüklere ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7535)

44.- Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman'ın, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yapılan açığa almalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7538)

45.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan'ın, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yapılan açığa almalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7540)

46.- Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil'in, Fetullahçı terör örgütüne finansal destek sağladığı gerekçesiyle Bursa'da gözaltına alınan kişilere ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7546)

47.- Kars Milletvekili Ayhan Bilgen'in, Ardahan'da darbe kalkışmasıyla ilgili yapılan operasyonlara ve görevden uzaklaştırmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7552)

48.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, asansörlerin kontrolüne dair yönetmeliğin uygulanmasına ilişkin sorusu ve Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’nün cevabı (7/7565)

49.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, gümrük kayıtlı ithal araba satışlarında yaşanan mağduriyetlerin giderilmesine ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci’nin cevabı (7/7585)

50.- Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan'ın, 2016-2017 akademik yılı Jean Monnet burs programının iptal edilmesine ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Ömer Çelik’in cevabı (7/7641)

51.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, kamu kurumlarında personelin FETÖ üyesi olup olmadığının tespiti için yapıldığı iddia edilen çeşitli uygulamalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7675)

52.- Kırklareli Milletvekili Türabi Kayan'ın, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yapılan tutuklamalara, gözaltına ve açığa almalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7676)

53.- Bingöl Milletvekili Hişyar Özsoy'un, 15 Temmuz 2016'dan itibaren Bingöl'de açığa alınan kamu çalışanlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7679)

 

1 Ekim 2016 Cumartesi

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 26’ncı Yasama Döneminin İkinci Yasama Yılının 1’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.

II.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın, 26’ncı Dönem İkinci Yasama Yılının milletimiz, devletimiz, coğrafyamız ve insanlık için hayırlı ve başarılı çalışmalara vesile olmasını dilediğine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 26'ncı Dönemin İkinci Yasama Yılının milletimiz, devletimiz, bütün coğrafyamız ve insanlık için hayırlı ve başarılı çalışmalara vesile olması temennisiyle sizleri, şahsınızda asil ve necip milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Zorluk ve yokluklar içinde hak yolda ve halkı için mücadele eden bütün tarihî şahsiyetlerimizi, manevi ve millî önderlerimizi hürmet ve minnetle yâd ediyorum.

Meclisimiz önceki yasama yılında aktif ve verimli bir çalışma sergiledi. Hareketli bir yıl yaşadık. Fakat, ne yazık ki Türkiye'miz bir darbe teşebbüsüyle karşılaştı. 15 Temmuz 2016 Cuma gecesi bir ihanet şebekesi millî varlığımıza ve bütünlüğümüze kastetmeye kalkıştı. Millî iradeyi hiçe sayan, demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye'mizin varlığına kasteden, beyni yıkanmış, asker kıyafetli terörist bir grup, namuslarına teslim edilmiş millete ait silahları milletin bağrına doğrulttu.

Tarihimizde olmayan ve dünya tarihinde de ender rastlanan bir trajediyi yaşadık. Millî egemenliğin temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi bombalandı, helikopterlerin ateşlerine maruz kaldık, 14 polisimiz yaralandı, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi de bombalandı. Cumhurbaşkanımızı öldürmek için suikast teşebbüsünde bulundular.

Melun ve menfur darbenin başlangıç saatlerinde bir teklif veya telkin olmadan Türkiye Büyük Millet Meclisini açtım. Ertesi gün, 16 Temmuz 2016 Cumartesi günü saat 14.00'te Türkiye Büyük Millet Meclisimizi olağanüstü toplantıya davet ettiğimi siyasi partilere ve milletvekillerimize duyurdum.

Tanklar namlularını Meclise çevirmişken, uçakların bombaları ve helikopterlerin açtığı ateşlerin altında, her türlü zorluğu ve şehadeti göze alarak Meclise koşan ve gece boyunca Mecliste yapılan toplantıya katılan değerli milletvekillerimize tekraren teşekkür ve takdirlerimi sunuyorum. Yürekten inanıyorum ki çalışma günümüz olmadığı için Ankara'da bulunamayan diğer milletvekillerimizin kalpleri de bu salonda idi. Nitekim, o gece bu salonda bulunamayan milletvekillerimiz, bulundukları illerde demokrasi nöbetine girdiler ve meydanlarda "Demokrasiye evet, darbeye hayır." diyen gür sese, millî sedaya öncülük ettiler.

İstiklal Harbi’mizde düşman toplarına karşı göğsünü siper eden, dünyada harp idare eden ilk meclis olan Meclisimiz "Gazi Meclis" unvanını almıştı. Bizler de topyekûn Meclis olarak üzerimize atılan bombalar altında milletimizin verdiği egemenliği koruma görevimizi yerine getirerek ikinci defa "Gazi Meclis" unvanına sahip olduk.

Millî iradeyi gasbetmek isteyen hainlerin darbe kalkışması, Muhterem Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın cesur, dirayetli önderliğinde halkımızı meydanlara çağırması ve bütün milletimizin parti farkı gözetmeksizin meydanları doldurması ve tanklara göğüslerini siper etmesiyle önlendi.

Milletimizin DNA’sında yiğitlik, korkusuzluk ve cesaret vardır ve asil kanlıdır. Cesaret, korkusuzluk değil, korkuyu alt etmektir, korkuyu yenmektir.

Milletimiz, 15 Temmuz gecesi demokrasiyi özümsediğini, bir daha darbe olamayacağını ispat etti. Camilerden yükselen selalar, ezanlar, gece boyu süren demokrasi nöbetleriyle millet darbeyi yendi; Türkiye’de artık darbe devrini kapattı.

15 Temmuz şehitlerimize, gazilerimize, aziz milletimize minnet ve şükran borçluyuz. Cenab-ı Hak şehitlerimize gani gani rahmet eylesin; yaralılarımıza, gazilerimize acil şifalar, hayırlı uzun ömürler nasip buyursun.

Bildiğiniz gibi 16 Temmuz 2016 Cumartesi günü yaptığımız Meclis olağanüstü toplantısına Mecliste grubu bulunan 4 partimiz de katıldı. Ortak bir bildiri yayımlandı. Büyük ve örnek bir dayanışma sergilendi. Bu toplantıya katılarak millî birlik ruhuna ve demokrasiye sahip çıkan AK Parti Genel Başkanı ve Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım’a, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’ye, Halkların Demokrasi Partisi Grup Başkan Vekili Sayın İdris Baluken’e ve siz değerli milletvekillerimize teşekkürlerimi sunuyorum.

Partilerimiz, Meclis çatısı altında sergiledikleri tutumla halkımızın da birbirleriyle kenetlenmesine de vesile oldular. Herkesin takdirle karşıladığı bu birlik ve beraberlik ruhu 7 Ağustos Pazar günü İstanbul’da Yenikapı Meydanı'nda düzenlenen “Demokrasi ve Şehitler Mitingi”yle taçlandırıldı. Muhterem Cumhurbaşkanımızın davetiyle gerçekleşen ve 5 milyon kişinin katıldığı mitingle bütün dünyaya demokrasiyi özümsediğimiz, darbelere geçit vermeyeceğimiz, birlik ve beraberlik içinde olduğumuz gösterildi. Bitiş duasını Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet Görmez'in yaptığı muhteşem mitingde, şahsımın da aralarında olduğu, Cumhurbaşkanımız Muhterem Recep Tayyip Erdoğan, AK PARTİ Genel Başkanı ve Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli ve değerli Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Hulusi Akar tarafından konuşmalar yapıldı ve devletimizin ebet müddet olarak dimdik ayakta olduğu gösterildi.

Değerli milletvekilleri, başta vatandaşlarımız olmak üzere, resmî ve özel kurum ve kuruluşlarımızın yanında, dış devletlerden resmî heyetler ve kişiler yoğun bir şekilde Meclisimize geçmiş olsun ziyaretleri gerçekleştirdiler. Bu arada, hainler tarafından atılan bombalarla Meclisimizin fiziki yapısı büyük zarar gördü. Bir bölümünü yaşayan müze olarak aynen muhafaza edeceğiz. Bunun dışında kalan yerler için genel bir düzenleme gerekmektedir. Bu ihtiyacı karşılamak için "Milletin Meclisini Millet Yapar" sloganıyla ve Meclisle dayanışma hâlinde yenileme faaliyetlerine girişen sivil toplum kuruluşlarımıza teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, milletimizin Meclisimizden beklentilerini boşa çıkarmamalıyız. Medenice tartışarak, konuşarak bu beklentileri karşılamak durumundayız. Bu konuda 4 siyasi partimizin de uzlaşma kültürünü yaşatarak verimli bir yasama yılı geçirmemize katkı sunacaklarına inanıyorum.

Meclis olarak bu dönemde oldukça yüklü bir gündem bizi beklemektedir. Türkiye’mizin muasır medeniyet yarışında önde giden bir ülke olması için ihtiyaç duyduğumuz düzenlemeleri daha fazla gecikmeden yapmalıyız. En öncelikli konularımızdan biri sade, sivil, demokratik, hürriyetçi ve merkezinde bireyin olduğu yeni bir anayasa yapmaktır. Bildiğiniz gibi, mevcut 1982 Anayasası’nda 18 ayrı tarihte değişiklikler yapılmıştır. Toplam 177 maddeden oluşan Anayasa 114 ayrı değişikliğe uğramıştır. Böylesi insicamını ve bütünlüğünü kaybetmiş bir anayasa daha fazla Türkiye’yi taşıyacak durumda değildir. Yeni anayasa yapılması konusu, toplumumuzun beklentisi ve bütün partilerimizin milletimize taahhüdüdür. Bu taahhüdü mümkün olan en geniş mutabakatla yerine getirmeliyiz.

Bunun yanında, Meclis çalışmalarını düzenli hâle getirecek yeni bir İç Tüzük tanzim etmemiz gerekmektedir. Meclis kanun üretim merkezi değildir, başka görevlerimiz de vardır. Çalışmaları kilitleyen, kavgalı oturumlara sebep olan temel felsefe bir an önce değiştirilmelidir. Mevcut Tüzük’ümüz 1973 tarihinde kabul edilmiştir, 186 maddedir ve 13 ayrı tarihte bazı maddeleri birkaç kere ele alınarak 155 maddede değişikliğe gidilmiştir.

Gündemde olması gereken diğer konular arasında siyasi partiler, seçim ve milletvekilleri kanunları da vardır.

Değerli milletvekilleri, milletimiz içeriden ve dışarıdan büyük tehditlerle karşı karşıyadır. Bir yandan kardeşi kardeşe düşürmeye çalışan bölücü terör örgütü PKK, bir yandan dış güçlerin maşası olarak üzerimize salınan DAEŞ çeteleri, bunlarla kol kola devletimize suikast düzenleyen Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ittifak hâlinde saldırıya geçmişlerdir. Türkiye’mizin huzur ve güvenliğini bozmak, kalkınmasını engellemek isteyen bu şer güçlere karşı asker ve polisimiz tarafından kararlı bir şekilde yürütülen mücadele mutlaka başarıyla neticelenecektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak teröre karşı yürüttüğü haklı ve kararlı mücadelede her zaman üzerimize düşen vecibeleri yerine getireceğiz; vatan, millet, devlet ve ay yıldızlı bayrağımızın tekliğini ilelebet sürdüreceğiz.

Sayın milletvekilleri, milletin temsilcileri olarak görevimiz, ülkemizi bir daha tehditlere maruz kalmayacak, suikastlar tertip edilemeyecek duruma kavuşturmaktır. Bu konuda millî birlik ve dayanışma ruhuyla hareket etmemizin ehemmiyeti malumlarınızdır.

Sözlerime son vermeden Meclisimizin açılışından günümüze kadar hizmeti geçen Kemal Atatürk ve silah arkadaşları başta olmak üzere, hiçbir dünyevi düşünce taşımadan fedakârca gayret gösteren değerli zevatı ve birçok meçhul kahramanı saygıyla anıyorum.

Milletimizin birliği, devletimizin varlığı, vatanımızın güvenliği için şehit olmuş asker, polis, köy korucusu ve tüm şehitlerimizi bir kez daha rahmetle anıyor, kahraman gazilerimize minnet ve şükranlarımı sunuyorum.

Yeni yasama yılının hayırlı ve uğurlu olmasını niyaz ediyorum.

Sayın milletvekilleri, yeni yasama yılının açılış konuşmasını yapmak üzere Muhterem Cumhurbaşkanımız şu anda Genel Kurul salonunu teşrif etmektedirler. Kendilerine Meclisimiz adına hoş geldiniz diyorum. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar; CHP ve MHP sıralarından ayağa kalkmalar)

Şimdi İstiklal Marşı’mız okunacaktır:

 

(İstiklal Marşı)

 

BAŞKAN – Teşekkür ederim. (Alkışlar)

Buyurunuz Muhterem Cumhurbaşkanım.

III.- SÖYLEVLER

1.- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 26’ncı Dönem İkinci Yasama Yılı açış konuşması

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 26'ncı Dönem İkinci Yasama Yılının açılışında sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum. Bugüne kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında görev yapmış tüm milletvekillerimizi saygıyla yâd ediyorum. Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden ahirete irtihal etmiş bulunanları rahmetle anıyorum.

Hiç şüphesiz 23 Nisan 1920 gününden bugüne kadar geçen sürede Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihinin pek çok önemli dönüm noktası vardır. İnanıyorum ki bundan sonra 15 Temmuz 2016 gecesinin Türkiye Büyük Millet Meclisimizin tarihinde de ayrı ve özel bir yeri olacaktır.

Darbe girişimi sırasında derhâl bu salonda toplanan ve milletimizin sokaklara dökülerek darbecilere karşı gösterdiği tepkiyi Meclis'te ortaya koyan siz değerli milletvekillerimize şükranlarımı sunuyorum. Milletvekillerimiz darbe girişimi karşısında onurlu ve güçlü bir duruş göstererek millî iradenin tecelligâhı olan bu kuruma sahip çıktılar. Bu onurlu tavrın bedeli Meclisimizin savaş uçaklarıyla defalarca taciz edilmesi ve bombalanması, helikopterlerden ağır silahlarla ateş altına alınması, tanklarla kuşatılması olarak ödendi. 15 Temmuzda Meclisimiz, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ikinci defa gazilik şerefine nail oldu.

Darbe girişimi gecesi tamamına yakını Ankara ve İstanbul’da şehit olan 241 vatandaşımız, polisimiz ve askerimiz milletimizin gönlüne ve tarihimizin şanlı sayfalarına altın harflerle kazınmışlardır. Aynı gece yaralanan 2.194 gazimizi bu millet ve bu devlet asla unutmayacaktır. Esasen, o gece sokakları, meydanları, darbecilerin hedef aldığı tüm kurumları, darbecilere destek vermesi muhtemel tüm mekânları kuşatan milletimizin tamamı “gazilik” sıfatını hak ediyor.

Demokrasi nöbetlerinde 29 gece sabahlayan, içerideki ve dışarıdaki tüm şer güçlere, devletinin, milletinin, istiklalinin ve istikbalinin yanında olduğunu gösteren on milyonlarca vatandaşımıza borcumuzu asla ödeyemeyiz.

Bu süreçte, Türkiye, bir avuç hainin dışında, 79 milyon vatandaşının tamamıyla, tüm dünyaya tarih boyunca örnek gösterilecek bir özgürlük ve demokrasi dersi vermiştir. Milletimiz, terör örgütlerine olduğu gibi darbe heveslilerine de meydanı bırakmayacağını cümle âleme gösterdi.

Aziz Türk milletiyle ne kadar iftihar etsem azdır. Şahsım başta olmak üzere, şu salonda bulunan milletvekillerimizin tamamının milletimize can borcu olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Milletimize borcumuzu ödeyebilmek için hep birlikte daha çok çalışmalı, daha çok üretmeli, ülkemizi her alanda daha ileriye taşımalıyız.

Bu vesileyle, 15 Temmuz şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum, gazilerimize sağlık ve afiyet temenni ediyorum.

Çarşamba günü yaptığımız Millî Güvenlik Kurulu toplantısında Hükûmetimize bu tarihin, "15 Temmuz Demokrasi ve Özgürlük Günü" olarak, resmî anma günü olarak kabulünü tavsiye ettik. İstanbul'da ve Ankara'da şehitlerimiz için anıtlar yapma hazırlıklarımız sürüyor. Şehit yakınlarımıza ve gazilerimize maddi, manevi her türlü destek veriliyor, verilmeye devam edilecek.

Değerli milletvekilleri, bir kez daha ve altını çizerek ifade ediyorum: 15 Temmuzu unutmamak ve unutturmamak mecburiyetindeyiz. Bunun için, okullardaki ders müfredatları ve ders kitaplarından belgesellere, filmlere, edebî eserlere kadar her mecrada 15 Temmuzun işlenmesini teşvik etmeliyiz.

Bu mücadelede tereddüde düşen, yorulan, bunalan, duraksayan herkese şunu tavsiye ediyorum: Böyle bir durumda şehitlerimizin listesini önünüze koyun, resimlerine bakın, mesleklerine, memleketlerine, ailelerine, ikamet adreslerine bir bakın, o gece çekilen görüntüleri izleyin, şehitlerimizin, gazilerimizin hikâyelerini dinleyin. Orada, 15 Temmuz darbesini herhangi bir organize ekibin, herhangi bir siyasi, sosyal, ekonomik grubun değil, bu milletin omurgasını oluşturan sıradan insanların, bizatihi halkın engellediğini göreceksiniz.

Emin olun, 15 Temmuzda sokaklarda şehadete koşan insanların kahir ekseriyetinin ne korumak zorunda olduğu malı, mülkü ne unvanı, statüsü ne de bir başka çıkarı vardı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu insanlar, sahip oldukları maddi varlıklar uğruna değil, inançlarına, imanlarına, şahsiyetlerine, özgürlüklerine, kendilerinin ve sonraki nesillerin geleceğine sahip çıkmak için sokaklara dökülmüşlerdi. O gece milyonlar, benim her fırsatta "Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet." olarak ifade ettiğim ilkeler uğruna ölüm kusan silahların üzerine yürümüşlerdi. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Darbe girişiminin anlaşılmasının hemen ardından önce Sayın Başbakanın, sonra şahsımın televizyonlarda yaptığı çağrının mahiyeti, zaten sokaklara dökülmeye başlamış olan milletimizin hissiyatının ifadesinden başka bir şey değildir.

Maalesef, o gece ve daha sonrasında, bu hissiyatı anlamayan, anlamak istemeyenler de oldu. Hatta 15 Temmuzda yaşananları "senaryo" diyerek, "oyun" diyerek, "tiyatro" diyerek, "film" diyerek, "Böyle darbe mi olur?" diyerek küçümsemeye çalışanlar oldu.

Buradan açıkça ifade ediyorum: Her kim ki 15 Temmuza "ama"sız, "fakat”sız, "lakin"siz darbe diyemiyor ve lanetleyemiyorsa, o da darbe girişiminin bir parçasıdır, en azından gönüllü destekçisidir. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Böyle bir yanlışın içine düşenler, önce şehitlerimizin aziz hatırasına ve gazilerimize, onlarla birlikte o gece sokaklara dökülen milyonlara, daha ötesi milletimizin tamamına hesap vermekten kurtulamayacaktır.

Milletimiz, 7 Ağustosta Yenikapı'da, Cumhurbaşkanıyla, Meclis Başkanıyla, Başbakanıyla, Genelkurmay Başkanıyla, muhalefet partilerinin liderleriyle, yargı ve yürütme organlarının üst düzey temsilcileriyle, kuvvet komutanlarıyla, alanda bulunan 5 milyon vatandaşı ve Yenikapı’nın dışında ekranları başında izleyen yine 5 milyonla, bütün gönlüyle bu manzarayı destekleyen 79 milyonuyla 15 Temmuz karşısındaki duruşunu net bir şekilde göstermiştir.

Bu vesileyle bir kez daha Yenikapı’da sergilenen bu güzel manzaraya iştirakleriyle, mesajlarıyla destek olan siyasi parti ve kurum temsilcilerimize teşekkürlerimi tekraren ifade ediyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Türkiye'nin ve Türk milletinin vatanı, özgürlüğü ve geleceği söz konusu olduğunda nasıl tek yürek, tek ses, tek nefes olabildiğinin ispatı olan Yenikapı ruhunun titizlikle korunması hepimizin sorumluluğudur. Terör örgütleri karşısında en büyük gücümüz, işte bu birliğimizdir, beraberliğimizdir, dayanışmamızdır.

Meclisimizin yeni yasama döneminde, Yenikapı'daki o güzel manzaranın benzerlerinin tekrarlanacağına inanıyorum. Elbette bu demek değildir ki hepimiz her konuda aynı şeyleri düşünecek, aynı şeyleri söyleyeceğiz. Kimsenin böyle bir talebi yok, olamaz da. Yaklaşım farklılıklarımız, inanç, düşünce, tarz farklılıklarımız mutlaka olacaktır. Bizden beklenen, milletimizin ve ülkemizin bekasını ilgilendiren temel konularda birlik ve beraberliğimizi güçlü tutmamızdır. Eğer biz PKK terörü konusunda, FETÖ konusunda, DEAŞ konusunda, sınırlarımızın güvenliği konusunda, vatanımızın bütünlüğü, devletimizin tekliği, bayrağımızın yüceliği konusunda ortak bir zeminde buluşamıyorsak işte o zaman ortada ciddi bir sorun var demektir. Yenikapı'da sergilediğimiz ortak duruşu bu sebeple önemli görüyor ve devamını temenni ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, FETÖ'yle birlikte PKK ve uzantıları ile DEAŞ terör örgütünün de yoğun saldırılarına maruz kalıyor. Suriye ve Irak'ta köşeye sıkışan DEAŞ, Türkiye'yi hedef alarak kendisine alan açmaya çalışıyor. Bu örgütle yürüttüğümüz kararlı mücadele, El Kaide'nin uzantısı olarak ortaya çıkan DEAŞ'ın Suriye ve Irak'ta geriletilmesine önemli katkı sağlamıştır.

Aynı şekilde PKK terör örgütünün geçtiğimiz yılın temmuz ayından bu yana gerçekleştirdiği eylemler, bölge halkının örgüte karşı belirgin bir şekilde cephe almasına yol açmıştır. Güneydoğu Bölgemizdeki ilçelerimizde gerçekleştirdiği çukur ve patlayıcı eylemleriyle bölge halkına âdeta hayatı zehir eden örgüt, şimdi de sınırlarımızın dışındaki projelere destek vermek için saldırıyor. Türkiye'nin Suriye'de DEAŞ'a karşı attığı her adıma, PKK, PYD, YPG terör örgütleri, tüm güçleriyle eyleme geçerek karşılık veriyor. Bu eylemlerde şehit olan askerimiz, polisimiz, korucularımızın kanlarını teröristleri katbekat fazla sayıda imha ederek yerde bırakmıyoruz. Ama PKK terör örgütünün sadece ve sadece Türkiye'nin Suriye ve Irak'a yönelik dikkatini dağıtmaya yönelik bu eylemlerinin amacı, bölge halkı tarafından da gayet doğru şekilde teşhis ediliyor.

Dikkat edilirse bir süredir bölücü örgütün ve müzahir kuruluşlarının kitlesel eylemlerine katılım oran itibarıyla onda 1’i dahi bulmayacak şekilde düşmüştür. Bölge insanı, kendisinin ve çocuklarının geleceğini karanlık birtakım güçlere peşkeş çeken, bu uğurda oluk oluk kan akıtma noktasında çekinmeyen bu örgütle bağını büyük ölçüde koparmıştır. Güvenlik güçlerimizin yürüttüğü operasyonlar, bölge halkı tarafından da destekleniyor. Devlet olarak, bölücü örgütün bölgede yaptığı tahribatın izlerini silmek, vatandaşlarımızın mağduriyetlerini gidermek, şehirlerimizi yeniden imar etmek için yoğun bir çaba içindeyiz. İnşallah önümüzdeki dönemde, bu konuda da, ülkemizin ve milletimizin birliği, beraberliği, kardeşliği, huzuru, güvenliği doğrultusunda daha olumlu gelişmelere hep birlikte şahitlik edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye için 15 Temmuzu her anlamda bir milat hâline dönüştürmeliyiz. FETÖ'yle birlikte, PKK, PYD, YPG, DEAŞ ve diğer tüm terör örgütlerine karşı hep birlikte kararlı bir mücadele yürütmeliyiz. İhtiyacımız olan yapısal reformları kararlılıkla hayata geçirmeliyiz. Son yıllardaki tecrübelerimizden ve özellikle maruz kaldığımız darbe girişiminden gerekli dersleri çıkartarak ülkemizi geleceğe hazırlamalıyız.

Suriye'de ve Irak'ta yaşanan gelişmeler, ülke içinde yaşadığımız terör olaylarından bağımsız değildir. Bugüne kadar yaşadıklarımız, bize, kendi projelerimizi hayata geçirme iradesiyle hareket etmeden bu meselelerin üstesinden gelemeyeceğimizi göstermiştir. Elbette bunun bir güç ve imkân işi olduğunu biliyoruz. Şayet Türkiye, ekonomik göstergeleriyle, yatırımlarıyla, istihdam potansiyeliyle, sosyal yardımlarıyla, savunma sanayisiyle bugünkü seviyesine ulaşmamış olsaydı, örneğin 1990'ların düzeyinde kalsaydı, iç ve dış saldırılar karşısında bu kadar güçlü bir duruş sergileyemezdi.

Bugün çözümünde zorlandığımız sorunların üstesinden gelebilmemizin yolu da 2023 hedeflerimize ulaşmamızdan geçiyor. Bu konuda en büyük görev Türkiye Büyük Millet Meclisine ve onun siz kıymetli üyelerine düşüyor. Ülkemizin önünü açacak, 2023 hedeflerimize ulaşmamıza katkı sağlayacak her hususta Meclisimiz öncü olmalıdır. Bunun için, mümkünse yeni bir anayasayı, en azından kapsamlı bir anayasa değişikliğini süratle hayata geçirmeliyiz.

Anayasa değişikliği konusunda Meclis bünyesinde hâlen süren çalışmaları olumlu bir adım olarak değerlendiriyorum. Bu çalışmanın, kapsamı genişletilerek bir an önce sonuçlandırılması, milletimizde, Meclisimizin uzlaşmayla yapısal değişimi başarabileceği yönünde bir umudun filizlenmesini sağlayacaktır.

Yine, Meclis İçtüzüğü’nün bu yüce kurumun daha etkin, süratli ve pratik çalışma yürütmesine imkân verecek şekilde yeniden ele alınmasını önemli görüyorum. Meclis ve milletvekilleri ne kadar etkin çalışırsa milletimiz nezdindeki itibarları da o kadar artacaktır. Tüm sorunların yegâne çıkış yolunu millî iradede gören bir Cumhurbaşkanı olarak Anayasa ve İç Tüzük çalışmalarını desteklediğimi, destekleyeceğimi belirtmek isterim.

10 Ağustos 2014'te, cumhuriyet tarihimizde ilk defa, doğrudan cumhurun, doğrudan milletin oyuyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olarak Anayasa'nın verdiği görevlerin de milletime karşı sorumluluklarımın da çok iyi farkındayım. Devlet ve millet hayatımızda ilk defa karşılaştığımız bu yeni durumu, ülkemizin kritik bir sürecinde yaşıyor olmamız ayrıca önemlidir. Seçildiğim günden bu yana ülkeme ve milletime karşı sorumluluklarımı yerine getirmek için gece gündüz çalıştım, çalışmaya devam ediyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Her yeni durum gibi, doğrudan milletin oyuyla seçilen Cumhurbaşkanlığı makamı konusunda da ilk anda beliren tereddütler zaman içinde ortadan kalkmıştır. Bugüne kadar yasama, yürütme, yargı organlarıyla ve milletiyle uyum içinde bir Cumhurbaşkanlığı vazifesi icra ettiğime inanıyorum. Önümüzdeki dönemde de, ülkemi en iyi şekilde temsil etmek, anayasal görevlerimi ve milletimin beklentilerini en ileri derecede karşılamak için tüm gücümle çalışmayı sürdüreceğim. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Cumhurbaşkanlığı makamını ve mekânını yıpratmaya yönelik çabaları üzüntüyle karşılıyorum. Burada hedef alınan, şahsım değil milletimizin hür iradesiyle yaptığı tercihtir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hiç kimsenin, özellikle de kendileri de seçimle gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin, böyle bir hakkı hiç yoktur. İnşallah, bugünden sonra, bu anlamsız tartışmayı da geride bırakmış olacağımızı ümit ediyorum.

Değerli milletvekilleri, millî güvenliğimizi tehdit eden gelişmeler arasında, güney sınırlarımız boyunca uzanan Suriye ve Irak'taki gelişmelerin özel bir yeri var. Suriye meselesi, hem insani yönüyle hem de güvenlik boyutuyla, bizim için hayati bir konu durumundadır.

Türkiye'nin Suriye konusundaki pozisyonu en başından beri nettir. Biz Suriye'deki sorunların, Suriye halkının tercihlerine, ülkenin toprak bütünlüğüne ve egemenlik haklarına saygılı bir yaklaşımla çözülebileceğine inanıyoruz.

Daha önce Afganistan'ın harap olmasına yol açan El Kaide'den türeyen DEAŞ terör örgütü, Suriye'deki sorunun sebebi değil sonucudur. Savaştan evvel 22 milyon nüfusa sahip bir ülkenin, sayıları 10 bin civarında olduğu tahmin edilen DEAŞ mensubu yabancı savaşçılardan beş yılı aşkın süredir arındırılamaması akla yatkın değildir. Aynı durum Irak için de geçerlidir. Bu ülkedeki sorunun da, 10 bin civarındaki yabancı savaşçıdan ibaret olmadığı açıkça ortadadır. DEAŞ, Suriye ve Irak üzerinde hesabı olan herkesin kullandığı elverişli bir malzemeden ibarettir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bölgenin inanç, mezhep ve etnik köken fay hatlarında gerçekleştirilmeye çalışılan kırılmalar, DEAŞ örtüsü altına gizleniyor.

Kendi ülkelerindeki radikal unsurları bilinçli bir şekilde Suriye ve Irak'a yönlendiren kimi ülkeler, mülteciler ve terörün küreselleşmesi başta olmak üzere, sorunun sonuçlarıyla yüzleşmekten ısrarla kaçınıyorlar.

Türkiye, bin yıllık ortak tarih ve kültür birlikteliğinin, bir asra yaklaşan komşuluk ve kardeşlik hukukunun gereği olarak bölge halkına karşı tüm insani görevlerini eksiksiz yerine getirmekte kararlıdır. Yaklaşık 3 milyon sığınmacıyı kamplarda ve şehirlerinde barındıran Türkiye'nin bu çabası ahlak, vicdan ve insaf sahibi herkes tarafından takdirle karşılanıyor. Buna karşılık, özellikle Avrupa ülkeleri bu insanlık sınavında sınıfta kalmışlardır. Mültecilere kucak açmak yerine sınırlarını kapatmayı tercih eden Avrupa ülkeleri bugüne kadar savundukları değerleri âdeta ayakları altına almışlardır. Halep'te yıkıntılar altında sönen her masum canın hesabını bu vahşete seyirci kalan ülkeler ve toplumlar tarih önünde vermek zorunda kalacaklardır. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Hiçbir politik hesap, bir insanın hayat hakkından daha değerli değildir. Suriye'de altı yılda öldürülen insan sayısının 600 bini bulması artık sözün bittiği yeri ifade ediyor. Biz, Suriye halkına karşı sınırlarımız içinde ve dışında insani görevlerimizi yerine getirmeye devam ederken aynı zamanda uluslararası toplumu ikaz etme görevimizi de sürdüreceğiz.

Fırat Kalkanı Harekâtı Suriye'deki terör örgütlerinin hepsine karşı bölge halkıyla birlikte başlattığımız meşru bir operasyondur.

DEAŞ terör örgütünün 14 yaşında bir çocuğu canlı bomba olarak kullanmak suretiyle Gaziantep'teki bir kına törenine göndermesi ve orada gerçekleştirdiği canlı bomba eyleminde çoğu çocuk 56 vatandaşımızın hayatını kaybettiği, 100 kişinin yaralandığı saldırı, bizim için bardağı taşıran damla olmuştur. Cerablus'tan başlayarak batıya ve güneye doğru süren bu operasyonla hedefimiz bu bölgede, ilk etapta 5 bin kilometrekare büyüklüğünde, terör örgütlerinden arındırılmış bir güvenli bölge tesis etmektir. Suriye toprakları bu şekilde adım adım güvenli hâle getirildikçe, terör sorunu da, mülteci sorunu da çözüme kavuşacaktır. İşte Cerablus’a girildiğinde 2 bin Cerablus halkı vardı ama şu anda 40 bine neredeyse yaklaşmış vaziyette. Demek ki Cerablus halkı artık kendi topraklarına dönüyor. Yıllardır savunduğumuz bu proje için prensipte kimseden itiraz görmedik ama fiilî destek de bulmadık. Güney sınırlarımız boyunca kurulmaya çalışılan terör koridoru ve PKK ile DEAŞ'ın ülkemizde yoğunlaşan eylemleri, bizi bu projeyi kendi imkânlarımızla uygulamaya sokmaya mecbur bıraktı. Operasyonun başarıyla sürmesi, Suriye'de DEAŞ'la mücadelenin, gerekli desteğin verilmesi hâlinde, bu ülkenin kendi evlatlarıyla da pekâlâ yürütülebileceğini gösterdi. DEAŞ'ın karşısına ısrarla bir başka terör örgütü olan PYD-YPG'yi çıkarmaya çalışanların tezleri, Fırat Kalkanı Operasyonu’yla geçerliliğini yitirmiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Benzer bir oyun Musul'da da sahnelenmeye çalışılıyor. Bölgenin mezhebî ve etnik yapısına, kültürel hassasiyetlerine tamamen ters bir şekilde Şii milisler ve yine PKK'nın uzantısı durumundaki terör örgütü mensuplarıyla sahnelenmeye çalışılan bu oyunun da bozulması gerekiyor. Zira Musul’un hemen kuzeyinde Telafer var. Burası da Türkmenlerden oluşuyor ve Musul’a yapılacak bir operasyonun Telafer’i de hedeflediğini burada özellikle hatırlatmak istedim.

Türkiye olarak, bölgenin asli unsuru olan kesimlerle iş birliği içinde, özellikle Arap ve Türkmen güçlerinin gereken şekilde desteklenmesi suretiyle, Musul'un DEAŞ'tan kurtarılabileceğine inanıyoruz. Musul'un mezhep ve etnik köken çatışmalarının içine çekilmesini önlemek için her türlü gayreti göstermeyi sürdüreceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Türkiye olarak masanın dışında kalamayız. Masada olmaya mecburuz. Bu sınırlarda 911 kilometre Suriye’de, yaklaşık 350 kilometre Irak’ta sınırı olan ülke Türkiye. Diğerlerinin böyle bir sınırı burada yok ama onlar, orada sonuç belirlemek istiyor. Biz, artık bundan sonra buna seyirci kalmamalıyız, kalamayız. Bunun kararını da işte burası verecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Türkiye olarak, kendi sınırlarımız içinde huzur ve güven içinde yaşamak istiyorsak, Suriye ve Irak’taki gelişmelerin bu doğrultuda ilerlemesini sağlamak mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde hem sınır güvenliğimiz hem de terörle mücadele çabalarımız sürekli tehdit altında olacaktır.

Değerli milletvekilleri, devletler arasındaki münasebetler siyasi, ekonomik, kültürel, insani, askerî pek çok yönü olan karmaşık ilişkilerdir. Bu unsurlardan her biri kendi içinde anlamlı ve önemlidir. Ama aynı zamanda bunlar birbirleriyle farklı derecelerde de olsa etkileşim hâlindedir.

Türkiye’nin son dönemde artan bölgesel ve küresel etkinliği, diğer devletlerle olan ilişkilerini çok daha girift hâle getirmiştir. Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Almanya, İran gibi devletler ve Avrupa Birliği gibi kurumlarla ilişkilerimiz çeşitli uluslararası platformlardaki temsilimiz noktasında çok önemli gelişmeler yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz.

Rusya’yla, geçtiğimiz yılın kasım ayında maruz kaldığımız talihsiz krizin ardından, haziran ayından itibaren ilişkilerimizi normalleştirme yönünde önemli adımlar atıyoruz. Görüş farklılıklarımızın olduğu konulardaki uzlaşma çabalarımızı sürdürmekle birlikte, ortak çıkarlarımıza odaklanarak bu ülkeyle olan ilişkilerimizi eski seviyesinin de üzerine taşımayı hedefliyoruz. Nitekim, enerji, turizm, tarım ürünleri ihracatı başta olmak üzere pek çok alanda ilişkilerimiz süratle eski seviyesine doğru yaklaşıyor.

Benzer bir süreci İsrail’le yürüttük. Mavi Marmara olayı konusundaki şartlarımızın tamamını karşılayan İsrail’le, Filistinli kardeşlerimiz başta olmak üzere bölgemizdeki herkes için hayırlı neticeler doğuracak ilişkiler geliştirmeye çalışıyoruz.

Amerika Birleşik Devletleri’yle ilişkilerimizi geleneksel ittifak ilişkilerimizin ruhuna uygun şekilde sürdürmenin gayreti içerisindeyiz. Ancak, bilhassa son dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgemize yönelik politikalarında ciddi bir tutarsızlık ve çok başlılık işaretlerine şahit oluyoruz. Amerika yönetiminin bir kısmı ısrarla Suriye’de ve Irak’ta PKK/PYD-YPG terör örgütüyle ortak çalışma yürütürken bir kısmı da bizim hassasiyetlerimize daha yakın politikalar izlemeye çalışıyor. Amerika’daki başkanlık seçimlerinden kaynaklandığı anlaşılan bu sorunun ülkemizin hayati çıkarlarına kalıcı zararlar vermeden çözümü için gayret göstermeyi sürdüreceğiz.

Bu süreçte Amerika Birleşik Devletleri Kongresinin Suudi Arabistan’a, 11 Eylül saldırıları sebebiyle dava açılmasına imkân veren bir yasayı onaylaması da büyük bir talihsizliktir. Her şeyden önce bu yasa, hukukun evrensel bir kabulü olan “suçların şahsiliği” ilkesine alenen aykırıdır. Devletlerin egemenlik hakları konusunda tehlikeli bir tartışma başlatma potansiyeli olan bu yanlış adımdan bir an önce dönülmesini bekliyoruz. Bölgemizde ve küresel düzeyde çok yakın ilişkilerimizin olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nin en kısa sürede münasebetlerimizin ruhuna uygun bir çizgiye geleceğine inanıyorum.

Bölgenin bir diğer önemli aktörü İran’la da, yine Suriye ve Irak meselesi başta olmak üzere, görüş farklılıklarımızı aşma konusunda yoğun temas içindeyiz. Esasen, bölgede İran’la birlikte hayata geçirebileceğimiz çok ciddi enerji, ulaşım, altyapı, kültürel iş birliği projeleri bulunuyor. İran’la da, müştereklerimizi öne çıkartan bir yaklaşımla ilişkilerimizi geliştirmeye devam ediyoruz, devam edeceğiz.

Ekim ayı, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz bakımından önemli bir tarihtir. Bilindiği gibi, Avrupa Birliğinin ülkemize söz verdiği vize serbestisi uygulamasının bu ay yürürlüğe girmesi gerekiyor. Birlik tarafından yapılan açıklamalara baktığımızda, terörle mücadele gibi Türkiye için hayati bir konunun sürecin ön şartı hâline dönüştürülmeye çalışıldığını görüyoruz.

Açık söylüyorum: Bu tavır, Avrupa Birliğinin Türkiye'ye verdiği sözü tutmak istemediğinin ilanıdır. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Ve yine açıkça ifade ediyorum: Kendileri bilirler. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Türkiye, Avrupa Birliğiyle yarım asrı geçen ilişkilerinde hep veren taraf, hep sözünü tutan taraf olmuştur. Bizden kaynaklanan gecikmeler, eksiklikler, aksaklıklar konusunda hiçbir itirazımız olmamıştır. Ama özellikle son genişleme süreçlerinde, demokratik ve ekonomik kriterleri Türkiye'yle mukayese edilemeyecek ülkeler hızla tam üye yapılırken, ülkemizin ısrarla kapıda bekletilmesi -kolay değil, elli üç yıl- Avrupa Birliğinin bizimle ilgili gerçek niyetini göstermiştir. Lafı döndürüp dolaştırmanın, diplomatik cambazlıklarla üste çıkmaya çalışmanın gereği yoktur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Avrupa Birliği yetkilileri ile birlik içinde etkin olan ülkelerden açıklık, şeffaflık, samimi bir ikrar bekliyoruz. Lütfen, Avrupalılar, kafalarındaki farklı niyetlerin günahını bizim üzerimize yıkmaya çalışmaktan vazgeçsinler. Bizim Avrupa Birliği kriterleriyle, küresel demokratik değerlerle, hak ve özgürlüklerle, insan haklarıyla, hukukun üstünlüğüyle hiçbir sorunumuz yoktur ve olmayacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunları, Avrupa Birliği istediği için değil, kendi vatandaşlarımız layık olduğu için sahipleniyoruz, hayata geçiriyoruz, geçirmeyi de sürdüreceğiz.

Avrupa Birliği, şayet, objektif bir değerlendirmeyle Türkiye'yi tam üye yapacaksa, bunun önünde hiçbir engel bulunmuyor, biz buna hazırız. Fakat böyle bir niyeti olmadığı hâlde, akıl mantık dışı dayatmalarla bizi oyalamaya devam edeceklerini düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Artık bu oyunun da sonuna geldik, bunu bilmeleri lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye'yle veya Türkiye'siz yoluna devam etme seçimi Avrupa Birliğine aittir, o seçimi kendileri yapacaklar. Kurnazlık yapıp sorumluluğu bizim üzerimize yıkmaya çalışmasınlar.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin yaşadığı badirelerin hepsi önemlidir ama ekonomiye ayrı bir ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Terör örgütleriyle, darbecilerle, diplomatik ayak oyunlarıyla Türkiye'nin önünü kesemeyenler, her fırsatta ekonomi kozunu önümüze koyuyor veya ekonomi kozuna başvuruyorlar.

Geçtiğimiz on dört yılda, bir yandan, küresel krizin yol açtığı 2009 yılındaki istisna hariç, kesintisiz bir büyüme sağlarken, bir yandan da ekonomik taarruzlara karşı direndik, direniyoruz. Hamdolsun, Türkiye büyüdükçe, geliştikçe, gücü ve imkânları arttıkça, bu tür saldırılara karşı daha dirençli hâle geldi. Altyapı-üstyapı yatırımlarıyla büyüyen, güçlenen bir Türkiye var.

Dikkat ediniz, her terör dalgası veya sosyal çalkantıyla birlikte hemen bir ekonomik kriz söylentisi, tavsiyesi, kampanyası başlatılır. Gezi olayları sırasında bunu yaşadık mı? Yaşadık. 17-25 Aralıkta bunu yaşadık mı? Yaşadık. 20 Temmuz 2015'ten sonra yeniden başlayan bölücü terör eylemlerinde aynen bunu yaşadık. Son olarak da 15 Temmuz darbe girişiminin ardından aynı senaryo yine gündeme geldi.

15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığa uğramasıyla birlikte hemen gözler ekonomiye çevrildi. Fakat milletimiz, ekranları başında bizi izleyen bu aziz milletimiz, istiklali ve istikbaliyle birlikte ekonomisine de sahip çıkarak, bakın, ertesi gün piyasaya 2,5 milyar dolar sürdü ve onu TL’ye çevirdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şu ana kadar da 12 milyar dolar piyasaya sürdü ve Merkez Bankamız piyasaya döviz sürmek zorunda kalmadı.

Büyük yatırımlar, projeler, üretim, ihracat hiç mola vermeden devam etti. İşte, Osman Gazi Köprüsü’nün açılışını, hamdolsun, gerçekleştirdik ve açılışı yaptığımız günden bu yana orada da araç sayısı katlanarak artıyor. Yavuz Sultan Selim Köprüsü aynı şekilde ve bağlantılı otoyolların büyük bir gayretle inşası devam ediyor.

Şimdi önümüzde inşallah Çanakkale Köprüsü var, inşallah Kanal İstanbul Projesi var. Bunlarla beraber Türkiye çok daha büyük bir evrimi, devrimi geçirecektir, bunu da bilmemiz lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Tabii, baktılar ki bu şekilde Türkiye’nin önünü kesemeyecekler, bu defa kredi derecelendirme kuruluşlarını devreye soktular. İki gün önce “ak” dediğine iki gün sonra “kara” diyen bir derecelendirme kuruluşunu ne içeride ne dışarıda kimse ciddiye almadı; tam aksine, Hazineye daha fazla müracaat oldu, daha fazla ilgi oldu.

Önümüzdeki hafta içinde, uluslararası bir büyük şirket ile, ülkemizdeki ilgili kuruluşlar sağlık alanında yaklaşık 1,1 milyar dolarlık yatırımın finansmanını öngören bir anlaşmayı imzalayacaklar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Tablo bu.

10 Ekimde İstanbul’da açılışı yapılacak Dünya Enerji Kongresi bu alanda çok önemli ve çok büyük meblağları içeren görüşmelere, belki de anlaşmalara sahne olacak ve dünya liderlerinden bir kısmı da, inşallah, bu, Uluslararası Dünya Enerji Kongresi’ne katılacaklar.

Yakın zamanda kuruluşunu tamamladığımız en önemli adımlardan bir tanesi, Türkiye Varlık Fonu, her geçen gün daha büyük bir ilgi görüyor. Bu fon sayesinde, önümüzdeki dönemde gerçekleştireceğimiz büyük ve stratejik projelerin finansmanı çok daha kolay hâle gelecektir. Gerek ikili iş birliğiyle gerekse ikili olarak üçüncü ülkelerde yapılacak yatırımlarla, bu, ülkemize çok büyük bir kazanım sağlayacaktır.

2016’nın ilk yarısında yaklaşık yüzde 4 olarak gerçekleşen büyüme oranı, bu yılın kayıp bir yıl olacağını düşünenleri mahcup etmiştir. İnşallah, Türkiye beklentilerin üzerinde büyüme oranlarıyla 2023 hedeflerine ulaşma konusunda çok ciddi mesafe katedecektir.

Ekonomide bir süredir görülen kısmi durgunluğun yerini artık yeniden canlanmaya bırakması için her türlü tedbir alınıyor. Nitekim, bu canlılığın ilk işaretlerini kapasite kullanım oranındaki Ekonomik Güven Endeksi’ndeki nispi artışla şimdiden görmeye başladık.

Merkez Bankasının faizi indirmeye ve faiz koridorunu daraltmaya yönelik çalışmaları ile Ekonomik Koordinasyon Kurulunun tüketicilere yeni kolaylıklar sağlayan kararları olumlu gelişmelerdir.

Büyük ekonomilerin ciddi sıkıntı yaşadığı bir dönemde, Türkiye’nin terör ve darbe girişimi sorunlarına rağmen nispeten yüksek bir büyüme oranını sürdürmesi takdir edilmelidir. Fakat bizim ölçümüz asla bu değildir. Çünkü bizim çok büyük hedeflerimiz, çok büyük beklentilerimiz var. Onun için daha fazla çalışacağız, daha çok üreteceğiz, daha çok istihdam edeceğiz, daha çok ihracat yapacağız; yüksek teknolojiye, kaliteye, AR-GE’ye daha çok önem vereceğiz. Bunu da devletiyle, siyasetiyle, milletiyle, iş dünyasıyla hep birlikte gerçekleştireceğiz.

Bu düşüncelerle Türkiye Büyük Millet Meclisimizin 26’ncı Dönem İkinci Yasama Yılının bir kez daha hayırlı olmasını temenni ediyorum. Bu dönemde de yoğun bir mesai sarf edecek milletvekillerimize, parti gruplarımıza şimdiden kolaylıklar ve başarılar diliyorum. Allah yâr ve yardımcımız olsun diyorum.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ, MHP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Muhterem Cumhurbaşkanımıza teşekkür ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.59

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.18

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

II.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, 26’ncı Dönem İkinci Yasama Yılının milletimize ve demokrasimize hayırlar getirmesini temenni ettiğine ilişkin konuşması

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 26’ncı Dönem İkinci Yasama Yılının ülkemize, milletimize ve demokrasimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak milletimiz ve ülkemiz için çalışacağımız, mesai vereceğimiz bu yasama yılında her zaman olduğu gibi, fikirlerin tartışılırken nezaket ve uzlaşıdan uzak kalmadan, verimli ve milletimiz için en iyi olanı bulduğumuz bir çalışma dönemi diliyorum.

Hepimizin malumu olduğu üzere, Gazi Meclisimize, Cumhurbaşkanımıza, milletimize, devletimize, ülkemize ve demokrasimize beslediği hain emellerini 15 Temmuz gecesi açığa vuran alçaklar, yine en büyük tokadı bu büyük milletten almışlardır. 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde milletimizin, yine Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımız ile birlikte bu çatı altında milletin vekillerinin göğüslerini savaş uçaklarına kahramanca siper etmesiyle bu hainler gerekli cevabı almışlardır.

Tarihinde ve sinesinde nice destanlar, nice kahramanlıklar yatan milletimiz, 21’inci asrın başında da yine kendi destanını yazmış, yine sinesindeki kahramanlarıyla cihana haykırmıştır. Buradan bir kez daha bu vesileyle tüm şehitlerimizi rahmetle ve şükranla anıyorum, gazilerimize bir kez daha şifalar diliyorum. Bu bağlamda, millî iradenin daha da güçlenerek, millî birlik ve beraberliğimizin sonsuza kadar yaşayacağını tüm dünyaya bir kez daha göstererek milletimizin beklentilerini karşılayacak, huzurunu ve refahını artıracak reformların yapılacağı, cumhuriyetimizin tam anlamıyla demokrasiyle taçlanacağı bir dönem geçirmemiz temennisiyle iktidar, muhalefet tüm gruplara ve milletvekillerine başarılar diliyorum.

Sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığının, Bakanlar Kurulundan istifa eden bir bakana ve boşalan bakanlıklara yapılan yeni atamalara ilişkin bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Cumhurbaşkanlığının, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın istifa etmesi ve istifasının kabul edilmesi suretiyle boşalan İçişleri Bakanlığına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve Trabzon Milletvekili Süleyman Soylu’nun, boşalan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına Bursa Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu’nun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 109 ve 113'üncü maddeleri uyarınca atandıklarına ilişkin tezkeresi (3/833)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Bakanlar Kurulunda görev alan İçişleri Bakanı Efkan Ala istifa etmiş ve istifası kabul edilmiştir.

Bu suretle boşalan İçişleri Bakanlığına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve Trabzon Milletvekili Süleyman Soylu; boşalan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına Bursa Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 109 ve 113'üncü maddeleri uyarınca atanmışlardır.

Bilgilerinize sunarım.

                                                                            Recep Tayyip Erdoğan

                                                                                      Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Şimdi, Anayasa'nın 92’nci maddesine göre, Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

2.- Başbakanlığın, Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı ulusal güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak için hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması ve bu kuvvetlerin Hükûmetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre gerekli düzenlemelerin yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/10/2014 tarihli ve 1071 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 3/9/2015 tarihli ve 1098 sayılı Kararı’yla bir yıl uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 2/10/2016 tarihinden itibaren 30/10/2017 tarihine kadar uzatılmasına dair tezkeresi (3/827)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan gelişmeler ve süregiden çatışma ortamının ulusal güvenliğimiz açısından taşıdığı risk ve tehditler, gerek nicelik gerekse nitelik bakımından artmıştır.

Ülkemiz, komşumuz Irak'ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük önem atfetmektedir. Diğer taraftan, Irak'ın kuzey bölgesinde silahlı PKK terör unsurlarının varlığını sürdürmesi, ülkemizin güvenliğine yönelik doğrudan bir tehdit oluşturagelmektedir.

DEAŞ ve diğer terör örgütlerinin Suriye'nin kuzeyindeki mevcudiyeti devam etmekte, bu terör örgütleri ülkemize yönelik silahlı eylemler ve bombalı intihar saldırıları gerçekleştirmektedir. Öte yandan, Suriye'de altıncı yılına giren çatışma ortamında, rejim, halka yönelik zulüm, şiddet ve saldırılarını, terör gruplarına desteğini, etnik ve mezhepsel politikalarını sürdürmektedir.

Bu durum karşısında, Irak ve Suriye'den kaynaklanan, ulusal güvenliğimize tehlike oluşturabilecek her türlü risk, tehdit ve eyleme karşı, uluslararası hukuktan doğan haklarımız doğrultusunda gerekli önlemlerin ulusal düzeyde tespit edilerek hayata geçirilmeye devam olunması elzemdir.

Ayrıca, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2170 (2014), 2178 (2014) ve 2249 (2015) sayılı kararlarıyla, Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının teyit edilmiş olmasının ve yine 2170 sayılı Karar’da bu ülkelerdeki terör faaliyetlerinin kınanarak, DEAŞ ve benzeri terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı, Birleşmiş Milletler üyesi tüm ülkelere 1373 (2001) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve uluslararası hukuk çerçevesindeki sorumluluklarına uygun şekilde gerekli tedbirleri alma çağrısında bulunulmuş olmasının ışığında, Türkiye'nin DEAŞ ve diğer terör örgütleriyle mücadele amacıyla oluşturulan uluslararası koalisyon bünyesinde iştirak ettiği faaliyetlerin sürdürülmesi de önem taşımaktadır.

Bu mülahazalar ışığında, Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı, uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı, ulusal güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, kriz süresince ve sonrasında hasıl olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması, bu kuvvetlerin Hükûmetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için 2/10/2014 tarihli ve 1071 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı ile Hükûmete verilen ve 3/9/2015 tarihli ve 1098 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı ile 2/10/2015 tarihinden itibaren bir yıl uzatılan izin süresinin 2/10/2016 tarihinden itibaren 30/10/2017 tarihine kadar uzatılmasını Anayasa'nın 92’nci maddesi uyarınca arz ederim.

                                                                                      Binali Yıldırım

                                                                                         Başbakan

BAŞKAN – Hükûmet? Burada.

Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.

Şimdi tezkere üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Hükûmet adına Millî Savunma Bakanı Sayın Fikri Işık, gruplar adına Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Mehmet Günal; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Kars Milletvekili Ayhan Bilgen; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Ahmet Berat Çonkar.

Yine şahıslar adına İstanbul Milletvekili Engin Altay, Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu konuşacaktır.

Şimdi ilk söz, Hükûmet adına Millî Savunma Bakanı Fikri Işık’a aittir.

Buyurun Sayın Işık. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkan, Gazi Meclisimizin değerli milletvekilleri; sözlerimin başında, 26’ncı Dönem İkinci Yasama Yılının Meclisimize, tüm çalışanlarına, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve diğer güvenlik riskine karşı, uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı, ulusal güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, kriz süresince ve sonrasında hasıl olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre, ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetimizce takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı ülkelerden yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin, Hükûmetimizin belirleyeceği esaslara göre kullanılmasına imkân sağlayan düzenlemelerin yapılması için Anayasa’nın 92'nci maddesi uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisimizden geçirilen tezkerenin bir yıl süreyle uzatılması için sunulan tezkerenin gerekçelerini açıklamak üzere de huzurunuzda bulunuyorum. Bu vesileyle Sayın Başkanı ve yüce Meclisimizin üyelerini saygıyla selamlıyor, yeni yasama yılınızı tekrar tebrik ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken ülkemizde gerçekleştirilen menfur terör saldırıları neticesinde vatanlarını savunurken hayatını kaybeden Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu, güvenlik gücü ve sivil olmak üzere tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı yakınlarına sabır diliyorum. Yine, aynı şekilde, bu hain saldırılarda yaralanan vatandaşlarımıza acil şifalar diliyor ve bir an evvel sağlıklarına kavuşmalarını Allah’tan temenni ediyorum.

Tarihin en büyük ihanetiyle karşı karşıya kalan milletimizin iradesinin tecelli ettiği bu Gazi Meclis, 15 Temmuzda maalesef hainlerin hedefi hâline gelmiştir. Bu vesileyle 15 Temmuz şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Bu menfur saldırıyı gerçekleştiren, bu ihaneti gerçekleştiren hain terör örgütü FETÖ’yle amansız mücadelemizin süreceğini, sonuna kadar devam edeceğini ifade ediyor, devletin tüm kurum ve kuruluşlarında, özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerimizde bir tek hain kalmayıncaya kadar bu mücadelenin süreceğini vurgulamak istiyorum. Ayrıca, bu mücadeleyi sulandırmaya yönelik hiçbir faaliyete de müsaade edilmeyeceğinin bilinmesini isterim.

Sayın Başkan, değerli Meclis üyeleri; yüce Meclisimizin huzurunda, ülkemizin huzur ve güvenliği için büyük bir özveri ve cesaretle, gece gündüz demeden her türlü tehlikeye göğüs gererek fedakârlıkla görevini sürdüren asker, polis, jandarma, köy korucusu, tüm güvenlik güçlerimize en içten teşekkürlerimizi sunuyorum. Bu vatan uğruna canlarını veren, gazi olan vatan evlatlarına asla ödeyemeyeceğimiz şükran borcunun bilincinde olduğumuzu huzurlarınızda bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Türkiye, yıllardır halkının huzur ve güvenliğine, ülkesinin millî birliğine yönelik terör saldırılarıyla mücadele etmektedir. Son dönemlerde ülkemizde yaşanmakta olan elim saldırılar da bunun açık bir göstergesidir. Bu açık tehdit, bölgede son dönemde meydana gelen diğer gelişmelerin de etkisiyle artarak devam etmektedir.

Bildiğiniz gibi, ülkemiz, Irak’ın kuzey bölgesinde yuvalanmış bulunan PKK terör örgütü unsurlarından kaynaklanan ve halkının huzur ve güvenliği ile ülkesinin millî birliğine, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yöneltilmiş ciddi ve açık bir terör tehdidiyle maalesef otuz yılı aşkın bir süredir karşı karşıya bulunmaktadır. Terör örgütü dönem dönem eylemlerini yoğunlaştırmakta, yaptığı saldırılarla birliğimizi, kardeşliğimizi hedef almakta ve toplumsal barışı bozmayı amaçlamaktadır. Örgüt sadece masum canlara kastetmekle kalmamakta, Türkiye’nin ekonomisine, dış politikasına ve ülkemizin geleceğine de kastetmeyi amaçlamaktadır.

Malumunuz olduğu üzere, daha önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışında kullanılmasını teminen Hükûmetimize yetki vermiştir. Bu doğrultuda ilk yetki tezkeresi 2007 yılında Dağlıca terör saldırısıyla artan terör olayları üzerine Meclise gönderilmiştir. Hükûmet, söz konusu dönemden bu yana, böyle bir tehdidin nasıl ortadan kaldırılabileceği ve bu çerçevede siyasi ve askerî çabanın birlikte yürütülmesini içeren kapsamlı bir stratejinin oluşturulması ve uygulanması gerektiği konusunda hazırlıklarını yapmıştır, sürdürmüştür ve uygulamıştır. Bir yandan terörle mücadele sürerken diğer yandan demokrasinin çıtası yükseltilmiş, özgürlükler genişletilmiştir. PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD-YPG de Suriye’deki karışıklıktan istifade ederek bölgedeki alan dışı aktörlerin ve ülkelerin de desteğiyle kazanç elde etmeye çalışmakta, PKK ise uluslararası kamuoyunun gözünde meşruiyet kazanmak için Suriye ve Irak’taki krizi istismar etmektedir.

Defaatle dile getirdiğimiz üzere, PKK ve PYD aynı terörist havuzunu ve lider kadroyu paylaşmaktadır. PKK’nın PYD’yle olan ilişkisi, aralarındaki pek çok temas ve iş birliğinden kolaylıkla anlaşılabilmektedir. PYD’ye yapılan silah ve teçhizat yardımlarının Türkiye’de terörist eylemler yapan PKK’lı teröristlere ulaştırıldığına dair elimizde kuvvetli bilgiler ve deliller bulunmaktadır. Bu durum devletimiz için ciddi bir tehdit ve aynı zamanda ülkemiz kamuoyu için hassas bir konudur.

Son yıllarda komşularımız Irak ve Suriye’de yaşanan gelişmeler ile saldırılarını günden güne artıran DEAŞ da ülkemizin güvenliğini ciddi tehdit eden bir diğer terör örgütüdür. Söz konusu terör örgütü yalnızca Orta Doğu bölgesinde değil aynı zamanda küresel olarak tüm ülkelerin güvenlik ve istikrarına karşı ciddi bir tehdit arz etmektedir. Sık sık farklı mecralarda dile getirdiğimiz üzere ülkemiz, amacı ve başvurulan yöntem ne olursa olsun terörün her türüne şiddetle karşı çıkmaktadır. Biz, ayrım gözetmeksizin, masum insanların katledilmesini hedefleyen terör eylemlerini bir insanlık suçu olarak değerlendiriyoruz. Bu anlayıştan hareketle, ülkemizi hedef alan terör tehdidiyle mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. 24 Ağustos 2016 tarihinde başlatılan Fırat Kalkanı Operasyonu bu kararlılığımızın en somut örneğidir. Bilindiği üzere, bu operasyon DEAŞ’la mücadele amacıyla yürütülmekte ve uluslararası koalisyon tarafından da desteklenmektedir. Bu harekâtla Suriyeli muhalif unsurların sahada DEAŞ’a karşı ilerlemeleri ve DEAŞ’ın sınırımızın karşısında kontrol altında tuttuğu yerlerden uzaklaştırılması hedeflenmektedir. DEAŞ unsurlarının sınırlarımızdan uzaklaştırılması her zaman öncelikli meselemiz olmuştur. DEAŞ’la mücadelede uluslararası alanda ortaya koyulan tüm çabalara başından itibaren tam destek verdik. DEAŞ’ın roketli ve bombalı terör saldırıları yüzlerce vatandaşımızın canına mal olmuştur. Bu saldırılara gerekli yanıtlar sürekli olarak verilmiştir, verilmeye devam edilmektedir. İşte bu arka plan ışığında 24 Ağustos sabahı Fırat Kalkanı Harekâtı başlatılmıştır. Harekât, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51’inci maddesinden kaynaklanan meşru müdafaa hakkı” temelinde yürütülmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararları terörle ve özellikle DEAŞ’la mücadelede ülkelere önemli sorumluluklar yüklemektedir. DEAŞ’ın sınırlarımızdan defedilmesi sınır güvenliğimizi de sağlayacaktır. Nitekim, 4 Eylül itibarıyla sınır hattımızın Azez ve Cerablus arasındaki 98 kilometrelik bölümü DEAŞ’tan arındırılmıştır, 104 yerleşim yeri ve yaklaşık 910 kilometrelik alan özellikle DEAŞ’tan temizlenmiştir. Bu hattan derine inilerek güneydeki iç bölgelerin de DEAŞ’tan temizlenmesi bizim için önceliktir.

Bu harekât, aynı zamanda, Türkiye'nin ulusal güvenliği bakımından son derece büyük önem arz eden bu bölgede herhangi bir terör örgütünün faaliyet göstermesine veya herhangi bir oldubittiyle Suriye halkının çoğunluğunun iradesi hilafına seyredecek tek taraflı gündemlere rıza göstermeyeceğinin de açık ve somut bir göstergesidir. Türkiye'nin bu çabası Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin korunması açısından da büyük önem taşımaktadır.

Biz Türkiye olarak, sık sık dile getirdiğimiz üzere, bölgede kök salan DEAŞ’ı ulusal güvenliğimize karşı yönelen bir tehdit olarak görüyoruz. DEAŞ sınırımızın güneyinde aktif olarak faaliyetlerini sürdürmekte, atılan havan topları sınırımızdaki köylerimize, ilçelerimize ve sivil halkımıza isabet etmektedir. DEAŞ’a karşı savaşta Irak ve Suriye tek bir mücadele alanını oluşturmaktadır. Bu kapsamda, her iki ülkeyi de içine alan kapsamlı bir yaklaşımın benimsenmesi yerindedir. Bu çerçevede, Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye’deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ülkemizin en tabii hakkıdır.

DEAŞ’ın bertaraf edilmesi için siyasi, insani ve askerî mekanizmaları ihtiva eden kapsamlı bir stratejinin oluşturulması ve askerî önlemlerin siyasi tedbirleri tamamlaması önemlidir. Özellikle Suriye ve Irak başta olmak üzere bölgedeki otorite boşluğu ve kaos durumundan istifade eden terör örgütleri etkinlik kapasitelerini ve eylem alanlarını güç geçtikçe artırma gayretindedir. Söz konusu ülkelerdeki yönetim boşlukları terörist gruplara manevra alanı açmaktadır.

Bölgedeki Sünni-Şii ayrımı ve etnik fay hatlarının mevcudiyeti DEAŞ’ın beslendiği önemli istismar alanlarıdır. DEAŞ terör örgütü maalesef bölge ülkelerindeki bazı rejimler tarafından desteklenmekte ve beslenmektedir. Bunun en iyi örneği ise Suriye’deki Esed rejimidir. Rejim, DEAŞ’ın yerleşmesinin ve etkinlik alanını genişletmesinin başlıca sorumlusudur. DEAŞ tarafından düzenlenen saldırılarda bugüne kadar 254 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, yüzlerce vatandaşımız ise yaralanmıştır. Terör örgütleriyle ilişkisi olduğundan şüphelenilen ve yasa dışı yollarla ülkemize giriş yapan yabancılar ilgili kurumlarımızca tespit edilerek tutuklanmakta ve sonrasında sınır dışı edilmektedir. Bu kapsamda, 2012 yılında 230 kişi, 2014 yılında 526 kişi sınır dışı edilmiş, bu sayı 2015’te 1.785’e yükselmiştir. Bugüne kadar 3.700’den fazla kişi makamlarımızca sınır dışı edilmiştir.

Emniyet birimlerimizce 2013-Ağustos 2016 tarihleri arasında DEAŞ terör örgütüne karşı gerçekleştirilen operasyonlar sonucunda 92 intihar yeleği, 600 kilogram patlayıcı madde, 175 kilogram patlayıcı yapımında kullanılan malzeme ele geçirilmiştir. Suriye'den ülkemize yönelen tehditlere karşı uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru müdafaa hakkımızı sonuna kadar kullanarak sınırlarımızın, topraklarımızın ve en önemlisi vatandaşlarımızın güvenliğini sağlamaya yönelik tedbir almamız tabiidir. Bu kapsamda, ülkemizin müteaddit uyarılarına rağmen hudutlarımız içine atışlarına devam eden Suriye ordusu ile DEAŞ’a Türk ordusu tarafından uluslararası hukuk ve mütekabiliyet prensibi çerçevesinde cevap verilmektedir. Bugün burada süresini bir yıl daha uzatmayı takdirlerinize sunduğumuz tezkereyle yetki vermeniz hâlinde söz konusu cevap misliyle verilmeye devam edilecektir. Hükûmetimize yetki veren tezkerenin uzatılması, terör tehdidinin kalıcı bir şekilde ortadan kaldırılması amacıyla yürütmekte olduğumuz kapsamlı ve çok boyutlu faaliyetleri destekleyecek, ayrıca hem bölücü terör örgütünün hem de DEAŞ’ın olası eylemlerine yönelik caydırıcı bir unsur olmaya devam edecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gazi Meclisimizin çatısı altında şu mesajı açıkça vermek isterim ki ülkemizin varlığı, milletimizin ve devletimizin bölünmez bütünlüğü asla tartışmaya açılamaz. Ayrıca, terörü haklı gösterecek hiçbir gerekçe olamaz. Devletimizin bütünlüğüne ve milletimizin varlığına yönelecek saldırılar hiçbir yapı veya zümre tarafından bir hak arayışı olarak nitelendirilemez. Terörün hiçbir davaya hizmet etmesi mümkün değildir. Teröre destek olanlar, teröristlere karşı net ve kararlı bir tutum sergileyemeyenler en büyük zararı öncelikle kendilerine, daha sonra da çocuklarımızın aydınlık geleceğine vereceklerdir. Bölgesinde ve dünyada etkin bir rol üstlenme siyaseti izleyen ülkemiz terörle mücadele etmeyi her hâlükârda sürdürecektir. Bu süreçte devletin tüm kurumları ile siyasi partiler terörle mücadele konusunda ortak bir irade ve hassasiyetle hareket etmek zorundadır. Terörün dini, dili, milleti, milliyeti olmaz. Devletimizi terör tehdidiyle köşeye sıkıştırmak ve zafiyete düşürerek zarar vermek amacıyla hareket edenleri bertaraf etmek hepimizin ortak vazifesidir. Terörle mücadele kapsamında taleplerini şiddete başvurmaksızın demokratik sistem içerisinde dile getiren vatandaşlarımız ile terörü yücelten ve halkımız ile devletimize zarar verecek tüm faaliyetlere destek olan kesimleri birbirinden ayırmaya büyük önem veriyoruz. Kan ve şiddete başvurarak belirli haklar elde etme çabası içerisinde olanlar, atılan demokratik adımların terör sayesinde elde edildiğini zannedenler tarihî bir yanılgı içerisindedirler. Zira, şu iyi bilinmelidir ki yıllardır ülkemizin başına dert olan terör belası olmasaydı gerek ekonomik açıdan gerekse demokratik standartların geliştirilmesi açısından çok daha iyi bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık. Otuz yılı aşkın süredir devam eden ve bu yolda binlerce masum vatan evladını kaybettiğimiz terörle mücadelede zaman içerisinde kazandığımız tecrübelerimizi uygulamaya yansıtarak halkımızın güvenliğine azami özen gösteriyoruz. Mücadelede sergilediğimiz tutum, insan unsurunu ön plana çıkaran, güvenlik kısıtlamaları ile özgürlük arasındaki hassas dengeyi yakalayan çok boyutlu bir anlayışa dayanmaktadır. Bu süreç içerisinde, lüzumu hâlinde ve caydırıcılık çerçevesinde askerî önlemler alınması, terörle mücadelemizdeki bütüncül yaklaşımı tamamlayacaktır. Nihai hedefimiz, bu tür tezkerelere artık bir daha hiç ihtiyaç duymayacağımız, sürdürülebilir özgürlük ve güvenlik ortamının tesisidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha önce alınan yetki tezkeresi çerçevesinde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından kara harekâtı, hava harekâtı, hava keşif uçuşu ve topçu ateşi gerçekleştirilmiştir. Tezkerenin tek hedefi, bu ülkenin huzuruna saldıran içteki ve dıştaki teröristlerdir, terör unsurlarıdır. Bundan sonra da bu mücadeleye bu şekilde, etkin bir şekilde devam edilecektir.

Gazi Meclisimizin değerli üyeleri, yukarıda arz edilen gelişmeler ve değerlendirmeler ışığında, 3/9/2015 tarihli ve 1098 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla Hükûmete verilen bir yıllık izin süresinin aynı kararda belirtilen ilke ve esaslar dâhilinde 30/10/2017 tarihine kadar uzatılmasını tensiplerinize arz ediyor, Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

II.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

3.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili Sayın Bülent Kuşoğlu’nun eşi vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin diyoruz. Bülent Bey’e ve tüm ailesine, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Zannediyorum, yarın öğle namazını müteakip Kocatepe Camisi’nde kılınacak cenaze namazından sonra defnedilecektir. Mekânı cennet olsun diyorum.

Bu vesileyle, grup başkan vekillerine istemleri hâlinde birer dakika söz vereceğim.

Buyurun Sayın Elitaş.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Dün Ankara Milletvekili, Cumhuriyet Halk Partisi Parti Meclisi üyesi Sayın Bülent Kuşoğlu’nun eşinin rahmetli olduğunu öğrendik. Üzüntülerimizi ifade ediyoruz. Merhuma Allah’tan rahmet, tüm Cumhuriyet Halk Partisi camiasına ve Sayın Kuşoğlu ailesine başsağlığı ve sabırlar diliyoruz.

Biraz önce sizin de ifade ettiğiniz gibi, Kocatepe Camisi’nde öğle namazını müteakip cenaze namazı kılınacaktır.

Tekrar, merhuma Allah’tan rahmet ve Sayın Kuşoğlu ailesine başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz.

BAŞKAN - Sayın Baluken…

2.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ve Meclisin bir savaş tezkeresiyle açılmasını büyük bir talihsizlik ve ayıp olarak gördüklerine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bizler de Halkların Demokratik Partisi olarak Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili Sayın Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatını büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz. Merhuma Allah’tan rahmet, yakınlarına ve bütün Cumhuriyet Halk Partisi camiasına başsağlığı dileklerimizi iletmek istiyorum.

Ayrıca, yeni bir yasama dönemine, yeni bir yasama yılına başlıyoruz. Umutsuzluğun son derece yoğun olduğu bir dönemde Meclisin bir savaş tezkeresiyle açılmasını da büyük bir talihsizlik ve ayıp olarak gördüğümüzü ve bu dönemde barışa, demokrasiye katkı sunan çalışmaların bu Mecliste yapılmasını bir kez daha, temenni olarak ifade ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Akçay, buyurun.

3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili değerli arkadaşımız Sayın Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatını teessürle öğrendik. Merhuma Allah’tan rahmet diliyoruz ve Bülent Kuşoğlu’na, ailesine, yakınlarına ve Cumhuriyet Halk Partisi camiasına Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak taziyelerimizi sunuyoruz.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Altay…

4.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun eşinin vefatı nedeniyle taziye dileğinde bulunanlara Cumhuriyet Halk Partisi olarak minnet duygularıyla teşekkür ettiklerine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şahsınızın ve Meclisimizi oluşturan diğer siyasi parti gruplarının Ankara Milletvekilimiz Sayın Bülent Kuşoğlu’nun eşi Tülin Hanım’ın vefatı nedeniyle taziye dileklerini sunmalarına, acımızı paylaşmalarına biz de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak minnet duygularıyla teşekkür ediyoruz. Bu vesileyle biz de, yarın Kocatepe Camisi’nde kılınacak öğlen namazını müteakip Karşıyaka Mezarlığı’nda cenazemizi defnedeceğiz.

Tekrar ben de merhumeye Tanrı’dan rahmet diliyorum, Genel Kurula ve siyasi partilere ilgilerinden dolayı teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Biz de Meclis Başkanlık Divanı olarak bir kez daha merhumeye Allah’tan rahmet diliyoruz; Bülent Kuşoğlu’na, ailesine ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna da bir kez daha başsağlığı diliyoruz.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

2.- Başbakanlığın, Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı ulusal güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak için hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması ve bu kuvvetlerin Hükûmetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre gerekli düzenlemelerin yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/10/2014 tarihli ve 1071 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 3/9/2015 tarihli ve 1098 sayılı Kararı’yla bir yıl uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 2/10/2016 tarihinden itibaren 30/10/2017 tarihine kadar uzatılmasına dair tezkeresi (3/827) (Devam)

BAŞKAN – Gruplar adına ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Mehmet Günal’a aittir.

Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri ve büyük Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Hükûmet, Irak ve Suriye’den kaynaklanan, ulusal güvenliğimize tehlike oluşturabilecek her türlü risk, tehdit ve eyleme karşı, uluslararası hukuktan doğan haklarımız doğrultusunda, gerekli önlemlerin ulusal düzeyde tespit edilerek hayata geçirilebilmesi için 2014 yılında TBMM tarafından kendisine verilen ve 2015 yılında uzatmış olduğumuz izin süresinin yeniden bir yıl süreyle uzatılmasını talep etmektedir.

Tezkerenin gerekçesinde de belirtildiği üzere, Türkiye'nin güney kara sınırlarında mücavir bölgelerde yaşanan gelişmeler ve süregiden çatışma ortamının millî güvenliğimiz açısından taşıdığı risk ve tehditler gerek nicelik gerekse nitelik bakımından artmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisinin bölgede yaşanan gelişmelere bakış açısının temelinde, öncelikli olarak, Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden unsurların ortadan kaldırılması ve millî çıkarların korunması yatmaktadır.

İkinci husus ise bölgede yaşanan kargaşa, kaos ve çatışmaların sona erdirilmesidir. Sorunların çözümü için de bölgemizdeki ülkelerle ve uluslararası toplumla birlikte hareket edilmelidir.

Üçüncü ve diğer bir önemli husus ise bölgemizde yaşanan çatışmaların yol açtığı insani dramı sona erdirmek, evini, yurdunu terk ederek mülteci konumuna düşen insanların kendi vatanlarında rahat ve huzur içinde yaşamalarını temin etmek için her türlü sorumluluğu almak ve samimi çözüm arayışlarını desteklemektir.

Ülkemizin sınırlarının hemen ötesinde yıllardır süren bir kaos ve iç çatışma vardır. Gerek Irak gerekse Suriye’de yaşanan çatışmalar hem ülkemizin güvenliğini hem bölge ülkelerini tehdit eder hâle gelmiş hem de artık tahammül edilemez bir insani dramın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu durumun bize göre iki kaynağı vardır ve söz konusu iki kaynak kurutulmadan bölgeye barış ve huzurun gelmesi mümkün değildir. Bu iki terör ve çatışma kaynağı, PKK yani PYD ve IŞİD’dir. Milliyetçi Hareket Partisinin gerek Irak’ta gerek Suriye’de yaşanan gelişmelere dair defaaten dile getirdiği görüşlerinin temeli işte bu yukarıda saydığımız ilkelere dayanmaktadır.

BAŞKAN – Sayın Günal, bir saniye…

Sayın milletvekilleri, salonda bir uğultu vardır. Lütfen, hatibin insicamını bozmadan, yerimize oturursak hatip de konuşmasına devam edecektir.

Buyurun Sayın Günal.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Hamdolsun ki Milliyetçi Hareket Partisi tarihî tecrübeden süzülen bu bakış açısının şekillendirdiği düşüncelerinde hiç yanılmamış, hiç aldatılmamış ve hep haklı çıkmıştır.

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin millî güvenliğimizi tehdit eden IŞİD, PKK/PYD terörüyle birlikte TBMM’de görüşülecek tezkereye ilişkin olarak 1 Ekim 2014 tarihinde yapmış olduğu açıklama da bunların örneklerinden bir tanesidir. Sayın Genel Başkanımız söz konusu tarihte şunları söylemişti: “Elbette IŞİD büyük bir tehdittir ve mutlaka tepelenmeli, çok acil başı ezilmelidir. Ancak PKK/PYD-YPG de aynı derecede, belki de daha fazla ölçüde Türkiye'nin başına ve çevresine çöreklenmiş bir musibetin farklı isimleridir. IŞİD’le mücadele ederken PKK/PYD’ye yol verilmesi ve alan açılması sözde büyük kürdistanın batı kısmını ikmal edecektir. Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün vazgeçilmezliği ve tüm terör gruplarının bölgeden temizlenmesi yegâne öncelik olmalıdır.” Aslında Sayın Genel Başkanımız, bu açıklamadan iki yıl önce, yine 6 Ağustos 2012 tarihinde bu tehlikeye çok daha önceden işaret etmiş ve şu tespitte bulunmuştur: “Ülkemize yönelen tehditleri en aza indirmek amacıyla batı ucu Afrin’i ve doğu ucu da Kandil’i içine alacak biçimde tesis edilecek hilal şeklindeki bir güvenlik kuşağı bir an önce sağlanmalı ve icra edilmelidir. Irak ve Suriye başta olmak üzere bölge ülkeleri küresel vesayeti reddetmeli, insan varlıklarını ve coğrafi bütünlüklerini müdafaa edecek basiret, cesaret ve dirayeti gösterebilmelidir. Orta Doğu’nun haritasını yeniden çizmek isteyen ve bunun için kolları sıvayan, yeni devletler kurmak için fırsat kollayan çevrelere, lobilere, silah ve terör baronlarına karşı herkes uyanık olmalıdır. Türk devleti Misakımillî’nin sınırı boyunca sahnelenen fitne kampanyasına karşı tüm millî güç unsurlarıyla birlikte göğüs germelidir.” Kısacası, güvenli bölgenin tesisini daha 2012 yılında öneren Sayın Bahçeli’nin ne kadar uzak görüşlü olduğu bugün yaşadıklarımızın sonucunda daha iyi anlaşılmaktadır.

Bugün IŞİD ve PKK/PYD ya da YPG adı altında faaliyet gösteren iki örgüt gerek Irak’ın gerek Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit etmektedir. İki örgüt de ülkemizde kanlı saldırılar düzenlemektedir ve varlığımızı tehdit etmektedir. Türkiye’nin bu iki belayı bertaraf etmek için yapacağı her türlü girişim bu anlamda meşrudur ve sadece kendi ülkesinin güvenliğini, huzurunu ve istikrarını temine yönelik değil, bütün bölge ülkelerinin ve oralarda yaşayan insanların hayrınadır. Fakat, meselenin tam olarak çözülebilmesi ve ülkemizin ve bölgemizin huzura kavuşması için operasyonların IŞİD’le sınırlı kalmaması, PKK ve onun uzantısı örgütlerin de etkinliğinin minimum seviyeye indirilmesi gerekmektedir.

Bilindiği üzere müttefiklerimiz Suriye’de yaşanan iç savaşın içinde bir başka iç savaş yürütmekte ve yıllardır Türkiye’ye saldıran, taşeron olarak kullandığı PKK’ya ve onun Suriye’deki uzantısı konumundaki PYD ve YPG’ye destek vermektedirler. “DSG” adı altında terör örgütü PKK’ya “IŞİD’le mücadele ediyor.” bahanesiyle destek veren müttefiklerimizin silahlandırmış olduğu unsurlar da sınırlarımızın içinde askerimize, polisimize ve vatandaşlarımıza yönelik kanlı saldırılar yapmakta, onların verdiği mühimmatları ve silahları kullanarak Türkiye’yi Irak ve Suriye’ye çevirmeye çalışmaktadırlar.

Aslında, Orta Doğu’da haritaların değişeceğini söyleyenlerin asıl hedefinin Türkiye olduğu gerek 2011’den sonra yaşananlar gerekse 15 Temmuz darbe girişimi neticesinde bütünüyle ortaya çıkmıştır. Türkiye bir taraftan IŞİD, diğer taraftan ise PKK’yla istikrarsızlaştırılıp bir iç savaşa sürüklenmek istenmektedir. Bunun önlenmesi için de sınırlarımızın dışında yuvalanan bu terör yapılarının yok edilmesi icap etmektedir. Türkiye'nin Fırat Kalkanı Operasyonu’yla IŞİD’le mücadele etmesi bu planı boşa çıkarmak için yeterli değildir. Suriye’deki istikrarsızlık nedeniyle müttefiklerimizin de desteğini alarak kendisine kukla bir terör devleti kurma hayali peşinde koşan PKK’nın bütün terör yuvalarının Fırat’ın doğusu, batısı gibi ayrıma gitmeden yok edilmesi gerekmektedir. Bu, aynı zamanda, ABD’nin hava desteği sayesinde PKK’nın ele geçirdiği yerlerden ayrılmak zorunda kalan ya da PKK’nın zulmüne maruz kalan Kürtlerin, Arapların ve Türkmenlerin de talebidir. Türkiye'nin Fırat Kalkanı Harekâtı bir kez daha göstermiştir ki IŞİD’le mücadele ettiğini söyleyen aktörlerin hiçbirinin gerçek niyeti IŞİD’i ortadan kaldırmak değildir, IŞİD’i ve PKK’yı bir kaldıraç gibi kullanarak bütün bölgeyi istikrarsızlaştırmaktır. Türkiye'nin yapması gereken, müttefiklerini terör örgütüyle mücadele etmekte samimi olduklarını göstermeye davet etmek ve PKK/PYD-YPG gibi örgütlerin de terör örgütü olduğuna ikna ederek Suriye’nin toprak bütünlüğünü muhafaza edecek bir ortak harekâtın öncülüğünü yapmaktır.

Suriye’nin IŞİD’den temizlenmesi elzemdir fakat bu hem PKK’nın hem de yeni terör gruplarının bölgede hâkimiyet elde etmesine yol açmayacak şekilde yapılmalıdır. Dolayısıyla, PKK/PYD’nin etkinlik kurduğu alanların da temizlenmesi, sınırımızın hemen dibindeki Afrin’in de bu temizliğe dâhil edilmesi gerekmektedir, Fırat’ın doğusunda PKK’nın özgürce faaliyetler içinde bulunmasına da izin verilmemelidir. IŞİD ile PKK/PYD-YPG gibi örgütlerden Suriye temizlendikten sonra nasıl bir Suriye’nin kurulacağı ise Suriye’deki insanlar tarafından kararlaştırılmalıdır.

2011 yılından beri gelişen süreçte yanlış Suriye politikaları dolayısıyla ödediğimiz bedellerin haddi hesabı yoktur. Suriye’deki insanlar da kanlı bir iç çatışmanın mağduru olmuş, canlarını kurtarmak için bölge ülkelerine sığınmak zorunda kalmışlardır. Bugün ülkemizde 3 milyona yakın Suriyeli sığınmacı vardır.

Halep’te ise ayrı bir insanlık dramı her gün yaşanmaktadır. Halep’te yaşayan on binlerce insan, bir taraftan açlıktan diğer taraftan rejimin bombaları altında hayatlarını kaybetmektedirler. Her gün onlarca sivilin bu saldırılarda hayatını kaybetmesini önlemek de bizim vazifemizdir.

Yine, Suriye’den Türkiye’ye sığınmış milyonlara karşı da insani bir sorumluluğumuz vardır. Sadece bizim değil, Suriye’deki iç çatışmayı ve ülkenin yıkılıp tarumar olmasını izleyen, terör örgütlerine destek veren her bir ülkenin ve onların vatandaşlarının da böyle bir vicdani sorumluluğu bulunmaktadır. AB ülkeleri, Rusya, ABD, İran, Suudi Arabistan ve Katar’ın bu vicdani sorumluluğu reddetmeleri bugün belki bir hesabın konusu olmayabilir ama yarın en azından tarih önünde hesap vereceklerdir, tarihten kaçarlarsa da mahkemeyikübradan kaçamayacaklardır.

Sayın milletvekilleri, Fırat Kalkanı Operasyonu, Türkiye'nin güvenliği ve Suriye’nin huzura kavuşması için yürütülen bir operasyon olmakla birlikte, söz konusu girişimin uluslararası topluma iyi anlatılması gerekmektedir. ABD, Rusya, İngiltere, İran, Suudi Arabistan ve Avrupa Birliği ülkeleri burada bir emperyal hâkimiyet mücadelesi verirken Türkiye'nin hem kendi güvenliğini tesis etmek hem de Suriye’deki insanların huzurunu temin etmek gayesiyle hareket etmekte olduğu bütün uluslararası kamuoyuna iyi anlatılmalıdır. Türkiye'nin terör yuvalarını temizlemek, güvenli bir bölgenin ihdas edilmesi ve insani dramın azaltılması için yüklendiği misyona uluslararası bir koalisyonun desteğinin temini için çalışılmalıdır.

Öte yandan, Irak ordusu son günlerde ABD’nin de desteğiyle Musul’da IŞİD’e yönelik bir askerî harekât hazırlığı içindedir. Uluslararası koalisyona bağlı Fransız uçakları da dün Musul’u bombalamıştır. 2 milyona yakın insanın yaşadığı Musul’a yönelik bir askerî harekâtın yeni bir mülteci akınına yol açacağı, Şii ve Sünni gruplar arasında çatışmalara sebebiyet verebileceği tartışılmaktadır.

Türkiye'nin Musul operasyonuna muharip unsurlarla destek vermesi isteniyor mu? İsteniyorsa müttefiklerimiz Suriye’de PKK/PYD’yi desteklerken Musul’da birlikte hareket etmemiz nasıl mümkün olacaktır? Böyle bir taleple karşılaşırsa tavırlarının ne olacağını da Hükûmetten açıklamalarını bekliyoruz. Mesela, Amerika Birleşik Devletleri Suriye’de PKK/PYD-YPG’yi desteklerken, onları silahlandırırken Musul’da IŞİD’e karşı mücadeleyi bizden nasıl talep edecekler? Kandil’deki PKK unsurlarının da temizlenmesine yardımcı olacak mıdır? Bu soruların cevaplanması gerekmektedir.

Öte yandan, Barzani, Irak Anayasası’na göre, tartışmalı bölgeler olarak geçen yerlerde etkinliğini artırmak istemektedir. Bu çerçevede, IŞİD bahanesiyle Kerkük’te de etkinliğini artırmaya yöneldiği görülmektedir. Bu operasyon Barzani’nin alanını genişletmesine zemin hazırlayacak mıdır? Kerkük’ün statüsünün belirlenmesinde bir adım daha öne geçmesine katkıda bulunacak mıdır? Bu hususların da açıklıkla gözden geçirilmesi ve bu konularda bilgi verilmesi gerekmektedir.

Musul’un IŞİD’den, Irak’ın PKK’dan temizlenmesi Türkiye'nin en büyük dileğidir ve tabii, bizim de yıllardır ısrarla vurguladığımız bir husustur. Şu anda, Türkiye'nin birçok yerinde ama ağırlıklı olarak Ankara’da IŞİD’in işgali sonrasında evlerini terk etmek zorunda kalan Türkmenler vardır ve bunlar maalesef, pek çok haktan mahrum olarak zor şartlar altında hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bunların yegâne talebi bir an önce yurtlarına geri dönmektir fakat bu temenninin gerçekleşmesi Irak Hükûmetinin kesin onayı ve uluslararası bir koalisyonun teşekkülüne ve PKK’nın da hem Suriye’den hem de Irak’tan temizlenmesine zemin hazırlayacak bir tavrın geliştirilmesine bağlı olacaktır.

Sayın milletvekilleri, MHP olarak gerek Suriye’de gerek Irak’ta yaşanan gelişmelere hem bölgenin hem de Türkiye'nin istikrarı ve güvenliği zaviyesinden baktığımızı -bir kez daha altını çizerek- IŞİD ve PKK’nın temizlenmesi için elimizi taşın altına koymaktan çekinmeyeceğimizi bir kez daha huzurlarınızda dile getiriyoruz. Gerek Irak’taki gerek Suriye’deki başta Türkmen kardeşlerimiz olmak üzere Arapların, Kürtlerin, Sünni veya Şii, her mezhepten insanın huzur ve barış içinde yaşaması bizim MHP olarak birinci önceliğimizdir. Huzurun ve barışın gelmesi, bölgenin sükûnete kavuşması ve insani dramların sona ermesi için Türkiye'nin Fırat Kalkanı Operasyonu hedefleri sınırlı olmakla birlikte önemli bir adımdır. Bu adımın her iki ülkenin de bütün terör örgütlerinden temizlenmesi için devam etmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bunun için de bütün taraflarla görüşme yapmanın ve uluslararası bir inisiyatif harekete geçirmenin yerinde olduğunu düşünüyoruz. Lakin, ülkemizin güvenliği söz konusu olduğunda içeride ve dışarıda da her türlü riski almaktan çekinmeyeceğimizi herkesin bilmesi gerekmektedir. Partimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemindeki bu tezkereye de -her türlü eleştirisi saklı kalmak kaydıyla- bu hassasiyetle bakacak ve tercihini Türk milletinden yana kullanacaktır. Mevzubahis olan Türkiye'nin güvenliği, tarihî hak ve çıkarlarıdır. Milliyetçi Hareket Partisi, Türk milletinin, Türk vatanının, Türk Bayrağı’nın ve bin yıllık kardeşlik hukukunun kutsal bir emanet olarak savunulmasını şart görmektedir.

Bu vesileyle millet, vatan ve bayrak uğrunda canlarını veren tüm şehitlerimizi ve ebediyete intikal etmiş gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.

Henüz her şey bitmemiş ve tarih henüz hükmünü vermemiştir. Zaman her şeyin ilacı, millet iradesi de her şeyin devasıdır, Yüce Allah’ın himmet ve himayesi de her şeyin üzerindedir. Allah, Türk milletinin yâr ve yardımcısı olsun diyor, sizleri ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, söz sırası Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Kars Milletvekili Ayhan Bilgen’e aittir.

Buyurun Sayın Bilgen. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, yarın matem orucu tutulan muharrem ayının ilk günü ve başta Aleviler, Caferiler, Nusayriler olmak üzere bu…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, Genel Kurulda genel düzen ve uğultu için müdahale eder misiniz? Deminden beri aynı tablo var. Dinlemeyenler dışarı çıksın.

BAŞKAN – Sayın Bilgen, bir saniye…

Sayın milletvekilleri, hatip kürsüde. Lütfen, hatibe saygılı olalım.

Sayın milletvekillerinden istirhamımız, kürsüye çağrılan her hatip için aynı saygıyı muhafaza etmeleri ve hatibi dinlemeleri.

Buyurun Sayın Bilgen.

AYHAN BİLGEN (Devamla) – …matem orucunu tutan ve barış için, huzur için niyaz edecek, dua edecek olan herkesin dualarının kabul olmasını diliyorum.

Yine, bugün günlerden cumartesi, bu ülkede altı yüz haftadır her cumartesi toplanıp çocuklarının kemikleri kendilerine çok görülen anaların buluşması gerçekleşiyor. Cumartesi Annelerini de ve özellikle bir asır acıyla yaşayıp ama Cemil Kırbayır’ın kokusunu alacağı gömleğe bile kavuşamadan aramızdan ayrılan Berfo Ana’nın hepimizden alacaklı gittiğini kendisine söz veren siyasetçilerden alacaklı gittiğini de ifade etmek istiyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, eğer ölümler arasında bir ayrım yapmıyorsanız, Şii, Sünni, Türkmen, Kürt, Arap bir ayrım yapmıyorsanız, aslında bu topraklarda her gün aşure her yer Kerbelâ’dır. Eğer bin dört yüz yıldır, ta o vahşetten bu yana insanlığın en büyük ayıbı, İslam tarihinin en ayıplı katliamlarından bu yana bu topraklarda, bu coğrafyada kan durmuyorsa göz yaşı durmuyorsa galiba konuştuğumuz konuyu da yani Irak’ın, Suriye’nin geleceğini de değerlendirirken işi sadece bu toprakların kaynaklarında gözü olanların, hesabı olanların, planı olanların eleştirilmesinden ibaret görmeyip bunda bizim payımız nedir, bu toprakları yönetenlerin, bu ülkeleri yönetenlerin bunda ne kadar payı vardır, galiba bunu da sorgulamamız gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, son üç dört yıl içerisinde sadece hayatını kaybeden çocuk sayısı 14 bin civarında, yaralananlar, sakat kalanlar, insan kaçakçılarının elinde umutlarıyla birlikte hayatlarını kaybedenler bir kenara. Tabii, bütün bu acı tablo, aynı zamanda bizim bu olayları nasıl okuduğumuz, nasıl değerlendirdiğimizle ilgili.

Bir süredir ülke gündeminde bir Lozan tartışması yapılıyor. Değerli milletvekilleri, elbette Lozan konusu en azından tezkerede gündem yapılan Musul ve Suriye toprakları açısından da...

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, yaptığınız uyarının hiçbir karşılığı yok yani bu görüntü olacak şey değil.

BAŞKAN – Ama Sayın Baluken, ben uyarımı yaptım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yani, Meclis Başkan Vekili olarak uyarı yaptınız, vekillerin buna uymasını sağlayın lütfen.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, istirham ediyoruz, sessiz dinleyelim.

Buyurun Sayın Bilgen.

AYHAN BİLGEN (Devamla) – ...aslında tam gündemle doğrudan ilişkili, içerik olarak ilişkili çünkü eğer Lozan’ın zafer olmadığını düşünenler kendileri Lozan’da masada olsalardı Musul’u da Halep’i de Kerkük’ü de Türkiye topraklarına katacaklarını düşünüyor idiyseler yani kendilerini bu kadar güçlü, etkili diplomatlar olarak görüyor idiyseler, vallahi onu onların öz güvenine bırakıyorum, söyleyecek bir şey yok ya da Süleyman Şah Türbesi’ni Viyana kapılarına götürmeyi hesap ediyor idiyseler Lozan görüşmelerinde bulunduklarında, buna diyecek söz yok ama içerikle ilgili, adalar tartışması yapıyorsanız, öncelikle adaların ne zaman, kimin iktidarı döneminde kaybedildiği konusundaki asgari tarih bilgisine sahip olacaksınız.

Değerli milletvekilleri, adalar, kaybettiğimiz 1,5 milyon kilometrekare toprak içerisinde, Sultan Abdülhamit zamanında kaybedilmiştir. Yani, 1800’lü yılların, 19’uncu yüzyılın son çeyreğinde Kuzey Afrika’nın neredeyse tamamı, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna, Karadağ, Erzurum, Kars, Doğubeyazıt, Batum ve tabii, İngilizlere borçların ödenmesine kefalet karşılığında bırakılan Kıbrıs tam da o dönemde kaybedilmiştir. E şimdi, bir taraftan Lozan’ı bu boyutuyla eleştirip “Burnumuzun dibindeki adalar gitti.” deyip öbür tarafta Sultan Abdülhamit’le ilgili anma programları düzenliyorsanız başarıdan ne anladığınızla, kayıptan ne anladığınızla bir daha yüzleşmeniz gerekiyor. (HDP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, elbette, Lozan tartışılabilir. Ama, işinize geldiğinde tarihi tarihçilere bırakmaktan yana olup sonra Lozan’la ilgili başka birtakım düzenlemelerin de arkasına sığınırken öbür taraftan bunu bir gündem değiştirme aracı hâline getiriyorsanız, o zaman saygınlığınız tartışılır, başka bir şey değil. Çünkü, iki ay önce, Lozan’ın yıl dönümünde Lozan’la ilgili başka ifadeler kullanıp bugün Lozan’la ilgili başka bir tartışma açıyorsanız, aslında niyetiniz ciddi bir yüzleşme açmak, başlatmak değil, başka tartışmaları örtmek olarak yorumlanır. Elbette, Lozan’ın tartışılacak boyutları var. Özellikle de Lozan’ın imzalandığı tarihte Türkiye’de laiklik yoktu. 1923, laiklikten önceki bir tarihtir ve azınlık statüsü zimmi hukukuna göre düzenlenmiştir yani din eksenli bir hukuk ortaya çıkarılmıştır. Keşke Türkiye, 1924’ten sonra, oturup kendi yurttaşlarına din eksenli bir statü vermekten vazgeçip herkesin eşit hukuka sahip olduğu bir düzenlemeyi yapmayı başarabilseydi ve keşke, bugün Lozan tartışması açanlar bu eksendeki eksikliği telafi niyetiyle bunu yapmış olsalardı. Elbette, tarihteki herkes tartışılır ama bu tartışmayı yaparken bir, kendi haddinizi bilmeniz; iki, eleştirdiğiniz insanların hakkını gözetmeniz gerekir.

Değerli milletvekilleri, aslında, özellikle Osmanlı’nın son dönemi bugünkü yaşadığımız olaylara benzer, çok ilginç tarihî vakaları içerisinde barındırıyor. Belki çok rahatsız olacaksınız ama mesela, 31 Mart Vakası birçok açıdan 15 Temmuza çok benziyor burada durayım, daha fazla ileri gitmeyeyim.

Birkaç gün önce, Hükûmetin bir değerli üyesi Suriye’yle ilgili yaptığı değerlendirmede diyordu ki: “Türkiye, Suriye’de istikrarsızlığın bedelini ödüyor. Suriye politikaları çıkmaza girmeseydi Türkiye’de bombalar patlamayacak ve belki FETÖ 15 Temmuzda darbe yapamayacaktı.”

Değerli milletvekilleri, 15 Temmuzla ilgili tartışmaları elbette dış politika tartışmalarıyla da ekonomi tartışmalarıyla da demokratikleşme tartışmalarıyla da birlikte yapmak zorundayız. Bir iki örnek aktarmak istiyorum. Mesela, İzmir’de EĞİTİM-SEN’lilerin ihracıyla ilgili müfettiş raporu var ve bu müfettiş FETÖ’den dolayı -ismini vermeyeyim- gözaltında. Diyarbakır’da 4 binin üzerinde EĞİTİM-SEN’li görevden el çektirildi, eğitimden sorumlu vali yardımcısı FETÖ’den içeride.

Şimdi, çok eski bir tarih değil, üç ay önce “Silahlı kuvvetler içerisindeki hak ihlalleri, şüpheli intihar eylemleri, insan hakları vakalarıyla ilgili İnsan Hakları Komisyonunda bir alt komisyon kuralım.” dediğimizde oy çoğunluğunuzla reddettiniz. Ama şimdi her şey ortada, her gün Hükûmete yakın televizyon kanallarında askerî liselerde ne olupbittiğiyle ilgili, harp okullarında birilerini dışlamak için nasıl işkencelerin, kötü muamelelerin yapıldığına dair görüntüler yayınlanıyor, tanıklıklar ortaya konuluyor.

Değerli milletvekilleri, elbette işkence, kötü muamele gibi vakalar kime karşı yapılırsa yapılsın, hangi nedenle yapılıyor olursa olsun asla kabul edilemez. Adalet Bakanı bu konunun gündeme getirilmesiyle ilgili diyor ki: “Kötü muamele yok.”

Değerli milletvekilleri, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir hükûmetin sadece bakanının beyanı üzerinden kötü muamele, işkence var mı yok mu tespiti yapılmaz. Bunun nasıl tespit edileceğine dair çok net mekanizmalar vardır. Eğer güveniyorsanız, gerçekten kendi söylediğiniz söze inanıyorsanız çağırırsınız uluslararası heyetleri, olmadı ülke içerisinde bu alanla ilgili çalışan sivil toplum örgütlerini; hayır, hiçbirisi olmasın, Meclisin komisyonunu hiç olmazsa cezaevlerine, gözaltı merkezlerine, toplama merkezlerine gönderirsiniz ve bu iddia, bu itham ortadan kalkar. Ama, siz ilk çıkarttığınız kararnamede Cezaevi İzleme Kurullarını feshediyorsanız bu şaibeden, bu lekeden asla kurtulamazsınız. Çok açık, başka hiç örnek söylemeyeceğim ama bundan üç dört yıl önce yakalanıp bırakılan RedHack grubuyla ilişkili olduğu söylenen gençler yine bir kez daha yakalandılar, gözaltına alındılar ve çok ağır bir işkence gördüklerine dair iddialar avukatları tarafından gündeme getiriliyor. Şimdi, sadece bu iddiayla ilgili bile bu Parlamentonun üzerine düşeni yapıp bu işle ilgili ciddi bir araştırma yapması gerekmez mi? Ama, ne yazık ki açıklama yapınca her şeyin çözüldüğünü, her şeyin bittiğini sanıyoruz, her şeyin böylece örtülebileceğini sanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, elbette 15 Temmuz sonrasında olanlar da, 15 Temmuz öncesi de 15 Temmuz gecesi de üzerinde konuşulmaya, tartışılmaya değer. Burada kurulan komisyonun ancak Meclis kapanırken fiilen çalışabilir hâle gelmesi ve Meclis tatilken, 15 Temmuz bu kadar, bu ülke için hayatiyken, 200’ün üzerinde insan hayatını kaybetmişken bu komisyonun çalışmamış, çalıştırılmamış olması galiba bu Meclisin tarihinde bir kara leke olarak anılacaktır.

Değerli milletvekilleri, eğer bu ülkenin terör örgütü kategorilerini, tasniflerini yapacak muhatap Millî Güvenlik Kuruluysa -bize göre değil- açıkça mahkeme kararı olmadan hiçbir idari birim bu yetkiyi kullanamaz. Ama, eğer öyleyse -siz öyle olduğunu iddia ettiğiniz için söylüyorum- FETÖ 2013’te başlamamıştır. FETÖ 2004’te Millî Güvenlik Kurulu kararlarına girmiş ve o kararların altında da şu anda Parlamento çatısı altında bulunan değerli siyasetçilerin imzası vardır. O zaman, 2004’ten 2016’ya kadar -sadece 2013’ten sonra değil, 2004’ten sonra- yapılan bütün işlerin hesabını sormak, tümünü masaya yatırmak gerekmez mi?

Değerli milletvekilleri, sadece 15 Temmuzdan sonra tutuklanan gazeteci sayısı 100 civarında, işinden olan gazeteci sayısı 2 bin civarında, 30 civarında kanal -radyo ve televizyon kanalı- birkaç gün önce kapatıldı.

Diğerlerini bir tarafa bırakıyorum ama Zarok TV diye Kürtçe çocuklara yönelik çizgi film yayınlayan bir kanal kapatıldı. Darbeyi yapan galiba bu çizgi film kanalının kahramanlarıydı. (HDP sıralarından alkışlar) Çünkü, yasa önünde herkes eşitse o meşhur telefon programını -ByLock’u- kullanan öğretmenler, esnaf, hemen tutuklanırken, kamu görevlileri hemen gözaltına alınırken, görevden alınırken, eğer aynı işi yapmış olan, aynı ağda haberleşmiş olan siyasetçiler, bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanlarıyla ilgili hiçbir şey yapılmıyorsa 15 Temmuz sonrası tartışılmaya devam edecektir ve daha acı olan da babaları işsizlikle terbiye edilmek istenen çocukların kendi ana dilleriyle çizgi film izlemesi bile eğer kendilerine çok görülmüşse biz, bu çocukların ancak öfkeyle, nefretle büyümesine hizmet etmiş oluruz, başka hiçbir şey olmaz.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’nın 148’inci maddesini okuyup 121 ve 122’nci maddelerini görmezden gelenler, kararnamelerle her şeyin yapılabileceğini düşünüyor olabilirler, yani kararname yetkisinin sınırsız olduğu düşüncesinde olabilirler. Hani, parlamentoların beşiği kabul edilen İngiltere’de, meşhurdur, işte, “Kadından erkek, erkekten kadın yapma dışında Parlamentonun her yetkisi var.” diye böyle, ironik bir tarif yapılır. Galiba, son dönemde Türkiye’de de kararnameler böyle okunuyor. Siz 121, 122’nci maddeleri nasıl anlıyorsunuz, nasıl yorumluyorsunuz demiyorum çünkü yorumluk bir şey bile yok ortada. Ancak, olağanüstü hâlin amacı ölçüsünde, sınırlarına bağlı kalmak şartıyla kararname çıkarılacağı Anayasa’da çok net biçimde yazılmış ama buna rağmen, eğer siz bir çizgi film kanalını darbeyle ilişkilendirerek kapatıyorsanız, bunu da ancak hayal gücünüzün genişliğine yorabiliriz.

Değerli milletvekilleri, Mevlâna’nın doğum yıl dönümüydü, 30 Eylül 1237. Şöyle diyor Mevlâna: “Ey zulümle bir kuyu kazan, sen kendin için bir tuzak hazırlıyorsun. Unutma ki nefret ve kinin ertesi pişmanlıktır ve her canlı için ölüm vardır. İnsan da ölür ama ölmeyen sadece insanlıktır.” (HDP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin Suriye politikalarıyla ilgili üç, dört yıldır yapılan bütün araştırmalar gösteriyor ki iktidar partisinin kendi seçmenleri, kendi tabanı bile bu politikaları doğru bulmuyorlar, yerinde bulmuyorlar, hatta gelecek için de Türkiye’nin barışına, bölgenin güvenliğine tehdit olarak görüyorlar. Şimdi, ezberlerimizi, başka hesaplarımızı, partizan tutumlarımızı bir tarafa bırakıp “Acaba, bundan beş, altı yıl önce Türkiye’nin Suriye’yle iyi ilişkiler kurmasını olumlu bulan bu halk, bugün neden Suriye politikalarını başarısız ve yanlış buluyor?” sorusunu kendimize sormamız gerekmiyor mu?

Değerli milletvekilleri, bölgede etkili olmanın, güçlü olmanın birinci şartı hem içeride barışı hem bölgede barışı esas almaktır.

Dış politikada elbette söylenecek çok söz var ama ben bir tanesine gönderme yapma ihtiyacını özellikle duyuyorum. Amerika Senatosu, Başkana rağmen bir düzenleme yaptı: Terörizmin Sponsorlarına Karşı Adalet Yasa Tasarısı. Bu yasanın çıkmaması için ilk tepki veren ülkelerden birisi biziz. Ben önce, İnternet’te haberi okuduğumda, bu ifadeleri gördüğümde işte, “kaygı verici”, “sakat bir yaklaşım” ifadelerini gördüğümde, sandım ki Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığının açıklamasıdır ama öyle değilmiş, Türk Dışişleri Bakanlığının açıklamasıymış ve Başkan Obama’ya da çağrı yapılıyor, deniyor ki: “Bu Temsilciler Meclisini, Senatoyu yani Kongreyi durdur, bu yasa çıkmasın çünkü sakat bir yaklaşım var, egemenlik hakkına müdahale var.” Değerli milletvekilleri, bu topraklarda, bu coğrafyada gerçekten barıştan yanaysanız, Suudi Arabistan’ın çıkarlarını savunmanın ötesinde, kendi halkınızı, kendi topraklarınızı, kendi insanlarınızı, onların hayatını değerli görmek zorundasınız.

Değerli milletvekilleri, toprak bütünlüğü ile idari yapıyı birbirine karıştırmadan, Suriye’nin toprak bütünlüğü, Irak’ın toprak bütünlüğü konusunun asla Suriye’nin nasıl yönetileceği konusu olmadığının farkında olarak hareket etmek ve dış politikamızı bu açıdan yeniden gözden geçirmek zorundayız.

“ÖSO” diye dünyaya sunduğumuz, savunduğumuz güç, müttefikimiz gerçekten ÖSO mu değil mi, bunu bütün dünya biliyor. Haritalara bakın, Ahrar-uş Şam nereye gitti? Nusra’nın kontrolündeki bölgeler uçtu mu, buharlaştı mı? Peki, bu örgütler bu bölgelerdeki kontrolü kime kaptırdılar? Bütün dünya biliyor aslında bizim sadece ÖSO’yla birlikte hareket etmediğimizi. Ama, ne yazık ki bütün dünyanın bildiğini biz kendi halkımızdan sakladığımız için bir süre sonra, gemi batınca, bizi Rakka’ya çekmeye çalışanların, bizi Musul’a çekmeye çalışanların oynadığı oyunu anlayacağız ama geç olacak.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz’a aittir.

Buyurun Sayın Yılmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin bugün Meclise getirmiş olduğu Irak ve Suriye tezkeresinin bir yıl daha uzatılmasına ilişkin görüşlerimizi belirtmek üzere Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bu kürsüden, daha önce Irak ve Suriye’yle ilgili Hükûmetin politikası konusunda çeşitli eleştirilerimiz oldu. Geçen yılki tezkereden bu yılki tezkerenin metin olarak tek farkı şu: Geçen yılki tezkerede “DEAŞ ve benzerleri” deniliyordu, bu defa “DEAŞ ve diğer terör grupları” deniliyor. Bu, herhâlde net bir şekilde anlaşılıyor. Metin olarak farklı bir yazımı yok ancak arazide şartlar değişti. Türkiye, Suriye’yle ve Irak’la son bir yıldır mücadele etmeye başladığında, özellikle terörle mücadele konusunda şartlar ciddi manada değişti. Her şeyden önce, Orta Doğu son bir yılda daha fazla kanadı, sınırlar Orta Doğu’da yeniden çiziliyor, yeni ittifaklar kuruluyor, etnik ve mezhep yapısına bağlı olarak defakto devletçikler ortaya çıkıyor, tanınmamış devletçikler. Esasen, bu coğrafyada ne sınırlar doğal sınırlar ne de bu sınırların içerisindeki halklar gerçek manada homojen. Bu noktada, Orta Doğu bir geçiş süreci yaşıyor ve bu geçiş sürecinin uzunca bir süre alacağını bilmeliyiz. Bu bölgedeki değişimi doğru anlayanlar, bu bölgedeki değişimi doğru yönetenler, bu bölgedeki değişime öncülük edenler, strateji belirleyenler gerçekten kazanıyorlar ama değişimin arkasından sürüklenenler, ona taşeronluk edenler kaybediyorlar.

Evvelemirde şunu belirtmek isteriz: Yaşanan gelişmeler sadece Orta Doğu’yu etkilemiyor, bizi de etkiliyor. Bundan yirmi altı yıl önce biz Irak’ın toprak bütünlüğünden bahsederdik, Irak’ın toprakları bütündü. Bugün Irak üç farklı bütün hâline geldi. Bundan beş yıl önce Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsederdik, bugün Suriye 5 ayrı bütün hâline geldi. Bölgedeki değişim gerçekten olumsuz manada baş döndürücü bir değişim. Daha önce, biliyorsunuz, Saddam idam edildi, asılarak öldürüldü, Kaddafi’nin sokakta başı ezildi, Esad şimdi devrilmek isteniyor. Yarın bu ülkelerde, Irak’ta ve Suriye’de yaşanan gelişmelerin benzeri ve hatta Yemen’de yaşanan gelişmelerin benzeri eğer bölgedeki dinamiklerle oynanmaya başlanırsa bu defa Suudi Arabistan’da, Katar’da, Oman’da ve Yemen’de yaşanacak çünkü bu bölgenin hassas yapısı bu bölgedeki fay hatları da maalesef son derece keskin.

Orta Doğu’da yeni defakto rejimler çıkıyor, tanınmamış ama sayıları giderek artan, bir yetki kullanan, bir devlet gibi yetki kullanan rejimler çıkıyor. Belki de uluslararası hukuk bir süre sonra tanımanın, uluslararası hukuktaki tanımanın anlamını değiştirmek, esnetmek zorunda kalacak.

Biz bu bölgeyle ilgili gerçekten fahiş hatalar yaptık. Esasen bu bölgeyi en iyi bilmemiz gereken biz iken, içeriden bilen biz iken sanki bir yabancı elmiş gibi davrandık ve çok ciddi hatalar yaptık, irtifa kaybettik, zemin kaybettik. Esasen, Orta Doğu’da bütün boyalı sözlere rağmen Orta Doğu’yu kaybettik ve halklarını kaybettik.

“Model ortak” dediğimiz, “NATO müttefiki” dediğimiz ülkeye sizin lideriniz gittiğinde, eğer o ülkenin lideri sizin liderinizle otuz dakika görüşmemek için kırk dereden su getiriyorsa, Suriye’de sizi değil sizin düşmanlarınızı destekliyorsa, Irak’ta bölgesel Kürt yönetimiyle olan ilişki seviyesi sizin devletinizle olan ilişki seviyesinin üstüne gitmişse siz zaten baştan kaybetmişsiniz demektir.

HALUK İPEK (Amasya) – Suçlu kim?

ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) – Bu gaflet ve dalaletten uyanmak lazım. Bizim, Orta Doğu’yla ilgili ciddi bir hesap hatası yaptığımızı düşünmemiz lazım. Bugün biz ÖSO üzerinden Suriye’yi şekillendireceğimizi düşünüyorsak yine yanılıyoruz. Eğer Suriye’de bu rejim değişikliği sevdasıyla hareket edilmemiş olsaydı, Suriye’de bu tür bir eyleme kalkışılmamış olsaydı veya ona öncülük edilmemiş olsaydı, bugün ne PYD koridorundan ne mültecilerden ne El Kaide’den ne IŞİD’den ne El Nusra’dan ne de diğer terör örgütlerinden bahsediyor olacaktık. Suriye’de olanlar bugün bir sonuçtur, biz yaratılan bir sonuçla mücadele etmeye çalışıyoruz. Güya demokrasi gelecekti Suriye’ye, ne oldu? Biz kendi ülkemizde darbeye teslim ettik ülkeyi, demokrasi maalesef bir başka bahara.

Uluslararası toplum da Suriye’de üzerine düşen hiçbir sorumluluğu yerine getirmedi. 18 Aralıkta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Suriye’yle ilgili geçiş sürecini öngören bir takvim yayınladı. O takvime Uluslararası Suriye Destek Grubunun bütün üyeleri onay verdi. O takvime göre, güya altı ay içerisinde geçiş hükûmeti olacaktı, yeni anayasa yazılacaktı, seçimlere gidilecekti, Suriye’de yeni bir yönetim ve yeni bir Suriye şekillenecekti; hiçbiri olmadı, hiçbirine uyulmadı, on sekiz ayın on ayı tüketildi, sekiz ayda da daha hiçbir şey olmadı. Bir hafta ateşkes sağlayamadı uluslararası toplum Suriye’de, hiçbir şey de olmayacak.

Suriye’de sanki kazan kazan yok, herkesin kaybetmesi üzerine inşa edilen bir plan var; herkesin kaybetmesi isteniyor, sanki kimsenin kazanması istenmiyor, uzadıkça uzuyor her şey. Bugün Suriye’de maalesef tek kazançlı, kabul edelim etmeyelim -burada da daha önce tartışılmıştı- PYD’dir. PYD Afrin’den Fişhabur’a kadar 750 kilometrelik alanı önce Rojava ilan etti, Rojava ilan etti. Bakınız, 2013 yılında, Temmuz ayında Salih Müslim Türkiye’ye geldi, dört ay sonra, Salih Müslim döndükten sonra orası Rojava ilan edildi. Sonra ne oldu? Sonra kantonlar oluşturuldu. Sonra ne oldu? Kantonlar birleştirildi. Sonra ne oldu? Mart ayında Suriye’de Rojava federal bölgesi ilan edildi ve on gün önce ne oldu? Seçim yapıldı, PYD seçim yaptı seçim ve “Ekim ayında bağımsızlığa gideceğiz.” diye açıklama yaptılar. Peki siz ne yaptınız? Uyudunuz! Bunlar bilinen şeyler arkadaşlar, bunlar bizim gerçekten bildiğimiz şeyler.

Şimdi, Türkiye’nin bu operasyondan önce, Fırat Kalkanı Operasyonu’ndan önce Suriye’deki derinliği Kilis ile Azez arasındaydı, 7 kilometre, 10 kilometre, 15 kilometreydi; Fırat Kalkanı Operasyonu’yla Cerablus ile Afrin arasına, Azez-Mare arasına kadar genişledi, 98 kilometreye çıktı. Yani, bizim tartıştığımız, konuştuğumuz bütün alan, Türkiye’nin alanı 15 kilometreden 90 kilometreye çıktı bütün Suriye’de. Biz, Fırat Kalkanı Operasyonu’yla ilgili burada açık açık… Sayın Cumhurbaşkanı biraz önce söyledi, ne dedi? “Biz batıya ve güneye gitmek istiyoruz.” “Fırat’ın doğusuna doğru gideceğiz.” demedi. Fırat Kalkanı Operasyonu’nun bugün ne kadar derine ineceği tartışılıyor, bunun Fırat’ın doğusuna geçip geçmeyeceği tartışılıyor. Ben size söyleyeyim, doğusuna geçmesine kimse izin vermez çünkü Türkiye bütün bölgesel dengeleri kaybetti.

Bir kere şunu belirtmek gerekiyor: Peki, Suriye’de bu oluyordu, Irak’ta ne oldu? Irak’ta da ne zaman ki rejim değişikliğine Suriye’de başlandı ve Suriye’ye terör örgütleri hâkim oldu, o terör örgütleri Bağdat’ın kapılarına kadar dayandı ve ne oldu? Bugün tartışmalı bölgelerin çok büyük bir bölümü Irak’ta da peşmergenin eline geçmiş oldu. Sizin “başarı” diye tutturduğunuz Musul’a bir operasyondur. Bugün Musul’un bütün ilçeleri, Telafer hariç, zaten peşmergenin kontrolündedir, keza Kerkük de peşmergenin kontrolündedir.

Şimdi yeni bir siyaset gerekiyor, yeni bir dil lazım. Peki, ne yapmak lazım? Biz bunları hep söylüyoruz. Biliyoruz, bunları dinlemeyeceksiniz -sizin esasen bize ihtiyacınız yok- dinlemiyorsunuz ama en azından ahlaken, bu görevin icrası olarak bunları bir daha söylemek isteriz:

1) Suriye’de Esad saplantısından lütfen vazgeçin ve Irak’ta ise Sünni korumacılık refleksinden vazgeçin.

2) Orduyu değil Rakka’ya, Musul’a, Şam’a ve Bağdat’a bile gönderseniz bu ancak askerî bir operasyon ve başarılı bir operasyon olarak kalır. Sizin Suriye’de ve Irak’ta hem Suriye’nin hem Irak’ın toprak bütünlüğü çerçevesinde daha geniş manada bir stratejiniz maalesef yok; olmayan bu stratejiyi lütfen bir an önce geliştirin.

3) Bu stratejide en önemli konu bu iki ülkenin de toprak bütünlüğüdür. Bu toprak bütünlüğünün sağlanması konusunda lütfen duyarlı olalım. Biz Suriye’yi ve Irak’ı bölecek güçlerle değil, onları bir arada tutacak güçlerle hareket edelim.

Mesela, toprak bütünlüğü konusunda ne yapılabilir? Bir kere, artık gelinen aşama itibarıyla her konu her ülkeyle konuşulamaz çünkü ihtiyaçlar farklılaştı, öncelikler farklılaştı, her ülkenin önceliği farklılaştı. O zaman, her ülkeyle bizim önceliğimizi teşkil edecek bazı konularda ortak payda yakalanabilir. Örneğin, Irak’ta Irak’ın ve Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda daha geniş bir çerçevede ve çemberde Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, İran, Suudi Arabistan ve bölgesel diğer güvenlik konseyi üyeleri, Avrupa Birliği ve bu ülkelerle çalışılabilir ama IŞİD’e karşı mücadele konusunda, örneğin Esad’la çalışılabilir, ABD’yle, keza Rusya’yla, Irak Merkezî Hükûmetiyle. Irak Merkezî Hükûmetiyle IŞİD’e karşı bir mücadele yapılmıyor, bir koordinasyon yok maalesef, Suriye’de de Esad’la yapılmıyor. İran ve diğer Arap ülkeleriyle çalışılabilir.

Öte yandan, PYD’nin ayrılıkçı politikasının Suriye'nin bütünlük içinde kalması için mutlaka engellenmesi gerekiyor.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – PYD’yi ne kadar tanıyorsun?

ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) – Yoksa PYD’nin ayrılıkçı politikası bu böyle devam ettiği zaman bu da kopacak. Dolayısıyla, Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlayacak unsurlarla hareket etmek gerekiyor. Unutmayalım, bugün ne kadar kötü olurlarsa olsunlar, zayıf olurlarsa olsunlar Suriye'de ve Irak'ta toprak bütünlüğünü sağlayacak yegâne iki unsur Suriye'de yine Şam yönetimi; en güçlü olan o, nüfusun yüzde 75’ine hâkim, toprakların yüzde 34’üne hâkim, diğer bölge çöl. Irak'ta da keza aynen öyle. Merkezî Hükûmet dışında bir koordinasyon yapmadığımız zaman burada da mayınlı bir alana düşeriz. Ülkenin güvenliğini o zaman da tehlikeye düşürmüş oluruz.

4) Lütfen, bu mezhepçilikten vazgeçelim. Bu mezhepçilik Türkiye'yi mahvediyor. Biz Suriye'de azınlık Nusayri diye Esad’ı sevmiyoruz ama Irak'ta çoğunluk olmasına rağmen Şii diye Abadi’den de hoşlanmıyoruz. Bizim artık bir denge tutturmamız lazım ve lütfen, bu coğrafyada at koşturabilmek için bunu yapmak zorundayız.

Bölgedeki Suriye'nin geleceğindeki bütün halklar, Araplar, Kürtler, Türkmenler bu ortak paydada Suriye'nin geleceğine birlikte karar vermelidir; biz bir şey dikte etmemeliyiz, Suriye'nin geleceğine biz karar vermemeliyiz. (CHP sıralarından alkışlar) Biz sadece orada olacak değişime, dönüşüme Suriye'nin toprak bütünlüğü açısından yaklaşmalıyız. Onun dışındaki, o halkların kararıdır.

Bir başka konu: IŞİD’in çekildiği alanları kim kontrol edecek? IŞİD’in Irak'ta çekildiği alanları şu anda kim kontrol ediyor, Suriye'de kim kontrol etti? Bizim mutlaka IŞİD sonrası döneme ilişkin hem Irak'ta hem de Suriye'de bir politikamız olmalı, bunu yapmalıyız.

Fırat Kalkanı’yla ilgili olarak bu operasyonun amacı Suriye’yi dizayn etmek değildir; bu operasyonun amacı oradaki halklara zarar vermek değildir; bu operasyonun amacı esasen IŞİD’i sınırdan kovmak ve orada PYD’nin bir koridor oluşturmasını engellemek olarak takdim edildi; sınırlı tutulmalıdır. Rakka’ya karasal birliğin gönderilmesi, Musul’a bir koordinasyon olmadan karasal birliğin gönderilmesi Türkiye'yi gerçekten, dönüşü olmayan bir bataklığın içerisine sürükleyebilir. Unutmayalım, Türkiye yalnızdır, sizin yüzünüzden yalnız. Çünkü uluslararası toplum maalesef Türkiye'ye hiçbir konuda destek vermiyor. Böyle bir ortamda bu kadar büyük bir risk alıp, orduyu sırf başkalarının gazına gelip daha derinlere sürmek Türkiye'ye zarar verir, lütfen ölçülü olalım. (CHP sıralarından alkışlar)

Bir başka konu: Şimdi, biz Suriye’de bir… Hep diyorsunuz ya “Biz iktidarıyla, muhalefetiyle gelin birlikte çalışalım.” Biz de size söylüyoruz, bakınız biz çalışmaya hazırız, gelin birlikte çalışalım. Bugün Suriye'nin toprak bütünlüğünü yegâne olarak siz gerçekten ÖSO’nun sağlayabileceğine inanıyor musunuz? Bunu bir millî ordu olarak takdim etmek istiyorsunuz. ÖSO Rakka’ya gitse, ÖSO oradan Şam’a gitse onun Humus’u, Hama’yı, Lazkiye’yi alabileceğine inanıyor musunuz? İnanmıyorsunuz. Gerçekçi olalım, birbirimizi kandırmayalım. ÖSO’yla siz Suriye’yi dizayn edemezsiniz. Peki, ÖSO Suriye'nin toprak bütünlüğünü destekler mi? Evet. Diğerleri destekler mi? Evet. O zaman toprak bütünlüğünü destekleyecek unsurları zor da olsa barıştırmak zorundayız. Madem ÖSO’nun parasını siz veriyorsunuz, madem onu destekliyorsunuz, Millî Güvenlik Kuruluna açık açık yazıyorsunuz, hiç diplomatik olmamasına rağmen “Özgür Suriye Ordusunu destekliyoruz.” diye yazıyorsunuz, o zaman onu siz kontrol ediyorsunuz demek. O kontrol ettiğiniz unsuru lütfen Esad’la barıştırın o zaman. Siz strateji mi istiyorsunuz, gerçekten toprak bütünlüğünü mü istiyorsunuz? O zaman bunları barıştırmadan toprak bütünlüğü sağlayamazsınız, ulusal birliği sağlayamazsınız. Başka neyle yapacaksınız?

“Efendim, Amerika Birleşik Devletleri bize yan çiziyor.” Ya arkadaşlar, Amerika Birleşik Devletleri’nin yan çizmesi veya doğru çizmesini siz bilmeden bu işe kalkıştıysanız zaten yanlış yapıyorsunuz. Amerika Birleşik Devletleri veya başka ülkeler sizin gibi mezhepçi veya bir başka konudan bakmıyor ki, geleceğine bakıyor, kendi geleceğini garanti edebilecek bir güvenlik sistemi yaratmaya çalışıyor. Biz o noktada mıyız ülke olarak? Değiliz. Biz hâlâ ön yargılarla yaklaşıyoruz.

Bir başka konu, Musul operasyonuyla ilgili belirtmek istiyorum. Musul operasyonunu lütfen… Türkiye’nin zaten Güvenlik Konseyi kararları var bu konuda. Katılacak mısınız? Bu operasyona -öncelikle Irak Merkezî Hükûmetiyle bir koordinasyon gerekiyor- katıldığınız zaman ne sonuç elde etmek istiyorsunuz? Yani ne yapmak istiyorsunuz siz? Musul’daki şu andaki hesap şu, söyleyelim: Musul’un doğusunu peşmergeye vermek istiyorlar, batısını ise Irak ordusu almak istiyor. Ne yapacaksınız? Girmek mi istiyorsunuz? Telafer’i ne yapacaksınız? Telafer’in bağı ne olacak?

Şimdi burada diyorlar ki: “Efendim, biz Araplarla, Türkmenlerle bir oluşum yapacağız, bu operasyonu onların eliyle yürüteceğiz.” Bakın, hiç Merkezî Hükûmetin adı geçmiyor, Irak Merkezî Hükümetinin adı geçmiyor. Suriye’yle ilgili bir şey yapılıyor. Ya Suriye’de bir rejim var, Birleşmiş Milletlerde hâlâ temsil ediyor. İnsan öldürüyorsa Suriye’de kimin eli temiz ki hepsi kana bulaştı. O zaman peki bununla bir diyalog var mı? Tek kelime yok. Yani biz Irak’ı da Suriye’yi de bu iki eksendeki kuvvetlerden ayrı olarak dizayn etmek istiyoruz. Böyle bir şey olamaz. Bu başarısızlıktır. Biz sonucu şimdiden söyleyelim: Rezil olacağız. Lütfen bunu ciddiye alalım. Bu konu önemlidir. Bizim tek savunduğumuz bu ülkelerin toprak bütünlüğüdür, istikrara kavuşmasıdır. Fırat Kalkanı konusunda da aşırılığa kalkışılmamasıdır çünkü Türkiye, gücünü bilmeli, gücünün sınırlarını bilmeli ve tuzakları da bilmeli. Bölge bizim bildiğimiz gerçek tuzaklardan daha fazla siyasi tuzakla döşenmiş durumdadır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gruplar adına son söz Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Ahmet Berat Çonkar’a aittir.

Buyurun Sayın Çonkar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET BERAT ÇONKAR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclisimize sunulan Irak ve Suriye tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz aldım, bu vesileyle sizleri ve yüce milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, başta 15 Temmuz şehitlerimiz ve gazilerimiz olmak üzere, kutsal değerlerimiz uğruna vatan, millet, bayrak ve ezan için canlarını vermiş tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi, bu değerler için mücadele eden askerimizi, polisimizi, korucumuzu, jandarmamızı minnetle ve şükranla anıyorum. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Ülkesine, milletine ve değerlerine ihanet eden teröristleri ve darbeci hainleri de lanetliyorum.

Değerli milletvekilleri, 15 Temmuz gecesi ülkemiz, tarihinin en ağır ve alçakça saldırılarından birisine uğradı. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere seçilmiş Hükûmetimiz, ülkemizin bağımsızlığı, demokrasimiz, topyekûn milletimiz ve vatanımız hedef alındı. Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde yuvalanmış FETÖ mensuplarının öncülüğündeki cunta, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile milletimiz arasında oluşan kuvvetli bağı koparmak, devletin milletiyle bütünleşmesine engel olmak için bir kaos çıkartma ve işgal hareketinin içerisine girdi. İmkân bulabilen birçok milletvekili arkadaşımızla birlikte o dehşet saatlerinde içinde bulunduğumuz bu mekân, milletin Meclisi, ülkemizin güvenliğini tesis etmek için görevlendirilen pilotlarca kendi uçaklarımız kullanılarak bombalandı, hücum helikopterlerinden üzerimize yaylım ateşi açıldı. Cumhurbaşkanlığı Külliyemiz, Özel Harekât Başkanlığımız, Millî İstihbarat Teşkilatımız, uydu haberleşme merkezimiz, emniyet müdürlüklerimiz ve meydanlardaki halkımız kalleşçe hedef alındı. Ülkemiz, bütün dünyanın gözleri önünde büyük bir alçaklık ve ihanetle karşı karşıya kaldı.

Normalleşen, büyüyen ve bağımsızlığına sahip çıkan Türkiye’den rahatsızlık duyan, kökü dışarıda olan gayrimillî yapılar, Türkiye’yi her alanda sıkıştırmak, kendi yıkıcı emellerine teslim olmaya zorlamak için bir müddettir ülkemiz üzerindeki saldırılarını yoğunlaştırmışlardı ama bugüne kadarki saldırıların hiç birisinden istedikleri sonucu alamadılar. Ne Gezi kalkışmasından ne 17-25 Aralık yargı darbesi girişiminden ne de maşa olarak kullandıkları PKK, DAİŞ, DHKP-C gibi terör örgütlerinin tırmandırdıkları saldırılarından umduklarını bulamadılar. Türkiye’nin yalnızlaştırılması için devreye aldıkları projeleri de Hükûmetimizin dış politika manevralarıyla boşa çıkartılınca en sonunda böyle alçakça bir kaos ve işgal hareketine giriştiler.

Hamdolsun ki bu saldırıları da, Cumhurbaşkanımızın güçlü liderliği, Hükûmetimizin ve siyasi partilerimizin kararlılığı, vatansever güvenlik birimlerimizin cesaretle inisiyatif alması, ama en önemlisi milletimizin feraseti, dirayeti, vatanseverliği, gıpta edilecek cesareti ve kahramanlığıyla boşa çıkartıldı ve eli kanlı terör örgütünün üyesi hainler suçüstü yakalandı. Uluslararası karanlık odaklarını uzun yıllara sâri, ihanet amaçlı organizasyonları ve aktörleri de büyük ölçüde deşifre oldu.

Değerli milletvekilleri, bütün bunlar yaşanırken, demokrasinin ve onun taşıdığı değerlerin beşiği olduğunu iddia eden Batı dünyası, siyasetçileriyle, basın-yayın organlarıyla, sahip olduğu organizasyonlarla maalesef beklenen tavrı gösteremedi ve demokrasinin yanında yer alamadı. Bu alçak kalkışmanın başarısız olduğu anlaşılıncaya kadar Batı dünyası vermesi gereken tepkiyi vermedi. Sonrasında ise çok geç sayılacak ve anlamını yitiren, zayıf birtakım açıklamalar yapıldı. Akıl almaz boyutta şiddet kullanılarak, sivil insanlar katledilerek hayata geçirilmeye çalışılan bu kalkışma, birçok Batılı ülke tarafından ve onların basın-yayın kuruluşlarınca masum bir hareket olarak gösterilmeye çalışıldı. Hatta bazı ülkelerin yetkilileri ve basın-yayın kuruluşları bu alçak saldırının başarısız olmasından duydukları üzüntüyü gizleyemediler ve niyetlerini de izhar etmiş oldular. Meydanlarda demokrasiye sahip çıkan, hayatı pahasına bu kalkışmayı önleyen aziz milletimizi aşağılama ve farklı gösterme cihetine gittiler.

İradesine sahip çıkmak için Cumhurbaşkanımızın da talimatlarıyla meydanlara inen, savaş uçaklarına, helikopterlere, tanklara, silahlara ve kurşunlara yürekleriyle ve bedenleriyle karşı duran milletimizin bu asil davranışını ”Halk darbeyi kutluyor.”, “Sokaklarda laiklik karşıtı gösteriler yapılıyor.”, “Türkiye’nin son umudu da öldü.”, “Demokrasiyi tehlikeye atan halk.” manşetleriyle ahlaksızca çarpıtan ve algı operasyonları yapan, maalesef, bir Batı medyası gördük. Birçok Batılı medya organına sıcağı sıcağına hakikati ifade eden beyanatlar vermemize rağmen bu mülakatlarımızı da çarpıtma yoluna gittiler.

Her vesileyle Türkiye’yi demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü gibi alanlarda haksızca eleştiren bazı Batılı ülkelerin ve basın-yayın kuruluşlarının demokrasiye, özgürlüklerine, değerlerine sahip çıkan halkımızdan almaları gereken birçok ders olduğu mutlaktır. Bu sınavı geçemeyen Batılı muhataplarımızı demokrat olmaya, savunduklarını iddia ettikleri değerlere sahip çıkmaya, samimi olmaya davet ediyoruz.

Sözde demokrat bazı Batılı ülkeler, bu başarısız kalkışmanın eli kanlı, alçak ve hain aktörlerini korumaya çalıştılar, hâlen de çalışıyorlar. Ülkesinin uçağıyla, tankıyla, tüfeğiyle kendi milletinin üzerine bomba atan, mermi yağdıran hainlerin şiddetini, ihanetini görmezden gelerek, gözaltına alınan eli kanlı bu teröristlerin kötü muameleye maruz kaldıkları iddialarıyla ilgili haberleri ekranlarına ve köşelerine taşıyarak, Türkiye’ye insanlık dersi vermek gibi garip bir tavrın içerisine girdiler. Türkiye’ye insanlık dersi vermeye çalışanların, her şeyden önce kendilerini hesaba çekmelerinin doğru olacağı kanaatindeyiz.

Bu alçak saldırının üzerinden uzun zaman geçtikten sonra bazı Batılı muhataplarımız açıklama yapmak, destek ziyaretinde bulunmak lütfunu sağ olsunlar esirgemediler ama bunların çoğunun ilkesel bir tavırdan kaynaklanmadığını bizler de aziz milletimiz de çok iyi biliyor.

Batı ülkeleri Türkiye’nin yakınlığını kaybetmemelidir, Türkiye’yi itibarsızlaştırma gayretlerinden uzak durmalıdır, İslamofobik tutum ve bakış açısından da bir an önce kurtulmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülke ve millet olarak içerisinde bulunduğumuz havzayla yüzyıllara dayanan ortak bir geçmişe sahibiz. Tarihin doğal akışı uyarınca, bizlerin geleceği, içinde yaşadığımız bu bölgenin kaderinden ayrı düşünülemez. Bulunduğumuz coğrafyadaki istikrar, güvenlik ve barışla bağlantılı her türlü gelişmenin iç ve dış politikamız üzerinde önemli yansımaları olmaktadır ve olacaktır. Dolayısıyla yakın çevremizde olup biten gelişmelere kayıtsız kalmamız mümkün değildir.

Son dönemde bölgemizde yaşanan gelişmeler, Türkiye ile bölge ülkelerinin huzur ve dirliğinin birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Bu anlayıştan hareketle, Hükûmetimizin dış politikası, ülkemizin etrafında barış, güvenlik, istikrar ve refah kuşağının oluşturulmasını hedeflemektedir. Bölgemizde sürdürülebilir istikrarın bölge halklarının meşru talepleri doğrultusunda barışçıl ve düzenli demokratik dönüşüm süreçlerinin tamamlanması yoluyla tesis edilebileceğini ülke olarak her fırsatta dile getiriyoruz.

Değerli milletvekilleri, bugün, özellikle ülkemizin güney kara sınırlarında, Irak’ta, Suriye’de ve mücavir bölgelerde yaşanan gelişmeler ve artan çatışma ortamı, ulusal güvenliğimiz üzerindeki risk ve tehditlerin de doğru orantılı olarak artmasını beraberinde getirmiştir. Köklü tarihî, kültürel, insani ve ekonomik bağlara sahip olduğumuz Irak ve Suriye’deki kaos ve istikrarsızlığın ortadan kaldırılması, hem insani olarak hem de ulusal güvenliğimize yönelik bölge kaynaklı risk ve tehditlerin bertaraf edilmesi açısından çok önemli ve elzemdir. Türkiye olarak Suriye’de ve Irak’ta yaşanan insani trajedilerin bir an önce sona ermesi için elimizden gelen tüm gayreti gösteriyoruz.

Suriye'de krizin başlangıcından bu yana, Birleşmiş Milletler verilerine göre, 6 milyonu çocuk olmak üzere yaklaşık 13,5 milyon insan yardıma muhtaç duruma düşmüş, 6,5 milyon Suriyeli ülke içinde yerlerinden olmuş, 4,8 milyon insan da ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Kriz boyunca 250 binin üzerinde insan öldürülmüş ve yaklaşık 1,2 milyon kişi de yaralanmıştır.

Irak’taki durum da farklı değildir. Irak’taki istikrarsızlıktan etkilenenlerin sayısı 10 milyonu aşmış olup bunların 4,7 milyonu ise çocuktur.

Değerli milletvekilleri, bugün, Suriye’deki durum bölge güvenliğine ve ülke güvenliğimize açık bir tehdit teşkil etmektedir. Türkiye olarak Suriye’deki ihtilafın siyasi çözümle sonlandırılmasını, gerek istikrarın yeniden tesis edilmesi gerek DAİŞ, PYD gibi terör örgütleriyle etkili mücadele için gerekli görmekteyiz. Bütün bunlar, ancak gerçek bir siyasi geçiş süreciyle mümkün olabilir. Türkiye olarak dün de bugün de siyasi sürecin yanında olduk ve bu sürecin canlandırılması çabalarına öncülük ettik. Ama Suriye muhalefeti her ne kadar siyasi geçiş sürecini müzakere etmek istese de siyasi süreçten yana olsa da Suriye’deki eli kanlı rejim ve destekçileri sürekli bundan kaçtılar ve kaçıyorlar.

Son olarak, rejim, eylül ortalarında tesis edilmek istenen ateşkesi hiçe saymış, Halep’e tekrar yoğun saldırılar başlatarak siyasi süreç yerine askerî bir çözüm arayışında olduğunu ortaya koymuş; ayrıca, Halep’e gönderilen insani yardımların erişimine de engel olarak muhalifleri çocuklar ve hastalar da dâhil olmak üzere açlık ve yoklukla terbiye etme gayretine girmiştir.

Öteden beri savunduğumuz gibi, Suriye’de yürütülmesi gereken siyasi sürecin tarafları bellidir. Müzakereler, rejim ile muhalefet arasında yapılmalıdır. PYD gibi terör örgütlerinin ve sonradan türetilmiş sahte muhalefetlerin de müzakere masasında yeri olmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye olarak, Irak’ta da Suriye’de de bu ülkelerin toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunmasından yanayız. Aynı zamanda, ulusal güvenliğimizi tehdit edecek unsurların ve terör örgütlerinin sınırlarımızdaki mevcudiyetlerine de müsaade edemeyiz. Bu çerçevede başlattığımız Fırat Kalkanı Operasyonu devam ediyor. DAİŞ’le mücadele amacıyla yürütülen bu operasyonda, terörist unsurların sınırlarımızdan uzaklaştırılması öncelikli meselemiz olmuştur.

Roketli ve bombalı saldırılarla sınır bölgemizde ve sınırlarımız içerisinde yüzlerce vatandaşımızın ölümüne ve yaralanmasına sebep olan DAİŞ’e bugüne kadar gereken cevaplar verilmiş ve Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51’inci maddesinden kaynaklanan meşru müdafaa hakkı temelinde bu operasyona başlanmıştır.

Hepinizin bildiği gibi, Cerablus çok kısa bir sürede DAİŞ’ten alınmış, yine kısa bir sürede de 4 Eylül itibarıyla sınırımızın Azez ve Cerablus arasındaki 98 kilometrelik bölümünde DAİŞ mevcudiyeti sona erdirilmiştir. Özgür Suriye Ordusuna verilen destekle bu hattın derinliklerine inilerek güneydeki iç bölgelerin de DAİŞ’ten temizlenmesi çalışması hâlen sürdürülmektedir.

Bu harekâtla, ulusal güvenliğimiz açısından büyük önem arz eden bu bölgede herhangi bir terör örgütünün yerleşmesine veya Suriye halkının çoğunluğunun istemediği tek taraflı bir durumun oldubittiyle dayatılmasına rıza göstermeyeceğimizi, PYD’nin, YPG’nin esas hedefinin DAİŞ’le mücadele olmadığını, YPG’nin, uluslararası koalisyonun DAİŞ’le mücadelesine bir engel hâline gelmeye başladığını, muhatap olduğumuz bütün saldırılara ve bölgedeki krizlerden en çok etkilenen ülke olmamıza rağmen bölgede oyun kurucu en temel aktörlerden birisi olarak doğrudan müdahale kapasitesine ve kararlılığına sahip bir ülke olduğumuzu dost ve düşman herkese göstermiş olduk. Sınırlarımızda bir oldubittiye sessiz kalamayacağımızı herkes iyi bilmelidir. Ayrıca bölgedeki aktörlerden hiçbirisi Suriye konusunda bizlere politika dayatma gayreti içerisinde olmamalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizleri yine çok yakından ilgilendiren Irak’taki kırılgan ve istikrarsız siyasi yapı maalesef devam etmektedir. Bu çerçevede, insani açıdan ve ulusal güvenliğimiz açısından DAİŞ ve PKK terör örgütleriyle mücadelemiz kesintisiz devam ediyor. Irak’ta yürüttüğümüz çalışmaların nihai hedefi PKK’nın ve DAİŞ’in kalıcı şekilde bertaraf edilmesidir. Musul’un DAİŞ’ten temizlenmesi bahanesiyle mezhepçi saiklerle hareket eden, sivil halka uyguladıkları zulüm ve katliamlarla anılan bazı milis grupların da bu operasyonda yer almaması noktasında Türkiye olarak Uluslararası Koalisyonla istişarelerimize devam ediyoruz. Başika’daki askerî unsurlarımız da Irak Hükûmeti Musul’da otoritesini ve egemenliğini tekrar tesis edene kadar DAİŞ’le mücadeleye katkı sunmaya devam edecektir.

Otuz yıldan fazla süredir Türkiye’mize, yöre halkına yönelik alçakça saldırılarına Kandil’den devam eden taşeron terör örgütü PKK, şimdilerde Suriye-Irak sınırında yer alan stratejik konumdaki Sincar Dağı’nı ikinci bir terör yuvası hâline getirmeye çalışıyor. Tüm dünya bilmelidir ki içindeki hainleri de büyük ölçüde temizlemiş olan Türkiye, PKK ve uzantıları olan terör örgütlerine bundan sonra daha da fazla kararlılıkla ve etkili bir şekilde gereken müdahaleyi yapacak, en başta Kürt kardeşlerimiz ve bölge halkı bu taşeron terör örgütünün zulmünden kurtarılacaktır.

Kardeşliğimizin gereği olarak, krizin en başından beri Irak ve Suriye’de krizden mağdur olan insanlara yardımlarımızı kesintisiz devam ettiriyoruz. Sünni, Şii, Arap, Türkmen, Kürt, Hristiyan, Yezidi hiçbir ayrım yapılmadan yardım kuruluşlarımız ve organizasyonlarımız, ihtiyaç duyulan ve ulaşabildikleri her yerde görevlerini büyük bir fedakârlıkla yerine getiriyorlar.

Değerli milletvekilleri, Türkiye olarak her zaman barıştan yanayız. Sayın Başbakanımızın da dediği gibi dostlarımızın sayısını artırma, düşmanlarımızın sayısını azaltma arzusu ve gayretindeyiz. Ancak, bizim anladığımız barışçı dış politika, her ne şart altında olursa olsun sınırlarımızın gerisine çekilmek, her şekilde çatışmalardan uzak durmak anlamına gelmemektedir. Bir devletin başka bir devletle barış eksenli bir ilişki kurabilmesi, ancak karşı tarafın da aynı düşünce ve isteğe sahip olmasıyla mümkün olabilir. Ayrıca, bölgesel ve küresel konjonktür de bu ilişkinin mahiyetinde belirleyicidir.

Bugün, Irak ve Suriye’de Amerika, Rusya, Almanya, İngiltere ve Fransa gibi bölge dışı birçok ülkenin kendi çıkarları doğrultusunda yoğun faaliyetleri devam ederken, bu iki ülkeyi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışırlarken ve Türkiye olarak biz, bütün bunlardan büyük ölçekli olarak etkilenirken, risk ve tehditlerle karşı karşıya kalırken hiç kimsenin bizden kendi kabuğumuza çekilmemizi veya dayattıkları politikalara tabi olmamızı beklemeleri gerçekçi değildir. Sınırlarımızın hemen ötesinde, bazı müttefiklerimizin destekledikleri taşeron terör örgütleri kukla devlet kurmaya çalışacak, biz de buna sessiz kalacağız. Kimse kusura bakmasın, güney sınırlarımızın altında, ister Fırat’ın batısında, ister doğusunda kötü niyetli hiçbir harekete göz yummayacağız, terörist örgütlerin buralarda yuvalanmasına ve Türkiye’ye saldırılar düzenlemesine fırsat vermeyeceğiz.

Bu noktada, Türkiye’yle dost olduğunu, müttefik olduğunu ifade eden ülkeler, binlerce kilometre uzaklardan gelerek, kardeşlik hukukumuzun olduğu güney sınırlarımızdaki Irak ve Suriye’de ülkemiz aleyhine yürüttükleri fitneci faaliyetlerden de derhâl vazgeçmelidirler.

Değerli milletvekilleri, ülke ve millet olarak uzun yıllardır halkımızın huzur ve güvenliğine, millî birliğimize yönelik taşeron terör örgütleriyle mücadele ediyoruz.

Son olarak da yine aynı aklın yönettiğini ve kullandığını bildiğimiz, insanımızı, inançlarımızı, değerlerimizi istismar eden alçak terör örgütü FETÖ’nün dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş boyuttaki hain askerî kalkışmasıyla karşı karşıya kaldık. Bu ve diğer saldırılar karşısında en büyük gücümüz, her zaman millî birliğimiz ve beraberliğimiz olmuştur. Milletimiz 15 Temmuzda o hainlere canları pahasına gereken cevabı vermiştir, devletimiz de hukuk çerçevesinde suçluların tespiti ve gereken cezaların verilmesi için üzerine düşenleri harfiyen yapmaktadır.

Devletimiz bu hain ve sinsi terör örgütüyle mücadele ederken biz siyasilerin çok dikkatli davranması, aynen 15 Temmuz gecesi ve sonrasında ortaya konulan birliği ve bütünlüğü bugün de göstermesi gerekmektedir. Sebepsiz yere, hakikati olmayan gerekçelerle terör örgütü mensuplarını, onların hamilerini sevindirecek; şehitlerimizin yakınlarını, gazilerimizi, olayları çok iyi kavrayan ve millî birliğimiz için her türlü gayreti gösteren aziz milletimizi üzecek, terör örgütü mensuplarının savunucusu imiş gibi bir görüntü vermekten hepimiz imtina etmeliyiz. Hedef alınan millî iradenin temsilcileri parlamenterler olarak bu konudaki birlikteliğimize gölge düşürmemeliyiz, bu konuda farklı ve ufak hesapların peşinden gitmemeliyiz çünkü önümüzdeki mesele memleket meselesidir, millî güvenlik meselesidir, vatan meselesidir.

Dost, düşman herkes şunu çok iyi kavramalıdır ki 15 Temmuzda yaşananları, şehitlerimizi, gazilerimizi, şehitlerimizin emanetlerini milletçe hiçbir zaman unutmayacağız ve de unutturmayacağız. Yine, 15 Temmuzdaki ihaneti de, sorumlusu olan hainleri de hiçbir zaman unutmayacağız ve unutturmayacağız.

Bu duygu ve düşüncelerle, Suriye ve Irak’la ilgili tezkerenin bir yıl süreyle uzatılmasının ülkemizin millî güvenliği ve milletimizin huzuru ve menfaatleri açısından doğru bir karar olacağı kanaatimizi ifade ediyor, AK PARTİ Grubu adına sizleri ve aziz milletimizi muhabbetle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Baluken, buyurun, sisteme girmişsiniz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – İç Tüzük 60’a göre oylama öncesinde bir söz talebim vardı.

BAŞKAN – Evet, bir dakika süreyle buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Hükûmetin yanlış iç ve dış politikalardan ivedilikle geri dönmesi çağrısını bir kez daha yinelediğine ve Halkların Demokratik Partisi olarak bu savaş tezkeresine karşı olduklarına ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, içeride savaş, dışarıda savaş politikaları neticesinde korkunç boyuta ulaşmış can kayıpları, yakılmış yıkılmış kent merkezleri ve gerek içerde gerekse dışarda kendi evinden, kendi toprağından ayrılmak zorunda kalmış, göçmen, mülteci pozisyonuna düşmüş milyonlarca insanın mağduriyeti maalesef önümüze gelmiştir.

Bu tablonun sorumlusu, on dört yıldır iktidarda olan AKP Hükûmetinin kendisidir. Bu yanlış iç ve dış politikadan ivedilikle geri dönülmesi çağrısını bir kez daha buradan yinelemek istiyoruz. Ülkemizin kendi içinde iç barışını sağlamasının; Suriye’de de başta Kürtler ve Rojava halkları olmak üzere, Suriye halklarının iradesine saygı temelinde oradaki barışçıl, diplomatik, siyasi çözüm çabalarına destek verilmesinin önemli olduğu kanaatindeyiz.

O nedenle, Halkların Demokratik Partisi olarak bu savaş tezkeresine “Hayır” diyoruz.

Diğer siyasi parti gruplarının savaş tezkeresini destekleyen kararlarına rağmen, savaştan yana olmayan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hemen toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Tamamlayalım lütfen.

Buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Diğer siyasi parti gruplarının bu tezkereye “evet” oyu verme kararları ortada olmasına rağmen, savaştan yana olmayan, savaşın yıkıcılığına inanan bütün milletvekillerinin de vicdanlarından gelen sesi dinlemelerini özellikle rica ediyorum.

“Yurtta sulh, cihanda sulh” paradigması, doksan yıldır sürdürülen savaş politikaları neticesinde maalesef boşa çıkmış ve son dönemlerde de darbe komitelerinin ismine bile girmişse bu temel politikaları yeniden değerlendirmemiz ve ona göre oy kullanmamız gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

2.- Başbakanlığın, Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı ulusal güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak için hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması ve bu kuvvetlerin Hükûmetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre gerekli düzenlemelerin yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/10/2014 tarihli ve 1071 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 3/9/2015 tarihli ve 1098 sayılı Kararı’yla bir yıl uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 2/10/2016 tarihinden itibaren 30/10/2017 tarihine kadar uzatılmasına dair tezkeresi (3/827) (Devam)

BAŞKAN – Böylece, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, şahıslar adına ilk söz Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Kavaklıoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sizin süreniz on dakikadır.

ALPASLAN KAVAKLIOĞLU (Niğde) - Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; Irak ve Suriye’den ulusal güvenliğimize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının ortadan kaldırılması amacıyla Hükûmete izin veren tezkerenin süresinin yarından itibaren bir yıl uzatılmasına dair şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Gazi Meclisimizin 26’ncı Dönem İkinci Yasama Yılının vatanımıza, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisimize hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin hemen başında, vatanımız ve kutsal değerlerimiz uğruna şehit ve gazi olan, canı pahasına terörle mücadele eden kahraman vatan evladımızı, askerimizi, polisimizi, korucumuzu şükranla, minnetle anıyor; ebediyete intikal edenlere Allah’tan rahmet diliyorum.

15 Temmuzda hain FETÖ’nün alçak darbe girişimini kanıyla, canıyla önleyen, alçaklara geçit vermeyen aziz milletimize şükranlarımı sunuyorum. Milletimiz, hain darbe teşebbüsünde canını hiçe sayarak bedenini tankların önüne siper etmeseydi bugün hiçbirimiz burada olamayacaktık.

O karanlık gecede hainlere ilk kurşunu sıkan kahraman askerimiz Ömer Halisdemir’in hemşehrisi olarak bu Gazi Meclis çatısı altında, bu şerefli milletin temsilcisi olmaktan da büyük bir gurur duyduğumu vurgulamak istiyorum.

Sayın milletvekilleri, ülkemizin coğrafi konumu gereği güvenlik ihtiyaçlarının sürekli etkin ve güncel tutulması elzemdir. Dünyadaki çatışmaların yarıdan fazlası ülkemizi yakından ilgilendiren bir coğrafyadadır. Uzun bir süredir huzur ve güvenliğimize, millî birliğimize yönelik PKK, DEAŞ ve en az onlar kadar tehlikeli bir terör örgütü olan, aynı amaç ve odağa hizmet eden FETÖ’nün terör saldırılarıyla mücadele etmekteyiz.

İşte, bu nedenlerle bölgemizde güçlü olmak, barış ve istikrar ülkesi konumunu sürdürmek daha da önemli hâle gelmiştir. Kara ve deniz sınırlarımız, istikrarsız ve çatışmalı ortamların giderek arttığı ülkeler arasında âdeta ateşten bir çemberle kuşatılmaktadır. Güney sınırlarımızdaki komşularımız Suriye ve Irak’taki istikrarsızlık ve kaotik durum, terör örgütlerinin yuvalanmasına ve beslenmesine yol açmaktadır. Bu sorunlar nedeniyle güneyden ulusal güvenliğimize dönük risk ve tehditler ciddi boyutlara ulaşmıştır. Dünyanın en tehlikeli örgütlerinden olan DEAŞ tehdidi her iki güney komşumuzda da ortadadır. Otuz yıldır mücadele ettiğimiz PKK/PYD ve YPG terör örgütü unsurlarının varlığı ve son zamanlardaki eylemleri, bugün burada görüştüğümüz tezkereyi zorunlu kılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, hemen yanı başımızda tarihin en büyük insanlık dramlarından biri yaşanıyor. Bugün Suriye’de devam eden kaos, istikrarsızlık ve yıkımın altıncı yılındayız. Esad rejimi İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana benzeri görülmemiş bir barbarlıkla insanları kadın, çocuk, yaşlı demeden katletmeyi sürdürüyor. 500 binden fazla insanın hayatını kaybettiği Suriye’de 12 milyondan fazla insan yerinden olurken 6 milyon kişi de ülke dışına kaçmak zorunda kalmıştır. Hemen eylül ayının üçüncü haftasında Halep’te yapılan hava bombardımanı neticesinde 550’den fazla sivil hayatını kaybetmiştir. Sivillere yönelik bombardıman devam etmektedir. Ateşkesin bozulmasından bu yana 250 bini aşkın sivil Halep’te kuşatma altındadır. Bu saldırıların çoğunun savaş suçu olduğu Birleşmiş Milletler tarafından da ifade edilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Suriye, Türkiye için uzaktan bakılıp üzüntü duyacağı bir ülke değildir. Türkiye Suriye’de yaşanan drama başından beri sessiz kalmamıştır. 900 kilometre kara sınırını paylaştığımız Suriye toplumu bizimle aynı kültürü ve aynı değerleri paylaşmaktadır. Suriye kan ağlarken diğer birçok ülke gibi Suriye’yi kaderine terk edemezdik. Ülkelerini terk etmek zorunda kalan 3 milyonu aşkın Suriyeliye ev sahipliği yaparak vicdan sahibi bir ülke duyarlılığı sergiledik.

Ülkemiz, Suriye’nin bütünlüğünün korunması ve DEAŞ’la mücadelede uluslararası alanda ortaya konulan tüm çabalara başından itibaren tam destek vermektedir. Bu terör örgütünün sınırlarımızdan uzaklaştırılması her zaman öncelikli bir hedef olarak belirlenmiştir. 24 Ağustos sabahı DEAŞ’la Mücadele Küresel Koalisyonu hava unsurlarının da desteğiyle Suriye’de başlatılan Fırat Kalkanı Harekâtı tam bu minvalde atılmış bir adımdır. Fırat Kalkanı Harekâtı, Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi, umutsuzluğun hâkim olduğu bir bölgede istikrarın, huzurun ve dengenin yeniden tesisi için kritik bir önemi haizdir.

Değerli milletvekilleri, Suriye gibi komşumuz Irak’ın istikrarsızlığı ve burada terör örgütlerinin üs bulması da bizi doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle ülkemiz, Irak’ta istikrar ve iç barışın kalıcı bir şekilde tesis edilmesine büyük önem vermiştir. Bu yönde Irak içinde ve uluslararası mahiyetteki çabaları desteklemiştir. Türkiye, Irak’taki insani krize ilk ve daimî şekilde müdahale eden tek ülke olmuştur. 200 binden fazla Iraklı için kapılarımızı açtık, yerlerinden edilen yaklaşık 40 bine yakın Iraklı için Irak’ın kuzeyinde 3 kamp inşa ettik. Ayrıca, bu ülkeye resmî yardım kurumlarımız, yerel yönetimlerimiz ve STK’larımız aracılığıyla insani yardımlarımız devam etmektedir.

Irak Hükûmeti ve Uluslararası Koalisyonun bir süredir devam eden çabalarına rağmen, DEAŞ Irak’ta geniş bir coğrafyayı işgal altında tutmaya devam etmekte, güç ve etkinliğini korumaktadır. Bilindiği gibi, DEAŞ ilk günden itibaren öncelikli olarak Türkmen soydaşlarımızı ve onların yaşadıkları bölgeleri hedef almıştır. Krizden en fazla etkilenen toplulukların başında Türkmen kardeşlerimiz gelmektedir. Haziran 2014’ten bu yana 300 binden fazla Türkmen ülke içerisinde yerlerinden edilmiş, on binlercesi Türkiye’ye sığınmıştır. Hükûmetimizin Türkmenlerin güvenlik ve insani ihtiyaçlarına ilişkin desteğinin devam edeceğine inanıyoruz.

Değerli arkadaşlar, Irak’ta tek terör örgütü DEAŞ değildir. PKK terör örgütü otuz yıldır Irak topraklarını ülkemize yönelik terör saldırıları için üs olarak kullanmaktadır. Türkiye olarak, Irak’taki terör örgütlerinin ülkemize yönelik saldırılarına son verilmesi amacıyla her türlü tedbiri almaktayız. Silahlı Kuvvetlerimiz verilen izinler doğrultusunda PKK’ya yönelik sürekli olarak Irak sınırımızda sınıraşan kara ve hava müdahaleleri yapmaktadır. DEAŞ ve PKK’nın tehdidi sürdüğü müddetçe, uluslararası hükümlülüklerimize de riayet ederek gereken önlemleri sürdürmeliyiz.

Terör eylemi bir suçtur ve faili, bahanesi ne olursa olsun bu suçu hiçbir zaman, hiçbir şekilde haklı çıkartamaz. Bu suça karşı Birleşmiş Milletler üye ülkelerinin birlikte mücadele vermesi ve terörle mücadelede iş birliği yapması çok önemlidir. Şunu da eklemek gerekir ki bu bölgede PYD, YPG’yle mücadele de önem arz etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmada vurguladığı gibi, YPG ve PYD’nin esas hedefi DEAŞ’la savaşmak değildir. YPG’nin, Koalisyonun DEAŞ’la mücadelesinde artık bir engel hâline geldiği de ortadadır. Aynı lider kadroyu paylaşan PKK/PYD ve YPG’yle mücadelemiz de kararlılıkla sürdürülmelidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye savaş isteyen değil bölgesinde barış isteyen bir ülkedir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bir yandan millî menfaatlerimizi gözeten, diğer yandan bölgemizin barış ve istikrarına katkı sunan politikaları izlemeye devam etmekteyiz. Türkiye olarak, komşu ülkelerden terör örgütlerinin ülkemize yönelik saldırılarına son verilmesini sağlamak amacıyla her türlü tedbiri almak zorundayız. Ülke olarak hassas noktamız ulusal güvenliğimizdir.

DEAŞ’ın roketli ve bombalı terör saldırılarında bugüne kadar 254 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, yüzlerce vatandaşımız yaralanmıştır. Bu saldırılara gerekli yanıtlar bugüne kadar hep verilmiştir. Bu nedenle, sınır güvenliğimizi tehdit eden gelişmelere hazırlıklı olmamız hiç kimsece sorgulanamaz.

Meclisimize sunulan, Hükûmete ulusal güvenliğimize karşı gelebilecek tehditlere karşı gerektiğinde kullanılmak üzere yetki veren tezkereyi destekliyorum. Tezkerenin ülkemize, birliğine, beraberliğine, bütünlüğüne, huzuruna ve güvenliğine katkı sağlaması temennisiyle hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Tanal, hayırdır.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tüm hatipleri ben dinledim ve tezkereye de baktım. Tüm hatipler şunu söyledi: “Yetki tezkeresinin bir yıl uzatılması…”

Şimdi bakıyoruz, “bir yıl uzatılması” hakikaten Bakanlar Kurulu tavsiye kararında da böyle geçiyor ancak bir yıllık süre ne zaman bitiyor? 2 Ekim 2016’dan 2 Ekim 2017’ye kadar.

BAŞKAN – 30/10/2017’ye kadar uzatılacaktır.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Şimdi, bu bir yıllık süre, bakıyoruz, on üç aya çıkıyor. Bir yılda on iki ay olduğuna göre…

BAŞKAN – Eyvallah. Fark ettiniz yani Sayın Tanal.

Teşekkür ediyoruz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Yani burada bir tutarsızlık var Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Akçay buyurun, bir dakika.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

6.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, tezkereye “kabul” oyu vermenin savaş yanlısı olmak anlamına gelmediğine ve tezkerenin ülkemize, Suriye'ye ve bölgemizdeki barış ve huzura katkı vermesini temenni ettiğine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, biz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, biraz önce grubumuz adına görüşlerimizi dile getiren Sayın Günal’ın da ifade ettiği üzere “kabul” oyu vereceğiz. Bu tezkereye “kabul” oyu vermek savaş yanlısı olmak değildir, öncelikle bunu bir ifade etmek gerekir ve böyle bir iddiayı da reddederiz. Tam aksine, hemen sınırlarımızın dibinde cereyan eden ve ülkemizin güvenliğini, huzurunu ve geleceğini yakından ilgilendiren vahim gelişmeler ve olaylar karşısında Türkiye eli kolu bağlı bir şekilde bazı oldubittilere seyirci kalamaz, uzaktan gelen bazı ülkelerin Türkiye'nin aleyhine oluşturması muhtemel gelişmelere de kayıtsız kalamaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Akçay.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Esas olan, Türkiye'nin güvenliği; Suriye'nin bütünlüğü, güvenliği, huzuru ve refahıdır. Bu çerçevede, tezkerenin ülkemize, Suriye'ye ve bölgemizdeki barış ve huzura katkı vermesini temenni eder, saygılar sunarız.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

2.- Başbakanlığın, Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı ulusal güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak için hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması ve bu kuvvetlerin Hükûmetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre gerekli düzenlemelerin yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/10/2014 tarihli ve 1071 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 3/9/2015 tarihli ve 1098 sayılı Kararı’yla bir yıl uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 2/10/2016 tarihinden itibaren 30/10/2017 tarihine kadar uzatılmasına dair tezkeresi (3/827) (Devam)

BAŞKAN - Şahıslar adına ikinci ve son konuşmacı İstanbul Milletvekili Engin Altay.

Buyurun Sayın Altay. (CHP sıralarından alkışlar)

Lütfen sayın milletvekilleri, Sayın Altay’ı kürsüye davet ettim, sessizlik bekliyoruz.

Buyurun.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, 26’ncı Dönem İkinci Yasama Yılının Parlamentomuz ve ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Muharrem ayını idrak edeceğiz. Allah’tan, yapılan bütün ibadetleri, tutulan matem oruçlarını kabul etmesini de niyaz ediyorum.

Bir tezkere görüşüyoruz, Irak ve Suriye topraklarında barınan ve ülkemize yönelik olarak tehdit unsuru teşekkül eden terör örgütlerine yönelik Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesinde icra yapmasıyla ilgili bir tezkere. Bu konuda eğer iktidar partisi, ana muhalefet partisinin geçmişte müteaddit defalar yaptığı uyarıları dinleseydi, belki bu tezkerelere gerek bile kalmayacaktı.

Peşinen şunu söylemek isterim ki Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu tezkereye “evet” oyu vereceğiz. Ulusal güvenliğimiz, ülkemizin bekası, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği söz konusu olduğu zaman Cumhuriyet Halk Partisinin daha öncelikli bir siyasi değerlendirmesi ve mülahazası olmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, iktidar partisi milletvekilleri ya dışarı çıksın ya otursunlar.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, istirham ediyoruz, yerlerimize oturalım; derin bir sessizlik, lütfen. Az kaldı, on dakika sonra kapatıyoruz.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Bu konuda Hükûmete 2 soru yöneltmek, 2 de haddimiz olmayarak tavsiyede bulunmak istiyoruz.

Sorumun birincisi şu Sayın Bakan: Bir aydır askerlerimiz Suriye'de ve televizyonlardan, TSK bildirilerinden çok olumlu, çok iyi şeyler yapıldığına dair haberler de duyuyoruz. Bu arada 10 şehidimiz var, hepsine Allah’tan rahmet diliyorum. Sayın Bakan, askerimiz bir aydır orada, Kilis’e neden hâlâ bomba düşüyor, Kilis’e bomba atılıyor? Kilis halkının can ve mal güvenliğini bile sağlayamazken askerimizin orada Türkiye’ye yönelik tehditleri nasıl bertaraf edeceğini çok merak ediyoruz.

İkinci sorum Sayın Bakan: Konuşmanızı dinledim, konuşmanızda Suriye’den çıkış stratejinizle ilgili çok kayda değer bir şey görmedim. Buraya girerken -Türkiye büyük bir devlet- mutlaka ve mutlaka bir çıkış stratejinizin de olması lazım. Başkanlık size söz versin benim konuşmamdan sonra, Meclise ve milletimize çıkış stratejinizi de açıklayın.

İki tane de naçizane tavsiyem var. Giriş gerekçenizi aşmayın. Bu Meclisten aldığınız yetkiyi bölgede hesap yapan kimi güç odaklarının gazına gelip, heyecana, cereyana kapılıp o topraklara giriş gerekçenizi aşmayın; buna dikkat edin.

Aşağılara inme hevesi içine de kapılmayın. Türkiye’yi, Türk Silahlı Kuvvetlerini dipsiz bir kuyuda bölgede yeniden oluşturulacak bir kaos ortamının, ikliminin başaktörü hâline getirmeyin.

Bu uyarılarımızla birlikte, kimi riskleri de göze alarak Cumhuriyet Halk Partisi olarak terör örgütlerine yönelik Türk Silahlı Kuvvetlerine bu yetkinin verilmesine “Evet.” diyoruz ancak yurtta kutuplaşma, bölgede ve dünyada savaş, cihat şiarından vazgeçmek durumundasınız.

Sayın milletvekilleri, bu vesileyle Türkiye içindeki gündemdeki son konulara da değinmek istiyorum: Çok bilinen bir atasözü vardır, Hükûmet nedense bu atasözüne hiç itibar etmez; “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer.” diye bir atasözü vardır. Bu atasözünden, bu özdeyişten Hükûmetin hiç ders almadığını görüyoruz. Şu polemikleri yapmak istemiyorum: “FETÖ sizin zamanınızda şöyle oldu.”, “Eskiden ortaktınız.”, “Şuydu, buydu…” Bunları geçtik. Bunları geçtik de Sayın Cumhurbaşkanı “Allah’ım beni affetsin, milletimden özür diliyorum.” dedi. İyi niyetli ve halisaneyse mesele yok, Allah da affeder, millet de özrünü kabul eder ama bu kadar ah alırsanız, FETÖ paranoyasıyla, sendromuyla kurudan çok yaş yakmaya başlarsanız sizi ne Allah affeder ne de millet özrünüzü kabul eder.

Şimdi, gazete, televizyon kapatarak, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayarak bu badireden kurtulamaz ve FETÖ’yle mücadelede meşrulaşamazsınız. Biz dedik ki: OHAL. “Oh OHAL!” hâline döndü, böyle bir şey olamaz.

Sayın Genel Başkanımız dedi ki: “OHAL talebinize anlayışla bakmaya çalışıyoruz ama bu Parlamentoda birileri her vakit demokrasiyi savunacak. İstediğiniz, size gerekli olan bütün kanunlarla ilgili, gelin, yapıcı, olumlu katkı vereceğiz.” “Hayır, biz OHAL istiyoruz.” dediniz, aldınız. Şimdi geldiğimiz tabloda, Türkiye’de fevkalade farklı bir durum oluştu. Gerçekten darbecileri gözünüz görmüyor belki de ama informel olarak onların yanından geçen herkesi darbeci yaptınız, özgürlüklerini ellerinden aldınız, işten attınız, onlara bunu yaptınız; masum çocuklarına, yavrularına, eşlerine de etmediğiniz eza, cefa kalmadı. Allah sizi niye affetsin, millet özrünüzü niye kabul etsin?

Şimdi, dedik ki: Darbecilerle ve darbelerle hukuk içinde kalarak hesaplaşırsanız dünya da sizi daha iyi algılar, dünya sizi daha iyi anlar ama darbeyle mücadeleyi hukuku bir kenara koyarak yaparsanız gayrimeşru olursunuz, onlardan bir farkınız kalmaz. Bu Parlamentodaki herkes o gece Sayın Erdoğan’a darbe yapılıyor diye burada değildi; bu Parlamentodaki herkes o gece Parlamentomuza, parlamenter demokratik sisteme, hukuk devletine bir darbe var diye et tırnak gibi birleşti. A, Tayyip Erdoğan’a bir darbe varsa orada da et tırnak gibi oluruz, seçilmişlere karşı yapılan her konuda, Parlamentoysak bunu yaparız biz ama darbe fırsatçılığına dönüştürdünüz.

Bugün Sayın Cumhurbaşkanı burada bir laf etti, şikâyette bulundu, dedi ki: “Darbeye ‘tiyatro’ diyorlar, darbeye ‘mizansen’ diyorlar, darbeye ‘senaryo’ diyorlar.” Biz böyle demiyoruz. Bu, bal gibi bir darbeydi, becerebilselerdi hepimizi ortadan kaldıracaklardı. Ama, yaptığınız uygulamalarla, yaptığınız kimi iş ve işlemler ile bu darbe fırsatçılığıyla darbeye “tiyatro, mizansen, senaryo” diyenlerin ellerini güçlendiriyorsunuz. Bizden size dostane bir uyarı: Bundan vazgeçin.

Şimdi, iki gündür Türkiye, Hükûmetin yaptığı mülakatları konuşuyor. Emniyete, Millî Eğitime mülakatla personel alıyorsunuz. Ya, Allah’tan korkun, babası Cumhuriyet Halk Partisi ilçe başkanı diye KPSS’si 88 olan bir çocuğu mülakatta elemek hangi vicdana sığar? Çok ayıp! Teessüf ediyorum Hükûmete! (CHP sıralarından alkışlar) Bu yanlışlardan bir an önce de dönmesini bekliyorum. Böyle bir şey kabul edilemez. Hani “Bir musibet bin nasihatten iyidir.” dedik, vallahi Hükûmet bunu da anlamamış. “Adliyeye, kışlaya, camiye siyaset sokmayın.” dedik, buradan da Hükûmet bir ders almamış.

Darbenin gazeteci ayağı var, sanatçı ayağı var, yazar ayağı var, yargı ayağı var, asker ayağı var, öğretmen ayağı var, bürokrat ayağı var; bunlarla bir şekilde hesaplaşılıyor. Adama sormazlar mı “Bu işin hiç siyasi ayağı yok mu?” diye Sayın Hükûmet? Hadi, gelin, hep beraber şu siyasi ayağı da ortaya çıkaralım, hepsi var elinizde. ByLock’tan 20 bin kişilik listeyi almadınız mı MİT’ten? “Bunların hepsi darbeci.” demiyorum, niye siyasi ayağa dokunamıyorsunuz, onu merak ediyorum. Siyasi ayağa dokunmadığınız için de dünya da, kimi iç kamuoyu da size kuşkuyla bakıyor; bunu da söyleyeyim.

Dedik ki: “Yenikapı ruhu.” Ben, samimiyetle, Yenikapı ruhunun yaşamasını çok istiyorum ama bunun için bir tek şeye ihtiyaç var, ben burada söyleyeyim: Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere kimi AKP üst düzey yöneticileri 14 Temmuz ayarlarına dönerlerse -ki bana göre döndüler- Yenikapı ruhuna El Fatiha. Sizi dostane, yapıcı ve iyi niyetle 14 Temmuz ayarlarına dönmemeye davet ediyorum Sayın Hükûmet, 14 Temmuz ayarlarına dönmeniz Türkiye'nin yeni kaotik bir ortama sürüklenmesinin başlıca sebebi olur.

Gene bir sayın bakan dedi ki: “Terörün haklı gerekçesi olamaz.” Evet, hiçbir hak talebi teröre dayanak olamaz ama, Sayın Hükûmet, hiçbir güvenlik gerekçesi de, güvenlik kaygısı da temel hak ve özgürlüklerin gasbedilmesine dayanak olamaz. Hem temel hak ve özgürlükleri gasbedeceksiniz hem de sonra bu kürsülerde “demokrasi” diye bağıracaksınız, bu da kabul edilemez.

Çok sayıda lokal örnek var. Bursa Cumhuriyet Savcısı Seyfettin Yiğit, benim çocukluk arkadaşım, çocukluğundan beri bilirim bu çocuğu. Bu çocuk cezaevinde intihar etti diye kamuoyuna yansıdı. Aileyle görüştüm -buradan Hükûmeti ve Meclisi uyarıyorum- ben ve aile Seyfettin Yiğit’in intihar etmediğini düşünüyoruz, öldürüldüğünü düşünüyoruz ve Adalet Bakanını bu konuda beni, aileyi ve kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapmaya davet ediyorum.

Sürem doldu, Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle yaptığı mücadelede askerlerimize, komuta konseyine başarılar diliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENGİN ALTAY (Devamla) - Hükûmeti de bir an önce 14 Temmuz ayarlarından çıkmaya davet ediyoruz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler böylece tamamlanmıştır.

Şimdi, tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tezkere kabul edilmiştir, hayırlı, mübarek olsun.

II.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

4.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, hicri yılbaşını ve muharrem ayını tebrik ettiğine ilişkin konuşması

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, İslam tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak Hazreti Peygamberimiz’in hicreti esas alınarak hicri yılbaşı kabul edilen muharrem ayı yarın başlıyor. Bu vesileyle yapılan tüm ibadetlerin kabulüyle muharrem ayınızı ve hicri yılbaşınızı da tebrik ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 4 Ekim 2016 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Hayırlı akşamlar diliyorum, Meclisimizin 1 Ekim münasebetiyle resepsiyonuna da hepinizi davet ediyorum, teşekkür ediyorum.

Kapanma Saati: 18.32