TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

128’inci Birleşim

19 Ağustos 2016 Cuma

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

 

İÇİNDEKİLER

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- BU BİRLEŞİM TUTANAK ÖZETİ

III.- GELEN KÂĞITLAR

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Arzu Erdem’in, gazi ve şehit ailelerine ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Tokat Milletvekili Kadim Durmaz’ın, özelleştirme sonucu mağdur olan işçilere ilişkin gündem dışı konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Serap Yaşar’ın, 15 Temmuz 2016 darbe girişimine ve devam eden terör saldırılarına ilişkin gündem dışı konuşması

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı’nın, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün hayırlı olmasını dilediğine ve Osman Gazi Köprüsü’nün maliyeti hesaplanırken projenin tamamının bir bütün olarak ele alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

2.- Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek’in, Kurban Bayramı’nda emeklilere birer maaş ikramiye verilmesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

3.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın’ın, terörün bir an önce bitmesi için Hükûmete hukuk içerisinde yapılacaklar için destek olacaklarına, Balıkesir’in teröre en çok şehit veren illerden biri olduğuna ve şehitlere Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

4.- Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç’ın, Anadolu’nun fethinin sonuçları itibarıyla tarihimizin en önemli olaylarının başında geldiğine ve Anadolu’nun kapılarını açan şehit ve gazilere Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

5.- Hatay Milletvekili Birol Ertem’in, işe ihtiyacı olan insanların istihdamında siyasi tercihlerin kriter olmaması gerektiğine ve ayrımcılık yapan yetkilileri sorumlu davranmaya ve adil olmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması

6.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, 411 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 75’inci maddesiyle ilgili kamuoyu vicdanının rahatsız olduğuna ve çevreyle ilgili denetimleri devre dışı bırakan bu maddenin tekriri müzakereyle yeniden ele alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

7.- Adıyaman Milletvekili Behçet Yıldırım’ın, Adıyaman merkezde ve Havşeri suyunun getirildiği Bulam beldesinde çok ciddi su sorunu yaşandığına ilişkin açıklaması

8.- Antalya Milletvekili Ahmet Selim Yurdakul’un, yeni atanacak sağlık personeli sayısının artırılmasını, sağlık çalışanlarının yıpranma payı ve döner sermaye ödeneklerinin emekliliğe yansıtılmasını talep ettiğine ve aile hekimlerinden istenen ek işlerle ilgili kendileriyle istaşare edilmesinin doğru olacağına ilişkin açıklaması

9.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, hakkında uzaklaştırma, gözaltı ve tutuklama süreci başlatılan akademisyenlerden boşalan kadrolar nedeniyle eğitimin aksaması tehlikesi olduğuna ve eğitim ve öğretimin aksamaması için ne tür tedbirler düşünüldüğünü öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

10.- Samsun Milletvekili Kemal Zeybek’in, Toprak Mahsulleri Ofisinin alım yapmaması nedeniyle çiftçilerin yaşadığı sorunlara ve ayçiçeği alımlarının desteklenmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

11.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, eğitim sisteminde yaşanan mevcut sorunların çözülmediğine ve yeni sorunların eklendiğine ilişkin açıklaması

12.- İzmir Milletvekili Müslüm Doğan’ın, İstanbul Garip Dede Cemevi Dergâhına yapılan silahlı saldırıyla ilgili İçişleri Bakanından bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması

13.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, belediyelerin halk otobüsü taşımacılığı hizmetlerini devrettiği şirketlerin gazi, şehit yakını, engelli ve yaşlı yurttaşların ücretsiz taşınmasına yönelik anlaşma yapmadıklarına ilişkin açıklaması

14.- Mersin Milletvekili Hüseyin Çamak’ın, terör sorununun silahla çözülemeyeceğine, başka ülkelerdeki sorunların çözülmesine öncülük edenlerin kendi ülkeleri için de aynı iradeyi göstermesi gerektiğine ilişkin açıklaması

15.- Burdur Milletvekili Mehmet Göker’in, Burdur’da birim amirlerinin inisiyatifi doğrultusunda açığa alınan devlet memurlarının soruşturmalarının tamamlanarak bir an önce görevlerine iadesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

16.- Amasya Milletvekili Mustafa Tuncer’in, yaşanan süreçte suçlu-suçsuz ayrımının çok titiz yapılmasını ve gerçekten suçsuz olanların mağdur edilmemesini, bir an önce Amasya çevre yolunun yapımına başlanmasını ve Mecitözü Kaşvağı ile Çorum-Mecitözü Kavşağı arasındaki 50 kilometrelik yolun yapılmasını talep ettiğine ilişkin açıklaması

17.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Hükûmetin FETÖ’yle mücadelede iktidar partisi-cemaat kavgası gibi bir görüntü vermekten özenle kaçınması ve FETÖ’yle mücadelenin dün, bugün ve yarın perspektifiyle ele alınarak gerçekleştirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

18.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, OHAL kapsamında yayınlanan kanun hükmünde kararnamelerle Türkiye’de pek çok şirkete el konularak kayyum atandığına, bu kayyumların o şirketin işlevini nasıl sürdürdüğüne dikkat edilmesi gerektiğine ve Manisa’da üzüm üreticilerinin sorunlarına ilişkin açıklaması

19.- Hakkâri Milletvekili Selma Irmak’ın, darbe girişiminden sonra alınan güvenlik tedbirlerinin en fazla hissedildiği alanların cezaevleri olduğuna, cezaevlerinde işkence görüldüğüne dair çok ciddi iddiaların olduğuna ve bu konuda tedbir alınması gerektiğine, hasta tutukluların durumuna ilişkin açıklaması

20.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Meclisin tatile girmesini tasvip etmediklerine ve iktidar partisinin darbeleri araştırma komisyonuna üye bildirmediği için bu komisyonun çalışmalarına başlayamadığına ilişkin açıklaması

21.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, yazar Aslı Erdoğan’ın tutuklanmasına ilişkin açıklaması

22.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, yazar Aslı Erdoğan’ın tutuklanmasına ilişkin açıklaması

23.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, bu yasama yılında yapılan bütün çalışmaların ülkemize, milletimize hayırlar ve esenlikler getirmesini temenni ettiğine, 15 Temmuz ruhunun Türkiye’nin geleceğine taşınmasını dilediğine ve 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na MHP Grubu olarak kabul oyu vereceklerine ilişkin açıklaması

24.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na HDP Grubu olarak ret oyu vereceklerine, Meclisin tatile gireceği bir süreçte özellikle barışın, demokrasinin ve özgürlüklerin hayat bulmasını dilediğine ilişkin açıklaması

25.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, bütün milletvekillerine sağlıklı bir tatil dilediğine, 15 Temmuz sonrası siyaset kurumundaki diyalog ve iş birliği ikliminin sürmesini arzu ettiğine ve Kurban Bayramı’nı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

26.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, 15 Temmuzdan sonra siyasi dilin kazanmış olduğu medeni ve rekabeti nezaketle sürdüren tavrın kalıcı olmasını ümit ettiğine ve Kurban Bayramı’nı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

27.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, milletvekillerine katkılarından dolayı teşekkür ettiğine ve Kurban Bayramı’nı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

VI.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, 30 Ağustos Zafer Bayramı’na ve Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşlarını rahmetle andığına ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu’ya başsağlığı dilediğine ilişkin konuşması

3.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, zor bir yasama yılı geçirildiğine ve herkese iyi tatiller dilediğine ilişkin konuşması

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ve 25 milletvekilinin, geri gönderme merkezlerinin durumunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/306)

2.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 26 milletvekilinin, TRT tarafından düzenlenen bir sınavda yaşanan ihmallerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/307)

3.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 24 milletvekilinin, Habur Sınır Kapısı’nda 14/12/2015 tarihinden itibaren bekletilen kamyon ve tır şoförlerinin mağduriyetlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/308)

B) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir heyetin, Avrupa Parlamentosu Katılım Öncesi Eylem Birimi tarafından Sırbistan Parlamentosunun ev sahipliğinde 15-16 Eylül 2016 tarihlerinde Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da düzenlenecek olan “Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) Fonlarının İzlenmesi: Başarılar ve Sorunlar” başlıklı parlamentolar arası konferansa katılmasına ilişkin tezkeresi (3/825)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir heyetin, 2-4 Eylül 2016 tarihleri arasında Avrupa Birliği Dönem Başkanlığını yürütmekte olan Slovakya’nın başkenti Bratislava’da düzenlenecek olan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası Parlamentolar Arası Konferansı’na katılmasına ilişkin tezkeresi (3/826)

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, 28/6/2016 tarihinde, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, AKP Hükûmetinin Türkiye dış politikasında sergilediği tutarsız ve ilkesiz yaklaşımlarının Türkiye’deki iç ve bölgesel siyasal alandaki olumsuz sonuçlarının açığa çıkarılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 19 Ağustos 2016 Cuma günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- AK PARTİ Grubunun, bastırılarak dağıtılan 413, 416 ve 414 sıra sayılı Kanun Teklifi ve Tasarılarının kırk sekiz saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının sırasıyla 1, 2 ve 3’üncü sıralarına, yine bu kısımda bulunan 45 sıra sayılı Kanun Tasarısı ile 412 sıra sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK ile İç Tüzük’ün 128’inci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresinin yine bu kısmın 4 ve 5’inci sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun 19 Ağustos 2016 Cuma günkü birleşiminde 88 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar, bu birleşiminde gece 24.00’te günlük programın tamamlanamaması hâlinde günlük programın tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesine; 19 Ağustos 2016 Cuma günkü birleşiminde 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanması hâlinde 20 ve 21 Ağustos 2016 Cumartesi ve Pazar günlerine ilişkin çalışma kararının kaldırılmasına; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Ağustos 2016 Salı gününden başlamak ve 1 Ekim 2016 Cumartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere tatile girmesine; 413 sıra sayılı Kanun Teklifi ile 412 sıra sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK ile İç Tüzük’ün 128’inci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresinin İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi ilişkin önerisi

B) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 15’inci maddesinden sonra gelmek üzere ihdas edilen İstanbul Kent Üniversitesi kurulmasına ilişkin 16’ncı maddenin yeniden görüşülmesine dair Hükûmetin talebinin İç Tüzük’ün 89’uncu maddesi uyarınca uygun görüldüğüne ilişkin önerisi

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, Eskişehir Milletvekili Cemal Okan Yüksel’in HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

2.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- İzmir Milletvekili Musa Çam’ın, Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul’un 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 3’üncü maddesiyle ilgili önerge üzerinde yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1319) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 413)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin Kurulmasına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/744) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı 416)

3.- Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/754) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 414)

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Venezuela Bolivar Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliği ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/355) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 45)

5.- 667 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (1/746) ile İç Tüzük’ün 128’inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi (S. Sayısı: 412)

6.- Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/750) ve İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin; 19.4.2012 Tarihli ve 6292 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/571) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 411)

 

 

 

 

B) Yeniden Görüşmeleri Yapılan Tasarılar / Teklifler (Tekriri Müzakere)

1.- Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/750) ve İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin; 19.4.2012 Tarihli ve 6292 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/571) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 411)

XI.- SEÇİMLER

A) Komisyonlara Üye Seçimi

1.- Fethullahçı terör örgütünün (FETÖ/PDY) 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi ile bu terör örgütünün faaliyetlerinin tüm yönleriyle araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/276, 277, 278, 279) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliğine seçim

XII.- OYLAMALAR

1.- (S.Sayısı:413) Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin oylaması

2.- (S.Sayısı:416) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin Kurulmasına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın oylaması

3.- (S.Sayısı:414) Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

4.- (S.Sayısı:45) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Venezuela Bolivar Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliği ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

5.- (S.Sayısı:411) Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

XIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Afyonkarahisar Milletvekili Burcu Köksal’ın, FETÖ terör örgütü mensuplarının tespitine ilişkin Başbakan’dan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7301)

2.- Kars Milletvekili Ayhan Bilgen’in, 15 Temmuz darbe kalkışmasıyla ilgili Kars’ta yapılan operasyonlara ilişkin Başbakan’dan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/7356)

19 Ağustos 2016 Cuma

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.01

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Sayın Başkan, dün akşam sizinle burada sabahlayan arkadaşlara öncelik tanıyın.

BAŞKAN – Sabahlayan arkadaşlara öncelikle söz vereyim?

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Evet.

BAŞKAN - Biz ne yapacağız Divanla birlikte? Bir güzellik düşünelim bakalım.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, gazi ve şehit aileleri hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Arzu Erdem’e aittir.

Buyurun Sayın Erdem. (MHP sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Arzu Erdem’in, gazi ve şehit ailelerine ilişkin gündem dışı konuşması

ARZU ERDEM (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gazilerimiz ve şehit ailelerimiz hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, çok değerli şehit aileleri, saygıdeğer gazilerimiz, kıymetli gazi yakınları ve bizleri televizyonları başında izleyen aziz Türk milleti; bir toprak parçasının vatan olabilmesi kolay değildir. Uğruna şehitler verilerek kanla yoğurulan toprak parçasına “vatan” denilmektedir. Vatan, milleti meydana getiren değerlerin başında gelmektedir. Cennet vatanımız, yüzlerce yıl ecdadımız tarafından canları ve kanları pahasına korunmuştur. Vatan olmadan millet, millet olmadan devlet olunmaz.

Değerli milletvekilleri, “şehit” ve “gazi”, Türk Silahlı Kuvvetleri ile Türk Polis Teşkilatı mensuplarından ülkesi ve milletinin bölünmez bütünlüğünü, halkın huzur ve asayişini hedef alan her türlü illegal örgüt, oluşum, suç ve suçluyla yurt içinde ya da yurt dışında mücadele ederken görevi başında veya görevi başında olmasa da ölen ya da öldürülen, yaralanan ya da sakat kalanlara verilen addır. Hepimizin hafızasına kazınmış olan 15 Temmuz darbe kalkışması gecesi kendi canını vatanı uğruna tankların önüne siper ederek hayatlarını kaybedenler, şehitlerimizdir; darbe gecesi yaralananlar, gazilerimizdir.

Değerli milletvekilleri, makamların en yücesi hiç şüphe yok ki şehitlik ve gaziliktir. Şehitlerimiz ve gazilerimiz olmadan vatan olmaz. Ülkemizin istiklali için aziz canlarını seve seve feda eden kahramanlarımızın aileleri ise bizlere birer emanettir. Aziz Türk milletimizin kalbinde ve toplumsal hafızasında müstesna bir yeri olan şehitlerimizin ve gazilerimizin haklı feryatlarına kulak vermeliyiz ve aynı zamanda kahramanlarımızın ailelerinin haklarını da korumalıyız. Devletimizin şehitlerimize ve gazilerimize ve yakınlarına verdiği çeşitli haklar var, ancak yapılan düzenlemeler, değişen ekonomik koşullar sebebiyle yetersiz kalmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bana gelen bir maili sizlerle paylaşmak istiyorum: “Askerlik görevim sırasında bölücü teröristlerle girilen çatışmada yaralandım, kalbimde terörist mermisiyle yaşamaktayım. Terörist mermisi, tıbben vücudumdan alınamamaktadır ve benimle birlikte toprağa girecektir. Bu şekilde yaşamama rağmen gazi değilim.” Eminim, bu ve bunun gibi vücudunda terörist mermisi ve şarapnel parçasıyla yaşayan, görme kaybına uğramış, bir bacağını kaybetmiş, bir bacağı diğer bacağından kısa, parmaklarını kaybetmiş ve böylece fiziksel ve psikolojik sağlıklarını yitirmiş birçok kişi gazi sayılmamıştır.

Savaştan yara almadan sağ bir şekilde dönen yaklaşık 27 bin nüfusa sahip muharip gazilerimiz, malul gazilerimizin sahip olduğu bazı haklardan yararlanamamaktadır. Ayrıca Kore ve Kıbrıs gazilerimize İstiklal Madalyası verilmiş ve şeref aylığı bağlanmıştır. Ancak sosyal güvencesi olanlarla olmayanlar arasında eşitsizlikler bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğü ve bağımsızlığı ve bekası uğruna başta PKK, IŞİD ve FETÖ olmak üzere bölücü örgütlerle mücadele eden binlerce askerimiz, polisimiz ve aziz milletimizin kıymetli fertleri şehit veya gazi olmuşlardır. En değerli varlıklarını vatan uğruna şehit vermiş ailelerimiz ve ömür boyu ailelerine muhtaç durumda bırakılan gazilerimiz ve yakınları, her şeye rağmen “vatan sağ olsun” demişlerdir. Şehitlerimizin ebedî ruhlarını huzura kavuşturmak ve vatanını evladından, vücudundan, sağlığından daha önde tutan bu kahramanlarımıza hak ettikleri saygıyı göstermek, onları onurlandırmak, sosyal güvencelerini sağlamak devlet olarak hem borcumuz hem görevimizdir.

Şehit haberlerinin ardı arkası kesilmemektedir. Hastanelerimizde yaralılarımızın sayısı artmaktadır. İşte tam bugün Gazi Meclise ihtiyaç vardır, haklarını vermemiz gerekmektedir. Kan akıtılarak, can verilerek sahip çıkılan bu topraklarda huzur içerisinde yaşıyorsak bu şehit ve gazilerimizin sayesindedir.

Değerli milletvekilleri, şehitlerimiz nurlanmış, gazilerimiz onurlanmış askerlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir gazi devlet, Türk milletinin de bir gazi millet, çatısı altında bulunduğumuz bu Meclisin de Gazi Meclis olduğunu unutmamamız gerekmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizler “Bu vatan ya aziz Türk milletinin ya da kimsenindir. Türkiye Cumhuriyeti bizimdir, işte bu bilinçle bizler varız, buradayız ve olmaya devam edeceğiz.” demekteyiz. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere tüm kahraman şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum, ailelerine sabır diliyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ARZU ERDEM (Devamla) - Hastanede tedavi olan gazilerimize acil şifalar diliyorum ve görevi başında mücadele eden askerimiz ve emniyet mensubu yiğitlerimizi Allah esirgesin diyorum. Rabb’im, birliğimizi, dirliğimizi daim eylesin.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdem.

Gündem dışı ikinci söz, özelleştirme sonucu mağdur olan işçiler hakkında söz isteyen Tokat Milletvekili Kadim Durmaz’a aittir.

Bu hafta gündem dışı konuşmak kısmetmiş size Kadim Bey.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Tokat Milletvekili Kadim Durmaz’ın, özelleştirme sonucu mağdur olan işçilere ilişkin gündem dışı konuşması

KADİM DURMAZ (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Biliyorsunuz, o gün bir arkadaşımızın özel durumu vardı…

BAŞKAN – Evet, değişiklik olmuştu.

KADİM DURMAZ (Devamla) – Evet.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; Elâzığ, Bitlis, Van ve Diyarbakır illerimizde hain saldırı sonucu yaşamını yitiren şehitlerimize Cenab-ı Hak’tan rahmet, kederli ailelerine ve ulusumuza başsağlığı diliyorum ve yaralılarımıza, gazilerimize de acil şifalar diliyorum.

Değerli arkadaşlar, yıllardır özelleştirileceği konuşulan ilimizin 2 büyük enerji santrali nihayet 5 Eylülde AKP iktidarıyla özelleştiriliyor. Tabii, Tokat, özelleştirme deyince çok şey kaybetti, bunu orada yaşayanlar, orada doyamadığı için doğduğu toprakları terk eden 4/C’liler, çiftçiler, işçiler, çalışanlar, nakliyatçılar bunların acısını sanayi esnafıyla birlikte yüreğinde taşımaktadır.

Değerli arkadaşlar, Almus Santrali, dönemin rahmetli Başbakanı, daha sonra Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in 1969 yılında açtığı Almus Barajı, ülkemiz için ciddi bir elektrik üretim kaynağı, ilimizin de ilk hidroelektrik santraliydi ve daha sonra 1989 yılında yine merhum Turgut Özal Başbakanlığındaki ANAP iktidarının açtığı Köklüce HES santrali, Almus’taki yüksek kottan, 800’den 300’e düşüşünü boruyla sağlayıp dünyanın en az masrafla en çok elektrik üreten Köklüce Hidroelektrik Santrali de o yıl üretime geçmişti. Burada her ikisinde de yüzlerce çalışan ama en önemlisi, en çok göç veren 2 ilçemizden biri olan Almus ve Niksar’da bu santraller buralarda çalışan işçiler ve bununla gelişen yöredeki yan sanayilerle ciddi bir istihdam kaynağıydı ama bu özelleştirmeyle bunu da yöremiz kaybediyor.

Değerli arkadaşlar, Tokat’ta hesapsızca, acımasızca o akarsuların vadileri HES’lerle tahrip edildi. Ne yazık ki o ÇED raporları, yerinde incelemeler yapılmadan, yöre insanının kadirşinaslığı göz önüne alınarak verildi, Tokat da bu noktada doğasından çok şey kaybetti.

Köklüce HES’in özelliği şu değerli yurttaşlarım: 1 metreküp sudan 1 kilovat elektrik üretilebilen çok rantabl bir projesi olan yani çok kazançlı bir hidroelektrik santrali ama gel gör ki AKP iktidarları, ekonomik alanda ülkemizi iyi yönetemedikleri için cumhuriyetin kazanımlarını bir bir satarak günü kurtarmanın telaşı içerisinde bu iki güzide kuruluşu da özelleştiriyorlar ve beraberinde ikisinde yaklaşık olarak 300’ün üzerinde çalışan işçi, memur ve bir hayli taşeron, işsizlikle karşı karşıya kalacak -bir bölümü 4/C’li olup- ciddi anlamda maddi kayıplara yol açılacaktır. Bizler özelleştirmedeki bu çarpıklığın yani tabiri caizse “para basan” bir hidroelektrik santralinin satılmasının ülkemiz açısından hiç de doğru olmadığını söylüyoruz. Bu çarpık özelleştirmelere karşıyız ve oradaki işçilerin mağdur edilmesine gönlümüz rıza göstermemektedir.

Değerli hemşehrilerim, 15 Temmuz akşamı birlikte yaşayıp ortak direniş gösterdiğimiz bu darbe sonrası, ülkede gerçekten ciddi bir birlik ve beraberliğin susamışlığını birlikte yaşadık ama bunun devamının getirilmesi gerekir. Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri, “Peygamber ocağı” olarak bildiğimiz o kurum, ciddi oranda incitildi, eziklik hissetti, demoralize oldu. İşte bu insanları onore etmek bu yüce Mecliste ve Hükûmetin elinde. Hep birlikte, açılacak olan üçüncü köprüye “Mehmetçik Köprüsü” diyelim, o kahraman Silahlı Kuvvetlerimize de bir moral verelim diyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Durmaz.

Gündem dışı üçüncü söz, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ve devam eden terör saldırıları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Serap Yaşar’a aittir.

Buyurun Sayın Yaşar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- İstanbul Milletvekili Serap Yaşar’ın, 15 Temmuz 2016 darbe girişimine ve devam eden terör saldırılarına ilişkin gündem dışı konuşması

SERAP YAŞAR (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 15 Temmuz darbe girişimi ve devam eden terör eylemleriyle ilgili gündem dışı söz almış bulunuyorum. Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Darbe girişimi sonrasında Diyarbakır, Van, Elâzığ, Bitlis’te art arda meydana gelen terör saldırılarında pek çok polis, asker ve sivil vatandaşımız şehit olmuş, pek çoğu da yaralanmıştır. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza hayırlı şifalar diliyorum.

Biliyoruz ki iyi ile kötünün mücadelesi, insanlık tarihi kadar eskidir. 15 Temmuz darbe girişimi de bu mücadelenin bir tezahürü olarak gerçekleştirilmiştir; çok şükür ki Başkomutanımız Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliği, Sayın Başbakanımızın cesareti, aziz milletimizin dirayetli asil direnişi sayesinde amacına ulaşamamıştır. Milletimiz, bu topraklarda defalarca bu mücadelenin ağır örneklerini yaşamış ve yaşamaktadır. Allah’ın izniyle, tarihinde olduğu gibi bugün de bu mücadelede galip gelecektir.

Yakın tarihimizde, hepimiz hatırlarız, 28 Şubat darbesini planlayanlar, büyük bir öz güvenle bu sürecin bin yıl süreceğini ifade etmişlerdi. Çok şükür Allah’a, değil bin yıl, on yıl bile süremedi. Bugün, terör örgütünün planladığı 15 Temmuz darbe girişimi için ne kadarlık bir süreç düşünüldüğünü bilmiyoruz ancak yaşadığımız olaylara bakarsak bir süre daha devam edecek. Terör eylemlerine baktığımızda tek bir kaynaktan yönetildiği görülen kötü hesaplar, faaliyetlerini sürdürmeye de devam etmektedirler.

15 Temmuzda milletimiz, kendi aklı ve ferasetiyle, engin vatan sevgisiyle kimsenin aklına gelmeyecek yöntem ve araçları kullanarak, tanklara, toplara, silahlara karşı cebinde toplu iğne olmaksızın, eşi benzeri görülmemiş bir galibiyet kazanmış ve darbecilerin planlarını boşa çıkarmıştır.

Şehit aileleri ve gazilerimize yaptığım ziyaretler sırasında 2 tane kadın gazimizi özellikle anmak istiyorum; bir tanesi, Vahide Şefkatlioğlu Çapa Tıp Fakültesi Hastanesinde hâlen yoğun bakımda yatmakta, kendisinin bacağı kesilmiş, eşi Mehmet Şefkatlioğlu şehit, kocasının şehit olduğundan haberi yok ve on beş yaşındaki evladı ona hastanede refakat ediyor. Aynı ailede bu, dayanılası bir acı değil açıkçası. Bir diğeri, Türkân Güder kendisi gazi, eşi Ümit Güder şehit, evladı gazi.

Yani, şunu sormak istiyorum: Aslında tek bir ailede yaşanan bu denli ağır acı, dayanılası bir şey midir? Açıkçası biraz hem kendime söylüyorum hem de bize akıl vermeye çalışan muhataplarımıza söylüyorum bunu. Biraz empati yapmalarını istiyorum. Ancak bu görüşmeler sırasında istisnasız her birinin, her gazimizin o gece şehit olabileceklerinin bilinciyle hareket ettiklerini de duydum ve gazilerimiz, şehitliğin bir nasip işi olduğunu, kendilerine nasip olmadığı için üzüntülerini dile getirdiler.

Buradan ifade etmek istiyorum ki şehitlerimiz ve gazilerimiz, vatan savunmasında verdikleri bu mücadeleyle isimlerini insanlık tarihine yazdırmış oldular. Darbeciler ve destekçileri ise nefretle anılacaklardır.

Ülkemiz, göç, terör ve son olarak da darbe girişimi olmak üzere dünyanın başına musallat olan ne kadar tehdit varsa hepsine birden maruz kalan tek ülkedir. Son dönemde batı ülkelerinde yaşanan terör eylemleri başta yöneticileri olmak üzere orada yaşayan tüm halkın dengesini ve ruh sağlığını bozmuştur. Fransa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni askıya aldığını açıklamış, olağanüstü hâli de uzatmıştır. Ancak, Avrupalı dostlarımızdan, darbeye karşı bize net, güçlü destek veren pek olmamıştır. Destekten daha çok, ilk günden itibaren, bize demokrasi dersi vermeye çalışıp, üst perdeden konuşup akıl vermeye çalışmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir. Maruz kaldığı tehlikeyle ölçülü tedbirler alarak mücadele etmek hakkına sahiptir ve bu çerçevede de tedbirlerini alacak, almaya da devam edecektir.

Batı dünyası, darbe girişiminden sonra alınan tedbirlerden endişe duyduklarını söylüyor. Bu tür eleştirilerin amacı, Türkiye’nin yaşadığı olayları hafife almak ve gözden kaçırmaya çalışmaktır. Bizim yaşadıklarımızdan daha çok, demokrasi düşmanlarının durumlarını merak ediyor olmaları ise demokrasiye ne kadar değer verdiklerinin bir göstergesidir.

Vatandaşlarımız, milletimiz, 15 Temmuzda verdiği asil mücadeleyle demokrasi tarihini yeniden yazmıştır. Kitaplarda demokrasinin beşiği olarak Batı’yı adres gösterenlerin, şimdi bir adres değişikliğine gitmeleri gerekecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SERAP YAŞAR (Devamla) – 15 Temmuz sonrasında bu adres Türkiye’dir. Bu başarı milletimizindir.

Aziz milletimizi, Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yaşar.

Sayın milletvekilleri, şimdi, sisteme giren sayın milletvekillerine yerinden bir dakikalık söz vereceğim.

Söz vereceğim sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Sayın Ilıcalı, Sayın Erkek, Sayın Akın, Sayın Kılıç, Sayın Ertem, Sayın Kayışoğlu, Sayın Yıldırım, Sayın Yurdakul, Sayın Arslan, Sayın Zeybek, Sayın Özdemir, Sayın Köse, Sayın Doğan, Sayın Bektaşoğlu, Sayın Çamak. Sayın Özkan, Sayın Göker.

Sayın Ilıcalı, buyurun.

Sayın Ilıcalı problem var, bir dakika…

Teknik bir arıza nedeniyle beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 14.21

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.40

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin İkinci Oturumu açıyorum.

Sisteme giren milletvekillerine yerlerinden söz vereceğim.

Söz sırası gelen sayın milletvekili lütfen sisteme tekrar girsin.

Sayın Ilıcalı, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı’nın, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün hayırlı olmasını dilediğine ve Osman Gazi Köprüsü’nün maliyeti hesaplanırken projenin tamamının bir bütün olarak ele alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Teşekkürler Başkanım.

Önümüzdeki hafta bugün açılışı yapılacak olan Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün ülkemize hayırlı olmasını dilerim. Emeği geçenlere, başta Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız olmak üzere, bürokratına, müteahhidine, işçisine teşekkürlerimi sunarım.

Diğer taraftan Ramazan Bayramı öncesi açılışı yapılarak milletimizin hizmetine sunulan Osman Gazi Köprüsü’nün ülkemiz için ne kadar önemli olduğunu belirtir, köprünün maliyeti hususunda Mecliste gündeme gelen bazı yanlışlıkları düzeltmek isterim.

Söz konusu Osman Gazi Köprüsü 433 kilometrelik Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu Projesi kapsamında yer almaktadır. Bu nedenle söz konusu maliyetleri dikkate alırken projenin tamamının bir bütün olarak göz önüne alınması gerekir. Projenin yapım maliyeti 2009 fiyatlarıyla 6,3 milyar dolar olup finansman maliyetiyle birlikte 8 milyar doları bulmaktadır.

Yatırımcı açısından en avantajlı kesim proje içerisinde yer alan köprüdür. Otoyol kısmında ödenecek rakam ise otomobil eş değeri cinsinden kilometre başına 5 senttir. Bu nedenle köprü maliyetinin geri ödeme süresi bir buçuk yıl değil on yılın çok üzerindedir.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ilıcalı.

Sayın Erkek…

2.- Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek’in, Kurban Bayramı’nda emeklilere birer maaş ikramiye verilmesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Olağanüstü hâl sürecinde, terör ve şiddetin çok tırmandığı bir süreçte, kanun hükmünde kararnamelerle yönetildiğimiz bir süreçte biz Meclisin çalışması gerektiğini düşünüyoruz ama sanıyorum ki bugün, bu dönemin son gününü hep birlikte tamamlayacağız. Ve önümüzde önemli bir bayramımız var, dinî bir bayramımız, Kurban Bayramı’mız. 15 Temmuzdan sonra Mecliste oluşan iradeyi, uzlaşmayı gelin bu son günde, hep birlikte, dört parti grubu olarak bu bayramda emeklilerimize birer maaş ikramiye vererek taçlandıralım. Meclis isterse her şeye muktedirdir. Meclis iradesiyle yapalım bunu; Meclis bu kararı alsın, Bakanlar Kurulumuz da bu dinî bayramda, bu Kurban Bayramı’nda çok ihtiyacı olan emeklilerimize -ki torunlarına harçlık veremeyen emeklilerimiz var- birer maaş ikramiye versin. Emeklilerimize hakkaniyetle davranmak zorundayız, saygıyla davranmak zorundayız, onlara verdiğimiz sözleri tutmak zorundayız. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim elimiz bu konuda havada.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Akın…

3.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın’ın, terörün bir an önce bitmesi için Hükûmete hukuk içerisinde yapılacaklar için destek olacaklarına, Balıkesir’in teröre en çok şehit veren illerden biri olduğuna ve şehitlere Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

AHMET AKIN (Balıkesir) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Maalesef her gün ülkemizin her yerinden patlama ya da terör saldırıları haberleri alıyoruz. Ülkemiz terörden çok çekti, bir an önce terörün bitmesi, ülkemize huzur gelmesi için biz Hükûmete hukuk içerisinde yapılacaklar için destek olacağımızı her seferinde ifade ettik, önerilerimizi ilettik. Dış politikada yapılan yanlışların ülkemizde terörün azmasına yol açacağını ısrarla söyledik.

Balıkesir de en çok teröre şehit veren illerimizden bir tanesi. Kardeşlerimiz Ömer Faruk Bol, Tuncay Küssen, Sercan Özkul, Mustafa Serin, Turgut Solak, Engin Balcı, Ramazan Konuş, Servet Ildız, Özcan Mutlu, Aycan Özdil, Atilla Kaya, Gökhan Bakır, Mehmet Kutlu, Hasan Talay, Ahmet Semerci ve daha niceleri… Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

Ayrıca, bugün Sındırgı ilçemizin Dedeler Mahallesi’nde yine şehidimiz Mesut Demir’in cenazesi var. Ben burada olduğum için katılamıyorum. Bütün hemşehrilerime başsağlığı diliyorum. Vatanımızın, milletimizin başı sağ olsun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Kılıç…

4.- Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç’ın, Anadolu’nun fethinin sonuçları itibarıyla tarihimizin en önemli olaylarının başında geldiğine ve Anadolu’nun kapılarını açan şehit ve gazilere Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

İMRAN KILIÇ (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim.

Ağustos ayı tarihimizde zaferlerle dolu bir aydır. Bizans’a bağlı surlarıyla meşhur Ani Kalesi’yle Kars ve çevresi Sultan Alparslan tarafından 1064 yılı Ağustos ayında fethedildi. Anadolu’nun fethi, sonuçları itibarıyla tarihimizin en önemli olaylarının başında gelir. Bu fetihle milletimiz ebedî bir vatana kavuşmuş ve bu vatan toprakları üzerinde Anadolu Selçukluları, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Ecdadımız, Anadolu’ya, 4’üncü yüzyıldan başlayarak fasılalarla 11’inci yüzyıla kadar sürecek akınlarda bulunmuşlardı. Anadolu’nun kapılarını bizlere açan ecdadımıza, şehit ve gazilerimize Allah’tan rahmet diliyor, bize emanet edilen Anadolu topraklarında, iman ve sadakatle, birlik ve dirlik içinde şerefle yaşamayı nasip etmesini niyaz ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

VI.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, 30 Ağustos Zafer Bayramı’na ve Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşlarını rahmetle andığına ilişkin konuşması

BAŞKAN - Ağustos ayında aynı zamanda 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlayacağız. Bize bugünkü cumhuriyeti hediye eden Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını da rahmetle analım. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Ertem…

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- Hatay Milletvekili Birol Ertem’in, işe ihtiyacı olan insanların istihdamında siyasi tercihlerin kriter olmaması gerektiğine ve ayrımcılık yapan yetkilileri sorumlu davranmaya ve adil olmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması

BİROL ERTEM (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

İşsizlere istihdam amacıyla kurulan İŞKUR aracılığıyla üç, altı, dokuz ay çalıştırılmak üzere işçi alımı yapılmaktadır. Bu kişilerin işe alımında yetkili olan vali ve kaymakamlar, AKP il başkanı ve ilçe başkanı gibi davranarak takdir haklarını AKP’ye üye olan kişilerden yana kullanmaktadırlar. Bizler ekmeğe ve işe ihtiyacı olan insanların istihdamında siyasi tercihlerinin kriter olmaması gerektiğini düşünüyoruz. AKP’ye oy vermeyen fakat işe muhtaç insanlarımızın suçu nedir? Halkımıza yapılan bu haksızlığı vicdanlarınıza nasıl sığdırıyorsunuz?

Bu vesileyle, Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetimizde demokrasiden uzak bir şekilde insan ayrımcılığı yapan yetkilileri sorumlu davranmaya ve adil olmaya davet ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Kayışoğlu…

6.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, 411 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 75’inci maddesiyle ilgili kamuoyu vicdanının rahatsız olduğuna ve çevreyle ilgili denetimleri devre dışı bırakan bu maddenin tekriri müzakereyle yeniden ele alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ediyorum.

İktidar, “toplumsal uzlaşı” diye diye demokrasi kanallarını tıkayıp bildiğini okumaya devam ediyor. Eğitimde dönüşüm hız kesmeden sürüyor. Bakanlar Kuruluna kanunlarüstü yetkiler veriliyor, çevreye darbe yapılıyor. Üniversitelerde seçim kaos sebebi olarak görülüyor. Paralel hazine yasası getiriliyor. Velhasıl, özellikle torba yasalarda ölüm gösterilip sıtmaya razı etme politikası uygulanıyor.

Darbelerden darbe beğenmek zorunda kaldığımız bugünlerde, bizler de muhalefet olarak bir daha kandırılmamanız için tarihsel görevimizi yerine getirmek zorunda hissediyoruz. Bu nedenle, 411 sayılı Yasa Tasarısı’nın dün akşam geçen 75’inci maddesiyle ilgili kamuoyu vicdanının rahatsız olduğunu hatırlatmak istiyorum. Geleceğimize, doğamıza, çevremize sahip çıkmak adına çevreyle ilgili denetimleri devre dışı bırakan bu maddenin tekririmüzakereyle yeniden ele alınıp tasarıdan çıkarılmasını talep ediyorum.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Sayın Yıldırım…

7.- Adıyaman Milletvekili Behçet Yıldırım’ın, Adıyaman merkezde ve Havşeri suyunun getirildiği Bulam beldesinde çok ciddi su sorunu yaşandığına ilişkin açıklaması

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Teşekkürler Başkanım.

Bulam’dan Adıyaman’a getirilen Havşeri Suyu Projesi için kimi yetkililer elli yıllık, kimileri iki yüz yıllık su sorununu çözdüklerini söylemişlerdi. Kasım 2011 tarihinde Adıyaman’da yapımı tamamlanan Havşeri İçme Suyu Projesi, o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan tarafından toplu açılış töreniyle hizmete açılmıştı. Açılışta AKP milletvekilleri, bu projeye “Adıyaman ölçeklerinde çılgın projedir.” demişlerdi. AKP Hükûmetine sesleniyorum: Bu kadar çılgınlık yeter, biraz gerçekçi olalım artık. Bu yaz sıcaklarında Adıyaman halkı evlerinde içecek su bile bulamıyor. Günde on iki saat su kesintisi yaşanıyor. Şu an hem Adıyaman merkezde hem de Havşeri suyunun getirildiği Bulam beldesinde çok ciddi su sorunu yaşanmaktadır. “Elli yıllık su sorununu çözdük.” dediğiniz proje beş yılı bile bulmadı. Çok iddialı konuşan o yetkilileri bir an önce bu su sorununu çözmeye davet ediyorum. Üç tarafı suyla çevrili Adıyaman’ın, bırakın sulu tarım yapmayı, içme suyu sıkıntısı yaşaması kabul edilecek bir şey değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yurdakul…

8.- Antalya Milletvekili Ahmet Selim Yurdakul’un, yeni atanacak sağlık personeli sayısının artırılmasını, sağlık çalışanlarının yıpranma payı ve döner sermaye ödeneklerinin emekliliğe yansıtılmasını talep ettiğine ve aile hekimlerinden istenen ek işlerle ilgili kendileriyle istaşare edilmesinin doğru olacağına ilişkin açıklaması

AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) – Sayın Sağlık Bakanı Recep Akdağ ve Maliye Bakanı Naci Ağbal’dan tüm sağlık çalışanları ve 350 bin yardımcı sağlık personeli adına Milliyetçi Hareket Partisi olarak bir istirhamımız olacak.

Birincisi: Dün gece yarısı kabul edilen tasarıyla yeni atanacak sağlık personeli sayısının 22 bin değil, Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz önergedeki şekilde en az 66 bin olması yönünde bayram öncesi, 2016 yılı Ekim ayı Kamu Personeli Seçme Sınavı öncesi ehliyetli ve liyakatli bu sağlık çalışanlarına bir müjde verilmesidir.

İkincisi: Tüm sağlık çalışanlarına yıllardır, özellikle seçim zamanı söz verilen yıpranma payı ve döner sermayelerinin emekliliğe yansıması sözlerinin yerine getirilmesidir.

Üçüncüsü ise: İster nöbet hizmeti ister devir hizmeti gibi tüm ek işleri aile hekimlerimizin yapmasını istemeden önce aile hekimlerimizle istişare ederek, onların fikir ve önerilerini alarak hareket etmenin en doğru yaklaşım olacağını Sayın Sağlık Bakanına ve Sayın Maliye Bakanı Naci Ağbal’a iletilmesini istiyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Arslan…

9.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, hakkında uzaklaştırma, gözaltı ve tutuklama süreci başlatılan akademisyenlerden boşalan kadrolar nedeniyle eğitimin aksaması tehlikesi olduğuna ve eğitim ve öğretimin aksamaması için ne tür tedbirler düşünüldüğünü öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sayın Başbakana soruyorum: Yeni akademik ve eğitim yılının başlamasına kısa süre kala hakkında uzaklaştırma, gözaltı ve tutuklama süreci başlatılan akademisyenlerden boş kalan görevler eğitimin aksamasına yol açma tehlikesini taşımaktadır. Türkiye çapında kapatılan üniversitelerde açığa alınan, işine son verilen, tutuklanan öğretim görevlisi ve öğretim üyesinin sayısı nedir? Açığa alınan ve tutuklanan öğretmen sayısı nedir? Türkiye genelinde kapatılmayan üniversiteler içinde kaç akademisyen hakkında soruşturma başlatılmış, kaçı görevden uzaklaştırılmış, kaçı hakkında gözaltı kararı verilmiştir? Bununla ilgili olarak, eğitim ve öğretimin aksamaması için ne tür tedbirler almayı düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Zeybek…

10.- Samsun Milletvekili Kemal Zeybek’in, Toprak Mahsulleri Ofisinin alım yapmaması nedeniyle çiftçilerin yaşadığı sorunlara ve ayçiçeği alımlarının desteklenmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

KEMAL ZEYBEK (Samsun) – Ülkemizde tarım üreticileri, çok çalışan, emek gücü oranında kazanamayan çiftçimiz, köylümüz, Toprak Mahsulleri Ofisinin alım yapmaması nedeniyle, buğday, mısır, arpa ve diğer ürünlerde mağdur edilmiştir. Ayçiçeği hasadı başlamıştır. Üç yıl önce serbest piyasada 1.600 TL’den işlem gören 1 ton ayçiçeği, bugünlerde 1.300-1.400 TL arasında işlem görmektedir. Tarım Bakanlığı birliklere destek vermelidir. 1 ton ayçiçeği 1.700 TL’nin altında işlem gördüğünde çiftçimiz mağdur olmaktadır. KARADENİZBİRLİK’e destek verilerek, Samsun, Bafra, Alaçam, Vezirköprü, Havza, Ladik, Kavak ilçelerimizdeki çiftçilerimizin en büyük geçim kaynağı olan ayçiçeğinin alımları desteklenmelidir. Tarım ürünlerinin desteklenmesi ülkemizin İstanbul’da ve ekonomide güçlenmesi demektir.

Saygılarımı sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Özdemir…

11.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, eğitim sisteminde yaşanan mevcut sorunların çözülmediğine ve yeni sorunların eklendiğine ilişkin açıklaması

SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yeni eğitim öğretim yılına girmemize çok az bir süre kala eğitim sistemimizdeki mevcut sorunlar çözülemediği gibi, üzerine yeni sorunlar eklenmiştir. İşte, kapatılan üniversitelerdeki öğrencilerin sorunları, yeni yerleşen öğrencilerin yurt (barınma) sorunları, yerleşemeyen öğrenciler ve en önemlisi TEOG sınavları sonrasında bir okula yerleştirilemeyen öğrenciler zorunlu olarak imam-hatip okullarına yönlendirilmektedir. 12 Eylül darbesi sonrası uygulamaya konulan zorunlu din derslerine ek olarak bu iktidar dönemlerinde zorunlu imam-hatip okulları uygulaması da hayata geçmiştir. AKP’li dönemlerde iyice kronikleşen eğitim sorunlarımızın hiçbir zaman çözülemeyeceği ve eğitimdeki bu kurumsal çöküşten kurtulamayacağımız gün gibi ortadadır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Doğan…

12.- İzmir Milletvekili Müslüm Doğan’ın, İstanbul Garip Dede Cemevi Dergâhına yapılan silahlı saldırıyla ilgili İçişleri Bakanından bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması

MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) – Sayın Başkan, İstanbul Garip Dede Cemevi Dergâhı’na silahlı bir saldırı gerçekleşti birkaç gün önce. Tamamen Alevi-Sünni çatışması yaratma çabası olan bu saldırı hakkında çok geniş bir araştırmanın yapılması ve saldırgan ya da saldırganların tespit edilip edilmediği, bu konuda çalışmanın hangi aşamada olduğu hususunun cevaplandırılması gerekmektedir. Konu son derece önemlidir. Sayın İçişleri Bakanının cevaplandırmasını talep ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bektaşoğlu…

13.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, belediyelerin halk otobüsü taşımacılığı hizmetlerini devrettiği şirketlerin gazi, şehit yakını, engelli ve yaşlı yurttaşların ücretsiz taşınmasına yönelik anlaşma yapmadıklarına ilişkin açıklaması

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Belediyeler halk otobüsü taşımacılığından vazgeçtikleri veya bu hizmetleri devrettiği şirketlerle gazi, şehit yakını, engelli ve yaşlı yurttaşlarımızın ücretsiz taşınmasına yönelik anlaşma yapmadıkları için Türkiye’nin çeşitli il ve ilçelerinden şikâyetler alıyoruz. Örneğin, Giresun’un Bulancak ilçesi belediyesi de resmî aracını servisten kaldırarak taşımacılık hizmetlerini tek taraflı olarak iptal ettiğini açıkladı. İlçede yaşayan, oğlunun da kendisi gibi engelli raporu olan Cemil Meyveci isimli yurttaşımız yasa ve yönetmeliğe rağmen belediyenin bu hizmetinden yararlanamadıklarını ifade etmektedir. Valiliğe ve ilgili birimlere yazdığı dilekçelerin örnekleri vardır. Bununla ilgili olarak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, İçişleri Bakanlığının, belediyelere görevlerini hatırlatan bir genelge göndermelerini talep etmekteyiz. Yasalarla tanımlanmış ücretsiz seyahat hakkının kullanımını kimsenin kaldırmaya hakkı yoktur. Bu yurttaşlarımızı sosyal devletin güvencesi altına almak ve mağduriyetlerini önlemek temel görevlerimizden birisidir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Çamak…

14.- Mersin Milletvekili Hüseyin Çamak’ın, terör sorununun silahla çözülemeyeceğine, başka ülkelerdeki sorunların çözülmesine öncülük edenlerin kendi ülkeleri için de aynı iradeyi göstermesi gerektiğine ilişkin açıklaması

HÜSEYİN ÇAMAK (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Van, Elâzığ ve Bitlis’teki terör saldırılarında verdiğimiz şehitlerin acısı yine yüreklerimizi dağladı. Fakat bu sorunun kaynağı irdelenmedikçe hep bir yerlerden kara haberler gelecek gibi. Bu kronik sorunun silahla çözülemeyeceği, İspanya, İrlanda, Kolombiya, Filipinler gibi birçok ülkede görülmüştür. Birkaç yıl önce Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Sayın Ahmet Davutoğlu’nun ara bulucu olmasıyla, Diplomat Haydar Berk’in Birleşmiş Milletler nezdinde başkanlığını yürüttüğü bir süreçte, Filipinler’deki Moro İslam Kurtuluş Cephesi adlı bir terör örgütü silah bırakma kararı aldı. Bu sayede Filipinler’deki sorun büyük ölçüde çözüldü. Başka ülkelerdeki sorunların çözülmesine öncülük edenler kendi ülkeleri için aynı iradeyi neden gösteremiyor?

Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Özkan? Yok.

Sayın Göker…

15.- Burdur Milletvekili Mehmet Göker’in, Burdur’da birim amirlerinin inisiyatifi doğrultusunda açığa alınan devlet memurlarının soruşturmalarının tamamlanarak bir an önce görevlerine iadesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

MEHMET GÖKER (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; OHAL kararnamesiyle seçim bölgem Burdur’da birim amirlerinin inisiyatifi doğrultusunda açığa alınan EĞİTİM-İŞ’ten 7 öğretmenim, EĞİTİM-SEN’den 4 öğretmenim ve kayıtlı öğretmenlerimiz ile bankaya para yatırdığı veya çocuğunu özel okula gönderdiği için açığa alınan devlet memurlarının soruşturmalarının tamamlanarak bir an önce görevlerine iadesini talep ediyorum. Bu şahıslar için, bırakın suçlu olmayı, suçlanması bile kabul edilebilir bir durum değildir.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Aslında sayımız doldu ama bir tek sayın milletvekili kaldı, ona da söz vereceğim.

Sayın Tuncer…

16.- Amasya Milletvekili Mustafa Tuncer’in, yaşanan süreçte suçlu-suçsuz ayrımının çok titiz yapılmasını ve gerçekten suçsuz olanların mağdur edilmemesini, bir an önce Amasya çevre yolunun yapımına başlanmasını ve Mecitözü Kaşvağı ile Çorum-Mecitözü Kavşağı arasındaki 50 kilometrelik yolun yapılmasını talep ettiğine ilişkin açıklaması

MUSTAFA TUNCER (Amasya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, ülkemiz darbe girişiminden başarıyla çıkmıştır. Öncelikle bu süreçte de suçlu-suçsuz ayrımının çok titiz, kuyumcu terazisi hassaslığında yapılmasını ve gerçekten suçsuz olanların mağdur edilmemesini talep ediyorum.

Yine, Amasya çevre yoluyla ilgili çalışmaların başlayacağı söylenmesine rağmen, aradan on bir-on iki yıl geçmesine rağmen bugüne kadar hiçbir çalışma yapılmamaktadır. Bu Amasya trafiğini ve Amasya halkını çok mağdur etmektedir. Bir an önce Amasya çevre yolunun yapımına başlanmasını ilgililerden talep ediyorum.

Yine, Amasya-Çorum arasındaki Mecitözü Kavşağı ile Çorum-Mecitözü Kavşağı arasındaki 50 kilometrelik alan hâlen duble yol yapılmamıştır ve birçok kişi mağdur olmakta, trafik kazalarına sebep olmaktadır. Bu duble yol çalışmasında, verilen sözlerin tutulmasını…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tuncer.

Şimdi, talepte bulunan grup başkan vekillerine söz vereceğim.

Sayın Akçay, buyurun.

17.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Hükûmetin FETÖ’yle mücadelede iktidar partisi-cemaat kavgası gibi bir görüntü vermekten özenle kaçınması ve FETÖ’yle mücadelenin dün, bugün ve yarın perspektifiyle ele alınarak gerçekleştirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Başbakan Sayın Binali Yıldırım, 13 Ağustosta yaptığı bir konuşmada, FETÖ soruşturmasına ilişkin olarak “Burada ölçüyü 1973’ten beri alamayız, bizim için ölçü 17-25 Aralık sonrasıdır.” demiştir. Sayın Başbakanın bu ifadesi en başta, dün, bugün ve yarın perspektifiyle hareket edilmesi gereğini göz ardı etmektedir. Çünkü bu FETÖ hadisesinin mutlaka bir dünü, bugünü vardır ve yarını da olacaktır. Başlangıç noktasını 17-25 Aralık 2013 olarak belirlemek öncelikle mücadeleyi kişiselleştirir, yaşananları bir AKP-cemaat kavgasına indirger. Oysa biz, kişilerle mücadele ederken terör örgütünün devlet kadrolarına yerleşmesine imkân veren anlayışla da mücadele edilmesi gerektiğini görüyoruz. Ölçüyü 17-25 Aralık olarak kabul ederseniz, terör örgütü FETÖ’nün askerî kadrolara yerleşmesine imkân veren Ergenekon, Balyoz ve değişik kumpas davalarını ne yapacağız? Bunları unutmak mümkün değil. 17-25 Aralıktan önce olduğu için terör örgütünün bu faaliyetlerini göz ardı etmek anlamına gelir ki, bu da FETÖ’yle mücadeleyi yarım bırakır. Hükûmet bu konuda bir samimiyet testinden, sınavından geçmektedir.

Terör örgütüyle mücadelede bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak her türlü gayreti göstereceğiz ve desteği de vereceğiz. Özellikle, 15 Temmuz akşamından itibaren kararlı, onurlu ve samimi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika daha ek süre veriyorum Sayın Akçay.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - …tutumları ve atmosferi hepimiz biliyoruz ve bütün milletimiz de bu atmosferden dolayı çok büyük bir beklenti içerisindedir. Hükûmet, FETÖ’yle mücadelede iktidar partisi-cemaat kavgası gibi bir görüntü vermekten özenle kaçınmalıdır. Bu mücadele millî birlik ve beraberlik, demokrasi, hukuk ve bağımsızlık mücadelesidir ve altını çizerek tekrar belirtiyorum ki FETÖ’yle mücadele kesinlikle dün, bugün ve yarın perspektifiyle ele alınarak gerçekleştirilmelidir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akçay.

Sayın Özel…

18.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, OHAL kapsamında yayınlanan kanun hükmünde kararnamelerle Türkiye’de pek çok şirkete el konularak kayyum atandığına, bu kayyumların o şirketin işlevini nasıl sürdürdüğüne dikkat edilmesi gerektiğine ve Manisa’da üzüm üreticilerinin sorunlarına ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra yayınlanan kanun hükmünde kararnamelerle OHAL kapsamında Türkiye’de pek çok şirkete el konuldu, kayyum atandı. Bu kararların, bu FETÖ terör örgütünün ekonomik gücünü ortadan kaldırmak için olumlu kararlar olduğu konusunda kamuoyunda da bir yaklaşım var ancak bunu yaparken çok dikkatli davranmak gerekiyor iki yönden: Bir, Atanan kayyumlara çok dikkat etmek gerekiyor ve bu kayyumların o şirketin işlevini nasıl sürdürdüğüne de dikkat etmek gerekiyor. Örneğin, Manisa Turgutlu’da Lidya Konserveciliğe el konuldu. Lidya Konserveciliğin kayyumu şirketin bankalara olan borçlarını ödeyeceğini ama vatandaşa olan borçlarını ödeyemeyeceğini söylüyor bu aşamada ve Manisa’nın Selendi, Gördes, Demirci, Turgutlu, Ahmetli başta olmak üzere, tüm ilçelerinden almış oldukları tarım ürünlerinin, salatalığın, domatesin, biberin paralarını çiftçiye ödemiyorlar ve çiftçi, bu örgütün, bu darbe girişiminin mağduru olduğu hâlde şu an cezasını çekiyor. Kayyumun öncelikle bireysel çiftçinin alacaklarını ödemesi gerekiyor. Bu konuda Manisa’da, ilçelerimizde büyük bir infial var.

Bir diğer husus da yine, Manisa’da çiftçinin üzümle ilgili sıkıntısıdır. Üzüm, bizim temel geçim kaynağımız. Hatalı tarım politikaları, dış politikadaki Suriye pazarını kapatan gelişmeler, Rus uçağının düşürülmesiyle Rus pazarında, kalıntı kriziyle Avrupa Birliğinde yaşananlarla geçen sene 6 bin, 6.500 lira olan üzümün tonu, bugün 2.500 liradan alıcı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika daha ek süre veriyorum Sayın Özel.

Buyurun.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ederim.

Rus pazarının, Suriye pazarının, Avrupa Birliği pazarının yaşadığı ciddi sıkıntılarla bugün gelinen noktada geçen sene tonu 6 bin liraya satılan üzüm, 2.500-3 bin liraya alıcı bulamıyor. Bankaların faiz kıskacındaki üzüm üreticileri de çok ciddi sıkıntılar çekiyorlar.

Genel Kurul vasıtasıyla, Hükûmetin bu konuda dikkatini çekmek istiyoruz. Çok ciddi tedbirler alınmazsa hem üzüm üreticimiz hem de kayyuma mal veren çiftçilerimizin mağduriyeti Manisa’da gerçekten köylülerimizi, çiftçilerimizi mahvediyor. Bu konuda Hükûmeti duyarlı davranmaya davet ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özel.

Gündeme geçiyoruz…

SELMA IRMAK (Hakkâri) – Sayın Başkan, söz talebimiz vardı.

BAŞKAN – Peki. Sayın Irmak, görmedim sizi.

Grup başkan vekilinizi temsilen, buyurun.

İki dakika söz veriyorum.

19.- Hakkâri Milletvekili Selma Irmak’ın, darbe girişiminden sonra alınan güvenlik tedbirlerinin en fazla hissedildiği alanların cezaevleri olduğuna, cezaevlerinde işkence görüldüğüne dair çok ciddi iddiaların olduğuna ve bu konuda tedbir alınması gerektiğine, hasta tutukluların durumuna ilişkin açıklaması

SELMA IRMAK (Hakkâri) – Sayın Başkan, özellikle darbe sürecinden, darbe girişimi sürecinden sonra ülkede kimi güvenlik tedbirleri alındı, bunları hissetmek mümkün ancak bu darbe girişiminden sonraki alınan güvenlik tedbirlerinin en fazla hissedildiği alanlar cezaevleri oldu. Cezaevleri bir ülkenin aynasıdır, burada yaşananlar ülkenin gerçek durumunu ve hâlini ortaya koyar.

Sayın Başkan, günlerdir devam eden şikâyetler alıyoruz. Özellikle, cezaevinden cezaevine sürgünler ve sürgünler esnasında uygulanan muamele 12 Eylül cuntasını aratmaz düzeydedir. Bilirsiniz, Türkiye, kendini 12 Eylülde cezaevlerinde yaşanan vahşetle adlandırır ve o vahşetin Türkiye’ye neler kaybettirdiğinden söz eder, bahseder ve hepimiz buna katılırız. Şimdi, aynı minvalde şeylerin yaşandığını söylemek mümkündür. Sincan 2 no. lu F Tipinden Tekirdağ 2 no.lu F Tipine gönderilen 58 kişiyle ilgili, işkence gördüklerine dair ciddi iddialar var. Bu iddialar -iddia sahipleri de- Tutuklu Hükümlü Aileleri Dayanışma Dernekleri Federasyonundan bize ulaşan bilgidir.

Sayın Başkan, yine aynı cezaevlerinde her gün, dayak dâhil, sistematik işkencenin görüldüğüne dair çok ciddi iddialar var ve bu iddialar her geçen gün biraz daha artmaktadır. Bu konuda gereken tedbirler alınmaz ise burada yeni bir vahşet, yeni bir trajedinin yaşanması mümkündür. Cezaevleri görünmez kuyularıdır toplumun ve burada neler yaşandığını hiç kimse bilmez. Ben de cezaevinde kalan birisi olarak bunu söyleyebilirim; sesi duyulmaz, sesini buradan duyurmak en önemli araç hâline gelmiştir maalesef. Bunun için gereken tedbirlerin derhâl alınması gerekiyor.

Bir başka önemli konu ise hasta tutuklular meselesidir. Hasta tutuklular meselesi bu ülkenin gündemini sürekli meşgul etmiştir. “Hasta” dediğimiz de geçici şifahi hastalıklar değil, ölümcül artık yani ömrü birkaç ay kalmış olan hastalardır. Bunların geri kalan yaşamlarını dışarıda aileleriyle birlikte geçirmeleri ve en azından rahat bir ölüm gerçekleştirmeleri talep edilmektedir, bunun ötesi değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika daha ek süre veriyorum Sayın Irmak.

Buyurun.

SELMA IRMAK (Hakkâri) – Bununla ilgili de Mehmet Nur Çelebi arkadaşımızın hastalığının artık daha ileri bir safhaya taşındığı ve neredeyse ölüm döşeğinde olduğu bildirildi bize. Bu konuda da gerekli tedbirlerin alınması gerekiyor. Hasta tutukluların serbest bırakılmasının güvenlik tedbirleriyle engellenmesi bizce toplumun vicdanını yaralayan bir durumdur. Bunun bir an önce değerlendirilmesi ve hasta tutukluların serbest bırakılması, geri kalan hastaların da tedavi imkânlarının oluşturulması gerekiyor. Sibel Çapraz bunlardan birisidir, bağırsakları dışarıda yaşamak zorunda kalıyor ve tutukluluğu devam ediyor maalesef.

Bunlar da gündemimizi meşgul eden ve bizim şu anda sorumluluk alanımızda olan konulardır. Bunlara derhâl cevap verilmesi gerekmektedir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Irmak.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ve 25 milletvekilinin, geri gönderme merkezlerinin durumunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/306)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'de Adana, Antalya, Aydın, Bursa, Çanakkale, Edirne, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Kırıkkale, Kırklareli, Tekirdağ ve Van illerinde geri gönderme merkezleri bulunmaktadır. Bu merkezlerle ilgili birçok sivil toplum kuruluşu raporlar hazırlamış, yaşanan insan hakları ihlallerini ve fiziki eksiklikleri ortaya koymuşlardır. Türkiye İnsan Hakları Kurumunun hazırladığı raporda da geri gönderme merkezlerinde asgari insan hakları standartlarının dahi yerine getirilmediği belirtilmiştir.

2014 yılında Türkiye'ye girmeye çalışırken Iğdır’da yakalanan 17 yaşındaki Afgan kökenli Lütfullah Tacik vakası da geri gönderme merkezleriyle ilgili sorunları gözler önüne sermiştir. Lütfullah Tacik yakalanmasının ardından Van Geri Gönderme Merkezi’ne gönderilmiş, buradan sağlık kontrollerinin yapılması için sevk aldıktan sonra hastanede yaşamını yitirmesi üzerine geri gönderme merkezinde darbedildiği iddiaları medyada yer almıştı.

Uluslararası Af Örgütünün Türkiye ile Avrupa Birliği arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşması sonrasında 16 Aralık 2015'te yayınladığı "Avrupa'nın Bekçisi" başlıklı raporunda da Türkiye'nin ülkemizde bulunan mülteci ve sığınmacıları keyfî olarak alıkoyduğu belirtilmiştir. Söz konusu raporda, Türkiye'nin eylül ayından bu yana batı sınırlarında yakaladığı yüzlerce mülteci ve sığınmacıyı güney ve doğu illerinde kurulan merkezlere sevk ettiği, bu kamplara yerleştirilen kişilerin zorla tutuldukları, bazı mülteci ve sığınmacıların günlerce kelepçelendiği, darbedildiği ve Türkçe bilmemelerine rağmen Türkçe birtakım kâğıtların zorla imzalattırıldığının tespit edildiği belirtilmiştir.

Türkiye'nin, Suriye'den yaklaşık 2,2 milyon kayıtlı geçici koruma altındaki mülteci ve diğer ülkelerden gelen yaklaşık 300 bin sığınmacı ve mülteciyle dünyada en büyük mülteci nüfusuna sahiplik yapan ülke konumunda olduğu belirtilen raporda, bu yılın eylül ayına kadar Türkiye'deki mültecilerin ve sığınmacıların karşılaştığı başlıca insan hakları sorunlarına yasa dışı alıkonulma ve sınır dışı uygulamalarının dâhil olmadığı, bu durumun yeni geliştiği belirtilmektedir. Raporda, Avrupa Birliğinden alınacak 3 milyar avronun yasa dışı alıkonulma ve geri gönderme programını fonlamak için kullanılacağı iddia edilmektedir. Bahsedilen merkezlerde zorla alıkonulan sığınmacı ve mültecilerin aileleri ve avukatları dâhil dış dünyayla iletişim kurmalarının engellendiği, iletişimi yetkililerden sakladıkları telefonlarla sağlayabildikleri, birçok fiziksel istismar ve kötü muamele vakasının yaşandığı, bazı mülteci ve sığınmacıların bir haftaya yakın tecrit altında ve kelepçeli şekilde tutulduğu iddia edilmektedir.

Tüm bu nedenlerle, geri gönderme merkezlerinin durumunun incelenmesi ve yaşanan hak ihlallerinin tespit edilerek gerekli çalışmaların yapılması amacıyla Anayasa’nın 98’inci, TBMM İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

1) Veli Ağbaba                                                         (Malatya)

2) Özcan Purçu                                                         (İzmir)

3) Hüseyin Çamak                                                    (Mersin)

4) Mehmet Gökdağ                             (Gaziantep)

5) Kadim Durmaz                                                      (Tokat)

6) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

7) Şenal Sarıhan                                                      (Ankara)

8) Mahmut Tanal                                                      (İstanbul)

9) Haydar Akar                                                         (Kocaeli)

10) Aydın Uslupehlivan                                             (Adana)

11) Çetin Osman Budak                                            (Antalya)

12) Ahmet Akın                                                         (Balıkesir)

13) Namık Havutça                             (Balıkesir)

14) Onursal Adıgüzel                         (İstanbul)

15) Erkan Aydın                                                        (Bursa)

16) Ceyhun İrgil                                                       (Bursa)

17) Lale Karabıyık                                                    (Bursa)

18) Kazım Arslan                                                      (Denizli)

19) Orhan Sarıbal                                                     (Bursa)

20) Tur Yıldız Biçer                            (Manisa)

21) Melike Basmacı                            (Denizli)

22) Hayati Tekin                                                       (Samsun)

23) Ömer Fethi Gürer                         (Niğde)

24) Bülent Yener Bektaşoğlu                                     (Giresun)

25) Vecdi Gündoğdu                           (Kırklareli)

26) Erdin Bircan                                                       (Edirne)

 

2.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 26 milletvekilinin, TRT tarafından düzenlenen bir sınavda yaşanan ihmallerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/307)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu tarafından düzenlenen Türk sanat müziği, Türk halk müziği, çok sesli müzik, “tonmayster”, stajyer sanatçı sınavı üzerindeki şaibeler kuruma olan güveni sarsmaktadır. TRT tarafından düzenlenen ve yüzlerce adayın başvurduğu bir sınavda yaşanan ihmallerin, sınavı kazananlar üzerinde oluşan şaibenin araştırılması amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederim.

1) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

2) Veli Ağbaba                                                         (Malatya)

3) Özcan Purçu                                                         (İzmir)

4) Çetin Osman Budak                        (Antalya)

5) Aydın Uslupehlivan                        (Adana)

6) Ahmet Akın                                                          (Balıkesir)

7) Erkan Aydın                                                         (Bursa)

8) Nurhayat Altaca Kayışoğlu                                    (Bursa)

9) Şenal Sarıhan                                                      (Ankara)

10) Kazım Arslan                                                      (Denizli)

11) Mahmut Tanal                                                     (İstanbul)

12) Vecdi Gündoğdu                           (Kırklareli)

13) Kadim Durmaz                                                    (Tokat)

14) Haydar Akar                                                       (Kocaeli)

15) Onursal Adıgüzel                         (İstanbul)

16) Lale Karabıyık                                                    (Bursa)

17) Devrim Kök                                                        (Antalya)

18) Ceyhun İrgil                                                       (Bursa)

19) Tur Yıldız Biçer                            (Manisa)

20) Orhan Sarıbal                                                     (Bursa)

21) Melike Basmacı                            (Denizli)

22) Hayati Tekin                                                       (Samsun)

23) Ömer Fethi Gürer                         (Niğde)

24) Haluk Pekşen                                                     (Trabzon)

25) Mehmet Gökdağ                           (Gaziantep)

26) Erdin Bircan                                                       (Edirne)

27) Hüseyin Çamak                            (Mersin)

 

Gerekçe:

TRT tarafından düzenlenen Türk sanat müziği, Türk halk müziği, çok sesli müzik, “tonmayster”, stajyer sanatçı sınavına 6 bin kişinin müracaat ettiği ancak sınavı kazananların seçici kurulda bulunanların birinci dereceden akrabaları ve hatta çocukları oldukları iddia edilmektedir. Sınava başvuran vatandaşlarımızın emekleri gasbedilmektedir ve artık, kamuoyu tarafından AKP'nin torpil demokrasisinin işIerIik kazandığının bir kanıtı daha tescillenmektedir.

AKP'nin torpil atamaları sayesinde birçok AKP’linin yakınları sınavlı ya da sınavsız olarak sadece AKP’li veya AKP’ye yakın oldukları için kamuda istihdam edilmiştir. AKP il ve ilçe teşkilatlarının neredeyse iş ve işçi bulma kurumuna dönüşmesi medyada defalarca yer almaktadır. KPSS skandallarının henüz aydınlanmadığı, AKP’lilerin sınavsız olarak kamu kadrolarına atanmalarının açıklanmadığı ülkemizde bir skandalın da TRT'nin düzenlediği Türk sanat müziği, Türk halk müziği, çok sesli müzik, “tonmayster”, stajyer sanatçı sınavında yaşandığı basına yansımaktadır.

Türk sanat müziği, Türk halk müziği, çok sesli müzik, “tonmayster”, stajyer sanatçı sınavına katılan yüzlerce adayın sınav sonucu açıklanmamıştır, sınavda seçici kurulu oluşturan kişilerin yakınlarının sınavı geçtiği iddia edilmektedir. Sınavı kazanan adaylardan birisinin, sınavlar başlamadan önce, bir konser afişinde kendisini TRT İzmir Radyosu kanun sanatçısı olarak tanıttığı ancak basında bu bilginin haber olarak yer almasından sonra, kişisel sosyal medya hesabında yer alan afişi kaldırdığı iddiaları mevcuttur. Sınavı kazanan bir kişinin ise sınavdan önce TRT'de göreve başladığı iddia edilmektedir.

Seçici kurulun yakınları ve AKP’lilerin tanıdıkları sınavları geçerken kendi dalında uzmanlıkları olan ve dünyaca tanınan birçok sanatçı bu sınavı geçememiştir. AKP'nin torpilli atamaları sonucu kamu kurumlarında liyakat yerine "hamili yakın" dönemi yaşanmaktadır. TRT'de yaşanan bu son skandal kamu vicdanını yaralamakta ve binlerce vatandaşımızın devlete olan güvenini sarsmaktadır. Bu skandalın sorumlularının belirlenmesi ve bu skandala sebep olan etkenlerin araştırılması sebebiyle Meclis araştırması açılması elzemdir.

3.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 24 milletvekilinin, Habur Sınır Kapısı’nda 14/12/2015 tarihinden itibaren bekletilen kamyon ve tır şoförlerinin mağduriyetlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/308)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Habur Sınır Kapısı’nda 14/12/2015 tarihinden beri bekletilen, mağdur durumda bırakılan ve yurt dışı taşımacılığı yapan kamyon ve tır şoförlerinin can ve mal güvenliklerinin korunması, sorunlarının tespit edilerek sorunlarına hızlı ve etkili çözüm getirilmesi amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederim.

1) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

2) Özcan Purçu                                                         (İzmir)

3) Kadim Durmaz                                                      (Tokat)

4) Haydar Akar                                                         (Kocaeli)

5) Mahmut Tanal                                                      (İstanbul)

6) Aydın Uslupehlivan                        (Adana)

7) Ahmet Akın                                                          (Balıkesir)

8) Çetin Osman Budak                        (Antalya)

9) Şenal Sarıhan                                                      (Ankara)

10) Namık Havutça                             (Balıkesir)

11) Onursal Adıgüzel                         (İstanbul)

12) Lale Karabıyık                                                    (Bursa)

13) Vecdi Gündoğdu                           (Kırklareli)

14) Erkan Aydın                                                        (Bursa)

15) Ceyhun İrgil                                                       (Bursa)

16) Kazım Arslan                                                      (Denizli)

17) Orhan Sarıbal                                                     (Bursa)

18) Tur Yıldız Biçer                            (Manisa)

19) Melike Basmacı                            (Denizli)

20) Hayati Tekin                                                       (Samsun)

21) Ömer Fethi Gürer                         (Niğde)

22) Bülent Yener Bektaşoğlu                                     (Giresun)

23) Mehmet Gökdağ                           (Gaziantep)

24) Erdin Bircan                                                       (Edirne)

25) Hüseyin Çamak                            (Mersin)

Gerekçe:

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde giderek şiddetlenen olaylar ekonomik ve sosyal hayatı derinden etkilemektedir. Sınırdan geçiş yapacak kamyon ve tır şoförleri için hazırlık yapılmadan, tedbir alınmadan sınır kapıları kapanmıştır. Yasal yollardan sınır kapılarından çıkış yapan tır ve kamyonların devletin güvencesinde olması gerekir. Dış ticaret firmalarının, tır ve kamyon şoförlerinin yurt dışında oluşan ya da oluşabilecek güvenlik riskleriyle ilgili kamu düzeni rehberliğinde hızlı bir şekilde bilgilendirilmesi önem arz etmektedir.

Sınır dışına çıkan kamyon ve tır şoförlerinin mağduriyetleriyle ilgili parça parça, âdeta bir Iütuf gibi yapılan çalışmaların ötesinde daha sistemli bir yapının oluşturulması, kamyon ve tır şoförlerinin olağanüstü koşullarda da mağduriyetlerini en aza indirecek bir sistemin kurulması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Devletin asli görevi olan kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması yükümlülüğü ülke sınırları dışında da devam etmektedir. Bu noktada, Hükûmetin güneydoğuda olayları öne sürerek sınır kapılarını kapatıp sınır dışındaki kamyon ve tır şoförlerinin can ve mal güvenliğini bir kenara koyma hakkı yoktur.

Habur Sınır Kapısı’nın 14 Aralık 2015 tarihinden itibaren güneydoğuda yaşanan olaylar nedeniyle kapatılması sonucu yaklaşık 7 bin tır ve kamyon şoförü sınırda mahsur kalmıştır. Şoförlerin geçişine izin verilmediği, bazı şoförlerin pasaportlarına el konulduğu ve yasal olmayan yollardan Türkiye'ye geçişe zorlandığı iddia edilmektedir. Habur Sınır Kapısı’nda tır ve kamyon şoförleri aileleriyle iletişim kuramamakta, yiyecek, giyecek ve benzeri temel ihtiyaçlarının karşılanmasında mağduriyetler yaşamaktadır. Habur Sınır Kapısı’nda bekleyen 20 yaşını doldurmuş yaklaşık 150-200 araca el konulması durumu söz konusudur.

Şoförlerin bir kısmının aileleri güneydoğuda olayların yaşandığı bölgelerdedir. Aileleri Güneydoğu'da olayların ortasında kalan şoförlerin Habur Sınır Kapısı’nda belirsiz bir süreci beklemeleri insani ve kabul edilebilir değildir. Sınır kapısında bekleyen şoförler Türkiye'deki vergi ve benzeri mali yükümlülüklerini yerine getirmekten de yoksun durumdadır. Hükûmetin Habur Sınır Kapısı’nda binlerce şoförün bekletilmesi sorunuyla ilgili gereken duyarlılığı göstermesi, sorunun güvenlik, insani, sosyal ve mali boyutlarıyla ilgili gereken tedbirleri alması elzemdir.

Habur Sınır Kapısı’nda 14 Aralık 2015 tarihinden itibaren bekletilen binlerce kamyon ve tır şoförünün mağduriyetlerinin tespiti, etkili ve sürekli çözüm önerileri getirilmesi ve yurt dışına çıkış yapan kamyon ve tır şoförlerinin yaşadığı sorunlara, taleplere ve can ile mal güvenliklerinin sağlanmasına yönelik çözüm önerilerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kurulacak komisyon tarafından araştırılması gereklilik arz etmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

B) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir heyetin, Avrupa Parlamentosu Katılım Öncesi Eylem Birimi tarafından Sırbistan Parlamentosunun ev sahipliğinde 15-16 Eylül 2016 tarihlerinde Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da düzenlenecek olan “Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) Fonlarının İzlenmesi: Başarılar ve Sorunlar” başlıklı parlamentolar arası konferansa katılmasına ilişkin tezkeresi (3/825)

18/8/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

“Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) Fonlarının İzlenmesi: Başarılar ve Sorunlar” başlıklı parlamentolar arası konferans Avrupa Parlamentosu Katılım Öncesi Eylem Birimi tarafından Sırbistan Parlamentosunun ev sahipliğinde 15-16 Eylül 2016 tarihlerinde Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da düzenlenecektir.

Anılan toplantıya Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir heyetin katılması hususu 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 9’uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                                İsmail Kahraman

                                                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                      Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir heyetin, 2-4 Eylül 2016 tarihleri arasında Avrupa Birliği Dönem Başkanlığını yürütmekte olan Slovakya’nın başkenti Bratislava’da düzenlenecek olan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası Parlamentolar Arası Konferansı’na katılmasına ilişkin tezkeresi (3/826)

18/8/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası Parlamentolar Arası Konferansı 2-4 Eylül 2016 tarihleri arasında Avrupa Birliği Dönem Başkanlığını yürütmekte olan Slovakya’nın başkenti Bratislava’da düzenlenecektir.

Anılan toplantıya Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir heyetin katılması hususu 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 9’uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                                İsmail Kahraman

                                                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                      Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, 28/6/2016 tarihinde, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, AKP Hükûmetinin Türkiye dış politikasında sergilediği tutarsız ve ilkesiz yaklaşımlarının Türkiye’deki iç ve bölgesel siyasal alandaki olumsuz sonuçlarının açığa çıkarılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 19 Ağustos 2016 Cuma günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

19/8/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 19/8/2016 Cuma günü (bugün) toplanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                 Çağlar Demirel

                                                                                                    Diyarbakır

                                                                                              Grup Başkan Vekili

Öneri:

28 Haziran 2016 tarihinde Diyarbakır Milletvekili Grup Başkan Vekili İdris Baluken tarafından (2372 sıra no.lu) AKP Hükûmetinin Türkiye dış politikasında sergilediği tutarsız ve ilkesiz yaklaşımlarının Türkiye'deki iç ve bölgesel siyasal alandaki olumsuz sonuçlarının açığa çıkarılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 19/8/2016 Cuma günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.21

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 15.38

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin lehinde ilk olarak Kars Milletvekili Sayın Ayhan Bilgen konuşacak.

Buyurun Sayın Bilgen. (HDP sıralarından alkışlar)

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin dış politikasıyla ilgili aslında bir muhalefet partisi adına değerlendirme yapmadan önce galiba Hükûmet adına yapılan Suriye’yle ilgili kritik, önemli değerlendirmenin altını çizmek, dikkatlerinize sunmak ihtiyacı duyuyorum. Başbakan Yardımcısının, Suriye politikasının büyük riskler içerdiğini ve başından beri önemli yanlışları Türkiye'nin yaptığını ifade etmesi, itiraf etmesi son derece önemlidir. Yanlışın neresinden dönülürse kârdır ama bu yüzleşme, bu yanlışı itiraf yeni yanlışları beraberinde getirmemelidir. Türkiye, Suriye politikasında bu pozisyonu takınırken, bu tavrı sergilerken gerçekçi olmayan ama sunumu, iddiası son derece insani bir gerekçeye dayanan yaklaşım sergilemişti. Suriye’de sivillere yönelik tutum, sivillerin demokratik haklarına yönelik tahammülsüzlük ve Suriye yönetiminin doğrudan doğruya halka yönelik baskıcı uygulamaları Türkiye'nin aktif bir dış politika sergileyerek burada duyarlılık sergilediği, duyarlı, insan hakları merkezli bir yaklaşım sergilediği iddiası üzerine oturuyordu. Elbette dünyanın neresinde bir insan hakları ihlali varsa Türkiye'nin bu konuda duyarlılık sergilemesi doğrudur ve bu anlamda aktif dış politikayı da burada galiba hiçbir parti reddetmez, hiçbir parti eleştirmez. Ama birçok konuyu üst akılla izah edip, kurguyla, komployla ele alıp ama Suriye’deki gelişmeleri, sanki arkasında hiçbir kurgu yokmuş gibi, hiçbir plan yokmuş gibi dümdüz okumak son derece tutarsız bir yaklaşımdır. Elbette, ülkelerdeki gelişmeleri tamamen kurgusal, tamamen, işte, dünyanın batısında organize edilmiş bir operasyon gibi ele almak nasıl doğru değilse, nasıl eksikse, aynı şekilde, bunu yok saymak, işin bu boyutunu görmezlikten gelmek, hafife almak yani dümdüz okuma yapmak da o kadar eksiktir.

Dünya, özellikle dış politikada vizyon sahibi olmayı, değerleri önemsemeyi, tutarlı bir vizyona sahip olmayı önemser ama bir o kadar dış politikada gücü, gerçekçiliği de bir realite olarak ele almayı gerektirir. Türkiye, son beş yılında Orta Doğu’ya çeki düzen verme, Orta Doğu’da rejimleri belirleme, ülkelerin iç işlerini dizayn etme iddiası üzerine kurulu bir dış politika sergiledi. Oysa, Türkiye'nin, ne ekonomi politik gücü ne diğer caydırıcı güç unsurları ne dış politika hareket kabiliyeti bu konuda bu denli aktif, bu denli müdahaleci bir pozisyon sergileme imkânına, gücüne sahip olmadığını herkes biliyordu. Nitekim, geldiğimiz nokta da bu yaklaşımın oldukça hayalci olduğunu, oldukça riskli olduğunu ve Türkiye’yi de ciddi bir yalnızlaşmaya, ciddi bir maceracılığa ittiğini gösterdi. Kaldı ki özellikle insan hakları konusunda, demokrasi konusundaki duyarlılığa dayalı bir dış politikanın tutarlı olması gerekir. Suriye’deki rejimi antidemokratik olduğu için eleştirmek, karşısında olmak ama bunu yaparken Suudi Arabistan’la iş birliği yapmak hiçbir şekilde izah edilebilir bir durum değildir. Suudi Arabistan’la İslam ordusu kurmaya varana kadar giden bir ilişkinin sonunda gelip tekrar Esad’la diyaloğa dönmek galiba bu tutarsızlığın, bu çelişkili tavrın ve ilkeli olmayan yaklaşımın bir sonucudur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin dış politikadaki en temel handikaplarından birisi de, nasıl savaşın arifesine gelecek kadar keskin, hızlı bir tavır sergiliyorsak, o savaş noktasına geldiğimiz ilişkiyi de kolayca hemen bir ittifak ilişkisine dönüştürebileceğimiz zehabıdır, zannıdır. Nasıl bir uçak geriliminden bütün ilişkileri kesme aşamasına geldiğimiz Rusya’yla sergilenen tavır düne kadar yanlış idiyse, aşırı idiyse, abartılı idiyse, bir ziyaretle, birkaç ziyaretle bütün ilişkilerin düzeltileceği ve bir anda kırkyıllık dost pozisyonunun sergileneceği beklentisi de gerçekçi değildir.

Bu anlamda, ittifak değişikliklerinin çok uzun stratejik planlamalara dayanması gerektiği, bir kızgınlıkla bir ittifaktan çıkıp öbür ittifaka girmenin çok dünya gerçekliğiyle bağdaşmaz olduğu da ortadadır.

Bu anlamda, Avrupa Birliğine yönelik taahhütler, Avrupa Konseyiyle ilgili sorumluluklar ve bu eksendeki söylemler de önümüzdeki dönemde ciddi baş ağrıtacaktır. Özellikle sonbahardaki zirveler hem Avrupa Konseyinin toplantıları hem Birleşmiş Milletlerdeki Genel Kurul Türkiye'nin önüne neredeyse izleme pozisyonunu doğuracak kadar büyük tartışmaları getirebilir ve yine, Rusya başta olmak üzere Türkiye'nin kimi müttefiklerinin Türkiye'nin Suriye’deki ilişkileri dolayısıyla, terör örgütlerine destek gibi iddialar dolayısıyla Türkiye’yi ciddi biçimde tartışılır bir ülke pozisyonuna getirecektir.

İsrail’le ilişkiler muhtemelen bugün daha ayrıntılı konuşulacak, tartışılacak ama eğer hak temelli bakıyorsanız, yine, dış politikanızı bunun üzerine kuruyorsanız, işgal edilmiş topraklar, 1948-1967 sonrası durum, mültecilerin sorunları, Gazze’ye yönelik ambargo konularında ciddi yapısal bir değişim olmadan birazcık ahbap çavuş ilişkisiyle, işte, nasıl özür dilendiği bile bilinmeyen, diplomatik mekanizmalarda karşılığı olmayan süreçlerin sonunda bir anda yeniden barış atmosferine dönmüş olması elbette kamuoyunda da şüpheyle, tereddütle karşılanıyor.

Biz, Türkiye'nin bölgede kendisine tehdit olarak gördüğü ya da politikalarını eleştirdiği her ülkeyle savaş noktasına gelmesinden yana değiliz. Orta Doğu’da bulunan bütün halkların, bütün inançların, bütün kimliklerin birlikte barış içinde yaşamasına tarafsız bir katkı sunması, aktif ama taraf olmadan katkı sunması mümkünken, bir taraftan antisemitik bir dil kullanıp, açıkça bir savaş narası niteliği taşıyacak söylem sergileyip ama arkasından da ticari ilişkileri oldukça iyi götürmek, ama bir taraftan da kamuoyunda, toplumda son derece hamaset dolu bir söylem kullanmak aslında dış politikadaki en önemli risklerden birisidir. İçeride hesabını veremeyeceğiniz hiçbir ilişkiye dış politikada girmemeniz, hiçbir angajmana girmemeniz ama aynı şekilde, hamaset ve meydan okuma içeren bir söylem kullanıyorsanız da bunun bedelini, bunu riskini göze almanız gerekir.

Değerli milletvekilleri, Orta Doğu’yla ilişkilerde, bölgeyle ilişkilerde galiba en kritik konulardan birisi, en az iç politikayı ilgilendirdiği kadar Irak’la ilişkileri, Suriye’yle ilişkileri, hatta İran’la ve Kafkasya’yla ilişkileri de şekillendirecek konulardan birisi, Kürt sorununda sergilenen tutumdur. Eğer Irak’ın kuzeyinde birtakım gelişmelere olumlu yaklaşıyorsanız bunu Suriye’deki Kürtler için de isteyeceksiniz; aynı şekilde Balkanlardaki, Bulgaristan’daki, Yunanistan’daki Türkler için ne istiyorsanız bunu Irak’taki, Suriye’deki Kürtler için de isteyebileceksiniz. Böyle davranmadığınızda etnik ya da mezhepsel kriterlerle dış politika yürüttüğünüz kaygısı, şüphesi herkeste güçlenir. Oysa ilkeler ve değerler ekseninde bir yaklaşım sergiliyorsanız Şii ile Sünni arasında bir ayrım gözetmeksizin bir yaklaşım sergilemek, Kürt ile Türkmen arasında bir ayrım gözetmeksizin daha insani perspektifle yaklaşmak zorundasınız.

Birkaç noktaya daha değinerek sözlerimi bitireceğim. Bunlardan birisi, dış politikanın katılımcı ve toplumsal denetime açık tutulması konusudur, ki bu artık dünyada dış politikanın en önemli yöntemlerinden birisidir yani sivil diplomasiye dış politikayı açmak, dış politikayı sadece devletlerarası ilişkiden ibaret görmemektir.

İkincisi de: İkili ilişkilerde kişisel ilişkileri teamülün, geleneğin önüne geçirmemektir. Türkiye artık soğuk savaş dönemi algılarıyla dış politika geliştiremez ama Orta Doğu’da etkili, güçlü bir aktör olmanın yolu da önce kendi iç barışını tesis etmek ve sosyolojik gerçekliği dikkate alarak dış politikasını inşa etmekten geçer.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgen.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin aleyhinde ilk olarak Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal konuşacak.

Buyurun Sayın Günal.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, sizleri ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bir yasama döneminin daha sonuna inşallah geleceğiz, sabah beşi geçen çalışmanın sonunda bazı anlaşmalarla, bazı çalışmalarla bugünü tamamlayacağız ama bu dış politika konusunda geçmişten bugüne yaşadıklarımız, maalesef bugün geldiğimiz noktada önemli katkıları olan olaylardır. Bu vesileyle, bu grup önerisi vesilesiyle dış politikaya ilişkin bazı görüşlerimizi sizlerle paylaşmak için söz aldım.

Öncelikle, Yenikapı süreciyle başlayan bir yumuşama, siyasi üsluptaki yumuşama çerçevesinde hafta içerisinde Sayın Çavuşoğlu ve Sayın Elitaş’ın grubumuza bu kapsamda yapmış olduğu bilgilendirmeden dolayı teşekkür ediyoruz. Tabii, birtakım konularda görüş alışverişinde bulunma şansımız oldu ama bunun sadece bugünkü iklimle giderilmesi mümkün değil, geçmişten bugüne gelen bazı sorunlar var. Maalesef, sırf “sorun” diye diye biz böyle sizlere anlatamadık. Siz “sıfır sorun” dediniz ama o sıfır sorun bize “sırf sorun” hâline geldi. Bütün komşularımızla şu anda sorunlu olmamızı da tartışmamız lazım.

Bugün gelinen noktada, bazı yanlışların görülüyor olması, yaptığımız bazı uyarıların haklı çıkmış olması bizi çok sevindirmiyor çünkü dış politika millî olması gereken, bütün çıkarların üzerinde olması gereken, siyasetin üstünde olması gereken bir politika tarzıdır. Maalesef, şahsa bağlı hâle gelince zikzaklar, bazı aşırılıklar, ifrat tefrit meselesi fazla oluyor. Bunu şahsa bağlı olmaktan çıkartmak gerekiyor. Hatta ve hatta, devlet politikası olarak, geçtiğimiz haftalarda yapmış olduğumuz parlamenter diplomasinin de biraz daha geniş şekilde ele alınması gerektiğini, darbe teşebbüsü sonrasında bütün partilerden arkadaşlarımızın katılımıyla yapmış olduğumuz ziyaretlerde görmüş olduk. Ben de şahsen, Londra’ya giden heyetin içerisindeydim ve muhalefet partilerinin o diplomasi içerisinde yer alması, ülkemizin olaylarla ilgili inanılırlığını, bu konulardaki güvenilirliğini artıran, saygınlığını artıran bir tutum oldu. Bu bilgilendirmelerin ve parlamenter diplomasi örneğinin devam ettirilmesi gerektiğini yetkili arkadaşlarla da paylaşmış olduk. İnşallah bu devam eder, bu anlayış devam eder ve ülkemiz açısından şahsa bağlı değil, çıkarlarımıza bağlı, millî çıkarlarımıza bağlı dış politika uygulanır. Eğer onu yaparsak o zaman Libya’da düştüğümüz hataya düşmeyiz; eğer böyle yaparsak, şahsa bağlı değil, devletten devlete politika uygular, konjonktürel politika uygulamazsak Suriye’de düştüğümüz hataya düşmeyiz, Rusya’yla düştüğümüz hataya düşmeyiz, İsrail’le düştüğümüz hataya düşmeyiz.

Onun için, değerli arkadaşlar, burada, başlarken bu aşırılıklara dikkat çekmemizin nedeni, bundan sonraki süreçte en azından bu önerilerimizin dikkate alınması içindir. Henüz hiçbir şey belli olmadan Sayın Erdoğan çıkıp derse ki: “NATO’nun Libya’da ne işi var?” arkasından da bir hafta geçmeden eğer gemileri gönderirsek sonra orada saygınlığımız kalmaz. Başlarken de yine Suriye’yle belli ilişkilerimizin olması gerekiyordu ama orada kalkıp ortak kabine toplantıları, “kardeşim Esad”lar, aile içi gidiş gelişler sonrasında da aşırı tepkileri doğuruyor. Yani bazı gevşemeler olduğu zaman da maalesef bunları kapatmak mümkün olmuyor. Bugün geldiğimiz nokta bu.

Biz bu konuda çok erken zamanda uyarımızı yapmış idik. 2012 yılında Sayın Bahçeli orada bir güvenlikli bölge oluşturulması gerektiğini ve sınırın öbür tarafında oluşturulması gerektiğini, uluslararası camiayla iş birliği içerisinde bu sorunun hem maddi hem insanı boyutunun çözülmesi gerektiğini söylemişti. Bugün maalesef, sadece siyasi değil, hem ekonomik hem toplumsal, sosyolojik etkileri olan çok boyutlu bir sorun hâline geldi.

Aynı zamanda Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde de kilit bir noktaya geldi Suriye meselesi. Maalesef o anlaşmanın da sonuçlarına şu anda uyulmuyor. “Hani ekim ayında gelecektik. Sayın Davutoğlu hızlandırdı. Ne gerek var. Hazirana yetişir mi?” derken şimdi “Herkes yoluna.” denmeye başlandı. Ben bir kere buradaki çok başlılığı doğru bulmuyorum. Sayın Cumhurbaşkanı devletin başıdır ama dış politikayı uygulayan birimlerin başta Dışişleri Bakanlığı ve ilgili kurumlar olması gerekir. Dolayısıyla, her kafadan ayrı bir ses çıkınca, gölge dışişleri bakanı gibi Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin her konuda acilen açıklama yapması, sonrasında da birtakım şeyleri toparlamada sorun hâline geliyor değerli arkadaşlar. Kurumsal anlamda dış politika yürüteceksek bu kurumsal hafızayı, kapasiteyi değerlendirmek zorundayız. Yine yanlış yapıyoruz, yine şahsa bağlı bazı şeyler gidiyor.

Bizim yol yakınken önermemiz lazım. Önce “kardeşim Esad” sonra “düşman Esed” olmaz, ikisi de yanlış. Bizim aynı şeyi… Mısır’da hâlâ devam eden sorunlar var, doğrudan taraf olduğunuz zaman Mısır devletiyle sorunlu hâle geliyorsunuz, o zaman da geri dönüşü zor oluyor. Yani ne Mursi’yle canciğer kuzu sarması olmak gerekiyor ne Müslüman Kardeşler’le kalkıp kurumsal ilişki kurup ondan sonra da geri dönüp düşman olmak doğru değil. Eleştirimizi yapacağız, Türkiye olarak tavrımızı koyacağız. Dünya barışına katkıda bulunacak şekilde bir bölgesel güç olarak gerekli çıkarımızı savunarak oralarda denge olacağız ve uzlaştırıcı olacağız. Ama bunu yaparken ifrat tefrit meselesi olduğu zaman da geri dönüşümüz de zor oluyor. İşte, Rusya’yla yaşadıklarımız, şimdi yeniden hem Rusya’yla hem İsrail’le belli bir noktaya gelelim diye görüşmeler başladı. Rusya’da 2 liderin görüşmesiyle bir normalleşme süreci başladı. Bundan en muzdarip şehir olan Antalya’nın milletvekili olarak bu gelişmeden memnunuz ama niye oraya geldiğimizi de konuşmazsak tekrar oraya yine düşeriz. Oraya gelirken hangi hatayı yaptık, bunları doğru değerlendirmemiz lazım. Dolayısıyla, bu şekliyle hızlı bir şekilde tepki verildiği zaman bunu önlemek ister eylem olarak ister söylem olarak mümkün olmuyor. O nedenle şahsa bağlı dış politikadan vazgeçip kurumsal olarak bu işi sürdürmemiz gerekiyor.

Öbür taraftan, şimdi, yine, bugün fırsat olursa İsrail’le ilgili anlaşma da geldi. Arkadaşlarımız bilgi verdiler ama gördüğümüz kadarıyla anlaşma sadece tazminat unsurunu içeriyor. Orada özür meselesi vardı ki özür dilendiği söyleniyor, Hükûmet “Bir şekilde onu hallettim.” diyor ama anlaşmada sadece tazminattan başka bir şey yok ki o da tazminat değil. Dün Sayın İhsanoğlu’nun tabiriyle -Komisyondaki görüşme tutanaklarına baktım, arkadaşlar ne konuşmuş Dışişleri Komisyonunda diye- o çok dilli de olduğu için değişik dillerdeki anlamını da ifade etmiş; lütuf yani orada da zaten “ex gratia” yazmışlar, Türkçe yazılmamış şeyde yani bir lütufta bulunuyor. Şimdi, tazminat hukuki olarak ayrı bir şey yani bir zararın tazmini, eğer lütuf derseniz zarar değil, karşılıklı barışmanın, görüşmenin bir lütfu olarak karşımıza geliyor.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Anlaşmanın başlığı…

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Yani şimdi, böyle anlaşma… Tabii ki buraya keşke düşmesek, bunlar hiç olmasaydı, onu söylüyoruz ama baştan buna geldiğimiz zaman, karşılığında “…”(x) yaptığınız zaman böyle sonuçları oluyor. O zaman da onu öyle yapmamak lazım, şimdi de böyle yapmamak lazım. İşin şey boyutunu tartışmak istemiyorum, siyasete girersek Mavi Marmara’yı konuşuruz, kimlerin gittiğini, kimlerin gitmediğini, o gün gidenlerin şimdi hangi konumda olduğunu konuşursak o işin biraz çivisini çıkarır. Bizim derdimiz o değil, bizim derdimiz bundan sonra bölgesel bir güç olacak, 2023 lider ülke vizyonuna uygun olarak bölgesinde bir güç olabilecek Türkiye’yi hem ekonomik olarak hem siyasi olarak hem dış politika alanında inşa etmek. Onun için de şahsa bağlı dış politikadan vazgeçmemiz gerekiyor. Aynı şeyi ABD’yle ilişkilerde, AB’yle ilişkilerde görüyoruz. İki şey karşılıklı olarak bir atışma içerisine girdiği zaman bunun zararını Türkiye Cumhuriyeti devleti çekiyor.

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman millî bir dış politika ama çok yönlü, komşularıyla iyi geçinen ama bölgesel güç olarak, uluslararası kuruluşlarda denge gücü olarak bütün bu ülkelere, önce başta Türk devletleri olmak üzere, sonra İslam ülkelerine, sonra bütün bu coğrafyaya ve dünyaya bir Türk-İslam medeniyetini yeniden ihya ederek dünya barışına katkıda bulunacak bir dış politika istiyoruz. Onun için de bu kurumları işletelim, şahsa bağlı olmaktan çıksın ve bu vesileyle de haklarımızı koruyalım, yanı başımızda, Suriye’de olup bitenlere, kırmızı çizgi tavırlarına, bir anda silinmesine seyirci kalmayalım.

Türkmenlerle ilgili yaptığımız şeyler de sözde kalmasın. Bu aralar çok daha fazla muzdarip olduklarını, oradaki nüfus birimlerinin yakıldığını, kayıtların yakıldığını görüyoruz. Kerkük’e, Musul’a dönmesin diyorum; bu kapsamda millî bir dış politikayı uygulayabilmek dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin lehinde son olarak Eskişehir Milletvekili Cemal Okan Yüksel konuşacak.

Buyurun Sayın Yüksel. (CHP sıralarından alkışlar)

CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP’liler aksini söylese de memlekette işler hiç iyi gitmiyor. İşler, dışta da iyi gitmiyor, içte de iyi gitmiyor. Ne kadar makyajlanmış ekonomik verilerle halkın gözünü boyamaya çalışsanız da işler ekonomide de iyi gitmiyor. Ne kadar “Rusya’yla barıştık, İsrail’le anlaştık.” deseniz de işler dış siyasette de iyi gitmiyor. Her gün memlekette bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, çocuklar öksüz, yetim kalıyor yani işler içte de yolunda gitmiyor; halk moralsiz, yoksul, korkuyor ama siz Türkiye’nin şahlanışı hikâyelerini anlatmaya devam ediyorsunuz.

15 Temmuz gecesi teşebbüs edilen şey başarılı olsaydı şimdi hiçbirimiz burada olmayacaktık. Bizim yerimize, kerameti kendinden menkul, gücünü halktan almayan başka birileri memleket hakkında kararlar veriyor olacaktı. Herhâlde hepimiz hemfikiriz ki onların yerinde bizim olmamız daha iyi; halkımız da bizimle aynı fikirde, darbe gecesi canı pahasına tankları durdurdu ama halkın terör örgütüne bizi tercih etmesi kimseyi aldatmasın. Türk halkı bizden de memnun değil. Nasıl olsun? Halkımız 15 Temmuz gecesi çok büyük bir taarruza maruz kaldı. Darbe girişiminin başarısız olması iyi bir şey ama daha iyisi hiç olmamasıydı, hiç olmamalıydı; oldu. Başarısız olması iyi ama olmaması daha iyiydi. Peki, olmasının mesulü kim? Mesulü biziz, hepimiz ama sorumluluğu paylaşmaya razı geldik diye hiç kimse heveslenmesin. Elbette, AKP’nin sorumluluğu en önde gelenidir, AKP’nin suçu herkesin suçunu bastırır. Rivayet edilir ki Normandiya Çıkarması zaferinden sonra, o çıkarmayı yöneten General Eisenhower’a bir gazeteci sorar: “Bu zafer, bu başarı kimin?” General Eisenhower bir soruyla karşılık verir, der ki: “Çıkarma başarısız olsaydı kimi asacaktınız?” Yani, demem odur ki memlekette işler yolunda gitseydi kim ödülü alacaktıysa yolunda gitmeyen şeylerin hesabını da onun vermesi gerekiyor yani sizin yani AKP’nin.

“Oldu ama önlendi.” üzerinden bir zafer inşa etmeye çalışmanın hiçbir manası yok, olmamalıydı. Bu manasız ve acemice girişim daha başlamadan haber alınmalıydı, önlenmeliydi. İstihbarat enişteye emanet edilmemeliydi. İşte bu istihbarat zafiyeti büyük bir kabahattir ama tek kabahat bu değil. Orduda Fethullah Cemaati’nin örgütlenmesi önlenmeliydi. Bunda da herhâlde, on dört seneden beri memleketi yönetenlerin sorumluluğu en önde gelenidir. Evet, bu cemaat uzun süreden beri orduya sızmaya çalışıyordu ama AKP döneminde orduya yerleştirildi. Bakın eski YAŞ kararlarına, oradan gerçekleri göreceksiniz. Sadece cemaatin orduya yerleştirilmesi bile Yüce Divanlık bir suç, istihbarat zafiyetinden daha ağır bir suç. Ama, daha büyük bir kabahat var: Memleketi üzerinde dış düşmanların oyun oynayabileceği kadar kırılgan hâle getirmek. Bu, hepsinden daha büyük bir kabahat. Hatırlatıyorum, darbe gecesinden sonra İtalya Dışişleri Bakanı “Türkiye’den bir mülteci akınına hazırlıklı olmalıyız.” dedi. Macaristan’dan benzer açıklamalar geldi. Türkiye hızla Suriyeleşmeye doğru yuvarlanıyor. Biz sadece manasız ve beceriksiz bir darbe teşebbüsünü engelledik, o darbe teşebbüsünün yeşerttiği iklim hâlâ devam ediyor.

Evet, arkadaşlar, Türk demokrasisi 15 Temmuz gecesi çok büyük bir badire, bir kaza atlattı. Arabası kaza atlatan bir şoför ne yapar; gaza mı basar, frene mi basar? Şüphesiz frene basar. Ama, siz ne yapıyorsunuz? Fren yerine gaza basıyorsunuz. Örneğin, dün burada yasalaşan torba tasarı -kimseyi incitmek gibi bir amacım yok ama- geçen hafta getirilen bu tasarı, çok küstahça, çok haddini şaşırmışçasına hazırlanmış bir tasarıydı. Yahu, siz başımıza ne gelirse ders alacaksanız? Hangi ara buldunuz bu cin fikirleri? Biz topyekûn demokrasi için seferber olmuşken, siz milleti demokrasi için meydanlara göndermişken, arkada, ellerinizi ovuşturup fırsat bu fırsat diye mi bakıyordunuz? Reisiniz “Devleti sıfırdan kuracağız.” derken kendinize biçtiğiniz rol devleti sıfırlamak mıydı? Kimin aklına gelir Meclisin, Sayıştayın denetiminden uzak bir fon, varlık fonu kurmak, hiçbir yasayla bağlı olmadan bu fona sınırı belli olmayan çok büyük paralar aktarmak? Döneminizde miktarı katbekat artırılan örtülü ödeneklerde para mı bitti, yeni bir örtülü ödenek mi oluşturuyorsunuz? Peki, bu fonun denetiminden neden kaçıyorsunuz, neden Sayıştaydan, Meclisten denetletmiyorsunuz? Ya, zamanında muhalefetin denetimine kulak tıkamasaydınız Fethullah Cemaati devletin kadrolarına bu kadar azgınca, bu kadar saldırganca sahip olabilir miydi?

Örneğin, cumhuriyet tarihinin en büyük kazanımlarının, örneğin Türk Dil Kurumunun, Türk Tarih Kurumunun mallarının satılması fikri nereden çıktı? Allahtan etkin muhalefetimizle bu maddeyi geri çektiniz.

Peki, gece yarısı Cumhurbaşkanının istediği rektörü azletmesiyle ilgili önergeyi nasıl verdiniz? Cumhuriyet Halk Partisi önergeye tüm gücüyle karşı çıkmasaydı, tüm milletvekilleriyle Genel Kurula gelip buraya oturmasaydı onu yasalaştıracaktınız. Bizim muhalefetimizle onu da geri çektiniz. Hakkâri ve Şırnak il olmaktan çıkarılıyordu. Muhalefetin tepkisiyle bu yanlış da düzeltildi.

Arkadaşlar, muhalefet sizi denetlemek için var, yanlış yaptığınızda doğru yolu göstermek için var. Bizim sesimize kulak tıkarsanız doğruyu bulma imkânınız yok; bize ihtiyacınız var. (CHP sıralarından alkışlar)

15 Temmuz gecesi bu Meclisin üstüne bombalar yağarken 3 muhalefet partisi de buradaydı, bu kürsüdeydi. İşinize gelince muhalefete “Gel.”, işinize gelmeyince de kulaklarını tıka; yok öyle yağma.

Gelelim dış politikaya… Uluslararası ilişkilerdeki hezimetlerinizi millete “zafer” diye sunmakta çok mahirsiniz. En son, Rusya ve İsrail meselesi. “Rus uçağını ben düşürttüm.” “Hayır, ben düşürttüm.” diye devletin en üst kademesindeki olayı sahiplenme çabasına değinmeyeceğim. Bugünse uçağı Fethullahçılar düşürmüş oldu.

Ben o gün yaptığım konuşmada şunu söylemiştim: Rusya 1 uçak, 2 pilot kaybetti; biz ise Suriye üzerindeki tüm haklarımızı kaybettik. Bu sıralardan o zaman beni yuhalamıştınız. Peki, bugün ne oldu? Siz o zaman bu uçak hadisesini millete “zafer” diye sunmuştunuz; şimdi Cumhurbaşkanı, Putin’e uzun uzun mektuplar yazıp barışmak istedi, Amerika’yla ilişkiler bozulunca Rusya’ya yanaşma ihtiyacı hissetti. Dış politika, sabah kalktığınızdaki duygularınıza göre yönetilecek, dün “ak” dediğinize bugün “kara” denilecek bir alan değil.

Bakın, buradan iddiayla söylüyorum: İlk önce “Kardeşim Esad”, sonra “Katil Esed” olan Suriye Devlet Başkanı, yarın, gene “Kardeşim Esad” olabilir.

Peki, bu arada olanların hesabını kim verecek? Sınır kentlerimize yağan bombaların hesabı kimden sorulmalı?

Peki, dün Dışişleri Komisyonundan geçen, bugün görüşeceğimiz İsrail anlaşmasına ne demeli? Şunu söylemek lazım: İsrail devletinin Türkiye’ye ödediği tazminat falan yok. Tasarıda diyor ki: “İngilizce metin esas kabul edilir.” İngilizce metinde ne diyor? “Tazminat” İngilizce “redemption”, “tazminat” demek.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Hukuk davalarının sonucu ortaya çıkan tazminatlar…

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) – …“Indemnity.” Ama anlaşmada ne diyor? “Compensation” yani “Telafi etmek.” Yani, İsrail, 20 milyon dolar vererek öldürdüğü vatandaşlarımızın canlarını telafi ediyor.

Peki, bizim şart koştuğumuz, Gazze ablukasının kaldırılması nerede? Anlaşmada yok. Yani İsrail diyor ki: “Kaç para senin vatandaşının canı? Al, sesini kes.” İsrail’e üç 30 paraya sattığınız bizim canlarımız.

Sayın Cumhurbaşkanı o zaman “Ben gönderdim.” demişti, şimdi “Bana mı soruyorsunuz.” diyor. Siyasetin her alanında, yola beraber çıktıklarınızı sattığınız gibi, şimdi de Mavi Marmara’da ölenleri satıyorsunuz. Gelin, bu işten vazgeçin.

Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisi…

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Muş, buyurun, sizi dinleyelim.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, yani burada, tabii, kabul edilebilir ifadeler kullanmıyor hatip. Açıkça, grubumuza bir sataşma vardır. “Siyasette diğerlerini sattığınız gibi canları sattınız, vatandaşlarımızı sattı” gibi… Bunlar, kabul edilebilir ithamlar değildir.

Açık bir sataşma var AK PARTİ Grubuna, bandan söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Muş, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İki dakika.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, Eskişehir Milletvekili Cemal Okan Yüksel’in HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin kurulduğu günden beri izlediği politikalar ve siyaset tarzı ortadadır. Siyaset dinamiktir. Türkiye’de AK PARTİ içerisinde kongreler olur, kongreler yapılır, değişimler yaşanır. Burada grubumuza ithafen kastettiğiniz şeyler, satmakla alakalı şunu hatırlatırım… Bu, çirkin bir ifade, hiç yakıştıramadığımı söyleyeyim, bir siyasetçiye yakışmayacak sözlerdir. Eleştirilerinizi mutlaka yaparsınız ama burada çıkıp da bu çirkin ifadeyi kullanmak bu Meclis kürsüsüne de yakışmaz.

Bizim şimdiye kadar yaptığımız kongrelerde sadece -daha önce de söylemiştim- genel başkan değil, aynı zamanda bizim kongrelerimizden başbakan seçilir, başbakan çıkar; bu açık bir şeydir. Eğer illa “satmak” vesaire falan diyorsanız şimdi, 2010’dan itibaren kaç tane MYK üyeniz değişti, bir bakın bakalım, 83.

MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) – Bu olayla ne ilgisi var ya arkadaş?

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) – Devlet yönetimi ile parti yönetimini karıştırma ya.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Şimdi, bunları kullanmak, başka bir partiye bu atıflarda bulunmak şık değil.

MURAT EMİR (Ankara) – Ölenleri sattınız mı satmadınız mı, ona cevap verin ya.

MEHMET MUŞ (Devamla) – İkincisi şu: Türkiye, İsrail’le bir anlaşma yapıyor. Bunu eleştirebilirsiniz, buna farklı yaklaşımlar getirebilirsiniz ama dış politikada AK PARTİ ortaya koyduğu dirayetli dış politikasını burada bir anlaşmayla neticelendirmiştir.

MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) – Ya, sizin kongrenizi soran yok Sayın Vekil.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Sizlerin farklı yaklaşımı olabilir, farklı eleştirileriniz de olabilir ama hiçbir zaman, Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten AK PARTİ iktidarı hiçbir vatandaşının saçının telini dünyanın hiçbir değerine değişmez, değişmemiştir. Bunun da böyle bilinmesi gerektiğini ifade ediyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Özel…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın grup başkan vekili konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisinin değişen MYK üyelerinin sayısını ifade etmek suretiyle doğrudan partimizin iç işlerine müdahale anlamı da taşıyacak, kamuoyu nezdinde de partimizi küçük düşürme amacı taşıyan bir konuşma yaptı. Bu sataşmaya cevap vermek istiyoruz.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Neyi küçük düşürücü Özgür Bey ya, kendi hatibine bak.

BAŞKAN – Aslında “MYK’nızda kaç kişi değişti?” diye soru sordu. Böyle bir yorum mu çıkarıyorsunuz?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sonra yanlış bir ifade kullandı.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Ne kullandım?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Rakam yanlış en başta.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – 82 miydi?

BAŞKAN – Bir dakika Sayın Muş.

ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Hiçbir şey demedi Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın Özel’i dinliyorum, lütfen.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, Cumhuriyet Halk Partisinin kaç MYK üyesinin değiştiğini söyledi, sordu, daha sonra yanlış bir rakam verdi, küçümseyici bir ifadeyle de grubumuza sataşmada bulundu.

BAŞKAN – Buyurun iki dakika.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Doğru rakamı verecek mi kendileri Sayın Başkan? Doğru rakamı istiyoruz.

2.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, Sayın Muş’un yerinde olmak kolay değil. Bu kürsüye gelirken, bir muhalefet partisinin, işte, geçmiş dönemde MYK üyesi sayısını falan çalışarak gelmiş olma hazırlığı, kendilerindeki yaranın büyüklüğünden ve duyduğu rahatsızlıktan kaynaklanıyor.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Tabii, tabii, aynen!

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Yoksa niye böyle bir şeye ihtiyaç duysun?

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Muharrem İnce’ye bak Özgür Bey.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Ben iktidar partisi grup başkan vekilinin gelip de ana muhalefet partisiyle ilgili tamamen yalan yanlış rakamlarla bir şeyler söyleme mecburiyetine gerçekten üzüldüm.

Tabii, düşünün ki bir Başbakan “O uçağı ben düşürdüm, ben!” diyor, şimdi o uçağı Fetullahçıların düşürdüğünü söylemek durumunda kalıyorsunuz. Ve bir Başbakan düşünün ki sabah evden çıkarken Başbakan, aldığı oy ortada, kongrenizde aldığı oy ortada ama akşam eve döndüğünde istifa etmek zorunda kalmış, yerine kayyum atanmış bir Başbakan hâline dönüşüyor. Ve diğer başbakanın kim olacağını bir perşembe günü akşam üstüne kadar sadece bir kişi biliyor ve o kişi, başbakanı atamayı bırakın, size kimin başbakanınız olacağını tebliğ edecek kişinin de ismini belirliyor, “Ömer Çelik açıklasın.” diyor.

NİHAT ÖZTÜRK (Muğla) – Sizin durumunuz daha kötü.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Kimin açıklayacağına bile o bir kişi karar veriyor.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak partimizdeki çok seslilikten, bu ülkeyi seven, partisini seven, farklı farklı düşünceleri bir zenginlik olarak ortaya koyan ama bugüne kadar hem hiç aldanmamış hem de hiç aldatmamış bir gruba sahip olmaktan büyük memnuniyet duyuyoruz.

Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Muş…

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Burada kayıtlara girmesi açısından, siyasi partilerde değişimler kongrelerle yapılır. Onun için, Sayın…

MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) – Başbakan değişimi de mi kongrelerle oluyor?

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Kongrelerde yapılır, ona göre Hükûmet kurulur gelip güven oyu alırız.

CEYHUN İRGİL (Bursa) – Siz önceden bilmiyordunuz yani kongreye kadar bilmiyordunuz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, duymuyorum Sayın Muş’u.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Her yapılan kongreyi eğer Sayın Özel kayyum olarak değerlendiriyorsa…

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Ya bizi de aldattınız, biz Başbakanla yarıştık seçimde.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – …mesela, şöyle bir baksın kendilerindeki genel başkan değişimi sürecine. Şimdi, orada da kayyum mu vardı diyeceğiz yani bunu soruyorum. Şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu kayyum mu? Genel kongre yaptılar, Sayın Kılıçdaroğlu Genel Başkan oldu, şimdi kayyum mu oluyor Sayın Özel?

MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) – Ya ne alakası var canım?

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Kılıçdaroğlu seçildi ya, genel kongre yaptılar ya, kayyum mu? Burada yapılan kongrede delegelerin tamamının oyunu almak suretiyle bir Genel Başkan seçilmiştir, yeni Genel Başkanımız gelmiştir ve görevinin başındadır.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, özür dilerim, yine, tutanaklara geçmesi için…

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, konumuz partilerin iç işleriyle ilgili bir çatışma ortamı yaratmak değil.

CEYHUN İRGİL (Bursa) – Olur mu canım, Genel Başkanımıza “kayyum” dedi.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Elbette ama birincisi, iktidar partisi bunu başlattı, keşke o sırada uyarsaydınız.

Ben de tutanağa geçsin diye söylüyorum, polemik sürmesin. Kayyum meselesi şudur: Bir tane kongre yaparsınız; olağan olur, olağanüstü olur ama o kongrede özgürce bir seçim yaparsınız, bunu da herkes bilir, orada seçilen kişiye kimse “kayyum” diyemez, bu büyük bir edepsizlik olur. Ama hiçbir şey yokken bir kişinin, hem de tarafsız olması gereken bir kişinin bir partide, o partinin Genel Başkanını ve ülkenin Başbakanını doğrudan kendi kararıyla azletmesi, sonra da seçime üç gün kalana kadar…

BAŞKAN – Toparlayın lütfen Sayın Özel.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – …kendisi düşünüp taşınıp hangi kişinin tam oyla seçileceğine bir kişinin karar vermesi durumunda seçilecek kişiye de “kayyum” denir. (CHP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim.

İSMAİL BİLEN (Manisa) – Sana ne ya, sana ne?

BAŞKAN – Sayın Özel, her partinin kendine uygun bir dinamiği vardır. Evet, partiler eleştirilebilir ama herhangi bir partinin iç işleriyle ilgili o partinin dışındaki olan kişi sınırlı bir bilgiye sahiptir.

Bir de şunu da rica edeceğim: Sataşmadan dolayı söz alıp kürsüye gelen arkadaşlar sataşma konusuna cevap vermeyip o sataşmayı yaptığı iddia ettiği kişiye daha ağır bir sataşmada bulunma lüzumunu hissediyor. Burada yarış yapmıyoruz arkadaşlar. Taleplerimiz doğrultusunda kürsüyü kullanmanızı özellikle rica ediyorum.

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- HDP Grubunun, 28/6/2016 tarihinde, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, AKP Hükûmetinin Türkiye dış politikasında sergilediği tutarsız ve ilkesiz yaklaşımlarının Türkiye’deki iç ve bölgesel siyasal alandaki olumsuz sonuçlarının açığa çıkarılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 19 Ağustos 2016 Cuma günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin aleyhinde son olarak Samsun Milletvekili Hasan Basri Kurt konuşacak.

Buyurun Sayın Kurt. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisinin İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılması yönündeki önergelerinin aleyhinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Meclisimizin gündemi yoğun. Burada biraz sonra yine bizim de AK PARTİ olarak bir önerimiz olacak. Ve mevcut işleyiş içerisinde hepimiz çok yoğun bir mesai harcıyoruz, özellikle bu hafta çok yoğun bir mesai oldu. Bunu da göz önünde bulundurarak bu önergeye öncelikle “hayır” oyu vereceğimizi ifade etmek istiyorum.

Önergenin içeriğiyle ilgili de temel birkaç yaklaşım oldu. Ancak, uluslararası ilişkiler, dış politika, dış işleri, uluslararası ilişkilerin tümünün aslında birbirinden çok daha farklı düzlemlerde, birbirinin içine çok fazla katılmadan ifade edilmesi lazım. Sanki Libya’da olan biten AK PARTİ Hükûmetinin kabahatiymiş, Recep Tayyip Erdoğan’ın suçuymuş veya dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir olay sadece Türkiye’nin yapmış olduğu tek bir eylemin neticesiymiş gibi algı oluşturmaya dönük yöntemleri de kabul etmediğimizi buradan ifade etmek istiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kurt.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

2.- AK PARTİ Grubunun, bastırılarak dağıtılan 413, 416 ve 414 sıra sayılı Kanun Teklifi ve Tasarılarının kırk sekiz saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının sırasıyla 1, 2 ve 3’üncü sıralarına, yine bu kısımda bulunan 45 sıra sayılı Kanun Tasarısı ile 412 sıra sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK ile İç Tüzük’ün 128’inci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresinin yine bu kısmın 4 ve 5’inci sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun 19 Ağustos 2016 Cuma günkü birleşiminde 88 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar, bu birleşiminde gece 24.00’te günlük programın tamamlanamaması hâlinde günlük programın tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesine; 19 Ağustos 2016 Cuma günkü birleşiminde 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanması hâlinde 20 ve 21 Ağustos 2016 Cumartesi ve Pazar günlerine ilişkin çalışma kararının kaldırılmasına; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Ağustos 2016 Salı gününden başlamak ve 1 Ekim 2016 Cumartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere tatile girmesine; 413 sıra sayılı Kanun Teklifi ile 412 sıra sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK ile İç Tüzük’ün 128’inci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresinin İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi ilişkin önerisi

19/8/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 19/8/2016 Cuma günü (bugün) toplanamadığından, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince, grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                                                  Mustafa Elitaş

                                                                                                      Kayseri

                                                                                      AK PARTİ Grubu Başkan Vekili

Öneri:

Bastırılarak dağıtılan 413, 416 ve 414 sıra sayılı kanun teklifi ve tasarılarının kırk sekiz saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının sırasıyla 1, 2 ve 3’üncü sıralarına, yine bu kısımda bulunan 45 sıra sayılı Kanun Tasarısı ile 412 sıra sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK ile İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi’nin yine bu kısmın 4 ve 5’inci sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi;

Genel Kurulun;

19 Ağustos 2016 Cuma günkü (bugün) birleşiminde 88 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar; bu birleşimin de gece 24.00'te günlük programın tamamlanamaması hâlinde günlük programın tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesi;

19 Ağustos 2016 Cuma günkü (bugün) birleşiminde 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanması hâlinde 20 ve 21 Ağustos 2016 Cumartesi ve Pazar günlerine ilişkin çalışma kararının kaldırılması;

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 23 Ağustos 2016 Salı gününden başlamak ve 1 Ekim 2016 Cumartesi günü saat 15.00'te toplanmak üzere tatile girmesi;

413 sıra sayılı Kanun Teklifi ile 412 sıra sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK ile İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi’nin İç Tüzük'ün 91'inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki cetvellerdeki şekliyle olması önerilmiştir.

 

413 Sıra Sayılı

Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi

(2/1319)

BÖLÜMLER

BÖLÜM MADDELERİ

BÖLÜMDEKİ MADDE SAYISI

1’İNCİ BÖLÜM

1 ila 5 inci maddeler arası

5

2’NCİ BÖLÜM

6 ila 13 üncü maddeler arası

8

TOPLAM MADDE SAYISI

13

 

 

412 Sıra Sayılı

667 Sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin

Kanun Hükmünde Kararname

(1/746)

BÖLÜMLER

BÖLÜM MADDELERİ

BÖLÜMDEKİ MADDE SAYISI

1’İNCİ BÖLÜM

1 ila 6’ncı maddeler arası

6

2’ nci BÖLÜM

7 ila 12’nci maddeler arası

6

TOPLAM MADDE SAYISI

12

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun önerisi üzerinde söz talebi yoktur.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.23

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.31

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sıraya alınan, Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1319) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 413) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon Raporu 413 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu teklif İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle teklif, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Teklifin tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Erhan Usta konuşacak.

Buyurun Sayın Usta. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

MHP GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Şimdi, bu kanun teklifine geçmeden önce, bu sabah takriben dört buçuk, beş sularında teşvikle ilgili konularda şöyle bir görüş ifade etmiştim: Türkiye olarak teşvik sistemimiz çalışmıyor. Türkiye'nin yatırım ihtiyacı var, fakat teşvik sistemi çalışmıyor, çünkü yatırımları artıramıyoruz, işin daha da kötüsü, artıramadığımız, o yatay giden yatırımlarımızın, dolayısıyla ihracatımızın ve üretimimizin teknoloji seviyesi düşüyor. Bu üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konu, önemine binaen bunu tekrar söylüyorum. Bu, herhangi bir şu dönem bu dönem mukayesesi filan da değil. Yani 2002’ye göre aldığımızda zaten yüksek teknolojili ürünlerin toplamdaki payı düşüyor, ama 2007, 2014 mukayesesini yaptığımızda da çok belirgin bir şekilde üretimin ve ihracatın teknoloji seviyesinde bir düşüş var. Yani iki tane ciddi riskle karşı karşıyayız; yatırım yapamıyoruz, üretim hacmimizi artıramıyoruz, mevcut üretimlerimizin de teknoloji seviyesi düşüyor. Bunu artık önemine binaen ısrarla söyledim, sabahın o erken saatlerinde veya yorgunlukla belki yeteri kadar dikkat çekmemiştir diye.

Şimdi, bugün üzerinde durduğumuz husus, Türkiye Varlık Fonu’nun kurulması. İlk konuşma olması hasebiyle, belki, bir miktar -çünkü teklifi inceleme imkânı olmayan arkadaşlarımız da olabilir- bu mesele nedir, ona çok kısa bir değinip ondan sonra değerlendirmelerime geçmek daha uygun olur.

Bu “Varlık Fonu” dediğimiz husus, dünyada belli ülkelerde olan, daha çok da ülkelerin varlıkları, yani cari fazla veren veya ticaret fazlası veren ülkelerde bunu sıklıkla görüyoruz; esas ciddi varlık fonlarını oluşturan ülkeler onlar. Yani bizim gibi açığı olan ülkeler değil de ciddi fazlaları var, bunu gelecek nesillere aktarmak istiyorlar, dolayısıyla böyle devlet fonları kurarak bu tür yatırımlarını, fazla paralarını, fazla kaynaklarını değerlendiriyorlar. Temelde bu tür fonları kuran ülkeler bunlar.

İkinci grup ülkelerde belki ticaret fazlası çok fazla olmayabilir, ancak ciddi petrol geliri veya belli maden gelirleri olan ülkeler var. Bu ülkeler de bu maden gelirlerini, petrol gelirlerini, fiyatlarda olası istikrarsızlıklar veya gelecek nesillere aktarmak amaçlı olarak yine bu tür fonları kuruyorlar ve bu fonlar üzerinden hem paralarını değerlendiriyorlar hem de ekonomilerine bir istikrar ve güvence kazandırmaya çalışıyorlar ve bu fonların temel özelliği, arkasında devletin olması. Bunlar zaten “devlet fonları” diye geçiyor. Şimdi, genel olarak konumuz bu.

İçeriğine ilişkin değerlendirmelere geçmeden önce, yine usul yönünden bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu kadar önemli bir konu çünkü bunu Hükûmet önemsediğini ifade ediyor. Bize de torba yasa içerisinde geldi yani Komisyona torba yasa içerisinde geldi. Hâlbuki zaten torba yasaya da külliyen karşıyız ama hele hele böyle önemli konuların torba yasa içerisine konulması hiçbir şekilde tabii kabul edilemezdi. Muhalefetin talepleri ve baskısı neticesinde torba yasanın içerisinden çıkardılar, müstakil bir yasa hâline getirildi; bu birinci husus.

İkinci husus: Bu, tabii, yeni bir konu. Yeni bir konu olduğu için, aslında bir tane kurumun veya iki tane kurumun çalışmasıyla olabilecek bir şey değil. Yani, bu, kurumlar arasında ciddi bir diyalogla ve uzun tartışmalarla hazırlanması gereken bir dokümandı, bir kanun teklifiydi. Bunun da böyle olmadığını görüyoruz. Hem kurumlardan aldığımız bilgiler bize bunu gösteriyor -yani diğer kurumlardan çok fazla görüş alınmadığını- hem de zaten böyle bir bilgi olmasa bile çalışmanın içeriğine baktığımızda, çalışma hakikaten çiğ bir çalışmaydı, dolayısıyla bir özensizlik vardı. Belki, hani, bilerek özensiz davranma anlamında değil ama yeteri kadar istişare edilmemekten kaynaklanan problemler vardı. Önergelerle düzeltilmeye çalışıldı, onlarca önerge verildi, tekririmüzakereler yapıldı, birden fazla önerge yani önerge de tekrar önergelerle değiştirildi. Bu tür bir çalışma sonucunda belli bir kıvama getirildi. Ancak, bu hâliyle dahi yine önümüzdeki dönemde mutlaka büyük sıkıntılar çıkarabilecek ve eksiklikleri olan yanları mutlaka var.

Şimdi, bir hastalık tabii, Hükûmetin bir hastalığı: Bu tür çalışmaları rakamsal bir analiz yapmadan getiriyor. Bu da yine böyle bir sıkıntısı olan bir kanun teklifidir. Aslında kanun tasarısı bu yani tasarının içerisindeydi, sonra teklif hâline getirildi. Dolayısıyla, Hükûmetin tamamen arkasında olduğu… Yoksa, milletvekillerinin kendi başına verdiği bir şey değil. O yüzden, burada bu fonun büyüklüğüne ilişkin, ekonomi üzerindeki etkilerine ilişkin, Türkiye'nin meselelerine nasıl bir katkı getirecek, bunlara ilişkin hiçbir rakamsal çalışma yok. Bir tane bakanımız, sayın bakan geldi -şimdi o bakanımız da yok- 150-200 milyar dolarlardan bahsetti bu fonun büyüklüğüyle ilgili. Bir başka bakan geldi, rakam vermedi ama kafasındaki rakam inanın 1-2 milyar doları filan geçmiyor. Yani, bu kadar, bakanlar arasında fonun büyüklüğüne ilişkin çok çelişkili böyle ifadeler oldu veya çok çelişkili bilgiler oldu. Tabii, bu çelişki sadece bakanlarda değil bürokratlarda da vardı. Her bir bürokrattan fonun bir kısmını dinledik. Yani onlar da kanun teklifine bakıp bir şeyler söylediler, dünya uygulamalarına ilişkin bir şeyler söylediler. Onlara da baktığımız zaman aslında hakikaten yine yeteri kadar çalışılmadan gelmiş bir şey olduğunu, özümsenmemiş bir durumda olduğunu zaten anlamak mümkündü.

Bir tane içeriğe ilişkin bir konuda ama usul noktasında değerlendirmek istiyorum. Çok önemli, skandal niteliğinde bir husus da gerçekleşti burada. Şimdi, gerekçede -gerekçe zaten gelişigüzel yazılmış bir defa, bu kanun teklifinin gerekçesi- bir tane ifade var, deniliyor ki: Bu fon işte şöyle uçacak, böyle kaçacak, ondan sonra da on yıllık bir periyot içerisinde, on yıl içerisinde Türkiye’yi her yıl yıllık ortalama 1,5 puan fazladan büyütecek. Yani büyümeye her yıl 1,5 puan üst üste katkı sağlayacak. Tabii, bu çok ciddi bir argüman. Ben teknik toplantılarda sordum arkadaşlara “Ya, bunu neye dayanarak yazdınız? Bunun çalışmasını bir görelim.” dedim. Yani ne kadar bir yatırım yapacaksınız da böyle bir büyüme üzerinde… Öyle ya, olsa olsa yatırım üzerinden olur büyümeye katkısı bunun. Ondan sonra, arkadaşlar bize bir cevap veremedi. Bakın, 4, 5 tane kurum karşımızda dizildi, buna cevap veren bir kişi çıkmadı. Ama bunu gerekçeye yazma sorumsuzluğunu üstleniyorlar. Bürokrat yazıyor, siyasetçi de getiriyor, önümüze koyuyor ve bunun arkasında duran bir tane siyasetçi de çıkmadı. Yani böyle bir durum olabilir mi? Bu, demokrasisi gelişmiş bir ülkede en azından bu işte sorumluluğu olan birkaç bakanın, birkaç bürokratın istifasını gerektirecek bir husustur. Yani, bir şey yazıyorsunuz, arkasında hiçbir çalışma yok, ondan sonra soruyorsunuz, cevap veremiyorlar. Çözümü gerekçeden onu çıkartmakta buluyorlar ve o 1,5 puan da şu anda sizin önünüze gelen gerekçenin içerisinde yok. Yani, böyle şeyler olmaz, böyle, çalışmadan, hamasetle… Ya, ekonomi bile hamasetle götürülüyor. Dış politikayı hamasetle, iç siyaseti hamasetle götürmenize alıştık da ekonomiyi bile hamasetle götürmeye çalışan bir anlayışla Türkiye karşı karşıya. Çok özür dilerim böyle bir eleştiri yapmak zorunda kaldığım için.

Şimdi, burada fon, az önce ifade ettiğim, fazla veren ülkelerin, fazlası olan, kaynağı olan veya belli maden gelirleri olan ülkelerin kullandığı bir enstrüman. E, bize bakıyoruz, bizde böyle bir şey yok. Niye bu fonu getirdiniz denildiğinde “Efendim, G20 ülkelerinin hepsinde var, bizde de olsun...” Böyle bir gerekçeyle bu fon olmaz arkadaşlar. Bu, tamamen, başlı başına yanlış bir gerekçedir. Dolayısıyla, böyle “Başkasında var, elde var, bizde de olsun.” anlayışıyla bir fon olmaz. Şimdi, diğer taraftan “G20 ülkelerinde var.” da biraz aslında şey. Tabii, bu fonların tam bir standardı olmadığı için… Mesela Almanya’da böyle bir fon yok bizim araştırmalarımıza göre. Arkadaşlar 60 milyar dolarlık bir fon olduğunu söylediler ancak o tamamen niteliği farklı bir fon. Amerika’da eyaletlerde küçük küçük fonlar var ama Amerika Birleşik Devletleri’nin böyle bir fonu yok. Yani, o “G20 ülkelerinde var, bizde de olsun.” argümanı da aslında sakat bir argüman, onu da ifade etmek istiyorum.

Şimdi, biz bu fonu niye kuruyoruz biliyor musunuz, bizim bir varlığımız var ve onu değerlendiriyor falan değiliz, biz borçlanmak için bu fonu kuracağız. Yani, Malezya fonu geliyor, Türkiye’den birtakım hisse senetleri alıyor. Aslında, biz onun yaptığını yapamayacağız, biz maalesef şunu yapacağız: Malezya fonunun bizim buradan… İşte, ondan daha iyi fon sağlayabilmek için, kaynak sağlayabilmek için böyle bir fonu kuruyoruz.

Adalet ve Kalkınma Partisi cari açığı düşürmek yerine, cari açığı düşürecek yapısal tedbirleri almak yerine, Türkiye’yi bir yatırım hamlesi içerisine sokmak yerine cari açığı finanse edecek bir arayış içerisine girmiştir. Yani, bunun başka bir şeyi yok. Bunun, kesinlikle, anlamı yurda daha fazla kaynak sokmaya çalışmak ve cari açığımızı bu şekilde finanse etmek. Yani, tabii, cari açığın finanse edilmesi, rasyonel şekilde finanse edilmesi, ucuz yollu finanse edilmesi önemlidir. Buna da bir şey demiyoruz ancak arkadaşlar, bizim sorunumuz cari açığın azaltılmasıdır. Cari açığı azaltmadan finansmanını kolaylaştıracak bir enstrüman kurmanın, bir enstrüman yapmanın hiçbir anlamı yok. Kaldı ki bizim elimizde enstrüman sıkıntısı da yok.

Şimdi, inanın, bu görüşmeler çok çelişkili ifadelerle geçti. Yani, hem Hükûmeti temsilen gelen bakanların kendi içerisinde bir sürü çelişkili ifadeleri oldu hem de bürokratlar arasında çelişkili dünya kadar ifade oldu. Bu, yine başta söylediğimi söylüyorum, işin anlaşılmadığını, özümsenmediğini gösteren en büyük delil.

Şimdi, hep söylüyoruz, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde, on üç yıllık dönemde Türkiye 467,9 yani 468 milyar dolar cari açık vermiştir. Hani, hep eskiyle mukayese ediyoruz ya, kendisinden önceki on üç yılda verilen cari açık sadece 20 milyar dolardır. Bu kadar cari açığı vermesine rağmen çok mu yatırım yapmıştır? Hayır, çok yatırım yapmamıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde yapılan yıllık ortalama yatırım -on üç yılın ortalamasını söylüyorum- kendisinden önceki dönemin millî gelire oran olarak 1,3 puan altındadır. Yani, hem önceki dönemden daha az yatırım yapacaksın hem daha fazla cari açık yaratacaksın. Bunun anlamı şudur: Türkiye’de borca dayalı ve tüketime dayalı bir iktisat politikası izlenmiştir. Bu iktisat politikası da gelmiştir, Türkiye’yi tıkamıştır. Yani, tasarruf etmeyen, yatırım da yapmayan, dışarıdan borç yani uluslararası piyasalardan Türkiye’ye borç, Türkiye’den de bankalar üzerinden hane halklarının borçlandırıldığı ve bunun karşılığında da tüketimde gaza basıldığı bir iktisat politikası belli ölçüde bir büyüme yapmıştır, insanların refahında belli bir artış yapmıştır ancak gelmiştir, tıkanmıştır. Tabii, insanların refahındaki artışın bir kısmı da, 2002’de hiç borcu olmayan toplumun bugün 600 milyar TL civarında tüketici kredisi borcu var. Yani, borçların tüketici gelirlerine oranı yüzde 4’lerden yüzde 50’lerin üzerine çıkmıştır, bunu da görmemiz lazım.

Şimdi, bu büyüme politikası iflas etti fakat hâlâ, aslında, Hükûmet bu büyüme politikasının iflas ettiğinin, işin kötüsü, farkında da değil, bunu da ifade etmem lazım. Dolayısıyla, Hükûmet cari açığı düşürmek yerine cari açığı finanse edecek bir arayış içerisine girerek böyle bir kanun teklifiyle karşımıza gelmiştir.

Tabii, bu kaynak bulma çabasının son günlerde konuştuğumuz, görüştüğümüz veya kabul ettiğimiz birkaç unsurla birlikte düşünülmesi lazım. Bunlardan birincisi, bazı alacakların yapılandırılması kanunudur. Burada hem yurt içinden para toplamaya yönelik hem de daha da önemlisi yani kara para dahi olsa Türkiye’ye getirmeye çalıştığımız… O yoldan bir finansman ihtiyacını gidermeye çalışıyoruz. O yasayla net olarak şu söylendi, bu çıkan kanunda çok net bir şekilde var: Türkiye’ye bugün kara para dâhi getirse birisi, bununla ilgili Ceza Kanunu’nun 282’nci maddesine göre kara para soruşturması yapılmayacaktır. Bu, işin birinci ayağıdır yani yapılmak istenen şeydir.

İkincisi, dün torba kanunda muhalefetin ısrarıyla çıkartılan 35’inci maddedir. Zaten birçok şeyi özelleştirdik, birçok şeyi özelleştirme kapsamına alma imkânımız var. Ama, özelleştirme kapsamına alınma imkânı olmayan bazı kuruluşlar vardı, onlar da dün 35’inci maddeyle özelleştirme kapsamına alınmaya çalışıyordu. Fakat muhalefetin ısrarıyla, bu, özelleştirme kapsamından çıkartıldı; daha doğrusu, o madde çıkartıldı, bu yapılamadı. Ama, bu, kurgunun içerisinde ikinci ayağı oluşturuyordu. Yani, şu anda her şeyi özelleştirmenin içerisine almak; bu ikinci ayak.

Üçüncü ayak da bu fon. Yani, kara para, özelleştirme, bu fonun kurulmasını düşündüğümüzde, Türkiye’de -ben bir iktisatçıyım, Türkiye ekonomisini de bildiğimi düşünüyorum ama- Hükûmetin kafasında, herhâlde bizim bilmediğimiz, devletin hesaplarında, devletin işlerinde bizim bildiğimizin ötesinde bir sıkıntı var demektir. Ciddi bir kaynak arayışı yani ne olursa olsun “karadır, aktır” demeden bir kaynak arayışı içerisine girme, bir panik havasını görüyoruz. Dolayısıyla, bu konuda Meclisin bence bilgilendirilmesi gerekir.

Şimdi, ulusal varlık fonlarını devletler bugünün kaynaklarını gelecek nesillere aktarmak için kuruyorlar. Fakat, biz, maalesef bunu üzülerek ifade etmek durumundayım, gelecek nesillerin gelirlerini bugün harcamak için kullanıyoruz, bu açık çünkü verilen örnekler bunu gösteriyor. Mesela, denildi ki: “Büyük projeler var, bunların gelirlerini bugün menkulleştireceğiz ve satacağız.” Yani, yirmi yıl içerisinde, yirmi beş yıl içerisinde ülkenin elde edeceği gelirleri, peyderpey elde edeceği gelirleri bugün… Yani, sıkışmış bir esnafı düşünün, senet kırdırır ya, senedi kırdırması gibi kırdırıp, bugün onu gelir hâline getirip harcamak için yani yatırım yapmak filan da kimsenin kafasında yok; onu söyleyeyim. Bu, çok tehlikeli bir şey. Yani, en son söyleyeceğim cümleyi ortalarda söyleyeyim. Esas itibarıyla biz karşı olduğumuzdan değil ancak bu önemli bir silahtır. Bu silah iyi kullanılmadığı zaman hem Türkiye'yi ciddi ekonomik risk içerisine sokar hem de hakikaten gelecek nesillerin gelirlerini de bugünden harcayarak gelecekte ciddi bir şekilde kamu açıklarının doğmasına neden olabilir.

Şimdi, hem gerekçede hem sayın bakanların ifadelerinde şöyle bir şeyle de karşılaştık: Maliye politikasında -ve kurguda da var bu- ciddi bir gevşemeye işaret ediyor burası. Bu, çok önemlidir yani Türkiye açısından sıkı maliye politikası Türkiye ekonomisine çok şey kazandırmıştır, burada hiçbir gevşemenin olmaması lazım. Uzun uzadıya tartıştığımız konulardan bir tanesi, bu fon kamu hesaplarının içerisinde olacak mı, olmayacak mı; bunun geliri, gideri, borçları kamu hesaplarında görülecek mi? Özellikle Ekonomi Bakanı bunun görülmeyeceğini iddia etti ve bir gün boyunca biz bunu tartıştık. Daha sonra, Allah’tan Maliye Bakanı geldi de “Bunlar elbette kamu hesapları içerisinde görülecek.” dedi, önceki sayın bakanı yalanladı ve daha sonrasında mesele halloldu. Dolayısıyla, bunun kamu hesapları içerisinde net bir şekilde görülmesi lazım. Bakın, kamu hesaplarının şeffaf olmasının önüne engel koyan veya gizli kapaklı iş yapan ülkelerin dünya arenasında ciddi şekilde başları belaya girdi. Hani ülke ismi vermek istemiyorum buradan ama bizim hiçbir şekilde kamu hesaplarımızın şeffaflığını azaltıcı bir şey yapmamamız lazım, o riskleri görüyorum ben. Yani Maliye Bakanı bugün olmayacağını söyledi -diğer bakanların- ama gerekçede o riskler var, birazdan bunlara örnek vereceğim. Mesela hemen örneğini vereyim, deniliyor ki: Büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanacak. Kardeşim, gelirin olmadığı zaman bunu yapma imkânın yok, böyle bir mucize yok yani sen hem büyük altyapı projelerini finanse edeceğim diyorsun fakat kamu borcunu artırmayacağım diyorsun, böyle bir şey yok. Yani bu, kamu hesaplarında görülecek bir fondur ve bunun borçlanılmasında kamu borcunu artırması beklenir ama bu ifade gerekçede hâlen var. Bunu yabancılar gördüğü zaman -eğer dikkatlerini çekerse- nasıl bir tavır takınırlar onu bilmiyorum.

Türkiye'nin son dönemde yaptığı bütün reformlara aykırı ifadeler var burada, onu uzatmayacağım, vaktim azaldı. Mesela fonları kaldırdık, tasfiye ettik, Türkiye için önemli bir reformdu, kara delikti fonlar, şimdi fon kuruyoruz. 5018 sayılı Kanun’da bütçe birliği dedik, bütçenin şeffaflaştırılması dedik, kamu hesapları dedik, bunların hepsine aykırı şekilde bir işlem yapılmaya çalışılıyor.

4749 sayılı Kanun’la yani Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’la şeffaflaştırma, izleme, değerlendirme dedik, yine bunları da, buradaki hükümleri de hiçe sayacak -buralara istisnalar da getiriliyor zaten- bir kanun yapılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla, konunun birbiriyle tutarsız, bütünlüğü olmayan bir yanı var.

Şimdi, son konu olarak da denetim konusuna bir gelmek istiyorum. Bu fon ilk geldiği hâliyle işte “Bağımsız denetçiler tarafından denetlenir ve Sayıştay denetimine tabi değildir.” şeklinde gelmişti. Tabii, biz buna ciddi şekilde muhalefet ettik yani bu olacak şey değil, net bir şekilde Anayasa’nın 160 ve 165’inci maddelerine aykırıydı. Sonrasında, uzun tartışmaları anlatmayacağım ama en son geldiğimiz noktada kısmen Anayasa’ya aykırılığın karşılandığını söyleyebiliriz ama yine hâlâ Anayasa’ya aykırılık iddia edilebilir ve tabii, Anayasa Mahkemesinin bu konuda ne karar vereceğini bilemeyiz. Ama, şu anda özel bir denetim getirildi, raporlama sistemi orada, Komisyondaki çalışmalarla konuldu ve onun faydalı olacağını ve mutlaka olması gereken, asgari olması gereken şeyin bu olduğunu söylüyoruz. Tabii, bizim gönlümüz Sayıştay denetiminin olmasından yanadır. Sayıştay bu ülkenin kurumudur. Eğer Sayıştayın problemleri varsa, Sayıştayın kalitesinde, kapasitesinde bir yetersizlik varsa on dört yıllık bir Hükûmetin bunu geliştirmiş olması lazımdı. Yani, çözüm, bu işleri iyi yapamıyor diye Sayıştay denetiminin dışına kaçırmak da değildir. Bu hiçbir şekilde kabul edilemez bir durumdur. Dolayısıyla, denetim konusunda Hükûmetin tabii başlangıçta takındığı tavır hiçbir şekilde kabul edilemez bir tavırdı yani hiçbir denetimi olmayan, böyle, işte Ekonomi Bakanının ifadesiyle 150-200 milyar dolarlık bir fon yürüteceksiniz, yöneteceksiniz fakat bunu kamu adına hiç kimse denetlemeyecek. Bu kabul edilebilir bir şey değildi. Bunun kısmen çözüldüğünü düşünüyorum. Fakat, bizim çözümümüz tabii ki… Mesela, biz orada dedik ki: Belli merkezî denetim elemanlarından Başbakanın seçeceği en az 3 kişi. Yani, burada Başbakan kötü niyetli davranıp -bugünkü Başbakan için söylemiyorum, nihayetinde sistem kuruyoruz- böyle, bu işe çok da ehil olmayan denetim elemanlarını seçip, buraya getirip koyarsa tabii bu denetimden hiçbir şey çıkmaz. Tabii, biz onun yapılacağını beklemiyoruz elbette. Ancak, burada çok özenli bir şekilde, hakikaten denetimi bilen ve uluslararası standartlarda denetim yapan kişilerin buralarda çalıştırılması lazım.

Dolayısıyla, özetle şunu ifade ediyorum: Bu fon önemlidir ancak iyi kullanılması lazım. Mesela, şöyle: Sayın bakanın birisi “Biz bu fonla gerekirse para piyasalarına müdahale edeceğiz.” dedi. Bu çok tehlikeli bir laf arkadaşlar yani Merkez Bankası olan bir ülkede “Para piyasalarına ben bu fonla müdahale edeceğim.” demek çok tehlikelidir. Özellikle söyledik bunları, bu laflardan kaçınmak lazım. Yani, eğer böyle bir şey yaparsak, para piyasasına, maliye politikasına ciddi müdahaleleri bu fonla yaparsak bu önemli silahı kendimize karşı acımasızca kullanmış oluruz ve Türkiye'nin felaketi olur. Ben son olarak da bu ikazımı yapmak istiyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Usta.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Garo Paylan konuşacak.

Buyurun Sayın Paylan. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA GARO PAYLAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, dün gece saat beşte 80 maddelik torba yasa büyük oranda geçti, bugün birkaç maddeyi tekrar görüşeceğiz ve bu sabah geldik Türkiye'nin tarihini etkileyebilecek, geleceğini etkileyebilecek bir Türkiye Varlık Fonu’nu görüşüyoruz, gelecek kuşakları etkileyebilecek bir Varlık Fonu’nu görüşüyoruz. Ve biz bu yasayı nasıl görüştük arkadaşlar, biliyor musunuz? 80 maddeyi geçen hafta Plan ve Bütçe Komisyonunda doksan saat çalıştıktan sonra, pazartesi günü geldik, bir anda önümüze Varlık Fonu konuldu ve yirmi dört saat, otuz altı saat içinde Varlık Fonu’nu tartıştık, geçti. Ve otuz altı saat içinde bile –gerçekten o kadar kötü bir şekilde gelmişti ki bu yasa önümüze- bayağı iyi gelişmeler oldu ancak inanın, bir otuz altı saat daha çalışma şansımız olsaydı çok daha iyi bir yasa şeklinde geleceğimize, çocuklarımızın geleceğinin önüne koyabilirdik ama maalesef, bunu yapma şansı verilmedi ve alelacele 80 madde Genel Kurulda görüşüldükten sonra bu teklif şimdi Genel Kurulda görüşülüyor ve görüyorum ki çok az sayıda iktidar milletvekili burada. Onlara, bu yasadan vazgeçmelerini ve yeniden görüşmek üzere –bakın, vazgeçmek demek bunu yapmamak demek değil- ekim ayında bir çalıştay yaparak, Hükûmetle birlikte, sivil toplumla birlikte, iş dünyasıyla birlikte, işçi kesimleriyle birlikte, ekoloji çevreleriyle birlikte bir çalıştay yaparak, daha iyi çalışarak bu yasayı getirelim diyoruz. Bu konuda sizi ikna etmeye çalışacağım. Umarım ki siz de arkadaşlarınızı ikna edersiniz ve bu yasayı şimdilik bekletiriz, ekim ayında daha iyi çalışarak bunu gündeme getiririz.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı şöyle bir cümle etmişti: “Ülkeyi bir AŞ gibi yönetmeliyiz, anonim şirket gibi yönetmeliyiz.” demişti. Gerçekten, o dönem eleştirmiştik. Ülke bir anonim şirket gibi yönetilmez. Anonim şirket dediğinizin mantığı şudur: Yalnızca sermaye olarak bakar, işçi kesimini düşünmez, kârı maksimize etmeyi düşünür, ekolojiyi düşünmez. Ancak, bunların hepsini devlet düşünmelidir çünkü biz sosyal bir hukuk devletiyiz ve devlet, sermayedar gibi davranamaz. Devlet, bütün toplumsal kesimleri, ekolojiyi, kuşu, çiçeği, böceği, her şeyi düşünmek durumundadır. Ama AŞ mantığında bunlar yoktur, yalnızca kârı maksimize etmek vardır.

Şimdi, bu şirket ne yapacak? Bakın, gerekçeden okuyorum: Kamu kaynaklarını çeşitli fonlara aktaracak ve bu fonlarla uluslararası piyasada çıkacak ve yatırımlar yapacak, altyapı, üstyapı yatırımları. Ancak, bakın, şunu söyleyeyim: Evet, 2000’lerin başında, 1990’larda neoliberal politikalar çerçevesinde böyle bir akış vardı. “Devlet çıksın her şeyden, tamamen özel sektör ne yapıyorsa yapsın, piyasa kendi içinde dengeler.” deniliyordu. Özel sektör de piyasaları şişirdi şişirdi ve sonra, maalesef, 2009’da çok büyük bir duvara çarptı o neoliberal politikalar Amerika’da. Daha önce Arjantin’de çarptı 1990’larda, Rusya’da çarptı, ülkemizde defalarca çarptı. Yani “Kamunun yaptığı her şey kötüdür, özel sektörün yaptığı her şey iyidir.” mantığı devre dışı kaldı. Şimdi biz, kamu kaynaklarını kamu dışına çıkaralım, bir AŞ mantığı içinde yönetelim ve geleceğimizi bu şekilde kurtaralım diye bakıyoruz; bu doğru bir bakış değil.

Gerekçede şu söyleniyor: “G20 içinde varlık fonu olmayan tek ülke biziz.” Doğru değil. Her ülkenin bazı varlık fonları var ama “Bütün kaynaklarımı buraya aktaracağım, 150-200 milyar dolarlık bir fon yaratacağım.” dediğiniz zaman, bu, gayrisafi yurt içi hasılanın üçte 1’i demektir. Bir AŞ’ye kalan varlıklarımızı bu şekilde aktarmak gerçekten çok daha büyük bir sorgulamayı gerektirir arkadaşlar.

Bakın, hangi ülkelerin varlık fonları var ve niye kuruyorlar? Mesela, emtiası olan ülkeler kuruyorlar; Katar gibi, Norveç gibi, Rusya gibi. Çünkü onların emtiası var ve emtiaları bugün var, otuz yıl sonra olmayacak diye “Bugünden varlık fonlarına yatıralım, belli yatırımlara koyalım ki gelecek kuşaklarımıza bazı kaynaklar emanet edebilelim.” diyorlar. Diğer bir grup, katma değerli ürün yaratan ülkeler. Katma değerli ürün yaratıyorlar… (Gürültüler)

Sayın Başkan, çok uğultu var ya, çok az sayıda insan var ama bu uğultu nasıl çıkıyor, onu da anlamıyorum.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen biraz sessiz olmanızı rica edebilir miyim.

GARO PAYLAN (Devamla) – Diğer bir grup, katma değerli ürün üreten ülkeler, emtiası yok ama katma değerli ürün üretiyor. Mesela, Güney Kore, emtiası yok ama katma değerli ürünler üretiyor, cari fazla yaratıyor, tasarruf fazlası yaratıyor ve fonlara yatırıp yatırımlar yapıyor. Diğer bir grup, tasarruf fazlası yaratan ülkeler, dediğim gibi. Bütün bunlar bu fonları yaratıp gelecek kuşaklarına kaynaklar aktarabiliyorlar. Biz bunların hiçbiri değiliz, ne emtiamız var ne cari fazlamız var ne de katma değerli ürün üretiyoruz; yalnızca, katma değerli ürün üretenlerin ürünlerini alıyoruz ve tüketiyoruz, üreten bir ülke değiliz, tüketen bir ülkeyiz.

Peki, bu fona biz ne koyacağız arkadaşlar? Bakın, gerekçede var, hazine arazilerini buraya koyacağız. Başka ne koyacağız? Söylendi, İşsizlik Fonu iştah kabartıyor. Şimdi, 100 milyar TL var, eski parayla 100 katrilyon işsizlik sigortasında birikti. Ya, işçinin koyduğu bir parayı ve işsizlik için konulmuş bir fonu böyle bir fona aktarma düşüncesi var maalesef. Buna yeltenmemesi lazım Hükûmetin ancak işçi için harcanabilir o para, sermayeye peşkeş çekilemez çünkü sermaye alanı bir AŞ mantığı, kâr maksimizasyonu önerir, hayal satar, “Biz, Kanal İstanbul’u yapacağız, şöyle kazanacağız, böyle kazanacağız.” der ama böyle olmayabilir. İşçinin parası işçi için harcanır ve işçi içindir o para, başka bir yere yatırılamaz.

Diğer bir konu da “Kamu kurumlarına para aktaracağız.” diyor. Neredeyse o para, Maliye Bakanı keşke gelse de söylese. Kamu dengesi fazla mı veriyor arkadaşlar? Hangi parayı aktaracaksınız? Evet, bütçemiz aşağı yukarı denk ama oradan kaynak aktardığınız anda mali disiplin berhava olacak, bütçemiz açık verecek ve bunu sermayenin önüne atacağız ve “bütçe dengesi” denen şey berhava olacak ve ülkemiz daha kötü şartlarda borçlanacak. Bunu göze alabilir miyiz acaba?

Ne misyon biçiyoruz biz bu fona? Gerekçeden okuyorum: Ekonomik dalgalanma dönemlerinde yabancılar fon çıkışı yaparsa, piyasa likiditesi azalırsa piyasayı stabilize edecekmiş bu fon. Ya, Allah’ını severseniz Merkez Bankamız ne iş yapıyor? Sizler paralel bir merkez bankası mı kuruyorsunuz? Düşünebiliyor musunuz 15 Temmuz günü dolar 2.85 mi neydi, 3.09’a yükseldi Merkez Bankası müdahale etmedi, demek ki bir bildiği vardı, dolar bugünlerde yine 2.90 küsurlara geriledi. Düşünsenize 2 oyuncu olduğunu, bir bakanın da telefon açıp “Hadi dolar sat, bu dolar çok çıktı.” dediğini. Merkez Bankamızın da müdahale etmediğini, 2 tane oyuncu koyuyorsunuz, bu paralel bir merkez bankasıdır arkadaşlar. Böyle bir şey olamaz, her bir misyonda bir kurum olur, paralel 2 kurum olmaz, paralelin cefasını hepimiz çektik.

Diğer bir mesele, fiyat istikrarı. Bakın, tahvil ihraç edilecek, içeride enflasyon yaratabilecek, bu noktada fiyat istikrarı ne olacak diye hiç düşündük mü arkadaşlar? Bakın, genişlemeci politikaları önümüze koyduk, bankaların karşılık oranlarını düşürüyoruz, pek çok noktada genişlemeci politikalar ortaya koyduk. Faizler düşsün diyoruz ama nerede düşsün diyoruz? Yalnızca konut faizlerinde düşsün diyoruz, üretimi teşvik eden bir düşüş yok. Bu çerçevede genişlemeci politikaların neye ulaştığını da görüyoruz bugünlerde. Enflasyon kaç? Yüzde 8.75 ve bu yıl içinde çift haneli rakamları görme olasılığımız var. Bütün bu genişlemeci politikalar eğer yalnızca Merkez Bankasına bırakılmazsa fiyat istikrarı, ikinci bir kurul konulursa ve genişlemeci politikalara devam edilirse enflasyon tekrar başımızın belası olabilir. Ne yapacağız peki? Kamu kaynaklarını teminat olarak koyacağız, hazine arazilerini buraya koyacağız, kamu kaynaklarını koyacağız, uluslararası piyasalara çıkacağız, tahvil ihraç edeceğiz bu fonla. Peki, bu nedir? Paralel bir hazine. Hazine ne yapıyor? Uluslararası piyasalara çıkıp borçlanıyor. Bu kurum ne yapacak? Bu da uluslararası piyasada çıkıp borçlanacak. Bu ne demek? 2 tane hazine demek, 2 tane borç yönetimi demek. Peki, Türkiye’nin borç yönetimini Hazine son yıllarda yaparken, nispeten kamu borç oranımız yüzde 32’lere düşmüşken bu oranı yükseltmek ve borç yönetimini çift telli bırakmak paralel bir hazine yaratmak değil midir arkadaşlar? Böyle bir şeye nasıl cesaret edebiliriz?

Şimdi, peki, bu fon bu kaynaklarla ne yapacak arkadaşlar? Ne vadediyor buradaki gerekçede? “Biz Kanal İstanbul ve nükleer santral yapacağız.” diyor. Hani doğanın hakkı, hani ekoloji? Hayallerimiz Kanal İstanbul mu, nükleer santral mi? Büyük altyapı projeleri yapacakmış ve finansmanını bu şekilde sağlayacakmış! Arkadaşlar, bizler çevrenin, ekolojinin hakkını yok sayan bir kaynağa bütün kaynaklarımızı koyup Kanal İstanbul yapma hayalinde olamayız. Kanal İstanbul bütün İstanbul’un doğasını, bütün Marmara’nın ve bütün bölgenin doğasını tarumar edebilecek bir proje. Böyle çılgın projelerle çılgın bir şekilde doğamızı, ekolojimizi riske atamayız. AŞ mantığıyla, kâr mantığıyla doğayı yok sayan, Rize’nin, Karadeniz’in, Ayder’in yaylalarını yok sayan mantığın artık esiri olmayalım. Bu bakıştan dönmemiz lazım, bu misyonu da buradan çıkarmamız gerekiyor.

Bakın arkadaşlar, misyonda bir şey daha var. Bu fon yurt dışına yatırım yapacakmış, misyonda yazıyor. Ya Allah’ınızı severseniz, cari açık veren bir ülkeyiz, cari fazlamız yok ki. Aynı şekilde tasarruf açığı olan bir ülkeyiz, kendi tasarruflarımız dışında yurt dışından tasarruf ithal ediyoruz. Aynı şekilde istihdam açığı olan bir ülkeyiz, işsizliğimiz var. Ve biz diyoruz ki: Biz yurt içindeki kaynakları toplayacağız, İşsizlik Sigortası’ndan paraları koyacağız, hazine arazisini koyacağız, yurt dışından borçlanacağız, bu parayı alıp yurt dışında yatırım yapacağız. Ya, bir bürokrat dedi ki, ismini vermeyeyim, mahcup olmasın: “Biz bu kaynaklarla Somali’de arazi alacağız, tarım ürünleri yetiştireceğiz, ülkemizdeki arz açığını kapatacağız. Efendim, Afrika’da, başka bir ülkede hayvancılık çok ucuzmuş, gidip orada hayvancılık yapacağız, ülkemize et getireceğiz ve böylece et açığımızı kapatacağız.” Kafaya bakın ya! Ya, ülkemizdeki hayvancılık bitmiş, tarım ürünleri gerilemiş, çiftçi kan ağlıyor. Biz yurt içinde tarımı, hayvancılığı destekleyeceğimize piyasa mantığı, tam piyasa mantığı… Yurt dışında ucuz buğday, oraya gidelim tarla alalım, hayvan yurt dışında ucuz, gidip oraya hayvan alalım, yetiştirelim, ülkeye getirelim. Ne oldu istihdam, ne oldu ülkemizin kaynakları? Nasıl bir mantık? Çiftçi, emekçi, istihdam… Piyasa kafası ancak bu kadar arkadaşlar. Biz, sosyal bir hukuk devletiyiz, sosyal bir devletiz. Bunu es geçen bir yasayı buradan geçirmeyelim arkadaşlar.

Bakın arkadaşlar, varlık fonları ülkelerin itibarını gösterir. Varlık fonları olmalı, evet. Ülkeler de, icabında yabancı fon da buraya, bu ülkeye güveniyorsa gelip yatırım da yapmalı. Ama ülkeler, hangi ülkelerin varlık fonlarına yatırım yapıyorlar? Güvendikleri ülkelerin. Yani, demokrasilerine güvendikleri ülkelerin, hukuk sistemine güvendikleri ülkelerin fonlarına yatırım yapıyorlar. Bunun için de iş barışını sağlamış bir ülke olmamız gerekiyor, demokrasiye doğru koşan bir ülke olmamız gerekiyor. Bunlardan maalesef çok uzağız, daha bir ay önce bir darbe yaşadık ya. Darbe yaşamış bir ülke olmanın utancından bir an önce çıkıp, bir an önce demokrasiye koşmalıyız ki bu fonda, eğer ki tekrar görüşeceksek, iç kaynaklar anlamında gerçekten bütün ülkemizin yararına bir fon yaratılacaksa bu ülkeye ancak demokrasi yapabilirsek, iş barışımızı sağlayabilirsek bu fonun itibarı olur, hem içerideki insanlar hem yurt dışındakiler bu fona yatırım yaparlar.

Arkadaşlar, dün gece bir teşvik yasası çıkardık. Bu fon da -biliyorsunuz- bu teşviklerden faydalanacak ve özellikle vergisiz, herkese “Gel vatandaş, gel buraya yatırım yap, ben de sana sermaye koyayım.” diyecek bu fon. Kime diyecek? “Apple”a diyecek. Kime diyecek? “Wolksvagen’e diyecek, “Mercedes”e diyecek. Bunlar hangi şirketler? Akıl üreten, inovasyon üreten, yeni teknoloji üreten şirketler. Peki, biz niye yaratamıyoruz? Arkadaşlar, bu şirketlere aynı zamanda ne diyecek? “Ben senden vergi almayacağım.” diyecek. Bakın, dün çıktı yasa. “Bedava kamu arazisi veriyorum ve burada ucuz işçi var, gel vatandaş, ucuz işçi, 400 dolara sana işçi, işçinin sigortası da benden.” diyecek. Bu anlamda turkuaz halılar serilecek bu insanların önüne.

Peki, biz, ülkemizi, topraklarımızı ve emeğimizi niye böyle ucuza pazarlıyoruz arkadaşlar, neden sizce? Çünkü biz yaratıcı bir toplum değiliz, üreten bir toplum değiliz, başkalarının fikirlerini, akıllarını ülkemize getirmeye çalışıyoruz, böyle turkuaz halılar serip, fonlar çıkarıp, ucuz işçilerimizi maalesef bu şekilde onlara sömürttürüyoruz.

Peki, bu neden? Bakın, bir örnek vereyim: Eleştiriyel düşünceye sahip yetiştirdiğimiz öğrenci oranı yüzde 1 yani her 100 çocuktan 1’ini eleştiriyel düşünceye sahip olarak mezun ediyoruz yani bir şey söylendiğinde sorgulayan bir çocuk, 100 kişiden 1 kişi. Geride kalan ya Recep Tayyip Erdoğan ne diyorsa ona inanıyor ya Fethullah Gülen ne diyorsa ona inanıyor ya bir başkası ne diyorsa ona inanıyor; sorgulamıyor, birisi ne diyorsa onun aklını emanet alıyor. Oysa Güney Kore’de bu oran ne? Yüzde 32; her 100 çocuktan 32’si eleştiriyel düşünceye sahip. Bu çocuklar da yaratıcı oluyorlar, Samsung’u ortaya çıkarıyorlar, işte bin dolar veriyorsunuz telefon alıyorsunuz, Apple’ı yapıyorlar, başka yaratıcılıklar geliştiriyorlar. Yani sırf o büyük şirketleri destekliyorum gibi olmasın, buna da karşıyız. Küçük, kendi yaratıcılığını geliştirebilen çocuklarımıza, yaratıcı çocuklara yatırım yapmalıyız. Böyle bir fon kurulacaksa önce eğitime yatırım yapmalı, eleştiriyel düşünceye sahip çocuklar yetiştirmeli bu fon. Onlar yaratıcılıklarını geliştirirler, böyle bir fon da o çocukların yaratıcılıklarına kaynak ayırır, onları destekler ve ülkemizi ucuz iş gücü cenneti yapmaktan vazgeçeriz.

Bu fonun bir sorununu daha anlatacağım arkadaşlar, denetimi. Bakın, ilk geldiğinde “Denetimi kime yaptıracağız?” diyordu biliyor musunuz, “Uluslararası kuruluşlar, biz para vereceğiz, gelip bizi denetleyecekler.” diyorlardı. Hani Meclis denetimi -kamu kaynaklarını koyuyoruz- hani halk denetimi? “Kanal İstanbul yapacağım.” diyorsun, buradan rıza almayacak mısın, milletin rızasını almayacak mısın? Uluslararası bir kuruluşa da rapor yazdıracaksın, “Kanal İstanbul yaparsan çok şahane olur, büyük para kazanırsın.” diyeceksin ama milletin denetimini yok sayacaksın. Evet, yaptığımız uzlaşmayla belli oranda geri çekildi ve Meclis denetimi ortaya kondu ama yalnızca bir rapor yazabileceğiz, gelip hesap verecekler bize fon yöneticileri ve biz de Meclis olarak denetimimizi yapmaya çalışacağız. Ama çok büyük bir sorun daha var. Bu fon nereye bağlı? Başbakana. Başbakan atayacak yöneticilerini. Peki denetçi kim? Şimdi, 3 kişilik bir denetçi heyeti konuluyor. O denetçiyi kim atayacak? Başbakan atayacak. Yani işi yöneten Başbakan, denetçiyi atayan Başbakan. Böyle denetim mi olur, böyle denge mi olur? Bu, denetim değildir arkadaşlar. O denetçiyi de mutlaka bir önergeyle değiştirelim, Başbakan atamasın, başka bir formül üzerinde çalışalım. “Yasayı çekelim.” o yüzden diyorum, daha çok çalışalım üzerinde. Peki biz ne öneriyoruz arkadaşlar? Varlık Fonu AŞ olmasın. AŞ mantığını anlattım, kötü. Peki nasıl olsun? Hazine altında bir fon olsun. Sosyal projelere destek verebilecek; eğitime, sağlığa, pek çok yönde sosyal politikaya, yaratıcı gençlerimize destek verebilecek bir fon olsun. Biz yaratalım, biz üretelim başkalarının yaratıcılığını gelip burada ucuz işçi olarak pazarlatmayalım. İşçimizi, emekçimizi sömürtmeyelim.

En son olarak, yaratıcılık, dediğim gibi gençlerimize destek veren bir fon öneriyoruz.

Son bir dakikamda da arkadaşlar, dün, biliyorsunuz 80 madde geçirdik ve içinde hâlâ sorunlu olan pek çok madde var. 23’üncü madde, biliyorsunuz güvenlik gerekçesiyle belediyelerin mülklerine, taşınmazlarına el koyma maddesi; 50’nci madde, Çevre Bakanlığına, yerelin iradesini yok sayarak yereli yıkıp yeniden yapma yetkisini veren bir madde. Bu da hâlâ bir kayyum demektir. Bu anlamda kayyum maddesi geri çekildi ama uzantıları hâlâ torba yasada devam ediyor. Bunu yeniden müzakere edelim arkadaşlar. Mutlaka bunları geri çekelim ki… Bakın, dün oluşan iklim belki yeni şeylere vesile olabilir. Bu dünkü iklimi hani Yenikapı iklimi değil… Yenikapı da tabii ki önemliydi, oraya giden insanlarımızın tepkisi önemliydi darbeye karşı ama orada eksik olan bir şey vardı. Eğer ki dün gece yaşadığımız iklimi bütün coğrafyaya yaymak istiyorsak şu 2 maddeyi de çekelim. Çevre Bakanımızla belli noktalarda görüştük. Yerel yönetimlerle birlikte yeni bir yol açılabilir, yeni bir kanal açılabilir, bu da yeni iyiliklere vesile olabilir. Bu yönde çağrılarımı yaparak hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Zekeriya Temizel Konuşacak.

Buyurun Sayın Temizel. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 413 sıra sayılı Türkiye Varlık Fonu Kurulmasına Dair Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.

Sözlerime başlarken öncelikle belirtmek istediğim konu şu: Tasarrufların yatırımların finansmanı için yetersiz olduğu, mevcut yatırım oranını artırmaya dönük ve atıl kaynakları reel ekonomiye kazandırmak üzere yeni finansman model ve tekniklerin yaratılmasına bu Mecliste hiç kimse karşı olmaz. Bu, önemli bir olaydır. Ancak, böyle bir gereksinimi karşılamak için yapılacak yasal düzenlemelerin, oluşturulacak kurumların yapısının, kurumlara verilecek görev ve yetkilerin ayrıntılı incelemelere dayandırılması, gerekirse örnek olaylarla yaptığımız düzenlemelerin hangi sonuçları vereceğinin test edilmesi, konular üzerinde uzun süre tartışılarak yeni seçenekler, alternatifler oluşturulması, dolayısıyla ancak bunlar yapıldığı zaman böyle düzenlemelerin bir anlam ifade edeceğini belirtmek istedik. Aksi takdirde, geçmişte yaşanan bir kısım iyi niyetli ancak sonradan toplum hafızasında kötü izler bırakan girişimlerde olduğu gibi, çok sayıda yatırımcıyla borçlu, büyük ve karmaşık bir yapının tasfiyesi için de burada saatlerce çalışır, kanun tasarıları üzerinde kafa patlatırız.

Tam bu aşamada, sizlere, 1980’li yılların başında olan bazı olayları hatırlatmak istiyorum: Meclisimizin yapısı gençlerden oluşuyor. Belki büyük bir kısmı bilmez ama 1983 yılından sonraki, 1984’e doğru giderken, seçimler sırasında Rahmetli Calp ile Rahmetli Özal arasında yapılan bir tartışmayı sizlere anımsatmak istiyorum. Bir televizyon programında liderlerden birisi kaynak yaratmak için köprüyü satacağını söylüyordu, Rahmetli Calp da “Sattırmam!” diye masaları yumrukluyordu. Daha sonradan, Özal Hükûmetinin yaptığı ilk iş, köprünün satılmasını sağlamak üzere -daha doğrusu satılması falan değildi- şu kanunu çıkarmak oldu: “Tasarrufların Teşviki ve Kamu Yatırımlarının Hızlandırılması Hakkında Kanun Tasarısı.” 1984 yılının Şubat ayında çıktı bu kanun. Çok ilginç bir şekilde, “kamunun varlıklarını menkul kıymetleştirmek suretiyle satmak”tan bahsediliyordu.

Değerli arkadaşlar, yapılan olay aslında bir şey değildi. Bir borçlanma enstrümanı yaratılmıştı. Doğrudan doğruya “Devlet borç aldı.” denmiyordu da “Köprü senedi karşılığında borç aldı.” deniyordu. Hepsi ondan ibaret. Nitekim daha sonradan bu şekilde oluşturulmuş olan onlarca fonun tasfiyesiyle birlikte bu fonu da tasfiye ettik, kamunun başına, sırtına yüklenmiş olan milyarlarca liralık borçların da hepsini ödemek zorunda kaldık.

Burada bir maddeyi de size özel olarak aktarmak istiyorum. Daha doğrusu, bunların tartışması sırasında soruyorlar: “Yani, nasıl olacak bu gelir ortaklığı senedi? Nasıl değerlendireceksiniz? Kaç liralık hisse satacaksınız? Koskoca köprü kaç lira eder? Bunu nasıl değerlendireceksiniz?” falan denildiğinde yaptığı açıklama basit, aynen şöyle diyor: “Yılda 2 milyar TL gelir getiren bir altyapı tesisi için 10 milyar liralık ortaklık senedi çıkartacağım.” Yani bu kârdan hareketle yatırımın değerini belirliyor. “Yüzde 20 kâr ettiğini varsayın.” diyor, “Dolayısıyla, yüzde 100’ü bunun şu kadar milyar lira eder. Bunun bir kısmını hazinede bırakırım, geri kalan kısımlarını da insanlara satarım.”

Şimdi, bu bir fondur değerli arkadaşlar, bunun adı fon. Fena bir fon değil, iyi bir fon aslında, bakmayın, kötü olarak kurulmamış. Ancak bu şekilde elde edilen kaynakların nasıl değerlendireceğini belirlemek çok önemlidir. Siz bütün bunlardan elde ettiğiniz borçlarla belirli bir süre sonra yeni yatırımları ya da mevcut yatırımın daha fazla gelişmesine, üretici yatırımlara kaynak ayırmayı sağlamazsanız, cari harcamalarınızda kullanırsanız bu fonların geleceği yoktur, bunlar belirli bir yere ulaşamazlar.

Değerli arkadaşlar, işte, şimdi, aradan bu kadar yıl geçtikten sonra biz de yeni bir fon yapıyoruz. Bu fon, 1950’li yıllardan beri mevcut olan, birçok ülkenin başvurduğu, kullandığı ancak son yıllarda çok popüler olan bir fon. Bunlara ulusal varlık fonları deniyor. Ulusal varlık fonlarıyla biraz önce söylediğim borçlanma enstrümanı olan fonlar arasında çok önemli bir farklılık var. Borçlanma, bugün yapılan harcamaların, bu harcamalarla yapılan yatırımları, gelecek nesiller de kullanacak, onlar da bundan yararlanacaklar mantığıyla bugünün maliyetini gelecek nesillere de yansıtmak. “Ben alırım, bugün yaparım, bir kısmını da onlar ödesinler.” demek, borçlanma bu. Varlık fonlarının bu konuyla ilgisi yok. Varlık fonları, bugün kullanılan kaynaklardan gelecek nesiller de yararlansın diyerek belirli bir miktarın ayrılıp belirli amaçlar için kullanılması, fark bu. Gelecek nesillere masraf aktarmak, yükümlülük aktarmak… Gelecek nesiller yararlansın diye fon oluşturup bunların gelirleriyle gelecek nesillerin refahını artırmaya çalışmak.

Gelecek nesillere pay aktarılabilecek olaylar genellikle petrol gibi, madenler gibi veya diğer varlıklar gibi bu tür kaynaklara sahip olanlar tarafından kurulan fonlar. Petrol gelirleri müthiş şekilde yüksek olan bazı ülkeler, bu kaynağın belirli bir süre tükeneceğini varsayarak ya da bilerek buradan elde edilen gelirlerin bir kısmını alıyorlar, bu fonun içerisine koyuyorlar, bu fonu değerlendirmek suretiyle de petrol gelirleri bittiği zaman kendilerine bir gelir sağlamaya çalışıyorlar ya da Şili’nin yaptığı gibi, bakır madenlerini buraya koyuyor. Bakır madenleri de tükenecek belirli bir süre sonra ama bakır madenlerinden elde edilen geliri buraya koyduğu andan itibaren oradan elde edilen geliri bakır madenleri tükendiği zaman bile bunu kullanacak; bu, böyle olacak.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu iki enstrümanı birbirine karıştırmadığınız zaman kuracağınız yapı çok farklı olacak. Ha, burada “Doğal varlığı olmayan, petrolü olmayan ülkeler ne yapıyor?” diyeceksiniz. Bu ülkelerden cari fazla veren ülkelerde bu cari fazla ilanihaye bu şekilde sürmez çünkü cari fazlalar da şu andaki kaynakların kullanılmasından ötürü veriliyor, yaratılıyor. O zaman “Bu cari fazlanın belirli bir kısmını ben gelecekte rekabet edebilir ekonomileri yaratmak için ayıracağım, bunu sürdüreceğim.” diyebilir, örneğin Kore. Kore yaratmış olduğu cari fazlanın büyük bir kısmını bu şekilde fonlara ayırıyor ve ilginç bir şekilde fonlarını tanımlarken de şirketlerin teker teker araştırma geliştirme faaliyetleriyle uğraşamayacakları, yapamayacakları ya da satın alamayacakları buluşları, “know-how”ları, patentleri satın alıyor, onları fona koyuyor, sonra şirketlere diyor ki: “Gelin, bunları kiralayın siz.” Böylece, gelecekle ilgili olarak, örneğin bu yeni araçlarla ilgili olarak pil teknolojilerini, vesairelerini satın alıyor, çıkaracağı araçlarda onları kullanacaklara onu kiraya veriyor, bu çok önemli bir olgu oluyor. Cari fazlası da olmayan, varlığı da olmayan ülkeler de kaynaklarından belirli bir kısmını özel olarak ayırıyorlar, çok somut ve spesifik bir amaca ayırıyorlar. Fransa, kurmuş olduğu varlık fonuyla ülkesinin ulusal varlıklarının, stratejik olarak çok önemli olan varlıklarının başkalarının eline yok pahasına geçmesini önlemek için bu fonu kullanıyor, yok pahasına gidecek olan stratejik yatırımların hepsini bu fon sayesinde korumaya alıyor.

Değerli arkadaşlar, ulusal varlık fonunun işlevi aşağı yukarı bu şekilde tanımlanıyor. Peki, biz ne yapıyoruz? Bizim ne yaptığımızı kanunun amaç maddesinden okuyayım direkt olarak: “Kanunun amacı sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, kamuya ait olan varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek, Türkiye Varlık Fonu ve bu fonun alt fonları kurmak…” olarak belirliyor kanun amacını.

Değerli arkadaşlar, bu, klasik varlık fonları tanımlarına uyan bir tanım değil. Bu, çok net bir şekilde piyasalardan bir borçlanma hedefinin olduğu, piyasalardan kaynak sağlamak üzere kurulduğu izlenimini yaratıyor. Maddenin bu şekilde kurulması, Türkiye’nin yıllardan beri geliştirmeye çalıştığı sermaye piyasası açısından bir tehdit oluşturuyor çünkü burada tanımlanan görevlerin hemen hemen tamamını bizim sermaye piyasalarımız yapmaya çalışıyor. Açıkça bunların bir de devlet fonu tarafından yapılmaya başlanması, özel sektörün sermaye piyasalarını kullanma imkânının kısıtlanmasını ve burada ciddi anlamda bir risk yaratılmasını gündeme getiriyor. Dolayısıyla bu, uzun süreden beri yaratmaya çalışmış olduğumuz bu piyasalara karşı ciddi anlamda bir sorun oluşturacak gibi gözüküyor. Kaldı ki bu fonun devlete ait olması, üstelik de bu piyasalara müdahale ederken devlet müdahalesi olabileceği endişelerinin yaratılması ister istemez yatırımcıların da kafasında kocaman bir soru işareti uyandırıyor.

Değerli milletvekilleri, bu yasalaştırmaya çalıştığımız teklif konusunda iki konuya dikkatinizi çekmek istiyorum:

Bunlardan bir tanesi ulusal varlık fonlarının ayırıcı özelliğinin kamu fonu olmasıdır. Kamu fonunun bütün sermayesini, bütün varlıklarını kamu verir. Dolayısıyla, bu şekilde kurduğunuz kamu fonlarının tamamının devlete ait olması nedeniyle, devletin varlıklarını aktarmanız nedeniyle bir temel sorunla karşılaşırsınız. Daha önceden kurmuş olduğunuz devlet varlıkları veya devlet kuruluşlarıyla ilgili tanımlanmış olan görevlerin sürdürülüp sürdürülmeyeceği konusu. Eğer bunları sürdürmemek üzere onların varlıklarını alıp da işlevlerini dışladığınız takdirde buradan doğacak olan sorunların çok önemli olacağına özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Devlet fonlarına bu tür kaynaklar devredilirken neyin hangi amaç için ve neyi sağlamak üzere aktarıldığını çok iyi belirtmek gerekiyor. Ancak, yaptığımız tasarının içerisinde, daha doğrusu kanunlaştırmaya çalıştığımız tasarının içerisinde Bakanlar Kurulu bu konuda inanılmaz bir yetkiye sahip. Yani Türkiye’nin bütün varlıklarının hepsini nakit, gayrimenkul, maden, yer altı kaynağı, yer üstü kaynağı, her şeyini olduğu gibi bu fonun içerisine aktarma yetkisine sahip.

Değerli arkadaşlar, Meclisin bu konuda dikkat etmesi gereken konu bu. Meclis hiçbir yetkisini, alt ve üst sınırlarını belirlemeden Bakanlar Kuruluna kullanma yetkisi veremez, vermemek zorundasınız; bu, bütçe hakkının bir gereğidir. Eğer siz bunu sınırsız bir şekilde devrederseniz bütçe hakkınızı devretmiş oluyorsunuz, işte bu da Anayasa’ya aykırı bir durumdur. Bu konu, buradaki tartışmalar sırasında mutlaka ve mutlaka çözülmesi gereken bir konudur.

İkinci önemli konu da dikkatinizi çekeceğim konu: Devletin bütün varlıklarını aktarıyorsunuz sınırsız bir şekilde. Aktardığınız andan itibaren devletin bu varlıklarının kullanılmasıyla ilgili daha önceden kamu kaynaklarının kullanılmasına dönük olarak yapılmış bütün yasaların tamamından bunu istisna tutuyorsunuz, diyorsunuz ki: Bu yasalara tabi olmayacaksın, şu yasaya tabi değilsin, 5018’e tabi değilsin, İhale Yasası’na tabi değilsin, kısacası hiçbir şeye tabi değilsin, özel hukuk hükümlerine göre yapacaksın işlemlerini.

Değerli arkadaşlar, kamunun bir kaynağını sınırsız bir şekilde alıp ondan sonra da hiçbir kamu denetim veya yasasına tabi olmadan bunları kullandırmaya kalkarsanız burada devlet kavramını tartışmaya açmış olursunuz. Bu olmaz, bu kesin olarak olmaz.

Fonun kurulmasıyla ilgili bir karşıtlığımızın olmadığını belirttik, fonun doğru kurulması gereğini anlattık, özellikle de fonun gelecek nesillere, bugünün kaynaklarını gelecek nesillerin de yararlanması için taşıması gerektiğini de anlattık; o zaman kuruluşunu da doğru yapacaksınız, kuruluşunu buna göre yapacaksınız. Sanayimizi geliştirmek istiyorsanız, ben şu, şu, kaynakları kullanıyorum ama bununla şu amacı gerçekleştireceğim diye çok net olarak tanımlayacaksınız bunu. Kurulacak alt fonlarda bütün bu tanımların hepsinin yapılması zorunludur, aksi takdirde, şu anda sizin olan, Anayasa’mıza göre sizin olan, bu Meclisin olan bütçe hakkını başka birine sınırsız bir şekilde devretmiş olursunuz.

Kamu fonu olduğunu söyledik. Devletin bütün kaynaklarının, gelirlerinin bile tahsis edilerekten aktarıldığını da söyledik. Peki, bununla ilgili uygulamalar ve harcamalar nasıl denetlenecek? Biraz önce konuşan iki değerli arkadaşım da bu konuya dikkat çektiler. Dikkat çekmeden geçilecek bir konu değil. Çünkü, Anayasa’mızın 165’inci maddesi var, kamu kaynaklarıyla kurulacak olan bu tür işletmelerde veya kuruluşlarda devletin, daha doğrusu Meclisin kendisinin yapacağı denetimin ne şekilde gerçekleştirileceğine ilişkin düzenlemeyi şart koşuyor.

Bizler muhalefet partisi olarak, ana muhalefet partisi olarak bu tasarıya elimizden gelen bütün desteği vermeye çalıştık, çalıştık ama içimize sinen bir tasarı ortaya çıktı mı derseniz buna olumlu yanıt vermiyoruz, içimize sinen bir tasarı ortaya çıkmadı. Belki ciddi anlamda üzerinde çalışılsa ve uğraşılsa öyle bir sonuç elde edilebilirdi. Özellikle denetimi, özellikle de hangi amaç için hangi fonun kullanılacağını, şu anda değerlendirilmeyen fonun hangi amaçla değerlendirilmediğini, bundan sonra nasıl değerlendirileceğini görecek, ona göre de belki o fonun işlevlerini yerine getirmesine toplum olarak da, Meclis olarak da sahip çıkacaktık; bu olmuyor. Bunun yanında bir de denetimi eğer eksik olarak kurarsanız işte o zaman sorun çok daha fazla büyüyor.

Kurulmuş olan denetim fonuyla ilgili olarak, denetim sistemiyle ilgili olarak özellikle fonu kuran idarenin amiri durumunda olan kişilerin denetçilerinin de kendilerinin atanması bir boşluk olarak ortaya çıkıyor. Bu hususların buradaki görüşmeler sırasında kesinlikle değerlendirilmesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bir fon kuruyoruz; daha doğrusu, önce bir şirket kuruyoruz, bu şirkete devrettiğimiz varlıklarla da o şirket fonlar kuruyor, fonlar alt fonlar kuruyor. Böyle bir sistem getiriyoruz; tasarının tamamını konuşurken bu devam edip gidecek. Kamu fonunu kuruyoruz, kamunun bütün varlıklarını sınırsız bir şekilde… Hatta tasarının ilk geldiği hâlinde devlete tahsisli, kamuya tahsisli gayrimenkuller de dâhildi ve bizim bu Meclis de fonun içerisine giriyordu o zaman. Meclisin binası da dâhil olmak üzere her şeyi bunun içerisine koyuyorduk, devrediyorduk. Dolayısıyla da bu arada hiçbir kanuna tabi değil diye kuralsızlaştırıyorduk, denetim sistemini de fonu kuranın inisiyatifine bırakıyorduk.

Şimdi, değerli arkadaşlar, böyle bir fona nasıl güvenilir? Böyle bir fon… “Aa, ne kadar serbest ya, ne kadar güzel, istediği gibi para kazanır.” diye insanlar yatırım yapmaz buraya. Bir yabancı yatırımcı “Ya, bu fon ne kadar serbest bir fon; ona da tabi değil, buna da tabi değil, denetime de tabi değil.” diye bir şeye para yatırmaz. Olmaz bu yolla; o nedenle bu fonun güvenilir kılınması lazım. Güvenilir kılınmasını nasıl sağlayacaksınız?

Değerli arkadaşlar, çok farklı alandan bir örnek vermek istiyorum: Bizim var olan veya işte varlığı konusunda tereddütlü olduğumuz bir kurumumuz var ombudsmanlık diye. Bir denetim organı olarak kuruyoruz onu. Ombudsmanlığın çıktığı ülke İsveç ama ombudsmanı en itibarlı olan ülke Danimarka. Diğer ülkeler anayasalarına koymuşlar bunu, müthiş kanunlar yapmışlar, şunu yapmışlar, bunu yapmışlar ama Danimarka çok sıradan bir ombudsmanlık kurumu yapmış birkaç basit cümleli kanunlarla. Ama, şu anda dünyanın en itibarlı ombudsmanları Danimarka ombudsmanları. Niye? Ombudsmanların kişiliğinden. Siz bu kanuna ne yazarsanız yazın, bu kanuna ne kadar denetim koyarsanız koyun ya da koymayın, hiçbir şey koymayın, eğer bu fonları yönetecek olan insanlar bu güveni verip bütün yatırımcıların hepsine objektif kriterlerle hesap veren, saydam, evrensel hukuk kurallarına saygılı, istenildiği zaman da istenilen bilgilerin ulaşılacağı bir fon hâline getirmezlerse Türkiye bir varlık fonu kurma şansını boşu boşuna harcamış olur. Olayımız budur.

Bu şansın harcanmamasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Temizel.

Şahsı adına İzmir Milletvekili Sayın Selin Sayek Böke konuşacak.

Buyurun Sayın Böke. (CHP sıralarından alkışlar)

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) – Değerli milletvekilleri, Sayın Başkan; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye ekonomisinin ciddi bir tedaviye ihtiyacı var. Bütüncül bir iyileştirme planıyla, doğru teşhisler koyacak detaylı bir değerlendirmeyle doğru tedaviyi uygulamaya ihtiyacı var çünkü Türkiye yıllardır çok kötü yönetiliyor. Ekonomi adım adım yüzde 3 dahi büyüyemeyeceği bir geleceğe doğru gidiyor. 6 milyon vatandaşımız işsiz, ya iş arayıp bulamıyor ya da iş arayacak dahi mecali kalmamış. Kendisinden de geleceğinden de çocuğunun yarınından da vazgeçmek zorunda bırakılmış. Enflasyon beklentileri arka arkaya bozuluyor. Ekonomi aktörleri ekonomi yönetiminin koyduğu hedefleri gerçekçi bulmuyor, bu hedefleri ciddiye almıyor ve her geçen gün bu güvensizlik artıyor. Türkiye ahbap çavuş ilişkileri ekonomisinde zirveye oynuyor. İki yıl içerisinde 14’üncü ülke olmaktan 8’inci ülke olmaya doğru büyük bir geri adım atıyor. Bütün bunlar AKP’nin dış kaynaklı finansmanla finanse edilen tüketim ve inşaat modelinin artık yapısal sınırlarına dayandığının en somut göstergeleri. On dört yıllık iktidarın Türkiye ekonomisini taşıdığı yer, kan ağlayan esnaf, bir korku imparatorluğu altında ezilen sermaye ve daha da kötüsü, “İş cinayetlerine kurban gider miyim?” endişesiyle her gün açlık sınırının altında elde edeceği gelir için alın teri döken, endişeyle yaşayan ücretli milyonlar. Türkiye artık önemli bir yol ayrımında: Ya bu felaketi her gün vatandaşımızın sofrasında bir gerçek olmaya devam edecek şekilde sürdüreceğiz yani sonuna geldiğini bildiğimiz bir modelde ısrarcı olacağız ya da yeni, yepyeni bir kalkınma hamlesi üreteceğiz, yeni zenginlikler yaratıp bu zenginlikleri hakça paylaşacak bir düzen inşa edeceğiz yani felakete son vereceğiz.

Bu yeni kalkınma hamlesi için her şeyden önce laik, bilimsel, rasyonel ve fırsat eşitliğine dayanan bir eğitime ihtiyacımız var. (CHP sıralarından alkışlar) Bu yeni kalkınma hamlesi için her şeyden önce gerçek bir demokrasiye, hukuk devletine ve özgürlüklere ihtiyacımız var. Bu yeni kalkınma hamlesi için liyakate dayalı bir kamu düzenine, kim olduğunuzla değil, yapabildiğiniz işle değerlendirildiğiniz bir kaynak dağıtım mekanizmasına ihtiyacımız var. Bu yeni kalkınma hamlesi için çocuklarının geleceğini bugün kendi sefahati için feda etmeyecek kadar Türkiye bilinci olan bir iktidara ihtiyacımız var. (CHP sıralarından alkışlar)

Ancak, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında telaşla Meclise getirilmiş olan yasa önerilerine baktığımızda eski tas eski hamam bir ekonominin karşımıza çıktığını açıkça görüyoruz. Niyet çok belli.

15 Temmuz sonrası ekonomiye dair gelen yasa önerilerinin özeti şöyle: Önce varlık barışı, sonra varlık satışı, şimdi de varlık fonu. Araya sıkışan emekçinin cebine elini atmış olan zorunlu BES'i de unutmamak gerekiyor. Bu pakete, bu varlık paketine dair endişelerimizi sıkça ve yüksek sesle dile getirdik, dile getirmeye de devam edeceğiz. Size “Müflis tüccar AKP.” dedirtecek bir dizi yasa önerisini Meclise getirmiş vaziyettesiniz. Bizim dile getirdiğimiz kaygıları duydunuz ve dün varlık satışından ve illeri ilçe yapmaktan vazgeçtiniz. Gelin, varlık fonunun bu hâlinden de hemen bugün hep beraber vazgeçelim ve kimse size “müflis tüccar” diyemesin.

Unutmayın ki bu hâliyle kurulacak bir Türkiye Varlık Fonu ancak ve ancak bir Türkiye ipotek fonu olabilir. Bu tasarıyla, maalesef, bir kez daha iktidarın “Türkiye” değil “AKP” dediğini, “vatandaş” değil “rantçı” dediğini, “emek” değil “yandaş sermaye” dediğini görüyoruz. Hâlâ derdiniz rant ekonomisini ayakta tutmak. İşte bu ipotek fonu tasarısı rant ekonomisini ayakta tutmak için son çare olarak bir suni teneffüsün ötesine geçmez. Bugün nefes almanızı sağlar ama yarın çocuklarınızın mezuniyetini, torunlarınızın doğumunu görecek kadar sizi yaşatmaz.

Bu ipotek fonu ülkenin gelirlerine el konularak paralel bir hazine yaratmayı vaat ediyor. Üstelik de ülkenin paralelden ne kadar çektiğini en iyi bu Meclis bildiği hâlde. (CHP sıralarından alkışlar) Bu ipotek fonu kamu kaynaklarını denetimsiz, keyfî kullanmanın yolunu açıyor. Bütçeyi anayasal denetimin tamamen dışına çıkartmak için yeni bir adım daha sağlanıyor. Bu ipotek fonunun kurgusu kamu maliye dengesini gözetmeden, bütçe dışı ve denetimsiz faaliyetleri artırarak mali disiplinsizliği resmî hâle getiriyor, yıllarca samimi olmayan bir malî disiplin üzerine kendisini inşa etmiş olan AKP’nin malî disipline dair samimiyetteki gerçek yüzünü de ortaya çıkartmış oluyor.

Denetim mekanizmasını ortadan kaldırdığı gibi Kamu İhale Yasası’na da tabi olmayacak ve “mega proje finansmanı” adı altında yandaş şirketlere kaynak olarak aktarılacak, üstelik de şimdiye kadar başka mekanizmalarla Kamu İhale Kanunu delik deşik edilerek FETÖ de dâhil olmak üzere birçok yandaş şirkete para aktarmış olmanın acıları bugün taptaze yaşanırken. Yeni paraleller, yeni yandaşlar ve yine ipotek ile müflis tüccar AKP’nin tıkanmış modelinde bir ısrarcılık gözüküyor.

Bu tasarı, bir kez daha, iktidarın kimi öncelediğini çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bir yandan BES’le ücretli emeğin cebine elini “tasarruf” diye atanlar, yıllardır emekleri karşılığında İşsizlik Sigorta Fonu’na yatırım yapmış olanlara bu zorunlu tasarruflarınızı "mega projeler" altında çarçur edeceğiz, yandaşa aktaracağız diyen bir telaş mevcut. Yani bu yasayla iktidar bir kez daha tercihinin rant ekonomisi olduğunu açıkça ortaya koymuş oluyor.

Asgari ücretlinin İşsizlik Fonu katkısını 6 milyon işsizin sorununa çare olmak için değil Kanal İstanbul’u inşa etmek için kullanacağını açıkça söylüyor. Yani şunu diyor: Ben rant ekonomisinden yana bir siyasi tercih kullanıyorum. Zorunlu BES’le ücretli emeğin cebine elini atan, adına “tasarruf” denen bir birikimi alıp inşaata aktaracağını söylüyor. Yani ben rant ekonomisinden yana bir siyasi tercih kullanacağım diyor.

Kontrolsüzce bir borçlanmayla, üstelik de hazineyle rekabet edecek biçimde, faizleri kendiliğinden artıracak bir mekanizmayla yarın Türkiye’de sermaye birikiminin önünde en büyük engeli oluşturuyor. Yani diyor ki: Ben rant ekonomisinden yana bir siyasi tercih kullanıyorum.

Hadi kendi tarihimizden hiç ders almıyoruz, paraleli, yandaşı yeniden yeniden kurmak için müthiş bir heyecan duyuyoruz, bari başka ülkelerin deneyimlerinden faydalanalım. Daha birkaç yıl önce büyük bir küresel finansal krizle dünya sallandı, hâlâ sallanmaya devam ediyor. Unutmayın ki o kriz, olmayan varlıklara dayalı menkul değerler yaratıldığı için çıkmıştı ve o kriz sonucunda, olan bütün varlıklar da bir günde kayboldular. Bakın, o gün “finansal mühendislik harikası” diye alkışlanan bu yenilikler bütün dünyada bir ağıta dönüştü. Amerika’da, sadece Amerika’da emekliler iki sene içerisinde 3 trilyon dolar kaybettiler, hane halkları 7 trilyon dolar kaybettiler. Gelin, bugün kendinize tuttuğunuz alkışın yarın ağıta dönüşeceği çağrımıza kulak verin ve bu varlık fonu yasasını hemen geri çekin. (CHP sıralarından alkışlar) Olmayan varlığa dayalı menkul değer yaratmak finansal mucize değildir, açık bir finansal çukura atlamaktır. Esasında bu tip varlıklar ancak varlık olduğunda anlamlı olurlar. Türkiye'nin böyle bir varlığı maalesef yok.

Bu tasarıyla, bu ipotek fonuyla açık bir mesaj veriyoruz, vasatlığa Türkiye’yi mahkûm ediyoruz. Oysa bu vasata mahkûm değiliz. Başka bir ekonomi, başka bir gelecek, başka bir Türkiye mümkün.

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Soru-cevap kısmı yok soru olmadığı için.

Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi, birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm 1 ile 5’inci maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde söz isteyen, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Mustafa Kalaycı.

Buyurun Sayın Kalaycı. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin birinci bölümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bu kanun teklifiyle yapılan düzenlemenin en fazla tartışılan konusu kurulması öngörülen Türkiye Varlık Yönetimi Anonim Şirketi ile Türkiye Varlık Fonu’nun denetimi konusu olmuştur. Hükûmet tasarısında kurulacak şirket ve fonun finansal tablolarının bağımsız denetçilerce denetleneceği, Sayıştay denetimine tabi olmayacağı ifade edilmiştir. Komisyonda yapılan görüşmelerin ilk anından itibaren kurulacak şirket ve fonun Sayıştay denetimine tabi olmamasının Anayasa’nın 160 ve 165’inci maddelerine aykırı olduğu konusunda uyardık. Zira, kurulması öngörülen şirketin sermayesinin tamamı kamuya ait ve fonda oluşturulacak kaynaklar kamu kaynağıdır. Anayasa’ya aykırılık eleştirilerimiz üzerine Hükûmet kurulacak şirket ve fonun Başbakan tarafından görevlendirilecek bir denetim ekibi tarafından denetlenmesini ve denetim raporunun Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesini içeren bir önerge vererek Anayasa’ya aykırılığın karşılanmasını amaçlamıştır. Ayrıca, bir başka önergeyle iç denetim birimi kurulması sağlanmıştır. Denetime ilişkin bu önergeler denetim açısından kanun teklifini ilk hâline göre daha iyi bir duruma getirmiş olmakla beraber Sayıştay denetiminden kaçılmasının nedeni anlaşılamamıştır.

Anayasa’nın 160’ıncı maddesine göre Sayıştay merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleriyle mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir.

Anayasa’nın 165’inci maddesine göre sermayesinin yarısından fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı olarak devlete ait olan kamu kuruluş ve ortaklıklarının Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesi esaslarının kanunla düzenlenmesi öngörülmüştür. Kamu iktisadi teşebbüslerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince kuruluş amaçlarına göre denetlenmesine dair usul ve esaslar da 3346 sayılı Kanun’la düzenlenmiştir.

6085 sayılı Sayıştay Kanunu’na göre ise merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumları, mahallî idareler, sermayesinde doğrudan veya dolaylı olarak kamu payı olan, özel kanunlarla kurulmuş anonim ortaklıklar ve diğer kamu idareleri ile bu idarelere bağlı veya bu idarelerin kurdukları veya doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak ortak oldukları her çeşit idare, kuruluş, müessese, birlik, işletme ve şirketler; tüm kamu hesapları, fonları, kaynakları ve faaliyetleri Sayıştay tarafından denetlenmektedir.

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda da dış denetimin Sayıştay tarafından yapılması öngörülmektedir. Sayıştay, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkının kullanımı ve denetim görevini yerine getirmesi bakımından çok önemli anayasal bir kuruluşumuzdur. Sayıştay, kamu kaynakları üzerindeki denetim yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kullanmaktadır.

Hükûmet, Sayıştaya karşı peş peşe yaptığı operasyonlarla Sayıştayı etkisiz hâle getirmiş olmasına rağmen, Sayıştay denetiminden yine de kaçmakta, denetlenmekten ödü kopmaktadır. Reform olarak çıkarılan Sayıştay Kanunu ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’yla getirilen denetim sistemini bozma pahasına, dış denetim için, içinde Başbakanın belirleyeceği kişilerin yer alacağı özel bir denetim ekibi oluşturma yönünde düzenleme yapmaktadır. Denetimden korkmanın, denetlenmekten bu denli kaçmanın sebebi nedir? Yaptıklarınızın hesabını verememekten mi korkuyorsunuz?

Denetim, yolsuzluğun engellenmesine katkıda bulunur ve kamu fonlarının suistimal ve israf edilmesinde örneğin kamu kaynaklarının kişisel kazançlar için sattırılması eğilimini frenleyerek güçlü bir caydırıcı rol oynar. Denetim, yolsuzluğun gelişimine imkân veren yasal, mali ve kurumsal çatının güçlendirilmesine mâni olur ve yolsuzluğu önlemeye dönük yasal ve idari yapıların oluşturulmasına katkıda bulunur. Kuralların ve yasaların uygulanmasında keyfîliği azaltır ve kamu yönetiminde saydamlığa katkı sağlar. Dolayısıyla, oluşturulacak etkin bir denetim sistemi kamu yönetiminde hesap verme sorumluluğunun geliştirilmesine ve şeffaflığın sağlanmasına katkıda bulunur. Denetim olgusu, hesabını veren kuruluşun beyanlarına güvenilirlik katarak hesap verme sorumluluğuna hizmet eder ve kişiye veya kuruluşa değerli gözlemler ve bilgiler sağlar. Denetim, hesap verme sorumluluğunun geliştirilebilmesi için zorunludur ve kamu sektörü performansı için de gerekli bir ögedir. Denetim, devlet işlemlerinde saydamlığı ve açıklığı artırmanın etkin bir aracıdır ve devletin performansının gelişimine katkıda bulunur.

Yolsuzluk ise kamusal mal ve hizmetlerin maliyetini artırırken kalitesinin de azalması sonucunu doğurmaktadır. Yolsuzluk ülkenin dışa bağımlılığını ve yoksulluğunu artırmaktadır. Yolsuzluk halkın kurumsal otoriteye karşı saygısını yitirmesine yol açmaktadır. Yolsuzluk ahlak çöküntüsü yaratmaktadır. Yolsuzluk, bir ülkeye üretime gerçek katkısı olabilecek doğrudan yabancı sermayenin gelmesine engel olmaktadır. Yolsuzluklar ülkelerin yatırım tercihlerini saptırmakta ve kaynakların etkin kullanımını engellemektedir.

Denetim yolsuzlukla savaşta etkili bir güçtür. Aynı zamanda denetim, kamunun ilgisinde olmayan antişeffaf karar mekanizmaları yoluyla kamu fonlarının israfını ve suistimal edilmesini önleyici bir rol üstlenebilir. Denetim, kamusal işlem ve faaliyetleri analiz eder ve bulgularını raporlar, kamu yönetiminde iyi yönetişimin gerçekleştirilmesine katkıda bulunur. Özellikle dış denetim, yeterli hesap verme sorumluluğu konusunda güvence vererek, kamu hizmetlerinde uygun davranış standartlarını destekleyerek kamu hizmetlerinde paranın değerinin karşılığının alınmasında önemli rol oynar. Denetim fonksiyonu, genel kabul görmüş etik standart ihlalleri, yasallık, muhasebe, tasarruf, verimlilik ve etkinlik prensiplerinden sapmalar hakkında güvenilir bilgi akışını sağlar. Elde edilen bu bilgiler parlamentoların halk adına egemenliği kullanmalarında, yürütmenin idari reformları gerçekleştirmesinde yol gösterici rol oynar.

Denetimin başarısı için pek çok faktör bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri açık görev ve yetki, bağımsızlık, yeterli kaynak ve personel olarak sıralanabilir.

Diğer yandan, bilginin ve deneyimin paylaşımı ile denetim sisteminin belli bir standarda kavuşturulması denetimden beklenen faydaların sağlanması açısından zorunludur. Bu noktada, parlamentolar adına dış denetim yapan Sayıştay denetiminin önemi ortaya çıkmaktadır. Parlamentoların halk adına egemenliği kullanma araçlarından birisi kurumların ve yöneticilerin her türlü eylem ve işlemlerini denetleyebilme yetkisine sahip olmasıdır. Dolayısıyla, Sayıştay denetiminin etkinliği, Parlamentonun egemenlik hakkını daha etkin kullanması anlamına gelmektedir. Bir başka bakış açısıyla, Sayıştay denetiminin uzanamadığı alanlar Parlamentonun dolayısıyla milletin egemen olamadığı alanlar durumunda olmaktadır.

Dolayısıyla, kanun teklifinde Sayıştay denetimi öngörülmemesinin yanlış olduğunu vurguluyoruz. Denetim maddesinin mutlaka Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan Sayıştay tarafından yapılması gerekliliğini bir defa daha buradan sizlere ifade ediyorum ve hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Aykut Erdoğdu konuşacaklar.

VI.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu’ya başsağlığı dilediğine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın Erdoğdu, tekrar başınız sağ olsun.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1319) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 413) (Devam)

BAŞKAN – Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim, dostlar sağ olsun, Allah razı olsun.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Varlık Fonu Kanunu üzerine konuşuyoruz. İsmi çok güzel, “varlık fonu”, varlıklarımız var, ona bir fon kuracağız, bu fonu alacağız gelecek nesillere aktaracağız. Başka ülkeler de kurmuş, bizim de kurmamız gerekiyor. Teorisi güzel ama pratiği böyle mi?

Değerli arkadaşlar bir ülkenin muhasebesi vardır. Önce bakalım, varlığımız var mı, nasıl bir muhasebemiz var, borcumuz ne, alacağımız ne? Çok kolay bakabilirsiniz, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının İnternet sitesine girdiğinizde “uluslararası yatırım pozisyonu” diye bir tablomuz var. Bu uluslararası yatırım pozisyonu bizim millî muhasebemiz demek, bizim ulusumuzun başka uluslarla borç-alacak ilişkisini, varlık-yükümlülük ilişkisini gösteriyor. Bu uluslararası yatırım pozisyonu tablosuna baktığınızda -ben de sizinle birlikte bakayım tekrar- şu an itibarıyla, en son açıklanan veriyle 2016 yılının 2’nci çeyreği için toplam varlıklarımız diğer uluslar nezdinde 233 milyar dolar. Hani Sayın Erdoğan’ın sürekli söylediği Merkez Bankasındaki çil çil altınlar, diğer şirketlerimiz, hepsi dâhil bizim diğer uluslar nezdindeki varlığımız, bir tür alacağımız 233 milyar dolar. Peki, bizim dünyanın diğer uluslarına olan borcumuz ne kadar? Biz millet olarak dünyanın diğer milletlerine ne kadar borçluyuz? Toplam borcumuz 612 milyar dolar. Net varlığımız eksi olarak, negatif olarak 378 milyar. Burada yaşayan 80 milyon insanın dünyanın diğer insanlarına borcu var, 380 milyar dolar bizim borcumuz var. Siz geldiğinizde bu yaklaşık 80 milyar dolarmış. Tam 300 milyar dolar on dört yılda bu ülkenin halkının dünyanın diğer halklarına borcunu artırmışsınız. 300 milyar dolar şu an itibarıyla borcumuz var.

Son on dört yıla baktığınızda ne var? İşte önünde sürekli “selfie” çekilen bir Osman Gazi Köprünüz var, sürekli “selfie” çekiliyor. Bir tane de üçüncü köprü inşa edeceğiz, adından zaten hiç hoşlanmadığımız bir köprü, yerinden hoşlanmadığımız bir köprü. Öyle bir hava var ki biz taş devrinde yaşıyormuşuz, ne köprümüz varmış, ne yolumuz varmış; sağ olsun Hükûmet gelmiş, Adalet ve Kalkınma Partisi gelmiş köprü diye bir şeyle tanıştırmış. Ya, sizden önce de 2 tane köprü vardı. Mesela bir üçüncü havalimanı projemiz var. Bunu yaparken nasıl yapıyoruz? 300 milyar dolarla kaç tane üçüncü havalimanı yapılıyor? 30 tane. Bizim daha bir tanesinin projesi var, azıcık da temel atmışlar, o da pazar yeri gibi bir yere çıkacak, göreceksiniz.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – 2018’de devreye giriyor Vekilim.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Evet, 2018’de… Onu da anlatacağım, nasıl üçüncü bir havalimanımız olduğunu, onu da anlatacağım, hiç merak etmeyin.

Şimdi, ne dedik? Bizim diğer uluslara 300 milyar dolar borcumuz varken Varlık Fonu kuracağız, bu Varlık Fonu’na da 200 milyar dolar kaynak koyacağız. Şimdi, bakıyoruz, inşallah, tabii, Allah bereket verir memlekete, 200 değil, 500 koyarız. Ama durum öyle mi? İnşallahla maşallahla iş yürüyor mu, ona bakalım. Şimdi, 300 milyar dolar borcunuz var mı? Var. Bir 200 daha koymak için ne yapacaksınız? 500 milyar dolar borç yapacaksınız. Siz geleceğe, yeni nesillere bir varlık değil, 500 milyar dolar borç bırakacaksınız. Peki, bu 200 milyar dolarla ne yapacaksınız? Gerekçenizden anladığımız şu: Mega, süper projelerinizi finanse edeceksiniz. Mega projeniz ne? Osman Gazi Köprüsü, yaptınız bitti. Bakanınız ne diyor? “Buradan 20 bin araç geçiyor, biz de bu kadar bekliyorduk.” Sevgili Bakan, kaç bin araca garanti verdin?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – 40 bin.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – 40 bin araca garanti verdin. 20 bin aracı bekliyormuş, 40 bin araca garanti vermiş.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Bu birinci sene.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Şimdi, ne diyorlardı? “Sizin cebinizden beş kuruş çıkmayacak.” Gaziantep’in köylüsü, Şırnak’taki çoban, Manisa’daki Özgür Özel’in babası, gariban…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Beni de say.

AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) – Başkanım, konuşmaya müdahale ediyorlar.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Engin Altay, hepimiz, hiç geçmediğimiz Osman Gazi Köprüsü’ne ha bire para vereceğiz. Niye? Çünkü hazine garantisi var. Peki, bu nasıl bir projeydi? Yap-işlet-devret. Normalde devlet yapsa devlet işletir, parasını devlet alır, mal da devletin olurdu. Devlet dedi ki “Benim param yok. Gel, sen bunu yapacaksın.” Yapmak ne demek? Finansman bulmak. Arkadaşlar, nereden finansman buluyor bu mega projelerin mega müteahhitleri? Ya, dünya bakıyor, böylesine –çok özür dileyerek- geri bir proje olmaz, bu kadar niteliksiz bir proje olmaz, beş kuruş dış kaynak bulamıyorlar. Nereden buluyor parayı? Halk Bankası, Ziraat Bankası, Vakıflar Bankası. Ne demek? Devlet. Hani kendin yapacaktın? Kim yapıyor? Devlet. Kim işletecek? Yandaş. Madem devlet yapıyor, niye yandaş işletiyor? Çok basit bir soru soruyorum.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Yanlış değerlendiriyorsunuz.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Yanlış değerlendirmiyorum. Bakın, çok basit kelimelerle anlatıyorum. Yap-işlet-devret, finansman bulacağım diye geldi. O zaman ihalesine yazarsın, dersin ki: “Buna ben kamu bankalarından kredi vereceğim.” O zaman ona göre teklif alırsın. İhale yapıldıktan sonra kamu kaynaklarından kredi aktarıyorsun. Kim aktarıyor? Ziraat Bankası. Normalde nereye aktaracak? Çiftçiye aktaracak. Ya dünya bir toz bulutuydu, Ziraat Bankası da çiftçiyi finanse etmek üzere kurdu, buradan mı başlayım anlatayım, bilmiyorum ki.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Değerli Vekilim, koskoca böyle büyük projeye 2 tane firma, 2 konsorsiyum başvurmuş.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Bu, konuşmayı sabote etmektir, bitireyim siz de çıkın, siz de anlatın. Çünkü çok primitif bir düzeyden geliyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın Erdoğdu, siz Genel Kurula hitap edin lütfen.

Sayın milletvekilleri…

MUSA ÇAM (İzmir) – Duyma, duyma.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Duymamak mümkün değil, tam yanımda konuşuyor.

Şunu söyleyeyim: Halk Bankası kimi finanse edecek? Esnafı. Esnaf kan ağlıyor, Halk Bankası gidiyor mega projeyi finanse edecek. Niye? Mehmet Cengiz para bulamadığı için gidiyor.

Şimdi gelelim, mega projeyi nereye yaptılar?

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Takıldığınız bu konu mu sadece?

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – İstanbul’un kuzey ormanlarına yaptılar. Ya İstanbul’un kuzey ormanlarında sadece ağaçlar var. Oysaki o proje orada mı gerekiyordu? Mesela üçüncü havalimanını yaptılar. Soruyorum: Atatürk Havalimanı’nı yenilemenin maliyeti yaklaşık 1 milyar dolar. Atatürk Havalimanı’na bir ek pist yapsanız Atatürk Havalimanı…

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Mümkün değil, mümkün. 75 milyon metrekare, 6 tane pisti var.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Ya bunun araştırması var, “Mümkün değil.” diye oradan anlatma, bilmediğiniz bir şeyi konuşuyorsunuz.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Olur mu, uzmanlık alanımızda konuşuyoruz.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Bu projeyi Devlet Hava Meydanları Genel Müdürlüğüne sor, böyle bir şey hazırlanmış mı? Bilerek konuşalım, rica ediyorum.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Dersini veriyoruz bunun…

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Şimdi bakın, 1 milyar dolara Atatürk Havalimanı projesini genişletebilecekken, ormanın içine, kuzey ormanlarının tam göbeğine havalimanı yapıyorlar.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Süper bir alan, süper.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Niye? Çünkü oradaki niyet havalimanı yapmak değil. Köprüyü niye kuş uçmaz bir yerden yapıyorlar? Orada bir orman var. Orman ne demek? Devlet arazisi demek. Devlet arazisi ne demek? Sıfır bedelli arsa demek. Ne yapacaklar o ormanı? Olduğu gibi AVM, rezidans, konut yapacaklar. Niye yapıyorlar bunu? Çünkü o sıfır bedelli arsayı alacaklar, en lüks inşaatın metrekaresi bin lira; 100 bin liraya konut yapacaklar, 1 milyon liraya yabancılara satacaklar, 900 bin lirası yandaşlar ile bunların arasında bölüşülecek.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Ama Karayolu mühendislerine hakaret ediyorsunuz Sayın Vekilim.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) - Bize bir şey var mı, halka bir şey var mı? Bakın TOKİ’deki modele, halka bir şey var mı görün. TOKİ’nin arsa masrafı var mı? Yok. Bina, ruhsat, harç, bilmem ne masrafı var mı? Bütün bunların üzerine yaptı da sattı TOKİ şu an ne durumda? Batıyor, TOKİ batıyor. Açılan davaların bedeli 2,5-3 milyar dolara geldi. Peki buradan halka bir şey çıkar mı? Halka bir şey çıkmaz. Şimdi ne yapıyorlar? Bir sürü hayalleri var bunların, “Biz böyle şeyler yapacağız, şöyle projeler yapacağız...” Paraları var mı? Paranın hepsini yemişler, 300 milyar dolar borç var, bir de bunların hayalleri var. Hayalleri ne? Osman Gazi Köprüsü gibi, üçüncü havalimanı gibi Türkiye'nin hiçbir...

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Vekilim, İstanbul vekilisiniz, trafik sıkışıklığını bilmiyor musunuz?

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Ya, bir dur be kardeşim, bir konuşalım ya! Allah Allah!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayalım lütfen.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Yanlış söylüyorsunuz ama.

BAŞKAN – Sayın Ilıcalı, lütfen.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Bir İstanbul vekili olarak trafik sıkışıklığını bilmeniz lazım.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Şimdi, ne yapmaya çalışıyor? Üçüncü havalimanı bunların şeyi ya, imaj projesi. “Aman kimse onu konuşmasın.” diye buradan bıt, bıt, bıt, bıt...

Kardeşim, bu batık bir proje, yolsuz bir proje; herkes biliyor ne olduğunu ama sen benim çoluğumun çocuğumun geleceğini götürüyorsun, hazine garantisi diye vereceksin. Sadece bununla kalmıyorsun, toplam verdiğin hazine garantisi 125 milyar dolara gelmiş. Torunumu, çocuğumu, her şeyimi borçlandırmışsın. Niye borçlandırmışsın? Yandaşına kaynak aktarmak üzere.

Proje yapıyorsun, Atatürk Havalimanı gibi bir proje önünde, bu projenin fizibilitesi yok, mimari planı yok.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – O hesapları yapan arkadaşları bilmiyorsun sen.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Gidip yaptıkları yerin zemini kötü çıktı, madenlerin pasası çıktı. 1,5-2 milyar dolar döktüler, daha projenin yüzde 9’u bitmedi çünkü 30 milyar dolar dökecekleri arazinin yapısına bile bakmamışlar. Oysaki kendi belediyeleri -bugün tutuklanmak üzere herhâlde, haberlerden anladığım kadarıyla- oturmuş bir İstanbul çevre planı yapmış bütün belediyelerle birlikte. “Havalimanı için eğer ihtiyaç varsa en doğru yer Silivri’dir.” diyor. Niye yapmıyorlar? Çünkü, Silivri’ye yaparsa yandaşı kazanamayacak. Ama, oraya ne yapıyor? Kanal yapıyor, sanki o kanalı kullanacaklarmış gibi. Hem Akdeniz’in hem Ege’nin hem Karadeniz’in şeyini yapacak. Niye? Kanalın etrafını kamulaştıracak, oraya apartman yapacak. Tipik bir apartman müteahhidi mantığıyla devlet yönettiniz. Devlet şu an itibarıyla şu hâle geldi: Ağır hastaydık, 17 Aralıkta kalp krizi geçirdi bu ağır hasta, 15 Temmuzda beyin kanaması geçirdi. Sayenizde felç ettiniz ve öylece yatıyor bu devlet.

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) – Yoğun bakımda.

AYKUT ERDOĞDU (Devamla) – Önce sizden kurtaracağız, sonra bu devleti kurtaracağız, sonra da halkı kurtaracağız. Bu Varlık Fonu Türkiye'ye varlık değil, yokluk getirecek, köküne karşıyız.

Selam ve saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Erdoğdu, teşekkürler.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Nursel Aydoğan konuşacak.

Buyurun Sayın Aydoğan. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de partimiz HDP adına Türkiye Varlık Fonu’nun kurulması üzerine almış bulunuyorum. Öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, ben Plan Bütçe Komisyonu üyesiyim. Plan Bütçe Komisyonuna gelen kanun tasarıları tartışılır, tartışıldıktan sonra yapılan bütün eleştirilere rağmen, öneri ve görüşlere rağmen iktidar partisi tarafından çoğunlukla yani yüzde 95’in üzerinde dikkate ve kale alınmadan yasalaşır. Tabii, Türkiye Varlık Fonu da Plan Bütçe Komisyonuna geldiğinde sonucun böyle olacağını biliyorduk. Ona rağmen, muhalefet tarafından en fazla eleştirilen, en fazla görüş ve öneri sunulan bir kanun tasarısı, maddesi oldu. Fakat, yoğunlukla yapılan eleştirilere rağmen, sunulan görüş ve önerilere rağmen bir iki noktada çok cüzi bir değişiklik olduktan sonra iktidar partisi sayısal çoğunluğuna dayanarak bu maddeyi diğerleri gibi Plan Bütçe Komisyonundan geçirerek Genel Kurula getirdi. Öncelikle, bunun çok doğru olmadığını ben ifade etmek istiyorum. Tabii ki iktidar partisinin sayısal çoğunluğu var ama Türkiye demokratik bir ülkedir, biz demokrasiyle idare ediliyoruz. Demokratik ülkelerde, demokrasiyle idare edilen ülkelerde iktidar ve muhalefet partilerinin dönem dönem birlikte ortak çalışma yapma, kolektif çalışma yapma, Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren, özellikle böylesi Türkiye Varlık Fonu gibi kanunlar konusunda anlaşarak, ortaklaşarak çıkarma gibi bir görevi var. Bunlar gerçekleşmezse gerçekten Türkiye’nin demokrasisine ben yazık diyorum yani bu gidişat iyi bir gidişat değil. Bundan sonra daha iyi örnekler olmasını diliyorum bir milletvekili olarak.

Şimdi, değerli arkadaşlar, biz HDP Grubu olarak kurulan bu Türkiye Varlık Fonu’nun şu ana kadar Türkiye’de kurulmuş en imtiyazlı bir şirket olduğunu belirtiyoruz. Varlık Fonu bir kere Sayıştay denetiminden muaf tutulacak, mal varlıkları haczedilemeyecek ve mal varlıkları üzerinde ihtiyati tedbir kararı alınamayacak, koydurulamayacak. Ayrıca, fona bağlı kurulacak şirketler ve alt fonlarda gelir vergisi, kurumlar vergisi, damga vergisi, banka ve sigorta muameleleri vergisi, emlak vergisi, tapu harcı gibi diğer vergilerden de muaf tutulacak.

Şimdi -biraz önce de belirttim- Komisyonda yapılan etkin muhalefet sonucu, tamamen denetimden muaf olan Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi kısmen denetime alınmış fakat bu kısmen alınan kısım bile oldukça sorunludur. Sayıştay denetimi yerine Başbakan tarafından görevlendirilen muhasebeci bir ekip tarafından bu denetim sağlanacaktır. Üst yönetimi Başbakan tarafından atanan bir kurumu, yine, Başbakan tarafından görevlendirilen bir uzman ekip denetleyecektir yani mantık dışı bir usul söz konusudur. Şirketin bütçesi görüşülmek yerine, Plan ve Bütçe Komisyonuna Başbakan tarafından görevlendirilen denetim ekibinin raporu sunulacaktır. Kanun maddesinde, Plan ve Bütçe Komisyonunun sunulan rapor üzerinde ne kadar söz sahibi olduğu ise hâlen belirsizliğini korumaktadır.

AKP iktidarı, Türkiye Varlık Fonu’nun kurulma gerekçelerinde Türkiye’nin G20 ülkeleri içerisinde ulusal varlık fonu bulunmayan tek ülke olduğunu belirtmektedir. Ancak, G20 ülkeleri içinde sadece Türkiye’nin böyle bir fonunun olmadığı savı gerçeği yansıtmıyor. Zira, bu fonlar asıl olarak Birleşik Arap Emirlikleri, Norveç ya da Rusya gibi ciddi miktarda petrol ve doğal gaz gelirleri olan ya da Çin Halk Cumhuriyeti gibi mal ticaretinden dolayı dış ticaret fazlaları olan az sayıda devletin bu fazlalıkları yönetmek, döviz fazlasının içeride parasal istikrarsızlığa yol açmasını önlemek ya da küresel çapta finans piyasalarında bir aktör olarak yer almak için kuruldular. Türkiye’nin bu tür faiz fazlaları söz konusu olmadığından, böyle bir fonun kurulmasının gerekçesi olmadığı zaten on dört yıllık iktidar boyunca kurulmadığından anlaşılabilir. Şimdi, bunun kurulmak istenmesinin arkasında başka ekonomik ve siyasal nedenler aramak daha doğru olacaktır.

Türkiye’de son bir yıldır hem siyasi hem de ekonomik istikrarsızlıkla birlikte finansal riskler artmakta, ekonomi dalgalanmakta ve istikrarsızlık nedeniyle yabancı yatırımcıların gerçekleştirdikleri fon çıkışları, varlık fiyatlarında sert düşüşlere yol açmakta, döviz talebi artmakta, piyasalarda da likidite azalmakta ve bu tablo, ekonomik istikrara yönelik endişeleri her geçen gün artırmaktadır.

Türkiye Varlık Fonu’nun, bu sorunların çözümü için ekonomik dalgalanma dönemlerinde piyasayı dengeleyici bir görev üstleneceği için kurulduğu son derece açıktır. Belirtilen diğer gerekçeler tali gerekçelerdir. Fakat, Türkiye’yi ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa sürükleyen temel sorunlar çözülmediği müddetçe bu Varlık Fonu’nun da bir derde deva olmayacağını hep birlikte göreceğiz.

Aslolan şey, Türkiye’yi ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa sürükleyen başta Kürt sorunu olmak üzere temel sorunların çözülmemesi, her geçen gün demokrasiden uzaklaşılması ve darbeyi oluşturan koşulların temelden ortadan kaldırılmamasıdır. Ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın var olduğu bir ülkede, fona bağlı kurulan şirketlerin de bu istikrarsızlıktan birinci derecede etkileneceği, yatırımları hayata geçirme konusunda da aynı sıkıntıları yaşayacağı aşikârdır.

Dünyada kurulan varlık fonlarından örneğin Norveç’te, kuşaklar arası servetin yeniden dağılımı, fonun kurulma nedenleri arasında sayılıyor. Türkiye Varlık Fonu’nun kurulma gerekçeleri arasında böyle bir gerekçe yoktur çünkü bu fonla, siyasal iktidar tarafından kümelenmiş olan sermaye kesiminin daha da büyütülmesi hedeflenmiştir. Yani bu fonun kurulmasıyla, Türkiye’de emekçinin, yoksulun, emeklinin payına düşen herhangi bir şey yoktur. Tam tersine, bu fonu beslemek için özelleştirmelere hız verilecek, kamu kaynakları satılarak emekçinin parasıyla birikmiş olan İşsizlik Fonu’ndan, zorunlu hâle getirilen Bireysel Emeklilik Fonu’ndan da kaynak oluşturulacaktır. Bu da geçmişte örneklerini pek çok yaşadığımız ve gördüğümüz gibi, emekçilerin birikmiş olan her türlü değerinin talan edilmesi ve el konulması anlamını taşıyacaktır. Umarız böyle olmaz ama geçmişte yaşanan örnekler tam da anlattığım ve tanımladığım gibidir.

Değerli arkadaşlar, sonuç olarak, istikrarsızlığın olduğu bir ülkede yani hem ekonomik hem de siyasi istikrarsızlığın olduğu bir ülkede ekonominin yapısal sorunlarının böyle Türkiye Varlık Fonu gibi bir fon kurularak aşılamayacağını hepimiz biliyoruz. Ben bu yapısal sorunların böyle bir fonla aşılamayacağını, böyle bir fonun kurulmasının Türkiye gibi bir ülkede şimdilik gerekli olmadığını bir kez daha belirtmek istiyorum.

Hepinizi partimiz adına bir kez daha selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydoğan.

Şahsı adına Eskişehir Milletvekili Sayın Utku Çakırözer konuşacak.

Buyurunuz Sayın Çakırözer. (CHP sıralarından alkışlar)

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, ben bu Varlık Fonu’na ilişkin teklifin daha önceki durumda olduğu gibi bir torba yasa içinde değil de ayrı olarak getirilmesi yönündeki talebimizin hem iktidar partisi hem diğer muhalefet partileri tarafından kabul edilerek hem Komisyonda hem de burada bu şekilde tartışmamıza fırsat tanınmış olmasından memnuniyetimi ifade etmek isterim. Torba yasa mantığını ancak bu şekilde önleyebiliriz, burada işte, spesifik olan konuları tartışarak önleyebiliriz, o konuda memnuniyetimi ifade etmek isterim.

Bu tip fonlar dünyada ilk defa kurulmuyor, başka örnekleri var. Biliyorsunuz, bunlardan özellikle vurgulananları Batı’da, Amerika’da olanlar, Orta Doğu ülkelerinde, özellikle Körfez ülkelerinde olanlar ancak bunların ortak özelliği cari fazlalarının, tasarruf fazlalarının olması. Bizi bunlardan ayıran husus ise bizim yurttaşlarımızın tasarruf oranının son derece düşük olması, zaten bu nedenledir ki ekonomimizde ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalıyoruz. Ama bu tasarruflarımız düşükken yani Türkiye’de tasarruflar düşükken böyle bir fon kurulduğunda da buna verilecek olan kaynağın nereden geleceği önemli. İşte arkadaşlarım hep söylüyor, komisyonlarda da konuştuk, bunun kaynağı bizim görebildiğimiz ve bize anlatıldığı kadarıyla emekçiden, memurdan gelecek olan zorunlu bireysel emeklilik fonları, işsizlerimize harcanması gereken yaklaşık 100 milyar liralık İşsizlik Sigortası Fonu, az önce zorunlu bireysel emekliliği söyledim size, 100 milyar lira oradan gelecek, özelleştirmeden 50 milyar lira konacağı ifade ediliyor. Yani kamunun, halkın parası böylesine büyük bir fonun kurulmasında kullanılacak.

İşte, burada baktığımızda, Sayın Bakanımız Zekeriya Temizel de detaylı olarak söyledi, yani işleyişine baktığımızda maddenin, bir varlık fonu değil, bir borçlanma fonu oluşturulması kaygı verici. Yani sanki hazineye paralel yeni bir hazine kurulmakta, yeni bir borçlanma ortaya çıkmakta. Aslında gerekçesine bakarsanız bir borçlanma olmayacağı söylenmesine rağmen tüm ekonomistler bunun misliyle yeni borçlanma yaratacağı konusunda mutabık durumdalar.

Tabii, burada bu kadar büyük, halkın parasının, emekçinin, işçinin, memurun parasının kullanılacağı bir fonun denetimi meselesi son derece önemli. Biz, Plan ve Bütçe Komisyonundaki çalışmalarımız sırasında hem iktidar partisiyle hem diğer muhalefet partileriyle -bunun ilk gelen hâlinde “Sadece bir bağımsız denetçi denetler.” şeklinde bir ifade vardı ve tamamen Meclisin denetiminin dışındaydı- karşılıklı görüşmelerle belli bir noktaya getirdik.

Şu anda Plan ve Bütçe Komisyonu hem bağımsız denetçinin hem de Başbakan tarafından belirlenecek olan heyetin yapacağı denetimi bir şekilde yeniden denetleme imkânına sahip. Ancak, bu, milletin denetimi anlamına, gerçek anlamda milletin denetimi anlamına gelecek olan Millet Meclisinin yani Sayıştayın denetiminin yerini tutmaz. Bu nedenle biz birinci bölümden sonra, hem birinci bölümde hem ikinci bölümde, denetimi konusunda önemli önergeler getireceğiz.

Denetim konusu mutlaka önemli -gerçekten bir kör kuruşun hesabını sormamız, yapmamız lazım her birimizin- bir konu tabii. Uzun erimde, örneklere baktığımızda -özellikle başka ülkelerdeki örneklere- hepimizin dikkat etmesi gereken bir konu da şu: Örneğin, Amerika’da 2008 krizi yaşandığında bu tür fonlar sıkıntılı şirketlerin kurtarılmasında, özellikle fonlanmasında kullanılmış. Cari fazlamız olmadığı için, tasarruf fazlamız olmadığı için eğer ülkemizde böyle bir kullanım yoluna gidilirse yani yandaş şirketlerin, büyük hayali projelerin bireysel emeklilik sigortasıyla, işsizlik sigortasıyla fonlanması gibi bir yönteme gidilirse bu hem bütün kaynaklarımızın çarçur edilmesi, vatandaşlarımızın ileride ihtiyaç duyacağı kaynakların heba edilmesi anlamına gelecektir.

Ben, tabii, bir kez daha, özellikle, örneğin, 4’üncü maddede vereceğimiz önergenin, 6’ncı maddede denetime ilişkin önergenin ve 8’inci maddedeki önergenin -Komisyonda Sayıştay denetiminden muaf hâle getirilmişti, bir kez daha Sayıştay denetiminin kabul edilmesini isteyeceğiz- hepiniz tarafından desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Yoksa, vatandaşın yani kamunun kaynaklarının usulsüz, hesapsız harcanmasının sonu hepimiz açısından vahim olacaktır, hesabını hiç kimseye veremeyiz diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakırözer.

Şahsı adına, ikinci olarak, Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Aydemir konuşacak.

Sayın Aydemir… Burada yoklar.

Soru-cevap yok.

Böylelikle birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, birinci bölüm üzerinde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.19

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.31

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.32

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 18.35

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Teklifin 1’inci maddesi üzerinde 2 adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/1319)” 1’inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

        Utku Çakırözer                           Kadim Durmaz                            Bülent Kuşoğlu

            Eskişehir                                     Tokat                                       Ankara

            Musa Çam                             Zekeriya Temizel                            İlhan Kesici

               İzmir                                        İzmir                                      İstanbul

      Mehmet Bekaroğlu

             İstanbul

MADDE 1- (1) Bu Kanunun amacı sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek için, Türkiye Varlık Fonu ve bu fona bağlı alt fonları kurmak ve yönetmek üzere Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin (Şirket) kurulması, yönetimi ve faaliyetlerine ilişkin esasları düzenlemektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 1’inci maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

        Çağlar Demirel                          Osman Baydemir                            Selma Irmak

           Diyarbakır                                  Şanlıurfa                                    Hakkâri

       Dirayet Taşdemir                         Saadet Becerekli                          Behçet Yıldırım

               Ağrı                                       Batman                                    Adıyaman

         Ayhan Bilgen                      Mahmut Celadet Gaydalı

               Kars                                         Bitlis

BAŞKAN – Komisyon okunan önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Sayın Dirayet Taşdemir konuşacak.

Buyurun.

DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Dört gündür torba yasa üzerinde konuşuyoruz. Açıkçası, torba yasada yer alan maddelere baktığımızda, birbirinden bağımsız, alakasız maddeler toplanmış ve bir şekilde, ortak bir şekilde geçirilmeye çalışılıyor.

Bu torba yasanın bu kadar alelacele, yangından mal kaçırırcasına geçirilmeye çalışılmasının altında, bizler biliyoruz ki bu darbe girişiminden sonra oluşan havayı bir fırsata çevirip, aslında AKP’nin kendi ekonomik politikasını oluşturmaya çalışması var. Bu ekonomik politikanın ismi de aslında bütün bir ülkenin şirketleşmesi ve bir şirket şeklinde yönetilmesidir.

Bu yasa tasarısında açıkçası birçok madde var ve bu maddelerin birçoğu birbirinden vahim, özellikle 23’üncü madde, 50’nci madde ve kayyum ile Hakkâri ve Şırnak illerinin ilçe olmasını öneren maddeler.

Evet, kayyum ile Hakkâri ve Şırnak’ın ilçe olmasını öneren maddeler dün gece çekildi, ama bunların bu Mecliste tartışılmaya açılması, aslında antidemokratik bir zihniyetin de göstergesidir. Bu zihniyetin bizler nereden beslendiğini biliyoruz, bu zihniyet açıkçası Şark Islahat Planı’ndan beslenmektedir.

Şark Islahat Planı, Kürtlerin varlığını inkâr, imha ve asimilasyonun ismiydi ve bu yasa, aslında, bu Mecliste, sizden önceki iktidarlar tarafından da onaylanmıştı. Dolayısıyla, belki, sizler bugün Kürtlerin varlığını inkâr etmiyorsunuz, gelişen mücadele karşısında bunu söyleyemiyorsunuz, hatta bu mücadelenin getirdiği yansımayla sizlerin şu an oturduğu iktidar sıralarında birkaç tane de Kürt milletvekili bulunmaktadır, fakat şu an geldiğiniz nokta “Kürt vardır ama Kürtlerin iradesi yoktur, ben bu iradeyi tanımıyorum.” Dolayısıyla, Şark Islahat Planı güncelliğini hiçbir zaman yitirmedi, özellikle darbe girişimlerinden sonra, 27 Mayısta da, 12 Eylülde de bu politika güncellendi, siz de benzer bir şekilde 15 Temmuz darbe girişiminden sonra aslında bu politikayı güncelleştirmek için bu maddeleri buraya getirdiniz, tartışmaya açtınız.

Peki, bu maddeleri tartışırken sizin aslında dayandığınız düşünce ya da zihniyet ya da anlayış nedir? Evet, çokça şunu söylüyorsunuz, diyorsunuz ki: “Teröre yardım…” Sizler de biliyorsunuz ki bu büyük bir iftira, yalan ve manipülasyondur. Belediyelerimizde 7/24 sizin atadığınız müfettişler araştırmalar yapmakta, incelemeler yapmakta. Bugüne kadar tek bir delil bulunmuş değil. Eğer bulunmuş olsaydı, inanın, sizlerin de işi çok kolay olacaktı, sizler de burada, aslında havuz medyasının da katkısıyla, çarşaf çarşaf bunları iddia edecektiniz. Ama merak etmeyin, belki kayyum teklifi geri çekildi ama kayyumdan, daha doğrusu kraldan daha çok kralcı olan yerelde valileriniz ve kaymakamlarınız var. Dolayısıyla haksızlıkta, hukuksuzlukta, verilen hizmetin engellenmesinde bunların üzerinde de kimse yok.

Bakın, size sadece tek bir örnek vereceğim: Ağrı’nın Diyadin ilçesi aslında Türkiye'nin en yoksul ilçelerinden bir tanesi. Seksen yıldır da Diyadin’e yönelik tek bir hizmet yapılmamış. 2014 yılında Hazal Aras Diyadin’de eş başkan olarak seçildi. Diyadin’in çehresi Hazal Aras’la birlikte değişti ama Hazal Aras bugün, on bir aydır cezaevinde. Hazal’ın neden cezaevinde olduğunu biz bilmiyoruz, Diyadin halkı bilmiyor, Hazal’ın kendisi de bilmiyor. Ama Hazal’ı yargılayan, bu tutuklama kararını veren hakîm daha önce, Fethullahçı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla görevden uzaklaştırıldı, sonra gözaltına alındı. Peki, bu hâkimin verdiği karar geçersiz mi kılındı? Hayır, çünkü Hazal hâlâ cezaevinde. Peki, sizler şunu iddia ediyordunuz: “Biz darbecilerle, darbeci zihniyetle mücadele ediyoruz.” O zaman Hazal neden hâlâ cezaevinde? Yoksa söz konusu Kürtler olduğunda bu ittifak hâlâ devam mı ediyor? Evet, bugün kürdistandaki politikalara baktığımızda açık ve net gösteriliyor ki bu ittifak devam ediyor.

SEBAHATTİN KARAKELLE (Erzincan) – Kürdistan yok, Türkiye Cumhuriyeti var.

DİRAYET TAŞDEMİR (Devamla) – Darbeciler içeride ama fikirleri iktidarda.

Evet, siz on iki yıldır “millî irade” diye diye aslında iktidar oldunuz ama söz konusu Kürtler olduğunda, Kürtlerin iradesini ne millî ne de yerli kabul ediyorsunuz.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/1319) 1’inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Utku Çakırözer (Eskişehir) ve arkadaşları

MADDE 1- (1) Bu Kanunun amacı sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek için, Türkiye Varlık Fonu ve bu fona bağlı alt fonları kurmak ve yönetmek üzere Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin (Şirket) kurulması, yönetimi ve faaliyetlerine ilişkin esasları düzenlemektir.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Bekaroğlu konuşacak.

Buyurun Sayın Bekaroğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Önce bir konuda Sayın Bakanıma soru soracağım. Geçenlerde, birkaç gün önce, ÇAYKUR’da 40’a yakın mevsimlik işçi, 1.300 liraya çalışan insanlar, paralelci FETÖ örgütüne üye diye işten atıldılar. Araştırıyoruz, ediyoruz, hiçbir şey söylemiyorlar, yakınlarına da diyorlar ki: “Ankara’dan MİT’ten filan geldi.” Ya, MİT’ten mevsimlik işçilerle ilgili ne gelir Ankara’dan? MİT darbeyi bilememiş, Başbakana haber verememiş ÇAYKUR’daki mevsimlik işçilerle mi uğraşıyor, hayret ediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Bu konuya bir bakalım.

Bir başka konu: Bazı valiliklerden özel şirketlere yazılar yazılıyor, “Bu sebepten görevden alınan devlet memurlarına asla iş verilmemesi…” deniliyor. Değerli arkadaşlarım, bunlar suç işlemişse zaten hapiste yatacaklar. Kaldı ki öyle olsa bile aileleri ya da hiç suç işlediği belli olmayan öğretmenler, bütün bunlar bu ülkede yaşamayacak mı, aç mı kalacaklar, çoluk çocuk, herkesi cezalandıracak mıyız? Biraz insaflı olalım.

Değerli arkadaşlarım, görüşmekte olduğumuz Türkiye varlık fonu kurulmasıyla ilgili yasa teklifi konusunda söyleyeceğim birkaç cümle var, fazla uzatmayacağım. Şimdi, siz on dört yıllık bir iktidarsınız. Bu on dört yılda ekonomiye baktığınız zaman –arkadaşlarımız da ifade etti- öyle rant ve inşaata dayalı bir ekonomi gidiyor, büyüyor, işte, kişi başına 10 bin dolarlara kadar yaklaşıyor ve 2008, 2009’dan bu yana burada takılıp kalıyor. Şimdi, bunu yaparken de dünya kadar kaynakları kullandınız. Türkiye müthiş bir şekilde borçlandı, gelecek kuşaklar borçlandı. Şimdi, varlık fonu diye getirmiş olduğunuz bu fon ya da şirket benzerleriyle hiç uyuşmuyor, dünyadaki diğer örnekleriyle uyuşmuyor. Arkadaşlarımız ifade ettiler, ne yani bizim petrolümüz, doğal gazımızdan dolayı fazlamız var ne bütçemiz filan fazla veriyor. Gelecek kuşaklar için biriktireceğimiz bir şey yok. Bu fon ya da bu şirket gelecek kuşaklar için değil, gelecek kuşaklara bir şey bırakmak için değil, tam tersi gelecek kuşaklardan bir şey almak için.

Değerli arkadaşlarım, bütün varlıkları bir yere toplayacağız, buradan büyük projeleri finanse edeceğiz, bir yerlere gidecek, Kanal İstanbul yapılacak, etrafında AVM’ler, evler, inşaat yani ikinci dönem inşaatla -başka bir şey bilmiyorsunuz- bir atılım yapacaksınız ve bunun paraları, borçları filan da gelecek kuşaklara havale edilecek, onlardan alacağız.

Başka bir şey daha yaptınız dün 75’inci maddenin (4)’üncü fıkrasıyla. Sadece gelecek kuşakları borçlandırmadınız, onların suyuna, toprağına, havasına, çevresine de el koydunuz. Çok vicdansızsınız değerli arkadaşlarım.

Bakın, size bir şey söyleyeyim: Türkiye tarihinde, belli dönemlerde ekonomide sıçramalar olmuştur. İşte, Menderes’in zamanı gitmiş duvara… Sadece, aslında, darbe oldu -Allah rahmet eylesin- o değil yani ekonomi sıkıntıya girmiş. Daha sonra Demirel döneminde, Özal döneminde olmuş ve her sefer bir krizle, problemle geçilmiş.

CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Ne hayırlı işler yapılmışsa o dönemlerde yapılmış.

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) - Şimdi, sizin döneminizde de bir yere geldi, Türkiye ekonomisi bir yerlere kaldı. Demin söylediğim sebeplerden dolayı -ki bu sebepleri biraz açayım- siz Türkiye ekonomisini gerçekten katma değer üretecek bir ekonomi yapamadınız, yapmadınız, öyle bir şey düşünmediniz. Siz rantla, inşaatla paylaşmaya filan koyuldunuz, böyle olduğu için de tıkandınız. Türkiye ekonomisinin bugün yaşadığı dert “Kaynak yok, tasarruf yok.” hepsi doğru ama esasen katma değer üreten bir ekonomi değil çünkü eğitime yatırım yapmadınız, AR-GE’ye yatırım yapmadınız, demokrasiyi geliştirmediniz, hukuk devletini geliştirmediniz. Bütün bunları yapmadığınız için duvara tosladınız, toslamak üzeresiniz. Şimdi borç para almak için, borç para verecek olan insanların ya da çevrelerin -her neyse- dünya finans sisteminin size dayattığı her şeyi yapıyorsunuz. Aslında baştan beri onlar size borç para vermek istiyordu, faiz alacaklardı; her dediğini yaptınız, şimdi de her şeyi yapıyorsunuz. Türkiye’nin bütün varlıklarını karşılık göstererek, ipotek ederek borç alıyorsunuz, yaptığınız şey budur. Ben de hayret ediyorum, niye bu Batı dünyası -ki para orada, finansörler orada- size karşı? Ben anlayamıyorum. Niye sizi devirmek istiyorlar? Aslında her dediğini de yapıyorsunuz. Durum nedir? Acaba diyorum bütün bu tehditlerle, bu şeylerle size daha fazla iş mi yaptırmak istiyorlar, daha fazla mı faiz almak istiyorlar? Anlamıyorum.

Bakın, değerli arkadaşlarım, gerçekten bu gidiş, gidiş değil. Yani bununla siz demokrasiyi daha da daraltarak, hukuk devletini –ÇAYKUR işçilerinde olduğu gibi- bir şekilde askıya alarak ve gerçekten üreten ekonomi için yatırımlar yapmayarak, rant ekonomisini inşaat ekonomisiyle paylaşarak Türkiye’ye yanlış yapıyorsunuz. Türkiye bu şekilde yoluna devam edemez değerli arkadaşlar.

Saygılar. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bekaroğlu.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler.. Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.

Sayın Özel, sizi dinliyorum.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

20.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Meclisin tatile girmesini tasvip etmediklerine ve iktidar partisinin darbeleri araştırma komisyonuna üye bildirmediği için bu komisyonun çalışmalarına başlayamadığına ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, biraz önce iktidar partisinin grup önerisi kabul edildi. Bu grup önerisinin içeriğinde Meclisin 1 Ekime kadar tatile girmesi de var. Tabii, böyle bir olağanüstü hâl yaşanırken ve KHK’ların görüşülmesi gerekirken Meclisin tatile girmesini asla tasvip etmiyoruz. Ama bir başka mesele de şudur: 15 Temmuz akşamı yaşanan darbe girişiminden sonra dört partinin ortak iradesiyle bir metin kaleme almıştık ve hemen ardından da Darbeyi Araştırma Komisyonu kurulmasıyla ilgili bir mutabakat gelişti. Bu Komisyonla ilgili muhalefet partilerinin hepsi süresi içinde, makul süre içinde bu Komisyonda görevlendirecekleri milletvekillerini belirleyip bildirdiler ancak iktidar partisi henüz bu üye bildiriminde bulunmadı. Grup konuşmasında Sayın Genel Başkanımız da bunun sebebini sormuş ve bir cevap istemişti buna. Cevap bir yana ama Meclis…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkanım, müsaade ederseniz…

BAŞKAN – Bir dakika daha ek süre veriyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ederim.

Eğer Meclis biraz önce kabul edilen iktidar partisi önerisiyle 1 Ekime kadar tatile girecek olursa bu Komisyona hâlâ üye bildirmedikleri ve bu Komisyonla ilgili çalışmalara da başlanamadığı için bu Komisyonun 1 Ekime kadar çalışması mümkün olmayacak. Yani, böylesine bir darbe girişimi karşısındaki Meclisin ortaya koyduğu mutabakatı, iktidar partisinin daha sonradan üye bildirmemek suretiyle bu Komisyon çalışmalarını başlamadan akamete uğratması asla kabul edilebilir bir durum değil. Günün ilerleyen saatlerinde bu üye bildiriminin yapılmasını ve Başkanlık tarafından gerekli usuli işlemlerin tamamlanmak suretiyle bu darbeye karşı ortak duruşu gösterecek olan bu Komisyonun çalışma imkânının sağlanmasını bekliyoruz.

Takdirlerinize arz ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Sayın grup başkan vekili yanınızda, herhâlde birlikte görüşürsünüz, bir karar verirsiniz, biz de gerekeni uygularız burada.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1319) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 413) (Devam)

BAŞKAN - 2’nci madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesinin (3)’üncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

    Mustafa Elitaş                               Mehmet Naci Bostancı                               Halis Dalkılıç

         Kayseri                                              Amasya                                              İstanbul

     Hikmet Ayar                                      Mehmet Muş                                 Mehmet Doğan Kubat

           Rize                                                İstanbul                                              İstanbul

"(3) Şirket; stratejik yatırım planında belirtilen hedefler ile likidite, yatırım, risk ve getiri tercihlerini dikkate alarak;

a) Yerli ve yabancı şirketlerin paylarının, Türkiye'de ve yurt dışında kurulan ihraççılara ait payların ve borçlanma araçlarının, kıymetli madenler ve emtiaya dayalı olarak ihraç edilen sermaye piyasası araçlarının, fon katılma paylarının, türev araçlarının, kira sertifikalarının, gayrimenkul sertifikalarının, özel tasarlanmış yabancı yatırım araçlarının ve diğer araçların alım satımını,

b) Her türlü para piyasası işlemlerini,

c) Gayrimenkul ve gayrimenkule dayalı haklar ile her türlü gayri maddi hakların değerlendirilmesini,

ç) Her türlü proje geliştirme, projeye dayalı kaynak yaratma, dış proje kredisi sağlama ve diğer yöntemlerle kaynak temini işlemlerini,

d) Her türlü ticari ve finansal faaliyetleri,

ulusal ve uluslararası birincil ve ikincil piyasalarda gerçekleştirir. Şirket tarafından, ulusal yatırımlar ile uluslararası alanlarda diğer devletler ve/veya yabancı şirketlerce yapılacak yatırımlara iştirak edilebilir.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

   Çağlar Demirel                                  Osman Baydemir                                    Selma Irmak

       Diyarbakır                                           Şanlıurfa                                             Hakkâri

             

  Dirayet Taşdemir                                 Behçet Yıldırım                                  Saadet Becerekli

           Ağrı                                               Adıyaman                                             Batman

    Ayhan Bilgen                              Mahmut Celadet Gaydalı                            Ertuğrul Kürkcü

           Kars                                                  Bitlis                                                 İzmir

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Sayın Başkan, ilk okunan önergeyi takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Hayır, hayır, ikinci önergeyi soruyorum şu an.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – İkinci önergeye, efendim, katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde İzmir Milletvekili Sayın Ertuğrul Kürkcü konuşacak.

Buyurun Sayın Kürkcü. (HDP sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu kanun tasarısıyla ilgili olarak hem bizim grubumuz adına teklifin bütünü üzerine konuşan Garo Paylan arkadaşımız hem de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Zekeriya Temizel, çok açıkça anlattılar. Bence tane tane, hiç kimsenin anlamadım diyemeyeceği kadar açık bir biçimde neden böyle bir yasayla öngörülen hedeflere ulaşılamaz, neden bu hedefler Türkiye'nin gerçek iktisadi varlığı çerçevesinde ortaya bile konulamaz; bütün bunları anladık. Fakat, öyle görüyorum ki bunların anlaşılmadığını hep beraber anlayacağız çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu buna “evet” diyecek, onu şimdiden biliyoruz.

Ancak, gene de zaman boşa geçmesin, birkaç şey söyleyeyim: Daha önce pek çok öngörüde bulunulmuştu, 15 Temmuz öncesinde. 2015’ten başlayarak hem Orta Doğu’yu yakından izleyen analistler hem de genel olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin dış işlerine yakın düşünce kuruluşlarında çalışan kişiler 2016 yılında Türkiye’de bir darbe beklenebileceğini yazıyorlardı. Genel olarak Meclis, Hükûmet, hatta politik partiler -kendi partimizi de katarak söyleyeyim- bu öngörüleri çok fazla kale almadık fakat çok çarpıcı bir biçimde 2016 Temmuzunda, 15 Temmuzda çok sert bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık. Bu analizciler analizlerini iki şeye dayandırıyorlardı. Bir: Türkiye'nin gerilemekte olan iktisadi durumu. İkincisi: Çok büyük ölçüde sermaye açığını kapatmak için uluslararası sermaye akışına ihtiyacı olmasına rağmen, uyguladığı diplomasi, dış politikayla bu sermaye açığını da kapatamayacak olmasının çok büyük bir iktisadi sıkıntıyı da beraberinde getirdiğini söylüyorlardı. Biz ihtimal vermedik ama birinci ihtimal gerçekleşti. Öyle görülüyor ki biz ihtimal vermesek de ya da siz ihtimal vermeseniz de ikinci ihtimal de gerçekleşecek çünkü ortaya koyduğunuz proje aslında bu problemi katlayarak sürdüren bir proje. Bunun herhangi bir iktisadi rasyoneli yok, bunu hepimiz biliyoruz. Tutarlı bir iktisadi çerçeve içerisinde anlaşılması mümkün değil. Dış borç kapasitesini 2 katına çıkartacak bir varlık yönetimi projesi aslında bir halüsinasyondan ibaret olabilir sadece. Ancak, bu belli ki karşımıza çıkacak. Peki, bunun gerekçesi ne olabilir? Niçin peki bu kadar olmayacak bir şeyi oldurmak için bir kanun çıkarılır. Ben bunun iki sebebi olduğunu düşünüyorum: Birincisi, aslında, bugün, Türkiye’de iktisadi çevrimi sağlayan şey sadece ve sadece inşaat sektörünün hormonlu büyümesidir. Bu buna katkıda bulunmayı esasen öngörüyor. İkincisi, “2023 hedefleri” denilen hedefler ekonominin rutin işleyişi içerisinde yakalanamaz yani Kanal İstanbul yapılamaz, öteki mega projelerin hiçbiri bu varlıklar çerçevesinde gerçekleşemez. O yüzden, Türkiye'nin geleceğinden alarak bugününe katıp “Acaba bunun içinden çıkabilir miyiz?” diye bir çare bulunmaya çalışılmıştır. Bunun çare olmadığını, bunun iktisadi sıkıntıları durmaksızın artıracağını, cari açığı yükselteceğini, bunu daha kırılgan hâle getireceğini hep birlikte görebiliriz.

O nedenle, ben diyeceğim ki aslında, bu fantastik işlerle uğraşmak yerine iki şey yapabiliriz: Birincisi, Türkiye’de dış yatırım çekmek için dahi siyasi durumu iyileştirebiliriz, daha geniş bir demokrasi yaratabiliriz. İkincisi, yurttaşların, iktisadın, toplumun, siyasetin yönetilmesine daha etkin bir biçimde katılmasının kapısını açabiliriz yani savaşı durdurabiliriz, Kürt halkına Türkiye Cumhuriyeti barış teklif edebilir. O zaman, bütün bu fantastik projelere gerek kalmaz. Yıkıma ayırdığınız kaynakları yaşama aktarabilirsiniz. Bunu niçin yapmıyoruz? Çünkü, içinden çıkılmayacak bir sarmalı Türkiye devletinin bütün geçmiş rasyonellerini devralmış, kendisi devletleşmiş bir parti tarafından yönetiliyoruz; onun için. Umarım devletin sonu partinizin sonu da olmayacaktır.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlarım. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesinin (3)’üncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Hikmet Ayar (Rize) ve arkadaşları

"(3) Şirket; stratejik yatırım planında belirtilen hedefler ile likidite, yatırım, risk ve getiri tercihlerini dikkate alarak;

a) Yerli ve yabancı şirketlerin paylarının, Türkiye'de ve yurt dışında kurulan ihraççılara ait payların ve borçlanma araçlarının, kıymetli madenler ve emtiaya dayalı olarak ihraç edilen sermaye piyasası araçlarının, fon katılma paylarının, türev araçlarının, kira sertifikalarının, gayrimenkul sertifikalarının, özel tasarlanmış yabancı yatırım araçlarının ve diğer araçların alım satımını,

b) Her türlü para piyasası işlemlerini,

c) Gayrimenkul ve gayrimenkule dayalı haklar ile her türlü gayri maddi hakların değerlendirilmesini,

ç) Her türlü proje geliştirme, projeye dayalı kaynak yaratma, dış proje kredisi sağlama ve diğer yöntemlerle kaynak temini işlemlerini,

d) Her türlü ticari ve finansal faaliyetleri, ulusal ve uluslararası birincil ve ikincil piyasalarda gerçekleştirir. Şirket tarafından, ulusal yatırımlar ile uluslararası alanlarda diğer devletler ve/veya yabancı şirketlerce yapılacak yatırımlara iştirak edilebilir.”

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, tam bu aşamada, izin verirseniz çok kısa bir şey söylemem gerekiyor.

BAŞKAN – Buyurun.

Süreniz bir dakika.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, bu kanunda, hem Plan ve Bütçe Komisyonunda hem burada tüm muhalefet partilerinin olumlu katkılarını görüyoruz. Şimdi, burada bir iktidar partisi önergesi var. Biz bu önergeye baktığımızda -Komisyon üyelerimiz de burada- normal metin ile bu metin arasında ne çıktı, yerine ne geldi ve ne murat ediliyor, bu konuda bir açıklık yok. Gerekçe okunduğunda da o konuyu anlayabilmiş değiliz, birazdan gerekçe okunursa. Eğer -tabii, takdir kendilerine ait olmak üzere- önerge sahiplerinden birisi gerekçe okutmak yerine bunu kürsüden veya siz uygun görürseniz, yerinden Genel Kurulun bilgisine sunarsa… Eğer gerekçe okunacaksa bir ilave bilgilendirme lazım. Ama kürsüden izah edilebilirse önergenin ne murat ettiği çok memnun oluruz çünkü uygulamacılar açısından da bir tereddüdün ortaya çıkmaması… Bu kadar olumlu atmosferde giden bir çalışmada da herhâlde böyle bir talebimizi uygun karşılayacaklardır.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Açıklama yapacak mısınız? Yok.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Gerekçe…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, bu önerge 2’nci maddenin ilgili fıkrasında birleşik olarak yazılmış olan hususların, muhalefetin de önerisi üzerine, şıklar şeklinde yazılmasından ibarettir, gerekçesi de bununla bağlantılıdır.

BAŞKAN – Tamam.

Önergenin gerekçesini okutuyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Lütfen…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Bakın, şu anda yapılan değişiklikle Komisyonun Genel Kurula teklif ettiği metinde ciddi anlamda çıkarmalar ve eklemeler yapılıyor. Komisyon Sözcümüz burada. Şimdi, şu mümkün tabii: “Açıklama yapacak mısın?”, “Yapmayacağız, bu bilmem ne değil.” Böyle geçebilirsiniz ama bu, bizim bu işe olumlu yaptığımız katkıya karşılık yakışıksız bir karşı duruş olur. Bundan sonraki maddelerde söz alıp da endişelerimizi dile getirmemizi istemiyorlarsa bu konuda bize tatmin edici… Ya beş dakika ara verin, onu anlatsın önerge sahipleri Komisyon üyelerimize ya da söz alsınlar ve uygulamada aksaklık yaratmayacak şekilde neyi, niye çıkarıyorlar; neyi, niye ekliyorlar söylesinler. Bu kadar…

BAŞKAN – Tamam, peki de yani zorla konuşturamam ki kimseyi.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Siz de haklısınız da benim de sözüm size değil Sayın Başkan.

BAŞKAN – Biliyorum da ben de Meclise açıklama yapıyorum bu konuda. Şu anda söz isteyen yok.

CEYHUN İRGİL (Bursa) – Sayın Başkanım, Meclisin de bilgi alma hakkı yok mu?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, biz beş dakika ara talep ediyoruz o zaman.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Tamam, beş dakika ara verelim.

BAŞKAN – Peki, grup başkan vekillerinin talebi üzerine birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.04

YEDİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.11

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.

413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Teklifin 2’nci maddesi üzerine Rize Milletvekili Hikmet Ayar ve arkadaşlarının önergesinin işleminde kalmıştık.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Gerekçeyi okuyun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Önerge ile mevcut metnin daha sade ve anlaşılabilir bir hâle getirilmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede şirketin; stratejik yatırım planında belirtilen hedefler ile likidite, yatırım, risk ve getiri tercihlerini dikkate alarak faaliyette bulunabileceği yurt içi ve yurt dışı para ve sermaye piyasası araç ve işlemleri ile kaynak teminine yönelik faaliyetleri belirlenmiştir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Sayın Bakan bir açıklama yapacak.

Buyurun Sayın Bakan.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun hatırlatması üzerine bir açıklama yapıyorum.

Komisyon görüşmeleri sırasında, bir kısmına ben katılmıştım, diğer kısmında da Maliye Bakanımızın katıldığı bölümde, Sayın Naci Ağbal’ın katıldığı bölümde Komisyon üyelerinin maddedeki “bunlarla sınırlı olmamak üzere” deyip genel bir tabiri, bunun tanımlanması talebi üzerine, Komisyondaki Maliye Bakanımızın da açıklamasıyla bu maddenin (3)’üncü fıkrası (a), (b), (c), (ç) ve (d) olmak üzere tek tek maddeler hâline dönüştürülerek çok daha açık bir hâle getirilmiştir. Yapılan herhangi bir değişiklik yoktur. Kayıtlara geçmesi anlamında bunu belirtmek istedim Sayın Başkanım.

Teşekkür ediyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ederiz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

3’üncü maddede bir adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 3’üncü maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

           Çağlar Demirel                           Osman Baydemir                                    Selma Irmak

              Diyarbakır                                   Şanlıurfa                                             Hakkâri

          Behçet Yıldırım                             Ayhan Bilgen                                   Dirayet Taşdemir

              Adıyaman                                       Kars                                                   Ağrı

          Saadet Becerekli                    Mahmut Celadet Gaydalı                             Mahmut Toğrul

                Batman                                         Bitlis                                              Gaziantep

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Gaziantep Milletvekili Sayın Mahmut Toğrul konuşacak.

Buyurun Sayın Toğrul. (HDP sıralarından alkışlar)

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, şimdi, biliyorsunuz, bir Varlık Fonu teklifi görüşüyoruz. İşin doğrusu şunu merak ediyorum değerli arkadaşlar: Biz bu Mecliste kamu yararına, halkın çıkarına yasalar mı yapıyoruz, yoksa rantiyeye, rantçılara ortam mı sağlıyoruz? Bunu niye söylediğimi, şu anda henüz tamamı üzerinde görüşmeleri tüketmediğimiz ama bir şekilde CHP’nin önergesini kabul ederek madde üzerinde bizi konuşturmadığınız, seçim bölgem olan Gaziantep’i direkt ilgilendiren bir maddenin getiriliş amaç ve hedefini burada sizinle tekrar paylaşmak istiyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, torba yasanın 12’nci maddesine bir ek madde getirilerek bu maddeyle Gaziantep Şahinbey ilçesinde, Şahinbey sınırları içerisinde, daha önce gecekondulaşmayı önlemek açısından orada başlatılan ve eğer o inşaat yapılmazsa verilen arsa bedellerinin halka yasal faiziyle ödenmesini düzenleyen bir yasa tasarısı getirildi. CHP buna önerge verdiğinde tasarının metinsel düzeltmesini istemişti; o, kabul edildiği için bizim üzerinde konuşma hakkımız olmadı.

Peki, bu niye getirildi değerli arkadaşlar bunu bir önce hatırlayalım: Şimdi, Gaziantep Şahinbey ilçesi Karataş bölgesi Güneş Mahallesi’nde 2002 yılında “nüve konut” modeli dediğimiz, “çekirdek konut” modeli dediğimiz bir modelle 1.700 aileye arsa tahsisi yapılıyor. Dönemin Belediye Başkanı CHP’li Yaşar Ağyüz, 2002 yılı, oradaki arsa rayiç bedeli 60-70 lira. 2004 yılında AKP’li belediye geliyor, projeden vazgeçtiğini söylüyor ama bu arada arsa bedelini bu 1.700 aileden alıyorlar. Taksitle kalan taksitleri ödemeye başlıyorlar. 2004 yılında gelen belediye başkanı diyor ki: “Ben bu projeden vazgeçtim.” Geldiği dönem 60-70 lira olan arsa rayiç bedeli, şu anda Gaziantep’te o bölgenin rayiç bedeli 1.500 liradır değerli arkadaşlar. Şimdi, belediye ne diyor? Diyor ki: “Tamam, ben sizin paranızı vereyim, yasal faiziyle de vereyim.” Ama o para o kadar düşük bir rayiç bedeline denk geliyor ki, çünkü oranın değeri altına göre 10 kat artmış. Şu anda, dolayısıyla, vatandaşa ödenecek para çok cüzi bir miktarda.

Peki, nasıl oluyor da böyle bir sorun ta Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir geçici maddeye dönüşebiliyor? Bunun arkasındaki rant gücü hangi güçtür ki bu Meclise yasa çıkarttırıyor değerli arkadaşlar? Bu paranın büyüklüğü ne kadardır, bu rantın büyüklüğü ne kadardır? Ve Cumhuriyet Halk Partisi, böyle bir konuyu hatibi değerlendirdiği hâlde verdiği önergenin gerekçesinde şunu söylüyor: “Söz konusu madde metninin daha anlaşılır hâle getirilmesini amaçlıyor.” Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi bu rantın böyle şekilde verilmesine nasıl göz yumar böyle bir gerekçeyle? Söylediğim şey, bakın, bahsettiğim rant bu büyüklükte bir rant ve bunun arkasında o kadar büyük bir güç var ki Türkiye Büyük Millet Meclisine geliyor ve Türkiye Büyük Millet Meclisi geçici bir yasa çıkarıyor, burada vatandaşı hak kaybına uğratıyor.

Değerli arkadaşlar, biz bu Mecliste kamu yararına, halkın çıkarına yasalar çıkarmakla yükümlüyüz. Ya rantiyeden yana olacağız, rantçıdan yana olacağız ya da halktan yana olacağız. Açık bir şekilde, şu anda bu yasaya onay verenler bu ranttan, bu rantiyeciden yana olduklarını kabul etmiş durumdalar diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlamadan önce Gaziantep halkına buna “evet” diyenler hesap vermelidir diyor, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, sayın konuşmacı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisini ağır bir dille eleştirerek ve doğrudan bir sataşmada bulunarak rant dağıtımına aracılık etme, göz yumma gibi ifadeler kullandı. Cevap hakkımızı Komisyon üyemiz Musa Çam kullanacak.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çam. (CHP sıralarından alkışlar)

İki dakika…

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- İzmir Milletvekili Musa Çam’ın, Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul’un 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 3’üncü maddesiyle ilgili önerge üzerinde yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; biraz önce burada konuşan çok değerli hatip arkadaşımız Gaziantep ili Şahinbey ilçesindeki 2000’li yıllarda dağıtılan arsayla ilgili bir değerlendirme yaptı ve bu arsa değerlendirmesinde Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu önergeyle ilgili, buna ortak olduğunu ve rant dağıtımında kusurlu olduğunu söyledi. Çok değerli Gaziantep Milletvekilimiz Mehmet Gökdağ geçtiğimiz günlerde burada Şahinbey’de yaşanan olayları bütün ayrıntılarıyla, bütün detaylarıyla açıkladı. Cumhuriyet Halk Partisi Belediye Başkanlığı döneminde dağıtılan arsalar, konut yapmak için dağıtılan arsalar bütün her şey projelendirilmiş, her şey yapılmış hazır durumdayken, daha sonra yapılan seçimlerde Cumhuriyet Halk Partili Belediye Başkanı kaybediyor, AKP’li bir belediye başkanı geliyor. AKP’li Belediye Başkanı işbaşına gelir gelmez -kendine göre, tabii ki keyfî bir tutum olduğu muhakkak kaçınılmazdır, doğrudur- başlatılan projeyi askıya alıyor ve insanlar askıya alınan bu projeler doğrultusunda yargıya gidiyorlar, dava açıyorlar; önemli bölümü davalarını kazanmışlar, tazminat davaları dâhil olmak üzere, şu anda devam ediyor. Devam eden davalar var, bunlarla ilgili hukuki bir süreç sürerken ve Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Sayın Mehmet Gökdağ burada her şeyi bütün ayrıntılarıyla açıklamışken, şimdi çok değerli milletvekilinin bu işlemlerden dolayı Cumhuriyet Halk Partisini vermiş olduğu önergeden dolayı sorumlu tutmasını kabul etmek mümkün değildir. Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Mehmet Gökdağ, orada yapılan bütün usulsüzlükler, bütün haksızlıklar konusunu en ince ayrıntısına kadar burada yüce Meclisi bilgilendirdi ve mağdur olanlarla birlikte, hem bir hukukçu olarak hem de bir milletvekili olarak elinden gelen bütün çabayı ve gayreti gösterdiğini en ince ayrıntılarına kadar anlattı. Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilimizin vermiş olduğu önerge ve onun üzerine konuştukları, tutanaklar incelendiğinde her şey çok açık ve net bir şekilde görülecektir. Bunda Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili arkadaşımızın herhangi bir eksikliğinin, kusurunun olduğunu düşünmek söz konusu değildir. Sayın Mehmet Gökdağ burada bütün ayrıntılarıyla her şeyi açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur. Kusur sahipleri de ortadadır.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çam.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Evet, Sayın Toğrul.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sayın Başkan, kayıtlara geçsin diye söylüyorum. Ben zaten sayın vekilin söylediğini söyledim, dedim ki: “Gaziantep Milletvekilinin yaptığı açıklamalar gerçekten çok doğruydu.” Ancak CHP grup önergesinin gerekçesi maddi hata düzeltmesidir. Ben bunu söyledim. Madem bu kadar güçlü bir sorumluluk var, madem arkasında bu kadar ciddi bir rant hikâyesi var, o zaman, nasıl böyle bir gerekçeyle önerge verirler? Ben gerekçeyi eleştiriyorum. Gaziantep Milletvekilimizin dediği kelimesi kelimesine doğru. Bakın, yargıya gitmiş, yargı 3-4 kez vatandaş lehine, yurttaş lehine cevap vermiş. Şimdi yasayı geriye uygulayarak aslında anayasal bir suç da işleniyor. Çünkü bakın, daha önceden bu vatandaşın hakkı doğmuş, mahkeme vatandaş lehine karar vermiş ama biz bir yasa maddesiyle onun da önüne geçiyoruz, yasayı geriye yürüterek dava açmasının da önüne geçmiş oluyoruz.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim. Kayıtlara geçti.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Evet Sayın Özel.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Aynı şekilde tutanağa geçmesi açısından ifade edelim: Şimdi, aslında izaha gerek yok. Normalde bu düzenlemeler iktidar partisi tarafından normal birer kanun olarak getirilse her madde üzerinde görüşülür ve bir sıkıntı olmaz. Kendi gruplarında da olduğu gibi, Cumhuriyet Halk Partisi, çok itiraz edilen 5 maddeyle ilgili olarak bütün maddelerde önerge vermek durumunda kaldı ama sonuçları Türkiye için, Şırnak için, Hakkâri için son derece olumlu oldu, bütün Meclis için olumlu oldu. Bu uzlaşma havası yerinde. Orada, o maddede normalde önerge vermeyebiliriz ama madde üzerinde konuşmak için önerge vermek zorundayız. Verilen önergenin fiktif bir önerge olduğunu kastediyorlarsa bu AKP’nin yasama mantığının Meclisi ve muhalefeti sıkıştırdığı yere karşılık bizim İç Tüzüksel bir hak kullanımımızdır.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özel.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Şimdi ben alırım elime HDP’nin önergelerini, aynı şekilde, sabaha kadar tartışırız.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Toğrul, size de teşekkür ederim. Gereği kadar açıklama yaptınız. Bundan sonra ekleyeceğiniz bir cümle dahi yok bence çünkü yapacak bir şey de yok.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sayın Başkan, bir cümle kullanacağım. Bizim madde üzerindeki konuşma hakkımız bir şekilde, karşılıklı, CHP’nin önergesine AKP destek vererek bizim konuşma hakkımızı da engellemiş oldu.

BAŞKAN – Söylediniz bunu. Dün bilmiyorum nasıl oldu olay. Kapandı, gitti.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Daha kapanmadı Sayın Başkanım. Daha maddelerin üzerinde…

BAŞKAN – Dünkü olay kapandı, maddeyle ilgili kapandı.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Yani o madde geri çekilebilir.

BAŞKAN – Kanunu oylamadık daha, kanunu oylamadık ama dünkü önerge kapandı, gitti, onu demek istiyorum.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1319) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 413) (Devam)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

4’üncü maddede iki adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/1319)" 4'üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif eriz.

Saygılarımızla.

        Utku Çakırözer                               Kadim Durmaz                                    Bülent Kuşoğlu

            Eskişehir                                         Tokat                                                Ankara

       Zekeriya Temizel                                Musa Çam                                         İlhan Kesici

               İzmir                                             İzmir                                                İstanbul

MADDE 4- (1) Türkiye Varlık Fonunun kaynakları;

a)        Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından; özelleştirme kapsam ve programında bulunan kuruluşların Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına karar verilen nakit fazlasından, ve

b)        Kamu kurum ve kuruluşlarının tasarrufu altında bulunan ve Bakanlar Kurulu tarafından Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına veya Şirket tarafından yönetilmesine karar verilenlerin nakit fazlalarından,

oluşur.

(2) Şirket tarafından, gayrimenkuller, gayrimenkul projesi veya bir gayrimenkule bağlı hak ve faydaların belli bir tarihteki değeri, bu değeri etkileyen gayrimenkulün niteliği, piyasa ve çevre koşulları analiz edilerek uluslararası alanda kabul görmüş değerleme standartları çerçevesinde değerlemek üzere Sermaye Piyasası Kurulu listesinde yer alan gayrimenkul değerleme şirketleri ile anlaşılabilir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 4’üncü maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

   Çağlar Demirel                                  Osman Baydemir                                    Selma Irmak

       Diyarbakır                                           Şanlıurfa                                             Hakkâri

  Dirayet Taşdemir                                 Saadet Becerekli                                  Behçet Yıldırım

           Ağrı                                                Batman                                             Adıyaman

    Ayhan Bilgen                              Mahmut Celadet Gaydalı                             İbrahim Ayhan

           Kars                                                  Bitlis                                               Şanlıurfa

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Şanlıurfa Milletvekili Sayın İbrahim Ayhan konuşacak. (HDP sıralarından alkışlar)

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) – Değerli arkadaşlar, öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, bu Varlık Fonu üzerinden görüşmeler gerçekleştiriliyor. Varlık Fonu, esasında taşınmazları ve kaynakları sermaye lehine çoğaltmaya yönelik bir girişimdir. Bu torba yasada, biliyorsunuz, kayyum konusu da söz konusuydu. Kayyum olayı, belediyelere istenildiği şekilde el koyma ve bunun üzerinden devletin tahakkümü ve yetki alanını genişletme esaslıydı.

Diğer önemli bir kayyum maddesi de belediyelerin taşınmazlarına el koymaktır. Bu mevcut Varlık Fonu’na, bu taşınmazlara el koyma ve benzeri yasal düzenlemelere baktığımız zaman aslında hepsinde esas mantık, devleti halk karşısında, toplum karşısında güçlendiren, devleti giderek daha fazla toplumsal alanı işgal eden düzenlemeler şeklinde gerçekleşiyor. Yani, bir tarafta devlet, diğer tarafta halk ve toplum karşı karşıya gelmiş durumda ve bu karşı karşıyalık durumunu ortaya koyduğumuzda, değerlendirdiğimizde de devlet alabildiğine güçleniyor, halk ve toplum alabildiğine zayıflıyor. Tüm bunlar toplumsal yaşamı ciddi bir şekilde etkileyen, toplumsal yaşamın barışını olumsuz etkileyen düzenlemelerdir. Biz aslında eğer demokratik bir sistemden, demokratik siyasetten, demokratik bir toplum anlayışından yanaysak devletin etki alanlarını, devletin yetki alanlarını azaltan, toplumsal yaşamın alanlarını genişleten bir noktada olmamız gerekiyor. AKP Hükûmeti şu ana kadar yapmış olduğu düzenlemelerle -ki bu Varlık Fonu dâhil olmak üzere- devleti güçlendiren, toplumu zayıflatan bir politika izlemektedir. Tüm bunun nedeni de 15 Temmuz darbe girişiminde ve operasyonunda olduğu gibi, toplumsal çatışmayı, krizi, kaosu da ortaya çıkaran düzenlemelerdir. Dolayısıyla, yapılması gereken, devletin toplumsal yaşamdan giderek uzaklaştırılması ve toplumsal yaşam içerisinde devletin gücünün zayıflatılmasıdır. Yani “Ne kadar az devlet, o kadar fazla toplum.” politikası ve yaklaşımı esas alınmalıdır. Dolayısıyla bu esas alınmadığı müddetçe yapılacak herhangi bir düzenleme kesinlikle toplumsal barışı ortaya koymayacak, toplumsal barışa katkı sunmayacak, daha fazla gerilimlerin, daha fazla çatışmaların yaşanmasına neden olacaktır. Bugün eğer biz demokratik siyasetten yanaysak, eğer toplumsal adaleti ve eşitliği sağlıyorsak; bu tekelleşmeleri, bu rant alanlarını çoğaltmaktan ziyade, rant sınıfları, sermaye sınıflarını güçlendiren düzenlemeler yapmaktan ziyade kamu yararını esas alan, toplumsal bölüşümü ve adaleti esas alan düzenlemeler yapmak zorundayız. Bunun en büyük adımlarından biri de yıllardır kangrenleşmiş Kürt sorununu çözmek ve buna bağlı olarak toplumsal sorunları barış içerisinde, eşitlik içerisinde çözüme kavuşturmaktır. Aksi takdirde devleti güçlendiren, devlet içerisinde de oligarşik bir yapıyı giderek perçinleyerek onun büyümesini sağlayan düzenlemelerden kaçınmak gerekiyor. Yani Meclisin de bu noktada çok ciddi bir şekilde adımlar atması gerekiyor. Yoksa Türkiye'de toplumsal barışı sağlamamız, toplumsal eşitliği ve huzuru, adaleti tesis etmemiz de mümkün değildir.

Bugün Varlık Fonu’yla getirilmek istenen şey, tam da toplumsal çelişkileri derinleştiren, keskinleştiren düzenlemelerdir. Dolayısıyla bir yandan devleti güçlendireceksiniz, diğer taraftan da halka ve topluma eşitlik getireceğinizi, adalet getireceğinizi iddia edeceksiniz; bu çok ciddi bir çelişkidir, çok ciddi bir yanılgıdır ve bu yanılgıdan bir an önce kurtulmak gerekiyor. Kayyum yasalarıyla, toplumsal yaşama kayyum olarak müdahale etmekle hiçbir şekilde barış, adalet ve özgürlük getirilemez. Bakın, belediyelere el konması da dâhil olmak üzere yaşamın her alanına el koyan, devletçi “Leviathan” canavarı türünden bir yaklaşım söz konusudur. Bir an önce AKP iktidarının bu yaklaşımlardan, iktidarcı ve tahakkümcü yaklaşımlardan uzak durması gerekiyor. Aksi takdirde ne darbelerin önüne geçebiliriz ne de darbeci bir mekaniği, darbeci bir anlayışı Türkiye'de ortadan kaldırabiliriz. Tek çaremiz demokrasidir, eşitliktir ve toplumsal adaleti ve barışı sağlayacak adımlardır. Bu anlamda da tüm Meclis bileşenlerinin de topluma yatırım yapmaya yönelik bir tutum ve tavır içerisinde olması gerektiğini ifade ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı "Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/1319)" 4'üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif eriz.

Saygılarımızla.

Musa Çam (İzmir) ve arkadaşları

MADDE 4- (1) Türkiye Varlık Fonunun kaynakları;

a) Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından; özelleştirme kapsam ve programında bulunan kuruluşların Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına karar verilen nakit fazlasından, ve

b) Kamu kurum ve kuruluşlarının tasarrufu altında bulunan ve Bakanlar Kurulu tarafından Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına veya Şirket tarafından yönetilmesine karar verilenlerin nakit fazlalarından oluşur.

(2) Şirket tarafından, gayrimenkuller, gayrimenkul projesi veya bir gayrimenkule bağlı hak ve faydaların belli bir tarihteki değeri, bu değeri etkileyen gayrimenkulün niteliği, piyasa ve çevre koşulları analiz edilerek uluslararası alanda kabul görmüş değerleme standartları çerçevesinde değerlemek üzere Sermaye Piyasası Kurulu listesinde yer alan gayrimenkul değerleme şirketleri ile anlaşılabilir.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Tokat Milletvekili Sayın Kadim Durmaz konuşacak.

Buyurun Sayın Durmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

KADİM DURMAZ (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Yüce Meclisin değerli milletvekilleri, Sayın Bakanım; Ulusal Varlık Fonu üzerine komisyonlarda da epeyce mücadele ettik, karşılıklı görüş paylaşımında bulunduk ama ilk etapta geldiğinde Komisyonda bütün arkadaşlarımızla birlikte bunun yeteri kadar tartışılması gerektiğini, Türkiye’de sermaye piyasası -bu ülkenin marka değerini, uluslararası arenada temsil eden değerleri- Merkez Bankası, borsa kuruluşlarıyla ciddi bir tartışmadan sonra olgunlaştırılıp Komisyona gelmesini arzu ettik ama o arada tabii ki gerçekten sevindik, çekildi ama torba yasayı görüşmeye başladığımızda bir de baktık ki aynen yeniden geldi. Uzun uzun konuşuldu. Tabii, ulusal varlık fonu olunca şöyle bir etrafımızda, bize sunumu yapılırken “G20 ülkelerinden sadece Türkiye’de yok.” denildi ama arkadaşlar, birçok ülkede, cari fazlalığı olan ülkeler gelecek nesillerini düşünerek bir önlem bazlı fon oluşturmuş, bunu uluslararası alanda -gelecek nesillerin sigortası gibi- planlı bir şekilde kullanmayı hedef edinmişler. Bunun dışında bazı ülkeler de zenginlik kaynaklarının tükenir olduğunu bilip geleceğin önlemini bugünlerden, mal varlıkları tükenmeden alma gibi bir yolu denemişler ve gayet de başarılılar ama bizim gibi aslı yok yaylasında 10 bin koyunu olan ülkelerin böyle yasalar gözünün önüne gelince çok ciddi düşünmesi gerekiyor. Düşünmesi gerekiyor ki bu ülkenin dinamikleri, varlıkları, çoluğumuzun çocuğumuzun, ülkemizin geleceği dediğimiz göz bebeği birçok kurum ve kuruluş rehin verilmesin, bu amaçla birilerine özel fon olarak kullanılmasın. Bizim, o iki tanımı yapılan ülkelerin ikisinde de, o gruplarda yer almadığımızı bilmeyen arkadaşımız yok. Ama, tabii on dört yılda biz de bir şeyler ürettik; bu ülkede. Neyi ürettik? Arkadaşlar, 6 milyona yakın işsiz genç ürettik; bunun yanı sıra, eğitimi felç olmuş bir ülkeyi ürettik ve ülkesinde hiç kimseye nasip olmayan, dördüncü dönemdir iktidar olan bir parti eliyle bu ülkede iç barışın, kardeşliğin, devletin geleneksel dinamiğinin bozulduğunu gördük ve herkesin hızla bir yerlere hâkim olabilmek, tuttuğu yeri bireysel koparıp geleceğini garanti etme adına bu devletten yararlandığını gördük. Bunların birçoğunun da devleti yönetenler eliyle aldatıldıklarının, kandırıldıklarının, yanıltıldıklarının itirafını, helallik istediklerini gördük.

Değerli arkadaşlar, elbette böyle bir fon ülkemizde de kurulsun ama herkes Anayasa’mıza, şeffaflığa, denetime uygunluk gibi evrensel değerlerden ırak olmadan, gözden kaçırılmadan, benim millî gelirimden, herkesten gözüm gibi koruduğum geleceğimden oluşturulan bu ülkenin fonunun halkın temsilcisi olan yüce Meclisten kaçırılmadan denetim noktasında denetlenmesini istemektedir ama Adalet ve Kalkınma Partisi bu anlamda da maalesef bu fonu denetimlerden kaçırmış durumdadır.

Kanun teklifinin “Türkiye Varlık Fonu’nun Kaynakları ve Finansman Sağlanması” başlıklı 4’üncü maddesinin 1/b bendinde yer alan hükümle Bakanlar Kuruluna kamu kurum ve kuruluşlarının tasarrufu altında bulunan ihtiyaç fazlası gelir, kaynak ve varlıkların Türkiye Varlık Fonu’na aktarılması yetkisi ve bunların Türkiye Varlık Fonu Anonim Şirketi tarafından kullanılacağı yetkisi de istenmektedir.

Arkadaşlar, denetimsiz her yetki yeni yanılmaları mutlak beraberinde getirir. Bu anlamda, bu fonun kurulmasına karşı değiliz ama denetimden uzaklaştırılmasından, Anayasa’ya aykırı olarak yola çıkmasından, sanki ölü doğan bir fon gibi bize güven vermemektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KADİM DURMAZ (Devamla) - Bizim uyarılarımızı dikkate aldığınızda bu fonun gelecekte belki millî gelirimiz de verimli kullanıldığında bu ülkeye yarar getireceğine inanıyorum.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Durmaz.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

5’inci maddede bir adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 5’inci maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

   Çağlar Demirel                                  Osman Baydemir                                    Selma Irmak

       Diyarbakır                                          Şanlıurfa                                             Hakkâri

  Dirayet Taşdemir                                 Behçet Yıldırım                                  Saadet Becerekli

           Ağrı                                               Adıyaman                                             Batman

    Ayhan Bilgen                              Mahmut Celadet Gaydalı                              Besime Konca

           Kars                                                  Bitlis                                                  Siirt

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Siirt Milletvekili Sayın Besime Konca konuşacak.

Buyurun Sayın Konca. (HDP sıralarından alkışlar)

BESİME KONCA (Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, yıllardır Türkiye'de hem yönetenlerin hem yönetilenlerin kabul ettiği -belki çok kaba bir tabir olacak ama- hani, “Devletin malı deniz, yemeyen keriz.” diye bir cümle var; bu, Türkiye'de çok meşrulaştırıldı. Ancak “On dört yıldır iktidarım, bu ülkeyi iyi yerlere taşıyorum.” diyen AKP Hükûmeti döneminde bu çalma çırpma, yolsuzluk, hırsızlık işi biraz da olsun toplumda sorgulanmaya başladı, biraz da olsun toplumda teşhir edilmeye başlandı. Şimdi, bu kanunlar, bunun hukuki yapısını oluşturmak ve bu sefer hukuk üzerinde meşrulaştırmaktır. Bu Varlık Fonu Tasarısı, yolsuzluk tasarısıdır, soygun fonudur ve buna altyapı oluşturmanın, hukuki yapı oluşturmanın fonlarıdır.

Şimdi, yine, tarihten bir örnek vereceğim yani bütün bu konular açısından, sadece Varlık Fonu için değil. Çıkarılacak olan bu yasalarda 50’nci madde içinde, 23’üncü madde içinde taşınmaz mal varlıklarına el koymak… Şimdi, tartışıyoruz işte, Şırnak, Hakkâri il olmaktan çıkarılmadı, kayyum atanmadı fakat mevcut diğer düzenlemeler, bunları zaten boşa çıkaran, bunları pratikleştirecek olan alt maddeler söz konusudur ve bunlar pratikleştirilecek. Öyle çok da demokratik bir düzenleme, toplumsal mutabakat, uluslararası evrensel hukuk esas alındı da bu yasalardan vazgeçildi gibi bir durumun söz konusu olmadığını düşünüyoruz.

Tarihte, milattan önce 1760’larda Hammurabi Kanunları söz konusuydu. Yani, bugün, AKP'nin çıkardığı kanunlar gerçekten Hammurabi Kanunlarını aratmayacak kanunlardır ve bunları bugün biraz güncelleştirerek, biraz modernize ederek uyguladıkları kanunlardır. Yani mini anayasa tartışmaları var, algı operasyonları oluşturuluyor, “Anayasa çalışmaları yapılacak.” deniliyor, böyle bir şey söz konusu değil. Yani çıkarılan yasalar AKP kanunlarıdır ya da Cumhurbaşkanının önümüze koyduğu Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan kanunlarıdır. Bunlar toplumsal mutabakat, yaşanan kaos, kriz, darbe rejimi süreci ve bugün kürdistanda yaşanan duruma dair geliştirdikleri tedbirleri kapsamayan yasalardır. Bunların hepsini de bir bütün tartışıp muhalefeti güçlü geliştirmek gerektiğini söylesek de sonuç almamıştır.

Şimdi, başka bir konuya da değinmek istiyorum: Yani AKP yıllardır yani on dört yıldır bu ülkeyi yönettiğini söylüyor. Fakat dün Başbakanın bir açıklaması vardı -ne kadar zamanım kaldı bilmiyorum ama- yani 80 binin görevden alınması, 20 binin gözaltına alınması, 20 binin tutuklanması, binlerce kuruma el konulması… Hikâyeyi anlatıyor anlatıyor bu kadar kapsamlı bir operasyon söz konusudur ve hâlen deniliyor ki: “Bu yapı şeffaf değil, bu yapı gizli bir yapıdır. İtiraflar geldikçe de bunun kapsamı büyüyecek.” Sayın Ala bugün açıklama yapıyor, diyor ki: “7 bin MİT elemanından 6.500'ü FETÖ’cüdür. 81 ilin emniyet müdürünün 74'ü FETÖ’cüdür. Daire başkanlarının hepsi FETÖ’cüdür.” Orduda bu böyle, iş dünyasında böyle, farklı şeylerde durum bu. Peki, siz on dört yıldır kimi yönettiniz? Yüzde 90’ı bu güç on dört yıldır -hatta daha fazla diyelim, diğer hükûmetler dönemini de sayarsak- bu kadar yöneticilik yapmışsa siz neyi yönettiniz, siz nereye Türkiye'yi taşıdınız, neyin üzerine “Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız." diye yıllardır halkı kandırdınız; “Tek devlet, tek millet, tek bayrak." diye toplumda algı yaratıp slogan oluşturmaya çalıştınız? Devletin devlet olmadığı –işte, bugün altını boşaltıyorsunuz kamulaştırma yöntemleriyle, özelleştirme yöntemleriyle- milletin ne hâle geldiği ortadadır ve bugün hâlen bu çıkardığınız kanunları kimin üzerinde uygulayacaksınız, kime güveneceksiniz bunu da bilmiyorsunuz. Hâlen diyorsunuz işte “CIA’in elinde bizde var olan bilgilerden daha çok bilgi var.” Bunun daha da devam etmesi gerektiğini, bunun tartışmasını yapıyorsunuz. Bu toplum, bu halk -bu farklılıkları- hangi anlayışınıza, hangi zihniyetinize güvenerek bu yasaların demokratik olduğunu söyleyebilir; bu kanunların toplumu demokratikleştireceğini, ekonomisini, kültürünü, sanatını, coğrafyasını, yaşam biçimini güvenceye alacağını söyleyebilir? Bir bütün bunların hepsi, dediğimiz gibi, nasıl ki Hammurabi Kanunları köleliğin kanunları olarak tarihe geçmiş ve bugün hâlen güncelliğini koruyorsa, bugün çıkardığınız kanunlar AKP’nin kanunlarıdır ve Hammurabi’nin kanunlarını aratan kanunlardır.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Birleşime bir saat ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.46

SEKİZİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.52

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin Sekizinci Oturumunu açıyorum.

413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Şimdi ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

İkinci bölüm 6 ila 13’üncü maddeleri kapsamaktadır.

İkinci bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal konuşacak.

Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, tabii yemek sonrası olunca böyle oluyor, araya giden arkadaşlar da dinleme fırsatını kaçırıyorlar. Bu Varlık Şirketi ve Fonu -baştan da belirtti arkadaşlarımız, sizin de bildiğiniz gibi- torbanın içerisinden çekilip alınan bir kanun oldu. Özelikle, öncelikle şunu belirtmemiz gerekiyor ki, bu gibi kanunlar ayrı bir kod kanun olarak yapılması hem o kuruma gösterilen önemin hem de sonrasında yapılacak düzenlemelerin daha derli toplu olmasına vesile olur. Biz de bu kapsamda arkadaşlarımıza o öneride bulunduk ve bir önceki adında aslında “Varlık Fonu” olan ama kendisi normal torba kanuna dönüşen, sonrasında adı da değişen kanunla beraber bu da gelmişti, sizler de biliyorsunuz.

Tabii, bunları niye söylüyoruz? Kanun yapmanın ciddiyetinden dolayı söylüyoruz. Değerli arkadaşlar, artık biz işi espriye vurduk “Kaç cilt daha yazalım, başka bir torba kanun kitabı yapalım mı?” diye, arkadaşlarımız da katılıyor ama maalesef çok kötü bir alışkanlık hâline geldi. Bunun zararı şu oluyor: Normal şartlarda, eğer İç Tüzük’e, Mevzuat Hazırlama Yönetmeliği’ne, 5018 sayılı Kanun’a bakarsak kanunların bir yapılış süreci var. Onun için de bütün kanun tasarılarında gerekli çalışmaların yapılması, etki analizlerinin yapılması ve ilgili kurumların yani Hazine Müsteşarlığının ve eski Devlet Planlama Teşkilatının, şimdi Kalkınma Bakanlığının görüşlerinin ekinde sunulması gerekiyor ama öyle konular var ki, biz Komisyonda soruyoruz, bırakın görüş eklemeyi, bu kurumların temsilcilerinin içerikten bile haberi olmuyor. Neden olmuyor? Bu gelen torba kanunların hepsinde süreçten geçmediği için son anda yapılan birçok ekleme var. O anda, getiren arkadaşlarımız dahi tam olarak ne olduğunu bilmiyor çünkü birileri hazırlayıp veriyor. Yani kimseyi töhmet altında bırakmıyoruz ama önergeye adını koyan arkadaşlarımız da işin arka planını bilmiyor. Örnek, az önce Sayın Özel, diğer maddede önerge gelince baktı hemen “Biz, bunu tam anlayamadık, burada ne var?” dedi. Siz bir tanesinde burada bunu yaşıyorsunuz, biz orada onlarcasında, sürekli olarak biri gidip biri geliyor.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Allah kolaylık versin.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Arkadaşlarımız burada, önergeyle değiştirilen maddelerden 4-5 tanesini tekriri müzakere yapıyoruz. Yani bunun ne demek olduğunu sizin takdirlerinize… Bakın, önergeyle değiştiriliyor, uyarıyoruz, bir şey oluyor “Ya, bir dakika, bunda bir yanlışlık varmış, hadi bunu bir daha değiştirelim.” Niye? “Önergede yanlışlık yapmışız.” Bu kadar önemli konular, Türkiye Varlık Fonu gibi büyük beklenti kendisine atfedilen ve kaynak bulmayla ilgili, ülkenin kaynak sorununa da çözüm getiren, varlıklarını değerlendireceği söylenen bir kuruluşu kurarken çok daha farklı çalışma yapılması gerekir. Sağ olsunlar, kısmen, bu 15 Temmuz sonrasının ikliminden faydalanarak bazı söylediklerimizi bu kanunda en azından dikkate aldılar ve bunu ayırdık. İçindeki bazı sıkıntılı olan yerleri kısmen de olsa giderme şansımız oldu ama bu her zaman böyle olmuyor. Onun için, kanun yapma tekniği açısından bunların düzeltilmesi lazım.

Örnek söyleyeyim: Bunların içerisinde, arkadaşlarımız geldi, az önce Sayın Usta ifade etti, bu üç kanun arka arkaya, hem daha önce “varlık barışı” dediğiniz şeyin içerisinde, sonra birkaç gündür görüşmüş olduğumuz torbanın içerisinde ve burada -ki bir kısmı çıkarıldı, bir kısmı devam ediyor- bağlantılı maddeler var. Özü de, Türkiye'nin şu anda içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan kaynak arayışları ve dışa dönük birtakım çalışmalar olsun diyorlar. Ama onun olması için sağlıklı bir yasa yapma sürecinden geçecek, eksiklerini tamamlayacağız. Bir de, “Böyle olağanüstü dönemde aceleyle çıkarılmış bir kurum olursa yara alır.” dedik arkadaşlara. Neden? Çok basit şekilde sordum -bütün arkadaşlar burada, finans kesiminden arkadaşlarımız var, bürokratlar var- bir şirket olarak, bir kurum olarak tahvil veya hisse senedi çıkaracağınızı düşünün, ne zaman yaparsınız? Piyasanın daha oturaklı olduğu dönemde, müşterilerin sağlıklı karar verebileceği bir dönemde ve ihracın başarılı olmasını düşünürsünüz. Ee, aynı şekilde, burada “Türkiye'ye çok önemli katkısı bulunması beklenen ve de uluslararası piyasalardan da kaynak alacak olan bir kurum kuruyoruz, böyle olağanüstü bir ortamda değil, daha sağlıklı bir şekilde, kapatalım, açalım, yeniden normalleşme sağlansın o zaman bu kurumu kuralım.” dedik arkadaşlarımıza ama acele ettiler, hâlâ da şimdi eksikleri var. Kısmen denetimle ilgili şeyleri, bağımsız denetim, dış denetim gibi bir şeylerle çözmeye çalışsak da Sayıştay denetimine sokulmuyor olması ve içerikle ilgili benzer birtakım kaygılarımız var.

En önemlisi, bu süreç yapılırken, arkadaşlarımızın “Bazı şeyleri yapalım.” derken aceleye getirmeleri. Yani Varlık Fonu da bunlarla ilgili, dünkü konuştuğumuz da bunlarla ilgili, içinden çıkardığımız özelleştirmelerle ilgili madde de bununla ilgili. Dolayısıyla, bunların tamamının bir elden geçirilerek gelmesi gerekiyor. İşte böyle olduğu zaman Bakanlar Kurulu içerisinde de farklılıklar oluyor. Gelen şeyle ilgili, mesela yapılmış bir tasarı içerisinde ilgili kurumlardan her biri farklı düşünebiliyor. Eğer o süreçler baştan itibaren sağlıklı bir şekilde işletilmiş olsa o sakıncaların büyük bir kısmı Komisyona gelmeden çoktan zaten giderilmiş olacak. O nedenle, bu çalışmalar yapılırken bu şekliyle bu kanunları getirmek doğru değil. Her birinin ekinde bu etki analizlerinin olması gerekir. Bir taraftan “Yapısal önlemler almamız gerekir.” diye defalarca söylediğimiz cari açık ve kaynak sorununu sadece bu şekliyle bir Varlık Fonu kurarak ve buraya birtakım varlıkları koyarak, bunları yeniden değerlendirip, bilanço değerlerini yüksek göstererek yapma şansımız yok. Çok net bir şekilde söyledik, diğer arkadaşlarımız da söyledi, gerçekten burada bir millî fon oluşturmak amaçlanıyorsa bunun çok daha sağlıklı olması gerekiyor. Sadece belli varlıkları içine koyup, birtakım çalışmalarla, imar çalışmalarıyla bu gayrimenkullerin önünü açıp bazı değerlerini yükseltmeyle bizim, uluslararası yatırımcıları, fonları ikna etme şansımız yok. Onlar da bizim kadar analitik bakıyorlar, değerlendirme yapıyorlar, burada koyacağımız şeylerin reel değerlerine bakacaklar, günlerce araştıracaklar, öyle yatırım yapacaklar, eğer amaç buysa. Ama, şimdi, fonun kuruluş amacından itibaren sorun yaşıyoruz.

“Efendim, dünyada var.” diyorlar. Dünyada baktığımız fonların, ya petrolü var ya para fazlası var ya madeni var ya bir şeyi var, geleceğe yönelik elinde bir tasarruf var, bir varlık var.

MUSA ÇAM (İzmir) – Veya emtia var.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Bunlardan herhangi bir emtiayı geleceğe yönelik, ama elindeki bir şeyi değerlendirmek istiyor. Biz diyoruz ki “Bizim belli varlıklarımız var, arazilerimiz var, şirketlerimiz var.” Şirketleri zaten hisse senedi piyasasında arz ediyorsunuz; şirketler tahvil çıkarabiliyor, o şirketlerin hisselerini ister ulusal ister uluslararası piyasalarda, borsalarda değerlendirebiliyoruz. Varlık Fonu ayrı bir şey, nasıl olacağı da belli değil. Alt fonlar kuralım, bunlar güzel amaçlar ama bu şekliyle sanki olağanüstü bir döneme tepkisel olarak…

“Efendim, önceden yapıyorduk.” diyorlar. Önceden yapıyordunuz, o zaman niye son haftaya kaldı? Niye bu torbanın içerisine girdi? Niye ayrı bir kanun olarak gelmedi? Niye oturup yeniden…

Bakın, “Belli ölçüde düzeltebildik.” diyoruz. Niye? İşte, o anda, tartışma sırasında aklımıza gelen şeyler onların da aklına yattı. Demek ki bunu daha geniş bir zamanda daha sağlıklı yapabilirsek daha doğru bir şekilde hedeflere ulaşma şansımız var.

Buradaki amacımız bu fonun kuruluş amacını eleştirmek veya bunun tamamen yanlış olduğunu söylemek değil, güzel amaçlar olabilir ama yanlış yoldan gidersek, yanlış şekilde kurgularsak ölü doğar. Yani ölü doğmaması için sağlıklı bir kanun yapma sürecini öneriyoruz.

Ben hâlâ aynı kanaatteyim. Bu şekliyle şimdi çıkarmak yerine daha geniş, bütün, esas sözleşmesi üzerinde de çalışarak, diğer unsurları da içerecek şekilde, daha net bir şekilde, şeffaf, açık, denetlenebilir bir fon kuralım, biz de övüneceğimiz, Türkiye'nin bir millî fonu hâline gelsin diye düşünüyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak diğer bütün ekonomik, sosyal konularda olduğu gibi bu konuda da yapıcı bir şekilde katkıda bulunmaya hazır olduğumuzu söylüyorum. Ama bu şekliyle de olsa en azından ciddi bir çalışma yapılarak, böyle kabul edilecekse bile esas sözleşmesinde birtakım şeylerin gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Tekrar teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Günal.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Bülent Kuşoğlu konuşacak.

Buyurun Sayın Kuşoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin ikinci bölümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.

Değerli arkadaşlarım, konu aşağı yukarı anlaşılmıştır. Basında da çok yer aldı. Devletler vatandaşları için var olan kurumlardır biliyorsunuz, vatandaşlarının refahı için, güvenliği için uğraşırlar ve bunun için de bir ekonomik, mali mekanizma kurarlar. Çok kaba bir açıklamayla, devletin klasik usulle, vatandaşlarından aldığı vergilerle tekrar onlar için hizmet verdiğini söyleyebiliriz.

Türkiye'nin bütçesi ne kadar? Hatırlatayım: 200 milyar dolara yakın bir bütçemiz var bizim 2016 yılında, 200 milyar dolara yakın. Yalnız bu bütçenin çoğu personel harcamalarına, cari harcamalara gidiyor. 200 milyar dolarlık bütçenin ancak onda 1’i yatırımlara gidiyor. Dolayısıyla kamu, ihtiyacı olduğu kadar yatırım yapamıyor, sıkıntılı oluyor. Bütçeden bu yatırımları yapamayınca yeni yöntemler arayışı içerisine giriyoruz diğer ülkelerde olduğu gibi; yap-işlet-devret bunlardan bir tanesi. Dün de torba kanun içerisinde kamu-özel iş birliği çerçevesinde bir maddesini görüşmüştük. Farklı yöntemlerle, bütçe dışı yöntemlerle ülkeler borçlanmaya çalışıyorlar, bir tanesini de Türkiye kamu-özel iş birliği çerçevesinde yapıyor, milyarlarca dolar bütçe dışında borcu var Türkiye'nin şu anda. Onun haricinde, bu da buna benzer bir yöntem. Bu ulusal varlık fonları da bu anlamda bir farklı yöntem bu getirilen şekliyle. Aslında, varlık fonları -diğer arkadaşlarımın da anlattığı gibi- fazla veren, cari fazla veren ülkeler için geçerli. Cari açığı olan ülkelerde varlık fonlarının çok fazla anlamı yok, çok getirisi yok ama bir istikrar oluşturmak için, ülkenin dalgalanmalardan korunabilmesi için de bu tür fonlar kuruluyor bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde. Brezilya’da, Arjantin’de var, küçük ölçekli fonlar bunlar çünkü yine borçlanma gerektiriyor.

Yalnız, ben bir şey üzerinde durmak istiyorum. Bu Ulusal Varlık Fonu bize biliyorsunuz Cumhurbaşkanlığından geldi, saraydan geldi. Sarayda da Ekonomi Başdanışmanı Profesör Cemil Ertem’in bu konularda düşünceleri olduğunu biliyoruz. Şimdi, kendisinin yazılarından -enteresandır- bu konuyla ilgili, bakışıyla ilgili bazı şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Şöyle diyor bu varlık fonlarıyla ilgili olarak: “Siyasi yelpazenin sol tarafında olanlar, mesela CHP Varlık Fonu’na karşı çıkıyor ama aynı gerekçelerle sağ liberal taraf da bu girişime karşı çıkıyor. Hatta iktidar partisi içinde de bu adımı şaşkınlıkla karşılayanların olduğunu biliyorum.” Şimdi, bu geldiği zaman, Ulusal Varlık Fonu ya da Türkiye Varlık Fonu geldiği zaman bu gelen metinden çok farklıydı. Hepimizin karşı çıkması gereken bir metindi ve iktidar partisinde olanlar da dâhil olmak üzere birçoğumuz -tabii ki başta muhalefet- karşı çıktık ve bu mevcut hâline getirdik ve çok büyük değişiklikler oldu. Sayın Bakan burada, metin içerisinde çok önemli değişiklikler yaptık. Bu metin özellikle muhalefetin çabalarıyla bu şekle geldi, daha uygulanabilir bir hâle getirildi. Bunu bir kere kimsenin inkâr etmemesi lazım, bunu görmemiz lazım. Yoksa mevcut şekliyle çıksaydı çok büyük sıkıntılar getirebilecek bir metindi, uygulaması hemen hemen olmayacak bir metindi; devlet için, ülke için çok sıkıntı getirebilecek bir metindi inanın.

Sayın Ertem’in yani sarayın böyle bir düşüncesi var ve enteresan bulduğum için sizlerle yine paylaşmak istiyorum. Bu hafta içerisindeki yazısında şöyle devam ediyor: “Türkiye gibi ülkeler -gelişmekte olan ülkeler- bu hızlı ve çarpık finansallaşmanın kurbanı olmuştur. Çünkü trilyonlarca dolarlık fon havuzu, kur ve faiz avantajı için gelişmekte olan ülkelere girerek bu ülkelerin borç-gelir dengesini ancak bir kriz hâlinde düzelecek şekilde bozmuş ve bu ülkelerde sıralı finansal borç krizleri birbirini izlemiştir. Bu soyguna gelişmekte olan ülkelerde yağmaya dönüşen özelleştirme uygulamaları da eşlik etmiştir.” Ve özelleştirme uygulamalarını da aynı şekilde eleştiriyor. Buna ben şaşıyorum yani Türkiye’deki özelleştirme uygulamalarını da aynı şekilde eleştirerek bu noktaya geliyor.

“Aslında özelleştirme blok doğrudan varlık satışı olarak ele alınmış ve bu yolla birçok gelişmekte olan ülke dışarıya kaynak aktarmıştır.” Yani Türkiye uygulamasının, özelleştirme uygulamasının yanlış olduğunu vurguluyor. “Böyle olunca cari açık veren gelişmekte olan ülkeler, sürekli borç üreten, dış finansal saldırılara açık, yüksek faiz çevrimiyle dışarıya kaynak aktaran ithalat ekonomilerine dönüşmüşlerdir.” diyor. Bu eleştiriyi biz yapsak “Nasıl bir anlayışınız var? Bu sol anlayış bu dünyada günümüzde geçerli değil.” gibi eleştirilere maruz kalırız.

“Yani Türkiye gibi ülkelerde borç ve yatırım açıkları büyürken bu varlık fonlarını kontrol eden merkezlerde -cari fazla veren merkezlerde- fon büyüklükleri geometrik olarak artmıştır. İşin bir diğer yanı da açık veren ülkelerde para ve sermaye piyasaları da derinleştirilmemiştir. Yani bu ülkelerin ulusal varlıkları blok olarak satılarak menkul kıymetleştirme şeklinde özelleştirme yapılmamıştır.” diyor. Bunlar çok dikkatimi çeken çok özel itiraflar mevcut Hükûmetin ekonomi politikalarıyla ilgili olarak. Ama, sonuçta bu fonu açıklarken de -çünkü metnin oradan empoze edildiğini de biliyoruz- “Bu, klasik bir istikrar fonu ya da tasarruf fonu değildir.” diyor. “Bir istikrar ya da klasik bir tasarruf fonu değildir.” Neymiş? “Bu ikisini de barındıran ama bunları aşan yeni bir adımdır. Türkiye Varlık Fonu’yla birlikte ulusal kaynaklarını, birikimlerini menkul kıymetleştirerek bu kaynakların, birikimlerin sahibine yani millete verecektir. Bu bir millîleştirmedir. Bu özelleştirme değildir.” diyor özelleştirmeyi yine yerden yere vurarak ve sonuçta “Türkiye’nin varlıklarını menkul kıymetleştirerek bir millîleştirme devrimidir.” diyor aynı zamanda. Bunlara şaşırıyorum. Yani, Hükûmetin, sarayın, Hükûmet içerisindeki bakanlıkların, ekonomiyle ilgili kuruluşların birbirleriyle uyumlu olarak çalışmaması, koordine edilmemesi bizim en fazla dikkatimizi çeken bir konu. Bununla ilgili olarak da, bu Ulusal Varlık Fonu’yla, Türkiye Varlık Fonu’yla ilgili olarak da hem özel görüşmelerimizde hem de Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerimiz sırasında ekonomiyle ilgili birimlerin birbirlerinden habersiz, birbirleriyle koordinesiz bir şekilde bunu getirmiş olmaları -tabii ki koordinasyon olmadığını biliyorduk ama- bu derece aşırı bir şekilde, bildiğimizi aşan bir şekilde birbirleriyle irtibatsız olmaları bizi gerçekten hayrete düşürdü. Demek ki Hükûmet içerisinde, ekonomi birimleri arasında çok önemli bir sıkıntı söz konusu. Zaten, biraz önce söylediğim şekilde, bu gelen metnin hemen hemen 180 derece değişmesi de, bakanlıklar arasındaki çelişki de bunları gösteriyor, net olarak bize anlatıyor.

Değerli arkadaşlarım, şu andaki politik belirsizlik tabii ki bizi bütün bunlara zorluyor. Bir taraftan biz burada kanunlar yapmaya çalışıyoruz iyi niyetle ama aslında Türkiye OHAL’le yönetiliyor. OHAL gerek duyduğu zaman buna benzer kanunlar çıkarmaya çalışıyor, sıkıntılar yaratılıyor, dolayısıyla politik belirsizlik artıyor. Politik belirsizliğin arttığı, kimsenin önünü göremediği bir ülkede yatırım yapmak zordur. Türkiye’de bu kadar politik belirsizlik varken, ekonomi yönetimi bu kadar kötü koordine ediliyorken kimsenin bu şartlar altında gelip de yatırım yapmasını beklemek mümkün değildir. Bunun için üzülüyorum. Yani her şeyden önce, evet, Türkiye'nin bir fonu olsun, kimse de karşı değil; çalışan bir fonu olsun, iş yapan bir fonu olsun, buna karşı değiliz ama kanun çıkarmakla fon kurmuyorsunuz. O zaman atom bombası da yapan bir kanun çıkaralım, Türkiye atom bombası yapmıştır, enerji sorununu çözmüştür diyelim, hallolur mu? Maalesef olmaz tabii ki. Bu da öyle, yani Türkiye, bir fon kurdu diye -çok büyük- dünyada 10 trilyon dolar civarında, 8 ile 12 trilyon dolar civarında...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) - ...fonların olduğu bu alanda çok mu etkili olabilecek?

Biraz sonra maddeler üzerinde yapacağım konuşmalarda daha detaya gireceğim.

Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kuşoğlu.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Ahmet Yıldırım konuşacak.

Buyurun Sayın Yıldırım. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Varlık Fonu’nun kurulmasıyla ilgili parti grubum adına ikinci bölüm üzerine söz almış bulunmaktayım. Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, sözlerime, söz konusu tasarı Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken dile getirmiş olduğum bazı kaygılarımızı tekrarlayarak başlamak istiyorum.

Birinci husus şu: Bizim açımızdan kurulacak olan bir fonun, bir kuruluşun, bir kamu varlığının kuruluş gerekçesi iyi ifade edilmelidir. Bu anlamda, bu fonun kurulmasına ve bu düzenlemenin yapılmasına neden ihtiyaç duyulduğu sorusu üzerinden başlıyoruz biz. Bu temelde, özellikle yasanın gerekçesinde, bu fonun neden kurulduğuna dair gerekçe bölümü alabildiğine zayıf ve muğlak, yuvarlak ifadelerle geçiştirilmiştir. Buna göre, tatmin edici bilgi vermeyen gerekçe bölümüyle alakalı olarak genel gerekçe açısından belirtilen hususlardan biri şudur: “Dünyada gelişmiş ülkelerin büyük bir çoğunluğunda böyle bir fonun varlığından söz ediliyor.” Özellikle de iktidar partisi adına Plan ve Bütçe Komisyonunda söz alan üyeler G20 ülkeleri içerisinde -deyim yerindeyse- varlık fonuna sahip olmayan tek ülkenin Türkiye olduğunu ifade ettiler. Biz de şurada, bununla ilgili eleştirilerimizi yapmadan önce keşke G20 ülkeleri içerisinde var olan ve bizde olmayan çok daha önemli konulardan başlamış olsak. G20 ülkeleriyle demokrasimizi, G20 ülkeleriyle toplumsal barışımızı, özgürlüklerimizi, emekçinin alın terinin karşılığını alıp almadığını adaletli bir vergi sistemi üzerinden kıyas yapabilirsek ve işe buradan başlayabilirsek daha doğru bir iş yapmış oluruz kıyas üzerinden.

Özellikle, yine gerekçe bölümünde ifade edilen bazı ülkelerin adı anılıyor. Körfez ülkelerinde varlık fonu varmış; Rusya’da, Çin’de ve birçok ülkede varlık fonu varmış. Evet var ama bu ülkelerde varlık fonu kurulurken bu varlık fonunun kurulmasına temel teşkil eden iki kalem çok çok öne çıkmıştır. Birincisi petrol gelirleri, ikincisi ise ticaret fazlasıdır. Evet, ben de kendi meslek ve branş kimliğim üzerinden söyleyeyim: Ülkemiz enerji kaynaklarından bir kâr elde edebilen ülke pozisyonunda değildir. Kendi çıkarmış olduğu petrollerin sadece yüzde 11-12’si ülke ihtiyacını karşılıyorken geri kalan yüzde 88-89’luk bölümünü yurt dışından alınan petrollerle karşılayan bir ülke pozisyonundayız. Öyleyse enerji kaynaklarından bir artış sağlayarak Varlık Fonu’nu beslememiz mümkün mü? Değil.

İkincisi: Yıllardan beri ve söz konusu siyasi iktidar döneminde de artarak devam eden bir ticaret özelliğimizi ifade edelim. İç ve dış ticarette fazla veren bir ülke değiliz biz; dış ticarette açık veren bir ülkeyiz, sürekli ithalatı ihracattan fazla olan bir ülkeyiz. Buradan da bu fona aktarabileceğimiz herhangi bir kalem olmadığı için, şimdi birazdan sıralayacağım üzere, aslında, toplumsal vicdanı, emekçinin alın terini, onun çalışma yaşamındaki barışçıl ortamını güçlendirebilecek değil, zedeleyen bazı fonlardan aktarımlar yapılmaktadır buraya. Yani, başlı başına bu Varlık Fonu’nun kaynağı olarak ifade edilen kalemler ciddi bir problem teşkil etmektedir.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bakın, gelişmiş ülkeler, G20 içerisinde yer alan ülkeler özellikle varlık fonlarını oluştururken var olan bir zenginliği açığa çıkararak buradan özellikle kamusal yaşamı rahatlatacak bir iş yapıyorlar. Bizde ise belki de doksan yıllık cumhuriyet tarihi boyunca açığa çıkmış olan kamusal varlıkların buraya aktarılması üzerinden, aslında gelirde, vergide adaleti zedeleyen bir yaklaşım biçimi sergilenmektedir. Biz buradan kamusal yaşamı, iktisadi yaşamı rahatlatacak bir gelecek bizi bekliyor mu bunu bilmiyoruz ama bugüne kadar bu 79 milyon insanın ve bundan önce bu ülkede yaşamış olanların açığa çıkarmış oldukları alın terlerini, emeklerini, zenginliklerini buraya aktarıyoruz ve geleceği bilinmeyen bir fonla yolculuğa başlamış oluyoruz.

Devlet vatandaşın refah düzeyini yükseltmek olan görevini ıska geçiyor, vatandaşı alabildiğince sıkma anlayışıyla hareket ediyor. Son sekiz, dokuz ayda özellikle iktisadi yaşamı bu ülkede ilgilendiren düzenlemelere baktığımızda, bunların büyük bir çoğunluğu mutlu azınlığın mutluluğunu artırmaya hizmet eden, mutsuz olan çoğunluğun mutsuzluğunu ise artırmaya çalışan yasal düzenlemelerdir. Özellikle son sekiz, dokuz ayda Plan ve Bütçe Komisyonundan geçmiş, torba yasalarla şu Meclisin Genel Kuruluna gelmiş olan düzenlemelerin büyük çoğunluğu mutlu olan azınlığın mutluluğunu artırmaya hizmet etmektedir. Şimdi, buradan hareketle düşünün, bu ülkede vatandaşın hak arama bilinci nasıl gelişir? Vatandaşın demokratik yaşamda eylem, etkinlik ve mücadelesini artırabilecek koşulu nasıl yaratabiliriz? Özellikle, kamuya borçlandırarak, onu sürekli borçlu hâlde tutarak yurttaşlarımızı hak arama bilinci süreçlerinden uzaklaştırmaya çalışıyoruz. Şöyle ki: Düşünün, insanlar araba alıyor ama araba onların değil, bankanındır, borçtur. İnsanlar ev alıyor ama bankaya borçlu, evi de, arabası da rehinlidir. İnsanlar hastalanıyor, naçar durumda, özellikle, özel sağlık kurumlarındaki astronomik rakamlara karşılık bütün bankalar sağlık kredileri veriyor. Hastalığının tedavisini bile ipotek ettirerek, gelecekteki emeğini ipotek ettirerek tedavi oluyor. İnsanlar iyi şartlarda okul okumak istiyor, eğitim kredileri var. Üç yıl okul okuyacak, üç yıl okul okumak için belki de altı yıl borçlanması gerekecek. Okulu, sağlığı, evi, arabası, eğitim araç gereçleri, bilgisayarları borçla alınıyor. Bu cendere içerisine sokulmuş insanlardan bizim hak arama bilinci yüksek toplumsal bir profil açığa çıkarmamız mümkün değildir.

Şimdi, buradan hareketle, peki, az önce G20 ülkeleriyle kıyaslayarak bu Varlık Fonu’nun kaynağını ifade etmeye çalıştım, ülkemizde şu anda kurulmakta olan Varlık Fonu’nun kaynağı ne? Emekçinin alın teri parasıyla yıllardır birikmiş olan İşsizlik Fonu’ndan karşılanacak. Ah, bu İşsizlik Fonu’nun bir dili olsa da AKP iktidarı döneminde uğramış olduğu gadri anlatabilse. İşsizlik Fonu işsizlerin derdine derman olmak dışında her yerde kullanıldı. Nerede kullanıldı? GAP’ta kullanıldı. Nerede kullanıldı? Kısa çalışma ödeneği harcamalarında kullanıldı. Nerede kullanıldı? Ücret Garanti Fonu’nda kullanıldı. Nerede kullanıldı? Kurs giderlerinde kullanıldı. Evet, İşsizlik Fonu işsiz kalmış olanlar için de kullanıldı mı? Kullanıldı. Ama bunların tamamından daha az bir oranda kullanıldı. Şu ana kadar, 31 Temmuz 2016 tarihi itibarıyla birikmiş olan para ne kadar? 98,3 milyar lira. Bu paranın sadece 11 milyar lirası yani yüzde 12’si gibi bir oran bu İşsizlik Fonu’nun kuruluş amacına ve felsefesine uygun olarak harcanmıştır. İşsizlik dışında yani kuruluş ruhu ve felsefesi dışında her yer için kullanılmıştır, sermayeyi rahatlatan işler için kullanılmıştır. Doğum sonrası, yarı zamanlı, kadın emekçiler için yasa çıkarılıyor ama onun çalışmadığı sürelerle ilgili olarak primini İşsizlik Fonu’ndan işverene biz ödüyoruz, biz karşılıyoruz, işvereni hâlâ rahatlatmaya çalışıyoruz. Yine, İşsizlik Fonu’nda birikmiş olan paranın yüzde 93’ü hazine tahvillerinde bulunuyor. Sadece 6,2 milyarı yani yüzde 6,5’u banka hesaplarında tutuluyor. Tutulduğu yer problemli, harcama biçimleri problemli.

Bir de özellikle geçen yıl kasım ayı itibarıyla yani 2015 Kasımına kadar talep edilen nedir? 6 milyon 833 bin kişi İşsizlik Fonu’ndan şartlarını yerine getirerek istifade etmek istemiş. Ne kadarı faydalanmış? Sadece 4,5 milyonu. 2,3 milyon işsizimiz koşullarını yerine getirdiği hâlde faydalanamamış.

Bu Varlık Fonu’yla ilgili en önemli problem, bütün muhalefet partilerinin itirazlarına rağmen, göstermelik bir denetim getirildi. Nedir arkadaşlar? Düşünün, Varlık Fonu ve bir de şirketi olacak, şirketin yönetim kurulu başkanı, üyeleri, genel müdürü Başbakan tarafından atanacak. Muhalefetin ısrarları üzerine getirilen denetimi Sayıştay yapmayacak. Zaten Sayıştay bir muhasebeci görevi görüyordu, o bile denetlemeyecek. Kim yapacak? Onu denetleyeni de Başbakan atayacak. Böyle ucube bir şey olabilir mi? Benim şirketimi yine ben denetleyeceğim, göstermelik raporları getirip Meclise sunacağım, ondan sonra da bunun adına “denetim” diyeceğim! Bunun adına “denetim” denmez, bunun adı var olan yasa dışılığa bir kılıf bulma olabilir.

Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

Şahsı adına Bursa Milletvekili Sayın Lale Karabıyık konuşacak. (CHP sıralarından alkışlar)

LALE KARABIYIK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin ikinci bölümünde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Evet, üretime dayalı büyüyemiyoruz. Maalesef, bu klasik bir cümle oldu ama sonuç böyle. Üretime dayalı büyüyemediğimiz için de büyümemiz sağlıklı değil. Nasıl büyüyoruz? Tüketimle büyüyoruz. Nasıl büyüyoruz? Gayrimenkullerle büyüyoruz. Ve nasıl büyüyoruz? Kamu yatırımlarıyla büyüyoruz. Mega projeleri hedefliyoruz, büyük kamu yatırımları yapmak istiyoruz ama tasarruf açığımız var ama finansman eksiğimiz var ama dış açığımız var. Diğer ülkeler de bu tür projeleri gerçekleştirmek istediklerinde aynı bu şekilde varlık fonu kurmak istiyorlar ama bizim onlardan bazı farklarımız var. Oraya gelmeden önce şunu ifade edeyim: Evet, Türkiye de varlık fonu kurmayı istiyor ve hedef burada 200 milyar dolarlık bir birikim sağlamak. Amaç, istikrarlı bir büyüme sağlamak, yatırımlarla gelişmek. Amaç güzel.

Getirilen öneri maalesef diğer ülkelerdeki formatla aynı değil. Dünya örneklerine bakalım, dünya örnekleri nasıl sayın vekiller? Bakın, dünya örneklerinde fon kaynakları sağlam kaynaklardan sağlanıyor, genellikle yer altı kaynaklarından elde edecekleri sürekli gelirlerle finanse ediyorlar bu fonları. Ve bir de tabii ki bizdeki gibi fon açıkları yok, fon fazlaları var, ödemeler dengesi açık vermiyor, tam tersi fazla veriyor. Rakamlara bakalım. Şu anda araştırmalar gösteriyor ki 14 ülkede 16 fonda kaynakların 7 tanesi petrol gelirlerinden elde ediliyor, diğerleri ise elmas ve madenler ile kamusal kaynaklara bağlı olarak elde ediliyor ve fonlar bununla finanse ediliyor yani geleceği rehin ederek değil, varlıkları satarak değil. Peki, bizim bunlar için düşündüğümüz şey nedir? Biz geleceğimizi rehin etmeye çalışıyoruz, varlıkları satarak buraya fon yaratmaya çalışıyoruz çünkü biz de mega projeler düşünüyoruz ama bu sağlıklı bir yapı değil.

Bir taraftan da hazinenin yanında ikinci bir hazine gibi oluşturuyoruz, bütçenin yanında başka bir bütçe oluşturuyoruz. “Paralel” kelimesinden kurtulmaya çalıştıkça aslında paralel pozisyonlar alıyoruz. Ayrıca şunu da unutmayalım, tahvil çıkartacak bu fonlar ama bu tahvil ihracı denetim dışı hazine bonolarını gündeme getirmemeli çünkü tarihte bunun örnekleri var ve olumsuz sonuçlarını gördük sayın vekiller.

Diğer taraftan şu gerçeğimiz var: AKP döneminde borçların 3’e katlandığını biliyoruz ve bunu unutmayalım çünkü dış açığa dayalı bir büyüme gerçekleştiriliyor, bunun sonucu da doğal olarak dış borçlanma.

Bakın, Türkiye’nin 2016 ilk çeyrek itibarıyla toplam dış borcu 411,5 milyar dolar sayın vekiller. Peki, AKP iktidara geldiğinde -2003 verilerine bakalım- kaçtı? 124 milyar dolardı. Bunlar yine sizin verileriniz. Yani 3,3 katına çıkmış durumda. Her doğan çocuk -lütfen bu rakama dikkat edelim- 5.137 dolar borçla dünyaya geliyor. Bu da bizim gerçeklerimiz, maalesef öyle.

İşte, bu rakamlar varken çözüm üretmek ve yeni reformlar yapmak yerine çalakalem birtakım tasarılar, teklifler getiriyoruz. Bakın, önergenin Komisyona geldiği hâlinde o kadar komik yapılar vardı, o kadar komik cümleler vardı ki hâlen ben bunları çok yanlış ve sağlıksız buluyorum.

Ticaret siciline kayıtlı olacak bu şirket ama kurumlar vergisine tabi değil. Tahvil ihraç edecek, repo ve ters repo yapabilecek ama SPK’ya tabi değil. Çalışan istihdam edecek ama memur kanununa tabi değil. İhale yapacak, ihale kanununa tabi değil. 8’inci maddede var zaten, 8 tane kanun ve kanun hükmünde kararnameye tabi değil.

Şimdi, sayın vekiller, çalakalem bir şekilde getirilen tasarı ve teklif asla sağlıklı bir finansman kaynağı ve oluşturulacak olan bir fon yapısına dönüşemez. Bu, Türkiye’nin geleceğini, gelecekteki gelirlerini rehin etme mantığıdır ve bu mantıkla asla doğru bir fon kurulması mümkün değildir. Türkiye’nin geleceğini rehin etmemek gerekiyor.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karabıyık.

Şahsı adına başka konuşmacı yok.

Soru-cevap yok.

Böylelikle ikinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

6’ncı maddede iki adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı "Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/1319)" 6’ncı maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif deriz.

Saygılarımızla.

   Utku Çakırözer                                   Kadim Durmaz                                    Bülent Kuşoğlu

        Eskişehir                                              Tokat                                                Ankara

       Musa Çam                                         İlhan Kesici                                     Zekeriya Temizel

          İzmir                                               İstanbul                                                İzmir

 

MADDE 6- (1) Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonlar bağımsız denetime tabidir. Şirket, Sermaye Piyasası Kanunu kapsamında kurumsal yönetim düzenlemelerine uyar.

(2) Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonların bağımsız denetimden geçmiş yıllık mali tabloları ile faaliyetleri, Başbakan tarafından görevlendirilecek sermaye piyasaları, finans, ekonomi, maliye, bankacılık, kalkınma alanlarında uzman en az üç merkezî denetim elemanı tarafından bağımsız denetim standartları çerçevesinde denetlenir. Denetim sonucunda hazırlanacak rapor her yıl Haziran ayı sonuna kadar Bakanlar Kuruluna sunulur.

(3) Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonların bir önceki yıla ait faaliyetleri ve işlemleri, mali tabloları her yıl Ekim ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından birinci ve ikinci fıkralar kapsamında hazırlanan ve Başbakanlık tarafından gönderilen denetim raporları da dikkate alınarak denetlenir. Bu denetim sırasında komisyon, kamu kurum ve kuruluşlarında görevli merkezî denetim elemanı ve uzmanlardan yararlanabilir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 6’ncı maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

        Çağlar Demirel                                     Selma Irmak                                Behçet Yıldırım

           Diyarbakır                                            Hakkâri                                        Adıyaman

         Ayhan Bilgen                                   Osman Baydemir                            Dirayet Taşdemir

                Kars                                               Şanlıurfa                                           Ağrı

       Saadet Becerekli                            Mahmut Celadet Gaydalı                                                              Batman                                                Bitlis                                                 

BAŞKAN – Okunan son önergeye Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İBRAHİM AYDIN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Adıyaman Milletvekili Sayın Behçet Yıldırım konuşacak.

Buyurun Sayın Yıldırım. (HDP sıralarından alkışlar)

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Teşekkürler Başkan.

Sayın Başkan, Sayın Divan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Geçen hafta Meclis Başkanımız İsmail Kahraman Adıyaman’a iki günlük bir ziyarete gelmişti, pazartesi günü beraber Adıyaman’dan döndük. Adıyaman’da çok güzel şekilde ağırlandı, Adıyaman’ı beğendiğini, iyi izlenimlerle döndüğünü ifade etti. Kendisini uğurlayanlar arasında hem geçen dönemki AKP Belediye Başkanı, şimdiki yine AKP Belediye Başkanı vardı, devlet protokolü vardı, kimse Adıyaman’ın susuzluktan kavrulduğunu söylememişti. Ben de bu Meclis kürsüsünden bunu dile getirmek zorundayım çünkü halkımız gerçekten bu konuda çok muzdarip, her gün onlarca telefon alıyoruz. Adıyaman resmen susuzluktan kavruluyor.

Adıyaman’ın dört tarafı sularla çevrili. Geçenlerde sulu tarımdan bahsetmiştik ama şimdi bırakın sulu tarımı, içecek su bile bulunmuyor, susuz topraktan, susuz tarımdan bahsediliyor. Bugün ne yazık ki Adıyaman’da susuz insandan bahsedeceğim. Bir aydan fazla bir süredir Adıyaman’da sürekli ve çok uzun saatleri bulan su kesintileri oluyor, halk içecek su bulamayacak duruma geldi.

Buradan yetkilileri uyarıyorum, Adıyaman’ın fahri hemşehrisi olduğunu söyleyen Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel Eroğlu’na özellikle sesleniyorum: Bak, hemşehrilerin 45 derece sıcaklıkta susuzluktan kavruluyor. Düne kadar, geçen hafta ve geçen ay, her zaman demokrasi nöbeti tutan Adıyamanlılar bugün maalesef su nöbeti tutuyorlar. Su toplamak için… Camilerden su topluyorlar, yetmiyormuş gibi, şehre dönüşümlü su vermeyi bile beceremeyen bir belediye anlayışımız var.

Yine buradan bir hekim olarak uyarıyorum: Su kesintileri kısa sürede çözülemezse Adıyaman’da çok ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşacağız. İnsanlar “Evimiz, çevremiz kokuyor, çocuklarımız hastalanıyor.” diyorlar. Bizde de doğru dürüst basın olmadığı için, maalesef bu kürsüde yasa yerine Adıyaman’ın sorunlarını dile getirmek zorunda kaldım. Basında yeterince kendimizi ifade edemiyoruz ve bizi görmezlikten gelen bir basın var.

15 Temmuz gecesi basın, medya darbelere karşı olumlu bir sınav verdi; meşruiyetini halktan almayan baskı zor mekanizmalarına karşı demokrasiye sahip çıktı. Darbelere karşı çıkmak büyük bir erdemdir. Takdir edilmesi gereken bir davranış. Yalnız, bu ülkede demokrasi sadece 15 Temmuz gecesinde ve sadece darbe karşıtlığıyla kaldı. Bakın bir ülkenin, bu Meclisin üçüncü büyük partisi , bir muhalefet partisi açıkça yayın yasağına uğradı. Yetmedi, basın, medya şu an çok ciddi anlamda otosansür uyguluyor. Yetmedi, muhalif gazeteler, muhalif yayınlar kapatılıyor, gazeteciler gözaltına alınıyor, Özgür Gündem gazetesi kapatılıyor, basılıyor, gazeteciler, çalışanlar gözaltına alınıyor. Gazetecilere yönelik baskılar, medyada sansür/otosansür iyice yerleşmiş ve içselleştirilmiş durumdadır. Basın özgürlüğü, iktidar sahiplerinin beğenmediklerini de yayınlama özgürlüğüdür.

Gerçeklerin ortaya çıkmasında basın, medyanın önemli önemli bir işlevi var. Gerçeğe sırtını dönen bir basın aynı zamanda özgür bir topluma özünde de demokrasiye sırtını dönen basındır. Bu baskıcı uygulamalara boyun eğen, seyirci kalan, göz yuman veya destekleyen ana akım medya bu baskıcı mekanizmaların günü geldiğinde kendilerini de vuracağını iyi bilmelidir. Varlığınız, merkezî kararlarla, sansür uygulamayla değil, darbelere olduğu gibi her türlü baskı mekanizmalarına karşı çıkmanıza bir borçtur bu. Özgür Gündem gazetesini kapatmakla gerçeklerin üstünü kapatamazsınız. Biz yine özgürlüğe haber ve biz yine özgürlüğe umut olacağız.

Dün sabahlara kadar çalıştık, olumlu bir hava vardı, bunun devamını diliyorum. Gerek kayyum meselesinde olsun gerek Şırnak ve Hakkâri konusunda olumlu gelişmeler vardı. Eksikti ama inşallah bunun devamı gelir. Eğer biz Mecliste bunları olumlu bir havada geçirirsek Meclisin çözemeyeceği Türkiye’nin hiçbir sorunu yoktur. Yalnız bu dünkü yasa tasarısında özellikle sağlığı ilgilendiren, diğer komisyonu ilgilendiren onlarca madde varken bunlar hiçbir komisyondan geçirilmeden gelmişti. Bu uygulama kanunun yapımından başlayarak katılımı es geçmekle ve yasanın yeterince tartışılmasını engellediği için antidemokratiktir. Yani lafın özü: Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider. Yine bu ayın 26’sında üçüncü Boğaz köprüsü açılacak. Keşke ismi de değiştirilip açılsa çok daha iyi olur. Sayın Bakan bizleri de davet etmiş. Büyük projedir ama ismi halkı memnun etmemektedir. İnşallah ismi de değiştirilir.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı "Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/1319) 6'ncı maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Bülent Kuşoğlu (Ankara) ve arkadaşları

MADDE 6- (1) Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonlar bağımsız denetime tabidir. Şirket, Sermaye Piyasası Kanunu kapsamında kurumsal yönetim düzenlemelerine uyar.

(2) Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonların bağımsız denetimden geçmiş yıllık mali tabloları ile faaliyetleri, Başbakan tarafından görevlendirilecek sermaye piyasaları, finans, ekonomi, maliye, bankacılık, kalkınma alanlarında uzman en az üç merkezî denetim elemanı tarafından bağımsız denetim standartları çerçevesinde denetlenir. Denetim sonucunda hazırlanacak rapor her yıl Haziran ayı sonuna kadar Bakanlar Kuruluna sunulur.

(3) Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonların bir önceki yıla ait faaliyetleri ve işlemleri, mali tabloları her yıl ekim ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından birinci ve ikinci fıkralar kapsamında hazırlanan ve Başbakanlık tarafından gönderilen denetim raporları da dikkate alınarak denetlenir. Bu denetim sırasında komisyon, kamu kurum ve kuruluşlarında görevli merkezî denetim elemanı ve uzmanlardan yararlanabilir.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İBRAHİM AYDIN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Ankara Milletvekili Sayın Bülent Kuşoğlu konuşacak. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Kuşoğlu.

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlarım, bugün Meclisin tatile girmeden önceki son günü. Hepimiz yorgunuz, biliyorum. Dün sabaha kadar da çalıştık. Bu hafta hep böyle yoğun geçti. Ama bu Türkiye Varlık Fonu da çok önemli. Aşağı yukarı sadece İşsizlik Fonu 98 milyar lira, diğer kaynakları da hesaplarsak, onların da fona dâhil olabileceğini düşünürsek çok büyük meblağlar burada söz konusu. Dolayısıyla, hepimizin üzerinde bir vebal var, bu kanunu doğru dürüst çıkarmak zorundayız, daha dikkatli olmak zorundayız. Onun için biraz daha sabrınıza sığınıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu denetim maddesi şu şekilde gelmişti, 6’ncı madde: “Şirket ve Türkiye Varlık Fonu’nun finansal tabloları Sayıştay Kanunu’na tabi değildir, sadece bağımsız denetime tabidir.” İlk geliş şekli böyleydi. Daha sonra bunun üzerinde çalıştık, şimdiki hâline getirdik ama o da yeterli değil. Biraz önce okunduğu şekilde düzenlenmesi, değiştirilmesi lazım ama mevcut hâlinden de çok çok ileri bir duruma getirdik.

Değerli arkadaşlarım -ben aynı zamanda başdenetçiyim- bağımsız denetim özel sektör için, şirket ortakları için yapılır. Şirket ortaklarının ya da dışarıdan pay sahibi olanların haklarını korumak için belli dönemler hâlinde bir rapor düzenlenir, hepsinin dikkatine sunulur. Bunu da Sermaye Piyasası (SPK) organize eder. Yani şirketin faaliyetleriyle ilgili, gerçek bir kamu şirketinin durumuyla ilgili bilgi amaçlı bir denetim değildir. Şirket ortaklarının, pay sahiplerinin haklarını korumak için “Ne kadar kâr payı dağıtıldı, doğru mu dağıtıldı, hakka hukuka uygun işlemler yapılıyor mu, mevzuata uygun mudur her şey?” buna bakılır bağımsız denetimde. Halbuki burada çok büyük, devasa bir kamu kuruluşu söz konusu olacak, öyle öngörülüyor, o zaman denetimin olması lazım.

Şimdi, bir şirketiniz olsa bunun denetlenmemesini ister misiniz? Burada, büyük bir kurumsal şirketiniz olacak, milyarları yönetecek ve hiç kimse bunun denetlenmesini istemez. Ama, bize gelen şekliyle “denetlenmesin” isteniyordu maalesef. Bunu anlamak mümkün değil. Bir kamu şirketi olacak, kamu fonları olacak, milyarlar söz konusu olacak, siz bunun denetlenmesini istemeyeceksiniz; olmaz böyle bir şey.

Bir dostum -yeminli mali müşavirliğim de var benim- belirli bir yaşa gelince çocuklarına bırakmak istedi şirketi. Dedim ki: “Denetle.” “Ya, yaparım.” falan filan dedi ama denetlemedi. Çocukları aldılar, gayet de başarılı görünüyorlardı -Ankara dışında bu bahsettiğim yer- dört beş sene sonra anlaşıldı ki çocuklar birçok şeyi ipotek etmişler ve şirketi bitirdiler, bir süre sonra iflas etmek zorunda kaldı. Babaları hiçbirisini denetlemedi. Ne yapıldığını kayıtlarda hiç gözden geçirmedi, denetim yaptırmadı ya da yapılması gereken denetim raporlarına bile bakmadı. Bitti o şirket. Şu anda iflas etmiş vaziyetteler. Denetim çok önemli bir hadise, hiç ihmal edilmemesi gereken bir hadise. Bizim de bunu çok önemsememiz lazım böyle büyük bir şirkette. Yani, “Mesele yatırımsa gerisi teferruattır.” gibi bir anlayışta olmamamız lazım.

Bir konuyu daha söyleyeyim: Şimdi, mevcut şekliyle 6’ncı maddenin (1)’inci fıkrasının son cümlesine bakarsanız şöyle diyor: “Şirket, Sermaye Piyasası Kanunu kapsamında kurumsal yönetim düzenlemelerine uyar.” Hâlbuki, bakın, “SPK düzenlemelerine uyar.” diyor burada -Sayın Bakanım, siz de dikkat edin- ama 8’inci maddenin (5)’inci fıkrasında da “6362 sayılı Kanun -yani SPK Kanunu- uyarınca yürürlüğe konan ikincil mevzuata da uymaz." diyor. Bir taraftan “Uyar.” diyoruz bir yerde bir tarafta da “Uymaz.” diyoruz. Bu, sıkıntı doğuracak uygulamada. Bunlar, tabii, alelacele geldiği için Komisyonda da gözden kaçtı, düzeltilmesi lazım; denetimin de gerçek anlamda yapılır hâle gelmesi lazım.

Biraz sonra bir maddeyle ilgili olarak tekrar huzurunuza geleceğim.

Saygılar sunuyorum efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

7’nci maddede bir adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 7’nci maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

           Çağlar Demirel                                  Osman Baydemir                             Selma Irmak

              Diyarbakır                                           Şanlıurfa                                      Hakkâri

          Behçet Yıldırım                           Filiz Kerestecioğlu Demir                   Dirayet Taşdemir

              Adıyaman                                            İstanbul                                         Ağrı

          Saadet Becerekli                                  Mahmut Toğrul

                Batman                                             Gaziantep

BAŞKAN – Okunan önergeye Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İBRAHİM AYDIN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde İstanbul Milletvekili Sayın Filiz Kerestecioğlu Demir konuşacak.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yazar Aslı Erdoğan’ın az önce tutuklanmasını şiddetle kınadığımı ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Yasalarınızla ilgili konuşmayacağım. Yasalarınız diyorum çünkü bu tarihî dönemde getirdiğiniz emek, doğa, insan hak ve özgürlükleri karşıtı yasalarla sizler tarihe geçeceksiniz, biz geçmeyeceğiz. Bunlar yasa yapma usulüne, siyasi ahlakına aykırı olduğu gibi, içerikleri de şu anda yaşadığımız gerçeklerle hiç alakalı değil, dolayısıyla Meclisin çalışması da öyle.

Darbe girişimi oldu ve Darbe Araştırma Komisyonu kuruldu, toplanıyor ve bugüne kadar nasıl geldik, bundan sonra neler yapmalıyız, onu mu görüşüyor? Hayır. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bunca insan hakları ihlali varken üçte 1 üyesinin talebine rağmen toplanıyor mu? Hayır. Uzlaşarak topu topu 2 komisyon kurulmuştu, 2’ncisi de Çocuk İstismarını Araştırma ve Önleme Komisyonuydu. Bu Komisyon çalışıyor mu? Evet, çok çalıştık, 2 tane örnek pırıl pırıl yeri ziyaret ettik, onlarca uzman dinledik, ondan sonra da ısrarlarla Karaman’a gittik. Nizip dedik, İslâhiye dedik, kampları ziyaret edelim dedik, giremedik o kamplara, kendi kendimize raporlar tuttuk ve bunlar kabul görmedi.

O zaman şimdi dinleyin arkadaşlar, Suriye’de iç savaştan kaçarak Antep’in İslâhiye ilçesine yerleşen ve tarım işçisi olarak çalışan ailenin dokuz aylık kız çocuğuna bugün tecavüz edildi ve annesi tarafından hastaneye götürülen bebeğe tecavüz edildiği tanısı konuldu. Çocukları dâhi koruyamıyoruz. Bu Mecliste yapılan pek çok şey sadece bir üst aklın yönlendirmesiyle, yürütmesiyle yapılıyor, geriye kalan her şeyi “mış” gibi yapıyoruz; yaptığımız gerçek bir şey, bir araştırma, önleme, engelleme yok. 15 yaşını doldurmamış her çocuğa karşı gerçekleştirilen cinsel davranışlar cinsel istismar sayılacağına dair hüküm kaş göz arasında iptal ediliyor ve çocukları korumak adına buna tepki gösteren İsveç Dışişleri Bakanına tepki olarak Atatürk Havalimanı’na “Tecavüz ülkesi İsveç” yazıları asılıyor. Bir uluslararası havaalanında böyle bir şey nasıl olabilir?

Savaş, darbe, OHAL, baskı şiddet döngüsü yaratır. Neredeyse hareket eden her şeye; çocuğa, hayvanlara dâhi tecavüz eden bir eril şiddet dolaşıyor etrafımızda. Biçimleri de giderek daha da vahşileşiyor. Geçen hafta trans bir kadını, Hande Kader’i yakıyor; bir ay önce Eskişehir’de Kader Kaya’yı, gencecik bir kadını boğarak öldürüyor ve daha niceleri. Yetmiyor, doğayı öldürüyor; yetmiyor, ağaçları öldürüyor; yetmiyor, iş cinayetlerinde işçileri öldürüyor.

Nereden ne zaman geleceği belli olmayan patlamalarla yaşadığımız bir yılı geride bıraktık ve Türkiye tarihi böylesi bir şiddet ortamını daha önce görmedi arkadaşlar. Şiddet şiddeti doğuruyor ve biz bu sarmalın içerisinde sanki bir şey olmamış gibi burada varlık fonu yasaları konuşarak, sermayeye nasıl daha fazla sermaye katarız diye düşünerek, nasıl devleti bir şirket gibi yönetiriz diye düşünerek yasalar yapmaya devam ediyoruz. Bu savaşı ve her alana yayılan bu şiddet sarmalını durdurmalıyız, bundan başka hiçbir alternatifimiz, hiçbir çaremiz yok.

Hepinize saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

8’inci maddede iki adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı "Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/1319)" 8‘'inci maddesinin (5) fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla

   Utku Çakırözer                                   Kadim Durmaz                                    Bülent Kuşoğlu

        Eskişehir                                              Tokat                                                Ankara

  Zekeriya Temizel                                    İlhan Kesici                                         Musa Çam

          İzmir                                               İstanbul                                                İzmir

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 8’inci maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

   Çağlar Demirel                                  Osman Baydemir                                    Selma Irmak

       Diyarbakır                                           Şanlıurfa                                             Hakkâri                     

  Dirayet Taşdemir                                 Saadet Becerekli                                  Behçet Yıldırım

           Ağrı                                                Batman                                             Adıyaman

  Abdullah Zeydan                                  Mahmut Toğrul

         Hakkâri                                            Gaziantep

BAŞKAN – Okunan son önergeye Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İBRAHİM AYDIN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Hakkâri Milletvekili Sayın Abdullah Zeydan konuşacak.

Buyurun Sayın Zeydan. (HDP sıralarından alkışlar)

ABDULLAH ZEYDAN (Hakkâri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Dün, Hakkâri ve Şırnak illerinin merkezlerinin taşınmasıyla ilgili madde burada 4 partinin ortak önergesiyle geri çekildi. Bu davranıştan dolayı 4 siyasi partimize teşekkür ediyoruz.

Hakkâri’nin maddi kazanımları bir tarafa, en önemlisi, çok uzun yıllardır yakın coğrafyasına yönetim merkezliği yapmış, köklü tarihini, kültürünü korumak ve yaşatmak, bu anlamda da maneviyatını hep beraber sahiplenmemiz önemliydi.

Saygıdeğer milletvekilleri, uzun yıllardır hem Sayın Cumhurbaşkanı hem Sayın Başbakan defalarca Yüksekova’nın il yapılması gerektiğini dile getirmişlerdir. Dün Yüksekova’ya giden Sayın Özhaseki, Twitter hesabından “Bugün incelemelerde bulunmak üzere çiçeği burnunda ilimiz Yüksekova’dayız.” diye yazı yazmıştır ve bu da halkımızda il olma konusunda bir beklenti yaratmıştır.

Tasarı görüşülmeden önce, önceki maddelerinde Hakkâri ve Şırnak’ın il kalması, bununla beraber Yüksekova ve Cizre’nin de il yapılması konusunda defalarca görüşlerimizi dile getirdik. Aynı şekilde Derecik beldesinin de ilçe yapılması konusunda isteğimizi ve görüşlerimizi dile getirdik. Nasıl ki dört partinin Hakkâri ve Şırnak illerinin statülerinin korunması adına ortaya koydukları ortak tavırdan umutlanan, beklenti içerisine giren Yüksekova ve Cizre halkı ve Derecik beldesinde yaşayan insanlarımız için de bu ortak tavrın ortaya çıkacağını umut ediyoruz.

Bu ortak tavrın devamının toplumumuzun acil sorunlarının çözümü doğrultusunda sürdürülmesi bütün ülkenin menfaatine olacaktır. Halkımızın hepimizden beklentisi 1921 Anayasası ruhuyla herkesi kapsayan, eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu, demokratik bir anayasayla tarihe ve halkımıza karşı sorumluluğumuzu yerine getirmektir. Temennimiz bunun gerçekleşmesidir.

Bu duygularla yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı "Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/1319)" 8‘inci maddesinin (5) fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Bülent Kuşoğlu (Ankara) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İBRAHİM AYDIN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Ankara Milletvekili Sayın Bülent Kuşoğlu konuşacak.

Buyurun Sayın Kuşoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) – Bülent Bey şimdi iki dakikada bitirir.

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Sayın Başkanım, bu son.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Başkanın söylediği gibi yani onun söyleminden anladığım kadarıyla herkesin sabrı son noktaya geldi ama hakikaten demin de söylediğim gibi, bunlar çok önemli. Sonuçta üzerimizde bir vebal var, bu görevi, bu sorumluluğu yerine getirmek zorundayız hep beraber. Onun için, bu muafiyet ve istisnalar maddesinde de söz aldım. Aşağı yukarı 3 sayfaya yakın muafiyet ve istisna sayılmış 6 bölüm hâlinde değerli arkadaşlarım.

Şimdi, bir şirketin muafiyet ve istisnası çok diye o şirketin başarılı olması mümkün müdür? Hangi şirket çok fazla muafiyet ve istisnası var diye başarılı yatırımlar yapar? Yani, biraz önce denetim maddesinde söylediğim gibi, “Mesele yatırım yapmaksa gerisi teferruat.” böyle bir şey düşünülemez. Yani, devletle ilgili bir şey yapıyorsanız, işin içinde devlet varsa muhakkak ki kurallara, kanuna uymak zorundasınız, onları en iyi şekilde yerine getirmek zorundasınız. Özellikle devletin bu konularda örnek olması lazım. Bu fon, sonuçta sermaye piyasasında hizmet verecek, çalışacak; diğer fonlar var, onlarla beraber rekabet edecek. Dolayısıyla, bu kadar fazla muafiyet ve istisnasının olması, bu şirketin ya da bu fonların başarılı olacağı anlamına gelmiyor. Bir yığın sıkıntı çıkaracaktır, bundan eminim.

Şimdi, asıl, bunanla beraber, bu fonu ve bu şirketi getirirken bana göre, yapılması gereken başka şeyler vardı. Çok iyi bir çalışma yapılması gerekiyordu, altyapı çalışması yapılması gerekiyordu, eksikliklerin saptanması gerekiyordu, ondan sonra gelmesi gerekiyordu. Fonu kuruyorsunuz, bir fon şirketi kuruyorsunuz, fonları oluşturuyorsunuz; peki, uluslararası piyasalarda “Bunu özellikle istikrar için getiriyoruz, küresel istikrarsızlıklara karşı getiriyoruz.” diyorsunuz. O zaman getirin, dünyada örnekleri olduğu gibi; Çinlilerin, Almanların, Korelilerin olduğu gibi. Onların fonları var, bir de büyük şirketleri var belli sektörlerde, belli sektörleri belirleyen o sektörlerde belirleyici olan hem fiyat konusunda hem de eğilimler konusunda, teknoloji konusunda belirleyici olan şirketleri var. Şirketler de kuralım. Var mısınız? Yok. Bu yok, sadece bir fon getiriyorsunuz, fonun kaynaklarını net olarak ortaya koyamıyorsunuz “Küresel piyasalarda rekabet edeceğiz." diyorsunuz. Sayın Bakanım, olmaz böyle. O şirketleri de kurmak zorundasınız. Bununla beraber, bu fonlarla beraber onlar da mücadele edecek ki kriz dönemlerinde özellikle istikrarsızlıklar söz konusu olmasın, maksat buysa.

Bakın, altyapısını hiçbir şekilde çalışmadan getirmişsiniz. Türkiye'de yabancıların şu anda gözdesi banka sektörü. Bakın, ben rakamları çıkardım, hisselerle ilgili yabancıların yaptığı hisse senedi tercihleriyle ilgili olarak son durum şöyle: 5 milyar 977 milyon liralık yabancıların nominal değerli alımları var. Bunların piyasa değeri 42 milyar lira, bu 5,9 milyarın piyasa değeri 42 milyar lira ve bunlar ağırlıklı olarak şöyle: Sanayi, hizmet ve mali sektörlere vurursam nominal değer olarak 1 milyar 227 milyon lirası sanayide, bunun piyasa değeri 12 milyar lira. Hizmetler sektöründe 844 milyon liralık bir yatırım yapmışlar, piyasa değeri 9 milyar 227 milyon lira. Mali sektörde ise 3 milyar 798’lik bir yatırım yapmışlar, 21 milyarlık bir piyasa değeri var. Yani toplam 42 milyar liralık piyasa değeri olan yatırımların yarısı mali sektörle ilgili, bankacılıkla ilgili bunların. Şimdi, biz bir tane daha bunlara rakip olacak bir alana giriyoruz ve bununla ilgili altyapı çalışmasını yapmadan buraya getiriyoruz. O kurulması gereken fonlarla beraber şirketler de var, büyük devlet destekli özel sektör şirketleri var uluslararası alanda rekabet eden, ülkelerinin menfaatlerini koruyan; onları da ihmal ediyoruz, ondan sonra diyoruz ki: Biz bu fonla Türkiye’yi kurtaracağız.

Şurada, geldiğinde fonun amaçlarına bakın; büyüme oranına ilave artışın sağlanması, yapılacak yatırımlarla istihdam sağlanması falan filan yani Türkiye’yi neredeyse kurtaracak. Yok böyle bir şey, yok böyle bir çalışma. Böyle bir çalışma ile böyle bir fonun gelmemesi gerekirdi.

Bu vesileyle tekrar hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kuşoğlu.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

9’uncu maddede bir adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 9’uncu maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

             Çağlar Demirel                                 Selma Irmak                                Behçet Yıldırım

                Diyarbakır                                       Hakkâri                                        Adıyaman

             Mahmut Toğrul                             Osman Baydemir                            Dirayet Taşdemir

                 Gaziantep                                       Şanlıurfa                                           Ağrı

            Saadet Becerekli                               Lezgin Botan

                  Batman                                            Van

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İBRAHİM AYDIN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Van Milletvekili Sayın Lezgin Botan konuşacak.

Buyurun Sayın Botan. (HDP sıralarından alkışlar)

LEZGİN BOTAN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, Aslı Erdoğan’ın -Özgür Gündem gazetesi yayın yönetmeni- fikirlerinden ve düşüncelerinden dolayı tutuklanmış olması 21’inci yüzyılda, 2016’da Türkiye'nin ve hepimizin, bu Meclisin ortak ayıbıdır. İnsanların düşüncelerinden, fikirlerinden ve yazdıkları yazılardan dolayı tutuklanıyor olması büyük bir ayıptır, burada bir kez daha kınıyorum ve Aslı Erdoğan’ın derhâl serbest bırakılmasını burada salık veriyoruz.

Sayın Başkan, bu torba yasa anlayışıyla yasama organı kamuoyunda ciddi bir şekilde itibarsızlaştırılıyor. Yasa koyucu, konjonktüre göre yasa yapmaz. Yasama organı temel toplumsal ihtiyaçları gözeterek, kamu yararına, uzun erimli yasalar yapar ancak iktidar partisi günübirlik politikalara bağlı olarak, parmak demokrasisine dayalı torba yasalar ile kamu karşıtı yasaları Meclisten geçirmeye çalışıyor. Bunun en iyi örneği, AKP iktidarı döneminde yapılan kimi yasalardır, KİK Yasası onlarca defa değiştirilmiştir, Millî Eğitim Kanunu AKP iktidarı döneminde defalarca değiştirilmiştir. Benzeri, sağlık alanında keza, defalarca ama defalarca aynı partinin -on beş yıllık iktidarın- neredeyse on beş yıla yaklaşan iktidarı döneminde defalarca değiştirilmiştir. Allah aşkına, burada sormak lazım, bu nasıl bir zihniyet? Siz on beş yıllık kesintisiz bir iktidarsınız ve millî eğitimde, sağlık politikalarında, ekonomide ve KİK yasalarında onlarca defa, her gelen bakana, her gelen müsteşara, her gelen bürokrata göre yasalar çıkarıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, yasaları ortak akıl, ortak irade, genel, geniş bir toplumsal mutabakatla yapmadığınız sürece bu durum aynen devam edecek ve öyle ki bu yasalar eni sonu dönüp dolaşacak, yine, aynen iktidarın bizzat kendi eline, ayağına dolanacaktır. Düşünün, devletin iştirakçi olduğu bir fon kuruluyor, Varlık Fonu kuruluyor ve devletin iştirakçi olduğu bu fon aslında yasalara göre bizzat kendisinin denetleme mekanizmasının Mecliste olması gerekirken Meclis bu süreçten dışlanıyor. Kamu kaynaklarını satacaksınız, bir Varlık Fonu’nun içine koyacaksınız ama kamu adına denetleme yetkisine sahip olan Meclisi etkisizleştirecek, Meclisi baypas edeceksiniz, Meclisin bu konuda denetleme mekanizmalarını işletmede ve denetlemede söz hakkını elinden alacaksınız. Halk adına denetleme yetkisine sahip olan Meclisin kamu varlıklarının içine konulduğu -kamu yararı eğer gözetiliyorsa- bu kamu yararı gözetilen fonları mutlaka ciddi bir şekilde kamu adına, halk adına denetlemesi gerekiyor. Hem yasayı Meclisten geçireceksiniz hem de Meclise diyeceksiniz ki: “Siz denetleme yetkisinde de söz sahibi olmayacaksınız.” Oysa ki mevcut olan yasalardan da, vicdani, ahlaki açıdan da Meclisin kamu adına kamu kaynaklarının içine konulduğu bir fonu mutlaka denetlemesi gerekiyor. En önemlisi, günümüz dünyasında şeffaflık, katılımcılık, çoğulculuk, adil paylaşım ve mutlaka demokratik denetim mekanizmasının bu nesnel evrensel ilkeler çerçevesinde devleti demokratik temelde yeniden inşa etmek ve bu anlayışla salt sermayenin çıkarlarını değil, aynı zamanda işçinin, yoksulun, gençlerin, kadınların da çıkarlarını, bilfiil tüm kamunun çıkarlarını gözeten bir yerde bu denetleme mekanizmalarının geliştirilmesi gerekiyor. Rahmetli Özal döneminde de benzer bir fon kurulmuştu “Konut Edindirme Fonu.” adında. Biliyorsunuz, birçok fon kuruldu. İLKSAN, yine, ilkokul öğretmenlerinin güya konut sahibi olması için kurulmuştu. Bütün bu fonların nasıl fiyaskoyla sonuçlandığını biliyoruz. Özel iletişim vergisinin nasıl amacının dışında kullanıldığını biliyoruz. Dolayısıyla, bütün bu fonların kullanılması, dış sermayenin Türkiye’ye gelebilmesi için mutlaka barışın, demokrasinin tesis edilmesi lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LEZGİN BOTAN (Devamla) - Çünkü savaş ve çatışmanın olduğu bir yerde, insan ve ekonomik kaynakların heba olduğu bir yerde maalesef yatırımın gelmesi veya gerçekten kamunun çıkarına bir işin yapılacağını düşünmek akıl dışı.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Botan, teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

9’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

10’uncu maddede bir adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 10’uncu maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

         Çağlar Demirel                     Osman Baydemir                      Selma Irmak

            Diyarbakır                            Şanlıurfa                              Hakkâri

       Dirayet Taşdemir                    Behçet Yıldırım                    Saadet Becerekli

                Ağrı                                Adıyaman                              Batman

         Mahmut Toğrul                                                                Kadri Yıldırım

            Gaziantep                                                                          Siirt

BAŞKAN – Okunan önergeye Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İBRAHİM AYDIN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Siirt Milletvekili Sayın Kadri Yıldırım konuşacak.

Buyurun Sayın Yıldırım. (HDP sıralarından alkışlar)

KADRİ YILDIRIM (Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Muhtelif konu ve tasarılar Meclise getirilirken bu konu ve tasarılar geniş halk kesimlerini ilgilendirirken pek dikkate alınmayan bir önemli prensibe dikkat çekmek istiyorum ki o da istişaredir. İstişare, doğruyu bulmak için ilgili kişi ve kesimlerin görüşlerine başvurarak yapılan görüş alışverişidir ve kararları da bu görüş alışverişinin sonucuna göre vermek veya vermemektir.

İstişare, kolektif bir akıl olgusu olduğu için diktatörlüğe giden yolu kapatmanın da en etkili ve önemli yoludur. Saidi Nursi’nin dikkat çektiği gibi tesâdümü efkârdan hakikat doğar yani farklı fikirleri, görüşleri çatıştırmaktan gerçekler ortaya çıkar.

Dinimiz İslam da istişareye büyük önem veren bir dindir. Örneğin Kur'an-ı Kerim’in bir ayetinde, Allah, Hazreti Peygambere hitaben şöyle emrediyor: “...”(x) yani “Bir şey yapmak isterken, bir şeye karar verirken insanlarla istişare et.” Bu emre harfiyen uyan Hazreti Peygamber hiçbir şeye tek başına karar vermemiş, her kararı ortak akıl olan istişareye göre almıştır, hiçbir zaman “Her şeyi ben bilirim.” dememiş, kendi görüşü olmasa bile, katılmasa bile istişare neticesinde ortaya çıkan karara her zaman uymuştur. Hazreti Peygamber bir hadisinde şöyle buyuruyor: “…”(X) Yani, “İstişare edenler zarar etmezler.” Hazreti Ali Efendimiz de şöyle diyor: “İstişareyi terk edenler doğru yolu bulamazlar.”

Mecliste bunun somut örneklerine rastlamamız az da olsa mümkündür. Örneğin, istişare edilmeden getirilen kayyum tasarısı ile Hakkâri ve Şırnak illerinin ilçe yapılmak istendiği tasarıların doğru olmadığı istişare neticesinde ortaya çıktı ve bu tasarıların şimdilik geri çekilmesinin de yine istişareyle doğru olduğu ortaya çıktı. Gönül ister ki, bundan sonraki tasarılar ve konular da 4 partimizin istişaresiyle ve kolektif aklıyla kabul edilsin veya reddedilsin; halkın ilgili kesimlerinin görüşlerine başvurularak kabul edilsin bunlar veya kabul edilmesin. O zaman, Hazreti Peygamberin buyurduğu gibi, “İstişare edenler zarar etmezler.” ve o zaman Hazreti Ali Efendimiz’in buyurduğu gibi “İstişareyi terk edenler doğru yolu bulamazlar.” Ben de bu Mecliste bu istişare mekanizmasının hakkıyla yerleşeceği ümidiyle yüce Meclisi, bütün saygıdeğer milletvekili arkadaşlarımı selamlıyorum ve bu son günde, son gecede bu tatilin hepimize hayırlara vesile olmasını diliyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yıldırım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

11’inci maddede bir adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 11’inci maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

     Çağlar Demirel                           Selma Irmak                       Behçet Yıldırım

        Diyarbakır                                 Hakkâri                              Adıyaman

  Ayşe Acar Başaran                      Osman Baydemir                   Dirayet Taşdemir

          Batman                                   Şanlıurfa                                 Ağrı

    Saadet Becerekli                        Mahmut Toğrul

          Batman                                  Gaziantep

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İBRAHİM AYDIN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Önerge üzerinde Batman Milletvekili Sayın Ayşe Acar Başaran konuşacak.

Buyurun Sayın Başaran. (HDP sıralarından alkışlar)

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu teklifin de sonuna geliyoruz. Evet, bir sürü şey söyledik, muhtemelen teklif de geçecek, ancak gerçekten bu Mecliste bir yıllık yaptığımız çalışmalara baktığımızda, ben, iktidarın kendisinin bir paralel evrende yaşadığına artık ikna oldum, çünkü anlattıklarını ve gerçekliği yan yana koyduğumuzda arasında müthiş bir farkın olduğunu görüyoruz. Biz, ülkemizde sanki şu anda müthiş bir refah içerisindeyiz; ekonominin durumu çok iyiymiş gibi, herkesin evinde yastıkların içerisinde altınlar, paralar varmış gibi, bir de bu fazlalıktan, bu bütçe fazlalığından bir fon kuracakmışız. Aslında, bunun gerçekten bir hayal ürünü olduğu çok net ortadayken, dediğim gibi, biz, zaten yılın başından beri iktidarın bütün çalışmalarının ya da yansıttığı, gösterdiği bütün çalışmalarının aslında bir hayal ürünü olduğunu, esasında manipüle ettiği gerçekleri buradan net olarak görüyoruz. Bu çalışmaya neden gerek duyuldu, açıkçası çok anlam veremiyoruz, çünkü şu anda Türkiye iflasın eşiğinde, bu çok net görülüyor. Ekonomimizin çok iyi olduğu buradan her defasında söylense, bu şekilde halka anlatılsa da biraz gazeteleri açıp, o farkında olmadığımız halkın gündemine bir geri dönersek, insanların üzüm için cenaze namazı kıldırdığını, yine bu yaz süreci içerisinde insanların turist için turist duasına çıktığı bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte, dediğim gibi, kalkıp bir de “Biz bir fon kuralım, buradan halkın cebindeki üç kuruşu da alalım ve birilerini zenginleştirelim.” üzerinden şu anda bir yasa tasarısını konuşmuş bulunuyoruz, konuşuyoruz ve konuşmaya devam ediyoruz. Ve her defasında, gerçekten, yine, dediğim gibi, bizi şaşırtan bir durum: Avrupa ülkeleriyle, diğer gelişmiş ülkelerle kendimizi bir şekilde karşılaştırma durumu… Keşke bunu diğer durumlarda da karşılaştırsak, o ülkelerdeki demokrasi üzerinden de karşılaştırsak, “Ya, esasında bir ülkenin ekonomik refahının artması için, bir ülkede gelişmişlik seviyesinin artması için en önemli şey demokrasidir, iç barıştır.” desek ve asıl meselemize geri dönsek, işte, emin olun o zaman bu şekilde birilerini zengin edecek fonlar kurmak yerine halkın gerçek gündemine dönmüş olacağız.

Bütün arkadaşlarımızın da bugün buradan ifade ettiği şeyi ben bir daha söylemek istiyorum: İçte ve dışta sürekli bir çatışma hâli varken, iç ve dış barış sağlanmamışken ülkenin bu şekilde gelecek kanun tasarılarıyla, hayal ürünleriyle, yani gerçeklerle hiçbir şekilde bağdaşmayan bu şekilde projelerle biz bu ülkeyi kalkındıramayız arkadaşlar. Bu ülkenin kalkınmasının tek bir yolu ve yöntemi var: İçte ve dışta barışı sağlamak, iç barışı ve iç demokrasiyi yüzde 100 hâle getirmek ve esasında bu kapitalist sistem yerine doğamızdaki şeye geri dönmek, ekolojik ekonomiye geri dönmek. Evet, fonlar kuruluyor. Bu fondan kim zenginleşecek? Birileri birine rant sağlayacak ve bunun üzerinden kendini zenginleştirecek. Fakirin daha fakir olacağı, zenginin daha zengin olacağı bir fona biz buradaki, Meclisteki milletvekilleri olarak katkı sunacağız. Bu fonu kullananlar ne yapacak? Evet, belki köprüler kuracak, evet, belki yollar yapacak ama bu yolları yaparken, bu köprüleri yaparken halka hiçbir şekilde sormayacak, doğayı talan edecek ve en sonunda biz ülkeyi batırmakla kalmayıp aslında dünyanın da sonunu getirmek için adım adım bunu örmeye devam edeceğiz. İşte, biz diyoruz ki: Bu yanlıştan geri dönelim. İşte, demokrasiyi sağlamak için, toplumsal barışı sağlamak için, esasında, gelip biz asıl meselelerimizi burada konuşalım. Eğer onları çözersek, emin olun, Türkiye’deki ekonominin gelişmemesi için önümüzde hiçbir engel yok. Gelin, halkın gündemini burada konuşalım. Halk cebindeki parayı sizden, iktidardan korumaya çalışırken siz sanıyor musunuz ki bu fonlara güvenecek ve bu fonlar üzerinden biz bu ülkede bir kalkınmayı sağlayabileceğiz ya da bu halka hizmet ettiğinize inandırabileceğiz. Buna halkın artık inanmadığı çok açık ve net ortada.

Ben bu kanun tasarısının bir daha halka da sorularak, halkın da görüşü alınarak tekrar değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

12’nci maddede bir adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 12’nci maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                Çağlar Demirel                           Selma Irmak                       Behçet Yıldırım

                   Diyarbakır                                 Hakkâri                              Adıyaman

                Nihat Akdoğan                        Osman Baydemir                   Dirayet Taşdemir

                     Hakkâri                                  Şanlıurfa                                 Ağrı

               Saadet Becerekli                        Mahmut Toğrul                               

                     Batman                                  Gaziantep

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İBRAHİM AYDIN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Hakkâri Milletvekili Sayın Nihat Akdoğan konuşacak.

Buyurun Sayın Akdoğan. (HDP sıralarından alkışlar)

NİHAT AKDOĞAN (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 413 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 12’nci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.

Ama, dün, özellikle bütün arkadaşlarımızın da bildiği gibi, aslında hepimizi heyecanlandıran, burada ortaya çıkan ortak duygu, bazı illerin bir anda isimlerinin değiştirilmesini, bir anda yerlerinin değiştirilmesini, bir anda oradan binlerce insanın göçmesini engelleyen duruş gerçekten… Burada emeği geçen bütün arkadaşlarımıza bütün kamuoyu adına teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten de bugüne kadar belki bizde asla kültür olmayan bir şeyle karşılaştık. Gelen insanların burada bir baskı oluşturması… Burada, işte, siz neden böyle bir karara varıyorsunuz? Ülkenin Meclisinin bombalandığı bir yerde, şu anda böyle bir yerde siz neden karar veriyorsunuz? Buradaki bütün partilerin -komisyonlardan tutun, buraya kadar- arkadaşlarımızın da hepsinin emeği oldu ama özellikle bir şeyi de belirtmek isteriz ki bu sadece Hakkâri’yle, Şırnak’la alakalı değildi. Bir de belediyelerin mallarına el koyma; yönetimlere, buraya halkın vermediği yetkiyi, bir anda halkın yerele yönelik ortaya koymuş olduğu demokratik reaksiyonlarını, o yetkiyi biz buradan bir valiye, bir kaymakama, bir müfettişe vererek oradaki yerelin üzerinde yeniden daha çok merkezi güçlendiren bir konuma gidecektik ki buradaki arkadaşların duruşu onu belki hafifletti ama ortadan kaldıramadı. Özellikle, 23 ve 50’nci maddelerin ne kadar sıkıntılı olduğunu hepimiz şu anda görüyoruz çünkü burada sadece güç merkezi olmak isteyen bir yapı var, her şeyin kendine bağlanmasını isteyen bir yapı var. Dolayısıyla, bu demokrasinin, birlikte yaşamın, farlılıklara tahammül etmenin önündeki en büyük engelin bu olduğuna inanıyoruz. Bu maddelerin doğrudan -belki şu anda da üzerinde görüşmeler yapılıyor- gerçekten de bu kanun tasarısından çıkartılması gerekiyor çünkü burada amaçlanan sadece bir şey vardır: Kürtleri sindirmek, gücünü pekiştirmek, diğeri de muhalefeti etkisiz hâle getirmek. Dolayısıyla, buradan demokrasinin çıkmayacağını hepimizin bilmesi gerekiyor çünkü siz bir taraftan burada bunu yaparken diğer taraftan KHK’larla bunu zaten getiriyorsunuz, zaten o yetkileri müfettişlere veriyorsunuz.

Diğer bir şey, gerçekten de burada ismi çok zikredildi. İlçeler vardı, komisyonda bakan da bahsetti. Bakan gittiği yerde o umudu vermiştir. İşte, beldenin ilçe yapılması, ilçenin il yapılması… Önümüzdeki süreçte gerçekten de o umutların kırılmaması adına hem Derecik beldesinin ilçe yapılması, Yüksekova, Cizre’nin il yapılması hepimizin, 26’ncı Dönem Parlamentosunun boynunun bir borcu olsun.

Değerli arkadaşlar, bugün özellikle Türkiye’de bizim önümüzü açan aydınlarımızın siyasi görüşlerinden ya da başka bir halka yönelik yapılan zulümden dolayı ortaya çıkıp o insanları savunduğu bir yerde bugün kitapları 15 dile çevrilen Aslı Erdoğan’ın tutuklanması gerçekten de bu döneme, 2016 sürecini yaşayan bir ülkeye yakışmamıştır. Biz, Aslı Erdoğan gibi şu anda içeride olan birçok gazetecinin, aydının serbest bırakılmasıyla bu ülkenin önünün açılacağına inanıyoruz. Gerçekten bu süreçte bu kadar birlikte hareket eden bir muhalefet varken bunun, Kürt sorununun çözümü konusunda da bu Meclis iradesini ortaya koyabilir, dökülen kanın, gözyaşının önüne de geçebilir. Bu feraset bu Mecliste vardır, yeter ki birbirimizi farklılıklarımızla kabul edelim.

Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akdoğan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın Özel, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

21.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, yazar Aslı Erdoğan’ın tutuklanmasına ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.

Biz de Aslı Erdoğan’ın tutuklanmasını büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz. Çok kısaca Genel Kurula şunu hatırlatmak isteriz ki bir ülkede bir darbe girişimi, yaşadığımız bu korkunç darbe girişimi başarılı olsaydı çok sayıda akademisyen, gazeteci ve sanatçı gözaltında uzun süreler tutulacak, daha sonra tutuklanarak hapishanelere konacaktı. Bugün geldiğimiz nokta, bir darbe tehlikesini hep birlikte demokrasiye sarılarak savuşturmuş bir ülke görüntüsünden daha çok darbenin başarılı olduğu bir ülke görüntüsüne yakışmaktadır. Bu yüzden de Türkiye'nin bundan kurtulması için yüce Meclisteki tüm partilerin yani siyaset kurumunun topyekûn, özellikle akademisyenlerin, gazetecilerin ve sanatçıların üzerindeki bu lince varan saldırıya engel olunmasıyla, eğer bir suç varsa da özellikle topluma mal olmuş bu kişiler için tutuksuz yargılama sürecinin mutlaka hayata geçirilmesiyle ilgili toplumsal duyarlılığa Meclisin de kayıtsız kalmaması gerektiğini değerlendiriyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Demirel.

22.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, yazar Aslı Erdoğan’ın tutuklanmasına ilişkin açıklaması

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Ne yazık ki Aslı Erdoğan’ın tutuklanma haberini aldık. Yani, Aslı Erdoğan gazetede yazı yazdığı için tutuklandı ve bunun gibi birçok…

HİKMET AYAR (Rize) - Ne yazdı, ne yazdı?

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Ne yazarsa yazsın!

GARO PAYLAN (İstanbul) – Okudun mu? Oku, oku!

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Yani, buna bile tahammül edemiyorsanız bizim size söyleyecek hiçbir şeyimiz yoktur. Demokrasi, özgürlükler…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, dinleyelim lütfen.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Tabii, sizin gibi düşünmediği için tutuklandı şu anda.

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayalım Sayın Demirel.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Çünkü o düşüncelerini ifade etti, özgürce ifade etti. Ama, siz, tahammül etmediğiniz için, bugün burada bile sözümüzü keserek buna tahammül edemediğiniz için bugün gazeteciler, akademisyenler, yazarlar hepsini tutuklama gerekçesiyle farklı algılıyorsunuz.

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Saatlerce dinliyoruz ya! Niye tahammül edemiyoruz ya? Saatlerce konuşuyorsunuz her gün!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Bunu buradan da tüm Türkiye kamuoyu bir kez daha görmüş oldu, Genel Kuruldaki iktidar partisinin aslında düşüncesinin ne olduğunu bir kez daha gördü.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Başkan, sözümü tamamlayacağım çünkü bırakmadılar.

BAŞKAN - Bir dakika daha ek süre veriyorum.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Şimdi, bir ülkede eğer demokrasi varsa, düşünce özgürlüklerini ifade ederse gazeteciler, yazarlar, akademisyenler bir gazeteye yazı yazdıkları için tutuklanmazlar. Ama, ne yazık ki Türkiye’de demokrasi ve özgürlükten bahsetmek özellikle de son dönemlerde mümkün değil. Çünkü siyasetçi, gazeteci ve akademisyenler yazı yazdıkları için, düşüncelerini ifade ettikleri için tutuklanıyorlar. O yüzden, aslında bunun heveslisi kimdi? 15 Temmuzda darbe girişiminde bulunan darbecilerdi, bunu yapmak isteyen onlardı ama bugün bakıyoruz ki darbeden sonra da düşünceye tahammül yok.

Aslı Erdoğan, rahatsız, hasta bir akademisyen, bir yazar, bir düşünür; tekrardan bir kez daha söylüyoruz, Aslı Erdoğan’ın serbest bırakılması gerekiyor.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ile 14 Milletvekilinin Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1319) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 413) (Devam)

BAŞKAN -13’üncü maddede bir adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 13’üncü maddesinde yer alan “kanun hükümlerini” ibaresinin “kanunu” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

   Çağlar Demirel                                  Osman Baydemir                                    Selma Irmak

       Diyarbakır                                           Şanlıurfa                                             Hakkâri                     

  Dirayet Taşdemir                                 Behçet Yıldırım                                  Saadet Becerekli

           Ağrı                                               Adıyaman                                             Batman

   Mahmut Toğrul

       Gaziantep

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İBRAHİM AYDIN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Gaziantep Milletvekili Sayın Mahmut Toğrul konuşacak.

Buyurun Sayın Toğrul. (HDP sıralarından alkışlar)

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında önemli birtakım sonuçlar, önemli birtakım dersler çıkaracağımız bir çalışma haftası yürüttük, yürütüyoruz.

Değerli arkadaşlar, ortaya çıkan ilk sonuç, toplumdan, halktan bir yasayı gizleyerek, saklayarak, o halka rağmen bir yasayı buraya getirmenin aslında ne kadar sakıncalı olduğunu ve bize aslında zaman ekonomisini kaybettirdiğini gösteriyor.

Bakın, belediyelere kayyumun atanması meselesi, günlerdir, haftalardır, komisyonlarda, burada zaman geçirdik. Yine Şırnak ve Hakkâri’nin il statüsünden çıkarılması meselesi. Hakkârililer, Şırnaklılar her yerde tepkilerini ortaya koymak için yollara düştüler. Aslında halkın tepkilerini görerek, halkla tartışarak o insanları da böyle bir tepkiyi organize etmek zorunda bırakmak, aslında başlı başına halkla çatışma yolunu seçmektir. Bunların hiçbirinin gereği yok.

Bir diğer önemli sonuç şu çıkıyor değerli arkadaşlar: Bu yasaları buraya getiriyoruz, tartışıyoruz; sonra iktidar birtakım önergelerden, birtakım maddelerden vazgeçiyor ama bu arada aslında toplumu rahatsız eden birçok şeyi de gözden kaçırıyor. Biraz önce söyledim, Antep’le ilgili bir yasayı bu torbanın içine koyuyoruz. Böyle bir torba mantığı hakikaten terk edilmelidir. Sayın grup başkan vekilleri bu konuda gerçekten bir araya gelmelidir. Yasalar buraya temel yasa olarak gelmemeli ve onun üzerinde uzlaşarak, anlaşarak, konuşarak çözülmeli. 40 ayrı maddede değişiklik yapan bir torba yasa buraya geldiğinde her şey birbirine karışıyor. Her şeyin birbirine karışmasının yanında, sonradan biz muhalefet etmek zorunda kaldığımızda da iktidar partisi -hani deyim yerindeyse- “Ben bundan vazgeçiyorum, siz de fedakârlık edin.” deyip toplum aleyhine, halk aleyhine, kamu aleyhine aslında birtakım yasaların gözden kaçırılmasına da sebebiyet veriyor. Durup dururken hiç ilgili yerlerde tartışılmadan, bazı maddeleri komisyonda bile tartışmadan buraya getiriyoruz. Dünkü YÖK Yasası’nda rektörlerin atanma durumunu bu Meclise taşıma biçimi başlı başına hakikaten sıkıntılı olmuştur. Ağır bir dil, terim kullanmak istemiyorum ama en hafif deyimiyle bir Ali Cengiz oyunu olmuştur. Bu tarzdan kaçınmak gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, muhalefetiyle iktidarıyla kimse bu halkın düşmanı, bu ülkenin düşmanı değildir. Uzlaşarak, konuşarak sağlıklı yasa yapma yolu seçilebilir. Konuşulabilmeli, tartışılabilmeli…

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Aynı konuşmayı 5’inci defadır dinliyoruz. Yok böyle bir şey ya!

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Sayın Milletvekili, çok mu itiraz ediyorsun? Bunların hangisi oluşmadı?

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Aynı konuşmayı 10’uncu defadır dinliyoruz, aynı konuşma ya!

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – 10 defa değil, 15 defa dinleyin. Sonuç değişsin, bir sonuç değiştirin.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Allah aşkına ya! Hepimizin zamanı kıymetli ya!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Önemli olan sonuç değiştirin. Siz sonucu değiştirmeden aynı yola devam ediyorsunuz.

Biz burada sağlıklı yasa yapmaktan bahsediyoruz, bu toplumun çıkarına yasa yapmaktan bahsediyoruz. Dolayısıyla, bu hepimizin ortak sorunu. Muhalefetin görevi bunları dile getirmek.

Evet, zaten dinlemediğiniz gibi… Burada dinlemek istemiyorsunuz, burada da zaten çoğu zaman beşer kişi, onar kişi kalıyorsunuz. Oysa bunları…

SALİM USLU (Çorum) – Ben seni dinlemek zorunda değilim ya!

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Dinlemek zorundasınız, dinlemek zorundasınız.

SALİM USLU (Çorum) – Dinlemiyorum.

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın lütfen.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Burada herkes herkesi dinlemek zorunda.

Burada eğer gerçekten biz bu halkın çıkarına, toplumun çıkarına, kamunun çıkarına iş yapıyorsak birbirimizi dinlemek zorundayız. Burası halkın sorunlarının gündeme geldiği, tartışıldığı bir mekândır. Burası, yoksa, gelip el kaldırıp indirme mekanizması değildir. Eğer bu hâle getirirseniz…

AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) – Dinlenecek konuşmayı da yapmak gerekiyor ama değil mi?

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Eğer bu hâle getirirseniz o zaman gerçekten anlamsızlaşır.

AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) – El kaldırmaya hakaret etmek doğru değil, dinlenecek konuşmayı da yapmak gerekir ekleyelim oraya.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Ona siz karar veremezsiniz!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayın.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Ya, değerli arkadaşlar, kimin ne konuşacağına…

BAŞKAN – Sayın Toğrul, siz de lütfen Genel Kurula hitap edin.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Bakın, iktidarın anlaması lazım, kimin ne konuşacağına siz karar veremezsiniz. Eğer bizim burada ne konuşacağımıza karar verecekseniz…

BESİME KONCA (Siirt) – Onların konuşmasına başkası karar verdiği için…

AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) – Benim hangi yasaya el kaldıracağıma da sen karar veremezsin.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

Sayın Gündoğdu, lütfen…

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Ben buradan ne konuşacağıma karar veririm. Benim bir derdim var, ben halkın iradesiyle buradayım. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Toğrul.

AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) – Konuşmasına saygı bekliyor, el kaldıranlara hakaret ediyor. Böyle bir şey yok! Herkes özgür.

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Ne hakareti?

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Hangi hakaret?

AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) – “El kaldırma yeri değil.” diyorsun.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Size yakışmıyor, bir de sendika yönetiminde bulundunuz.

AHMET GÜNDOĞDU (Ankara) – Neyin yakışıp yakışmadığını sana mı soracağız ya!

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Elektronik cihazla oylama yapacağım, iki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Önerge kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, ikinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.

Şimdi, İç Tüzük’ün 86’ncı maddesi gereğince lehte olmak üzere İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Muş konuşacak.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün önemli bir kanun teklifi üzerinde çalışıyoruz ve sonuna doğru da yaklaştığımızı görüyoruz.

Bu teklifle beraber Türkiye bir Varlık Fonu yönetim şirketi kuracak ve Türkiye uzun zamandır tartıştığı, uzun zamandır kamuoyunda konuşulan Varlık Fonu’nu böylece hayata geçirmiş olacak. Burada pek çok varlığın daha efektif, etkin bir şekilde ekonomiye kazandırılması sağlanacaktır. Ülkenin ekonomik kalkınmasına katkı yapacağını düşündüğümüz bir kurum ortaya çıkacaktır.

Hazırlanışında tabii, dünya örnekleri de göz önüne alınarak esnek bir yapı olması düşünüldü çünkü dünyada bu fonların rekabet edebilmesi için yapıları çok önemli bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Eğer esnek bir yapı oluşmazsa, eğer dünyayı yakından takip edip dünyadaki gelişmelere anında adapte olacak bir yapı ortaya çıkmazsa bu fonun Türkiye’ye kazandıracakları çok daha az olabilirdi. Onun için, fonun dizaynında, kuruluşunda ve kuruluşundan sonraki aşamada, şirket ana sözleşmesinde bu detaylar dikkatli bir şekilde hazırlanacaktır. Yine, burada ülkenin önemli -az önce de ifade ettiğim- sanayi kuruluşlarından tutun da altyapı yatırımlarına kadar pek çok alanda bu fon da aktif bir şekilde katkıda bulunacaktır diye düşünüyorum.

Komisyon aşaması boyunca muhalefetten bu noktada çok ciddi katkılar da geldi, bunların bir kısmı bunun içerisine katıldı, bir kısmı farklı şekilde tartışıldı ve nihayetinde bu tasarı hazırlanarak Genel Kurula geldi. Emeği geçen hem iktidar partisi milletvekillerine hem muhalefetten milletvekili arkadaşlarımıza ben şahsım adına da, AK PARTİ Grubu adına da teşekkür ediyorum. Önemli bir düzenlemeye imza attık, ülkemize, vatanımıza, milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Bu Varlık Fonu’yla beraber Türkiye’de çok daha finansal sistemin güçlü olacağını, finansal sistemimize çok daha güç katacağına olan inancımı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Hayırlı, uğurlu olsun.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Muş.

Teklifin aleyhinde İzmir Milletvekili Sayın Musa Çam konuşacak.

Buyurun Sayın Çam. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

413 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde İç Tüzük 86’ya göre söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Varlık Fonu, birçok arkadaşımızın söylediği gibi, kulağa son derece hoş gelen ve hepimizi çok mutlu eden çünkü gelecek kuşaklara, gelecek nesillere yatırım yapan anlamında önemli bir teklif arkadaşlar. Tabii ki buna karşı çıkmak mümkün değil ama Türkiye’deki uygulamalarına ve dünyadaki uygulamalarına baktığımızda bizi çok umutlandıran düzenlemeler olmadığını da görüyoruz. Özellikle 1980’den sonraki düzenlemelerde, özellikle rahmetli Özal döneminde yapılan düzenlemelerle Tasarrufu Teşvik Fonu, Konut Edindirme Fonu dâhil olmak üzere ve üniversitelerdeki fonları da hesapladığımızda yaklaşık 107’ye yakın fon kurulmuştur arkadaşlar. Ama bu yaşanılan süreç içerisinde o kurulan fonların kontrol dışı olduğunu, bütçe dışı olduğunu, paralel bir bütçe olduğunu ve hesap vermekten uzak olduğunu, saydamlıktan uzak olması nedeniyle de ilerleyen sürelerde kurulan o fonların tamamının battığını, batırıldığını; onlarca, binlerce insanın mağdur edildiğini özellikle Tasarrufu Teşvik Fonu ve KEY’ler dâhil olmak üzere, sizin iktidarınız dönemine kadar geldiğini, daha sonraki dönemde bunların çözüldüğünü ama yine de mağdurlarının olduğu açık ve net bir şekilde görülüyor arkadaşlar.

Peki, dünyada iyi örnekleri yok mu? Kuşkusuz var arkadaşlar. Örneğin Norveç’te kurulmuş olan fonlar var. Oradaki, Norveç’te kurulan fon yaklaşık olarak... Norveçliler “Petrol ömrübillah devam edebilecek bir iş değildir. Gelecek nesilleri daha güvence altına alabilmemiz için birikimlerimizi mutlaka bir fonda toplamamız gerekiyor.” diyorlar ve birikimlerini, tasarruflarını da arkadaşlar, yaklaşık 7,4 trilyon Kron yani 740 milyar dolar bir parayı dünyanın değişik ülkelerinde değişik yatırımlara yatırarak gelecek nesilleri, Norveç’teki vatandaşların, çocukların geleceklerini garanti altına almak için birtakım tasarruflarda bulunmuşlar ve yatırımlar yapmışlar. Bugünkü fon karşılığına baktığımızda kişi başına 175 bin dolar bir tasarruf yapılmış durumda arkadaşlar.

Peki, bu iyi, daha kötüleri yok mu? Var arkadaşlar. O kötülerden bir tanesini de söyleyeyim arkadaşlar, o da Malezya’da. Malezya örneğini de sizlere söylemek istiyorum. Malezya’da da 2009 yılında kurulmuş olan yine bir fon var arkadaşlar. Bu fon büyük bir fon ama bunun Başkanı da Malezya Başbakanı Necip Rezak fakat orada da çok büyük yolsuzlukların olduğunu görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri diyor ki: “Malezya’daki fondan 1 milyar dolardan fazla varlık Amerika’da alınmış.” Bunun 30 milyon dolarıyla Manhattan‘dan lüks bir daire, Los Angeles’tan 39 milyon dolara bir malikane, paravan şirketler aracılığıyla aktarılan çalıntı paralarla Hollywood filmlerinin finanse edildiği, Picasso ve Monet tablolarının alındığı, kumarhanelerde bu fon paralarının çarçur edildiği, yine Başbakan Necip’in 1 milyar dolardan fazla parayı kendi kişisel hesabına aktardığı anlaşılıyor arkadaşlar. Toplam 11 milyar doların kaybolduğu söyleniyor arkadaşlar. Fonun Yönetim Kurulu Başkanı, tahmin edildiği gibi Necip arkadaşlar. Suudi Arabistan’dan hesabına gönderilen 670 milyon doların da yanlışlıkla hesabına geçtiğini söylüyor Sayın Necip ama Suudi Arabistan’dan gönderilen para... Yetmiyor, Necip’in kendisinin ve karısının yüz gerdirme operasyonlarının bile bu fondan karşılandığını arkadaşlar, buradan görmek mümkün. Ama bütün bunlara Necip diyor ki: “Bunların hepsi hikâyedir, uydurmadır; bu, olağanüstü hâli gerektirir.” ve olağanüstü hâl ilan ediyor arkadaşlar. Bu, kabul edilebilir bir iş değildir.

Değerli arkadaşlar, eğer biz bu fonu altı yedi yıl önce kurmuş olsaydık, kurmaya çalışmış olsaydık, altı yedi yıl önce kurulacak bu fonun başına büyük bir ihtimal FETÖ’cü birini getirecektiniz. Yetmez, FETÖ’cülerden oluşan bir yönetim kurulu oluşturacaktınız ve darbe girişiminin önemli derecede kaynaklarını da FETÖ’ye teslim etmiş olacaktınız arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) Bu kadar açık ve nettir. Biz, size yine uyarılarımızı yapacaktık, diyecektik ki: “Yapmayın, etmeyin, eylemeyin.” Bize “Yanlış düşünüyorsunuz.” diyecektiniz, “Farklı düşünüyorsunuz.” diyecektiniz. Biz ama yine size, o tarihsel uyarılarımızı yapacaktık arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (Devamla) – Prensip olarak fona karşı değiliz ama Türkiye’deki uygulamaları ve bazı ülkelerdeki uygulamaları nedeniyle ders almamız gerekiyor.

Biz, her şeye rağmen araba devrilmeden önce sizlere yol gösteririz diyorum, hepinize iyi akşamlar diliyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çam.

Teklifin tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik cihazla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için iki dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi açık oylama sonucu:

“Kullanılan oy sayısı                      : 239

Kabul                                             : 217

Ret                                                 : 22 (x)

 

    Kâtip Üye                               Kâtip Üye                                     

  Fehmi Küpçü                     Ali Haydar Hakverdi

        Bolu                                    Ankara”

Sayın milletvekilleri, teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Hayırlı olsun diyorum.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 22.51

DOKUZUNCU OTURUM

Açılma Saati: 23.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin Dokuzuncu Oturumunu açıyorum.

XI.- SEÇİMLER

A) Komisyonlara Üye Seçimi

1.- Fethullahçı terör örgütünün (FETÖ/PDY) 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi ile bu terör örgütünün faaliyetlerinin tüm yönleriyle araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/276, 277, 278, 279) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliğine seçim

BAŞKAN - Fethullahçı Terör Örgütünün (FETÖ/PDY) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Girişimi ile Bu Terör Örgütünün Faaliyetlerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi yapılacaktır. Komisyon üyelikleri için siyasi parti gruplarınca gösterilen adayların listesini okutup oylarınıza sunacağım.

Fethullahçı Terör Örgütünün (FETÖ/PDY) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Girişimi ile Bu Terör Örgütünün Faaliyetlerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Üyelikleri Aday Listesi (10/276, 277, 278, 279)

    Adı Soyadı                                                                                           Seçim Çevresi

                                                        AK PARTİ (9)

Reşat Petek                                                                                    Burdur

Serkan Bayram                                                                               Erzincan

Emine Nur Günay                                                                            Eskişehir

Ravza Kavakcı Kan                                                   İstanbul

Mihrimah Belma Satır                                               İstanbul

Burhanettin Uysal                                                                           Karabük

Hüseyin Kocabıyık                                                                           İzmir

Selçuk Özdağ                                                                                  Manisa

Zekeriya Birkan                                                                               Bursa

                                                        CHP (4)

Zeynel Emre                                                                                   İstanbul

Aykut Erdoğdu                                                                                İstanbul

Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                                                İstanbul

Aytun Çıray                                                                                     İzmir

                                                        HDP (1)

Mithat Sancar                                                                                 Mardin

                                                        MHP (1)

Mehmet Erdoğan                                                                             Muğla

BAŞKAN - Okunan listeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tatil kararı alınmış olması nedeniyle, Meclis araştırması komisyonuna seçilmiş bulunan sayın üyelerin başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmak için toplanacakları yer, tarih ve saat daha sonra ilan edilecektir.

2’nci sıraya alınan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Japonya Hükûmeti Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin Kurulmasına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin Kurulmasına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/744) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı 416) (x)

BAŞKAN – Komisyon burada.

Hükûmet burada.

Komisyon Raporu 416 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Kars Milletvekili Sayın Ayhan Bilgen konuşacaklardır.

Buyurun Sayın Bilgen. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu konuya yirmi dakika yetmez ama herhâlde sığdırırız.

Öncelikle, biraz önce burada bir Aslı Erdoğan polemiği olduğu için galiba benim de bir şeyler söylemem gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, eğer şu anda milletvekili olmasaydım ben de tutuklu olacaktım çünkü o gazetede yaklaşık yedi yıl yazdım ama kimse bir tek satır şiddeti övdüğümü, insanların ölümüne sevindiğimi iddia edemez. Benim için bu ne kadar geçerliyse Aslı Erdoğan için de o kadar geçerlidir. Hazreti Ali’nin çok güzel bir sözü var, diyor ki: “Kişi bilmediğinin düşmanıdır.” Aslı Erdoğan’ı duymamış olabilirsiniz, bilmek zorunda, okumak zorunda değilsiniz ama Aslı Erdoğan, değerli arkadaşlar, Boğaziçi mühendislik mezunu, sonra CERN’de yani Avrupa Konseyinde nükleer araştırmalarda yüksek lisans yapmış, sonra fizik doktorası yapmış ve sadece “Tahta Kuşlar” kitabı 9 dile çevrilmiş yani burada yazdıklarını okumasak da bilmesek de hepimizin gurur duyması gereken bir edebiyatçıdır, yaşayan edebiyatçıların belki en iyilerinden birisidir. Keşke okuyup bilerek eleştirseydik, tartışsaydık ve keşke dünya, böyle bir edebiyatçıyı sadece bir gazetede köşe yazdığı için tutuklamakla Türkiye’yi duymuş olmasaydı.

Yine, değerli milletvekilleri, aranızda gazetecilik, dergicilik yapanlar var. Biliyorsunuz ki köşe yazarları gazetenin yayın politikasından sorumlu değildir, hatta köşeler genellikle kurtarılmış bölgeler gibi görülür, birçok yazar böyle tarif etmiştir köşeleri. Gazetenin yayın politikasıyla ters düşen şeyler yazarsınız, gazetenin yönetimi bazen sizi beğenmez, tahammül etmez, çıkarır; bazen de buna tahammül gösterir, siz yazmaya devam edersiniz. Ama, Aslı Erdoğan’ın suç işlemediğini ispat etmek zorunda olduğunu ifade eden cümleler duyulması bu Meclis için bir ayıptır çünkü Aslı Erdoğan’ı sevmeyebilirsiniz, kitaplarını beğenmeyebilirsiniz ama kişinin masumiyetinin esas olduğunu bu çatı altındaki herkesin kabul etmesi gerekir çünkü yemin ettiğiniz Anayasa böyle diyor, burada çıkardığınız yasalar böyle diyor. Aslı Erdoğan suç işlemediğini ispat etmek zorunda değil arkadaşlar, tersi geçerlidir. Aksi takdirde, böyle bakarsanız, tarih boyunca, Türkiye tarihi boyunca Menderes’in de kendisinin suç işlemediğini ispat etmesi gerekirdi, 1970’lerde idam edilenler de, 1980’den sonra her kesimden, her çevreden idam sehpasına gönderilenler de suç işlemediğini ispat etmek zorunda kalırlardı. Hâlâ cezaevlerinde 28 Şubat döneminde içeri girip çıkamayanlar var, suçsuzluklarını ispat edemiyorlar ama sonuçta bir cezaya mahkûm olmuşlar.

Değerli milletvekilleri, Türkiye-Japonya tarihi -tabii, bütün süreyi kullanmak istemiyorum gecenin bu saatinde ama- Abdülhamid’in o bildiğimiz meşhur Ertuğrul Fırkateyni’yle başlayan ilişkileriyle bugünlere geldi. Özellikle ticari ilişkiler, kültürel iş birlikleri, bu konuda kurulmuş vakıfların Türkiye’de yürüttüğü güzel, değerli çalışmalar var.

Ama bu anlaşmada iki nokta dikkat çekiyor; birisi, kurulacak olan üniversitenin, Türk-Japon Üniversitesinin eğitim dili -belki anlaşma metnine bakmamış olabilirsiniz- Türkçe değil, Japonca da değil, İngilizce. Şimdi, bir dilin bilim dili olmasının galiba ilk şartı önce o dile o halkın, o ülkenin, o ülkeyi yönetenlerin kendisinin inanması gerekiyor. Ben yabancı bir dilin, İngilizcenin öğrenilmesi, İngilizceyle eğitim konusunu falan burada birkaç dakika içinde tartışacak değilim ama siz köprü yapıyorsunuz, geçiş ücretlerini dolar üzerinden belirliyorsunuz, üniversite kuruyorsunuz, eğitim dilini İngilizce yapıyorsunuz ama kürsüye çıktığınızda, meydanlarda millîlik, bağımsızlık hamaseti yapıyorsanız bunun ayrıca bir tartışma konusu olması gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, eğer çocuklarımız ilkokuldan üniversiteye kadar İngilizce dersi alıyor ama iki cümle kendini ifade edemiyorsa bu galiba öncelikle ana dillerini öğretmediğimizle ilgilidir; diğer ana dilleri bir tarafa bırakıyorum, Türkçeyi öğretemediğimizle ilgili bir sorundur. Ama, tabii, Japonya açısından İngilizce ayrı bir garabettir çünkü galiba hepiniz hatırlarsınız, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiş saldırısı insanlık tarihinin büyük bir ayıbıdır aynı zamanda. Hiroşima ve Nagazaki’ye Amerika Birleşik Devletleri’nin attığı atom bombalarıyla on binlerce insan ölmüştür ve Japon imparatorundan Japon halkını Amerikalılar kurtarmıştır, bunu tırnak içerisinde söylüyorum ve tam hani “celladına aşık” pozisyonu; Japonya’nın Anayasası’nı da Amerikalılar yapmıştır. Onun için de çok dikkat çekici bir 9’uncu maddeleri vardır Japon Anayasası’nın. Japonya, savaşa karşı olduğunu Anayasası’na yazan ve sonunda da savaşa karşı olduğu için ordu kurmama deklarasyonunda bulunan bir devlettir. Tabii ki biz “Dünyada silahlar olmasın, ordular olmasın.” diyen bir yerden bakıyoruz. Birkaç yıldır Japonya ordu kurmaya çalışıyor ama Japonya’nın güvenliğini de orayı bombalayan Amerika sağlıyor, Anayasası’nı da Amerika yaptı dolayısıyla da İngilizce eğitim galiba Japonlar açısından ayrıca başka ironik bir anlam ifade ediyor.

Bu anlaşmada bir başka önemli nokta değerli milletvekilleri, rektör seçimiyle ilgili. Tabii, garip bir tesadüf müdür bilmiyorum ama bugün Japonya’yla, işte, üniversite kuruluş anlaşmasını konuşuyoruz, rektör seçimiyle ilgili tek yetkili Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı. Akademik kadronun bu konuda hiçbir yetkisi yok yani akademik kadro rektör seçme kabiliyetine, hakkına, yetkisine sahip değil, bunu haiz değil, bu anlaşmada en azından böyle tarif ediliyor. Ve dün de buraya, Meclise -yani ben talihsizlik olarak ifade etmekle yetineceğim- rektör seçimleriyle ilgili Türkiye’nin zaten bu saçma sapan sisteminden daha geri bir düzenleme getirilmeye çalışıldı.

Değerli arkadaşlar, biz 12 Eylül darbesiyle yüzleşeceksek, hesaplaşacaksak galiba başlamamız gereken yerlerden birisi üniversitelerin kışlalaştırılmasıdır. Öğretim üyelerine güvenmeyenler YÖK’ü kurdular, üniversitelerin kendi kendini yönetemeyeceğini düşünenler YÖK’ü kurdular ki bu akademisyenler, işte, hani serbest bırakırsanız ya davulcuya ya zurnacıya gider, dolayısıyla devlet onları yönetsin, onların yöneticilerini seçsin diye YÖK’ü kurdu. Orada bugün işte çokça, sadece bugünkü Cumhurbaşkanının değil, daha önceki cumhurbaşkanlarının da zaman zaman hepimizin tepki gösterdiği, 6’ncı sırada seçilen kişiyi de, 1 oy almış kişiyi de rektör atadığı örnekler biliyoruz. Ama bu bile demek ki, böyle bir demokrasi bile bize bol geliyor ki dün burada rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından atanmasıyla ilgili bir teklif geldi, muhalefet tarafından tepkiyle karşılanınca geri döndü. Şimdi de biraz sonra oylayacağımız anlaşmada Türk-Japon Üniversitesinin rektörünün Cumhurbaşkanı tarafından atanmasını onaylamış olacağız.

Değerli milletvekilleri, bu, aslında sadece bir üniversitenin, yeni kurulacak bir üniversitenin meselesi değil; bu, bizim demokrasiye nasıl baktığımız meselesidir. Eğer demokrasiyi sorumluluğu paylaşma, birlikte yönetme, uzlaşma olarak görüyorsak, böyle okuyorsak bütün yetkileri kendimizde toplamayız, aksine, bundan kaçınırız; mümkün olduğu kadar yetkileri devretmeye, paylaşmaya çalışırız, bütün toplumun kendi kendini yönetebileceğine inanırız; sivil toplumun, meslek örgütlerinin, akademinin neye layıklarsa kendi aralarında bir iş bölümü olarak kendi yöneticilerini seçebileceğini varsayarız ve hayata böyle bakarız ama biz hayata başka türlü bakıyorsak, aksine, bütün yetkileri bir kişide toplayıp aslında o bir kişiyi çok büyük bir yükün, çok büyük bir sorumluluğun, tarihî, ağır bir vebalin altında bırakırız. Dolayısıyla, aslında üniversitelerde rektörlerin seçimiyle ilgili galiba -bugünkü anlaşmada da gösteriyor, dünkü girişim de gösteriyor ki- önümüzdeki dönemde ileri demokrasinin gereği olarak artık 12 Eylül Anayasası’nın bile, 12 Eylül düzenlemelerinin, YÖK Kanunu’nun bile gerisinde bir noktaya doğru itileceğiz, sürükleneceğiz.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, köylerde muhtar seçimlerinden sonra bazen o kadar büyük kırgınlıklar olur ki, öyle gerilimler olur ki dört yıl, beş yıl küslükler, kavgalar bitmez, bir sonraki seçime kadar devam eder. Ben dün, rektörlerin neden Cumhurbaşkanı tarafından atanması gerektiği, neden seçim olmaması gerektiğiyle ilgili buraya sunduğunuz gerekçeye baktığımda da aynı tespiti gördüm. Kırgınlık olur, kaos olur; dolayısıyla seçim kötüdür. Kırgınlığa, kaosa sebebiyet vermemenin de en iyi yolu Sayın Cumhurbaşkanının herkesi temsilen herkes adına, hepimiz adına en doğru rektörü atamasının en iyi çözüm olduğu yaklaşımını, tarzını gördüm.

Daha fazla uzatmayacağım ama izninizle çok kısa bir şeyi daha belirteceğim. Belki İsrail’le ilgili anlaşmada da tekrar huzurlarınıza geleceğim ama Meclis tatile girecek ve aslında 15 Temmuzda ciddi biçimde ders almamız gereken tarihî bir dönemeçten geçtik; daha açık, daha doğrudan söyleyeyim direkten döndük ama bu yaşanan büyük badireden ne kadar ders çıkarttık, nasıl ders çıkarttık bilmiyorum, takdirinize bırakıyorum ama ben vicdanen rahatsızım. Bu bir yıllık dönemde Türkiye toplumunun Parlamentodan beklediği ağır yükü, büyük sorumluluğu yerine getirip getirmediğimiz konusunda ben kendimi vicdanen rahat hissetmiyorum. Muhalefet milletvekili olarak elimizden gelen buydu; belki daha fazlasını, daha iyi bir dil kurmayı, daha yapıcı muhalefet yapmayı, sizinle daha iyi iletişim kurmayı ve belki daha sağlıklı kararların çıkması konusunda daha iyi şeyler yapabilirdik o bizim eksiğimizdir ama bizim ne kadar eksiğimiz varsa takdir edersiniz ki güç, sayı elinde olan iktidar grubunun daha fazla sorumluluğu var. Ben özellikle İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak hani utandığımı ifade edeyim sadece, daha ileri ifadeler kullanmayayım çünkü cezaevlerinde, gözaltı merkezlerinde yüzlerce işkence iddiası varken biz bir tek gözaltı merkezine gidemedik değerli arkadaşlar, bir tek cezaevi ziyareti yapılmadı. İddia bunlar yani yanlış olabilir; heyet kurulur, komisyon çalışır, gider ve hiçbir şey olmadığını, hiçbir haksızlık olmadığını, kimseye kötü muamele, onur kırıcı muamele yapılmadığını komisyonumuz tespit eder, biz de göğsümüzü gere gere, yüzümüzün akıyla çıkarız bütün dünyaya deriz ki: “Kimseye adaletsizlik yapılmıyor.” Sayın Başbakanın son grup konuşmasında söylediği gibi, en ağır cezayla, adaletle yargılamayla hükmetmiş oluruz, bundan da hepimiz gurur duyarız. Ama, ne yazık ki komisyonlarımız bu kadar çalıştırıldı, çalışmasına bu kadar izin verildi, fırsat verildi. Ben en azından kendi adıma eksikliğimi, özrümü beyan etme ihtiyacı hissettim.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ederiz Sayın Bilgen.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sayın Ahmet Akın konuşacak.

Buyurunuz Sayın Akın. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA AHMET AKIN (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuya girmeden önce, bugün, maalesef, Balıkesir’de değerli bir kardeşimizi şehit verdik. Değerli kardeşimiz Uzman Mesut Demir’i de burada hepinizin huzurunda rahmetle anıyorum. Onun yanında, 7 Hazirandan bu yana verdiğimiz 16’ncı şehidimizi bugün, maalesef, ben olmadan… Ve bunun üzüntüsüyle buraya geldim. Çünkü, özellikle, şehitlerimizi yalnız bırakmamak için büyük bir çabayla hep onların yanlarında olmak için mücadele ettik fakat bugün olmadı. Onun için, burada üzüntümü paylaşmak istiyorum. İzninizle bu 16 kardeşimin ismini sizlere okumak istiyorum: Ömer Faruk Bol, Tuncay Küssen, Sercan Özkul, Mustafa Serin, Turgut Solak, Engin Balcı, Ramazan Konuş, Servet Ildız, Özcan Mutlu, Aycan Özdil, Atilla Kaya, Gökhan Bakır, Mehmet Kutlu, Hasan Talay, Ahmet Semerci ve son olarak da Sındırgılı, Dedeler Mahallesi’nden hemşehrimiz Mesut Demir. Hepsini rahmetle anıyorum, mekânları cennet olsun.

BAŞKAN – Allah rahmet eylesin.

AHMET AKIN (Devamla) – Bu terör belasından, PKK lanetinden kurtulmak için hepinizden dua istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 416 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Japonya Hükûmeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti'nde Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin Kurulmasına Dair Anlaşma’ya istinaden grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Gazi Meclisi ve yüce milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Söz konusu anlaşmanın ülkemizin eğitim, öğretim alanına katkı sağlayacağı ve Türkiye-Japonya ilişkilerini geliştireceği açıktır. Ancak, kurulacak üniversitenin daha donanımlı mezunlar vermesi için ve daha etkin faaliyet gösterebilmesi için bazı önerilerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum:

Anlaşmanın “Dil Öğretimi” başlıklı 4’üncü maddesinde Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin eğitim dilinin İngilizce olacağı, Türkçe ve Japoncanın da seçmeli ders olarak sağlanacağı ifade edilmiştir. Bu durum, okulun Japon öğrencilerinin Türkçe, Türk öğrencilerinin de Japonca öğrenmeden okuldan mezun olmalarına neden olabilir. Bu nedenle, okula kayıtlı Türk öğrencilerinin zorunlu hazırlık sınıfında yeterli süre içerisinde Japonca öğrenmeleri ve öğretim süresi boyunca zorunlu Japonca dersleri almalarının, Japon öğrencilerin de aynı şekilde Türkçe öğrenerek okuldan mezun olmalarının sağlanmasının doğru olacağını düşünüyoruz. Okulun İngilizce eğitim verecek olması anlaşılabilir bir uygulama ancak Japonca ve Türkçenin zorunlu olarak değil de seçmeli olarak okutulacak olması okulun ismi ve misyonuyla bağdaşmamaktadır.

Ayrıca, anlaşmanın 5’inci, 8’inci ve 10’uncu maddeleri uyarınca üniversite rektörünün ve mütevelli heyeti başkanının atamaları Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından yapılacaktır. Kurulacak üniversitenin yürürlükteki yükseköğretim kanunlarından muaf olması üniversite yönetiminin Türkiye'deki diğer üniversitelerden farklı bir şekilde oluşturulması ve akademik personelin yönetimde söz sahibi olmaması maalesef düşündürücüdür. Bu nedenle, üniversite yönetiminin demokratik kurallara göre belirlenmesinin söz konusu kurumun işleyişi ve etkinliği açısından daha doğru olacağını Cumhuriyet Halk Partisi olarak değerlendiriyoruz. Okulda görevli akademisyenlerin okulun yönetiminde söz sahibi olmayacak olmalarını onların yerine Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının bu kadar yetkili, görevli olmasını, akademisyenlerin görevlerini yok saymasını da anlamak mümkün değildir. Antidemokratik zihniyet ve her yere hâkim olma hırsı böylesine güzel bir imkânın etkisiz bir şekilde kullanılmasına neden olabilir diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, unutulmamalıdır ki bilim şüphe duyma, sorgulama ve itiraz etme temelinde yükselir. Üniversite yönetimleri de bu temelin bir parçasıdır. Daha baştan itaatçi, biatçi bir yönetim kurmaya kalkarsanız bu üniversiteyi istenen hedeflere ulaşmaktan alıkoyarsınız.

Millî eğitimde başarısızlık üstüne başarısızlık rekorları kıran, bakana göre eğitim sistemini değiştiren ve en önemli konumuz olan eğitimi yapboza çeviren bir iktidarın Japonya’yla birlikte bir üniversite kurması konusunda tekrar hatalar yapmaması için sizlere tavsiyelerimiz var ve dikkate almanızı sizlerden rica ediyoruz. Bu girişimin Japonya’yla iyi ilişkilere vesile olmasını elbette diliyoruz ama dış politikada AKP’nin kötü durumu, maalesef, açık ve net olarak ortadadır. Bugün dost olduklarımızla yarın düşman olacağımıza dair siciliniz de maalesef ortada. O yüzden, tavsiyelerimizi lütfen dikkate alın.

Değerli arkadaşlarım, bir de bugün İsrail’le bir tazminat anlaşması gündeme gelecek. Bu anlaşma Türkiye Büyük Millet Meclisine tamamı sunulmayan bir çerçeve metnin sadece bir bölümüdür. Bu nedenle Komisyonda da eksik bir tartışmaya şahit olduk ve bu tartışmayı hep beraber yürüttük. İsrail’in Türkiye’ye tazminat ödemediği, ancak 20 milyon doları sadece lütfettiği net olarak anlaşılmıştır. İsrail bu anlaşmayla, asıl amacı olan, Mavi Marmara saldırısında görev alan vatandaşlarını Türkiye’deki hukuki ve cezai süreçten korumayı başarmıştır. Gazze ablukasının kaldırılmasına yönelik hiçbir ifadenin yer almadığı anlaşma, Türk dış politikasının ne kadar yanlış yönetildiğinin de bir örneği olarak, maalesef, tarih sayfalarında yerini alacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bakın, iktidarınız boyunca, maalesef, “sıfır sorun” dediniz, dış politikamız sıfır sorundan çok sorunlu, hatta tamamen sorunlu bir hâle geldi. Lütfen kendinize bir öz eleştiri yapın, sorumluluktan kaçmayın, hatalarınızın bedelini milletimize ödetmeyin, dış politikamızı ne hâle getirdiğinizi görün. Her seferinde hatayı AKP yapıyor, herkes sizi kandırıyor, çileyi millet çekiyor. Onun için sizden, millete daha fazla çile çektirmemenizi rica ediyorum.

Bakın değerli milletvekili arkadaşlarım, geçen hafta biz Dışişleri Komisyonundan oluşan bir heyetle Kanada’ya gittik. Heyette olan tüm parti temsilcilerine, uyumlu çalışmalarımız için buradan da ayrıca çok teşekkür ediyorum. Eğer bu uyum ve birliktelik dış politikada da her zaman uygulanıp Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun uyarıları ve partimizin tavsiyeleri dikkate alınsaydı, inanın şu an ülkemiz çok başka bir noktada olurdu. Çünkü dış politikadaki hedefimiz hepimizin ortak olmalı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün mirası olan Türkiye Cumhuriyeti’ni muasır medeniyetler seviyesine taşımak ve Türkiye'yi dünyanın en itibarlı ülkesi hâline getirmek; hepimizin ortak hedefinin bu olması gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, Kanada’da yaptığımız görüşmelerde dış politikada ne durumda olduğumuzu, bir kez daha tüm parti temsilcileriyle birlikte görmüş olduk. FETÖ örgütünün her yere yerleştirilmiş olduğunu da orada hep beraber maalesef görmüş olduk. “Yerleştirilmiş” diyorum, üstüne basa basa söylüyorum çünkü düne kadar kol kola olduğunuz kişilerin gerçek yüzlerinin çok geç farkına varmış olmanız ve sorduklarında “Biz kandırıldık.” demeniz, siyaset ve ciddiyet adına dış politikada asla sizi temizlemiyor. Gelin buradan ders alın, camiye, kışlaya, adliyeye siyaseti sokmayın.

Değerli arkadaşlarım, orada yaptığımız görüşmelerde, gerçekten çok acıdır, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak büyük zorluk çektik. Hele hele bu ziyaretlerde Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına muhalefetsiz gidip FETÖ terör örgütünü anlatmaya kalksaydı, inanacak kimseyi bulamayacaktı. Her görüşmemizde, bizlere yani muhalefete dönüp hem bana hem de MHP’li arkadaşımıza “Siz ne düşünüyorsunuz?” diye sordular. Biz “Bu saldırı FETÖ terör örgütü tarafından AKP’ye değil, tüm ülkemize, demokrasimize ve geleceğimize yapılmış alçak bir darbe girişimidir.” diye söyledik. Onun için değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikada düştüğü durumu orada yaşadık ve umuyoruz ve bekliyoruz ki inşallah bu şerden bir hayır doğacak, inşallah siz de bunlardan iyi bir ders alacaksınız.

Bakın, dış politikada o parti bu parti olmaz; tek konu, Türkiye Cumhuriyeti ve ülkemizin menfaatidir. Bu ziyaretlerde gördüğümüz dış politikadaki eksiklerin maalesef FETÖ terör örgütü tarafından doldurulmuş olması ve sizlerin de bunlara göz yummuş olmanızdır. Şimdi yapmamız gereken, öncelikle ülkemizin dış politikadaki itibarını düzeltmek için el ele, kol kola, birlik beraberlik içinde olmak ve bu terör örgütlerinden, FETÖ, PKK ve IŞİD şeytan üçgeninden hep birlikte kurtulmaktır. Milletimizin bir bütün olarak bizlere verdiği mücadele dersini biz de burada, Mecliste hep birlikte vermek zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca bu darbe girişiminin yarattığı ortamı ve iklimi, AKP’nin kendi siyasi amaçları için fırsata çevirme gayretini de maalesef yanlış buluyoruz. 15 Temmuzda yaşadıklarımız eğer bir fırsat olacaksa parlamenter demokrasimizi ve dış politikamızdaki hatalarımızı düzeltmek için bir fırsat olsun. Darbe girişimi laik cumhuriyetimize, demokrasimize ve özgürlüklerimize karşı yapılmıştır. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, demokrasinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla yaşamasından yanayız. Bu amaçla, ana muhalefet partisi olarak bir siyasi mücadele veriyoruz. Hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu, ayrımsız herkes için hukuk güvenliğinin sağlandığı bir Türkiye mücadelesi veriyoruz. Demokrasinin, halk iradesinin ve hukuk ilkelerinin üzerinde hiçbir gücü veya vesayeti asla kabul etmiyoruz. Demokrasi ve özgürlüklere karşı girişilen bu darbeye demokratik alanın ve özgürlüklerin genişletilmesiyle hep birlikte yanıt verebiliriz. Bu yaşananlar laikliğin egemen olması, laik ve bilimsel eğitimin yeniden benimsenmesi, devlet kadrolarında liyakat sisteminin egemen olması hepimiz için bir fırsat olsun. “Kamu görevlileri benim adamlarımdan olsun.” anlayışının sonucunu ülke olarak 15 Temmuzda çok üzücü olarak gördük ve yaşadık. Umuyorum, gereken dersleri aldık ve bundan sonra da ne cemaatleri ne siyaseti camiye de kışlaya da sokmayacağız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akın.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’nci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE JAPONYA HÜKÜMETİ ARASINDA TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE TÜRK-JAPON BİLİM VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİNİN KURULMASINA DAİR ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) 30 Haziran 2016 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin Kurulmasına Dair Anlaşma”nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – 1’nci madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Osmaniye Milletvekili Sayın Ruhi Ersoy konuşacaklar.

Buyurun.

MHP GRUBU ADINA RUHİ ERSOY (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz de Türk-Japon ilişkisine olumlu katkılarda bulunacağına inandığımız bu üniversitenin açılmasını olumlu buluyoruz ve destekliyoruz.

Bununla beraber, üniversite denildiğinde akla gelecek olan evrensel anlayışın, pek çok noktada böylesi bir kurumda tesis edilmiş olmasını bekliyoruz.

Türkiye’de “Japonya” denilince teknoloji, bu manada çekik gözlü insanlar ve bilim akla gelir. “Japonya buraya nasıl evrildi ve nasıl bu noktaya geldi?" sorusunun da hemen sorulması gerekir. Bazı entelektüel çevrelerde “Geleneğinden kopmadan nasıl aklı iktidar kılarak moderniteye bu kadar eklemlenebildi bu Japonya, bunun üzerine kafa yoralım.” denilir. Tabii, bunun pek çok sebebi vardır. Yani Japonya’nın çok uzaklarda kendi hâlinde bir ada olmasının siyasi, kültürel pek çok meselelere zemin oluşturması bir tarafa, köklü ve derin bir kültür olması ama kendi kültürel dinamiklerinin üzerinde kendini gerçekleştirebilmesi. İkinci Dünya Savaşı’nda yok olmak üzere olan bir ülkenin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya markalarını ortaya çıkartabilmesinin hikâyesi.

Tabii, biz bu üniversitenin içerisinde buradan ilham alınmasını da bekliyoruz ve arzu ediyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nda bu Japon kamikazelerin hangi anlayışla bu işi yaptıklarını merak eden Amerika bunu çözmek, anlamlandırmak ve bundan sonraki ilişkilerinde Japonya’yla Amerika’nın münasebetlerini belirlemek için birtakım araştırmalar yaptırıyor. Bunlardan bir tanesi de sosyal antropolog Ruth Benedict’tir. Onun “Krizantem ve Kılıç” adlı bir eseri vardır. Bu, Japonların tutum ve davranışlarını belirleyen ilkelerin kültürel boyutlarını tahlil eder.

Şimdi, burada eleştiri de yapabiliriz, “Amerika, sosyal antropolojiyi devreye koyarak, kültürü tanıyarak politikalarını belirleyen bilim adamını ajan yapmış.” da diyebilirsiniz ama büyük devlet olmanın gereği muhatap olunan ülkeleri anlamak için bunun yapılmasının zaruret olduğunu da ifade edebilirsiniz. Yani Bernard Lewis’in Orta Doğu’yu anlama süreçleri, Lawrence’in sahalarda dolaşması, bütün bunların temelinde muhatap olduğunuz kültürü tanımak ve onun üzerine siyasetinizi belirlemek var. Ama bugün üniversiteyi konuşuyoruz, konuştuğumuz üniversite de Türk- Japon ilişkileri üzerinden doğan Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesi.

Şimdi, bilim ve teknolojinin sıçrama tahtası olarak zeminini, insan unsuru üzerine kurguladığını hesaba katarsak insanı da kendi ait olduğu kültürel bağlamından kopartamayız. Dolayısıyla, kültürü de zemin olarak düşünmek durumundayız bu üniversitede. Eğer kültürden kopmuş sadece bilim ve teknoloji üzerinde pozitif bilim dayatması yapar ve bu deminki bahsetmiş olduğumuz kültürel bağlamı hiçe sayarsak bu üniversite amacına ulaşmaz. Amacına ulaşabilmesi için, bunun altında bir sosyal bilim zemininin burada okuyan insanlar üzerinde eğitim, program, müfredat olarak verilmesi zaruretidir.

Evet, bilim ve teknoloji üniversitesi diyebiliriz. Belki Japonları ve Türkleri bir araya getirip, “Eğitim dilini Türkçe mi, İngilizce mi, Japonca mı yapacağız?” tartışmasında, ortak olarak “Evrensel dil İngilizcedir, İngilizce yapalım.” demiş olabilirsiniz, ama orada okuyan Japon çocukların, gençlerin mutlaka Türkçeyi öğrenmelerinin, Türklerin de Japoncayı öğrenmelerinin müfredatın içerisine mecbur olarak konulması gerekiyor ve her iki kültürün de öğrencilerinin birlikte sosyalleştikleri alan, sadece üniversite hayatıyla ilgili, sınırlı değil, birbirlerinin kültürel katmanlarını, kültürel yapılarını da tanımaları ve anlamlamaları için, müfredatların içerisine mutlaka kültür programlarının ve o kültürlerin dil programlarının konulmasının zaruretine inanıyoruz.

Öte yandan, üniversite denilince özgürlükler ve bilimin yeşermesi için özgürlük iklimiyle çeşitliliğin varlığı kaçınılmazdır.

Değerli milletvekilleri, Türk kültürünün mayalandığı Maveraünnehri Semerkant ve Buhara merkezi, aynı zamanda Türk-İslam medeniyetinin neşet etmesinin temel çıkış noktasından birisidir, ama buranın temel özelliğine baktığımızda, bölge coğrafyalarının içerisinde yaşam tarzlarından, inançlarından ve fikirlerini ifade etmekten kaynaklı problem yaşayan pek çok insanı kendi bünyesinde barındırabilmiş ve hürriyetleri oluşturabilmiştir.

Oluşturulan bu hürriyet kaynağını Orhun Irmağı’ndan alırken, peygamberî anlayışı Türk aklı ve kültürüyle bütünleştiren İmamı Mâtürîdî’yi doğurmuş ve İmamı Mâtürîdî diyanetle siyaseti birbirinden ayırt eden anlayışı, kadının statüsü ve tanrıyla olan ilişkisi ve genel anlamda insanlığın aklayışıyla, Türkiye'de genel anlamda çoğunluğun itikattaki imamı olabilen Matüridi’nin anlayışının da yeşerdiği bir üniversite aklını ortaya koymuştur ve ondan sonraki yürüyüş Anadolu’da Selçuklu medeniyetini, Osmanlı’yı ve bugünlere gelişin hikâyesini doğurmuştur. Çeşitli evreler vardır ama özünde üniversal aklın yerli ve millî olan kaynaktan beslenmesi ve insanlığın hizmetine sunulması vardır. Biz de Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin adı her ne kadar Japonya’nın teknoloji ve bilimle eş değer bir ülke olduğu anlamına gelse de aynı zamanda Japonların prensip adamı, ahlak adamı, ilke adamı ve söz verdiği işi, iş ahlakını yerine getirmediği zaman nasıl harakiri yapabildiği ve intihar edebildiği gerçeğini en son Osman Gazi Köprüsü’nde çalışan bir Japon mühendis örneğinde gördük. Biz Osman Gazi Köprüsü’nü veyahut da köprüleri çok değişik bağlamda tartışıyoruz; ismiyle tartışıyoruz, rantıyla tartışıyoruz, gerekliliği gereksizliğiyle tartışıyoruz ama gözden kaçmaması gereken, Osman Gazi Köprüsü’ndeki bir Japon mühendisin halat kopmasını gerekçe göstererek intihar etme meselesi.

ÖZKAN YALIM (Uşak) - Ama hatalı değildi.

RUHİ ERSOY (Devamla) - Şimdi, bütün bunları toparladığımızda, ümidimiz o ki Türk-Japon Üniversitesinin genel anlamda Türkiye-Japonya ilişkisiyle beraber, Türkiye'nin arzu etmiş olduğu, pek çok anlamda değerlerini yozlaştırıp yabancılaştırmaya başladığı bir ortamda, ilkeli bir duruşu, kimlikli bir kültürel ifadesi olan Japonlarla olan kültürel yakınlığın yeniden Türk’e kendisini hatırlatmasına da vesile olacak bir eylem planı ve akıl üzerinde yürümesini arzu ediyor ve öyle olacağına inanıyoruz. O üniversiteden yetişecek olan gençlerin Türkiye için, Türk-Japon ilişkileri için, evrensel değerler için iyi işler yapmasını temenni ediyoruz. Ertuğrul Gazi Fırkateyni’nin, Abdülhamid’in, o dönemin Japonyası’nın ve tarihî hatıraların sadece hatıra ve hafızadaki nostaljik ifadeler olmasından çok bir misyona dönüşen bir dostluğu, birlikteliği yeniden tesis edebilecek, aynı zamanda bir kültür mahfili olmasını arzu ediyor ve Türk-Japon Üniversitesiyle ilgili gelişmeleri de Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak yakından takip edeceğimizi Genel Kurula, Meclise ve bu işi kuran, takip eden iktidar heyetine ifade ediyor, üniversitenin Türkiye için, Türk milleti için, Türk İslam dünyası için, insanlık için hayırlar getirmesini diliyor, Genel Kurula saygılarımızı sunuyoruz efendim.

Hayırlı akşamlar. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ersoy.

1’inci maddede şahsı adına Çanakkale Milletvekili Sayın Bülent Öz konuşacak.

Buyurun Sayın Öz. (CHP sıralarından alkışlar)

BÜLENT ÖZ (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk ve Japon Hükûmetleri arasında Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin kurulmasına ilişkin uluslararası anlaşma üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk-Japon ilişkilerinin tarihteki izlerini Japonya açıklarında batan Ertuğrul Fırkateyni münasebetiyle anımsarız. Sultan II. Abdülhamid’in, Japon İmparatorunun gönderdiği nişana Osmanlı Devleti’nin en büyük nişanıyla karşılık vermek ve iki devlet arasındaki münasebetlerde somut ilerleme kaydetmek için Ertuğrul Fırkateyni’ni gönderdiği bilinmektedir. Dönüş yolunda Ertuğrul Fırkateyni battığında 531 denizcimiz şehit olmuş, sağ kurtulan mürettebatımıza, Japon İmparatorunun talimatlarıyla, Japon Hükûmetinin ve halkının tavrı iyi ilişkilerin sürmesini temin etmiştir. Bu dramatik başlangıç sonrasında, 1985 yılında devam eden İran-Irak Savaşı’nda Tahran’da mahsur kalan Japonlar, dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın girişimleriyle kurtarılmışlardır. Bu iki olayla tarihsel birliktelik derinleşmiştir.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’mızda uluslararası sözleşmelerin onay zorunluluğu olduğu için bugün bu tasarıyı görüşüyoruz. Kuşkusuz ki bilim ve teknoloji alanında dünyada söz sahibi bir ülkeyle böylesine önemli bir iş birliğine gidilmesi ülkemiz için son derece önemli ve anlamlıdır. Zira, Japonya, kişi başına düşen yaklaşık 45 bin dolar seviyelerindeki rakamlara bilim ve teknoloji alanında insanlığa aktardığı üretimiyle, eğitim sistemlerinde millî kültürlerini benimseyen yüksek ahlakla yetiştirdiği genç nesilleriyle, yolsuzluk ekonomisine karşı toplumsal refahı önceleyen politikacılarıyla, işini dürüst ve layıkıyla yapan erdemli insan kaynağıyla gerçekleştiren bir ülke. Dolayısıyla, ahlak, bilim, erdem gibi kavramları yaşamlarının merkezine alan insanların hükûmetiyle bu anlamda bir birliktelik yapılması bizleri ziyadesiyle memnun etmiştir. Hele hele, özellikle 12 Eylül 1980 askerî faşist darbesi sonrası giderek yozlaşan, aklı ve bilimi öteleyen, ezberci, düşünmeyen, sorgulamayan nesiller yetiştirmeyi eğitim sisteminin temeline alan siyasal iktidarlarca eğitim alanının cemaatlere, tarikatlara terk edilmesi neticesinde kaybettiğimiz yılları göz önüne alınca bu anlaşmaya karşı çıkmak mümkün değil.

Değerli milletvekilleri, her fırsatta ulusal eğitim sistemimizi kendi kafasına göre yeniden inşa etmeye çalışan bakanları gördükçe “Acaba bizim ülkemizde de seküler temellere dayanan bilimsel bir eğitim modeli hayata geçebilir mi?” sorusunun sorulduğu bir ortamda bozuk saat misali arada doğrunun yapıldığı da görülüyormuş.

Kurulacak bu Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesinde enerji, nanoteknoloji, biyomedikal, uzay teknolojileri, nükleer bilim, reaktör mühendisliği, mimarlık, inşaat, deprem mühendisliği, sosyal bilimler alanlarında eğitim verilmesinin öngörülmüş olması, başta eğitim kurumları ve o kurumların aracılığıyla devletimizin neredeyse bütün hücrelerinin dinci, gerici tarikatlar tarafından kuşatıldığı bir süreçte yerinde bir proje olacaktır.

Değerli milletvekilleri, dilerim ülkemizde, seküler bilime tarihsel birikimi ve deneyimiyle muazzam katkı sunma olanağı olan Japon Hükûmetiyle yapılacak bu iş birliğine yukarıda anlattığım sebeplerden ötürü “Biz ne yapıyoruz ya?” diyerek karşı çıkmazsınız. On dört yıllık iktidar pratiğinizde bilime ve teknolojiye değil, gerici bir eğitim modeline, cemaatlere yatırım yaptınız. Bütün uyarılarımızı kulak arkası da etseniz, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi kısmen uyanmanıza ve sesimize kulak vermenize sebep oldu.

Değerli milletvekilleri, kurulacak üniversitenin eğitim dilinin İngilizce olması kararlaştırılmıştır, Türk ve Japon öğrencilerine ise Türkçe ve Japoncanın seçmeli ders olarak okutulacağı yazılmaktadır. Kültürel kaynaşmanın arzu edilen boyutta sağlanabilmesi için en azından her iki ülkenin uyruğundaki öğrencilerin diğer ülkenin dilini de öğrenebilmesi bakımından Türkçe ve Japonca zorunlu ders olarak, eğitim dili İngilizce yanında verilirse yerinde olacaktır. Hem Türk-Japon üniversitesi kurulacak hem de Türkçe ve Japonca seçmeli ders olacak, bu mantıklı değildir.

Son bir temennim de dilerim kurulacak bu bilim ve teknoloji üniversitesini de kısa süre içerisinde kendi anlayışınıza benzetmezsiniz diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

1’inci madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutuyorum…

Biraz önce “1’inci madde üzerinde bir önerge var.” demiştim, önerge çekildi.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde söz talebi yok.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – 3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum ve süreyi başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin Kurulmasına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu okuyorum:

“Kullanılan oy sayısı:   234

Kabul   :                                            233

Ret      :                                            1(x)

 

                         Kâtip Üye                                                                    Kâtip Üye

                      Fehmi Küpçü                                                         Ali Haydar Hakverdi

                            Bolu                                                                        Ankara”

Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Hayırlı olmasını diliyoruz.

Sayın milletvekilleri 3’üncü sıraya alınan Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/754) ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/754) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 414) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon Raporu 414 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Bingöl Milletvekili Sayın Hişyar Özsoy konuşacaktır.

Buyurun Sayın Özsoy. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri… (Gürültüler)

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Konuşulacak bir ortam değil Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, kürsüde konuşmacı var.

Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Özsoy, sürenizi yeniden başlatıyorum.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

…Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

414 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerine konuşmak için HDP adına söz almış bulunuyorum.

Tabii, sabahtan yapılan konuşmalarda, değişik konuşmalarda bu İsrail’le yapılan anlaşmaya değinildi, birçok arkadaşımız bu anlaşmayı eleştirdi. Anlaşmanın eleştirilebilecek teknik boyutları var, bir de anlaşmayı siyasi anlamda bir yorumlamamız gerekiyor. (Gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, görüşmelerinizi biraz daha sessiz yaparsanız… Lütfen…

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) – Şimdi, işin doğrusu bu anlaşmayı eleştirmek çok kolay, şu açıdan çok kolay: Bu anlaşmanın öncesinde İsrail’le ilişkilerin normalleşebilmesi için Hükûmetin 3 şartı vardı: İsrail’in özür dilemesi Mavi Marmara olayı yüzünden, mağdurlarına tazminat ödemesi ve Gazze üzerindeki ablukanın kaldırılması gibi 3 maddeyi ısrarla ifade etmişlerdi. Yani, mevcut durumda hem özür hem tazminat hem de Gazze üzerindeki abluka konusunda Hükûmet istediğini alamamış durumda; biz bunu görüyoruz. Buradan çokça eleştiriyi yükseltebiliriz ama bunun çok faydalı, çok yararlı bir yöntem olmadığını düşünüyoruz.

Çok kısaca teknik anlamda bir iki eleştiri belirttikten sonra, bu anlaşmanın Orta Doğu’da Türkiye'nin İsrail’le, Türkiye'nin Rusya’yla, Türkiye'nin Suriye ve hatta Mısır’la ilişkilerini nasıl dönüştüreceğine dair bazı düşüncelerimizi paylaşmak istiyorum. Anlaşmanın başlığında “Tazminat” diyor -öncelikle kamuoyunun bunu çok iyi bilmesi gerekiyor- bu anlaşma bir tazminat anlaşması değildir. Çünkü, İngilizceden tazminat olarak çevrilen kavram “compensation” kavramıdır, telafi etmek anlamındadır, hukuki herhangi bir bağlayıcılığı yoktur. Zaten, başka arkadaşlarımız da ifade etti, İsrail Hükûmeti bu 20 milyon doları “ex gratia” olarak veriyor yani bir “grace” sonucu yani nezaketinden, kibarlığından veriyor, bunu söylüyor. O açıdan arkadaşlar “Bunu lütfetti.” diyorlar. Yani, “20 milyon doları ben size vereceğim, siz bu meselenin üstünü kapatın.” Hem siyasi olarak kapatacaksınız hem diplomatik olarak kapatacaksınız hem de hukuki anlamda Türkiye Cumhuriyeti devletinin İsrail’den herhangi bir cezai veyahut da hukuki talebi olmayacak. Artı, olur da Mavi Marmara’nın mağdurları dava açarlarsa -ki 32 tane açılmış dava var, 2 tanesi de karara bağlanmış, 300 milyar civarında bir tazminata hükmetmişler- bunları da yani oluşabilecek tazminatları da İsrail devleti adına bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti devleti ödeyecek. Yani, biz kendi cebimizden çıkan vergilerle Mavi Marmara mağdurlarına tazminat verebilecek duruma düşebiliriz. İsrail’in yaptığı… (Gürültüler)

Ya, arkadaşlar, gecenin bu saati; dokuz saattir bekliyoruz yirmi dakika konuşmak için, rica ediyoruz…

Peki, çok önemli değil zaten canım yani çok önemli değil.

Değerli arkadaşlar, burada çok önemli olan bir şey, bu anlaşmanın hazırlanma, yazım ve imzalanma süreçlerinde bizim anlayabildiğimiz kadarıyla, basından takip edebildiğimiz kadarıyla Mavi Marmara mağdurlarının fikirlerine çok fazla başvurulmamış çünkü feryat figan ediyorlar şu an. Temel olarak söyledikleri, aynen şöyle bir alıntı yapıyorum, Sayın Cumhurbaşkanı “Kanı akanlar sizsiniz, o yüzden de İsrail’le olabilecek bir anlaşmada söz hakkı da sizlere ait.” demiş kendilerine, aileler bunu ifade ediyorlar ama kendilerine danışılmadığını, fikirlerinin sorulmadığını da söylüyorlar. Dolayısıyla, bu mağdur ailelerin basına yansıyan ifadelerini de göz önünde bulundurduğumuz zaman ortada gerçekten hem ahlaki hem demokratik anlamda bir sıkıntı var. Yani Allah bile kul hakkını affetme hakkını kendinde görmezken devlet nasıl olur da kulların haklarını affeder bir pozisyonda kendisini görüyor? Bu ilginç bir durum.

Öyle görünüyor ki çok uzun bir zaman Mavi Marmara olayını ve onun mağdurlarını, birçok dış politika konusunda olduğu gibi iç siyaset malzemesi yapan, bunu sömüren -bu kadar ağır bir tabirle söylüyorum- seçim meydanlarında hem Mavi Marmara olayını hem de Türkiye halklarının Filistin’e duyduğu sempatiyi genel anlamda oya tahvil eden AKP Hükûmeti, bu olayın mağdurları ve yakınlarına gereken hassasiyetle kesinlikle yaklaşmamış, onları ve onların taleplerini reel politiğin soğuk acımasızlığına kurban etmiştir.

Burada AKP adına söz alan bazı hatipler bu son dönemlerde şu kavramı -ben çok sevdim- sıkça kullanıyorlar: “Siyaset dediğiniz, özellikle, diplomasi dediğiniz dinamik bir süreçtir.” diyorlar. Nedir bundan kasıt? Sürekli olarak siyaset değişir, dengeler değişir, biz de bu dengelere kendimizi uydurmak durumundayız. Bu konuda söyleyebileceğimiz bir şey yok. Evet, siyasal süreçler tabii ki dinamiktir, çok aktörlüdür, çok faktörlüdür ve herkes sürekli pozisyon değiştirerek ayak uydurmaya çalışır fakat burada sıkıntılı olan durum şu: Bakın, bugün AK PARTİ’nin üzerine bu kadar çok gidilmezdi, kimse gitmezdi; şayet AK PARTİ bu Mavi Marmara meselesini, “…”(x) meselesini, İsrail-Filistin meselesini iç politika malzemesi olarak seçim meydanlarında bu kadar kullanmasaydı bugün insanlar da ahlaki bir yerden bu meseleyi eleştirmezlerdi, biz de yapmazdık. Olabilir, dış politikada hatalar da yapılmış olabilir, “Zararın neresinden dönerseniz kârdır.” mantığıyla Türkiye'nin Orta Doğu’daki komşularıyla belli bir dengede yeniden ilişkilerini düzeltmesini kimse eleştirmez fakat o kadar yüksek sesle… Ben hatırlıyorum yani o seçim meydanlarında öyle “…”(x), “…”(x), “…”(x) bir oradan başladı, bir Mavi Marmara… Şimdi, yakında göreceğiz, Mısır’da “Rabia”, o işaret de gidebilir yani o işaret de kalkabilir. Şimdi, siz gelip dış politika gibi son derece enstrümantal, reel bir mantığın hâkim olduğu bir yerde bu kadar güçlü ahlaki argümanlarla giderseniz sonra geldiğiniz noktada işte gerçekten “9 kişinin canı 20 milyon dolar, al kapat.” noktasına geliriz. Bunu şunun için söylüyoruz: Maalesef, bayağı bir dönemdir…

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) – İndirgemeci sizin söylediğiniz.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Evet, 20 milyon dolar çok kötü bir para değil fakat o doğal gaz paralarıyla bunun çok fazla bir kısmını çıkaracaklar zaten. İsrail’in bu mevzuya nasıl daldığı, o doğal gaz kaynaklarını Türkiye’ye nasıl satmak istediği, şu an bütün dünya medyası bunu konuşuyor, kimse 20 milyon doları konuşmuyor çünkü yapılan daha büyük anlaşmalar var ortada.

Bizim şurada gördüğümüz o 6 madde var ya arkadaşlar, buz dağının görünen ucu sadece, arkasında askerî, istihbari, ticari dünya kadar anlaşma yapılmış ama Hükûmet -Dışişleri Komisyonuna güvenmiyor olsa gerek- o tür bilgileri kesinlikle bizimle paylaşmıyor. Bize 6 maddeden bir kâğıt vermişler, bakıyoruz biz sadece o 6 maddede onları görüyoruz. Zaten hepsi tazminat nasıl ödenir, bununla ilgili. “Parayı vereceğim, hukuki dava yok, cezai talep yok, git o mağdurlarla ne yapıyorsan yap.” durum bundan ibaret. Yani bu kadar bir anlaşma bize verilmiş ama arkasında CHP’den konuşan hatip arkadaşımızın söylediği gibi büyük bir çerçeve anlaşma var, başka şeyler var ama biz şu an bugün burada bunu onaylayacağız, siz de bilmiyorsunuz, biz de bilmiyoruz, neyi onayladığımızı da çok bilmiyoruz. Arkasında ne tür ilişkiler var, gerçekten onları da umarım artık Batı’da ya da İsrail gazetelerinde o basından takip etmek durumunda kalacağız.

Şimdi, arkadaşlar, İsrail’le ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, normalleşmesi sadece İsrail’le ilgili bir durum değil. Malumunuz, hem Batı’da özellikle Avrupa ve Amerika’yla gerilen ilişkiler söz konusu bir taraftan, diğer taraftan Orta Doğu’da Türkiye’nin “merhaba” diyebileceği neredeyse ülke kalmamıştı. Suriye politikasını bu kavramlarla ifade etmiştim: Suriye Türkiye’nin bütün dış politika enerjisini tüketmişti. Suriye üzerinden Mısır’la gerilim oldu, bakın, o da Suriye’yle ilintili. Suriye yüzünden İran’la gerilim oldu, Irak’la oldu, Rusya’yla oldu, Avrupa’yla oldu, Amerika’yla oldu, herkesle oldu, ilişkiler gerildi Fransa dâhil. Şimdi, Türkiye bu darboğazdan çıkmak için, hem Orta Doğu’da hem dünyada bu izolasyonu kırmak için çok radikal bir şekilde birtakım U dönüşleri yapıyor. Mesela Rusya’ya bir mektup vesilesiyle bir özür ve ondan sonra ilişkileri normalleştirmeye çalışıyor. Şimdi, işin bir tarafında tabii ekonomik kaygılar var çünkü biliyorsunuz, turizm çok ciddi darbe aldı, tarım ciddi darbe aldı. Olabilir yani hata yapıldığı gerçekten düşünülüyorsa özür de dilenir, bu bir erdemdir de yani bundan kimse öyle ulusal gurur, onur meselesi filan çıkarmasın; hata yaptığınızı düşünüyorsanız içeride, dışarıda çıkıp özür dilemek de bir erdemliliktir. Ancak mesele bu kadar basit, bu kadar ahlaki bir yerden maalesef işlemiyor. Rusya’yla ilişkiler düzeltildi diye biz gerçi gazetelerde okuyoruz ama Birleşmiş Milletlerin kulislerinde durumun hiç de öyle olmadığını biz başka kaynaklardan da görüyoruz, duyuyoruz, sadece burada işte Hükûmete yakın kaynaklardan biz bilgi almıyoruz. İlişkiler, evet, böyle bir kaynaşma yavaş yavaş başlıyor ama Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler Türkiye’nin Orta Doğu politikası radikal anlamda dönüşmeden toparlanmayacak. Belki ekonomik, ticari anlamda bazı geliş gidişler olacak, bazı şeyleri toparlayacaklar ama sorun olduğu yerde duruyor. Önümüzdeki hafta sanırım -düştü basına da- Cumhurbaşkanının bir İran ziyareti olacak, orayla ilişkileri toparlamaya çalışıyorlar, İsrail’le bir taraftan toparlamaya çalışıyorlar. Bunlar hep sıkıntılı olan ilişkilerdi. Yine, Beşar Esad’la Cezayir’de gizli bir görüşme yapıldığı basına yansıdı, yalanlanmadı. Geçen gün Başbakan da “Yakında, altı ay içerisinde Suriye’ye dair de güzel şeyler olacak.” gibi, tırnak içinde söylüyorum, müjdeli bir haber verdi. Onun dışında, biliyoruz, geçen nisan ayında resmî olarak Türkiye Mısır’a teşekkür etti ve başında da Sisi var. Şimdi Mısır’la da ilişkilerimizi nasıl düzenleyebiliriz gibi... Güzel, güzel, bunlarda bir sıkıntı yok; var da yok, retorik olarak söylüyorum.

Şimdi, bütün bu devletlerle yaşanan sıkıntılar Türkiye’de bütün seçim meydanlarında konuşuldu değil mi? Hatta, mesela Türkiye’nin Mısır politikasını...

CHP’li arkadaşlar, dinliyor musunuz? CHP’li arkadaşlar...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) – Dinliyoruz, dinliyoruz.

BAŞKAN – Siz konuşmanıza devam edin lütfen.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) – Mısır siyaseti yüzünden CHP’liler eleştirdiği zaman –ben hatırlıyorum- vatan haini ilan edilmişlerdi, Suriye yüzünden yapıldığı zaman vatan haini ilan edilmişlerdi, hatırlıyoruz. Biz de eleştiriyi yükselttiğimiz zaman... Tabii, iç politika malzemesine dönüşünce her şey, her şey maalesef seçim meydanlarındaki hamasete dökülünce dış politikanın rotası şaşıyor. Öyle görünüyor ki şu an öyle bir siyasetten ziyade daha böyle reel, daha enstrümantal bir yerden işte “Bu ülkenin dünyayla ilişkilerini yeniden nasıl düzenleyebiliriz?” gibi pratik, enstrümantal bir akılla bir değişikliğe gidilmiş. Fakat bunu yaparken, bakın, yine siz anlaşmanın gerekçelerine bakın, efendim, diyorlar ki: “Biz bunu yapıyoruz ama aslında biz bunu Filistin’e daha iyi yardım yapabilmek için yapıyoruz.” Yani, o ahlaki üstünlüğü de bir türlü bırakmıyorlar. Hata yapıldığını da kimse kabul etmiyor burada yani “öz eleştiri” dediğimiz bir kültür olmadığı için CHP, HDP, MHP kim çıkarsa çıksın sürekli eleştiriyor. Ya, bir defa da deyin ki arkadaşlar: “Gerçekten, biz Türkiye'nin kapasitesini, mevcut kapasitesini -ki çok düşük bir kapasitesi yok ülkenin- biraz belki abarttık, bölgeyi dizayn etmeye çalıştık; bunu yaparken de bir sürü komplikasyonla karşılaştık ve şu an gerçekten, nasıl işin içinden çıkabileceğimizi bilmiyoruz.” Bakın, siz bunu böyle alkışlıyorsunuz falan ama İsrail’le, İran’la, Rusya’yla, Mısır’la yapılan bu flörtler, bu ittifaklar Türkiye'nin şu ana kadar içinde olduğu ittifaklarda ciddi krizler çıkarıyor. Geçen gün -artık ne biliyor da biz bilmiyoruz onu bilmiyorum ama- bir Suudi politikacı “Türkiye Suriye’de politikasını değiştiremez.” dedi, basına da yansıdı. Artık, “Niye bunu söylüyor, Türkiye'nin oradaki ilişkileri ne, hangi gruplarla ne tür ilişkileri var, kime silah vermiş, yarın bu gruplar Türkiye’ye dönebilir mi?” gerçekten bilmiyoruz. Çünkü siz öyle, istediğiniz gibi böyle bir arı çiçekten çiçeğe konar gibi dış politika yapamıyorsunuz; birisine konduğunuz zaman diğeri size kızıyor. Rusya’ya şu an yaklaşıyorsunuz, “Batı’ya ben biraz şantaj yapayım, -ona da gireceğim- belki oradan bir şeyler çıkarırız.” diye ama Batı da öfkeleniyor gittikçe, NATO öfkeleniyor, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi -göreceksiniz buradan söyleyeyim- yakında Türkiye’yi izleme sürecine ciddi anlamda almayı tartışacak yani bambaşka yerlere gidiyor. Dolayısıyla yani böyle çok esnek bir pragmatizmin de olumsuz anlamda etkileri de olacak. Öyle her şey çok iyi gidiyor değil. Kamplaşmış dünyada hele hele birçok kampın olduğu bir dünyada bir tarafa gittiğiniz zaman diğeriyle ilişkileriniz sarkar; bunu da bilmek gerekiyor.

Şimdi -zamanım az kaldı- biz şunu söylüyoruz arkadaşlar: “Türkiye niye şimdi bu U dönüşlerine başladı, bu rota değişikliğine girdi?” Girdi iyi mi yaptı, kötü mü yaptı bu ayrı bir tartışma konusu.

Şimdi bakın, biz HDP olarak bütün bu siyasetin merkezinde ekonomik kaygılardan çok politik ve ulusal güvenlik kaygılarının önde olduğunu düşünüyoruz. Ortada Türkiye'nin bütün dış politikasını dönüştüren, zedeleyen bir Suriye politikası vardı ve Türkiye Suriye politikasını hâlâ ciddi anlamda dönüştürmüş değil. İki başlı bir politikaydı Suriye politikası. Birincisi: Esad gidecekti. İkincisi: Kürtler, Suriye’nin kuzeyinde, bizim “Rojava” dediğimiz yerde herhangi bir siyasal statü, bir özerklik, bir federasyona sahip olmayacaklardı, iki başlıydı. Türkiye birinci maddeden vazgeçti, üç ay önce burada söyledim, vazgeçti, artık “Esad’ın geleceğine Suriye’deki halklar ileride karar verecekler.” diyor. Geriye ne kaldı? Geriye “Kürtler orada bir Kürt bandı oluşturmayacaklar, iki tane kantonlarını birleştirmişlerdi, üçüncü kantonu biz birleştirmeyeceğiz.” diye İsrail’e avuç açıyorsunuz, Rusya’ya avuç açıyorsunuz. Yarın İran’a gideceksiniz, belki Mısır’a gideceksiniz, hatta Esad’a da gideceksiniz; öyle görünüyor. Sebep? Sebep şu: Kürtler, o iki kantonu birleştirmeyecek. Siz “Yok.” deyin, bütün dünya böyle okuyor. Açın bakın uluslararası ilişkiler dergilerine, Türkiye’nin yaptığı bu manevranın temelinde bir ulusal güvenlik kaygısı, yeni Orta Doğu’da Kürtler Suriye’de ikinci bir Kuzey Irak yaratmasınlar; hikâye bu.

Peki, biz diyoruz, İsrail’e gideceğinize -gidin, yine gidin ama- Rusya’ya gideceğinize, Putin’e, Esad’a gideceğinize ileride ya da gizli gizli görüşeceğinize, Sisi’ye gideceğinize yahu niye Kürtlere gitmiyorsunuz? “Müslüman” diyorsunuz, “kardeşim” diyorsunuz, “Bin yıldır birlikte yaşıyoruz.” diyorsunuz, niye Kürtlerle yeni bir ilişki zemini aramak kimsenin aklına gelmiyor? Biraz sıkıntılı değil mi? Hem de sınırın diğer tarafı. Bakın, o sınırların karşı tarafında dünya kadar akrabamız var bizim. Geçen gün bir Mardin vekilimizin 7-8 tane akrabası Kamışlı’daki patlamada öldü. Bu kadar yakın. Bunlarla görüşmenin zeminini aramayıp gidip “İsrail’den belki istihbarat ve askerî destek alırım, Kürtleri Suriye’de boğarım, belki Rusya üzerinden Esad’ı ikna ederim…” Zaten Esad saldırmaya başladı Kürtlere, bazılarının gözü aydın olsun, uçaklarla şimdi Haseke’yi vuruyor, Kamışlı’yı vuruyor. Hani Kürtler ile Esad kardeşti ya! Amerika da uçaklarını göndermiş, şu an Kamışlı’nın üzerinde, orada burada dönüyor yani.

Bu işleri daha kolay çözebilmenin bir yolu var. Biz hâlâ olduğumuz noktadayız. Beş, altı ay önce ne diyorsak onu diyoruz. Bu kadar gidip bütün dünyanın etrafını dönmeye gerek yok. Oturun Kürtlerle tertemiz, adil bir barış yapın hem Türkiye’de hem de Suriye’deki Kürtlerle ilişkileri düzenleyin, siz de, biz de, hepimiz de doğru düzgün Orta Doğu’da yeni bir pozisyon alalım. Aksi hâlde eskiden dost olan sonra düşman olan, yeniden dost yapmaya çalıştığınız gruplarla, ülkelerle eski politikayı devam ettirmeye çalışırsanız gerçekten beyhudedir. Bunun siyasi faturası belki Hükûmete kesilir ama genel faturası Türkiye’de yaşayan herkese kesilir.

Son olarak… Zamanım kalmadı. İstanbul Amerikan Robert Lisesinden mezun, Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Bölümünü bitirmiş, CERN gibi bir yerde masterını yapmış, Rio de Janeiro’da fizik doktorasını yaparken bırakmış, yazı yazmaya başlamış. Dünyanın ilk elli kalemi arasında gösteriliyor birçok edebiyat otoritesi tarafından. Kitapları 9-10 dile çevrilmiş. Birçok kitabı İngilizce, Fransızca, Norveççe, dünya kadar dile çevrilmiş kıymetli bir kadın yazar. Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı’nı kazanmış, Deutsche Welle'nin düzenlediği öykü yarışmasında birincilik kazanmış. Öyle bir CV’si var ki. Kim bu biliyorsunuz değil mi? Bazılarınız biliyor, Aslı Erdoğan, Özgür Gündem’in yayın danışma kurulundaydı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) – Hemen bitiriyorum Başkan.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Başkan, bir dakika ek süre verin çünkü iki dakika süresi alındı konuşmasına başladığında.

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum size çünkü geçen gün Cumhuriyet Halk Partisine bir dakika vermiştim. Gerekli olduğu zaman diğer partilere de vermek üzere size de ek bir dakika süre veriyorum.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) – Çok teşekkür ettim Başkan.

Aslı Erdoğan dünya kadar burs kazanmış, kitap yazmış, gerçekten edebi, entelektüel anlamda o kadar yüksek kaliteli bir durumda ki dünya otoriteleri bunu gösteriyor. Özgür Gündem gazetesinde köşe yazdığı için ve yayın kurulunda olduğu için… Ama hangi suçlamayla alınmış biliyor musunuz? Ya, her şey olabilir de, Allah aşkına, terör örgütü üyesi ya. Ya, eğer varsa dünyada böyle bir terör örgütü üyesi, vallahi entelektüel çapı çok yüksektir, ben seve seve kendim gidip üye olmak isterim. ((HDP sıralarından alkışlar) Yani en azından biriniz açın bir kitabını okuyun, bir sanatını, bir edebiyatını görün. Gerçekten, bakın, bunu yaparsanız, yarın, öbür gün “Biz FETÖ’cülerle mücadele ediyoruz”u dünyada hiçbir yerde anlatamazsınız. Dolayısıyla, bu olağanüstü hâli de tadında bırakıp gerçekten darbecilere karşı kullanmak ama böyle bir cadı avı üzerinden edebiyatçılara, akademisyenlere, barışseverlere bulaşmamak gerektiğini düşünüyoruz.

Teşekkür ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özsoy.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal konuşacak.

Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gecenin bu saatinde hâlâ dikkatini toplayan arkadaşların dikkatine de biraz bir şeyleri sunmak istiyorum.

Tabii, “Ha geldi, ha gelecek, ha anlaştık.” derken İsrail’le anlaşma yapıldı. “Anlaşma” derken de söylenen 3 maddeyle ilgili değil, sadece 1’iyle ilgili bir anlaşma var. Aslında o da yarım bir anlaşma çünkü söz konusu olan tazminat konusuydu. Bu ise bir lütuf, ihsanda bulunma gibi bir anlaşma maalesef olmuş. Onun için bizim baştan konuştuğumuz anlamda bir anlaşma olduğunu söylemek mümkün değil. Önceki günlerde Sayın Dışişleri Bakanı ile Sayın Elitaş grubumuza bilgi verdi, bazı şeyleri aktardılar ama sonuç itibarıyla baktığımız zaman, nereden nereye geldiğimizi de bu hususta değerlendirmek gerekiyor arkadaşlar ki, gündüz de söyledim, o zaman ancak bu hataları yapmayabiliriz, aza indirebiliriz ve daha millî bir dış politika izleme şansımız olur.

Peki, nasıl buraya geldik? Yani, bu anlaşmayı biz neden yapıyoruz? Bunun çıkış noktası neydi? Geriye doğru dönüp baktığımız zaman, Mavi Marmara olayının yaşanmasındaki temel şey, onların söyledikleri limana götürmemiş olmamızdan kaynaklanan bir müdahaleydi hatırlarsanız. Yani o anda onların söylediği şeyi eğer onların söylediği şekilde yapmış olsaydık böyle bir sonuçla karşılaşmayacaktık. Peki, şimdi ne yapıyoruz, şu an itibarıyla? Yine İsrail’in denetiminden geçilerek Aşdod’a göndereceğiz. Peki ne olacak? Yine ablukayı tanımış olmuyor muyuz? Ben pek anlamadım. Eğer farklı bir şey varsa, bizim anlamadığımız yerde arkadaşlar bilgilendirirse. Bakın, Mavi Marmara olayının yaşanmasının nedeni o gün o geminin o limana yanaşmamasıydı. Yani onların söylediği şekilde yardımı götürseydik sorun olmayacaktı. Ne dendi? “Devam edin.” dendi. Peki, şimdi “Anlaştık.” diyoruz, ablukayı kaldırdık. Nereden gidecek yardımlar? Ben merak ediyorum. Aynı şekilde o gün bu olayın yaşanmasına neden olan, onların gösterdiği yerden ve onların denetimiyle yardımı göndereceğiz. Peki, o zaman niye bu kayıpları yaşadık, onların hilafına hareket ettik? Bunların tartışılması lazım.

Özür dilendi. Uluslararası literatürde “özür” dendiği zaman bunun bir beyanla olması lazım. Tamam, o günün şartlarında telefonla arayarak, araya Amerikan yetkililerinin girmesiyle bir telefon diplomasisi olmuş o ayrı ama “resmî özür” dediğimiz zaman farklı şekilde çalışıyor. Tamam, bunu da bir yumuşama olarak kabul edelim. Evet, bunlar ilişkilerin düzelmesi açısından önemlidir ama ben doğru takdim etmemiz gerektiğini söylüyorum değerli arkadaşlar.

Ortada elle tutulur bir tane somut şey var, o da “tazminat anlaşması” dediğiniz ama hiçbir yerinde tazminat olmayan bir şey. Gündüz de söyledim, Dışişleri Komisyonunda görüşmeler sırasında Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu açıkça ifade etmiş, tutanaklara baktım. Yani İngilizce tabiriyle baktığımız zaman “indemnity” dediğimiz “tazminat”ı değil “compensation” tarzı bir… “Telafi” diyoruz iktisatta biz ona. Yani bir lütuf aslında. “Tazminat” dediğimiz hukuki bir tabir. Ha, bu da, efendim, olmuştur, vatandaşlarımızın zararı karşılanır o ayrı bir şey ama neyi yaptığımızı doğru tanımlamamız gerekiyor, onun için söylüyorum, sanki böyle “Çok büyük bir şey yaptık, her şeyi çözdük.” gibi değil. “Bir adım attık, yumuşama sağladık, belli bir noktaya getirdik.” demek başka bir şey, “Biz söylediğimiz 3 şartı da yaptırdık.” demek başka bir şey. Ha, burada neden bunu söylüyorsunuz onu da söyleyeyim: Hep söylediğim, ifrat tefrite kaçıldığı için dış politikada, söylerken iç politikaya yönelik sert söylemler söylemek hoşunuza gidince sonra bunun ceremesini millet çekiyor, sonra geri dönerken de böyle bir sürü şey anlatmak zorunda kalınıyor. Oysaki kurumsal bir dış politika millî bir şekilde uygulansa, ilgili kurumlara danışılarak bunlar yapılsa böyle bir şeye düşmeyiz.

Yani, devletin başı olarak Cumhurbaşkanı ayrıdır, onun sözcüsü, genel sekreteri ayrıdır; Dışişleri Bakanlığı ayrıdır. Ben bazen üzülüyorum çünkü henüz daha Dışişlerinden bir açıklama gelmeden İbrahim Kalın pat diye bir açıklama yapıyor. Yani, sonra bu sefer telafi edemiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı açıklama yaptırıyor, arkasından bu sefer geliyor, önce… Yani, neler söyledi Sayın Erdoğan? Sonra sıkışınca “Bana mı sordunuz da gittiniz!” demek zorunda kalıyorsunuz. İkisi de yanlış; baştan söylenen de yanlış, sonraki de yanlış. İki gündür söyledim, ne “Kardeşim Esed” kısmında ailecek toplantı yapmak doğru ne de “Düşman Esed” doğru; ikisi de yanlış. Türkiye’nin çıkarları neyi gerektiriyorsa o anda gerekli müzakereleri yaparız, bizim lehimize neyse o noktada uzlaşabiliriz.

İktisatta bizim “pareto optimumu” dediğimiz bir şey vardır, ben diplomatlara onu anlatırım yani iki tarafın da lehine olacak şekilde değişim devam eder, o değişim noktalarının oluşturduğu çizgilerde de biz “pareto optimumunu” tarif ederiz. Taraflardan en az birinin kaybetmiyor olması gerekiyor diğeri kazanırken. Bir taraf zarar etmeye başladı mı o değişim durur. Biz de dış politikayı bu anlayışla yapmak zorundayız. Aksi takdirde ne olur? Sürekli olarak zikzaklarla bu sefer hem inanılırlığımızı kaybediyoruz hem ağırlığımızı dış politikada kaybediyoruz, gittiğimiz zaman da anlatamıyoruz. Yani, aynen geçen gün, önceki haftalarda darbe sonrası gelişmeleri anlatmak üzere değişik ülkelere giden arkadaşlarımızın gözlemleri, sadece benim değil, Londra heyetinde ben gözlemledim ama diğer ülkelere giden arkadaşlarımla da görüştüm. O zaman bizim dinlenirliğimiz, ağırlığımız kayboluyor, ülke olarak inandırıcılığımız kayboluyor. Onları kaybetmemek lazım, söylediğimiz lafın da ağırlığının olması lazım.

Hakikaten şimdi buraya bakıyoruz, gerçek anlamda deniz ambargosu kalkmamış, buradan anlaşılan bu. Yardım malzemelerinin Aşdod’a indirilmesini ve izin verilecek malzemelerin Gazze’ye aktarılmasını teklif etmişti, yine oraya gönderiyoruz. Peki, sonrasında şimdi ne olacak? Sadece, bu anlaşmayla beraber değerli arkadaşlar, biz onların verdiği parayı alacağız, tazminat yerine de bir lütufta bulunacaklar, o lütfu alıp zarar görenlerin yakınlarından dava açmış olanlara o parayı dağıtacağız. Karşılığında ne yapacağız? Karşılığında da onların açtıkları davaları buradan yasa yoluyla iptal edeceğiz. Yani bunlar normal şartlarda şimdiye kadar çok büyük sayı olmadığı için rızayla yapılması gereken şeylerdi aslında. Neden burada anlaşma geliyor? Şimdi biz niye bununla uğraşıyoruz? Normal şartlarda tazminatı vermeleri için bir anlaşmaya gerek var mı? Uluslararası anlamda bilmiyorum ama davaları iptal etmek ve açılacak davaları önlemek için her zaman yaptığınız gibi… Dün kabul ettik, kamulaştırmayla ilgili hususlar vardı, onlarla ilgili de yine vatandaşın dava açma hakkını -en temel haklardan bir tanesidir- elinden alıyoruz. Dolayısıyla bunlara gerek kalmadan, ikili ilişkilerle, gerçek anlamda yapacağımız şeylerle bu düzenlenebilir, önlenebilirdi. Yani uluslararası anlaşma dediğimiz zaman diğerleriyle ilgili bir şey yok, ablukayla ilgili bir şey yok, diğer ilişkilerle ilgili olan anlaşmalar olabilir ama burada sadece yapılan; “tazminat” dedikleri bir lütuf karşılığında davadan vazgeçmek, başka bir şey yok. Onun için bizim dış politikanın kalıcı dostluklarla ya da kalıcı düşmanlıklarla yürütülemeyeceğini, onun için de eylemlerimize ve söylemlerimize bu işi yürüten insanların dikkat etmesi gerektiğini hep akılda tutmamız lazım. Aksi takdirde sürekli olarak ileri geri yapmak zorunda kalırız.

Bir defa daha hatırlatıyorum aynı şeyleri: Şu anda Suriye’de düştüğümüz durum gibi, Mısır’la ilgili ilişkilerimiz gibi, aynı şekilde Libya’daki durumumuz gibi bir hafta sonra ters tarafa gitmek zorunda kalabiliyoruz. Bizim Milliyetçi Hareket Partisi olarak kaygımız budur. İnşallah, bir millî dış politika uygulamak üzere bu başlatılan… “Parlamenter diplomasi” diyoruz artık ona, yurt dışında değişik ülkelerde gördük diye onun için söyledim. Parlamento olarak ağırlığımız başka oluyor. Maalesef, Hükûmet sözcüsü olarak sizlerin tek başına söylediği eskisi kadar dinlenmiyor. Burada da o kredibilite kaybı sürekli olarak ileri geri konuşmamızdan kaynaklanıyor çünkü söylediğimizin sürekli arkasında duramıyoruz, o zaman da onlar farklı bakmaya başlıyor. Biz MHP olarak her zaman “Millî çıkarlarımıza göre, önce ülkem ve milletim, sonra partim, sonra ben.” anlayışına göre politika yürütüyoruz, özellikle de dış politika konusunda içerideki çekincelerimizi -bütün toplantılarda da arkadaşlarımız buna dikkat ederler- ayrı tutuyoruz ama burada biz bizeyken bazı şeyleri dillendirmemiz gerekiyor. Ülkemizin bütün komşularıyla, çıkarı olan bütün ülkelerle karşılıklı çıkar çerçevesinde ilişkilerini yürütmesi; İsrail, Rusya dâhil olmak üzere ilişkilerini düzeltmesi sevindiricidir ama bunu yaparken de o geçmişteki hatalarımızdan ders almamız ve bundan sonra bunları yaşamamak üzere dikkatli olmamız gerekiyor. Ben bunun bize bir ders çıkaracağımız bir olay olması gerektiğini düşünüyorum.

Bu vesileyle yeniden yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

O insanların zararının tazmin edilmesi önemlidir. Adı “tazminat” değil, belki biraz daha alttan almak zorunda kaldık ama bir daha da böyle şeylere, yeniden zikzak yaşayacağımız olaylara ve fecaatlere yol açmayalım diyor, gecenin bu saatinde de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz konuşacak.

Buyurun Sayın Yılmaz. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geç bir saatte İsrail anlaşmasını konuşuyoruz. Bu gece siyasi iktidarın dış politikada bugün burada görüştüğümüz 6 maddelik anlaşmayla caydırıcılığını kaybettiğinin tescil edildiği bir gece. Aynı şekilde, bu gece “…” (X)efsanesinin ve cazibesinin de bittiği bir gece. “İsrail terör devletidir. İsrail katildir. Biz oldukça, olumlu bir şey düşünemeyiz İsrail’le” efsanesinin de bittiği bir gecedir bu gece. Bu gece aynı zamanda isterdik ki İsrail’le ilgili bu konular son altı yılda nasıl kamuoyunda tartışıldıysa, nasıl iç politikaya malzeme edildiyse, nasıl sömürüldüyse, nasıl oya tahvil edildiyse, nasıl İsrail aleyhtarlığı ve Filistin sempatisi sandığa yansıtıldıysa, meydanlarda konuşulduysa bu anlaşmanın maddeleri de aynen o şekilde meydanlarda konuşulmalıydı; halk bilmeliydi, gerçekten İsrail aleyhtarlığının, bu kadar süre dillendirilen İsrail aleyhtarlığının bu maddelerde nasıl çöpe atıldığını bilmeliydi.

Şimdi, normalleşmeyi biz başından beri destekledik. Biz hiçbir ülkeyle ilişkilerin kötüleşmesini, ilişkilerin bozulmasını asla istemeyiz. Nisan ayında, Hükûmet hâlâ İsrail’le ilişkilerde üst perdeden konuşurken biz bir heyetle İsrail’e gittik; Tel Aviv’e gittik, Kudüs’e gittik, Ramallah’a geçtik, Batı Şeria’da görüşmeler yaptık, hem Filistin’de hem İsrail’de ve bu anlaşma daha o zaman yeni yeni kamuoyunun gündemine geliyordu. En ayrıntısına kadar bunu orada görüştük ve şunu anladık: Bizde bu konu kapatılmıştı, bir utangaçlık var çünkü söylenen sözler, atılan “tweet”ler ve konuşulan sözler hatırlanmak istenmiyordu. Karşı taraftaysa bu konuşuluyordu; parlamentoda konuşuluyordu, siyasi partiler bunu konuşuyordu ve en önemlisi İsrail basını bütün maddelerini ele almıştı. Her madde biliniyordu, sıradan vatandaşlara Kudüs caddelerinde sorsaydınız İsrail’in şartlarını size sayabilirdi ama bizim Hükûmette bakanlar bile, çoğu bakan bilmiyordu neyin konuşulduğunu. Böyle bir dönemden geçtik. Saklandı. Şimdi, ne oldu? Bu konu artık açığa çıktı. Neyin konuşulduğunu biliyoruz. Şu anda bu maddeler önümüzde, yarın kamuoyunun önünde olacak ve bundan sonra da bu konular en ayrıntılı şekilde tartışılıyor olacak.

Her zaman Hükûmetin deklare ettiği gibi, sanki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararıymış gibi “Bizim üç şartımız var.” deniliyordu; kendi başına deklare ettiği üç şart, kendi koyduğu bir çıta. Özür vardı; 2013 yılında Başkan Obama’nın aracılığıyla özür dilendiği söylendi. İkincisi; tazminat vardı. Tazminat konusu enteresandır. Bu anlaşma tazminatı düzenliyor güya; yalnız bu anlaşma, tazminatın içerisine sıkıştırılmış bir affı içeriyor, İsrail askerlerine bir affı içeriyor. İsrail askerlerinin hukuki ve cezai sorumluluktan kurtarılmasını, haklarında açılan davaların kapatılmasını, hiçbir davanın açılmamasını öngörüyor ve onun karşılığında bir tazminat veriliyor. 20 milyon dolar tazminat veriliyor ve ilave olarak, Türkiye’de açılan davaların, ayrıca buna ilaveten açılmış bir dava varsa, hâlâ diretiyorlarsa açmaya ve bunu sürdürmeye de kararlıysa bunun kurbanları, bu şehitlerin yakınları bu davaların bir şekilde tazminata dönüşmesi hâlinde bunu da Türkiye ödüyor. Yani anlaşma İsrail’i perdeliyor, tazminat Türkiye’ye rücu ediliyor. Yine Türkiye’nin ödemesi, İsrail’in tamamen 20 milyon doları verip hukuki, cezai süreçten muaf olmasını öngörüyor, hiçbir şekilde dava açılmamasını öngörüyor. “Uluslararası dava açılabilir.” denildi Dışişleri Komisyonunda; ona da açıklık getirmek istiyorum: Siz yerel bazda, Türkiye bazındaki bütün davaların kapatılmasını, yolların kapatılmasını istiyorsunuz ve geçiyorsunuz, “Türk devleti, dışarıda bireylerin açacağı davaları da destekleyemez, bunları teşvik edemez, bunları savunamaz.” diyorsunuz. Dolayısıyla, orada da bir caydırıcılık var. Buna rağmen hâlâ dava açılabilir, evet ama yolu tıkıyorsunuz. Niçin tıkıyorsunuz? Çünkü, İsrail askerlerinin yargılanmasını istemiyorsunuz, İsrail askerleriyle ilgili açılmış olan 34 tane davanın sonuçlanmasını istemiyorsunuz, sonuçlanan varsa da onları kapamak istiyorsunuz ve daha önemlisi, en önemli konu, İsrail askerleriyle ilgili ceza davaları veya haklarında çıkarılacak tutuklama müzekkereleriyle olaya karışan İsrail askerlerinin bir şekilde Türkiye'ye geldikleri zaman burada tutuklanmalarının da önünü kapatıyorsunuz. Bu anlaşma bir kapama anlaşması. İsrail askerleri her açıdan güvenceye alınıyor, hiçbir şekilde dokunulamıyor. Başka izah tarzı yok bunun. Ya, insan buna bu ölen insanlarla, bu şehitlerle ilgili bir madde koymaz mı? Onların da bir hatırası yok mu? Hiç mi bir madde konmaz buraya?

Bu Mavi Marmara gemisi doğrudan gitseydi Gazze’ye, Gazze’ye ulaşmış olsaydı, “Deniz ablukasını deldik.” diye bundan övünecek miydiniz, övünmeyecek miydiniz? Gitti ve bu hadise meydana geldi. Şimdi duramıyorsunuz arkasında, savunamıyorsunuz çünkü bu konunun savunulacak hiçbir tarafı yok. Herkesin söylediği ortada, herkesin ne “tweet” attığı ortada, nasıl konuştuğu ortada. Bu konu, gerçekten, bizim için bir dönüm noktası oldu. Caydırıcılığımızın yerlerde süründüğü bir geceyi yaşıyoruz biz ve anlaşma yarın çıktığı zaman göreceksiniz, bir numaralı konudur İsrail askerlerinin kurtarılması. Hükûmetin getirmiş olduğu yasayla, 90’ıncı madde çerçevesinde kanun hükmünde olan bir yasayla İsrail askerlerinin güvenceye alınmasını konuşuyoruz biz bu gece.

Üçüncü konu ablukanın kaldırılmasıydı. Bakınız, “abluka” diyoruz, önce ablukaydı; sonra, ambargoya dönüştü zaman içerisinde gerçekle karşılaşınca; sonra, ambargonun hafifletilmesinden bahsettik; son dönemde de özellikle şu anlaşma gündeme geldikten sonra da “yaptırımların hafifletilmesi”, giderek, eğer üç ay daha bu gündeme gelmeseydi herhâlde “hafifletilme” de atılacaktı. İnanın, bu kadar U dönüşü yaşadığımız bir geceyi yaşıyoruz.

Abluka kalkmıyor. Kimse ablukanın kaldırıldığını söyleyemez. Neden? Zaten ablukanın kaldırılmayacağının aslında bilinmesi gerekirdi. İsrail ablukanın kaldırılmasını yani deniz ablukasının kaldırılmasını -bizim anladığımız deniz ablukasının kaldırılması- bir egemenlik hakkı olarak görüyor, kırmızı çizgi, “Bundan vazgeçmeyeceğiz." diyor. İki: İsrail askerlerinin güvenliği, “Bundan vazgeçmeyiz." diyor ve güvenliğini sağlamış oluyor.

Bu anlaşma aslında, demin de söylendi, biz Dışişleri Komisyonunda söyledik, orada da ben belirttim, bu anlaşma bir mutabakatın mütemmim cüzüdür, güya “O mutabakat gerekçeye yansıtılmış.” deniyor ama bütün bölümlerin yansıtılmadığını biliyoruz. Nereden mi biliyoruz? Söyleyeyim. Bir: Sizin üç şartınız vardı, İsrail’in de üç şartı vardı. İsrail’in üç şartından bir tanesi ve en önemlisi, Netanyahu’nun üzerinde en fazla durduğu İsrail askerlerinin güvenliğiydi yani yargısal süreçte yasal olarak yargıyı tamamen bloke etmekti, bu yapılıyor. İkincisi: Deniz ablukasıydı, hiçbir şekilde İsrail denizden zaten kimseyi yaklaştırmıyor, o da gerçekleşmiş oluyor. Üçüncü konu Hamas konusuydu. Bizim son altı yıldır Filistin konusuna Hamas gözüyle bakarak götürdüğümüz bir dava da Hamas konusuydu; bu belgede hiç birisi yok bunların ama bu, mutabakat metninde vardı. Nasıl geçiyordu? Mutabakat metninde mesela ne geçiyordu? “Türkiye ve İsrail kendi ülkeleri üzerinde veya üzerinden birbirine karşı herhangi bir terörist -terörist, altını çiziyorum- veya askerî faaliyete izin vermediklerini veya ülkeleri dışında bu tür faaliyetlere destek sağlamadıklarını beyan ederler. Bu amaçla, Türkiye ve İsrail bu tür faaliyetlerin toprakları üzerinden birbirine karşı herhangi bir örgüt -örgüt, altını çizmek istiyorum- veya grup tarafından girişilemeyeceğini, planlanamayacağını, uygulanamayacağını, yönetilemeyeceğini veya finanse edilemeyeceğini teminen her türlü gerekli tedbiri alır.” deniliyor. Kimin için söyleniyor bu? Hamas için söyleniyor, Türkiye’deki Hamas için söyleniyor. Bu anlaşma esasen 2 kesimin satıldığı anlamındadır. 1) Kurbanların aileleri. 2) Hamas da satılıyor bu anlaşmayla. Bu mutabakatla bunu görüyoruz biz.

Şimdi, efendim, biz normalleşmenin olmasını isterdik, tabii ki istiyoruz, bunu baştan da söyledik. Normalleşme olurken Türkiye'nin öncelikle çok kolay şartlar ileri sürdüğünü görüyoruz. Her konuda bu böyle oluyor. Kırmızı çizgi ilan ediyoruz, sonra kırmızı çizgileri unutuyoruz. Şartlar ilan ediyoruz, şartlar yerine gelmiyor. Peki, bu, Türkiye'nin itibarını yerle bir etmiyor mu, Türkiye'nin caydırıcılığını yerle bir etmiyor mu? Bu bütün söylenenler yutulduktan sonra ortada zarar gören kimdir, Türkiye'nin itibarı değil mi? Bugün İsrail’le ve bir süre önce Rusya’yla, daha sonra belki Suriye’yle bu gelişmeler yaşanacak. Biz irtifa üzerine irtifa kaybediyoruz ve maalesef…

Biz hep diyoruz ya “15 Temmuzdan sonra yeni bir milat başlasın.” Dış politikada bunun başlaması gerekiyor. Bir kere, tutamayacağımız, yapamayacağımız bir sözü vermememiz gerekiyor. Eğer bir söz verdiysek de onu yapmamız gerekiyor. Biz bunun çelişkisini yaşıyoruz çünkü bu, çok tatlı bir konu. Türkiye’de bununla seçimler kazanıldı, bu kadar hoyratça kullanıldı; sokaklarda, caddelerde, parklarda, meydanlarda bu konu gündeme getirildi, şimdi bir çark edilme var. Biz, şahsen, gelinen nokta itibarıyla bunun üzüntü verici olduğunu düşünüyoruz.

Şimdi, demin söyledim, bir üst mutabakat daha var. Bu mutabakatta ne geçiyor? Güya “yaptırımların hafifletilmesi” deniyor ya gerekçede, burada, bu mutabakatta o da geçmiyor. Doğrudan Gazze’ye gidecek sivil malların Aşdod Limanı’ndan, İsrail denetiminde, İsrail’in protokol kurallarına uygun olarak, İsrail’in güvenlik mülahazaları dikkate alınarak kontrollü bir şekilde Gazze’ye geçirilmesini öngörüyor ve İsrail’in kuracağı mekanizmalarla geçirilmesini öngörüyor. Yani siz Gazze’ye bir mal sevk ettiğiniz zaman Aşdod’tan bile gitseniz yine bir denetime, yine bir gözetime ve yine bir İsrail protokolüne ve mutabakatına ihtiyaç duyuyorsunuz, kendiniz geçemiyorsunuz. Yani şimdi “ablukanın kaldırılması, ambargonun hafifletilmesi” falan diyoruz ya… Yani burada doğrudan İsrail’in eline bir yetki veriliyor.

Peki bu ne demektir? 1) Biz Gazze üzerindeki İsrail ambargosunu tanımış oluyoruz. 2) Gazze üzerindeki İsrail egemenliğini de böylece tanımış oluyoruz çünkü Mavi Marmara gemisinin gidiş amacı, oraya giderek o ambargoyu yıkmak, orada uygulanan kuralları altüst etmekti. Şimdi bu anlaşma o çarkı geri döndürüyor. Bizim bunu bilmemiz lazım.

Sayın Bakanımız burada, mutlaka cevap verecektir. Bu anlaşmada İsrail’in Gazze üzerindeki egemenliği bir nevi örtülü olarak tanınmış oluyor. Yani hiç kimse çıkıp “Bu ambargo hafifledi.” diyemez. Bu, bizatihi ambargonun daha fazla ağırlaşmasıdır. Ayrıca gidecek malzemeler, sevk edilecek malzemeler sükûnet devam ettiği sürece olabilir. Sükûnetin olmadığı bir zamanda sükûnetin olduğuna kim karar verecek? İsrail karar verecek. Yani “Evet, sükûnet bozuldu bugün.” derse sizin tırlarınız Aşdod Limanı’nda indirildikten sonra Gazze’ye geçemeyecek. Dolayısıyla, bunları bilmemiz gerekiyor. Yani, bir anlaşma yaptık, her konuda olduğu gibi manşetler atılıyor: “Zafer!”, “Bu başarıdır.” Başarı falan yok. Yani, bunda bir başarı gören varsa açıklasın, burada bir başarı yok. “Normalleşmeyi istiyor musunuz?” Elbette istiyoruz ama bu Pirus Savaşı gibi bir şey. Yani, her şey altüst olduktan sonra bir tek normalleşme kalıyor.

Bir başka konuya müsaadenizle değinmek istiyorum ve bitirmek istiyorum gecenin geç saatinde. Şimdi, bu davalar kapatıldı. Yasa çıkacak ve bu yasa nasıl uygulanacak, o da belli değil. Mahkemelere gidecek, o mahkemelerde bazı davalar kapatılacak, bazı davalar devam edecek, devam edenleri tabii ki Türkiye tazmin edecek, daha sonra ortaya çıkacak tazmin konusunu. Peki, sonra ne olacak yani sonra ne olacak? Siz bir vatandaşınızın hakkını yani normalde insan haklarından doğan şikâyet etme hakkını bile önlemiş oluyorsunuz. Bu kadar korumacılık… Ve nasıl önlüyorsunuz? Tazminat verdiğiniz ailelerin elinden feragatnameler alıyorsunuz ve İsrail’e gönderiyorsunuz ki “Biz aldık, bak başardık.” diye. Sonuçta bu anlaşma budur.

Bu anlaşma her açıdan eleştiriye açık bir anlaşmadır. Bu çok tartışılacaktır. Ayrıca, İsrail’le ilişkilerde de maalesef bir kara lekedir. Yani, Türkiye’nin her zaman bir üstünlüğü olması gerekir, bir cazibesi olması lazım, bir yüksek moral zemini olması gerekir. Bu aşınmıştır bu gece. Sabah Herald gazetesinde -İsrail gazetesinde- ve başka gazetelerde bir başarı öyküsü anlatılacaktır çünkü öne sürdükleri bütün şartlar gerçekleşmiş oluyor. Deniz ablukası olmuyor zaten, İsrail askerleri tam güvenceye alınmış oluyor, Hamas’a da zincir vurmuş oluyorlar.

Ayrıca, merak ediyorum, bu Hamas konusu niye hiç gazetelerde geçmiyor. Biz, Hamas yüzünden Batı Şeria’yla ilişkilerimizin açılmasına sebep olmadık mı? Filistin’in birlik ve bütünlüğü konusunda maalesef Hamas yüzünden Batı Şeria’daki yönetimle alınganlık içerisine girmedik mi? Şimdi, bu da satılmış oluyor. Peki, bu konuya, Hamas konusuna değinmeyi hiç düşünmüyor musunuz? Bakınız, bu mutabakatta var, burada var, Hamas’la ilgili maddedir bu. Bunun FETÖ terör örgütüyle, PKK’yla falan da alakası yok, burada adres bellidir. Diplomatik bir lisanla ancak bu şekilde ifade edilebilir. Buradaki adres Hamas’tır, Hamas’ın faaliyetlerine zincir vurulmasıdır, “terör” olarak lanse edilen aktivitelerin engellenmesidir.

Bunları belirtmek istedim ve umarım bir ders alırız, bundan sonra üç ay önce söylediklerimizi üç ay sonra yutmayız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şahsı adına İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Bekaroğlu konuşacak.

Buyurun Sayın Bekaroğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bir kuru iktidar uğruna her şeyi feda ediyorsunuz. Yüzlerce yıl birikmiş olan hatasıyla, sevabıyla ne varsa hepsini veriyorsunuz. Bir İsrail meselesi kalmıştı -ki bu İsrail meselesi, bizim kuşağın muhayyilesinin oluşmasında son derece önemli köşe taşlarından biriydi- Sayın Cumhurbaşkanının “Bana mı sordunuz?” demesiyle bunu da verdiniz.

Mavi Marmara’da 9 can var. Ondan sonra, seçim meydanlarında atılan nutuklar, hamaset ve şimdi “ex gratia”, lütuf olarak alınan 20 milyon dolar ve bunun karşılığında ne verildi, bunu da arkadaşımız biraz evvel anlattı.

Eğer bu anlaşmayı başka bir parti yapsaydı şimdi ayaktaydınız, şimdi, bu gece sokaktaydınız, ayaktaydınız ama şu anda başınızı eğmek durumundasınız, böyle bakmak durumundasınız.

Değerli milletvekilleri…

SAİT YÜCE (Isparta) – Niye ?

MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Niye eğelim?

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – Niye eğeceksiniz bilmiyorum.

MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Sen eğ başını.

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) - Benim başım dik, ben eğmiyorum, siz eğeceksiniz.

MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Kendine bak sen.

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayalım lütfen.

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – AK PARTİ artık o parti değil, herkes bunu söylüyor, 2002’de kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi değil. Hani adalet getirecekti, adalet dağıtacaktı? Eşitlik, demokrasi, hukuk devleti, mazlumların ve mağdurların yanında; böyle bir AK PARTİ yok. Tüm sözlerinizde döndünüz, tüm sözlerinizi ortada bıraktınız. Bu anlaşmadan sonra, Mavi Marmara yolcularına “Bana mı sordunuz?” dedikten sonra artık insanlığa, Türkiye'ye, insanlara söyleyecek hiçbir sözünüz yok. Daha evvel söylemiştim, zaten sizin bir gelecek ütopyanız da kalmamıştır.

Değerli milletvekilleri, aslında siz, Adalet ve Kalkınma Partisi pragmatist bir partisiniz, reel politiğin peşinde giden bir partisiniz. İsrail-Filistin meselesi, nutuklar filan hepsi de reel politiğin, iç politikanın gereğiydi. Biliyoruz, siz kurulduğunuzda, 2002’de Amerikalara gittiniz, içerideki vesayet odaklarına karşı dışarıdaki odaklardan destekler istediniz. Musevi lobilerini gezdiniz. Cesaret ödüllerini aldınız. Sonra, uzun süre iyi ilişkiler devam etti. Ne oldu bu ilişkiler esnasında? İsrail’in NATO faaliyetlerine katılmasına izin verdiniz. İsrail’in OECD'ye girmesine izin verdiniz. Nükleer silahlanma konusunda yapılan görüşmede çekimser oy kullandınız, İsrail’in nükleer silahları sorgulanacaktı. Mavi Marmara’dan sonra istenen belgeleri Lahey’deki mahkemeye vermediniz. İsrailli komutanlarla ilgili ortaya çıkarılan, kırmızı bültenle ilgili konularda gereğini yapmadınız. Sonra ne olduysa bir anda işler değişti, sıkıştınız dış politikada içeride olduğu gibi, işte, sonra “…” (x)’ler filan, bütün bunları kullandınız, sonra sıkıştınız, şimdi anlaşma arıyorsunuz.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Siz ne yaptınız ya, siz ne yaptınız?

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – Ben mi yapmışım İsrail’le anlaşmayı arkadaşlar? Ben ne zaman yönettim bu Türkiye'yi?

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Hayır, hayır, siz ne yaptınız CHP olarak?

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – Hiçbir şekilde suç ortağı aramayın, suçlu bizzat kendinizsiniz eğer bu bir suç idi ise.

Şimdi, “Bana mı sordunuz?” diyorsunuz. Bakın, bir yazar ciddi bir şey söylüyor, diyor ki: “Artık AKP’nin kurmuş olduğu sistem her ne idi ise onun sigortaları atmıştır.” Gerçekten, bütün iddialarınızı bu akşam burada bırakıyorsunuz, bu anlaşmaya “evet” diyerek bırakacaksınız.

Daha vahim bir şey var değerli arkadaşlarım; bu anlaşmayı, böyle bir ortamda, böyle bir psikolojide bu akşam getirerek, gerçekten Mavi Marmara şehitlerinin ruhlarını ciddi bir şekilde rahatsız ettiniz.

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU (Erzurum) – O zaman neden tepki göstermediniz peki?

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – Bu saatte getirdiniz, çünkü kimse dinlemesin, izlemesin. İstemiyorsunuz dinlemesini, yüzünüz yok çünkü değerli arkadaşlarım.

Sadece İsrail’le ilgili zikzaklar mı? Dış politikanız bütünüyle vahamet, bütünüyle.

Suriye politikanız: 400 bin ölü var orada, 400 bin ve sizin politikanız, zaten bir bakanınız da bunu bir şekilde itiraf etti orada.

Mısır politikanız: Ne oldu? Şimdi Sisi’ye mektup yazıyorsunuz. Niçin yalnız bıraktınız Mısır’da desteklediklerinizi?

Evet, değerli arkadaşlarım, kim ne derse desin, İsrail hâlâ -önce dediğimiz gibi, ben söylüyorum, tekrar ediyorum- bir işgal devletidir. İsrail hâlâ terör yöntemleriyle kendi halkını sindiren bir devlettir. Bu böyledir.

Bakın, şurada bir harita var, harita. 1900’lerin başında Filistin neydi -sarı ve yeşil- daha sonra ne oldu, İsrail devleti kurulduğunda ne oldu, 1967’de ne oldu? Ve şu andaki İsrail, Filistin; gösteriyor, yeşil renkler İsrail, Filistin bu. Filistin bu hâle getirilmiştir.

Bakın, bundan on sene evvel, Lübnan’da Doğu Konferansı’yla beraber Şatila Kampı’nı ziyaret ettik. Kamp yöneticisi bir Filistinli. 8 yaşındayken göç etmiş Lübnan’a ve o günden bugüne kampta yaşıyor. Abdullah Kasım bize bir anahtar gösterdi. “Benim tek zenginliğim, tek mülkiyetim bu anahtar. Bu anahtarı babam bana emanet etti. Bu anahtar bizim Filistin’deki evin anahtarıdır. Ben bir gün gidip, evimi açacağım.”

Bakın, siz bu umudu iç politika malzemesi yaptınız değerli arkadaşlarım, iç politika malzemesi yaptınız ve şimdi, gecenin bu saatinde, burada, bu anlaşmayı geçireceksiniz.

Bakın, “İsrail’le savaşın.” filan demiyoruz; Filistinlilerin bu davasını diplomatik yollarla savunabilirdiniz. Bir ara Türkiye bunları yaptı, güzel de yaptı ama siz bunu yapmadınız, her şeyi uç noktada yaptınız, dış politikayı da, her şeyi uç noktada yaptınız ve her şeyi iç politikanın malzemesi olarak kullandınız meydanlarda, her şeyi.

Bakın, İslamcıların, solcuların Filistin’de basını desteklemeleri haklı bir davaydı, biraz evvel söyledim, çünkü insanlar evlerinden, yurtlarından edildi. Şu anda ambargonun, ablukanın altında yaşıyorlar. Gazze’de yaşamın nasıl olduğunu gidenler biliyor.

Peki, ne var sonunda elinizde? Kupkuru bir iktidar uğruna siz ruhunuzu bırakıyorsunuz bu akşam buraya arkadaşlar, ruhunuzu bırakıyorsunuz. Kaldı ki bu iktidar ne kadar iktidardır, omuzlarınızda ne kadar yüktür, ayrı bir şey.

Arkadaşımız anlattı, ben girmeyeceğim, İsrail Anlaşması nedir, “lütuf” ne demek, “tazminat” ne demek, özür var mı yok mu, abluka kalktı mı kalkmadı mı, ekteki maddeler nelerdir, neler aldınız neler verdiniz. 20 milyon dolar karşılığında ortaya konulan sadece 9 can, 9 şehit midir yoksa Filistinliler de Hamas da, hepsi verildi mi, bu da ayrı bir şey. Özür filan da yok ortada, resmî bir özür de yok ortada.

Bakın, AKP milletvekili arkadaşlarım, 2003’te yine AKP milletvekilleri bu Mecliste hiç unutulmayacak bir destan yazdı, o da şu: Türkiye'nin Amerika’yla birlikte Irak’ın işgaline katılmasını reddettiler Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinin oylarıyla beraber 100’e yakın AKP milletvekili.

Bu akşam siz ne yapacaksınız, bekliyorum, merakla bekliyorum; Türkiye bekliyor Sayın Kavakcı sizi. Bu anlaşmalara el kaldırdıktan sonra vicdanınıza nasıl hesap vereceksiniz, gerçekten merak ediyorum. Mavi Marmara şehitlerine ne diyeceksiniz, evinden yurdundan olan milyonlarca Filistinliye ne diyeceksiniz, merak ediyorum. Arafat’ın şu meşhur taş atan çocuk generallerine ne diyeceksiniz? Bu terimleri, bu kavramları çok iyi anlıyorsunuz arkadaşlar, çok kullandık bunları yıllarca beraber.

Sonra, şu meşhur Rachel Corrie için ne diyeceksiniz çok merak ediyorum.

Değerli milletvekilleri, dış politika ve ülkeyi yönetmek…

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU (Erzurum) – Sayın Bekaroğlu, “korsan gemi” açıklamasını da açıklar mısınız?

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – …bambaşka bir şeydir.

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU (Erzurum) – Şunu soruyorum: “Korsan gemi” açıklamasını açıklar mısınız?

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – Bakın, siz ülkeyi…

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU (Erzurum) – Sayın Kemal Kılıçdaroğlu “korsan gemi” demişti, onu da bir açıklayın.

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – Bakın, Kılıçdaroğlu’yla ilgili soruyor. Kılıçdaroğlu o günlerde şöyle bir açıklama yaptı…

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU (Erzurum) – Hayır, 2015’te yaptı, Mart 2015’te yaptı.

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – …dedi ki: “Ben olsam eğer güvenliğini sağlayamayacaksam bu gemiyi göndermezdim.”

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sen de dedin, sen!

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – Dönemin Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı “İsrail’i destekliyor, İsrail gibi konuşuyor.” diye meydanlarda bağırdı, çağırdı. Bu da yanlıştı değerli arkadaşlarım. Şurada, sadece dönemin Başbakanının, şu andaki Cumhurbaşkanının o dönem yazdığı şeyler var, bunları paylaşmıyorum. Ülke yönetmek bambaşka bir şeydir. Evet, oy almaya devam ediyorsunuz, aldınız ama…

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Bu da iyi yönettiğimizi gösterir.

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – …ülkeyi yönetemiyorsunuz. On beş sene sonra geldiğimiz yer burasıdır: Demokrasimiz tehdit altında, hukuk yok…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) – …insan hakları tehdit altında, uluslararası ilişkiler kötü, her şey kötü.

Değerli arkadaşlarım, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Aynaya bir baksana sen.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) – Aynaya sen bak Beyefendi, bak tipine!

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Utan, utan!

BAŞKAN – Sayın Bekaroğlu, lütfen…

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) – Slogan atıyorsun, slogan.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) – Slogan atmak sizin işinizdir, reisinizin işidir slogan atmak. Sloganla götürüyorsunuz on beş senedir.

BAŞKAN – Sayın Bekaroğlu, lütfen… Konuşmanızı bitirdiniz, lütfen…

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) – Slogan atıyorsun sadece. Geçirdiğin evrime bak.

BAŞKAN – Şahsı adına İstanbul Milletvekili Ravza Kavakcı Kan konuşacaktır.

Buyurun Sayın Kavakcı Kan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, öncelikle az önceki konuşmacımızın şu son cümlesinden başlayayım: “Her şey çok kötü.” Ben öyle olduğunu düşünmüyorum.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Onun derdi başka, biliyoruz onu, biliyoruz.

RAVZA KAVAKCI KAN (Devamla) – Ülkemizde her şey çok iyi, daha da iyi olacak inşallah. Özellikle 15 Temmuzda yaşadığımız korkunç hadise, akabinde 16’sında burada, Mecliste toplanmış olmamız, bütün partilerin, bütün kıymetli partilerin katılımlarıyla toplanmış olmamız ülkemiz adına ümit verici bir şey.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Onun için insanları konuşturmuyorsunuz.

RAVZA KAVAKCI KAN (Devamla) – Akabinde, yirmi yedi gün tuttuğumuz nöbetler, oradaki birlik, beraberlik her kesimden insanın -kadın erkek, çoluk çocuk- bir arada olması ve sonunda da bunu taçlandırmak için Yenikapı’da yapmış olduğumuz miting ve yaşanmış olan süreç… İnşallah, her şey daha iyi olacak.

Demin ifade edildiği üzere Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin -tazminata ilişkin, tekrarlıyorum, burada sadece tazminatla alakalı konuşuyoruz- Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nı konuşuyoruz. Ben de şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Malumunuz, Mavi Marmara olayının yaşandığı günleri ben çok iyi hatırlıyorum. O gemide birçok arkadaşım vardı, birçok kardeşim vardı. Hadisenin, uluslararası sularda yapılmış olan çirkin saldırının akabinde de geminin gelişini sabaha kadar bekleyenler arasındaydım. Buradan tekrar bütün Mavi Marmara şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Onlarla beraber Filistin’de şehit olan bütün kardeşlerimize de Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum.

Birkaç husus gündeme getirildi. Malumunuz, Türkiye'nin bu saldırının akabinde 3 tane şartı vardı. Bu şartlardan bir tanesi de Mavi Marmara’da hayatını kaybedenler için Türkiye'ye tazminat verilmesiydi. Bugünkü kanun da bununla alakalı bir kanun.

Birkaç husus gündeme getirildi. Bir tanesi “Neden ‘ex-gratia’ tabiri kullanıldı?” Bununla alakalı. Şunu söylemek istiyorum: Bu tabir iki devlet arasındaki bir anlaşmazlıkta herhangi bir mahkeme ya da cezai müeyyide olmaksızın müzakere yöntemiyle elde edilen hukuki hükümlülük sebebiyledir. Dış meblağ, bahsedilen meblağ herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın ödendiği için, “no obligation” mecburiyet olmadan ödendiği için “ex-gratia” tabiri kullanılmıştır. Ayrıca, deminden beri, “compensation”ın tazminat olmadığına dair ifadeler kullanılıyor. İngilizcem fena değildir, Ankara Kolejinde Fehmi Hocam –Allah hayırlı uzun ömür versin- bu konuda iddialı bir hocadır. Fehmi Özturan’dan öğrendiğim kadarıyla “compensation” -hukukçu arkadaşların da desteğiyle- “tazminat” manasına gelir.

Onu da arz ettikten sonra şunları ifade etmek istiyorum: Mavi Marmara neden gitti Filistin’e, gitmekteki amaç neydi? Oradaki insanlara yardım götürmekti.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) – Ablukayı delmek için.

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, lütfen, müsaade eder misiniz.

RAVZA KAVAKCI KAN (Devamla) – Müsaade edin Sayın Bekaroğlu, ben sizi sabırla dinledim. Lütfen -sesim de kısık- müsaadenizle ben de kendimi ifade edeyim.

“Abluka” kelimesi hiçbir zaman ifade edilmedi, “abluka” kelimesi zikredilmedi, oradan söylenen kelime “ambargo”ydu. Amaç, Filistin’deki çocuklara, kadınlara, orada yaşayan insanlara, kardeşlerimize yardım etmekti. Amaç buydu, bunun için gittiler, bunun için şehitlerimiz, 9 şehidimiz hayatını verdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Peki, o günden bugüne şu anda değişmiş olan ne var? Leydi Leyla gemisi gitti ve yardım götürdü. Bundan sonra da daha önce götürülmemiş olan yardımlar gidecek. Ne yardımları? Altyapı yardımı. Enerji Bakanlığımız gidip orada araştırma yapabilecek ve oranın ihtiyaçlarına göre su, elektrik hastane –altyapı- ne gerekiyorsa bundan sonra yapabileceğiz. Her şey mükemmel değil, hayatta her şey mükemmel değil ama bu anlaşmayla beraber her şey siyah beyaz değil, aradaki gri çizgiler de… Filistin halkına yardım götürülecek.

Eminim aranızda gitmiş olanlar vardır. Benim hayatımın en kıymetli tecrübelerinden bir tanesiydi Filistin’e gitmek, kendi ülkende nasıl tutsak olabildiğini görebilmek. Oraya biz turist vizesiyle gittiğimiz için misafirler olarak, sıkıntılarla içeri gidip El Aksa Camisi’nde ibadetimizi yaptıktan ve şehrin tarihine hayran kaldıktan, ziyaret ettikten sonra farklı şehirlere gittiğimizde kendi ülkende tutsak olmak nasıl bir şey onu açık ve net bir şekilde gördük. Çünkü İsrail devletinin kontrolündeki alanlardan Filistin’in alanına geçtiğinizde giriş ve çıkışlarda büyük sıkıntı yaşıyordunuz, biz turist olarak bunu yaşıyorduk, orada yaşayan vatandaşlar daha fazlasıyla bunu yaşıyorlardı. Gerçekten ne kadar büyük yardıma ihtiyaçları olduğunu aynen yakın gördük. Bu anlaşmayla bu sağlanacak. Belki anlaşmadan memnun olanlar olacak, olmayanlar olacak ama bu anlaşmayla AK PARTİ büyük bir sorumluluk altına girmiş ve bundan sonra da uluslararası ilişkiler alanında da ilişkilerini düzeltmek için önemli bir adım atmış ve bunu Filistin halkının yararına atmıştır. Bu manada Filistin’deki bütün paydaşların bu anlaşmaya desteği de vardır; bunu da açık ve net ifade edelim. Filistin’deki çocukların yüzlerinin gülebilmesi için -zaten şehitler onun için hayatlarını vermişti- bundan sonra da bu anlaşmayla beraber bu alanda adımlar atılmış olacak.

Bazen Dışişleri Komisyonunda da bunu tartıştık, şunu söyleyenler de oldu: “Türkiye sahip çıkmadı.” Mavi Marmara hadisesi olduğunda, bu uluslararası bir hareket olmasına rağmen, uluslararası sivil toplumdan, yurt içinde, yurt dışında her kesimden insanın yapmış olduğu bir hareket olmasıyla beraber oradaki her bir yaralı geri alınana kadar Türkiye Cumhuriyeti oradaydı, en üst düzeyde oradaydı ve en son tutsak verilene kadar kendi vatandaşı olsun olmasın oradaydı, elinden geleni yaptı.

Mavi Marmara şehitlerimize tekrar Allah’tan rahmet diliyorum, bütün Filistin şehitlerine Allah’tan rahmet diliyorum.

Bir de şunu söyleyerek bitirmek istiyorum: 1949’da biz İsrail’i ilk tanıyan ülkeydik. O zaman kim iktidardaydı, söylenenleri, yazılanları konuşmak gerekiyorsa kim iktidardaydı? CHP iktidardaydı. Sayın Bekaroğlu, bu güzel haritayı bizimle paylaştı, çok teşekkür ediyorum. Bu haritadaki hadisenin buraya gelmesinin sebebi...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) – Ankara Savaşı’ndan da CHP sorumlu!

ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Dinle, dinle.

RAVZA KAVAKCI KAN (Devamla) – Müsaade edecek misiniz Sayın Bekaroğlu, ben bitireyim.

Bunun sebebi AK PARTİ değildi, bunun çözümü için adımlar atan AK PARTİ, cesaretle bunu yapan AK PARTİ. (CHP sıralarından alkışlar!) Teşekkür ederim, bitirmedim henüz Sayın Bekaroğlu, bitirince ben size iletirim, alkışlamak isterseniz, alkışlayabilirsiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AK PARTİ Hükûmeti, belki bir kısım gönülleri kırmak pahasına Filistinli çocukların yüzünü güldürmek için bu tasarıyı Dışişleri Komisyonunun da desteğiyle geçirmiştir ve ben de bu tasarıyı destekliyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 01.09

ONUNCU OTURUM

Açılma Saati: 01.26

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin Onuncu Oturumunu açıyorum.

414 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon burada.

Hükûmet burada.

1’inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE İSRAİL DEVLETİ ARASINDA TAZMİNATA İLİŞKİN USUL ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) 28 Haziran 2016 tarihinde imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşması”nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – 1’inci madde üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Kars Milletvekili Sayın Ayhan Bilgen konuşacak.

Buyurun Sayın Bilgen.

HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; böyle kritik ve zor konularda aslında toplumun aklının, toplumun hafızasının nasıl şekillendiği en az siyasetçiler kadar, en az devletler arasındaki ilişki tarzı kadar önemlidir.

Ben tabii, Sayın Bekaroğlu’nun kuşağından olmadığım için, onun dönemindeki muhayyile nasıl oluştu bilmiyorum ama benim dönemimde İsrail’le ilgili, Yahudilerle ilgili en çok satan kitap kime aittir diye size sormak isterim. Hocam, Harun Yahya’ya ait yani Adnan Hoca’ya ait.

Şimdi, bir toplumun hafızası, bir toplumun bu konuya bakış açısı, bir toplumsal kesimin zihin dünyası o düzeyde, o seviyede şekilleniyorsa, aslında, sadece siyaseti tartışmak, sadece devletler arası ilişkiyi tartışmak değil, belki dünyaya, hayata, farklı inançlara, farklı kimliklere nasıl, nereden bakmak lazım diye tartışmayı daha ciddi, daha esastan yapmamız gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, İsrail’e bakış, İsrail’le ilişki konusu Orta Doğu için aslında bir turnusol niteliği taşır ve İsrail’le ilişki sadece İsrail’le ilişki değildir; bunu hepimiz biliyoruz, İsrail’in kuruluşundan, İsrail’in orada varlık gücünün arka planından bunu biliyoruz ama en az bunun kadar önemli olan boyut Orta Doğu’daki birçok rejimin İsrail karşıtlığı üzerinden kendi içindeki tartışmaları bastırıyor olmasıdır. Özellikle Arap rejimlerinin, Arap ülkelerinin büyük kısmı toplumu sürekli İsrail karşıtlığıyla motive ederek içerideki talepleri, içerideki eleştirileri, demokratikleşme taleplerini, yolsuzluklarla ilgili itirazları, eleştirileri bastırır. Çünkü, öyle bir düşman vardır ki Orta Doğu’da, ona yönelik husumet her şeyi örtmeye yeter, ona yönelik nefret, ona yönelik hamaset her şeyi örtmeye yeter. Dolayısıyla da aslında İsrail’le ilişkiler birçok rejim açısından, bölgedeki birçok ülke açısından aynı zamanda demokratikleşme sorunudur. Çünkü, gerçekten bu ülkelerdeki halkların talepleri mi siyasette egemen, yoksa başka güçler mi bu ülkelerin yönetimlerinin politikasını belirliyor, belirleyici bir anlam ifade eder. Yine, Orta Doğu’da gerçek, kalıcı bir barışın olup olmayacağı, devletler arası ilişkiler, bu açıdan da yani barış açısından da İsrail’le ilişkiler son derece önemlidir. İsrail’le ilişkileri sadece bir “dış güçler” tartışması ekseninde yapmamak, aslında, daha çok da yönetimler ile kendi halkları arasındaki uyum, örtüşme üzerinden konuya yaklaşmak lazım. Konuşmanın sonunda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim, bu anlaşmanın aslında hakkı, halka sormaktır değerli arkadaşlar. Yani toplum İsrail’le böyle bir anlaşma yapılmasını nasıl karşılıyor, nasıl bakıyor; olumlu mu yaklaşıyor, olumsuz mu? Eğer onun iradesine saygımız varsa, onun kaygıları, onun eleştirileri, onun değer dünyası bizim için bir şey ifade ediyorsa bu konuda da onu ölçü almayı en azından içimize sindirmeliyiz.

Değerli arkadaşlar, biraz önce de ifade edildi, İslam dünyasında İsrail’i ilk tanıyan ülke Türkiye’dir ama aslında, o süreçteki gecikmenin sebebi biraz ilginçtir. Yani demin sadece “1949’da iktidarda hangi parti vardı?” üzerinden bu polemik yapıldı ama tartışmanın esası daha ilginçtir ve bir devlet politikasıdır o. İsrail’in Orta Doğu’da bir Sovyet üssü olacağı kaygısıyla aslında Türkiye mesafeli davranmıştır. Yani Sovyetler Orta Doğu’ya yerleşecek İsrail sayesinde, biz de Antisovyet bir yerde duruyoruz, antikomünist bir yerde duruyoruz, dolayısıyla da İsrail’e karşı tavır koyarsak aslında Sovyetler’e karşı tavır koymuş olduğumuzu sanıyorduk. Oysa tersi olduğunu çok kısa süre sonra gördük. O bölgede İsrail’in, değil Sovyetler’in üssü, kimin, hangi ülkelerin üssü olduğunu, kiminle daha yoğun, sıcak ilişkiler içerisinde olduğunu bütün dünya gördü.

Çok uzun bir tarihî sürece dair değerlendirme yapmaya vakit yok ama iki tarif var, kategorik olarak çok önemli çünkü büyük söz söylediğinizde siyasette sonra dönüp başınızı büyük ağrıtıyor. 2002 yılında Ramallah’ın işgali sırasında -tespite katılıyorum ama sadece gereğini yapıp arkasında duramadığımız için eleştiriyorum- dönemin iktidar partisi temsilcileri “devlet destekli terörizm” tanımını yapıyorlar, devlet destekli terörizm. Sonra, 2004’te Gazze operasyonunda bir çıta yukarı çıkılıyor ve doğrudan doğruya “devlet terörü” ifadesi kullanılıyor. Ahmed Yasin katledildiğinde de artık “terörist devlet” tarifi yapılıyor. Bu 3 kategori aslında kendi içinde bir tutarlılık ifade ediyorsa, arka arkaya gelen gelişmelerse arkasından da bir anlam ifade etmesi gerekiyor ve Mavi Marmara’yla ilgili Sayın Davutoğlu’nun cümlesi var: “Bu olay bizim 11 Eylülümüzdür.” diyor.

Şimdi, çok basit bir karşılaştırma yapmanızı istiyorum arkadaşlar. O dönemde Mavi Marmara sonrasında İsrail’le ilişkilerin gerilmemesi gerektiğini, İsrail’le barışık olunması gerektiğini, bunun için ilişkileri bozmaya değmeyeceğini kim söylüyordu, kim savunuyordu? Hatırlayın, Fethullah Gülen’e yakın yayın organları, basın organları savunuyordu ve Hükûmete yakın yayın organları da o zaman onları siyonistlikle suçluyordu. Şimdi, geldiğimiz nokta o zaman neyi ifade ediyor? Yani onlar cezaevinde ama fikirleri iktidarda.

Değerli arkadaşlar, elbette, “İsrail’le savaşın.” demiyor burada hiç kimse, benden önce konuşanlar da Orta Doğu gerçeğini, devletlerin gücünü, Türkiye'nin gücünün sınırlarını gayet iyi biliyor. Dolayısıyla da sadece, söylediklerimiz ile sonra yapmak zorunda kaldıklarımız arasındaki çelişkiye dikkat çekmeye çalışıyoruz. Burada, bir taraftan pozisyon değiştirip ama her pozisyonda haklıymış gibi, ahlaki üstünlüğe sahipmiş gibi bir hegemonik dil kullanılması aslında tartışmayı bu kadar uzatıyor. Yani şunu söylesek açık açık, desek ki: “Biz dış politikadaki değerli yalnızlıkta çaresiz kaldık. Dolayısıyla, İsrail’le barışmak zorundayız yoksa her şeyi kaybedeceğiz.” Bunu desek, itiraf etsek, gerçeği kabul etsek belki bu kadar tartışma olmayacak ama hamaset yaparken de haklıyız, barışırken de haklıyız. Her şart altında haklı olunca ister istemez insan bir tutarlılık arıyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin aslında son dönemde -15 Temmuzdan sonra bu daha açık, daha net ortaya çıktı ama- NATO’yla ilgili, Avrupa’yla ilgili dış politikadaki söylemi baba Papandreu’nun dış politika söylemine çok benziyor. Yani komşu ülkeleriz galiba siyasetçilerimizin tarzları da benziyor. Andreas Papandreu da Avrupa Topluluğuna karşı çıkmış, NATO üslerini kapatacağını söylemiş, NATO’dan çıkma vaadinde bulunmuştu ama reel politik tam tersi biçiminde tezahür etti. Mavi Marmara ve anlaşmayla ilgili çok şey söylemeyeceğim ama size sadece gazi ve şehitlerin yakınlarının yazdıkları mektubu okumayı tavsiye etmekle yetineceğim.

Değerli arkadaşlar, ambargo ve abluka arasındaki farkı tartışmaya vakit yok ama şu kadarını söyleyeyim: Mavi Marmara’dan önce de Gazze’ye yardım gidiyordu. Mavi Marmara’nın amacı İsrail’den izin almaksızın, İsrail’e rağmen yardım göndermekti ve İsrail buna izin vermedi. Mavi Marmara’dan sonra da yardım gitti, zaten Filistin nasıl ayakta duruyor? Yardımlarla ayakta duruyor ve hâlâ devam ediyor bu yardımlar ve şimdi bu anlaşmayla artık yardımların ancak İsrail’in izniyle olacağı tescillenmiş olacak. Bir uluslararası anlaşmayla aslında daha üst bir yasal statüye kavuşmuş olacak, fiilî durum aslında bir hukuki metin hâline dönmüş olacak.

Değerli arkadaşlar, Türkiye siyasetinin galiba en bahtsız tarafı budur, iktidarda hangi parti varsa genellikle onun iddialarının tersi işler, o iktidar eliyle yaptırılır. Refah Partisinden önceki iki yılda 1993-1996 arasında Türkiye İsrail’le 13 anlaşma imzalamış, 1996-1997 arasında 20 anlaşma imzalamıştı ve -tabii ki ölenleri rahmetle anmak, kimsenin arkasından konuşmak için söylemiyorum ama- o günkü İsrail’le imzalanan anlaşmalar sadece toplumdaki tepkiyi kırmak için Refah Partisi döneminde imzalatılmıştı, devlet politikasıydı. Şimdi yapılanları da biliyoruz ki sizin tercihleriniz değil ama bugün yapılması gerekiyor çünkü yarın başka operasyonların meşruiyeti, zemini böylece hazırlanıyor.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgen.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Erkan Akçay konuşacak.

Buyurun Sayın Akçay. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu görüştüğümüz Türkiye-İsrail Anlaşması, özellikle dış politikada hamasetin ve iç politikaya yönelik propagandanın ne gibi sonuçlara yol açtığını ve ülkenin çıkarlarına, imajına zarar verdiğini gösteren de bir durumdur.

Muhterem milletvekilleri, özür nasıl dilenir? Mesela, Türkiye’nin Rusya’dan -bir mektup yazarak- özür dilediği gibi mi dilenir? En azından İsrail’in Türkiye’den dilediği özrün böyle bir özür olmasını doğrusu beklerdik fakat 22 Mart 2013 tarihinde, Obama’nın araya girmesiyle Netanyahu’yla yapılan bir telefon görüşmesinde eski sürece geri dönülmesi temennisinde bulunulan bir telefon konuşması yapılıyor ve bununla da Türkiye’de iç kamuoyuna sanki özür dilenmiş gibi bir izlenim verilmeye çalışılıyor ancak bu konuda rivayet muhtelif; açık bir özür dileme yok, resmen bir mektup söz konusu değil. Dolayısıyla, İsrail’in Türkiye’den bu Mavi Marmara hadisesi nedeniyle özür dilemediği gayet açık. Bu, kabul edilemez bir durumdur değerli arkadaşlar.

Bir diğer dikkat çekici husus -eğer dikkatimden kaçtıysa bilemiyorum ama dile getirilmedi- bu anlaşma Kudüs’te imzalanıyor. Bildiğimiz kadarıyla İsrail’in başkenti Tel Aviv. Yani, bir tarafı Ankara’da, anlaşma metnine baktığınızda bu anlaşma Ankara ve Kudüs’te 28 Haziran 2015 tarihinde her biri eşit derecede geçerli Türkçe, İbranice ve İngilizce dillerinde ikişer nüsha olarak imzalanmıştır.” diyor ve iki ülkenin Dışişleri müsteşarları tarafından imzalanıyor. Bunu, Hükûmetin sayın bakanları açıklamak zorundadırlar Neden Kudüs’te imzalanmıştır bu? Yani, Türkiye’ninki Ankara’da imzalanıyor da acaba bu Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunun zımni bir kabulü müdür, böyle mi yorumlamamız lazım veya nasıl yorumlamamız gerekir, bunun mutlaka açıklanması gerekir.

Tazminatın da tazminat olmadığı, bir ödenti, âdeta lütuf gibi… Keşke böyle bir anlaşma yapılmasaydı da Türkiye Cumhuriyeti bu lütuf gibi ödentinin misliyle karşılığını kendi mağdur vatandaşlarının mağduriyetlerini giderici bu harcamaları yapsaydı. Bildiğimiz kadarıyla açılan davalardaki toplam tazminat talebi 14 milyon lirayı buluyor ancak İsrail “20 milyon lira verdim, istediğin gibi de dağıt.” diyerek, zamanın da yetersizliği nedeniyle aslında hem iç hukuk bakımından hem uluslararası hukuk bakımından Türkiye'nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarının pek çok hakkına, hukukuna da mâni olan bir anlaşma. Hiçbir hak da iddia edilemeyecek ve yargı yolunu da kapatan ve Mavi Marmara şehitlerinin ruhunu inciten ve ailelerinin de feryadına neden olan bir anlaşmayla karşı karşıyayız. Burada “Ödeme yaptı İsrail.” diyerek kurtulamayız. Ödemenin şekli ve niteliği de fevkalade önemli.

Bu görüşlerle, değerli arkadaşlar, Milliyetçi Hareket Partisi olarak İsrail’le yapılan bu anlaşmayı Türkiye’nin ve milletimizin, Türk milletinin çıkarları bakımından doğru bulmak mümkün değil ve diğer ülkelerle de olduğu gibi elbette İsrail’le de Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin ve devletinin iyi ilişkiler içerisinde olmasını arzu ederiz, yalnız bu şartlar içerisinde değil. Bu kötü bir ilişkidir ve neticede, imzalanan anlaşmalar da öyle iç politikada 31 Mayıs 2010’dan bu yana yıllarca atılan hamasi nutukları ve birtakım kışkırtıcı kitleleri yanlış yönlendiren ve imaj veren birtakım boş, hamasi propaganda sözlerini de tekzip etmektedir.

Bu düşüncelerle muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akçay.

Sayın Demirel, 1’inci madde üzerindeki önergenizi çekiyor musunuz?

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Evet.

BAŞKAN – Çekiyorsunuz, tamam.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Sayın Mithat Sancar konuşacak.

Buyurun Sayın Sancar. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, Türkiye-İsrail Anlaşması üzerine aslında pek çok şey söylendi. Bu gibi durumlarda aklıma bir yazarın sözü geliyor, diyor ki: “Aslında her şey söylendi ama herkes tarafından değil.” bir de ben söyleyeyim. Yeni bir şey söylemeyeceğim, biliyorum ama bazı konulara biraz vurgu yapmak gereği hissettiğim için bu süreyi kullanmak istedim.

Türkiye’nin bugün dış politikada pek çok konuda değişikliğe, bir dönüşüme gitmek istediği ortada. Bu olabilir, bizden önce konuşan arkadaşların bir kısmı da bunu belirttiler. Dış politikada da, iç politikada da değişiklikler yapma ihtiyacı ortaya çıkabilir. Daha önce çatışma yaşanan ülkelerle, devletlerle anlaşma yolu seçilebilir, bunda yadırganacak bir şey yoktur. Dış politika, biliyoruz ki sadece idealler ve iddialar üzerinden yürümüyor. Keşke idealler üzerinden yürüyen bir dünya sistemi içinde yaşıyor olsaydık, değerler ve ilkeler reel politiğin önüne geçebilseydi. Ama öyle olmadığını biliyoruz. Reel politiği yok sayarak dış politika yürütmenin mümkün olmadığını da biliyoruz. Ancak reel politiğin de bir sınırının olması gerekiyor. Bu konuda eskiden beri ya da modern dünya sisteminin kuruluşundan beri yarışan iki ana akım var. Bunları kısaca yani belki birer cümleyle hatırlatmak gerekirse: Bunlardan biri, dış politikayı tamamen menfaat çatışmalarının alanı olarak görür ve devletlerin tek belirleyici düsturunun, saikinin kendi menfaatlerini korumak olduğunu belirtir. Bunu da onaylar yani böyledir, böyle de olmalıdır. Bir diğer görüş ise dış politikada da diğer alanlarda olduğu gibi ilkelere ve değerlere öncelik verilmesi gerektiğini belirtir. Ancak bu iki görüşün de saf hâliyle her zaman uygulanmadığını söyleyebiliriz. İdeal olan şu sentez belki olabilir: Evet, dış politikada reel dengeleri gözetirsiniz, zamanı gelir daha önce izlediğiniz politikada değişiklikler yaparsınız ama değerleri ve ilkeleri de asla sıfırlamazsınız, yani onlar hiç yokmuş gibi davranmazsınız, onlar hiç yokmuş gibi hareket etmezsiniz.

Şimdi, son zamanlarda gördüğümüz dış politika değiştirme manevralarında, maalesef, reel politiğe çok büyük bir öncelik verildiğini belirtebiliriz. Başta, Rusya’yla ilişkiler, İsrail’le Mavi Marmara, hatta ondan önce “…”,(x) Davos Zirvesi’nde ortaya çıkan o gerilim, Suriye’yle şimdi yeni bir ilişki arayışı ve Mısır’la ilişkileri düzeltme çabaları. Şimdi burada asıl sorun, bütün bu saydığım devletlerle krizler ortaya çıktığında çok sert, çok katı ve çok yüksek iddiaları olan bir tavır takınmış olmasıdır Hükûmetin.

İsrail’le başlayalım: Demin arkadaşlarımız da saydılar, sürekli terör devletinden söz edildi. Mesela Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan “Asla İsrail’le ben var olduğum sürece iyi bir şey olmayacaktır.” dedi ve bunlar ayrıca, bu sözler, Hükûmete yakın gazetelerde, televizyonlarda günlerce, haftalarca hatta yıllarca bu hamaset tarzında işlendi. Yine, diğer arkadaşlarım da belirttiler, iç politikada da maalesef çok yoğun bir şekilde malzeme olarak kullanıldı.

Rusya’yla yaşanan krizde de, uçak düşürme olayından sonra yaşanan krizde de aynı şeyler oldu. “Bugün olsa yine vururuz.” diyenler çıktı, “Ben arkasındayım.” diyen başbakanları duyduk, dinledik. Şimdi, bu da iç politikada hamaset yüklü bir üslupla sürekli olarak kullanıldı.

Suriye için söyleyebileceklerimiz çok daha vahim tabii. Yani, Suriye’de Esad yönetimine bu Hükûmetin, AKP hükûmetlerinin yetkililerinin yönelttiği eleştiriler, eleştiriler değil, ithamlar, hakaretler o kadar çok fazla ki. Şimdi, bütün bunları sanki hiç olmamış gibi varsayarak yeni bir yol aramaya kalkıştığınızda da elbette haklı olarak şu soru soruluyor: Değerler nerede? Politika sadece reel dengeler ve çıkarlar üzerinden yürüyen bir faaliyet midir? Hiç mi ilkelerin, değerin önemi yoktur?

Mısır meselesi, ayrıca, AKP’nin seçim meydanlarında kullandığı bir işaretin de ilham kaynağı ve örneği olarak değerlendirildi, Rabia işaretini biliyorsunuz. Orada da yine askerî darbe, ki zaten mahkûm edilmesi gereken bir şeydi, onun ötesine geçen çok daha ağır iddialar, laflar, değerlendirmeler yapıldı. Şimdi ilişkileri düzeltme yolu aranıyor.

Temel sorun, dediğim gibi değerli arkadaşlar, burada ilkelerden bu kadar kolay vazgeçmenin kabul edilebilir bir şey olup olmadığını sormaktır. Bunu kendinize de sormanız gerekiyor, kamuoyunun da bunu sorduğunu biliyoruz, sesleri çok fazla duyulabilir, duyulamayabilir ama bu manevraları haklılaştırmak için ileri sürdüğünüz gerekçeler inandırıcı değil.

Biraz önce AKP Grubu adına konuşan sayın hatip, bu anlaşmada herhangi bir hakkaniyetsizlik olmadığını belirtti. Oysa hepimiz biliyoruz ki, Mavi Marmara’nın yola çıkış nedeni oraya sadece yardım götürmek değildi. Bir önemli nokta var ki, o atlanıyor, İsrail devletinden izin almadan yardım götürmek iddiasıyla yola çıkmıştı Mavi Marmara çünkü zaten Aşdod Limanı’na kadar yardım malzemelerini göndermek mümkün idi, o zaman da, şimdi de ve İsrail’in izin verdiği malzemeler ancak Gazze’ye alınabiliyordu.

Yine hatırlatayım, tabii, her şey o kadar fazla birbirine giriyor ki, şimdi, o dönem Mavi Marmara baskını yaşandıktan sonra Fethullah Gülen’in bir açıklaması vardı, hatırlarsınız, demişti ki: “Yardımları otoriteden izin alarak götürmek gerekir.” ve o zaman, tabii, çok büyük bir tepki görmüştü çünkü Mavi Marmara hareketini, Mavi Marmara’nın yola çıkış sebeplerini, gerekçelerini mahkûm etmişti. Şimdi, geldiğiniz nokta, “FETÖ” diye nitelenen, nitelediğiniz ve “en büyük teröristbaşı”, “cani” dediğiniz adamın sözüyle aynı nokta.

Bu anlaşmadan sonra yapılacak olan şey bellidir arkadaşlar: Yardım malzemeleri götürülecek, götürülmeli, mutlaka oradaki insanlara yardım edilmeli, bunun yolları mutlaka bulunmalı ama şimdi, sizin iddia ettiğiniz gibi, bu anlaşma bunu bir başarı olarak sağlamıyor, olan şeyi yapıyor. En azından bu gerçeği kabul edin ve bu gerçekle yüzleştikten sonra da samimi bir öz eleştiri yapın, “Yanlış yaptık.” deyin, “Yanlış yaptık.” demenin yeterli olmadığını da belirtelim arkadaşlar. “Yanlış yaptık.” dedikten sonra yapılması gereken bir şey daha var: Bu yanlışı tekrar etmemek. Eğer samimi bir hesaplaşma yapacaksanız, eğer bir hatanızı kabul edecekseniz özür ancak aynı hatayı tekrar etmemek şartıyla makbuldür, geçerlidir.

Şimdi, Hükûmet Sözcüsü Sayın Kurtulmuş da açıklama yaptı, “Türkiye’nin başına gelen pek çok sorun, Suriye politikasındaki hatalardan dolayıdır.” demişti. Güzel, demek ki bizlerin de pek çok başka insanın da söylediği, çevrenin de söylediği noktaya geldiniz. Peki, bunu değiştirin, o hataları değiştirin. Hatayı kabul ettikten sonra aynı yolda ilerlerseniz o zaman, gerçekten, “Ortada bir ilke var mı, bir değer var mı? Politikalarınızın temelinde hangi ilkeler, hangi değerler yatıyor?” sorusunu kamuoyu haklı olarak sorar. Sizler de buna doyurucu cevaplar vermek zorundasınız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sancar.

2’nci madde üzerinde şahsı adına Bursa Milletvekili Sayın Ceyhun İrgil konuşacak.

Buyurun Sayın İrgil. (CHP sıralarından alkışlar)

CEYHUN İRGİL (Bursa) – Değerli Başkan, sevgili milletvekili arkadaşlarım; gecenin bu ilerleyen saatinde, birazdan, Meclisimiz kapanmadan önce belki de bu günlerin en güzel, hayırlara vesile olacak işlerinden birini yapacaksınız. O yüzden bu çabaları için İzmir milletvekillerine ve gruplara ve bunda hemfikir olan bütün partilere teşekkür ederim. Bildiğiniz gibi, birazdan 2 üniversitenin tekrar kurulması konuşulacak. Ben bunun için birkaç uyarıda bulunmak istiyorum öğrenci arkadaşlara çünkü çok yanlış anlamalar var, binlerce mesaj geliyor. Bu yüzden bu ek konuşma süresini aldım. Asıl, üniversiteyle ilgili konuşmamızı İzmir Milletvekilimiz Sayın Musa Çam birazdan yapacak. Bizi izleyen arkadaşlar için söylüyorum.

Arkadaşlar, bildiğiniz gibi, 15 üniversitenin kapatılmasıyla birlikte 65 bin öğrenci, 2.500 akademisyen, idari personel ve çalışan memurlar mağdur oldular. Kanun Hükmündeki Kararname’de bir cümleyle bu mağduriyet giderilebilirdi; bu cümle: “Kapatılan tüm üniversiteler devletleştirilip, güvenlik soruşturmasından geçen akademisyenler kendi kampüslerinde eğitime devam edebilir.” diyebilseydik bunca mağduriyet, karışıklık ve kaos olmayacaktı. Biz iki haftadır ve sizler de belki binlerce mesaj ve kapatılan üniversite öğrencilerinin mağduriyetiyle uğraşıyorsunuz.

Şimdi İzmir’de İzmir ve Gediz Üniversitelerini yeniden bir kanunla kuruyoruz. Elbette biz üniversite açılışlarına karşı olamayız ancak dilerdik ki 15 üniversite bu şekilde devlet üniversitesi olarak açılsın ve akademisyenler, öğrenciler, çalışanlar mutlu olsun ama bunun bir başlangıç olmasını ve en kısa sürede diğer 13 üniversitenin de böyle devletleştirilerek açılmasını destekliyoruz. Biri yer biri bakar, kıyamet bundan kopar. Bugün bu 2 üniversiteyi açıyoruz ama diğer üniversitelerin mağduriyetlerini ve feryatlarını çok yakında, yarından itibaren duyacağız, duyacaksınız, size binlerce mesaj gelecek “Niçin biz açılmadık?” diye. Gelin, en kısa sürede diğer üniversiteleri de açalım, bu aileleri, çocukları, akademisyenleri sahipsiz bırakmayalım. Bugün kurulan İzmir Demokrasi ve İzmir Bakırçay ve Beykoz üniversitelerinin kuruluşları hayırlı olsun. Bu üniversitelerin aynı fakültelerle kurulması özellikle işsiz kalan akademisyen ve çalışanlar için çok önemli. Bu akademisyenlerin kendi kampüslerinde ve yuvalarında tekrar hızla işe alınması ve bu mağduriyetlerin, mağdurların öncelenmesi, bu insanlara öncelik verilmesi çok önemli. Bu konuda da iktidar partisinin bize sözlü bir sözü olduğunu buradan ifade etmek isterim.

Bir konuya çok ama çok dikkat çekmek isterim, bu çok önemli çünkü size de sorulacak. Öğrenci arkadaşlar birçok mesaj atıyorlar, diyorlar ki: “Üniversitemiz aklandı mı? Çok şükür, yarından itibaren açılıyoruz; sağ olun, var olun.” Arkadaşlar, bu, üniversitelerin aklanması anlamına gelen bir kuruluş yasası değil. 2 yeni üniversite kuruluyor bu üniversitelerin kampüslerinde. Neden? Bu varlıklar, bu millî servetler boşa gitmesin… Bu üniversiteler aslında bir tür devletleştiriliyor. Bu nedenle bu üniversitelerin ilan edilmesi, Resmî Gazete’de yayınlanması ve eğitime geçmesi zaman alabilir yani üç ay, dört ay, beş ay… Bu nedenle kapanan üniversitelerin öğrencilerini uyarıyorum, lütfen, çok önemli: YÖK’ün ilan ettiği, dün açıkladığı kararlarda belirttiği gibi, 23-26 Ağustos arasındaki başvuru tarihlerinde puanla tercih yapacaksınız, unutmayın, bunu sakın kaçırmayın, bu çok önemli. Eğer 26 Ağustos gecesi saat on ikiye kadar tercihlerinizi yapmazsanız açıkta kalırsınız. Siz tercihlerinizi yapın, bu üniversiteler açıldıktan sonra kendi kampüslerinize dönebilirsiniz. Zannediyorum Hükûmet ve iktidar partisi üyeleri de Eğitim Komisyonu ve İzmir milletvekilleri de bu konuda çok çaba sarf ettiler ve sarf edeceklerdir, YÖK’ün de hızlı karar almasıyla bu arkadaşlarımız en kısa sürede kendi kampüslerine kavuşacaklardır.

Bunun dışında, bu üniversiteler için çaba harcayanlara tekrar tekrar teşekkür ediyorum çünkü her açılan üniversite bir kazanımdır, İzmir’in de 2 tane devlet üniversitesi kazanması çok önemlidir.

Ayrıca, bir konuda da uyarıda bulunmak istiyorum hem Hükûmete hem de bütün milletvekili arkadaşlarımıza, özellikle YÖK’le bağı olan bütün iktidar grubu milletvekillerine: YÖK tarafından alınan kararlar rektörler ve üniversiteler tarafından uygulanmıyor ve zorluk çıkarılıyor. Arkadaşlar, bütün üniversiteler ve rektörler özel öğrenci statüsünde bütün öğrencilerimizi kabul etmek zorunda ve mağduriyete yol açmamak zorundadır. YÖK bu konuda söz vermiştir, Sayın Başbakan bu konuda söz vermiştir, “Hami üniversitelerimiz çocuklarımıza sahip çıkacak.” demiştir. Lütfen sahip çıkın. Zaten bu çocuklar, bu insanlar, aileler yeterince mağdur edildi, daha fazla üzmeyelim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEYHUN İRGİL (Devamla) – Son söz olarak da, tüm kapanan üniversiteleri devletleştirerek tekrar açalım. Herkes hocalarıyla ve aynı kampüslerinde eğitime ücretsiz olarak devam etsin çünkü zaten hiç hak etmedikleri bir mağduriyet böylece hiç olmazsa bir nebze hafifletilsin.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şahsı adına ikinci olarak Batman Milletvekili Sayın Mehmet Ali Aslan konuşacak.

Buyurun Sayın Aslan. (HDP sıralarından alkışlar)

MEHMET ALİ ASLAN (Batman) – Sayın Başkan, Sayın Divan ve Sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Mavi Marmara’da hayatını kaybeden şehitlere de Allah’tan rahmet diliyorum.

Mavi Marmara’yla ilgili, daha doğrusu, aleyhinde o dönemde bütün dünyada bir kamuoyu baskısı oluşmuştu İsrail aleyhinde ve o dönemde Fetullah Gülen kalkıp bütün o kamuoyu baskısını bertaraf edecek bir açıklama yapmıştı hatırlarsınız “İsrail devletinden izin almalıydılar.” diye. 8 Haziran 2010’da benim Başkanlığımda -o zaman Mıhallemi Derneği Başkanıydım- Midyat’ta, Türkiye’de ve dünyada ilk defa Fetullah Gülen aleyhinde bir basın açıklaması yapmıştık. Öğretmen olmam hasebiyle o dönemde sürgün edilmek istendim, hakkımda soruşturmalar açıldı, hepsi medyada ve dosyamda duruyor. Basın açıklamamızda “Hoca, bu ne loca?”, “No Emperyalizm, No Siyonizm, No Gülenizm.” şeklinde dövizler de yazmıştık ve yayınlanmıştı. Ne ilginçtir ki o dönemde benimle beraber basın açıklamasında bulunan Tekin Karaçam gibi, Ahmet Demir gibi sosyolog ve öğretmen arkadaşlar şu anda bir haftadır Midyat’ta tutuklanmış durumdalar. Bu tutuklanmanın hesabını ayrıca sormak lazım; bunlar kimin için tutuklanıyor, neden tutuklanıyor?

Tabii, bunlara da dikkat çekmekle beraber ben Mavi Marmara’da hayatını kaybeden insanlarımıza da Allah’tan rahmet diliyorum. Tek tek fotoğraflarını göstermek istiyorum: Necdet Yıldırım, Cevdet Kılıçlar, Uğur Süleyman Söylemez, İbrahim Bilgen, Furkan Doğan -aynı zamanda Amerikan vatandaşıydı- Fahri Yıldız, Çetin Topçuoğlu, Cengiz Songür, Cengiz Akyüz ve Ali Haydar Bengi.

Bununla ilgili, bu anlaşmayla ilgili şehit yakınları, gaziler ve mağdurlar, gemidekilerin avukatları bir basın metni okudu, hazırladı; onun Mecliste okunmasını talep ettiler, süre yeterse ben okuyacağım: “Türkiye Cumhuriyeti ve İsrail Arasındaki Anlaşmaya Dair Basın Metni

Mavi Marmara olayına ilişkin olarak İsrail ile Türkiye Cumhuriyeti arasında yapılan anlaşmanın Gazze Özgürlük Filosu’nun yerli ve yabancı mağdurları, şehit aileleri ve Türkiye açısından ortaya çıkaracağı neticeler hakkında ilgililerin dikkatini çekmek adına anlaşma maddeleri aşağıda sırasıyla ele alınmış, hukuksal ve diplomatik açıdan değerlendirilmiştir.

İsrail, 20 milyon Amerika doları bağışı yaparak hukuki ve cezai her türlü sorumluluktan kurtulmaktadır. İsrail, adı geçen bağış konusunda hiçbir sorumluluk almamakta, paranın mağdurlara dağıtımı, teslimi gibi konularda Türkiye Hükûmeti, vatandaşlarıyla ve yabancı katılımcılarla karşı karşıya getirilmektedir. Ödenecek tutar sadece şehit yakınlarına verilecektir. Şehit yakınlarının bu bedeli almayı kabul etmemesi ve hiçbir şekilde zararları tazmin edilmeyen diğer mağdurlardan -yani yaralılar dâhil- 700’e yakın filo katılımcısının açtığı, açacağı ulusal ve uluslararası alandaki davalarda Türkiye Hükûmeti şehit yakınlarıyla ve diğer mağdurlarla karşı karşıya getirilmektedir. Böylece İsrail açısından tam bir sorumsuzluk hâli de oluşturulmaktadır. Anlaşma ile İsrail ve İsraillilere tam bir hukuki, cezai muafiyet sağlanmış ve İsrail, saldırıdaki suçlarından dolayı ibra edilmiştir. Dolayısıyla, Türkiye Hükûmeti, mağdurlar yani kan sahipleri adına failleri resmî olarak affedeceğini de taahhüt etmektedir. Kuşkusuz, bu taahhüdün gerçekleşebilmesi için İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesindeki ceza davasının da sonlandırılması gerekmektedir.

Ayrıca, daha önce ‘Anlaşma, her iki tarafın başkentlerinde imzalanacak.’ şeklinde anlaşıldığı hâlde, sözleşmede ‘Ankara’ ve ‘Kudüs’ olarak yazılmıştır. Oysa, İsrail’in başkenti Kudüs değil Tel Aviv’dir.” Dolayısıyla, İsrail Kudüs’ü de bu şekilde bir başkent olarak ilan etmek istiyor, aslında Birleşmiş Milletler kararına aykırıdır; Kudüs İsrail’in başkenti değildir.

“Gazze Özgürlük Filosu mağdurlarının ve şehit ailelerinin avukatları olarak defalarca iki ülke arasındaki normalleşme ve siyasi görüşmelere karışmayacağımız ancak iki ülkenin de davalarımıza karışmaması gerektiği Türkiye’deki yetkililere iletilmesine rağmen, müvekkillerimizin mevcut ve bundan sonra açmayı planladıkları…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) – “…davalar üzerinde tasarrufta bulunulması kabul edilebilir olmadığı gibi, yukarıda izah edilen gerekçelerle hukuken de mümkün değildir.

Mavi Marmara şehit aileleri ve mağdurları avukatları.”

Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslan.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 2’nci madde kabul edilmiştir.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 02.06

ON BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 02.25

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin On Birinci Oturumunu açıyorum.

414 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon…

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 02.26

ON İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 02.45

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin On İkinci Oturumunu açıyorum.

414 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

 

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Ahmet Yıldırım konuşacak.

Buyurun Sayın Yıldırım.

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.

Evet, açıkçası, herhâlde Türkiye'nin çok fazla tanımadığı veya Türkiye’de belli bir siyasi bölümün, akımın tanımakta zorlandığı Aslı Erdoğan dünyaca tanınan bir yazar. Türk dilinin, Türk kültürünün, Türk edebiyatının Türk söylencesini dünyaya tanıtmış ve eserleri -9 kitabı 15 dile çevrilmiş- dünyanın çok farklı ülkelerinde okunan, ulusal ve uluslararası ödülü haiz görülmüş eserler. Maalesef, günü geçirdiğimiz için dün itibarıyla tutuklanmış olan Aslı Erdoğan’ın gayrihukuki bir kararla tutuklandığına olan inancımla bu kararı kabul etmekte zorlandığımı, bu kararın olsa olsa sadece bu ülkeyi uluslararası platformda zorda bırakmanın, mahcup etmenin ötesinde hiçbir işlevinin olmayacağını ifade etmek isterim.

Bir diğer husus, özellikle Mavi Marmara sonrası tartışılagelen ve problemli olan İsrail’le ilişkilerin düzeltilmeye çalışılmasına -içtenlikle söylüyorum- hiçbir itirazım yok. Şüphesiz, geçmişte sorun yaşanmış bir ülkeyle ilişkilerin düzeltilmesinden daha doğal bir şey olamaz, bunu içtenlikle söylüyorum. Ancak, sorun yaşanmış bir ülkeyle yeni ilişkilerin tesis edilmesi, bu ilişkilerde iyi niyetin ön plana çıkarılması ve bundan sonraki süreçte, özellikle bu ülkeler arasındaki halkların kardeşlik ve dostluk duygularını güçlendirecek adımların atılmasında da beis yok.

Ancak gelin, görün ki bu yakınlaşma birkaç açıdan ilkesel tutum içermeli. Bunlardan birincisi: Tavizler arasında yani ülkeler geriye dönük sorunu unutup yeni bir adım atarken tavizler arasında bir orantı olmalı. Her iki devlet geriye dönük sorunlu sayfayı kapatıp sorunsuz bir sayfa açarken karşılıklı tavizler verirler ve bu tavizler arasında da bir orantının olması lazım, topuzun ucunun bir ülkenin lehine, bir diğer ülkenin aleyhine kaçmaması lazım.

İkinci bir husus, özellikle sorunun yaşandığı dönemde her an için, yarın bir gün yeniden dostluk köprülerinin kurulacağı ve barışılacağı üzerine bir ihtimal göz önünde bulundurularak ülkelerin ve o ülkeyi oluşturan insanların yarınının ipotek altına alınmaması lazım.

Mavi Marmara’dan bugüne kadar Türkiye'nin, özellikle de devlet ve Hükûmet yetkililerinin söylemiş olduğu söylemler bugünkü anlaşmaya bir meşruiyet gölgesi düşürüyor. Mesele, bugün İsrail’le geriye dönük sorunun giderilmesi meselesi değil, özellikle Mavi Marmara’dan bugüne kadarki altı yıllık süre içerisinde, bugünkü bu anlaşmanın üzerine meşruiyet gölgesi düşüren ve de bugünü biraz da bağlayan, ipotek altına alan söylemlerin çokça ortada dolaşmış olmasıdır.

Bir diğer husus da şüphesiz uluslararasında, devletler arasında bir sözleşme imzalanırken, her iki devletin de iç kamuoyunda vicdanını rahatsız etmemelidir. Eğer bugünkü sözleşmeden Türkiye’yi oluşturan insanların vicdanı İsrail’i oluşturan insanlar kadar rahat değilse burada da bir orantısızlığın olduğunu söylemek durumundayız.

Yine, İsrail’le yıllardır, on yıllardır bu ülke içerisinde, mevcut siyasi iktidar döneminden çok önce başlamış olan bir İsrail karşıtlığı, bir antisemitizm algısı özellikle bir yanda dururken bu antisemitizmin şaha kaldırıldığı dönemlerde diğer yandan da en büyük silah ticaretlerinin ve askerî antlaşmaların yapıldığını çok iyi biliyoruz ki benden önce de partimiz adına konuşan arkadaşlarımız bunu sıklıkla ifade ettiler.

Bir diğer husus, Mavi Marmara sonrasında -çokça değinildiği için ifade etmeyeceğim- söz konusu metinde şimdiye kadar Türkiye’nin barışmanın koşulunu 3 maddeye indirgediği, özellikle bu 3 şarttan 2’sinin hiçbir şekilde bu sözleşmeyle yerine getirilmediğini belirtmek isterim. En önemli şartlar özür ve tazminattır; özür yoktur, üzüntü beyan etme vardır. Yani, İsrail devleti Türkiye’den bir özür dilememiştir. Geriye dönük de Başbakanın, Cumhurbaşkanının, Hükûmet yetkililerinin özrü bir şart olarak öne sürmüş olması anlamsızdı. Ya değilse, üzüntü mü… Mavi Marmara’da öldürülen 9 yurttaşımız için Nepal’deki, Papua Yeni Gine’deki vicdanlı bir insan da üzülebilir. Üzüntü beyan etmek için illa da bunları öldürmüş olma, bu insanlarımızın kanına elinin bulaşmış olmasına gerek yok. Üzüntü ifade etmek için İsrail devlet yetkilisi olmaya da gerek yok. Dünyanın herhangi bir yurttaşı Amerika’da da, Uzak Doğu’da da üzüntü belirtebilir.

Bir diğeriyse, yine ortada bir tazminat yoktur. Hani söylemim çok ağır kaçmasın ama sanki lütuf veriyormuşçasına “Alın bu parayı, ne yapıyorsanız yapın, düşün yakamızdan.” gibi bir edayla açığa çıkmış olması ve uluslararası düzlemde bu şekilde tartışılmış olmasını da kabul etmek zordur.

Bakın, özellikle bu ülkenin farklı bölgelerinde, daha çok da Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da aileler arasında açığa çıkmış kavgalarda kan akarsa orada bile tazminat anlamına gelebilecek kan parası bir düzeyle verilir. Araya giren ara bulucuların belirlediği etik değer yargılarına her iki tarafın uyması, kabul etmesi lazım. Burada araya giren kimse yok, yapılan sözleşmenin topuzu İsrail lehine kaçırılmış durumdadır, ya değilse bizim böyle bir sözleşmeye hiçbirimizin itiraz etmesi… İsrail’le var olan, aslında İsrail değil dünyanın herhangi bir ülkesiyle var olan geriye dönük sorunlarımızı gidermeden daha doğal bir şey olamaz.

Bir diğer husus da özellikle Orta Doğu’da Kürt fobisi üzerinden gelişmiş olan dış politikanın bir istikrarı, bir geleceği, ülkeyi aydınlık yarınlarına taşıyabilmek anlamında bir içeriği, bir müktesebatı yoktur. Suriye’de, Mısır’da, Orta Doğu’da, Irak’ta, İran’da ilişkilenimlerin hep Kürt karşıtlığı üzerinden geliştiriliyor olması ülkedeki Türkiye’yi oluşturan insanların büyük bir bölümünün vicdanlarını yaralamaktadır. Örneğin, şimdiye kadar Suriye ile Mısır politikalarında daha çok Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ekseninde yürüyen bir ittifak yeni gelişen Suriye ve İran ittifakından sonra nasıl seyredecektir? İran’la, Rusya’yla yeni ilişkilerin kurulmuş olması, özellikle de İran ve Suriye’yle kurulmuş olan yeni ilişkilerin biraz Suriye politikası üzerinden şekillenmiş olması bugüne kadar, yıllardır Körfez ülkeleriyle ittifak hâlinde olan durumumuza acaba nasıl yansıyacaktır? Öyle sanıyorum ki, Suriye ve Mısır üzerinden Körfez ülkeleriyle kurulmuş olan ilişkiler zedelenecek ve bu müttefik ilişkilerin yarına taşınabilmesi oldukça zordur.

Son olarak, bir AKP’li hatip ifade ettiği için söyleyerek sözlerimi tamamlamak istiyorum, dedi ki: “Ben, Filistin’e gittiğimde insanın kendi topraklarında ve şehirlerinde kendisini tutsak hissetmesi…” Acaba bu ülkede son bir yılda yaşanan, kanın aktığı, ölümlerin kutsandığı bu süreçte ülkenin bir bölümünde insanların kendilerini kendi şehirlerinde tutsak hissettikleri hususunda ne kadar haber sahibiyiz? Bugün, Şırnak hâlâ iskâna kapalı. Bugün, hâlâ Nusaybin’in yüzde 60’ının aynen o Gazze Şeridi’ndeki gibi tel örgülerle çevrili olması Nusaybinli, Mardinli yurttaşlarımızda nasıl bir duygu uyandırıyor? Şüphesiz Filistinlilerin acısını paylaşalım, şüphesiz Filistinlilerin kendi topraklarında kendilerini huzursuz hissetmesi üzerinden bir empati yapalım ama Filistin’e gitmeden önce bir zahmet kendi ülkemizdeki yurttaşlarımızın da hissetmiş olduğu rahatsızlıklar üzerinden empati kültürünü geliştirsek iyi olur, Filistinli çocukların yüzünün gülebilmesinin bu ülkenin Diyarbakırlı, Şırnaklı, Mardinli, Hakkârili ve farklı yerlerdeki çocukların yüzünün gülmesinin hak ettiği gibi diye belirtiyorum.

Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Utku Çakırözer konuşacak.

Buyurun Sayın Çakırözer. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gecenin ilerleyen, sabahın erken saatinde hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gün içinde ben de Eskişehirli polis kardeşimiz Muhammet Acar’ı -Van’da düzenlenen terör saldırısında yaralanmıştı- kaybettiğimizi öğrendim. Ona Allah’tan rahmet, hem ailesine hem Eskişehir’imize hem bütün ulusumuza -tabii ki diğer şehitler için de- başsağlığı, sabır diliyorum.

Mavi Marmara hadisesini gazeteci olarak yakından izleyenlerden biriyim. O yüzden öncelikle, anlaşmaya geçmeden önce, şunu hatırlatmak isterim: O dönem karşılıklı yapılan çok hatalar vardı. Tabii ki, en büyük, vahim, kabul edilemez hata İsrail’e ait olandı. Ama, filonun “Ablukayı deleceğiz.” diyerek buradan gitmesine izin verilmesi de o dönemin bence önemli hatalarından biriydi. Ama ondan sonra İsrail’in buna uluslararası sularda orantısız bir şiddetle karşılık vermesi, saldırması ve 9’u yurttaşımız olmak üzere toplam 10 kişiyi katletmeleri asla kabul edilemezdi. Nitekim, ondan sonra ilişkiler, biliyorsunuz, sıfır düzeyine indi, sonra da belli koşullarla düzelmesi beklendi. Tabii ki bunların başında özür dilenmesi koşulu vardı, keza ölenlerin ailelerine mutlak surette tazminat ödenmesi vardı.

Aslında, bu hususlar 2011 yılının Eylül ayında Birleşmiş Milletler tarafından yapılan Palmer Raporu’nda net bir şekilde kayıt altına alınmıştı. Palmer Raporu şunu söylüyordu: Daha o gün, filoya düzenlenen saldırının birinci yılında, İsrail ablukasının meşru olduğunu kayda geçiriyordu.

Aslında bu raporu biz çok istedik, Türkiye çok istedi hatırlarsanız, dönemin Dışişleri Bakanı, Başbakanı BM’nin bu raporu hazırlamasını, ama, aynı zamanda bu rapor İsrail’in orantısız şiddet kullandığını kayda alıyordu, kendi kara sularına daha yaklaştığında bir operasyon yapabileceğini ve bu kadar şiddet uygulamadan yapabileceğini söylüyordu, bir de tabii, ülkemizi önlem almadığımız için itham eden bir rapordu ve hep tarafların itirazlarıyla kabul edildi.

Sonrasında ne oldu? Bir özür telefonu gerçekleşti. Gönül arzu ederdi ki resmî olarak kayıtlara giren, yazılı, aynı Rusya’dan bizim dilediğimize benzer bir özür olabilseydi. Daha sonrasında hep söylediğimiz, normalleşmenin koşulu olarak söylediğimiz, aslında Palmer Raporu’nda da şunlar şunlar yapılsın diye iki şey vardı: Birincisi özür, ikincisi tazminat, arkasından da ilişkilerin iyileştirilmesinden bahsediliyordu.

Normalleşme konusuna bizim bakışımızı ben bir kere daha vurgulayayım. Arkadaşlarımız, Sayın Genel Başkanımız, sayın genel başkan yardımcımız buradan sık sık değişik fırsatlarla söylüyorlar. Biz, Ulu Önder Atatürk’ün bize çizdiği “Yurtta sulh, cihanda sulh.” çizgisi doğrultusunda, tüm dünyayla, özellikle müttefiklerimizle, dostlarımızla, ama bölge ülkeleriyle de yakın ilişkilerden, ulusal çıkarlarımız lehinde ilişkilerden yanayız. Buna İsrail de dâhildir tabii ki, ama İsrail’le sınırlı değildir. Mısır’la olsun Ürdün’le olsun bölgenin diğer önemli ülkeleriyle olsun iyi ilişkilerden hep yanayız.

Bence, İsrail’le ilişkilerin iyi olmasının bir başka önemli hususu, Filistinli kardeşlerimizin yıllardır çekmekte olduğu acıların son bulmasına katkı sağlayabilecek bir manivela olarak kullanabileceğimiz bu ilişkidir. O yüzden de biz normalleşmeyi hep destekledik, Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesi gerektiğinden yana olduk. Ancak bunu söylerken bugün önümüze gelmiş olan bu metni ille de gönülden, her şeyiyle destekliyoruz anlamına gelmiyor normalleşmeyi istemek. Hatta ve hatta bu metin -maalesef söylemek zorundayım- bizlerin hem kişi olarak hem ulus olarak onurunu kırıcı bir metindir çünkü bu metin, maalesef, aslında sanki orada İsrail’in kabul edilemez saldırısı altında hayatlarını yitiren yurttaşlarımızı sanki sorumlu tutmakta ve onların hiçbir yargı yoluna gitmemesi için bizim elimizi kolumuzu bağlayacak bir metindir. Hatta ve hatta eğer giderlerse bütün maddi sorumluluğun da Türkiye tarafından karşılanmasını hükme bağlayan bir metindir. Maalesef bu metnin önümüze böyle tek bir şekilde gelmesi son derece bence hem dış politika açısından hem kendi ulusal onurumuz açısından büyük hata olmuştur diye düşünüyorum.

Tabii, bir de -arkadaşlarımız da bahsetti- bu metin eksik bir metindir. Bir de mutabakat metni var, sizlerin şu anda elinde, önünde olmayan ama Komisyonda hem Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin hem Komisyon yetkililerinin olduğunu söyledikleri bir de metin var ama bunu biz bilemiyoruz. Altında imza olmayan bu metnin açıklanmamasının bence tek bir sebebi var, o da o metinde Türkiye'nin, kamuoyunun duymaktan çok hoşlanmayacağı ifadelerin olduğudur. Nedir bunlar? Bu metinde çok büyük olasılıkla Türk yargısına talimat vardır “Mutlak surette bu anlaşmayı uygulayın, kimsenin dava açmasına izin vermeyin.” diye. Yine bu metinde büyük olasılıkla ablukanın -az önce söyledim- daha Palmer Raporu’ndan beri, bizim isteğimizle kurulan BM Raporu’ndan bu yana bilinen Palmer Raporu’nda söylediği gibi Gazze’ye uygulanan ablukanın meşru olduğuna, devam etmekte olduğuna ve Türkiye'nin gerekçede bahsedilen tüm yardımlarının mutlak surette İsrail onayıyla, İsrail izniyle ve İsrail üzerinden karadan, yani doğrudan Gazze’ye, Gazze Limanı’na gönderilemeyeceğine, mutlak suretle İsrail üzerinden gidebileceğine ilişkin ifadeler vardır muhtemelen ve para göndermek istediğinizde dahi yine İsrail’in onay vereceği bankalar üzerinden gönderilmesi… Bunların hepsi, tabii, İsrail’in Gazze üzerindeki egemenliğini tanıdığımızı, gördüğümüzü ve bunu kabul ettiğimizi ifade eden unsurlardır.

Tabii, bir de yine İsrail Başbakanı Netanyahu’nun bu anlaşma kamuoyuna açıklanırken Roma’da yaptığı bir konuşma var. İsrail Başbakanı “Bu anlaşmanın bize verdiği ilk konu, İsrail ordusunun şu anda yargılanmakta olan ve gelecekte yargılanabilecek komutanlarının ve askerlerinin sivil ve adli soruşturmalardan korunmasıdır.” diyor. Evet, bu anlaşma önümüzde zaten ama önümüzde olmayan metne ilişkin de bir şey söylüyor, “Bu anlaşmanın verdiği ikinci konu, Gazze şeridinin deniz güvenlik ablukasının sürecek olmasıdır. Bu bizim en üst güvenlik çıkarımızadır. Bundan asla taviz vermeyi düşünmedim bile.” diyor. Tabii ki İsrail Başbakanı bunu söyleyebilir. Bunun karşısında bizim de söyleyeceğimiz sözler olmalıdır ama bunu söyleyebilmek için iktidarıyla muhalefetiyle, hep beraber, bizim önümüze bu metin konulmak durumundadır. Komisyonda söylenen şuydu: “Anlaşmanın gerekçesi bu mutabakat metnini içermektedir.” Ben bunun böyle olduğunu düşünmüyorum. Öyle olsaydı o mutabakat metni hepimizin önünde olurdu şu anda.

Buradan, paylaşılan metinden görebildiğim kadarıyla sanki suçlu biziz, sanki suçlu o insanlar ve onların ailelerinin dava açmaması için, İsrail’in korunması için her türlü önlem alınıyor ama bunun karşılığında sadece bir 20 milyon dolarlık -onun da lütuf olarak verildiği ifade edilen- ödeme yapılacağı ifade ediliyor. Ama, dediğim gibi, bizim görmediğimiz bu mutabakat metninde eninde sonunda ortaya çıkacaktır bu ve gerekçeyle aynı olmadığını Türkiye kamuoyu görecektir. Hem yargıya talimat hem ablukanın bir kez daha kabulü ve İsrail’in Gazze üzerindeki egemenliğinin Türkiye tarafından tanındığına ilişkin hepimizi incitecek, üzecek ifadeler olmasından çok büyük kuşku duymaktayız.

Sonuç olarak “Bu süreçten ne geçti?” derseniz tabii ki normalleşme hepimizin istediği, arzuladığı bir şeydir ama böyle ulusal onurumuzu incitecek bir metinle keşke bu olmasaydı, keşke -dediğim gibi- beş yıl önce daha Palmer Raporu’nda, BM Raporu’nda söylendiği gibi yapılsaydı ve Türkiye, halkımız, kamuoyu “Ablukayı ortadan kaldıracağız.” diye kandırılmasaydı çünkü “ablukanın kalktığı” diye bir şey yok. Daha o günden BM Raporu’nda da söylenen şey, ablukanın meşru olduğu yönündeydi. Biz o raporun tarafıydık, bir kere daha hatırlatmak isterim.

Bir kez daha mutabakat metninin önümüzdeki günlerde kamuoyuna açıklanması gerektiğini düşünüyorum. Bu metin maalesef -bir kez daha altını çizeyim ki- sanki orada hayatını kaybeden vatandaşlarımızı, şehit olan vatandaşlarımızı sorumlu tutar bir şekilde İsrail’e kalkan olacak bir metin şeklindedir. Keşke böyle gelmemiş olsaydı. Umut ediyorum ki dış politikada bundan sonra böyle vahim hatalar yapılmaz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakırözer.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu okuyorum:

“Kullanılan oy sayısı:   228

Kabul   :                                            209

Ret      :                                            16

Çekimser:                                          3(x)

                              Kâtip Üye                                                Kâtip Üye

                            Fehmi Küpçü                                      Ali Haydar Hakverdi

                                  Bolu                                                     Ankara”

Böylelikle tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Sayın milletvekilleri, 4’üncü sıraya alınan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Venezuela Bolivar Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliği ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Venezuela Bolivar Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliği ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/355) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 45) (xx)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon Raporu 45 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen? Yok.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ VE VENEZUELA BOLİVAR CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA ENERJİ ALANINDA İŞBİRLİĞİ İLE İLGİLİ ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN

BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) 4 Kasım 2010 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Venezuela Bolivar Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliği ile İlgili Anlaşma”nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – 1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – 3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Venezuela Bolivar Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliği ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu okuyorum:

 

“Kullanılan oy sayısı

:

220

 

 

Kabul

:

219

 

 

Ret

 

:

1

(x)

                        Kâtip Üye                                             Kâtip Üye

                Ali Haydar Hakverdi                                   Fehmi Küpçü

                          Ankara                                                  Bolu”

Böylelikle, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Sayın milletvekilleri, 5’inci sıraya alınan 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile İç Tüzük’ün 128’inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi’nin görüşmelerine başlayacağız.

5.- 667 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (1/746) ile İç Tüzük’ün 128’inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi (S. Sayısı: 412) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Kanun hükmünde kararname ve tezkere 412 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu kanun hükmünde kararname İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle, kanun hükmünde kararnamenin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Kanun hükmünde kararnamenin tümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili Sayın Mehmet Naci Bostancı konuşacaktır.

Buyurun Sayın Bostancı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Demokrasimiz 15 Temmuz tarihinde büyük bir tehlikeyle yüzleşti. Allah’a çok şükür, hep birlikte bunun üstesinden geldik, bir darbe girişimini bertaraf ettik. Bunun peşinden olağanüstü hâl ilan edildi ve şimdi biz olağanüstü hâl çerçevesinde kanun hükmünde hazırlanan kararnamelerin ilkiyle Meclisin huzurundayız, bunu konuşup tartışacağız.

Öncelikle iki hususun altını çizmem gerekiyor. Bunlardan birincisi, olağanüstü hâl, bildiğiniz gibi, Anayasa’da ilgili maddelerde düzenlenmiş, bir hukuki çerçevesi olan, demokrasiyi korumaya matuf bir mevzuat. Literatürde, özgürlük temelli demokratik düzenlerin kendilerini nasıl koruyacaklarına ilişkin bol miktarda tartışma yapılır çünkü insan haklarına, özgürlüklere, meşruiyete en geniş şekilde vurgu yapan demokratik düzenler için bu nitelikler aynı zamanda, kötü niyetli, o düzene karşı suikast içinde olan çevrelere de kimi kolaylıklar sağlayan unsurlardır. Dolayısıyla, demokrasiler esasen, karikatüristleri hatırlayacak olursanız, nazenin hanımefendiler olarak çizilir, karikatürcülerin zihninde demokrasi nazenin hanımefendi gibidir. Böylelikle demokrasinin aslında dış tehlikelere karşı da içerdiği değerler itibarıyla açık nitelikleri bulunduğu vurgulanmak istenir. İşte, demokrasilerin kendilerini koruyabilmeleri için mevzuatta, anayasada, yasalarda bu tür suikast girişimlerini engellemeye dönük, olağan hâllerin dışında, olağanüstü hâl şartlarını düzenleyen hukuki metinler vardır. Bunların kastı, bir özgürlükler düzeni olan demokrasilerin korunabilmesi, uzun vadeli, uzun soluklu bir şekilde özgürlüklerin garanti altına alınabilmesi için özgürlük-güvenlik sınırını, kötü girişimleri bertaraf edebilecek, demokrasiye karşı kötü niyetli suikast niteliği taşıyan hareketlere, girişimlere karşı demokrasiyi koruyacak önlemlerin alınmasını sağlamaktır. Bunun için, özgürlük-güvenlik dengesini özgürlükleri uzun soluklu bir şekilde sağlayacak bir çizgiden geçirmeye uğraşmaktır ama bütün bunlar yapılırken yasal bir çerçevede olması dikkatle takip edilir. Sonuçta, demokratik düzen kendini inkâr edecek şekilde “Kendimi koruyacağım.” diye elbette totaliter bir mahiyet kazanamaz, yapmış olduğu her şeyi, kendini korumaya matuf her türlü düzenlemeyi esas niteliklerine has bir tarzda özgürlük temelli, hukuki temelli, meşruiyet temelli bir şekilde yapmak durumundadır. O yüzden olağanüstü hâl düzenlemesi yine yasal bir çerçevede kayıt altına alınmıştır.

Biz, 15 Temmuzda bir darbe girişimiyle karşılaştık. Aslında altmış küsur yıllık demokrasi tarihimiz içinde başka darbe girişimleri de oldu, darbeler oldu. 1960, 1971’deki 12 Mart, başka cuntaların girişimleri, 12 Eylül -buradaki insanların bir kısmı 12 Eylülü yaşadılar, ben de yaşadım- 28 Şubat vesaire. Fakat 15 Temmuzun bütün bu darbelerden ve darbe girişimlerinden mahiyet itibarıyla farklı bir tarafı vardı. Geçmişteki darbeler askerî elitler tarafından yapılan, bütün gücü, kudreti drijan organizasyon üzerinden götürülen darbelerdi. Sonuçta askerî bürokrasi marifetiyle yapılıp o çerçevede iki yıl, üç yıl darbe şartlarında bir yönetim gerçekleştirildikten sonra peyderpey demokrasiye geçiş doğrultusunda bir mecrada akıp giden işlerdi. Temel ideolojik normlarını da darbeciler o dönemlerde cumhuriyetin kuruluş temelleri çerçevesinde kendilerini meşrulaştırmak için açıklarlardı. 15 Temmuzda yaşanan darbe yine askeriye içerisinde bir kısım çete mensupları tarafından yapılmış olsa bile sadece onlardan ibaret olan bir çevrenin gerçekleştirdiği darbe girişimi değildi. Toplumun farklı kesimlerine de nüfuz etmiş medya ayağından, iş adamı, finans ayağından, vakıflar, dernekler ayağından, üniversiteler ayağından, bir bakıma topluma mihmandarlık eden çok çeşitli örgütlü kurumları üzerinden kendisine aynı zamanda destek sağlayacak şekilde örgütlenmiş bir çetenin girişimiydi. Bu bakımdan da geçmişteki darbe girişimlerinden mahiyet olarak daha farklı bir organizasyonla karşı karşıyaydık. Esasen bu çetenin üzerine, sosyolojisine, Türkiye’nin mevcut toplumsal şartlarından nasıl faydalanarak geliştiğine, nasıl iktidar odaklı bir şekilde o kırk yıllık süre içerisinde çalıştığına, kendisini topluma ve dünya kamuoyuna nasıl takdim etmeye uğraştığına dair birçok değerlendirme yapabiliriz.

Bu örgütün iki katmanı olduğunu biliyoruz. Bu katmanlardan birisi, örgütün bir tür kamusal yüzünü oluşturan, kendisini bir iyilik, bir ahlak hareketi, Türkiye’nin normlarıyla uyuşmuş küresel bir vizyon hareketi şeklinde takdim eden ve buradan güç ve meşruiyet devşirmeye çalışan bir yüz. Diğeri de çekirdeğinde, iktidar odaklı bir şekilde, gizli örgüte has bütün nitelikleri taşır bir tarzda bir başka katman. Bu iki katman zaman zaman iç içe giriyor, zaman zaman birbirine mesafeli durabiliyor. Toplumumuzun ve siyasi elitlerin, hukuki elitlerin bu ilginç, tarihte başka örneklerinin de olduğunu düşündüğümüz -Cizvitler gibi, çok konuşuldu- örgütü bir puzzle gibi çözmesi esasen biraz zaman aldı. Bunu da olağan görmek gerekir çünkü böyle iki katmanlı, sınırları olan, hücre tipi çalışan, uluslararası ayağı bulunan, teknik destek alan bir örgütün puzzle biçiminde çözülmesinin zaman alması anlaşılır bir durumdur ama netice itibarıyla bugün geldiğimiz noktada bu örgütün referanslarının, katmanlarının, elemanlarının nasıl örgütlendiği hususunda devletin, hukuki çevrelerin yeterli sayıda, kafi miktarda bilgisi olduğu kanaatine varıyoruz ve örgütün iktidar odaklı bir şekilde gayrimeşru tarzda seferber ettiği çok çeşitli kurum ve kuruluşlardaki elemanlarını, bu hukuki, demokratik düzene kastetmiş unsurlarını devletin olağanüstü hâl şartlarındaki uygulamalarla bunları derdest etmeye, hukukun kuralları çerçevesinde takip, tahkik ve cezalandırmaya dönük bir mecrada işlerin yürüdüğünü görüyoruz. Tabii böylesine kapsamlı, böylesine gizli, böylesine organize bir çeteye karşı bu mücadelenin verilmesi kolay değildir. Ancak biz bir hukuk devletiyiz, hukuk devletinin hem ilke düzeyinde normlarına bağlı kalarak hem de adalet ve hakkaniyetin sağladığı o meşruiyeti asla ıskalamaksızın, unutmaksızın, çok söylendiği biçimiyle “kuru ile yaşı birbirinden ayırarak” yolumuza devam etmek durumundayız. Bu KHK’lar da, esasen bunun unsurları olarak görülmelidir. Bunları tartışıp konuşacağız elbette ama çok ana hatlarıyla bu terör örgütüne bakışımızı ve yürütülen mücadeleyi böyle bir çerçevede ifade edebilirim.

Sabahın bu saatinde sabırla beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 03.31

ON ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 03.40

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 128’inci Birleşiminin On Üçüncü Oturumunu açıyorum.

412 sıra sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

6’ncı sıraya alınan, Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/750) ve İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin 19.4.2012 Tarihli ve 6292 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/571) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

6.- Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/750) ve İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin; 19.4.2012 Tarihli ve 6292 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/571) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 411)  (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Geçen birleşimde İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülen 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bölümlerinde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştı.

Sayın milletvekilleri, Hükûmetin görüşülmekte olan kanun teklifinin 15’inci maddesinden sonra gelmek üzere ihdas edilen 16’ncı maddesinin yeniden görüşülmesine ilişkin İç Tüzük’ün 89’uncu maddesine göre bir talebi vardır. Başkanlık bu talebi yerine getirecektir.

Danışma Kurulunun Hükûmetin görüşülmekte olan kanun teklifinin 15’inci maddesinden sonra gelmek üzere ihdas edilen 16’ncı maddesinin yeniden görüşülmesine ilişkin talebi hakkındaki görüşünü okutuyorum:

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

B) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 15’inci maddesinden sonra gelmek üzere ihdas edilen İstanbul Kent Üniversitesi kurulmasına ilişkin 16’ncı maddenin yeniden görüşülmesine dair Hükûmetin talebinin İç Tüzük’ün 89’uncu maddesi uyarınca uygun görüldüğüne ilişkin önerisi

19/8/2016

Danışma Kurulu Önerisi

Danışma Kurulunun 19/8/2016 Cuma günü (bugün) yaptığı toplantıda, görüşülmekte olan 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 15’inci maddesinden sonra gelmek üzere ihdas edilen "İstanbul Kent Üniversitesi" kurulmasına ilişkin 16’ncı maddenin yeniden görüşülmesine dair Hükûmetin talebi İç Tüzük’ün 89’uncu maddesi uyarınca uygun görülmüştür.

                                                                                             Ayşe Nur Bahçekapılı

                                                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                 Başkanı Vekili

 

 

                 Mehmet Naci Bostancı                                                           Özgür Özel

              Adalet ve Kalkınma Partisi                                                Cumhuriyet Halk Partisi

                  Grubu Başkan Vekili                                                      Grubu Başkan Vekili

 

                      Çağlar Demirel                                                               Erkan Akçay             

            Halkların Demokratik Partisi                                             Milliyetçi Hareket Partisi

                  Grubu Başkan Vekili                                                      Grubu Başkan Vekili

BAŞKAN – Şimdi Hükûmetin istemini okutup oylarınıza sunacağım:

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

B) Yeniden Görüşmeleri Yapılan Tasarılar / Teklifler (Tekriri Müzakere)

1.- Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/750) ve İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin; 19.4.2012 Tarihli ve 6292 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/571) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 411)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 15’inci maddesinden sonra gelmek üzere ihdas edilen “İstanbul Kent Üniversitesi” kurulmasına ilişkin 16’ncı maddesinin yeniden düzenlenmesi amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 89’uncu maddesi gereğince yeniden görüşülmesini arz ve teklif ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                     Fikri Işık

                                                                                             Millî Savunma Bakanı

BAŞKAN – Hükûmetin istemini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Bu durumda teklifin 16’ncı maddesini yeniden müzakereye açıyorum.

Madde üzerinde söz isteyen? Yok.

Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na yeni ihdas edilen 16’ncı maddesinden sonra gelmek üzere 17’nci madde olarak aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

    Mustafa Elitaş                                      Engin Altay                                     Zekeriya Temizel

         Kayseri                                              İstanbul                                                İzmir

Kamil Okyay Sındır                                   Musa Çam                                  Mehmet Naci Bostancı

          İzmir                                                 İzmir                                                Amasya

    Sibel Özdemir                                     Necip Kalkan                                        Özgür Özel

        İstanbul                                               İzmir                                                Manisa

Kerem Ali Sürekli                                   Ahmet Akın                                      Utku Çakırözer

          İzmir                                               Balıkesir                                            Eskişehir

    Kadim Durmaz                                     Ceyhun İrgil                                      Yakup Akkaya

          Tokat                                                 Bursa                                               İstanbul

“MADDE – 2809 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“Beykoz Üniversitesi

EK MADDE 168– İstanbul’da Türkiye Lojistik Araştırmaları ve Eğitim Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Beykoz Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesinden,

b) Sanat ve Tasarım Fakültesinden,

c) Sosyal Bilimler Fakültesinden,

ç) Mühendislik ve Mimarlık Fakültesinden,

d) Yabancı Diller Yüksekokulundan,

e) Sivil Havacılık Yüksekokulundan,

f) Meslek Yüksekokulundan,

g) Lisansüstü Programlar Enstitüsünden,

ğ) 17/7/2008 tarihli ve 2008/13959 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulmuş bulunan ve bu Kanun ile tüzel kişiliği sona erdirilerek Rektörlüğe bağlanan Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulundan oluşur,'"

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılırsa, yani 21 üyesiyle, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım.

Komisyon, önergeye katılıyor musunuz salt çoğunlukla?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Komisyonumuzun salt çoğunluğu vardır, üyelerimizin salt çoğunluğuyla önergeye katılıyoruz.

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Söz isteyen? Yok.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Yeni bir madde ihdasına ilişkin yeni bir önerge daha vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na yeni ihdas edilen 16’ncı maddeden sonra gelmek üzere 17’nci madde olarak aşağıdaki metnin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

             Mustafa Elitaş                                      Engin Altay                              Erkan Akçay

                  Kayseri                                              İstanbul                                     Manisa

         Mahmut Atilla Kaya                             Kamil Okyay Sındır                         Özgür Özel

                    İzmir                                                 İzmir                                       Manisa

          Hüseyin Kocabıyık                                 Çağlar Demirel                            Oktay Vural

                    İzmir                                              Diyarbakır                                    İzmir

              Cemal Öztürk                                       Hamza Dağ                           Kerem Ali Sürekli

                  Giresun                                               İzmir                                        İzmir

      İbrahim Mustafa Turhan                        Mehmet Naci Bostancı                       Ceyhun İrgil

                    İzmir                                                Amasya                                      Bursa

              Sibel Özdemir                                    Utku Çakırözer                          Kadim Durmaz

                  İstanbul                                             Eskişehir                                     Tokat

              Özkan Yalım                                       Ahmet Akın                             Necip Kalkan

                    Uşak                                               Balıkesir                                     İzmir

                Musa Çam                              Fatma Seniha Nükhet Hotar                   Murat Bakan

                    İzmir                                                 İzmir                                        İzmir

       Ahmet Kenan Tanrıkulu                            Ertuğrul Kürkcü                              Ali Yiğit

                    İzmir                                                 İzmir                                        İzmir

          Mustafa Ali Balbay                                   Atila Sertel                             Müslüm Doğan

                    İzmir                                                 İzmir                                        İzmir

 “MADDE – 2809 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“İzmir Bakırçay Üniversitesi

EK MADDE 169 – İzmir’de İzmir Bakırçay Üniversitesi adıyla yeni bir üniversite kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) Fen-Edebiyat Fakültesi,

b) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,

c) Hukuk Fakültesi,

d) Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi,

e) Sağlık Bilimleri Fakültesi,

f) Yabancı Diller Yüksekokulu,

g) Adalet Meslek Yüksekokulu,

h) Meslek Yüksekokulu,

i) Fen Bilimleri Enstitüsü,

j) Sosyal Bilimler Enstitüsü,

k) Sağlık Bilimleri Enstitüsünden

oluşur.””

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Salt çoğunluğumuz vardır, üyelerimizin salt çoğunluğuyla önergeye katılıyoruz.

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Söz isteyen? Yok.

Yeni madde ihdas edilmiştir.

Yeni maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, yeni bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na yeni ihdas edilen 16’ncı maddeden sonra gelmek üzere 17’nci madde olarak aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

             Mustafa Elitaş                                 Engin Altay                                   Erkan Akçay

                  Kayseri                                         İstanbul                                          Manisa

         Mahmut Atilla Kaya                        Kamil Okyay Sındır                              Özgür Özel

                    İzmir                                             İzmir                                            Manisa

          Hüseyin Kocabıyık                            Çağlar Demirel                                 Oktay Vural

                    İzmir                                         Diyarbakır                                         İzmir

              Cemal Öztürk                                  Hamza Dağ                               Kerem Ali Sürekli

                  Giresun                                           İzmir                                             İzmir

      İbrahim Mustafa Turhan                   Mehmet Naci Bostancı                           Ceyhun İrgil

                    İzmir                                           Amasya                                           Bursa

              Sibel Özdemir                               Utku Çakırözer                               Kadim Durmaz

                  İstanbul                                        Eskişehir                                          Tokat

              Özkan Yalım                                  Ahmet Akın                                  Necip Kalkan

                    Uşak                                          Balıkesir                                          İzmir

            Zekeriya Temizel                                Musa Çam                         Fatma Seniha Nükhet Hotar

                    İzmir                                             İzmir                                             İzmir

               Murat Bakan                          Ahmet Kenan Tanrıkulu                        Ertuğrul Kürkcü

                    İzmir                                             İzmir                                             İzmir

                 Ali Yiğit                                Mustafa Ali Balbay                              Atila Sertel

                    İzmir                                             İzmir                                             İzmir

“MADDE – 2809 sayılı Kanun’a aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“İzmir Demokrasi Üniversitesi

EK MADDE 170 – İzmir’de İzmir Demokrasi Üniversitesi adıyla yeni bir üniversite kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak

a) Eğitim Fakültesi,

b) Hukuk Fakültesi,

c) Fen-Edebiyat Fakültesi,

d) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,

e) Güzel Sanatlar Fakültesi,

f) Mühendislik Fakültesi,

g) Mimarlık Fakültesi,

h)Sağlık Bilimleri Fakültesi,

ı) Tıp Fakültesi,

i) Diş Hekimliği Fakültesi,

j) Yabancı Diller Yüksekokulu,

k) Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu,

l) Meslek Yüksekokulu,

m) Fen Bilimleri Enstitüsü,

n) Sosyal Bilimler Enstitüsü,

o) Sağlık Bilimleri Enstitüsünden

oluşur.””

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu salt çoğunlukla?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Salt çoğunluğumuz vardır, salt çoğunlukla katılıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Söz isteyen? Yok.

Yeni madde ihdas edilmiştir.

Şimdi, yeni maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, şimdi, yeniden yeni bir madde ihdas edilmesine ilişkin bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na yeni ihdas edilen 16’ncı maddeden sonra gelmek üzere 17’nci madde olarak aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

         Mustafa Elitaş                                           Engin Altay                              Erkan Akçay

              Kayseri                                                  İstanbul                                     Manisa

   Mehmet Naci Bostancı                                    Necip Kalkan                           Erdoğan Özegen

             Amasya                                                    İzmir                                        Niğde

     Mahmut Atilla Kaya                              İbrahim Mustafa Turhan                 Hüseyin Kocabıyık

               İzmir                                                      İzmir                                        İzmir

    Mehmet Doğan Kubat                                    Cemal Öztürk                             Oktay Vural

             İstanbul                                                  Giresun                                      İzmir

         Selçuk Özdağ                                      Kamil Okyay Sındır                        Ceyhun İrgil

              Manisa                                                     İzmir                                        Bursa

         Sibel Özdemir                                         Kadim Durmaz                             Ahmet Akın

             İstanbul                                                    Tokat                                     Balıkesir

"MADDE-2809 sayılı Kanunun ek 15 inci maddesinin başlığında ve birinci fıkrasında yer alan "Celal Bayar Üniversitesi" ibareleri "Manisa Celal Bayar Üniversitesi", ek 22 nci maddesinin başlığında ve birinci fıkrasında yer alan "Niğde Üniversitesi" ibareleri "Ömer Halisdemir Üniversitesi", ek 102 nci maddesinin başlığında ve birinci fıkrasında yer alan "Tunceli Üniversitesi" ibareleri "Munzur Üniversitesi", ek 110 uncu maddesinin başlığında ve birinci fıkrasında yer alan "Yeni Yüzyıl Üniversitesi" ibareleri "İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi", ek 125 inci maddesinin başlığında ve birinci fıkrasında yer alan "Yıldırım Beyazıt Üniversitesi" ibareleri "Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi", ek 142 nci maddesinin başlığında ve birinci fıkrasında yer alan "Gedik Üniversitesi" ibareleri "İstanbul Gedik Üniversitesi” olarak değiştirilmiştir.””

BAŞKAN – Komisyon, önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Salt çoğunluğumuz vardır, üyelerimizin salt çoğunluğuyla önergeye katılıyoruz.

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Söz isteyen? Yok.

Yeni madde ihdas edilmiştir.

Yeni maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, yeni madde ihdasına ilişkin bir önerge daha vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na yeni ihdas edilen 16’ncı maddeden sonra gelmek üzere 17’nci madde olarak aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

         Mustafa Elitaş                                         Engin Altay                               Çağlar Demirel

              Kayseri                                                İstanbul                                     Diyarbakır

           Musa Çam                                          Sibel Özdemir                               Ceyhun İrgil

               İzmir                                                  İstanbul                                        Bursa

    Mehmet Doğan Kubat                            Mehmet Naci Bostancı                        Necip Kalkan

             İstanbul                                                Amasya                                        İzmir

       Zekeriya Temizel                                     Yakup Akkaya                         Kamil Okyay Sındır

               İzmir                                                  İstanbul                                        İzmir

  İbrahim Mustafa Turhan                             Hüseyin Kocabıyık                         Erdoğan Özegen

               İzmir                                                    İzmir                                          Niğde

          Ahmet Akın                                        Kadim Durmaz

             Balıkesir                                                 Tokat

"MADDE 21- 2809 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 47- Bu Kanun ile tüzel kişiliği sona erdirilerek Beykoz Üniversitesi Rektörlüğüne bağlanan Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulunda halen öğrenimlerini sürdüren öğrenciler ve öğretim elemanları ile Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulunun mal varlığı adı geçen Üniversiteye devredilir.

Mevzuatta Celal Bayar Üniversitesi, Niğde Üniversitesi, Tunceli Üniversitesi, Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi ile Gedik Üniversitesine yapılmış olan atıflar sırasıyla Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Ömer Halisdemir Üniversitesi, Munzur Üniversitesi, İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi ile İstanbul Gedik Üniversitesine yapılmış sayılır.”"

BAŞKAN – Komisyon, önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Salt çoğunluğumuz vardır, önergeye katılıyoruz.

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Söz isteyen? Yok.

Yeni madde ihdas edilmiştir.

Şimdi yeni maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Yeni madde kabul edilmiştir.

Şimdi, yeni madde ihdasına ilişkin bir başka önerge daha vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na yeni ihdas edilen 16’ncı maddeden sonra gelmek üzere 17’nci madde olarak aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

         Mustafa Elitaş                                      Engin Altay                                   Erkan Akçay

              Kayseri                                              İstanbul                                          Manisa

           Musa Çam                                İbrahim Mustafa Turhan                    Mehmet Doğan Kubat

               İzmir                                                 İzmir                                           İstanbul

           Özgür Özel                                        Oktay Vural                              Kamil Okyay Sındır

              Manisa                                                İzmir                                             İzmir

      Kerem Ali Sürekli                                  Necip Kalkan                               Erdoğan Özegen

               İzmir                                                 İzmir                                            Niğde

     Hüseyin Kocabıyık                           Mehmet Naci Bostancı                           Ceyhun İrgil

               İzmir                                                Amasya                                           Bursa

        Kadim Durmaz                                      Ahmet Akın

               Tokat                                               Balıkesir                                             

“MADDE-10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun eki (II) sayılı cetvelin "Yükseköğretim Kurulu, Üniversiteler ve Yüksek Teknoloji Enstitüleri" bölümünün 35’inci, 49’uncu, 95’inci ve 98’inci sıraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı bölüme aşağıdaki üniversiteler eklenmiştir.

“35) Manisa Celal Bayar Üniversitesi

49) Ömer Halisdemir Üniversitesi

95) Munzur Üniversitesi

98) Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

“112) İzmir Bakırçay Üniversitesi”

113) İzmir Demokrasi Üniversitesi"”

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Salt çoğunluğumuz vardır, önergeye katılıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunluğuyla katıldığından yeni madde ihdası için görüşme açıyorum.

Söz isteyen? Yok.

Yeni madde ihdas edilmiştir.

Yeni maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Yeni madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, yeni bir madde ihdasına ilişkin bir başka önerge var, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın yeni ihdas edilen 16’ncı maddeden sonra gelmek üzere 17’nci madde olarak aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

           Mustafa Elitaş                                      Engin Altay                                Erkan Akçay

                Kayseri                                              İstanbul                                       Manisa

       Mahmut Atilla Kaya                           Mehmet Naci Bostancı                         Oktay Vural

                  İzmir                                                Amasya                                        İzmir

         Zekeriya Temizel                               Kamil Okyay Sındır                            Musa Çam

                  İzmir                                                 İzmir                                          İzmir

            Cemal Öztürk                                       Hamza Dağ                             Kerem Ali Sürekli

                Giresun                                               İzmir                                          İzmir

            Necip Kalkan                                      Murat Bakan                        Ahmet Kenan Tanrıkulu

                  İzmir                                                 İzmir                                          İzmir

      Atilla Sertel                                          Ali Yiğit                                          Ahmet Akın

          İzmir                                                 İzmir                                               Balıkesir

    Kadim Durmaz                           Fatma Seniha Nükhet Hotar                           Tuncay Özkan

          Tokat                                                 İzmir                                                  İzmir

    Zeynep Altıok                                  Selin Sayek Böke                                  Müslüm Doğan

          İzmir                                                 İzmir                                                  İzmir

Mustafa Ali Balbay                               Ertuğrul Kürkcü                                     Özcan Purçu

          İzmir                                                 İzmir                                                  İzmir

    Tacettin Bayır

          İzmir

 

“MADDE- 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“EK MADDE 20- İzmir Bakırçay Üniversitesi ile İzmir Demokrasi Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli (3) ve (4) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvellere, ilgili üniversite bölümleri olarak eklenmiştir.””

(3) Sayılı Liste

Kurumu: İzmir Bakırçay Üniversitesi

Teşkilatı: Merkez

İhdası Uygun Görülen Kadrolar

Serbest

Kadro

Sınıfı Unvanı                                     Derecesi          Adedi              Toplam

GİH Genel Sekreter     1                     1                     1

GİH Genel Sekreter Yardımcısı 1         1                     1

GİH Hukuk Müşaviri     1                     1                     1

GİH Strateji Geliştirme Dairesi Başkanı 1                   1                     1

GİH Yapı İşleri ve Teknik Dairesi Başkanı1                 1                     1

GİH Personel Dairesi Başkanı             1                     1                     1

GİH Bilgi işlem Dairesi Başkanı 1       1                     1

GİH Öğrenci İşleri Dairesi Başkanı 1   1                     1

GİH Sağlık, Kültür ve Spor Dairesi Başkanı1              1                     1

GİH Kütüphane ve Dokümantasyon Dairesi Başkanı 1 1                     1

GİH İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanı 1                    1                     1

GİH Fakülte Sekreteri 1                     5                     5

GİH Yüksekokul Sekreteri                   3                     3                     3

GİH Enstitü Sekreteri   2                     3                    3

GİH Şube Müdürü                               1                     10                   10

GİH Şube Müdürü                               2                     5                     5

GİH Şube Müdürü                               3                     5                     5

GİH Mali Hizmetler Uzmanı                 5                     3                     3

GİH Mali Hizmetler Uzman Yardımcısı 9                     3                     3

GİH Şef                                             4                     10                   10

GİH Şef                                             5                     10                   10

GİH Şef                                             6                     10                   10

GİH Bilgisayar İşletmeni                     5                     30                   30

GİH Bilgisayar İşletmeni                     6                     30                   30

GİH Bilgisayar İşletmeni                     7                     30                   30

GİH Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni 5                 20                   20

GİH Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni 6                 20                   20

GİH Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni 7                 20                   20

GİH Sekreter                                      8                     10                   10

GİH Sekreter                                      9                     10                   10

GİH Şoför                                          7                     7                     7

GİH Şoför                                          8                     8                     8

GİH Şoför                                          9                     8                     8

GİH Memur                                        8                     25                   25

GİH Memur                                        9                     25                   25

GİH Memur                                        10                   15                   15

TH Mühendis                                     4                     2                     2

TH Mühendis                                     5                     2                     2

TH Mühendis                                     6                     3                     3

TH Mimar                                          5                     1                     1

TH Tekniker                                       6                     5                     5

TH Tekniker                                       7                     5                     5

TH Tekniker                                       8                     5                     5

TH Teknisyen                                     8                     5                     5

TH Teknisyen                                     9                     5                     5

TH Teknisyen                                     10                   5                     5

TH Programcı                                    4                     2                     2

TH Programcı                                    5                     2                     2

TH Programcı                                    6                     2                     2

TH Çözümleyici                                 5                     2                     2

TH Kütüphaneci                                 5                     3                     3

TH Kütüphaneci                                 6                     3                     3

TH Kütüphaneci                                 7                     3                     3

SH Uzman Tabip                                4                     3                     3

SH Tabip                                           5                     2                     2

SH Diş Tabibi                                    5                     1                     1

SH Diyetisyen                                    5                     2                     2

SH Hemşire                                       5                     3                     3

SH Hemşire                                       6                     2                     2

SH Hemşire                                       7                     2                     2

SH Psikolog                                       6                     2                     2

SH Sosyal Çalışmacı   6                     1                     1

AH Avukat                                         5                     2                     2

AH Avukat                                         8                     1                     1

YH Teknisyen Yardımcısı                    9                     15                   15

YH Hizmetli                                       11                   15                   15

YH Hizmetli                                       12                   20                   20

YH Kaloriferci                                    10                   5                     5

YH Bekçi                                           10                   4                     4

YH Aşçı                                             10                   5                     5

TOPLAM                                                                   476                 476

 

Kurumu : İzmir Bakırçay Üniversitesi

Teşkilatı: Döner Sermaye

İhdası Uygun Görülen Kadrolar

                                                                                Serbest

                                                                                Kadro

Sınıfı Unvanı                                     Derecesi          Adedi             Toplam

GİH       İşletme Müdürü                      1                    1                    1

GİH      Bilgisayar İşletmeni                6                    5                    5

GİH      Memur                                   8                    4                    4

TOPLAM                                                                    10                  10

(4) Sayılı Liste

Kurumu: İzmir Demokrasi Üniversitesi

Teşkilatı: Merkez

İhdası Uygun Görülen Kadrolar

Serbest

Kadro

Sınıfı Unvanı                                     Derecesi          Adedi              Toplam

GİH Genel Sekreter     1                     1                     1

GİH Genel Sekreter Yardımcısı 1         1                     1

GİH Hukuk Müşaviri     1                     1                     1

GİH Strateji Geliştirme Dairesi Başkanı 1                   1                     1

GİH Yapı İşleri ve Teknik Dairesi Başkanı 1                1                    

GİH Personel Dairesi Başkanı 1          1                     1

GİH Bilgi İşlem Dairesi Başkanı 1       1                     1

GİH Öğrenci İşleri Dairesi Başkanı 1   1                     1

GİH Sağlık, Kültür ve Spor Dairesi Başkanı 1             1                     1

GİH Kütüphane ve Dokümantasyon Dairesi Başkanı 1 1                     1

GİH İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanı 1                    1                     1

GİH Fakülte Sekreteri 1                     9                     9

GİH Yüksekokul Sekreteri                   3                     3                     3

GİH Enstitü Sekreteri   2                     3                     3

GİH Şube Müdürü                               1                     10                   10

GİH Şube Müdürü                               2                     5                     5

GİH Şube Müdürü                               3                     5                     5

GİH Mali Hizmetler Uzmanı                 5                     3                     3

GİH Mali Hizmetler Uzman Yardımcısı 9                     3                     3

GİH Şef                                             4                     10                   10

GİH Şef                                             5                     10                   10

GİH Şef                                             6                     10                   10

GİH Bilgisayar İşletmeni                     5                     30                   30

GİH Bilgisayar İşletmeni                     6                     30                   30

GİH Bilgisayar İşletmeni                     7                     30                   30

GİH Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni 5                 20                   20

GİH Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni 6                 20                   20

GİH Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni 7                 20                   20

GİH Sekreter                                      8                     10                   10

GİH Sekreter                                      9                     10                   10

GİH Şoför                                          7                     7                     7

GİH Şoför                                          8                     8                     8

GİH Şoför                                          9                     8                     8

GİH Memur                                        8                     20                   20

GİH Memur                                        9                     20                   20

GİH Memur                                        10                   10                   10

TH Mühendis                                     4                     2                     2

TH Mühendis                                     5                     2                     2

TH Mühendis                                     6                     3                     3

TH Mimar                                          5                     1                     1

TH Tekniker                                       6                     5                     5

TH Tekniker                                       7                     5                     5

TH Tekniker                                       8                     5                     5

TH Teknisyen                                     8                     5                     5

TH Teknisyen                                     9                     5                     5

TH Teknisyen                                     10                   5                     5

TH Programcı                                    4                     2                     2

TH Programcı                                    5                     2                     2

TH Programcı                                    6                     2                     2

TH Çözümleyici                                 5                     2                     2

TH Kütüphaneci                                 5                     3                     3

TH Kütüphaneci                                 6                     3                     3

TH Kütüphaneci                                 7                     3                     3

SH Uzman Tabip                                4                     3                     3

SH Tabip                                           5                     2                     2

SH Diş Tabibi                                    5                     1                     1

SH Eczacı                                          6                     2                     2

SH Diyetisyen                                    5                     2                     2

SH Eczacı                                          6                     2                     2

SH Hemşire                                       5                     40                   40

SH Hemşire                                       6                     50                   50

SH Hemşire                                       7                     50                   50

SH Psikolog                                       6                     2                     2

SH Sosyal Çalışmacı   6                     1                     1

AH Avukat                                         5                     2                     2

AH Avukat                                         8                     1                     1

YH Teknisyen Yardımcısı                    9                     15                   15

YH Hizmetli                                       11                   15                   15

YH Hizmetli                                       12                   20                   20

YH Hasta Bakıcı                                 10                   15                   15

YH Hasta Bakıcı                                 11                   15                   15

YH Hasta Bakıcı                                 12                   15                   15

YH Kaloriferci                                    10                   5                     5

YH Bekçi                                           10                   4                     4

YH Aşçı                                             10                   5                     5

TOPLAM                                                                   645                 645

Kurumu: İzmir Demokrasi Üniversitesi

Teşkilatı: Döner Sermaye

İhdası Uygun Görülen Kadrolar

                                                                                Serbest

                                                                                Kadro

Sınıfı Unvanı                                     Derecesi          Adedi             Toplam

GİH       İşletme Müdürü                      1                    1                    1

GİH      Bilgisayar İşletmeni                6                    5                    5

GİH      Memur                                   8                    4                    4

TOPLAM                                                                    10                  10

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Salt çoğunluğumuz vardır, önergeye katılıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunluğuyla katıldığından önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Söz isteyen? Yok.

Yeni madde ihdas edilmiştir.

Yeni maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Yeni madde kabul edilmiştir.

Bir önerge daha var, onu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na yeni ihdas edilen 16’ncı maddeden sonra gelmek üzere 17’nci madde olarak aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

         Mustafa Elitaş                                      Engin Altay                                   Erkan Akçay

              Kayseri                                              İstanbul                                          Manisa

   Mehmet Naci Bostancı                           Mahmut Atilla Kaya                     İbrahim Mustafa Turhan

             Amasya                                               İzmir                                             İzmir

          Oktay Vural                                    Zekeriya Temizel                          Kamil Okyay Sındır

               İzmir                                                 İzmir                                             İzmir

         Cemal Öztürk                                        Musa Çam                                   Necip Kalkan

             Giresun                                               İzmir                                             İzmir

      Kerem Ali Sürekli                              Hüseyin Kocabıyık                            Kadim Durmaz

               İzmir                                                 İzmir                                             Tokat

           Hamza Dağ                                        Ahmet Akın

               İzmir                                               Balıkesir                                             

 

"MADDE - 2/9/1983 tarihli ve 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

"EK MADDE 22- İzmir Bakırçay Üniversitesi ile İzmir Demokrasi Üniversitesinde kullanılmak özere ekli (1) ve (2) sayılı listede yer alan öğretim elemanlarına ait kadrolar ihdas edilerek, bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvellere ilgili üniversite bölümleri olarak eklenmiştir.””

 

(1) Sayılı Liste

Kurumu:                      İzmir Bakırçay Üniversitesi

Teşkilatı:                    Merkez

Unvanı                        Derecesi          I Sayılı            Il Sayılı

Profesör                     1                     200                 50

Doçent                        1                     75                   25

Doçent                        2                     75                   25

Doçent                        3                     75                   25

Yardımcı Doçent          1                     40                   10

Yardımcı Doçent          2                     40                   10

Yardımcı Doçent          3                     50                   25

Yardımcı Doçent          4                     75                   20

Yardımcı Doçent          5                    75                   20

Öğretim Görevlisi        1                     5

Öğretim Görevlisi        2                     5

Öğretim Görevlisi        3                     5

Öğretim Görevlisi        4                     5

Öğretim Görevlisi        5                     5

Öğretim Görevlisi        6                     5

Okutman                     1                     5

Okutman                     2                     5

Okutman                     3                     5

Okutman                     4                     5

Okutman                     5                     5

Okutman                     6                     5

Okutman                     7                     5

Araştırma Görevlisi 4   75                   20

Araştırma Görevlisi 5   75                   20

Araştırma Görevlisi 6   75                   20

Araştırma Görevlisi 7   75                   20

Uzman 1                     5

Uzman 2                     5

Uzman 3                     5

Uzman 4                     5

Uzman 5                     5

Çevirici                      1                     1

Eğitim Öğretim           

Planlamacısı               1                     1

Toplam                       1097                                      290

 

(2) Sayılı Liste

Kurumu: İzmir Demokrasi Üniversitesi

Teşkilatı: Merkez

 

Unvanı                        Derecesi          I Sayılı           II Sayılı

 

Profesör                     1                     300                 50

Doçent 1                    100                 25

Doçent                        2                     100                 25

Doçent                        3                     100                 25

Yardımcı Doçent          1                     50                   10

Yardımcı Doçent          2                     50                   10

Yardımcı Doçent          3                     100                 25

Yardımcı Doçent          4                     100                 20

Yardımcı Doçent          5                     100                 20

Öğretim Görevlisi        1                     4

Öğretim Görevlisi        2                    5

Öğretim Görevlisi        3                     5

Öğretim Görevlisi        4                     5

Öğretim Görevlisi        5                     5

Öğretim Görevlisi        6                     5

Okutman                     1                     4

Okutman                     2                     5

Okutman                     3                     5

Okutman                     4                     5

Okutman                     5                     5

Okutman                     6                     5

Okutman                     7                     5

Araştırma Görevlisi 4   150                 25

Araştırma Görevlisi 5   150                 25

Araştırma Görevlisi 6   150                 25

Araştırma Görevlisi 7   150                 25

Uzman  1                    10

Uzman  2                    10

Uzman  3                    10

Uzman  4                    10

Uzman  5                    10

Çevirici                       1                    1

Eğitim Öğretim           

Planlamacısı               1                    1

Toplam                                              1715               310

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Salt çoğunluğumuz vardır, katılıyoruz.

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Osmaniye Milletvekili Sayın Ruhi Ersoy konuşacak.

Buyurun Sayın Ersoy. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

MHP GRUBU ADINA RUHİ ERSOY (Osmaniye) – Gecenin en karanlık olduğu vakitler şafak sökmek üzere olan vakitlerdir. Şafak sökmek üzere olan bu vakitte Türk milletinin kaderini değiştiren, iki kurşunla tarihin akışını değiştiren, kendisi şehadet şerbetini içen ama otuz kurşunla teröristlerin onu tarihe mal ettiğini göremeyenleri bir kere daha şiddetle kınıyor, Ömer Halisdemir’in adının Niğde Üniversitesine verilmesi kararını büyük bir memnuniyetle karşıladığımızı ifade ediyorum. Ruhu şad olsun, Allah gani gani rahmet eylesin. (MHP, AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bugün itibarıyla açılan yeni üniversitelerin gelecek adına umutlanmamız için hayırlara vesile olmasını temenni ediyoruz. Bu karanlığın şafağı söküşünün de resmî sembolü olmasını istiyoruz çünkü onlar aydınlık, ziyalı gençlerin yetişmesine vesile olacak mektepler olacaktır inşallah diyoruz. Fakat, bu vakıf üniversitelerinin kapatılmasıyla ilgili problemler, biliyorsunuz, tüm siyasi partileri yakından ilgilendiren 65 bin öğrencinin de temel problemidir. Bu problemin üzerine YÖK ile Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin de ortak çalışmasıyla öğrencilerimiz mağdur edilmeden bu süreçten geçilmek isteniyor. Fakat İzmir’de yeni 2 tane devlet üniversitenin kurulması an itibarıyla diğer geriye kalan 12 üniversitenin bulunduğu şehirlerde de yeni devlet üniversiteleri beklentisini doğuracaktır, belki de doğurmuştur. Ben şunu ifade etmek istiyorum: Bu kurulan 2 üniversitenin emsal teşkil etmesini ve diğer 13’ünün de Meclisimiz yeni açıldığında ilk haftada anlamlı isimlerle kurulmasını ve kapatılan ve asli anlamda Türk milletine ait olan mevcut oradaki birikimlerin, envanterlerin, gayrimenkullerin ve üniversite altyapısının olduğu gibi bu devlet üniversitelerine devredilmesi gerektiğini düşünüyoruz Milliyetçi Hareket Partisi olarak da. Böylece, kurulacak olan devlet üniversitelerine devredilmesinin olası tartışmaları da ortadan kaldıracağını düşünüyoruz yani oralara hangi vakıflar el atacak veyahut da bu üniversiteleri kim işletecek veyahut da oradaki envanterler nereye gitti tartışmaları da ortadan kalkmış olacak.

Aslında bu mesele, bu problem belki de buraya kadar gelmeden -Milliyetçi Hareket Partisi olarak YÖK’e de önerdik bunu- belki iki satırla baştan çözülebilirdi. Kapatılan üniversitelere anlık yeni üniversiteler kurularak mevcut öğrenciler orada devam edebilir, FETÖ ve terör faaliyetleriyle ilgili olan arınmalar gerekli yönetim anlayışı içerisinden temizlendikten sonra devam kararı alınabilirdi; o olmadı ayrı bir konu. Biz hemen “Bunların içerisinde, garantör üniversitelerin içerisinde bunlar devam edebilirler ve onların öğrencileri oraya nakledilebilirler.” diye de önermiştik; o da olmadı. Bunlar geçti ama bu alınan karar daha iyi işlerin olabilirliği noktasında bir emsal teşkil etmiştir. Umudumuz odur ki buradaki birliktelik ve ortak akıl Meclisin yeni dönem açılmasıyla birlikte devam eder ve bu problem bu şekliyle sonuçlanır ve yarınlar adına çok daha ümitli işler yapmış oluruz diyoruz.

Sabah şerifleriniz hayır olsun efendim, günaydın. (MHP, AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ersoy.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Sayın Mithat Sancar konuşacak.

Sizin de süreniz beş dakika Sayın Sancar.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni kurulan üniversitelerin hayırlı olmasını dileriz. Bir haksızlığı telafi etmek, düzeltmek için atılmış önemli ama küçük bir adım. Haksızlık şu: 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden sonra hızla alınan tedbirler arasında 15 üniversitenin kapatılması da vardı. Bunun acele alınmış bir karar olduğunu o gün de söyledik, bugün de aynı şekilde düşünüyoruz. Çünkü, o üniversitelerde okuyan 65 bin civarında öğrenci, çalışan yüzlerce akademisyen ve görevli vardı. Bunların ne olacağına ilişkin düzenlemeleri düşünmeden üniversiteleri kapatmak hem o öğrencilerde hem çalışanlarda hem de öğrencilerin ailelerinde büyük kaygılar, büyük sıkıntılar yaratmıştı. Bizim teklifimiz, bu üniversitelerin kapatılması yerine devletleştirilmesiydi. Bunun için de uygun düzenlemeyi yapmak için Mecliste grubu bulunan 4 partinin temsilcileri bir araya gelip konuşabilirdi. Ama, kanun hükmünde kararnameyle alınan bu karar, dediğim gibi, aceleye getirildi. Şimdi kısmen bir düzeltme yapılıyor ek maddeyle. İzmir’de kapatılan 2 üniversitenin yerine bir tür 2 devlet üniversitesi kuruluyor ve öğrencilerin de oraya aktarılması imkânı yaratılıyor. Bu haksızlığı, bu adaletsizliği telafi edecek adımları keşke şimdi bu ek maddenin içine koyabilseydik, tatile girmeden önce bu konuda da bir düzenleme yapabilseydik. Ama, madem şimdi zamanımız bitti, madem Meclis tatile giriyor, açıldıktan sonra yeni yasama yılında öncelikle bu konunun da gündemimize alınmasını öneriyoruz.

Üniversite açmak evet, iyidir hele böyle bir adaletsizliği telafi etmek amacıyla yapılmışsa bu düzenleme daha da anlamlıdır ama unutmayın, burada en az bunlar kadar belki de uzun vadede bunlardan daha önemli bir mesele vardır, o da öğretim elemanlarının yetiştirilmesi ve buraya kaliteli öğretim elemanının aktarılması meselesidir. Maalesef, Türkiye öğretim üyesi kıyımı açısından hiç de iyi bir sınav vermiyor, özellikle son aylarda, son birkaç ayda üniversiteden uzaklaştırılan öğretim elemanı sayısının hayli yüksek olduğunu ve bir kısmının da yine üniversiteden uzaklaştırılma tehdidi altında bulunduğunu hatırlatalım. Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi mensubu akademisyenlerden, öğretim elemanlarından bugüne kadar kaçının açığa alındığını, kaçı hakkında soruşturma açıldığını geçen gün burada araştırma önergemiz vesilesiyle dikkatlerinize sunmuştuk. Bu, sadece Barış İçin Akademisyenler girişimiyle sınırlı bir mesele değildir, üniversitelerde özgürlük ortamını ve akademik özerkliği sağlayacak düzenlemeleri yapmadan darbe zihniyetlerinin kökünü kazımanın imkânı olmadığını düşünüyoruz. Bu sadece akademiyle sınırlı bir mesele de değil, genel olarak demokrasi ve özgürlük darbelere, darbecilere karşı alınabilecek en etkili tedbirdir. Buradan uzaklaştığınız anda bugün 2 üniversite kurarak belli bir telafi yapmış olabiliriz ama binlerce mağdur varlığını sürdürüyor, başka mağdurların ortaya çıkmasını önlememizin hiçbir garantisi yoktur, tek çaremiz daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlüktür.

Bu vesileyle, YÖK Başkanının bir hatası demeyeceğim ama ayıbını da sizlerle paylaşmak istiyorum. Diğer 3 partinin -AKP, CHP ve MHP’nin- akademisyen milletvekillerini davet ettiler. Atanmış bir devlet memuru olduğunu tekrar hatırlatayım size. Burada seçilmiş bir partinin milletvekillerini davet etmeme yetkisini kendinde görüyor ama ben bunu yetki kullanımı olarak değil, bir tür cüret olarak görüyorum ve bunu da hem diğer 3 partinin grup başkan vekillerinin, yöneticilerinin dikkatine sunuyorum hem Sayın Başkanın da bu konuda dikkatini çekmek istiyorum.

Tekrar hayırlı olsun. Haksızlıkları gidereceğimiz daha fazla düzenleme yapmayı umut ederek hepinize iyi geceler diliyorum.

İyi tatiller. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sancar.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Musa Çam konuşacak.

Buyurun Sayın Çam. (CHP sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz beş dakika.

CHP GRUBU ADINA MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, 15 Temmuzda büyük bir badireden döndük. Hepimiz büyük bir mücadele verdik. Bu mücadelede hayatını kaybeden birçok şehidimiz var; bundan dolayı çok üzgünüz, acımız büyük. Bunlardan Ömer Halisdemir kardeşimizin büyük mücadelesi bizim hafızalarımızda ve gelecek kuşaklara önemle taşıyacağımız önemli bir simge isim.

RUHİ ERSOY (Osmaniye) – Bravo.

MUSA ÇAM (Devamla) – Ömer Halisdemir kardeşimizin isminin Niğde’deki üniversiteye verilmiş olmasından büyük bir sevinç ve mutluluk duyuyoruz, anısı ve mücadelesi önünde saygıyla eğiliyoruz, ailesine başsağlığı diliyoruz. (CHP, AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, 15 Temmuz darbesi nedeniyle kapatılan üniversitelerimiz var. Evet, olayın sıcağı sıcağına kanun hükmünde kararnamelerle bu üniversiteler kapatıldı. Bizim, hepimizin bu tip olağanüstü durumlardan geçerken çok vicdanlı ve adaletli olmamız gerekiyor ve hukuka mutlaka sahip çıkmamız gerekiyor. Bu kim olursa olsun, hangi siyasi görüşten olursa olsun, hangi siyasi partiye veyahut da hangi siyasi geleneğe ait olursa olsun, bizlerin mutlaka hukukun içerisinde kalmamız ve hukukun içerisinde mücadele etmemiz gerekiyor. İktidarın vermiş olduğu güçlerle, onların vermiş olduğu kararlarla alınan kararların bir süre sonra kamu vicdanını yaraladığını ve büyük haksızlıkları da beraberinde getirdiğini hiçbir zaman unutmamamız gerekiyor.

Evet, eğitimle ilgili alınan bu önemli kapatma kararıyla beraber birçok öğretim üyesi, çalışan, öğrenci ve öğrenci velilerinin çok büyük mağduriyet yaşadığını hepimiz biliyoruz. Siz değerli milletvekillerinin bulunduğunuz illerden, hatta irtibatlı olduğunuz illerden onlarca, yüzlerce veli, öğrenci, akademisyenin telefon yağmuruna tabi tutulduğunuzu ve… Bu yaşanan süreç içerisindeki haksızlıkları, adaletsizlikleri ve yaşanan dramları hep birlikte izledik ve bunları yaşıyoruz arkadaşlar.

Yasama olarak bizim bu haksızlıkları, adaletsizlikleri en kısa sürede gidermemiz ve insanları rahatlatmamız gerekiyor. Aksi hâlde, gerçekten, öğrencilerin, velilerin, annelerin, babaların ve ailelerin yaşadıkları onlarca dram var, intihar noktasına kadar giden, bunalıma giden öğrenciler ve veliler var arkadaşlar. Bu hepimizin sorunudur, herkesin sorunudur, bütün siyasi partilerin sorunudur, bunları mutlaka çözmemiz gerekiyor.

Çok değerli siyasi partilerimizin grup başkan vekillerine, hepinize ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum arkadaşlar, İzmir’le ilgili, İstanbul’la ilgili ve Niğde’yle ilgili bugün önemli düzenlemeler yaptınız. Özellikle İzmir’le ilgili, iki üniversiteyi devletleştirdiniz ve onların önümüzdeki öğretim yılında eğitime katkısı için çaba sarf ettiniz. Başta grup başkan vekillerimiz olmak üzere 26 İzmir milletvekilimize, tüm milletvekili arkadaşlarımıza ve siyasi partilerin grup başkan vekillerine çok teşekkür ediyoruz.

İzmir’in şöyle bir şansı da var: Başbakan ve de Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı da İzmir milletvekilleridir. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hem genel başkanlarımıza hem Başbakana da bu ilgilerinden, bu duyarlılıklarından dolayı da ayrıca çok teşekkür ediyoruz arkadaşlar.

Ama sorunlar bitmiyor, yarın öbür gün, 23’üyle 26’sı arasında -YÖK ilan etti- tüm öğrenci kardeşlerimizin bu 2 üniversitenin devletleştirilmiş olmasına rağmen mutlaka kayıtlarını yenilemeleri gerekiyor ve önümüzdeki… YÖK’e, bizlere, hepimize, İzmir milletvekillerine, tüm milletvekillerine büyük bir görev düşüyor, eğitim dönemine hazırlanmamız gerekiyor arkadaşlar.

İzmir milletvekilleri olarak çok mutluyuz ama aynı zamanda çok buruğuz. Niçin buruğuz? Ankara-Altın Koza Üniversitesi, Bursa-Orhangazi, Canik Başarı-Samsun, Selahaddin Eyyubi-Diyarbakır, Fatih-İstanbul, Melikşah-Kayseri, Mevlana-Konya, Şifa-İzmir, Turgut Özal-Ankara, Zirve-Gaziantep, Kanuni-Adana, Murat Hüdavendigar ve Süleyman Şah-İstanbul üniversitelerine, sizlerin bulunduğu illerdeki üniversitelere henüz çözüm bulamamış olmanın büyük bir üzüntüsünü ve ezikliğini duyuyoruz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Çözeceğiz, çözeceğiz.

MUSA ÇAM (Devamla) – Yarın öbür gün sizlere telefon yağmurları gelecektir. “Ey milletvekilim! Bizim ilimizdeki üniversite ne oldu?” diye sizlere onlarca telefon gelecektir. Gönlümüz, bu işin kökten çözümüdür ve tüm üniversitelerin devletleştirilerek eğitime en kısa zamanda kazandırılması ve binlerce öğrencinin tekrar kendi illerindeki bu üniversitelere gitmeleri ve eğitimlerini tamamlamalarıdır.

Sizlere bir kez daha İzmir milletvekilleri adına, tüm 26 milletvekili adına, Başbakana ve Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’na, hepinize ama hepinize sonsuz teşekkür ediyoruz. Hepinize sağ olun, var olun diyoruz arkadaşlar.

İyi akşamlar. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Çam.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Mahmut Atilla Kaya konuşacak.

Buyurun Sayın Kaya. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Gerçekten, 411 sıra sayılı Kanun Teklifi’yle ilgili olarak ciddi bir gayret gösterildi. Salı gününden beri sabahlara kadar burada çalışma gösterdik ve şimdi de bu noktada bunu nihai sonuca ulaştıracağız.

Tabii, bu noktada biz İzmir olarak da kârlı çıktık. Sizler belki sabahlara kadar gerçekten bu gayretli çalışmaları gösterirken hem İzmir kazandı hem de 411 sıra sayılı Kanun Teklifi’yle Türkiye kazandı. Tabii, gerçekten, İzmir’in en önemli şansı da iktidar partisinin, AK PARTİ’nin Genel Başkanı, Başbakanımız Binali Yıldırım İzmir’den, İzmir Milletvekili. Yine, ana muhalefet partisi lideri, Cumhuriyet Halk Partisi lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da İzmir Milletvekili. Bu, gerçekten, İzmir’de çok büyük bir sinerji oluşturdu ve özellikle bugün İzmir’de kazandığımız İzmir Demokrasi Üniversitesi ve Bakırçay Üniversitesine ilişkin olarak da Sayın Başbakanımızın çalışmamız için talimatını vermesinin ardından sağ olsun Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da çok ciddi gayret gösterdi ve yine Milliyetçi Hareket Partisi ve HDP Grubu da bu noktada çalışmalarda… Hep birlikte, bu destekle, oy birliğiyle, 26 İzmir milletvekilimizin tümüyle de bu teklifi sizlerin önünüze sunduk ve birazdan da yasalaşacak.

Gerçekten, 15 Temmuz milletimiz açısından, ülkemiz açısından çok önemli bir eşik oldu. Bakın, bu darbe kalkışması sonrası milletimizin birlikteliği, o tanklara, o F16’lara karşı direnen, o kurşunlara direnen milletimizin birlikteliği, o yüce milletin birlikteliği bizleri de çok güzel siyasi atmosfer içine soktu ve her birimizin de bu siyasi atmosferin göz bebeği gibi korunması noktasında sorumlulukları olduğunu düşünüyorum ve inşallah, bunu uzun süre de hep birlikte devam ettireceğiz. Tabii, benden önceki konuşmacıların her biri belli sorunlardan, öğrencilerin sorunlarından bahsettiler, milletimizin sorunlarından bahsettiler.

ZEYİD ASLAN (Tokat) – Bir hafta bütün milletvekillerine İzmir’de bir tatil.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Güzel bir teklif.

MAHMUT ATİLLA KAYA (Devam) – Tabii, 1 Ekime kadar da. Sayın Zeyid Başkanımız da söyledi, İzmir olarak tabii, sizi sabahlara kadar bekletmiş olduk ikinci üniversite için. Tatil için her birinizi ağırlamaya da talibiz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İzmir adına.

MAHMUT ATİLLA KAYA (Devam) – İzmir adına, İzmir milletvekillerimiz adına, her birinizi de bekleriz İzmir’imize. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ben şuna inanıyorum ki: Biz bu siyasi atmosferi koruduğumuz sürece, göz bebeğimiz gibi koruduğumuz sürece o öğrencilerimizin sorunlarını da çözeriz, milletimizin pek çok yarasına da burada daha fazla merhem oluruz.

Şunu açık ifade edeyim: Bu birlikteliğin karşısında ne FETÖ dayanır ne DAEŞ dayanır ne de PKK dayanır.

Ben, tekrar hepinize çok teşekkür ediyorum.

Üniversitelerimizin ve 411 sayılı Yasa’nın ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Yeni maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sevgili milletvekili arkadaşlarım, biraz sonra tasarının tümünü açık oylamaya tabii tutacağım ve Meclisi 1 Ekime kadar tatile sokacağız.

Söz isteyen grup başkan vekilleri varsa sırayla kendilerine söz vermek istiyorum.

Birer dakika söz vereceğim kendilerine.

Sayın Akçay, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

23.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, bu yasama yılında yapılan bütün çalışmaların ülkemize, milletimize hayırlar ve esenlikler getirmesini temenni ettiğine, 15 Temmuz ruhunun Türkiye’nin geleceğine taşınmasını dilediğine ve 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na MHP Grubu olarak kabul oyu vereceklerine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

26’ncı Dönem Birinci Yasama Yılını 128 birleşim yaparak bugün tamamlıyoruz.

15 Temmuz darbe girişiminin püskürtülmesinde önemli bir rol oynayan Türkiye Büyük Millet Meclisinin önümüzdeki çalışma döneminde ülkemizde bu 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı hasar tespitinin yapılması, zararın giderilmesi, güzel ve huzurlu ufuklara yürünmesi için yapılması gereken çok iş vardır. Deyim yerindeyse, az zamanda çok işler yapmak durumundayız ve 15 Temmuzdaki Türkiye Büyük Millet Meclisinin şanlı ve asil duruşu Meclis tarihine ve Türkiye'mizin tarihine altın harflerle geçmiştir. Bu yasama yılında yapılan bütün çalışmaların ülkemize, milletimize hayırlar ve esenlikler getirmesini temenni ediyorum ve 15 Temmuz ruhunu da Türkiye'nin geleceğine taşımayı diliyorum. Demokrasiyi ve hukukumuzu geliştirmek başlıca görevimiz olmalıdır.

Bu düşüncelerle, 411 sıra sayılı Tasarı’ya Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak kabul oyu vereceğimizi de belirtiyorum. Özellikle Hakkâri ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bir dakika daha vereyim, toparlayın lütfen.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Tasarıdaki bazı maddelerin grupların uzlaşması suretiyle çıkartılması ve yeni maddelerin ihdas edilmesi, yeni üniversitelerin kurulması gibi, Hakkâri ve Şırnak’ın il statüsünün kalması ve devam etmesi gibi düzenlemeler olumlu olmuştur ve önümüzdeki dönem içinde grupların uzlaşmasıyla çok daha güzel ve önemli adımların atılabileceği konusunda bizleri ümitlendirmektedir.

Bu düşüncelerle, 1 Ekimde görüşmek üzere hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum ve kısa bir süre de olsa istirahat etmeyi, dinlenmeyi ve tatil yapmayı ümit ediyorum.

İyi akşamlar.

Saygılar.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Demirel, konuşacak mısınız?

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Demirel.

Size de bir dakika veriyorum.

24.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na HDP Grubu olarak ret oyu vereceklerine, Meclisin tatile gireceği bir süreçte özellikle barışın, demokrasinin ve özgürlüklerin hayat bulmasını dilediğine ilişkin açıklaması

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bir yasama yılını daha geride bırakırken, özellikle bu yasanın bitirilmesi ve aslında, bu yasayla ilgili bu Parlamentoda muhalefet ederek yasadaki değişikliklerin gerçekleşmesini kısmi olarak sağlamaya çalıştık, ama çok ciddi sıkıntıların da hâlâ içinde barındığını biliyoruz. İçinde emeğin, içinde doğanın tahribatını barındıran bir yasanın ve yine, aynı şekilde yerelden yetkileri alıp merkeze devreden bir anlayışın kabul edilemez olduğunu ifade etmek istiyorum.

O yüzden, yine, bu yasayla ilgili birçok telefon ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın lütfen.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – …değişiklik talebiyle halkımızın bize başvurusu oldu, ama umut ediyorum ki bundan sonraki süreçte, yanlışlarımızı gördüğümüzde geri dönebileceğimiz ve zararın neresinden dönersen kâr misaliyle, biz, bu yasanın daha fazla yaşam bulmasını sağlayacak hâle getirebilmenin umudunu yaşıyoruz. Ama şunu ifade edeyim ki: Bu yasa bize zorlukları daha fazla gösterecektir, bu nedenle biz bu yasayı reddettiğimizi ve kabul oyu kullanmayacağımızı ifade ediyorum.

Ama 1 Ekim tatiline de gireceğimiz bir süreçte özellikle barışın, demokrasinin ve özgürlüklerin hayat bulmasını ve yeni bir dönemde yaşamın daha fazla özgürlük getirmesini diliyorum ve bütün Genel Kurula iyi tatiller diliyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Altay…

25.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, bütün milletvekillerine sağlıklı bir tatil dilediğine, 15 Temmuz sonrası siyaset kurumundaki diyalog ve iş birliği ikliminin sürmesini arzu ettiğine ve Kurban Bayramı’nı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

26’ncı Dönemin Birinci Yasama Yılını tamamlıyoruz. Bu yasama yılında milletimize ve Meclisimize yapılan darbe… Herkes için ve hepimiz için demokrasimiz adına çıkarımlar, ülkemiz için kazanımlar umuyorum öncelikle. Keşke kanun hükmündeki kararnameleri tamamlayarak tatile girebilseydik ancak her şeye rağmen 15 Temmuz sonrası siyaset kurumundaki diyalog ve iş birliği ikliminin “Her şey vatanımız ve insanımız için.” anlayışıyla sürmesi arzumuzdur.

Milletvekilinin tatili olmaz. Milletvekillerimizin yarından itibaren daha çok yorulacaklarına eminim ama şöyle de bir söz var: “Tatil yapmayan insan medeni değildir.” Tatil illa bir deniz kenarı değildir; bir ağacın dibine bir kilim atarsınız, orada kafanızı gökyüzüne dayarsınız, o da tatildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Bu anlayışla, bütün sayın milletvekillerimize sağlıklı bir tatil dönemi, seçim bölgelerinde çalışma dönemi diliyorum. Gidip de gelmemek, gelip de bulamamak var. Hakkınızı helal edin, bizden yana helal olsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Önümüzde Kurban Bayramı var, şimdiden tebrik ediyoruz. Cenab-ı Allah milletimizi acı ve kederden uzak tutsun, huzur, refah ve mutluluğunu daim kılsın diyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisini saygıyla selamlıyorum efendim. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Altay.

Sayın Bostancı…

26.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, 15 Temmuzdan sonra siyasi dilin kazanmış olduğu medeni ve rekabeti nezaketle sürdüren tavrın kalıcı olmasını ümit ettiğine ve Kurban Bayramı’nı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkanım, teşekkürler.

1 Kasım seçimlerinin ardından Meclisi açtık. Bugün 20 Ağustos, Meclisin dönemini tamamlıyoruz. İnşallah 1 Ekime kadar arkadaşlarımız tatile ve çalışmaya gidecekler.

Bu süre içerisinde trajik bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık. Bu, bize şunları öğretti: Biz bir milletiz, aramızda farklılıklar, kanaat farklılıkları, dünya görüşü farklılıkları olabilir ama kendi geleceğine, kendi kaderine sahip çıkma konusunda ortak karar ve iradesi olan bir milletiz. Bir kere, darbe bize bunu öğretti, millet olma hâlimizin, bir bakıma, altını çizdi.

İkincisi, siyasete ilişkin, siyasetteki rekabete ilişkin birçok laf söylendi biliyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın lütfen siz de.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Zaman zaman bu siyasi rekabetin hayli sert olduğuna ilişkin eleştirileri hak eden durumlar da yaşandı ama aynı zamanda, bütün bunların ötesinde, şu kubbenin altında ve dışarıda bulunan siyasi partilerin, siyasi fikir sahibi olan insanların bu ülkenin yine ortak kaderi ve geleceği için gerektiğinde nasıl birleşebileceğini, o ortak değerleri yükseltebileceğini gösterdi. 15 Temmuzdan sonra siyasi dilin kazanmış olduğu o medeni ve rekabeti nezaketle sürdüren tavrının kalıcı olması gerektiğine ilişkin bir kanaat de zannediyorum buradaki bütün milletvekillerinin aklında ve kalbinde yer etti. Ümit ederim, 1 Ekim tarihinden sonra yeni dönem açılırken böyle bir anlayış, böyle bir perspektifle ülke meselelerini tartışmaya, konuşmaya, rekabeti böyle bir mecrada yapmaya devam ederiz.

Bütün arkadaşlarımın Kurban Bayramı’nı tebrik ediyorum, hayırlı sabahlar diliyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Elitaş, buyurun.

27.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, milletvekillerine katkılarından dolayı teşekkür ettiğine ve Kurban Bayramı’nı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, hepinize teşekkür ediyorum.

15 Temmuz darbe girişimi sürecinde meydanlara toplanan halk hepimize bir mesaj verdi. Bütün siyasi partilerin temsilcileri, vatan sevdalısı herkes 7’den 70’e meydanlarda toplandı. 7 Ağustos Yenikapı, Türkiye'nin siyasetinde ve geleceğinde yeni bir süreci de beraberinde getirdi. Bu çerçevede, Türkiye Büyük Millet Meclisinde de o günden bu tarafa hakikaten çok olumlu yansımalar oldu. Bu 7 Ağustos ve ondan önceki süreçlerde Türkiye'nin, Türk halkının birleşiminin benzerini bazen burada gösterdik, bazen sert tartışmalarımız oldu ama bu, siyasetin doğası gereğidir. Bu süreçte bu yasanın çıkmasında siyasi parti grup başkan vekillerimizin engin anlayışından dolayı onlara teşekkürlerimi sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın lütfen Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Milletvekili arkadaşlarımıza bu saatlere kadar yaptıkları katkılardan dolayı tekrar teşekkürlerimi sunuyorum. Özellikle, bu son süreçte siyasi parti genel başkanlarımızın Türkiye Büyük Millet Meclisinin ahenk içerisinde çalışma noktasındaki bize verdikleri talimat da hakikaten inkâr edilir bir durum değil. Tüm siyasi parti genel başkanlarına buradan teşekkürlerimi sunuyorum.

Yaklaşık üç hafta sonra mübarek Kurban Bayramı’nı idrak edeceğiz. Tüm milletvekili arkadaşlarımızın, milletimizin mübarek Kurban Bayramlarını tebrik ediyor, inşallah 1 Ekimde görüşmek üzere hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

B) Yeniden Görüşmeleri Yapılan Tasarılar / Teklifler (Tekriri Müzakere) (Devam)

1.- Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/750) ve İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin; 19.4.2012 Tarihli ve 6292 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/571) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 411) (Devam)

BAŞKAN - Sayın Komisyonun bir düzeltme talebi var.

Buyurun.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Görüşmekte olduğumuz 411 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın Hakkâri ve Şırnak il merkezlerinin değiştirilmesine ilişkin maddeleri tasarı metninden çıkarıldığından tasarı başlığında yer alan “İki İl Merkezinin Değiştirilmesi” ibaresinin metinden çıkarılması gerekmektedir. Bu konuda redaksiyon talebimiz vardır. Takdirlerinize arz ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

VI.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

3.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, zor bir yasama yılı geçirildiğine ve herkese iyi tatiller dilediğine ilişkin konuşması

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, evet, grup başkan vekilli arkadaşlarımın da söylediği gibi zor bir yasama yılı geçirdik. Unutmayacağımız bir yasama yılı geçirdik, çok şey öğrendiğimiz bir yasama yılını yaşadık.

Ben, buradan, kâtip üyesi arkadaşlarımla birlikte, bürokrat arkadaşlarımla birlikte bütün milletvekili arkadaşlarıma, grup başkan vekili arkadaşlarıma, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün personeline, yardımcılarımıza, çaycılarımıza, kavaslarımıza, stenograflarımıza ve basın çalışanlarına sağlıklı, huzurlu, barışın hüküm sürdüğü bir tatil diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

B) Yeniden Görüşmeleri Yapılan Tasarılar / Teklifler (Tekriri Müzakere) (Devam)

1.- Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/750) ve İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin; 19.4.2012 Tarihli ve 6292 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/571) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 411) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabi olduğundan açık oylamanın elektronik cihazla yapılıp yapılmamasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için iki dakika süre veriyorum ve süreyi başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin; 19.4.2012 Tarihli ve 6292 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin açık oylama sonucu:

“Kullanılan oy sayısı:   232

Kabul   :                                            218

Ret      :                                            14(x)

                     Kâtip Üye                                            Kâtip Üye

                              Fehmi Küpçü                                  Ali Haydar Hakverdi

                                    Bolu                                                  Ankara”

Dolayısıyla teklif kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, bugünkü gündemimizde işler tamamlanmıştır.

Alınan tatil kararı gereğince, gündemde bulunan konuları sırasıyla görüşmek için, Anayasa ve İç Tüzük gereğince 1 Ekim 2016 Cumartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 04.35



(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) 413 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Bu bölümde hatip tarafından Ali İmran Suresi’nin 159’uncu ayeti okundu.

(X) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(x) 416 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

 

(x) 414 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

 

(x) Bu bölümlerde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(X) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(xx) 45 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(x) 412 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) 411 S. Sayılı Basmayazı 16/8/2016 tarihli 125’inci Birleşim Tutanağı’na eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.