TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

124’üncü Birleşim

10 Ağustos 2016 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.– GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’in, 12 Ağustos Dünya Gençlik Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan’ın, hasta tutsaklara ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Ağrı Milletvekili Cesim Gökçe’nin, 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimine ilişkin gündem dışı konuşması

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, Aksaray’ın Sultanhanı kasabasının ilçe yapılmasını talep ettiğine ilişkin açıklaması

2.- Adana Milletvekili Zülfikar İnönü Tümer’in, Adana’daki mısır üreticilerinin sorunlarına ilişkin açıklaması

3.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, günümüzde Sevr projesinin FETÖ terör örgütünün öncülüğünde PKK, IŞİD, DHKP-C gibi terör örgütleriyle sürdürülmeye çalışıldığına ilişkin açıklaması

4.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, Anafartalar Zaferi’nin 101’inci yıl dönümüne ve İstanbul’un Arnavutköy ilçesinde üçüncü havaalanı inşaat alanına ve aynı bölgedeki döküm alanına hafriyat taşıyan kamyonların geçiş güzergâhı olarak mahalle ve kent içi yolları kullanmaları nedeniyle yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

5.- Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil’in, sudan sebeplerle, hukuk ve vicdandan uzak, âdeta sosyal soykırıma dönen açığa almalara son verilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

6.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, Denizli’nin Çivril ilçesinde bulunan Işıklı Barajı’nın ıslahıyla ilgili bir çalışma olup olmadığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

7.- Kayseri Milletvekili Çetin Arık’ın, hasadı elinde kalan ve borçlarını ödeyemeyen çiftçilerin bankalara ve tarım kredi kooperatiflerine olan borçlarının ötelenmesi konusunda bir çalışma olup olmadığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

8.- Antalya Milletvekili Mustafa Akaydın’ın, Antalya ve diğer illerden gelen haberlerin OHAL uygulamalarının cadı avı boyutuna geldiğini düşündürdüğüne ve OHAL’in üç aydan fazla uzatılmamasını dilediğine ilişkin açıklaması

9.- Mersin Milletvekili Hüseyin Çamak’ın, harp okullarının kapatılması nedeniyle öğrencilerin mağduriyetlerini giderecek önlemlerin bir an önce alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

10.- Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan’ın, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner’in bazı açıklamalarına ilişkin açıklaması

11.- Adıyaman Milletvekili Behçet Yıldırım’ın, 7 Ağustos 2016 tarihinde Bayburt Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu sınavlarına girmek için gelen Kürt öğrencilere yapılan saldırıyı ve saldırıyı destekleyenleri şiddetle kınadığına ilişkin açıklaması

12.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, yasal düzenleme yapılıncaya kadar bir genelgeyle kurumların taşeron işçilerle ilgili işlem yapmasının önüne geçilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

13.- İzmir Milletvekili Ali Yiğit’in, 1 Ocak 2016 tarihinden önce işlenen suçlarla ilgili beş yıllık ceza infaz indirimine yönelik kanun hükmünde kararnamenin kapsamını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

14.- İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci’nin, boşaltılacak askerî alanların yeşil alan olarak değerlendirilerek halka açılması gerektiğine ilişkin açıklaması

15.- Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul’un, Adalet Bakanını Ankara Garı patlamasıyla ilgili sorumluların ortaya çıkarılması için üzerine düşeni yapmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması

16.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Şırnak’ta şehit olanlara Allah’tan rahmet dilediğine ve Anafartalar Zaferi’nin 101’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

17.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Ankara Garı patlamasının üzerinden on aylık bir süre geçmesine rağmen soruşturmada herhangi bir mesafenin katedilmediğine, Halkların Demokratik Partisi olarak dış politikada komşu ülkeler ve halklarla barış içerisinde, iş birliğine dayalı her türlü ilişkiyi desteklediklerine ancak bu ilişkilerin belli değerler ve belli ilkeler üzerinde olması gerektiğine ilişkin açıklaması

18.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, AK PARTİ hükûmetlerince ülkenin menfaatleri ve çıkarları noktasında atılması gereken adımların atılacağına ve kararlı ve dirayetli dış politikadan asla geri adım atılmayacağına ilişkin açıklaması

19.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Hakkâri ve Şırnak’ın il statüsünden çıkartılmasının karşısında olduklarına, Yüksekova ve Cizre’nin il olması konusunda bir tasarrufta bulunulacaksa bunu destekleyeceklerine ilişkin açıklaması

20.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Diyarbakır’ın Silvan ilçesine bağlı Dolapdere köyü Ekinciler mezrasında gün boyu top atışları yapıldığına ve başlayan yangının şu anda köyün içerisine ilerlediğine ve Erzurum’un Karayazı ilçesinde 60’a yakın HDP’linin gözaltı koşullarına ilişkin açıklaması

21.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Genco Erkal’ın Kadıköy Lisesinde sergilemek istediği ve Nazım’ı konu alan oyunuyla ilgili getirilen yasağın İçişleri Bakanlığıyla yapılan görüşmeler sonucunda kaldırıldığına ilişkin açıklaması

22.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Diyarbakır’ın Sur ve Mardin’in Kızıltepe ilçelerinde yaşanan patlamalarla ilgili Meclisin bilgilendirilmesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

23.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Diyarbakır’ın Sur ve Mardin’in Kızıltepe ilçelerinde yaşanan patlamalara, Siirt’te askerî aracın devrilmesi sonucu şehit düşen askere Allah’tan rahmet, yaralı 2 askere acil şifalar dilediğine ve terörle mücadelenin millî bir dava olduğuna ilişkin açıklaması

24.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Halkların Demokratik Partisi olarak Diyarbakır’ın Sur ve Mardin’in Kızıltepe ilçelerinde yaşanan patlamalara ilişkin açıklaması

25.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, terör saldırılarında şehit olanlara Allah’tan rahmet dilediğine, AK PARTİ Grubu olarak terörün her türlüsünü lanetlediklerine ve tüm terör örgütleriyle mücadelenin sürdürüleceğine ilişkin açıklaması

26.- Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan’ın, Mardin’in Kızıltepe ile Diyarbakır’ın Sur ilçelerinde bomba yüklü araç saldırılarıyla ilgili olarak kolluk kuvvetleri ve yargı mensuplarının çalışmalarının devam ettiğine ilişkin açıklaması

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A ) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Ankara Milletvekili Murat Emir ve 25 milletvekilinin, Kur'an kurslarına ilişkin başta denetim olmak üzere yaşanan eksikliklerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/295)

2.- İstanbul Milletvekili İsmail Faruk Aksu ve 23 milletvekilinin, yardımcı hizmetler sınıfı personelinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/296)

 

B) Genel Görüşme Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ve 24 milletvekilinin, sokağa çıkma yasağı ilan edilen il ve ilçelerde yaşanan hak ihlalleri ve bölge halkının mağduriyeti göz önüne alınarak bu durumun sebep ve çözümlerinin belirlenebilmesi amacıyla genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/6)

 

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler” kısmında yer alan, AKP'nin, başta Irak ve Suriye olmak üzere dış politikasında yaşanan iflasla ilgili olarak gerekli tespitlerin yapılması, iflas politikalarından halklarımızın zarar görmesinin önüne geçilmesi ve yapısal politik değişikliklerin oluşturulması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan (10/237) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 10 Ağustos 2016 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun gündemdeki sıralama ile 410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesine; 10 Ağustos 2016 Çarşamba günkü birleşiminde 410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanması hâlinde 11 Ağustos 2016 Perşembe günü toplanmamasına ilişkin önerisi

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Evrensel Posta Birliği (UPU) Arasında Yirmi Altıncı Dünya Posta Kongresine Yönelik Düzenlemelere İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/714) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 381)

2.- Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/752) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 410)

 

VIII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Pervin Buldan’ın, Hakkâri ve Şırnak’ın il olarak kalmasının uygun olacağına ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Pervin Buldan’ın, Divan olarak Diyarbakır’ın Sur ve Mardin’in Kızıltepe ilçelerinde bombalı saldırılarda yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet dilediklerine ilişkin konuşması

 

IX.- OYLAMALAR

1.- (S. Sayısı: 381) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Evrensel Posta Birliği (UPU) Arasında Yirmi Altıncı Dünya Posta Kongresine Yönelik Düzenlemelere İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

 

 

 

 

 

 

10 Ağustos 2016 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.02

BAŞKAN: Başkan Vekili Pervin BULDAN

KÂTİP ÜYELER: Sema KIRCI (Balıkesir), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 124’üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, 12 Ağustos Dünya Gençlik Günü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Onursal Adıgüzel’e aittir.

Sayın Adıgüzel, süreniz beş dakika.

Buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’in, 12 Ağustos Dünya Gençlik Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 12 Ağustos Dünya Uluslararası Gençlik Günü dolayısıyla, Türkiye'de umutları çalınan gençlerin sorunlarına dikkat çekmek için söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, 15 Temmuz kanlı darbe girişimini bir kez daha lanetliyor, 15 Temmuzda ve bugün Şırnak’ta hayatını kaybeden tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye uzun zamandır gençlik adına iyi bir sınav vermiyor.

BAŞKAN – Sayın Adıgüzel, bir saniyenizi rica ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda uğultu var. Sayın Adıgüzel’i dinleyelim lütfen, kendi aramızda konuşmayalım, rica ediyorum.

Buyurunuz Sayın Adıgüzel.

ONURSAL ADIGÜZEL (Devamla) – Türkiye'de 2016 itibarıyla sayıları 20 milyona dayanan 18-30 yaş arası genç, eğitimden istihdama, sağlıktan özgürlüklerin kısıtlanmasına kadar çeşitli sorunlarla karşı karşıya. İş hayatında yer bulamayan, eğitim hayatında haksız rekabete maruz kalan gençler kayıt dışılığa zorlanıyor. İş arayan ya da aramaktan ümidini kesmiş, fiziksel engelleri sebebiyle toplumdan dışlanmış milyonlarca genç, umutsuz ve kaygılı bir bekleyiş içinde.

Eminim çoğunuz on bir yıldır atama bekleyen Barış öğretmenin üç yıl önceki can yakıcı çığlığını hatırlarsınız. 2013 yılında, atanamadığı için intihar eden meslektaşı 28 yaşındaki Mehmet Sadık Güneş için yapılan eylemde, atama bekleyen Barış öğretmen on bir yıldır annesinin gözlerinin içine bakamadığını haykırmıştı. Bundan tam üç yıl önce Barış öğretmen şöyle demişti: “Bizi izleyenler, bugün belki size dokunmuyor ama bugün o dokunmayan yılan size de dokunacak. Bugün bize sahip çıkmazsanız, işçiye, öğrenciye, atanamayan, KPSS’den geçemeyen öğretmenlere sahip çıkmazsanız yarın size de sahip çıkacak kimseyi bulamayacaksınız.” KPSS çetelerinin mağduru olan Barış öğretmen bugün haklı çıktı. Barış öğretmenin haykırışını görmezden gelenler, kanlı 15 Temmuz gecesinin taşlarını döşeyenler bugün mağdur edebiyatının arkasına saklanıyor. Gerçek mağdur arayanlar, ailesine bıraktığı notta “Artık yoruldum, çalışıyorum ama olmuyor. Yaşamış olsam bile KPSS’de yine başarılı olamayacaktım.” diyen ve intihar eden Fikret öğretmene baksınlar. Gerçek mağdur arayanlar, askerî liseyi 2’ncilikle bitiren, gençlik hayali olan Harbiyeyi binlerce liralık tazminat yüküyle bırakmak zorunda kalan Ufuk’a baksınlar. Gerçek mağdur arayanlar, sadece Alevi olduğu için mülakatlarda hakları yenen, bürokrasinin kapıları yüzlerine kapanan binlerce Alevi gence baksınlar. Gerçek mağdur arayanlar, daha düne kadar “Eğitime kazandırdık.” diye övündükleri, açılışlarında boy gösterdikleri, bugün ise kapılarına kilit vurdukları üniversitelerdeki 65 bin gence baksınlar.

Değerli milletvekilleri, bu ülkenin mağdurları, birilerinin kadrolaşma hırsı uğruna gözden çıkarılan, işsiz kalan, iş bulma umudunu yitirmiş, kayıt dışı çalışmaya zorlanan, 20’li yaşlarında umutları çalınan gençlerdir. Tüm bu yitirilen hayatlar, kaybolan gençlik umutları basit bir “Kandırıldık.” açıklamasıyla aklanamaz. Siz istediğiniz kadar “Kandırıldık.” deyip durun, biz biliyoruz ki kandırılmadınız. Siz, bile, isteye bu ülkenin yoksul gençlerini cemaat ve tarikat yurtlarına, okullarına mecbur bıraktınız. Kandırılmış olsaydınız eğer biz “Sorular çalındı.” dediğimizde “Son derece başarılı ve temiz bir sınav gerçekleştirildi.” iddiasında bulunmazdınız 2010 KPSS sınavı için ve bizleri KPSS sınavını terörize etmekle suçlamazdınız. Bugün, binlerce genç insanın geleceği olan bir sınavı asıl kimin terörize ettiği ortadadır. Ama gelin görün ki intihar eden Mehmet öğretmen, daha 30 yaşında aramızdan ayrılan onlarcası için geri dönüş yok.

Değerli milletvekilleri, Fethullahçı terör örgütünün mağdur ettiği yüz binlerce gence sahip çıkmayanların, “Ne istediler de vermedik?” diye kurdukları kirli ittifakı milyonların gözünün içine baka baka itiraf edenlerin, bugün milyonlarca gence gelecek borcu var. Bu borç öyle kolay kolay televizyon ekranlarında günah çıkarmakla ödenmez; bu borç ancak ve ancak siyasiler de dâhil olmak üzere terör örgütünün yollarını döşeyen tüm sorumluların adalet önünde hesap verdikleri gün ödenecek, bu borç devletin yeniden inşasında yeni cemaatlere ve tarikatlara yol açarak değil, adalet ve liyakat sistemini yeniden tesis ederek ödenecek.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Adıgüzel.

Gündem dışı ikinci söz, hasta tutsaklar hakkında söz isteyen Muş Milletvekili Sayın Burcu Çelik Özkan’a aittir.

Sayın milletvekilleri, çok uğultu var Genel Kurulda.

Sayın Mahir Ünal, telefonla konuşuyorsunuz, sesiniz buraya kadar geliyor.

Buyurunuz Sayın Özkan. (HDP sıralarından alkışlar)

2.- Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan’ın, hasta tutsaklara ilişkin gündem dışı konuşması

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir yılı aşkın süredir topların halkın yaşam alanlarını bombaladığını, ormanlarını yaktığını, evlerini yıktığını ve ne yazık ki sivil ölümlerin yaşandığını sizlere izah etmeye çalıştık. Halk gücü karşısında hiçbir silahın etkili olmayacağını, halkın evini ve yaşam alanlarını asla terk etmeyeceğini sizlere izah ettik. Öte yandan, halkların inandığı mücadeleden vazgeçmediğini de yine bu bir yıl içerisinde gördük. Belki bu gerçekliği size anlatmakta zorlandık ancak halk gücünün ne olduğunu, bu güç karşısında hiçbir silahın, tankın, topun anlam ifade etmediğini sizler 15 Temmuz gecesi yaşadınız. Bu nedenledir ki esas olanın halk iradesi ve mücadelesi olduğunu buradan bir kez daha söylemek isteriz.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında tüm kamu kurumları bu girişimden etkilenmiştir. Bu girişimin en çok etkilediği alan ise cezaevleri olmuştur. 15 Temmuz gecesi Adalet Bakanlığı tarafından cezaevleri idarelerine gönderilen gizli genelgeyle tutuklu ve hükümlülerin her türlü açık-kapalı görüş hakları, avukat ve telefon görüşmeleri engellenmiştir. Paralel cemaat yapılanmasıyla mücadele adı altında alınan OHAL kararıyla birlikte cezaevlerindeki insan hakları ihlalleri ve baskılar en şiddetli hâliyle cezaevlerinde yaşanmaya devam etmektedir. Yaşadığımız örneklerden edindiğimiz tecrübeler OHAL kararının temel hak ve özgürlükleri yakından ilgilendirdiği ve bugüne kadarki uygulamaların hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı ya da tamamen engelleyici uygulamalar olduğu açıktır. Bu kapsamda OHAL kararının ilk olarak cezaevlerinde uygulanmış olması Hükûmetin cezaevlerine yaklaşımını da ortaya koymaktadır. Bizler Halkların Demokratik Partisi olarak OHAL kararının başta cezaevleri olmak üzere temel hak ve özgürlükler üzerindeki etkisinin takipçisi olacağımızı da buradan tüm kamuoyuna belirtmek isteriz.

Bu kürsüden defaatle cezaevi sorunlarını ve hasta tutsakların durumunu da dile getirdik. Ülkenin bulunduğu bu koşullarda Adalet Bakanlığının başta ölüm sınırında olan hasta tutuklu ve hükümlülere ilişkin çok acil bir çalışma yapması gerekmektedir. OHAL’le birlikte gerçekleşen tutuklamalar gerekçesiyle yaşanan nakil ve sevkler sırasında hasta tutuklu ve hükümlülerin koşulları göz önüne alınmayarak hasta tutsaklar da sürgüne tabi tutulmuştur. Tedavisi devam edenler, ölüm sınırında olanlar, cezaevlerinde yatalak bir şekilde bekleyen hasta tutsaklar dahi sürgün edilmiştir.

Hasta tutsaklara ilişkin en önemli sorun adli tıp kurumlarından alınan raporlardır. Adli tıp kurumları bir yıl önce verdikleri raporları bugün siyasi konjonktür sebebiyle yeniden ele almakta ve “Cezaevinde kalamaz.” şeklinde verilen raporları “Cezaevinde kalabilir.” şeklinde değiştirmektedirler. Devlet hastanesinden alınan bir raporda yüzde 97’lik oranla “Cezaevinde kalamaz.” denilen bir kişi hakkında Adli Tıp Kurumu “Cezaevinde kalabilir.” diye rapor verebilmektedir. Bu uygulamaların bugünlerde çok konuştuğumuz insan haklarına açık aykırılık teşkil ettiği ortadadır değerli arkadaşlar.

Önemli sorunlardan bir diğeri de hâlihazırda uygulaması devam eden kelepçeli muayene dayatmasıdır. Bize ulaşan bilgilere göre muayene esnasında kolluğun müdahalesi, kelepçeli muayene dayatması, hekimlerin bu baskı altında tıp etiğine uygun hareket etmeyerek muayeneyi kelepçeli yapma uygulamaları sadece hasta tutsakların değil, tüm tutuklu ve hükümlülerin tedavilerinin önünde önemli bir engeldir. Bu noktada üçlü protokol anlaşmasının bu uygulamaya zemin hazırladığını, bu sebeple protokol maddelerinin insan hakları temelinde yeniden ele alınması gerektiğini belirtiyoruz. Tüm parti gruplarıyla yapmış olduğumuz cezaevi ziyaretlerinde tanıklık ettiğimiz bazı isimleri burada zikretmek isterim: Sibel Çapraz, 15 ameliyat geçirmiş ve hâlihazırda tutukluluğu devam eden bir kişidir. Bunun dışında Abdulkadir Fırat, yine tüm parti gruplarıyla yapmış olduğumuz ziyarette karşılaştığımız bu kişi yüzde 80 raporuyla felçli olarak hâlen cezaevindedir. Ergin Aktaş’a ilişkin, Adalet Bakanı burada kendisi hukuka aykırı bir şekilde cezaevinde tutulduğunu kabul etmiştir.

Değerli arkadaşlar, buradaki her milletvekili arkadaşımın insan hakları konusunda hassas olduğuna inancım tam. Buradan bir kez daha herkese seslenmek istiyoruz: Gelin, siyasi düşünceleri bir kenara bırakıp hasta tutsakların mevcut durumunu ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Devamla) – …tahliye şartlarını araştırmak üzere bir komisyon kuralım ve hepimiz yaşanan bu ağır insan hakları ihlaline bir son verelim.

BAŞKAN – Sayın Özkan, pozitif ayrımcılık yapıyorum, size bir dakika ek süre veriyorum. Lütfen tamamlayınız.

Buyurun.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Evet değerli arkadaşlar, bu insan hakları ihlallerinden ve bu baskıcı tutumlardan, öncelikle hasta tutsaklar ve tüm tutuklu ve hükümlüler üzerinden derhâl vazgeçilmesi için Adalet Bakanlığını göreve davet ediyoruz, buradaki Parlamentoda bulunan değerli arkadaşlarımıza da hasta tutsakların durumlarını araştırmak, tahliye koşullarını ortaya koymak ve gerçekten ölüm noktasına gelmiş olan bu kişilerin acilen, ivedilikle serbest bırakılması için hep birlikte çalışmak üzere bir komisyon kurulması gerektiğini buradan tekrardan vurgulamak gerektiğini düşünüyorum.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle tekrardan selamlıyorum; sağ olun, teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özkan.

Gündem dışı üçüncü söz, 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimi hakkında söz isteyen Ağrı Milletvekili Sayın Cesim Gökçe’ye aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

Buyurun Sayın Gökçe.

3.- Ağrı Milletvekili Cesim Gökçe’nin, 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimine ilişkin gündem dışı konuşması

CESİM GÖKÇE (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 15 Temmuz gecesi yaşadığımız darbe girişimi nedeniyle söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan önce bugün Şırnak’ta terör saldırısı nedeniyle hayatını kaybeden şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyor, bu vesileyle terörü bir kez daha lanetliyor, Gazi Meclisimizi saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye, 15 Temmuz gecesi, tarihinin en alçak, en çirkin, en büyük saldırısına uğradı. Bu saldırı, darbe, terör saldırısının ötesinde, Türkiye’yi işgal girişimiydi. Ülkemizi, milletimizi yok etmeye, parçalamaya, sokakları kan gölüne dönüştürmeye, iç savaş çıkarmaya, milletimizi bir daha bir araya gelmeyecek hâle getirmeye, Türkiye'yi örgüt devletine dönüştürmeye dönük bir plan boşa çıkarıldı. Türkiye'nin düşmanı Gülen ve teröristleri, o yabancı istihbarat ağının Türkiye'deki uzantıları, bin yıldan bu yana görmediğimiz türden bir vatan hainliğinin en iğrenç hâlini sergilediler. Elleri kelepçeli subay müsveddelerinin yüzlerinden nasıl bir satılmışlık, nasıl bir kişiliksizlik, nasıl bir kimliksizlik, nasıl bir ülke ve millet düşmanı oldukları iğrenç hâliyle görüldü. Bu ülke, bu millet büyük bir planı, kumpası, oyunu bozdu, hep birlikte direndi; siyasetçisiyle, gazetecisiyle, polisiyle, öğrencisiyle, kadınıyla, erkeğiyle direndi. O alçaklar da efendileri de milletimizden çok ağır bir cevap aldılar. Bu alçak teşebbüs, Moğol istilası, Bizans, Balkan bozgunu, Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale Savaşı, İstiklal Harbi ve Haçlı Savaşlarıyla birlikte anılacaktır.

Sadece terör patronu Gülen ve teröristlerinin değil, onların patronlarının hedefi Türkiye’ydi, bu ülke de denklemden çıkarılmalıydı. Hemen ardından, bütün bölge için hazırladıkları harita taslakları masaya serilecekti; artık, Türkiye vesayet altında olacak, bir iradesi kalmayacak, direnci ve itirazı olmayacaktı. Dün Haçlılar bizimle hangi gerekçelerle savaştılarsa bugün de Haçlıların çocukları Batılılar aynı gerekçelerle Türkiye'yi kuşatmaya ve durdurmaya çalışmaktadırlar. Bütün kültürlerin ve medeniyetlerin kökünü kazıyan üç asırlık zorba Batı uygarlığı bu kafayla ayakta duramayacaktır. Pakistan, Mısır, Irak, Suriye, Afganistan, Arap Yarımadası’nın büyük bir bölümü paçavraya çevrildi ama hem Türkiye düşürülemedi hem de İslam dünyasını dün olduğu gibi yarın da toparlayabilecek, ayağa kaldırabilecek tek aktörün Türkiye olduğu dünya âleme gösterildi.

Türkiye, son çeyrek asırda, özellikle de son on yılda gerçekleştirdiği atılımlarla yeniden İslam dünyasının ve mazlumların umudu olduğunu ispatladı. Bu mesaj Batılılar tarafından da mazlum Müslüman halklar tarafından da net bir şekilde görüldü. Tarihin derinliğiyle, kültürel zenginliğiyle bütün farklı dinleri ve kültürleri barış ve selamet yurdu kurarak bir arada yaşatmayı başaran tek küresel medeniyet, tecrübe ve birikimiyle Türkiye, küllerinden doğacak, yeniden insanlığın önünü açacak hakikat medeniyeti yolculuğuna çıkacaktır. İnsanlık, yeniden adaletin, hakkaniyetin, barışın, kardeşliğin, herkese hayat hakkı tanıyan hakikat medeniyetinin merhamet ve şefkatli kanatlarına sığınacaktır. Coğrafyamızı, tarihimizi, ortaklarımızı, benliğimizi keşfetmek, buna göre kendimizi ve ülkemizi yeniden kurmak zorundayız. Bunun olmaması için çeyrek asırdır Türkiye’yi dışarıdan kuşatıyorlar, etrafını ateş çemberine çeviriyorlar, içeride karıştırıyorlar, iç savaşın eşiğine sürükleyerek Türkiye’ye diz çöktürmeye çalışıyorlar. O yüzden, yaşadığımız süreç son istiklal ve istikbal mücadelesi sürecidir. Yaşananları yüzyıllık istiklal savaşımızın son aşaması olarak nitelememiz bundandır, “son kurtuluş savaşı” dememiz bu yüzdendir. Türkiye’nin devlet aklının, siyasi aklının, gücünün ve perspektifinin hedef alınması, milletimizin hayallerinin yok edilmesi girişimleri de bu yüzdendir. Bu yüzden ardı ardına saldırılar, müdahaleler, senaryolar devreye sokulmaktadır. Asla başaramayacaklar, asla bu ülkeye diz çöktüremeyecekler, asla o ana omurgayı zayıflatamayacaklar, asla Türkiye’nin büyük yürüyüşünü durduramayacaklar, asla bir başka ülke için bu ülkeye operasyon yapamayacaklar; yaparlarsa böyle rezil olacaklar, tükenecekler, bitecekler.

Bu duygularla tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Gökçe.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce sisteme giren ilk 15 sayın milletvekiline yerlerinden kısa söz vereceğim birer dakikalık. Sırasıyla başlıyoruz.

Sayın Gürer, buyurunuz.

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, Aksaray’ın Sultanhanı kasabasının ilçe yapılmasını talep ettiğine ilişkin açıklaması

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Aksaray ili Sultanhanı kasabasının elli yıldır ilçe özlemi vardır. Sultanhanı kasabası Tebriz’den Kayseri’ye, Kayseri’den Konya’ya kadar uzanan tarihî İpek Yolu üzerindedir. Sultan Alâettin Keykubat’ın yaklaşık yedi yüzyıl önce yaptırdığı dünyanın en büyük kervansaraylarından biri burada bulunmaktadır. Kasabaya her yıl 400 bin civarında turist gelmektedir.

Sultanhanı kasabası 12 bine yaklaşan nüfusuyla ülkemizin en büyük beldelerindendir. Fabrika tesislerinin varlığıyla 20 bine ulaşan bir nüfus hareketliliğinin de merkezi durumundadır. Kasabada 50 adet halı, restorasyon ve konservasyon atölyesi bulunmaktadır. Halı restorasyonunda da Sultanhanı dünyaca ünlenmiştir.

Aksaray il merkezine 45 kilometre uzaklıkta olmasından dolayı, içinde bulunduğu varlıklarıyla ilçe olmayı hak etmiş bir kasabamızdır. 1953’ten beri belediye durumundadır. Sultanhanı’nın ilçe olması halkın büyük beklentisidir. Bu konuda kanun teklifi de vermiş bulunuyoruz. Sultanhanı’nın bir an önce ilçe yapılmasını temenni ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tümer…

2.- Adana Milletvekili Zülfikar İnönü Tümer’in, Adana’daki mısır üreticilerinin sorunlarına ilişkin açıklaması

ZÜLFİKAR İNÖNÜ TÜMER (Adana) – Sayın Başkan, Adana ili mısır üretiminde yıllık ortalama 1 milyon tonun üzerinde üretimle ve erken hasat mevsiminin avantajıyla önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye mısır üretiminde etkin bir rol üstlenen Adana’da 2016 yılı hasat sezonu normal dönemden önce başlamakla birlikte, hasat devam etmektedir.

Mısırda piyasa fiyatları geçen yılki rakamların altında seyretmektedir. Toprak Mahsulleri Ofisi tüm şubelerinde emanet alımına başlamış ancak henüz mısır alım fiyatını açıklamamıştır. Emanet alımlar çiftçi lehine görünse de fiyat belirsizliği üreticilerimizde endişeye yol açmaktadır. Büyük zorluklarla ürününü hasat eden çiftçilerimiz borçlarını ödeyebilmek için nakit paraya ihtiyaç duymaktadır. Üreticinin acımasız piyasa koşullarına terk edilmemesi, Toprak Mahsulleri Ofisinin çiftçinin kara gün dostu olduğunu kanıtlaması ve mısır alım fiyatlarını bir an önce açıklaması gerekmektedir.

BAŞKAN – Sayın Özkan…

3.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, günümüzde Sevr projesinin FETÖ terör örgütünün öncülüğünde PKK, IŞİD, DHKP-C gibi terör örgütleriyle sürdürülmeye çalışıldığına ilişkin açıklaması

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Bugün Haçlı ittifakının planı olan Sevr Anlaşması’nın 96’ncı yıl dönümü. Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan ve yeni Türkiye’yi sömürmeyi hedefleyen Sevr ittifakı günümüzde de devam ettirilmek isteniyor. Günümüzde Sevr projesi, FETÖ terör örgütünün öncülüğünde, PKK, IŞİD, DHKP-C gibi terör örgütleriyle sürdürülmeye çalışılıyor.

FETÖ terör örgütünün 15 Temmuz kalkışması, aynen Sevr’de olduğu gibi ülkemizi sömürme hedefini gerçekleştirmek için, amacı kaos olan, hain bir darbe teşebbüsüdür. Emperyalizm ülkemiz üzerindeki sömürü hedeflerini, eli kanlı FETÖ terör örgütüyle, ülkemizi istikrarsızlaştırmak yöntemiyle gerçekleştirmektedir. Bunun, işgal ve saldırılara karşı millî iradeye sahip çıkmak, ekonomik ve siyasi istikrarı korumak ve güçlendirmek suretiyle bertaraf edileceği açıktır.

Bu vesileyle, Meclisimizin ortak anlayışla darbeye karşı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

4.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, Anafartalar Zaferi’nin 101’inci yıl dönümüne ve İstanbul’un Arnavutköy ilçesinde üçüncü havaalanı inşaat alanına ve aynı bölgedeki döküm alanına hafriyat taşıyan kamyonların geçiş güzergâhı olarak mahalle ve kent içi yolları kullanmaları nedeniyle yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bağımsızlığımızın ve cumhuriyetin dönüm noktası olan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün askerî dehası olarak tarihe geçen Anafartalar Zaferi’nin 101’inci yılını kutluyorum.

Ayrıca, seçim bölgem olan İstanbul Arnavutköy ilçemizdeki üçüncü havaalanı inşaat alanına ve aynı bölgedeki döküm alanına hafriyat taşıyan kamyonlar, geçiş güzergâhı olarak mahalle ve kent içi yolları kullanıyorlar. Özellikle Boğazköy-Bolluca yolu ve İstiklal Mahallesi’nde günde 7 bin, 8 bin kamyon geçişi, bölgede yaşayan vatandaşlarımız için yaşamı çekilmez hâle getirmiştir; insanlar evlerinin kapılarını açamaz, sokağa çıkamaz durumdadır ve tüm halk ve özellikle çocuklar için güvenlik ve tehlikenin boyutu çok ciddidir.

Cumhuriyet Halk Partisi Arnavutköy İlçe Başkanımızın çabaları ve ilgililerle -Belediye Başkanı, Kaymakamla- görüşmeleri sonuçsuz kalmıştır.

Sorunun muhataplarının ilgisizliğini ve duyarsızlığını ve halkımızın güvenli ve rahat yaşam hakkının sağlanması konusunu, ilgili bakanlıklara buradan tekrar iletmek istiyorum.

BAŞKAN – Sayın İrgil…

5.- Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil’in, sudan sebeplerle, hukuk ve vicdandan uzak, âdeta sosyal soykırıma dönen açığa almalara son verilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

CEYHUN İRGİL (Bursa) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Ülkenin her kentinden, her kurumdan, artık yarışa ve cadı avına dönen görevden alma ve gözaltı haberleri geliyor. Sahte ve karalayıcı ihbarlarla, kurum amirleri, hoşlanmadıkları, farklı görüşteki kişileri harcamak için bu hâli fırsata çeviriyorlar. Asıl sorgulanması gerekenler, bu ihbarcılar ve bu uygulamaları yapanlardır. Örneğin, Uludağ Üniversitesinde vatansever ve kimliklerini çok iyi bildiğimiz Doğukan Dülger, Halil Gelen, İsmet Gemici, Gürsel Dirik, Emel Uzuner gibi sendika üyelerinin, Doçent Doktor Harun Ağca, Doçent Doktor Özgür Vatan gibi vatansever, Atatürkçü Düşünce Derneği üyesi nice öğretim üyelerinin canları yakılmaya çalışılıyor. Yüzlerce insanı sudan sebeplerle hukuk ve vicdandan uzak, âdeta sosyal soykırıma dönen bu açığa almalara son verin.

BAŞKAN – Sayın Arslan…

6.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, Denizli’nin Çivril ilçesinde bulunan Işıklı Barajı’nın ıslahıyla ilgili bir çalışma olup olmadığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Orman ve Su İşleri Bakanına soruyorum: Denizli Çivril ilçemizin sınırları içinde bulunan Işıklı Barajı’mızın suyu iyice azalmış, bu nedenle bahçe ve tahıl ürünleri sulaması yeterince yapılamıyor. Işıklı Barajı’nın suyunun yetersiz kalması iki nedene dayalı görülmektedir. Birincisi, barajın temizliğinin yapılmasını; ikincisi, Dinar’dan gelen su kanalına paralel bir kanalın daha yapılmasını; üçüncü ise Gümüşsu Mahallesi’nden, Akdağ’ın eteğinden gelen Akçay Deresi üzerine bir göletin yapılmak suretiyle sulamanın bu göletten yapılmasının sağlanmasını istiyoruz. Bakanlık olarak bu konularda bir hazırlığınız var mı? Varsa ne tür projeler geliştirdiniz? Işıklı Barajı’nın ıslahı için bir hazırlığınız var mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Arık…

7.- Kayseri Milletvekili Çetin Arık’ın, hasadı elinde kalan ve borçlarını ödeyemeyen çiftçilerin bankalara ve tarım kredi kooperatiflerine olan borçlarının ötelenmesi konusunda bir çalışma olup olmadığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

ÇETİN ARIK (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bir zamanlar kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyken yanlış tarım politikaları nedeniyle artık samanı bile yurt dışından ithal eden bir ülke olduk.

Kayseri’de görüştüğüm Güzelce köyü muhtarımız, Tomarza ilçemizden birçok vatandaşımız ofisin, buğdaylarını almadığını vurguluyor. Zaten zor durumda olan çiftçimiz bu durumda daha da mağdur olmakta, üretim yapamamaktadır.

Bu noktadan hareketle Sayın Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanına sormak istiyorum: Hasadı elinde kalan ve borçlarını ödeyemeyen çiftçilerimizin bankalara ve tarım krediye olan borçlarının ötelenmesi konusunda bir çalışmanız var mı? Eğer böyle bir çalışmanız yok ise bilin ki sayıları her geçen gün azalan çiftçimiz kısa sürede tamamen yok olacaktır.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Akaydın…

8.- Antalya Milletvekili Mustafa Akaydın’ın, Antalya ve diğer illerden gelen haberlerin OHAL uygulamalarının cadı avı boyutuna geldiğini düşündürdüğüne ve OHAL’in üç aydan fazla uzatılmamasını dilediğine ilişkin açıklaması

MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya ve diğer illerden gelen haberler OHAL uygulamalarının evrensel tabiriyle cadı avı boyutuna geldiğini düşündürmektedir. On dört yıldır FETÖ’nün devlete sızmasına yol açan siyasileri paranoit düşüncelerden sıyrılıp daha adil davranmaya davet ediyorum. Özellikle geçmişte Türkçe Olimpiyatları’nda FETÖ’ye methiyeler düzen Adalet Bakanımızı adil davranmaya davet ediyorum. FETÖ’yle kol kola yaşayan bir sürü insan dururken sadece çocuğunu FETÖ okullarına kaydettirdi veya Bank Asyada mevduat açtırdı diye insanlar tutuklanmaktadır. Bu duruma bir an önce son verilmezse ciddi toplumsal, psikolojik sorunlar ortaya çıkacaktır. OHAL’in kesinlikle üç aydan fazla uzatılmamasını diliyorum. Darbe girişimini bahane ederek iktidarın gereksiz siyasi güç kazanma peşinde olduğu kanısı da toplumda giderek artmaktadır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Çamak…

9.- Mersin Milletvekili Hüseyin Çamak’ın, harp okullarının kapatılması nedeniyle öğrencilerin mağduriyetlerini giderecek önlemlerin bir an önce alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

HÜSEYİN ÇAMAK (Mersin) – Sayın Başkan ve değerli milletvekilleri, OHAL’e dayanarak çıkartılan ve Anayasa’ya uygunluğu tartışmalı olan kanun hükmünde kararnamelerle askerî okullar kapatılmış, oralarda okuyan, “çocuk yaşta” denilebilecek, henüz reşit bile olmayan çok sayıda öğrenci kendini kapının önünde bulmuştur. Çoğunluğu dar ve orta gelirli olan bu çocuklar ve aileleri büyük bir mağduriyet ve korku yaşamaktadır. Harp okullarının kapatılmasıyla orada okuyan öğrencilerin durumu belirsizliğini korumaktadır. Bu sorun, kurumlar kapatılarak değil, o kurumlara demokrasi içinde hukuki bir çözüm bulunarak çözülebilir. Bir an önce mağduriyetleri giderecek önlemlerin alınması ve bu yanlış yaklaşımlardan vazgeçilmesi çağrımızı yeniliyor, saygılarımı sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Sarıhan…

10.- Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan’ın, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner’in bazı açıklamalarına ilişkin açıklaması

ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Değerli Başkan, bugün basında, gerçek olmadığına inanmak istediğim bir bilgiyle karşılaştım. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi Sayın Metiner tarafından yapılmış bir açıklamaydı bu. Son olay nedeniyle yakalananlara bir iki tokat atılmış olmasının işkence olarak sayılamayacağı biçiminde bir açıklama yaptılar. Oysa, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda görev alan bir arkadaşımızın insan hakları alanında son derece özenli olması gerektiği inancındayım. OHAL dahi olsa hukuk devleti içinde işkence, kesinlikle; kötü muamele, kesinlikle yasaktır. Bunu bir kez daha anımsatıyor ve yeniden bu bilginin gerçeği yansıtmadığına inanmak istediğimi de ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Yıldırım…

11.- Adıyaman Milletvekili Behçet Yıldırım’ın, 7 Ağustos 2016 tarihinde Bayburt Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu sınavlarına girmek için gelen Kürt öğrencilere yapılan saldırıyı ve saldırıyı destekleyenleri şiddetle kınadığına ilişkin açıklaması

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Teşekkürler Başkan.

Halkların darbelere karşı yekvücut olduğu, birlik, beraberlik ve kardeşliğin haykırıldığı 7 Ağustos günü Bayburt’ta ırkçı, şoven bir saldırı oldu. Bayburt Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu yetenek sınavı için Şehre gelen Kürt gençleri, PKK propagandası yaptıkları iddiasıyla linç edilmek istendi. 7 Ağustosta Iğdır’dan üniversitenin yetenek sınavları için gelen öğrencilerin kaldıkları yurda PKK flaması astıkları biçiminde çıkarılan söylenti -sadece söylenti- ırkçı saldırıya dönüşmüştür. Saldırganlar, gençlerin sınava girmek için binip geldikleri aracı ateşe vermişlerdir. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Hükûmet ve sözde muhalefetin, 6 milyon oy alan Kürt iradesini yok sayma politikalarının halka yansıması da Kürtleri linç etmek şeklinde sonuçlanıyor. Bayburt Valisi konuyla ilgili yaptığı açıklamada faşist saldırıyı halkın tepkisi olarak savundu. Ortada bir olay, bir eylem yok ki halk tepki göstersin. Saldırıya maruz kalıp arabaları yakılan öğrencilerin yanında olacağına “halkın tepkisi” diyerek ırkçı saldırganların yanında olduğunu göstermiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Kürt illerinden gelenlere ya da Kürt illerinden gelen araçlara defalarca saldırılar yapıldı. Sınava girmek için Iğdır’dan gelen öğrencilere yapılan saldırıyı ve saldırıya vesile olanları, saldırıyı destekleyenleri şiddetle kınıyorum.

BAŞKAN – Sayın Bektaşoğlu…

12.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, yasal düzenleme yapılıncaya kadar bir genelgeyle kurumların taşeron işçilerle ilgili işlem yapmasının önüne geçilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Cumhuriyet Halk Partisinin seçim bildirgesinde yer alan taşerona kadro taahhüdüne Hükûmet sahip çıktı, taşerona kadro müjdelerle duyuruldu ancak aradan bir yıl geçti, nedense bir türlü gündeme gelmiyor. 720 bin taşeron işçi şimdi kadro beklentisi içinde. Son yürütülen FETÖ operasyonları sonrasında kamuda personel ihtiyacı daha da çok arttı, bu boşluğu doldurmak için fırsat doğdu. Türkiye ve bizler arasında bir anlayış birliği oluştu. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatile girmeden Hükûmet bu teklifi mutlaka getirmelidir. Yasal düzenlemenin gecikmesi yeni mağduriyetlere yol açacaktır. Örneğin, Hükûmetin asıl iş tanımıyla kadroya alacağını söylediği ve büro hizmetleri yürüten Giresun Üniversitesindeki 30 taşeron işçi temizlik hizmetlerine verildi. İşçiler, kendilerine mobing uygulandığını ve işten çıkarılmaya zorlandıkları, yerlerine yeni işçiler almanın koşullarının yaratıldığı iddiasında. Hükûmetçe, yasa çıkana kadar bir genelgeyle kurumların taşeronla ilgili işlem yapılmasının önüne geçilmesi gereklidir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Yiğit…

13.- İzmir Milletvekili Ali Yiğit’in, 1 Ocak 2016 tarihinden önce işlenen suçlarla ilgili beş yıllık ceza infaz indirimine yönelik kanun hükmünde kararnamenin kapsamını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

ALİ YİĞİT (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

1 Ocak 2016 tarihinden önce işlenen suçlarla ilgili beş yıllık ceza infaz indirimine yönelik bir kanun hükmünde kararname hazırlandığı bugünkü basında yer almıştır. Bir anlamda af niteliğinde olan bu düzenlemenin kapsamı belli midir? Düzenleme tecavüzleri de kapsayacak mıdır?

Teşekkür ediyorum, sağ olun.

BAŞKAN – Sayın Yedekci…

14.- İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci’nin, boşaltılacak askerî alanların yeşil alan olarak değerlendirilerek halka açılması gerektiğine ilişkin açıklaması

GÜLAY YEDEKCİ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Son günlerde askerî alanların imara açılması gündemdedir. Özellikle Kuleli Askerî Lisesi, Hasdal ve Tuzla’daki araziler ve yeşil alanlar, Hava Harp Okulu, GATA gibi alanlarla ilgili konuşmalar gündemdeyken bu koşullarda askerî arazilerin ve yapıların ne olacağı hepimiz için endişe ve merak konusudur. Son günlerde gazetelerde çarpık kentleşmeye oldukça katkısı olan bir firmanın sahibinin, Levent’teki -eskiden golf kulübü olarak kullanılan- alana inşaat yapmakla ilgili bazı düşüncelerini beyan ettiğini endişeyle takip etmekteyiz. Yeşil alanları barındıran askerî alanların imara açılması tam bir katliam olur. Boşaltılacak askerî alanların yeşil alan olarak değerlendirilerek halka açılması gereklidir. Yeşil alanlar rant amaçlı politikalarla ortadan kaldırılmamalıdır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Son konuşmacı Sayın Toğrul.

Buyurunuz.

15.- Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul’un, Adalet Bakanını Ankara Garı patlamasıyla ilgili sorumluların ortaya çıkarılması için üzerine düşeni yapmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, bugün, Ankara Garı patlamasının üzerinden tam on ay geçti. Patlamada kaybettiğimiz barış güvercinlerini bu vesileyle saygıyla anıyorum. Emek ve demokrasi güçleri, o gün “Barış, hemen şimdi” şiarıyla Ankara’ya akmışlardı. Bugün, içinden geçtiğimiz günlerde barışın bir kez daha ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Barış güvercinlerinin katline sebep olanlar, aslında Türkiye’de barışın katline de ortak olanlardır. Ancak, sorumlular bugüne kadar henüz gerekli cezayı almış değiller, sorumlular ortaya çıkmış değiller. Adalet Bakanını bir an önce bu olayın sorumlularının ortaya çıkarılması için üzerine düşeni lütfen yapmaya davet ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Toğrul.

Şimdi, sayın grup başkan vekillerine söz vereceğim.

Milliyetçi Hareket Partisi grup başkan vekili yok, geldiği zaman isterse kullanabilir bu hakkını.

Sayın Gök, sizden başlayalım.

Buyurunuz.

16.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Şırnak’ta şehit olanlara Allah’tan rahmet dilediğine ve Anafartalar Zaferi’nin 101’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, bugün yine Şırnak’tan acı haberler geliyor, maalesef çok sayıda şehidimiz var. Bu şehitlerimizin yakınlarının bütün acılarını paylaşarak hepsine Allah’tan rahmet diliyoruz; ulusumuza başsağlığı diliyorum ve yaralı olan askerlerimize, güvenlik görevlilerimize de acil şifalar diliyorum.

Bundan tam yüz bir yıl önce de Türkiye şehitler vermişti. Çanakkale Kara Savaşları’nın dönüm noktası olan Anafartalar Zaferi’nin bugün 101’inci yıl dönümü. Çanakkale Savaşlarının, süngü savaşının en zor şartlarda sürdüğü yüz bir yıl önce bugün Mustafa Kemal Atatürk komutasındaki ordumuz düşman kuvvetleri püskürtmüş ve bir daha geri gelmemek üzere geri göndermiştir. Bu nedenle, yüz bir yıl önce gerçekleşen bu savaştaki kahraman askerlerimizin, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, hepsini şükranla anıyoruz.

10 Ağustos, emperyalizme karşı yüreği vatan sevgisiyle dolu kahraman milletimizin millî beraberliğinin tescil edildiği günlerden biridir. Bu günün de çok özel bir anlamı vardır. Cumhuriyet, tüm bu acılarla, şehitlerin kanıyla kuruldu; hiç kimsenin onu elimizden almasına fırsat vermeyeceğiz.

Kurucu ayarlarımıza geri dönerek, Atatürk’ün yolundan ayrılmadan tekrar ülkemizi esenliğe çıkarmak açısından yüz bir yıl önce bu savaştaki kahraman askerlerimizi tekrar saygıyla andığımızı belirtiyor, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Gök.

Sayın Baluken, buyurunuz.

17.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Ankara Garı patlamasının üzerinden on aylık bir süre geçmesine rağmen soruşturmada herhangi bir mesafenin katedilmediğine, Halkların Demokratik Partisi olarak dış politikada komşu ülkeler ve halklarla barış içerisinde, iş birliğine dayalı her türlü ilişkiyi desteklediklerine ancak bu ilişkilerin belli değerler ve belli ilkeler üzerinde olması gerektiğine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Ankara’daki Gar patlamasında yaşamını yitiren 102 canımızı bugün bir kez daha saygıyla, rahmetle ve minnetle anıyoruz. Aradan on aylık bir süre geçmesine rağmen, hâlâ soruşturmada herhangi bir mesafe katedilmiş değildir, bu katliamın arka planı aydınlatılmış değildir, IŞİD ile devlet içerisindeki birtakım yapılanmaların ilişkileri açığa çıkarılmış değildir. O nedenle de sürekli ülkenin dört bir tarafından maalesef IŞİD saldırıları ve bu saldırılar neticesinde can yakıcı katliamlar da bugüne kadar devam etmiştir. Bu konuda Hükûmeti bir kez daha uyarıyor, gerekli sorumluluklarını Halkların Demokratik Partisi olarak bir kez daha hatırlatıyoruz.

Sayın Başkan, dün Rusya’nın Saint Petersburg kentinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin arasında son derece önemli bir görüşme gerçekleştirilmiştir. Halkların Demokratik Partisi olarak biz dış politikada komşu ülkeler ve halklarla barış içerisinde, iş birliğine dayalı her türlü ilişkiyi desteklediğimizi ifade ediyoruz ancak bu ilişkilerin belli değerler ve belli ilkeler üzerinde olmasını da ilk günden itibaren altını çizerek vurguluyoruz. Hatırlayın, 24 Kasım 2015 tarihinde Rusya’ya ait bir savaş uçağı düşürüldükten sonra gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerek Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun gerekse de AKP’li bakanların ve yetkililerin yapmış olduğu ilkesiz ve tutarsız açıklamaların henüz dumanı dağılmamışken şimdi çıkıp hiçbir şey olmamış gibi birtakım mesajlar vermesini, ülkemizi ve halklarımızı küçük düşürücü bir dış politika anlayışı olarak değerlendiriyoruz. O dönem içerisinde ortaya konan yanlış tutumlardan dolayı halkımız büyük bir fatura ödedi, turizmden, tarımdan, ekonomideki birçok sektöre kadar…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Ek sürenizi veriyorum Sayın Baluken.

Buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – ...ekonomik hayatın birçok boyutuna kadar bu ülkeye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP eliyle büyük bir maliyet ödetildi, büyük bir bedel ödetildi. Şimdi, dış politikadaki temel yanlışlar masaya yatırılmadan aynı ilkesiz tutumun sergilendiğini üzülerek bir kez daha ifade etmek istiyoruz. AKP’nin Rusya politikası, dün “Rusya’nın Suriye’de ne işi var?” şeklinde özetlenirken, bugün “Rusya Suriye’deki siyasi çözümde en önemli aktördür.” noktasına gelmiştir. Yani bütün bu tutarsızlıklar, ilkesizlikler, ortaya konan çelişkili yaklaşımlar, AKP’nin var olan bu kriz süreçlerinden hâlâ doğru dersler çıkarmadığını, dış politikayı doğru dürüst ele almadığını gösteriyor. O nedenle bugün grubumuz bir araştırma önergesi de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - …Genel Kurula sunacak, bütün siyasi partilerden destek beklediğimizi de ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Baluken.

Sayın Muş, açıyoruz mikrofonunuzu.

Buyurunuz.

18.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, AK PARTİ hükûmetlerince ülkenin menfaatleri ve çıkarları noktasında atılması gereken adımların atılacağına ve kararlı ve dirayetli dış politikadan asla geri adım atılmayacağına ilişkin açıklaması

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye dış politikada önemli adımlar atmaktadır. Dün Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında Rusya’da önemli temaslar ortaya konmuştur ve önemli kararlar alınmıştır. Bunlar, ülkemizin geleceğiyle alakalı, ülkemizin menfaatlerini pekiştirecek ve güçlendirecek adımlardır. Bu anlamda, biz AK PARTİ olarak, AK PARTİ hükûmetleri olarak ülkemizin menfaatleri noktasında, ülkemizin çıkarları noktasında atılması gereken adımları atmak durumundayız, kararlı ve dirayetli dış politikadan da asla ve asla, bundan önce nasılsa, bundan sonraki süreçte de geri adım atmayacağız.

Hem bölgemizin hem de dünyanın gerçeklerini göz önünde bulundurarak ülkemizi maksimum derecede öne çıkaracak, bölgemizdeki sorunları çözecek adımları atmaktan da geri durmayacağız diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin iki önerge vardır. Önergeleri ayrı ayrı okutacağım. Birinci sırada okutacağım Meclis araştırması önergesi 500 kelimeden fazla olduğu için önerge özeti okunacaktır ancak önergenin tam metni tutanak dergisinde yer alacaktır.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A ) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Ankara Milletvekili Murat Emir ve 25 milletvekilinin, Kur'an kurslarına ilişkin başta denetim olmak üzere yaşanan eksikliklerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/295) (*)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kur'an kurslarına ilişkin başta denetim olmak üzere yaşanan eksikliklerin belirlenmesi ve çözüm önerilerinin geliştirilmesi için Anayasa’mızın 98, TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105'nci maddeleri kapsamında Meclis araştırması açılması konusunda gereğini arz ederiz.

1) Murat Emir                                            (Ankara)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                       (İstanbul)

3) Aydın Uslupehlivan                                (Adana)

4) Muharrem Erkek                                    (Çanakkale)

5) Haydar Akar                                          (Kocaeli)

6) Çetin Osman Budak                               (Antalya)

7) Şenal Sarıhan                                       (Ankara)

8) Devrim Kök                                           (Antalya)

9) Ceyhun İrgil                                          (Bursa)

10) Erdin Bircan                                        (Edirne)

11) Necati Yılmaz                                      (Ankara)

12) Aylin Nazlıaka                                     (Ankara)

13) Hilmi Yarayıcı                                      (Hatay)

14) Candan Yüceer                                    (Tekirdağ)

15) Ahmet Akın                                          (Balıkesir)

16) Utku Çakırözer                                     (Eskişehir)

17) Mehmet Gökdağ                                   (Gaziantep)

18) Şerafettin Turpcu                                 (Zonguldak)

19) Okan Gaytancıoğlu                               (Edirne)

20) Serkan Topal                                       (Hatay)

21) Mehmet Göker                                     (Burdur)

22) Eren Erdem                                         (İstanbul)

23) Nurhayat Altaca Kayışoğlu                    (Bursa)

24) Mahmut Tanal                                      (İstanbul)

25) Kadim Durmaz                                     (Tokat)

26) Onursal Adıgüzel                                 (İstanbul)

Gerekçe Özeti:

Günümüzde din öğretimi zorunlu din dersleri ile Millî Eğitim Bakanlığı, Kur'an kursları ise başta camiler olmak üzere tüm dinî hizmetleri bünyesinde toplayan, anayasal bir kurum da olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülmektedir. Kur'an-ı Kerim'i yüzünden okumayı öğretmek, İslam dini ibadetleri için gerekli süre, ayet ve duaları ezberletmek, hafızlık yaptırmak, İslam dininin ibadet ve ahlâk esaslarını öğretmek amacıyla düzenlenen yaygın din eğitimi yerleri olan Kur'an kursları Diyanete bağlı olarak açılmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı da 7 Nisan 2012 tarihine kadar bu kurumların denetiminden sorumlu bir kamu kurumu iken, bu tarihte Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an Eğitim ve Öğretimine Yönelik Kurslar ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliği'nde yapılan değişiklikle, MEB'in denetim yetkisine son verildi, denetim konusu da Diyanetin uhdesine alındı. Aynı düzenlemeyle kış Kur'an kurslarında "ilköğretimi bitirmiş olma", yaz Kur'an kurslarında da "ilköğretim 5’inci sınıfı tamamlamış olma" şartı da kaldırıldı.

Bu değişikliğin ardından Kur'an kursu sayısı ve katılan kursiyer sayısı artmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığının son verilerine göre 15.457 merkezde 40.432 derslikte 36.576 personelle 1 milyon 116 bin 509 öğrenciye kurs verilmektedir. Kurs veren personelin 17.425'i geçici görevlidir. Bu personelin çoğunun eğitim ve bilgi seviyeleri, Kur'an kursunda eğitim vermeye yeterli değildir.

Milli Eğitim Bakanlığının gözetim, denetim yetkisi ile yaş sınırının kaldırılması, ardından da hafızlık eğitimi için eğitime bir yıl ara verilmesinin sağlanmasıyla medrese tarzındaki izinsiz kaçak okulların sayısı hızla artmış, müfredatı belli olmayan eğitim modelleri uygulanmaya başlanmıştır. Biri 2008 yılında diğeri daha bir ay önce yaşadığımız iki acı olay Kur'an kurslarına ilişkin ciddi düzeyde denetim sorunu yaşandığını ortaya koymaktadır. Konya'nın Taşkent ilçesine bağlı Balcılar beldesinde bulunan bir derneğe ait Boğaziçi Özel Öğrenci Yurdunda 1 Ağustos 2008 günü bahçedeki LPG tankından mutfak ve banyo bölümüne giden borulardaki kaçak nedeniyle binaya dolan gazın, sabah namaza kalkan öğrencilerden birinin elektrik düğmesine basmasıyla infilak etmesi sonucu kız öğrencilerinden 17'si enkaz altında yaşamını yitirmiş, 29'u da yaralanmıştı. Olay sonrası ortaya çıkan gerçekler, resmi kayıtlarda yurt olan ancak Kur'an kursu olarak faaliyet gösteren yerin ne Diyanet ne de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından denetlendiğini gösterdi. Yetkililerin açıklamaları da bu konuda tam bir kaos yaşandığının açık kanıtı oldu. Yaşadığımız son olay, Diyarbakır'ın Kulp ilçesine bağlı Karaağaç köyünde 1 Aralık 2015 tarihinde Kulp Müftülüğüne ait Kur'an kursunda çıkan yangındı. Bu yangında 6 çocuğumuz ölürken, 6'sı da yaralandı. Yapılan incelemede yangına, çocukların kaloriferlerin yetersiz kalması nedeniyle zaman zaman geceleri yaktıkları elektrikli ısıtıcının kablosunun neden olduğu belirlendi. Yangında, odadaki kapının açılmaması nedeniyle dışarı çıkamayan öğrencilerin, yanmış bedenleri balkon kapısı önünde bulundu. Kulp Müftülüğüne ait olmasına rağmen kursta kadrolu görevlinin bulunmadığı ve fahri imamların ders verdiği; 20 öğrencinin yatılı kaldığı kurs binasının alt katının taziye evi olarak kullanıldığı da ortaya çıktı. Faciada ölen çocuklardan bazılarının, kademeli on iki yıllık zorunlu eğitim kapsamında okullarda eğitimlerine devam etmesi gerekirken Kur'an kursuna gittikleri de belirlendi. Görüldüğü gibi, Kur'an kurslarının yasal olanında da kaçağında da ciddi bir denetimsizlik hâkim.

Kur'an kurslarına ilişkin, başta denetim olmak üzere, yaşanan eksikliklerin belirlenmesi ve çözüm önerilerinin geliştirilmesi için Anayasa’mızın 98, TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105'inci maddeleri kapsamında Meclis araştırması açılması konusunda gereğini arz ederiz.

2.- İstanbul Milletvekili İsmail Faruk Aksu ve 23 milletvekilinin, yardımcı hizmetler sınıfı personelinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/296)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Yardımcı hizmetler sınıfı personelinin sorunlarının araştırılarak bu sorunların çözümüne yönelik alınabilecek tedbirlerin ve yapılabilecek düzenlemelerin belirlenmesi amacıyla, Anayasa'nın 98'inci ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ile 105'inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılması hususunda gereğini saygılarımla arz ederim.

1) İsmail Faruk Aksu                                  (İstanbul)

2) Erkan Akçay                                          (Manisa)

3) Oktay Vural                                           (İzmir)

4) Mehmet Günal                                       (Antalya)

5) Kadir Koçdemir                                      (Bursa)

6) Mehmet Erdoğan                                    (Muğla)

7) Fahrettin Oğuz Tor                                 (Kahramanmaraş)

8) Mustafa Mit                                           (Ankara)

9) Celal Adan                                            (İstanbul)

10) Emin Haluk Ayhan                                (Denizli)

11) Ahmet Kenan Tanrıkulu                        (İzmir)

12) Edip Semih Yalçın                                (İstanbul)

13) Ruhi Ersoy                                           (Osmaniye)

14) Atila Kaya                                           (İstanbul)

15) Deniz Depboylu                                   (Aydın)

16) Saffet Sancaklı                                    (Kocaeli)

17) İsmail Ok                                             (Balıkesir)

18) Erkan Haberal                                     (Ankara)

19) Mevlüt Karakaya                                  (Adana)

20) Oktay Öztürk                                        (Mersın)

21) Zühal Topcu                                        (Ankara)

22) Mehmet Necmettin Ahrazoğlu               (Hatay)

23) Zihni Açba                                           (Sakarya)

24) Şefkat Çetin                                        (Ankara)

Gerekçe:

Devlet memuru statüsünde çeşitli unvanlarda görev yapan ve sayıları yaklaşık 180 bin olan yardımcı hizmetler sınıfı personelinin özlük hakları konusunda ciddi sorunlar olmasına rağmen bu sorunlar, çözüme kavuşturulması bir yana, her nedense gündeme bile getirilmiyor.

Memur sendikaları ile Hükûmet arasında imzalanan 2005 yılı Toplu Görüşme Mutabakat Metni’nde yer alan "Yardımcı hizmetler sınıfında çalışanların öğrenim durumlarına göre diğer hizmet sınıflarına bir defaya mahsus olmak üzere sınavsız atanmalarının sağlanması" şeklindeki kararı AKP hükûmetlerinin verdiği bir söz olarak algılayan YHS personeli sözün tutulmaması nedeniyle de hayal kırıklığı yaşıyor.

Yardımcı hizmetler sınıfı personeli, sınıf değişikliği beklentilerinin gerçekleşmemesinin yanı sıra, ek göstergelerinin olmamasından, ek ödeme ve özel hizmet tazminatı oranlarının düşük olmasından, başka hizmet sınıflarına ait işleri yapmak zorunda bırakılmaktan ve görevde yükselme uygulamalarından yeterli ölçüde yararlandırılmamaktan dolayı mağduriyet yaşamaktadırlar.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılan değişikliklerle bazı işlerin taşeron personele gördürülmesine imkân tanınmasıyla son yıllarda kamu kurum ve kuruluşlarının “yardımcı hizmetler” diye nitelendirilen işleri genellikle taşeron personel eliyle yürütülmeye başlanmıştır. Bu durum, kurumlarda YHS personeline, diğer hizmet sınıflarına (GİH, TH, SH) ait görevlerin yaptırılması yoluna gidilmesi sonucu da doğurmuştur.

Devlet memurları için belirlenen 10 hizmet sınıfından 9’unun ek göstergesi varken sadece yardımcı hizmetler sınıfının ek göstergesinin olmaması YHS personelinin aylık ücretlerinin ve emekliliğe ilişkin haklarının (emekli aylığı ve emekli ikramiyesi) düşük seviyelerde kalmasına neden olmaktadır.

Öte yandan, bütün memurların sorunu olan ve asgari geçim standartları göz önünde tutulduğunda düşük seviyelerde kalan maaşlar içinde yardımcı hizmetler sınıfı personelinin maaşlarının en düşük seviyede olduğu da bilinmektedir.

YHS personeline genellikle çalıştıkları kurumlarda kadro unvanlarına uygun olmayan görevler yaptırılmaktadır. Hukuki düzenlemelerde, unvan bazında görevlerinin kesin sınırlarının çizilmemiş olması, yardımcı hizmetler personelinin âdeta her işi yapacak personel olarak görülmesine neden olmaktadır. Hukuki temeli olmayan bazı görev ve işlerin yıllardır yardımcı hizmetler personeline gördürülmekte olması, bu görevlerin zaman içerisinde ilgililerin unvanlarıyla özdeşleşmesine ve bu görevleri yapmak istemeyenlerinse sorunlu personel olarak görülmesine neden olmaktadır.

Görevde yükselme uygulamalarının, kapsamdaki devlet memurlarının üst unvanlara çıkması konusunda objektif imkânlar tanırken YHS personeline bu imkân yeterli ölçüde sağlanamamaktadır. Kurumlar, YHS personelinin görevde yükselebileceği kadrolara (memur, bilgisayar işletmeni, teknisyen gibi) genellikle ilk defa atama yoluyla personel alımına gitmekte ve YHS personelinin görevde yükselmesi imkânı bırakılmamaktadır.

Bu itibarla, yardımcı hizmetler sınıfı personelinin sorunlarının araştırılarak bu sorunların çözümüne yönelik alınabilecek tedbirlerin ve yapılabilecek düzenlemelerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılması elzemdir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Genel görüşme açılmasına ilişkin bir önerge vardır, okutuyorum:

B) Genel Görüşme Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ve 24 milletvekilinin, sokağa çıkma yasağı ilan edilen il ve ilçelerde yaşanan hak ihlalleri ve bölge halkının mağduriyeti göz önüne alınarak bu durumun sebep ve çözümlerinin belirlenebilmesi amacıyla genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/6)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde Batman: Sason, Kozluk; Muş: Varto; Diyarbakır Lice, Silvan, Sur, Bismil, Yenişehir, Hani, Hazro, Dicle; Hakkâri: Yüksekova; Şırnak Cizre, Silopi; Mardin: Nusaybin, Dargeçit, Denk; Elazığ Ancak il ve ilçelerinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı temel hak ve özgürlüklerin ihlaline neden olmuş ve sivil vatandaşlarımızın yaşam haklarının dahi ellerinden alınmasına kadar ileri boyutlarda ihlallere yol açmıştır. Bu olaylar kapsamında Anayasa'nın 98, İç Tüzük’ün 101, 102 ve 103’üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılması için gereğini saygı ve talep ederiz. 16.12.2015

1) Mahmut Tanal                                        (İstanbul)

2) Tekin Bingöl                                          (Ankara)

3) Mehmet Gökdağ                                     (Gaziantep)

4) Şenal Sarıhan                                       (Ankara)

5) Ali Şeker                                               (İstanbul)

6) Çetin Arık                                              (Kayseri)

7) Aydın Uslupehlivan                                (Adana)

8) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                       (İstanbul)

9) Mevlüt Dudu                                          (Hatay)

10) Ahmet Akın                                          (Balıkesir)

11) Gülay Yedekci                                      (İstanbul)

12) Nurhayat Altaca Kayışoğlu                    (Bursa)

13) Cemal Okan Yüksel                              (Eskişehir)

14) Çetin Osman Budak                              (Antalya)

15) Kadim Durmaz                                     (Tokat)

16) Haydar Akar                                        (Kocaeli)

17) Namık Havutça                                    (Balıkesir)

18) Onursal Adıgüzel                                 (İstanbul)

19) Devrim Kök                                          (Antalya)

20) Melike Basmacı                                   (Denizli)

21) Erkan Aydın                                         (Bursa)

22) Ceyhun İrgil                                        (Bursa)

23) Lale Karabıyık                                     (Bursa)

24) Orhan Sarıbal                                      (Bursa)

25) Tur Yıldız Biçer                                    (Manisa)

Gerekçe:

16 Ağustos 2015 tarihinden 11 Aralık 2015 tarihine kadar dört ay gibi bir zaman zarfında 7 il 17 ilçede 52 defa sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir ve sokağa çıkma yasakları hâlâ da devam etmektedir.

İlan edilen sokağa çıkma yasakları dolayısıyla insan hak ve özgürlüklerinin ihlali yadsınamayacak boyutlara varmıştır. Sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği bölgelerde yaşayan insanlar zaruri ihtiyaçlarını karşılayamamış, yasağın başlamasıyla il ve ilçelerde İnternet ve telefon bağlantısı da kesilmiş, dış dünyayla bağlantısı kopan il ve ilçelere elektrik ve su dahi verilememiştir.

Sokağa çıkma yasağıyla beraber insanlar dinî inançları doğrultusundaki ritüellerini dahi uygulayamamışlardır. Şırnak'ın Cizre ilçesinde 13 yaşındaki Cemile Çağırga'nın evine isabet eden mühimmatla öldürülmesinin ardından Cemile'nin cenazesi evinde dondurucuda bekletildikten sonra toprağa verilebildi. Bu acı olaydan yola çıkarak sokağa çıkma yasağının insanlar üzerinde psikolojik açıdan nasıl bir çöküşe sebep olduğunu ve bu çöküşün ne boyutlarda olduğunu, dolayısıyla bir bütün olarak insan haklarının ihlalinin ne boyutlara vardığını görmekteyiz.

Ayrıca insanların temel yaşam gereksinimleri olarak tanımladığımız barınma hakkı bölgede yaşayan insanlarımızın evlerinin hasar görmesiyle ellerinden alınmıştır.

Basında yer alan ve kamuoyuna duyurulan haberlere dayanarak sokağa çıkma yasağı nedeniyle bu yasağın ilan edildiği bölgelerde yaşayan vatandaşlarımız temel tüm yaşam gereksinimlerinden yoksun bırakılmıştır. İnsanlar, evlerinin arasında yürütülen operasyonlar nedeniyle aileleriyle birlikte vurularak öldürülme riski altında yaşamaktadır.

14 Aralıktan itibaren Şırnak ilinin Cizre ve Silopi ilçelerinde sokağa çıkma yasağı ilanının ardından öğretmenlere gelen SMS'lerle hizmet içi eğitim semineri kararının bildirilmesinin ardından birçok eğitimci ilçeleri terk etmiştir. Bu durumda öğretmenlerin korku, şiddet, nefret dolu bu ortamdan uzaklaşmasının ardından öğrenim gören öğrencilerin eğitim öğrenim hakkı da elinden alınmıştır.

Sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgelerde görev yapan hastane personeline yönelik ilgili bakanlıktan gelen açıklama doğrultusunda, personelin yirmi dört saat görevde kalma süresi bir haftaya çıkarılarak Anayasa'ya ve Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı uygulamalar yapılmaktadır.

Vatandaşlarımızın evleri ateşli silahlarla kurşunlanmış, çatışmalar esnasında onlarca insanımızın evi kullanılamaz hâle gelmiştir. Çatışmalardan maddi, manevi, psikolojik olarak etkilenen yurttaşlarımız barınma hakları ellerinden alınarak göç etmeye mecbur bırakılmıştır.

Anayasa'ya ve kanunlara aykırı olarak valilik ve kaymakamlıklar tarafından alınan sokağa çıkma yasakları sonucunda bu uygulamaya maruz kalan halkımızın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa'dan kaynaklanan tüm hakları gasbedilmiştir.

Sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgelerimizde yaşanan hak ihlalleri ve bölge halkının mağduriyeti göz önüne alınarak bugün olduğu gibi gün geçtikçe daha büyük problemlere neden olabilecek bu durumun sebep ve çözümlerinin belirlenebilmesi amacıyla konunun gecikme olmaksızın Türkiye Büyük Millet Meclisinde değerlendirilmesi için Anayasa'nın 98’inci, İç Tüzük’ün 101, 102 ve 103’üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılması gerekmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak, genel görüşme ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler” kısmında yer alan, AKP'nin, başta Irak ve Suriye olmak üzere dış politikasında yaşanan iflasla ilgili olarak gerekli tespitlerin yapılması, iflas politikalarından halklarımızın zarar görmesinin önüne geçilmesi ve yapısal politik değişikliklerin oluşturulması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan (10/237) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 10 Ağustos 2016 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

10/8/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 10/8/2016 Çarşamba günü (Bugün) toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                 İdris Baluken

                                                                                   Diyarbakır

                                                                             Grup Başkan Vekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler” kısmında yer alan (10/237) numaralı AKP'nin, başta Irak ve Suriye olmak üzere, dış politikasında yaşanan iflasla ilgili olarak gerekli tespitlerin yapılması, iflas politikalarından halklarımızın zarar görmesinin önüne geçilmesi ve yapısal politik değişikliklerin oluşturulması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin görüşülmesinin Genel Kurulun 10/8/2016 Çarşamba günlü birleşiminde birlikte yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin lehinde ilk konuşmacı Diyarbakır Milletvekili Sayın Altan Tan.

Sayın Tan, buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; on dört yıllık AK PARTİ iktidarının baştan sona karaya vurmuş dış politikasını anlatmak üzere geldim ama Allah’a çok şükür zaten AK PARTİ’li arkadaşlar yok burada; toplam 10 kişi ya var ya yok. Tamamı da olsaydı zaten bir şey fark etmezdi. Benim çok eski ve yakın bir iki arkadaşım var, onlar hemen el kaldırıyorlar, ne hikmetse de en fazla onlar itiraz ediyorlar fakat itiraz ederken de doğru düzgün bir şey söylemiyorlar.

Değerli arkadaşlar, bu işin cemaziyelevvelinden başlamak niyetinde değilim kalan dokuz dakikada ama 2002’den başlayalım. 2002 senesinde ne oldu? AK PARTİ iktidara geldi ve iktidara gelirken denildi ki: “Necmettin Erbakan’ın dış politikası yanlıştı; ABD’ye, İngiltere’ye, İsrail’e, küresel sermayeye karşı çıkan duruşu millî görüş gömleğiydi, biz bu millî görüş gömleğini çıkardık, üç talakla boşandık ve yeni bir dünyaya yelken açtık.” Bu yeni dünya da bütün gücüyle yeni iktidarı destekledi. Sayın Recep Tayyip Erdoğan henüz Başbakan olmamışken, olamamışken -o dönemdeki ayak oyunlarıyla ve Seçim Kanunu’ndaki engellerden dolayı- Amerikan Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmişti, o masaya da o tarih itibarıyla yanında götürdüğü, milletvekili olmayan arkadaşları da kabul edilmişti ve bu fotoğraflar bütün Türkiye’ye çok büyük bir başarı olarak takdim edilmişti.

Aynı şekilde, Dünya Yahudi Kongresi, en büyük ödülünü ilk Müslüman lider olarak bugünkü Sayın Cumhurbaşkanına vermişti ve ondan sonra Türkiye, Avrupa Birliği yolunda bütün önemli adımları atmaya başlayacağını deklare ederek iktidarına başlamıştı, az veya çok bu adımları da bu kanun değişikliklerini de yapmaya başlamıştı.

Peki, ne oldu? Hani “Bütün Aşklar Tatlı Başlar” diye bizim gençliğimizde bir şarkı vardı, bir pop müzik parçası vardı, fantezi. Bu aşk mahkemede bitti, karakolda bitti. Neler oldu, neler bitti uzun uzadıya tekrar bu konulara girmek durumunda değilim ama Arap Baharı’ndan sonra bütün bu işler tepetaklak oldu. Arap dünyasında yıllardır biriken muhalefet patladı, önce Tunus’ta, arkasından Libya’da, Mısır’da, Suriye’de, Yemen’de, Gazze’de, her tarafta bu siyasi eylemler hız kazandı ve çok kısa bir müddet zarfında, beş altı ay zarfında, Libya’da, Tunus’ta ve Mısır’da iktidarlar değişti. İşte ne olduysa o dönemde oldu, siyasi iktidarın şaftı kaydı. Şöyle bir fikir hâkim oldu: “Biz zaten İslam dünyası olarak yüz yıldır bir esaret altındayız, küresel güçlerin egemenliği altındayız. Biz hep birlikte bu İslam coğrafyası, Afrika, Asya coğrafyası, yeni bir dünya kurabiliriz ve yeni bir siyaset inşa edebiliriz.” Keşke inşa edebilseydik. Dün de söyledim, hani “İstemeyenin bilmem neyi ölsün.” diye bir halk tabiri var, üç dört şekilde söyleniyor bu, ben onlara girmek istemiyorum. Ama, keşke hazırlıklı, programlı, projeli ve kadrolu bir hazırlığımız olsaydı. Biz Afrika’da da, Asya’da da, topyekûn İslam ülkelerinde de emperyalizmin bu deli gömleğini yırtabilseydik ve doğru düzgün bir yol haritasıyla bir güç olarak ayağa kalkabilseydik.

Peki, ne oldu bu süreçte değerli arkadaşlar? İşte, Mavi Marmara olayı oldu, “…”(x) hadisesi oldu. Halid Meşal Gazze’deki Hamas’ın lideri Şam’da Baas Partisinin kontrolündeyken Şam’dan çıkarıldı, Katar’a götürüldü, operasyon başladı ama bir müddet sonra Halid Meşal gidecek yer bulamadı, Mavi Marmara’ya binen arkadaşlara “Biz mi size binin dedik?” diye azarlamalar geldi ve arkasından bütün bu coğrafyadaki kazanımlar bir iskambil kâğıdı gibi devrilmeye başladı ve biz bu kürsüden -her çıktığımda söylüyorum, dün de yine söyledim, bugün de söyledim, tekrar söyleyeceğim eğer bu şekilde devam ederse, sağ kalırsak inşallah- bu gidişatın yanlış olduğunu, ayağa kalkmanın, söz sahibi olmanın lafla olmayacağını, bunun bir proje, bir kadro, bir perspektif, bir vizyon, bir zaman ve güç meselesi olduğunu defalarca dile getirdik.

Yakın döneme gelelim. Yakın dönemde artık Orta Doğu’daki özellikle Suriye politikası üzerinde küresel güçlerle yapılan kavgalar ve yol ayrımından sonra Suriye berbat bir hâle geldi. 7 milyon insan, hatta son rakamlarla 8 milyona yakın insan göç etmek zorunda kaldı -bu rakam ülkenin yüzde 40’ı- ve 400 binin üzerinde, 500 bine yakın insan da hayatını kaybetti.

Kürt meselesi çözülemedi; içeride de çözülemedi, Suriye’de de çözülemedi. Bir Rojava meselesi geldi, Türkiye'nin bütün iç siyasetini, dış siyasetini, Orta Doğu siyasetini kilitledi. Ben Sayın Ahmet Davutoğlu’na, Mesut Barzani Diyarbakır’a geldiği gün, akşamleyin onuruna verilen yemekte -masada yan yana oturdum- bütün bunları, o gün, o cicim aylarının, balayı günlerinin çözüm sürecinde devam ettiği dönemde anlattım. O da hayatta, ben de hayattayım, yanımda Egemen Bağış vardı, benim bu tarafımda da Sayın Barzani’nin kardeşi vardı. Bir saat masada bunları tartıştık, millet yemek yerken biz tartıştık.

NURETTİN YAŞAR (Malatya) – Figen Yüksekdağ da vardı başka bir toplantıda Barzani’yle.

ALTAN TAN (Devamla) – Benim dediğimi halledelim sonra tansiyonu da yeriz, onu da yeriz.

NURETTİN YAŞAR (Malatya) – Bu sorunu Ertuğrul Kürkcü çözecek!

ALTAN TAN (Devamla) – Gülüyorsun ama perişanlığa gülüyorsun Nurettin. Perişanlığa gülüyorsun, perişanlığa.

Bak, burada bir perişanlığı anlatıyorum. Sen de bir Kürt olarak keşke benim dediklerimi o zaman söyleseydin. Bu çok bilmiş havalar sizi mahvetti zaten. Şair diyor ya: “Beni bu güzel havalar mahvetti.” Sizi bu iktidar sarhoşluğu mahvetti zaten. Biraz dinleyin, biraz bakın, nerede yanlış yaptınız, ne oldu, niye bu işler buraya geldi.

Ve Tuncer Kılınç daha siz iktidara gelmeden, 2002’nin Mart ayında, Harp Akademilerinde bir sempozyumda çıktı şunu söyledi, dedi ki: “Türkiye Avrupa Birliğine mecbur değil; Rusya’yla, İran’la yeni bir dünya kurulur.” Bunu İsmet İnönü 16 Nisan 1964’te söyledi -tarih okumuyorsunuz, bari Google amcaya bakın- dedi ki: “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye yerini alır.” Johnson mektubundan sonra, Amerikan Cumhurbaşkanı Johnson mektup yazdıktan sonra buna cevaben İsmet İnönü 16 Nisan 1964’te bunu söyledi. Siz döndünüz dolaştınız 16 Nisan 1964’e geldiniz, Mart 2002’ye, Tuncer Kılınç’ın dediğine geldiniz. Peki, bu on dört sene ne oldu? 68 general Ergenekon’dan, Balyoz’dan içeriye alındı ki ben “Millî orduya kumpas kuruldu.” diyenlerden değilim, olmayacağım da. O bütün davaların boş olduğuna da inanmıyorum, buna da bir büyük parantez açayım. Bu ordu, millî ordu o zaman darbe yapıyordu, bugün darbe yaptı. Yapmazdı! Körler, sağırlar birbirini ağırlar, birbirimize yağ çekerek de bir yere varamayız. Kurumların tamamı çökmüştür, ordu dâhil. Dünyada böyle bir ordu yok, ikiye bölünmüş, karpuz gibi çatlamış, 200 küsur generali darbenin içine girmiş, kendi Meclisini bombalamış başka bir ordu yok.

Dolayısıyla, arkadaşlar, bunlardan bir ders çıkaralım. Bugün bir millî politika, dış politika derken bir gün Avrupa, bir gün Amerika, bir gün Rusya, bir gün Çin; bugün dediğinize yarın hayır, hayır dediğinize yarın evet; buradan bir yere varılmaz. Defalarca dedik, gelin bu Meclisi gerekirse kapatın. Yani bana göre açık olsun, bütün millet duysun. Ben hayatımda gizli şeyleri sevmedim, ömrümde gizli toplantı yapmadım. En büyük liderlerle de oturdum kalktım içeride ve dışarıda, legal, illegal ama gizli değil, şahitli, gözlemli ve bunların tamamını yazdım, anlattım. Gelin açık yapalım ama istiyorsanız da gizli yapalım, beş gün, on gün bir dış politika takip edelim, bir millî eksen takip edelim. Bunu yapamazsak inan edin bu gelgitler devam edecek, faturayı da millet ödeyecek.

Vaktim bitti.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tan.

Grup önerisinin aleyhinde ilk konuşmacı Konya Milletvekili Sayın Abdullah Ağralı.

Süreniz on dakika Sayın Ağralı.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ABDULLAH AĞRALI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP’nin sunduğu, AK PARTİ’nin izlediği Irak ve Suriye dış politikasıyla ilgili Meclis araştırması talebiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce bugün Şırnak Uludere ve Beytüşşebap ilçelerinde teröristlerce yapılan saldırı sonucu şehit olan askerlerimize rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun. Ailelerine sabırlar diliyorum, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

İslam dünyasının dağınık, bölünmüş, parçalanmış olduğu bir dönemde ülkemiz tarihin en kritik süreçlerinden birini yaşıyor. 15 Temmuz işgal girişimiyle bin yıldır yaşadığımız Anadolu’daki varlığımız Osmanlı’nın çöküşünden sonra ikinci kez böylesine bir tehdit altındadır. Biz senaryonun ne olduğunu, neyi hedeflediğini, nasıl bir Türkiye ve bu coğrafyada ne tür harita çalışmaları yapıldığını biliyoruz. 1990’lardan bu yana nasıl bir yıkım projesi uygulandığını biliyoruz. Bu projenin nasıl ülkeleri birer birer yuttuğunu biliyoruz. Nasıl bir yüzyıllık kuşatma ve hesaplaşma planlarının olduğunu biliyoruz. Bu coğrafyada işgaller, terör olayları, kimlik çatışmaları, ekonomik krizler, kaynaklar üzerindeki talan hesapları, yeni yüzyıllık kuşatma ve hesaplaşma planları olduğunu biliyoruz. 15 Temmuz bütün bu kanlı senaryolara karşı tarihin akışını değiştirecek bir milat olmuştur. Bu millet başarıyı yine Anadolu’dan gösterecektir, asla pes etmeyecek, umutsuzluğa kapılmayacaktır; bu son istiklal savaşını kazanacaktır, bu ülke üzerindeki vesayet hesaplarını ebediyen yok edecektir. Yenikapı mutabakatı bunun güzel bir kanıtıdır. Yeter ki bir olalım, kardeş olalım. Bütün bu senaryolara karşı herkesi çözümün parçası olmaya davet ediyorum.

Bugün, Genel Kurulun gündeminde bireysel emeklilikle ilgili bir tasarı olduğundan gündemin değişmemesi adına HDP önerisine “Hayır.” diyeceğimizi bildirir, Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ağralı.

Grup önerisinin lehinde ikinci konuşmacı İstanbul Milletvekili Sayın Oğuz Kaan Salıcı. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Salıcı, sizin de süreniz on dakika.

Buyurun.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP’nin araştırmasıyla ilgili söz almış bulunuyorum.

Şehitlerimiz var, başsağlığı diliyorum tüm milletimize. Aynı zamanda bugün Anafartalar Zaferi’nin 101’inci yıl dönümü. Emperyalizme karşı kendi ülkesini savunan Osmanlı’nın bütün topraklarının her tarafından gelmiş askerlerimizin şehit olduğu ama vatan toprağını terk etmediği bir dönemi yaşadık yüz bir sene önce. Bunu da tekrardan anmış olalım isterim.

Değerli arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma Partisinin on dört yıllık iktidarı boyunca en büyük sorun yaşadığımız yerlerden bir tanesidir dış politika. Dış politikada farklı kavramlarla beraber başladı Adalet ve Kalkınma Partisi. Öncelikle “Komşularla sıfır sorun” diyerek başladı ki Sayın İsmail Cem’in döneminde temelleri atılmış bir siyasetti, doğru bir siyasetti. Adalet ve Kalkınma Partisinin bunu ilk başlarda takip ediyor olması, devam ettiriyor olması da olumlu bir gelişmeydi fakat bu çok hızlı bir şekilde “Lider ülke Türkiye”ye döndü, “Türkiye her şeye kadir. Orta Doğu’da Türkiye’nin dışında hesap yapılamaz. Dolayısıyla Türkiye, Orta Doğu’da ve kendi coğrafyasında her şeyi belirleyen ülkedir.” noktasına doğru bir dönüş gerçekleşti. Fiyaskoyla sonuçlandı. Döndük, elimizdeki fiyaskoyu “Değerli yalnızlık” adı altında ulvileştirdik. “Aslında biz çok ilkeli bir siyaset izledik ama dünya bizi anlamadı, dolayısıyla yalnız kaldık.” siyasetine döndük. Ondan sonra, şu anda da tekrardan olumlu bir noktaya doğru en azından teorik olarak bir gidişat var. Ne diyor Sayın Başbakan? Diyor ki: “Dostlarımızı artıracağız, düşmanlarımızı azaltacağız.” Birazdan, konuşmanın sonlarına doğru, geçen hafta Amerika’daydık Dışişleri Komisyonu Heyeti olarak, onunla ilgili de bazı bilgiler veririm. Ama şunu da görmek lazım: “Dostlarımızı artıracağız, düşmanlarımızı azaltacağız.” demeniz için zaten düşmanlarımızın sayısının çok fazla yükselmiş olması lazım mantıken, doğrusu da o. Şöyle bir bakarsanız dünyadaki genel gidişata, bir yandan Türkiye sürekli Amerika’yla bir gerilim siyaseti izliyor bir süredir; Suriye’de çıkarlarımız çakışıyor, bazı yerlerde örtüşüyor, bazı yerlerde örtüşmüyor. Rusya’yla şu anda -Cumhurbaşkanı da Rusya’daydı- bazı ilerlemeler kaydedildi politik konularda. Şimdi, biz bu noktaya niye geldik? Bir sene önce Rusya’yla biz zaten dosttuk, ne değişti de biz Rusya’yla kavga ettik ve daha sonra bu noktaya gelip kaybettiğimizi tekrardan bulmaya sevinir hâle geldik?

Başka bir durum: İsrail bizim Orta Doğu’da eskiden beri köklü ilişkilerimiz olan bir ülkeydi ama siyasi olarak zaten reddettiği, ilişki kurmak istemediği bir siyasi çizgiden geliyor Adalet ve Kalkınma Partisi. Döndük hızlı bir şekilde altı senede ilişkilerimizi dibe vurdurduk, ondan sonra aynı ilişkiyi tekrardan kurabilmek için de müthiş bir çaba gösterdik.

Benzer durumu biz Avrupa Birliğiyle ilgili yaşıyoruz. Bir vize muafiyeti meselesi gündeme geldi, bütün komisyonlarımız çalıştı, biz Dışişleri Komisyonu olarak ciddi mesai yaptık bu 72 kriter gerçekleşsin diye ama ortaya çıkan sonuç, Türkiye’nin Avrupa Birliğiyle vize muafiyeti meselesi sırf önceki Başbakan Davutoğlu bu konuyu istedi ve bu konudan prim yapacak diye rafa kaldırıldı. Yani, biz döndük Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili birçok meseleyi kendi ülkemizin iç politikasına alet ettik, dışarıdaki liderlere kendi meydanlarımızda siyasi parti liderleri olarak salvo yaptık; hatta daha ileriye gittik, bazı konularda, özellikle Avrupa Birliği vize muafiyeti konusunda meseleyi aldık, Türkiye’nin iç malzemesi hâline getirmenin ötesine geçtik, Adalet ve Kalkınma Partisinin kendi iç meselesi hâline getirdik yani çağ atladık aslında bu konuda.

Şimdi, arkadaşlar, dünyanın genel gidişatına, Türkiye’nin dış politikasına baktığımız zaman -on dört yıllık iktidarı boyunca Adalet ve Kalkınma Partisinin- toplamına baktığımızda açıkçası hiç kimse bir başarıdan, müthiş bir gelişmeden bahsedemez. Aşama aşama iyi yapılmış şeyler var, tabii ki var, onun için teşekkür ediyoruz. Biz, yapılamayan işler için eleştiriyoruz ve diğer muhalefet partileri de dâhil olmak üzere ama özellikle Cumhuriyet Halk Partisi bütün bu yanlışları dile getiriyor olmasına rağmen şimdiye kadar bunlar kale alınmadı ve Türkiye gerek ekonomik açıdan sıkıntı yaşadı… Bilirsiniz, neredeyse son bir buçuk yıldan beri ihracatımız istikrarlı bir şekilde düşüyor. Suriye’de yaşamış olduğumuz bu sorunun, Irak’ta yaşamış olduğumuz problemlerin Rusya’yla, İsrail’le, Avrupa Birliği’yle, Amerika’yla, birçok ülkeyle yaşamış olduğumuz gerilimlerin sonucunda dış politika bizim ekonomimize zarar verir hâle geldi. Normalde dış politika, bizim ekonomimizde dış ticaretimizi genişleten bir süreç izlemesi gerekirken, böyle bir katkı sunması gerekirken tam tersi bir durum izlemeye başladı.

Bir başka nokta: Bizim Kilis ilimiz, Suriye’de izlemiş olduğumuz yanlış politikanın sonucunda cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa füzelerle vuruldu arkadaşlar. Bizim bir ilimiz sürekli füzelerle vurulan bir yere dönüştü. “Emevi Camisi’nde namaz kılacağız.” diye yola çıkan bir siyaset izlendi, Kilis’te Ulu Cami’de namaz kılamaz hâle geldik, başımıza sürekli füzeler yağıyordu. Şimdi, böyle bir siyaseti devam ettirebilmek, böyle bir siyaseti başarı diye sunmak, böyle bir siyaseti hiçbir şey olmamış gibi inatla, muhalefetin sözünü dinlemeden, muhalefetin eleştirilerine kulak asmadan devam ettirmek, Türkiye'nin gelecekte, önümüzdeki yıllarda da, bugün de içinde bulunduğu duruma hiçbir katkı sağlamaz.

Suriye’yle ilgili, örneğin, resmen bazı çetelere lojistik destek verdik, bazı örgütlere destekler verdik. O örgütlerin kimler olduğu… İsim değiştiriyorlar, tavır değiştiriyorlar, liderlik değiştiriyorlar, kendi aralarındaki ittifakları değiştiriyorlar ve bir süre sonra kimin ılımlı kimin değil, kimin muhalif kimin aslında rejimle iş birliği yapan olduğunun günlük olarak değiştiği bir Suriye’de Türkiye tam anlamıyla sınıfta kalan bir siyaset izlemiş oldu.

Sınırlarımızı biz militan geçişine çok açık bir hâle getirdik özellikle Suriye’de. Kürt sorunu, Türkiye'nin kendi içinde barışla, görüşmelerle çözülmesi gereken bir meseleyken Suriye’de izlemiş olduğumuz yanlış politikanın sonucunda artık Suriye’deki sorunun bir parçası hâline geldi, aslında bir tür bölgeselleşti ve belki uluslararasılaşma yönünde bir mesafe almaya başladık.

Suriye’nin iç savaş çıktığında nüfusu 20 milyonun biraz üzerindeydi. Biz 3 milyon Suriyeli mülteciyi ağırlıyoruz yine Suriye’de izlemiş olduğumuz yanlış politikanın sonucunda. Yani, Suriye nüfusunun yüzde 15’i Türkiye’de arkadaşlar. Bunu bir misafirperverlik olarak sundu Adalet ve Kalkınma Partisi. E, tabii ki, biz, kökleri, gelenekleri itibarıyla misafirperver bir milletiz ama “3 milyon kişi bize misafirliğe niye geldi?” diye sorma hakkımızı kullanmadık. Bunu söylediğimiz zaman, bunu eleştirdiğimiz zaman iktidar partisinden arkadaşların çok da bu işe kulak asmadığını gördük.

Türkiye’de dış politika kaynaklı iç sorunlardan dolayı ilk defa 2014 yılında Türkiye’de yerleşik kurulu firmalar 6,5 milyar dolar götürüp yurt dışında yatırım yaptı arkadaşlar. Biz, dış sermayeye ihtiyaç duyan bir ülkeyiz, bizim yerleşik firmalarımız 6,5 milyar dolar yurt dışına yatırım yaptı. Her şey güllük gülistanlık, Türkiye’de ekonomi iyi gidiyor, dış politika iyi gidiyor da bu 6,5 milyarla niye Türkiye’de yatırım yapmadı da gidip yurt dışında yatırım yaptı? Bu da bizim izlemiş olduğumuz yanlış dış politikaların sonu.

IŞİD terörü doğrudan Türkiye’yi hedef aldı, canlı bomba saldırılarına muhatap oldu insanımız, turizmimiz etkilendi, insanlarımız hayatını kaybetti ve Türkiye’de iç çatışma riski daha ileri bir noktaya doğru gitti.

Değerli arkadaşlar, bu Rus uçağının düşürülmesi meselesiyle ilgili de bir iki şey söyleyeyim Rusya gündemde olduğu için. Şimdi, öyle bir dış politika izliyorsunuz ki, bir hata yapıldı diyelim, o hatayı o kadar büyük bir heyecanla sahipleniyorsunuz ve ondan sonra da “Ya, bizim aslında bununla hiç alakamız yoktu, bak, bu işi de FETÖ’cüler yaptı.” noktasına geliyor. Hatırlayın, kasım ayıydı, Rus uçağı düşürüldü, herkes şokta. Başbakan ile Sayın Cumhurbaşkanı yani Davutoğlu ile Tayyip Erdoğan “Talimatı kim verdi?” yarışına girdi. Şimdi, madem bu işin arkasında bir bityeniği vardı, bir şüpheniz vardı, bunu neden soruşturma yoluna gitmediniz de doğrudan sahiplendiniz?

İki cümle de Amerika’daki temaslarla ilgili söyleyeyim. 15 Temmuz gecesi Türkiye Cumhuriyeti’nde bütün siyasi partiler, ordumuzun büyük bir kısmı ve halkımız darbeye karşı müthiş bir mücadele verdi. Bundan dolayı bizim Batılı demokrasilerden bir teşekkürü hak ediyor olmamız gerekirdi. “Türkiye’de demokrasiyi korudunuz, kolladınız.” denmesini bekledik, duygusal bir tavır bekledik ama…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Salıcı, lütfen tamamlayınız.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.

Şu yaşamış olduğumuz on dört yıllık zikzaklar sonucunda, dış politikada yaşamış olduğumuz sorunlar sonucunda çok haklı olduğumuz darbeye karşı ortak çıkışımızı bile yurt dışında anlatırken zorlanıyoruz arkadaşlar.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Salıcı.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin aleyhinde olmak üzere ikinci ve son konuşmacı Erzurum Milletvekili Sayın Kamil Aydın. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Aydın.

Buyurunuz.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; ben de HDP grup önerisi hakkında konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Efendim, sözlerimize başlamadan önce, malum, daha 15 Temmuz acısını üzerimizden atmadan, daha o travmadan kurtulmadan maalesef güneydoğudan, Doğu Anadolu’nun birçok yerinden şehit haberlerimiz gelmeye devam etmekte ve yüreğimiz bir kez daha kanamakta, ben tekrar bu şehadet şerbeti içen kardeşlerime Allah’tan rahmet diliyorum, kederli ailelerine ve Türk milletine başsağlığı diliyorum.

Efendim, sizi biraz tarih öncesine yani biraz geriye götüreceğim. Sanıyorum Meclisteki değerli milletvekillerimizin hemen hemen hepsi o tarihleri hatırlayacak bir olgunluk ve yaştalar. Tarih 5 Haziran 1989. Şöyle bir resim vardı. Böyle basitçe, hatırlarsanız. Yer Çin’in Tiananmen Meydanı ve 5 Haziran 1989. Genç bir Çinli tankların önünde duruyor. Bir adım geri gidiyor, tank bir adım ilerliyor, o bir adım geri gidiyor, tank üzerine gidiyor. Benim de yurt dışına bilimsel çalışmalarımı yapmak üzere çıktığım tarihlerdeydi. Bu olaydan itibaren Batı medyasında yoğunluklu bir şekilde bu olay bir kahramanlık öyküsü hâline getirildi. Hatta o tankın önünde duran Çinliye isimler takıldı, “Meçhul asi, tank adam” gibi böyle kahramanlık öyküleri yapıldı. İsmini kimse merak etmedi. Daha sonra, çok sonradan, birkaç yıl sonra ismini en sonunda basına açıkladılar ki, 19 yaşında bir üniversite öğrencisi, efendim, ismi de Wang Weilin diye bir çocuk. Şimdi bu resmi bir yerde tutalım.

Yine, 11 Eylül 2001, Amerika’da bir terör saldırısı oluyor ve bütün dünya bunu naklen seyrediyor. Hepimiz bu Amerika’daki terör dehşetine bire bir tanıklık ediyoruz ve akabinde yine Batı medyasının bundan bir mağduriyet öyküsü çıkararak Amerika’yı mağdur bir ülke hâline getirip ve Amerika’nın artık bunun intikamını alma noktasında bütün hakları haiz olduğunu, sahip olduğunu neredeyse çıkarım hâline getiriyoruz ve maalesef, akabinde, dönemin Devlet Başkanı ve Dışişleri Bakanı o tarihe not düşecek sözleri söylüyor; daha sonra telif etmeye çalıştılar ama “Bu bir Haçlı seferidir.” dediler. Bölgede, Orta Doğu’ya ve İslam dünyasına yapılacak deklare edilen bir savaşın adını bir Haçlı seferi olarak ilan ettiler ve dönemin Dışişleri Bakanı da dedi ki: “Bölgede haritalar yeniden çizilecek.” Ve buna hiç kimse itiraz etmedi ve eylem planı başladı. Orta Doğu kan gölüne döndü yavaş yavaş. Maalesef komşularımızda yangınlar çıktı, birbirine düşen insanları gördük. Ve biz, bu söylemden aslında bir ders çıkarmamız gerekirken, tedbirli olmamız gerekirken, kendimizi bir anda bir eş başkan… Elma şekeri uzatılınca bunu hemen kabul edip o rolü üstlendik ve bölgenin eş başkanı gibi, “Biz de bu oyunda, biz de bu bölgedeki yeniden haritaların çizilmesi noktasında üzerimize düşeni yapmalıyız.” gibi bir rol edindik hiç de vazife olmaması gerekirken ve sonuç itibarıyla geldiğimiz nokta bugün maalesef Rusya, İran, Irak, Suriye, Mısır gibi komşu ülkelerimizle “sıfır sorun” gibi çok idealize edilmiş bir kavram kullanırken… Aslında anlamsal olarak çok çelişkili bir ifade, sıfır sorun demek sorunsuzluk demek; artık sıfır bir ölçü değildir. Bunu dedik, kulağa hoş geldi ama maalesef, sorunsuz olduğumuz ülke kalmadı. Bu da yetmedi, bu sefer yalnızlaşınca saygınlığımız arttı zannettik değil mi? Sanki böyle itibarlı bir yalnızlığı çok idealize edercesine başladık, dış siyasetimizi olması gereken noktasından yaptığımızı tescilleme noktasına getirdik. “Hatalıydık, yanlışlar yaptık.” Bunu niye söylüyorum? İşte, geçen hafta boyunca Amerika’daki izlenimlerimize benden önceki konuşmacı kısmen değindi, detaylandırmayacağız ama Tiananmen Meydanı’ndaki tankla 11 Eylül Amerika’daki terör saldırılarını bir kenara koyup bir taraftan da bizim İstanbul Boğaz Köprüsü’nde 2 tank birden üstünden geçen o kardeşimizi hatırladık. Dünyada kahraman ilan edilmedi, uluslararası medyada hiç boy gösterilmedi, hiç kale bile alınmadı. Bunu maalesef anbean yaşadık. 11 Eylül saldırıları o kadar çok gündeme getirildi ki neredeyse bir Amerikan soykırımı noktasına getirildi ama 15 Temmuzda yaşadıklarımızı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin idari çatısı olan yüce Meclisin bombalanmasını dünya kamuoyu hiç dikkate bile almadı. Sadece Batılıların “lip service” dedikleri dudaklarıyla böyle bir iki ülkeden sadece bir kınama şeklinde kendini gösterdi ama iç medyalarında, “think tank” gruplarında, STK’larında ve yetkili organlarında hiç gündeme getirilmedi. Biz bunun bire bir tanıklığını yaptık heyet olarak ve içimiz burkuldu ve onun için ısrarla biz dedik ki: “Biz 11 Eylülde hangi insani duygularla hareket ettiysek Türkiye'deki bu çirkin, ahlaksız, darbe girişiminin de karşısında sizden aynı tavrı bekliyoruz.” İnsanlığın ortak değeri değil midir yaşama hakkı? Türk’ün yaşama hakkı tehdit altında olduğu zaman niye kılınızı kıpırdatmıyorsunuz? Ama açık konuşayım, iyi ki bunu bir heyet hâlinde yapmışız değerli milletvekilleri. Daha önceleri dış politikada yaptığımız gibi sadece Hükûmeti temsilen birilerini göndermek inanın ateşe benzin dökmekten başka bir şey değil uluslararası ilişkilerde ama karşılarında kararlı Parlamentonun hepsini, yüzde 90’ını temsil eden bir çoğunluk iradesini görünce ciddiye almak zorunda kalıyorlar ve dinlemek zorunda kalıyorlar. “Hiç” noktasından “belki” noktasına getirebiliyorsunuz ve bunun devam ettirilmesi gerekir çünkü gerçekten okyanusun öte tarafında Türkiye Cumhuriyeti devletinin ali menfaatlerini savunmakta ısrarcı olmak zorundayız. Bunun da yolu, siyasi iradenin oraya gidip Türkiye’deki yaşanan her şeyin bütün çıplaklığıyla resmedilmesinden geçtiğini bire bir gördük. Peki, biz ne yapmalıyız, çıkarmamız gereken ders ne? Biz çocukken mahalle arasında böyle tesislerimiz yoktu -bir anekdotla, teşbihle ifade edeyim- top oynardık sokak arasında, çok dikkatli komşular, böyle hassas komşular derdi ki: “Biraz ötede oynayın oğlum, gidin uzakta oynayın. Top bizim camı kırar, bizim eve bir halel gelmesin.” Gerçekten o tedbirini alan evin camı kırılmazdı ama sesini çıkarmayan komşunun ilk şutta camları aşağıya inerdi, kıyamet kopardı. Bu -malum, filmlerde de rastladığımız- Metin Akpınar-Zeki Alaysa filmlerinde vardır.

Şimdi, bu basit örnekten hareketle, dış politikada Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak gerçekten -biz bunu İkinci Dünya Savaşı’nda başardık kısmen- “Yurtta sulh, cihanda sulh” demişiz, daha bunun üzerine niye motto arayışı içerisine giriyorsun? Nedir yani sıfır sorun? Ya, vardı zaten. Peki, bu hâle geldik, niye geldik? Çünkü, gaza geldik, havaya girdik, kendimizi bölgenin lideri zannettik. E, olur mu öyle şey? İşte, bugün karşımıza koyuyorlar. Dün bize gaz verenler, “Sen eş başkansın, yürü, kim tutar seni!” diyenler bugün ne diyorlar? “Sizin ne işiniz vardı? Başka bir ülkenin içişlerine, meselelerine karışma.” Bugün karşımıza konulan bu. Evet, komşuda yangın var, önce evi muhafaza edelim. Evimizi muhafaza ettiğimizde komşunun yangınını, eğer bizden bir talepte bulunursa, eyvallah, itfaiye araçlarını gönderir söndürürüz. Bakın, “Yangını kim çıkardı, nasıl çıkardı, kim suçlu, kim değil?” şeklinde değil, yardım maksadıyla bunu yaparız. Eğer dış politikada gerçekten önce ülkem ve milletim deyip daha sonra başka ülkelerin iç işleriyle ilgili kötü yorumlara neden olacak şeylerden uzak durursak biz bunu başarırız. Şu anda bizim içinde bulunduğumuz durum bu. Kendimizi güçlü bir şekilde anlatmak zorundayız. Niye bunu söylüyoruz? İran’da etnik yapı çeşitli değil mi? Zenginlik yok mu orada? Var. Peki, niye bir sorun çıkmıyor? Suriye’de, Irak’ta çıkan şeyin benzeri, artık anlamıyor muyuz ki üçüncü istasyon Türkiye. Mezhep noktasında da etnisite noktasında da Türkiye’de de aynı zenginlik var, aynı çeşni var ama biz bunu zenginlik ve çeşni olarak muhafaza etmek zorundayız. Eğer ayrılık nedeni olarak Allah korusun gıdıklar, kaşır ve bunu irite edersek çok kötü günler de bizi bekler. Onun için Türkiye Cumhuriyeti devletinin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayınız lütfen.

KAMİL AYDIN (Devamla) – Efendim, pozitif bir ayrımcılık…

BAŞKAN – Tabii ki.

Buyurun.

KAMİL AYDIN (Devamla) – Türkiye Cumhuriyeti devleti, inanın, dünya ülkeleri arasında devlet geleneği olan güçlü yapılardan bir tanesi. Allah’a şükür, 15 Temmuzu atlattık ama rehavete kapılmayacağız. Biz güçlü devlet geleneğinin olması gereken koşullarından taviz vermeden bunu devam ettirmek zorundayız. Aksi takdirde bir gün, sesimizi çıkarmazsak, komşunun çocukları gelir bizim bahçede de top oynamaya çalışır ve cam çerçeve bırakmazlar diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Aydın.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

2.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun gündemdeki sıralama ile 410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesine; 10 Ağustos 2016 Çarşamba günkü birleşiminde 410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanması hâlinde 11 Ağustos 2016 Perşembe günü toplanmamasına ilişkin önerisi

10/8/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 10/8/2016 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                                                        Mehmet MUŞ

                                                                                                            İstanbul

                                                                                           AK PARTİ Grup Başkan Vekili

Öneri:

Bastırılarak dağıtılan 410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın kırk sekiz saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2’nci sırasına, yine bu kısımda bulunan 381 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın ise yine bu kısmın 1’inci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi;

Genel Kurulun, 10 Ağustos 2016 Çarşamba günkü (bugün) birleşiminde 410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi, 10 Ağustos 2016 Çarşamba günkü (bugün) birleşiminde 410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanması hâlinde 11 Ağustos 2016 Perşembe günü toplanmaması, önerilmiştir.

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisinin lehinde olmak üzere ilk konuşmacı, Antalya Milletvekili Sayın Mustafa Köse.

Buyurun Sayın Köse. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Efendim, grup önerimizin lehinde söz almış bulunuyorum. Bugün 381 sıra sayılı -Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ve Evrensel Posta Birliği arasındaki- anlaşmayı ilk sıraya almayı, ardından da 410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Kanun Tasarısı’nı görüşmeyi grup önerimizle yüce Meclisimize teklif ediyoruz.

Evet, 410 sıra sayılı Tasarı’yla kamuda çalışanları ve ücret karşılığı bağımlı çalışanları bireysel emeklilik sistemine dâhil etmeyi planlıyoruz ve bu şekilde sisteme dâhil edilenlerin de belli bir süre sonra caymasını öngörüyoruz.

Bu, toplumumuzun beklenti içerisinde olduğu bir kanun tasarısı ve komisyonlarda da tüm grupların konsensüsüyle geçmiş durumda. Bu anlamda, tüm gruplardan bu kanun tasarımıza destek bekliyoruz.

Ayrıca, bugün Şırnak’ta şehit düşen vatan evlatlarımıza Allah’tan rahmet, milletimize de başsağlığı diliyorum.

Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Köse.

Grup önerisinin aleyhinde ilk konuşmacı, Ankara Milletvekili Sayın Levent Gök. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Gök, süreniz on dakika.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan öneri üzerine söz aldım. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün yine Şırnak’tan gelen acı haberler, ne yazık ki yüreğimizi dağlayarak, o haberlerin yarattığı travma içeresinde bu görüşmeleri sürdürüyoruz. Şırnak’tan gelen acı haberlerdeki tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, Türk ulusuna başsağlığı diliyorum.

Yine, bugün 10 Ekim Ankara Garı patlamasında hayatını kaybedenlerin 10’uncu ayının dolduğu gün. Ankara Garı’nda hayatını kaybeden tüm yurttaşlarımızı da tekrar saygıyla anıyorum.

Ayrıca, bugün Anafartalar Zaferi’nin 101’inci yıl dönümü. Conkbayırı’nda düşman kuvvetlerini süngüyle ülke toprağından çıkarma başarısını gösteren ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına vesile olan, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm askerlerimizi bir kez daha saygıyla, minnetle anıyorum, ruhları şâd olsun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önemli konularımız var. Tabii, önemli konularımızdan bir tanesi de kanun hükmünde kararnameler. Değerli milletvekilleri, kanun hükmünde ilk kararname, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname çıktığı zaman Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin Türkiye’yle ilgili vermiş olduğu bir raporu sizlerle paylaşmak isterim. Bunlar önemli, ileride bizleri nelerin beklediği konusunda bir ipucu veriyor. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri ilk kararnameyle ilgili bir değerlendirme yaptıktan sonra bu kararnameyle getirilen kimi hükümlerin Avrupa içtihatlarına uymadığını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince daha önce verilen pek çok tazminat davasının konusunu oluşturduğu belirterek aynen öyle diyor: “Türkiye’de bu önemli süreçte eğer kanun hükmünde kararnamelerin kapsamı, konusu, süresi ve temel hak ve özgürlükler konusunda eğer uygulamada noksanlıklar olursa, korkarım Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yüz binlerce dosya gelecektir.”

Değerli milletvekilleri, bu uyarıları dikkate almak ve biz de ana muhalefet partisinin milletvekilleri olarak sizlerle paylaşmak durumundayız. Genel Başkanımız, Cumhuriyet Halk Partisinin lideri bu kaygılarını Sayın Başbakanla paylaştı ve kanun hükmünde kararnamelerin mutlaka Meclisin denetimine de gelmesi gerektiğinin altını çizdi. Bu konuda iktidarın tasarrufunu beklediğimizi ve… Özellikle temel hak ve hürriyetlerden asla geriye gidilmeden demokratik hukuk devleti içerisinde sap ile samanı, kuru ile yaşı karıştırmadan bir sürecin götürülmesi gerekiyor.

Biz böyle bir süreçte FETÖ örgütünün, devlete sızmış olan bu örgütün temizlenmesi açısından her türlü desteği vermeye hazırız ama hukuk içerisinde, yanlışlıklar yapılmamak kaydıyla çünkü ortaya çıkan daha fazla mağduriyetler belki bu sürecin belirleyici bir yolu olacaktır. Giderek artan mağduriyetlere tanık oluyoruz; kapatılan üniversitelerdeki öğrencilerin durumu, öğretim üyelerinin durumu, oradan mezun olmak isteyip de olamayan öğrenciler, başka okullara nakledilen öğrenciler. Devasa sorunlarımız var, bu sorunların giderilememesi hâlinde Türkiye çok daha fazla mağduriyetlerle karşılaşabilir ve 15 Temmuz o karanlık, kâbus gecesinde eğer darbe başarılı olsa idi Türkiye hangi kötü süreçlerden geçer ise Türkiye bu mağduriyetlerden dolayı aynı kötü günlerini yaşayabilir değerli arkadaşlarım. Çok dikkatli olmamız gerekiyor. Özellikle Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin bu raporunu sizlerle paylaşmak istedim; endişeler var, kaygılar var.

Değerli arkadaşlarım, bakın, kanun hükmünde kararnamelerde nasıl ifrata kaçıyoruz? Genco Erkal, Türkiye’nin dev sanatçısı, bir oyun sergileyecek Kadıköy ilçesinde, oyunun adı “Güneşin Sofrasında -Nazım…” Bu oyun 250 kişilik bir kapasitesi olan bir sahnede sergilenecek. Güvenlik gerekçesiyle, OHAL kapsamında bulunduğu gerekçesiyle ertelendi. Biletler satışa çıkarıldı, yarın ilk gösterimi var. Başbakan pazar günü 5 milyonun huzurunda Nazım’ın şiirlerini okudu, şimdi, önceki gün Kadıköy İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünün aldığı kararla Nazım’ın oyunu 250 kişiye sergilenmekten mahrum hâle geldi. Şimdi, böyle bir tabloyu yaratan idareciler de aslında şu andaki OHAL sürecinin kötü ya da iyi gitmesinin tarafı olacak değerli arkadaşlarım. Bu duruma derhâl bu akşama kadar son verilmeli. Yani, bir Başbakan çıkacak 5 milyon kişiye, televizyonların önündeki 80 milyon insana Nazım’ın şiirlerini okuyacak; Kadıköy ilçesinde Genco Erkal’ın Nazım’la ilgili piyesi sergilenemeyecek. Bunları, bu antidemokratik uygulamaları, kraldan çok kralcı davrananları da ayıklamamız gerekiyor. Bu ayıbın derhâl sona erdirilmesini bekliyoruz. Böyle bir tablo Türkiye'ye yakışmıyor. İşte, bunlar arttığı zaman Türkiye'nin FETÖ’yle olan mücadelesini zaafa uğratacak sonuçlar çıkabilir, endişemiz budur. Yani, haklı olunan bir mücadele, haddini aşan kimi yöneticiler tarafından haksız hâle getirilebilir. Çok dikkatli olmamız gerekiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemde olan bir konu da idam. Şimdi, bu konuda sizlerle bazı bilgileri paylaşmak istiyorum. Türkiye gerek ulusal ölçekte gerek uluslararası düzeyde idamla ilgili kararını vermiştir. 25 Kasım 1999 tarihinde Abdullah Öcalan’la ilgili idam kararı verildiği zaman mahkemede, Abdullah Öcalan aynı gün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdu, değerli arkadaşlarım, 25 Kasım 1999 tarihinde ve 30 Kasım 1999 tarihinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu cezayı durdurdu. Şimdi, ironik olacaktır, Abdullah Öcalan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmasına dayanak olan karar ne zaman çıkmıştı biliyor musunuz ve kim tarafından çıkartılmıştı, hangi yasaya dayanmıştı, onu sizlerle paylaşayım. 14 Mayıs 1997 tarihinde Refahyol döneminde, Sayın Necmettin Erbakan’ın Başbakanlığı döneminde çıkarılan bir kanun, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin Oluşturduğu Denetim Mekanizmasının Yeniden Yapılanmasına İlişkin 11 No.lu Protokol çerçevesinde Abdullah Öcalan, Necmettin Erbakan’ın çıkarmış olduğu bu yasaya dayanarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu yasaya dayanarak o idamı durdurdu. Şimdi geldiğimiz noktaya bakın. Necmettin Erbakan o dönemde, Apo yakalanmadan önce çıkarttığı bu yasada haklı mıydı? Haklıydı. Çünkü devleti yönetmenin bir reel koşulları vardır. Bütün dünyaya entegre olmak istiyorsanız tüm dünyada geçerli olan uluslararası hukuk kurallarını ve içtihatlarını da ülkenizde uygulamanız gerekir. Necmettin Erbakan ve Hükûmeti o gün doğru bir iş yapmıştı dünyaya entegre olmak açısından.

Daha sonra, bu tablo böyle olduktan sonra, Hükûmet de 12 Ocak 2000’de idamı durdurdu ve 3 Ekim 2001 tarihinde bu Parlamentoda terör, savaş ve çok yakın savaş hâli ayrık olmak üzere idam cezası kaldırıldı. Daha sonra AKP iktidara geldi, 17 Eylül 2003’te, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca bir 6 No.lu Protokol vardır, çekince koymuştuk biz o protokole, o protokolü AKP Hükûmeti kaldırdı değerli arkadaşlar ve sonuçta 7 Mayıs 2004 tarihinde de terör, savaş, çok yakın savaş hâli de kaldırılarak hem barış zamanında hem her türlü ortamda Türkiye'nin hukuk dünyasından idam cezası çıkartıldı. Bunlar yapılmalı mıydı? Elbette Türkiye'nin Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde, uymakta olduğumuz uluslararası sözleşmeler çerçevesinde yapılması gerekli düzenlemelerdi. AKP o zaman doğru mu yaptı? Evet, doğru yaptı, yapılması gerekiyordu. Şimdi, değerli arkadaşlarım, bugün bir idam cezası gelse dahi Ceza Kanunu’muza göre geçmişe doğru yürümez çünkü bizim ceza hukukumuzun temel prensiplerinden bir tanesi failin aleyhine olan hüküm uygulanmaz. Dolayısıyla, biz şu anda kitlelerin yarattığı duygusallıktan arınarak devletimizi reel ve gerçekçi yönetmek durumundayız. Yani rahmetli Necmettin Erbakan döneminden gelen bu uygulamaların Türkiye'de artık hukuk dünyasında yeri kalmamıştır, idam cezası hukukun dışına çıkartılmıştır. Dolayısıyla, soğukkanlı olmamız gereken bir süreçtir. Ben bazı hatırlatmalar yaparak bu süreçle ilgili yapıcı muhalefet anlayışımızı sizlerle paylaşmak istedim.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Gök.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.43

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Pervin BULDAN

KÂTİP ÜYELER: Sema KIRCI (Balıkesir), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 124’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Grup önerisinin lehinde olmak üzere ikinci konuşmacı Osmaniye Milletvekili Sayın Ruhi Ersoy.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Ersoy.

RUHİ ERSOY (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün gelen kara haberle neredeyse bir ayda 50 vatan evladımızı şehit verdik. Şehitlerimizi sayıyla belirtmek içimizi acıtıyor. Lakin durumun ciddiyetini görmek gerçekten çok önemli. Uzun vadede bizi en çok zorlayacak olan etnik temelli PKK terörüne karşı bireysel ve toplumsal tepkilerimiz körleşmemeli; canlı, diri ve güçlü kalmalı. OHAL uygulaması çerçevesinde PKK terörüne karşı gerekli ve yeterli mücadelenin azim ve kararlılıkla devam etmesi gerekir. FETÖ örgütlenmesine karşı devletin mukavemet geliştirdiği bugünlerde şunu bilmek lazım ki PKK’yı, PYD’yi, FETÖ’yü birlikte yönlendiren güçlerin bu konuda programlarını değişik dinamiklerle sürdürdüğünü toplumsal olarak fark etmeliyiz. Bir tarafa yoğunlaşırken diğer tarafı ihmal etmemeliyiz.

Değerli milletvekilleri, yaşadığımız süreç Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesinin ve kurucu iradenin geçmiş yüz elli yıllık tarihî hafızanın içerisinden büyük tecrübelerle çıkıp Orta Doğu coğrafyasını ve muhtelif savaşları yaşayarak 19’uncu yüzyıl tecrübesinin üstünde bir millî devleti kurduğu gerçeğini yeniden görmemize vesile olmuştur.

Bu gerçeklerden sonra prensip olarak bugün geçerli olan Anayasa’mızda ilk 3 madde bize ne diyordu, bunu hatırlamak lazım. “Türkiye Cumhuriyeti devleti demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.” İşte Anayasa’nın “Değişmez, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemez.” diyerek de 4’üncü maddesinde ifade edilen bu umdelerin bizi nasıl bir arada tutan değerler olduğunu yaşayarak gördük.

Evet, cumhuriyetiz, Türkiye Cumhuriyeti devleti bir cumhuriyet sistemiyle idare edilir. Bu cumhuriyetin içerisinde cemaatleşme, cemaatleşmeyle devlete hükmetme, cumhuriyeti ele geçirme yoktur. Cumhuriyetin temeli bireyi, şahsiyeti referans alır; vatandaşlık hukuku temeliyle bireyin, şahsiyetin iradesiyle cumhuriyet sistemine reyleriyle birlikte katılmasını sağlar.

Türkiye Cumhuriyeti devleti laiktir. Demek ki din ile devlet işlerini ayırt eden; dini bireye erdem, fazilet, ahlak öğretileriyle, Allah ile kul arasındaki bir ilişki olarak değerlendiren, devlet sisteminin seküler bir akılla yönetilmesi gerektiğini gösterdi bu yaşanan süreç. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanının, Genelkurmay Başkanının yaverlik makamına kadar gelebilmiş birtakım odakların bir terör örgütü liderinden dinî duyguyla, onu mehdi gördüğü için emir aldığı gerçeğini görüp, din duygusuyla insanların devlet sistemi içerisinde nasıl istismar edilebileceğini yaşayarak gördük.

Demek ki sosyal bir devlet ve hukuk devleti olmamız gerekiyor. Sosyal devletten kastımız, elbette, açları doyurmak, açıkları giydirmek. “Açları ve açıkları doyurarak sosyal devletin gereğini yerine getirdiğim için ben size Kağan oldum.” diyen Bilge Kağan’ın Orhun Yazıtları’ndaki ifadesinden de Türk devlet geleneği referansını alır. Ama sosyal devlet, kentleşmeyle, modernleşmeyle sosyal devlet özelliğini daha farklı boyutlara taşımak durumundadır. Adalet ve Kalkınma Partisinin fakirin fukaranın yanında olmasına saygımız sonsuz ama bugün terör örgütü olarak karşımıza çıkan FETÖ’nün ışık evleri ve yurtlarından doğan bu boşluğun karşısında Kredi ve Yurtlar Kurumu acaba öğrenci barındırma konusunda ne kadar hazırlıklı? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığının bugünden itibaren 7/24 esasına göre çalışma mecburiyeti vardır. Bugün üniversite sınav sonuçları açıklandı. Sınav sonuçlarına göre okullarına yerleşen çocuklarımıza başarılar diliyoruz ama “Bu çocuk nerede kalacak?” kaygısına bugünden düşen anne babalara “Işık evleri kapandı, acaba yeni ampul evleri mi açılacak? Bunlardan kurtulduk, başkasının kucağına mı düşeceğiz?” kaygısını Türkiye Cumhuriyeti devleti vermemeli. Vatandaşla olan ilişkisinde devleti yönetenlerin “Ben hata yaptım.” deme hakları varken, vatandaşın da hata yapabilme ihtimalini devlet hesaba katmalı.

Sosyal devletin ve hukuk devletinin bir başka hakikati de bugünlerde kapatılan üniversitelerdeki öğrencilerin durumuyla ilgili konu; 65 bin öğrenci, kapatılan 15 üniversite. Bu üniversitelerden 14 tanesinin Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında kurulduğunun altını çizmek istiyorum. 65 bin öğrencinin 15 bini yüksek lisans, doktora öğrencileri ve yabancı uyruklu öğrenciler; garantör üniversitelere aktarıldı, sorunları yok. 50 bin öğrencinin karşılaştığı problemin çözümüyle alakalı da Yükseköğretim Kurulunun samimi gayretlerinin olduğunu biliyoruz. Yükseköğretim Kuruluyla olan görüşmelerimizde, parti genel merkezimizin talimatlarıyla yaptığımız çalışmalarda samimi gayretlerine tanık olduk, görüşlerimizi ve çözüm noktasındaki önerilerimizi de en yüksek mevkide olan yöneticilerine ifade ettik.

Buradaki temel mesele, genel anlamda çözülmüş gözükse de çözülemeyen problem, öğrencilerin il değiştirme sorunudur. İzmir’den veyahut da Bursa’dan veyahut da Gaziantep’ten veyahut da okuduğu Adana’dan başka bir şehre ailenin çocuğunu gönderecek durumu yok. Bunlara çözüm üretilmek durumunda. Bunlara çözümün üretilmesiyle ilgili yasal, hukuki temelli mevzuatlardaki yerler konusunda yetkililere görüşlerimizi beyan ettik ve bu tür problemlerin toplumsal bir yaraya dönüşmemesi için özellikle, buralara çocuklarını gönderen ailelerin yüzde 80’den fazlasının FETÖ’yle ilişkisinin olmadığı gerçeğini de hesaba katarsak devlete yeni bir muhalif dalga ve mağdur kitlesinin sayısını artırmamalıyız. Bir de burada çalışan idari personel ve akademisyen var. FETÖ’yle münasebeti bulunan akademisyenlerin ve idari personelin derhâl ilişiğinin kesilmesi konusunda sonuna kadar taraftarız ama bu insanları devlet aklı hukuk temelli ayırt ederek istihdamları konusunda yeni mağdurları oluşturmaması hususunda gayret sarf etmek durumunda.

Türkiye’de sayın Cumhurbaşkanının tabiriyle bir kanserli metastaz durumu var. Bu kanser hücrelerini, evet, cerrahi müdahalelerle temizlersiniz ama daha sonrası için, bildiğimiz kadarıyla onkoloji, kemoterapi gibi tedaviler gerektirir. Bu tedaviler yapılırken canlı hücreler de zayıflar ve onlar da hastalıklara bir şekliyle, direncini güçlendirmediği için zayıf düşebilir. İşte geri kalan canlı hücrelerin tamamı, vücudu var eden toplumun dinamikleri ve onun siyasal uzantısı olan Türkiye’deki bu millî birlik ve beraberlik Yenikapı’da kendisini gösterdi, yeni bir anlayışla yol alınabileceğini ifade etti. Bu yeni anlayışın adının “yeni Türkiye” diye tırnak içerisinde propaganda malzemesi yapılmasına gerek yok. Türkiye ne zaman eskidi ki? Bugün biz Türkiye’nin dinamiklerine ve kuruluş felsefesine yeniden dönme ihtiyacı duyuyorsak biz “yeni Türkiye” ifadesiyle siyasal dil kullanmaya ihtiyaç duymayalım. Hiçbir zaman eskimeyen büyük Türk devleti ve büyük Türkiye ülküsüyle bir araya gelen toplumsal birliğin, ortak aklın sürdürülebilirliği konusunda bu iklimin devam etmesi önemli şarttır. Bu şartlar siyaseten mağdurların durumunu tespit edip geri çekilmekle ilgili değil, varsa bir müktesebatınız birikiminizle bunları önerebileceğiniz müesseseler olmalı. OHAL kapsamında birtakım uygulamalar yapan kurum ve kuruluşlar çözüm üretmeyle alakalı siyaset kurumunun fikrine başvurmak durumundadır. Eğer yöneten ve yönetilen arasında, devlet ile millet arasında Büyük Millet Meclisini muhatap kabul eder ve bu Meclis içerisindeki birikimi olan arkadaşlar problemler karşısındaki görüşlerini ifade etme imkânı bulursa yapılacak çalışmalarda inanıyoruz ki çok daha anlamlı, verimli sonuçlar çıkacaktır.

İşte, temel sorun öğrencilerimizin barınma sorunu, temel sorun bu kapsamda bu öğrencilerimizin yatay geçişle, dikey geçişle mağdur edilmeden problemlerinin çözümü sorunu. Biz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu konuda ilgili birimlere gerekli görüşlerimizi ifade ediyoruz ve Hükûmetin, Hükûmete bağlı çalışan bürokrasinin bu konuda samimi adımlar atmasını bekliyor ve Genel Kurulu sevgi, saygılarımızla selamlıyoruz. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ersoy.

Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisinin aleyhinde olmak üzere ikinci ve son konuşmacı Diyarbakır Milletvekili Sayın İdris Baluken.

Süreniz on dakika.

Buyurun Sayın Baluken. (HDP sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi grubumuz ve partimiz adına saygıyla selamlıyorum.

AKP grup önerisiyle ilgili fazla teknik değerlendirmeye gerek yok. Dünden beri ifade ettiğimiz gibi Türkiye’nin temel yakıcı meselelerine dokunmayan, suya sabuna temas etmeyen düzenlemelerle maalesef bu Meclis mesai harcamaya devam ediyor. Maalesef dışarıda çok yakıcı gündemler varken bu Meclis teknik birtakım çalışmalarla dışarıya görüntü vermenin ötesine geçemiyor. Öncelikle bundan duymuş olduğumuz üzüntüyü ifade etmek istiyorum.

Diğer taraftan, özellikle dün de Lice’de ve Şırnak’ta yaşamını yitiren askerlerle ilgili üzüntü ve başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum. Dışarıda neredeyse her gün onlarca can toprağa düşüyor, onlarca genci maalesef toprağa vermek durumunda kalıyoruz, onlarca ocağa ateş düşüyor ve bu Meclis kendi yapması gereken en öncelikli görevlerle ilgili temel bir sorumluluk alma yaklaşımını ortaya koymuyor. Biz bu temel meseleleri çözmeden, dışarıdaki bu can kayıplarını artık bir an önce bu ülkenin gündeminden çıkarmadan burada verimli hiçbir çalışma falan yapamayız. Üzüntü, başsağlığı dilekleri, kınama bildirileri inanın ki toplum tarafından bir duyarlılık belirtisi olarak algılanmıyor. Bunu sivil toplum örgütleri yapabilir, Parlamento dışında bulunan siyasi partiler yapabilir, kanaat önderleri yapabilir ama bu Meclisteki siyasi partilerden ve milletvekillerinden, 79 milyonun beklentisi bir an önce bu can kayıplarının durdurulmasıyla ilgili bir inisiyatif alınması ve cesur çalışmaların bir an önce bu Meclise getirilmesidir.

Bakın, iki buçuk yıllık çözüm süreci içerisinde biz bunu başarmıştık. Can kayıpları minimize edilmişti, toplumda büyük bir barış umudu yeşermişti. O dönemki özellikle kamu düzeniyle ilgili mevcut tabloyu ve bugünkü tabloyu özellikle iktidar partisi milletvekillerinin bir kıyaslamasını rica edeceğiz. Kamu düzeni o dönem ne aşamadaydı, bugüne kadar çıkarılan bütün güvenlikçi, yasal düzenlemelerle hangi aşamaya geldi? Bunu değerlendirmenizin zamanıdır. Biz, o dönem Hükûmet yetkilileriyle yaptığımız görüşmelerde “Ben bu süreç için baldıran zehri içmeye hazırım.” diyen bir Cumhurbaşkanının nasıl bir kez daha kısır bir savaş döngüsü içerisine girecek kararlar verdiğinin sorgulanması, bunun araştırılması gerektiğini ifade ettik. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kimin yönlendirdiğini, kimin tekrar savaşla ilgili, güvenlikçi politikalarla ilgili sonuç alınabileceğine ikna ettiğini, bizzat sizin heyetlerinize, araştırmanız gerekir noktasında uyarılarımızı yaptık ama maalesef hiçbir uyarımız dikkate alınmadı. Bakın bu uyarılarımızın ne kadar haklı olduğu bugün ortaya çıktı. Cumhurbaşkanının en yakınına kadar uzanan bir yapılanmadan, kendi can güvenliğini bile tehlikeye atacak bir hukuksal süreçten bahsediyorsak, çözüm süreciyle ilgili de böylesi bir ikna sürecinin nasıl ortaya konduğunu araştırmanız gerekmez mi? Sizin, özellikle milletvekilleri olarak yani sivil siyasetin temsilcileri olarak, halkın iradesini yansıtan sivil temsilciler olarak bunu bir şekilde kendi önünüze koymanız gerekmez mi? Kim ikna etti, kim tekrar savaşla, kanla, güvenlik politikalarıyla sonuç alınabileceğine Erdoğan’ı ya da dönemin başbakanını rıza etti diye araştırmanız gerekmiyor mu? Güvenlik bürokrasisi mi yaptı, asker mi yaptı, yanı başına kadar sokulan paralel devlet mi bunu başardı? Peki, onlar bunu başarmışsa siz kendinizi sorgulamayacak mısınız? Hadi, o döneme ait bir sorgulama içerisine girmeyecekseniz, hâlâ yanlış üstüne yanlış yapılan bu süreçte en azından bu sürece müdahil olmanın sorumluluğunu yerine getirmeyecek misiniz?

Bakın, çözüm sürecini bitiren vahim olaylar var. Özellikle çözüm sürecinin bitmesiyle ilgili referans gösterilen Ceylânpınar’da 2 polisin katledilmesi olayı var. Tamamen karanlık ve tamamen şaibeli olan bir katliam, bir infazdan bahsediyoruz. Onun hemen iki gün öncesinde de, 20 Temmuzda Adıyaman’da yaşamını yitiren bir askerin şüpheli ölümü var. Hem Adıyaman’da yaşamını yitiren asker hem de Ceylânpınar’da infaz edilen o 2 polisin durumunu açığa çıkarmadığımız sürece, biz, bu savaş süreci nasıl başlatıldı, niye bugünlere getirildi, inanın ki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.

Bakın, Adıyaman’da yaşamını yitiren asker için biz milletvekilimizi gönderdik, otopsi raporunu istedik, adli tıp raporunu istedik. O sözde çatışma mizansenin olduğu gün can kayıpları olmasın diye partili arkadaşlarımızı canlı kalkan olarak oraya gönderdik. Herhangi bir çatışma falan yok. Orada, tamamen nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla bir askerin yaşamını yitirdiği ve sonrasında da saklanan otopsi raporlarıyla, adli tıp raporlarıyla bozulmak istenen bir çözüm sürecinden bahsediyoruz.

Ceylânpınar’da da aynı olay var. Bakın, Ceylânpınar’da bir ihbar sonucu arabası hacizli diye durdurulan 7 kişi gözaltına alınıp tutuklandı. Ne oldu biliyor musunuz? O tutuklama kararını veren hâkim bugün paralelci yapıyla ilişkide olmak iddiasıyla ya da kanıtıyla tutuklandı, cezaevine gönderildi. O iddianameyi hazırlayan savcının paralelci olduğu ortaya çıktı. Yine, o ihbarı yapan kişinin yani sadece arabası hacizli olan o 7 kişiyi ihbar eden kişinin 2 ağabeyinin bu terör oluşumuyla ilişkili olduğu ortaya çıktı. Şimdi, siz bunu sorgulamayacak mısınız?

Çözüm sürecini bitiren iki vahim olaydan bahsediyorum; savcı paralelci çıkmış, ihbarı yapan paralelci çıkmış, mahkeme kararını veren paralelci çıkmış, terör örgütü suçlamasıyla ya da kanıtıyla cezaevine gönderilmiş. Peki, iktidar partisi olarak burada bir sorumluluk taşımayacak mısınız? Bir yıllık süre içerisinde ne oldubitti diye önünüze bu tabloyu getirmeyecek misiniz?

Bakın, 22 Temmuz Ceylânpınar infazı ile bugünkü süreç arasında ne değişti, biliyor musunuz? Eskiden sadece bölgede olağanüstü hâl, sıkıyönetim uygulaması vardı; bugün 81 vilayette olağanüstü hâl ilan edilmek zorunda kalındı. Getirilen bütün bu yasal düzenlemelerin aslında bu sürecin önünü açtığını cesur bir şekilde sorgulamamız gerekiyor. Özellikle AKP sıralarında oturan milletvekillerinin bu süreçte Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, Başbakan başta olmak üzere, bu yaşanan yakıcı gündemleri ciddi bir şekilde tartışması, müdahale etmesi gerekiyor.

Belki de şimdi de yanlış yönlendirme var, belki de güvenlik bürokrasisi kasıtlı olarak, tıpkı bir yıl önce yaptığı gibi, bu darbe zeminini meşrulaştırmak için savaşı çıkardı. Belki de yeni darbe hamleleri yapmak için yine yanlış yönlendiriyorlar. Belki de hâlâ burnunun dibine kadar sokulan bir oluşum bu ülkede oluk oluk kan akmasından bir medet umuyor. Bunların tamamıyla ilgili her birimizin mutlaka yürütmesi gereken tartışmalar olduğunu düşünüyoruz. Özellikle iktidar partisi sıralarında oturan birçok milletvekili arkadaşımızın ben bu süreçlerin tamamına hâkim olduğunu biliyorum. Çözüm süreciyle ilgili katkı sunan milletvekili arkadaşlarımız da var. Öyle buraya gelip savaş derinleştikten sonra yaşanan can kayıpları üzerinden taziye, üzüntü, kınama bildirileriyle, mesajlarıyla biz görevimizi yerine getirmemiş olacağız. O yüzden bu yakıcı sorunlarla ilgili, değerli arkadaşlar, devreye girmenizin zamanıdır.

Sur için, Cizre için, Silopi için bir yıldır dil döküyoruz. Ne oldu, ne çıktı ortaya? Silopi Özel Kuvvetler Komutanı darbeyi yönetmek üzere Ankara’ya geldi, Ankara’yı bombalattı, İstanbul’u bombalattı, uçakları havalandırdı. Aynı şekilde, bakın, bölgede görev yapan bütün o generallerin tamamının bu darbe süreci içerisinde yer aldığı ortaya çıktı. Şimdi, bu tablo ortadayken biz hâlâ bu akıl tutulması içerisinde askerlerin, gençlerin, polislerin, sivillerin yaşamını yitirmesine seyirci mi kalacağız?

Değerli arkadaşlar, sorumluluk sizdedir, iktidar partisi milletvekilleri olarak Başbakana, Cumhurbaşkanına bu konuda güçlü tartışmalarla en azından doğruyu gösterme noktasında tarihî vebal altındasınız. Umarım ki bir kez daha haklı çıkmayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Tamamlayabilir miyim Sayın Başkan?

BAŞKAN – Tamamlayınız Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Biz, işte, ülke darbe süreçleriyle karşılaştıktan sonra, bütün ülke yangın yerine döndükten sonra, yüzlerce, binlerce canımızı yitirdikten sonra bu kürsüye çıkıp “Bunu söylemiştik, haklı çıktık.” derken bile hicap duyuyoruz, üzüntü duyuyoruz.

Bugün öngörümüz odur ki buradan sağlıklı bir çıkış yapamazsak aylar sonra burada maalesef çok daha vahim bir tabloyla karşı karşıya geleceğiz. Gerek AKP Hükûmetinin ortaya koyduğu tutum gerek PKK’den yapılan açıklamalar hâlâ otuz yıldır denenmiş olan savaş yöntemleriyle bu meselelerin çözümü noktasında bir arayışın olduğunu gösteriyor. Gelin demokratik siyaset olarak, Meclis olarak bizler bu inisiyatifi alalım ve elleri tetikte olan insanları da, güçleri de bu meselelerin asla böyle çözülmeyeceğini ve sorunları derinleştirme dışında hiçbir işe yaramayacağını ortaya çıkaracak şekilde ikna edelim diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Baluken.

Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1'inci sıraya alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Evrensel Posta Birliği (UPU) Arasında Yirmi Altıncı Dünya Posta Kongresine Yönelik Düzenlemelere İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Evrensel Posta Birliği (UPU) Arasında Yirmi Altıncı Dünya Posta Kongresine Yönelik Düzenlemelere İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/714) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 381) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon Raporu 381 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen yok.

Soru-cevap işlemi yok.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ VE EVRENSEL POSTA BİRLİĞİ (UPU) ARASINDA YİRMİ ALTINCI DÜNYA POSTA KONGRESİNE YÖNELİK DÜZENLEMELERE İLİŞKİN ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) 12 Kasım 2015 tarihinde Bern’de imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Evrensel Posta Birliği (UPU) Arasında Yirmi Altıncı Dünya Posta Kongresine Yönelik Düzenlemelere İlişkin Anlaşma”nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – 1’inci madde üzerinde gruplar adına söz isteyen yok.

Soru-cevap işlemi yok.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde gruplar adına konuşmacı yok.

Soru-cevap işlemi yok.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde gruplar adına konuşmacı yok.

Soru-cevap işlemi yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Evrensel Posta Birliği (UPU) Arasında Yirmi Altıncı Dünya Posta Kongresine Yönelik Düzenlemelere İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:

“Kullanılan oy sayısı         : 210

Kabul                               : 210.(x)

                Kâtip Üye                                   Kâtip Üye

           Mustafa Açıkgöz                             Sema Kırcı

               (Nevşehir)                                 (Balıkesir)”

Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Sayın milletvekilleri, 2’nci sıraya alınan Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/752) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

2.- Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/752) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 410) (xx)

BAŞKAN - Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon Raporu 410 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi, tasarının tümü üzerinde söz isteyen Samsun Milletvekili Sayın Erhan Usta?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Plan ve Bütçe Komisyonunda.

BAŞKAN – Erhan Usta yok.

Peki, Garo Paylan burada mı? O da Plan ve Bütçe Komisyonunda.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.33

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.44

BAŞKAN: Başkan Vekili Pervin BULDAN

KÂTİP ÜYELER: Sema KIRCI (Balıkesir), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 124’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon burada.

Hükûmet burada.

Tasarının tümü üzerindeki ilk konuşmacı, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Erhan Usta.

Süreniz yirmi dakika Sayın Usta.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Şimdi, bir defa, olup bitene usul açısından baktığımızda, bu kanun jet hızıyla geldi, jet hızıyla gidiyor. Pazartesi günü akşam saatlerinde Plan ve Bütçe Komisyonuna intikal etmiş, salı günü Komisyonda görüşüldü, çarşamba günü de Genel Kurulda görüşüyoruz. Tabii, bizim de desteklediğimiz yanları oldu işin özü itibarıyla, ancak kanun yapma kalitesi açısından veya milletvekillerinin çalışması için yeterli süre olup olmaması açısından çok da uygun usuller değil bu usuller, bunu ifade etmek lazım.

Şimdi, diğer bütün kanunlarda olduğu gibi bu kanun tasarısında da bir düzenleyici etki analizi, maalesef, önümüze konulmadı. Bakın, bu düzenleyici etki analizi o kadar önemli bir şey ki bunu yapmadığın zaman, bunu çalışmadığın zaman, aynı konuya ilişkin birkaç defa, hatta 3-5 defa kanun çıkarmak zorunda kalıyoruz, çünkü işin ne olacağı, nereye varacağına ilişkin veya bireyler, özel sektör ve kamu üzerindeki etkileri konusunda hiçbir çalışma yapılmadan tasarılar gelmeye devam ediyor. Bu konuda, Meclis Başkanlığının, 5018 sayılı Kanun’un ilgili maddesinin işletilmesi konusunda hassasiyet göstermesi gerektiğini de düşünüyorum.

Şimdi, yine, bu tasarıyla ilgili olarak sosyal tarafların görüşü alındı mı? Alınmadı. Komisyonda sosyal taraflar ve sektör temsilcileri bu konuya ilişkin görüşlerini ifade edememiştir, onların görüşleri alınmadan tasarı Komisyondan geçirilmiştir. Onların görüşlerinin neler olduğuna ilişkin basından birtakım hususları biliyoruz, onların bu tasarıdaki bu düzenlemelere aykırı görüşleri olduğunu, işçi ve işveren sendikalarının genel olarak aykırı görüşleri olduğunu, kabul etmediklerini, reddettiklerini de biliyoruz.

Şimdi, bu konu esas itibarıyla önemli bir konu. Bu Bireysel Emeklilik Kanunu ilk olarak 2001 yılında, Milliyetçi Hareket Partisinin de koalisyon ortağı olduğu dönemde çıktı. Önemli bir husustur, ancak burada şöyle bir temel yanlış var: 2001’de çıktı, sistem yavaş yavaş büyümeye başladı, 2012 yılının sonunda, 2013 yılından başlamak üzere bir düzenleme yapıldı ve burada, aslında düzenlemeyle sisteme bütçenin katkısı olağanüstü şekilde artırıldı.

Şimdi, tekrar bir düzenleme daha yapılıyor. Yani bu tasarruf konusu önemli diyoruz. Tasarruf konusu niye önemli? Çünkü bir ülkenin büyüyebilmesi için yatırım yapmaya ihtiyacı var, yatırım yapabilmesi için de tasarrufların artırılması lazım. Tasarrufların artırılması bu anlamda son derece önemli, fakat bu tasarrufların artırılması meselesinde AKP Hükûmetinin yaptığı temel bir yanlış var; sadece bu bireysel emeklilik meselesine havale etti, bir kenara çekildi. Yani bireysel emeklilik sistemiyle tasarrufların artırılmasına çok küçük katkılar gelebilir ancak yoksa tasarrufların artırılması meselesi bireysel emeklilik sistemi üzerinden çözülecek bir mesele değildir. Temel bir yanılgı var, bu konuda ben Hükûmeti -Komisyonda da ikaz ettik ama- buradan da ikaz etmenin bir görev olduğunu düşünüyorum. Çünkü tasarrufların artırılması meselesi ekonomiye ilişkin çok yapısal birtakım işleri yapmamızı gerektiriyor. Yani, bunları yapmadan, yapısal reformları yapmadan, üretimin önünü açacak düzenlemeleri yapmadan, yatırımın önünü açacak düzenlemeleri yapmadan, ülkede risk primini düşürmeye yönelik, siyasi istikrarı sağlamaya yönelik birtakım iş ve işlemleri, düzenlemeleri yapmadan, adımları atmadan tasarrufu ve yatırımları artırma imkânı maalesef yok, bunun mutlak surette bilinmesi gerekiyor yoksa böyle bireysel emeklilik sistemi üzerinden biz çok daha uğraşırız. Şimdi, birazdan rakamlarını vereceğim yani tasarrufları artırmak için.

Şimdi, bunun iyi yanlarından bir tanesi nedir? “Bireysel emeklilik sistemi doğru bir şeydir.” diyoruz, teşvik de edilmesi lazım çünkü çalışırken geliriniz iyi; daha sonra, hayatınızın ileri safhalarında toplu paraya ihtiyacınız olabilir veya ilave desteğe ihtiyacınız olabilir çünkü kamu sigorta sistemi insanların geçimini sağlamak için -dünyanın hiçbir yerinde böyle değil zaten- yeterli geliri vermez. Oraya da bir destek olması açısından böyle bir sistemin uygulanması ve yaygınlaşması önemlidir, iyidir. Bu, kamu sigorta sistemi üzerindeki ücret-gelir baskısını da azaltacaktır, bu anlamda katkısı olacaktır.

Şimdi, burada, 2013 yılından itibaren yapılan düzenlemeyle sisteme yıllık yaklaşık 3 milyar lira civarında Hazineden katkı veriyoruz. Arkadaşlar, bu önemli bir miktardır. Önemli olduğu kadar da aslında sistemde şöyle bir şey var: Önceki sistemde doğrudan devlet katkısı verilmiyordu, vergiden düşme şeklindeydi; hiçbir geliri olmadığı hâlde sistemdekilerin yaklaşık yarısı, yani hiçbir destek almadığı hâlde sistemin içerisinde bulunuyordu. Yani, bu, en son şeyde yaklaşık 3 milyon kişi; yani 3 milyon kişinin kabaca yarısı hiçbir destek almadığı hâlde sistemin içerisindeydi. Şimdi, burada şöyle bir temel yanılgı var: Sanki devlet katkısı ile bireysel emeklilik sistemine giriş arasında çok güçlü bir korelasyon varmış gibi bir algıyla düzenlemeler yapılıyor, bu yanlış, anlatabiliyor muyum? Yani, sistemdeki insanların, 2013 öncesinde sistemde olanların yarısı hiçbir destek almadığı hâlde sistem içerisindelerdi. Dolayısıyla, bir yandan yaptığımız şey, şimdi sisteme destek vererek, bu hassasiyeti olmayan yani devlet desteği olmasa bile bu sisteme girecek insanlara da devlet desteği vererek sistemin bütçeye olan yükünü olağanüstü bir şekilde artırdık. Bu, üzerinde mutlaka durulması gereken bir konu.

Diğer bir husus: Şimdi, burada, tabii, otomatik bir mekanizma getiriliyor yani bütün çalışanlar otomatik olarak, hatta bir anlamda zorunlu olarak sistemin içerisine girmiş oluyorlar. Şimdi, özellikle düşük gelirli gruplarda bu otomatiklikten kaynaklanan… Tabii, cayma hakkı var ama o cayma hakkının kaçırılması veya işte, başlangıçta cayma hakkının kullanılmaması durumunda şöyle sorunlarla karşılaşacağız: Özellikle düşük gelirli gruplarda yaklaşık 60 liradan başlayan birtakım kesintiler ortaya çıkacak, bunların şikâyetleri artmaya başlayacak. Biz biliyoruz ki nüfusu gelir açısından 5 dilime ayırdığımızda, ilk 3 dilimde yani nüfusun yüzde 60’ında tasarruf negatif yani nüfusumuzun en fakir olan yüzde 60’lık kesimi gelirinden daha fazla tüketiyor. Şimdi bu kesime bir de otomatik olarak bireysel emeklilik sistemini getiriyoruz zorunlu olarak, bunların gelirini daha fazla düşürecek bir şey yapıyoruz. Bu, önümüzdeki dönemde sıkıntılara yol açacak, ücretler üzerinde sıkıntıya yol açacak, ücret baskısı oluşturacak. Bunları bugünden görmek gerekir.

Şimdi, diğer bir konu, az önce de ifade ettim, sistem sürekli devlet destekleriyle büyütülmeye çalışılıyor. Oysa bunun haricinde yapılması gereken işler var. Buralarda maalesef adım atılmıyor. Nedir bunlardan bir tanesi? Bunlardan bir tanesi fon işletim giderlerinin düşürülmesi. Uluslararası standartların çok üzerinde fon işletim gideri alınıyor ve bu toplam varlık üzerinden kesiliyor. Yani, on yıldır sistemde olan birisini düşünün, orada oluşan varlığı üzerinden her yıl ve sürekli bir kesinti yapılıyor. Şimdi çok teknik şeylere girmemek için konunun o kısımlarına girmeyeceğim ancak bunu bilmemiz gerekir ki fon işletim giderleri Türkiye’de uluslararası standartların çok üzerinde. Bakın, bu sistemde 18 tane şirket vatandaştan yıllık yaklaşık 1,5 milyar lira civarında kesinti alıyor, 1,5 milyar TL. Bunlar önemli rakamlar. Dolayısıyla, bunlara dikkat edilmesi lazım ve burada mutlaka fon işletim giderlerini uluslararası standartlara çekecek adımların Hükûmet tarafından atılması lazım fakat orayla ilgili maalesef hiçbir şey yapılmıyor. Varsa yoksa gidiyoruz gidiyoruz, devlet desteklerini artırıyoruz. Şimdi, devlet desteklerini artırdığımızda önümüzdeki on yıl için yeni sistemin yani sistemin bu kısmından, bugünkü konuştuğumuz madde kapsamından bütçeye gelecek yaklaşık yük 20 milyar TL yani eski parayla 20 katrilyon. Mevcuttan gelen yüklerimiz de var. Dolayısıyla, bütçe üzerinde olağanüstü bir yük oluşturuldu. Dolayısıyla, bu da sistemin önümüzdeki dönemde sürdürülebilirliği açısından, bu desteklerin sürdürülebilirliği açısından ciddi bir risk unsurudur. Bunun mutlaka bu şekilde görülmesi gerekiyor.

Atmamız gereken diğer bir adım, tabii, bu fonların… Orada bir fonunuz birikecek. Şimdi, çok kötü örnekler var. İnsanlar burada bir sürü zarar etmiş, zamanında bir şekilde girmiş bir nedenle, zarar etmiş. Tabii, bizde, vatandaşlarımızda finansal okuryazarlık diye -kabaca- tarif ettiğimiz hususun yani bu “Nereye daha iyi yatırım yapılabilir?” konusunda -bu finansal bilinç anlamında- zayıf olduğumuzu kabul etmemiz lazım. Dolayısıyla, bunu artırmaya yönelik tedbirler almamız lazım. Yani, insanlar burada zarar ederlerse, burada ha bire çok riskli yatırımlara gidip, birtakım şeyler yapıp zarar etmeleri durumunda yine sistemin büyümesi yönünde -çünkü insanların nihayetinde parası azalacak- büyümesini engelleyici yönde önemli bir unsur olacaktır. Buna da dikkat etmemiz gerekiyor.

Burada bin TL’lik ilave bir destek daha sağlanıyor yani yüzde 25’in yanı sıra sistemde kalıcı olanlar için “Bin TL bir daha destek vereceğim.” diyor devlet. Fakat bu desteği sisteme gönüllü olarak girenlere vermiyor. Şimdi, burada da bir adaletsizlik var. Biz bununla ilgili olarak önerge verdik fakat bu reddedildi. Yani bugün itibarıyla zorunlu olarak sisteme girenlere bu bin TL destek veriliyorsa o zaman gönüllü olarak girenlere de bu desteğin verilmesi gerekir.

Ben özetle şu şekilde ifade ediyorum: Bireysel emeklilik sistemine özü itibarıyla taraftarız, karşı değiliz ancak sisteme gereğinden fazla bir misyon yüklenmiştir. “Tasarrufları buradan artıracağız…” Hangi bakanımıza bakarsanız bakın konuşmalarında “Efendim, tasarruflar düşük, tasarrufu artırmamız lazım. Biz bunun için bireysel emeklilik sistemini güçlendiriyoruz.” Olmaz böyle bir şey. Bakın, bu sistemin yurt içi tasarruflara toplam katkısı sadece yüzde 0,2. Eğer bizim yurt içi tasarruflarımız yüzde 15’se yüzde 15’i yüzde 15,2 yapabilecektir bu, bunun ötesinde bir şey yapamayacaktır. Kendi kendimizi aldatmayalım, kendi kendimizi kandırmayalım. Türkiye'nin problemleri çözüm bekliyor. Buralara olağanüstü paralar harcayarak bu sistem üzerinden sadece tasarrufu artırmak son derece yanlış olacaktır. Ben bu konuda Hükûmeti buradan bir kez daha ikaz etmenin bir görev olduğunu düşünüyorum.

Kanunun hayırlı, uğurlu olmasını diliyor ve hepinize saygı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Usta.

Gruplar adına ikinci konuşmacı, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Garo Paylan.

Buyurun Sayın Paylan. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

HDP GRUBU ADINA GARO PAYLAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şöyle bir maraton içindeyiz, önce durumumuzu anlatalım Plan ve Bütçe Komisyonu olarak: Dün geldik, Bireysel Emeklilik Yasa Tasarısı’yla karşılaştık. İnanın ilk kez gördük ve tartışmaya başladık. Plan ve Bütçede Bireysel Emeklilik Yasa Tasarısı’nı dün geçirdik. Dediler ki: “Yarın sabah 11.00’e kadar muhalefet şerhini vereceksin.” Gece muhalefet şerhini yazdık, sabah 11.00’e kadar teslim ettik. Bir baktık “Saat ikide Genel Kurula gelecek.” dendi. Yani yirmi dört saat olmadan hem komisyon aşaması hem muhalefet şerhleri aşaması hem de Genel Kurul aşaması tamamlanacak bir yasayla karşı karşıyayız. Bu yasa 10 milyon, 12 milyon çalışanı ilgilendiriyor. Yaklaşık 6,5 milyon çalışanı bir anda zorunlu olarak bu şirketlerin müşterisi yapmış olacak. Böyle bir yasayı -yirmi dört saat olmadı inanın- on yedi, on sekiz saat içinde komisyon, muhalefet şerhleri, kitapçığın basılması ve Genel Kurul aşamasıyla geçiriyoruz. Bu bir skandaldır, böyle bir yasama uygulaması olamaz.

Peki, Plan ve Bütçe olarak başka ne yapıyoruz? Dediler ki: “Bireysel emekliliği çıkardık, hemen arkasından 75 maddelik bir torba yasa getirdik.” Hemen bizi oturttular akşam sekizde, “Hadi, 75 maddelik yasayı okuyun.” 17 bakanlığı ilgilendiren, 34 devlet kurumunu ilgilendiren bir yasa. Yani defin hakkından Şırnak ve Hakkâri’nin il olmaktan çıkarılmasına kadar, teşviklerle ilgili çok radikal, hiç bugüne kadar olmamış bir teşvik sistemini koymaktan varlık fonuna kadar olan bir torba yasa. Dün ilk müzakerelerde dedik ki: “Varlık fonu ayrılsın, varlık fonu müstakil bir yasa olsun.” Onda da sağ olsunlar, iki saat önce bizi topladılar, üç saat Varlık Fonu Yasa Tasarısı üzerine bir toplantı yaptık ve bunu da herhâlde yirmi dört saat, kırk sekiz saat sonra, hafta başında görüşeceğiz. Böyle bir maraton içindeyiz ve “Varlık Fonu Yasa Tasarısı” dediğiniz bir ülke için tarihî bir yasadır. Böyle boyacı küpü gibi batırılıp çıkarılmaz, uzun dönemli tartışmalar sonucu, mutabakat çerçevesinde, dünya örneklerini inceleyerek böyle bir yasa çıkarılır. Ama, maalesef hâlipürmelalimiz budur arkadaşlar. Böyle bir yasama kalitesiyle karşı karşıyayız; ne yazık.

Şimdi, yasayla ilgili konuşalım. Bireysel emeklilik sistemi: Bireysel emeklilik sistemi neden vardır? Çünkü devletler, sosyal sigortalar kurumları zayıflamıştır, o sosyal sigortalar kurumları gelirler… Emeklilik planı olanlar, yaşlılığıyla ilgili planları olanlar güvensiz hissederler, derler ki: “Benim yaşlılığımda bugünkü parayla 1.500 liralık, 1.200 liralık, 1.400 liralık emeklilik maaşı bana yetmez.” Devlet der ki: “Git bireysel emeklilik şirketine, kendine ayrı bir güvence al.” Ama, bu hangi devletlerde geçerli? Daha çok genç nüfusu olmayan ve yaşlılığında yeterli gelir elde edemeyeceğini düşünen devletlerde geçerli. Maalesef Batı kapitalizmi bunu böyle iletmiş, bireysel emeklilik sistemlerine çalışanları müşteri etmiş. Şimdi, bize de deniyor ki: “Aynı şeyi yapalım.” Evet, yapılıyor, bir süredir devlet desteği de veriliyor, şimdi de zorunlu hâle getirilmeye çalışılıyor. Peki, arkadaşlar, nerede sosyal devlet, nerede Sosyal Güvenlik Kurumunun desteği ve toplumun değişik gelir kesimlerine karşı regülasyon görevi nerede? Dar gelirliye, gelecekle ilgili kaygısı olanlara “Git, şirkete para yatır.” diyecek bir devlet, acaba sosyal bir devlet midir? Anayasa’mıza göre biz bir sosyal devletiz ve dar gelirli olanları özellikle gözetmek zorundayız. Emeklilik sistemimizde yani Sosyal Güvenlik Kurumunu güçlendirmek ve özellikle dar gelirli olanlara daha iyi bir emeklilik planı vermek bizim devletimizin görevi. Bunu özel şirketlere tahvil edemeyiz arkadaşlar ve bakın, getirilen yasada dar gelirliyi gözeten herhangi bir uygulama yok. Diyor ki: “Her çalışan yüzde 3 verecek ve yüzde 3 sonucunda -emeklilik planında- 56 yaşında emekli olacak.”

Peki, asgari ücretliden ayda kaç para alacağız? 50 TL kesecekler maaşından. Onu da söyleyeyim, 1 Ekimde asgari ücret maaşı 1.230 TL’ye düşüyor arkadaşlar, AKP’nin vaadinin altına düşüyor. Defalarca bu kürsüde söyledim, Komisyonda da söyledim; bununla ilgili bir düzenleme yapalım dedim, Maliye Bakanı “1 milyar TL kaybımız olacak arkadaş, yapamayız.” dedi. 40 milyar TL vergi affı yapan bir Maliye Bakanı -1 milyar TL- 6 milyon asgari ücretliyi ilgilendiren bir yasayla ilgili düzenleme yapmadı. Şimdi de deniyor ki asgari ücretliye: “Yetmez, maaşından 50 TL daha keseceğiz ve bireysel emeklilik sistemine yatıracaksın bunu zorunlu olarak.” Oysa dar gelirli tasarruf yapamıyor ki. Dar gelirli niye tasarruf yapamıyor? Borçlu; zaten gelirinden fazla gideri var, bankalardan kredi almak zorunda ve borçlu. Orta gelirlilerin maalesef bir tasarruf alışkanlığı yok, o da geliri kadar harcıyor, neden? Çünkü maalesef bir tüketim pompalanmış, sürekli olarak tüketici kredileri, tüketim pompalayalım şeklinde bir anlayışla hep tüketim cazip kılınmış, tasarruf anlayışı hiç geliştirilmemiş. Servet de hep üst gelirde toplanmış. Bakın, arkadaşlar, AKP’nin ilk iktidar olduğu yılda servetin yüzde 38’ine nüfusun yüzde 1’i sahipti, bugün servetin yüzde 55’i nüfusun yüzde 1’inde. Yani zenginleştik, zenginleştik dediğimiz, nüfusun yüzde 1’i servetten daha fazla kaynak almış.

Şimdi, sosyal devletin ne yapması lazım? Bu serveti dağıtması lazım yani üst gelirden daha fazla almaya çalışıp, bir şekilde alt gelire dağıtması lazım, bununla ilgili de regülasyonu sağlaması lazım. Milyonlarca vatandaşımızın gelecekte daha iyi bir emeklilik planını elde etmesini devletin sağlaması lazım. Bunu özel şirketlere verirseniz özel şirket; sosyal devlet, bu adamın geliri var mı, yok mu bakmaz, gelecekte emeklilik maaşı çok daha iyi olsun diye artı bir kaynak sunmaz. Çünkü, o, kâra bakar. Yalnızca ben ne kâr edeceğim diye bakacak. Ama, sosyal devlet kâr hesabı yapmaz; vatandaşın eşitliğini sağlamaya çalışır, gelecek güvencesini sağlamaya çalışır. O açıdan, bireysel emeklilik sistemine değil; SGK’nın, Sosyal Güvenlik Kurumunun dar gelirlileri esas alan bir emeklilik planına ihtiyaç var. Evet, işçiden bir kesinti yapılacaksa da yapılır ancak dar gelirliyi daha çok gözeten bir emeklilik planı sunulur ve aynı zamanda, bir fon çerçevesinde bu yüzde 3 kesilecekse bir fona aktarılır, bu fonda değerlendirilir ve dar gelirliyi daha fazla gözeten bir şekilde katkı sunulur. Yani, diyelim ki 2 bin TL’ye kadar ya da asgari ücret çerçevesinde olanlara daha fazla bir katkı sunulur. Bakın, 50 TL alacağız asgari ücretliden. Yılda kaç para yapar? 600 TL. On beş yıllık bir emeklilik planı güdülüyor. Kaç para yapar? 9 bin TL. Bugünkü değerlerle konuşuyorum. “Bin TL de benden.” diyor devlet. Ne yaptı? 10 bin TL. Düşünebiliyor musunuz, on beş yıl sonra asgari ücretli gelecek; “Ne birikti bende?” Hani, büyük bir kriz olmazsa -çünkü, genelde bu emeklilik sigortaları hep kaybettirmiştir- aynı parayı aldığını farz edelim, Türkiye'nin tabii ki bu şartlarda gittiğini düşünelim, 10 bin TL bir zenginlik hissi yaratmaz arkadaşlar. Bir asgari ücretliye siz bir servet vadetmiyorsunuz, gelecekte bir güvence vadetmiyorsunuz; 10 bin TL vadediyoruz, maaşından kesilecek olana karşı 10 bin TL. 10 bin TL’yle ne bir araba alabilir ne bir ev alabilir ne de “Çocuğumun düğününü yaparım.” diyebilir. O açıdan, dar gelirliyi daha fazla gözeten, sosyal güvenlik sistemi çerçevesinde bir yasaya ihtiyaç var, bir fona ihtiyaç var. O fon çerçevesinde değerlendirilmeli. Hem de SGK’mızın açığı var arkadaşlar. SGK bundan sonraki yıllarda daha da fazla açık verecek. Maliye Bakanımız burada yok ama hep şikâyet eder SGK’nın açıklarından. Şimdi siz bu fonu alıp özel şirkete devrediyorsunuz, bu kabul edilemez.

Değerli arkadaşlar, bir de şöyle bir sakıncası var: Biliyorsunuz, şirketler kâr hesabı yapıyorlar ve şimdi mevcut bireysel emeklilik şirketine müşteri olanlardan bireysel emeklilik şirketine müşteri olanlardan yılda 1,5 milyar TL fon işletim gideri alıyorlar ve yeni müşteriler vereceksiniz, yaklaşık şu andaki müşterinin 2 mislinden daha fazla yani yılda 4 milyar TL bir anda fon işletim gideri alacaklar işçilerimizden. Bu kabul edilemez. Milyonlarca müşteriyi oraya veriyorsunuz -gerçekten çok iyi çalışmış sigorta lobisi, onu söyleyeyim- ve bunun karşılığında tavanının ne olacağına, ne kadar fon işletim gideri kesileceğine dair hiçbir öngörü olmadan, milyonlarca müşteriye “Oraya zorla müşteri olacaksın.” diyor şu anda devlet. Bu kabul edilemez. Dediğim gibi, biz bunu mutlaka kendi sosyal devlet anlayışımız içinde çözmeliydik.

Bir konu daha var. Yasa şunu emrediyor: “Şirket gidip bir sigorta şirketiyle anlaşacak, işçiler de buna tabi olmak zorunda.” diyor. Ya, böyle bir skandal olabilir mi? Şirket hangi şartlarla anlaşacak? Ne tip arada kirli prim pazarlıkları olacak? Efendim “Yüzde 1,5’u buradan kesin ama yüzde yarımını size verelim.” pazarlıkları olacak, işçinin sırtından olacak üstelik. Kabul edilebilir mi? Bu pazarlığı -velev ki olacaksa, bu yasa illa geçecekse- işçi yapmalı, işçi istediği şekilde seçmeli ve ona göre bu fon kesim ücretine karşı pazarlık gücü olabilmeli. Maalesef, burada da ciddi bir handikap var.

Komisyonda, arkadaşlar, şöyle bir skandala daha imza attı maalesef AKP: İşçi kesimlerinin, işçi sendikalarının görüşleri Komisyonda dinlenmedi. Ancak basın üzerinden bazı beyanatlar verdiler, gelip tartışmaya katılmadılar, davet edilmemişlerdi bir şekilde ve biz dinlenmesini önerdiğimizde de dinlenmedi. Sektör temsilcileri de sürekli el kaldırıyordu ama Başkanımız onlara da izin vermedi. Yani, “Biz bunu getirdik arkadaşlar, hadi geçirelim. Yarın sabah da geçireceğiz, Meclisi de akşama tatil edeceğiz.” anlayışıyla bir yasayla karşı karşıyayız. Bu kabul edilemez.

Bir önerimiz daha oldu. İşsizlik Fonu’nda 100 milyar TL birikti ve İşsizlik Fonu’nun üçte 1’ini işçiden kestik arkadaşlar. Yani, işverenin payı yüzde 2, işçinin payı yüzde 1 kesinti oluyor ve bu paraya, görüyoruz ki işsizlik sigortasında bu kadar paraya gerek yok yani bu kadar kaynak gerekmiyor işsizlere şu anda, gelecekte de gerekmeyecek, çok ciddi bir kaynak kesilmiş. Gelin şu işçi payını İşsizlik Fonu’nda artık almayalım ve bunu işçi adına biriktirelim. İşçi, emekliliğinde bu yüzde 1’lik kaynağı buradan alsın dedik, maalesef, buna da sıcak bakılmadı. Yani fakirlik etkisinden işçilerimizi kurtaralım dedik ama maalesef, buna da AKP Grubu yanaşmadı.

RECAİ BERBER (Manisa) – Kıdem tazminatı öyle olacak, işçinin hesabına yatacak.

GARO PAYLAN (Devamla) – Vallahi, işçinin avantajına düşünmemiz lazım Sayın Vekilim ama maalesef, öyle bir anlayışı göremiyoruz.

Şimdi, tasarrufların artırılması amaç. Burada peki ne kadar tasarruf artışı olacak? Gayrisafi yurt içi hasılanın yaklaşık yüzde 15’ini tasarruf ediyor toplumumuz. Evet, çok düşük. Bu tasarruf anlayışı mutlaka artırılmalı, özellikle, zengin kesimlerin, orta ve üst gelirli kesimlerin tasarruf etmesi sağlanmalı, dar gelirlinin de fakirlik hissi buradan giderilmeli. Yani zenginden alıp fakire akıtmalıyız, bunu bir şekilde becermeliyiz. Ama biz yine dar gelirliye yükleniyoruz ve oradan alacağımız kaynakla gayrisafi yurt içi hasılanın binde 3’ü kadar artı bir tasarruf sağlayacağız.

Bakın, 50 TL bir çoğunuz için bir yemek parası ama işçi için, asgari ücretli için belki de bir günü daha aç geçirip geçirmeme parasıdır arkadaşlar. Belki çocuğuna okula başlarken bir ayakkabı alıp alamama parasıdır. Bu çerçevede bakalım ve özellikle dar gelirliden bu zorunlu kesintiye kesinlikle karşı çıkalım. Devlet anlamında, sosyal devlet olduğumuzu hatırlayıp bu işçilerin emeklilik planlarını güçlendirelim derim.

Asgari ücret, evet, 1.230 TL olacak. Bununla ilgili, bakın, Meclis haftaya 19’unda kapanacak deniliyor; hepinize çağrı yapıyorum buradan, vebali boynunuza: 1 Ekimde asgari ücret 1.230 TL’ye düşüyor, gelin, bunu düzeltelim. Süleyman Soylu, Çalışma Bakanı “Bunu düzelteceğiz.” dedi, basına beyanat verdi, “Böyle olmaz." dedi, Sayın Cumhurbaşkanı da böyle söyledi ama Maliye Bakanınız ısrarla diyor ki: “1 milyar lira kaybedeceğim, bunu asla yapmam.” Gelin hep birlikte, biz Meclis iradesi olarak ortak bir önergeyle ilk dilimi, bakın, ilk basamak dilimi yüzde 15’ten yüzde 20’ye çıkıyor, ilk basamağı yükselttiğimiz anda işçi bu üç ay için, o 70 TL’yi, işçi için çok önemli olan 70 TL’yi kaybetmez. Gelin el birliğiyle işçiye de bir müjde verelim arkadaşlar buradan. Var mısınız? Maliye Bakanının itirazına rağmen, irade bizde, Mecliste değil mi irade? Gelin -40 milyar TL sermayeyi affettik- işçiye 1 milyar TL’lik bir müjde verelim. Her kesime müjde veriliyor ama işçiye maalesef henüz bir müjde yok.

Değerli arkadaşlar, son olarak biraz da siyasetle, güncel konularla ilgili bir iki bir şey söylemek isterim. Yukarıdaki torba tasarıyı maalesef diyorum, buraya şikâyet etmek durumundayım çünkü bütün Komisyon üyesi arkadaşlarımız iknalar. Bu Hakkâri ve Şırnak ilinin il olmaktan kaldırılmasına herkes karşı, AKP Grubu dâhil ama ne hikmetse henüz geri çekilmedi ve hâlâ Komisyon görüşmeye devam ediyor.

Aynı zamanda, biliyorsunuz, valilere verilen kayyum yetkisi. Yani “Belediye başkanının gözünün üzerinde kaşı var, buraya kayyum atayalım.” diyecek ve seçilmişi, bakın, bir seçilmişi görevden alacak bir vali. Kabul edilemez. Belediye varlıklarına güvenlik gerekçesiyle –bakın, son derece muğlak bir ifadedir- gelecek idare “Ben el koyuyorum arkadaş.” diyebilecek herhangi bir yerde. Kabul edilemez. Sanki memlekette olağanüstü hâl var. Böyle bir şey kabul edilebilir mi? Hani dediniz ya: “Olağanüstü hâl yalnızca FETÖ’ye karşı.” Ama, şu anda bakıyoruz, belediye başkanlarını keyfî görevden almalar… Bu bir darbedir. Bir valinin, bir İçişleri Bakanının bir seçilmişi “Gözünün üzerinde kaşın var.” diyerek alması… Herhangi bir yargı kararı olsa zaten görevden alınabilir biliyorsunuz, mevcut yasalarımız bunu emrediyor ama herhangi bir yasal takibat sonuca ulaşmadan görevden alınması kabul edilemez, bu bir darbedir. Gelin, el birliğiyle bütün gruplar olarak Komisyondaki bu tasarının geri çekilmesi yönünde hep beraber baskı yapalım, biz orada muhalefetimizi yapıyoruz, sizler de yapın.

Arkadaşlar, biliyorsunuz, darbe bulutunun içinden geçiyoruz. Darbe bulutunun içinden geçerken böyle olağanüstü hâl ve travma yaşamış bir topluma, özellikle Şırnak ve Hakkâri halkına böyle bir darbe yapılamaz, yapmamalıyız çünkü bir oyun oynandı üzerimizde, defalarca bu oyunun içinden geçtik. Ta, KCK soruşturmalarından başlayın, Oslo görüşmelerinden başlayın, Habur’a, Roboski’ye bakın, Ceylânpınar’da 2 polisimizin öldürülmesine bakın; Cizre’nin, Sur’un, Silopi’nin kimler tarafından bombalandığına bakın; başımıza bir çorap örülmüş ve darbecilerin anlayışı, darbecilerin önerdiği “Hakkâri ve Şırnak’ı il olmaktan çıkaralım efendim.” diyenlerin yasası şu anda darbe geçirmiş bir Mecliste, bombalanmış bir Mecliste görüşülüyor. Bu, kabul edilemez, el birliğiyle bunu kaldıralım arkadaşlar.

Bakın, birileri hâlâ gönül bağlarını koparmaya çalışıyor. Maalesef darbeden bir ders çıkarmamışız, bunu görüyoruz. Şırnak ve Hakkâri’nin bir yıldır yaşadığı, yıllardır yaşadığı, yüz yıldır yaşadığı travmayı biliyoruz ve sanki bu işin müsebbipleriymiş gibi Şırnak ve Hakkâri halkı, onları cezalandırıyoruz. Hakkâri’nin biliyorsunuz tek bir ekonomisi vardır, oradaki bürokrasinin, memurların orada yaşamasıdır, maalesef onun dışında bir ekonomisi yoktur. Topyekûn bir şehri ortadan kaldırmak demektir. Aynı şekilde Şırnak, zaten gadre uğramış, topyekûn uzaktan yıkılmış, o darbecilerin önerdiği, maalesef AKP iktidarının da “Evet, uzaktan vurun.” diye emrettiği bir şehirden bahsediyoruz. Yaraları sarmak istiyorsak, darbeden ders çıkarmak istiyorsak, bu tip darbecilerin önerdiği ancak darbecilerin darbe yaptığı zaman getireceği yasaları burada görüşemeyiz arkadaşlar.

Son olarak şunu söyleyeyim: Anayasa Komisyonu toplanmış. Hani “Yenikapı ruhu” diyorsunuz ya sizler AKP, CHP ve MHP arasında, cuma günü bir toplantısını daha yapacakmış AKP, CHP, MHP arasında. Devleti yeniden yapılandırma önerisi vardı Cumhurbaşkanının size tevil ettiği, 3 partinin birlikte. Hayırlı olsun, gönül bağlarına bir darbe vuran da öneri budur. Düşünebiliyor musunuz, Meclisin üçüncü büyük siyasi parti grubu yok sayıldı, bir yeni dönem, yeniden yapılanma konuşuluyor. Kabul edilemez, bu ayrımcılıktır, bu bölücülüktür arkadaşlar. Bu bölücülüğe, bu ayrımcılığa yol vermeyelim arkadaşlar. Ama siz ısrar ederseniz, gönül bağlarını ısrarla zorlamaya devam ederseniz bu yeni darbecilerin planıdır, yeni darbe dinamiğinin devrede olduğunu gösterir ve siyasi iktidarın bir kez daha -tırnak içinde- kandırıldığını gösterir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Paylan.

Sayın Gök, sisteme girmişsiniz, buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

19.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Hakkâri ve Şırnak’ın il statüsünden çıkartılmasının karşısında olduklarına, Yüksekova ve Cizre’nin il olması konusunda bir tasarrufta bulunulacaksa bunu destekleyeceklerine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, kamuoyunda tartışılan bir konuda partimizin görüşünün bir kez daha tekrarlanmasında yarar görüyoruz.

Genel Başkanımız dün ifade etti. Bildiğiniz gibi şu anda Hakkâri ve Şırnak’ın il statüsünden çıkartılması, yerine Yüksekova ve Cizre’nin il olarak belirlenmesi amacıyla bir tartışma ve Komisyonda bir çalışma yürüyor. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, kadim bir kent olan Hakkâri’nin ve daha önce güvenlik gerekçesiyle il yapılmış olan Şırnak’ın bu il statüsünden çıkartılmasının karşısında olduğumuzu, eğer gerekli oluyorsa Yüksekova ve Cizre’nin de ayrı bir il yapılması suretiyle bu tartışmanın sonlandırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle, Hakkâri ve Şırnak il olarak kalmalıdır, Cumhuriyet Halk Partisi bunu savunmaktadır ama Yüksekova ve Cizre’nin il olması konusunda bir tasarrufta bulunulacaksa bunu da destekleyeceğimizi ifade ediyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederiz Sayın Gök.

VIII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Pervin Buldan’ın, Hakkâri ve Şırnak’ın il olarak kalmasının uygun olacağına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Bu konuda ben de kısa bir görüş belirtmek isterim açıkçası bir Hakkârili olarak, o toprakların evladı olarak.

Hakkâri’nin ilçe yapılmasına Hakkâri halkı gerçekten tepkili. Bu konuda ben de Hakkâri ilimizin il olarak kalmasının daha uygun olacağını ama aynı zamanda Şırnak ilinin de yine il olarak kalmasını buradan hem siyasi iradeye hem de yetkililere bir çağrı olarak iletmek isterim. Elbette ki Yüksekova ve Cizre il olabilir ancak bunların il olması Hakkâri ve Şırnak’ın il olmasına engel olmamalıdır. Dolayısıyla, bir kez daha bu konuda, bir Hakkârili olarak, o toprağın evladı olarak bu çağrıyı siyasi iradeye ve yetkililere duyurmak isterim. (HDP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim Sayın Gök size de.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/752) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 410) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerinde üçüncü konuşmacı Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Musa Çam. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Çam, süreniz yirmi dakika, buyurun.

CHP GRUBU ADINA MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; 410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerek grup başkan vekilimiz gerekse Meclis Başkan Vekilimiz Hakkâri ve Şırnak'la ilgili söylediler. Biraz önce yukarıda, Plan ve Bütçe Komisyonunda konuyla ilgili bizler de görüşlerimizi söyledik. Tabii ki üzücü bir olay her 2 ilin ilçe yapılması. Diğer 2 ilçenin il yapılması tabii ki takdire şayan bir olaydır, onlar bağımsız bir şekilde yapılabilir ama Hakkâri ve Şırnak’ın ilçe yapılması kabul edilebilir bir tutum ve davranış biçimi değildir.

Bu bana 1954 seçimlerini hatırlattı. 1954 seçimlerinde Demokrat Parti, Türkiye’de altmış yıllık çok partili sistem içerisinde en yüksek oyu aldı, yüzde 58 oy aldı arkadaşlar. Demokrat Parti, 1954 yılında yapılan seçimlerde yüzde 58 oy aldı ve yaklaşık olarak 401 civarında da milletvekili çıkardı arkadaşlar. Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 35 oy aldı, 36 milletvekili çıkardı. Cumhuriyetçi Millet Partisi, Osman Bölükbaşı’nın partisi de 5 milletvekili çıkardı, 2 de bağımsız çıktı arkadaşlar. Ve Demokrat Parti, yüzde 58 oy almış olmasına rağmen Kırşehir’de 5-0 kaybettiği için Kırşehir ilini ilçe yaptı arkadaşlar, Kırşehir ilini ilçe yaptı 1954 seçimlerinden hemen sonra. Doğru bir şey midir? Yüzde 58 oy almışsın, 400 milletvekili çıkarmışsın, yetmiyor, Kırşehir’de hiç milletvekili çıkarmadın diye o ili ilçe yapıyorsun arkadaşlar. Bu, kabul edilebilir bir iş değil, bunu kabul etmek de mümkün değildir.

Aynı olay Malatya’da meydana geldi. Malatya il olmadı, Malatya’da 2’nci Genel Başkanımız rahmetli İsmet İnönü’nün seçildiği seçim bölgesinde tulum… Eskiden liste usulüyle milletvekili seçilirdi, bir ilde en yüksek oyu alan parti o ilin tüm milletvekillerini alıp götürüyordu. O sisteme göre, Malatya’da da İsmet İnönü’nün başkanlığındaki liste tulum çıktı. Malatya’yı ilçe yapmadılar ama Malatya’yı ikiye bölüp Adıyaman’ı çıkardılar. Adıyaman’ın il olması da 1954 seçimlerinden hemen sonradır arkadaşlar. Sonra, 1957 seçimlerine giderken tekrar Kırşehir il yapıldı arkadaşlar.

Şimdi, Hakkâri ve Şırnak’ın ilçe yapılması kabul edilebilir bir iş değil. Cizre ve Yüksekova il yapılsın bir itirazımız yok, yapılsın ama AKP diyor ki: “Halkın iradesi.” Mademki halkın iradesi, Hakkâri’de ve Şırnak’ta referandum yapılsın, Hakkâri’de ve Şırnak’ta oturan vatandaşlarımız kendi özgür iradeleriyle eğer ilçe olmak istiyorlarsa yapacak bir şeyimiz yok arkadaşlar. Ama biz biliyoruz ki böyle bir şey söz konusu değil. Bu yanlıştan, ümit ederiz ki geri dönülür.

Konuştuğumuz tasarı, bireysel emeklilikle ilgili arkadaşlar. Bireysel emeklilik kanun tasarısının içerisinde, madde gerekçesinde aynen şunu söylüyor, birtakım methiyeler dizdikten sonra diyor ki: “Bu düzenlemenin İngiltere, Yeni Zelanda ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde başarılı örnekleri bulunmaktadır.” ve buna sığınarak da, Türkiye’de bireysel emekliliğin ne kadar doğru, ne kadar güzel ve ne kadar önemli bir şey olduğunun da altını çiziyor. Peki, gerçekten böyle midir? İngiltere’de, Yeni Zelanda’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde bireysel emeklilik fonları, gerçekten, o fonlara mecburen girmiş olan insanların faydasına mı olmuştur, zararına mı olmuştur onlara kısaca bir bakalım:

1980’li yıllarla birlikte yaygınlaşan neoliberal politikalar, diğer pek çok alanla birlikte emekçilerin, çalışanların biricik güvence kaynağı olan sosyal güvenlik birikimlerini sermaye için yeni kâr alanı hâline dönüştürmeye başladı. Sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesine yönelik ilk uygulamalar Şili’de başladı ve Latin Amerika ülkelerinin ardından neoliberal politikalar uygulayan diğer ülkelere de yayıldı. Pinochet rejiminin, darbesinin etkisi altında Şili’de 1980 yılında gerçekleştirilen emeklilik reformuyla birlikte özelleştirilen sosyal güvenlik sisteminin iki ayağı vardı; birincisi, işverenler tarafından ödenen sosyal güvenlik katkısının ortadan kaldırılması, diğeri ise emeklilik birikimlerinin kâr amaçlı özel işletmelerin yönettiği fonlara devredilmesidir. Emekçilerin gelecek güvencesi olan birikimlerini, sermayeye yeni kâr alanı hâline getiren bu uygulamanın sonucunda şirketler sermayelerini büyütürken piyasada oyuncağa dönüşen emeklilik fonları, sahte bilançolar ya da iflaslarla bitti. Pek çok ülkede sosyal güvenlik sistemi ne yazık ki çöktü.

"Şili modeli" olarak tanımlanan ve sermaye için son derece cazip olan ama emekçiler, çalışanlar için yıkım anlamına gelen bu uygulamalar 1990'lı yıllar içinde birçok gelişmiş ülkede kabul gördü. Bu ülkelerin başında Amerika geliyordu. Amerika'da şirket hisselerine yatırılan emeklilik fonlarının akıbeti ilk olarak 2002 yılında patlak veren Enron skandalıyla ortaya çıktı. 2000 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük 7'nci şirketi olan Enron'un 2001 başında 80 dolar olan fonları da şirketle birlikte çöktü ve 0,20 dolara düştü. Enron'un hisselerine yatırılmış olan emeklilik fonları da şirketle birlikte çöktü. Böylece milyonlarca emeklinin maaşı da riske girmiş oldu. Benzer durum, 2008 krizi sonrasında yüzlerce şirketin iflasa sürüklenmesiyle yeniden yaşandı. Devlet, batan şirketlerin hisselerine yatırılmış olan emekli fonlarını kurtarmayı bahane ederek bu şirketleri iflastan kurtarmak için yüzlerce milyar doları topluma ödetti arkadaşlar yani bu şirketlere yatırılan paralar o şirketler tarafından batırıldı ve yüz binlerce, milyonlarca emekli insanın o paraları o şirketlerle beraber battı.

İngiltere'de ise buna benzer, hisselerinin çok büyük bölümü emeklilik fonlarından oluşan British Petroleum, daha fazla kâr elde etmek amacıyla riskli olan derin sularda petrol çıkarmaya girişti. Yine daha fazla kâr için British Petroleum taşeron kullandı ve güvenlik için gerekli yatırımları yapmaktan kaçındı. Sonuç olarak, bildiğiniz gibi, 20 nisan 2010'da Meksika Körfezi'nde bir British Petroleum platformu patladı ve bu patlamada 11 işçi hayatını kaybederken her gün denize boşalan binlerce varil petrol büyük bir çevre felaketine neden oldu. British Petroleum, daha fazla kâr hırsıyla neden olduğu bu felaketin durdurulması ve tazmini için milyarlarca dolar harcama yapmak zorunda kaldı. British Petroleum hisseleri hızla düşmeye başladı, böylece emeklilik fonları British Petroleum hisselerine yatırılmış olan milyonlarca emekçinin geleceği belirsiz hâle geldi. Beklentiler Amerika'da olduğu gibi İngiltere'de de devletin emeklilik fonlarının kurtarılmasını bahane ederek British Petroleum zararlarının topluma ödettirilmesi yönünde gerçekleştirilmiştir.

Türkiye'de sosyal güvenlik sisteminin Şili modeline uygun olarak özelleştirilmesinde diğer önemli bir adım, işsizliği önleme bahanesiyle istihdam üzerindeki yüklerin kaldırılmasına yönelik uygulamalardır. 2008 yılında “istihdam paketi”, 2009 yılında “istihdam ve teşvik paketi" adıyla uygulamaya konulan düzenlemelerde Sosyal Güvenlik Kurumu işveren payı giderek daha aşağıya çekilirken kimi istihdam biçimleri için ise sıfırlanmıştır.

Türkiye'de Hükûmetin hedefi diğer ülke örneklerinde de görüldüğü gibi sosyal güvenlik sistemini özelleştirmek ve emekçilerin gelecek güvencelerini tamamen ortadan kaldırmaktır. Türkiye'de Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu 2001 yılında kabul edilmiş ve uygulanmaya başlanmıştır. Bu fonların bugün için; 2004’te 6,5 milyar lira, 2013 sonunda 25,1 milyar olurken, yine 22 Temmuz yani bir ay önce 48,5 milyar olmak üzere 2013 yılından bu yana devletin sisteme katkısı ise toplam 6,4 milyar lirayı bulmuş durumdadır arkadaşlar.

Bireysel emeklilik sistemi gelir farklılığının yol açtığı adaletsizliği derinleştirecek bir uygulamadır. Burada amaç kamusal olarak sağlanması gereken ve ömürleri boyunca çalışarak topluma katkı sağlamış olan bireylerin çalışma hayatından çıktıktan sonra onurlu bir yaşam sürdürebilmeleri için gerekli gelir ve yaşam imkânlarına sahip olmasını engellememek olmalıdır. Devletin öncelikli amacı kamusal olarak sağlanan emeklilik sisteminin güçlendirilmesi olmalıdır. Bireysel emekliliğin özendirilmesinin ise öncelikle kamusal olarak sağlanması gerekli ve devletin sosyal devlet olmaktan gelen yükümlülüğünün bir yansıması olarak Sosyal Güvenlik Kurumu ve Emekli Sandığı kapsamındaki emeklilere tanınan hak ve imkânların iyileştirilmesine verilmelidir. Bireysel emeklilik sistemi bir tamamlayıcı emeklilik gibi değil, bireylerin uzun vadeli yatırımlarının kaydıhayat karşılığı değerlendirilmesi ve nemalandırılmasına dönük bir özendirme olmalıdır.

Bireysel emeklilik sistemi, yüksek gelirli yurttaşların gönüllü olarak katıldıkları bir sistemdir. Zaten, uygulamada sürekli prim ödemeleri yapanların gelir durumlarına bakıldığında da bu görülebilir. Yapılan değişiklikle devletin vergi gelirinden yüksek gelirli gruplara yönelik bir kaynak transferi yapılmaktadır. Özellikle düşük gelirli gruplar da dâhil olmak üzere bütün vergi gelirlerinden finanse edilmesi, gelir dağılımını bozucu etki yaratacaktır.

Zorunlu BES uygulaması, Anayasa'nın sosyal devlet ilkesi ve sosyal güvenlik, sözleşme hürriyeti ve mülkiyet hakkına ilişkin hükümlerine aykırıdır. Yasa tasarısı, sosyal devlet ilkesine de kesinlikle aykırıdır. Çünkü sosyal güvenlik herkes için zorunludur, vazgeçilmezdir ve Anayasa’nın 60'ıncı maddesine göre herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir ve devlet bu güvenliği sağlayıp gerekli teşkilatı kurmakla yükümlüdür. Devlete düşen görev, BES'e değil, çalışanların hâlihazırda prim ödediği kamusal sosyal güvenlik sistemine daha fazla katkı yapmaktır. İşçi sınıfının, çalışanların, emekçilerin ihtiyacı zorunlu bireysel emeklilik sistemi değil, herkese parasız ve nitelikli sağlık ve sosyal güvenlik hakkının tanınmasıdır ve bunun güçlendirilmesidir. İşçilerin, çalışanların, emekçilerin imzalamadıkları sözleşmeden iki ay sonra cayma hakkı tanınsa da özel bir sigorta programına üye olmaya zorlanması, kendi arzusu dışında ücretlerinden kesinti yapılması hukuksuzluktur ve Anayasa'nın 60'ıncı maddesine de aykırıdır.

Tüm bu hukuki itirazların yanı sıra bir önemli nokta da zorunlu BES'le işçilerin yoksullaşacak olmasıdır. Asgari ücretlilerden 50 lira civarında bir kesinti yapılacak, yüksek ücretlerde ve sendikalı toplu sözleşmeli iş yerlerinde bu rakam çok daha yukarılara çıkacaktır. Düşük ücretli ve asgari ücretli işçilerin yüzde 20'lik vergi dilimine girmeye başlamış olması, yoksullaşmayı daha da artıracaktır. Asgari ücretliyi hem BES hem de vergi dilimindeki artış vuracak, böylece yaşamını açlık sınırının altında sürdürmeye çalışan asgari ücretli için, kesinti yapılan her ay daha da zor yaşam koşullarını beraberinde getirecektir. Yani hem BES'e hem de vergi dilimine gireceği için asgari ücretle çalışanlar açısından BES'e girmek bir avantaj değil, tam bir dezavantajdır, tam bir kâbustur.

Devlet katkısıyla bireysel emeklilik dayatması devlet kesesinden özel sigortaların finansmanı demektir. Aynı zamanda, unutulmasın ki, devletin vergi gelirlerinin önemli bir bölümü ücretlilerden sağlanmaktadır. Yani devlet işçilerden aldığı parayla finansal sermayeyi destekleyecektir. Bu da yetmeyecek, Kanal İstanbul gibi çılgın projelere, yandaş inşaat şirketlerine yeni kaynaklar aktarılacaktır. İşçilerin, emekçinin ödediği vergilerle, işçilerden kesilen paralarla sermayenin beslenmesi kabul edilemez bir yolsuzluktur. Borç içerisinde yaşamlarını sürdürebilen işçilerin tasarruf yapması için zorla ceplerine el uzatmak çözüm değildir ve kurtuluş da değildir. Ülkede tasarruf oranları artırılmak isteniyorsa çare işçilerin gelirlerini ve ücretlerini artırmaktan geçmektedir. Zorla tasarruf olmaz. Ücretlerin artışıyla, ücretlere zam yaparak işçilerin tasarruf etmeleri olanaklı hâle gelebilir. Zorunlu tasarruf doğru bir tasarruf değildir ve mecbur edilemez.

Türkiye'de BES, başından beri umulduğu gibi, bu aslan paylarını oluşturamıyor. Büyük sermaye gruplarını bu fonlara çekmek de ne yazık ki başarısız görünmektedir çünkü havuz büyüklüğü göz dolduramamaktadır. İşte, söz konusu zorunlu hâle getirilmesine dair çabanın bir kısmı bu havuzu doldurmaya yöneliktir. Performansı, dediğimiz gibi, zayıftır oldukça. 2015 yılında, BES, ortalamada reel olarak yüzde 7’ye yakın zarar etmiştir. Yaklaşık 6 milyon katılımcının birikimleri enflasyon karşısında eridi. Özellikle yüksek risk-yüksek getiri üzerinden bu sistemin pazarlandığı ve fon dağılımlarını hisse senetleri üzerine yapmış kişilerin geçtiğimiz sene kayıpları yüzde 21'in üzerine çıkmaktadır. TL cinsinden kamu borçlanması, tahvil veyahut da bono alanların kayıpları yüzde 7 olurken, orta-yüksek risk taşıyan fonlar yüzde 8'e yakın değer kaybetmiştir değerli arkadaşlar.

BES sadece bir yatırım aracı değildir. BES’in bir diğer yüzü ise herkesin yaşamına dokunacak sosyal güvenliğe de bakıyor. Özellikle de 1990'lı yıllarda IMF ve Dünya Bankası direktifiyle bir hak olmaktan bir sorun olmaya başlayan sosyal güvenlik sistemi, o günden bugüne, büyük bir kısmı AKP döneminde olmak üzere ciddi köklü dönüşümler geçiriyor. Bu dönüşümlerin en büyük halkalarından biri ise kuşkusuz bugün de gündeme yeniden taşınan kamu emeklilik sistemine ilişkindir. Emeklilik yaşı ve prim ödeme gün sayısı yükseltildikten sonra iktidara gelen AKP, iktidara geçtiği günden bu yana sağlık ve sosyal güvenlik sistemindeki kamu tasfiyesini hızlandırmakla meşguldür. Bu olanlardan birinin de kuşkusuz bireysel emeklilik sistemiyle bağı çok kuvvetli. “BES geliyor, kamu emekliliği tasfiye ediliyor.” demek şu aşama için çok doğru olmayacaktır belki ama lakin gitgide emeklilik maaşları zamlarında, işveren yükümlülüğü düzenlemelerinde, BES, iktidarın tüm emekçilere ve emeklilere karşı kullandığı bir koz olarak masada duracaktır ve bu yönüyle de bu tasfiyeye hız verecek önemli bir araç olarak anlaşılmaktadır.

Alternatif, Türkiye'de BES, başta çok masumane amaçlarla tanıtılmıştı. Ülkenin tasarruf ihtiyacını karşılama, bireyleri tasarruf sahibi yaparak borçlanmadan az da olsa uzaklaşabilmek gibi tanımlamalarla altı çizile çizile "Aman ha, bu, emeklilik sisteminin alternatifi değil, tamamlayıcısı." şeklinde uyarılarla piyasaya sürülmüştür. Sigorta şirketlerinin bankalar aracılığıyla geniş toplum kesimlerini sisteme agresif bir şekilde katma çabasına tanık olmayanımız yoktur herhâlde. Bireysel emeklilik sistemi katılımcılarının birçoğunun aynı anda kredi sahibi oluşunun, bankalarda üzeri kapalı dayatma usulü satılan BES poliçeleriyle yakından bir ilişkisi vardır.

Sonuç olarak, Başbakan Yardımcısı Şimşek geçtiğimiz günlerde kendi ağzıyla durumu ifade ediyor: "Hayat standartlarını korumak isteyen bireyler için, sosyal güvenlik sistemlerince sunulan emeklilik gelirine ek bir gelir sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir sistem." Bu cümleyi daha anlaşılır bir hâle getirmek istersek;

Bir: İnsanca yaşam için yeterli bir emekli maaşının verilmesi sorumluluğunu iktidar hiçbir zaman üstlenmeyecek.

İki: Emeklilik döneminde insanca bir yaşam düzeyi, bugünden sadece gelirinden tasarruf yapabilen orta ve yüksek gelirlilerin payına düşecek.

Üç: Sonuç olarak, BES, emekli maaşının tamamlayıcısı olduğu gibi, aynı zamanda emekli maaşının insanca bir yaşam olması yolunda hak arama kanallarını tıkayacak, bu sorumluluğu bireylerin kendisine yükleyecektir. Bu düzenlemelerden sonra, tahmin ediyorum ki, önümüzdeki günlerde çalışanların özellikle kıdem tazminatlarına el uzatılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda Türkiye’de toplam 18 bireysel emeklilik şirketi var arkadaşlar. Bunlardan 14’ü yabancı, 14 yabancı yani 45 yaşın altında bulunan bütün çalışanların zorunlu olarak işverenler tarafından götürülüp sokulacağı bireysel emeklilik sigorta şirketlerinin 18’inden 14’ü yabancı arkadaşlar. Bu yabancı şirketlere yatırılan paralar yarın öbür gün Amerika’da, İngiltere’de, Şili’de olduğu gibi, çok uluslu şirketlere yatırılacak, oradan nemalandırılmak istenecek; “O nemalandırmadan bizler pay alacağız.” denilecek işçilere, çalışanlara, emeklilere ama bir süre sonra o yatırılan… Amerika’daki Enron, İngiltere’deki BP, Şili’deki başka şirketler nasıl iflas etti, paralar kaçırıldıysa tekrar Türkiye’de de olacak olan, bu toplanan fonların yok edilmesi, hiç edilmesi olacaktır ve emekli maaşlarından 50 lira, 100 lira ödeyen o çalışanların, o emekçi kardeşlerin paraları, tasarrufları böylelikle yok edilecektir.

Yakın tarihimizde, 1980’den sonra Özal’la birlikte neoliberal politikaların uygulandığı ülkemizde Tasarrufu Teşvik Fonu, Konut Fonu gibi birtakım fonların Türkiye’de nasıl talan edildiğini, içinin boşaltıldığını, sonra bunun faturasının bu ülkenin insanlarına nasıl çıkarıldığını, nasıl ödettirildiğini hepimiz biliyoruz arkadaşlar.

Bu düzenlemede bu fon hesabıyla da yine toplanacak paralar yabancı şirketler marifetiyle birtakım yerlere, çılgın projelere aktarılacak; o çılgın projeler bitirilmeyecek, o fon hesapları batacak, iflas edecek olan ve zorunlu olarak mecburen o fonlara götürülüp üye yapılan o insanların o birikimlerinin birtakım insanlara peşkeş çekilmesinden başka hiçbir şey…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (Devamla) – …olmayacak. Bizler tarihsel olarak burada bir not düşüyoruz ve uyarıyoruz ama birazdan sizler, AKP milletvekilleri gelip buna “evet” oyu verip kabul ederseniz bunun vebali de sizlerin omuzlarındadır diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Çam.

Tasarının tümü üzerinde, şahıslar adına Manisa Milletvekili Sayın Recai Berber.

Sayın Berber, süreniz on dakika.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RECAİ BERBER (Manisa ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, öncelikle, sözlerime başlamadan önce 15 Temmuzdaki ülkemizin uğramış olduğu terör saldırısında ve tarihimizde görmediğimiz ihanet çerçevesinde kaybettiğimiz şehitlerimize yine ben Allah’tan rahmet diliyorum. Ancak o günden bu yana yine ülkemizin bir başka köşesinde maalesef şehitler vermeye devam ediyoruz. 15 Temmuz saldırısı nasıl bu Meclisin bütün siyasi partilerinin ittifakıyla ve iradesiyle ve eylemiyle savuşturuldu ve atlatıldıysa ülkemizin diğer köşesindeki bu terör saldırıları için de inşallah birlikte hep beraber, bütün siyasi partiler olarak tavır alır, onu bitirmek için de elimizden geleni yaparız.

Değerli arkadaşlar, bu kanunla ilgili olarak tabii ki arkadaşlarımız değişik görüşlerini paylaşıyorlar. Ancak öncelikle söylenen hususların gerçekten kanunda olup olmadığına ve onun üzerinden de birtakım argümanlarla, tabiri caizse, kanunu çarpıtarak ajite etmeye gerek yok. Yani son zamanlarda sağladığımız gerçekten demokratik olgunluk, sağladığımız birbirimizle ilgili, kanunlarla ilgili eleştirilerimizin gerçek olması, ayağı yere basması her şeyden önemli; ondan sonra uzlaşma zaten kolay. Uzlaşabilmek için önce elimizdeki verilerin, donelerin gerçek olarak, doğru olarak anlaşılması ve çarpıtılmadan anlatılması lazım. O zaman çok daha rahat anlaşırız.

Nitekim biz geçen dönem Plan ve Bütçe Komisyonunda Musa kardeşim ve diğer arkadaşlarla çok tartışmalar yaşadık gece on ikilerde, birlerde. Ama, şimdi görüyorum, hakikaten demokrasi buymuş, yani son zamanlarda güzel bir olgu var yani, uzlaşma.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bravo! Ne güzel farkına vardık, alkışlıyorum vallahi!

RECAİ BERBER (Devamla) – İktidar diyor ki: “Şu maddeyi çekelim.” Siz diyorsunuz: “Çekelim.”, “Tekrar görüşelim.”, “Tekrar tartışalım.” Ne güzel, böyle olması lazım. Ve gerçekten zevk alıyoruz şimdi. Yani sanki demokrasiyi ve uzlaşma kültürünü yeniden keşfetmiş gibi böyle bir durumdayız, gerçekten bundan da büyük bir mutluluk duyuyoruz, katkı veren herkese de ben teşekkür ediyorum.

Ancak, tabii, bazı alışkanlıklar da maalesef, dediğim gibi, kolay terkedilmiyor. Bu kanun çok açık bir şekilde, maddesinde açıkça dediği hâlde… Yani zorunlu tasarruf filan değil bu, zorunlu olması için, hani girdin, çıkamazsın, zorunludur. Öyle bir şey yok, iki ay sonra bir dilekçe veriyorsun, ayrılıyorsun ya da iki ay sonra ayrıldığın zaman, ayrılmayı unuttun, iki ay değil de üç ay geçti, beş ay geçti, on ay geçti, istediğin zaman ayrılıyorsun.

MUSA ÇAM (İzmir) – Senin iş yerinde, fabrikandaki işçi senin korkundan ayrılabilir mi?

RECAİ BERBER (Devamla) – Ya da bir dakika…

MUSA ÇAM (İzmir) – İşten atarsın adamı!

RECAİ BERBER (Devamla) – Öyle şey olur mu?

MUSA ÇAM (İzmir) – İşten atarsın adamı!

RECAİ BERBER (Devamla) – Niye atsın?

MUSA ÇAM (İzmir) – Atarsın! İşçi korkusundan ayrılamaz.

RECAİ BERBER (Devamla) – İşverenin cebine giren bir şey yok ki niye atsın yani, böyle bir şey olamaz.

Ya da diyelim ki bir iş yerinde çalışıyordu, o iş yerinden ayrıldı, yeni bir iş yerine geçti, orada böyle zorunlu değil otomatik bir kayıt yok. Yeni iş yerine geçtiğinde kendisi dilekçe verirse devam edebiliyor, bu çok önemli. Yani, ilk defa şu anda 45 yaşın altındaki herkes… Buna zorunlu filan denmez, buna otomatik geçiş denir çünkü insanımız gerçekten bu tip tasarruf fonlarını… Özellikle bireysel emeklilikte bizim hep eleştirdiğimiz şuydu: Bakın, bireysel emeklilikte adım adım nereye geldik, ilk çıkardığımızda bunu vergi matrahından düşüyorduk, en adaletsizi buydu. Neden? Çünkü benim matrahım yüzde 35’e geliyor, ben bunu matrahtan düştüğüm zaman devlet bana yüzde 35 katkı vermiş oluyordu. Yani biraz önce yerinde bir eleştiri olarak “Ya, bu bireysel emeklilik tuzu kuruların işi.” filan dendi. Doğru, o zaman öyleydi. Neden? Çünkü benim gelirim 10 bin lira, 20 bin liraysa aylık ne yapıyordum, bireysel emeklikten yararlandığım zaman devlet benim cebime tabiri caizse yüzde 35 veriyordu ama gelir dilimi düşükse, yüzde 15’te kalıyorsa asgari ücretli, o da eğer bunu isteyerek gidip üye olduysa ve bireysel tasarrufta bulunuyorsa o zaman onun kazancı ne kadardı? Sadece yüzde 15’ti. Peki, daha fazla tasarruf eden, geliri yüksek olana devlet yüzde 35 verecek, öbür tarafta asgari ücretli, o da gönüllü olarak gitmiş bireysel emekliliğe girmiş ona da yüzde 15. Esas yanlış olan buydu, düzeltildi. Matrahtan indirim kalktı, devlet olarak Maliye Bakanlığı dedi ki: “Arkadaş, bireysel emekliliğe gönüllü olarak giren, şu ana kadar girmiş olan herkese ben yüzde 25 veriyorum.” Dünyanın her yerinde de böyledir. Bakın, sadece bireysel emeklilikte Avrupa’da değil, Avrupa’da, Almanya’da şu “Bausparkasse” dedikleri konut tasarruf fonları var, gönüllü, ihtiyari. Ne kadar üyesi biliyor musunuz? Alman nüfusunun yarısı, yarısı. Ne kadar fon var orada biliyor musunuz? 700 milyar avro yani neredeyse Almanya’nın gayrisafi millî hasılasının üçte 1’i kadar tasarruf var orada. Bunlar zorunlu mu? Değil, bunlar teşvikle yapılan tasarruflar. Bizim, aslında, vatandaşımızın bu tip kurumsal fonlara, vesaireye tasarruf yapacak alışkanlığı yok. Şimdi, bu alışkanlığı sağlayıncaya kadar biz otomatik olarak tasarruf ettirelim, istemiyorsa “Ben tasarruf falan etmeyeceğim, benim zaten gelirim bana yeterli, ileride de bireysel emeklilik falan düşünmüyorum.” diyorsa o zaman istediği zaman ayrılabilir. Ama bakın, bu yüzde 25’in yanında bu defa daha çok asgari ücretli -biraz önce söylendi ya- daha çok alt gelir grubundaki insanlar da buna teşvik edildiği için ikinci bir teşvik verildi. O da nedir? Bin lira da devletten tabiri caizse bonus. Şimdi arkadaşlar diyor ki -komisyonda da demişler- “Ee, onlara veriliyor, eskiden üye olanlara niye verilmiyor?” Ya, zaten demiyor musunuz “Eskiden üye olanlar, geliri yüksek olanlar, onlar zaten tasarruf ediyorlardı gönüllü olarak?” Bir de biner lira onlara da verelim diye önerge verilmiş. Bence o yanlış bir şey. Burada biz yeni bir sistem getiriyoruz. Bu sistemde de herkesi teşvik etmek istiyorsak böyle bir bin lira bonus güzel bir şey. Esasen, bu sisteme alışan insanlar… Bakın, bizim insanımız eskiden 50 lira, 100 lira zaten tasarruf eder, bir kenara koyardı. Ama bunun bir getirisi olur mu, soruyorum size? Her ay 50 lira, 100 lira… Hatta çoğu kimse ev hanımlarına verir parayı, o da mutfaktan, şuradan, buradan artırır gene kenara bir miktar para koyardı. Şimdi, ben geçmiş yıllardaki tasarruf oranlarına bakıyorum, bizim tasarruf oranlarımız biraz azalmış. Neden azaldı biliyor musunuz?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Artık yapamıyorlar.

RECAİ BERBER (Devamla) – Hâlen devam ediyor merak etmeyin. Şimdi buna geçince zaten gerek kalmayacak çünkü bakın, böyle, hele hele Musa Bey’in dediği gibi “Ee, işte, bunlar “hedge” fonları; bilmem işte, petrol şirketlerinin fonlarına, oraya buraya yatırılacak, sonra da bunlar batacak.” falan. Arkadaşlar, burası…

MUSA ÇAM (İzmir) – Örnekleri var, örnekleri var.

RECAİ BERBER (Devamla) - Böyle bir şey yok.

Bakın, burada yeni bir düzenleme getiriyoruz. Bir standart fon var, insanlar eğer herhangi… Kendileri zaten seçecek; çalışan, tasarruf eden diyecek ki: “Ben şuraya yatırmak istiyorum fonumu.” Eğer hiçbir tercihte bulunmazsa standart fon diye bir fon var, o fonun da…

MUSA ÇAM (İzmir) – İşverenler oturacaklar, işverenler seçecekler.

RECAİ BERBER (Devamla) – İşveren seçmeyecek.

MUSA ÇAM (İzmir) – Yapmayın! Gözünü seveyim, etmeyin eylemeyin ya!

RECAİ BERBER (Devamla) – Şirketi işveren seçecek; fonları, istediği fonu çalışan kendisi seçecek.

MUSA ÇAM (İzmir) – Nasıl seçecek?

RECAİ BERBER (Devamla) – İkincil mevzuatta düzenlenecek.

MUSA ÇAM (İzmir) – Çıkarabilir mi o fon varken?

RECAİ BERBER (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın, ülke olarak maalesef tasarruflarımız düşük.

MUSA ÇAM (İzmir) – O tamam, ona bir itirazım yok.

RECAİ BERBER (Devamla) – Şimdi bu tasarrufları teşvik etmek için böyle bir sistem getirmişiz.

MUSA ÇAM (İzmir) – Çözüm bu değil.

RECAİ BERBER (Devamla) – Yarın konut için de getirmemiz lazım bunu.

MUSA ÇAM (İzmir) – Ücretleri yükselteceksiniz.

RECAİ BERBER (Devamla) – Şimdi, zaten, arkadaşlar, bir dakika, asgari ücrete zaten yüzde 30 birden, 950 liradan 1.300 liraya biz çıkarmadık mı, bu iktidar çıkarmadı mı?

MUSA ÇAM (İzmir) – Eylül ayında vergi artış dilimine girecek düşecek. Yapmayın!

RECAİ BERBER (Devamla) – Şimdi, bakın, o vergi dilimleri ayrıca tartışılır ancak burada bu tasarrufun zorunlu olmadığı, kesinlikle ihtiyari olduğu, istediğin zaman çıkabileceğin bir kere gerçek.

İkincisi, gerçek anlamda sosyal bir anlayışla yapılıyor. Neden? Arkadaşlar, o fonlara yatırılan paralara ben devlet olarak yüzde 25 verirken hatta ilk çıktığında yüzde 35 verirken, inanın ben de Komisyonda o zaman eleştirdim. Neden? Yani ben yapıyorsam, asgari ücretli benden… Devlet niye bana daha az destek veriyor? Eşit olması lazım, hatta daha düşük gelirlilere daha fazla destek vermemiz lazım çünkü onun marjinal faydası, ona getirisi çok daha fazla. Benim yatırdığım 50 lirayla, 100 lirayla geliri 10 bin lira, 20 bin lira, 50 bin lira olanın aynı değil. Onun için bunu böyle görmek lazım.

Daha önemlisi, bu yoldan aslında tasarruflarımızı artırmamız lazım ülke olarak. Onun için de bu çalışmanın gerçekten aslında geç kalınmış bir çalışma olduğunu ve ülkemiz için, vatandaşımız için, insanımız için hele hele bu gelir artışından sonra, asgari ücretteki artıştan sonra çok daha faydalı olacağını ve ileride de bunun faydalarını hep birlikte hem toplum olarak hem bireysel olarak herkesin göreceğine ben inanıyorum ve dolayısıyla bu kanunun şimdiden ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum. Şahsım olarak da bu kanunun -dediğim gibi- gecikmiş olduğunu düşünüyorum, bir an önce çıkmasında yarar olduğunu düşünüyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Berber.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerinde soru-cevap işlemini gerçekleştireceğiz ancak sisteme giren sayın milletvekili yok.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler bu durumda tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

BİREYSEL EMEKLİLİK TASARRUF VE YATIRIM SİSTEMİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- 28/3/2001 tarihli ve 4632 sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

"Çalışanların otomatik olarak bir emeklilik planına dahil edilmesi

EK MADDE 2- Türk vatandaşı veya 29/5/2009 tarihli ve 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 28 inci maddesi kapsamında olup, kırkbeş yaşını doldurmamış olanlardan 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentlerine göre çalışmaya başlayanlar, işverenin bu Kanun hükümlerine göre düzenlediği bir emeklilik sözleşmesiyle emeklilik planına dahil edilir. İşveren, çalışanını ancak otomatik katılım için emeklilik planı düzenleme konusunda Müsteşarlıkça uygun görülen şirketlerden birinin sunacağı emeklilik planına dahil edebilir. Bakanlar Kurulu, bu madde uyarıca emeklilik planına dahil edilecek işyerleri ile çalışanları ve bu kapsamdaki uygulama esaslarını belirlemeye yetkilidir.

Çalışan katkı payı, çalışanın 5510 sayılı Kanunun 80 inci maddesi çerçevesinde belirlenen prime esas kazancının yüzde üçüne karşılık gelen tutardır. Bu oranı iki katına kadar artırmaya, yüzde bire kadar azaltmaya veya katkı payına maktu limit getirmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir. Bu tutar, en geç çalışanın ücretinin ödeme gününü takip eden işgünü, bu Kanun hükümleri uyarınca işveren tarafından şirkete aktarılır. İşveren bu madde uyarınca katkı payını zamanında şirkete aktarmaz veya geç aktarırsa çalışanın 5 inci maddedeki hesaplama yöntemi uyarınca varsa birikiminde oluşan parasal kaybından sorumludur. Çalışan, otomatik katılıma ilişkin emeklilik sözleşmesinde belirlenen tutardan daha yüksek bir tutarda kesinti yapılmasını işverenden talep edebilir.

Çalışan, emeklilik planına dahil olduğunun kendisine bildirildiği tarihi müteakip iki ay içinde sözleşmeden cayabilir. Cayma halinde, ödenen katkı payları, varsa hesabında bulunan yatırım gelirleri ile birlikte on işgünü içinde çalışana iade edilir. Şirket, cayma süresince ödenen katkı paylarının değer kaybetmemesini sağlayacak şekilde fon yönetiminden sorumludur. Cayma hakkını kullanmayan çalışan Müsteşarlıkça belirlenen hallerde katkı payı ödemesine ara verilmesini talep edebilir.

Bu madde kapsamında bir emeklilik sözleşmesi bulunan çalışanın işyerinin değişmesi halinde, yeni işyerinde bu madde kapsamında bir emeklilik planı var ise çalışanın birikimi ve sistemde kazandığı emekliliğe esas süresi yeni işyerindeki emeklilik sözleşmesine aktarılır.

Yeni işyerinde emeklilik planının bulunmaması halinde çalışan, talep ederse önceki işyerinde düzenlenmiş sözleşme kapsamında katkı payı ödemeye devam edebilir, talep etmezse bu madde kapsamındaki emeklilik sözleşmesi sonlandırılır. Çalışan bu yöndeki talebini, işyeri değişikliğini izleyen ayın sonuna kadar şirkete bildirmek zorundadır.

Çalışan adına bireysel emeklilik hesabına ödenen katkı payları üzerinden ek 1 inci maddedeki usul ve esaslara göre bu madde uyarınca ayrıca Devlet katkısı sağlanır. Çalışanın bu madde kapsamında cayma hakkını kullanmaması halinde, sisteme girişte bir defaya mahsus olmak üzere, ek 1 inci maddedeki Devlet katkısı hak etme ve ödeme koşuluna tabi olmak kaydıyla, 1.000 Türk Lirası tutarında ilave Devlet katkısı sağlanır. Bakanlar Kurulu, bu tutarı yarısına kadar artırmaya veya yarısına kadar azaltmaya yetkilidir. Emeklilik hakkının kullanılması halinde, hesabında bulunan birikimi en az on yıllık, yıllık gelir sigortası sözleşmesi kapsamında almayı tercih eden çalışana, birikiminin %5'i karşılığı ek Devlet katkısı ödemesi yapılır. Bu madde hükmüne göre çalışan katkı payının takip ve tahsil sorumluluğu şirkete aittir. Müsteşarlık takip ve tahsil sorumluluğunun bu amaçla yetkilendirilecek bir kuruluşça yerine getirilmesine karar verebilir. Bankalar, Sosyal Güvenlik Kurumu ve ilgili diğer kamu kurumları, çalışan katkı payının takip ve tahsili ile Devlet katkısının hesaplanması için ihtiyaç duyulan verileri, Müsteşarlıkça belirlenen usul ve esaslara göre emeklilik gözetim merkezi ile bu maddeye göre takip ve tahsil sorumluluğu ile yetkilendirilecek kuruluşa aktarır. Emeklilik gözetim merkezi ile bu maddeye göre yetkilendirilecek kuruluş, söz konusu verileri şirketler ile paylaşabilir. Bu verilerden kişisel nitelikte olanlar, veri sahibinin açık rızasının alınmasına gerek olmaksızın ilgili kuruluşlar arasında paylaşılabilir ve veri paylaşımı, kişisel verilerin korunmasına ilişkin mevzuat hükümlerine aykırılık teşkil etmez.

Bu madde kapsamında sunulan emeklilik planları kapsamında şirketlerce 7 nci madde uyarınca fon işletim gideri kesintisi dışında başka bir kesinti yapılamaz. Çalışan katkı payı, işverenin taraf olduğu 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu kapsamındaki haciz ve iflas yoluyla takip bakımından işçi alacağı niteliğinde imtiyazlı bir alacaktır. İşverenler bu madde kapsamındaki yükümlülükleri bakımından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından denetlenir. İşverenin bu madde kapsamındaki yükümlülüklerine ve bu madde uyarınca yürürlüğe konulan düzenlemelere uymaması halinde, her bir ihlal için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yüz Türk Lirası idari para cezası uygulanır.

Bakan, belirleyeceği esaslar dahilinde bu Kanun kapsamındaki Devlet katkısının ilgililerin hesaben takip edebilmesini sağlayacak şekilde taahhüt olarak hesaplanmasına ve taahhüt edilen tutarların ödenmesine karar vermeye ve mevcut katılımcıların Devlet katkılarının değerlendirilmesine ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkilidir. Bakan bu Kanun uyarınca kurulacak fonların içeriğini belirleyebilir ve fonlara sayı sınırı getirebilir. Bu Kanun uyarınca yapılacak bildirimler, Müsteşarlığın belirleyeceği usul ve esaslar çerçevesinde güvenli elektronik iletişim araçları ile de yapılabilir.

Çalışanın işvereni aracılığıyla bir emeklilik planına dahil olması, işveren tarafından şirket ve plan belirlenmesinde gözönünde bulundurulacak kriterler, katkı paylarının yatırıma yönlendirileceği fonlar, işverenin şirket ile yapacağı sözleşme, cayma hakkı, çalışanın işyerinin değişmesi halinde işverenin çalışanı bir emeklilik planına dahil etmesi, işyeri değişikliğinde birikimin aktarılması, çalışma ilişkisi sona eren çalışanın talebi üzerine ilgili emeklilik planına ödeme yapması, ara verme, sistemden ayrılma, Devlet katkısının ödenmesi ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar Müsteşarlık tarafından belirlenir.”

BAŞKAN – 1’inci madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Mustafa Kalaycı.

Süreniz on dakika Sayın Kalaycı.

Buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Görüştüğümüz tasarıda, bireysel emeklilik sistemiyle ilgili olarak iş yeri bazlı emeklilik planını içeren ve önemli tutarda devlet katkısı öngören yeni bir düzenleme yapılmaktadır. Türkiye’de bireysel emeklilik sistemi Milliyetçi Hareket Partisinin de ortağı olduğu 57’nci Hükûmet döneminde gerçekleştirilen yapısal reformlar kapsamında, 7 Ekim 2001 tarih ve 4632 sayılı Kanun’la düzenlenmiştir.

AKP hükûmetleri bireysel emeklilik sisteminin karşılaştığı zorlukları giderecek tedbirleri uzun yıllar almamıştır. Nihayet 2012 yılında yapılan ve 2013 yılında uygulamaya giren devlet katkı payı ve teşviklerle ilgili düzenlemeler, bireysel emeklilik sistemine bir ivme kazandırmıştır. Ancak emeklilik fonlarının millî gelir içindeki payı sınırlı kalmaya devam etmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak bireysel emeklilik sisteminin ekonomiye layıkıyla dâhil edilmesini önemli görmekle birlikte, yapılan bu düzenlemeye yönelik eleştirilerimiz bulunmaktadır.

Tasarıyla yapılan düzenleme, ücret karşılığı çalışanları yani kamu ve özel sektör çalışanlarını kapsamaktadır. Buna göre 45 yaşını doldurmamış olanlardan ücret karşılığı çalışanların otomatik olarak bir emeklilik planına dâhil edilmesi ve prime esas kazancının yüzde 3'üne karşılık gelen tutarda katkı payı ödemesi, çalışan adına bireysel emeklilik hesabına ödenen katkı payları üzerinden devlet katkısı sağlanması, çalışanın iki ay süreli cayma hakkını kullanmaması hâlinde, sisteme girişte bir defaya mahsus olmak üzere bin lira ilave devlet katkısı sağlanması, ayrıca emeklilik hakkının kullanılması hâlinde, çalışana, birikiminin yüzde 5'i karşılığı ek devlet katkısı ödenmesi öngörülmektedir. Anayasa’mıza göre devletin çalışanlara sağladığı sosyal güvenlikle piyasaya açılmak istendiği anlaşılmaktadır.

Çalışanların hâlen zorunlu ve kamusal bir sosyal güvenlik sistemi, ayrıca isteyenler için gönüllü ve devlet katkılı bireysel emeklilik sistemi bulunmasına rağmen, 45 yaşın altında çalışanlara yönelik böyle otomatik katılım öngören bir düzenlemeye gidilmesi mevcut şartlarda doğru değildir.

Yapılan düzenleme önümüzdeki yıl yürürlüğe gireceğinden, 2017 Ocak ayına ilişkin ücret zamları bireysel emeklilik kesintisine gidecektir. Yani çalışanlar bir anlamda ocak ayında zam alamayacaktır. Çalışanların gelirleri zaten düşüktür. Dolayısıyla bir de bireysel emeklilik için nasıl pay ayırabileceklerdir?

Aylık ve ücret, bugün milyonlarca kişinin tek gelir kaynağıdır. Çalışanların büyük çoğunluğunun aldığı ücret zaten çok yetersiz durumdadır. Bugün resmî verilere göre 5 milyonun üzerinde asgari ücretle çalışan bulunmaktadır. Milyonlarca kişi taşeron işçisi olarak düşük ücretle köle gibi çalıştırılmaktadır. Kamu çalışanları geçinemiyor, özel sektör çalışanları geçinemiyor, asgari ücretli geçinemiyor, taşeron işçileri geçinemiyor. Aldıkları parayla nasıl geçinsinler ki?

TÜRK-İŞ tarafından yapılan araştırmaya göre, 2016 Temmuz ayı itibarıyla dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı yani açlık sınırı 1.370 lira, yoksulluk sınırı 4.462 lira, bir kişinin geçim maliyeti 1.705 liradır. Biliyorsunuz, Diyanet İşleri Başkanlığımız 2016 fitre miktarını 15 lira olarak açıklamıştır. Bir kişinin bir günlük asgari ihtiyacı karşılığı belirlenen fitre miktarı dört kişilik bir aileye göre hesaplandığında aylık 1.800 liraya denk gelmektedir.

Bugün milyonlarca çalışan açlık sınırının altında aylık ve ücret almaktadır. Çalışanların neredeyse tamamının aylık ve ücreti yoksulluk sınırının altındadır. Bugünkü asgari ücret ise sefalet ücretidir. Çalışanlar şiddetli geçim sıkıntısı nedeniyle borç batağına girmiştir. Türkiye Bankalar Birliğinin son açıkladığı Mart 2016 Tüketici Kredileri Raporu’na göre ülkemizde kullanılan tüketici kredileri tutarının yüzde 62,7’sini, tüketici kredisi kullanan kişilerin de yüzde 65,6’sını ücretli çalışanlar oluşturmaktadır. Dolayısıyla çalışanlar borçla, kredi kartlarıyla, tüketici kredileriyle geçimini ancak sağlayabilmektedir. Zaten çalışanlar üzerinde adaletsiz ve ağır vergi yükü bulunmaktadır. Çalışanların ücret ve aylıkları vergi kesintileri nedeniyle yıl içinde aydan aya giderek azalmaktadır. Asgari ücretlinin bile vergi tarifesinden dolayı vergi oranı yükselmekte ve yıl içinde eline geçen ücreti düşmektedir. Nitekim, asgari ücretli, iki ay sonra yüzde 20 vergi oranına yakalanacak olup, yılın son üç ayında 1.230 lira ücret alacaktır.

AKP Hükûmeti, çalışanların aldığı ücretle, aldığı aylıkla nasıl geçinebildiğini hiç düşünmemektedir, umurunda bile değildir. Hükûmet, çalışanlardan zorla prim almaktan, çalışanlara yeni yük getirmekten önce, net asgari ücretin ekim ayında 70 lira azalmasının önüne geçecek düzenlemeyi yapmalıdır. Asgari ücret, çalışanlara insanlık onuruna uygun bir yaşayış sağlayabilecek düzeyde olmalıdır. İşçiye ödenen net asgari ücret mutlaka açlık sınırının üzerinde olmalıdır. Ayrıca, ücretlilerin, çalışanların vergi yükü de azaltılmalıdır.

Taşeron işçilik çalışma hayatının en temel sorunu hâline gelmiştir. Kamuda çalışan taşeron işçilere kadro verileceği sözlerine, bizzat Başbakan tarafından tüm taşeron işçilerine müjde verilmesine karşın bugüne kadar hiçbir şey yapılmamıştır. O nedenle, Hükûmet, öncelikle çalışanlara, taşeron işçilerine verdiği sözleri yerine getirmelidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinde tasarrufun da yatırımın da gelişmekte olan ekonomilerle kıyaslandığında çok düşük düzeylerde olduğu görülmektedir. Ülkemizde tasarrufları artırmak, Türk ekonomisinin çözümlenmesi gereken en önemli sorunu konumundadır. Tasarrufların düzeyi AKP iktidarı döneminde sürekli olarak düşmüş olup, cumhuriyet tarihimizin en düşük tasarruf oranıyla karşılaşılmıştır. 2002 yılında yüzde 23 seviyesinde olan özel kesim tasarruf oranı yüzde 11’e inmiş, hane halkının tasarruf oranı ise yüzde 7’lerde olup yerlerde sürünmektedir.

57’nci Hükûmet döneminde gerçekleştirilen yapısal reformları devam ettirmeyen AKP hükûmetleri, tasarrufların hızla düşmesini yıllarca seyretmiş, uyarılara hep kulak tıkamıştır. Şimdi, AKP Hükûmeti yurt içi tasarrufların artırılması gibi önemli ve yapısal bir konuyu sadece bireysel emeklilik sistemi üzerinden çözmek isteme gibi bir yanlış içerisindedir. Oysa tasarrufları artırma, bunun çok ötesinde ve derin bir konudur. Hükûmetin ivedi olarak tasarrufların artırılması konusunda ciddi adımlar atması gerekmektedir. Tasarrufu artırmak için öncelikle üretimi artıracak, vatandaşın gelirini artıracak önlemlerin alınması gerekmektedir. Yurt içi tasarrufların rolü, verimlilik ve rekabet gücü artışından bağımsız düşünülemez. Bu noktada, ekonominin verimlilik artışı sağlayacak sermaye yoğun üretime geçmesi ve rekabet gücü oluşturacak yüksek katma değerli üretime yönelmesi zorunludur.

Türkiye’nin ekonomik sorunlarını çözecek ve vatandaşlarımızın refah seviyesini artıracak, borç sarmalından kurtaracak program ve projeler acilen uygulamaya konulmalıdır. Bir an önce de rant ekonomisinden yatırım, üretim ve istihdamı sürekli artırmayı öngören üretim ekonomisine geçilmelidir.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kalaycı.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.04

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.22

BAŞKAN: Başkan Vekili Pervin BULDAN

KÂTİP ÜYELER: Sema KIRCI (Balıkesir), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 124’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Tasarının 1’inci maddesi üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Sayın Erol Dora.

Sayın Dora, süreniz on dakika.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, şimdi, önümüzde sosyal devlet ilkesine açıkça aykırı bir tasarı bulunmaktadır. Yasa tasarısına göre, 45 yaşın altındaki tüm çalışanlar yani işçiler ve memurlar, otomatik olarak bireysel emeklilik sistemine dâhil olmuş oluyorlar. Çalışanın ücretinden yüzde 3 oranında bir kesinti yapılacak, Hükûmet bu kesinti miktarını iki katına çıkarabilecek ya da yüzde 1’e kadar azaltabilecektir.

Değerli milletvekilleri, çalışanların bireysel emeklilik sistemine zorunlu olarak dâhil edilmesiyle sosyal güvenlik ve emeklilik hakkı da eğitim ve sağlık gibi piyasaya sunulacaktır. Böylelikle, çalışanların sosyal güvenlik ve emeklilik hakları finans sermayesinin ellerine terk edilmiş olacak. Düzenlemenin Hazine Müsteşarlığı tarafından yürütülecek olmasıyla da çalışanların zorunlu olarak tabi olacağı bu bireysel emeklilik sistemiyle hazineye her ay düzenli miktarda sıcak para girişi sağlanmış olacaktır. Bu sistem gelirse, zorunlu ve bireysel ücretler düşüyor, zorunlu prim yükü ağırlaşıyor. Bunu gidermek içinse bireysel şirketlere aktarım yapılıyor. Şirketlere aktarım ise hazineden çıkıyor yani bu durumda da şirketlerin kazancı, emekçi halkın cebinden çıkacaktır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de 2011 yılından itibaren uygulanan bireysel emeklilik sistemi, bildiğiniz gibi gönüllü bir özel emeklilik sistemiydi. Sisteme kayıtlı olanlara ilişkin istatistiki verilere baktığımızda, 2015 yılı itibarıyla 6 milyon dolayındaki bireysel emeklilik sistemi katılımcısının sadece yüzde 15,8’i işçi, yüzde 9,6’sı da memur statüsünde katılımcıydı. İşçi kesiminin fon içindeki payı yüzde 9,5; memurun ise yüzde 7,9 oranındaydı yani gördüğünüz gibi işçi ve memurun sistem içerisindeki oranları sayısal olarak çok düşüktür.

Değerli milletvekilleri, işte öncelikle AKP’ye ve sermaye kesimine yeni bir kaynak yaratmak için bireysel emeklilik sistemi zorunlu hâle getirilmektedir. Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin belirttiğine göre 6,7 milyon kişinin otomatik olarak sistem kapsamında olacağı ve bu düzenlemeyle on yıllık dönemde 90 milyar liralık bir tasarrufun oluşturulacağı öngörülmektedir. Aslında, işçi/memur dâhil, 16 milyonluk çalışan kesimin 45 yaş altının 12 milyon dolayında bulunduğu dikkate alındığında, bireysel emeklilik sistemi havuzunda birikecek fonun çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir.

Ancak, gözden kaçırılmaya çalışılan başka bir duruma dikkat çekmek durumundayız: Zorunlu bireysel emeklilik sistemi uygulamasıyla sermaye kesimine yeni kaynak transferinin yanı sıra, diğer önemli olan bir konu da kamusal emekliliğin zaman içinde tasfiye edilmesidir. Biliyoruz ki, Dünya Bankası, 1980’lerden itibaren, sosyal devletin küçültülmesi amacıyla kamusal emekliliğin tasfiye edilerek sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesini programına koymuş bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, hâlen Türkiye'de anayasal olarak zorunlu bir kamusal emeklilik sistemi var ancak çalışanlar, ikinci kez zorunlu olarak bireysel özel emeklilik sistemine dâhil olunca giderek bir tercihe zorlanacaklardır; emeklilik yaşının 65 olduğu ve emekli aylıklarının giderek düştüğü Sosyal Güvenlik Kurumu yerine, 56 yaşında emeklilik hakkı tanıyan bireysel emeklilik sistemini tercih etmeye doğru yönlendirileceklerdir. Oysa bireysel emeklilik şirketlerinin dünyadaki durumu pek parlak değildir. Türkiye'de mevcut bireysel emeklilik sisteminin getirisi, enflasyon oranının yüzde 2 altında bir değerde seyretmektedir. Bireysel emeklilik fonları, özellikle ekonomik kriz anında ciddi biçimde değer kaybına açık bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hatırlayacağınız üzere, 2008 ekonomik kriziyle birlikte, ABD’de en büyük 7 şirket arasında yer alan Enron şirketi iflas etti. Bir bireysel emeklilik fon şirketi olan bu şirkette tasarrufları bulunanların varlıkları heba oldu. Kriz nedeniyle, emeklilik fonlarında yüzde 25 dolayında bir küçülme gerçekleşti.

OECD verilerine göre, emeklilik fonlarının gayrisafi millî hasıla içindeki payı yüzde 80’lerdeyken, 2008 kriziyle birlikte bu oran yüzde 57’ye düştü. Krizden en çok 35 yaş ve üstü çalışanlar etkilendi çünkü ekonomik kriz sonucunda ilk işten çıkarılanlar bu kişilerdi. İşsiz kalan bu kesim, emeklilik yaşı için kalan primlerini de ödeyemeyecek duruma geldi.

Değerli milletvekilleri, 2012’de ABD’deki “Wall Street’i İşgal Et” hareketinin belirleyici faktörü de finansal kriz nedeniyle emeklilik birikimleri yok olan bu kitleydi. O nedenle, her zaman krize açık olan kapitalist sistemde, bu tür tasarruflar yoluyla gelecek için bir gelir beklentisine girmek, ciddi bedellere yol açabilecektir. Zaten 2008 krizi sonrası Yunanistan, Portekiz gibi ülkelerde bireysel emeklilik sistemlerinden geri dönüş başladı, emeklilik sistemlerinin kamulaştırılmasına ilişkin adımlar atıldı.

Değerli milletvekilleri, AKP’nin zorunlu bireysel emeklilik sistemi uygulamasındaki üçüncü hesabı da işverenlerin maliyetlerini düşürmektir. Yeni getirilen sistemde, herhangi bir işveren katkısı yoktur. Sadece çalışanların finanse ettiği bir sistem söz konusu olacaktır. Devlet, yalnızca 1 defaya mahsus olmak üzere, sisteme yeni girenlere bin liralık bir katkı yapacaktır. Bir de on yılın sonunda yüzde 5’lik bir katkı sağlaması öngörülmektedir.

Son tahlilde, uzun vadede kamusal emekliliğin de tasfiye edilerek işverenlerin sosyal güvenlik sistemine katkısının sıfırlanması amaçlanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP’nin on dört yıllık iktidarı boyunca piyasalaştırılan ve hiçleştirilen emek, bu tasarıyla yeniden kendini göstermektedir. Tasarıda, işçilerin, imzalamadığı bir sözleşme üzerinden zorunlu olarak bireysel emeklilik sistemine dâhil edilmeleri mümkün kılınmaktadır. Her ne kadar iki ay içerisinde sözleşmeden cayma hakkı getiriliyor gibi görünse de böyle bir düzenleme büyük bir adaletsizlik ve hukuksuzluk içermektedir. Zorunlu olarak bireysel emeklilik sistemine dâhil edilme durumu -sosyal güvenlik ve sözleşme hürriyeti yok sayılmakta- en başta “sosyal devlet” ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Zira Anayasa’nın 60’ıncı maddesi “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” hükmüyle sosyal güvenlik hakkını çok açık tanımlamaktadır.

Sosyal devlete düşen görev vatandaşları bireysel emeklilik sistemine zorunlu dâhil etmek değil, çalışanların mevcut durumda primini ödediği sosyal güvenlik sistemini iyileştirmek ve bunu geliştirmektir. İşçilerin, emekçilerin ihtiyacı, zorunlu bireysel emeklilik sisteminden ziyade, parasız ve nitelikli sağlık ve sosyal güvenlik hakkıdır. Oysaki bu tasarıyla işçiler, emekçiler özel bir sigorta programına zorla üye olmakta ve kendi arzusu dışında ücretlerinden kesinti yapılması mümkün hâle getirilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mevcut durumda AKP iktidarının asgari ücret zammı, taşeron işçiler ve kıdem tazminatına dair vaatlerinin büyük bir aldatmaca olduğu kısa zamanda açıkça görülmüştür. Örneğin önceki Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu büyük bir heyecanla taşeron işçilere kadro müjdesi vermişti. Aradan altı ay geçti, taşeron işçilere umut verildi, beklenti yaratıldı ama bu yönde hiçbir düzenleme yapılmadı. AKP Hükûmeti bu konuda verdiği sözün gereğini ne zaman yerine getirecektir? Tüm taşeron işçiler bu sorunun cevabını merak etmektedirler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çalışanların ödediği vergilerle, çalışanlardan kesilen paralarla sermayenin beslenmesi asla kabul edilemez. Borç içerisinde yaşamlarını sürdürebilen işçilerin tasarruf yapması için zorla bir sisteme dâhil edilmeleri aynı zamanda ahlaki de değildir. Ülkede tasarruf oranları artırılmak isteniyorsa, çare, işçilerin gelirlerini artırmaktır. Ancak ve ancak ücretlerin artışıyla, ücretlere zam yaparak işçilerin tasarruf etmeleri olanaklı hâle gelebilecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Dora.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – İç Tüzük 60’a göre bir söz talebim var.

BAŞKAN – Tabii ki, buyurun, açıyoruz mikrofonunuzu.

Buyurun, açıldı Sayın Baluken.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

20.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Diyarbakır’ın Silvan ilçesine bağlı Dolapdere köyü Ekinciler mezrasında gün boyu top atışları yapıldığına ve başlayan yangının şu anda köyün içerisine ilerlediğine ve Erzurum’un Karayazı ilçesinde 60’a yakın HDP’linin gözaltı koşullarına ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, şu anda Diyarbakır’ın Silvan ilçesindeki acil bir durumu Genel Kurulun bilgisine sunmak üzere söz aldım. Silvan’a bağlı Dolapdere köyü Ekinciler mezrasında bugün gün boyu top atışları yapıldı ve başlayan yangın şu anda köyün içerisine ilerlemiş durumda. 8 hane var mezra içerisinde. Bize ulaşan siviller hâlâ top atışlarının ve silah atışlarının devam ettiğini ve can güvenliklerinin olmadığını ifade ettiler. İçişleri Bakanlığı yetkililerine durumu ilettik ancak durum son derece vahim. O nedenle, Genel Kuruldaki tüm milletvekili arkadaşlarımın bilgisine sunuyoruz. Orada oluşabilecek can kayıpları özellikle bu gerilim ortamında çok ciddi bir provokasyona dönüşebilir. Hükûmeti bir an önce oradaki acil duruma müdahale etmeye çağırıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Açıyoruz Sayın Baluken, tamamlayın, buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Ayrıca, Erzurum’un Karayazı ilçesinde, aralarında eş başkanlarımızın da bulunduğu 60’a yakın partili arkadaşımız on günü aşkın bir süredir gözaltına alındılar. Emniyette yer olmadığı için bu arkadaşlarımız bir kapalı spor salonunda ve son derece kötü koşullarda bulunuyorlar. Bugüne kadar sadece 28’inin ifadesinin alındığı bize iletildi. Hiçbir şekilde savcının bu yönlü bir çabası da yok. Haksız yere, son derece kötü koşullarda tutulan bu arkadaşlarımız dün de ciddi bir gıda zehirlenmesi vakası yaşamışlar. Bu konuda da özellikle olağanüstü hâlin uygulamalarıyla ilgili kendilerine verilen yetkiden vazife çıkaran idari, mülki ya da adli yetkililerin uygulamalarının yakın takibinin gerektiğini ifade etmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Karayazı’daki arkadaşlarımızın da bir an önce tahliye edilmesini, bir an önce bu gözaltı sürecinin bitmesini iletmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Baluken.

Sayın Bakan notunu aldı. Sanırım bilgi alırsa Genel Kurulu ve sizi bu konuda bilgilendirecektir, kendisine söz hakkı veririz daha sonra.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/752) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 410) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, 1’inci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Bülent Kuşoğlu’nu davet ediyoruz.

Buyurun Sayın Kuşoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

CHP GRUBU ADINA BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sıra sayısı 410 olan Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.

Değerli arkadaşlarım, bu pazartesi akşamı -ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiyim- bize bu bireysel emekliliğe ilişkin 410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’yla ilgili bildirim yapıldı Komisyonumuz tarafından ve dün, salı günü 15.30’da bunu görüşmeye başladık. Normalde, biliyorsunuz, İç Tüzük’e göre, en az kırk sekiz saat önceden bu tür duyuruların yapılması lazım, bizim de milletvekili olarak bunlara hazırlık yapmamız lazım ama maalesef öyle olmadı. Pazartesi akşam bildirilmişti, salı günü başladık, yirmi dört saat bile geçmeden kanun tasarısı görüşülmeye başlandı ve bugün de Genel Kurulda görüşüyoruz. Şu anda yukarıda, Plan ve Bütçe Komisyonunda 75 maddelik bir torba kanun görüşülüyor. Çok önemli konular var içerisinde ama onu bıraktık, buraya geldik, bir taraftan da hem yukarıda hem burada konuları takip etmeye çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bunlar tabii önemli konular, çok önemli konular. Ülkenin ekonomik yönden de sıkıntıda olduğu bir dönemde bunları biz tartışırken usulüne uygun olarak yapmamız lazım, bihakkın bu görevimizi, yasama görevimizi yerine getirmemiz lazım, doğru dürüst tartışmamız lazım. Acilse bazı şeylere katlanalım ama bakıyorsunuz çok acil değil; bir.

İkincisi, yine, bir tasarı olduğu hâlde, ilgili kurumların, kuruluşların, meslek kuruluşlarının görüşü alınmadan gelmiş. Bir etki analizi yok. Ne amaçlanıyor belli değil. Genel gerekçeye bakıyorum, genel gerekçeyi aldım, okuyorum, diyor ki: “Türkiye’de tasarruflar çok yetersizdir. Türkiye’de tasarruflar yetersiz olduğu için biz onları artırmaya çalışıyoruz.” Biraz sonra anlatmaya çalışacağım. “Tasarruflar yetersiz.” Evet, Türkiye’deki tasarruflar yetersiz. 2015’te yüzde 31,39 gelişmekte olan ülkelerin ortalaması, bizim Türkiye olarak tasarruflarımız 15,63. Çok düşük gerçekten, yarısına yakın. Gelişmekte olan bir ülkeyiz, gelişmekte olan ülkelerin ortalamasının yarısına yakın tasarruf oranımız var, bunun artması lazım. Bunu zaten biz de yıllardır söylüyorduk, bir mahzuru olmadığı gerekçesiyle hep üstünkörü geçildi. Bugün, bunun önemi anlaşıldı, memnun oluyoruz tabii ama tasarrufları artırma gerekçesiyle getirilen bu kanuna bakıyorum… Dün, Maliye Bakanımız Hükûmet adına Plan ve Bütçe Komisyonunda bununla ilgili açıklamaları yaptı, şunu sordum: “Sayın Bakan, bir projeksiyon var mı?” Özellikle ben sordum: “Bu tasarı yasalaştığında bize getireceği nedir? Tasarruflar ne kadar artacak?” Dedi ki: “Arkadaşlarımızın yaptığı çalışmaya göre, on yıl içerisinde 100 milyar lira tasarruf yapmayı yani birikim yapmayı bekliyoruz.” Yani yılda 10 milyar lira. 2017’den itibaren yürürlüğe girecek bu tasarı kanunlaşırsa. Gelecek yıl bizim orta vadeli plana göre 2,5 trilyona yakın gayrisafi yurt içi hasılamız var, 2 trilyon 489 milyar lira.

Bakın, 10 milyar liralık artış ne getiriyor? Binde 3-4, binde 3-4 getiriyor. Yani gelişmekte olan ülkelerin 31,39 ortalaması var, Türkiye'nin 15,63; bu, 16 bile olmuyor bu kanunla. Ya, yapıyorsak, böyle bir şey yapıyorsak, bunu önemli görüyorsak doğru dürüst bir kanun tasarısı hazırlayalım, beraber tartışalım, bu ekonomik olarak da bir şey getirsin, yaptığımız çalışmaya değsin gerçekten bir anlamı olsun. Yok. “Ee, peki, Sayın Bakan, yüzde 3 için -özür dilerim, yüzde 3 önemli bir rakam- binde 3 için bu çalışmayı yapmaya değer mi?” dedim.

Tabii, kendisiyle ilgili değil, Hazine sonuç olarak bu çalışmayı yapmış, o da üzüldü ama maalesef realite de bu, gerçek de bu, binde 3 için bunu yapıyoruz. Ve bununla şimdi… Bizim sistemimiz ne? Zorunludur, bir kamu ayağı var biliyorsunuz bizim sigortacılık sistemimizin, SGK’ya bağlı olarak herkes zorunlu sigorta yaptırmak zorunda. Bir de bireysel emeklilik var, gönüllü sigorta, bu, özel sigorta. Bu da otomatik… Bu, ne demekse, maddede şöyle geçmiş: “Çalışanların otomatik olarak bir emeklilik planına dâhil edilmesi…” “Otomatik” kavramı yerine oturmuyor, maddeye böyle yazılmış. Yani zorunlu da değil, gönüllü de değil, arada otomatik bir sistem kurulması denmiş ama bu pek anlamı olmayan bir düzenleme olmuş sonuç olarak, hiçbir şey getirmiyor. 50 lira asgari ücretliden kesilecek, iki ay zorunlu olarak kesilecek, sonra isteyen kesintiyi kaldırıp sistemden çıkabilecek. Yani sonuç olarak yılda 10 milyar liralık bir birikim söz konusu olacak ve binde 3’lük bir… Bu da projeksiyon tabii, iyi niyetle düşünülmüş hâli, bunun çok altında da olabilir.

Ha, bir de bir şey söyleyeyim: Olumsuz olması için bir sebep daha var, son beş yılda bu bireysel emeklilikteki fonlar hep zarar etmiş, bireysel emekliliğin getirisi enflasyonun altında kalmış. Biraz önce Musa Bey konuşması sırasında anlattı, yüzde 7 küsurluk bir zarar söz konusu. Ee, böyle olunca niçin bireysel emeklilik sistemine girsin çalışanlar? Asgari ücretli şu anda zaten geçinemiyor. Neden sisteme girsin, neden dâhil olsun? Onu teşvik eden ne var? Efendim, devlet katkısı var. Devlet katkısı yeterli değil maalesef değerli arkadaşlarım, çünkü geçinemeyecek olan birisi için bu yeterli bir teşvik değil.

Bir soru daha sordum ben dün Sayın Maliye Bakanına, dedim ki: “Sisteme şu anda bir kişi her ay 100 lira ödese, ayda 100 lira ödeyip en az on sene sistemde kalsa -ki en az on sene sistemde kalmak gerekiyor- on sene sonra ne kadar emekli maaşı alacak şimdiki rakamlarla?” “Yapılan hesaplamaya göre 152 lira.” dedi, devlet katkısıyla beraber. Devlet katkısıyla beraber 152 lira.

Şimdi, asgari ücretli olarak 100 lira ödeyeceksiniz zar zor, on sene sonra 152 lira alacaksınız. Bakın, bizim enflasyonumuz yılda yüzde 7-8, son yıllarda böyle, on sene sonra yüzde 80’ler civarında bir enflasyon söz konusu olacak şimdiki gibi devam eder, kötüleşmezse; on sene sonra 152 lira alacak, yine enflasyonun altında bir getirisi söz konusu olmuş olacak. Dolayısıyla, bu düzenleme hakikaten çok anlamlı olmamış oluyor, yani yaptığımız işe değmiyor.

Şimdi, bir de şu tarafı var: Türkiye'de gelir grupları bazında düşünürsek, biz, tasarrufları, çok düşük olan tasarruflarımızı en düşük gelir grubuna, çalışanlara yüklüyoruz, ücretliye yüklüyoruz, üst gelir gruplarını tasarruf yapmaya zorlamıyoruz. Çalışanların çok büyük bir kesimi asgari ücret üzerinden aylık alıyor, onları tasarruf yapmaya zorluyoruz, sıkıntı burada, daha üst gelir gruplarını tasarruf yapmaya zorlamıyoruz. Onları tasarruf ettireceğimiz yerde alt gelir gruplarını, ücretlileri, asgari ücretlileri tasarruf yaptırmaya zorluyoruz, tabii ki o zaman da binde 3’ü geçemiyorsunuz, yaptığınız işin de bir anlamı olmamış oluyor.

Bu arada, bir de tabii, aynı gerekçeyle Türkiye Varlık Fonu gündeme geldi. Dün, biraz önce bahsettiğim torba kanunda o da var ama o çekildi, teklif olarak tekrar getirildi, ısrar ediliyor. Yarın herhâlde Genel Kurul çalışmayacak ama Plan ve Bütçe Komisyonu çalışıp hem torba kanunu hem de o teklifi hafta sonuna kadar, önümüzdeki hafta Genel Kurulda görüşmek üzere yetiştirmeye çalışacak.

Şimdi, onunla ilgili olarak da, müsaade ederseniz, bir sonraki maddede bilgi vermek istiyorum ama bireysel emeklilikle ilgili olarak yapılan bu değişikliğin çok anlamlı olmadığını, çok büyük bir fayda getirmeyeceğini özellikle belirteyim. Biz bunun çok daha anlamlı olmasını isterdik.

Biraz önce değerli Recai Berber arkadaşım anlattı; Almanya’da 700 milyar euroluk bir fon var, bireysel emeklilik fonu. Biz de onun gibi bir fon olmasını isteriz, çok anlamlı olmasını isteriz, büyük bir fon olmasını isteriz ama bu şekilde, devlet desteğinin bu kadar az olduğu ve yanlış bir kesimin hedeflendiği, sadece asgari ücretlinin hedeflendiği bir sistemde bunun mümkün olmadığını özellikle eleştiri olarak sunmak istiyorum.

Bu vesileyle, hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kuşoğlu.

1’inci madde üzerinde, şahsı adına Bayburt Milletvekili Sayın Şahap Kavcıoğlu.

Süreniz beş dakika.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) – Sayın milletvekilleri, Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, 15 Temmuz gecesi onurlu bir dik duruş ve birliktelik gösteren Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize şifa ve uzun ömürler diliyorum.

Yine bu vesileyle -bugün de gündeme getirildi- pazar gecesi Bayburt’taki bir olayla ilgili kısa bir açıklama yapma ihtiyacı hissettim. Bugün yine bir milletvekili arkadaşımız da gündeme getirdi. Pazar akşamı, biliyorsunuz, Türkiye’de büyük bir birliktelik vardı, Türkiye çok güzel bir gün yaşadı. Aynı şekilde, Bayburt’ta da bütün siyasi partilerimizle, bütün kesimlerle birlikte ülkedeki bu hain kalkışmaya karşı onurlu bir duruş sergiledi. O gece, maalesef, yine tespitlerimize göre, bu hain örgütün kışkırtması sonucu, Bayburt’ta gençler arasında, üniversitede yapılan bir sınavdan dolayı -güneydoğulu kardeşlerimiz de oradaydı- gündüz bir tartışma olduğu söyleniyor. Onun dışında herhangi bir şey olmadığı hâlde, gece saatlerinde, böyle bir olay varmış gibi, sosyal medyada özellikle kışkırtılarak, gençlerimiz belirli bir yere yönlendirilerek, sanki orada bir PKK baskını, PKK’lı öğrenciler varmış gibi bir yanlış algıyla bir olay gerçekleştirilmeye çalışıldı. Ben de oradaydım, kesinlikle böyle bir olay yoktu; ne bir PKK saldırısı vardı Bayburt’ta ne bizim halk isyanı ya da ayaklanması gibi… Bir yanlış anlaşılma ve yanlış yönlendirmeden dolayı gençlerimizin bir anlık bir davranışı. Biz oradaydık, bunu da kısa sürede yatıştırdık. Böyle bir durum yoktur.

Bayburt, Türkiye’de en sakin, asayişi hemen hemen en iyi yerlerden bir tanesidir. 2015 yılında hiç cinayet işlenmemiş bir şehirdir. Dolayısıyla Türkiye'nin bu tür sorunlarında her zaman dimdik, ülkemizin, milletimizin yanında olan bir şehirdir. Dolayısıyla güneydoğulu kardeşlerimizin bizim orada olması, üniversitede okuması adına hiçbir sıkıntı yoktur. Basında veya medyada bu tür şeylerin olması çok doğru değil. Şu an bizim üniversitemizde çok sayıda güneydoğudan gelen kardeşimiz okumaktadır. Ertesi gün hem ben hem rektörümüz bu konularda toplantı yaptık, arkadaşlarla da görüşüldü. Onların teminatı Bayburtlulardır, bizleriz. Dolayısıyla, buradaki, bir yanlış anlaşılma. Sizlerden de ricam… Bu tür bir olay varmış gibi, sosyal medyadaki yanlış algıdan dolayı oluşturulan bir şey; kesinlikle böyle bir şey yok.

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) - Görüntüler var, görüntüler.

ŞAHAP KAVCIOĞLU (Devamla) - Tüm güneydoğulu arkadaşlarımız Bayburt’ta her yerden daha rahat bir şekilde okuyabilir, bunun teminatı bizleriz. Ama PKK’lı veya PKK’ya destek olarak herhangi bir şey olduğunda da yine en iyi şekilde Bayburtlular bunun karşısında duracaktır, durmaya da devam edecektir, bunu da belirteyim.

Bunun dışında, tabii, biraz önceki konuşmalar… Kanunla ilgili, bireysel emeklilikle ilgili gündeme geçeyim, sürem de azaldı ama.

Biliyorsunuz, 2001 yılında çıkarılan bir kanun. 2003 yılında da tasarruf anlamında bu kanun yürürlüğe girdi. Daha sonra, 2013 yılında Türkiye’de devlet katkısıyla sistem biraz daha genişletildi. Burada, baktığımız zaman, 2013 yılına kadar 3,1 milyon kişinin sisteme girdiğini, 2013 yılında ve daha sonrasında da sisteme katılımın çok fazla arttığını, dolayısıyla devlet katkısının sistemin gelişmesi anlamında çok önemli olduğunu 6,4 milyona yükselmesiyle görüyoruz.

Yine, bu, yeni getirilen kanunla, zorunlu bir katılım değil. “Otomatik” denmesinin nedeni özellikle tüm bordrolu ve kamu kesimindekileri… “Sadece asgari ücretli” diye de nitelememek lazım. Sürem az ama yani burada sadece asgari ücretten ve zorunlu olarak insanları bu sisteme sokuyormuşuz gibi bir algı var. Kesinlikle böyle bir şey yok. Tüm insanlar, bordrolu ve kamu kesimi çalışanları yani bir hizmet sözleşmesi olan insanlar bu sisteme dâhil olacak. Eğer istemiyorlarsa iki ay sonra cayıp sistemden ayrılabilecekler. Kalırsa sistemde devlet teşviki var ki 2013 yılındaki devlet katkısını göz önüne aldığımızda, sistemin devlet katkısı tarafından desteklenmesi Türkiye’deki tasarruf açığının tekrar azaltılması anlamında çok önemlidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ŞAHAP KAVCIOĞLU (Devamla) – Sürem bittiği için ben bu kanunun hayırlı olmasını diliyorum, hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kavcıoğlu.

Sayın Gök, sisteme girmişsiniz.

Buyurunuz.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

21.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Genco Erkal’ın Kadıköy Lisesinde sergilemek istediği ve Nazım’ı konu alan oyunuyla ilgili getirilen yasağın İçişleri Bakanlığıyla yapılan görüşmeler sonucunda kaldırıldığına ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, dün ve bugün Meclis kürsüsünden dile getirdiğim bir konuda Meclisimizi bilgilendirmek isterim.

Türkiye'nin önde gelen sanatçılarından Sayın Genco Erkal’ın Kadıköy Lisesinde sergilemek istediği ve Nazım’ı konu alan oyunuyla ilgili getirilen yasak İçişleri Bakanlığıyla yaptığımız görüşmeler sonucunda kaldırılmıştır. Böyle anlamsız bir uygulamayı gerçekleştiren idarecilere karşı duyarlı ve gerçekten dikkatli olunması gerektiği açıktır. Türkiye’yi lüzumsuz bir tartışmanın içerisine sokacak olan bu yasağın kalkması nedeniyle başta İçişleri Bakanımız olmak üzere arkadaşlarımıza teşekkür ederim. Onların da daha sonra haberdar olduğu bir konu olduğu ortaya çıktı. Demek ki bu süreç içerisinde idarecilerin yapabilecekleri bu tür uygulamalar karşısında hepimizin uyanık ve dikkatli olması gerekiyor.

Ben Genco Erkal’a oyununda başarılar dilerim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Gök.

Biz de sizin emeğinizden dolayı size teşekkür ediyoruz.

Fakat bir konuda daha müjde bekliyoruz Sayın Gök, Hakkâri ve Şırnak’ın il olarak kalması konusunda. Umarım bu konudaki müjdeyi de siz verirsiniz bize.

Teşekkür ederiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/752) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 410) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, sisteme giren sayın milletvekilleri yok, 1’inci madde üzerinde soru-cevap işlemini gerçekleştirmiyoruz.

1’inci madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın 1’inci maddesi ile 28/03/2001 tarihli ve 4632 sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu’na eklenen “EK MADDE 2"nin (1), (5), (6)’ncı fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve (2)’nci fıkrada yer alan "otomatik" ibaresinin fıkra metninden, (8)'inci fıkrada yer alan "cayma hakkı" ibaresinin fıkra metninden, (3)’üncü fıkranın ise madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

   Süleyman Sencer Ayata                    Aydın Uslupehlivan              Musa Çam

             İstanbul                                        Adana                           İzmir

         Bülent Kuşoğlu                              Kemal Zeybek                 Haydar Akar

              Ankara                                       Samsun                        Kocaeli

EK MADDE 2-

"Türk vatandaşı veya 29/5/2009 tarihli ve 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 28 inci maddesi kapsamında olup, 45 yaşını doldurmamış olanlardan 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentlerine göre çalışmaya başlayanlar, işverenin bu Kanun hükümlerine göre düzenlediği bir emeklilik sözleşmesiyle emeklilik planına dahil edilir. İşveren, çalışanını isteği halinde katılım için emeklilik planı düzenleme konusunda bu kanuna uygun olarak kurulup faaliyet gösteren bir şirketin sunacağı emeklilik planına dahil edebilir. Bakanlar Kurulu, bu madde uyarınca emeklilik planına dahil edilecek işyerleri ile çalışanları ve bu kapsamdaki uygulama esaslarını belirlemeye yetkilidir."

"Çalışan adına bireysel emeklilik hesabına ödenen katkı payları üzerinden ek 1 inci maddedeki usul ve esaslara göre bu madde uyarınca ayrıca Devlet katkısı sağlanır. Çalışana sisteme girişte bir defaya mahsus olmak üzere, ek 1 inci maddedeki Devlet katkısı hak etme ve ödeme koşuluna tabi olmak kaydıyla, 1.000 Türk Lirası tutarında ilave Devlet katkısı sağlanır. Bakanlar Kurulu, bu tutarı yarısına kadar artırmaya veya yarısına kadar azaltmaya yetkilidir. Emeklilik hakkının kullanılması halinde, hesabında bulunan birikimi en az on yıllık, yıllık gelir sigortası sözleşmesi kapsamında almayı tercih eden çalışana, birikiminin %5'i karşılığı ek Devlet katkısı ödemesi yapılır. Bu madde hükmüne göre çalışan katkı payının takip ve tahsil sorumluluğu şirkete aittir. Müsteşarlık takip ve tahsil sorumluluğunun bu amaçla yetkilendirilecek bir kuruluşça yerine getirilmesine karar verebilir. Bankalar, Sosyal Güvenlik Kurumu ve ilgili diğer kamu kurumları, çalışan katkı payının takip ve tahsili ile Devlet katkısının hesaplanması için ihtiyaç duyulan verileri, hakkında usul ve esaslar Müsteşarlıkça belirlenir."

"Bu madde kapsamında sunulan emeklilik planları kapsamında şirketlerce 7 nci madde uyarınca fon işletim gideri kesintisi dışında başka bir kesinti yapılamaz. Çalışan; katkı payı, işverenin taraf olduğu 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu kapsamındaki haciz ve iflas yoluyla takip bakımından işçi alacağı niteliğinde imtiyazlı bir alacaktır. İşverenler bu madde kapsamındaki yükümlülükleri bakımından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından denetlenir. İşverenin bu madde kapsamındaki yükümlülüklerine ve bu madde uyarınca yürürlüğe konulan düzenlemelere uymaması halinde, her bir katılımcı ve her bir ihlal için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca 100 Türk Lirası idari para cezası uygulanır."

BAŞKAN – Şimdi maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

              İdris Baluken                               Mahmut Toğrul                             Abdullah Zeydan

                Diyarbakır                                     Gaziantep                                        Hakkâri

            Behçet Yıldırım                                  Erol Dora

                 Adıyaman                                        Mardin

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ EMİNE NUR GÜNAY (Eskişehir) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu?

BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Gaziantep Milletvekili Sayın Mahmut Toğrul, buyurunuz. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, bireysel emekliliği konuşuyoruz ama Türkiye’deki çalışanların maaşları açlık sınırı civarında olduğundan insanların tasarruf yapabilmesi için aslında öncelikle maaşlarının gerçekten onların yaşamını idame ettirebileceği bir seviyede olması gerekir. Bunun için, aslında biz her yılın ilk altı ayı ile ikinci altı ayında işte enflasyon oranında, yüzde 3,5-4 civarında zam veriyoruz. Bir süre sonra bu da kamuoyunda lüks vergi olarak bilinen vergi dilimine giriyor, verilen zam başka bir şekilde alınıyor. Zaten insanların tasarruf yapacağı bir maaşları yok ama ben bu konuşmamda özellikle bugün Batman’dan bize iletilen bir meseleyi buraya taşımak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Batman’ın Kozluk ilçesinde, daha önce Bekirhan beldesinde -ki Bekirhan’ın nüfusu 2.500 civarında- sekiz gün süreyle elektrik kesintisi uygulandı. Elektrik kesildiği için su da kesiliyor. Sekiz gün elektriği kesik olan Bekirhan’dan sonra yine Kozluk’un bazı köylerinde... Ki köylerin isimleri burada var, Kozluk’un Kaletepe köyü, Yeşilöz mezrası, Kavaklı köyü, Tepecik mezrası, Cevizli köyü ve mezraları, yani toplam beş köyde, değerli arkadaşlar, iki gündür su ve elektrik yok. Su ve elektrik olmadığı için vatandaşın tarlasında ekip biçtiği mahsulü kurumuş, yaklaşık olarak 6 milyon TL civarında bir zarara uğramış.

Peki, niye elektrikler kesik? Hani -elektrik meselesini burada konuştuğumuz dönemde- kayıp kaçak var diye köylünün evindeki saati, elektrik saatini köyün dışındaki bir direğe, ortak bir direğe monte edecek ve gelen faturayı köylüye eşit bir şekilde dağıtacak, kim ne kullandı, ne kullanmadı bilinmeyecek, dolayısıyla az kullanan-çok kullanan ayrımı da kaldırılacak. Köylüden eşit bir miktarda alınmaya çalışılıyor. Köylü buna itiraz ediyor, diyor ki: Benim saatim zaten içeride değil, siz gelip görebilirsiniz. Dolayısıyla, itiraz ettiği için, DEDAŞ geliyor -Dicle Elektrik Dağıtım ekipleri- köyün elektriklerini kesiyor ve elektrik telleri ile trafoları söküp gidiyor. Değerli arkadaşlar, iki gündür su ve elektrik yok.

Şimdi, bunun anlaşılması… Nedir bu kayıp kaçak? Özellikle Batman’ın Kozluk ilçesinde mi geçerli? Türkiye'nin başka bir yerinde böyle bir olay yok mu? Neden? Çünkü, Bekirhan’da da uygulama böyleydi, biraz önce ismini saydığım köylerde de durum bu. Peki, Türkiye'nin diğer yerlerinde kayıp kaçak yok mu ya da Ankara’nın bir köyünde, bir beldesinde kayıp kaçak sıfır mıdır? Peki, neden o ilçenin veya o köyün tüm elektrikleri aynı anda kesilmiyor? Batman’ın Kozluk ilçesi bir deneme alanı olarak mı seçilmiş? Bunun anlatılması lazım. Nasıl olur da köylü vatandaşı bu kadar cezalandırırsınız? Bakın, muhtarları devreye girmeye çalışıyor, valiye ulaşmaya çalışıyor ama sorun bir türlü çözülmüyor. Elektrik telleri ve trafolar sökülüp gidiliyor. Böyle sorun çözeceksek -bu ülkenin sorunlarını- o zaman herkes kendi başının çaresine mi bakacak?

Şimdi, dolayısıyla, yetkilileri bir an önce olaya duyarlı olmaya çağırıyorum. Bu kayıp, oradaki köylünün kayıp mahsulü sadece köylüye ait kayıp mahsul değil; bu ülkenin millî sermayesidir. Dolayısıyla, böyle bakıldığında, ülke zarara uğratılıyor, köylü geçim derdindeyken geçimini sağlayamaz duruma geliyor. Bir an önce duruma dikkat çekiyoruz.

Bakın, Kozluk Muhtarlar Derneği Başkanı bize bir yazı göndermiş: “Kaletepe köyünde Yeşilöz mezrasına, Kavaklı, Tepecik köyü, Cevizli köyüne -sayıyor- iki gündür -trafolar sökülmüş, teller kesilmiş- su verilmiyor. Tarlalar ve oradaki halk perişan durumda.” Valilikle görüşme yapılmış ancak çözüm bulunamamış. Nedeni de biraz önce söylediğim gibi elektriğin kaçak kullanımı.

Bunu, bu sorunu bir an önce Sayın Bakanın bilgisine sunuyorum. Bu sorunun çözülmesini beklediğimizi ifade etmek istiyorum.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Toğrul.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın 1’inci maddesi ile 28/03/2001 tarihli ve 4632 sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu’na eklenen “EK MADDE 2"nin (1), (5), (6)’ncı fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve (2)’nci fıkrada yer alan "otomatik" ibaresinin fıkra metninden, (8)'inci fıkrada yer alan "cayma hakkı" ibaresinin fıkra metninden, (3)’üncü fıkranın ise madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Süleyman Sencer Ayata (İstanbul) ve arkadaşları

EK MADDE 2-

"Türk vatandaşı veya 29/5/2009 tarihli ve 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 28 inci maddesi kapsamında olup, 45 yaşını doldurmamış olanlardan 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentlerine göre çalışmaya başlayanlar, işverenin bu Kanun hükümlerine göre düzenlediği bir emeklilik sözleşmesiyle emeklilik planına dahil edilir. İşveren, çalışanını isteği halinde katılım için emeklilik planı düzenleme konusunda bu kanuna uygun olarak kurulup faaliyet gösteren bir şirketin sunacağı emeklilik planına dahil edebilir. Bakanlar Kurulu, bu madde uyarınca emeklilik planına dahil edilecek işyerleri ile çalışanları ve bu kapsamdaki uygulama esaslarını belirlemeye yetkilidir."

"Çalışan adına bireysel emeklilik hesabına ödenen katkı payları üzerinden ek 1 inci maddedeki usul ve esaslara göre bu madde uyarınca ayrıca Devlet katkısı sağlanır. Çalışana sisteme girişte bir defaya mahsus olmak üzere, ek 1 inci maddedeki Devlet katkısı hak etme ve ödeme koşuluna tabi olmak kaydıyla, 1.000 Türk Lirası tutarında ilave Devlet katkısı sağlanır. Bakanlar Kurulu, bu tutarı yarısına kadar artırmaya veya yarısına kadar azaltmaya yetkilidir. Emeklilik hakkının kullanılması halinde, hesabında bulunan birikimi en az on yıllık, yıllık gelir sigortası sözleşmesi kapsamında almayı tercih eden çalışana, birikiminin %5'i karşılığı ek Devlet katkısı ödemesi yapılır. Bu madde hükmüne göre çalışan katkı payının takip ve tahsil sorumluluğu şirkete aittir. Müsteşarlık takip ve tahsil sorumluluğunun bu amaçla yetkilendirilecek bir kuruluşça yerine getirilmesine karar verebilir. Bankalar, Sosyal Güvenlik Kurumu ve ilgili diğer kamu kurumları, çalışan katkı payının takip ve tahsili ile Devlet katkısının hesaplanması için ihtiyaç duyulan verileri, hakkında usul ve esaslar Müsteşarlıkça belirlenir."

"Bu madde kapsamında sunulan emeklilik planları kapsamında şirketlerce 7 nci madde uyarınca fon işletim gideri kesintisi dışında başka bir kesinti yapılamaz. Çalışan; katkı payı, işverenin taraf olduğu 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu kapsamındaki haciz ve iflas yoluyla takip bakımından işçi alacağı niteliğinde imtiyazlı bir alacaktır. İşverenler bu madde kapsamındaki yükümlülükleri bakımından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından denetlenir. İşverenin bu madde kapsamındaki yükümlülüklerine ve bu madde uyarınca yürürlüğe konulan düzenlemelere uymaması halinde, her bir katılımcı ve her bir ihlal için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca 100 Türk Lirası idari para cezası uygulanır."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ EMİNE NUR GÜNAY (Eskişehir) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu?

BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde…

LEVENT GÖK (Ankara) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyoruz.

Gerekçe:

Maddedeki değişiklikle işverenlere çalışanlarını istekleri hâlinde katılım için emeklilik planı düzenleme konusunda bu kanuna uygun olarak kurulup faaliyet gösteren şirketlerden herhangi birini seçme serbestisi tanınmakta, zorunlu katılım kaldırılmakta, işverenlere bu madde kapsamındaki yükümlülüklere ve bu madde uyarınca yürürlüğe konulan düzenlemelere uymaması hâlinde her bir katılımcı ve her bir ihlal için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca 100 Türk lirası idari para cezası uygulanması konusundaki madde metnindeki belirsizlik giderilmektedir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum.

MADDE 2- 4632 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 2- Bu maddeyi ihdas eden Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kırkbeş yaşını doldurmamış olan çalışanlar, ek 2 nci madde hükümleri çerçevesinde otomatik olarak emeklilik planına dahil edilir.”

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Fahrettin Oğuz Tor.

Süreniz on dakika Sayın Tor.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA FAHRETTİN OĞUZ TOR (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde MHP adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle siz değerli heyetinizi ve bizleri izleyen yüce milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, daha önceki bir konuşmamda da belirttiğim üzere, FETÖ terör örgütüyle yürütülen mücadelenin, diğer terör örgütleriyle olan mücadeleyi sekteye uğratmaması gerektiğini ifade etmiştim. Maalesef, bugün Şırnak Uludere’de 5 askerimiz şehit olmuştur. Beytüşşebap bölgesinde bulunan 3 askerimiz şehit olmuştur. Her iki saldırıda da toplam 18 askerimiz yaralanmıştır. Öncelikle, şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza, gazilerimize de başsağlığı diliyorum.

Değerli milletvekilleri, FETÖ terör örgütüyle yapılan mücadele, olağan dışı bu durum nedeniyle, PKK ve diğer terör örgütleriyle mücadelede bir aksamaya sebep olmamalıdır. 15 Temmuzdan sonra güneydoğuda terör örgütünün şehit ettiği güvenlik görevlisi sayısı 30’u geçmiştir. Allah korusun, günde 3 tane, 5 tane, 8 tane şehit gelmeye devam ederse, bu yönde oluşacak bir algı, terörle mücadeleyi de psikolojik olarak olumsuz etkileyecektir.

Tekraren ifade etmek istiyorum ki, FETÖ terör örgütüyle yapılan mücadele, PKK, IŞİD ve diğer terör örgütleriyle yapılan mücadeleyi asla sekteye uğratmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, uzun zamandır tartışılmakta olan otomatik katılıma dayanan BES’in ayrıntıları, Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’yla büyük ölçüde netleşmiştir. Ben, BES hakkında kısa bilgiler vererek önemli bir eksikliği dikkatinize sunmak istiyorum.

Zorunlu BES uygulamasıyla amaçlanan nedir? Ülkemizde tasarruf oranları dünyadaki tasarruf oranlarına göre düşük seviyededir. Avrupa Birliği ülkeleri, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler dâhil, aşağıda isimlerini sayacağım ülkeler içerisinde tasarruf oranı en düşük ülke maalesef Türkiye’dir.

Şimdi, baktığımızda, Çin’de tasarruf oranı yüzde 46’dır; Kore’de, Güney Kore’de yüzde 35’tir, küsuratları var; Malezya’da yüzde 28’dir; Türkiye’de bu oran yüzde 15’tir. Avrupa Birliği ülkelerine baktığımız zaman ortalaması yüzde 21,68; gelişmekte olan ülkelerde 31,39’dur. Dünya ortalaması ise yüzde 25 civarındadır. Türkiye, dünya ortalamasının 10 puan gerisindedir. İleri teknoloji üreten ülkelere baktığımızda Çin gibi, Amerika gibi, Güney Kore gibi özellikle son dönemlerde tasarruf oranlarının yüksek olması kalkınmanın, sanayileşmenin yegâne kriteri olduğunu göstermektedir.

Tasarıyla, yurt içi tasarruf oranının artırılması, çalışanların çalışma döneminde sahip oldukları refah seviyesinin emeklilik döneminde de korunması, son düzenlemelerle kamu sosyal güvenlik sistemi tarafından bağlanacak olan düşük oranlı emekli maaşlarından olumsuz yönde etkilenmemeleri için emekliliğe yönelik olarak çalışanların bireysel tasarruf etmeye özendirilmesi amaçlanmaktadır.

Hangi çalışanlar otomatik bireysel emeklilik sistemine dâhil olacaktır dediğimizde, 45 yaşını doldurmamış olanlardan kamu ve özel sektörde çalışmaya başlayacak olanlar ile mevcut çalışanlardan kanunun yürürlüğe girdiği tarihte 45 yaşını doldurmamış olan memur ve işçiler zorunlu bireysel emeklilik planına dâhil olacaktır.

Yabancı uyruklu olarak çalışanlar otomatik bireysel emeklilik sisteminden yararlanamayacaklardır, kapsamda değillerdir. Ancak Türk vatandaşı veya 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 28’inci maddesi uyarınca izin almak suretiyle vatandaşlıktan çıkmış olanlar yararlanabilecektir.

Otomatik BES bütün iş yerlerinde uygulanacak mıdır? Bu konuda bir düzenleme mevcut değildir, Bakanlar Kurulunun düzenlemesine bırakılmıştır.

Çalışanlar otomatik olarak BES’e nasıl dâhil edilecektir dediğimizde, çalışanlar, işverenin düzenleyeceği emeklilik sözleşmesiyle Hazine Müsteşarlığınca uygun görülen şirketlerin emeklilik planına otomatik olarak dâhil edilecektir.

Ne kadar katkı ödeyeceklerdir? Çalışanlar, zorunlu BES’e SGK’ya bildirilen sigorta primine esas kazançlarının yüzde 3’üne karşılık gelen tutar kadar katkı payı ödeyeceklerdir.

Örnek vermek gerekirse, asgari ücret düzeyinde çalışanlar yüzde 49,41; bugünkü şartlarda, yani 50 lira civarında bir ödemede bulunacaklardır. Tavandan primi ödeyenlerse 321 lira ödemede bulunacaklardır.

Katkı payı oranını yüzde 6’ya kadar artırmaya, yüzde 1’e kadar azaltmaya veya katkı payına maktu limit getirmeye Bakanlar Kurulu yetkili olacaktır. Çalışan isterse daha fazla katkı payı ödeyebilecektir. Çalışanın ücretinden kesilen katkı payı işveren tarafından emeklilik şirketine aktarılacaktır, aktarmadığı zaman parasal kayıptan işveren sorumlu olacaktır.

Değerli milletvekilleri, katkı payının takip ve tahsili emeklilik şirketi tarafından yapılacak, ancak Hazine Müsteşarlığı katkı payının takip ve tahsil sorumluluğunu bu amaçla yetkilendireceği bir kuruluşa da verebilecektir.

Bir başka konu: Çalışan isterse emeklilik planına dâhil olduğunun kendisine bildirildiği tarihi takip eden iki ay içinde sözleşmeden cayabilecektir.

Otomatik BES sistemine dâhil olan çalışanın iş yerini değiştirmesi hâlinde, yeni işyerinde de otomatik emeklilik planı uygulaması varsa, çalışan birikimini ve sistemde kazandığı emekliliğe esas süresini yeni iş yerindeki emeklilik sözleşmesine aktarabilecektir, istemiyorsa sistemden çıkabilecektir.

Otomatik BES’e işveren de bir katkıda bulanacak mıdır? Maalesef işveren için bir katkı öngörülmemiştir.

Otomatik Bireysel Emeklik Sistemi’ne devlet katkısı: Çalışan adına bireysel emeklilik hesabına ödenen katkı payları üzerinden yüzde 25’i oranında da devlet katkısı sağlanacaktır. Eğer sistemden caymıyorsa, plana dâhil olmuşsa bir defaya mahsus olmak üzere, sisteme girmesi hâlinde devlet bin lira da ayrıca katkı sunacaktır. Bakanlar Kurulu ilave devlet katkısı tutarını yarısına kadar artırmaya veya yarısına kadar azaltmaya da yetkili olacaktır.

Emeklilik hakkının kullanılması hâlinde ilave bir devlet katkısı: Evet, şartları yerine getirdiği zaman birikiminin yüzde 5’i karşılığında ayrıca ek devlet katkısı ödenebilecektir. Emeklilik şirketleri, otomatik BES emeklilik planı kapsamında ödenen katkı paylarından fon işletim gideri kesebilecektir, bunun dışında başka bir kesinti yapılmayacaktır. Bu paylar da imtiyazlı bir alacaktır, haczedilme şansı yoktur, denetimini de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yapacaktır.

Değerli milletvekilleri, işverenin kanun kapsamındaki yükümlülüklerine ve düzenlemelere uymaması hâlinde her bir ihlal için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca 100 TL tutarında idari para cezası uygulanacaktır. Mevcutta isteğe bağlı olarak Bireysel Emeklilik Sistemine dâhil olanlarla ilgili bir düzenleme mevcut olmasa da Bakanlar Kurulu dâhil edebilecektir. Sistem, malum, bildiğiniz gibi 1/1/2017’de yürürlüğe girecektir.

Değerli milletvekilleri, burada özellikle üzerinde durmak istediğim konu şudur: Sistem bu hâliyle düşük gelir grupları için topaldır, bu hâliyle düşük gelir grupları için prematüre doğacaktır. BES kesintisi işçinin üzerinde kalmıştır. Sisteme girmek isteyen, asgari ücretle çalışana binen ilave yük bugün itibarıyla 50 TL’dir. Asgari ücretle çalışan, büyük çoğunluğunun eşi bir işte çalışmayan, kirada oturan, birkaç çocuk sahibi bir kişi, hatta çocuğu üniversitede okuyan bir kişi adı “BES” de olsa, bu iş için ayda 50 TL ayırması kesinlikle mümkün değildir. Bu durumda -gayet açık söylüyorum- çalışanların büyük çoğunluğu, özellikle asgari düzeyde çalışanların büyük çoğunluğu sistemden çıkacaktır. Zira, bir asgari ücretli için 50 lira önemli bir meblağdır özellikle geçim sıkıntısında olanlar için.

Sistem işleyecekse, çalışanın büyük bir kesimini oluşturan asgari ücretlinin sistemi tercih etmesini, sistemde kalmasını istiyorsak, küçük de olsa işverenin bir katkı sağlaması, işverenden bir katkı sağlanması zorunludur. Yasanın orta ve üst gelir grupları için uygulanabilir olduğunu söylemek mümkündür ancak alt gelir grupları için bunu söyleyebilmek mümkün değildir.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tor.

2’nci madde üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın Mahmut Toğrul.

Süreniz on dakika.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli Başkan, biraz önce dile getirdiğim, Batman’daki sorunla ilgili arada hemen Batman’ın köylerinin 2 muhtarı beni aradı. Sayın Bakan, bugün Kozluk Kaymakamına gitmişler ve Kozluk Kaymakamı muhtarlarla görüşmemiş. Batman Valisine gitmişler, Batman Valisi de azarlayarak dışarı çıkarmış. Bunu en azından bilgilerinize sunuyorum. Bu konu gerçekten çözülmelidir. Köylü diyor ki: “Ben tütün ekmişim, çilek ekmişim, kurumak üzere.” Yani bu vesileyle ben bu notu en azından bilginize sunuyorum, en azından üzerinde duracağınıza da inanıyorum. Teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bireysel emeklilikten ziyade yine gündem gerçekten o kadar yakıcı ki bu kamuda görevden almalar 70 bini aştı. Kamuda görevden alınmalar o kadar keyfî ve o kadar delile, bir nedene dayanmıyor ki… Dün de ifade etmek zorunda kaldım, belki bir miktar tekrar olacak. Değerli arkadaşlar, NT’den -kırtasiye- alışveriş yaptı diye zamanında bir indirim kartı veriliyormuş, bu kartı var diye insanlar görevden alınıyor. Bank Asya’da kirada oturduğu ev sahibinin hesabı var, Bank Asya’ya para yatırıyor, Bank Asya’ya her ay kirasını ödediği için görevden alınmalar var.

Şimdi, bu terör çetesinin devletin içerisine, kamuya nasıl yerleştiğini aslında hepimiz biliyoruz. Ayıklanması sonuna kadar gerekiyor ve üzerine gidilmesi gerekiyor ama bu yapılırken bir taraftan da hakikaten yaş ve kuruyu bir arada yakmamak gerektiğini, her şeyin hukuk dairesi içerisinde olması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak zorunda kalıyoruz.

Bir diğer önemli nokta, bakın, Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ni imzalayanların durumunu bu çeteyle aynı torbaya koyduğunuzda inandırıcılık zayıflıyor. O zaman kamuoyunda şöyle anlaşılıyor: Siz karşıtlarınızı bertaraf ediyorsunuz. Sizin derdiniz “Bu çeteyi değil, kendi karşıtınız olarak değerlendirdiklerinizi bir şekilde kamudan tasfiye ediyorsunuz.” şeklinde ele alınıyor ve gerçekten iş sulanıyor, inandırıcılığı zayıflıyor, yaptığınız, yanlış bir yere ulaşıyor. Bunu göz önünden uzak tutmamak gerektiğini de özellikle söylüyorum.

Her gün, gün geçmiyor ki bir üniversiteden BAK imzacıları, hatta EĞİTİM-SEN üyeleri… EĞİTİM-SEN benim de geçmişte üyesi olduğum bir sendikadır. Bu sendikanın en önemli mücadelesi, bu çetenin üniversitelerdeki, kamu kurumlarındaki örgütlenmesine muhalefet etmektir. Demokratik emek mücadelesi vermiştir. E şimdi, karşı mücadele ettiğiniz bir çete grubuyla EĞİTİM-SEN yöneticileri ya da EĞİTİM-SEN üyeleri aynı noktaya konuluyor. Dolayısıyla, gerçekten yaptığınız hukuksuzlaşıyor ve herkes, gücü yeten bir şekilde gücü yettiğini bertaraf ediyor.

Değerli arkadaşlar, bakın, kamuya bunların nasıl yerleştirildiğini, eğer tasfiye etmek istiyorsanız bazı örnekleri sizinle paylaşmak isterim. Örneğin geçmişe yönelik üniversitelerde atama ve yükseltme ilanlarını YÖK incelesin, bakalım nasıl gerekçelerle ve nasıl koşullarla üniversitelere insanlar alınmış. Olmayan bir cihazın uzmanlığı istenmiş mi istenmemiş mi? Ya da örneğin, benim fakültemde 38 profesör dururken fen fakültesine 1 tarihçi dekan olarak atanmış mı atanmamış mı değerli arkadaşlar? Ya da çok büyük kahraman hocalar yaratılır ya, bir kişiye en az 8-10 tane görev verilmiş mi verilmemiş mi? Eczacılık fakültesi dekanı, eğitim fakültesi dekanı, enstitüdeki müdürü, BAP sorumlusu aynı kişi olmuş mu, olmamış mı inceleyin. Bakın, bunlarla sonuca ulaşırsınız, yoksa herkesi aynı çatıya, aynı torbaya doldurarak bu işle uğraşamazsınız.

Bakın, bir kişinin bir ilan koşuluyla meslek yüksekokuluna alındığını ve aynı koşulla tekrar meslek yüksekokulundan alınıp eczacılık fakültesinde görevlendirildiğini… Ne ilgisi var meslek yüksekokuluyla eczacılık fakültesinin değerli arkadaşlar? İnceleyecekseniz bunları inceleyin.

Geçmişe yönelik araştırma görevlileri nasıl alındı, geçmişe yönelik doktoralar, görevlendirmeler nasıl yapıldı, neden bazı kişiler kahraman gibi 8-10 tane göreve boğduruldu, bunları açıklayabilirsiniz. Bunları biliyoruz, hepsini ayrıntılı biliyoruz, biz yaşadık değerli arkadaşlar.

Bakın, ilköğretim sınıf öğretmenliğine bir öğretim üyesi alınıyordu. Ben cezalı doçent olduğum için, on yıl doçent kaldığım için ben de oraya başvurdum. Şart yoktu. Ben başvurunca, aynı fakültede çalışıyor şartı koydular. Peki, alınan kişi aynı fakültede çalışıyor muydu? Buradan söylüyorum, Kıbrıs Diyanet İşleri Başkanlığı yapıyordu ama beni almadılar, onu aldılar. Aynı şekilde, eczacılık fakültesine eğitim fakültesi anorganik anabilim dalında bir öğretim üyesi, eğitim fakültesinde -eczacılığa organik kimya anabilim dalının yakın olduğu herkes tarafından bilinir- onun için kadro açıldı, ben cezalı olduğum için, atanmayacağımı bile bile oraya başvurdum. Ama, bir şekilde ne yapıldı biliyor musunuz? Uygun bir jüri kuruldu ve eğitim fakültesinde profesör olduğu hâlde oradan eczacılık fakültesine alındı.

Değerli arkadaşlar, incelemek istiyorsanız bunları inceleyin. Yoksa, BAK Bildirisi’ni imzalamış EĞİTİM-SEN üyelerini bu torbaya dâhil ettiğinizde inandırıcılık kalmıyor.

Bir diğer önemlisi, değerli arkadaşlar, kapatılan 15 vakıf üniversitesinin hemen hemen tamamının AKP döneminde açıldığını biliyoruz. Şimdi, bu üniversitelere giden tüm öğrencileri, bu çetenin veya darbenin içinde aktif bir üye gibi değerlendirip cezalandırmaya hakkımız yok diye düşünüyoruz.

Bakın, o kadar bilgi kirliliği var ki tıp fakültesi beşinci sınıfında okuyan bir öğrenci beni arıyor, diyor ki: “Bana diyorlar ki: ‘Yeniden tercihte bulunacaksın.’ Ben o puanla tıp fakültesine giremem ki.” Değerli arkadaşlar, bir an önce bu öğrencilerle ilgili kamuoyundaki bilgi kirliliğini giderecek açıklamalar yapılmalıdır. Bu öğrencilerin büyük bir kısmı, sanıldığı gibi çok zengin oldukları için paralı okullarda okumuyorlar, puanları yetmediği için ya da ailesi il dışından başka bir yere göndermediği için oralarda okuyorlar.

Biz bu çeteyle uğraşalım, bu çeteyi devletin, kamunun yapısından sonuna kadar arındıralım ama bunu yaparken hukuk dairesini görmezsek, bunu yaparken bu işi sulandıracak yol ve yöntemlere başvurursak kimseye derdimizi anlatamayız, kimseye de haklılığımızı gösteremeyiz. Onun için, ben burada bir kez daha yetkilileri göreve davet ediyorum.

Bakın, üniversitelerde yaşanan bu karmaşayla, görevden alınmalarla ilgili rektörleri arıyoruz, rektörler telefonlarımıza çıkmıyor değerli arkadaşlar. Öğretim üyesiyiz, milletvekili kimliğimiz var, telefonlarımıza çıkmıyorlar, randevu vermiyorlar.

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) – Bize de vermiyorlar?

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Sayın Vekilim, eğer size vermiyorlarsa daha da bir vahim vahamet var.

Kimdir rektör? Biz burada kamu adına buranın yasama organıyız; bilgilenmek ve vatandaşımıza hesap vermekle yükümlüyüz. Vatandaşımızın sorununu burada dile getirmekle yükümlüyüz. Vallahi böyle davranıyorsa kamu görevlileri… Vali randevu vermiyor, rektör randevu vermiyor, emniyet randevu vermiyor. Peki, biz ne yapacağız, biz o zaman vekillik görevimizi nasıl yapacağız değerli arkadaşlar? Onun için, eğer böyle bir durum varsa bunu sizin çözmeniz gerekir diyorum.

Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bu işi gerçekten hukuk dairesi içinde yapalım, sonuna kadar yapalım, bu çeteyi kamudan arındıralım diyorum.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Toğrul.

2’nci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Sayın Haydar Akar.

Süreniz on dakika.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bireysel Emeklilik Kanunu’nu görüşüyoruz. Gruplarımız, grup adına konuşan arkadaşlarımız zorunlu bireysel emekliliğe niçin karşı olduğumuzu… Gerçi iki ay sonra bireysel emeklilikten çıkma hakkının olduğu söylenmesine rağmen, 1.300 lira maaş alan, ücret alan insanların buna zorunlu olarak sokulmasını doğru bulmuyoruz. Benim kentim de sanayi kenti olmasına rağmen insanların yüzde 44’ü 1.300 liralık asgari ücretle çalışıyor. Bırakın tasarruf etmeyi, kredi kartlarını kullanarak, krediler alarak yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Aslında bunların ücretlerini artırmak gerekirken biz onlara tasarruf ettirmeye çalışıyoruz. Bunu doğru bulmadığımızı ifade etmek istiyorum.

Şimdi size anlatmak istediğim konu farklı. Evet, 15 Temmuz akşamı bir kalkışma yaşadık, hep beraber, birlikte karşı koyduk, ondan sonra da bir süreç başladı. Devleti otuz yıldır, kırk yıldır ele geçiren, en çok da sizin zamanınızda bu işten faydalanarak kamu kurum ve kuruluşlarına yerleşen insanların devletten ayıklanması doğru. Bu konuda biz de yapılması gerektiğini söylüyoruz ama bu arada da sapla samanın karıştırılmaması gerektiğini de ifade etmek istiyoruz.

Bugün bu dosyayı niye getirdim? Koca bir dosya bu dosya. Bu dosyayı bizim kentimizde yaşanan bir olayı sizlerle paylaşmak için getirdim. Bir gazete var Kocaeli’de, “Bizim Kocaeli” adı altında çıkıyor bu gazete ve bu gazetenin hem sahibi olan hem de köşe yazarı olan vatandaşın yazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum. “Burada temizlenmez Sayın Erdoğan” diyor, yazıda başka şeyler de var. “Cumhurbaşkanı Erdoğan dün yine cenazede Fethullah Gülen Cemaati’ne karşı savaşın son hızla süreceğini, bunların bütün devlet dairelerinden, kurumlardan silineceğini, temizleneceğini söyledi.” diyor. “Bunları dinlerken yine güldüm kendi kendime çünkü bunları çok duydum Tayyip Erdoğan’dan. Duydum ve gereğini de pek çok yerde yaptığını gördüm.” Yani yaptığını ifade ediyor. “Bir tek yer hariç, Kocaeli. Kocaeli’de tıs yok.” diyor. “Cemaatle ilgili tek bir ciddi mücadele yok. Bunun nedeni çok açık. Burada AKP’liler cemaatle el ele, kol kola girmiş durumdalar ayrılmıyorlar, kopamıyorlar birbirlerinden. Hâlâ güçlüler, hâlâ etkinler.” diyor bir yazısında. Tümünü okumayacağım yazının, birkaç paragrafını seçiyorum, okuyorum. Çünkü çok yazı var. 15 Temmuz darbe öncesi yazılan yazıları sizlerle paylaşıyorum. “En canlı örnek, sizin cemaatle verdiğiniz kavganın burada esamesi yok. Dün de yazdım bazı şeyleri. Zaten buradaki işleri tam olarak bilseniz bunların hepsinin kafasını koparırsınız. Seninkilerin cemaatle burada münasebeti eskisi gibi el ele, kol kola devam ediyor. En son örnek Dumankaya.” Bir örnek veriyor, büyükşehir belediyesinin nasıl bir imtiyaz sağladığını anlatıyor ki o Dumankaya’nın da yöneticileri, sahipleri Fethullah terör örgütüne finansal destek sağlamaktan içeride bulunuyorlar.

Yine bir başka başlık: ”Çok ‘light’ bir açıklama!” Bu açıklama ne zaman yapılıyor? Ticaret Odası Başkanı cemaate üye olmaktan, cemaate finansal destek sağlamaktan gözaltına alınıyor ve sonra Kocaeli’de AKP’li yöneticiler açıklamalar yapıyorlar. Kocaeli’de âdeta şok etkisi yaratan bu operasyonlarda 86 kişinin tümü serbest bırakıldı ilk operasyonda, sonra tekrar alındı. Bu ilk operasyondan sonra oluyor. “AKP il başkanı, daha doğrusu Bakan Fikri Işık’ın özel kalem müdürü dün bir açıklama yapmış, ama ne açıklama, tam evlere şenlik ve ‘light’ bir açıklama. Suya sabuna dokunmayan, yapmış olmak için yapılmış bir açıklama. Ne şiş yansın ne kebap yansın cinsinden yapılan bu açıklamayı okuyunca gerçekten çok şaşırdım. Reis ‘Adamların inine kadar gireceğim.’ derken bizim görünürdeki AKP’nin İl Başkanı Şemsettin Ceylan ‘Geçmişte beraber olduğumuz insanlar, yorum yapamam.’ demiş.” “Bu gözaltıya yorum yapamam.” diyor AKP İl Başkanı. Burayı da geçiyorum.

Yine bir başka makalesinden, köşe yazısından bir örnek okumak istiyorum: “Demek ki Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının asıl amacı, bazı insanları diskalifiye ederek kendilerine yol açmakmış. Oysa ben bile bu cemaatin yapılanmasının ne kadar ciddi olduğunu görmüş birisiyim. Günlerce, haftalarca hatta aylarca haykırıyorum. Bu yapılanmanın devletin kılcal damarına kadar girdiğini, buralara etki ettiğini bas bas bağırıyorum ama dinletemedim. Adamlar yargıyı ele geçirdiler, belediyeleri ele geçirdiler, maalesef ordunun da pek çok birimini ele geçirmişler. Hem de gözünüzün içine baka baka. Şimdi bu cemaat yapılanmasına hâlâ yeşil ışık yakanlara, polisin yaptığı operasyonlardan sonra mahkemede serbest bırakılanların, adliye kapısında alkışlarla karşılayanların tutumlarını merak ediyorum.” diyor o operasyondan, gözaltı operasyonundan sonra. Darbeden önce oluyor bunlar. Yani, adam cemaate savaş açmış, bu köşe yazarı dediğimiz gazetenin sahibi. “Kocaeli Adliyesinde İlginç Yapılanma” diye bir yazı yazmış: “Pek çok kişinin gözünden kaçsa da bizim Kocaeli Adliyesinde çok ilginç bir yapılanma var. Adliye deyip geçmeyin, Kocaeli Adliyesinin kırılamayan bir cemaat yapılanması var ve bu yapılanma hâlen çok güçlü. Bunun en canlı örneği, son aylarda iki kez yapılan cemaat operasyonlarından çıkan kararlar.” Hiç kimse tutuklanmıyor bu operasyonlarda, evlerine yolluyorlar ama 15 Temmuzdan sonra tutuklandılar bunlar.

Yine bir başka köşe yazısını okuyayım: “Aklım almıyor bu kentteki durumu. Koca koca ünlü iş adamları gözaltına alınıp cezaevine gönderilirken, baskın üstüne baskın yapılırken, bürokratlar görevden alınırken Kocaeli’de göstermelik, hiçbir işe yaramayan bir iki operasyonun dışında bir şey yok. Eski tas eski hamam devam ediyor bu kentte, eski ilişkiler hâlâ aynı şekilde sürüyor. Kısaca, bırakın cemaatle savaşılmasını, bu kentte cemaat korunuyor, kollanıyor, eskisi gibi sürüp gidiyor.”

15 Temmuzdan sonra bir yazısı: “15 Temmuz darbe girişiminden sonra AKP iktidarı resmen açık ve büyük bir savaş başlatarak cemaate karşı ölüm kalım savaşı başlattı. Başta kamu kurum ve kuruluşları olmak üzere her yerden temizleniyor cemaat mensupları. Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere, yargı, kamu kuruluşlarında operasyon üstüne operasyon yapılıyor, hatta cemaatle ilgisi olan okullar, dershaneler, dernekler hızla kapatılıyor, İnternet sitelerinin erişimi engelleniyor, medya kuruluşlarına el konuluyor.” diyor. Devam ediyor... O gün ikinci baskısını yapıyor darbeden sonra çünkü gazeteler erken basılır. Şöyle bir gazete basıyor. İlyas Bey de Kocaeli Milletvekili, hiç bakmıyor buraya.

Bakın, “Erdoğan ‘Sokağa çıkın.’ çağrısı yaptı.” “Ucunda ölüm olsa bastırılacak.” Yine, Başbakanın, Sayın Fikri Işık’ın “Askerin emri uygulansın, Hulusi Akar rehin alındı.” iddiası yine darbeyi kınayan bir manşette çıkıyor. Ve köşe yazıyor orada, ikinci baskıda: “Yaşım 50’yi çıktı, bu süre içinde, başta 72 darbesi olmak üzere iki darbe gördüm.” Anlatıyor: “Her türlü darbeye karşıyım.” diyor. Şimdi bu vatandaş içeride, yirmi beş gündür hâlen gözetim altında tutuluyor, gazetesine el konuldu. Kocaeli’de üç gazeteye el konuldu, biri de bu gazete. Bu gazete benim dört aydır haberlerimi yayınlamıyor arkadaşlar, bunu da bilin yani “AKP’ye muhalefet ediyor da bize sevgi gösterilerinde bulunuyor, bizim yazılarımızı, bizim haberlerimizi yayınlıyor.” demiyorum; böyle bir gazete. Şimdi, yirmi beş gündür içeride, gözetim altında, henüz sorgulaması yapılmadı, 60 çalışanı vardı. 3 gazete kapatıldı, toplamda 100 çalışan var. Dün gittiler işsizlik sigortası için müracaat ettiler çalışanları, işsizlik sigortasının verilmeyeceğini ifade ettiler. Yani, işsizlik sigortası da alamıyor bu 60 çalışan ve gazete çalışanları mağdur durumda. Evet, geçmişte şirketlere el konuldu, gazetelere el konuldu, kayyum atandı, TMSF’ye devredildi, oradaki çalışanlar mağdur edilmedi ya da onların tazminatları ödenerek işlemler yapıldı. Şimdi, bu insanların aileleri var, çocukları var ve ben şu gazetede çalışanların bir tanesinin dahi Fethullah terör örgütüyle uzaktan yakından ilgisi olduğunu düşünmüyorum.

Şimdi, Kocaeli’de 2 tane gazete ilişkilendirildi sahiplerinden dolayı. Doğru mu? Doğru bana göre ama çalışanların birçoğunun, özellikle bunda çalışanların ve diğer gazetedeki bir kısım arkadaşların Fethullah’la hiçbir ilgisi yok; yaşam tarzlarıyla ilgisi yok, yazdıkları yazılarla ilgisi yok, düşünceleriyle ilgisi yok ama bir cadı avına dönüştürülmüş. O 2 gazetenin yanına bu da eklenerek… Özellikle Sayın Millî Savunma Bakanı -bu kanun hükmünde kararnameler, biliyorsunuz, Cumhurbaşkanının Başkanlık yaptığı Bakanlar Kurulundan çıkıyor- “Ben bu gazeteciden de kurtulayım.” dedi. Çünkü, okumadığım şu dosyanın içerisinde Fethullahçıların onun aleyhine açmış olduğu davalar var. Başka bir şey söylüyorlar, finansal ilişkileri kirli, bilmem ne, Fethullah’la ilişkilendirmiyorlar. Evet, onun da Türk Ceza Kanunu’nda karşılığı var. Bu olağanüstü hâl kararı niçin çıkartıldı? Fethullah terör örgütünü temizlemek üzere hızlı kararlar alabilmek için çıkartıldı. İlgisi olmayan, inanmadığımız ve on gündür dosya Başbakana ulaştırılmış olmasına rağmen, Sayın Nurettin Canikli’ye ulaştırılmış olmasına rağmen bununla ilgili iddiaya cevap verilmemesini çok manidar karşılıyorum. Bu insanların ekmeğiyle oynamamak lazım, tüm mal varlığına el konuldu bir de ayrıca, tüm mal varlığına el konuldu; olabilir. Eğer kanunsuz bir işi varsa, Fethullah terör örgütüyle bir bağlantısı yok, kanunsuz bir işi varsa, bunu savunmak bizim görevimiz değil, devletin kolluk güçleri var, avukatlar var, savcılar var, mahkemeler var, gider hesabını verir, ben bu tarafında değilim ama bu uygulama Kocaeli’de bir örnek. Türkiye’de başka örnekler var, bize her gün geliyor. Bank Asya’ya hesap açtırdı diye görevden uzaklaştırılan insanlar var geçmişte; alınmış Bank Asya’dan liste, o listeye göre görevden uzaklaştırılmış. Bunlar doğru yaklaşımlar değil.

Bir an evvel, bu gazetenin hangi nedenle kapatıldığının, el koyulduğunun Hükûmet tarafından açıklanması gerekiyor.

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Akar.

2’nci madde üzerinde başka konuşmacı? Yok.

Sisteme giren sayın milletvekili olmadığı için soru-cevap işlemi yok.

2’nci madde üzerinde bir önerge var, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

          İdris Baluken                       Mahmut Toğrul                    Abdullah Zeydan

            Diyarbakır                            Gaziantep                              Hakkâri

        Behçet Yıldırım                         Erol Dora

            Adıyaman                              Mardin

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ EMİNE NUR GÜNAY (Eskişehir) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu?

BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyoruz.

Gerekçe:

Yapılan düzenlemeyle, 45 yaşını doldurmamış çalışanların otomatik olarak bireysel emeklilik sistemine dâhil edilmesi düzenlenmektedir. Bu düzenleme 1’inci madde paralelinde işçilerin, emekçilerin maaşlarından kesinti yapmak suretiyle Bireysel Emeklilik Sistemine otomatik kayıt ettirilmesini öngörmektedir.

İktidarın asgari ücret zammı, taşeron işçiler ve kıdem tazminatına dair vaatlerinin büyük bir yalan olduğu, kısa zamanda, uygulamada ve böylesi düzenlemelerden açıkça görülmektedir. Zorunlu BES’le işçiler daha fazla yoksullaşacak. Asgari ücrete yapılan sözüm ona zammın büyük bir yalan olduğu, uygulamada birçok kesintiyle, zaten yapılan zammın işverenler lehine geri alındığı görülmüşken, bu düzenlemeyle, asgari ücretli çalışanlardan yine bir kesinti yapılacak, sendikalı, toplu sözleşmeli işyerlerinde bu rakam çok daha yukarılara çıkacaktır. Düşük ücretli ve asgari ücretli işçilerin yüzde 20'lik vergi dilimine girmeye başlamış olması, yoksullaşmayı daha da artıracak, asgari ücretliyi hem BES hem de vergi dilimindeki artış vuracak. Böylece, yaşamını açlık sınırının altında sürdürmeye çalışan asgari ücretli için, kesinti yapılan her ay, daha da zor yaşam koşullarını beraberinde getirecektir. Çalışanların ödediği vergilerle, çalışanlardan kesilen paralarla sermayenin beslenmesi kabul edilemez bir yolsuzluktur. Borç içerisinde yaşamlarını sürdürebilen işçilerin tasarruf yapması için zorla ceplerine el uzatmak çözüm değildir.

Bu nedenle, bu tasarıdaki düzenlemelerin madde metninden çıkarılmasını öngörmekteyiz.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- Bu Kanun 1/1/2017 tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Arzu Erdem. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Erdem, buyurun.

MHP GRUBU ADINA ARZU ERDEM (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım, Gazi Meclisi saygılarımla selamlamaktayım.

Hain darbe girişimi gecesi olan 15 Temmuz itibarıyla Türk milleti hep meydanlardaydı, demokrasimizin bekçisiydi. Aziz Türk milleti dik duruşuyla tüm dünyaya örnek olmuştur, al bayrağımızı gururla yükselterek şehitlerimize ve gazilerimize sahip çıkmıştır, hainlere ve teröristlere hadlerini korkusuzca bildirmiştir. Büyük Türk milletinin birliğinin ve beraberliğinin daim olmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim. Aziz Türk milleti şanlı, şerefli geçmişini korumuştur ve bundan sonra da korumaya devam edecektir. Bunu hep birlikte 7 Ağustos 2016 tarihinde İstanbul Yenikapı’da yaşadık ve gördük. Hamdolsun bu güzel ülkenin bir Türk evladıyım, gururluyum. Bizler Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türk milletine kefen biçenlere, Türk yurdunu kendi evlatlarıyla vurmaya kalkan hainlere karşı yüce Türk milletiyle daha gür bir sesle kucaklaşmak için Yenikapı’daydık.

BAŞKAN – Sayın Erdem, bir saniye lütfen.

Sayın milletvekilleri, gerçekten Genel Kurulda çok uğultu var. Özellikle telefonla konuşan sayın milletvekilleri çok sesli konuşuyorlar ve sayın hatibi duymakta zorluk çekiyoruz.

Buyurunuz Sayın Erdem, devam ediniz.

ARZU ERDEM (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bizler bu Gazi Meclis çatısı altında milletimizin vekili olarak milletimizin vebaliyle oturmaktayız. Doğruları aktarmak bizim vazifemizdir, doğruları söylemek bizim görevimizdir; yanlış olana karşı çıkmak yine bizim görevimizdir. Bu puslu ortamda, mazlum milletimiz ve kamu görevlilerimiz mağdur edilmektedir. Türk askerlerinin hepsine darbeci ve suçlu damgası vurulmamalıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri bizim göz bebeğimizdir, böyleydi, böyle de olacak; Emniyet teşkilatı bizim göz bebeğimizdir, böyleydi, böyle de olacak.

Değerli milletvekilleri, 15 Temmuz, özellikle iktidar partisi için bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir, kendileri de bunu milat olarak tayin etmişlerdir. Tek gayemiz, milletimizin yanında olmak diye düşünüyorum ve vazifemizi adil ve eşit davranarak yerine getirmeliyiz. Hukukun üstünlüğü prensibi ilke alınarak hareket etmeli, suçsuzu suçludan ayırmalıyız. Geçmişte yapılan hatalardan burada oturan her bir milletvekili, iktidar partisinin her bir bakanı, Başbakan ve hatta Cumhurbaşkanı kendine düşen dersi çıkarmalıdır. Bunu ancak “önce vatan, sonra millet” dersek yapabiliriz değerli milletvekilleri.

Bugün suçsuza kin gütme günü değil, bugün mazlumdan hınç alma günü de değil. Mücadelemiz ortak, mücadelemiz vatanımıza ve milletimize kastetmiş tüm terör örgütleriyle olmalıdır. Bu mücadelede tek yürek olmalıyız, bu mücadelede tek yumruk olmalıyız. Görevden alınanların, toplu işten çıkarılanların, öğretmenlik lisansları iptal edilenlerin, kapatılan üniversitelerde eğitim gören gençlerimizin çığlıkları mutlaka dikkate alınmalıdır, iyi incelenmelidir, yargısız infaz yapılmamalıdır. İşte tam burada üzerine basa basa tekrar söylemek istiyorum: Fethullahçı terör örgütünün kökü kazınmalıdır, IŞİD’in kökü kazınmalıdır, PKK’nın kökü kazınmalıdır yani tüm paralel devlet yapılanmalarının kökü kazınmalıdır ve bunlara yardım ve yataklık edenlerin de hak ettikleri cezayı alması için tek yürek olmalıyız.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’nın 5’inci maddesinde “Devletin amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” der. Devletin görevi, milletin yanlış yapmasını engellemektir ve bununla ilgili tedbirleri almaktır. Nasıl ki anne ve baba çocuğunu tehlikelerden korumak üzere her tür önlemi alıyorsa Hükûmet de milletinin yanlışa düşmemesi için her tür önlemi almak zorundadır. Hükûmetimizin, yanlışa düştüğünü söylemesi ve itiraf etmesi burada çok önemli bir nokta. Bugün içinde bulunduğumuz durum tam tabiriyle bıçak sırtı bir durum. Bugün elbette ki geçmişi konuşma zamanı değil ama geçmiş bugünümüzü belirleyip milletimizin vebaline girmesine vesile olacaksa bununla yüzleşip bundan sonraki uygulamalarımızı ona göre şekillendirmek zorundayız arkadaşlar. Ülkemizin -tırnak içinde söylüyorum- itibarlı kurumları arasında olan tüm kurumlar bugün birer kanser hücresi çıkmıştır. Bunları hep birlikte temizleyeceğiz ancak bu temizlik yapılırken kurunun yanında yaş yanmamalıdır, uygulamalar dikkatle, özenle ve son derece titizlikle yapılmalıdır. Kamu personellerine yönelik yapılan uygulamalar kişiselleştirilmeden ve siyasi ayrımlardan uzak yapılmalıdır.

Burada değinmem gereken ve milletimizin feryadı hâline gelmiş olan ve benim de aklımda büyük bir soru işareti olarak duran bir konu var ve buna değinmek istiyorum. Şöyle ki: Türkiye 2. Futbol Ligi A kategorisine 2008 yılında Bank Asya sponsor olmuştur ve adı Bank Asya 1. Lig olarak değiştirilmiştir. Yani, Bank Asya spor camiasına sokulmuş ve itibar kazanmasına sebep olunmuştur. Yine, terör örgütünün okulları ve dershaneleri tüm milletimizin ileri gelenleri tarafından çocukları gönderilmek suretiyle itibarlı hâle getirilmiştir. Ancak, hepimizin de bildiği gibi, 17-25 Aralık 2013 sonrasında Hükûmet, Milliyetçi Hareket Partisinin o güne kadar uyardığı Pensilvanya imamı gerçeğiyle yüzleşmiştir. 17-25 Aralık sürecinden önceki süreçle alakalı aldatıldıklarını da itiraf etmişlerdir.

Eleştirilerimiz çok olmasına rağmen bugün birleştirici bir tutum içerisinde milletimizin mağduriyetlerinin önlenmesi için eleştiri haklarımızı saklı tutuyoruz. Lakin zihinde oturmayan, kafaları karıştıran bir soru yöneltmek istiyorum: 17-25 Aralık 2013 tarihi sonrasında Pensilvanya imamının bir terör örgütü mensubu olduğunu bilmenize rağmen, bunlara hizmet eden Bank Asya’ya, bunların eğitim kurumlarına, bunların yurtlarına neden kilit vurmadınız? Hamdolsun, devletimizin bu gücü varmış. Darbe kalkışması sonrasında on gün içinde bunların tamamına kilit vurulurken o günden sonra neden bunlar yapılmadı? Eğer yapılsaydı 17-25 Aralık 2013’ten sonra kanser hücresi hain Fethullahçı terör örgütüne hizmet eden Bank Asya’ya kimse para yatıramazdı, kimse onların eğitim kurumlarına evlatlarını göndermezdi, kimse yurtlarına çocuklarını emanet etmezdi.

Değerli milletvekilleri, bu kurumların açık kalmasıyla o okullara çocuğunu gönderen ve sırf okul değişikliği yapmamak için, çocuğunun psikolojisi bozulmasın diye çabalayan aileler ve çocukları mağdur olacak mı? Bir konut projesinden ev alıp gayrimenkul şirketi tarafından Bank Asya’ya yönlendirilen ve oradan kredi kullanan kişiler mağdur olacak mı? Bir otomobil bayisinden araç alıp bu bayi tarafından Bank Asya’ya yönlendirilen kişi mağdur olacak mı? FETÖ’cü okullar ve dershaneler açık olduğu için burada eğitim gören çocuklar mağdur edilecek mi? Bu eğitim kurumlarında öğretmenlik yapan öğretmenlerin tamamı mağdur edilecek mi? Şimdi aklınızdan tabii ki “Mağdur edilmeyecek.” geçebilir ama bana gelen bir müracaatı okumak istiyorum.

“Sayın Vekilim, Ankara’dayım şu an, ailemin yanındayım yirmi gündür. Ne annem ne babam ne ben doğru düzgün yemek yiyebiliyoruz. Bir bankaya para yatırmak ya da kredi kartını kullanmak suç mudur? Anayasa’da suç tanımı olmayan bir sebepten hayatımız mağdur edilmiştir. Hâlbuki bu parayı ev almak için bankaya yatırdığımı ispatlayabilirim. Ev almak için yatırdığım paradan dolayı canımdan çok sevdiğim öğretmenlik mesleğinden açığa alındım ve kulağımıza, kanun hükmünde OHAL kararları sebebiyle savunma hakkı verilmeden atılacağımız gelmektedir. İntihar etmeyi düşünüyorum.”

Değerli milletvekilleri, kapatılan üniversitelerden belgelerini almayan öğretmenler, öğrenciler iki gözü iki çeşme beni aramaktalar, eminim sizleri de arıyorlar. Bunun çözümü YÖK tarafından bulunmalı. Bu ve bunun gibi yüzlerce müracaat var. Bunların tamamını vicdanınıza teslim ediyorum. Ne kadar ağır bir vebal altında olduğumuzu ve olduğunuzu tekrar belirtmek istiyorum. Unutmayalım ki, en kötü ihtimali düşünmeyen komutan iyi bir komutan değildir.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Erdem.

3’üncü madde üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Bedia Özgökçe Ertan.

Süreniz on dakika.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan evvel bugünün 10 Ekim Ankara katliamının 10’uncu ayı olduğunu ve Ankara Tren Garı’ndaki patlamada 102 kişinin katledildiği, yüzlerce insanın yaralandığı bu katliam hakkında hâlâ yüzleşme adına etkili bir hukuk süreci işletilmemesinin bu ülkenin demokrasi adına bir ayıbı olduğunu ve geleceğimiz açısından da çok ciddi problemleri barındırdığını hatırlatarak başlamak istiyorum. Bu saldırıyı nefretle kınıyor, oraya, Tren Garı’na sadece barış talebini haykırmak üzere gidip de hayatını kaybedenleri rahmetle, minnetle anıyorum. Ankara katliamı da dâhil bu ülkede aylardır patlayan bombaların hesabının sorulmasının, can kayıplarının önlenmesinin ve gerçek demokrasiyi savunmanın yegâne yolunun hakikatle yüzleşme ve adaleti ve hukukun üstünlüğünü savunmak olduğunu belirtmek istiyorum. Yakınlarını kaybedenlerin ve demokrasi savunucularının tek bir tek bir talebi var, o da adalet. Diyarbakır, Suruç, Ankara, İstanbul’daki patlamalar ile aylardır uygulanan sokağa çıkma yasaklarında işlenen insanlığa karşı suçlarla mücadele etmek aynı zamanda darbelere karşı da korunma aracı yaratacaktır. HDP olarak bu kürsüden defalarca dikkat çektiğimiz fakat ne yazık ki sizlerin dikkate almadığı uyarılarımız 15 Temmuzda korkunç darbe girişimiyle tüm ülkenin, tüm Türkiye’nin ve toplumun üzerine kâbus gibi çökmüş durumdadır. Darbe girişiminin başarılı olmaması şu an için tek tesellimizdir ancak tehlikenin kalıcı olarak geçmesi için siyaseten atılması gereken çok önemli adımlar vardır. Bizler bu çağrıyı yapıyoruz. Demokratikleşme öncelikle adaletle olur, yüzleşmeyle olur, suçlulukla, suçlarla etkin mücadeleyle olur ancak şu an yürütülen politika ne yazık ki bu mücadeleden uzaktır. İlk andan itibaren lanetlediğimiz darbe girişiminin yarattığı koşulların sonuçlarını yaşıyoruz bugünlerde. Bir yandan izlenen politikayı ve atılan adımları dikkatle izliyoruz. Bu sonuçlar Genel Kurula da yansımış durumdadır. Meclisin baypas edildiği bir ortamda çalışmalarda da, söylemlerde de çok ciddi bir yapaylık görülüyor ve hissediliyor zaten.

Dışarı baktığımızda gördüğümüz şey ise, OHAL bahanesiyle Kürt halkına yöneltilmiş gözaltı, tutuklama operasyonları ve işkencelerdir. Bir yandan, altı sene önce başlatılan KCK operasyonlarını yürüten savcı, hâkim ve polisler tutuklanırken diğer taraftan da aynı bahanelerle üyelerimiz, siyasetçilerimiz yeni operasyonlara maruz bırakılıyor. Son bir yılda binden fazla siyasetçimizi, üyemizi tutuklayanlar bugün ya açığa alındı ya da tutuklandılar ancak tutukladıkları üyelerimiz hâlâ hapishanelerde tutulmaktadırlar. Bu konularda tek bir adım atmayan Hükûmet torba yasa getirip Hakkâri ve Şırnak’ı ilçe yapmak istiyor; ayrıca, seçilmiş belediyelerimize de kayyum atama hazırlığı yapıyor. Şırnak ve Hakkâri halkına sormadan böylesi bir tasarrufta bulunmak sadece o halkı cezalandırmak anlamına gelir. Hakkâri ve Şırnak il olarak kalmalıdır. Umuyorum ki bu tasarruftan kısa sürede vazgeçilir.

Değerli milletvekilleri, evet, olağan bir süreçten geçmiyoruz, tam bir yıldır olağan bir dönemden geçmiyoruz. Bunu her fırsatta söyledik. Bu şartlar altında hayat normal akışındaymış gibi davranamayız. Bir an önce normalleşmeyi sağlayacak adımlar atılmalı ve toplumu kutuplaştıran yaklaşımlardan özenle uzak durulmalıdır. Böylesi bir ortamda bireysel emeklilik sistemi gibi şu dönemde aklımızın ucundan bile geçmemesi gereken bir tasarı, böyle bir dönemde, hem de alelacele, doğru dürüst bir değerlendirmesi yapılmadan gündeme getirilmemeliydi. Kaldı ki bu tasarı bir ay önce de getirilseydi aynı eleştiriyi yapacaktık. AKP’nin yasa yapma çalışması normal yasama faaliyetlerinden çok uzaktır. Yasama süreci, tartışılmadan, çoğulculuk esas alınmadan işletilmemelidir.

Ülkenin siyasetinin bir an önce normalleşmesi gerektiği konusunda hiçbir itirazımız yok, fakat, bu, akşamdan sabaha bireysel emeklilik sistemini Genel Kuruldan geçirmekle olacak iş değildir. Yapılması gereken OHAL’in bir an önce sona erdirilmesi, OHAL’le birlikte artan işkence, kötü muamele gibi uygulamaların terk edilmesi, başta HDP olmak üzere muhalif kesimlere yönelik gözaltı ve tutuklamaların sona erdirilmesidir.

Tasarının Genel Kurulun önüne getiriliş yöntemine de, hep eleştirdiğimiz gibi, yeniden değinmek isterim. Böylesi bir yasama anlayışı gerçekten kabul edilemez. Önemli bir kısmı asgari ücretle geçinen milyonlarca emekçiyi ilgilendiren hususlarla ilgili, apar topar, yangından mal kaçırırcasına bir yaklaşımla, Parlamentonun ve yasa koyucunun iradesi, sorumluluğu bu şekilde anlatılamaz, bizim sorumluluğumuza denk düşen bir yaklaşım değildir.

Bakın, daha beş gün önce Adalet Komisyonu Başkanımız Sayın Ahmet İyimaya televizyonda bu süreçte tartışmalı konuların Meclis gündemine getirilmeyeceğini ifade etti. Ben de onu dinlerken, acaba kısmen de olsa bir normalleşme mi yaşıyoruz ya da yaşayacağız diye düşündüm ama bakıyorum ki değişen bir şey yok; daha bu sözlerin sıcaklığı geçmeden, yine, Komisyon, Hükûmet ve Meclis çoğunluğuyla, böylesi bir tasarrufla yasa yapma yaklaşımı topluma dayatılmaya devam ediliyor.

Gönüllü veya zorunlu olsun bireysel emeklilik sistemi yürütme organı tarafından teknik bir konu olarak görülmüş ve bu teknik bilgiye sahip kişilerin, daha doğrusu sektördeki çıkar örgütlerinin, sermayenin baskın olduğu bir ortamda tartıştırılmıştır. Son bir ayda çıkan değerlendirme yazılarına baktığımızda, hepsinin de sermaye çevrelerinden ve neredeyse sanki tek bir kalemden çıkmış gibi olduğunu görüyoruz. Hâlbuki emeklilik sistemi reformu, toplumun bir arada nasıl ve ne şekilde yaşayacağına ilişkin temel bir meseledir.

Dolayısıyla, bu kadar temel bir kurumsal değişikliği, örneğin sendikaların ve gençlerin fikrini almadan gerçekleştirmemek gerekir. Çünkü, bugünün çalışanları yani önerilen BES düzenlemesinde sözü edilen 45 yaş altı nüfus, geçiş döneminde bir hayli dezavantajlı bir konuma itilmiş olacaktır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de aslında bu sistem yeni bir uygulama değil; yeni olan, sadece, bu sistemin zorunlu hâle getirilmesidir. Zira, mevcut bireysel emeklilik sistemi 2001 yılında koalisyon Hükûmeti döneminde Mecliste kabul edilmişti. Rahmetli Ecevit o dönem bu sistemin yasalaşmasını koalisyon Hükûmetinin en önemli başarılarından biri olarak görüyor ve bu kadar olumlu değişikliğe imza atan bir Hükûmetin istese de istikrarın sürmesi için gidemeyeceğini söylüyordu. Fakat, Ecevit’le birlikte koalisyon Hükûmeti ve bileşen partiler birkaç ay sonraki seçimlerde Meclis dışında kaldılar fakat BES baki kaldı. O günden bugüne bireysel emeklilik sistemi gönüllü katılım esasına dayalı olarak uygulanıyor. Öte yandan, 2013 yılının başından itibaren BES’e ödenen katkı paylarının yüzde 25’i oranında devlet katkısı yürürlüğe girdi.

Bugüne kadar gönüllü katılım esasına dayalı bireysel emeklilik sisteminin kamuoyuna sunulması bunun ikinci bir emeklilik geliri ve kamusal emeklilik sisteminin tamamlayıcısı olduğu mesajı üzerine kuruluydu. Bugün, koalisyon Hükûmetinin 2001 yılında attığı temelin üzerine yine bir durumu tartışıyoruz: BES’in tüm çalışanlar için zorunlu hâle getirilmesi.

Aslında zorunlu ve özel bireysel emeklilik fikri yeni bir fikir sayılmaz. 1990’larda zorunlu bireysel emeklilik fikrinin küresel savunuculuğunu Dünya Bankası yapıyordu. Bugün AKP Hükûmeti bunun yerel uygulayıcısı olmaya çalışıyor. Bunu yaparken ise yasa tasarısının gerekçesinde sisteme övgüler düzülmekte, çeşitli ülkeler örnek verilerek kamuoyu algısı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Fakat, karşı karşıya kaldığımız durum, esasında, sosyal güvenlik sisteminin iflas ettiğinin açık bir göstergesidir.

Tasarının bu denli hızlı bir şekilde karşımıza getirilmesi ekonominin de içinde bulunduğu açmazı açıkça göstermektedir. On dört yıllık iktidarı boyunca emekçilere savaş açan AKP Hükûmeti, ekonomide açılan her gedikte olduğu gibi, yine işçilerin -tabiri caizse- üç kuruş maaşına göz dikmiştir.

Değerli milletvekilleri, zorunlu BES uygulaması Anayasa’nın “sosyal devlet” ilkesi ile sosyal güvenlik, sözleşme hürriyeti ve mülkiyet hakkına ilişkin hükümlerine aykırılıklar taşıyor. Bu bakımdan, Hükûmet ya “sosyal devlet” ilkesinden vazgeçtiğini beyan etmeli ya da tasarıyı bir an önce geri çekmelidir. Asgari ücretlilerin dahi maaşına göz diken bu tasarının yasalaşması hâlinde, yaşamını açlık sınırının altında sürdürmeye çalışan asgari ücretli için, kesinti yapılan her ay daha da zor yaşam koşullarını beraberinde getirecektir. Devlet katkısıyla bireysel emeklilik dayatması, bu alanda tekel olan şirketlerin finansmanı demektir. Devlet gelirlerinin önemli bir bölümü ücretlilerden sağlanmaktadır fakat tasarıyla AKP işçinin alın teriyle kazandığı paraya el koymayı ve bunu yeniden sermayeye aktarmayı hedefliyor. Tasarının yasalaşması hâlinde hayatımıza girecek olan zorunlu BES’le işçiler daha fazla yoksullaşacak, emekçiler açlığa mahkûm edilecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan, bir dakika süre verirseniz…

BAŞKAN - Lütfen tamamlayınız Sayın Özgökçe.

Buyurun.

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Tasarıya cayma hakkını koyarak istemeyenin sistemden çıkabileceğini söylemek toplumu aslında yanıltmaktan başka bir anlama gelmiyor. Eğer Hükûmet toplumun tasarruf yapmasını istiyorsa önce sarayın masraflarını kısmalı, ardından emekçilerin mutlu bir şekilde yaşayabileceği ölçüde ücretlerde düzenleme yapmalıdır. Biz bu tasarıyla yapılmak istenenleri, Hükûmetin gerçek niyetini duymak istiyoruz. Bize şu söylensin: “Hâlihazırda var olan sistem devlet katkısına rağmen ilgi görmedi, istenilen sayıya ulaşamadı, sistem iflas etmek üzere.” Çünkü, değerli milletvekilleri, mevcut bireysel emeklilik sistemi geçtiğimiz yıl reel olarak yüzde 7 zarar etmiştir ve genel ortalamaya baktığımızda, beş yıl içinde sistemden çıkanların oranı yüzde 50’dir. Yani başta bakanlar olmak üzere ulusal ve uluslararası sermayenin dayatması olduğu anlaşılan, asgari ücretlinin, milyonlarca emekçinin parasına el koymaya niyetlenen bireysel emeklilikle ilgili bu tasarı tarafımızdan kabul görmüyor ve ret oyu kullanacağız.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Özgökçe Ertan.

Sayın Gök ve Sayın Akçay sisteme girmişler.

Sayın Gök, buyurunuz.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

22.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Diyarbakır’ın Sur ve Mardin’in Kızıltepe ilçelerinde yaşanan patlamalarla ilgili Meclisin bilgilendirilmesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) - Sayın Başkan, peş peşe üzücü haberler geliyor. Diyarbakır Sur ilçesinde ve Mardin Kızıltepe’de patlamalar oldu. Hayatını kaybeden ve yaralı pek çok vatandaşımızın olduğuna dair bilgiler geliyor. Bunu biz basından takip ediyoruz ama acaba Sayın Bakana ulaşan bilgiler var mıdır? Bu konuda Meclisimizi ve bizleri bilgilendirebilir mi? O konuda bir bilgi talep ediyoruz efendim.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederiz.

Sayın Akçay…

23.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Diyarbakır’ın Sur ve Mardin’in Kızıltepe ilçelerinde yaşanan patlamalara, Siirt’te askerî aracın devrilmesi sonucu şehit düşen askere Allah’tan rahmet, yaralı 2 askere acil şifalar dilediğine ve terörle mücadelenin millî bir dava olduğuna ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, yine anbean, dakika dakika, saat saat bu PKK terör örgütünün hainane saldırılarının devam ettiğini görüyoruz. Diyarbakır Sur’da ve Mardin Kızıltepe’de hastane önünde bombalı saldırıların yapıldığını ve bazı vatandaşlarımızın hayatını kaybettiğini ve yaralıların olduğunu büyük bir üzüntüyle ve kahrolarak duyuyoruz, öğreniyoruz.

Bir yandan Fethullahçı terör örgütüyle mücadele ederken diğer yandan bölücü terör örgütü PKK’nın saldırılarıyla karşı karşıyayız. Son yirmi dört saatte -bu son birkaç saat içerisinde meydana gelen olaylar hariç- Diyarbakır, Uludere, Beytüşşebap, Yüksekova’da gerçekleşen saldırılarda 8 askerimiz şehit olmuş, 19 askerimiz yaralanmıştır. Ayrıca, Siirt’te askerî aracın devrilmesi sonucu 1 askerimiz şehit düşmüş, 2 askerimiz yaralanmıştır. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve büyük Türk milletine başsağlığı diliyor ve yaralılarımıza acil şifalar temenni ediyorum.

Bugün bir kez daha görmekteyiz ki terörle mücadelenin bir bütünlük arz etmesi gerekir ve terörün hedefi, kim olursa olsun, nereden gelirse gelsin Türk milletinin ve Türkiye’nin varlığına ve birliğine yönelmiş suikastlardır. Terörle mücadelede “Önce şu teröristi bitireyim, sonra diğerine geçeyim.” anlayışını da doğru bulamayız. Terörle mücadele millî bir davadır. İstiklalimiz ve istikbalimiz bu mücadelede bir ve bütün olmamıza ve kararlı olmamıza bağlıdır.

Aziz milletimiz terörle mücadeledeki tavrını açıkça ortaya koymuştur, koymaktadır. İster FETÖ olsun ister PKK olsun ister IŞİD olsun son terörist teslim alınıncaya kadar terörle mücadele kesintisiz bir şekilde kapsamlı olarak devam etmeli ve edeceğine olan inancımı da belirterek hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Akçay.

Sayın Baluken, buyurun.

24.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Halkların Demokratik Partisi olarak Diyarbakır’ın Sur ve Mardin’in Kızıltepe ilçelerinde yaşanan patlamalara ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bizler de Halkların Demokratik Partisi Grubu olarak büyük bir üzüntüyle Diyarbakır’da ve Mardin’de meydana gelen patlamaları öğrenmiş bulunuyoruz. Bu patlamalar sivil yerleşim alanlarında olmuş ve şu anda çok sayıda yaralının olduğu bilgisi var. Tabii, olayın detaylarına hâkim değiliz ancak bir an önce bu konuda eldeki bilgiler paylaşılırsa memnun oluruz. Halkların Demokratik Partisi olarak bugüne kadar sivil yerleşim alanlarında yapılmış olan bütün katliamları ve patlatılmış olan bütün bombaları açık bir şekilde kınadık, bugün de yine bu patlamaları açık bir şekilde kınadığımızı ifade etmek istiyorum. Umarım ki can kaybı olmaz, umarım ki tablo çok ağır olmaz. Bu yönüyle bir kez daha, Diyarbakır, Mardin başta olmak üzere, bütün halkımıza başsağlığı dileklerimizi iletmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Baluken.

Sayın Muş, buyurunuz.

25.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, terör saldırılarında şehit olanlara Allah’tan rahmet dilediğine, AK PARTİ Grubu olarak terörün her türlüsünü lanetlediklerine ve tüm terör örgütleriyle mücadelenin sürdürüleceğine ilişkin açıklaması

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hem dün hem bugün meydana gelen saldırılarda… Dün emniyet güçlerimize yönelik yapılan saldırılarda 8 şehidimiz var. Cenab-ı Hak’tan şehitlerimize rahmet diliyorum, milletimizin başı sağ olsun. Aynı şekilde bugün yine yapılan saldırılarda ölen ve yaralı olan vatandaşlarımız var, ölülere Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Türkiye uzunca bir zamandır terörle mücadele etmektedir. Sadece bir terör örgütüyle değil birden çok terör örgütüyle eş zamanlı olarak bu mücadelesini sürdürmektedir. PKK terör örgütüyle bir taraftan mücadele ederken diğer taraftan, DHKP-C terör örgütüyle, DAİŞ terör örgütüyle mücadele ediyor, aynı şekilde, FETÖ terör örgütüyle de Türkiye Cumhuriyeti devleti mücadelesini sürdürmektedir.

Terörün her türlüsünü lanetlediğimizi ve tüm bu terör örgütleriyle kararlı bir şekilde bu mücadeleyi sürdüreceğimizi buradan AK PARTİ Grubu olarak ifade etmek istiyorum. Milletimiz müsterih olsun, terör örgütleri şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde istedikleri, arzuladıkları hiçbir amaca uluşamadılar, bundan sonra da ulaşma imkânları kesinlikle yoktur ve bir şekilde bu terör örgütleri bertaraf edilecek ve Türkiye’ye bedel ödetmeye çalışan hem bu terör örgütleri hem de bunların arkasında her kim varsa bunların da hesabı sorulacaktır diyorum, Genel Kurul saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Muş.

VIII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Pervin Buldan’ın, Divan olarak Diyarbakır’ın Sur ve Mardin’in Kızıltepe ilçelerinde bombalı saldırılarda yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet dilediklerine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biz de Divan olarak Diyarbakır Sur ve Mardin Kızıltepe’de yaşanan bombalı saldırılarda yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet diliyoruz ve yaralı olan vatandaşlarımıza da acil şifalar diliyoruz.

Sayın Bakan, bu konuda muhalefetin bir talebi var, bir bilgilendirme ihtiyacı var sanırım; ne zaman söz alırsınız?

BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Bilgileri bekliyorum efendim, Genel Kurul bitmeden bilgi arz edeceğim.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederiz Sayın Bakan.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/752) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 410) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, 3’üncü madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Bekaroğlu.

Süreniz on dakika.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Diyarbakır ve Mardin’de meydana gelen saldırılarda hayatını kaybedenlere rahmet diliyorum, yaralılara da acil şifalar.

Ben görüşmekte olduğumuz, Bireysel Emeklilik Yasası’nı değiştiren yasa tasarısı üzerine konuşacağım. Grup adına söz aldım ve sadece yasa tasarısı üzerinde konuşacağım.

Değerli milletvekilleri, “Bu yasayla, bu düzenlemeyle esasen ne yapıyoruz?” bu soruya bir cevap vermek gerekiyor. Yapılan şey şu: Hani bilirsiniz, bir Deli Dumrul hikâyesi var, köprü yapar, geçenden 1 lira alır, geçmeyenden döve döve 2 lira. BES çıkardık, geçenlerden 1 lira aldık, şimdi, geçmeyenleri zorla o köprüden geçirip ondan para alacağız. Bu böyle bir sistem. Anlatıldığı gibi, tasarının gerekçesinde belirtildiği gibi bu “Çalışanlar emekli olduklarında da çalıştıklarındaki refah seviyesini korusunlar, tasarruf yapsınlar, daha iyi bir hayata sahip olsunlar.” diye çıkarılan bir yasa değil, milleti kandırmayalım.

Değerli arkadaşlarım, bu yasayla aslında esasen on yılda 10 milyar TL, belki de daha fazla bir para çalışanlardan alınıp sermaye kesimine aktarılacak. Bu olay bu, para meselesi. Şimdi, sürekli bir şekilde bugüne kadar hep işlerin, özellikle ekonomideki işlerin çok iyi gittiği anlatıldı duruldu ama hiç de öyle olmadığını apar topar, bir panik şeklinde getirilen yasalarla anlıyoruz. Neredeyse, müflis tüccar şeyi, “Nerede ne var, kimden ne alabiliriz ve biraz daha devam ettirebiliriz?” telaşı içinde gelen yasalar. Bu, bunlardan biri. Çalışanlara bu konuyla ilgili hiçbir şey sorulmamıştır. Sigorta şirketleri… Daha evvelki torba yasada yine sigortayla ilgili bir düzenleme yaptılar. Bu düzenlemeyi yaparken de maalesef millete doğruyu söylemedik. İşte, “Sigorta poliçe ücretleri yüksektir, bunu düşürmek için böyle bir düzenleme yapıyoruz.” dendi. Aslında bu doğru değildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi milleti aldatmıştır, iktidar daha doğrusu. Yapılan şey sigorta şirketlerini belli sorumluluktan kurtarmaktı. Şimdi de sigorta şirketlerinin yapmış oldukları lobi çalışmaları gereği zararda olan sigorta şirketlerine bir can suyu vermeye çalışıyoruz, yapılan şey budur.

Değerli arkadaşlarım, kimden alacağız bu parayı, ayda 50 lirayı? Asgari ücretliden ayda 50 lira alacak sayın hocam. Kimden alacağız? 1.300 lira alan… 600 lira kiraya düşeyim mi? Bir simit hesabı yapayım size. Kaldı mı 700 lira. 200 lira da faturalara -olmaz ama- kaldı 500 lira. Günde 16,6 TL, 4 kişilik aile ise 4,1 TL. Şimdi bu aileden 1,6 TL’yi günlük alıyoruz. Hatırlayın, 55 kuruşu da işsizlik sigortasından dolayı almıştık.

Arkadaşlar, ne insafsızlık bu! Ne büyük bir insafsızlık bu! Yani gerçekten günde 1 dolar civarında parayla geçinen ailelerden para alacağız, para toplayacağız ve bunu, yüzde 90’ı yabancı sermayenin elinde olan sigorta şirketlerine aktaracağız. Yaptığımız şey budur. Yani burada durup da hiç kimseye, efendim, biz bir şey yapıyoruz, bu ülke aslında tasarruf etmiyor da tasarruf ettiriyoruz… Kime tasarruf ettiriyoruz değerli arkadaşlarım?

Bakın, devletin görevi adaleti sağlamaktır, ülkede üretilen zenginlikleri adaletli bir şekilde halka dağıtmaktır. Şimdi, siz, vergi sistemlerinizde ikide bir çıkarmış olduğunuz vergi aflarıyla zaten büyük bir adaletsizlik yapıyorsunuz. Bu insanlardan, yani şimdi zorunlu BES’e dâhil ederek ayda 50 lirasını alacağınız bu insanlardan zaten zorunlu vergileri alıyorsunuz yani. KDV’siyle, ÖTV’siyle her adım attığında bu insanlardan vergi alıyorsunuz. Zaten sizin en büyük adaletsizliğiniz vergilerinizin büyük çoğunluğunun, yüzde 70’e yakınının dolaylı vergi olmasıdır. Burada geçtiğimiz günlerde, zaten servet sahiplerine, zenginlere büyük bir af çıkardık, 10 milyarlarca lirasını affettik. Bunu yaparken “Vergi dolayısıyla asgari ücretlinin maaşı 50 liraya yakın azalacak, bunu düzeltelim.” dediğimizde “Efendim, nerede yapacağız? Dengeler bozulur, 1 milyar TL’ye ihtiyaç var.” dediniz. Bu nasıl bir iş arkadaşlar? Yani adalet duygunuz, vicdanınız buna gerçekten rahat bir şekilde el kaldırmaya izin veriyor mu? Veriyorsa insaf!

Değerli arkadaşlarım, aslında yapılan iş dünyanın gelmiş olduğu yerle ilgilidir. Bir taraftan dünyayla savaşıyoruz, üst akıl filan diyoruz, herkes bizim düşmanımız filan diyoruz ama dünya ekonomik sisteminin bize dayatmış olduğu -aslında bütün dünya sistemleri- İşleri, söylenenlerin hepsini harfiyen yapıyoruz.

Bakın, 1980’li yıllardan başlayarak neoliberal bir sistem diye bir şey tartışılıyor dünyada. Çok basit bir şekilde anlatayım değerli arkadaşlarım. Bu sistem, kapitalizmin -ki kapitalizm zaman zaman tıkanır- tıkanıklığını aşmak için icat edilmiş bir sistemdir. Kapitalizm yani dünya sermayesi hız ve menzil konusunda sıkıntıya düşmüş ve gözünü sosyal devlete yani geniş kitlelerin ekmeğine, emeğine, gelirine göz dikmiştir. İşte bunlardan bir tanesi de sigorta sistemidir. Aslında zorunlu emeklilik yani devletin kamu emekliliği yavaş yavaş devreden çıkarılıp onun yerine özel emekliliğe geçilmeyle ilgili bir sistemdir, bir çalışmadır bu değerli arkadaşlarım.

Kapitalizm sürekli olarak bize der ki, aslında felsefeyi bunun üzerine kurar: Kaynaklar sınırlıdır ama ihtiyaçlar sonsuzdur. Değerli arkadaşlarım, bu büyük bir yalan, böyle bir şey yok. İnsanın ihtiyaçları sonsuz değil, sonsuz olan ihtiraslardır. İnsanın ihtirasları sonsuzdur ve bu sistem bunun üzerine oturmuştur. İşte, daha çok kazanmak istiyor, daha çok kazanmak istiyorlar ve bizim gibi ülkelere de uzmanları aracılığıyla, hatta üniversiteleri aracılığıyla bütün bunları telkin ediyorlar ve benzer yasalar bir bakıyorsunuz -çalışma hayatıyla ilgili, sendikayla ilgili, böyle zorunlu emeklilikle ilgili- bir anda birçok ülkede birden çıkmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bu yapılan aslında tasarruf konusunda da çok ciddi bir şey getirmemektedir. Bunun yerine daha başka tedbirler getirilebilirdi ve bu insanlardan ayda 50 lira çalınmazdı. Çalınma diyorum değerli arkadaşlarım. Meşru yapılacak tabii, yasa karşısında çalınma olmayacak. Zorunlu bir şekilde bu insanlardan alıyorsunuz bunu. Yani ona sormuyorsunuz. “Efendim, işte iki ay sonra çıkabilir, edebilir.” filan gibi laflar var ama öyle değil. Zorunlu şekilde bu insanlardan ayda 50 lira alacağız ve bunun da Türkiye’deki tasarrufa çok büyük bir katkı sağlayacağı tartışma konusudur. Esasen bu, sigorta şirketlerine aşağı yukarı 5 milyon civarında… Bilmiyorum -çok etki değerlendirme raporları da sunulmuyor ne komisyona ne Genel Kurula, milletvekiline- ama çok büyük bir katkı sağlamayacak ekonomiye. Esasen, zarar etmekte olan sigorta şirketlerine yeni, zorunlu müşteriler kazandıracağız. Devlet böyle bir şey yapmaz değerli arkadaşlar. Devlet böyle bir şey yapmaz, devlet bu şekilde özel şirketlere -ki bu şirketlerin sermayesinin yüzde 90’ı yabancıdır- böyle bir şey yapmaz. Millî Meclis böyle bir şey yapmaz değerli arkadaşlarım. Bu Meclis millî Meclistir, Gazi Meclistir, İstiklal Savaşı yönetmiştir. 15 Temmuzda bu Mecliste milletvekilleri, sizler konuşurken bu Meclise bomba yağmıştır, böyle bir millî Meclistir. Böyle bir millî Meclise bu ülkenin en fakir fukara, günde 1 dolarla geçinmek zorunda olan insanlarından zorla para alıp bu parayı sigorta şirketlerine aktarmak yakışmaz değerli arkadaşlarım, böyle bir yanlışı yapmayın.

Bir şey daha söyleyip bitiriyorum. Değerli milletvekilleri, şu anda arka arkaya 3 tane yasa Plan ve Bütçe Komisyonuna geldi. Bunlardan bir tanesi BES’te yapılan değişiklikler, bir tanesi varlık fonuyla ilgili ki torbadaydı, torbadan çıkarıldı, diğeri ise torbada. Değerli milletvekilleri, sürekli olarak bu müdahalenin, darbenin Türkiye Büyük Millet Meclisine, demokrasiye yapıldığını söylüyorsunuz; doğru, böyledir. Demokrasinin beşiği, yani millî iradenin tecelligâhı Meclistir. O zaman Meclisi Meclis gibi göreceksiniz, saygılı davranacaksınız. Bir akşama doğru geliyor Plan ve Bütçe Komisyonuna, ertesi gün görüşülüyor, bir gün sonra da Genel Kurulda görüşülüyor ve ne konuştuğunuzu ne yaptığınızı bilmiyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, demokrasiyi şeklen kurtarmakla olmaz. Yenikapı’da sembolik bir şey yapıldı, doğru şeyler yapıldı ama esasen Meclisi işleteceksiniz. Mecliste milletvekilleri, milletin temsilcisi milletvekilleri, milletin tercihleri ve talepleri doğrultusunda yasa çıkaracaklar. Bu yasa çıkarken buradan etkilenecek olan gariban insanlara sorulmadı, bir tane işçi sendikası temsilcisi yoktu değerli arkadaşlarım.

Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bekaroğlu.

3’üncü madde üzerinde konuşmalar tamamlandı.

Sisteme giren sayın milletvekili yok.

Soru-cevap işlemi yok.

3’üncü madde üzerinde iki önerge var, önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/752) 3’üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

   Süleyman Sencer Ayata                    Aydın Uslupehlivan              Musa Çam

             İstanbul                                        Adana                           İzmir

          Kemal Zeybek                                Haydar Akar                Bülent Kuşoğlu

              Samsun                                       Kocaeli                         Ankara

           Gaye Usluer

             Eskişehir

MADDE 3- Bu Kanun yayım tarihini izleyen ilk iş gününde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 410 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

          İdris Baluken                       Mahmut Toğrul                    Abdullah Zeydan

            Diyarbakır                            Gaziantep                              Hakkâri

        Behçet Yıldırım                 Bedia Özgökçe Ertan

            Adıyaman                                Van

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ EMİNE NUR GÜNAY (Eskişehir) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu?

ULAŞTIRMA, DENİZCİLİK VE HABERLEŞME BAKANI AHMET ARSLAN (Kars) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge hakkında…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Gerekçe Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Tasarıdaki düzenlemelerin işçiler ve emekçiler aleyhine olması hasebiyle tasarının bütününe ilkesel olarak karşı çıkmaktayız. Bu sebeple tasarının yürürlük maddesinin de çıkarılmasını öngörmekteyiz.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/752) 3’üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Musa Çam (İzmir) ve arkadaşları

MADDE 3- Bu Kanun yayım tarihini izleyen ilk iş gününde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ EMİNE NUR GÜNAY (Eskişehir) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ULAŞTIRMA, DENİZCİLİK VE HABERLEŞME BAKANI AHMET ARSLAN (Kars) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçe mi okutuyoruz?

LEVENT GÖK (Ankara) – Gerekçe Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Söz konusu madde metninin anlaşılır hâle getirilebilmesi için değişiklik önerilmektedir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – 4’üncü madde üzerinde gruplar adına konuşmacı yok.

Soru-cevap işlemi yok.

4’üncü madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 410 sıra sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/752) 4’üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

           Gaye Usluer                           Musa Çam                         Bülent Kuşoğlu

             Eskişehir                                İzmir                                  Ankara

      Aydın Uslupehlivan                   Kemal Zeybek                        Haydar Akar

               Adana                                Samsun                                Kocaeli

   Süleyman Sencer Ayata

             İstanbul

MADDE 4- Bu Kanun hükümleri Bakanlar Kurulu tarafından yürütülür.

BAŞKAN – Şimdi maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Önergeyi çekiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Çekiyorsunuz önergeyi, tamam.

Sayın Komisyon, diğer önergeye katılıyor musunuz?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ EMİNE NUR GÜNAY (Eskişehir) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet, katılıyor musunuz?

ULAŞTIRMA, DENİZCİLİK VE HABERLEŞME BAKANI AHMET ARSLAN (Kars) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önergeyle ilgili, Levent Bey…

LEVENT GÖK (Ankara) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Söz konusu madde metninin anlaşılır hâle getirilebilmesi için değişiklik önerilmektedir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Sayın Bakan, açıklama mı yapacaksınız?

ULAŞTIRMA, DENİZCİLİK VE HABERLEŞME BAKANI AHMET ARSLAN (Kars) – Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurunuz.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

26.- Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan’ın, Mardin’in Kızıltepe ile Diyarbakır’ın Sur ilçelerinde bomba yüklü araç saldırılarıyla ilgili olarak kolluk kuvvetleri ve yargı mensuplarının çalışmalarının devam ettiğine ilişkin açıklaması

ULAŞTIRMA, DENİZCİLİK VE HABERLEŞME BAKANI AHMET ARSLAN (Kars) – Sayın Başkanım, bir açıklama ihtiyacı vardı. Özellikle Mardin Kızıltepe’de 1 polisimiz şehit, 5 polis yaralı, 2 sivil vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 15 sivil vatandaşımız yaralı. Diyarbakır Sur’da da 4 sivil vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 5 polis memurumuz hafif yaralı. Her iki olayda da bomba yüklü araç saldırısının olduğu… Kolluk kuvvetlerinin ve yargı mensuplarının olaylarla ilgili çalışmaları devam ediyor. Bu anlamda da bir bilgi arz etme ihtiyacı vardı.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederiz Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 16 Ağustos 2016 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 20.26



(*) (10/295) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin tam metni tutanağa eklidir.

(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) 381 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(xx) 410 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.