TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

117’nci Birleşim

21 Temmuz 2016 Perşembe

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

 

İÇİNDEKİLER

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Konya Milletvekili Mustafa Hüsnü Bozkurt ve 24 milletvekilinin, Panplast Sulama Tarım Sanayi ve Ticaret AŞ işçilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/270)

2.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 21 milletvekilinin, çocuk işçiliğiyle ilgili sorunların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/271)

3.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan ve 25 milletvekilinin, orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/272)

B) Tezkereler

1.- Başbakanlığın, Anayasa’nın 120’nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine dair 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’na ilişkin tezkeresi (3/812)

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın, 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Meclisi ziyaretine ilişkin konuşması

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın (3/812) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasıdaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

2.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'in, olağanüstü hâl uygulamasının temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, Meclisin bir yönüyle işlevsizleştirildiği, kanun hükmünde kararnamelerin onay mercisi hâline geldiği ve anayasal denetimin ortadan kalktığı bir sistem olduğuna ve bu konuda Genel Kurulu uyarmak istediğine ilişkin açıklaması

3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Bakanlar Kurulunun olağanüstü hâl tezkeresine olumlu oy vereceklerine ilişkin açıklaması

VI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, Genel Kurulun 117’nci Birleşiminde Başbakanlık tezkeresi dışında başka bir konunun görüşülmemesinin ve Genel Kurulun daha önce toplanması kararlaştırılan 22 Temmuz 2016 Cuma günü toplanmamasına ilişkin önerisi

VII.- OYLAMALAR

1.- Başbakanlığın, Anayasa’nın 120’nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine dair 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın oylaması

21 Temmuz 2016 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Ömer SERDAR (Elâzığ), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

 -----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 117’nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç ayrı önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Konya Milletvekili Mustafa Hüsnü Bozkurt ve 24 milletvekilinin, Panplast Sulama Tarım Sanayi ve Ticaret AŞ işçilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/270)

(Kâtip Üye Elâzığ Milletvekili Ömer Serdar tarafından önergenin okunmasına başlandı)

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Konya’nın Cihanbeyli ilçesinde Anadolu Birlik Holdinge bağlı bir sanayi kuruluşu olarak faaliyet gösteren Panplast Sulama Tarım San. ve Tic. AŞ bünyesinde çalışan işçiler, Ekim 2015’te demokratik ve anayasal haklarını kullanarak PETROL-İŞ Sendikasına üye olmuşlardır. Sendikal örgütlenme sürecinde üyeliklerde gerekli çoğunluk sağlanmış ve PETROL-İŞ Sendikası tarafından…”

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, gündem dışı konuşmalar yok mu, gündem dışı konuşmalar?

BAŞKAN – Hayır, yok efendim, özel gündem olduğu için direkt görüşmelere başladık.

Buyurun.

(Kâtip Üye Elâzığ Milletvekili Ömer Serdar tarafından önergenin okunmasına devam edildi)

“…10/10/2015 tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına ‘Çoğunluk Tespiti’ başvurusu yapılmıştır. Bakanlık yetkilileri tarafından ilgili başvuruya 16/10/2015 tarih ve 75014829/103.02-23122 sayılı yazıyla olumlu yanıt verilmesine ve PETROL-İŞ Sendikasına 6/11/2015 tarihinde toplu sözleşme yetki belgesi tebliğ edilmesine rağmen, işveren beş günlük yasal sürenin son günü yetkiye itiraz etmiştir. İşverenin itirazı üzerine Bakanlık toplu sözleşme yetkisini askıya almıştır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından yetki alınması öncesi ve sonrası da dâhil olmak üzere sendikalaşma sürecinde, işveren tarafından işçilere sendikaya üye oldukları için baskı yapıldığı, örgütlenme iradelerini kırmak için iş yerinde yıldırma politikalarına başvurulduğu ve işçilerin sendikadan istifa etmeye zorlandığı belirtilmektedir. İşçilerin e-devlet şifrelerini vermeye ve sendikalı arkadaşlarını ihbar etmeye zorlandığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çoğunluk tespitine olumlu yanıt verilmesinin ardından ise işverenin baskılarının daha da arttığı dile getirilmektedir.

Panplast Sulama Tarım San. ve Tic. AŞ yöneticileri tarafından 5/11/2012 tarihinde 7, 9/11/2015 tarihinde 3, 12/11/2015 tarihinde 12, 26/11/2015 tarihinde 4, 9/12/2015 tarihinde 46 ve 10/12/2015 tarihinde de 4 kişi olmak üzere toplam 76 sendikalı işçinin işine son verilmiştir. Aynı dönemde, işverenin iş yerinde çalışan PETROL-İŞ Sendikasına üye işçilerin, işverenin başka iş kolu numarasıyla yeni açarak tescil ettirdiği veya yine eskiden beri kurulu olmakla birlikte başka iş kolu numarasıyla tescilli bulunan başka iş yerlerine (fiilen çalıştıkları iş yeri değişmemekle birlikte) kâğıt üstünde nakillerini yaptırması hususuyla ilgili olarak sendika Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına 8/12/2015 tarihli ve 01127 sayılı bir yazıyla bilgi vermiş ve gereğinin yapılmasını talep etmiştir.

Yukarıda bahsi geçen bilgiler ışığında, on binlerce çiftçinin alın teri ve emeğiyle Konya Pancar Ekicileri Kooperatifi öncülüğünde oluşturulan Anadolu Birlik Holding çatısı altında faaliyet gösteren Panplast Sulama Tarım San. ve Tic. AŞ’de yaşanan hak gasplarının, işçilerin yasa ile tanımlanan sendikal örgütlenme hakları sebebiyle maruz kaldıkları baskı ve yıldırma politikalarının, işten çıkarılan işçiler ve ailelerin mağduriyetlerinin belirlenmesi ve alınması gereken tedbirlerin tespiti amacıyla Anayasa’nın 98, TBMM İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımla arz ederiz.”

1) Mustafa Hüsnü Bozkurt                                                     (Konya)

2) Tekin Bingöl                                                                    (Ankara)

3) Kadim Durmaz                                                                 (Tokat)

4) Gülay Yedekci                                                                  (İstanbul)

5) Mevlüt Dudu                                                                    (Hatay)

6) Cemal Okan Yüksel                                                          (Eskişehir)

7) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                                 (İstanbul)

8) Şenal Sarıhan                                                                  (Ankara)

9) Mehmet Gökdağ                                                               (Gaziantep)

10) Ali Şeker                                                                       (İstanbul)

11) Çetin Arık                                                                      (Kayseri)

12) Nurhayat Altaca Kayışoğlu                                              (Bursa)

13) Mahmut Tanal                                                                (İstanbul)

14) Haydar Akar                                                                   (Kocaeli)

15) Aydın Uslupehlivan                                                        (Adana)

16) Çetin Osman Budak                                                        (Antalya)

17) Ahmet Akın                                                                    (Balıkesir)

18) Namık Havutça                                                               (Balıkesir)

19) Melike Basmacı                                                              (Denizli)

20) Erkan Aydın                                                                   (Bursa)

21) Ceyhun İrgil                                                                   (Bursa)

22) Lale Karabıyık                                                                (Bursa)

23) Kazım Arslan                                                                 (Denizli)

24) Orhan Sarıbal                                                                (Bursa)

25) Tur Yıldız Biçer                                                               (Manisa)

2.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 21 milletvekilinin, çocuk işçiliğiyle ilgili sorunların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/271)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sosyal devlet mekanizmalarının gereğince işletilememesi, giderek etkisini artıran gelir dağılımı bozukluğu ve yoksulluk, ekonomik ve sosyal desteklerin yetersizliği ve nüfusun hızlı artışına paralel olarak ülkemizde çocuk işçiliği giderek kalıcı bir sorun hâlini almakta ve ülkemiz çocuklarının eğitim hakkından yararlanmalarının önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.

Çocuk işçiliğinin önlenmesine ilişkin mevzuatın yeterli olması sorunları çözmeye yetmemekte, mevzuatın uygulanmasında ortaya çıkan yanlışlıkların da ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu soruna ilişkin uzun vadeli çözümler içerecek biçimde etkin ve sürdürülebilir bir mücadele çerçevesi çizilmesi lüzumu olduğu aşikârdır.

Bu nedenlerle çocuk işçiliği ile ilgili sorunların ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.22/12/2015

1) Candan Yüceer                                                                (Tekirdağ)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                                 (İstanbul)

3) Mevlüt Dudu                                                                    (Hatay)

4) Cemal Okan Yüksel                                                          (Eskişehir)

5) Aydın Uslupehlivan                                                          (Adana)

6) Mehmet Gökdağ                                                               (Gaziantep)

7) Aylin Nazlıaka                                                                 (Ankara)

8) Nurhayat Altaca Kayışoğlu                                                (Bursa)

9) Kadim Durmaz                                                                 (Tokat)

10) Mahmut Tanal                                                                (İstanbul)

11) Haydar Akar                                                                   (Kocaeli)

12) Çetin Osman Budak                                                        (Antalya)

13) Ahmet Akın                                                                    (Balıkesir)

14) Namık Havutça                                                               (Balıkesir)

15) Devrim Kök                                                                    (Antalya)

16) Erkan Aydın                                                                   (Bursa)

17) Ceyhun İrgil                                                                   (Bursa)

18) Lale Karabıyık                                                                (Bursa)

19) Kazım Arslan                                                                 (Denizli)

20) Orhan Sarıbal                                                                (Bursa)

21) Tur Yıldız Biçer                                                              (Manisa)

22) Şenal Sarıhan                                                                 (Ankara)

Gerekçe:

Altında ülkemizin de imzası bulunan ve çocuk hakları açısından en kapsamlı ve kapsayıcı dayanak noktasını oluşturan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1’inci maddesine göre 18 yaşın altındaki her birey çocuk olarak tanımlanmaktadır. Bu belge, her çocuğun en iyi biçimde yaşamasını, doğuştan gelen ve çocuk olmaktan kaynaklı tüm haklardan tam olarak yararlanabilmesini amaçlar. Bu amacı gerçekleştirebilmek için doğrudan veya dolaylı olarak çocukları ilgilendiren bütün düzenleme ve uygulamalarda çocuğun yüksek yararının temel alınması gereğini şart koşar. Bu sözleşme de dâhil olmak üzere ülkemiz Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyinin çocuklarla ilgili hazırlamış olduğu sözleşme ve protokoller de dâhil olmak üzere toplamda 19’u bağlayıcı 30 adet hak temelli belgenin imzacısıdır. Ancak bu sözleşmelerin hükümlerine ve mevzuattaki sözleşmelere bağlı düzenlemelere rağmen, ülkemizde çocuk işçiliği süreklilik kazanan, önlenmeyen ve önlenilemeyen bir durum hâlini almıştır.

2005 yılında hazırlanan ve bu yılın sonunda tamamlanacak olan Çocuk İşçiliğinin Önlenmesi İçin Zamana Bağlı Politika ve Program Çerçevesi’ne göre çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri öncelikle olmak üzere çocuk işçiliğinin tamamen ortadan kaldırılması hedeflenmiştir. Ancak programın başarılı olduğunu söyleyebilmek olanaksızdır. Aksine, emek piyasasının esnekleşmesi ve kararsızlaşmasının yaygınlaşmasına paralel olarak, çocuk işçiler güvensiz işçi havuzunun önemli bir kaynağı hâline gelmiştir.

TÜİK’in en son 2012 yılında yaptığı Çocuk İşgüçü Anketi Sonuçları verilerine göre çocukların istihdam oranı 6-14 yaş grubu yüzde 2,6; 15-17 yaş grubu ise yüzde 15,6’dır. Yani bir başka ifadeyle, 6-17 yaş arası 900 bine yakın çocuk çalışma hayatı içinde yer almaktadır. Türkiye genelinde çalışan çocukların yüzde 49’8’i bir okula devam ederken yüzde 50,2’si öğrenim hakkından mahrum bırakılmaktadır. Yoksulluk ve yanlış eğitim politikaları çocuk emeğinin acımasız döngüsünü besleyen en önemli unsurları oluşturmaktadır.

Çocuk işçiliği yoksullaştırma ve güvencesizleştirme ile beslenen istihdam stratejilerinin yapısal olarak ürettiği bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılması, çalışan çocukların hem kendilerinin hem de ailelerinin içine düştükleri, düşük ücretli ve vasıfsız iş gücü döngüsünün kırılabilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Ülkemiz çocuklarının yoksulluk nedeniyle eğitim hakkından yoksun kalmaları, yoksulluğun kuşaktan kuşağa aktarılmasına ve bir yoksulluk kısır döngüsü yaratılmasına neden olmaktadır.

Yukarıda anılan nedenlerle çocuk işçiliğinin önlenmesi ile ilgili sorunların ve alınacak önlemlerin yüce Meclisimizce tespiti amacıyla bir Meclis araştırması açılmasının yerinde olacağı düşüncesindeyiz.

3.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan ve 25 milletvekilinin, orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/272)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'de binlerce orman köyü olup bu köylerde 7 milyon 346 bin dolayında orman köylüsü yaşamaktadır. Türkiye Ormancılık Kooperatifleri Merkez Birliğine (OR-KOOP) bağlı 3 bin kooperatif ve bu kooperatiflere bağlı 300 bin orman köylüsü yer almaktadır. Türkiye ormanlarının devletle işletilme sürecinde orman köylüsünün temsilcisi olan kooperatifler orman faaliyetlerinin yüzde 70'ini gerçekleştirmektedirler.

Ülkemizde dağ ve orman köyleri genellikle engebeli ve dik eğimli topraklar üzerinde kurulmuş olması nedeniyle orman köylerinin gerek altyapı gerekse de eğitim ve sağlık imkânlarının yetersiz olduğu bilinmektedir. Orman ve orman işletmelerinin mülkiyetinin devlete ait olması nedeniyle orman köylüsü devletin sağlamış olduğu imkânlar ölçüsünde geçimini ormanlardan sağlamaya çalışmaktadır.

Orman köylüsün emeğinin karşılığını alabilmesi, orman köylüsünün doğdukları yerde yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli koşulların devlet tarafından sağlanması gerekmektedir. Yoğun orman alanları olan bölgelerde iklim şartları ve coğrafi koşullar ormancılığın o yörenin ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır. O yöredeki orman köylüsünün tek geçim kaynağını ormanlar oluşturmaktadır. Bu kapsamda ormanlar konusunda yapılan düzenlemeler ve alınan kararlar orman köylüsünün tek örgütü olan ormancılık kooperatiflerini de doğrudan etkilemektedir.

Son yıllarda uygulanan yanlış politikalar nedeniyle, orman üretimi primleri, teşvikler ve taban birim fiyatlarının düşük olması, benzin ve mazot fiyatlarına üst üste yapılan zamlar neticesinde orman köylüsü kâr etmekten öte, masraflarını bile karşılayamaz bir noktaya gelmiştir. Bunun doğal sonucu olarak köylerden kentlere göç başlamıştır.

Bugün ülkemizde gelir düzeyi en düşük kitle orman köylüleridir. Gelir yetersizliği nedeniyle kendisine tanınan BAĞ-KUR kapsamında sosyal güvenlik şemsiyesi altına girme imkânını bile kullanamamaktadırlar. Bu sorunun ortadan kaldırılması adına, orman köylüsünün sosyal güvenlik çatısı altına alınabilmesini sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Orman köylüsünün alın terinin karşılığını alamaması orman kooperatiflerinin de kazanımlarını etkilemiştir. Birçok orman kooperatifi vergilerini ödeyememesinden dolayı kapanmakla karşı karşıya kalmıştır.

Orman köylüsü ve kooperatifleri son dönemlerdeki Hükûmet politikasının ürünü olan, orman üretiminin dikili satış ve hizmet alımı gibi nedenlerden dolayı taşeron sisteme dönüştürdüğünden büyük bir gelir kaybına uğramıştır. Orman köylüsü âdeta müteahhidin işçisi yapılmıştır. Yapılan düzenlemeler orman köylüsünün gelirini artırmaya yönelik olması gerekirken gelinen nokta yüklenici ve taşeronun daha fazla kâr elde etmesine yönelik olduğu görülmektedir. Bu uygulamalardan vazgeçilerek orman köylüsüne hak ettiğini alabilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır. Orman köylüsüne önemli bir gelir getiren kesim ücretlerinin yeterli olmadığı, kesim ücretlerinin daha üst seviyelere çekilmesi gerekmektedir.

Türkiye kadastrosu yapılırken orman köylerinin gerekli önceliği alamaması sorunları da beraberinde getirmiştir. Son yıllarda kadastro çalışmaları yapılan bu köylerde çalışmaların aksamasının sebebi, mevzuat gereği bu arazilerin çoğunlukla hazine adına tespit ve tescil edilmesinden doğan karışıklıklar ile arazi ölçmelerinde karşılaşılan güçlüklerdir.

Yukarda kısaca bahsedilen sorunlar, orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarına ilişkin bazılarıdır.

Orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarının araştırılması ve çözüm önerilerinin tespit edilmesi amacıyla, Anayasa’nın 98’inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Tanju Özcan                                                         (Bolu)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

3) Kazım Arslan                                                        (Denizli)

4) Gülay Yedekci                                                      (İstanbul)

5) Mevlüt Dudu                                                         (Hatay)

6) Aylin Nazlıaka                                                      (Ankara)

7) Aydın Uslupehlivan                        (Adana)

8) Nurhayat Altaca Kayışoğlu                                    (Bursa)

9) Mehmet Gökdağ                                         (Gaziantep)

10) Kadim Durmaz                                         (Tokat)

11) Mahmut Tanal                                          (İstanbul)

12) Haydar Akar                                            (Kocaeli)

13) Çetin Osman Budak                                 (Antalya)

14) Ahmet Akın                                              (Balıkesir)

15) Ali Şeker                                                 (İstanbul)

16) Çetin Arık                                                (Kayseri)

17) Namık Havutça                                        (Balıkesir)

18) Onursal Adıgüzel                                     (İstanbul)

19) Devrim Kök                                             (Antalya)

20) Melike Basmacı                                       (Denizli)

21) Erkan Aydın                                             (Bursa)

22) Ceyhun İrgil                                            (Bursa)

23) Lale Karabıyık                                         (Bursa)

24) Orhan Sarıbal                                          (Bursa)

25) Tur Yıldız Biçer                                        (Manisa)

26) Şenal Sarıhan                                         (Ankara)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Başbakanlığın bir tezkeresi var, okutuyorum:

B) Tezkereler

1.- Başbakanlığın, Anayasa’nın 120’nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine dair 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’na ilişkin tezkeresi (3/812)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Anayasa’nın 120’nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın sureti ilişikte gönderilmiştir.

Gereğini arz ederim.

                                                                                      Binali Yıldırım

                                                                                         Başbakan

BAŞKAN – Hükûmet? Yerinde.

Şimdi, Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım.

Hükûmete, gruplara ve şahsı adına iki milletvekiline söz verilecektir.

Hükûmet ve grupların söz süresi yirmişer, şahıslar adına konuşmaların süresi onar dakikadır.

İlk sözü, Hükûmet adına Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ talep etmişlerdir.

Buyurunuz beyefendi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kurtuluş Savaşı’nın başında ülkemizin işgaline karşı mücadele ederken hiçbir zaman kapanmayan ve Kurtuluş Savaşı’nın karargâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 15 Temmuz 2016 tarihi itibarıyla demokrasimize, millî irademize, hukuk devletimize kastedenlere karşı da demokrasimizi korumanın, millî irademizi müdafaa etmenin, insan hak ve onuruna sahip çıkmanın bir ana merkezi olmuştur. Bu vesileyle, Gazi Meclisi bir kez daha saygıyla selamlıyorum, hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin ve milletimizin göz bebeği olan Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde yuvalanmış Fethullahçı terör örgütü üyesi oldukları anlaşılan asker elbiseleri içerisindeki bir grup, 15 Temmuz 2016 tarihinde emir komuta zinciri dışına çıkarak uçaklarla, helikopterlerle, tanklarla, zırhlı araçlarla, bombalarla, ağır silahlarla, seçilmiş Cumhurbaşkanına, seçilmiş Türkiye Büyük Millet Meclisine, seçilmiş Başbakan ve Hükûmete, kısaca devlete ve 79 milyon aziz milletimize karşı Fethullah Gülen’in emir ve komutası altında hain bir darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Bu darbe teşebbüsü sırasında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, MİT yerleşkesi, boğaz köprüleri, TRT binaları, Polis Özel Harekât Merkezi ve emniyet birimleri ile çeşitli askerî birimlerimiz yoğun silahlı saldırı altında kalmıştır. Fethullahçı terör örgütü elebaşı Fethullah Gülen’in emir ve komutasına bağlı Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki paralel ordu mensuplarının alçak ve hain grubun başlattığı darbe teşebbüsü, öncelikle Cumhurbaşkanımızın ölmeyi göze alarak İstanbul’a doğru uçması ve İstanbul’a inmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Sayın Meclis Başkanımızın başkanlığında sabaha kadar demokrasi nöbetini MHP, CHP, AK PARTİ grup başkan vekilleri ve milletvekilleriyle beraber bombaların altında tutması, Başbakanımız ve bakanlarımızın cesur ve dik duruşu, siyasi partilerimizin demokrasiye sahip çıkıp, millî iradeye sahip çıkıp darbeye karşı ortak tavır sergilemesi, medyamızın birlikte hareketle insan haklarına ve demokrasiye sahip çıkması, bütün bunların hepsinden önemlisi, aziz Türk milletinin herhangi bir görüş farkı gözetmeksizin, hangi siyasi partiye mensup olursa olsun ölümü göze alarak meydanlara çıkması, tankların, uçakların üzerine yürümesi, havaalanlarının önlerine araçlarını çekmesi, kurşunlara göğsünü siper etmesi, tankların üzerine çıkması, kısaca 79 milyon aziz milletimizin demokrasiye ve millî iradeye birlikte sahip çıkıp darbeye karşı onurlu direnişiyle başarısız kılınmıştır. Ben bu vesileyle, bu darbe teşebbüsünün başarısız kılınmasında birlikte hareket eden 79 milyon aziz milletimizin her bir ferdine ayrı ayrı, Sayın Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza, Hükûmetimize, Meclis Başkanımıza, Parlamentomuzun saygıdeğer üyelerine, siyasi partilerimize, medyamıza, sivil toplum örgütlerine, hasılı “demokrasi” diyen, “insan hakları” diyen, “hukuk devleti” diyen, “millî iradeye saygı” diyen herkese gönülden şahsım ve Hükûmetimiz adına şükranlarımızı arz ediyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Parlamento cumhuriyet tarihinde ilk defa havadan bombalandı. Düşman yurdumuzu işgal ettiğinde top seslerini duyan Parlamento, ilk defa topun kendisini gördü. Düşmanlarımızın dahi yapmadığı bir saldırının Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bir çete tarafından yapılmış olması son derece manidardır, son derece düşündürücü bir ihanet saldırısıdır. Sivil vatandaşlarımızın üzerine hedef gözetmeksizin ateş edilmesi, keskin nişancılarla insanların vurulması, tankların masum insanların üzerine sürülüp onların şehit edilmesi, otomatik silahlarla, bombalarla etrafın yakılıp yıkılması, bütün bunlar bu terör örgütünün gerçekleştirmeye çalıştığı vahşice darbe teşebbüsünün vahşi yüzünü gösteren somut örneklerden sadece bazılarıdır.

Şimdi, Hükümetimiz, dün Millî Güvenlik Kurulunun aldığı karar çerçevesinde darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi, bundan sonra da demokrasimiz ve hukuk devletimiz, milletimiz, millî irade ve ülkemiz için tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması, bir daha hiçbir şekilde darbe teşebbüsünün tekrarlanmaması, tekrarlanamaması ve bu konuda bu amaçla alınması gereken tedbirlerin hızlı ve kararlı bir biçimde alınıp hayata geçirilmesini sağlamak maksadıyla olağanüstü hâl ilan edilmesi yönündeki görüşünü Bakanlar Kuruluna iletmiştir. Cumhurbaşkanımızın başkanlığında Anayasa gereği toplanan Bakanlar Kurulumuz, bu görüş doğrultusunda Türkiye'de üç ay süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Bu karar 21 Temmuz 2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmış ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa’mıza göre olağanüstü hâl tabii afet hâllerinde, tehlikeli salgın hastalıklar durumunda, ağır ekonomik bunalımın varlığında ve Anayasa’yla kurulan hür demokrasi düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hâllerinden birinin veya birkaçının varlığı hâlinde ilan edilebilir. Bu çerçevede, Hükûmetimiz Anayasa’yla kurulan hür demokrasi düzenini korumak, temel hak ve hürriyetleri korumak, genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarını önlemek, başarısız kılınan darbe teşebbüsünün tekrarı ile bundan sonra Türkiye'de darbe teşebbüslerine teşebbüs edilebilmesinin önüne geçmek, halkımıza en büyük kötülüğü yapan, kamu düzenimizi bozan, ekonomimize zarar veren, demokrasimizi, hukuk devletimizi, millî irademizin tecelligâhı Meclisimizi ve seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Hükûmetimizi darbe teşebbüsüyle yok etmeye çalışan, devletimizi âdeta bir kanser hücresi gibi sarmış bulunan bu Fethullahçı terör örgütüyle ve bu örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, Emniyet ve üniversitelerimiz başta olmak üzere, kamu içindeki bütün uzantılarının kamudan temizlenmesi ve demokrasimizin, devletimizin, milletimizin, hukuk devletimizin emniyeti bakımından tam emniyetli hâle getirilmesi ve bunların ülkemiz için, demokrasimiz ve hukuk devletimiz için bir daha tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması maksadıyla bu karar alınmıştır. Esasında Hükûmetimizin olağanüstü hâl ilan etmeksizin bu adımları süratli atabilme imkânı olmuş olsaydı bu karara ihtiyaç duymazdık. Zira, Türkiye pek çok krizi yönetmiştir ancak karşı karşıya olduğumuz kriz diğer krizler gibi değildir. Özellikle arz etmek istiyorum: Cumhurbaşkanımızın en yakınında duran insanlar -işte, yaverinden tutun başkalarına kadar- o kadar incelemeye, titiz denetlemeye rağmen görülemeyebiliyor. Genelkurmay Başkanının emir subayı, özel kalemi, şoförü, koruması, diğer komutanların emir subayları ve diğer pek çok devlet yapısı içerisinde yer alan bu kişilerin hizmet ettikleri kişiler tarafından bütün titizliğe rağmen, bütün dikkate, bütün itinaya rağmen fark edilememiş olması, çok görünmez ama bütün çıplaklığıyla ortada olan büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Şimdi “Bunlarla bu kadar mücadele edilmesine rağmen niye netice alamıyoruz ve bunları göremiyoruz?” diye sorduğumuzda bir arkadaşımızın cevabını buradan özellikle ifade etmek isterim: “Bunlar Allah’a karşı dahi takiye yapıyorlar, sana bana takiye yapıp gizlenmeleri o kadar zor değil. Allah’ı aldatanlar herkesi aldatırlar. Allah’la milleti aldatanlar, yine Allah’la herkesi aldatmaya devam ediyorlar.” (CHP sıralarından alkışlar) O nedenle, bunların karşısında hepimizin birlikte hareket etmesi ve bunlarla mücadele noktasında alınmış bu olağanüstü hâl kararının gerekliliği ve uygulanması çok açık bir zaruret olarak ortada durmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; esasında bu olağanüstü hâl kararı millete karşı alınmış bir olağanüstü hâl kararı değildir; esasında devlet burada kendisine bir olağanüstü hâl kararı vermiştir, Hükûmetimiz kendisine bir olağanüstü çalışma ve seferberlik ilan etmiştir. Bundan önceki olağanüstü hâl kararlarına baktığınızda, devletin millete uyguladığını, millete karşı ilan ettiğini görüyoruz. Ama, burada, devletimizin yapısı içerisinde bir kanser gibi sarılmış ve her tarafta gizlenmiş bulunan bu yapının kısa süre içerisinde devlet aygıtından ayıklanması, temizlenmesi, devletimiz, demokrasimiz, milletimiz, Parlamentomuz için bir daha tehlike ve tehdit oluşturmaması için bu gerekli ve zaruri bir adımdır. Buradan hareketle bu olağanüstü hâl kararının farklı farklı yansıtılması, “Toplumun bütün hayat alanlarına sirayet edecek, yasaklar gelecek, şu şu kısıtlamalar olacak.” şekilde bir değerlendirme yapılması büyük bir yanılgı olur. Olağanüstü Hal Kanunu’nda yetkiler var ama bu yetkilerin hepsi OHAL ilan edildiğinde kullanılıp zorunlu olarak devreye girmemektedir. Yetkiler, görevler valilerin uhdesinde olacak, valiler gerekli gördüğü zaman bu tedbirleri, bu kararları alacaktır. Sanki Türkiye’de bu uygulamalar hemen başlamış gibi bir değerlendirme yapmak fevkalade yanlış olur, fevkalade büyük bir hata yapmış oluruz. Burada sıkıyönetim ilanı söz konusu değildir, yönetimin askere devri kesinlikle söz konusu değildir, yönetim sivil idarededir. Valilerin etkinliği artırılmaktadır, valilerin gücü artırılmaktadır, hızlı karar alma ve bunları uygulama imkânı getirilmektedir. Bu, son derece önemli bir adımdır. Bunun ekonomiye dönük, hayatımızın diğer alanlarına dönük elbette birtakım yansımaları olabilir ama çok net söylüyorum, bu konuda ekonomiyle ilgili herhangi bir adım olmayacaktır.

Saygıdeğer milletvekilleri, OHAL kararı, demin açıkça ifade ettiğim gibi, devletin kendi görevlerini olağanüstü hız ve kararlılıkla kısa süre içerisinde yerine getirmesi ve devlet içindeki Fethullahçı terör örgütüne ait bütün unsurların temizlenmesi ve Türkiye’de bundan sonra yeni bir darbenin tekrarlanmasının önlenmesi amacına matuftur. Şu anda, 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsü başarısız kılınmıştır ama bunun tekrarlanmaması için bizim de atmamız gereken adımlar vardır. Bunun artçıları olabilir, başka başka zaman yeni versiyonları ortaya çıkabilir. Bu kadar büyük bir badireyi atlattıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi biz yolumuza devam edersek, önümüzde kırk senedir büyüyüp de göremediğimiz bu tehlikenin geleceğe de yansımasına, gelecekte hepimiz için daha büyük bir tehlikeye dönüşmesine izin vermiş oluruz. O nedenle, Hükûmetimiz, bunu görmüş ve bu çerçevede milletimizin ve Anayasa’mızın kendisine yüklediği sorumluluk çerçevesinde kararlı bir biçimde demokrasimizi, hukuk devletimizi, millî irademizi ve ülkemizi korumak için her türlü adımı atmaya devam edecektir.

Belirtelim ki olağanüstü hâl ekonomik, sosyal, kültürel ve benzeri hiçbir faaliyeti olumsuz etkilemeyecektir. Bu olağanüstü hâl, ekonomik nedenlerle ilan edilmiş bir olağanüstü hâl olmadığı için ekonomiyi, yatırımları, planlamaları da olumsuz etkilemeyecektir. Ekonomiyle ilgili ve diğer alanlarla ilgili herhangi bir düzenleme yapılması da söz konusu olmayacaktır. Olağanüstü hâl bir sıkıyönetim değildir, yönetim askerde olmayacaktır, kolluk yetkileri askerî makamlara geçmeyecektir, bazı suçların yargılanması askerî mahkemelere devredilmeyecektir, yönetim askerde değil sivil iradede olacaktır ve sivil irade daha etkin bir biçimde yönetimi yerine getirecektir. Bu nedenle, olağanüstü hâlin ilan edilmiş olması, vatandaşlarımızın hayatında olağanüstü birtakım değişiklikler meydana asla getirmeyecektir. Esasında, bu olağanüstü hâl, olağan hâlin kalıcılaşmasını sağlamak içindir. 15 Temmuz 2016’da ortaya çıkan olağanüstü durumun kalıcı olmadığının, tekrarının mümkün olmadığının ve mümkün olmayacağının, milletin temsilcilerinin, milletin ayakta olduğunun hem tescili hem de olağanüstülüklerin tamamının kısa sürede sonlandırılması anlamını taşıyacaktır. Ne yapacağız? Birtakım kanun hükmünde kararnameler Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edeceğiz. Peki, bu kanun hükmünde kararnamelerin Türkiye Büyük Millet Meclisine sevki, kanun hükmünde kararnamelerin çıkarılmış olması Türkiye Büyük Millet Meclisinden bazı şeylerin kaçırılması anlamına mı gelir? Hayır. Kanun hükmünde kararnameleri neden önemsiyoruz? Çünkü, ortada bir yangın var, yangını söndürmek için elimizde su var, imkân var. Bu suyu oraya hemen döküp o yangını söndürmekle meşgul olmamız gereken bir zamandayız. Zaman kaybetmek bu tehlikenin büyümesinden başka bir sonuç doğurmaz. Kanun hükmünde kararnameler Resmî Gazete’de yayımlanır yayımlanmaz yürürlüğe girdiği için derhâl adımlar atılacaktır ama kararname Parlamentoya sevk edilecek ve Parlamentoda da İç Tüzük’ümüzün 128’inci maddesine göre bir ay içerisinde görüşülerek kanunlaşmak durumundadır. Dolayısıyla, bunların Parlamentodan kaçırılması, Parlamento iradesinin denetimine sunulmaması söz konusu değildir; yine Parlamento bu duruma vaziyet edecek, eksikler, yanlışlar varsa düzeltme konusunda iradesini ortaya koyacaktır. Bu, Parlamentoya karşı bir darbe değil; Parlamentoyu bombalamak isteyen, bu yüce çatıyı yok etmek isteyenlere karşı, milletin ve milletin Parlamentosunun, Hükûmetinin bundan sonra Anayasa ve hukuka göre vuracağı darbenin ilanıdır. Biz bunu ilan ediyoruz, gizli bir iş yapmıyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Milletten, Anayasa’dan aldığımız yetkiyle bunu yapıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, iki dakika içinde lütfen tamamlar mısınız.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Biz bunu gizli kapaklı yapmıyoruz. Milletimize ne dediysek olağanüstü hâl süresi içerisinde onları yapmaya devam edeceğiz. Üç ay koyduk süreyi ama bu üç ayı tamamlamak zorunda değiliz. Amacımız, üç aydan daha kısa süre içerisinde atacağımız adımları atmak, yapacaklarımızı yapmak ve süre dolmadan da olağanüstü hâli yeniden kaldırmaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü, derdimiz, demin de söyledim, yangını söndürmektir ve bu yangının tekrarlanmasının önüne geçmektir; demokrasimizi, hukuk devletimizi, millî irademizi tahkim etmek, güvenceye almaktır. Bunları yaptıktan sonra da zaten buna gerek kalmayacaktır. Planlamalarımıza göre biz bunu üç ay içerisinde, en geç, tamamlayacağız ama daha erken de tamamlamak için elimizden gelen bütün gayreti göstereceğiz.

Ben 15-16 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü karşısında birlikte hareket eden siyasi partilerin sayın genel başkanlarına, Meclis gruplarına, grup başkan vekillerine, dayanışma gösteren medyaya, sivil topluma, aziz milletimize ve demokrasiye inanan herkese ayrı ayrı Hükûmetimiz adına şükranlarımı sunuyorum ve bu OHAL kararının demokrasiye, millî iradeye karşı saldırıları püskürtmek için alındığını bir kez daha ifade ediyor, hepinizi saygıyla Allah’a emanet ediyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Efendim, şimdi gruplar adına konuşmalara geçiyoruz.

Gruplar adına ilk konuşma, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili, Grup Başkan Vekili Sayın Erkan Akçay’a aittir.

Buyurunuz Beyefendi. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin yüce Meclisimize sunduğu, üç ay süreyle ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin tezkere hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Sözlerime başlarken muhterem heyetinizi ve bu tarihî oturumu takip eden aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

15 Temmuz 2016 akşamı Türk Silahlı Kuvvetleri içinden bir grubun darbe yapmak ve yönetimi ele geçirmek amacıyla yaptığı kalkışmayla Türkiye Cumhuriyeti olağanüstü ve gayrimeşru bir durumla karşı karşıya bırakılmıştır. Demokrasi ve hukuk dışı bir yaklaşımla, yakın tarihimizde Türk milletinde büyük acılara ve derin izlere sebep olan darbelerin bir yenisine daha girişilmiş; Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en karanlık günlerinden birisini yaşamıştır. 15 Temmuz kalkışmasında Genelkurmay karargâhı işgal edilmiş; Emniyet binaları, devlet televizyonu, özel kanallar, istihbarat kuruluşları, yollar, köprüler, havalimanları, askerî üs ve bölgeler ablukaya alınmış, saldırıya uğramış, tanklar sokaklara çıkmış ve yüce Gazi Meclisimiz 7 kez bombalanmış ve kurşunlanmıştır. Kalkışmaya karşı sokaklarda tepkisini göstermek isteyen vatandaşlarımız darbeciler tarafından açılan ateşlerle hedef alınmıştır. 15 Temmuzu 16 Temmuza bağlayan gece 246 vatan evladı şehit düşmüş, 1.536 vatandaşımız yaralanmıştır. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza şifalar diliyoruz. Milletimizin başı sağ olsun.

15 Temmuzdaki melun girişim, demokrasiyi, hukuku ve millî iradeyi yok sayma teşebbüsüdür. Bu kalkışma, yalnızca seçilmiş Hükûmet veya milletvekillerini değil, Türk milletinin tamamını, millî iradeyi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kurumlarını hedef almıştır. Bu darbe girişimiyle Türk milletinin birlik ve kardeşliği hedef alınarak ülkemiz bir kaos ortamına sokulmak istenmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi bu hain girişime en başından karşı çıkmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin, kurumlarının, Hükûmetin, demokrasinin ve hukukun yanında kararlı tavrını açıkça ortaya koymuştur.

Değerli milletvekilleri, yaşanan bu vahim hadiseler neticesinde Cumhurbaşkanı Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu üç ay süreyle olağanüstü hâl kararı almış, bu gece saat birden itibaren uygulama başlamıştır. Öncelikle belirtmek istiyorum ki olağanüstü hâl anayasal bir durumdur. Anayasa’nın 119’uncu maddesinde tabii afet ve ağır ekonomik bunalım, 120’nci maddesinde şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması sebepleriyle olağanüstü hâl ilan edilebileceği düzenlenmektedir. Olağanüstü hâl ayrıca 2935 sayılı Kanun’la düzenlenmiştir.

OHAL kararı devlet içerisinde çöreklenmiş olan cemaat kisveli bir terör örgütünün darbe girişimi sonrasında alınmıştır. Elbette ki devlet, terörle ve paralel yapılarla mücadele edecektir ve etmelidir ancak bir hususu dikkatlerinize sunmak istiyorum. Cemaat kisveli yapılanmanın bir terör örgütü olduğu henüz yeni tescillenmiştir. Dünden bugüne gelen süreçleri göz ardı etmememiz gerektiği de açıktır. Gülen cemaati için biz “çete” dedikçe birileri ona sahip çıktı. Biz “Türkiye’ye gelsin, faaliyetlerini durdursun, hakkındaki iddiaları cevaplasın.” dedikçe birileri ona sahip çıktı. Biz o gün kehanette bulunmadık, falcılık da yapmadık; Türkiye gerçeklerini millî merkezli gördük, yorumladık. Sayın Genel Başkanımızın bu örgüte dair yapmış olduğu ikazlara kulak verilmiş olsaydı 15 Temmuzda paletler sokaklarda olmayacak, Meclisimiz bombalanmayacak, milletimiz kurşunlanmayacak, 246 vatandaşımız hayatını kaybetmeyecekti. Biz demokratik ve millî bir sorumlulukla hareket ederek yıllardır bu uyarıları yaptık, bu ilkesel duruşumuzu bugün de devam ettireceğiz. Türkiye hiçbir şart altında hukuktan ve demokrasiden ayrılamaz. Anayasa ve kanun, olağanüstü hâlin çerçevesini çizmiştir. Bu istisnai yönetim sürecinin amacı bugün görüştüğümüz tezkerede belirlenmiştir. Tezkerede belirlenen sınırların dışına kesinlikle çıkılmadan siyasi çıkar ve hedefler gözetilerek yeni fiilî durumlar peşine düşülmemesi gerekmektedir. OHAL uygulamalarını yakından takip edeceğiz, bu süreçte gerekli uyarılarımızı yapmaya devam edeceğiz.

Ülkemizi bugünlere getiren devlet ve yönetim krizidir. Şahsi ve keyfî yönetimin getirdiği nokta 15 Temmuz aşamasıdır. Yaşanan menfi hadiselerin arkasında iyi yönetememe sorunu vardır. İşi ehline vermezseniz, ülkeyi kurum ve kurallarıyla yönetmezseniz, şahsi ve keyfî yönetirseniz darbeyi de eniştenizden haber alırsınız. Hani MİT Müsteşarı sır küpünüzdü? Bu sır küpü sırları kendine mi saklamış?

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında en çok tartışılan kavramlardan birisi istihbarat zafiyetidir. Bu kavramın zorunlu, âdeta bir moda deyim hâline gelmesinden dolayı milletimiz ve devletimiz adına üzüntü duyduğumuzu belirtmek istiyorum. Biz tren garında, Devlet Mahallesi’nde, Kızılay’da, İstiklal Caddesi’nde, Atatürk Havalimanı’nda gerçekleşen terör eylemlerinden sonra hep bu konuya dikkat ettik, dikkat çektik. Ancak dediler ki: “İstihbarat zafiyeti yok.” Bugün diyorlar ki: “İstihbarat zafiyeti var.” Biz diyoruz ki istihbarat zafiyeti de yönetim zafiyetinden kaynaklanmaktadır. Bu zafiyet derhâl giderilmelidir. Elbette Millî İstihbarat Teşkilatı, Emniyet istihbarat ve devlet kurumları ve kurallarıyla iyi yönetilmezse birileri kurumlara sızar ve her türlü melaneti işleme cüretini kendinde bulabilir. Zamanında yapılan tespitler dikkate alınmamıştır, Milliyetçi Hareket Partisi olarak yaptığımız uyarılar dinlenmemiştir. Hiç mi gazete okumadınız? 2014 yılından bu yana bu darbenin gelişimine ilişkin somut uyarılar yapılıyordu. Peki, diyelim gazeteleri de dikkate almadınız, o zaman en yakınınızdaki adamlardan da mı haberiniz olmadı? Emir subayları, astsubaylar, özel kalemler maalesef bu darbe tezgâhının içine girmiş ve bir ihanet hareketinin içinde yer almışlardır.

Değerli milletvekilleri, burada sadece bir istihbarat zafiyeti yok, ifade ettiğim gibi çünkü konunun hassasiyeti nedeniyle üst üste vurgulamak durumundayız, bir yönetim zafiyeti vardır. Silahlı Kuvvetler içerisinde “klik” diye tabir edilen bir grup darbe hazırlığında bulunuyor, üstelik hiçbir kuvvet komutanı bu girişimi desteklemiyor ancak ne hikmetse bugün general ve amirallerin yaklaşık üçte 1’i darbe iddiasıyla gözaltına alınıyor. Biz buna diyeceğiz ki: “İstihbarat zafiyeti var ama yönetim zafiyeti yok.” Bunu söyleyemeyiz. “İstihbarat olsaydı Fethullahçı terör örgütü olmazdı.” diyorlar. Bu ifadeyi kabul edemeyiz. Yıllarca Millî İstihbarat Teşkilatını, Emniyet İstihbarat Teşkilatını kimler yönetti? Ayrıca, Genelkurmay İstihbaratının MİT’e bağlanması da ayrı bir bahis.

Değerli milletvekilleri, bu örgütü canavarlaştıran, kamuda istediği gibi at koşturmasına fırsat veren, toplumsal ve bürokratik örgütlenmesine imkân sağlayan istihbarat zafiyeti değil, üzülerek söylüyoruz ki yönetim zafiyetidir. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında görevden uzaklaştırılan ve gözaltına alınan kamu personeli sayısı 50 bini geçmiştir. Bu denli yüksek bir rakamla OHAL’e girilmesi birtakım kaygıları da beraberinde getirmektedir. Uygulamalar son derece dikkatle, özenle ve somut verilere dayanarak yapılmalıdır. Kurunun yanında yaş da yanmasın. Bu özen ve dikkat sadece Fethullah terör örgütüne değil, diğer terör örgütlerine de yöneltilmelidir ve diğer terör örgütleri de asla dikkatten uzak tutulmamalıdır. Olağanüstü hâl içerisinde yeni mağduriyetlerin oluşmasına engel olunmalıdır. Kamu personeline yönelik bu süreçte kişiselleşmekten ve siyasi mülahazalardan mutlaka uzak durulmalıdır.

15 Temmuzun bir milat olmasını diliyoruz. Önce nerede yanlış yapıldığını tespit etmemiz gerekmektedir. Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız, teşhisi doğru koyalım ki tedavi iyi sonuç versin.

Değerli milletvekilleri, gelişmeleri dün, bugün ve yarın perspektifiyle değerlendirmemiz gerekiyor. Bugün yaşadıklarımıza dün sebep olanlar neydi ve bugün yaşadıklarımızın yarınki sonuç ve yansımaları ne olacak? OHAL kararının darbe girişimi sonrasında Fethullahçı terör örgütüne yönelik bir hareket olduğu ifade ediliyor. Bu amaç noksandır. Biraz evvel de ifade etmeye çalıştığım gibi, bugün Türkiye’deki tek paralel yapılanma ve tek tehlike bu örgüt değildir. Doğu ve güneydoğu bölgelerimizde KCK ve bir diğer tehlikeli yapı olarak PKK karşımızdadır. Dolayısıyla, OHAL kararının içerisinde mutlaka PKK terör örgütüyle ve diğer bütün terör örgütleriyle mücadele de yer almalıdır. Doğu ve güneydoğuda asker kışlasındadır. Bölücü terör, bu durumu fırsata çevirerek yeniden palazlanma faaliyetleri içerisindedir.

Bugüne geldiğimizde Hükûmetin Sayın Genel Başkanımızın altı yıl önceki uyarılarına uygun hareket etmesi elbette sağlıklı bir gelişmedir ancak bir kez daha vurgulamak istiyorum ki, OHAL’de, ülkemizin başına bela olmuş her türlü terör belalarıyla ve yapılanmalarla mücadele edilmelidir. Ülkemiz olağanüstü şartlar içindedir. Bu koşullardan basiretle çıkmak zorundayız, tehlike geçmemiş, kriz atlatılmamıştır. Fiilî durum yaratma gayretleri devleti çivisinden çıkarmıştır. 15 Temmuzda darbeyle bir fiilî durum yaratılmak istenmiş ancak milletimiz ve devlet kurumlarının kararlı direnciyle darbe girişimi bertaraf edilmekle birlikte devlet yönetiminde de bir kriz vardır. Fiilî durum, Anayasa ve hukuk dışına çıkmaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak her türlü darbeye, her türlü fiilî duruma karşıyız. Milliyetçi Hareket Partisinin duruşu konjonktürel değil, ilkeseldir; bunun çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Eğer demokrasiye inanıyorsak, ister silahlı ister silahsız her türlü fiilî duruma karşı çıkmamız gerekiyor. Darbe girişimleriyle mücadele için hukuk ve demokrasi çerçevesinde mevcut sistemi iyi işletmemiz gerekmektedir. O yüzden bu olağanüstü hâl uygulamasıyla birlikte anayasal demokratik kurumların süratle işler hâle getirilmesi gerekmektedir. Devleti yönetenler her türlü fiilî durum karşısında durmalıdır. Özellikle OHAL yönetimi içerisinde oluşturulabilecek fiilî durumlara özenle dikkat edilmelidir. Herkes Anayasa’ya uyacak, herkes hukuka uyacak, herkes devletin kurum ve kurallarıyla yönetilmesini sağlayacak.

Değerli milletvekilleri, bir ayıklanmaya, yenilenmeye ihtiyacımız olduğu muhakkaktır. Bu yenilenme devletin bütün kurumları için geçerlidir. Ancak Amerika’yı yeniden keşfetmeye de gerek yok. Tek yapmamız gereken, ülkeyi şahsi ve keyfî bir anlayıştan kurtararak kurum ve kurallarıyla yönetmektir. Yıllardır biriktirdiğimiz demokratik birikim ve bilincimize sahip çıkacağız, bu badireyi hep birlikte atlatacağız. Millî birlik ve beraberliğimizi asla bozdurmayacağız. Türkiye Cumhuriyeti bir çadır ve kabile devleti değildir. Hiçbir gerekçeyi, demokrasiden kopuşa, darbe girişimlerine, ara rejimlerine veya rejim değişikliklerine dayanak kabul edemeyiz. Her türlü darbeye ve fiilî duruma, demokrasi ve hukuk dışı arayışlara karşı ortak akıl ve iradeyle hareket etmek zorundayız. Sabırla hareket etmeli, sağduyunun rehberliğinden ayrılmamalıyız. Millî birlik ve kardeşliğimiz üzerinde oynanan acımasız oyunun değirmenine su taşımaktan özenle kaçınmalıyız. Geleceğimizi hukuk ve demokrasi çerçevesinde hep birlikte inşa etmeliyiz. Meşruiyete bağlı ve sadık kalarak Türkiye’nin sorunlarına çözüm üretmeliyiz. Çare demokrasidir, çıkış demokrasidedir, çözüm çerçevesi demokrasiyle sınırlı kalmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç olarak ifade ediyoruz ki Milliyetçi Hareket Partisi böylesi karanlık ve oldukça sıkıntılı dönemde Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk milletinin yanında ne pahasına olursa olsun tavizsiz şekilde duracak, hiçbir gayrimeşru oluşum veya çeteleşmeye aman vermeyecektir. Ülke genelinde olağanüstü hâl uygulaması isabetli ve yerinde bir tercihtir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak Bakanlar Kurulunun üç aylık süreyle yüce Meclisimizden talep ettiği ülke genelindeki olağanüstü hâl tezkeresine olumlu oy vereceğiz. Bu üç aylık olağanüstü hâl uygulamasının ülkemize bir an evvel huzur, sükûn ve esenlik getirmesini, demokrasi ve hukukun sarsılmaz bir şekilde tahkim edilmesini yürekten diliyor, yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akçay.

Gruplar adına ikinci hatip Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Sayın Meral Danış Beştaş’a aittir.

Buyurunuz Hanımefendi. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

15 Temmuzdaki darbe girişiminden sonra Meclisin bugün olağanüstü hâl ilanı sebebiyle bir araya gelmesi dolayısıyla söz almış bulunmaktayım. Doğrusu, toplumsal hafızamız, yakın tarihimiz ve Anayasa’nın olağanüstü hâli öngördüğü sistem, ayrıntılı bir değerlendirmeye ve tartışmaya muhtaç. Ama bugün olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Tabii ki darbe karşısında bütün Türkiye toplumunun, bütün siyasi partilerin, toplumun en geniş bileşenlerinin, hatta bütün toplumun karşı duruşu gerçekten çok değerlidir ve bu değeri başta da Parlamentonun bilmesi gerekiyor. Peki, darbe karşısında bu kadar büyük bir toplumsal uzlaşma varken gerçekten olağanüstü hâl ilanına, Türkiye’nin tekrar toplumsal hafızasını canlandırmaya ihtiyaç var mıydı, bunu çok güçlü bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, yani bir tarihsel arka plan sunacak zaman yok ama sadece şunu söyleyeyim: 1987’de uygulamaya konulan OHAL tam 46 kere uzatıldı, bunu bilelim ve 6 OHAL valisiyle tanıştı bu ülke ve gerçekten vatandaş ile devlet arasında uçurumun nasıl derinleştiğini, nasıl büyük hak ihlallerinin, büyük bir kırımın, yıkımın, göçün, katliamların, işkencenin yaşandığını kitaplar, tarih bize yazıyor. Biz bunların canlı tanıkları, mağdurları ve tarafı olarak da OHAL sisteminin nasıl bir sistem olduğunu yakından bilen bir yerden konuşuyoruz. Gerçekten, OHAL sistemi, sadece 430 sayılı bir Kararname hafızamızdan hiç çıkmadı. Bununla şunu öngörüyordu, hatırlatmak babında söylüyorum: Bu Kanun Hükmündeki Kararname ve İçişleri Bakanına, OHAL Bölge Valisine ve OHAL Bölgesi dâhilindeki il valilerine tanınan yetkilerin kullanılması noktasında cezai, mali, hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemezdi ve bu maksatla herhangi bir yargı mercisine başvurulamıyordu. Yüz binlerce göç oldu; anlamsız, sonuçsuz birçok yasak uygulandı. Türkiye’de faaliyet gösteren insan hakları kuruluşlarının verilerine göre bu dönemde yaklaşık 4 bin yerleşim yeri boşaltıldı ve 3 milyonun üzerinde insan göçe zorlandı ve o dönemde yaşananlar da, işkence ve kötü muamele, belki köylülere dışkı yedirilmesiyle gündeme geldi ama işkencenin haddi hesabı yoktu gerçekten, keyfî uygulamalarla büyük işkenceler vücut bulmuştu. İşçi ve emekçilere yönelik çalışmalara engel oldu.

Peki, şu anda uygulanmak istenen OHAL neleri içeriyor, ne getirecek yaşamımıza? Bunları gerçekten bütün Türkiye yurttaşlarının bilmeye, tartışmaya hakkı var. Biraz sonra Hükûmetin bu konudaki sunumu da şüphesiz çok önemli, onu da değerlendireceğiz ama kanun ne diyor? Çünkü Olağanüstü Hâl Kanunu, aynen Anayasa gibi, darbecilerin getirdiği bir kanun. Biz, darbeye karşı mücadele ederken darbecilerin getirdiği kanunlara sarılıyoruz; bu büyük bir ironi. Bunu da büyük bir şekilde, güçlü bir şekilde tartışmaya ihtiyacımız var.

Şimdi, neden olağanüstü hâle “Hayır.” diyoruz, geniş bir şekilde açıklayacağım ama, şimdi, şu anda, TSK’nın yüksek komuta kademesinin katılmadığı aslında, halkın, Cumhurbaşkanı ve iktidarın yanı sıra muhalefetin ve medyanın da direndiği bu kanlı darbe girişimi aslında süratle bastırıldı. Hepimiz bu günleri güçlü bir şekilde yaşadık. Silahlı Kuvvetlerde binlerce askerî personel ile çok sayıda emniyet mensubu gözaltına alındı. Rakamları paylaşmaya gerek yok. Hükûmetin ve Genelkurmay Başkanlığının açıklamalarına göre, 17 Temmuz itibarıyla ülkenin bütününde tam ve mutlak bir kontrol sağlandı. Bunlar resmî açıklamalar. Hem kontrolün sağlanması hem de Anayasa’nın kendisinin, olağanüstü hâl uygulamasını, hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine bağlamış olmasını unutmayalım. İşte, bu bağlamda, bunu dikkate aldığımızda, olağanüstü hâl ilanının temel demokratik hakları askıya alarak Türkiye’yi zaman tüneline sokmak dışında bir işlevi olmayacak. Bunu önemle tekrar tekrar vurgulamak istiyoruz. Diğeri, kanun hükmünde kararnamelerle bir yönetme süreci başlayacak. Doğru, demin Sayın Adalet Bakanı açıklamasında bunun Parlamento onayına sunulacağını söyledi. Anayasa’ya göre Parlamento onayına sunulacak ama tartışma süreci, kanunun görüşülme süreci, buradaki o Meclis görüşmeleri tümüyle göz ardı ediliyor, devre dışı bırakılıyor ve en önemlisi onaya sunulduğu süre zarfında kanun hükmünde kararnamelerle zaten işlem devam ediyor. Bir ay süresince yapılması gereken her şey, atılacak her türlü adım atılmış oluyor. Bu durumda da şunu çok güçlü tartışmamız gerekiyor: Bu olağanüstü hâl ilanıyla darbeye karşı yek vücut duran Parlamento aslında devre dışı bırakılıyor. Bu çok çok önemli bir meseledir.

Kanun hükmünde kararnamelerle yönetilecek, yürütülecek bir sürecin startı verilmiş durumdadır. Bununla ilgili daha çok tartışma yapılacak ama umarız uygulama bizi yanıltır, umarız gelecek günler bizi yanıltır, bunu yürekten istiyoruz.

Diğeri, tabii ki kanun hükmünde kararnamelerle ilgili Anayasa Mahkemesine dava açılamıyor, her şey askıda olduğu gibi bu da askıda. Aslında Anayasa’ya uygunluk denetiminin yapılmaması yönündeki anayasal düzenlemeyle Anayasa olağanüstü hâl dönemlerinde Hükûmetin çıkaracağı kararnamelerin Anayasa’ya aykırı olacağını zımnen öngörüyor ve kabul ediyor. Bunu Anayasa deklere etmiş oluyor.

Velhasıl, yani biliyoruz yakın tarihi, hepiniz de biliyorsunuz, 19 Temmuz 1987’den tamamen kaldırıldığı 30 Kasım 2002’ye kadar Bakanlar Kurulu kararıyla dört ayda bir tam 46 kez uzatılan olağanüstü hâl rejiminde Türkiye uygulaması hiçbir zaman geçici olmadı. Bunu göz ardı edemeyiz ve yine temennimiz ve dileğimiz gerçekten bu olağanüstü hâlin geçici olmasıdır. Toplumsal hafızamız umarım tekrar canlanmaz.

Değerli arkadaşlar, ek yetkiler çok fazla. Bunu eminim bütün milletvekili arkadaşlarım biliyordur ezbere fakat şunu unutmayalım, sokağa çıkma yasağı uygulanmayacağı, temel hak ve özgürlükler askıya alınmayacağı yönünde Hükûmetin yetkili ağızlarından açıklamalar var ama biz kanunu da göz ardı edemeyiz. Bu kanunda her türlü hakkı askıya alma yetkisi var; sokağa çıkmak, belirli yerlerde dolaşmak, araç seyrinin değiştirilmesi, kişilerin üstünün aranması, eşyalarının aranması, bu eğer ülke genelinde ise kimlik taşıma mecburiyeti. Dün biri “OHAL deyince babamın arada bir eve dönüp kimliğini bulması.” diye söylemişti çünkü kimliksiz dışarı çıkmak mümkün değil. Basit gibi görünüyor ama normal hayatta çok hayati meselelerdir.

Yine, gazeteler, basın-yayın organları üzerindeki toplama hâkimiyeti ve yetkisi çok güçlü bir şekilde veriliyor. Buna ilişkin birçok kısıtlama yapılabilir; kanun hükmünde kararnamelerden ziyade, kanunda öngörülen meseleler. Gözaltı süresi, en önemli meselelerden biri bu, dünden beri en çok tartışılan meselelerden biri bu. Evet, 1992 yılında gözaltında bulundurma süresi AİHM kararları çerçevesinde kısaltılmıştı ama toplu suçlarda en fazla dört gün olarak tespit edilmişti fakat Anayasa’mızda şu hüküm hâlâ yerli yerinde duruyor, Anayasa’nın bu hükmü uyarınca olağanüstü hâl süresindeki gözaltılar konusunda iç hukukta bir sınır bulunmuyor aslında. Çünkü, Anayasa’ya göre, olağanüstü hâl, sıkıyönetim ve savaş hâllerinde gözaltı süresinin uzatılabileceği söyleniyor ve üst sınır belirtilmiyor; bu da çok ciddi bir endişe kaynağı olarak önümüzde duruyor.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, salonda büyük bir uğultu var. Bir uyarı yapmanız mümkün müdür? Takip edemiyoruz. Salonda büyük bir uğultu var, takip edemiyoruz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Evet, uğultu büyük.

BAŞKAN – Efendim, uğultu oluyor, lütfen sükûnetimizi muhafaza edelim.

Teşekkür ediyorum.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, OHAL’e ilişkin yani sisteme ilişkin bu kadar söylemek yeter.

Peki, gerçekten bu sistemi Türkiye’ye getirmek gerekiyor mu? Bugün Meclisin, Parlamentonun tartışması gereken en önemli mesele budur. Darbe karşıtı toplumsal uzlaşmaya değinmiştim. Evet, bu toplumsal uzlaşmayla demokrasi yönünde adım atmanın tarihsel fırsatı bu OHAL kararıyla aslında geri tepilmektedir, reddedilmektedir. Bu toplumsal barış tam aksine yönde, demokrasi yönünde, hak ve özgürlükler yönünde kullanılmalıdır.

Biz Halkların Demokratik Partisi olarak 7 Hazirandan bu yana bir darbenin devam ettiğini hep söyleyegeldik; 1 Kasımın aslında bir darbe olduğunu, halkın seçilmiş temsilcilerinin… Hiç gerekmediği hâlde Anayasa’ya göre, iktidarın ve Cumhurbaşkanının kararıyla ve tasarrufuyla bu darbenin bütün kurum ve kurullarıyla devam ettirildiğini biliyoruz. Bu kürsüden defalarca bu tartışıldı.

Peki, şu anda demokrasi için OHAL, demokrasi nöbetiyle OHAL kutlamaları ne anlama geliyor? Gerçekten zehir içirip “Bu zehri iyi ki içiyorum. İyi ki bu zehir bana veriliyor.” demenin bir anlamı var mı? Gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor. Biz halk adına buradayız ve halkın geleceği, halkın yaşam alanlarını daraltan kanunlara, önerilere karşı da büyük tartışmayı, geniş tartışmayı yapmak zorundayız.

Liderler zirvesini öneren tek partiyiz. Eş genel başkanlarımızdan bu darbeye karşı partilerin ortak tutumuna dair liderlerin bir araya gelmesi gerektiği ve bu darbeden ortak akılla, uzlaşıya dayalı çıkılabileceği yönünde çağrılar oldu ama maalesef bu çağrılar karşısında, Başbakan diğer siyasi partilerin liderleriyle bir araya gelse de bu liderler zirvesi çağrımız hiçbir şekilde tartışılmadı ve dikkate alınmadı. Bu çağrımız hâlâ devam ediyor.

Peki, bugün birçok açıklama yansıdı, bunlardan biri de Yalçın Akdoğan’ın açıklaması. Aynen şöyle söylüyor: “Normal vatandaşlar bu OHAL’den zarar görmeyecek.” Kim normal vatandaş? Gerçekten bu vatandaşları nasıl ayıracağız? Sokağa çıkan vatandaş normal değil, yani bugünlerde çok normal de, genel uygulamayı söylüyorum. Dernek kuran, muhalif olan, söz söyleyen, yazı yazan, televizyonlarda iktidarı eleştiren ya da farklı siyasi partilerde siyaset yapan vatandaşlar, iktidar partisi dışındakiler normal mi, değil mi? Bunun cevabını aramak en temel hakkımız. Böyle bir talihsiz açıklama olamaz, vatandaşları normal olan ve olmayan olarak ayırmak büyük bir talihsizliktir. Bunu da not düşmek istiyoruz.

Baştan beri İmralı’da Sayın Öcalan’ın ifade ettiği darbe mekaniğinin devrede olduğu ve bu mekaniğin işlemesine engel tek çözümün de demokrasi, hak ve özgürlüklerin tahkim edilmesi olduğu yönündeki öngörü bugün ortaya çıkmıştır. İşte, bu darbe mekaniğini durdurmanın, bitirmenin yegâne yolu tabii ki daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlüklerdir.

Yine, bugün Sayın Numan Kurtulmuş’un bir açıklaması var: “OHAL süresince AİHS askıda olacak.” Evet bu, anayasal ve uluslararası sözleşmelere dayanıyor, 15’inci maddesi istisna kalmak kaydıyla. “Hiç kimse etkilenmeyecek.” diyorlar ama AİHS’in askıda olması bile başlı başına bunun ne kadar büyük sonuçlara yol açtığını görmemiz açısından önemli bir not.

15’inci madde nedir peki? Bunu bir cümleyle söyleyeyim: Yaşam hakkı, işkence yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma yasağı, kanunsuz ceza olmayacağı yönünde ama şu anda gerçekten hepimiz dehşetle işkence görüntülerini, işkence iddialarını ve söylemlerini izliyoruz. Her şart ve koşul altında kime karşı olursa olsun işkenceye asla tolerans gösterilemez. Demokratik bir ülkede işkencenin hoş görülmesi ve desteklenmesi kabul edilemez; muhaliflere karşı, darbecilere karşı bile olsa işkenceye karşı çok net bir duruşumuzun olması lazım.

Bu konuda Sayın Türkân Elçi’nin bir sözü var -değerli arkadaşım Tahir Elçi’nin eşi- bir açıklama yapmış: “Benim eşimi öldürenleri bile yakalasanız sakın ha işkence yapmayın. Ömrünü işkenceyle mücadeleye adamış birinin eşi olarak ben bunu kabul etmiyorum.” demiş. (HDP sıralarından alkışlar) Bu büyük erdem, bu büyük olgunluk karşısında gerçekten hepimizin düşünmesi gerekiyor ve şu anda darbeyi bastırma hamlesi hak ve özgürlüklere, hakların özüne dokunmamalı. Bu, muhaliflerin, muhalefetin bir bütün olarak hedef alınması, zapturapt altına alınması anlamına gelmemeli. Görüntüler bu konuda maalesef umut verici değil, umutlarımızı kırıyor ama bundan sonra biz uyarımızı gerçekten dikkatle ve özenle yapmak istiyoruz tekrar.

Şimdi, diğer bir mesele değerli arkadaşlar -sürem çok yok ama- bugünlerde yakalanan, tutuklanan darbecilerin önemli bir kısmının Kürt illerinde savaş suçlarına, insanlığa karşı suçlara imza attığını, bunların faili olduğunu görüyoruz açıklamalarla; zaten görev yerleri belli, orada yapılanlar belli. Biz şimdiden şu çağrımızı ve takibini yapacağımızı, asla bırakmayacağımızı ilan ediyoruz: Şırnak’ta, Nusaybin’de, Diyarbakır’da ya da diğer illerde yüzlerce insanı diri diri yakan, Roboski’de 34 köylüyü bombalatan ve her gün savaş suçları, insanlığa karşı suçları işleyen darbeciler sadece darbe yapmaktan yargılanamaz. Bu suçlar mutlaka yargı önüne gitmeli ve bu konuda en büyük teminatı da Hükûmet vermelidir çünkü bu suçlar diğer süreçlerde, Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde maalesef mahkeme dosyalarına girmedi, iddianamelere konu edilmedi ve suçların üstü örtülmek istendi. Darbeyle hesaplaşmak istiyorsak, bir daha darbelerin oluşmasını gerçekten önlemek istiyorsak mutlak surette bütün suçların hesabı sorulmalıdır.

Değerli arkadaşlar, bu konuda, iktidar partisinin OHAL’e ilişkin yakın tarihte, 2002’den bu yana çok sayıda açıklaması var. Demin Sayın Adalet Bakanı da söyledi: “Bu, devletteki temizliğe ilişkin, aygıta ilişkin.” Şimdi, ben Anayasa maddesinde söyledim, Anayasa buna cevaz vermiyor. Zaten 15 Temmuzdan bu yana on binlerce insan görevden el çektirildi, alındı. Fakat şu konuda da uyarımızı özenle yapmak istiyoruz: Gerçekten darbecilerle hiçbir ilişkisi olmayan birçok muhalif kesimden de gözaltı ve tutuklama haberleri alıyoruz. Bu bir muhalefetin tasfiyesi operasyonuna dönüşürse bunun karşısında Halkların Demokratik Partisi olarak dururuz. Buna ilişkin tek bir örnek vereyim: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde görevden uzaklaştırılan 10 akademisyen Barış Bildirisi’ne imza atan akademisyenler. Bu arada, on binlerce insan görevden alınırken bunun muhalefete yönelik bir operasyon olması da asla kabul edilemez ve bunun karşısında hepimizin durması gerekiyor.

Biz Halkların Demokratik Partisi olarak darbeden çıkışın yol haritasını demokrasi olarak defalarca verdik ve Kürt meselesinin çözümü demokrasiye giden en önemli adımdır. Kürtlerle barış olmadan bu ülkede gerçek bir demokrasi, gerçek bir özgürlük rejimi ve gerçek demokratik hak ve özgürlüklerden söz etmek mümkün değil ve bizi bugüne getiren olgular, olaylar da bölgedeki, Kürt illerindeki çatışmalar, insanlığa karşı işlenen suçlar ve hak, özgürlük taleplerinin şiddetle, baskıyla bastırılmasıdır. Şu anda biz tekrar tekrar öneriyoruz: Çözüm süreci ve Dolmabahçe Mutabakatı bugünlerde en çok tartışılması gereken meselelerden bir tanesidir. Demokrasiyi savunuyorsak, halkın iradesini savunuyorsak bunu da önümüze güçlü bir şekilde koymamız gerekiyor.

Şimdi bize bir tercih sunuluyor, darbe veya demokratik olmayan yönetimler arasında bir tercih yapmamız isteniyor. Biz her ikisini de tercih etmiyoruz, bu tercihi yapmaya zorlanmayı reddediyoruz. Bizim tercihimiz demokrasiden yanadır, demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesinden yanadır.

Kendimi sizlere dinletememiş olabilirim ama son cümle olarak şunu söyleyebilirim: OHAL kararı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Beştaş, iki dakikada toparlar mısınız.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İşte, bu tercih meselesi gerçekten hepimizin önünde duruyor. Bugün hepimiz oy vereceğiz. Biz demokratik olmayan ve 7 Hazirandan bu yana bütün kurum ve kurullarıyla tek insan yönetimine doğru evrilen bir sistemi mi tercih edeceğiz yoksa darbeyi mi? Böyle bir şey olamaz. Biz demokrasiyi tercih ediyoruz ve bunun için de Parlamentonun devre dışı bırakılmasını reddediyoruz. Biz Parlamentonun çalışmalarının daha güçlü bir şekilde devam etmesi gerektiğini söylüyoruz. Biz sivil toplumun önündeki, basın-yayın özgürlüğünün önündeki, çalışmaların önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Şu anda sokaklara kadınlar çıkamıyor mesela, buna zaman olmadığı için yer veremedim. Ama, darbelerde, savaş ortamlarında ve bu tip cinnet dönemlerinde en büyük hedef kitle kadınlardır, toplumsal yaşam alanlarından dışlanırlar. Öyle sözler sarf edildi ki bu dönemde, kadınların yaşam alanlarını ortadan kaldıran, cinsiyetçi, ağza alınamayacak sözler sarf edilmeye cüret edildi. İşte, Türkiye toplumunun ve dünyanın yarısını oluşturan kadınlar olarak biz bu darbeye de karşıyız ama antidemokratik yönetimlere de karşıyız. Biz demokrasilerde kadınların daha fazla haklar ve özgürlükler çerçevesinde kadın kimliğiyle kadın özgürlüğünü tesis edebileceğini ve bunu yaşama geçirebileceğini ifade etmek istiyoruz.

Netice olarak, tercihimizi çok net ifade ediyoruz: OHAL kararına kesinlikle “Hayır.” diyeceğiz çünkü “olağanüstü hâl” demek, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin askıya alınması demektir, “olağanüstü hâl” demek, vatandaşların yaşam alanlarının daraltılması demektir. Devletteki temizlik ve darbeyi ortadan kaldırmaya yönelik hamleler mevcut hukuki sınırlar içinde yapılabilir; öneriler gelebilir, bunları değerlendiririz.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gruplar adına üçüncü konuşma, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili, Genel Başkan Yardımcısı Sayın Bülent Tezcan’a aittir.

Buyurunuz Beyefendi. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

CHP GRUBU ADINA BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 15 Temmuzu 16 Temmuza bağlayan gece Türkiye Cumhuriyeti’ne ve parlamenter demokrasiye dönük, uzun zamandan bu yana devletin içerisinde yerleşmiş, bir kanserli ur gibi sarmış ihanet şebekesinin, bir terör örgütünün, Fethullahçı terör örgütünün bütün sisteme dönük haince bir saldırısıyla karşı karşıya kaldık. Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bir cunta uzun zamandan bu yana Silahlı Kuvvetlerin komuta kademesini tasfiye etme girişimlerinden aldıkları güçle ve kamu içerisindeki kadrolaşmadan aldıkları cesaretle parlamenter demokrasinin yüz yıllık birikimini ayaklar altına alabileceklerini sanıp hain bir kalkışmayla Türkiye'yi önemli bir tehdidin eşiğine getirdiler. (CHP sıralarından “Sayın Başkan” sesleri)

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, müdahale edin.

BÜLENT TEZCAN (Devamla) – Arkadaşlar, ben devam ederim, siz rahat olun. Bırakın, siz dinleyin, dinlemeyenler dinlemesin. Siz dinleyin arkadaşlar.

BAŞKAN – Bülent Bey, bir dakika efendim.

Efendim, lütfen sükûnetle toplantıyı takip edelim. Görüşme yapılacaksa lütfen dışarıda yapalım.

Teşekkür ediyorum.

Devam ediniz.

BÜLENT TEZCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu hain darbe girişimine karşı Türkiye Cumhuriyeti’nde parlamenter demokrasi birikimimiz çok önemli bir sınav vermiştir. Her şeyden önce, siyaset kurumu darbecilere teslim olmamıştır. İktidar ve muhalefet partileri; ana muhalefet partisi ve diğer muhalefet partileri darbeye karşı olduklarını çok net biçimde ifade etmişlerdir. Sayın Genel Başkanımız ilk anda “Darbe nereden gelirse gelsin darbenin her türlüsüne karşıyız.” demiştir. Diğer siyasi partiler, Başbakan, bakanlar ve Hükûmet de bu noktada önemli bir sınav vermiştir ve ne güzel bir tecrübedir ki yıllardan bu yana darbelerle karşı karşıya kalan ülkemizde, ilk defa, darbelere karşı bir toplumsal mutabakatla karşı çıkabilme iradesi gösterilmiştir. Bu iradeyi Parlamento göstermiştir. Bu iradeyi siyaset kurumu göstermiştir. (Alkışlar) Bu iradeyi millet göstermiştir. Millî iradeye karşı her türlü saldırıya cesaretle göğüs gereceğini ifade eden millet göstermiştir. Ben, darbeye karşı direnen bütün vatandaşlarımıza, siyaset kurumuna, milletimize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) O gece burada milletvekillerimizle beraber bu çatının altındaydık. Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihte, dünyada “Gazi Meclis” adını, unvanını taşıyan tek meclistir ve 15 Temmuz gecesi Türkiye Büyük Millet Meclisi “Gazi Meclis” unvanını hak ettiğini bir kere daha tarihe kaydetmiştir. (CHP, AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, o gün burada Cumhuriyet Halk Partililer, Adalet ve Kalkınma Partililer, Milliyetçi Hareket Partililer, Halkların Demokrasi Partilileri yoktu, o gün burada milletin temsilcileri vardı, aralarındaki bütün siyasi ayrımları bir kenara bırakarak. (CHP, AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Milletin haklarına ve hukukuna tecavüz edilme sürecinde bütün saldırılara karşı el ele tutuşabilme iradesi ve cesaretini hayata geçiren milletin iradesi vardı.

Bunları niye söylüyorum? Tabii ki bugüne kadar buraya nasıl geldiğimizi konuşacağız. Siyaset, bu darbe girişimini, devleti teslim alan bu çetenin devlet içerisinde nasıl örgütlendiğini çözmeden geleceği kuramaz. Bunları biliyoruz. Hangi imkânlarla devlette liyakat sistemini ortadan kaldırıp liyakate göre değil, sadakate göre bir devlet örgütlenmesi kurmaya kalktığımızda ya da ideolojik anganjmanlarla devlette kadrolaşmayı bir siyasal maharet gibi algılamaya başladığımızda getireceği felaketin ne olduğunu hep beraber gördük parti ayrımı olmaksızın. Onun için, bundan sonraki süreci kurarken bunları bileceğiz.

Bakın, 2013 yılındaki Yüksek Askerî Şûrada Kara Kuvvetleri Komutanlığında albaylıktan generalliğe terfi eden 25 generalin bugün 18 tanesi darbe girişiminden içeride, tutuklu, gözaltında. Aynı Şûrada 2013 yılında Deniz Kuvvetlerinde albaylıktan amiralliğe terfi eden 8 amiralden -8 kişi terfi etmiş- 7 tanesi cemaatçi terör örgüt üyesi, Fethullahçı terör örgütü üyesi, darbe girişimcisi diye içeride. Bunlar tesadüfen yaşanmadı.

Değerli arkadaşlar, bunları, bugün, dönüp de dün siz şunu yaptınız, geçmişte bunu yaptınız tartışması için söylemiyorum. Sadece bu süreçte bir önemli mutabakat yakaladık, geçmişi bir kenara bıraktık. Geçmişi gelecekte tartışacağız. Geçmişi Türkiye'nin sarsılan kamu düzenini, hak ve özgürlükler düzenini yeniden kurmak için bir araya geldiğimizde sükûnetle tartışacağız, bir polemik havası içesinde değil, birbirimizi suçlama havası içerisinde değil. Bunları hatırlayacağız. Şimdi geçmişi bırakıyoruz, şimdi önümüze bakacağız.

Niye söylüyorum? 15 Temmuzda bir büyük mutabakatın işaretini verdik siyaset kurumuyla, milletiyle, siyasi partileriyle, darbeye direnen devlet organlarıyla, kamu görevlileriyle. Şimdi, bunun, bu beraberliğin, bu mutabakatın bundan sonranın Türkiye’sini kurma konusunda yaşatılması gibi bir zorunluluğu var. Eğer bu zorunluluğu terk eder, bu zorunluluğu unutur ve o gün yaşadıklarımızı bir kenara atarsak, o gün bu Parlamentoda tepemizde bombalar atılırken el ele nasıl verip de direndiğimizi unutursak, bir iktidar, hükûmet etme, iktidarı elinde tutma kıskançlığıyla yeniden aynı felaketin içerisine sürüklenmemiz işten bile değildir. O yüzden, Parlamentoya bir önemli işaret için söylüyorum bunu, bir önemli uyarı için söylüyorum değerli milletvekilleri.

Değerli arkadaşlar, birinci aşamayı geçtik. Neydi? Darbe girişimini, bu hain pusuyu püskürttük. Şimdi ikinci aşama. Biliyoruz ki ikinci aşamanın üç evresi var. Bunlardan birinci evre hesaplaşma süreci, ikinci evre normalleşme süreci, üçüncü evre demokratikleşme süreci. Hesaplaşma sürecinden kastettiğim intikam alma süreci değildir. Sözün kendisi intikama mütemayil bir sözdür, onun için çok dikkatli kullanmak zorundayız. Hesaplaşma süreci, darbe girişimine şu veya bu şekilde destek olmuş, katkı vermiş, yanında, içinde, kenarında bulunmuş herkesin hukuk önünde hesap verme sürecidir. Hukuk önünde herkes hesap verecek. Anayasa’nın ve hukukun çizdiği sınırlar içerisinde herkes yaptığının hesabını verecek. İşte bu hesaplaşma süreci hukuk içerisinde, anayasal kurallar ve evrensel standartlar içerisinde kaldığı zaman biz darbecilerden farklı olduğumuzu gösteririz. Darbecilerin, hukuku tanımayarak, Anayasa’yı tanımayarak yaptığı bir şeyin biz ancak ve ancak hukukun sınırları içerisinde hesabını sorduğumuz zaman büyük devlet olmanın, saygın devlet olmanın gereğini yerine getirmiş oluruz. (CHP sıralarından alkışlar) O yüzden hesaplaşma süreci önemlidir.

Değerli arkadaşlar, bundan sonraki normalleşme süreci için de hesaplaşmanın hukuk içerisinde kalması çok büyük önem taşıyor. Toplumun bir an önce normalleşmesi gerekir. Darbenin yarattığı öfkeyi anlıyoruz. Bu darbenin yarattığı öfkeyle insanların bir intikam alma arzusu içerisinde olması vatandaş açısından anlaşılabilir ama siyaset kurumu bu konuda ciddi olmak ve vatandaşın öfkesini kaşımak yerine, vatandaşın öfkesini de dizginleyerek toplumu hızla suhulete ve normalleşmeye taşımak zorundadır; bu bizim görevimiz. Normalleşmeye geçmenin yolu normal usullerdir, olağan usullerdir, olağanüstü usuller değildir. Normalleşmek istiyorsak, hızla hukuk içerisinde normalleşeceksek olağan yöntemlere ihtiyacımız var. Olağanüstü yöntemlerden olağan sonuçlar çıkarmak ne yazık ki zordur.

Değerli arkadaşlar, daha sonraki aşamada bu normalleşmenin üzerinde tam demokrasiyi kurmak, birlikte temel hak ve özgürlüklerin üzerinde güçlenen liyakat esasına dayanan devlet sistemini kuran bir tam demokrasiyi birlikte yerleştirmek zorundayız. Sadakate göre değil liyakate göre insanların kendisini güven içerisinde hissettiği bir süreci kurmamız lazım. Bunu nasıl yapacağız?

Değerli milletvekili arkadaşlarım, işte, darbe girişiminin olduğu gece Parlamento bu iradeyi gösterdi. Başta söyledim, o gece burada hepimiz o saldırıya karşı göğüs gerdik. Her birimiz fırsatı bulduğumuz anda milletle beraber “Tankın üzerine çıkın.” diye darbecilere karşı cesaretle durmanın tecrübesini gösterdik. O hâlde, çıkışın yolu bu beraberliktedir, ayrışmakta değil, yetkileri de bu beraberlik içerisinde kullanmaktadır; çıkışın yolu o günkü irade, güç ve inanç birliğini bundan sonranın Türkiye’sini yeniden inşa ederken beraberce yapabilmek, paylaşabilmektir yani o inşa sürecini paylaşabilme yeteneğidir. Bunu gösterebildiğimiz ölçüde Türkiye hızla darbe geçmişini temizleyip geleceğe doğru yönelebilecektir.

Bakın, bugün Hükûmet Millî Güvenlik Kurulunun tavsiyesiyle olağanüstü hâl tezkeresi getirdi, bunu görüşüyoruz. Değerli arkadaşlar, evet, olağanüstü hâl Anayasa’da yeri olan bir düzenlemedir. Olağanüstü hâle Anayasa dışı, hukuk dışı bir yöntem demek mümkün değil, Anayasa’mızda var olan bir düzenleme. Anayasa’da yeri var. Anayasa açısından yeri var diyebiliriz belki ama bugünkü ortamda siyaseten uygun bir yöntem değildir arkadaşlar.

Değerli milletvekilleri, niye siyaseten uygun bir yöntem değildir? Evet, çok büyük bir kalkışma teşebbüsüyle karşı karşıyayız, çok büyük bir çete devleti teslim almaya kalkmış, çok büyük bir terör örgütü devletin her kesimine ulaşmış; bununla mücadele etmek kolay değil, bunu biliyoruz, bununla mücadele etmek için önemli adımlar atılması gerektiğini de biliyoruz, bunun en büyük kalkışmasını birlikte atlattık ama siyaseten uygun değil, şunun için: Çünkü bu mücadele her zamankinden daha fazla ortak davranmayı gerektiren bir mücadele, bu mücadele her zamankinden daha fazla el ele vermeyi gerektiren bir mücadele, bu mücadele her zamankinden daha fazla kucaklaşmayı gerektiren bir mücadele. Onun için, Parlamentonun kendi hukukuna, Parlamentonun haklarına tecavüz eden bu darbeye karşı Parlamento nasıl el ele, aktif bir şekilde, gece bombaların altında direndiyse bundan sonrasında da o Parlamentoyu devre dışına çıkaran bir yöntem değil, tam da Parlamentoyu işin merkezine alan bir çözüm yöntemini uygulamak zorundayız. Bunun yolu da olağanüstü hâl değildir, Parlamento iradesini hâkim kılmaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, değerli Hükûmet üyeleri; bunun için diyoruz ki: Siyaseten uygun değildir. Niye? Çünkü olağanüstü hâl Parlamentoyu devre dışı bırakır, çünkü olağanüstü hâl yetkileri sadece iktidarda toplamayı hedefleyen ve bu süreci iktidarın yürüteceğini öngören, planlayan bir yöntemdir. İşte bu, o gece oluşan ruha zarar verir; beraberlik ruhuna, o direniş ruhuna zarar verir. İşte bu, Parlamento içerisinde oluşan birlikte mücadele etme iradesine zarar verir. Bunu yaşatalım.

Bakın, biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu darbecilerle, bu çeteyle, onların devlet içindeki bütün uzantılarıyla vereceğiniz bütün mücadeleye destek vereceğiz; hiç tereddüt yok, birlikte vereceğiz bu mücadeleyi. Parlamento grubu olarak Meclise getireceğiniz bu konudaki bütün düzenlemelere destek vereceğiz, hiçbirisine karşı çıkmıyoruz ama olağanüstü hâl, bunlarla mücadele ederken, toplumdaki mevcut öfkenin de etkisiyle ya da iktidarı kullanma konusundaki kontrolsüzlüğün müthiş ve muhteşem hazzıyla sürecin nereye sürükleneceğini bilmeyen bir maceraya demokrasimizi götürebilir. Demokrasiyi kurtarmanın yolu, demokrasiyi büyütmenin yolu, olağan yöntemlerle hukukun içerisinde mücadele etmektir.

Şimdi, belirli devlet kurumlarının şu veya bu sebeplerle her türlü eleştiriyi engelleyecek adımlar attığını görüyoruz. Sosyal medyada masumane eleştiri paylaşımlarının, yargı tarafından tutuklama ya da idare tarafından gözaltına alınmayla sonuçlandığını görüyoruz. Bunların şu anda çok yaygın olduğunu söylemek durumunda değiliz ama yaygınlaşma riskini ve ihtimalini görüyoruz. Bu durumda, işte tam da bu nedenlerle böyle bir psikoloji 15-16 Temmuz gecesi darbeye karşı oluşan direnme psikolojisini parçalar, darmadağın eder; toplumun direnme konusundaki beraberliğinin devam etmesi yerine, iktidarı elinde tutan ve kendisini iktidarın parçası sayan bir kesimin bundan sonraki süreci kendi başına yeniden inşa edebilme hakkını kendinde görmesine yol açar.

Değerli arkadaşlar, iktidarın verdiği güç kontrolsüz olmaya mütemayildir. Bu, iktidarın doğasında vardır, gücün doğasında vardır. O yüzden bugün, olağanüstü hâlle bu süreci tamamlama günü değildir. Bugün, tam tersine, olağan yöntemlerle, anayasal sınırlar içerisinde bu darbe girişimiyle mücadele etmenin elzem, gerekli, zaruri olduğu süreçtir.

Bakın, şu aşamada, henüz, tahmin ettiğimiz, nereye evirilebileceğini bildiğimiz ama sürecin ruhuna zarar vermemek için başlangıçta ifade etmeyi doğru bulmadığım bir noktadayız. 15 Temmuz gecesi, meydanlarda direnmek için, darbeye karşı direnmek için sokağa çıkanların yapısı, kompozisyonu bugün değişmeye başladı. “Darbeye karşı hep beraber milletin iradesini savunalım.” diye yola çıkanlar artık meydanlarda milletin iradesi yerine sadece belirli bir siyasi iradenin propagandasının yapılıyor olmasından rahatsızlık duymaya başladı. (CHP sıralarından alkışlar) Bu yapı, bundan sonra darbelere karşı çizeceğimiz hatta, izleyeceğimiz mücadelede çok yanlış ve olumsuz bir noktaya sürükler. Toplum provokasyonlara açık hâlde uzun süre tutulamaz. İktidar sorumluluğu ve siyaset kurumunun sorumluluğu, bir an önce, provokatif ortamları ortadan kaldıracak önlemleri almaktır. Bu da ancak dayanışmayı büyüterek, o gece ortaya çıkan ruhu büyüterek mümkündür.

Değerli arkadaşlar, son olarak şunu söylüyorum: “Bu Meclis Gazi Meclistir.” diye söze başladım. O gün sabah da bu kürsüde onları söyledim. Bu Gazi Meclis, bundan önce, kurulduğu yıllarda, Polatlı’dan gelen top seslerine rağmen burada Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yönetti; bu Gazi Meclis, cephelerde düşman işgaline karşı bu memlekette mücadeleyi yönetti; bu Gazi Meclis, kendi içindeki ihanet şebekelerinin tepeden attığı bombalara rağmen, o gece Parlamentonun namusunu, milletin namusunu ve onurunu korudu. Bundan sonra da olağanüstü hâle gerek yoktur, milletin onurunu korumaya devam edecektir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu yüzden, olağanüstü hâl tezkeresini kabul etmiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT TEZCAN (Devamla) – Tamamlayayım Başkanım.

BAŞKAN – Bülent Bey, iki dakika daha, buyurun, toparlayın.

BÜLENT TEZCAN (Devamla) – Bu nedenle, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, olağanüstü hâle gerek olmadığını, Parlamentonun dayanışması içerisinde bütün bu süreci yönetebileceğimizi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tam da bu dönemde görevde ve devrede olması gerektiğini, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkilerini ondan almanın hiçbir iktidara bu dönemde yaramayacağını, Türkiye’ye de faydası olmayacağını, bu nedenle olağanüstü hâl tezkeresine karşı çıktığımızı ve “Hayır.” dediğimizi ifade ediyorum.

Teşekkür ederim, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tezcan.

Sayın milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.41

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.23

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Ömer SERDAR (Elâzığ), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

 -----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 117’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın, 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Meclisi ziyaretine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Aramızın uzun sürmesinin sebebini açıklamak isterim. 11’inci Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül Beyefendi Meclisimizi ziyarete geldiler ve arayı onun için verdik. 4 siyasi partimiz de burada kendisiyle bir arada bulunup hep beraber hoş geldin dedik. Kendileri Genelkurmay Başkanını, Başbakanı, bilahare Cumhurbaşkanımızı ziyaret edecekler. Gösterdikleri ilgi toplumumuzun tümünün takdirini mazhardır tabii. Bütün toplum olarak bu tablolar hepimizin demokrasiyi özümseme noktasında geldiğimiz merhaleyi, mesafeyi gösteriyor, o bakımdan sevindiricidir. Sizlerin adına kendilerine teşekkür ettim ve buna benzer ziyareti inşallah sondur. Milletteki bu birlik, bütünlük, beraberlik, demokrasinin özümsenmiş olması bundan böyle, böyle darbelere Türkiye’nin maruz kalmayacağının da bir ifadesidir. Bu, benim ve zannediyorum sayın Genel Kurulun topyekûn kalbî inancıdır. (Alkışlar)

Teşekkür ediyorum.

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Tezkereler (Devam)

1.- Başbakanlığın, Anayasa’nın 120’nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine dair 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’na ilişkin tezkeresi (3/812) (Devam)

BAŞKAN - Hükûmet yerinde.

Başbakanlık tezkeresinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Gruplar adına son konuşma Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Naci Bostancı’ya aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun beyefendi.

Müddetiniz yirmi dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; biz hep Gazi Meclis diyoruz, niçin bu ismi verdiğimizi hepimiz iyi biliyoruz. 15 Temmuz gecesi aradan geçen bunca yıl içerisinde Gazi Meclise “gazi” adını veren, ruhu dimdik ayakta tutan bu Meclisin bugünkü temsilcilerini, hepsini saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

Tarihî bir zaman diliminden geçiyoruz. Bazen tarihe şahitlik edilirken içinden, olanların ne kadar derin, ne kadar travmatik, ne kadar dönüştürücü olduğu fark edilmeyebilir. Belli bir eleştirel mesafeye geçildiğinde, bir zaman geçtiğinde, işte o dönemde yaşananların mahiyeti çok daha iyi anlaşılır. Ama görüyorum ki bugünden, daha üzerinden beş-altı gün geçmişken toplumun bütün kesimlerinde, yaşananların tarihî bir dönem olduğuna ilişkin yüksek bir bilinç, soğukkanlı bir muhakeme ve kararlı bir duruş mevcut. Bu, ülkenin geleceği bakımından son derece önemli ve sevindirici.

Hükûmet, 15 Temmuz darbe girişimi çerçevesinde, yaşananlar dolayısıyla bir olağanüstü hâl tezkeresi getirdi, bunu konuşuyoruz. Kıymetli konuşmacıları, partileri temsil eden konuşmacıları dinledim. Gerçekten de dönemin ruhuna, yaşanan o tarihî ana şahitlik eden konuşmalar olduğunu söylemeliyim. Soğukkanlı bir akıl, rasyonel bir muhakeme, polemikten uzak, dikkatli bir dil, meseleyi enine boyuna ortaya koymaya çalışan bir çerçeve ve sonuç olarak dile getirilen eleştirilerde dikkatli bir üslup. Esasen, Mecliste belki her zaman olması gereken dil ama tarihî dönemler öyledir. Akılcı siyasetler, o tarihî anları, orada yaşananları muhakeme ederler, geçmişte düşünürler, gelecek adına buradan da yeni sonuçlar çıkartırlar. Eminim, hepimiz bu yaşananlardan, Türkiye'nin geleceği adına, siyaset adına, siyaset dili adına, bu medeni müzakere ortamı adına sonuçlar çıkaracağız.

Ben, burada ortaya konulan bütün görüşlere çok teşekkür ediyorum. “OHAL gerekli değil.” diyen sayın HDP konuşmacısı, sayın CHP konuşmacısı bunun gerekçelerini anlatırken özgürlüklere, halkın birtakım hassasiyetlerine vurgu yaptılar. Emin olun, bizim için onlar da, kesinlikle, bunları ifade eden arkadaşlar kadar önemlidir. Biz de özgürlükleri, bu toplumun güvenliğini, hak ve hürriyetleri son derece önemsiyoruz. Eleştiriler dile getirilirken, darbe yapanlar, topluma bu travmayı yaşatanlar, bunların arka planında yer alanlara ilişkin her türlü soruşturma, kovuşturma, kararlılık yine bu konuşmalarda dile getirildi; bu da mühim, bu son derece önemli.

Kıymetli arkadaşlar, AK PARTİ, on dört yıllık iktidarı boyunca, zaman zaman kimi çevreler “Olağanüstü hâl gereklidir.” tarzında toplumsal düzeyde tartışmalar yaparken, yaşananlar dolayısıyla, olağanüstü hâle yaklaşmadı. Türkiye olağanüstü hâl uygulamasına 19 Temmuz 1987 yılında girmişti. Bakın, 18 Kasım 2002’de Hükûmet kuruluyor, 30 Kasım 2002’de olağanüstü hâle son veriliyor. Hükûmet kurulur kurulmaz yaptığı ilk iş olağanüstü hâli kaldırmak. On dört yıl sonra olağanüstü hâl tezkeresiyle karşınızdayız. On dört yıl boyunca bazen bunun gerekli olduğuna ilişkin kanaatler serdedilse bile bunu yapmamış bir irade, Meclisin eğer bugün OHAL tezkeresiyle karşısındaysa tabii burada bir es verip düşünmek lazım.

Kıymetli arkadaşlar, olağanüstü hâl tezkeresi getirilirken Anayasa 120’nci maddeye göre getiriliyor; biliyorsunuz işin teknik boyutunu, teknik tartışmalarını. Anayasa 120, tezkerenin açıklamasında da ifade ediliyor. Anayasa 120, 15’inci maddeye atıf yapıyor. Bakın, 15’inci maddede 2004 yılında yaptığımız bir değişiklik var. Bu değişiklikle biz olağanüstü hâle ilişkin birtakım sınırlama ve kısıtlamalara kısıtlama getiriyoruz. Orada ikinci paragrafı okursa arkadaşlar: “Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” 2004’te yapılmış bu değişiklik.

Değerli arkadaşlar, siyaset, bazen mükemmel ile kötü arasında bir tercih değildir, zorunlu kaldığınız, öyle yapmak mecburiyetiyle davrandığınız kimi kararlar ile kötü arasında bir tercihtir. 15 Temmuzda hepimiz, toplum bir travma yaşadı, çok önemli, çok derin bir travma çünkü şimdiye kadar hep bu ülkenin korunması için kendisine görev verilmiş tankları, uçakları, zırhlı araçları, bunun için kullanma anlayışına alışmış halkımız, birdenbire semalarda o uçakları kendi Meclisini bombalarken gördü, o tankları, kendi parasıyla alınmış olan o tankları kendi halkının üzerine yürürken gördü, o zırhlı araçları kalabalığın üzerine yürürken ve ateş açarken gördü. Bu bir travmadır. Elbette, Türk Silahlı Kuvvetleri bu işin içerisinde hiçbir biçimde emir komuta zinciri içinde olmadığı gibi, birçok birlik, birçok komutan bunun içinde değildir. Bir çete, “paralel devlet yapılanması” olarak adlandırdığımız, çok çeşitli tartışmalarını yaptığımız, bir tarafıyla bâtıni bir yorumla kendisine taraftar toplamaya çalışan, diğer taraftan sosyoekonomik bir zeminde kendi taraftarlarını çıkar vaadiyle etrafına toparlayan, bu iki katmanı üst üste getiren bir yapı organize etti bütün bunları ve saatler geçtikçe bu açığa çıktı. Ama en başta, en başlangıçta hepimizin yaşadığı, Silahlı Kuvvetlere ait tankın, topun bu millete tevcih edildiğiydi. Bu bir travmadır. Sonraki saatlerde anlaşıldı askeriyenin önemlice bir kısmının buna karşı olduğu ve nihayet tavır aldığı gelişmeleri sonraki saatlerdeydi.

Esasen, şunu hemen belirteyim: Bütün darbeler zayıfların işidir, asla kuvvetli olanların değil. Bütün darbeleri yapanlar halkın karşısında zayıftır. Bunlar ayrıca zayıf, bunlar ayrıca korkak, bunlar ayrıca topluma karşı tedhiş, provokasyon, baskı, yıldırma tekniklerini kullanarak böyle bir toplumsal psikoloji üzerinden halkı teslim alma planı yapan, zayıflığını bunlarla telafi etmeye çalışan bir çete.

Kıymetli arkadaşlar, hemen belirteyim, halkımız sokaklara çıktı, buna direndi. Halk hareketlerinin aslında dünya tarihindeki yeri iki yüz yıllıktır, ondan önce yoktur ve bu iki yüz yıllık halk hareketleri içinde meydanları doldurup despotlara direnenler vardır, halkın iradesini temsil etmeyen yönetimleri alaşağı eden halk hareketleri vardır. Ama benim gördüğüm ve bildiğim, bir millet ilk defa bütünüyle kendi demokratik iradesine el koymaya kalkışan bir çeteye karşı, bir despot anlayışına karşı direnmiştir. Bu, işte, Türkiye’de yaşanan, dünya halk hareketleri tarihi içerisinde, bu özelliğiyle, muhakkak ayrı bir yere konulmuştur. Bundan sonra da akademik olarak, politik olarak muhakkak incelenecektir.

Millet, kendi iradesine el koymak isteyen despot bir harekete defol demiştir, elinin tersiyle onu kovalamıştır; ne elindeki tanktan korkmuştur ne uçaktan korkmuştur. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Çünkü, kıymetli arkadaşlar, uçağa binen inecektir; o tankın içine giren çıkacaktır; o zırhlı araçla halkın üzerine yürüyen muhakkak kafasını oradan çıkaracaktır. Milletimiz bunu biliyor. Milletimiz, tabii, onların inmesini, çıkmasını da beklemedi, o çelikten, o muhkem, o darbecilerin kendi planlarını gerçekleştirmek için halka tedhiş ve korku yaratmaya dönük silahlarına, çıplak elleriyle direndi.

Milletimizi, bu asil milleti, hani her zaman hamaset filan deniliyor ya, bütün o hamaset dilini hak eden, sonuna kadar, her zerresine kadar hak eden, meydanlardaki o insanları buradan bir kez daha saygıyla selamlıyorum, çıplak elleriyle o tanklara karşı direnenleri. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Kıymetli arkadaşlar, sosyolojik olarak bizim bir millet olup olmadığımız, milletleşme sürecimiz çok konuşulur, tartışılır. Millet olmak, ortak kader ve gelecek duygusuyla davranmaktır. Millet olmak demek -sembolik bir örnek olsun diye söylüyorum- hani, Kurtdereli Mehmet Pehlivan’a Atatürk diyor ya “Güreşirken ne düşünüyorsun?” diye, “Arkamda milleti hayal ediyorum.” diyor, işte, millet olmak, Özel Kuvvetlerde kendisine “İtaat et.” diyen darbeci generali “Arkamda millet var.” diyerek, “Başka kim var benim yanımda, kimler buna direnecek?” diye düşünmeksizin, hesap etmeksizin, muhakeme yapmaksızın, “Acaba, ben hayatta nasıl kalırım?” diye bir an durmaksızın alnından vuran insan, bizim millet olmamızın örneklerinden birisidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Hiç düşünmeksizin o yürüyen tankların önüne kendisini atanlar bizim millet olmamızın kanıtıdır. Zırhlı araçların üzerine yürüyen, köprüyü tutmuş olan o eşkıya sürüsüne karşı “Siz nasıl olur da millet iradesinin dışında bir despotun iradesiyle milleti zorla kendi iradenize mahkûm ettirmeye çalışırsınız?” diyerek direnen, onun üzerine yürüyen kahramanlar bizim millet olmamızın karineleridir. Evet, malum repliktir, bilirsiniz, “Bir çivi, bir nal; bir nal, bir at; bir at, bir krallık; bir kral, bir ülke.” derler. Türkiye’de de darbeye karşı işleyen sistem tıpkı böyle olmuştur. O Özel Kuvvetlerdeki Ömer’i, o ismini hâlâ bilmediğim, kendini tankın önüne atan kişiyi, o İstanbul Boğazı’nda silahların üzerine yürüyen rahmetli Erol Olçak ve oğlunu bir kez daha, bütün şehitlerimiz gibi rahmetle anıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) O insanlar, o insanlar, işte, bir çivinin, bir nalın, bir atın, bir krallığın ve bir ülkenin birliğinin nasıl sistematik bir şekilde bir araya geldiğinin örnekleridir. Onlar, kanlarıyla bu ülkenin millet olma hâlini yazmışlar, millet iradesini ve demokrasiyi yükseltmişlerdir.

Kıymetli arkadaşlarım, darbecileri asla hafife almıyoruz. Bunlar kesinlikle çok iyi planlama yapmışlar, zayıflıklarını telafi edici her tür önlemi hesap kitap düzeyinde ortaya koymuşlar. Darbe başladığında -dikkat edin- ilk hedefleri Sayın Cumhurbaşkanımız; peşinden ilk hedefleri bu ülkenin meşru kuvvetleri, polisi, Özel Harekâtı, Özel Kuvvetleri; ilk hedefleri Millet Meclisi.

Saat dokuz on civarında telefonum sürekli çalmaya başladığında insanların bana sorduğu soru şuydu -her kesimden insan, siyasetçiyiz ya ne olup bittiğini biliyoruz- doğrudan onların sözleriyle söylüyorum: “Tayyip Bey nerede, çıksın ve millete seslensin.” Söylenen buydu. Tayyip Bey de çıktı, millete seslendi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bazen milletin o meydanlardaki millet iradesini yükseltmesi için bir işaret fişeği gerekir, bir işaret fişeği gerekir. O ruhu harekete geçirmek için cumhurun başı olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu irade çok önemlidir. O milleti meydanlarda tankların karşısına kendi iradesini savunmak için çıkartmak, sivil direnişi ateşlemek için Millet Meclisinin kıymetli vekillerinin ortaya koyduğu irade çok önemlidir. Bütün partilerin, sayın genel başkanların ortaya koyduğu irade çok önemlidir. Sayın Kılıçdaroğlu açıklama yapmıştır, Sayın Bahçeli açıklama yapmıştır, Halkların Demokratik Partisi darbeye karşı açıklama yapmıştır. Bütün bunlar şunu gösterdi darbecilere, milletin nezdinde gösterdi o alacakaranlık zamanda: Sizin tabanınız yok. Siz muallak, boşlukta bir avuç sergerdesiniz ve bu millet sizin hesabınızı görecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, elbette bu asil millete, kanıyla milletin iradesini yükselten bu insanlara, bu ortak ruha hepimiz saygı gösterdiğimiz gibi bugüne kadar, saygı sözlerinin ötesinde, siyasette, toplumsal hayatta, her alanda, eleştiriler ayrı, siyasi rekabet ayrı, medeni tartışmalar ayrı, ama o ortaklıkları her zaman hesaba katan bir anlayış, bir yaklaşım, bir medeni dil, millet olmanın ortaklıklarını asla ıskalamayan bir üslupla Türkiye’nin geleceğini birlikte kuracağız, birlikte demokrasiyi yükselteceğiz, yücelteceğiz. Allah korusun, darbeciler eğer bir an için başarılı olsalardı, şuna emin olun, o oturdukları yerde üç günden, beş günden fazla oturamazlardı, onu da belirteyim. O koltuğa oturabilirlerdi ama üç günden fazla oturamazlardı. Bu ülke, darbecileri iğrenç bir pislik gibi kusardı. Bunu bütün darbeciler bilsin. Bundan sonra da hevesliler varsa onların da kulaklarına küpe olsun. Bu ülke darbecilere geçit vermez, vermedi, vermeyecek.

Kıymetli arkadaşlar, meydanlar herkesin, meydanlarda herkese yer var, meydanlarda zaten herkesin sesi var. Ben biliyorum, 15 Temmuz gecesi o direnişi gösteren, hastanelere düşen yaralıların ne kadar farklı fikirlerden olduğunun şahidi benim, hepimiz öyle, şahidiz bu insanlara. İsimlerini vermek istemem şimdi buradan ama bu ülke topyekûn direndi, topyekûn demokrasiyi yükseltti, hâlen meydanlarda. Emin olun, hepimiz hâlen bu meydanlardaki sese ses verebiliriz, eğer biraz tek renkli bir yöne doğru gittiği kanaatindeysek onu çok renkli kılmak için elden geleni yapabiliriz. Bizim arkadaşlara söylediğimiz şu: Bu meydanlar milletin meydanlarıdır, elbette hiçbir partinin değildir, demokrasinin meydanlarıdır. Demokrasiyi yücelten bu milletin her tür rengi bu meydanlarda sesini yükseltmelidir. Bu meydanlarda “Ölürüm Türkiye’m” de çalınmalıdır, bu meydanlarda “Onuncu Yıl Marşı” da çalınmalıdır, bu meydanlarda “Sev Kardeşim” de çalınmalıdır, bu meydanlarda “Dombra” da çalınmalıdır. Milletin birliğinin hepimizin zihnine yerleşmiş o sembolik tınıları var ya, onların hepsi çınlamalıdır. Meydanlarda da birlikte olduk, bundan sonra da olmaya devam edelim.

Cumhuriyet Halk Partisini kutluyorum, 24 Temmuz tarihinde meydanlarda olacak. Buradan bütün İstanbullulara çağrı yapıyorum: Siz de orada olun bütün İstanbullular, mümkünse bütün Türkiye orada olsun çünkü bu iş hepimizin işi. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

Kıymetli arkadaşlar, Stefan Zweig’ın “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” diye bir kitabı vardır, arkadaşlar bilirler. Bazen, tarihin kritik anlarında insanlar kritik roller üstlenirler ve tarihin ırmağını bir yerden başka bir yere çevirirler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bostancı, iki dakika içinde toparlar mısınız.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Tarihin ırmağını o kritik anlarda aldıkları kararlar, gösterdikleri irade, cesaretle başka bir tarafa çevirirler. Zweig’ın bize tarihten örneklerle anlattığı budur. Biz de millet olarak bu 15 Temmuz darbecilerine karşı tarihin kritik bir anında, her bir bireyi hesap kitap yapmaksızın başka bir tarafa akıtılmak istenen bu tarih ırmağını millet iradesi istikametine, demokrasi tarafına akıttık. Ne mutlu bu millete! Ne mutlu demokrasinin iradesini meydanlarda gerektiğinde çıplak yumruklarıyla nasıl koruyacağını gösteren insanlarımıza! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) İnşallah, bundan sonra da bu millet ortak değerler için, demokrasi için kendi iradesine el koymaya kalkan maceraperestlere karşı dayanışması doğrultusunda gereken her türlü tutumu kararlılıkla gösterecektir.

Bizim amacımız, bu OHAL düzenlemesiyle, gizli, sinsi, organize, bu ülkenin geleceği için büyük tehdit oluşturan bir yapıya karşı, paralel devlet yapılanmasına karşı etkili, kapsamlı sonuçlar alıcı çalışmaları gerçekleştirmektir. Bunu yaparken teenniyle davranmak, hukuka uymak, vatandaşların hak ve hukuklarına halel gelmemesine azami dikkati göstermek hepimizin boynunun borcudur. Bu çalışmaları yaparken, darbecilere karşı mücadele ederken elbette hakka, hukuka, insan haklarına saygılı olmaya devam edeceğiz. Sayın Başbakanımız da son grup toplantısında “Demokratların darbecilerden çok önemli ve derin bir farkı var.” dedi. Biz insan hakları, özgürlük ve demokrasi diyoruz. Bunu sadece demiyoruz, darbecilere karşı mücadelede de bunu sahaya çıkaracak bir kararlılığı ve iradeyi temsil ediyoruz.

Ümit ederim, OHAL tezkeresi Meclis tarafından onaylanır. Ülkemiz için büyük bir tehdit olan bu çeteye karşı o kararlı ve cesur mücadele teknik desteklerle birlikte devam eder.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Buyurun Sayın Akçay.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın (3/812) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasıdaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bir hususu düzeltmek için söz aldım.

Sayın Bostancı konuşmasının başında “30 Kasım 2002’de ilk işimiz olağanüstü hâli kaldırmak oldu.” şeklinde ifade kullandı. Bu hususu açıklığa kavuşturmak için şunu açıklamamız gerekiyor: 57’nci Hükûmet döneminde 31 Mayıs 2002 tarihinde Millî Güvenlik Kurulu kararını takiben 30 Temmuz 2002 tarihinde toplanan Bakanlar Kurulunun bir kanun hükmünde kararnamesiyle bu olağanüstü hâlin kaldırılmasına karar verilmiştir ve bir iki ilde 30 Kasıma kadar devam etmesi kararlaştırılmıştır. Dolayısıyla, zaten fiilen 30 Kasım 2002’de olağanüstü hâl kalkacaktı. Durum budur.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Zabıtlara geçti efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, İç Tüzük 60’a göre çok kısa bir söz talep ediyorum.

BAŞKAN – Buyurun İdris Bey.

2.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'in, olağanüstü hâl uygulamasının temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, Meclisin bir yönüyle işlevsizleştirildiği, kanun hükmünde kararnamelerin onay mercisi hâline geldiği ve anayasal denetimin ortadan kalktığı bir sistem olduğuna ve bu konuda Genel Kurulu uyarmak istediğine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Birazdan önemli bir oylama yapacağız. Bu Meclis çatısı altında bulanan 4 siyasi parti grubu da 15 Temmuz darbe girişimine karşı çok net tutumlar ortaya koydu ve bu darbe girişimini kınayan, lanetleyen tarihî bir duruş sergiledi.

Şimdi, bu darbe sürecinden çıkışın tartışmalarını yürütüyoruz. Biz, Halkların Demokratik Partisi olarak en başından beri bu darbe sürecinin tamamen ortadan kalkması için, böylesi bir riskin bertaraf edilmesi için sarılmamız gereken en temel değerlerin demokrasi, hukuk devleti, toplumsal barış ve insan hakları olduğunu ifade ettik. Bugün de aynı önerimizi bir kez daha altını çizerek yinelemek istiyorum. Olağanüstü hâl uygulaması temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, Meclisin bir yönüyle işlevsizleştirildiği, kanun hükmünde kararnamelerin onay mercisi hâline geldiği ve anayasal denetimin ortadan kalktığı bir sistemdir. Biz, bu sırada oturan milletvekilleri olarak olağanüstü hâl uygulamalarının yakın hafızasına sahip olarak son bir kez Meclisi uyarıyoruz. Yapılan bu düzenleme darbe zemininden çıkışı değil, antidemokratik uygulamalarla mevcut ortamı daha fazla bulanıklaştırmaya hizmet edebilir. Hele hele bu karar sürecinin, kendi mesai arkadaşının, burnundaki, burnunun dibindeki çalışma arkadaşının darbe yapacağını öngöremeyen Millî Güvenlik Kurulunda kararlaştırılmış olması…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Tamamlıyorum hemen Sayın Başkan, bağlıyorum.

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Darbeyi önleyemeyen, o öngörüye sahip olamayan askerî yetkililerin bulunduğu Millî Güvenlik Kurulunda kararlaştırılması ve Bakanlar Kuruluna tavsiye edilmesi bu anlamıyla Meclisin o sürecin dışında tutulmasının da yöntem açısından yapılmış en büyük yanlışlık olduğunu bir kez daha ifade ediyor ve Genel Kurulu olağanüstü hâl konusunda bu tarihî uyarılarla bir kez daha uyarmak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

Yalnız şunu söylemek istiyorum: Tabii, biz şu anda milletimiz tarafından da takip ediliyoruz. Anayasa'da “Yürütme” bölümünde olağanüstü hâl bir anayasal kurum olarak vardır, bunu bilmemiz tabii ki lazım. Siz, grubunuzun konuşmasına bir eklenti daha yaptınız, Meral Hanım bunları ifade etmişlerdi.

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Tezkereler (Devam)

1.- Başbakanlığın, Anayasa’nın 120’nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine dair 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’na ilişkin tezkeresi (3/812) (Devam)

BAŞKAN – Efendim, şimdi, şahıslar adına konuşma bölümüne geçiyoruz.

Şahsı adına ilk konuşma, Ankara Milletvekili Sayın Levent Gök Bey’e aittir.

Buyurun beyefendi. (CHP sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Hükûmet tezkeresi üzerinde şahsım adına söz aldım. Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubumuz adına konuşan sözcümüz olağanüstü hâl tezkeresine ilişkin bu kararın ve oylamanın niçin uygun olmadığına dair gerekçelerimizi izah etti; ben kendi bakış açım çerçevesinde buna devam etmeye gayret edeceğim.

Değerli arkadaşlarım, bütün konuşmacılar anlattılar, 15 Temmuz gecesi Türkiye tarihinin bir milat gecesidir. Türkiye tarihi yazıldığında ileride, 15 Temmuzdan önce bir safha olacaktır, 15 Temmuz gecesi çok önemli bir yer tutacaktır, 15 Temmuzdan sonraki günler de çok ama çok önemli bir yer işgal edecektir Türkiye tarihinde. 15 Temmuz gecesinde çeşitli duyumlar aldığımız, bazı hareketler duyulduğu istihbaratı geldiğinde derhâl Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezine gittiğimizde biz değerli milletvekilleri o anda bize gelen duyumların ötesinde gözlemlere tanık olduk. Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Merkezi Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı tam karşıdan gören bir mevkidedir ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın bombalandığına ya da helikopterlerle ateş açıldığına bizzat tanık olduk. Şimdi, olayların ardındaki gelişmeleri izliyoruz, Sayın Cumhurbaşkanının yaverinden herhangi bir haber gelmediği, eniştesinden darbeyi öğrendiği, Millî Güvenlik Kurulu üyelerinin birbirinden haberi olmadığı, MİT Müsteşarının haber verme konusunda, teyit etme konusunda bir zaman beklediği anda değerli arkadaşlarım, AKP’li değerli yöneticiler bu darbe girişimini Cumhuriyet Halk Partisinden öğrenmiştir. O anda, salonda bulunan Sayın Mustafa Elitaş, salonda bulunan Ayşe Nur Bahçekapılı, Sayın Naci Bostancı tarafımca bizzat aranarak “Arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı Sarayı bombalanıyor, dikkatli olun, bu çok ciddi bir darbe girişimidir.” dedik. Siz, ne yaverlere güvenin ne MİT’e güvenin, şu Cumhuriyet Halk Partili kardeşlerinize güvenin. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Herkes burada. Olayın vahametini biz gözlerimizle gördük değerli arkadaşlarım. Derhâl Genel Başkanımızı uçaktan indikten sonra bilgilendirdik, güvenli bir yere alınmasını temin ettik, Genel Başkanımızın yaptığı açıklamadan sonra buraya geldik ve burada, hep beraber kucaklaştık. Ne adına? Millî irade adına.

Evet, bizim AKP’yle sorunumuz var, biz AKP’yle pek çok konuda anlaşamıyoruz, biz AKP’nin iktidardan gitmesini istiyoruz, ama değerli arkadaşlar, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Adalet ve Kalkınma Partisiyle hesaplaşmamızı millet önünde yapmak istiyoruz, milletten alacağımız oyla iktidara gelmek istiyoruz. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, bu tablodan sonra, 15 Temmuza kadar burada konuşulan, ifade edilen hiçbir konuşmanın anlamı kalmamıştır. O gün Cumhuriyet Halk Partisinin net duruşu, darbeye karşı net duruşu, zor durumda olan bir iktidar partisine, zor durumda olan bir demokrasiye olan duruşu, bir terör örgütüne karşı olan duruşu, çok net bir duruşu, canı pahasına burada herkes tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu Meclis, bombalar altında tarihî bir gece yaşamıştır, sabaha kadar. Biz, o sabaha kadar oturduğumuz sığınaklardaki anılarımızı daha sonra sizlerle paylaşacağız; AKP’lisi, CHP’lisi, MHP’lisi, bütün kardeşlerimiz, Meclis Başkanımızın başkanlığında, Adalet Bakanı, diğer bakanlar, biz birbirimizin yüzüne baktığımız zaman, 15 Temmuz gecesini artık siyasette zaten bir milat olarak kabul ettik.

O gün niçin buraya geldik biliyor musunuz değerli arkadaşlarım: Bu, sadece AKP’nin sorunu değil, bu Türkiye'nin sorunuydu, Cumhuriyet Halk Partisinin sorunuydu, HDP’nin, MHP’nin, bütün siyasi kurumların sorunuydu, demokrasi sorunuydu. Arkadaşlarımızla görüştük ve dedik ki “Aman, Meclisi çalıştıralım ve olağan usullerle Meclis çalışmaya devam etsin. Yurttaşlarımız Meclisin çalışmasını görürse, o olağan duruma geldiğimizi görürse, moralleri artar, darbecilerin morali bozulur.” ve olağanı bir an önce gerçekleştirelim diye buraya geldik, tarihî bir oturum gerçekleştirdik. Ertesi gün, AKP grup başkan vekillerimiz burada, hepsiyle yaptığımız görüşmede, bu geçtiğimiz hafta, bu hafta Meclisin mutlaka ve mutlaka çalışması gerektiğini, mutlaka olağan bir durumun sergilenmesi gerektiğini ifade ettik değerli arkadaşlarım. Çünkü, 15 Temmuz gecesi bu terör örgütünün yarattığı darbe girişimi sonuç verseydi bizi bekleyen tablo, sıkıyönetim, olağanüstü hâl, gözaltılar, ileride haksız tutuklamalar, mahkemeler, çok karanlık bir tablo olacaktı. Biz bu karanlık tabloyu biliyoruz. 27 Mayısta asılan Adnan Menderes’in travmasını bu toplum atlatabildi mi? 12 Martta asılan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının travmasını bu toplum atlatabildi mi? 12 Eylülde asılan 50’ye yakın arkadaşımızın -sağdan soldan- travmasını bu toplum atlatabildi mi? Biz darbeleri çok iyi biliyoruz, darbelerin neye yol açtığını biliyoruz. İşte, bir darbe olsa idi gerçekleşecek olan olağanüstü hâl ya da sıkıyönetim uygulamalarının önüne geçmek, Türkiye’den darbe tehlikesini bertaraf etmek ve Türkiye’yi olağan bir süreçte götürmek açısından çok önemli katkılar verdiğimize inanıyorum ve Meclisin çalışmasının da buna çok önemli katkı sağladığını düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, biz işte bu olağanüstü hâle bundan dolayı karşıyız. Yani, tüm partilerin -hemen hemen- pek çok siyasi çatışmanın içerisinden geçmiş, kutuplaşmadan geçmiş siyasi partilerin, uzun yıllardan sonra, üzerinde normalleşmek için anlaştığı bir ortamda olağanüstü hâlin tekrar tartışılması, şu andaki olağan bir tabloyu bozucu bir hâl alacaktır. O nedenle karşıyız. Biz siyaset kurumu olarak sorunlarımızı çözebiliriz. Bu karşılaştığımız darbe tehlikesi, onun süreci, sonuçları ve bundan sonra yapılacakları Parlamento çatısı altında birbirimizi ikna ederek çözebiliriz.

Bakın, şimdi, gelen yasalarda birbirimize soruyoruz: “Hangi maddeye karşısınız?” Bir güzel ortam yakaladık, bu ortamı bozmayalım, buna ihtiyacımız var. Biz de demokratik yollardan siyasetin yürümesini, kararların alınmasını istiyoruz ve bu belanın savuşturulmasını tek başına AKP’nin yapamayacağını da gördük değerli arkadaşlarım. Katkı vermek istiyoruz sizlere, yanınızda olmak istiyoruz. Bu FETÖ tehlikesinin daha sürdüğünü görüyorum ben, süreceğini görüyorum. Ortada daha başka büyük tehlikeler var. Bu tehlikeler karşısında iktidar partisi yalnız kaldığında pek çok yanlış da olabilir. Gelin, gücümüzü birleştirelim. Bunun yolu olağanüstü hâl değildir, olağanüstü hâlde Meclisin devre dışı kalmasıyla sorun çözülemez. Beraber olursak sorunları çözebiliriz, olağanüstü hâl bu nedenle önemlidir. (CHP sıralarından alkışlar) Biz bu tablo içerisinde olağan yöntemlerle bu olağanüstü durumu aşacağımıza inanıyoruz, çok kararlıyız bu konuda. Cumhuriyet Halk Partisi olarak demokrasiyi korumak, insan haklarını korumak, temel hak ve özgürlükleri korumak adına getirilecek olan olağanüstü hâlin de olumsuz tehlikeler yaratacağına inanıyoruz. Bu uygulama eğer kötü uygulanırsa -iktidar partisini ve devlet aklını soğukkanlılığa ve basirete davet ediyoruz- biliniz ki çok kötü uygulamalar önümüze geldiğinde, eğer 15 Temmuz gecesi darbe başarılı olsaydı Türkiye hangi kötü sonuçla karşılaşacaksa bu kötü uygulamalardan daha da kötü sonuçlar doğabilir değerli arkadaşlarım. Çok dikkatli olmak lazım, bunun bir garantisi yok, bunun hiçbir şekilde bir garantisi yok. Hata her zaman yapılabilir. Şu ana kadar gördüğümüz pek çok hata var, şu ana kadar gördüğümüz pek çok usulsüzlük var. Bu tehlike AKP’yi, ne yazık ki, başka bir tehlikeyle karşı karşıya getiriyor.

2002 yılında 30 Kasımda, uzatılmamak suretiyle kalkan olağanüstü hâli “Biz olağanüstü hâli kaldırdık.” diyerek demokrasi manifestosuna yazan AKP, seçim “billboard”larına asan AKP ve iktidar partisi maalesef bugün çok ironik bir durumla karşı karşıya ve 12 Eylül Askerî Darbe Dönemi’nde çıkartılmış olan Olağanüstü Hâl Kanunu’nu uygulamak için bugün burada, birazdan oylama yapacağız. Arkadaşlar, biz anayasa tartışmalarında “Darbe dönemi hukukunu da temizleyelim.” dedik, bunlar da vardı işin içerisinde.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi sizlere öneriyor: Bu yol yanlış bir yol, bu yolda gitmek, ısrar etmek yanlış ama anlaşılıyor ki bu yola birazdan oylarınızla onay vereceksiniz. Uygulamalarda çok dikkatli olmak gerekiyor, uygulamalarda yapacağınız en ufak bir hata Türkiye’yi çok başka kırılganlık noktalarına götürebilir; Türkiye’yi böyle bir tehlike bekliyor, iktidarı da böyle bir tehlike bekliyor. Biz de muhalefet olarak böylesine kritik bir süreçte sizlerle yardımlaşmak istiyoruz, birbirimize elimizi uzatmak istiyoruz. Elimizi tutun. Tuttuğunuz bu el, işte, darbe gecesini size nasıl haber veriyorsa FETÖ tehlikesinin temizlenmesinde aynı oranda destek verecektir, bundan hiç kuşkunuz olmasın. Cumhuriyet Halk Partisi laik cumhuriyetten yana, Cumhuriyet Halk Partisi demokratik, sosyal hukuk devletinden yana, Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’den yana. (CHP sıralarından alkışlar) Onun için, olağanüstü hâl eğer onaylanacaksa zarar görmeden…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Gök, bir dakikalık bir müddet ekliyoruz efendim.

LEVENT GÖK (Devamla) – …Türkiye’de yaratacağı tahribatı engellemeniz gerekiyor.

Türkiye’de bu süreç bir trol gibidir değerli arkadaşlarım, alttan girer de herkesi sürükler, siz dahi farkına varamazsınız. Şu anda devleti saran bir korku var. İşte, o korkuyu yenmek gerekiyor. Kim acaba takiye yapmış, kendisini saklamış; kim gerçek, kim değil? İhbarlar olacak, başka şeyler olacak, belki en sevdiğiniz bir arkadaşınız gözaltına alınacak. Pek çok yanlışın yapılabileceği bir döneme gidiyoruz. Aman ha, dikkatli olun; aman ha, bin defa düşünüp bir defa iş yapın.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu olağanüstü hâli olağan yollarla aşacağımız düşüncesiyle sizlere, milletimize, Türkiye’ye katkı vermek açısından kabul etmiyoruz. Bu yolu o yüzden olağanlaştırmak ve Türkiye’yi normalleştirmek hepimizin başlıca görevidir diyor, hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gök.

Şahsı adına ikinci konuşma Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç’a aittir.

Buyurunuz Sayın Tunç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü hâl ilanına dair Bakanlar Kurulu tezkeresi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

15 Temmuz gecesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yıllar boyunca sinsice örgütlenmiş Fethullahçı terör örgütü çeteleri devlete ve millete karşı haince saldırıya geçerek ülke yönetimini ele geçirmeye cüret etmişlerdir. İstanbul’da boğaz köprüsünde yol keserek, devletin televizyonunu işgal ederek eşkıyalıklarını dünyaya duyurmaya başlamışlar, milletin vergileriyle alınan, vatan savunması için kullanılması gereken silahları, uçakları, helikopterleri, tankları kaçırarak milletin üzerine saldırmışlardır. Kurtuluş Savaşı’nda bile düşman Büyük Millet Meclisine kurşun atamamışken, Polatlı’dan beri geçememişken bu hainler millî iradenin tecelligâhı Türkiye Büyük Millet Meclisine, Polis Özel Harekâta, Emniyete, MİT’e defalarca bomba atarak ülkesine olan kinini ve düşmanlığını kusmuşlardır. Millet ne olduğunu anlamaya çalışırken Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım televizyonlara bağlanarak bunun bir darbe girişimi olduğunu, darbecilerin başarıya ulaşamayacağını, bu hukuksuzluğun hesabını soracaklarını ifade ederek milletini ülkesine sahip çıkmaya, meydanlarda bu hainlere karşı durmaya davet etmişlerdir. Muhalefet partisi liderleri yaptıkları açıklamalarla darbeye karşı olduklarını belirtmişler ve milletimizin takdirini toplamışlardır. Halkın meydanlara indiğini gören teröristler milletin üzerine tankları acımasızca sürmüşler, insanlarımızı canice kurşun yağmuruna tutmuşlardır. Bu aziz millet bu hainlerden korkmamış, mücadelesini sürdürmüş, hainlerin kullandıkları tankların altına yatarak, üzerine çıkarak, kurdukları tuzakları başlarına çevirmiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Recep Tayyip Erdoğan bu ülkenin seçilmiş ilk Cumhurbaşkanıdır, on dört yıl boyunca lideri olduğu Türkiye'ye sınıf atlatmıştır, her alanda hayal dahi edilemeyen icraatlara imza atmıştır. Dünya mazlumlarının sesi olmuş bu büyük liderin önü on dört yıllık süre içerisinde defalarca kesilmeye çalışılmış ancak her girişim Cumhurbaşkanımızın dirayetli tutumu ve milletimizin ferasetiyle aşılmıştır.

Tüm bu çabalarında başarısız olan Türkiye düşmanları bu kez milletin silahıyla milleti vurmaya kalkışmıştır. Bu hain örgütün Türkiye'ye karşı başlattığı saldırıda yabancı ülkelerde yaşayan vatandaşlarımız, dost akraba topluluklarımız sokaklara inerek Türkiye'ye destek olmuşlardır. Dost gibi görünen müttefik ülkeler, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, NATO gibi uluslararası kuruluşlarca hukuka ve millet iradesine saldırılırken sonuç beklenmiştir. Milletin mücadelesi galip gelince de yarım ağız “Seçilmiş Hükûmetin yanındayız.” demek zorunda kalmışlardır.

Burada iki hususa dikkatinizi çekmek istiyorum değerli milletvekilleri. Bu hain terör örgütünün devlet kademelerine sızma girişiminin AK PARTİ döneminde başlamadığı ortaya çıkmıştır. Bu örgütlenmenin otuz kırk yılı aşkın bir zamandan bu yana her iktidar döneminde devam ettiğini gelinen noktada açıkça görüyoruz. Bu teröristlerin kendilerini gizleyerek orduda tuğgeneral, tümgeneral, orgeneral seviyesine kadar çıkabilmesi bu yapının 1980 darbesinden bu yana ordunun içerisine sızdığını açıkça göstermektedir. Hain örgütün okyanus ötesinden talimatla yönetilen organize bir terör örgütü olduğu 17-25 Aralık yargı darbesi girişimiyle deşifre olmuş ve ilk mücadeleyi de Sayın Cumhurbaşkanımız -o dönem Başbakanımızdı- ve AK PARTİ başlatmıştır. MİT Müsteşarının tutuklanmaya çalışılmasının, MİT tırlarının durdurulmasının, 17-25 Aralık yargı kullanılarak darbe girişiminde bulunulmasının hep bu paralel çetenin işi olduğunu söylediğimizde bugünkü birlik ve beraberlik örneğini keşke o zamanlarda da gösterebilmiş olsaydık. Keşke bu çetenin HSYK’dan ve yüksek yargıdan tasfiye edilmesini amaçlayan tasarılara hep birlikte bugün olduğu gibi destek verseydik. Son üç dört yıldır bu tehlikeyi görerek yargıya ve emniyete sızan paralel örgüt mensupları eğer tasfiye edilmemiş olsaydı son üç dört yıl içerisinde, bugün ülkemiz çeteler tarafından işgal edilmiş olacak ve millî irade rafa kalkmış olacaktı.

Değerli milletvekilleri, OHAL kararıyla hukukun dışına mı çıkılacaktır? Cevap kesinlikle hayırdır. OHAL, devletin ani refleks göstermesi gereken durumlar için Anayasa’mızca tanınan, hukuka uygun, meşru, evrensel hukuk tarafından kabul edilen ve dünyanın neredeyse tüm demokratik ülkelerinde var olan bir kurumdur. En son sadece bir terör saldırısı sonrasında Fransa’da OHAL ilan edilmiş ve kimse “Fransa ne yapıyor?” dememiştir. Geçtiğimiz günlerde de Fransa Ulusal Meclisi Fransa’daki OHAL kararını altı ay daha uzatmıştır. OHAL ilan edilmesi bilakis Türkiye Cumhuriyeti’nin darbecilerle ve terörle mücadele ederken hukuk içerisinde kalma iradesinin bir tezahürüdür. Hukuk içerisinde kalma iradesi olmayan bir yönetim, alınacak tedbirleri OHAL ilan edilmeden de alabilirdi. Burada amaçlanan, hukukun üstünlüğünü, mevzuatın yürürlüğünü ve demokrasiyi savunurken bu değerlerin aksine hamleler yapmaktan kaçınılmasıdır. Dolayısıyla, OHAL, FETÖ’cü teröristlerden başka hiç kimsenin korkmasını yahut hoşnut olmamasını gerektirecek bir durum değildir. İlan edilen OHAL, devlet ile milletin birlikte devlet içerisindeki teröristlerin oluşturabileceği tehlikenin önüne geçebilmeyi amaçlamaktadır. Geçmiş dönemlerde askerî darbeler için alınan ve sürekli uzatılan OHAL uygulamasından farklı bir durum vardır değerli milletvekilleri.

AK PARTİ, göreve geldiği günden bu yana temel hak ve özgürlükler konusunda hep hassas davranmıştır. İktidara geldiğinde ilk iş güneydoğudaki OHAL uygulamasını uzatmamak olmuştur. OHAL Kanunu’nda temel hak ve özgürlükleri koruyan değişiklikleri 2004 yılında AK PARTİ iktidarı gerçekleştirmiştir.

OHAL bir sıkıyönetim değildir değerli milletvekilleri. Temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması söz konusu değildir, bilakis temel hak ve özgürlüklere yönelik tehdidin ortadan kaldırılmasına yönelik, konusu, sebebi ve süresi sınırlı, Anayasa’nın 120’nci maddesinde öngörülen hukuki bir tedbirdir. Sıkıyönetim ise askerlerin yönetimde olduğu bir sistemdir. Sıkıyönetimde sıkıyönetim mahkemeleri vardır, OHAL’de ise sivil yönetim, doğal mahkemeler işbaşındadır. Valilerin koordinasyonunda işlemler yürütülür. İdarenin tüm işlemleri yargı denetimine tabidir. O nedenle, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanacağına yönelik eleştiriler doğru değildir. “Olağanüstü hâl Parlamentoyu devre dışı bırakır.” eleştirileri de haksız eleştirilerdir. OHAL’i onaylayacak ve kaldıracak merci burasıdır, Türkiye Büyük Millet Meclisidir. OHAL uygulamasıyla ilgili kanun hükmünde kararnameler yine sizin huzurunuza, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelecek ve şu yüce çatının altında onaylanacaktır. Demokratik ülkelerin terör tehditlerini bertaraf için başvurduğu olağanüstü yönetim biçimini Türkiye, Meclisini bombalayanlara karşı kullanmayacaksa ne zaman kullanacaktır değerli milletvekilleri? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Terörle mücadelede canını ortaya koyan polislere karşı bomba atanlara kullanmayacaksa ne zaman kullanacaktır? Anayasa’daki OHAL maddesini halkını tanklarla ezmeye çalışan canilere kullanmayacaksa biz ne zaman kullanacağız? Cumhurbaşkanını öldürmeye kalkacak kadar gözü dönmüşlere karşı kullanmayacaksa ne zaman kullanacağız?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; millî iradeye sahip çıkan, darbecileri püskürten, darbecileri püskürtürken şehit düşen, yaralanan tüm demokrasi kahramanlarına karşı borcumuz vardır. O borç da ülkemize karşı bu ihaneti gerçekleştiren, asker elbisesi altına gizlenen teröristlerden hak ettikleri hesabı sormaktır. Yaptığımız iş, bu hesabın millet adına sorulmasını sağlayacak hukuk zeminini oluşturmaktan ibarettir. Bu zemini de saldırılarda hedef alınan bu Gazi Meclis sağlayacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle demokrasi şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum, şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, milletimize geçmiş olsun diyorum, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum, ülkemizi bu tür badirelerle karşılaştırmaması için Cenab-ı Allah’a dua ediyor, sizleri saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tunç.

Değerli milletvekilleri, görüşmeler tamamlanmıştır.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – On dakika ara verelim Sayın Başkanım.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akçay.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Bakanlar Kurulunun olağanüstü hâl tezkeresine olumlu oy vereceklerine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bir hususu Genel Kurula bilgi olarak arz etmek istiyorum. Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli, şu anda burada Genel Kurul çalışmasına katılmayı çok arzu ediyordu. Buna rağmen, malumunuz olduğu üzere, 15 Temmuz’daki hain saldırılarda hayatını kaybeden şehitlerimizin şu anda devam eden cenaze namazı ve merasimine katıldığından zaman nedeniyle bir çakışma olmuştur.

Bu vesileyle, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Bakanlar Kurulunun üç aylık süreyle yüce Meclisimizden talep ettiği olağanüstü hâl tezkeresine olumlu oy vereceğimizi tekraren ifade ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Değerli milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.16

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.44

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Ömer SERDAR (Elâzığ), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

 -----0-----

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 117’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Tezkereler (Devam)

1.- Başbakanlığın, Anayasa’nın 120’nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine dair 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’na ilişkin tezkeresi (3/812) (Devam)

BAŞKAN – Hükûmet yerinde.

Değerli milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeleri tamamlamıştık.

Şimdi Başbakanlık tezkeresini tekrar okutup oylarınıza sunacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Anayasa’nın 120’nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın sureti ilişikte gönderilmiştir.

Gereğini arz ederim.

                                                                                      Binali Yıldırım

                                                                                         Başbakan

BAŞKAN – İşari olarak yapılacak oylamanın açık olarak yapılması için bir önerge vardır, önergeyi okutup oylarınıza sunacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Anayasa’nın 120’nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00’dan itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin Hükûmet tezkeresinin oylamasının açık oylama şekliyle yapılması hususunun Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz.

Mehmet Naci Bostancı                             Ramazan Can                                    Mehmet Metiner

         Amasya                                             Kırıkkale                                             İstanbul

     Mustafa Yel                                  Ayşe Sula Köseoğlu                              Osman Aşkın Bak

        Tekirdağ                                             Trabzon                                                Rize

   Özcan Ulupınar                                  Abdülhamit Gül                                Hatice Dudu Özkal

       Zonguldak                                          Gaziantep                                       Afyonkarahisar

Sebahattin Karakelle                                 Bülent Turan                                      Yılmaz Tezcan

        Erzincan                                           Çanakkale                                             Mersin

      İmran Kılıç                                   Ravza Kavakcı Kan                                   Fatma Benli

   Kahramanmaraş                                        İstanbul                                              İstanbul

       Şirin Ünal                                 Kemalettin Yılmaztekin                              Sami Dedeoğlu

        İstanbul                                             Şanlıurfa                                             Kayseri

    Mustafa Ilıcalı                                     Orhan Kırcalı                                Emine Yavuz Gözgeç

        Erzurum                                             Samsun                                                Bursa

  Mehmet Erdoğan                                    Ahmet Uzer                                    Mehmet Akyürek

       Gaziantep                                           Gaziantep                                            Şanlıurfa

Zehra Taşkesenlioğlu                                Reşat Petek                                 Canan Candemir Çelik

        Erzurum                                              Burdur                                             Gaziantep

Yıldız Seferinoğlu                                 Mehmet Demir                                     Metin Akgün

        İstanbul                                             Kırıkkale                                            Tekirdağ

  Jülide Sarıeroğlu                                    Rafet Sezen                                        Sabri Öztürk

         Ankara                                               Edirne                                               Giresun

    Volkan Bozkır

        İstanbul

BAŞKAN – Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Oy birliğiyle kabul edilmiştir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Oy birliğiyle kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre vereceğiz. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin, teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını taşıyan oy pusulasını yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya başlandı)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, oylama devam ediyor ama bir Danışma Kurulu önerisi var; bilahare, oylamanın bitimiyle ilan edeceğiz. Dolayısıyla, sayın milletvekillerimizin kısa bir zaman ayırmaları bakımından ikaz etmek istedim. Bir Danışma Kurulu önerisi oylanacaktır.

Teşekkür ediyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, açık oylama sonucunu açıklıyorum:

Anayasa’nın 120’nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/07/2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine dair Bakanlar Kurulu Kararına ilişkin Başbakanlık Tezkeresi açık oylama sonucu:

“Kullanılan oy sayısı    : 461

Kabul                                                : 346

Ret                                                    : 115(x)

Kâtip Üye

Ömer Serdar

Elâzığ

 

Kâtip Üye

Elif Doğan Türkmen

Adana”

Efendim, böylelikle tezkere kabul edilmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı olmuştur.

Hayırlı olsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başbakanın bir teşekkür konuşması talebi var.

Buyurun Sayın Başbakan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞBAKAN BİNALİ YILDIRIM (İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin çok değerli üyeleri; az önce Meclisimizde kabul edilen olağanüstü hâl kararı aslında demokratik düzenimize, millî iradeye karşı 15 Temmuz gecesi başlatılan silahlı darbe teşebbüsünün doğurduğu sonuçları ve yaptığı tahribatı ortadan kaldıracak tedbirleri almaya yöneliktir.

Geçmiş dönemlerdeki OHAL kararlarına baktığımız zaman, tedbirler vatandaşın yaşamını sınırlamaya ve vatandaşın hareket alanını kısıtlamaya yönelik tedbirlerdi ama 15 Temmuzda gerçekleştirilmeye çalışılan darbe teşebbüsüyle millet, Hükûmetiyle, bütün siyasi partileriyle, Başkomutanıyla bir olmuş, beraber olmuş, kenetlenmiş ve bu darbe bozuntularını bertaraf etmiştir ve milletimiz rahat bir nefes almıştır. Bu süreç içerisinde çok insan, çok kurum, büyük bir kadirşinaslıkla, ülke sevgisiyle bu kalkışma hareketine en net şekilde duruş sergilemiş ve Türkiye dünyaya bir demokrasi destanı yazdığını göstermiştir.

Kısacası, bugün alınan kararla devlet millete değil, kendisine olağanüstü hâl ilan etmiştir. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Bu olağanüstü hâl ilanıyla devlet içine yıllardan beri kümelenmiş FETÖ çeteleri, terör çeteleri bir bir temizlenecek ve ülkemizin istiklaline, demokrasisine zarar vermeye kalkışan bu mihraklar bir daha ayağa kalkmamak üzere bertaraf edilecektir; amaç budur.

Bu süreçte de şunun özellikle bilinmesini istiyoruz: Türkiye’nin en meşru bir şekilde karşı çıktığı ve sonunda da darbecileri yerle yeksan ettiği bu işte bile bazı dost bildiğimiz çevrelerden birtakım kafa karıştırıcı haberler geliyor, Türkiye’nin ekonomisi üzerine birtakım oyunlar oynanmaya çalışılıyor. Şunu herkes bilmelidir ki Türk ekonomisi dünyaya açık bir ekonomidir. 15 Temmuz gecesi bu girişim olmasına rağmen ilk mesai gününde, pazartesi günü normal piyasa şartları neyse borsasıyla, bankasıyla, finansal işlemleriyle hiçbir kesintiye uğramadan hayat devam etmiş ve bütün ekonomik faaliyetler sağlıklı bir şekilde yürütülmüştür. Bütün bunlar ortada iken maksatlı bir şekilde Türkiye’nin risk primiyle oynamaya çalışma gayretlerini iyi niyetli olmaktan yoksun buluyoruz. Şu bilinmelidir ki bunlar acele ve maksatlı verilmiş kararlardır. Ne yaparlarsa yapsınlar Türk insanı 15 Temmuzda ortaya koyduğu dirayetle hem ülkesinde demokrasiyi kesintiye uğratmaktan kurtarmış hem de güçlenen, kalkınan Türkiye’nin ekonomisinin bundan böyle de aynı kararlılıkla güçlenmeye devam edeceğini bütün dünyaya göstermiştir. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Bu süreçte bütün siyasi partilerimiz, başta genel başkanlar olmak üzere hakikaten takdire şayan bir duruş sergilemiş, şu Gazi Meclisin çatısı altında bombalanma esnasında bile demokrasiden, millî iradeden asla ödün vermemiştir.

Bizim siyasi parti gruplarından beklentimiz, bu başlattığımız birlikteliğin, süratle, bu beladan kurtulmak için yapılacak düzenlemelerde de devam etmesidir. Özellikle yatırımlara, üretime, ekonominin büyütülmesine, reformlara yönelik getireceğimiz tedbirler, OHAL düzenlemeleri dışında, başlattığımız şekilde önümüzdeki haftadan itibaren devam edecek ve bunlarla birlikte de ülkemizin, doğrusu hepimizin, insanımızın artık bu olayın etkisinden kurtulmasını temin edeceğiz. Siyasi partilerimiz, 15 ve 16 Temmuz gününü artık demokrasinin günü olarak kutlayacağız, bundan böyle demokrasi şehitlerimizi anma günü olarak kutlayacağız.

Bir kez daha şu görülmüştür: Tankın gücü halkın gücü karşısında yetersiz kalmıştır, mağlup olmuştur. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Cuntacılar conta yakmıştır ve yolda kalmıştır, halkın iradesi kazanmıştır.

Bir kez daha yüce Meclisimize, aziz milletimize bu asil duruşundan dolayı teşekkür ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Muhterem Başbakan.

Değerli milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

VI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, Genel Kurulun 117’nci Birleşiminde Başbakanlık tezkeresi dışında başka bir konunun görüşülmemesinin ve Genel Kurulun daha önce toplanması kararlaştırılan 22 Temmuz 2016 Cuma günü toplanmamasına ilişkin önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

21/07/2016

Danışma Kurulunun 21/07/2016 Perşembe günü yaptığı toplantıda Genel Kurulun 117’nci Birleşiminde Başbakanlık tezkeresi dışında başka bir konunun görüşülmemesinin ve Genel Kurulun daha önce toplanması kararlaştırılan 22/07/2016 Cuma günü toplanmamasının Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

                                                                                                                    İsmail Kahraman

                                                                                                           Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                          Başkanı

                Mustafa Elitaş                                                                                               Levent Gök

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu                                                                      Cumhuriyet Halk Partisi Grubu

                Başkan Vekili                                                                                              Başkan Vekili

 

                 İdris Baluken                                                                                               Erkan Akçay

Halkların Demokratik Partisi Grubu                                                                 Milliyetçi Hareket Partisi Grubu

                Başkan Vekili                                                                                              Başkan Vekili

 

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Oy birliğiyle kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 26 Temmuz 2016 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum; teşekkür ederim.

Kapanma Saati: 18.19



(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.