TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

83’üncü Birleşim

2 Mayıs 2016 Pazartesi

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

 

İÇİNDEKİLER

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına, Gaziantep ve Nusaybin’de şehit olan polislere Allah’tan rahmet dilediğine ve terörü bir kez daha lanetlediğine ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Genel Kurul çalışmalarına dönen AK PARTİ Grup Başkan Vekili Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’ye “Hoş geldiniz.” dediğine ve başarılar dilediğine ilişkin konuşması

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Ravza Kavakcı Kan’ın, 2 Mayıs 1999’da Mecliste yemin töreninde yaşanan olaylara ilişkin gündem dışı konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Yakup Akkaya’nın, 1 Mayıs İşçi Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı

3.- Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan’ın, sokağa çıkma yasaklarına ilişkin gündem dışı konuşması

 

 

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz’ün, Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan’ın yaptığı gündem dışı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

2.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun gündem dışı konuşmaya cevaben yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun gündem dışı konuşmaya cevaben yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ve LYS sınavına girecek olan bazı gençlerin sistem değişikliğinin kurbanı olduklarına ilişkin açıklaması

2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Şanlıurfa’da yaşanan elektrik kesintileri ile işsizlik sorununa ve GAP Eylem Planı’nın ne zaman bitirileceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

3.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, Kut bayramına ilişkin açıklaması

4.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, Evin Okula Yakınlaşması ve Değişen Anne Baba Rolleri Projesi kapsamında Bakanlık bütçesinden kamu kaynaklarının belli bir kesime aktarılmasıyla ayrımcılık yapıldığına ve bu projenin sonlandırılması konusunda Millî Eğitim Bakanına çağrıda bulunduğuna ilişkin açıklaması

5.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, Karadeniz’de, özellikle de Giresun’da yaylalarda yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

6.- Hatay Milletvekili Hilmi Yarayıcı’nın, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına ilişkin açıklaması

7.- İstanbul Milletvekili Ali Şeker’in, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına, Hükümetin özel istihdam bürolarıyla tam güvencesiz çalışmayı dayattığına ve Türkiye’de gelir dağılımında adaletsizliğin arttığına ilişkin açıklaması

8.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, Meclis Başkanının laiklikle ilgili beyanlarıyla yeminine sadık kalmadığına ve görevinden istifa etmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

9.- Hatay Milletvekili Birol Ertem’in, yıllarca çalıştığı hâlde hiç sigortalı olamamış yüz binlerce işçi bulunduğuna ve bu konularda işverenlerin daha ciddi denetlenmesini dilediğine ilişkin açıklaması

10.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın’ın, Balıkesir’in Gönen ilçesinin bazı mahallelerinde yaşanan içme suyu sorununa ilişkin açıklaması

 

 

11.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça’nın, Diyanet İşleri Başkanının laikliğe aykırı eylem ve söylemleriyle açıkça Anayasa’yı çiğnediğine ilişkin açıklaması

12.- Tokat Milletvekili Kadim Durmaz’ın, Tokat’ın bazı ilçelerinde don nedeniyle mağdur olan üreticilerin borçlarının ertelenip ertelenmeyeceğini ve İŞKUR’un işçi alımlarını neye göre yapacağını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

13.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, TMMOB ve TTB tarafından hazırlanan Soma Maden Faciası İnceleme Raporu’na ve iktidarın evrensel çalışma ilkelerine değil, evrensel kapitalizm ve tekellerin ilkelerine uyduğuna ilişkin açıklaması

14.- İstanbul Milletvekili Selina Doğan’ın, İstanbul Gaziosmanpaşa’da yaklaşık 30 bin evi kapsayan acele kamulaştırma kararına ilişkin açıklaması

15.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına ve Niğde Bor Şeker Fabrikasında 345 işçinin seslerini duyurabilmek için bir ay boyunca ücret almadan iki saat fazla mesai yapma eylemi başlattıklarına ilişkin açıklaması

16.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, milletin terörle mücadelede kesin sonuç alınmasını beklediğine ve Manisa’da şehir hastanesinin inşaatında meydana gelen göçükte 3 işçinin toprak altında kaldığına ilişkin açıklaması

17.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, iktidar partisinin eleştiriye tahammülsüzlüğünün Türkiye Büyük Millet Meclisinin gerilimli bir ortamda çalışması sonucunu doğurduğuna ve geçen hafta Bolu Milletvekili Tanju Özcan’a verilen Meclisten geçici çıkarma cezasını protesto ettiğine ilişkin açıklaması

18.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Mecliste medeni bir dilin, karşılıklı anlayış ve iş birliğini esas alan bir yaklaşımın ve müzakereye dayalı bir perspektifin esas olması gerektiğine, devletin teröre karşı meşru bir mücadele yürüttüğüne ve 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına ilişkin açıklaması

19.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, Parlamentoda halkın temsiliyeti doğrultusunda her türlü düşünce, eleştiri ve ifade özgürlüğünün olması gerektiğine ve 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına ilişkin açıklaması

20.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

 

 

 

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisini Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde temsil edecek Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türk Grubu üyeliklerinin siyasi parti gruplarına dağılımında yapılan değişiklik sonucu Cumhuriyet Halk Partisinden boşalan üyeliklere Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından aday gösterilen 1 asil üye Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu ile 1 yedek üye Adıyaman Milletvekili Salih Fırat’ın seçilmesinin Başkanlık Divanınca uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/719)

B) Önergeler

1.- Başkanlıkça, Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu üyeliğinden istifasına ilişkin yazısının 27/4/2016 tarihinde Başkanlığa ulaştığına ilişkin önergesi (4/228)

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 19 milletvekilinin, Türkiye ve İzmir’de yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi öncesinde yapılması gereken çalışmaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/184)

2.- İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu ve 51 milletvekilinin, 17-25 Aralık 2013 soruşturmaları sonrasında Hükûmetin eylem ve işlemlerinin Türkiye demokrasisi ve ekonomisine verdiği olası zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/185)

3.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Türkiye’de beş aydır süren çatışmalı süreç esnasında PKK tarafından alıkonulan asker, polis ve diğer kamu görevlilerinin ailelerine kavuşturulması amacıyla yapılması gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/186)

VIII.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- HDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, başta hidroelektrik santraller olmak üzere Cerattepe, Yeşil Yol, Kuzey Marmara Otoyolu ve diğer büyük projelerle ekolojik yıkım gerçekleştirildiği ve bu yıkımda sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/9)

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan üyeliğe seçim

2.- Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan üyeliğe seçim

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/688) ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ve İçişleri Komisyonu Raporları (S. Sayısı: 277)

2.- Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma ile Oluşturulan Ortak Geri Kabul Komitesinin 2/2016 Sayılı Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/711) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 298)

XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili İsmail Faruk Aksu’nun, büyük projelerin finansmanında kullanılan kamu-özel ortaklığına ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/3761)

2.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın, Hamzabey Sınır Kapısı’ndan yapılan araç ve şahıs giriş çıkışlarına ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci’nin cevabı (7/4116)

3.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, Niğde merkezli bir kalkınma ajansı kurulması talebine ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/4151)

2 Mayıs 2016 Pazartesi

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.02

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Ömer SERDAR (Elâzığ), Zihni AÇBA (Sakarya)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 83’üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına, Gaziantep ve Nusaybin’de şehit olan polislere Allah’tan rahmet dilediğine ve terörü bir kez daha lanetlediğine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, dün 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’ydü. 1 Mayıs, başta işçiler, emekçiler olmak üzere alın teriyle kazananların birlik, mücadele ve dayanışma günü, daha adil, daha yaşanılabilir bir dünya özleminin haykırıldığı gündür. Ülkemizde son dönemde başta Soma faciası olmak üzere iş kazalarının bize yeniden hatırlattığı iş sağlığı ve güvenliği sorunları, taşeronlaşma, sigortasız işçi çalıştırma gibi sorunlar, herkesin eşit hak ve özgürlüklere sahip olduğu bir Türkiye’de sosyal hukuk devleti olma ilkesinden hareketle çözmemiz gereken başlıca sorunlardır. Bu sorunların süratle çözüldüğü, emek dünyasının temel taleplerinin karşılandığı bir Türkiye, hepimizin ortak özlemidir.

Bu duygu ve düşüncelerle, bütün amacı üretmek, daha çok üreterek ülkeyi yüceltmek olan tüm işçi ve emekçilerimizin 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutlarım.

Sayın milletvekilleri, ayrıca, dün Gaziantep ve Nusaybin’den gelen terör saldırısı haberleriyle bir kez daha sarsıldık. Hemen her gün yeni bir şehit haberiyle içimizin yandığı bu süreçte terörü bir kez daha lanetliyor, şehit olan polislerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine ve tüm milletimize başsağlığı diliyorum.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, 2 Mayıs adı konmamış darbe iddiası hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Ravza Kavakcı Kan’a aittir.

Buyurun Sayın Kavakcı Kan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Ravza Kavakcı Kan’ın, 2 Mayıs 1999’da Mecliste yemin töreninde yaşanan olaylara ilişkin gündem dışı konuşması

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; takvimler 2 Mayıs 1999’u gösteriyor, Meclis Genel Kurulunda yemin etmek üzere milletvekilleri tek tek isimleri okununca kürsüde yerlerini alıyor ve İstanbul 1’inci bölgeden seçilen milletvekili, başörtülü milletvekili Merve Kavakcı da Genel Kurulda yerini alıyor ve birdenbire ortalık karışıyor. Dönemin Başbakanı, Hükûmet Başkanı sıfatıyla söz istiyor, DSP’li milletvekilleri alkışlıyor ve bir siyasi linç kampanyasının startı Sayın Başbakanın emriyle veriliyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi 21’inci Dönem Birinci Yasama Yılı 1’inci Birleşimi tutanaklarından okuyorum, Sayın Başbakan şöyle konuşmaya başlıyor: “Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de hanımların giyim kuşamına, başörtüsüne, özel yaşamlarında hiç kimse karışmıyor; ancak, burası hiç kimsenin özel yaşam mekânı değildir, burası devletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar, devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadır. Burası devlete meydan okunacak yer değildir.” diyor. Akabinde de, zihnimizde nakşedilen o üzücü cümle: “Lütfen bu kadına haddini bildirin!” “Lütfen bu kadına haddini bildirin! Lütfen bu kadına haddini bildirin!” cümlesi -bende 2 kere fazladan yankı yaptı- bu cümle zikrediliyor ve bu emirle beraber o kadın milletvekiline benim gibi oy verenler, onu destekleyenler, kadınlar, başörtülü kadınlar, erkekler, hepsine, onun şahsında hadleri çok iyi bildiriliyor. Dönemin Cumhurbaşkanı, Kavakcı ailesini çok yakından tanımasına rağmen, “ajan provokatör” diyor. Aradan seneler geçiyor, zikrettiği belgeler hiçbir zaman ortaya çıkmıyor.

Bir kadına haddi nasıl bildirilir, bütün Türkiye gayet iyi görüyor. Kimseye uygulanmayan bir kanun cımbızla çekilip çıkartılıyor, uygulanıyor, Kavakcı vatandaşlıktan çıkartılıyor. Dönemin medyası çok güzel emri yerine getiriyor ve linç kampanyasında önemli yer alıyor. Yalan haberler, sayfalarca iftiralar, yalan haberler, bir kadına haddi nasıl bildirilir, onun ailesine nasıl haddi bildirilir, hepimiz görüyoruz. Tacizlerle basın mensupları had bildirme kampanyasında vazifesini yapıyor. Yasak olmasına rağmen, dönemin bakanlarının eşleri ve hanımefendiler, Meclis bahçesinde, “Türkiye laiktir, laik kalacak!” sloganlarıyla protesto yapıyor. Yargı gerekli desteği veriyor ve birçok dava da aleyhte sonuçlanıyor.

Tabii, Kavakcı’ya haddini bildirmek yetmez, herkes haddini bilmeli, çocuklarına da haddi bildirilmeli. Okulda 2 küçük kız, arkadaşlarına yuhalatılıyor ve “Türkiye laiktir, laik kalacak.” sözleriyle haftalarca evin önünden geçen çocuklar arkadaşlarını yuhalıyor, bunlar yaşanıyor. Tabii, bu da yetmez, kapısına başsavcı dayanıyor. Gözaltına almak istiyor; önce canlı yayın araçlarına haber veriyor, sonradan kendisi geliyor. Tabii, dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakanı bunu fazla buluyor -sanki kadına hiçbir haksızlık yapılmamış gibi- o anda Kavakcı’ya sahip çıkıyorlar.

2 Mayıs 1999’dan bugüne çok şey değişti; şartlar değişti, saflar değişti, demokratikleşme alanında çok büyük adımlar atıldı. Türkiye’de ancak 7 Haziran seçimlerinden sonra, 23 Haziran 2015’te başörtülü milletvekilleri de, başörtülü olmayan ve erkek milletvekilleriyle beraber hizmet hakkı edinebildiler. Allah bu çağ dışı yasağın kalkmasında emeği olan herkesten, başta Sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve diğer partilerden, herkesten razı olsun.

Tabii, Müslüman, inanan “keşke” demez ama keşke rahmetli anneannem de bugünleri görseydi; kendi yaşadığı, kızının yaşadığı, torununun yaşadığı yasağın çözülmüş olduğu günleri görseydi. İnşallah, kimse böyle haksızlıklar yaşamasın ve ayrımcılık tamamen kalksın.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kavakcı Kan.

Gündem dışı ikinci söz, 1 Mayıs hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Yakup Akkaya’ya aittir.

Buyurunuz Sayın Akkaya. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- İstanbul Milletvekili Yakup Akkaya’nın, 1 Mayıs İşçi Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Dün bütün dünyada emekçiler ve emek dostları alanlardaydı, 1 Mayısı andılar. Adaletsizliklere, hukuksuzluklara ve sömürüye karşı daha örgütlü, daha etkin mücadele sözü verdiler alanlarda. Söz verdiler çünkü insan bedeni üzerinden, çocuk bedeni üzerinden daha çok kâr elde edebilmek adına, sömürü acımasızca hâlâ devam ediyor. Buna karşı mücadele eden emekçiler de ya işten atılarak ya da iş cinayetlerinde katledilerek bedel ödemeye devam ediyorlar. Ancak, onlar yani emekçiler biliyorlar ki bedel ödemeden kazanımlar olmayacaktır, 1 Mayıslar da bedel ödenerek kazanılmıştır.

Değerli milletvekilleri, 1977 1 Mayısı da ödenen en büyük bedellerden biridir. Taksim’de 1 Mayıs 1977’de 36 emekçinin katledilmesi faili meçhul olarak kalmış, iktidarlar bu olayı aydınlatmak yerine Taksim’i emekçilere kapatarak sözde çözüm bulduklarını zannetmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, ne zaman ülkeyi yönetenler yasakçı anlayışlardan sıyrılmışlarsa, bu 1 Mayıslarda, olayların olmadığı, halayların çekildiği, barış türkülerinin söylendiği mitingler gerçekleştirilmiştir. Örneğin, 2010 yılındaki 1 Mayısta 500 bin işçi 1 Mayısı Taksim Meydanı’nda kutlamış, kimsenin burnu bile kanamamıştır. Taksim Meydanı’nın işçilere kapatılması kabul edilemez.

Şimdi, “Neden bu ısrar?” diye sorabilirsiniz. Değerli milletvekilleri, bu ısrar, tarihe, insanlığa saygıdan kaynaklanıyor. 1977’de Taksim’de katledilen 36 emekçinin anısının Taksim’de yaşatılması neden yanlış olsun? Soruyorum size: Şehitler Haftası’nı Çanakkale’de niye kutluyoruz? Her yıl binlerce kilometre öteden Yeni Zelandalılar, Avustralyalılar Şafak Ayini için Çanakkale’ye, Anzak Koyu’na niye geliyorlar? 36 canımız 1 Mayıs 1977’de Taksim’de katledildiği için onların anısını yaşatmak hepimizin görevidir. Taksim 1 Mayıs alanıdır, öyle de kalacaktır ve kalmalıdır. Unutmayın, işçilerin Taksim’e çıkarılmamasıyla ilgili yapılan uygulamalar sadece zamanı ileri bir tarihe bırakacaktır çünkü bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz. İşçi sınıfı o meydana en güzel elbiseleriyle ve halaylarla yine çıkacaktır, tarih de buna şahit olacaktır.

Değerli milletvekilleri, bu kürsüden sendikalara da elbette bir çift sözüm olacaktır. 1 Mayıs, işçilerin dayanışmasının en somut simgesidir. Sendika konfederasyonları bu konuda ortaklaşamayacaklarsa ne zaman ortaklaşacaklardır? Bakın, 1 Mayıs 1909 tarihinde Selânik’te Türk, Rum, Yahudi, Bulgar Osmanlı vatandaşı emekçiler bir arada yürüdüler, hatta dört dilde ortak 1 Mayıs bildirisi yayınlayıp işçi sınıfının uluslararası marşı Enternasyonal’i söylediler. Ne yazık ki bugünün sendika liderleri bu ruhu taşımıyor. Bu anlayış 19’uncu yüzyılın anlayışının gerisindedir. Bakırköy, Sakarya, Çanakkale’den oluşan parçalı yapı kabul edilemez. Bu durum kimin işine geliyor? Tabii ki, etkisiz sendika isteyenlerin işine geliyor.

Değerli milletvekilleri, sendikalar şunu bilmelidir ki ayrışarak değil birleşerek haklı ve meşru haklar elde edilir. Sendikaların görevi işçileri, emekçileri bir araya getirmek olmalıdır. Unutulmamalıdır ki sendika makamları işçi hakları dâhil demokrasi ve özgürlük mücadelesinden kaçan korkakların makamları değildir, o makamlar iktidarlarla koşulsuz iş birliği yapanların makamları hiç değildir.

Sadece 1 Mayısı bayram ilan etmek yeterli değildir. Başbakan öyle söylemişti. Tarihe baktığımızda Alman diktatörü Adolf Hitler de 1933’te 1 Mayısı tatil ilan etmişti, daha sonra sendikal hak ve özgürlükler kısıtlandı. Peki, ülkemizde 1 Mayıs tatil edilince işçi hakları ne oldu? On dört senede 17 bine yakın işçi iş cinayetlerinde öldürüldü, 50 bin işçi sakat kaldı, binlerce çocuk yetim kaldı. Kamuda taşeron sayısı 2002’de 46 binden 1 milyon 200 bine çıktı. Kuralsız çalışma arttı. İşsiz sayısı 6 milyona, yoksulumuz 22 milyona yükseldi. Bunlar yetmedi, kiralık işçilik düzenlemeleri komisyonlardan geçti. Bu da yetmemiş olacak ki kıdem tazminatı gasbı da sırada.

Değerli milletvekilleri, AKP iktidarının işçiye, emekçiye verdiği bir şey yok. İşsizliği bile siyasi rant hâline getiren bir iktidarla karşı karşıyayız. 1 Mayıs tatil olmuş, hayırlı olsun.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak, işçinin, emekçinin haklı ve meşru mücadelesinde, dün olduğu gibi, her zaman ve her yerde yanında olduk ve olmaya devam edeceğiz.

Yaşasın 1 Mayıs! Yaşasın işçilerin birlik, mücadele ve dayanışması! (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akkaya.

Gündem dışı üçüncü söz, sokağa çıkma yasakları hakkında söz isteyen Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan’a aittir.

Buyurunuz Sayın Çelik Özkan. (HDP sıralarından alkışlar)

3.- Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan’ın, sokağa çıkma yasaklarına ilişkin gündem dışı konuşması

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sokağa çıkma yasakları ilan edilen yerlerde ve özel güvenlik bölgelerinde yaşayan 2 milyondan fazla insan insani tüm haklarından; eğitim, sağlık, elektrik, su gibi temel ihtiyaçlarından yoksun bırakılmakta; ne zaman, nerede ve nasıl öleceğini bilmeden yaşamak zorunda bırakılmaktadır.

Sokağa çıkma yasakları 2 milyon insanı kolektif bir şekilde cezalandırmaktadır. Bakınız, orantısız ve aşırı dozdaki şiddetinizin adı tam anlamıyla etnik tasfiyedir, soykırım girişimidir.

Yaşadığımız bu süreci özetleyen Türkiye İnsan Hakları Vakfının bazı verilerini sizinle paylaşmak istiyorum. 16 Ağustos 2015 ile 18 Mart 2016 tarihleri arasında başta Diyarbakır, Şırnak ve Mardin olmak üzere, Hakkâri, Muş, Elâzığ ve Batman’daki -toplam- en az 22 ilçede resmî olarak tespit edilebilen en az 63 süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasağı uygulandı ve uygulanmaya devam ediliyor.

Sokağa çıkma yasağının ilk ilan edildiği tarih olan 16 Ağustos 2015 ile 18 Mart 2016 tarihleri arasında en az 310 sivil, sadece, resmî sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş zaman dilimleri içerisinde ilgili çatışma ortamlarında yaşamlarını yitirmiştir.

Ayrıca, bu verilere dâhil edilmeyen en az 59 cenaze Cizre’de kimlik teşhisi yapılmadan defnedilmiş, Sur’da ise en az 20 cenaze kimlik teşhisi için hâlen Adli Tıp kurumlarında beklemektedir.

Bu kadar sivil ölümün sonucunda aklımıza “Devlet, silahlı tüm gücünü kullanarak kiminle ve niçin savaşıyor?” sorusu gelmektedir. Başbakan Davutoğlu’nun “2013 yılı Kasım ayında yaptığımız değerlendirmede 12 kritik ilçeyi öngörmüştük.” demesi, operasyonların hendek yüzünden çıkmadığını, hendeklerin bahane edildiğini açık bir şekilde göstermektedir.

Bu durumda, bölgede uygulanan baskı, şiddet ve ölüm getiren sokağa çıkma yasaklarının daha farklı sebeplerinin varlığını konuşmamız gerekiyor. Peki, asıl neden ne? Devlet, Kürtlere gücünü gösterecek, Kürtlerin ekonomisi çökertilecek, Kürtlerin Türkiye’yle kurduğu bağını kesecek, yaşam alanlarını bir daha geri dönemeyecek şekilde terk ettirecek, Kürt illerinin demografik yapısını değiştirecek.

Biz bunları 1990’larda yaşadık, hafızamız çok taze. 1990’lı yıllarda yine bugünkü gibi yaşanan savaş sonucunda sivil yerleşim yerleri olan 3 binin üzerinde köy ve mezra yakıldı, bugünse Temmuz 2015 tarihinden beri yüz binlerce insan yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalmıştır. Orada yaşayan halk, aylardır süren savaşın harabeye döndürdüğü kentlerde güvenlik güçlerinin geri çekilmesini beklemekte ve yıkılmış da olsa evlerine geri dönmeyi istemektedir.

Bakın, artık öldürmek yetmiyor; yağmalamak, kamulaştırmak, yoksullaştırmak da yetmiyor. Bir daha dönmemek üzere yaşam alanlarını terk etmeleri isteniyor bu halktan. Evlerinin tahrip edilmesinin tek nedeni, geri dönüşün engellenmesi içindir. Operasyon yapılan yerlerde maddi tahribat öylesine derinleştiriliyor ki oralara insanların bir daha asla geri dönüşü mümkün olmasın isteniyor. Operasyonlarla birlikte yaşanan yıkım, yağma ve öldürmeler bir taraftan devam ederken, diğer taraftan bölgenin tamamında yaşanan zorunlu iç göçten etkilenen insan sayısı 1 milyonun üzerindedir.

Biliyoruz, sadece göçürtmek sizin için sonuç alıcı olmaz. Bölgenin kimlik yapısını ve nüfus hareketlerini değiştirmeye yönelik çabalarınızın ve çalışmalarınızın farkındayız. Zamanında uygulanan ve herhangi bir sonuç alınamayan fakat bugün Türkiye’nin karanlık tarihi olarak kayıtlara geçen Şark Islahat Planı’ndan biliyoruz, zaten bunu yaşadık.

Tekrar söylüyoruz: Değerli arkadaşlar, tankla, topla çözmek istediğiniz sorunlar, ülkeyi çözümsüzlüğe ve halkı felakete götürmektedir. Bu kadar ciddi sorunlara yol açan sokağa çıkma yasaklarıyla murat ettiğiniz çözüm hakikaten bu mudur? Olmadığını söylediğiniz ama her gün elinize yüzünüze bulaştırdığınız Kürt sorunuyla ilgili, yakıp yıkmanın, öldürmenin dışında nasıl bir çözümünüzün olduğunu Türkiye halklarına açıklamak zorundasınız. Bakın, vahşete tanıklık ettiğimiz bugünlerden hep birlikte çıkış yollarını bulmak zorundayız. Siz sorunu şiddetle bastırmaya çalıştıkça bizler eşit ve adil barış için üzerimize ne düşüyorsa yapmaya ısrarcı olduğumuzu ve hazır olduğumuzu tekrardan belirtmek isteriz.

Hepinize saygılar. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik Özkan.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Sayın İnceöz.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Sayın Başkanım, az evvelki hatip konuşması içerisinde…

BAŞKAN – Biraz daha yüksek sesle rica edeyim.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Az evvel hatip konuşması içerisinde -söylemiş olduğu eleştiri değil- eleştirinin dışında birtakım zanlarda bulunmak suretiyle politikalarımızı ve gerçek dışı…

GARO PAYLAN (İstanbul) – “AKP” demedi.

BAŞKAN – Sesiniz hiç gelmiyor Sayın İnceöz.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Grubumuzu ve politikalarımızı ilzam ve itham edici konuşmalarda bulunmuştur.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Gruba değil Başkan, Hükûmete söyledi.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – 69’a göre sataşmadan söz talep ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hangi cümlesiyle sataştı?

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – “O bölgede etnik soykırım uyguluyorsunuz.” dedi, “Bilerek Kürtlere bunları yapıyorsunuz.” şeklinde… Bu, bizim politikalarımızı…

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın İnceöz, yeni bir sataşmaya meydan vermemek üzere iki dakika süreyle söz veriyorum.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Sayın Başkan…

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Dinleyeceksin, dinledik biz seni, dinleyeceksin!

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Bağırma be!

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Elini aşağı indireceksin!

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Konuşma! Dinleyeceksin!

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Elini aşağı indirip konuşacaksın benimle!

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Kapa çeneni, konuşma!

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Burada elini aşağı indirip konuşacaksın benimle!

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Dinleyeceksin! Dinlemeyi öğreneceksin! Öğreteceğiz size dinlemeyi!

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Ağır ol ya!

GARO PAYLAN (İstanbul) – Sen önce dinle!

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Terbiyeli olmak zorundasın!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, rica ediyorum…

Buyurunuz Sayın İnceöz.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz’ün, Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan’ın yaptığı gündem dışı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz bu dönem Meclis açıldığı andan itibaren bu ve buna benzer konuşmaları dinledik. Ama, şu biline ki milletin kürsüsünden -gerçekler değil- gerçeğe aykırı olan ve gerçekle hiçbir illiyet bağı olmayan her söze bizim burada çıkıp söz söyleme hakkımız var. Bu gerçekleri söylemeyi de engelleyemeyeceksiniz, bunun bilinmesi gerekiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Amma telaş yaptınız ya!

İLKNUR İNCEÖZ (Devamla) – Burada, çıkacaksınız, bir sürü gerçek olmayan yani kendi olmasını istediğiniz, arzu ettiğiniz bir dünyadan bahsedeceksiniz… Bakın, ben size anlatayım: Bizim o bölgede Kürt kardeşlerimizle aramıza siz giremezsiniz, terör örgütünün sözcüleri giremez, terör örgütünün diliyle konuşanlar giremez; bunun böyle bilinmesi gerekiyor. Bir kere, o bölgede, durup dururken -bugün oradaki terörle mücadele- teröristler orada ellerine Keleşleri alacak, hendekler kazacak; oradaki Kürt kardeşlerimize, sivil kardeşlerimize, vatandaşlarımıza, çoluk çocuk demeden o silahları onlara doğrultacak, orada birtakım alet edevatlar bölge vatandaşımızın hizmetinden uzak bir şekilde hayatlarını zindan edecek… Devlet olmanın sorumluluğu, oradaki kardeşlerimizin hukukunu 78 milyon kardeşimizin hukukuyla bir bilip Kürt kardeşlerimizin o bölgede özgür yaşama hakkını, herhangi bir tehdit altında kalmadan yaşama hakkını onlara temin etmek bizim görevimizdir. Sizin bu kürsüye geldiğinizde aslında o sözleri terör örgütüne, teröristlere söylemeniz gerekiyordu. Oy aldığınız bölge insanımızın, aziz milletimizin, kardeşlerimizin, vatandaşımızın hakkını korumanız bunu gerektiriyordu. O bölgede biz, Kürt, Türk, 78 milyonun hukukunu korumak anlamında meşru bir müdafaa gerçekleştirmekteyiz. Bu meşru müdafaa da ülkemizin birliğine, beraberliğine karşı teröristlere karşı gerçekleştirmektedir.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Öf, yetti ya!

ZİYA PİR (Diyarbakır) – Sen bölgenin yolunu biliyor musun be!

İLKNUR İNCEÖZ (Devamla) – Bir daha bu kürsüden, milletin kürsüsünden gerçekleri anlatın ve gerçekleri duymaktan da rahatsız olmayın lütfen. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Aman aman, aman aman!

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Sizden emir almayacağız.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnceöz.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Demirel…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, AKP grup başkan vekili gerçekleri ifade etmediğimize, gerçek dışı konuştuğumuza, bu ifadelerimizin hepsinin de gerçek dışı olduğuna dair ifadelerde bulundu. Yani sataştı, direkt grubumuza bir sataşma söz konusu. 69’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Demirel.

Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeden düşüncelerinizi ifade ediniz.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Vallahi bugüne gene iyi başlamadık. Allah hayır etsin.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Gerçekleri konuşmamız lazım burada.

2.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Gerçekler acıdır. Biz bu kürsüden her gün gerçekleri dile getireceğiz. Söylediğimiz her gerçek size acı gelebilir ama bunlar gerçektir. Kadın cenazelerini yerlerde -işkence yaparak- çıplak gösteren ve -askerler- bunu poz vererek gösterenler, bunlar kimdir?

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Şehit cenazelerini anlat şehit! Polisleri anlat, askerleri anlat!

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Başkan… Başkan…

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Şehit cenazelerini anlat. Konuşuyorsun oradan!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – AKP’nin tabii ki bu konuda söyleyecek sözü yoktur, Hükûmetin bu konuda söyleyecek sözü yoktur.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Hendekleri çiçek dikmek için mi açtınız? Hendekleri niye açtınız, onları anlatsana!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Hâlâ Sur’da cenazeler alınmamışken orada klip yaptıran, o klibi sergileyen kimlerdir? Bunlar kimlerdir?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen efendim, lütfen hatibi dinleyin.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Orada Miray bebeği katleden kimdir? Taybet anayı bir hafta boyunca yol ortasında bırakan, cenazesinin alınmasına bile izin vermeyen kimdir? Hükûmetin kendisidir, Hükûmetin politikalarıdır, AKP iktidarının Kürt halkına uygulamış olduğu soykırımdır.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Kandil böyle mi emretti size? Sizin iradeniz yok, iradeniz.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Sayın Başkan, lütfen…

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Bunların adı soykırımdır, bunun adı katliamdır, bunun adı Kürtlere uygulanan bir darbedir. Bunu AKP Hükûmeti ve Hükûmetin böyle bilmesi gerekiyor.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – İradeniz yok sizin, iradeniz.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Orada Kürt halkına uygulanan bu katliam ve Türkiye halklarını bir savaş konseptine sürükleyen Hükûmet söz konusudur. Bu sadece Kürt illerinde değil, her gün her yerde bombalar patlatılıyor.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Kürt ili yok, Türkiye Cumhuriyeti devleti var. Kürt ili yok.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Sizin IŞİD’le ilişkilerinizdeki Antep bombasıyla ilgili ne diyeceksiniz? Yine İstanbul’da, yine Ankara’da, Diyarbakır’da, Suruç’ta patlayan bombalara ilişkin ne diyeceksiniz? Bu ülkeyi kan gölüne çevirdiniz. Siz başta bunun hesabını vereceksiniz. Bütün halka, Türkiye halklarına bunun hesabını vereceksiniz.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Ne yapacaksın? Gelip bizi de mi vuracaksın? Ne soru soruyorsun?

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Biz bu yaşananların bire bir tanığıyız. Bire bir tanığıyız. Her gün, her yerde bire bir bunların tanığıyız. O yüzden bunları halkın kürsüsünden ifade edeceğiz, gerçekleri tüm Türkiye kamuoyuna söylemeye de devam edeceğiz diyorum. Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Gel Antalya’da anlat bunları, gel!

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Tanal, dinleyeceğim sizi.

RUHİ ERSOY (Osmaniye) – Hükûmet, katliam mı yapıyorsunuz Hükûmet? Katliam mı yapıyorsunuz?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Evet Sayın Bostancı.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, Çağlar Hanım yapmış olduğu konuşmada soykırım ve katliam yapıldığını, bunları AK PARTİ Grubunun desteklediği Hükûmetin yaptığını ifade etmiştir. Bu açık bir sataşmadır.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – “Türkiye Cumhuriyeti yaptı.” diyor, illa AKP’mi geçmesi lazım yani? Hayret bir şey!

BAŞKAN – Sayın Bostancı, sataşma gerekçesiyle söz talebinizi karşılayacağım ancak ondan önce, izninizle, İç Tüzük’ün 59’uncu maddesine göre, Hükûmet adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Süleyman Soylu’nun, İstanbul Milletvekili Sayın Yakup Akkaya’nın 1 Mayıs hakkında yapmış olduğu konuşmaya cevap verme konusunda bir talebi vardır. Önce o talebi karşılayacağım, sonra sataşma gerekçesiyle size söz vereceğim.

Buyurunuz Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

2.- İstanbul Milletvekili Yakup Akkaya’nın, 1 Mayıs İşçi Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin çok saygıdeğer üyeleri; öncelikle her birinizi saygıyla ve muhabbetle selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Dün ülkemizin 83 meydanında çalışanlarımızın, emekçilerimizin, rızkını alın teriyle kazananların şenliğini, bayramını ve yarına ait umutlarını, bir taraftan taleplerini, bir taraftan arzularını, bir taraftan itirazlarını, bir taraftan da isteklerini hep beraber dinlediğimiz, içerisinde olduğumuz güzel bir 1 Mayısı gerçekleştirdik. Hepinizin huzurunda tüm sendikalarımıza gösterdikleri duyarlılıktan dolayı şükranlarımızı ifade etmek istiyoruz.

Dün belki de birilerinin kaos beklediği, belki de birilerinin acaba nasıl bir çatışma diye bekledikleri bir gün iken, bir taraftan çalışma hayatındaki tespitleri ortaya koyan, diğer taraftan Hükûmetimizin yaptığı icraatları kâh eleştiren kâh olumlayan kâh birtakım değerlendirmelerde bulunan bir günü hep beraber gerçekleştirdik.

Elbette ki şunu ifade etmek isterim ki, 1 Mayıs akla geldiğinde Taksim 1 Mayıs 1977’yi unutmak mümkün değildir. Hepinizin huzurunda, orada rahmete kavuşan ve hakikaten emek dünyamız için, çalışan dünyamız için büyük bir önem ortaya koyan, bugünden düne baktığımızda hepimiz için bir acı oluşturan o günde Rahmetirahman’a kavuşanları bir kez daha saygıyla yâd ediyorum, saygıyla anıyorum.

Elbette ki dün Türkiye'nin her yerinde, her noktasında, gerek HAK-İŞ Sakarya’da gerek TÜRK-İŞ Çanakkale’de gerek DİSK, KESK, TMMOB ve TTB İstanbul Bakırköy Meydanı’nda ve yine MEMUR-SEN Kahramanmaraş’ta ve bununla birlikte, yine aynı sendikaların İzmir’den Ankara’ya kadar Türkiye'nin her noktasında 1 Mayıs günüyle ilgili ortaya koymuş oldukları bu anlamlı kutlamalar hem kendi günün önemini hem de kendi günün anlamını kucaklayacak bir şekilde oldu. Bunun için tekrar teşekkür etmek istiyorum. Yalnız şunu İfade etmek isterim ki Türkiye’de 1 Mayıs ilk kez kutlanıyor değil. 1909’da Osmanlı’da, kendi topraklarımız olmayan, şu anda topraklarımız içinde bulunmayan alanlarda kutlandı. 1910’da, yine Meşrutiyet’ten sonra Osmanlı’da tekrar kutlandı. 1960 tarihinde, 1 Mayıs 1960’ta ilk kez bir Başbakan, rahmetli Adnan Menderes, radyodan çalışanlarımızın, işçilerimizin bu anlamlı gününü kutladı. 27 Mayıs 1960’tan sonra, 1975’e kadar maalesef Türkiye’de, darbenin ortaya koymuş olduğu bir anlayışla birlikte bu toplu kutlamalar olamadı. 76’yı biliyoruz ve 77’deki yaşanan bu acı olaydan sonra da -ki 12 Eylül 1980 darbesinin temel sebeplerinden bir tanesidir, daha doğrusu darbe yönetiminin ortaya koyduğu sebeplerden bir tanesidir- maalesef 1977 yılından sonra 80 darbesine, ondan sonraki bir süreç mukabilinde kutlanamadı.

Şunu Meclisimizin huzurunda ifade etmek istiyorum: Türkiye çalışma ve emek hayatı açısından sürekli gelişmektedir ve sürekli de önemli adımlar atılmaktadır. 2002 tarihinde AK PARTİ iktidara geldiğinde, gerek enflasyon gerek hayat pahalılığı gerek faiz gerek ekonomik istikrarsızlık gerek siyasi istikrarsızlık altında ezilen çalışanımız 2002’yle 2016 yılında bambaşka bir tabloyla karşı karşıya kalmıştır. Emek bizim kültürümüz için önemlidir, hak bizim kültürümüz için önemlidir, alın teri bizim kültürümüz için önemlidir, “rızık” dediğimiz kavram bizim kültürümüzün en önemli kavramlarından bir tanesidir. Bizim kültürümüzün ve değerler silsilemizin bize öğrettiği en önemli kavramlardan bir tanesi de alın teri kurumadan o alın terinin hakkını çalışana vermektir. Bu sadece, şunu ifade etmek istiyorum ki, bir emeğin bedeli ve bir emeğin karşılığı değildir; karşılıklı helalleşmedir ve çalışanın kendi hakkını aldığı zaman işin bereketinin en iyi noktada oluşabileceği bir sürecin gerçekleşmesidir.

Evet, şunu AK PARTİ iktidarları olarak, AK PARTİ hükûmetleri olarak açık bir şekilde söyleyebiliriz: Dünyada, özellikle emek konusunda sınırların ortadan kalktığı bir tablodan sonra, özellikle evrensel emek normlarının oluşturduğu bir tablodan sonra Türkiye bunu ıskalayacak mıydı, ıskalamayacak mıydı? Türkiye bunu ıskalamadı. Tam anlamıyla birlikte evrensel emek normlarıyla beraber hareket eden bir tabloyu Türkiye 21’inci yüzyılın başından itibaren ortaya koydu. 2003 yılında -şunun altını kalın bir şekilde çizmek isterim ki- ILO ve AB normlarına uygun bir şekilde, çalışma hayatının tüm dinamiklerine uygun bir şekilde İş Kanunu’nu çıkardıktan hemen sonra, bir taraftan sendikalar ve toplu iş sözleşmeleri kanunları, bir taraftan özellikle “münhasır” diye nitelendirmekten gurur duyduğumuz iş sağlığı ve güvenliği kanunları ve yine iş hayatımızın, çalışma hayatımızın en önemli süreçlerinden birisi olarak nitelendirdiğimiz Mesleki Yeterlilik Kurumu ve mesleki yeterlilik belgesiyle beraber, bir taraftan çalışanların kendi niteliklerini artırabilme, diğer taraftan da çalıştıkları alanlarda iş sağlığı ve güvenliğine yönelik tedbir alabilme ve o nitelikleriyle beraber yarına adım atabilme kabiliyeti açısından çok önemli adımlar attık. Sadece çalışanlarla ilgili çıkan kanunlar değil, onların çalışma ortamları, onların sosyal güvenlik sistemleri ve onların çalışma hayatında karşılaştığı problemlerin çözümüne yönelik de 21’inci yüzyılın başından itibaren çok önemli adımlar atılmıştır ve bu adımlar aynı şekilde de devam etmektedir. Ama dün kutladığımız 1 Mayısla ilgili AK PARTİ hükûmetleri çok anlamlı, çalışma hayatı için aslında 1977 travmasının ötesinde belki de ona en önemli cevabı verebilecek ve çalışma hayatının barışı, çalışma hayatının uyumu, çalışma hayatının ahengi içerisinde ona en önemli cevabı verebilecek Emek ve Dayanışma Günü’nü Nisan 2008’de bir şeklide ilan etmesi ve ardından da 22 Nisan 2009’da yine onu tatil ilan etmesi konusunda attığı adım çalışma hayatımızdaki en önemli olumlu adımlardan, en önemli değişimlerden bir tanesidir.

Hepinizin huzurunda bu konuda o gün hakikaten önemli bir adımı atan AK PARTİ hükûmetleri ve onun başkanı, eski Başbakanımız, şimdi Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı tüm çalışanlar adına tebrik ediyoruz, kutluyoruz ve bu adımın Türkiye’de çalışma hayatına ne denli önemli bir katkı sunduğunun da takdirini bir kez daha Meclis kürsüsünden ifade etmek istiyoruz.

Ve yine, bütün bunların yanı sıra şu önemlidir: İnsan çalışacak ama insan ilacını da alacak; insan çalışacak, hastaneye gittiği zaman kuyruklarda beklemeyecek; insan çalışacak, emeğinin karşılığını alabilme anlayışı içerisinde olacak. Bu Mecliste ve çalışma hayatı içerisinde tartışılan, biraz önce de Yakup Bey’in burada dile getirdiği taşeron meselesi dâhil olmak üzere, birçok meseleye el atmış; ekonomik hayatın kendi içerisinde ürettiği problemleri çözmeye çalışan dinamik bir çalışma hayatı anlayışı içerisinde karşılık koyduğumuz da yadsınmamalıdır. Çünkü bir taraftan taşeron kanunuyla birlikte onların elde ettiği hakları artırma konusunda ortaya koyduğumuz adımlar, diğer taraftan da en son, Türkiye’de alt işverenlerde çalışanlar konusunda kamuda istihdam edilmelerine yönelik attığımız adımlar AK PARTİ hükûmetlerinin meseleye duyarsız kalmadığının ve toplumun dinamik katmanlarıyla beraber bu meseleleri birlikte çözmeye çalıştığının ve yine, en önemli adımlardan bir tanesi, sosyal diyalog konusunda bir taraftan sendikalarımızla, işçi sendikalarımızla, bir taraftan işveren sendikalarımızla önemli ve olumlu adımlar attığının da en temel göstergelerinden bir tanesidir.

Ve yine, şunu hep birlikte ifade etmek gerekir ki: Bu konuda sosyal diyaloğa önem veren ve çalışma hayatının en temel prensiplerinden birisi hâline getirmeye çalışan bir süreci de yürütüyoruz. Benim Bakan olduğum günden itibaren sosyal diyalog meselesinde sendikalarımızla, işçi sendikalarımızla, işveren sendikalarımızla onlarca defa konular üzerinde toplantılar gerçekleştirmiş, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının sadece Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı değil, aslında bir sosyal diyalog bakanlığı olması konusunda yaklaşık bu kanunların ortaya çıktığı, kanunlar ortaya çıkmadan önce de gerçekleştirdiği bir süreçten itibaren devam ettiren bir anlayışı hep beraber gerçekleştiriyoruz.

Ve dün meydanlarda önemli sözler söylendi, çalışma hayatıyla ilgili önemli sözler söylendi. Bu söylenen sözlerde siyasi diyaloglar olabilir, birtakım ideolojik yaklaşımlar olabilir; o meydanların içerisinde, belki de 1 Mayısın, Emek ve Dayanışma Günü’nün içerisinde çok da söylenmemesi gereken sözler olabilir. Bunların her birisini bir tarafa bırakıyoruz ama biz, yıllardan beri o meydanlarda söylenen her söze, bir şekilde, çalışma hayatı açısından kulak tıkamayan, onları bir şekilde duymaya çalışan ve onlara ait çözümler üretmeye çalışan bir zihniyeti burada çalışma hayatı açısından gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Bunun için, özellikle muhalefet partilerinden de beklentimiz her anlamıyla şudur: Meselelere sadece muhalefet etmekten ziyade çözüm ortaya koyabilmek. Çünkü “çalışma hayatı” her birimizin üzerinde önemle durması gereken, çalışma hayatı her birimizin kucaklaması gereken, her birimizin bir taraftan bakması gereken bir anlayışın adıdır. Bir taraftan, çalışma hayatını geliştireceğiz, bir taraftan, istihdam politikalarımızı geliştireceğiz, bir taraftan, sosyal güvenlik sürecimizi sürdürülebilir bir hâle getireceğiz, gelir-gider dengesini, aktif-pasif dengesini en iyi noktaya taşımaya çalışacağız. Bu hepimizin sorunudur çünkü “sosyal güvenlik sistemi” sadece -şunun altını çizerek ifade etmek istiyorum ki- oradan emeklilerin, oradan sağlık erişimini gerçekleştirmek isteyenlerin ulaşmak istediği bir alanın adı değildir. Bu bir sosyal dayanışma sandığıdır ve bunu en iyi noktaya getirebilecek bir anlayışı gerçekleştirmeliyiz ki çalışanlarımız, bakmakla yükümlü oldukları, çocukları, aileleri, hep birlikte bundan en üst düzeyde istifade edebilsinler. Bütün bunları gerçekleştirdiğimiz, sendikal hayat konusunda önemli adımlar attığımız bir süreci, inşallah önümüzdeki günlerde, aynen bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz gibi gerçekleştirmeye çalışacağız.

Bu vesileyle, tekrar, bir taraftan… 1 Mayısta işçilerimizin ve çalışanlarımızın ortaya koyduğu anlayışı bir demokratik platform olarak görüyoruz ve biz, AK PARTİ olarak bu demokratik platformun, hükûmetler olarak bu demokratik platformların çok da önemli olduğunu ve bu demokratik platformların sürdürülebildiği kadarıyla, bir taraftan -ifade etmek isterim ki- çalışma hayatı için, bir taraftan, çalışanlarımız, işçilerimiz için, bir taraftan da geleceğimiz için çok önemli katkılar ortaya koyacağına inanıyoruz.

Tekrar, tüm emekçilerimize, tüm çalışanlarımıza, tüm işçilerimize 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün kutlu olmasını ve nice 1 Mayıslara barış içerisinde, huzur içerisinde, kardeşlik içerisinde, birlik ve beraberlik içerisinde, çalışma hayatının standartlarının her gün yükseldiği bir ölçek içerisinde ulaşılmasını temenni ediyorum ve aynı zamanda, birkaç cümleyi de, benden önceki konuşmacılarla ilgili, söyleyerek sözlerimi tamamlayacağım.

Bu ülkede Hükûmet, bu ülkede devlet katliam yapmaz. Biz, bir katliam taraflısı falan değiliz. Bizi sürekli burada böyle göstermek, böyle sürekli birtakım ifadelerle güneşi balçıkla sıvamaya çalışmak aslında beyhude bir çabanın kendisidir. Biz, hepimiz bu ülkenin evlatlarıyız. Yani, “Kürt halkı” derken, bu Kürt halkının sorunlarıyla, Kürt kardeşlerimizin sorunlarıyla CHP’li kardeşlerimiz ilgilenmeyecekler mi, MHP’li kardeşlerimiz ilgilenmeyecekler mi…

RUHİ ERSOY (Osmaniye) – İlgileniyoruz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – …AK PARTİ’li kardeşlerimiz ilgilenmeyecekler mi; onların yaşadığı problemlerle, sorunlarla, bir şekilde, Türkiye'deki 79 milyondan bir kişiyi ayırt etmeyecek bir noktada bir irade ortaya koymayacaklar mı? Böyle bir ayrımcılığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına reddediyoruz. Böyle bir ayrımcılığı ortaya koymamanız gerekir, bunu tekrar ifade ediyoruz. Ama ülkemizin birliğine ve beraberliğine ve bu topraklarda ve bu medeniyette oluşturduğumuz kardeşliğe bir halel gelirse bilmenizi ifade ediyorum ki buna bizim müsaade etmemiz mümkün değildir. Buna müsaade etmeyiz, istediğiniz kadar söz söyleyebilirsiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Halkımız orada, 79 milyon vatandaşımız orada gerçeklerin ne olduğunu bir şekilde görmektedir. Bir taraftan hendek kazılacak, bir taraftan güvenlik kuvvetlerimize, her birimizin burada çıkardığı kanunlarla beraber bizi korumakla görevli olan güvenlik kuvvetlerimize oradaki teröristler tarafından kurşun sıkılacak. Ne yapacaklar? Ne yapıyor? Peki, bugün Cumhuriyet Halk Partisi iktidarda olsaydı o hendeklere evet mi diyecekti? Elbette ki hayır diyecekti. Biz orada olsaydık biz de Cumhuriyet Halk Partisini destekleyecektik, Milliyetçi Hareket Partisini destekleyecektik.

Sizden beklentimiz şudur: Terör ile siyaseti ayıralım ve bu, bir taraftan çalışma hayatımızı ilgilendirir, bir taraftan barışımızı ilgilendirir, bir taraftan kardeşliğimizi ilgilendirir. Eğer burada sürekli birbirimizi tahrik edecek, birbirimiz tahkir edecek, birbirimizi aşağılayacak cümleler ortaya koyar ve bunu gerçekleştirirsek; bilmenizi istiyorum ki bizi izleyen millet bunun karşılığını seçimlerde çok net bir şekilde ortaya koymaktadır ve buradan biz hepimiz ders almalıyız. Lütfen, tekrar istirham ediyorum.

Bakın, dün yine şehit haberleriyle biz sarsıldık. Ne güzel, insanlar 1 Mayısta meydanlara çıktılar. Ama bir taraftan Adana’da, bir taraftan Gaziantep’te, bir taraftan Nusaybin’de, o televizyon haberlerinde ortaya çıkan gerçeklerle birlikte, belki de o meydanlara giden işçi kardeşlerimiz, çalışan kardeşlerimiz “Acaba ne olacak?” diye bir tedirginlik içerisinde oradaki kutlamalarını, hem de şu yürekleri pırpır eder bir şekilde ortaya koydular. Buna ne gerek var, niye böyle bir tabloyu oluşturuyor, niye siz Mecliste bunu destekleyebilecek bir anlayışı ortaya koyuyorsunuz? Koymayın lütfen, yapmayın ve bunu gerçekleştirmeyin.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Siz niye IŞİD’i ülkeye sokuyorsunuz ya! Allah Allah! Gaziantep’te kim patlattı?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bakınız, Türkiye sosyal bir hukuk devletidir ve Türkiye demokratik bir devlettir. Burada konuşma hakkınız var, bu demokratik bir devletin gereğidir.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Halk iradesiyle buradayız. Bu hakkımızı da mı elimizden alacaksınız Sayın Bakan?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ama şunu ifade etmek istiyorum ki demokratik devleti ve hukuk devletinin gereğini ortaya koyabilecek bir anlayışı biz hep beraber gerçekleştiriyoruz.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Bakın, bunları bize lütuf mu görüyorsunuz?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Buna müsaade etmiyorsunuz ve bunu bir şekilde aşağıya alabilmek, indirebilmek için de elinizden gelen bütün gayreti ortaya koyuyorsunuz; bunu yapmayın. Bu millet sizden…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Siz Soma’yı falan halledin.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ben Yüksekova’yı iyi biliyorum…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Siz Yüksekova’yı boş verin, Soma’yı halledin.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – …ben Şemdinli’yi iyi biliyorum, ben Derecik’i iyi biliyorum, ben Hakkâri’yi iyi biliyorum, ben Mardin’i, Nusaybin’i iyi biliyorum, ben Diyarbakır’ı iyi biliyorum…

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Ne zaman geldiniz?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – …ve bir şey daha ifade etmek istiyorum: Orada yani Diyarbakır’dan Mardin’e kadar, Batman’a kadar ben bu memleketin evladıyım ve o Dicle’yle nasıl konuşulduğunu ve o Dicle’nin neler anlattığını iyi bilen insanlardan bir tanesiyim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Orası sadece bir kısım insanların memleketi değildir, 79 milyonun hür ve özgür yaşadığı bir ülkenin adıdır.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – İnşallah, inşallah.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Burayı karıştırmayın, burası Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde kardeşliğin, barışın ve birbirine olan muhabbetin her gün bu semalardan bütün ülkenin 780 bin kilometrekaresine yayıldığı bir anlayışı gerçekleştirmekle mükellefiz.

ZİYA PİR (Diyarbakır) – Sizinkiler gösterdi çarşamba günü o muhabbeti.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ve şunu net bir şekilde ifade etmek istiyorum: Önümüzde önemli bir süreç var; bunu bir Hükûmet sorumluluğuyla söylemek istiyorum, bunu Bakanlar Kurulunun bir üyesi olarak söylemek istiyorum ve birçok anlayışı gerçekleştireceğiz. “Çalışanlarla ne ilgisi var?” Evet, çalışanlarla ilgisi var. Siz böyle yaptıkça, siz terörist örgütlere bir şekilde burada bir destek ortaya koymaya çalıştıkça Türkiye’nin risk primi yükseliyor.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Antep’i kim patlattı? Diyarbakır’ı kim patlattı?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Evet, Türkiye’nin bir taraftan…

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Ankara’da kim patlama yaptı?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bakın, bugün…

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – IŞİD kim? IŞİD kim?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Çalışanlarla ne ilgisi var, öyle mi? Bugün turizmde, insanlarımız, gençlerimiz, evlatlarımız “Acaba Antalya’da geçen yıl bulduğum işi bulabilecek miyim?” diyorlar bunu sağladığınız ve bunu gerçekleştirdiğiniz için.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – IŞİD kim?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Ne yapacağız yani? Ne yapmamız gerekir? Orada istediğiniz gibi bir anlayışı mı gerçekleştireceksiniz?

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – IŞİD kim? IŞİD kim?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinleyin efendim.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bunun çalışma hayatının tamamıyla ilgisi olduğunu bildiğim için… Dün 1 Mayısta meydanlarda bu söylendi: “Kardeşlik, barış, özgürlük.” Yani orada bir şekilde siz çıkıp güvenlik kuvvetlerimize… Bu güvenlik kuvvetlerinin parasını kim veriyor, bunların maaşlarını kim ödüyor?

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Halkın vergisiyle…

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bu evlatlar oraya giderken aileleri, anneleri, çocukları ne düşünüyorlar? Bir şeyi ifade etmek istiyorum ve çok net bir şekilde şuram bir şekilde sancı ve sızı duyduğu için söylüyorum.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Niye savaş başlatıyorsunuz o zaman? Niye onları savaşa gönderiyorsunuz? Niye ölümlerine sebep oluyorsunuz?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – O çocuklar orada ülkemizin varlığı ve ay yıldızlı bayrağın nazlı ve şanlı dalgalanabilmesi ve sizin ifade ettiğiniz bütün kardeşlerimizle -Abaza’sı, Çerkez’i, Gürcü’sü, Bulgaristan’dan geleni, Roman’ı, hepsiyle, Kürt’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle- bir kardeşliğin bu ülkede yaşanabilmesini temin edebilmek için, bu ülkede çocuklarımızın okullara rahat gidebilmesi için…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Gidemiyorlar ki.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – …sabahleyin “Bismillahirrahmanirrahim.” diyebilmesi için bizim adımıza orada bir şekilde kendi canlarını ortaya atıyorlar, kurşunun üzerine yürüyorlar.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Asla kolluk kuvvetlerini düşünmüyorsunuz, onları siz ölüme gönderiyorsunuz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Bizim onlara minnettarlığımız ve şükranımız vardır ve ahirete irtihal edenlere de hepinizin huzurunda burada tekrar rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı, aziz milletimize başsağlığı diliyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – Sizin de bir şekilde bu meselelere sağduyuyla bakmanızı…

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Siz bakın. “Çocuklar ölmesin.” diyen insanlar hakkında dava ediyorsunuz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Devamla) – …ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin bize yüklediği anlayışı… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Ölümlere karşı duranlara dava açıyorsunuz ya, barış isteyenlere dava açıyorsunuz ya.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Akkaya, bir saniye efendim.

Sayın Bostancı, Sayın Bakanın konuşmasından önce, Sayın Çağlar Demirel’in konuşması üzerine, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre sataşma gerekçesiyle söz talep etmiştiniz. Sayın Demirel’in konuşmasında sataşma olarak değerlendirilecek hususlar esasen Hükûmete yönelik bir sataşmaydı ve bu sataşmalara Sayın Bakan konuşmasında cevap verdi. O nedenle sizin bu konudaki söz talebinizi karşılayamayacağım. Amaç yerine gelmiş oldu.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, Süleyman Bey, tabii, Hükûmet adına konuştu ama aynı zamanda “AK PARTİ Grubunun politikaları” ifadesiyle, grubumuzu ilzam eden…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, duyulmuyor Sayın Bostancı’nın sözleri, lütfen efendim, sükûnete davet ediyorum.

Sayın Bostancı, bir daha söyler misiniz?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Efendim, “AK PARTİ’nin politikaları” denilerek grubumuzu ilzam eden bir anlayışla ifade edildiği için, grubumuza da yönelik bir sataşma vardır. Bu çerçevede söz talep ettim.

BAŞKAN – Sayın Bostancı, bakınız, ben Sayın Demirel’in konuşmasını dikkatle dinledim. Hükûmeti soykırım yapmakla suçladı. Burada çok doğal olarak bir sataşma vardır. Siz bunun AK PARTİ grubuyla bağını ifade ederek söz istediniz. Hükûmetin politikalarını veya AK PARTİ’nin politikalarını eleştirmek, başlı başına eleştirmek siz de takdir edersiniz ki bir sataşma gerekçesi oluşturmaz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Eleştiri değil efendim, “AK PARTİ politikaları” denilirken…

BAŞKAN – Hangi cümle efendim, hangi cümle sataşmadır?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Devletin katliam ve soykırım yaptığı, bunun da AK PARTİ politikalarının neticesi olduğu ifade edilince bu doğrudan doğruya gruba yönelik bir sataşma.

BAŞKAN – Şöyle yapalım Sayın Bostancı: Ben, Hükûmetin soykırım yaptığı yönünde bir değerlendirmesini duydum ama belki eksik duymuş olabilirim.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Devletin… Bakabilirsiniz tutanaklara.

BAŞKAN - Tutanakları getirteceğim, bakacağım. Eğer Sayın Bakanın Hükûmet olarak cevap verdiği hususlar dışında Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna yönelik sataşma olarak değerlendirebileceğimiz bir cümlesi varsa ben talebinizi karşılayacağım.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, esasen talebimi karşılamıştınız ama bir takdim tehir meselesi dolayısıyla...

BAŞKAN – Hayır, bakın “Ben talebinizi olumlu karşılayacağım.” dedim. Sayın Bakanın, öncesinde gündem dışı konuşmaya cevap verme yönünde bir söz talebi olmuştu. Sayın Bakan bu söz hakkını kullanırken Sayın Demirel’in sataşmasına da cevap vermiş oldu. Yani şöyle olabilirdi: Sayın Bakan yerine otururdu, Hükûmete yönelik bir sataşma var gerekçesiyle tekrar söz talep edebilirdi. Ben, Hükûmete yönelik bir sataşma olduğu için doğal olarak Sayın Bakanın bu talebini karşılardım. Sayın Bakan böylesi bir formaliteye gerek görmeksizin, konuşmasını yaparken söz konusu sataşmaya da cevap verdi Sayın Bostancı. İzninizle...

Sayın Akkaya, buyurun efendim.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) – Efendim, Sayın Bakan benim konuşmalarımı farklılaştırdı, adımı da kullandı. 69’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Nasıl farklılaştırdı Sayın Akkaya?

YAKUP AKKAYA (İstanbul) – Taşeronla ilgili ve İş Kanunu’yla ilgili, ki ben onu zaten şey yapmadım.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tutanaklara bakalım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bir saniye sayın milletvekilleri.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) – Adımı da kullanarak ifade etti Sayın Başkanım.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tutanaklara bakalım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Yani, sizin ifade ettiğiniz görüş dışında farklı bir görüş mü atfetti size?

YAKUP AKKAYA (İstanbul) – Evet... Evet...

BAŞKAN – Hangisi o?

YAKUP AKKAYA (İstanbul) – Taşeronlaşmayla ilgili. Hem taşeronlaşma hem İş Kanunu’yla ilgili olan düzenlemeleri benim konuşmama atfederek farklılaştırdı.

BAŞKAN – Sayın Akkaya, tutanakları getirteceğim. Sizin söz talebinizi de tutanakları değerlendirdikten sonra değerlendireceğim.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) – Tamam.

BAŞKAN – Peki Sayın Akkaya.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Demirel, daha önceden beri Sayın Tanal ayağa kalkıyor.

Buyurunuz Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, biraz önce Sayın İnceöz Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşurken “Devlet güneydoğuda meşru müdafaa hakkını kullanıyor.” dedi. Birleşmiş Milletler Cenevre Sözleşmesi’ne göre meşru müdafaa hakkı iki devlet arasında olur. Bu cümle gaf bir cümledir, kabul edilebilir bir cümle değildir; bunun Meclis tutanaklarından çıkarılmasını talep ediyorum.

BAŞKAN – Söyledikleriniz tutanaklara geçmiştir.

Teşekkür ederim Sayın Tanal.

Sayın Demirel...

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, Sayın Bakan konuşmasında hem bize dönerek hem de konuşmasının tamamında yani normalde cevap anlamında değil, özelde halkı bizim tedirgin ettiğimizi, zaten halka ilişkin bir baskı uyguladığımızı, bunu da burada konuşmamıza ilişkin genel bir sataşmada bulundu yani ona ilişkin söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Demirel, 69’uncu madde çerçevesinde size iki dakika süreyle söz veriyorum.

Sayın Demirel, lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyiniz efendim.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun gündem dışı konuşmaya cevaben yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Şimdi, aslında, halkı kimin tedirgin ettiğini, halkı kimin kışkırttığını, kimin bu politikaları uyguladığını, Sayın Bakan iktidarda ve Hükûmette olduğunu unutarak ifade etti. İktidarda ve Hükûmette olan kendileri ve Bakanın Bakanlık yetkileriyle aslında sorunları çözmesi gerekirken… Tam da Dicle’yi eğer kalbinde hissediyorsa, içinde hissediyorsa, Dicle’ye dökülen insan uzuvlarını, kadın cesetlerini acaba bu iktidar nerede hissediyor? Onlara ilişkin vermiş olduğumuz önergelerin hiçbirine cevap alamadık. Eğer orada hissediyorsa… Hâlâ cenazelerin alınmadığı ve bugün itibarıyla tam, 2 Aralıktan itibaren sokağa çıkma yasağının olduğu Sur’da, beş aydır insanların, ailelerin kendi çocuklarının cenazelerini alamadığı bir yerde, iktidar eliyle, Hükûmetin yetkisiyle ve talimatıyla orada bir klip çekiliyor. Havadan insansız hava araçlarıyla ve bütün ekiplerle orada bir klip çekilmesine izin veriliyor. Yani, artık biz hangi birini burada söyleyelim.

Üçüncüsü: Rahatlıkla burada konuşuyorsak halkın vermiş olduğu yetkiyi ve halkın taleplerini burada ifade edeceğiz. Yani, kürsüyü bile bize bir tehdit aracı olarak gören Sayın Bakana özelde şunu söylemek istiyorum: Bu, halkın kürsüsüdür. Halk bize bu yetkiyi vermişse biz yaşananların hepsini bire bir burada ifade edeceğiz. Sayın Bakan, oralarda kalan ve oralarda yaşayan, halkla iç içe olan bizleriz, partimizin milletvekilleridir. Sizin bir iki defa oraya gelip gitmenizle sorunları çözmeniz ya da yerinden dinlemeniz mümkün değildir. O yüzden, onu hissetmeniz de mümkün olmayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Hissetmediğiniz için bugün burada bu tür durumlar gerçekleşiyor diyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Nasıl ayrımcısın ya! Nasıl ayrımcısın! Yazık ya!

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bostancı.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, Çağlar Hanım’ın bahsettiği klibi biliyoruz; şu polislerin çektiği klip değil mi, maskeli birisi çekiyor. Sur’un içerisinde…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Evet, kimsenin giremediği.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Hiçbirimiz giremiyoruz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bu, kesinlikle legal bir çekim değil, devletin, Hükûmetin yaptığı bir çekim değil.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Kim yaptı?

BESİME KONCA (Siirt) – Kim çekmiş?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bunu yapan polise ilişkin olarak tespit edilmiş ve hakkında soruşturma açılmıştır.

Sayın Başkanım, esasen, bu tür ortamlarda terörle mücadele edilirken bu ortamı provoke etmek isteyen, bundan sonuç çıkarmak isteyen çok çeşitli güçler…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Kameralarla falan… Naci Bey, yapmayın Allah aşkına!

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Yasağın devam etmesi provokasyon değil, değil mi?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – …böylesine kendilerine PR imkânı sağlayacak unsurları kullanmak istiyorlar. Devletin meşru bir şekilde yürüttüğü mücadeleyi gölgelemek için, halk nezdinde karalamak için bu tür unsurları başka yerlerde, başka şekillerde de kullanmaya çalıştılar.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Yasağı kaldırın. O zaman yasağı kaldırın.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bahsedilen klibe ilişkin olarak soruşturma açılmıştır, ilgili kişi de bunun hesabını verecektir.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, tutanaklara girmesi açısından, müsaade ederseniz bir iki ben de Sayın Bostancı’nın söylemiş olduğu durumu ifade edeyim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Demirel.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Diyarbakırlıyız, Diyarbakır’da yaşıyoruz. Beş aydır, sokağa çıkma yasağının olduğu yerde, 9 milletvekilimizle birlikte ve orada yaşayan halk dâhil olmak üzere -bizler milletvekiliyiz, beş ay bitti- hâlâ o bölgeye adım atamadık. Adresler verilmesine rağmen, cenazelerin nerede olduğuna dair adres verilmesine rağmen aileler çocuklarının cenazesini alamadı.

Ve orada nasıl oluyor da -Vali kuş uçurtmadığını söylüyor, Hükûmet burada- İçişleri Bakanlığı bizlerin oraya girmesine izin vermemesine rağmen, bir birey ya da bir kişi orada provokasyon yaratmak için bir klip çekiyor? O klibi incelerseniz, o klipteki sözler yanımızda, zamanımız olursa burada tek tek sözleri de ifade edebiliriz, sokak aralarında gezilerek -bir silahla, bir televizyon- ve anons edilerek nasıl oluyor da bu bir provokasyonla, bir kişi tarafından ya da 2 polis tarafından ya da bir başkaları tarafından Hükûmetin bilgisi dâhilinde olmadan orada bir çekim yapılıyor? Telsizden anons geliyor, silah yanında ve insansız hava uçaklarıyla görüntü alınıyor ve aynı zamanda kamera ekipleriyle bir filme çevrilecek bir klip organize ediliyor. Siz bunu nasıl böyle sadece bir kişinin yapmış olduğu bir provokasyon olarak değerlendirebilirsiniz? Tamamen orada Valinin, Hükûmetin bilgisi dâhilinde olan bir durumdur.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - Evet, soruşturma başlatıldığı ifade edilmiştir ama bunun sadece bir kişi tarafından yapılmadığını ve bunun bir konsept çerçevesinde gerçekleştiğini bir kez daha buradan ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, klipler, duyulsun, başkaları da öğrensin, bilsin diye yapılır. Ben o klibin sözlerini burada tekrar etmek istemem…

BESİME KONCA (Siirt) – Edin, niye etmiyorsunuz, madem oradaki halkı savunuyorsunuz!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – …çünkü bunu mahzurlu görürüm, bunu uygun bulmam.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Niye?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bunun kasıtlı bir şekilde yapıldığı inancındayım, kişisel kanaatim. Aynı zamanda devlet de buna ilişkin bir soruşturma açmış.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – Hafriyatlardan cenaze çıkarılırdı, cenazeler!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Klibi yaygınlaştırmak isteyen ancak bu provokasyona hizmet etmek isteyenler olabilir.

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) – O zaman girelim!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Soruşturma neticelenecektir, ne olduğunu göreceğiz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Bostancı’ya soruyoruz: Kim yaptı bu kastı o zaman?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, elektronik sisteme…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Kasıtlıysa, milletvekillerinin girmediği bir yerde kim yaptı?

Teşekkürler Başkan.

BAŞKAN – Sayın Demirel, teşekkür ederim, tutanaklara geçmiştir her şey.

Teşekkür ederim.

Şimdi, elektronik sisteme girerek söz talep eden sayın milletvekillerine talep sırasına göre söz vereceğim.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Genel Kurul çalışmalarına dönen AK PARTİ Grup Başkan Vekili Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’ye “Hoş geldiniz.” dediğine ve başarılar dilediğine ilişkin konuşması

BAŞKAN - Bu sırada, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli’ye hoş geldiniz diyorum, çalışmalarında başarılar diliyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

Söz verme işlemine başlıyorum.

Sayın Altaca Kayışoğlu…

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun gündem dışı konuşmaya cevaben yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ve LYS sınavına girecek olan bazı gençlerin sistem değişikliğinin kurbanı olduklarına ilişkin açıklaması

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben öncelikle bütün emekçilerin 1 Mayıs Bayramı’nı kutluyorum.

Biraz önce Sayın Bakan on beş dakika çalışma hayatıyla ilgili konuştu ama hiç somut bir şey sunmadı. Emekçilerin talepleri çok basit: Yıllardır, yüz yıllardır mücadele ederek elde ettikleri kazanımların yok edilmesini istemiyorlar. Kıdem tazminatı yasasının ısıtılıp ısıtılıp getirilmesini istemiyorlar. Kiralık işçilik yasasının geri çekilmesini istiyorlar. Bunları yerine getirirlerse elbette ki biraz önceki konuşmaları anlam kazanacaktır.

İkincisi, LYS sınavına girecek olan gençlerimiz yine bir sistem değişikliğinin kurbanı oldular ve harçlarını süresinde yatıramayan gençler maalesef sınava giremiyorlar ve sınava hazırlanmak için yıllarca harcadıkları emekleri boşa gidiyor, bir yıl daha kaybedecekler sınava girmek için. Mağdur olan bu gençlerimize bir şans daha tanınması için gerekli değişiklerin yapılması…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tanal…

2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Şanlıurfa’da yaşanan elektrik kesintileri ile işsizlik sorununa ve GAP Eylem Planı’nın ne zaman bitirileceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Şanlıurfa’nın şu anda 3 tane çok temel sorunu var:

1) TEDAŞ’ın sürekli elektrikleri kesmesi nedeniyle sulu üretim yapan vatandaşlarımızın ürünleri kuruma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

2) Aşırı derecede işsizlik var Şanlıurfa’da.

3) Şanlıurfa’da GAP Eylem Planı bitirilmediği için Şanlıurfalı hemşehrilerimiz Adana’ya, Malatya’ya, Aydın’a ve Karadeniz’e hem çapa hem pamuk hem fındık toplamaya gidiyorlar. Nisan ayından itibaren Urfa’nın yarısı boşaldı. Urfa’nın bu mağduriyeti ne zaman giderilecek? Halkımız bu kadar destek veriyor ama maalesef, iktidar olarak bu GAP Eylem Planı bitirilmediği için Urfa’daki bu sorunlar bitmiyor. Bunun ne zaman bitirileceği hususunda net bir açıklama yaparsanız… Halkımız bu konuda haber bekliyor, bilgi bekliyor.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Özkan…

3.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, Kut bayramına ilişkin açıklaması

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Yüz yıl evvel Kutülamare’de İngiliz ordusunu teslim alan Mirliva Halil Paşa bugünü şu sözlerle bayram ilan etmiştir: “Arslanlar, bugün Türklere şeref, şan; İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprakların güneşli havasında şehitlerimizin ruhu şad ve şendir. Hepinizi pak alınlarınızdan öperek tebrik ederim. İki yüz yıldır tarihimizde olmayan zaferi bize yaşatan Yüce Allah’a hamt ve şükürler olsun. Kut’ta şehit ve yaralılar verdik fakat İngiliz ordusundan 13.800 general, subay, er esir aldık; 30.000 zayiat verdirdik. Bugüne ‘Kut Bayramı’ adını veriyorum. Ordumun her ferdi her yıl bugünü kutlarken şehitlerimize Yasinler, Tebarekeler, Fatihalar okusunlar. Mirliva Halil, 6’ncı Ordu Komutanı.”

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

4.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, Evin Okula Yakınlaşması ve Değişen Anne Baba Rolleri Projesi kapsamında Bakanlık bütçesinden kamu kaynaklarının belli bir kesime aktarılmasıyla ayrımcılık yapıldığına ve bu projenin sonlandırılması konusunda Millî Eğitim Bakanına çağrıda bulunduğuna ilişkin açıklaması

SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Millî Eğitim Bakanlığının, Evin Okula Yakınlaşması ve Değişen Anne Baba Rolleri Projesi kapsamında imam-hatip okullarına gönderdiği yazıda, imam-hatip okullarında öğrencisi olan anne ve babaların seminerlere katılması, hatta katılmayan velilerin evlerinin ziyaret edilmesi talimatı verdiği basında yer almıştır. Projenin yürütülmesi için 120 bin lira kaynak aktarılması ileri sürülmektedir. Velilere verilecek seminer konularının bazıları: Çocukluluk ve gençlik döneminde din eğitimi, televizyon, cep telefonu, İnternet, sosyal medya, madde bağımlılığı gibi konular. Bütün vatandaşlarımızın vergisiyle oluşan Bakanlık bütçesinden ayrımcılık yapılarak kamu kaynaklarının belli bir kesime aktarılması uygulamasına ve veliler arasında yapılan bu ayrımcı uygulamaya neden olan bu projenin sonlandırılması konusunda Millî Eğitim Bakanına çağrıda bulunarak sorumluluğa davet ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bektaşoğlu…

5.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, Karadeniz’de, özellikle de Giresun’da yaylalarda yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Giresun’un kırsalda yaşayan nüfusunun büyük bölümü geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlıyor. Özellikle bu aylarda hayvanlarıyla birlikte yaylalara göç eden halkımız, eylül ayına kadar atalarından, dedelerinden kalma obalarda, meralarda, yaylaklarda yaylacılık geleneğini sürdürüyor. Ancak Karadeniz’de, özellikle de Giresun’da çok ciddi yayla sorunları yaşanıyor. İl yöneticileri 2/B, Mera ve diğer yasa ve yönetmeliklere dayanarak halkımızın evlerini başına yıkıyor. Hatta, mahkeme süreçleri devam eden yaylaklarda bile kafalarına göre aldıkları kararları uyguluyorlar. Hükûmet, bir taraftan yaylaları birbirine bağlama adı altında ormanları yok ederek Yeşil Yol yapıyor, yandaşlarına ocak açtırıp siyanürle altın ayrıştırmasına izin veriyor, çarpık yapılaşmaya göz yumuyor, her yeri ranta açıyor, önüne gelene her fırsatı vererek çevre, doğa katliamına destek oluyor, geleceğimizi karartıyor; bir taraftan da çevreci kesilip yaylalarda, yaşamını, geçimini yaylacılığa bağlamış halkımızın tek odalı evleriyle uğraşıyor. Çevre, Orman, Tarım ve diğer ilgili bakanları bu konuda uyarıyor, halkımızın mağduriyetlerinin giderilmesi için ilgilileri çalışmaya davet ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Yarayıcı…

6.- Hatay Milletvekili Hilmi Yarayıcı’nın, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına ilişkin açıklaması

HİLMİ YARAYICI (Hatay) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Dün alanlarda emekçi kardeşlerimizle emeğin ve dayanışmanın günü olan 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı türkülerle, halaylarla kutladık. Bu vesileyle, tüm emekçilerimizin bayramını bir kez daha kutluyorum.

Bakırköy’deydik ancak kalbimizin bir yarısı da Taksim Meydanı’ndaydı. Taksim Meydanı’nı gerçek sahibi emekçilerden ve halktan korumak için iktidar binlerce polis ve TOMA’larla âdeta kuş uçurtmadı. Yıllardır bu tavrınızı sürdürüyorsunuz. Oysa alanda kutlamalara izin verildiğinde hiçbir olay yaşanmadığını hepiniz çok iyi biliyorsunuz, yaşanmadığı için de rahatsız oluyorsunuz. Çünkü bu anlamlı gün gerginliklerle ve olaylarla anılırsa yüz binlerin toplanmasını engellemiş olacağınızı düşünüyorsunuz. Ne kadar engellemeye çalışırsanız çalışın, Taksim 1 Mayıs kutlama alanıdır ve sonsuza kadar öyle kalacaktır. Türkiye işçi sınıfı bunun bedelini 1977’den bu yana sürekli ödemeye devam ediyor. Daha da bedel ödenmesini istiyorsanız emin olun, halklarımız bu bedeli ödemeye hazırdır.

Yaşasın, emek, dayanışma ve mücadele günü. Yaşasın 1 Mayıs.

BAŞKAN – Sayın Şeker…

7.- İstanbul Milletvekili Ali Şeker’in, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına, Hükümetin özel istihdam bürolarıyla tam güvencesiz çalışmayı dayattığına ve Türkiye’de gelir dağılımında adaletsizliğin arttığına ilişkin açıklaması

ALİ ŞEKER (İstanbul) – 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutluyorum. 1977’de katledilenleri saygıyla anıyorum.

AKP Türkiyesi, yandaş taşeron cumhuriyetine çevirdi ülkemizi. Daha öncesinde taşeron sistemi vardı, şimdi de özel istihdam bürolarıyla tam güvencesiz çalışmayı yani beterin beteri çalışma düzenlerini dayatmakta yeni kanunlar çıkararak.

Bir yanda işçilerin parası olan İşsizlik Fonu’nu kendi yandaşlarına vermek için, işçilere seçim propagandasında kullanmak için geçici işçilikte harcıyorlar ve İŞKUR’a geçici işçiler alıyorlar. Biz diyoruz ki bu ülke istihdam alanlarını genişletsin, işçiler güvenceli çalışabilecekleri ortam bulabilsinler. Bir yandan da Türkiye’de gelir dağılımında adaletsizlik gittikçe arttı. Yüzde 1’lik gelir dilimi, AKP iktidara geldiğinde ülkenin gelirinin yüzde 39’unu alıyordu, en zengin yüzde 1 şu anda ülke gelirinin yüzde 54’ünü alıyor. AKP iktidara geldiğinden beri, en yoksul yüzde 90’lık kesimden yüzde 10’luk para bu yüzde 1’lik kesime aktarıldı. AKP’nin adaletsizliği işçilere karşı devam ediyor hâlâ.

BAŞKAN – Sayın Arslan…

8.- Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın, Meclis Başkanının laiklikle ilgili beyanlarıyla yeminine sadık kalmadığına ve görevinden istifa etmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.

Laiklik, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması demektir. Laiklik, din ve vicdan özgürlüğünün temelidir. Laiklik, inanç ve ibadetlerin özgürce yapıldığı bir rejimdir. Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımız İsmail Kahraman, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Meclis Başkanıdır, AKP’nin başkanı değildir. Laik cumhuriyete bağlı kalacağına dair bu Mecliste yemin etmiştir. Yeminine sadık kalmayarak “Laiklik Anayasa’dan çıkarılmalıdır.” diye beyanda bulunmuştur. Artık Meclis Başkanlığını sürdüremez, bu görevinden istifa etmelidir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ertem…

9.- Hatay Milletvekili Birol Ertem’in, yıllarca çalıştığı hâlde hiç sigortalı olamamış yüz binlerce işçi bulunduğuna ve bu konularda işverenlerin daha ciddi denetlenmesini dilediğine ilişkin açıklaması

BİROL ERTEM (Hatay) – Üzerinde konuşacağım konu, ülkemizde çalışan milyonları ilgilendiren bir konudur, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının not alması ve gereken yasal düzenlemeyi yapması umuduyla Meclis Genel Kurulunun dikkatine sunuyorum.

SSK primi ödemeden işçi çalıştırmak yasak olduğu hâlde bazı işverenler işçileri işe aldıktan sonra henüz bir ay bitmeden işçiyi işi bırakmış gibi, işten çıkmış olarak göstermekte, sonra tekrar işe girme işlemi yaparak sigorta primlerini ödemekten imtina etmektedirler. Ülkemizde bu şekilde yıllarca çalıştığı hâlde hiç sigortalı olamamış yüz binlerce işçi bulunmaktadır. Bu adaletsizliğe son verilmesini ve bu konularda işverenlerin daha ciddi denetlenmesini diliyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Akın…

10.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın’ın, Balıkesir’in Gönen ilçesinin bazı mahallelerinde yaşanan içme suyu sorununa ilişkin açıklaması

AHMET AKIN (Balıkesir) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Gönen ilçemizin Turplu, Kavakalanı, Ulukır, Çifteçeşmeler, Dişbudak, Gebeçınar mahallelerinde grup içme suyu sistemi çalışmıyor. 1970’li yıllardan bu yana kullanılan ana iletim hatlarındaki metal borular çürümüş vaziyette, su iletimi yapılamıyor. Bu mahallelerde yaşayan hemşehrilerimiz uzunca süredir sudan mahrum durumdalar, tankerlerle su taşımak zorunda kalıyorlar. Konuyu defalarca Balıkesir Büyükşehir Belediyesine bildirdiler, gerekli müracaatlarını yaptılar ama her ne hikmetse hâlâ bir gelişme olmadı. Bu sorunu çözmeye yönelik Büyükşehir Belediyesinin de bir girişimi yok. Yeni Büyükşehir Yasası’nın yarattığı sorunların her gün yenilerine şahit oluyoruz. Buradan, hem Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı hem de diğer ilgili ve yetkililere sesleniyorum: Bu 6 mahallemizde, burada yaşayan hemşehrilerimiz sizden hizmet bekliyor.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Havutça…

11.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça’nın, Diyanet İşleri Başkanının laikliğe aykırı eylem ve söylemleriyle açıkça Anayasa’yı çiğnediğine ilişkin açıklaması

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Anayasa'mızın 2’nci maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak düzenlemiştir; 4’üncü maddesi ise değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükmünü içermektedir. Meclis Başkanının laikliğe aykırı açıklamalarından sonra Türkiye'deki birçok kamu görevlisi laikliğe aykırı eylem ve söylemlere devam ediyor.

Bakın, Anayasa'mızın 136’ncı maddesi “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” demektedir. Oysa, Diyanet İşleri Başkanı bugün laikliğe aykırı eylemleriyle, söylemleriyle açıkça Anayasa'yı çiğnemektedir.

Buradan savcılara suç duyurusunda bulunuyorum: Diyanet İşleri Başkanının laikliğe aykırı söylemleriyle ilgili suç duyurusunda bulunarak harekete geçmelerini bekliyoruz.

BAŞKAN – Sayın Durmaz…

12.- Tokat Milletvekili Kadim Durmaz’ın, Tokat’ın bazı ilçelerinde don nedeniyle mağdur olan üreticilerin borçlarının ertelenip ertelenmeyeceğini ve İŞKUR’un işçi alımlarını neye göre yapacağını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

KADİM DURMAZ (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Tokat’ta geçimini kiraz, şeftali, erik, armut ve benzeri meyvelerle sürdüren köylülerimizin 17 Mart gecesi don, 18 Nisanda dolu, 22 Nisanda kalanı donla bütün kazançları hibe olan Çöreğibüyük, Kızılköy, Bulaköy, Döllük, Ballıdere, Kılıçlı, Dedeli, Kocacık, Yayladalı, Kemalpaşa, Akyamaç, Kömeç, Çerçi, Söngüt, Büyükbağlar, Emirseyit, Güryıldız beldelerinin bu yıllki üretimlerinden ödeyecekleri tarım kredi ve Ziraat Bankasına olan borçlarını Hükûmet ertelemeyi planlıyor mu?

İkincisi: İŞKUR, Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde seçim kazandıran bir kurum hâline geldi. Bir bölüm işçi şu anda çıkarıldı, yenileri de alınıyor. Hakkaniyet, vicdan ölçüsünde kurayla mı alınacak bu işçiler; yine, geçmişte olduğu gibi Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticilerinin verdiği listeyle mi alınacak? Bunu öğrenmek istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Kerestecioğlu…

13.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, TMMOB ve TTB tarafından hazırlanan Soma Maden Faciası İnceleme Raporu’na ve iktidarın evrensel çalışma ilkelerine değil, evrensel kapitalizm ve tekellerin ilkelerine uyduğuna ilişkin açıklaması

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Geçtiğimiz günlerde TMMOB ve Tabipler Birliği tarafından zorlu bir mücadele sonucu hazırlanan Soma Maden Faciası İnceleme Raporu açıklandı. “Zorlu bir mücadele” ifadesinin nedeni, Maden Faciası İnceleme Raporu’nu hazırlamak için bile maalesef, mahkeme kararına ihtiyaç duyulmasıydı. Soma’da maksimum 25 derece olması gereken sıcaklığın 45 derece olduğu ve kaza öncesi ve sonrasında da devam eden meslek hastalıkları tespit edildi. Evet, yaşasın 1 Mayıs, ama kucaklayacaksanız hamasetle değil, gerçekten yaşayan işçileri kucaklamanız gerekir.

Ayrıca, dün “Diktatöre diz çökme.” diyen pankartlar, Amedspor’un pankartları 1 Mayıs alanlarına alınmadı keyfî olarak. 1 Mayıs 77 katliamını bugün anmak, yine, hamasetle kolay ama bu katliamın sorumluları hâlâ ortaya çıkartılmadı. Bugün, bilinmelidir ki, iktidarın uyduğu ilkeler evrensel çalışma ilkeleri değil, evrensel kapitalizm ve tekellerin ilkeleridir; yapılması gereken, iş cinayetlerinin önlenmesidir.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Sayın Doğan…

14.- İstanbul Milletvekili Selina Doğan’ın, İstanbul Gaziosmanpaşa’da yaklaşık 30 bin evi kapsayan acele kamulaştırma kararına ilişkin açıklaması

SELİNA DOĞAN (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Bakanlar Kurulu, İstanbul Gaziosmanpaşa’da yaklaşık 30 bin evi kapsayan bir acele kamulaştırma kararı alarak kamulaştırma yetkisini Gaziosmanpaşa Belediyesine vermiştir. Bu karar yaklaşık 110 bin kişiyi etkilemektedir. Eğer on gün içinde bu karardan dönülmezse 110 bin kişi evsiz kalacaktır. Daha önce Bakanlar Kurulu aynı bölgeyi riskli alan ilan etmiş, ancak Danıştay bu kararı bozmuştur. Bu hukuksuzluk şimdi acele kamulaştırma kararıyla aşılmaya çalışılmaktadır. Bakanlar Kurulu açıkça yetkisini kötüye kullanmaktadır. Tüm bu kararlar, kararlardan doğrudan etkilenecek vatandaşlara sorulmadan alınmıştır. Gaziosmanpaşalılar kendilerine sorulmadan, tıpkı Sulukuleliler, tıpkı Ayazmalılar gibi yerlerinden sürülmek istemiyorlar. Gaziosmanpaşalılar hayatlarını kurdukları mahallerinde, ilçelerinde kalmak istiyorlar.

Gaziosmanpaşalıların başlattığı hukuki mücadeleyi sonuna kadar destekliyoruz. Gaziosmanpaşa’yı ve İstanbul’u rant çevrelerine kurban etmeyeceğiz. Bu karardan bir an önce dönülmesini talep ediyoruz.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Sayın Gürer…

15.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına ve Niğde Bor Şeker Fabrikasında 345 işçinin seslerini duyurabilmek için bir ay boyunca ücret almadan iki saat fazla mesai yapma eylemi başlattıklarına ilişkin açıklaması

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Dün 1 Mayıs Emek Bayramı’nı kutladık. Tarlada, fabrikada, emeğin olduğu her alanda 1 Mayıslar yaşamaya devam edecektir.

1 Mayıs öncesi Niğde Bor Şeker Fabrikasında 345 işçi anlamlı bir eylem başlattı. Geçici işçilik, kiralık işçilik, kıdem tazminatı, taşeron işçilik gibi sorunların yanında, şeker fabrikalarında yıllardır çalışan, yeterli teknik bilgi ve tecrübeye sahip işçilerin sürekli kadroya alınmamasına tepki gösteriyorlar, bu konuda verilen sözler tutulsun istiyorlar. İşçiler seslerini duyurmak amacıyla bir ay boyunca ücret almadan, iki saat fazla mesai yapma eylemi başlattılar. Sendika Başkanı “Amacımız devletle didişmek değil, fabrikaya ve üretime sahip çıkmaktır. Çalışma yaşamı ve üretim olumsuzluklarının giderilmesini bekliyoruz.” açıklamasını yaptı. 21/12/2015 tarihinde şeker fabrikası işçilerinin sorunlarıyla ilgili, Çalışma Bakanlığına yazılı bir soru önergesi de verdim. Şeker sanayisine kadro tahsis edilmesi, geçici işçi statüsünde çalışanların bir an önce kadroya, işe alınmaları beklentileridir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının biraz evvelki konuşmasında çizdiği tablo ülkenin gerçekleri değildir.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gürer.

Şimdi, söz talep eden sayın grup başkan vekillerine söz vereceğim.

Buyurunuz Sayın Akçay.

16.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, milletin terörle mücadelede kesin sonuç alınmasını beklediğine ve Manisa’da şehir hastanesinin inşaatında meydana gelen göçükte 3 işçinin toprak altında kaldığına ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

1 Mayıs 2016 günü yani dün 7 evladımız, askerimiz ve polisimiz Türk milletinin birliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı, ülkemizin bütünlüğü uğruna, vatandaşımızın can ve mal güvenliği için şehit olmuştur. Gaziantep Emniyet Müdürlüğüne düzenlenen bombalı araç saldırısında 2 polisimiz, Nusaybin’de roketli saldırıda 3 askerimiz, Dicle’de Jandarma Tabur Komutanlığına düzenlenen bombalı araç saldırısında 1 askerimiz, Şırnak’ta terörle mücadelede yine 1 askerimiz şehit düşmüştür. Terör örgütünün bu hain saldırılarında 59 güvenlik görevlimiz ve 4 vatandaşımız da yaralanmıştır. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli yakınlarına ve büyük Türk milletine başsağlığı ve yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum. Bütün bu alçak saldırıları lanetliyorum.

Tam üç yıl önce, 27 Nisan 2013’te dönemin Başbakanı terörün bittiğini ilan etmişti, Türkiye'nin makûs talihinin değiştiğini ifade etmişti ve bazı vatandaşlarımıza bazı vaatlerde bulunuyordu. Munzur’dan kardelenler, Cudi’den yediverenler toplanacaktı, dağlarda piknik yapılacaktı, Dicle ve Fırat’ta korkusuzca serinlenilecekti, teröristler silah bırakacak, Türkiye derin bir nefes alacaktı. Bu iddiaların hiçbirisi, maalesef, gerçekleşmedi çünkü terör örgütlerinin tabiatında, doğasında neler yattığı idrak edilememişti. Yani, bir meşhur deyimle: Fıtratında silah bırakmak, eylem yapmamak yoktu. “Analar ağlamayacak.” deniyordu ve maalesef, neredeyse ağlamayan ana kalmadı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Mikrofonunuzu açıyorum.

Sözlerinizi tamamlayınız Sayın Akçay.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Mesele Türk milletinin birliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ve vatanımızın bütünlüğüdür. Milletimiz terörle amansız mücadelede kesin sonuç alınmasını beklemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ayrıca, Manisa’da yapımı yılan hikâyesine dönen şehir hastanesinin inşaatında bugün sabah bir göçük meydana gelmiş ve 3 işçi toprak altında kalmıştır. Manisa şehir hastanesi için 2004-2005 yıllarından itibaren çeşitli vaatlerde bulunuluyordu. Ve Manisa yıllarca oyalandıktan sonra inşaat başlamış ancak Hükûmet hatasını örtbas etmeye çalışırken bu sefer de işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmamıştır. Bugün yaşanan olayı “fıtrat” ya da “kaza” gibi ifadelerle geçiştirmek mümkün değildir. Bu hastanenin temel atma töreni 1 Aralık 2013 tarihinde yapılmıştı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akçay.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Tamamlıyorum.

Aradan geçen iki buçuk yıla rağmen binanın sadece 3’üncü katı görülebilmiştir ve sonuç olarak, 3 işçimizin bir an önce sağlığına kavuşmasını ve şehir efsanesine dönen bu şehir hastanesinin de bir an önce tamamlanmasını diliyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Altay…

17.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, iktidar partisinin eleştiriye tahammülsüzlüğünün Türkiye Büyük Millet Meclisinin gerilimli bir ortamda çalışması sonucunu doğurduğuna ve geçen hafta Bolu Milletvekili Tanju Özcan’a verilen Meclisten geçici çıkarma cezasını protesto ettiğine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçtiğimiz hafta çarşamba ve perşembe günleri Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurulunda ve Anayasa Komisyonu toplantı salonunda kamuoyunda da tasvip görmeyen, Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışmayan hadiseler yaşandı.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son yirmi dört saat içinde 7 şehit, 68 yaralı var bu ülkede. Bununla birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisi yerleşkesinden ambulanslarla yaralı milletvekillerinin hastaneye taşınma görüntüleri sadece Türkiye’deki terörize olmuş ortamı daha çok teşvik etmekten başka bir işe yaramaz. Hep söyledim, söylüyorum: Siyaset öncelikle nezaket ve vicdan işidir. Bununla beraber, demokrasi bir tepki ve protesto rejimidir ve olmazsa olmaz eleştiri, öz eleştiridir. Devlet yanlış yaparsa devlet de eleştirilecektir; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı yanlış yaparsa onlar da eleştirileceklerdir. Bu hep böyle olacak, olmaya devam edecektir. İktidar partisinin sayısal çoğunluğuna da dayalı olarak eleştiriye tahammülsüzlüğü, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gerilimli bir ortamda çalışması gibi, olmaması gereken bir ortamı doğurmaktadır.

Devleti korumak, kollamak, gerektiği hâllerde bütün milletvekillerinin görevidir. İktidar partisi mensupları devletin özel muhafızı değildir. Devlet yanlış yapmışsa bunun söyleneceği yer Türkiye Büyük Millet Meclisidir öncelikle. Nitekim, 1977’de Taksim’de, Uludere’de, Soma’da, Madımak’ta devletin yanlış ve aciz içinde olduğu anları bu ülke yaşamıştır. Bu konularda devletten hesap sormak öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyelerinin görevidir. Yanlış yapan üst düzey kimi siyasi ve devlet yetkililerini eleştirmek de çok doğal bir haktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum Sayın Altay, tamamlayınız lütfen.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Bu çerçevede, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı görevini yürüten bir zatın üzerine yemin ettiği Anayasa’ya da aykırı olarak Anayasa’dan laikliğin çıkarılması yönündeki görüşünü açıklaması hâlinde bu zata “IŞİD kafalı” demek de bir siyasi eleştiridir. Geçtiğimiz hafta böyle bir konudan dolayı bir milletvekilimiz Genel Kuruldan çıkarma cezası almıştır, çok yanlış bir cezadır, haksız bir cezadır, sayısal çoğunluğa dayalı bir cezadır. Bu cezayı da protesto etmek için tekrar ediyorum ki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı IŞİD kafalıdır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Altay.

Sayın Bostancı…

18.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Mecliste medeni bir dilin, karşılıklı anlayış ve iş birliğini esas alan bir yaklaşımın ve müzakereye dayalı bir perspektifin esas olması gerektiğine, devletin teröre karşı meşru bir mücadele yürüttüğüne ve 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Gandhi’ye “Batı medeniyeti hakkında ne düşünüyorsun?” diye sorarlar, o da biraz düşünür, sonra “Güzel fikir.” der.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Bir felsefe sözlüğü getirin şuradan!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Güzel fikirleri serdetmek farklı bir şey, pratiği yürütmek farklı bir şey. Parlamentonun çalışmasında her şey hukuk ve İç Tüzük değil. Hukuk ve İç Tüzük önemli, aynı zamanda medeni bir dilin teşekkülü, karşılıklı anlayışı ve iş birliğini esas alan bir yaklaşım ve her ne söylenecekse eleştiri adına elbette burada müzakereye dayalı bir perspektif esas olmalı.

İktidar partisinin sayısal çoğunluğu torbadan çıkmadı, milletin vermiş olduğu bir çoğunluktur ve bu çerçevede, bunun arkasında ne kadar halk desteği varsa, millet vermişse iktidara da bunu vermiştir. Ancak, biz, bize yöneltilen eleştirileri saygıyla dinlemeye devam ediyoruz, bunu dinlemeye de devam edeceğiz, bundan sonraki çalışmalarda da elbette bu itinayı göstereceğiz ama hakaret ile eleştirinin nereden geçtiğine ilişkin herhâlde herkesin düşünmesi lazım. Eğer Parlamentoda birtakım sevimsiz görüntüler yaşanıyorsa herkesin düşünüp “Hangi illiyet bağları içerisinde bunlar yaşanıyor?” diye akletmek ve Parlamentonun o medeni ortamına teşekkür için çaba göstermek herkesin boynunun borcu, bizim boynumuzun borcu, başka arkadaşların da boynunun borcu. Sonuçta bu Parlamentoyu çalıştırmak hepimizin görevi.

Sayın Başkanım, devlet terörle bir mücadele sürdürüyor. Dün de şehitlerimiz oldu, gazilerimiz oldu, evet. Bu, teröre, terör örgütünün meydan okumasına karşı devletin yürüttüğü meşru bir mücadeledir. Devlet bu mücadeleyi yürütürken halk ile terör örgütünü birbirinden…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – …ayırmaya dönük bir dikkatle davranıyor, itina gösteriyor, bunu sahada ortaya koyuyor. Yine de birtakım ihlallerin yapıldığını düşünen çevreler olabilir. Devlet bir hukuk devleti, mevcut meşru yollar var. Bu çerçevede müracaatlar yapılır -zaten bu müracaatlar yapılıyor- hak arama yolları açık ama esas itibarıyla devletin yaptığı teröre karşı bir mücadeledir, oturduğu bağlam burasıdır. Bu bağlamı unutmamak kaydıyla ve teröre karşı açık bir tavır almak şartıyla dile getirilecek her türlü eleştiriye eyvallah.

Üçüncü olarak, 1 Mayıs Bayramı’nı kutluyorum. Bir toplum, çıkarları itibarıyla birbirinden farklı ve hatta kimi zaman çelişik grupların ortaklığından oluşur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Önemli olan, bu çıkarları birbirinden farklı grupları ortak bir kader ve gelecek istikametinde toparlayabilmektir akılcı politikalarla. Parlamentonun görevi de budur.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Sayın Demirel…

19.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, Parlamentoda halkın temsiliyeti doğrultusunda her türlü düşünce, eleştiri ve ifade özgürlüğünün olması gerektiğine ve 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladığına ilişkin açıklaması

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan “İktidarın çoğunluğu elinde tuttuğu an itibarıyla her şeyi yapması mübahtır.” söylemini ilk başta kabul etmememiz gerektiğini ifade ediyorum. Muhalefetin ve bireylerin, milletvekillerinin eleştirileri, söylemleri neden bu kadar yadırganıyor, onu da anlamakta zorlanıyorum.

Bu Parlamentoda kürsü bu halkın kürsüsüdür. Bu halkın temsiliyeti doğrultusunda burada her türlü düşünce, eleştiri ve ifade özgürlüğü söz konusudur. Parlamento kürsüsünde kendisini ifade etmesine bile izin verilmeyen milletvekillerine yaklaşımı geçenlerde gördük, asla kabul edilmeyecek. Türkiye halkı bunu çok net gördü ve bundan sonra da bunu kabul etmeyeceğini bir kez daha ifade edeyim. “Çoğunluk bende, çoğunluk azınlığa saldırır.” mantığı tam da yaşadığımız bu süreçte yapılan uygulamaların pratikleşmesidir. Bu, 1 Mayıs için de geçerlidir; bu, Kürt illerindeki halka yönelik saldırılar için de geçerlidir.

Taksim’de kutlanması istenilen 1 Mayıs kutlamasına izin verilmemesi gerçekten kabul edilmeyecek bir durumdur. 1 Mayısta Sayın Bakanın burada olmasını isterdik, burada çok fazla konuştu, ifade etti ama muhalefetin ama bizim düşüncelerimizi dinlemek istemedi. Neden? Yüzleşmekten mi korktu? Çok net ifade edelim.

Bu 1 Mayısa ilişkin ben birkaç şey söyleyeceğim. 1 Mayıs; birlik, dayanışma ve mücadele günüdür. Tüm Türkiye’de halkımızın 1 Mayısını tekrar kutlayarak ifade etmek istiyorum ki: Aslında, şu anda, emekçiler ve işçiler, özel yasalarla, bu torba yasalarla “özel istihdam büroları” adı altında köleleştirilen ve bir mal gibi alınıp satılan bir duruma getirildi. Bu torba yasaların hayata geçmesiyle işçi ve emekçilerin, özelde de kadınların eve kapatıldığını ve özlük haklarının bile elinden alındığını görüyoruz. Kıdem tazminatını bile gasbeden bir anlayış söz konusudur. Yine, aynı şekilde OECD ülkeleri…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyoruz, sözlerinizi tamamlayınız lütfen.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Haftalık çalışma saatleri açısından OECD ülkeleri arasında 1’inci sırada yer alıyoruz. Yani, bu kadar haksızlığın, hukuksuzluğun uygulandığı bir ülkede hukuk devleti diyebileceğimiz bir şey kalmadı. Çünkü çok açık ve net bir şekilde, bizim bilmemize rağmen “Yargı da bizde, yasama da bizde, yürütme de bizde, her şey bizim elimizde.” diyen iktidarın kendisi, Hükûmetin kendisi. Bunları ifade eden bir Hükûmet, nasıl olur da “hukuk devleti” adı altında bazı şeyleri ifade edebilir? Sadece Diyarbakır’da 4.900 EĞİTİM-SEN üyesi hakkında bir soruşturma başlatılmıştır. Grev hakkı bile artık ihlal edilen işçi ve emekçilerin sendikal örgütlenmesinin bile önüne geçilmeye çalışılan bir genelgeden, Başbakanlık genelgelerinden ve yönetmeliklerden bahsedebiliriz. Böyle bir ülkede nasıl olur da demokrasiden, özgürlüklerden ve hukuk devletinden bahsedebiliriz?

Bu yüzden, ben, bunların, bir bütün olarak sorunların çözülmesi için gerçekten hepimiz kendimize düşen görevi yerine getirmek zorundayız diyorum ve tüm halkımızın 1 Mayıs Bayramı’nı kutluyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.29

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.49

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Ömer SERDAR (Elâzığ), Zihni AÇBA (Sakarya)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 83’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Gündeme geçiyoruz…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, bir açıklamam olacaktı.

BAŞKAN – Buyurunuz, mikrofonunuzu açıyorum Sayın Bostancı.

20.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Geçen hafta Meclis görüşmeleri sırasında Sayın Tanju Özcan’ın yapmış olduğu bir konuşma ve kullandığı bir ifade üzerine tartışma çıkmış ve Genel Kurul, İç Tüzük çerçevesinde bir karar vermişti. Sayın Engin Altay, bugün yapmış olduğu konuşmada bu karara katılmadığını, kullanılan ifadenin ağır bir eleştiri olduğunu, dolayısıyla protesto ettiğini ifade etti, böyle bir bağlam içerisinde aynı ifadeyi kullandı. Biz Sayın Altay’ın bu yaklaşımının karara ilişkin olarak bir protesto mahiyetinde bir bağlama oturduğu kanaatindeyiz. Esasen, sözlere anlamını veren, kimin hangi kasıtla kullandığı ve niyetinin ne olduğu hususları da kavramların içindedir. Sayın Tanju Özcan’ın kendine has bir konuşma stili var elbette, bunu Meclisteki bütün milletvekilleri biliyor, Sayın Engin Altay’ın da öyle. Eminim ki Sayın Engin Altay Sayın Meclis Başkanına yönelik eleştirilerini ifade edecek olsa hiç kimseyi, Sayın Meclis Başkanını da rencide etmeyecek en ağır eleştirileri dile getirme yeteneğine ve diline sahiptir.

Saygılarımla…

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisini Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde temsil edecek Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türk Grubu üyeliklerinin siyasi parti gruplarına dağılımında yapılan değişiklik sonucu Cumhuriyet Halk Partisinden boşalan üyeliklere Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından aday gösterilen 1 asil üye Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu ile 1 yedek üye Adıyaman Milletvekili Salih Fırat’ın seçilmesinin Başkanlık Divanınca uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/719)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 2’nci maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisini Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde temsil edecek Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türk Grubu üyeliklerinin siyasi parti gruplarına dağılımında yapılan değişiklik sonucu, Cumhuriyet Halk Partisinden boşalan üyeliklere Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından aday gösterilen 1 asil üye Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu ile 1 yedek üye Adıyaman Milletvekili Salih Fırat’ın seçilmesi aynı kanunun 12’nci maddesi uyarınca Başkanlık Divanınca uygun bulunmuştur.

Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                               İsmail Kahraman

                                                                                                 TBMM Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

B) Önergeler

1.- Başkanlıkça, Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu üyeliğinden istifasına ilişkin yazısının 27/4/2016 tarihinde Başkanlığa ulaştığına ilişkin önergesi (4/228)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Konya Milletvekili Sayın Mustafa Kalaycı’nın Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu üyeliğinden istifasına ilişkin yazı 27/04/2016 tarihinde Başkanlığımıza ulaşmıştır.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 19 milletvekilinin, Türkiye ve İzmir’de yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi öncesinde yapılması gereken çalışmaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/184)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye ve İzmir'de yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi öncesinde depremin etkilerini en aza indirebilmek için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ile 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırma komisyonu kurulmasını saygılarımızla arz ve talep ederiz.

1) Ahmet Kenan Tanrıkulu                                             (İzmir)

2) Erkan Akçay                                                             (Manisa)

3) Fahrettin Oğuz Tor                                                    (Kahramanmaraş)

4) Yusuf Halaçoğlu                                                       (Kayseri)

5) Erkan Haberal                                                          (Ankara)

6) Erhan Usta                                                               (Samsun)

7) Mustafa Kalaycı                                                        (Konya)

8) Saffet Sancaklı                                                         (Kocaeli)

9) Ruhi Ersoy                                                               (Osmaniye)

10) Mehmet Necmettin Ahrazoğlu                                  (Hatay)

11) Zihni Açba                                                              (Sakarya)

12) Deniz Depboylu                                                      (Aydın)

13) Arzu Erdem                                                            (İstanbul)

14) Mustafa Mit                                                            (Ankara)

15) Kamil Aydın                                                            (Erzurum)

16) Kadir Koçdemir                                                       (Bursa)

17) İsmail Ok                                                                (Balıkesir)

18) Nuri Okutan                                                            (Isparta)

19) Ahmet Selim Yurdakul                                             (Antalya)

20) Atila Kaya                                                              (İstanbul)

 

Gerekçe:

Dünyada birçok bölge coğrafi ve jeolojik yapısı nedeniyle tarih boyunca can ve mal kaybına yol açan büyük doğal afetlere uğramıştır. Türkiye de gerek coğrafi gerekse jeolojik yapısı bakımından muhtemel büyük doğal afetleri her zaman yaşayabilecek konumdadır. Tarih boyunca ülke olarak yaşadığımız yıkıcı afetler de bunun göstergesi durumundadır.

Bu bağlamda, Anadolu plakasının batıya doğru hareketinin kuzey-güney doğrultulu açılmaya dönüştüğü Batı Anadolu'da, İzmir ve çevresi sahip olduğu karmaşık fay sistemleri içerisinde depremselliği yüksek bir bölgedir. Özellikle Seferihisar-Sığacık körfezleri, Urla, Karaburun açıkları ve Sakız Adası civarı yoğun deprem etkinliğiyle dikkat çeken yerleşim birimleridir. İzmir, birinci derece deprem bölgesi içerisinde yer almaktadır. 1900 yılından günümüze kadar İzmir ve yakın çevresinde meydana gelen aletsel büyüklüğü M>4,0 üzeri 600'e yakın deprem meydana gelmiştir.

Bir kentin gelişmesi kentin bütününe ve tüm şartlarına yönelik alınan kararlarla ilintilidir. Son on üç yılda ülke genelinde uygulanan politikalar iktisadi, bilimsel ve toplumsal olmaktan çok, siyasal popülizmin ürünü olarak ön plana çıkmış, birçok kentimiz gibi İzmir'in de hızla sağlıksız kentleşmesine yol açmıştır.

Ülke genelinde olduğu gibi İzmir'de de kamu binalarının depreme karşı dayanıksız olduğu daha önceki deprem tecrübelerinden ve bu yönde yapılan araştırmalardan görülmektedir. Özellikle okul inşaatları, hastane inşaatları gibi kamu binaları yoğun insan yaşamının ve iş hizmetinin fazla olduğu binalardır. Büyük insan potansiyeline sahip bu binaların depreme dayanıklı inşa edilmesi, depreme dayanıklılığının artırılması gerekmektedir.

Bu bakımdan TBMM çatısı altında geçmiş yaşanan kötü olaylardan ders alınarak bunlara göre kalıcı çözümler üretmek aynı sorunun defalarca yaşanmasını, meydana gelmesi muhtemel sorunların önceden engellemesini sağlayacaktır.

Deprem riskiyle karşı karşıya olan Türkiye ve İzmir'de deprem riskinin tespiti, risklerin yönetimi, alınması gereken tedbirler ile bu konuda yapılmış çalışmaların tespit edilmesi gerekmektedir.

Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle Türkiye ve İzmir'de deprem konusunda gerekli araştırmaların yapılarak alınabilecek tedbirlerin, çözüm önerilerinin belirlenmesi ve depreme karşı yapıların dayanıklılığı konusunda tespitlerin yapılması amacıyla bir Meclis araştırması açılması yerinde olacaktır. Bu bakımdan, Anayasa'nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ile 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırma komisyonu kurulmasını saygılarımızla arz ve talep ederiz.

2.- İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu ve 51 milletvekilinin, 17-25 Aralık 2013 soruşturmaları sonrasında Hükûmetin eylem ve işlemlerinin Türkiye demokrasisi ve ekonomisine verdiği olası zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/185)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 17 Aralık 2013 tarihinde başlatılan, şüphelileri arasında dönemin AKP Hükûmetinin 4 eski bakanı, bakan çocukları ve çok sayıda iş adamının adının karıştığı yüzyılın rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının başlamasının ardından hükûmetin eylem ve işlemlerinin Türkiye demokrasisi ve ekonomisine verdiği zararların araştırılması ve benzer durumların tekrarının önlenmesi amacıyla TBMM İçtüzüğü'nün 104’üncü ve 15’inci maddeleri ve Anayasa'nın 98’inci maddesi uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Aykut Erdoğdu                                                          (İstanbul)

2) Özgür Özel                                                               (Manisa)

3) Okan Gaytancıoğlu                                                    (Edirne)

4) Ömer Süha Aldan                                                      (Muğla)

5) Ali Haydar Hakverdi                                                  (Ankara)

6) Şenal Sarıhan                                                          (Ankara)

7) Bülent Kuşoğlu                                                         (Ankara)

8) Necati Yılmaz                                                           (Ankara)

9) Murat Emir                                                               (Ankara)

10) Çetin Osman Budak                                                 (Antalya)

11) Devrim Kök                                                             (Antalya)

12) Niyazi Nefi Kara                                                     (Antalya)

13) Tahsin Tarhan                                                        (Kocaeli)

14) Ali Şeker                                                                (İstanbul)

15) Kamil Okyay Sındır                                                 (İzmir)

16) Erkan Aydın                                                            (Bursa)

17) Didem Engin                                                           (İstanbul)

18) Kemal Zeybek                                                         (Samsun)

19) Hüseyin Çamak                                                       (Mersin)

20) Serdal Kuyucuoğlu                                                  (Mersin)

21) Kadim Durmaz                                                        (Tokat)

22) Mustafa Tuncer                                                       (Amasya)

23) Sibel Özdemir                                                         (İstanbul)

24) Yakup Akkaya                                                         (İstanbul)

25) Mustafa Akaydın                                                     (Antalya)

26) Bihlun Tamaylıgil                                                    (İstanbul)

27) Faik Öztrak                                                             (Tekirdağ)

28) Musa Çam                                                              (İzmir)

29)Özkan Yalım                                                            (Uşak)

30) İbrahim Özdiş                                                         (Adana)

31) Melike Basmacı                                                      (Denizli)

32) Zekeriya Temizel                                                    (İzmir)

33) Çetin Arık                                                               (Kayseri)

34) Bülent Yener Bektaşoğlu                                         (Giresun)

35) Ömer Fethi Gürer                                                    (Niğde)

36) Lale Karabıyık                                                        (Bursa)

37) Mehmet Göker                                                        (Burdur)

38) Gülay Yedekci                                                         (İstanbul)

39) Ahmet Akın                                                             (Balıkesir)

40) Fatma Kaplan Hürriyet                                            (Kocaeli)

41) Nurhayat Altaca Kayışoğlu                                       (Bursa)

42) Zeynel Emre                                                           (İstanbul)

43) Mazlum Nurlu                                                         (Manisa)

44) Muhammet Rıza Yalçınkaya                                     (Bartın)

45) Seyit Torun                                                             (Ordu)

46) Zülfikar İnönü Tümer                                               (Adana)

47) Aydın Uslupehlivan                                                 (Adana)

48) Mahmut Tanal                                                         (İstanbul)

49) Akın Üstündağ                                                        (Muğla)

50) Eren Erdem                                                            (İstanbul)

51) Mehmet Bekaroğlu                                                  (İstanbul)

52) Ali Özcan                                                               (İstanbul)

Gerekçe:

17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan operasyonun ardından Hükûmet üyelerinin verdiği tepki gerek kanun gerekse teamüllere aykırı olarak yargının yürütmeden bağımsız biçimde soruşturma yapmasını engeller nitelikte olmuştur. Örneğin dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın operasyonun şaşkınlığıyla yürürlükteki Adlî Kolluk Yönetmeliği’ni görmezden gelerek “Bakanın, valinin, emniyet müdürünün soruşturmadan haberi yok. Ben Başbakan Yardımcısı olarak bir şey bilmiyorsam burada herkesin düşünüp bir durması lazım. Devleti tanımayanlara devleti tanıtmak lazım.” sözleriyle kendilerine haber verilmemesini eleştirmesi, İçişleri Bakanlığının emriyle savcının talimatıyla operasyona katılan 50'ye yakın polisin, üstlerine bilgi vermemek gerekçesiyle açığa alınması, dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın “Bu işi yapanlar diyelim ki emniyetteki şube müdürleridir, bir üstüne haber vermesi istenir. Bir İçişleri Bakanının oğlunun gözaltına alındığını basından duyması kadar acıklı bir şey olabilir mi?” şeklindeki açıklamaları, Hükûmetin rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan duyduğu memnuniyetsizlik ve mevzuata aykırı biçimde engelleme çabalarına örnek teşkil etmiştir. Hâlbuki adli kolluk görevi yapan polisin veya jandarmanın idari amirleri olan üstlerine bilgi vermesi, bırakın zorunluluğu, Adlî Kolluk Yönetmeliği uyarınca yasaktır. Hükûmet üyelerinin beyanatlarında iddia ettiklerinin aksine, operasyona katılan ve sadece savcıdan talimat alan polislerin emniyet müdürlerine, sırf rütbe olarak üst oldukları için bilgi vermeleri söz konusu olmadığı gibi adli kolluk sorumluları soruşturmayı yürüten savcının emri altındadır. Keza HSYK'nın ilgili genelgesi (7 sayılı Genelge) uyarınca da soruşturma evresi gizlidir ve adli sorumlular soruşturmada tek yetkili olan cumhuriyet savcısının emrindedir.

Hükûmet üyelerinin yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından duydukları rahatsızlığın bir göstergesi olarak, 17 Aralık 2013'ten sadece dört gün sonra, 21 Aralık 2013'te İçişleri ve Adalet Bakanlıkları tarafından Adlî Kolluk Yönetmeliği'nde yapılan değişiklik Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu değişiklik Danıştay tarafından ivedilikle incelenmiş ve yargıya müdahale olarak değerlendirilerek yürütmesi durdurulmuştur. Hükûmet söz konusu soruşturmayı kendisine karşı bir grubun komplosu olarak açıklamaya çabaladıysa da sonrasında yüzlerce yargı mensubuyla binlerce emniyet görevlisini görevden alması veya görev yerlerini değiştirmesi ile inandırıcılığını kaybetmiş, sonuçta da soruşturmanın üstü kapatılmıştır. Binlerce sayfa iddia, kamuoyuna yansımış ve gerçekte yaşanan olaylarla örtüşen yüzlerce dinleme tutanağı montaj olmadığı teknik inceleme sonucunda tespit edilmiş olmasına rağmen "montaj" denilerek halkın dikkatinden kaçırılmış, bu kadar önemli iddialarla ilgili kamuoyu tek satır bilgi alamamıştır.

Güçler ayrılığı bir demokrasinin vazgeçilmez unsurudur. Yürütmenin yasama çoğunluğunu suistimal ederek yukarıdaki açık örnekte olduğu gibi, yargı üzerinde hâkimiyet kurma amacı taşıyan tasarrufları, hukukun üstünlüğünü sekteye uğratan, yurttaşların ülkesine olan aidiyet hissine dolayısıyla millet olma bilincine ciddi biçimde hasar veren eylemlerdir. Hukukun üstünlüğünün olmadığı bir yerde bir ekonomik büyüme sağlansa bile kalkınmanın sağlanamayacağı da bilimsel bir gerçektir. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın olmazsa olmazı hukukun üstünlüğü ilkesine darbe vuran 17-25 Aralık 2013 soruşturmaları sonrasında Hükûmetin eylem ve işlemlerinin Türkiye demokrasisi ve ekonomisine verdiği olası zararların araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

3.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Türkiye’de beş aydır süren çatışmalı süreç esnasında PKK tarafından alıkonulan asker, polis ve diğer kamu görevlilerinin ailelerine kavuşturulması amacıyla yapılması gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/186)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'de beş aydır süren çatışmalı süreç esnasında PKK tarafından alıkonulan asker, polis ve diğer kamu görevlilerinin ailelerine kavuşturulması amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederiz.

 

                                                                                       İdris Baluken

                                                                                         Diyarbakır

                                                                               HDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Türkiye'de Kürt sorununun demokratik çözümü yerine, silah ve çatışmaya dayalı çözümün esas alınmasıyla birlikte toplumun tüm kesimleri mağdur olmaktadır. Ne yazık ki, kimliği ne olursa olsun her yurttaşımız bu iktidar merkezli çatışmalardan nasibini almaktadır.

Türkiye'de silahlı çatışma döneminin başlatılması, ülke gündemine tekrardan PKK tarafından alıkonulan asker, polis ve diğer kamu görevlileriyle ilgili sorunu gündeme getirmiştir. Çözüm sürecinde Hükûmet tarafından çözümsüzlüğe sevk edilmeyen bu tarz hadiselerin, çatışmaların başlamasıyla birlikte çözümsüzlüğe sevk edilmesinin, kuşkusuz ki baş müsebbipleri çözüm sürecini, çözüm masasını ve çözüm iradelerini hiçe sayan siyasi sorumlulardır.

Çatışmalı süreç başlatılmadan önce gerek partimizin gerekse de insan hakları örgütlerinin çabalarıyla çok sayıda kamu görevlisi sağ salim teslim alınmış ve ailelerine kavuşturulmuştu. Her bir asker, polis ve kamu görevlisi aileleri de dâhil olmak üzere çözüm sürecini desteklemiş ve ülkemiz siyasetinde bu adımlar ve yaşananlar çözüm sürecine ve taraflara olan güveni ve umutları artırmıştı. Karşılıklı güven verici adımların hayati önemde olduğu çatışma çözümlerinde diyalog mekanizmalarının var olması güven ve umut artışının temel dayanağı olarak belirmişti.

Çatışmalı süreçle birlikte çözüm sürecinde sulh içerisinde çözülen bu sorun tekrar gündeme gelmiştir. 20 civarında polis, asker ve diğer kamu görevlisi PKK tarafından alıkonulmuş durumdadır. Gerek kamu görevlilerinin aileleri gerekse de insan hakları örgütlerinin tüm çabalarına rağmen AKP iktidarı, çatışmasızlığın sağlanması ve alıkonulan kişilerin ailelerine teslim edilmesiyle ilgili demokratik müzakereyi esas alan bir tutum içerisine girmemektedir.

İnsan hakları örgütleri ve ailelerin çatışmaların durması ve alıkonulanların siyasi iletişim yoluyla ailelerine teslim edilmesiyle ilgili çağrılarına olumlu cevap vermemiştir. Oysaki, Musul Konsolosu ve konsolosluk çalışanlarının vahşi çete IŞİD'den geri alınması üzerine Cumhurbaşkanı bir diplomatik başarıdan bahsetmişti.

Toplumsal bellekte yer alan Cumhurbaşkanının bu ifadesi her alıkonulma hadisesi ve akabinde gelişen Hükûmetin olumsuz tutumunda yeniden canlanmakta, akla ve mantığa sığmayan bir tutum olarak da izah edilmektedir.

Hükümetin ve icra makamlarının duymayan, görmeyen, umursamayan tavırları ortadayken, hem alıkonulan kamu görevlilerinin ailelerinin isteklerinin sağlanması hem de bölgedeki çatışmaların durdurularak insanlarımızın ölmediği, anaların ağlamadığı demokratik müzakere sürecine dönülmesi için TBMM'nin devreye girmesi gerekmektedir. Bu kapsamda Türkiye'de beş aydır süren çatışmalı süreç esnasında PKK tarafından alıkonulan asker, polis ve diğer kamu görevlilerinin ailelerine kavuşturulması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasını talep ediyoruz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Alınan karar gereğince gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın 1’inci sırasında yer alan, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in; başta hidroelektrik santraller olmak üzere Cerattepe, Yeşil Yol, Kuzey Marmara Otoyolu ve diğer büyük projelerle ekolojik yıkım gerçekleştirildiği ve bu yıkımda sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin (11/9) esas numaralı önergesinin görüşmelerine başlıyoruz.

VIII.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- HDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, başta hidroelektrik santraller olmak üzere Cerattepe, Yeşil Yol, Kuzey Marmara Otoyolu ve diğer büyük projelerle ekolojik yıkım gerçekleştirildiği ve bu yıkımda sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/9)

BAŞKAN – Hükûmet? Burada.

Önerge daha önce bastırıp dağıtıldığı ve Genel Kurulun 25/4/2016 tarihli 80’inci Birleşiminde okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 99’uncu maddesine göre bu görüşmede önerge sahiplerinden 1 üyeye, siyasi parti grupları adına 1’er milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri önerge sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi Nursel Aydoğan, Diyarbakır Milletvekili; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Altan Tan, Diyarbakır Milletvekili; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ahmet Kenan Tanrıkulu, İzmir Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Uğur Bayraktutan, Artvin Milletvekili; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Erol Kaya, İstanbul Milletvekili; Hükûmet adına Veysel Eroğlu, Orman ve Su İşleri Bakanı.

Şimdi, ilk olarak önerge sahibi Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan’a söz veriyorum.

Buyurunuz Sayın Aydoğan. (HDP sıralarından alkışlar)

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP Grubu olarak Orman ve Su İşleri Bakanı hakkında verdiğimiz gensoruyla ilgili söz almış bulunuyorum. Öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde oy kaybetmesi ve tek başına iktidar olamamasıyla birlikte Şırnak, Diyarbakır, Mardin gibi illerde orman yangınları başlamış, 24 Temmuzda Ceylânpınar’da 2 polisin öldürülmesi gerekçe yapılarak başlatılan savaştan sonra da orman yangınları giderek artmıştır. Şüphesiz ki orman yangınları Türkiye'nin dört bir tarafında, yaz mevsimlerinde, yurttaşların ihmali ve dikkatsizliği sonucu yaşanmaktadır. Ancak, bizim sözünü ettiğimiz yangınlar, ihmal ve dikkatsizlik sonucu meydana gelen yangınlar değildir. Bir noktaya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Bizim “demokratik çözüm ve barış süreci” dediğimiz ve yaklaşık iki buçuk yıl devam eden süreçte bölgemizde ekolojik yaşamı ciddi oranda tahrip edecek nitelikte orman yangınlarının yaşanmadığı görülürken, Nisan 2015’te çözüm masasının Hükûmet tarafından devrilmesiyle birlikte bir anda farklı noktalarda orman yangınları başlamıştır. Çözüm sürecinin bitmesiyle birlikte orman yangınlarının bir anda artması şüphesiz ki tesadüf değildir. Bu, 2015 yılından beri Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından açıklanması gereken bir durumdur ancak ne yazık ki bu zamana kadar konuyla ilgili resmî ağızlardan bir açıklama yapılmamıştır.

1990’lı yılların Türkiyesi’nde, ulusal ve uluslararası alanda hazırlanan hak ihlalleri raporlarında, işkence, faili meçhul cinayetler, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün engellenmesinin yanında orman yangınları da önemli bir başlık olarak yer almıştır. Bu da gösteriyor ki Kürt sorununa yaklaşım konusunda 1990’lı yıllardaki politika ile 2016 yılındaki politika arasında bir fark yoktur. Ancak, bu politikanın sonuç vermediği, sorunun günümüze kadar büyüyerek gelmesinden anlaşılmaktadır. Bugün AKP iktidarının yapması gereken, geçmiş iktidarlardan devraldığı, Türkiye’nin bu en temel ve en büyük sorununun 1990’lı yıllarda yapılan ve sonuç alınamayan politikaları tekrar etmek değil, demokratik siyasal çözümde ısrar etmek olmalıdır. AKP Hükûmeti, savaş politikalarındaki ısrarın her geçen gün çözümü zorlaştırdığını görmelidir. Zira, geçmiş tarihimiz de Kürt sorununu çözmeyenlerin nasıl çözüldüğünü çok iyi göstermiştir.

Değerli milletvekilleri, AKP iktidarının demokratik çözüm ve barış sürecini bitirdiğinin göstergesi olarak 15 Temmuz 2015 tarihinde Cudi Dağı’ndaki ormanlık alanda çıkan yangın, her geçen gün diğer alanlara yayılarak bir ayı aşkın bir süre devam etmiştir. Bölge halkının çabalarıyla kontrol altına alınmaya çalışılsa da bu yangınlarda zarar çok büyük olmuştur. Ardından peş peşe Diyarbakır’ın Lice, Hani, Kocaköy üçgeninde; yine Kulp, Silvan bölgelerinde; yine Mardin’in Savur ve Mazıdağı ilçelerinde çıkan yangılara da herhangi bir müdahalede bulunulmadığını da hatırlatmakta fayda görüyorum. Bu yangınlar günlerce sürmüş ve hektarlarca ormanlık alan, bazı köylerdeki evler, ekili alanlar yanmış ve canlı hayvanlar telef olmuştur.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı, bu ekolojik katliama, bulunduğu coğrafya ve savaş politikasının bir parçası olması nedeniyle kayıtsız kalmış, yangınları söndürmek için bölgeye helikopter ve uçaklar ne yazık ki gönderilmemiştir. 19 Temmuz 2015 tarihinde Diyarbakır’ın Hazro, Silvan, Kulp bölgesinde; yine Güleç köyü civarında ve diğer alanlarda çıkan orman yangılarına Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Kulp, Hani, Hazro, Kocaköy belediyelerinin imkânları dâhilinde müdahale edilmiş ancak yangının çıktığı bölgenin dağlık olması nedeniyle yapılan müdahaleler yetersiz kalmıştır. Yöre halkının da kendi imkânlarını seferber ederek yangını söndürme çabası, yangınların büyüklüğü karşısında yetersiz kalmıştır. O dönem Diyarbakır, Şırnak ve Mardin milletvekilleri olarak Orman ve Su İşleri Bakanlığı, müsteşarlıklar ve valiliklerle gerçekleştirdiğimiz görüşmeler her nedense sonuçsuz kalmıştır.

Bir diğeri de Dersim’de çıkan yangındır. Dersim’in Aliboğazı, Amutka Karakolu civarında 9 noktada çıkan yangın yine Bakanlığın kayıtsızlığına rağmen halkın seferberliğiyle söndürülebilmiştir.

Değerli milletvekilleri, AKP iktidarının 7 Haziran sonrası tek başına iktidar olabilmesi ve 7 Haziranda kaybettiği milliyetçi oyları tekrar geri alıp HDP’yi baraj altında bırakması ve bunun için de bir savaş başlatması gerektiği artık her kesim tarafından görülmüştür.

AKP Hükûmeti tarafından “PKK’yi imha ve tasfiye operasyonu” olarak tanımlanan bu süreçte, en güzel ormanlık alanlarda bilinçli olarak yangınlar çıkartılmıştır. Bunun tanıklıklarını 26 Temmuz 2015 tarihinde Diyarbakır Lice’de, bölgede yaşayan halk ile yine yangın sırasında bölgede olan bazı milletvekilleri yapmışlardır. Bu tanıklıklarda, askerî helikopterlerin, çok yüksek bölgelerdeki ormanlık alanlara, yangın söndürme helikopteri dışında hiçbir yangın söndürme aracının ulaşamayacağı yüksek alanlara, ateş topuna benzer yanıcı maddeler bıraktıkları görülmüştür. Askerlerce atılan bu yanıcı maddelerle 2 ayrı noktadan başlayan yangın, bölgede var olan evlere, bağ bahçelere ulaşmış, yaşam alanlarının ve içinde yaşayan canlıların yanmasına neden olmuştur.

26 Temmuz 2015 ve farklı tarihlerde çıkan orman yangınlarında milletvekillerimiz, HDP, BDP, il, ilçe yöneticileri ve sivil toplum örgütlerinden oluşan heyetler, yangının olduğu bölgelere halkla birlikte gitmiş ancak yangın alanlarına heyetler ve halk sokulmayarak, güvenlik gibi bazı gerekçelerle yangınların söndürülmesi engellenmiştir. Grup başkan vekillerimizin Orman ve Su İşleri Bakanlığı yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde söndürme çalışmalarına engel olan tarafın İçişleri Bakanlığı olduğu açıkça ifade edilmiştir.

Kamuoyunun hatırlayacağı üzere, geçtiğimiz yıl bölgemizde ormanlık alanlar yakılırken kılını kıpırdatmayan Orman ve Su İşleri Bakanlığınca 29 Ağustos 2015 tarihinde Antalya’da 5 ayrı noktada çıkan yangına çok sayıda helikopterle müdahale edilmiş ve yangın kontrol altına alınmıştır. Yine, 2015 yılında Balıkesir, Marmaris, Bolu, Bucak, Burdur, Konya, Zonguldak, Manisa gibi birçok kentte yaşanan orman yangınlarına ne kadar dağlık bir bölge olursa olsun hemen ve özellikle de helikopterlerle müdahalede bulunulmuştur. Bu kapsamda, Sayın Bakan Veysel Eroğlu’nun “Geçmişte bir yangına ortalama kırk beş dakikada müdahale edilirdi, biz şimdi bunu on altı dakikaya çektik, ancak, hedefimiz bunu daha da aşağıya çekmektir.” türü yaptığı değerlendirmeler ne yazık ki Lice, Kulp, Savur, Cudi’deki ormanlık alanlar için yok hükmündedir. Orman müdürlüğü verilerine göre 2013 yılında Diyarbakır’da çıkan 15 yangında 89 hektarlık orman yanarken, 2014 yılında çıkan 13 yangındaysa 56 hektarlık orman kül olmuştur. Ancak, 2015 Temmuz ayında sadece bir ayda 200 hektarlık ormanın yandığını burada bir karşılaştırma yapılması açısından belirtmek istiyorum.

Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Antlaşması ve Cenevre Sözleşmeleriyle ek protokollerde savaş ve çatışma süreçlerinde sivil alanların korunması, çevrenin, devlet kaynaklarının tahrip edilmemesi ve insancıl hukuk kurallarının her şart altında uygulanması gerekliliği güvence altına alınmışken, özellikle 24 Temmuz 2015 tarihinde AKP iktidarınca başlatılan topyekûn savaş konseptiyle birlikte, kürdistan coğrafyasında şüpheli biçimde başlayan ve başlatılan orman yangınlarına müdahale edilmemesi söz konusu uluslararası hukukun da çiğnendiğini bize göstermiştir. Orman yangınlarına müdahale etmeyenler, söndürmek isteyenleri engelleyenler yetki ve sorumluluklarını aşmış, insanlık suçu işlemiş ve doğadaki tüm canlıların yanmasına neden olarak ciddi boyutta bir ekolojik yıkıma neden olmuşlardır.

AKP iktidarının sonuç alamayacağını bile bile Kürt sorununu bitirmek için uygulamaya koyduğu bu ekoloji düşmanı politikalara karşı doğa direniyor değerli arkadaşlar. 2016 yazına girerken Lice, Kulp, Cudi, Gabar, Savur ormanları yine yemyeşil. 2016 yazında aynı politika uygulansa bile doğa ve halk bu politikalara karşı direnecek ve bu politikalardan sonuç alınamayacaktır.

HDP olarak, Orman ve Su İşleri Bakanının siyasal sorumluluğunu çeşitli gerekçelerle yerine getirmediğini ifade ediyor ve gensoru önergesine, orman yangınları konusunda ortaya koyduklarımızın araştırılması için evet oyu verilmesi gerektiğini düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydoğan.

Şimdi, siyasi parti gruplarına söz vereceğim.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Altan Tan, Diyarbakır Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Tan. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye’de, yatırımların başladığı ve yoğun olarak bu yatırımların devreye girdiği özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki hükûmetler ve Demokrat Parti döneminden beri bir tartışma yaşanıyor. İktidarda olan partiler sağ, çoğu dönem kapitalist, hatta bazı dönemler vahşi kapitalizm olarak da nitelendireceğimiz yöntemlerle yatırım yaptıklarını söylüyorlar ve gelen muhalefete de şunu söylüyorlar: “Siz ne yapılırsa yapılsın karşı çıkıyorsunuz, yatırımları engelliyorsunuz.” Ben daha ortaokul sıralarındaydım, İstanbul’daki birinci köprüyle de ilgili yine Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet Partisi arasında bu tartışmalar yapıldı, ondan sonra da bu tartışmalar hemen hemen bütün büyük yatırımlar gündeme geldiği zaman tekrar konuşuldu ve tartışıldı.

Şimdi, tabii ki meseleye objektif bir gözle bakılırsa, bir ülkede barajlardan tutun, hidroelektrik santrallerden tutun, köprülerden tutun tünellere kadar aklınıza ne geliyorsa, demir yollarına kadar, zaruri ve olması gereken yatırımlar yapılacaktır. Bakın, burada bir parantez açıyorum, zaruri yani mecburi ve olması gereken. Fakat bunun da tam karşısında bir duruş var. Nasıl yapılacaktır bunlar? İşte esas tartışma konusu budur. Dünyanın demokraside en gelişmiş ülkeleri olan -yani şu anki mevcut Batılı demokrasileri kastediyorum- İsveç, Norveç, Danimarka’dan tutun, Almanya, Fransa ve İngiltere’ye kadar otoyollar da vardır, tüneller de vardır, santraller de vardır. Ama, soru şu: Vardır ama nasıl vardır? Hangi şartlarda vardır? Doğayla, ekolojiyle, toplum yararıyla, sıhhatli bir yaşamla bunların ilişkileri nelerdir? İşte esas tartışılması gereken konu budur. Yoksa, Türkiye'de tıpkı vahşi kapitalizmin hiçbir sınır tanımayan yöntemleriyle, yatırım yapıyorum adı altında her tarafı yakıp yıkan bir mantığın karşısında, hiçbir alternatif üretmeyen, sadece itiraz eden marjinal bir yaklaşım da vardır. Ben şahsen ikisinin de taraftarı değilim. Şimdi, doğru bir yatırım nasıl olur ve Türkiye'de yapılan yanlışlıklar nedir, dilim döndüğü kadar bunları anlatacağım ve Sayın Orman Bakanının da bu konuyla ilgili sorumluluğunun altını çizmeye çalışacağım.

Değerli arkadaşlar, şimdi, başta, son dönemlerde en fazla tartışılan HES'lerdir yani hidroelektrik santrallerdir. Bunun gerekçesi nedir? Türkiye'nin ciddi bir enerji açığı vardır, Türkiye kalkınmakta olan bir ülkedir, büyümekte olan bir ülkedir ve bütün büyüyen ülkeler gibi enerjiye ihtiyacı vardır. Bu tespit doğrudur ama sorulacak soru şudur: Siz bu enerjiyi, doğru düzgün bir enerjiyi nasıl elde edeceksiniz? Yani, sadece bulduğunuz her derenin önüne bir set, bir hidroelektrik santral yaparak mı çözeceksiniz, nükleer enerji mi kullanacaksınız, termik santraller mi kuracaksınız, rüzgâr enerjisi mi kullanacaksınız, güneş enerjisi mi kullanacaksınız, yoksa son dönemde gündeme gelen, atıklardan, çöplerden üretilen bir enerji mi kullanacaksınız, doğal gazdan, petrolden mi enerji üreteceksiniz, en doğrusu, en zararsızı -işte şimdi çok moda bir tabirle- yenilenebilir, doğaya, topluma, çevreye zararı olmayan enerjiyle mi yapacaksınız? İşte tartışılması gereken konu bu ve maalesef, bugüne kadar bunca Enerji Bakanı geçti ve bunca bu mevzuyla ilgili toplantı ve tartışma yapıldı, Türkiye’nin enerji envanteri ve çözüm önerileri bu Mecliste tartışılamadı. Bir sefer, önümüze koyduğumuz perspektifte bile yüzde 25’lere, yüzde 30’lara varan bir tartışma konusu var. Yani önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ihtiyacını belli çevreler 10 olarak ortaya koyuyorsa, bunun karşılığında daha objektif tartışmalarda bunun 7-7,5 olduğu ortaya çıkıyor, yani yüzde 25’lik, yüzde 30’luk bir fark var; bir.

İki; Türkiye’nin hidroelektrik santraller vasıtasıyla, barajlar vasıtasıyla elde edebileceği enerjinin bir sınırı var. Peki, Türkiye’nin güneş enerjisi potansiyeli ne kadar? Türkiye’nin rüzgâr enerjisi potansiyeli ne kadar? Türkiye’nin atıklardan, çöplerden elde edilebilecek enerji potansiyeli ne kadar? Ben bütün Meclise sesleniyorum: 550 kişilik Mecliste en fazla 50 arkadaşımızın bu konuda bilgi sahibi olduğunu düşünmüyorum. Bunları bir önümüze koyalım. Mesela geçen hafta İsveç’in Enerji Bakanı Türkiye’deydi. Midyatlı bir Süryani ailenin çocuğu, elektriği olmayan bir köyden çıkıp İsveç’te Enerji Bakanı olmuş. Yani bu da enteresan bir durum, bir örnek. Verdiği röportajda kendi ailesi, geçmişiyle ilgili, bugün İsveç’le ilgili de bir şeyler söylüyor, diyor ki: “Biz şu an İsveç’in enerjisinin yüzde 40’ını atıklardan ve çöplerden elde ediyoruz ve öyle bir noktaya da geldik ki şu an İsveç’in çöpü yetmiyor, biz Norveç’ten ve İtalya’dan çöp ithal ediyoruz.” Ben bu yaşıma geldim, çöpün ithal edildiğini onun cümleleriyle öğrendim.

Onun için, değerli arkadaşlar, “İşte, enerjiye ihtiyacımız var. Siz buna karşı çıkıyorsunuz. E, ne yapalım? Biz de bulduğumuz her bir şeyi yapıyoruz, siz bizi engelliyorsunuz…” Bu çok ucuz ve basit bir yöntem.

Lütfen, bizim önümüze önce doğru düzgün rakamlar koyun. Bizim okuduğumuz, öğrendiğimiz, doğru bildiğimiz rakamlar ne kadar doğru, tartışalım bunları ve ondan sonra bu rakamlar üzerinden, Türkiye bu enerji açığını nasıl sağlayabilir, doğru olan enerji politikası nedir hepimizin içine sinen, ondan sonra bunlar üzerinden tartışalım; bu bir.

İkincisi, HES’lerle ilgili tartışmalar. İşte, gördünüz, Türkiye'nin neresinde varsa -burada rakamlar var- 2003 tarihi itibarıyla 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu çerçevesinde Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği ve takip edilen yasal düzenlemelerle Türkiye’deki bütün akarsuların kullanım hakları kontrolsüz bir biçimde özel sektöre devredildi. “Kontrolsüz” dediğimiz vakit kızıyor Hükûmet. Peki, arkadaşlar, kontrolsüz değilse -tırnak içinde- bu kadar sel baskınları, özellikle Karadeniz’de bu kadar facia niye meydana geliyor? Yollar yapıyorsunuz. Mesela Karadeniz oto yolu her sene sular altında kalıyor, bir parçasını sel alıp götürüyor. Eğer kontrollü ise, bütün ÇED raporları doğru ise, bütün tespitler ve analizler hakikaten savunulabilir bir noktada ise bu kadar felaket niye oluyor?

Ve yine aynı şekilde rakamlar var. Sayın Bakan da bu konuyla ilgili bunu bir övünme olarak takdim ediyor. 2003 senesinde 86 olan HES sayısı son -yani eldeki rakamlara göre, belki daha da fazladır bilemiyorum- 422’ye çıkmış durumda.

Peki, Türkiye'nin bunun dışında bir çözümü yok mu? İşte, benim o birinci maddede üzerinde durduğum bu. Benim de mesleğim -yani yeri geldiği zaman söylüyorum- inşaat mühendisiyim, bu konuları bilen birisiyim. Ama, enerji konusunun doğru düzgün bir ortaya konulması lazım, böyle paldır küldür tartışmalarla değil.

Ve daha sonra, değerli arkadaşlar, yine en önemli tartışmalardan biri, bu yeni, İstanbul’daki üçüncü köprü, yine aynı şekilde üçüncü havaalanı; büyük yatırımlar. Tabii, bu büyük yatırımlar gündeme geldiği vakit… Ben dün İstanbul’da bir toplantıyla ilgili, yani hemşehrilerimizin, Diyarbakırlıların bir toplantısıyla ilgili Polonezköy ve Riva tarafındaydım, bir evdeydim bir ihtilafla alakalı, bir çözümle alakalı ve orada, yeni üçüncü köprü otoyolunun geçtiği 5-6 güzergâhtan geçtim o orman yollarından geçerken. Şimdi, tekrar söylüyorum, Norveç’te de otoyol var, gördük, İsveç’te de var, Almanya’da da var. Ama, bu otoyollar, bu üçüncü havaalanları, bu üçüncü köprüler ne kadar doğru, ne kadar yanlış; bir şeyleri yakarken yıkarken, keserken elde edeceğiniz fayda ne, yerine koyacağınız ne? Soru şu: “15 milyonluk İstanbul, kardeşim, bunları yapmayalım da yaya veya atla mı gidelim bir yerden bir yere?” İşte, bam teli bu.

Bu İstanbul neden 15 milyon oldu arkadaşlar? 1994’te, Sayın Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı olduğu vakit İstanbul’un nüfusu 7 milyon. Bu 7 milyon niye 15 milyon oldu? Birinci sorum bu. İnan edin, eğer İstanbul bu şekilde büyümeye ve büyütülmeye devam ederse, kanserli, hormonlu bir yapı gibi beş sene sonra 20 milyon olacak, on sene sonra 25 milyon olacak. Siz Boğaz’ın üzerine 7 köprü daha yapsanız çözemeyeceksiniz bunu; 4 tane daha alt geçit, üst geçit, tüp geçit yapsanız çözemeyeceksiniz; bir havaalanı daha yapsanız yine çözemeyeceksiniz; böyle bir çözüm yok. Bütün İstanbul’un kuzey ormanları; Şile’den, Polonezköy’den, Riva’dan Belgrad ormanlarına kadar, bunların tamamını kesip hepsini yol, tünel, köprü yapsanız yine yetmeyecek.

Ben bir sefer daha bu kürsüden anlattım; bugün Almanya’nın nüfusu 85 milyon, toprakları ise Türkiye'nin topraklarının yüzde 40’ı kadar. En büyük şehirleri Berlin ve Hamburg; 3 milyon, 3,5 milyon. Frankfurt’un nüfusu 780 bin, Köln’ün ve Düsseldorf’un nüfusları dokuz yüzer bin. 4 milyonluk şehri yok Almanya’nın, bırakınız 15 milyonu; toprağı da bizim yüzde 40’ımız kadar.

Peki, bu İstanbul’a bu kadar yüklenmek niye? Yani bir yandan yükleniyorsunuz, nüfus getiriyorsunuz; bu nüfus hareket edemiyor, yaşayamıyor, yatırımları gerekçe gösteriyorsunuz. Bu, bir fasit döngü. Acilen İstanbul’un yarısının boşaltılması lazım, acilen. İstanbul’u kurtarma bakanlığı kurulması lazım bu köprülerden ve tünellerden önce. E, nasıl, biz milletin kafasına silah dayayıp zorla mı çıkaralım? Hayır. Bunu siz de söylediniz bir zamanlar, CHP de son seçim döneminde, seçim vaatleri içerisinde, programı içerisinde Anadolu’nun merkezî bir yerinde 3 milyonluk yeni bir şehirden bahsettiler. “Cazibe merkezleri.” dediniz, nerede bu cazibe merkezleri? İstanbul’a yapacağınız yatırımın dörtte 1’iyle en az 10 tane nüfusu 2 milyon olan cazibe merkezi şehir kurmanız lazım. Konya’nın şu an merkez nüfusu 1 milyon 300 bin, Antep’in 1 milyon 400 bin, Diyarbakır’ın 1 milyon, Denizli -daha az- 650-700 bin civarında. Siz bölgesel olarak 10 tane şehri -Eskişehir, Denizli, Konya, Antalya, Samsun, Erzurum, Diyarbakır- bunları İstanbul’a yapacağınız dörtte 1 yatırımla en az ikişer milyonluk şehirler hâline getirirseniz -buna Urfa da dâhildir- en az İstanbul’un 7-8 milyon nüfusunu geri çekersiniz.

Haydarpaşa Limanı hâlâ İstanbul’un göbeğinde. E, çıkaralım, bunu nereye götürelim? Sinop’a. Peki, ithalat, ihracat nasıl olacak, havaalanı nasıl olacak, gümrük nasıl olacak, bankalar nasıl olacak? İşte, Devlet Planlama Teşkilatı bunun için kuruldu. Çanakkale Boğazı mı hazırlanacak, Ege’de başka bir yer mi hazırlanacak…

Umman’a gittim ben iki ay evvel -Umman hiç aklımıza gelmeyen bir yer- bütün limanı, iki yüz, üç yüz, dört yüz yıllık tarihî limanını 200 kilometre ötede “Sohar” diye bir şehre götürüyor Umman’daki akıl. Bütün ithalatı, ihracatı 200 kilometre şu anki başkentinden uzakta başka bir yerde planlıyor. Peki, bunları planlamazsanız, bunları yapmazsanız, inan edin, İstanbul’un bütün ormanlarını keseceksiniz. Zaten imar yoluyla şehir içindeki bütün ağaçları kestiniz, gitti. Fikirtepe’ye -Sayın Başkanım da burada, kaç dönem İstanbul’da Belediye Başkanlığı yaptı Erol Bey, bizim de Komisyon Başkanımız- 4,14 emsal verdiniz, 4,14 emsal.

Peki, bu şekliyle İstanbul nereye gidecek? Çamlıca’da otuz beş sene evvel babam bir yer aldı, imarı yok diye tekrar sattı, geri verdi; şimdi bütün hepsinde villalar oldu. Yani bu şekliyle, değerli arkadaşlar, ağaçlar da gidecek, ormanlar da gidecek, sular da gidecek. Onun için bunları makro şekilde düşünmemiz lazım.

Yoksa, efendim, “İstanbul’a üçüncü köprü çok güzel oldu. İşte bak, ne güzel, hemen, iki senede bitirdik, üç senede bitirdik.” E, bitirdin ama bunu yapmana gerek yoktu başka şeyler yapsaydın. Havaalanını yaptın, havaalanını yapmana gerek yoktu. İşte tartışmayı buralara getiremezsek biz, buralardan cazibe merkezlerini konuşamazsak, ülkenin -aynen enerjide olduğu gibi- nasıl bir yatırıma, nasıl bir şehirciliğe, nasıl bir planlamaya ihtiyacı olduğunu tartışamazsak bir polemiktir gider işte, “Biz yatırım yapıyoruz, siz de engelliyorsunuz, her şeye hayır diyorsunuz.” Hayır, her şeye hayır demiyoruz.

Doğru işler yapın, güzel işler yapın; Almanya’yı, İsveç’i, Norveç’i, neyse işte, biraz evvel Umman’ı örnek verdim, başka yerleri… Fas’ta bile doğru düzgün bir planlama dönemi başlıyor. Ülkenin en büyük ve en ileri üniversitesini -bir AK PARTİ’li milletvekiliyle beraber, Meclis görevlisi olarak gitmiştik- sahilden 300 kilometre ötede, en dağlık bölgede kurmuşlar. Yani getirip onu da başkentin veya en kalabalık şehrinin içine kurmamış. 200 bin öğrenciyi, 300 bin öğrenciyi hiçbir altyapısı olmayan bir şehre koyduğunuz vakit orada da çok büyük sorunlar yaşayacaksınız ve bugün İstanbul’a yapılan her yatırım…

Hani, kişi başına bir yatırım maliyeti var. Konya’da yaşayan bir şahsın yıllık yatırım olarak devlete maliyeti ile İstanbul’da yaşayan bir şahsın kişi başına düşen yatırım miktarı arasında 3 kat, 4 kat, 5 kat -şehirlere göre- maliyet var. Bursa’nın bütün şeftali bahçeleri gitti. Ben ilk olarak Bursa’ya 1964 yılında gittim, daha ilkokula başlamadan. O Bursa yok bugün, yok. Peki, bu, doğru bir kalkınma metodu mu, doğru bir sanayileşme mi, doğru bir yatırım politikası mı?

Ve gelelim Güneydoğu Anadolu’yla ilgili GAP projesine. Bu kürsüden defalarca gündeme getirdik, defalarca tartıştık, bütün zabıtlarda var, belki de Türkiye’nin, en kolay, bu göç meselesini, nüfus dalgalanmasını absorbe edecek, bir sünger gibi çekecek bir proje var önümüzde. 22 baraj, 19 tane hidroelektrik santral, 3 milyon 800 bin kişiye iş imkânı -devletin raporlarında bunlar var- ve 20 milyonluk bir nüfus. Şu an bölgenin nüfusu 8,5 milyon yani Gaziantep dâhil, Adıyaman dâhil, Şırnak dâhil 8,5 milyon. 20 milyona çıkacak, bunu devlet söylüyor. E, çok iyi işte, çıksın. Kanalları bitir, sulamaları yap; ciddi bir nüfusu çeksin tekrar, tersine göç olsun. Barajların yüzde 86’sı, 87’si bitti, sulama kanalları daha yüzde 24’te. Defalarca söyledik bunu ve Hükûmetin beş-altı sene evvelki, yine, bilmem kaçıncı Hükûmet programında, 2014 senesi hedef olarak konuldu ama şu an 2016’nın ortalarına geliyoruz, hâlâ bu kanalların bitirilme oranı yüzde 24’ü, yüzde 25’i geçmedi.

Peki, neden bu nüfus planlamaları yapılmıyor? Toprağa su verdiniz. Bir diğer sorun, mesela, Şanlıurfa’da Harran Ovası ilk sulanan bölgelerden birisidir, toprakta müthiş bir tuzlanma var bugün. “Eğer böyle giderse, on beş yıl sonra, yirmi yıl sonra artık o toprağın toprak olma özelliği, ürün verme kabiliyeti kalmayacak.” diyor. Kim diyor? Bu işin uzmanları diyor, tıpkı Çukurova’da olduğu gibi.

İşte, dolayısıyla, konuyu toparlarsak değerli arkadaşlar -Sayın Orman Bakanı da alınmasın lütfen- ormanı da korumanın, tarlayı da korumanın, doğayı da korumanın yolu doğru düzgün bir yatırım politikasından, planlamadan geçiyor. Bunları yapamadığımız vakit tarlalarımız tuzlanır, ormanlarımız telef olur gider bu yatırımların gerekçesi olarak ve bu hayat yaşanılmaz bir hâle gelir.

Bölgedeki orman yangınlarıyla ilgili, arkadaşlarım konuştu; bunların hiçbir gerekçesi olamaz, bir an önce durdurulması lazım.

Hepinize saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tan.

Gruplar adına ikinci olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ahmet Kenan Tanrıkulu, İzmir Milletvekili konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Tanrıkulu. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; (11/9) esas numaralı gensoru açılmasına ilişkin önergeyle ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulunuzu saygıyla selamlıyorum.

Orman ve Su İşleri Bakanı hakkındaki gensorunun gerekçesine baktığımız zaman sayın milletvekilleri; başta hidroelektrik santralleri olmak üzere Cerattepe, Yeşil Yol, Kuzey Marmara Otoyolu ve diğer büyük projelerle ekolojik yıkım gerçekleştirildiği ve doğanın tahrip edilmesine sebebiyet verildiği iddiaları yer almaktadır ve çok ciddi iddialarla karşı karşıya Sayın Bakan.

Değerli milletvekilleri, yılbaşından bu yana Resmî Gazete’de yayımlanan acele kamulaştırma kararlarına şöyle bir baktığımız zaman; başta Akkuyu Nükleer Santrali olmak üzere, çoğunluğunun RES’ler yani rüzgâr enerjisi santralleri, HES’ler ve enerji iletim hatlarıyla ilgili olduğunu görüyoruz. Aslında, mevcut ağaçların kökünden sökülmesine göz yumup daha sonra ekolojik dengenin tahrip edilmesine seyirci kalan sayın Bakanlık, sadece kesilen bu ağaçların yerine ağaç dikmekle çevreci olduğunu da düşünmektedir ve bu görüş aslında son on dört yıldır epeyce de yaygın bir kanaat serdetmektedir. Oysa Orman ve Su İşleri Bakanlığının ilgili olduğu hemen her alanda çok ciddi sorunlar devam etmektedir ve bizi karşı karşıya bırakmaktadır. RES’ler ve HES’lerle ilgili neredeyse hemen hemen her gün basına ve kamuoyuna yansıyan olumsuzluklar, gelişmekte olan ülke görünümümüze de gölgeler düşürmektedir.

Değerli milletvekilleri, özellikle özel sektörün beklentileri ve ısrarları sonucunda 2003 yılında yürürlüğe giren Su Kullanım Yönetmeliği ve hemen onun arkasından 2005 yılında çıkarılan 5346 sayılı Yasa -ki bu yasa yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi amaçlı kullanımına ilişkin olan bir yasadır- su kullanım hakkı anlaşmaları özel sektörün yapacağı HES’lerden elektrik üretip satabilme serbestliği de getirmiştir.

Buraya kadar serbest piyasa ekonomisi içerisinde düşünebileceğimiz, makul gibi gözüken bu uygulama, bakın yıllar sonrasında başımıza ne getirmiştir. Türkiye’de şu anda işletmede olan HES sayısı 562’dir, yapımı devam eden onlarca HES için de yine su kullanım anlaşmaları imzalanmıştır. Ancak buradaki hesap çarşıya uymamıştır çünkü geçtiğimiz hafta, özellikle on-on iki gün kadar önce çok büyük yağmurlar ve akabinde de oluşan seller sonucunda su geldikçe çalışan nehir tipi HES’ler, bu aşırı yağıştan dolayı yoğun bir biçimde üretim gerçekleştirmiştir ve daha sonra da altyapısı yetersiz olan iletim hatlarında ciddi aşırı yüklenmeler olduğu için 29 ilde elektrik kesintileri yaşanmıştır.

Şimdi, değerli milletvekilleri, buradaki esas sorun şu: Biz zaten alıştık hemen her gün Türkiye’nin birçok bölgesinde elektrik kesintileri ve dolayısıyla, üretimde de ciddi kayıplar olabiliyor. Peki bu nedir? Burada önemli olan şu: İktidar tarafından alım garantisi verilen bu HES’lerin neden olduğu sadece kırk beş dakikalık kesintinin bizlere yani toplumdaki bütün tüketici kesimlere, özellikle karşılanamayan enerji değeri mesken tarifesi üzerinden -ki bu tarife düşük bir tarife biliyorsunuz, 33 kuruş/kilovatsaattir- hesapladığımız zaman sadece kırk beş dakikanın maliyeti bile 725 bin lirayı geçiyor. Şimdi, bu, ortaya konulan HES’ler bakımından da oldukça düşündürücü ve yapılan anlaşmaların sonucu bakımından da bizleri bir noktaya, bir hedefe götürücü bir politikadır diye düşünüyorum.

Kurulacak HES’lerle birlikte, bu sular boruların ve tünellerin içine hapsedilmekte ve “can suyu” adı altında gıdım gıdım bırakılan su ise ekolojik döngüye maalesef yeterli olmamaktadır. Akarsu ve çevresindeki hayatın devamı demek olan bu can suyu hesapları da, ne ilginçtir ki, dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'deki gibi hesaplanmamaktadır. Bu, akarsuyun çevresindeki ekosistemle ve yine çevrede bulunan yaşamla ilgili olarak insan hayatı göz önüne alınmadan ve biraz önce de söylediğim gibi dünyanın hiçbir yerinde kullanılmayan basit bir yöntemle de hesaplanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Su Kullanım Hakkı Anlaşması çerçevesinde suyun yüzde 90’ının şirketlerin kullanımına tahsis edildiği dikkate alınırsa, o zaman “can suyu” adı altında doğada bırakılan su yüzde 10 civarında olacak ve maalesef mevcut doğal dengeyi de tamamen bozacaktır. Diğer yandan, kurulan ve kurulacak HES’ler için çevresel etki değerlendirme süreci de yine bu ortamda sağlıklı yürütülmemektedir. Bu alanda, hâlen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, Orman ve Su İşleri Bakanlığının da görüşü alınarak “ÇED gerekli değildir.” kararları mütemadiyen verilmektedir. Bakanlık, 2002-2015 yılları arasında yaklaşık 46 bin -ben tam sayısını da vereyim size, 45.937- projeye, Orman ve Su İşleri Bakanlığının görüşünü de alarak “ÇED gerekli değildir.” görüşünü vermiştir.

Değerli milletvekilleri, HES’lerden üretilecek enerjiye, yirmi beş-otuz yıllığına iktidar tarafından alım garantisi de verilmektedir. Gayet güzel ve ballı bir iştir bu. Bir yandan bir şirkete HES yapımını vermektesiniz, öte yandan aynı şirkete yirmi beş-otuz yıllık alım garantisini de veriyorsunuz. Bu alım garantisinin dışında mevcut su, bu su veya enerji şirketlerine enerji üretimi için kırk dokuz yıllığına da devredilmekte bu arada. Şirketlerle yapılan anlaşmalara göre iktidar, HES yapımcısı şirketin istemesi hâlinde, böyle bir talepte bulunursa, çevresindeki tarım arazilerini de istimlak edebilmektedir.

Kısacası, bu su kullanım hakkı anlaşmasının yapılmasıyla, anlaşmayla elde edilen ve “HES kurma lisansı” diye bahsettiğimiz lisans alınır satılır bir ticari emtia yani ticari bir meta hâline gelmiş ve zaman içerisinde kontrolsüzlük o kadar ileri bir noktaya gitmiştir ki bu konuda “HES lisansı borsası” adı altında da bir borsa oluşmuştur Türkiye’de. Son yıllarda ise, HES yatırımı yapma amacıyla, Devlet Su İşleri ve bununla ilgili su kullanım anlaşması yapmış olan birçok yerli şirketimiz de payları itibarıyla yabancı şirketlere satılmakta veya satılmak üzeredir. Bu durum, mevcut Tahkim Yasası’yla ulusal su kaynaklarımız üzerindeki tasarruf hakları konusunu da gündeme getirmekte ve uluslararası bir boyuta da mesele taşınmaktadır.

Bu arada, HES’lerle ilgili konuyu anlatırken -belki Sayın Bakan da çok ciddi açıklama verebilir- bugün Giresun’da HES inşaatına bir saldırı olmuş; ben biraz önce, kürsüye çıkmadan bu bilgileri aldım. O inşaatta çalışan işçilerimize uzun namlulu silahlarla ateş açılmış ve ateş açanların terörist gruplar olduğuna dair… Ama, hangi terörist gruptur, onu bilmiyorum, belki Sayın Bakan daha yeterli bilgiye sahiptir, bu kürsüden cevap verirse çok da memnun oluruz.

Değerli milletvekilleri, su gibi hayatın temeli olan çok önemli bir doğal kaynağın tabii ki kamu yararına planlanması ve yönetilmesi gerekmektedir ama siz, tabii, Devlet Planlama Teşkilatı gibi bir teşkilatı kullanıp üstüne bir bardak su içtiğiniz için, suyu ancak orada kullandınız, onun adını Kalkınma Bakanlığı gibi garabet bir şekilde teşkilatlandırıp değiştirdiniz. Dolayısıyla, bu tip planlama faaliyeti yapacak bir kuruluş da kalmadı Sayın Bakan. Onun yerine başka kuruluşlarla belki ikame etme şansını da bulabilirsiniz ama bu konu, kamu görev ve yetkilerinin vazgeçilmez olanlarının da maalesef kontrolsüz bir şekilde özel sektöre de devredilmesine yol açmıştır ve suyun geleceğiyle ilgili olarak da tamamıyla özel sektörün tasarrufuna bırakılmıştır.

Değerli milletvekilleri, günümüzde gelişmiş ülkeler yeni HES yatırımlarına çok zor kararlardan sonra izin vermektedirler. Hatta, bu izin verilenlerin de su havzalarına olumsuz etkileri varsa tekrar gözden geçirmekteler ve ciddi de, sıkı da bir denetimden geçirmektedirler. Tabii, bu ülkelerde, baktığımız zaman, öncelik çevrenin ve doğanın korunması olduğu için çok da doğal buluyoruz bu tip uygulamaları. Türkiye’de ise yıllardır ihtiyaç duyulan ve yürürlükte olması gereken su kanunu da maalesef hayata geçmemiş. Biraz önce, Çevre Komisyonu Başkanımızla konuştum. Herhâlde önümüzdeki haftalar içerisinde -ben de Çevre Komisyonu üyesi olduğum için özellikle takip ediyorum- bu su kanununu Sayın Başkan Komisyona getirme noktasında olursunuz.

Değerli arkadaşlarım, yer altı sularının sürdürülebilir yönetimi açısından kalite ve miktarına ilişkin ciddi ve kapsamlı bir çalışmaya da ihtiyaç var. İşte, bu, biraz önce bahsettiğim su kanunu ve tabii ki biyoçeşitlilik kanunu gibi çevreye münhasıran yönetilmesi gereken kanunlar hemen, vakit geçirilmeden Türkiye Büyük Millet Meclisine de getirilmek zorundadır.

Değerli milletvekilleri, RES projelerine verilen, Orman ve Su İşleri Bakanlığının da dâhil olduğu bu ÇED süreci kararlarında insan hayatı, hayvanlar ve bitkiler umursanmamış, bunun yanı sıra, esas daha ilginç olanı, tarihî sit alanlarına da tecavüzler olmuş.

Bakın, buna benzer bir olayı, yaklaşık dört yıl kadar önce biz İzmir’de yaşadık. İzmir, Kemalpaşa ilçesinde bir zincir marketler grubunun -yani çok da ulvi bir gayeyle yapılmamış Sayın Başkan- bir market grubunun, birinci derecede sit alanına depo açabilmesi için, bu arazinin üçüncü derece sit alanına çevirilmesi isteği, o günlerde koparılan kıyametlerden ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde, çeşitli platformlarda dile getirilmesinden sonra nihayetinde iptal edilmiştir. Demek ki böyle uygulamalara da Bakanlık maalesef göz yummaktadır.

RES’lerin yaşam alanına mesafesi dünyada 1,4 kilometre. Şimdi, çok ilginç; bakın, ben size söyleyeyim, bir başka felaketi de burada yaşıyoruz çünkü “yenilenebilir enerji” dendi ya -bakın, burada da söylendi biraz önce- aslında, bu, ciddi felaketlere de yol açabilecek bir enerji kaynağı türü çünkü Türkiye’de, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, bu pervanelerle ilgili olarak bir mesafe standardı getirmiyor ve istemiyor. Türkiye'nin birçok yerinde artık bu mesafeler 400 metrenin de altına inmiş durumda.

“Ha bundan ne olur?” derseniz, ben size söyleyeyim: En başında, bir kere, kuşların göç yolunu ciddi manada etkilemekte, arıların çiçek ve kovan arasındaki gidiş gelişini etkilemekte, ses kirliliği yapmakta, insanların sağlığını bozmakta, birtakım radyoaktif maddelerin havada uçuşmasına yol açmakta. Yani velhasıl, çok ciddi sağlık sorunlarına, çevre sorunlarına da yol açmaktadır.

Öte yandan, belki daha önemli olan bir başka konu da şu: Köylülerimizin arazileri, bu biraz önce söylediğim acele kamulaştırma yasası vasıtasıyla, Millî Emlak Genel Müdürlüğünce kırk dokuz yıllığına da ellerinden alınmaktadır. Bakın, bu da ciddi problemlere, toprak kullanımıyla ilgili ileride birtakım sıkıntı ve sürtüşmelere yol açabilecek bir konudur.

Değerli milletvekilleri, orman ve sularımızı koruyup geliştirmekle sorumlu olanların bir zamanlar şu sözü de çok meşhurdu: “İzmir’e vereceğimiz müjdeler, milletvekili sayısına göre artacak.” diye bir sözler söylenmişti. Bu, İzmirlilerin hafızasında, cidden kara bir mizah olarak da yer aldı. O günden bugüne ben bakıyorum bir İzmir Milletvekili olarak, kaç tane proje verilmiş, kaç tane de milletvekili alınmış, bu “al gülüm, ver gülüm” hesabı, acaba, iktidar tarafından nasıl yapılacak ve ileride nasıl tahsil edilecek, onun da ciddi takibini yapmak istiyorum. İşte, bu anlayışta olanlar, esasen üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, Akkuyu Nükleer Santrali gibi büyük projeleri ÇED sürecinden çıkarmak için de yırtınıyorlar. Öyle enteresan ki ÇED yönetmeliğinde çok ciddi değişiklikler yapıldı ancak bu yönetmeliklerin hemen hepsi Danıştaydan geri döndü ve iptal edildi. Peki, bu sefer ne oldu? Bunu çıkaran arkadaşlar hukuku arkabahçeden dolanarak bir başka yönteme başvurdular, Çevre Kanunu’nda birtakım yasal kılıflar ve değişiklikler yaparak çaba harcadılar ama bu sefer de Anayasa Mahkemesinden döndü. Demek ki yasa uygulamalarına, en alt hukuk uygulamasından tutun en üst hukuk normuna kadar, en başta sizlerin yani iktidar partisinin ve Hükûmetin tabii ki uyması gerekir, dolayısıyla bütün toplumu da bu hukuk normunun arkasında toplulaştırıp arkasında durması sağlanabilir.

Değerli milletvekilleri, 61’inci Hükûmet döneminde oluşturulan ve adına da “Yeşil Yol” denilen ancak Karadeniz’in bütün yüksekliklerini tıraşlayan proje tam bir fiyaskoyla karşımızda duruyor, gerçekten neresine giderseniz gidin bu Yeşil Yol Projesi bir fiyasko olarak karşımızda durmakta. Bu konuda da Danıştay, Aralık 2015’te, Yeşil Yol Projesi’ni ve Karadeniz’deki 6 ilimizi yani Ordu’dan başlayıp işte Giresun, Gümüşhane, Bayburt, Trabzon, Rize, Artvin illerini kapsayan bu projeyi durdurdu ve iptal etti. Değerli arkadaşlar, bu plan uygulamasının yani çevre düzeni planı uygulamasının iptal edilmesinden sonra başka uygulamalar gene hukukun arkabahçeden dolandırılma uygulamalarıyla -biraz önce söylediğim gibi- karşı karşıya bırakıldı. Aslında, Danıştayın bu kararının bilirkişi raporunu alıp, önünüze koyup okutsanız orada size çok daha düzgün ve yol gösterici birtakım materyaller de var. Bakın, orada, çevre düzeni planının bölgedeki önemli doğa koruma alanlarını, su havzalarını, tarım alanlarını korumadığına vurgu yapılmış özellikle ve gene plan ayrıca bölgedeki korunması gereken doğal varlıkları doğal kaynak olarak görmekte yani bir nevi maddileştirmekte ve ticarileştirmenin yolunun açıldığına da dikkat çekiyor. Yani diyor ki: “Başka insanlar doğaya, çevreye, ağaca, yeşile baktığı zaman huzur görürken siz -günün moda tabiriyle- para görüyorsunuz.” Yani, böyle de bir uyarıcı bir noktada yazmış. Bu bilirkişi raporu bile aslında Orman ve Su İşleri Bakanlığının doğaya ve su havzalarına ne kadar bakar kör olduğunun da açık bir delili değerli milletvekilleri.

Şimdi, deniyor ki: “Yılda 333 milyon ağaç üretiyoruz.” Bütçe konuşmasında söylenmiş bu güzel söz. Siz 333 milyon ağaç üretiyorsunuz ama geçtiğimiz yıl yani 2015 yılında 63 milyon liralık fidan ve süs bitkisi ithal etmişsiniz. Şimdi, ortada ciddi bir planlamanız olsa, proje çalışmanız, fizibilite çalışmanız olsa ve bundan da bir başarı olarak söz etseniz o zaman bu ithalat rakamlarının tedricen azalması gerekmez miydi? Sizlere soruyorum.

Değerli milletvekilleri, Artvin’e kuş uçuşu 4 kilometre mesafede, Türkiye’nin belki de en zengin bitki örtüsüne sahip ve kuşların da göç alanı üstünde olan “Cerattepe” denilen bölge var. Şimdi bu bölgeye baktığımız zaman Bakanlık, burada yaşayan insanların ne talepleri noktasında ne de hassasiyetleri noktasında maalesef ciddi girişimde bulunmamış. Daha ilgincini söyleyeyim ben size, birkaç ay önceki o günleri hatırlayın. Sayın Başbakan bu bölgeden gelen sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle görüşme yaptığı esnada ve onlara şu sözü verdiği sırada “Hukuksal süreç bitene kadar bu alandaki çalışmalar duracak.” demesine rağmen ne ilginçtir ki -öğreniyoruz- Artvin Bölge İşletme Müdürlüğü yaklaşık 77 bin metrekare bir alanda daha maden arama ruhsatı veriyor. Şimdi, bir yandan Sayın Başbakan iyi niyetli bir girişimde bulunuyor, sivil toplum kuruluşlarıyla konuşuyor -ki doğrusu da bu- ama öbür tarafta bakıyoruz, sayın bakanlığın bir birimi icraata devam ediyor. Şimdi, nereden bakarsanız bakın insanını ve doğasını geri plana iten bu hırsın sebebi rant olarak karşımıza çıkıyor. Tabii, rantın iyi yönleri de vardır mutlaka ama çevre ve doğayla ilgili olan bu alanda konuştuğumuz kısımda maalesef hayırla yâd edemeyeceğiz. Milletimize “Büyük proje” diye sunulan, aslında belli bir kesimin büyük rant elde ettiği, çevre ve doğa katliamıyla da karşı karşıya olan bu projeler çok pahalı bir şekilde hayata geçmekte ve aslında Hazine güvenceleriyle de maalesef karşı karşıya kalmaktadır.

Değerli milletvekilleri, hâlen orman ve su ürünleri mühendislerimiz, orman işçilerimiz, mevsimlik işçilerimiz büyük ölçüde kadro beklerken Bakanlığı maalesef, yakınlarınıza, eşe dosta, şuna buna birtakım kadrolar vererek de bu alanda da haksız ve adil olmayan uygulamaların içerisinde görüyoruz.

Bu bakımdan, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak diyoruz ki: Ormanlardan çok amaçlı yararlanma, biyolojik çeşitlilik, su ve yaban hayatıyla ilgili ekosistemin etkin korunması ve geliştirilmesi için gerekli olan bütün politikaların hayata geçirilmesini çok ciddi bir şekilde gözden geçirip denetlenmesi noktasına devam edeceğiz.

Bu düşüncelerle hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanrıkulu.

Gruplar adına üçüncü konuşmacı Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Uğur Bayraktutan, Artvin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Diren Artvin, diren.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bayraktutan.

CHP GRUBU ADINA UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hakkında verilen gensoru üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, dün 1 Mayıstı, tüm emekçilerin Emek ve İşçi Bayramı’nı kutluyorum.

Yine, dün itibarıyla, yirmi dört saat içerisinde 7 şehidimiz var. 7 şehidimize Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralılarımız var, onlara acil şifalar diliyorum, acılarını yürekten paylaşıyorum.

Yine, bugün, burada, sözlerime başlamadan önce, Gazi Meclisi, bugün burada olmamızı sağlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Meclisini, yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Birileri için 9, 19 rakamlarının Millî Piyango çekilişi olduğunu biliyorum ama şunu iyi biliyoruz: Bizim için cumhuriyet tarihi 19 Mayıs 1919’da başlar. Bunu buradan ifade etmek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Toplumumuz çok zengindir, zengin bir toplumdur. Bu toplumda bazıları tarih yazar, bazıları da tarihin ne zaman olduğunu tartışmaya başlar. O nedenle, sarı saçlı, mavi gözlü dev adamı, onun Meclisinden saygıyla selamlıyorum değerli milletvekilleri. (CHP sıralarından alkışlar)

Yine, sözlerimin başında, aslında böyle bir ekolojik yıkımla alakalı konuşulması gereken bakanın Enerji Bakanı olması gerekirken Sayın Orman Bakanı olmasını da üzüntüyle paylaştığımı ifade etmek istiyorum. Burada 4-5 tane madde var, bu 4-5 maddeyle alakalı bir boyutuyla tartışmak istiyorum. İçişleri Bakanının da burada olmasına özellikle Artvin Milletvekili olarak çok sevindim. Cerattepe olayları sırasında Sayın Bakana ulaşamadık. Hani diyordunuz ya Sayın Bakan “NASA teknolojisi var.” diye, ben Artvin’in milletvekili olarak hemşehrimiz olan Sayın Bakana ulaşamadım. Herhâlde önümüzdeki günlerde ulaşırız çok yoğun olduğu için, neden ulaşamadığımızı biliyoruz.

Değerli milletvekilleri, öncelikle şunu ifade etmek istiyorum: 4-5 tane temel madde var, bunlardan bir tanesini Engin Altay ısrarla söyledi -onu hâlbuki ilk gündemime almıştım- bunlardan bir tanesi kuzey ormanları. Kuzey ormanlarıyla alakalı gelişmede evet, duyarlı olmamız gerekiyordu. Buna ilişkin birçok insan çevre yıkımı olduğunu ileri sürdü, burada bir rant projesi olduğunu ileri sürdü. 250 milyon ağaçtan bahsediliyor. Böyle bir yıkımla alakalı oraya girerek İstanbul’un bütün yaşam alanlarının, oksijen alanlarının yok edildiğine ilişkin bir projeden bahsediliyor. Ben bu projenin yanlışlığıyla alakalı bir şey söylemeyeceğim, onları kenara koyacağım. Ama Tansu Çiller Başbakan olduğu zaman İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğunda oturan şimdiki Cumhurbaşkanımızın o tarihte -klasiktir ama- gazetelere çıkan söylemlerinden bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bunlardan bir tanesi, o tarihte “Yeni köprüye hayır.” diyor Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Cumhurbaşkanı, “Boğaza 3’üncü köprü intihardır.” diyor. Demek ki zaman içerisinde bu gelişmeler değişiyor, bunlardan bir tanesi bu. Yine, bir başka gazete kupüründeyse “Yeni köprüye hayır.” Bu şekilde bir şeyden geçiliyor ve bunun bir intihar olduğundan bahsediliyor. Yine, sizin yandaş medyanız Yeni Şafak o dönemde atmış olduğu başlıkta diyor ki İstanbul Boğazı’na yapılan 3’üncü köprüyle alakalı: “İstanbul boğazlanıyor.” şeklinde manşet atıyor değerli arkadaşlarım. Demek ki diyalektiğin temel kuralı, her şey değişimdir, değişiyor insanlar, o anlamda fazla bir şey söylemek istemiyorum. Bu rant projesiyle alakalı gerekenlerin yapılmasını umuyorum ama herhangi bir umudum yok.

Değerli arkadaşlarım, burada gensoruya konu olan birçok konunun direkt Artvin’le alakası var, benim seçim bölgemle. Aslında bunun dışına çıkmak istiyorum ama Artvin’le alakalı olduğu için de bunları yadsıyamam.

Bunlardan bir tanesi 24 Ağustos 2015’te Hopa’da meydana gelen sel felaketi değerli arkadaşlarım. Hopa, Arhavi, aradan üç ay geçtikten sonra da Borçka ve Murgul’u da etkileyen inanılmaz bir sel felaketiyle karşı karşıya geldik. Sayın Bakan da o günler de -sağ olsun, teşekkür ediyorum- geldi, Artvin’i ziyaret etti. 11 vatandaşımızı kaybettik Sayın Bakanım, yani 1’inin cenazesi henüz bulunmadı. Bununla alakalı sizler de Artvin’e gelir gelmez hep bunun bir takdiriilahi olduğunu söylediniz. Sayın Bakanım, ben bunun takdiriilahi olduğuna inanmıyorum. Neden? “Önce tedbir, sonra tevekkül.” denilmiş. Takdiriilahi değil, bu, takdiriidari yani takdiriilahi filan değil, idari bir hatadan kaynaklanan bir olayla karşı karşıyayız Hopa’da. Ben de o zaman seçim bölgemdeydim, hemen ertesi gün o saatlerde oraya ulaştık, diğer milletvekilimiz de geldi, o da sağ olsun. Burada bir problemle karşı karşıya kaldık, dedik ki: Acaba burada ne hata yapılıyor? Neden dolayı Hopa’da böyle bir olay meydana geldi? Sayın Bakanım, Hopa’da derelerle alakalı çalışmayı muhtemelen görmüşsünüzdür, Devlet Su İşlerinin yapmış olduğu projelerde bir problem var yani şu anlamda problem var: Yani özellikle oradaki dereler özgür akıyor diye… “Dereler özgür akar.” Karadeniz’in söylemlerinden bir tanesidir bizde. Biz dereleri almışız, beton kutuların içerisine -kibrit kutusu gibi- koymuşuz, altında sürtünme yok, doğal yaşam yok, herhangi bir şey yok ve o dereler onları yıkarak müthiş bir yıkıma sebep olmuş. Yani Devlet Su İşlerinin derelerle alakalı projelerini baştan gözden geçirmesi gerekiyor.

Ben biliyorum, siz gölet ve barajla alakalı tanımları değiştirdiniz Sayın Bakan, şu dere yataklarıyla alakalı tanımları da bir değiştirin. Yani bakın, Karadeniz Ege Bölgesi’ne, Akdeniz’e, bir İç Anadolu’ya ve şeye benzemiyor, Karadeniz’de müthiş bir mebrusat oluyor yeri geldiği zaman yani tahmin edemediğimiz bir debi oluyor. Bu debiyi engelleyebilmek için, bana göre, Devlet Su İşlerinin kendi politikalarını mutlaka değiştirmesi gerekiyor. Hopa’da dere yatakları değiştirilmiş. Hopa’nın en büyük mahallelerinden bir tanesi Sundura Mahallesi. İstanbul Büyükşehir Belediyesinden gelen afet ekipleriyle de beraber gezdik. Bizim bütün belediyelerimiz de oradaydı, İstanbul’daki bütün CHP’li belediyeleri oraya döktük ama onlardan dinlemek daha farklı, en azından, biz taraf olduğumuz için, hani “Kötülüyorlar.” filan denilebilir. Afet ekipleri geldiler ve şaşırdılar, dediler ki: “Bu dere yatakları neden bu hâle gelmiş? Dere yataklarını niye bu şekilde değiştirmişsiniz?” Ve daha ilginç olanı değerli milletvekilleri, biz faciaya bir anlamda davetiye çıkartıyorken, kamu binalarını gidip dere yataklarına yaptık Hopa’da. Yani bunu en çok yapan da özel kişiler değil, dere yataklarına en çok kamu binaları yapıyorlar. Yani bir anlamda, belki belediyeler hata yapmış olabilirler, yanlış yerlere imar vermiş olabilirler ama bu anlamda kötü örnek olması açısından dere yatağının ortasına -şimdi ismini vermeyeceğim- bir kamu binasının konulduğunu gördük. Yani, böyle bir şey olamaz. Bu ne? Demek ki bütün bunlar olduktan sonra da kalkıp “Efendim, bu takdiriilahi’dir.” demeyi de doğru bulmam. O nedenle buna bir kere daha Sayın Bakanın dikkatini çekiyorum.

Bunun haricinde, bu felaketin meydana gelmesinin önemli nedenlerinden bir tanesi de Karadeniz Sahil Yolu. Değerli arkadaşlarım, Karadeniz’e gelmişsinizdir, muhtemelen biliyorsunuzdur. Karadeniz Sahil Yolu bir anlamda ulaşımı çok rahatlattı ama ilçelerle, il merkezleriyle, yerleşim merkezleriyle Karadeniz arasında kocaman bir set oluşturdu. Yani, menfezle suları Karadeniz’e veriyorlar ama yeterli değil. Bir bölüm yurttaşımız ne yazık ki ormanı kestiler, çay bahçeleri yaptılar. Karadeniz Sahil Yolu bir anlamda doğal baraj görevi görüyor. Altındaki menfezler suların Karadeniz’e ulaşmasını engelliyor. Yani, insan eliyle bir felaketin bir araya gelebilmesi için elimizden gelen bütün her şeyi yaptık. Bunlar da felaketin, bir anlamda, oluşması için nedenlerden bir tanesi daha oldular.

Şimdi, değerli arkadaşlarım; HES’ler ayrı bir olaydır ama şunu ifade edeyim, biraz sonra değineceğim: Hopa’da bu felaket olmasına rağmen Hopa sınırları içerisinde bir tane HES yoktur Sayın Bakan. Bunu biliyorsunuzdur, yani Hopa ilçe sınırları içerisinde hiçbir HES yoktur. Yani, Artvin’in başka ilçelerinde HES vardır ama Hopa ilçe sınırları içerisinde HES yoktur ama felaket meydana gelmiştir. Yani, onu da, doğru bir fiilî durumu ortaya koymamız gerekiyor. Yani, tek başına olabilecek şey değildir. Hemen arkasından da Murgul ve Borçka ilçelerimizde de ölümlü olaylar meydana gelmiştir. Temennim şudur: Burada, Bakanlığın “Acaba bu hatalar nereden meydana geliyor?” diye bilimsel anlamda ilgili projeleri yapmasını, bir daha böyle ölümcül hataların olmaması için gerekli tedbirlerin alınmasını özellikle Sayın Bakandan rica ediyoruz.

HES’ler ve Yeşil Yol; Karadeniz’in en büyük sıkıntılarından bir tanesi budur değerli arkadaşlarım. Şu anda Artvin’de -rakamlara girmek istemiyorum, birçok soru sorduk, ilgili Bakan da cevap verdiler ama çok ayrıntılarına girmek istemiyorum- birçok derede, Rize’de, Trabzon’da -Sayın Pekşen de biraz önce ayrıntılı bilgi verdi bana, soru önergelerinden yararlanmıştım- birçok yerde HES’ler var. Bu HES’lerden dolayı da vatandaş artık bıkma noktasına gelmiş. Birçok yerde davalar açılıyor, idare mahkemelerinden yürütmeyi durdurma kararları alınıyor. Sayın Bakan, biz enerjiye karşı filan değiliz yani mutlaka bir karşı boyutu yok bu işin ama bu olay öyle bir vaziyete geldi ki… Hani “vahşi kapitalizm” deniyor, bölgesel havza planlaması yapılmadan bir derenin üzerinde 4 tane, 3 tane HES kuruluyor, yani, inanılacak bir şey değil. Biz “HES’lerin Türkiye ekonomisine ve enerji ihtiyacına ne kadar katkısı var?” diyoruz, alınmış olan rakam yüzde 2-yüzde 2,5. Eğer farklı bir şeyse siz lütfen düzeltin. Eğer yüzde 2-2,5’luk bir katkı varsa bu derecede bir ekolojik yıkımı, Karadeniz’deki bütün köyleri, yerleşim birimlerini yok edecek, dereleri, bölgesel havza planlamasını bir anda kenara atacak, “can suyu” dediğimiz… Bakın, yeni bir terminoloji ortaya çıktı sayın milletvekilleri. Can suyunu muhtemelen önceden bilmiyordunuz. Can suyu “can çekişme suyu” hâline dönüştü. Can suyu nedir? İnsan ölecek gibi olduğunda dersiniz ki: “Boğazına bir ıslak mendil verelim, can suyu verelim.” Şimdi ilgili şirketler canavarca bir saikle oralara hücum ediyorlar, diyorlar ki: “Size can suyu vereceğim.” Normal sulardan ancak bu şekilde yararlanacağız. Dere yatağından bir suyu alıyorsunuz, borulara yüklüyorsunuz, alıyorsunuz, öbür tarafa götürüyorsunuz, oradaki doğal yaşamı bir anlamda ortadan kaldırıyorsunuz. Bunu kabul etmek mümkün değil.

Biraz önce sayın milletvekili Yeşil Yol’la alakalı bir tanımlama yaptı. Evet, Yeşil Yol’la alakalı da bir sıkıntı var Karadeniz’de, insanlar istemiyorlar. Ta Samsun’dan Artvin’e kadar ortalama 2 bin rakımdan geçen 2.600 kilometrelik bir yol. Hani hep diyorsunuz ya “Millî iradedir, vatandaşlara hep soruyoruz.” diye, Karadeniz’deki insanlara, orada olanlara bir sorun bakalım “Bu bir rant projesi midir, yaylaları betonlaştırma projesi midir veya yaylaları bir anlamda yok etme projesi midir?” diye. Karadeniz insanını ikna etmeniz gerekiyor Sayın Bakan. Burada bir tereddüt var, “Ben yaptım oldu.”yla olmuyor bu iş. Onu da özellikle vurgulamak istiyorum.

Şimdi, tabii, buradaki en önemli şeylerden biri de amiral gemimiz Cerattepe. İçişleri Bakanı da burada, Cerattepe’yi konuşmamız lazım ama Cerattepe’den önce bir şey söylemek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, bizim Artvin, baraj projelerinin olduğu bir yerdir yani müthiş anlamda barajlar var. Biz Artvinliler dedik ki: “Helalühoş olsun.” Eğer barajlar bu ülke için gerekliyse Artvin insanı buna “Helalühoş olsun.” dedi. Mezarlarımızı sular altında bıraktık, mezarlarımızı, babalarımızın, dedelerimizin mezarlarını torbalara koyduk, kemikler hâlinde başka yerlere götürdük ama hiçbir Artvin insanı gık demedi -burada Sayın Artvin Milletvekilimiz de var- hiçbir problem olmadı barajlarla alakalı.

Şimdi, bizim bu barajlardan önce bir Artvin-Erzurum yolumuz vardı Sayın Bakan, bir tane yolumuz vardı bizim. 2013’te ben milletvekiliyken siz bütün odalara bir şey gönderdiniz. 2013’te Aralık ayı içerisinde dediniz ki: “Biz 113 proje yapacağız.” Aralık’ın 9’uydu yanılmıyorsam. “11/12/13’te 113 Dev Proje” diye. Ben de merak ettim o kitapçığı, aldım içini okumaya başladım. İçinde, 113 projenin içerisinde… Hani bizim bir tane projemiz vardı ya Artvin-Erzurum yolu, Sayın Bakan buradan 9 tane proje çıkarmış. Sayın Bakan, gerçekten tebrik ediyorum sizi. Bakın, kitabın içerisinden aldım. Bizim bir tane Artvin-Erzurum yolumuz vardı, bir tane yolumuz vardı. Şimdi buradan nasıl 9 proje çıkar? Tek tek okuyorum:

Artvin-Erzurum, Artvin-Ardahan ve Artvin-Ardanuç devlet yolları, bir. Bu bir proje.

İki: Artvin-Erzurum devlet yolu birinci kısım. Ne demek? 30 kilometre yapmış, o bir proje olmuş.

Artvin-Erzurum devlet yolu ikinci kısım, bu olmuş ikinci proje.

Artvin-Erzurum yolu ikinci kısım ikmal inşaatı, bu olmuş üçüncü proje.

Artvin Ortaköy Viyadüğü, Ortaköy yol ayrımı, olmuş dördüncü proje.

Artvin-Erzurum devlet yolu üçüncü kısım, olmuş dördüncü proje.

Artvin-Erzurum devlet yolu üçüncü kısım kabulü, olmuş beşinci proje.

Artvin-Erzurum devlet kara yolu üzerinde bulunan tünellerin aydınlatılması, havalandırılması, yangın söndürme, sinyalizasyon sistemleri, olmuş beşinci proje.

Devam ediyor, ana yollar; Çoruh ana kol sağ sahil yolu, sol sahil yolu…

Sayın Bakan, vallahi sizinle iyi ki aynı yerde avukatlık yapmamışız, vallahi ben nal toplardım, vallahi ben ekmek yiyemezdim. Böyle bir şey olamaz ya. Bir tane projeden 9 tane şey çıkartmış.

Yine, Cerattepe’ye geçmeden evvel bir şey daha söyleyeceğim: Ben buradaki daha önceki konuşmalarımda söylemiştim, demiştim ki: “Kaç tane ağaç diktiniz?” Biraz önce sayın milletvekili çok güzel ifade etti, dedi ki: “Efendim, biz ekosistemi yeniliyoruz, şu kadar ağacı söktük, 3,5 milyon ağaç diktik.”

Sayın Bakana sordum: “Kaç tane ağaç diktiniz 2014 yılında?” Şimdi yanılmıyorsam 3,5 milyar.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – 3 milyar.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) – “3 milyar.” dedi.

Sayın Bakana soru sordum. Bakın, lütfen dinleyin. Diyorum ki: “Sayın Bakan, on yılda 3 milyar ağaç diktiğiniz doğru mudur? Bu fidanları nereye, ne zaman diktiniz? Tarih ve sayılarıyla birlikte açıklar mısınız? 3 milyar ağacı ülkemizin hangi illerine diktiniz? İl il ayrıntılarıyla açıklar mısınız?” diye sordum.

Sayın Bakanın bana vermiş olduğu cevabı söylüyorum değerli arkadaşlar. Sayın Bakan Karadenizli değil. Sayın Bakan diyor ki bana: “Yaklaşık 3 milyar ağaç diktik.” Ben de zaten onu soruyorum. Sizin bana verdiğiniz cevap burada Sayın Bakan.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Niye “Karadenizli değil.” dedin, onu da bir söyle.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) - Ya soruyorum: Nereye diktiniz? diye. Sayın Bakan bana diyor ki: “3 milyar ağaç diktik.” Çok teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, ben burada size sormuştum geçen konuşmamda, demiştim ki: “Nasrettin Hoca’ya sormuşlar ki dünyanın merkezi nerededir?” diye. “O da çok özür diliyorum, eşeğimin arka sağ ayağıdır.” demiş. “Nereden biliyorsun.” demişler. “Gelin de ölçün.” demiş.

Şimdi, ben de Sayın Bakana galaksideki yıldızlarla alakalı rakam vereceğim. Galakside 30 milyar 520 milyon 718 bin 316 tane yıldız var Sayın Bakan! İstiyorsanız sayın, inanmıyorsanız sayın, ne diyeyim yani! Sizin iş de böyle bir olay yani.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – İtiraz etmedi ki.

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Önce siz sayacaksınız.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) - Hayır, Sayın Bakan saysın, bize “Böyle böyle.” diyor. Sayın Bakanı incitmek istemiyorum, onu ifade edeyim.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, gelelim Cerattepe’ye. Cerattepe’de Cerattepe’yle alakalı bir ihale yolsuzluğu var. Bakın, yeni dönemde gelen milletvekili arkadaşlarımız, onlar bilmiyorlar. 2012 yılında Maden İşleri Genel Müdürlüğü Cerattepe’yle alakalı bir ihale ilanı yapıyor değerli arkadaşlarım ve o inanılmaz bir şey yani. Bu ihale şartnamesinin 9’uncu maddesinde, 8’inci maddesinde diyor ki: “Bu ihaleye girecek olan firmanın -bakın, ne kadar güzel, bir tek bıyığını, saçını tarif etmiyor, doğum tarihini- Türkiye’de yılda 500 bin ton tüvenan, 50 bin ton metal bakır işleyecek tesise sahip olması gerekir.” Bakın, dikkat edin yani böyle bir tesise sahip olan bu firma buna girebilir diye. Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın kulakları çınlasın. Sayın Bakanın yanına gittim, kendisine soru önergeleri verdim, dedim ki: “Bu ihale şartnamesine uygun Türkiye’de kaç tane firma Sayın Bakan?” Kendisine yazılı soru sordum. Sayın Bakan bana… Özür diliyorum, 500 bin tüvenan, 10 bin ton metal bakır... Sordum, Sayın Bakan şöyle dedi, böyle dedi, bir şeyler söyledi. Kendine göre dedi ki: “Bakacağız, doğru mudur, şey midir? Artvin’in üstüne bakacağız, altına bakacağız.” Ben de Sayın Bakana dedim: “Altı ile üstüne bakıp değerlendirme yapacaksan Sayın Bakan bize kaç lira fiyat biçtin, bize kaç lira verdin?” Yani Artvin’de yaşayan insanlar var. Cevap vermedi ve ben yazılı bir soru sordum ihaleden önce -Sayın Bakan bu sizi ilgilendirmiyor- dedim ki: “Şu ihale şartnamesinde belirtilen Türkiye’de kaç tane firma vardır? Adını söyler misiniz.” Değerli milletvekilleri, bakın, hani diyorsunuz ya yolsuzluklar filan diye. Bakanın şurada yazılı cevabı var, ihale tarihinden önce. Diyor ki: “Türkiye’de 1 tane firma vardır, Eti Bakıra aittir, Samsun’dadır.” Böyle ihale olur mu sayın milletvekilleri? Şöyle ihale olur mu? Sayın Bakan, olur mu böyle bir ihale?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Hopa’yı da, İnebolu’yu da aldı, yine aynı şekilde çıkarttılar Eti Bakır için, özel.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) – Ve ihale yapıldı, ihaleye bir de baktık ki, bana dediler… Benim eşim noter. Dedim ki “İhaleyi noterden tespit ettireceğim.” Hâlbuki öyle bir şey yapmam da mümkün değil Noterlik Kanunu’na göre. Dedim: “Bu ihalede yolsuzluğu tespit ettireceğim.” İhale yapıldı, bir de baktık ihaleyi başka birisi almış. Sonra çıktı buraya Enerji Bakanı “Uğur Bey yanıldı.” dedi. Aradan iki ay geçti değerli arkadaşlarım, bana adam gönderdiler “Bu işin üzerine gitme.” diye, “Kapat bu işi.” diye. Gitti, redevansla ona devretti. Şu anda Artvin’deki ihale kimde, biliyor musun? O dediğim firmada, onu iyi bilirsiniz, hani o tape’lerde bizi, halkı seven birisi var ya, onda. Ne söyleyeyim Sayın Bakan ya? Cerattepe budur.

Şimdi, biz kalktık ne yaptık biliyor musunuz Artvin’de burayla alakalı? Değerli arkadaşlarım, mahkeme kararları var, mahkemelerde verilmiş olan olumlu kararlar var, hiçbirisini ciddiye almadılar, baktık ki olmadı. O günlerde -bakın, burada Faruk Çelik’i de yâd etmeden geçemeyeceğim- 27 Mart 2002’de Parlamento kürsüsünde, beraber bu koltuklarda oturduğunuz Sayın Bakan konuşma yapıyor: “Artvin’de maden çıkartmak cinayettir.” diyor Faruk Çelik, bakın, tutanakları burada.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Nereli o Faruk Çelik?

UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) - O da diyalektik, her şey değişiyor ya, Sayın Bakan da değişti; diyalektiğin kuralı bu, değişmesi gerekiyor.

Şimdi, gelinen noktada Artvin’de insanlar ne yaptılar biliyor musunuz değerli arkadaşlarım? Baktılar ki olmuyor, ormanı koruyamıyoruz… Elimizde mahkeme kararları var. Rize İdare Mahkemesi diyor ki: “Burada maden çıkartılması cinayettir.” Orman idaresi de… Benim avukatlık yaptığım yıllarda Orman Yasası’na muhalefetten dolayı bakım memurları birilerini yakalardı, biz de onların avukatlığını yapardık “Ormana karşı suç işledi.” diye. Şimdi devir değişti Artvin’de. Biz ormanı Orman Bakanlığından ve bölge müdürlüğünden korumaya çalışıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Altı aydır insanlar oturmadılar, yemediler içmediler yukarıda nöbet tuttular ve altı ay sonra kalktılar, buraya… Hani derler ya: “Sermaye ne kadar etkili.” Onu gördük Artvin’de.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – “Paran kadar konuş.” diyorlar yani.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) - Gazlarıyla yani ellerinde gaz bombalarıyla Artvin’e müdahale ettiler ve bunu kırdılar. Mahkeme kararlarına rağmen, mahkeme kararlarını göz ardı ettiler ve Artvin’i yok etmeye çalıştılar. Şimdi, Sayın Bakan burada, İçişleri Bakanı burada, Artvin’e özel ilgisini biliyorum, o gerekli talimatları verdiler.

Artvin insanı gazın ne olduğunu bilmiyordu. Bir ağabeyimize gece demişler ki: “Gazdan kurtulman için ne yapman lazım?” Demiş ki: “Limonla kurtulursun.” O da sabah kalkmış, 4 tane limonu suya sıkmış içmiş, polise demiş: “At bakalım.” Atmışlar, bayılmış. “Hani bir şey olmuyordu limonla?” demiş. E, bizim Artvinliler bilmiyor ki bunu, limonu suya sıkmış öyle içmiş, göze sıkılacağını bilmiyor. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız.

Şimdi, bu durumda Artvinliler altı ay beklediler de altı ay sonra Artvin’deki direnişi kırdılar. Hep beraber göreceğiz. Şimdi mahkemeyi bekliyoruz, mahkemenin sonuçlarını. Sayın Başbakan açıklama yaptı “Mahkemeden karar çıkana kadar bekleyeceğiz.” dedi. Biz de saygı duyuyoruz ama buradan, Parlamentodan bir şey söyleyeyim Sayın Bakanım.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Hâkimini değiştirdiler.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) - Cumhurbaşkanı dedi ki: “Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyoruz.” Rize İdare Mahkemesinin, daha önce Erzurum İdare Mahkemesinin 6-7 tane lehte kararı var. Bütün bunlara rağmen, eğer hukuka aykırı bir karar çıkarsa şunu bilin, Parlamentodan sesleniyorum: Artvin halkı kararını vermiştir. Karar bizim tersimize çıkarsa, koskoca Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesini tanımıyorsa gariban Artvin halkı da idare mahkemesini tanımayacaktır. Buradan açık tescil ediyorum. Bunu bilin diye diyorum değerli arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

Sözlerimi fazla uzattığımın farkındayım.

Artvin’i gelip görmenizi isterim. Bakın, Artvin -bir şairin demesiyle- bir yağız delikanlıdır. Hangi dağa yaslanırsanız arkasında bir dost bulursunuz. Bazen mahcuptur, bazen yağmurludur, bazen sislidir ama dosttur Artvinliler. Cumhuriyetin aydın insanlarının, güzel insanlarının yaşamış olduğu bir kenttir Artvin. Bu kenti yok etmenize hangi türlü olursa olsun hiçbir şekilde müsaade etmeyeceğimizi bilmenizi isterim değerli arkadaşlarım.

Sözlerimi bitiriyorken de şunu söylemek istiyorum: Bu girişimler, HES’ler, diğer cinayetler, bunlarla alakalı Artvin halkı bugüne kadar yeri geldi kırıldı ama asla eğilmedi, Hükûmet tarafından bunun bilinmesini istiyorum. Buradan da hayatımızı koyduğumuz, mücadele ettiğimiz, onun uğruna bedeller ödediğimiz, o görmek istediğimiz şu güzel coğrafyanın başındaki Artvin’in... Bakın, burada Cerattepe. Cerattepe’ye de buradan sesleneceğim bir şey var. Burası Cerattepe, bakın arkadaşlar. Tam kentin üzerinde, muhteşem bir yerdir Cerattepe. Buradan Cerattepe’ye de sesleniyorum; ağaçları altında serinlediğimiz, sularından içtiğimiz, o güzel yerlerinde dinlendiğimiz Cerattepe’ye de sesleniyorum:

Ey Cerattepe, eğer bu işgalcileri kovmazsak

Sana söz olsun, sana ant olsun Cerattepe,

Suyun cenazemizi yıkasın Cerattepe eğer bunları kovmazsak,

Ağaçların tabutumuz olsun,

Toprağın mezarımız olsun Cerattepe,

Eğer seni koruyamazsak, dilimiz lal olsun,

Gözümüz kör olsun Cerattepe,

Sana ant olsun Cerattepe,

Sana ant olsun Cerattepe,

Sana ant olsun Cerattepe...

Sözlerimi bitiriyorken diyorum ki: Kim ne derse desin Cerattepe geçilmez, Artvin halkı yenilmez, bunu herkese öğreteceğiz.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bayraktutan.

Gruplar adına son konuşmacı Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Erol Kaya İstanbul Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Kaya. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA EROL KAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu Bakanımız hakkında verilen gensoru üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bu vatan uğruna fedayıcan eden bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor ve onları saygıyla anıyorum.

Yine, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı tebrik ediyorum ve sözlerime başlarken de bugünkü konuşmamızın ana temasını oluşturan Gümüşhane Kürtün ve Giresun Doğankent’teki Yaşmaklı Barajı ve HES inşaatında çalışanlara karşı silahlı saldırıda bulunanları da lanetliyorum.

Değerli arkadaşlar, gensoru konularına baktığımızda, başta HES’ler olmak üzere Cerattepe’den maden çıkartılmasıyla ilgili, Karadeniz yollarının birleştirilerek Yeşil Yol yapılmasıyla ilgili ve yine Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve onun bağlantı yollarıyla ilgili olduğunu görmekteyiz. Bu yapılanların ekolojik dengeyi bozduğu, hatta bu ülkede bu yatırımlara gerek olmadığı, dolayısıyla bu yatırımları yapan Bakanın suç işlediği iddialarıyla Sayın Orman ve Su İşleri Bakanımız hakkında gensoru verilmiş bulunmaktadır.

Aslında gensorular bir denetim mekanizması olması hasebiyle aynı zamanda hükûmet ve bakanlık icraatlarıyla ilgili yapılanların bir kez daha anlatılmasına vesile olmasından dolayı da sevineceğimiz ve kendimizi ifade edeceğimiz konulardır. Dolayısıyla bu gensoruya da aynı zamanda bir şekliyle de teşekkür etmemiz gerekir.

Ben Sayın Veysel Eroğlu’nu 1990’lı yıllardan tanıyorum. 1990’lı yıllar -hatırlar mısınız bilmiyorum ama- İstanbul dediğinizde çöplerin toplanmadığı, hava kirliliğinden dolayı gaz maskelerinin dağıtıldığı, dolmuş durakları, otobüs durakları gibi su duraklarının olduğu bir dönemdi ve Sayın Cumhurbaşkanımız o dönemde, 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştu. Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde onun için gazetelerdeki manşet aynen şöyleydi: “Tayyip’in işi Allah’a kaldı.” Bendeniz de 1994-2009 arasında Pendik Belediye Başkanlığı yaptım ve o dönemde Sayın Veysel Eroğlu’nu İSKİ’den tanıyorum. O zaman İSKİ demek… İnsanlara SUSER kamyonlarıyla su dağıtmak için böyle otobüs durağı gibi bir yerde tabelalar vardı -İSKİ tabelaları- “su durakları” diye. Orada bekliyorsunuz bidonlar elinizde ve SUSER’in kamyonu geldiğinde eğer kavga etmeden su alabilirseniz Allah size kolaylıklar versin.

İstanbul’da o zaman daire fiyatlarıyla ilgili her müteahhidin bir afişi vardı “hidroforlu daireler” diye. En kıymetli daireler de en alttaki dairelerdi çünkü yukarılara su gitmesi mümkün değildi. Bu dönemde Veysel Eroğlu İstanbul’un su sorununu çözdüğü gibi, aynı zamanda o günkü Türkiye’deki belki hepimizin hafızasını zorlayan başka bir şeyi de gerçekleştirdi; hiç oy alamadığımız Adalar’a da denizin altından su götüren bir insandı.

Müsaadeniz olursa, gensoru konularına girerken aynı zamanda Hükûmet icraatlarıyla birleştirerek ben bazı şeyleri buradan açıklamak istiyorum. Öncelikle, gensoru konularımızdan bir tanesi HES’lerle ilgili.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’mizin iki büyük problemi var, aslında bütün dünyanın da iki büyük problemi var. Birisi enerjidir, diğeri de sudur. Susuz bir hayatı tahayyül etmek ve onunla ilgili bir hayatı hıfzetmek veya ifade etmek mümkün değil.

Şimdi, gensoruya baktığımızda, Türkiye’de AK PARTİ iktidarının öncesinde, 2003 yılında 86 HES’in var olduğundan bahsediyorlar, kendileri de söylüyorlar arkadaşlar ve kendileri “AK PARTİ’den önce Türkiye’de böyle bir yatırım yoktu.” diyorlar. Doğru söylüyorlar, teşekkür ediyoruz. AK PARTİ var, güven var, istikrar var, dolayısıyla da yatırım var. Özel sektör Hükûmete güvenmiş, özel sektör Türkiye’ye güvenmiş ve birçoğunu gerçekleştirdiği yaklaşık 60 milyar dolarlık bir yatırımı bu ülkenin gündemine almış. Herhâlde birileri maziyi özledi. Ülkenin 70 sente muhtaç olduğu, yağ kuyrukları gibi mazot kuyruklarının bulunduğu, elektrik kesilip de ameliyat masasında kalındığı günleri hatırlamak istemiyoruz. Aslında, başka bir ifadeyle, dönemin Başbakanının meşhur bir sözü vardı: “Mazot vardı da ben mi içtim sevgili kardeşim?” diye ifade ettiği cümleleri hep birlikte hatırlıyoruz. Aslında, özetle ifade edersek, geçti artık bu devirler. Susuzluk dönemi bittiği gibi, basiretsiz yönetimler dönemi de bitti bu ülkede.

Değerli milletvekilleri, bugün dünyada 65 ülkenin elektrik ihtiyacının yüzde 50’si HES’lerden karşılanmakta. Türkiye’deyse bu oran yüzde 25’ler seviyesinde. Sayın Bakan gerek enerjiyle ilgili gerek dere ıslahlarıyla ilgili yaptığı önemli yatırımlarla hakikaten güzel şeyleri bize sundu. Birkaç örnek vermek gerekirse, 20 adet baraj ve HES inşaatından, 301 adet göletten, 307 adet sulama tesisi, 98 adet içme ve kullanma suyu tesisinden bahsetmek mümkündür. Bu tesislerden Artvin Deriner Barajı’nın dünyanın en yüksek 6’ncı barajı olma özelliği ve şimdi Yusufeli’nde yapılan 270 metre yüksekliğiyle dünyanın en büyüklerinden birinin gerçekleştirilmiş olması hakikaten bizim için iftar vesilesi olan bir hadisedir. Dikkat ederseniz, aslında, biz bu gensoruyu dünyada en çok tesis yapan ve aynı zamanda da en çok tesis açan bir Bakan hakkında vermiş bulunuyoruz. On üç yılda 4 binden fazla tesisi hizmete kazandırmış bir Sayın Bakandan bahsediyoruz. Aslında, gensoruyu veren arkadaşlarımız şöyle yapsalardı: “Ya, sevgili kardeşim, Sayın Bakan, niye dünyada yüzde 50 yenilenebilir enerjinin içerisindeki HES’lerden elektrik karşılanıyor da siz niye bu ülkeyi geride bıraktınız, yüzde 25’te bıraktınız? Niye bunu daha ileriye götürmediniz?” deseler bence Veysel Hoca’yı epey zorlardı, “Acaba neler hayal ediyor, neleri gerçekleştiriyor ve biz hâlâ fosil yakıtlara mı mahkûmuz?” deselerdi bence bu ülkeye ve Parlamentoya çok ciddi şekilde katkıda bulunurlardı.

Bu HES’lerin son üç yılda bize kazandırdığı rakamlara baktığımızda, ürettiğimiz enerjiyle yaklaşık 11 milyar dolarlık doğal gaz ithalatından da kurtulduğumuzu ifade etmemiz mümkün.

Geçmişte icraatlarıyla ve hakikaten, dünyada diğer ülkelerle mukayese edildiğinde Sayın Bakanımıza görevi tevdi eden bence Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza, Meclisimize ve bizlere duasıyla destek olan halkımıza teşekkür etmemiz gerekiyor.

Bir başka gensoru konusu ise Yeşil Yol’la ilgili. Ben Karadenizli bir ailenin çocuğum, Trabzonluyum ve Hayratlıyım. Babam rahmetli, 2.067 metre rakımda, Hayrat’ın Dağönü köyünde doğmuş, büyümüş bir insan. Biz her yıl Dağönü köyüne, memleketimize, sılayırahim için, doğduğumuz topraklara sahip çıkmak ve bir vefayı yerine getirmek için gideriz. Köy derneğimiz uzun yıllar bizim köyün yolunu beton dökerek yapmaya çalıştı. Ahaliden topladığı paralarla köy yolunu yapmaya çalıştılar ve bir kısmını da kendileri yaptılar. İlk defa bu yıl, şimdi duydum ki Hükûmet de bir ödenek koymuş, köy yoluna bir şeyler yapacaklar diye.

Ben o köy yolundan giderken derenin üzerinde böyle acayip, garaip bir beton bina görmüştüm -70’li, 80’li yıllardan bahsediyorum- sordum nedir diye; yıl 1972, Hayrat Yeniköy’deki hemşehrilerimiz derenin üzerine bir HES inşa etmişler ve köyün bütün elektriğini on yıl boyunca o HES’ten karşılamışlardı, kırk yıl önce. Köylülerimiz, kendi köyünün ihtiyacını karşılamak için derenin üzerine HES yapıyorlar ve kendi köyünün ihtiyacını karşılıyorlar. Kırk yıl sonra Parlamentoda “Niçin bu HES’leri yapıyorsunuz?” demek bence fevkalade üzüntülü bir hadise, sizleri anlamakta cidden zorlanıyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yeşil Yol, Karadeniz’in 8 ilinin yaylalarını birbirine bağlayan, imalatında bölgenin doğal malzemelerinin kullanıldığı, doğaya saygılı bir yol; kaldı ki önemli bir bölümü de -az evvel sayın vekilimiz de ifade etti, 2.620 kilometrelik yoldan bahsediyoruz- var olan bir yolun ıslahından konuşuyoruz, çok büyük bir bölümü var olan bir yolun ıslah edilmesinden bahsediyoruz. Dolayısıyla, Karadeniz çetin olan bir yer, coğrafyası çok zor olan bir yer, burada yola karşı çıkmak medeniyete karşı çıkmak gibidir. Halil Rifat Paşa’nın meşhur sözüdür “Yolun ulaştığı her yer bizim, ulaşamadığımız yerse bizim değildir.” diyor. Bence Karadeniz’de yola ulaşmak çok önemli.

Sizlere bir başka hikâye anlatayım, Karadeniz’de geçtiği söylenir ama başka yerlerde de ifade edilir: 1990’lı yıllarda bir bakan kahveye gelir ve konuşma yapar, konuşmada hükûmetin yaptığı icraatları anlatır. Yaşlı bir amca içeri girer “Sayın bakanım, biz sizden çok memnunuz ama şu Ruslardan çok şikâyetçiyiz.” filan deyince bakan “Ya, hayırdır, Ruslarla ne işin var, ne alıp veremediğin var?” filan der. Yaşlı amca “Ya, sayın bakanım, bir yol yaptılar, doksan yıldır hâlâ gelip bakmıyorlar.” der.

Değerli arkadaşlar, “Türkiye geri kalsın, yol olmasın.” diyenlerle “2023’ün, 2053’ün, 2071’in hedeflerini nasıl gerçekleştiririz?” diyenlerin tartışması bence devam edecektir.

Bir başka konumuz ulaşımla ilgili –yine gensoruda var olduğu için söylüyorum- konuşmama girmeden evvel bir şey ifade edeyim. Yani Belediye Başkanlığı yapmamız ve birçok iş adamımızı dinlememiz hasebiyle ifade ediyorum. Elâzığ’dan bir mermeri Mersin Limanı’na indirmekle Çin’den bir mermeri Mersin Limanı’na getirmeyi mukayese ettiğinde iş adamlarımız diyor ki: “Çin’den gelen daha ucuza gelebiliyor.” Çünkü, bu ülkede yol yoktu, tren yoktu, hiçbir ulaşım yoktu ve biz bunları AK PARTİ’yle gördük. 2003 yılında 6 bin kilometre duble yol varken bu rakam bugün 25 bin kilometreye çıkartılmış durumda. Neredeyse on beş yılda yapamadığımız Bolu Dağı Tüneli’nin uzunluğu 3 kilometre, Ovit Dağı aşağı yukarı 15 kilometrelik bir dağ, delindi ve altında yol açılıyor. Seksen yılda 50 kilometre tünelin yapıldığı ülkemizde on iki yılda 207 kilometre tünel kazandıran bir siyasi iktidarı, bir Hükûmeti, bakanlarımızı konuşuyoruz.

Bir başka önemli yatırım ise demir yollarıyla ilgili. Değerli arkadaşlar, duble yollardan duble tren yoluna geçen bir noktadayız ama ben sadece -çok rakama boğmadan- iki rakam vermek istiyorum: Ankara-Konya arasındaki yolcu taşımacılığının yüzde 66’sının, Ankara-Eskişehir arasındaki yolcu taşımacılığının ise yüzde 72’sinin hızlı trenle yapıldığını artık bilelim ve elhamdülillah, ben -inanıyorum ki- İstanbul-Ankara arasında da aynı noktaya ulaşacağımızı düşünüyorum.

Hava yolunda ise -İstanbul’da oturuyorum ve Pendik’teyim- Pendik Sabiha Gökçen’den bir rakam vermek istiyorum size, Türkiye’nin geldiği noktayla ilgili bence çok muhteşem bir rakamdır: 2001 yılında, bir yılda Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan uçan yolcu sayısı 42.377 -İnternet’e girip bakabilirsiniz- 2015 yılı yani geçen yıl Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan uçan yolcu sayısı 28 milyon 280 bin; 42 binden 28 milyona. Ve bugün Sabiha Gökçen Havalimanı yeterli olmadığı için ikinci pist çalışması yapılıyor. Dolayısıyla, üçüncü havalimanını tartışmaya ya da anlatmaya ne kadar gerek var bilemiyorum ama seksen yılda 26 havalimanının yapıldığı Türkiye’den, on iki yılda 27 havalimanının yapıldığı bir noktadayız bu ülkede elhamdülillah.

Limanlarla ilgili örnek vermek gerekirse, seksen yılda 37 tersanenin yapıldığı ülkede, on iki yılda 36 tersanenin yapıldığı bir noktaya geliyoruz.

Gensorunun bir başka konusu ise -biz İstanbulluları biraz da yakından ilgilendiriyor- Yavuz Sultan Selim Köprüsü’dür. Yavuz Sultan Selim Köprüsü başladığı andan itibaren akıllara durgunluk veren ithamlarla karşılaştık. Aslında bu ithamlardan bir tanesi, en önemlilerinden bir tanesi “Ağaç katliamı yapılıyor.” noktasındaydı. Aslında, biraz belki irdeleseydiniz, iyi niyetle de baksaydınız, sorsaydınız Bakana, “Ya, Sayın Bakanım, burada bir kısım ağaçların kesileceği söyleniyor. Keseceksiniz de peki yerine ne yapacaksınız?” deseydiniz şu cevabı alırdınız: Yavuz Sultan Selim Köprüsü’yle ilgili ve onun yollarıyla ilgili, Karayolları Genel Müdürlüğüyle 1.058 hektar alanda 1 milyon 200 bin fazladan fıstık çamının Bakanlık tarafından dikildiğini görebilirdik. Yavuz Sultan Selim Köprüsü olsun, Avrasya Tüneli olsun, bunlar İstanbul’un ulaşımını rahatlatacak önemli tünellerden ve geçişlerden biridir. Aynı zamanda, İstanbul’un temiz havasına, trafikte kaybedilen zamana ve mal ve diğer nakliyatlardaki pahalılaşmanın önüne geçecek bir hadiseden bahsediyoruz.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün bir başka özelliği, dünyanın sayılı köprülerinden bir tanesi olması hem tren geçecek hem de araç geçecek. Engellemek isteyenlerin, gazete manşetleri atanların, teneke çalanların, mahkeme kararlarının ardından zil takıp oynayanların hepsinin hevesleri kursağında kaldı. Aslında size bir şey daha söyleyeyim: Birinci köprüye karşı çıkanlara, ikinci köprüye karşı çıkanlara bir tavsiyem var, ağustos ayında açılacak üçüncü köprüye de karşı çıkanlar için aynı şey olacak: Oradan geçerken lütfen başınızı aşağıya eğin, böyle mahcup bir edayla geçin ama kaza da yapmayın lütfen çünkü kaza yaparsanız siz de aracınız da zarar görür; bu bizi üzer yani. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yüz elli yıllık bir hayaldi Marmaray ve -hamdolsun- AK PARTİ Hükûmeti bunu gerçekleştirdi. Avrasya Tüneli’nin açılması söz konusu, şimdi ondan da büyük, üç katlı tünelin geçişinden bahsediyoruz.

Cerattepe’yle ilgili ben bir şey söylemek istemem ama arif olanlar anlayacaktır. Şimdi, Cerattepe’de yapılan, aynı zamanda Türk madenciliğiyle ilgili de birkaç şey söyleyeyim: Değerli arkadaşlar, Cerattepe’de 17 milyon ton bakır madeninin çıkartılması söz konusu ve bunun ülke ekonomisine kazandırılmasıyla ilgili 77 dönümlük alanda kapalı galeri yöntemiyle ve teleferikle madenlerin ülke ekonomisine kazandırılmasından bahsedilecek.

Benden evvel konuşan Sayın Milletvekilim Uğur kardeşim -hemşerim çok hızlı konuşuyor benim gibi o da, ben onu dinlemekte zorlandım ama inşallah, o beni dinlemekte zorlanmayacaktır- 2012’den bahsetti, dedi ki: “2012’de ihale edildi.” 2012’yle ilgili ihaleden bir şeyler söyledi. Şimdi, Uğur kardeşime sesleniyorum ama isim vermeyeceğim, ben olsam 1988’den de bahsederdim çünkü Cerattepe 1988’de ihale edildi ve ihaleyi Kanada’nın Cominco firması aldı, ihalenin alt taşeronu da bir siyasi partimizin il başkanıydı. İnanıyorum ki, Uğur kardeşim bunu mutlaka araştıracaktır hem de aynı zamanda Yeşil Artvin Derneğinin de başkanıydı. Dolayısıyla biz siyasetçilerin siyaset yaparken, yatırımlara karşı çıkarken aynı zamanda siyasi misyonumuzu da birlikte takip etmemizin faydalı olacağını düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, ülkede madenlerle ilgili yapılana baktığımızda, kömür madenleriyle ilgili ve mermerle ilgili 2 rakam vermek istiyorum: 2004 yılında 44 milyon ton kömür üreten bir Türkiye’den bugün 68 milyon ton kömür üretim noktasına gelinmiştir. Mermer üretiminde ise 1 milyon 800 bin metreküpten 5 milyonu aşan bir noktaya geldik.

Orman varlığımıza baktığımızda ise şunları görmemiz ve gurur duymamız mümkün. Bilgiye yine boğmadan birkaç rakam vereyim: 2003 yılında 20,8 milyon hektar olan orman alanımız, on üç yılda 22,3 milyon hektara ulaştı. Benim doğum tarihim 1959 arkadaşlar, 1 Ekim tarihi hem de yani hani doğum tarihiyle ilgili belki mesaj atmak isteyenler için de bir anekdot olsun, ben de dillendirmiş olayım çünkü. Bir başka ifadeyle, 1946 yılından bugüne yaklaşık 8 milyon hektar alanda ağaçlandırma ve rehabilitasyon çalışması yapılmışken bu çalışmanın yüzde 50’den fazlasını son on iki yılda Sayın Bakanımız ve Hükûmetimiz gerçekleştirdi. Hakikaten bunu takdir etmemek… “Efendim, bunları sayalım…” Vallahi “Bizim galaksimizde 300 milyardan fazla yıldız var.” deniliyor. Sayabiliyorsanız buyurun sayın ama ormanlara, sağımıza solumuza baktığımızda bunları görmemiz mümkün.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Yani 3 milyar ağacı sayabiliyoruz!

EROL KAYA (Devamla) - Altmış yılda yapılanlardan daha fazlasını Hükûmetimiz on yılda yaptı. Ayrıca orman köylümüze de 2003 ile 2015 arasında 11,5 milyarlık bir destekte bulundu.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Daha geriye bir şey kalmamış artık!

EROL KAYA (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu ana kadar sizlere Orman Bakanlığının faaliyetleriyle ilgili birkaç şeyi anlatmaya çalıştım. Aslında Türkiye’de Hükûmetin yaptıklarına baktığımızda geçmiş ile bugünün mukayesesine ve geleceğe nasıl bir yolla yürüdüğümüzü ifade etmemiz mümkündür. Gerek işte evvelsi gün -Anadolu’yla ilgili- yapılan bir gemi inşa törenine, Sayın Cumhurbaşkanımızın, Meclis Başkanımızın ve Genelkurmay Başkanımızın katıldığı törene hep birlikte şahit olduk. Millî gemileri yapan bir Türkiye’den bahsediyoruz, füzelerden, Altay tankından, ATAK helikopterinden bahsediyoruz. “Pek çok savunma sistemimizin artık yurt dışına bağlı kalmadan daha kalitelisini nasıl üretebiliriz?” noktasına gelen bir Türkiye’den bahsediyoruz.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Daha yeni sismik araştırma gemisi aldınız, 130 milyon dolar…

EROL KAYA (Devamla) - Dünün Türkiye’sinde on küsur yılda bitirilemeyen Bolu Dağı Tüneli’nden bugün tüneller noktasında hayal edilmeyen bir noktaya gelen Türkiye’den bahsediyoruz. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden Osmangazi Köprüsü’ne, Avrasya Tüneli’nden Kanal İstanbul’a, İzmir otoyolundan İzmir Körfez geçidine, Boğaz’ın alttan üç katlı tünele kadar geçen ve bunu başaran bir Türkiye’den bahsediyoruz.

Sayın Bakan -başta ifade ettim- İstanbul’da Adalar’a denizin altından su götüren insandı, bugün ise yavru vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne denizin 250 metre altından ve yepyeni bir teknolojiyle su götüren bir insan. Kendilerini hakikaten tebrik etmemek vefasızlık olur ve yanlış olur diye düşünüyorum.

AK PARTİ icraatlarının önemli isimlerle örtüştüğünü hep birlikte biliyoruz. Ben sözlerimi toparlamak istiyorum. Dolayısıyla Fatih’in ve Özal’ın iki hatırasıyla sözlerimi toparlamak istiyorum. Fatih Rumeli Hisarı’nı yaptırır ve Bizans’ın elçileri kendisine gelir, kendisini tehdit ederler. Onlara söylediği meşhur bir cümle var: “Git, söyle imparatoruna, toprağı ise, gelsin alsın. Bizim gücümüzün ulaştığı yere senin imparatorunun hayali bile ulaşamaz.” Özal muhalefetten epeyi yorulmuştur ve kendisini yerli yersiz eleştirmelerine karşı söylediği meşhur bir söz var, Fatih’e de atıfta bulunur. Der ki: “Benim bir sözüm var, o da şudur: Bizim icraatımıza sizin hayalleriniz bile yetişemez.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RUHİ ERSOY (Osmaniye) - Ama Fatih düşmana söylemişti, muhalefet düşman değil ki.

EROL KAYA (Devamla) - Dün kurucu liderimiz Tayyip Erdoğan’ın, Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun ve geçmişten bugüne kadar tüm referanslarına güç ve ilham aldığı ve milletten aldığı ruhsatla aynı çizgide devam eden Hükûmetimizin icraatlarıyla bugünlere geldik. Yaptıklarımız bundan sonra yapacaklarımızın da teminatıdır. Gelecekten hiç kimsenin kaygısı olmasın.

Ben son olarak Mimar Sinan’ın bir sözüyle bitirmek istiyorum. “Bizim bu emek ve gayretlerimiz umulur ki gelecek nesiller tarafından anlaşılır ve bizi hayırla yâd eder.” der Mimar Sinan. O anlaşılmamıştır. Biz diyoruz ki: Elhamdülillah bu millet bizi anlıyor, bize sahip çıkıyor ve bize destek veriyor. Ben bu destekten dolayı bize sahip çıkan herkese saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaya.

Siyasi parti grupları adına yapılan konuşmalar sona ermiştir.

Şimdi Hükûmete söz vereceğim.

Veysel Eroğlu, Orman ve Su İşleri Bakanı.

Buyurunuz Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

HDP tarafından verilen gensoruyla alakalı olarak huzurunuzdayım.

Efendim, özellikle, gensoruya baktığımız zaman, baraj ve HES’ler, ormanlık faaliyetlerle alakalı itirazlar var, onları cevaplamaya çalışacağım.

Bir kere, baraj ve HES’lerden başlamak istiyorum. Efendim, Türkiye’deki iklim durumuna baktığımız zaman, Türkiye yarı kurak iklim bölgesinde. Karadeniz’de 2.500 milimetre yılda yağış düşerken, İç Anadolu’da, Karaman’da 250 milimetre yağış düşüyor. Dolayısıyla bizim su ihtiyacını bilhassa yaz aylarında… Sulama yaz ayında yapılıyor, insanların su ihtiyacı yaz ayında daha fazla, aynı zamanda sanayinin su ihtiyacı daha fazla. Dolayısıyla, Türkiye’de mevsimlere ve aynı zamanda bölgelere göre yağış durumu çok değiştiği için, genelde yaz aylarında yağış olmadığı için barajların ve hidroelektrik santrallerin yapılması bir mecburiyettir. Eğer biz bu barajları yapmasak şu anda…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bizim 5 tane göleti niye iptal ettiniz Sayın Bakan? Bizim göletleri niye iptal ettiniz, 5 tane? 2015 yatırım planında vardı.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Hatta göletler de yapacağız. Şu anda müjdesini vereyim: Bin günde bin gölet yaptık Allah’a şükür. Şimdi, 2019 yılı sonuna kadar 1.071 gölet, baraj ve sulama tesisi yapacağız. Bunu söylüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu da vatandaş istiyor çünkü.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Benim 5 göletimi niye iptal ettiniz? E biz de istiyoruz Sayın Bakan, bize niye vermiyorsun? Kocaeli’ne niye vermiyorsun, onu söyle.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Müsaade eder misiniz? Ben sizi dinledim, siz de saygı gösterin, lütfen.

Şimdi, değerli dostlar, bakın, baraj ve HES’ler bir mecburiyet. Baraj olmasa hiçbir şehre su veremeyiz. Bakın, daha önce şehirlerde niye su yoktu? Mardin’de su var mıydı? Diyarbakır’da, Şanlıurfa’da, efendim, İzmir’de, Sinop’ta, Mersin’de…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kimse barajlara bir şey demiyor.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – 76 şehirde su yoktu, biz 76 şehre suyu barajlar sayesinde getirdik, büyük arıtma tesisleri sayesinde getirdik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hâlen Urfa’da su yok Bakanım! Hâlen Hilvan’da su yok Sayın Bakanım!

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ya, Mehmet Ağabey, söylesene, “Urfa’da su yok” de, “su.”

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hâlen Hilvan’da su yok ki, vallahi yok!

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şu anda, Allah’a şükür, 41 milyon vatandaşa ilave su verdik. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Bakın, nitekim, 2014 yılındaki kuraklıkta…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Bakanım, Şanlıurfa Hilvan ilçesinde hâlen su yok. Bakın, milletvekilimiz de burada…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen Sayın Bakanı dinleyin efendim.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Kardeşim, su vardıydı da Hilvan’da biz mi içtik yani?

BESİME KONCA (Siirt) – Siirt Pervari’nin suyu yok!

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Oraya da su veririz, merak etmeyin.

Şu anda Şanlıurfa’da su yoktu, Şanlıurfa’da da aşağı yukarı 2050 yılına kadar suyu vereceğiz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hilvan’da yok! Bakın, Mehmet Bey orada Sayın Bakanım, tanığım da orada.

BESİME KONCA (Siirt) – Pervari’de yok, Eruh’ta yok.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – İşte, baraja karşı çıkıyorsunuz da o yüzden, sizin karşı çıkmanız yüzünden veremiyoruz Hilvan’a.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hilvan’da yok hâlen, Mehmet Bey orada benim tanığım.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şimdi, netice olarak, barajlar ve hidroelektrik santraller Türkiye için olmazsa olmazdır, bir zarurettir; keyif için yapmıyoruz, bir zaruretten kaynaklandığı için yapıyoruz.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Biz de aynı şeyi söylüyoruz Sayın Bakan. Dere üzerindekileri söyleyin.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) –Gelelim -kaldı ki- HES’lere. Efendim, eskiden sular akıyordu, nehirler akıyordu, biz bakıyorduk çünkü biz enerjide dışa bağımlıyız.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Hâlen bağımlıyız.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bütün ihtiyacımızın büyük bir kısmını dışarıdan sağlıyoruz. Dolayısıyla, bu hidroelektrik enerji santralleri yenilenebilir -bakın, sayın vekillerimiz önce ifade etti- temiz, yerli enerji kaynaklarından biridir.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ama, dere ile barajı ayır Sayın Bakan.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) –Dolayısıyla, Allah’a şükürler olsun, biz 26 milyar kilovatsaatten aldığımız…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Yapma gözünü seveyim, dere başka, baraj başka.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - …hidroelektrik enerji üretimini 91 milyar kilovatsaate çıkardık.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Hepsini eleştiriyorsunuz.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bu sayede yılda 11 milyar TL, özellikle, dışarıya doğal gaz parası vermekten kurtulduk. Bu HES’lerin faydaları saymakla bitmez. Bir kere, HES’ler, bilhassa barajlı HES’ler elektriği biriktirebiliyor yani depolayabiliyor.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Depolanmaz zaten, suyu depoluyorsunuz.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Elektriği depolamak mümkün değildir ama barajlarda suları biriktirdiğiniz zaman enerjiyi biriktiriyorsunuz bir manada dolaylı olarak. Dolayısıyla, bilhassa, Türkiye’de pik saatlerdeki enerjiyi özellikle barajlardaki sulardan yani hidroelektrik santrallerden karşılıyoruz.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Emre amade bekletiyorsunuz onları!

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Onu özetle vurgulamak istiyorum. Nitekim, biliyorsunuz -bundan birkaç yıl önce- doğal gaz sıkıntısı olduğu zaman bütün barajların, HES’lerin yedeklerini devreye sokarak Türkiye’yi karanlıkta kalmaktan kurtardık.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Emre amade beklettiklerinizi alırsınız devreye.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) –Neticede diyorum ki barajlar ve hidroelektrik santraller Türkiye’de elektriğin sigortasıdır; bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Şimdi, bu konuda, biz 563 tane baraj ve hidroelektrik santral yaptık. Bu gerçekten büyük bir başarıdır. Bunu bütün dünya takdir ediyor ama şunu ifade edeyim: Geç kalmışız. Bize arkadaşlar “Niye bu kadar geç kaldınız?” deseler, tamam, onu takdirle tebrik ederdim, alnından öperek karşılardım çünkü, maalesef, bundan otuz yıl önce Amerika ve Avrupa’daki bütün ülkeler hidroelektrik santral potansiyelinin neredeyse yüzde 80-90’ını kullanmış, biz hâlâ yüzde 15’te idik, şimdi yeni yeni yüzde 50’ye çıkarabildik.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, 1984 ile 1994 arası yıllık elektrik üretim artışı 11,4; sizde 6,9. Neyi anlatıyorsun?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Hâlbuki şu anda 180 milyar kilovatsaatlik bir potansiyel var, bunun ancak 91 milyarını -yüzde 50’sini- gerçekleştiriyoruz. Bu konuda sizlerden yardım bekliyorum, birlikte inşallah yüzde 100’ünü gerçekleştirmek için gayret edelim. Bu konuda beni tenkit ederseniz hak veririm. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, o kadar hızlı çalışıyoruz ki… Değerli milletvekillerim, hatırlarsanız, daha şubat ayında Sayın Cumhurbaşkanımız 99 baraj ve hidroelektrik santralin açılışını yaptı. Bakın, bu barajlar, sadece bu açılan baraj ve hidroelektrik santraller, ta Artvin’den Sinop’a kadar olan bütün o bölgenin enerji ihtiyacını karşılıyor. Yani Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun, Sinop’un bütün elektrik ihtiyacını karşılıyor. Bu temiz ve yenilenebilir elektrik ihtiyacı gerçekten…

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Bakan, biz ona bir şey demiyoruz, biz denetim diye ısrar ediyoruz.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şimdi, biz bunu nasıl yaptık? Onu da tenkit ediyorlar. Bakın, daha önce bütün bu barajlar maalesef ikili iş birliği anlaşmalarıyla yabancı firmalara verilmiş yani bütün bu barajlar ve hidroelektrik santraller.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, en ucuz, hidroelektrik santrallerde üretiliyor ama baraj tipi olanlarda, dere tipi olanlar değil.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) –Hâlbuki bunların maliyeti çok fazla; Hazine garantili, borçlanacaksınız, çok yüksek pazarlıkla 8-10 misli fiyatlarla bunları yaptıracaksınız. Ben gelir gelmez dedim ki bu bir soygundur, bunun önünü kesmek için hemen onlara bir kanunla bunu yap-işlet-devretle yani Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği çerçevesinde yapılmasına imkân sağladım. Bu nedir? Su Kullanım Hakkı Anlaşması şu: DSİ herhangi bir yerde; incelenmiş, etüdü yapılmış, planlanmış bir baraj ve hidroelektrik santral varsa bunu ilan ediyor. İlk müracaattan sonra bir ay askıda kalıyor. Başka müracaatlar varsa onlar da dikkate alınıyor. En yüksek katkı payı veren firmaya “bunu yap” diye kontrol ederek veriyoruz. Dolayısıyla, bu konuda, gerçekten, şu anda yılda 1 milyar 350 milyon TL katkı payı da almak mümkün. Dolayısıyla, kendisi yapıyor, 1 kuruş borçlanmıyoruz, kendisi satıyor. Aynı zamanda, tesisi en geç kırk dokuz yıl sonra bize bedelsiz olarak iade edecek. Bu, güzel bir çalışma. Hakikaten bizim 2003 yılında kurduğumuz bu model şu anda bütün dünyada uygulanıyor. Hindistan örnek aldı, pek çok Avrupa ülkesi, Balkanlar, Kafkaslar bu konuda örnek aldılar, bu sistemi uyguluyorlar.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Siz modeli kurmadınız, Özal’la başladı bu model Sayın Bakan.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Efendim, şimdi, tabii ki burada can suyundan bahsetmek istiyorum. Efendim, can suyu için -ben de bir bilim adamıyım, bu konuyu bilen bir kişiyim, dersini okutuyoruz- üniversitelerden, aşağı yukarı 4 ayrı değişik metoda göre o bölgede… Bu can suyu ne için gerekli? Eğer siz bir regülatörle suyu başka bir yerden akıtmak isterseniz, arada kalan nehir parçasında canlı hayatının devamı için can suyu dediğimiz -memba mansaba bırakılacak- suyun bırakılması lazım. Bu konuyu da gerçekten çok ciddi takip ediyoruz. Bu da en az on yıllık ortalamanın yüzde 10’undan aşağı olamaz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Keşifler ilkbahar veya kışın yapılıyor, yazın yapılmıyor Sayın Bakan.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Bakın, çoğu kere… Bu var ya, bu büyük bir rakamdır, arkadaşlara ben bunu ilim olarak izah edeyim.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Temmuz ayında rastgele 10 tane dere HES’e gidelim.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Ama bu yeterli değilse bunun daha fazlasını vermek durumunda, hatta bazı aylarda bunu sağlamıyorsa hidroelektrik santrali tamamen durdurulmak durumunda.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Bırakmıyorlar ki Sayın Bakan. HES’i işleten bırakmıyor Sayın Bakan.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Dolayısıyla, bunu sağlıyoruz. Balık geçitleri yapıyoruz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Bakan, ilkbahar veya kışın keşif yapılıyor, o anlamda yanıltıcı bir rakam çıkıyor ortaya.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Ayrıca, şunu da ifade edeyim: Bunları saklıyoruz, sadece hidroelektrik santraller suyun gücünden istifade edilerek elektrik üretimini kapsıyor. Yoksa firmaların bu sudan 1 metreküp dahi alıp bunu kullanmaları mümkün değil. Kaldı ki bazı sivil toplum kuruluşları, bazıları HES’lere karşı çıkıyor. Niye? Efendim, bunlar çay bahçelerini kurutuyormuş. HES’lerden çıkan su zehirliymiş. Öyle bir şey yok kati surette çünkü HES’lerden çıkan su, birtakım tortu maddeleri vesaire türbinlere zarar vermesin diye tutulduğu için çok daha temizdir, herhangi bir zehirli madde yoktur hatta oksijeni daha boldur. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Rize’de, Trabzon’da, Giresun’da bu konuda gerçekten karşı çıkanlar oldu ama mesela, Solaklı Vadisi’ne gidin Allah aşkına, Trabzon’da Solaklı Vadisi’ne bakın, HES’lerden önce neydi HES’lerden sonra ne? Yani muhteşem bir vadi yaptık. Yani HES’ler, bir kere, sel baskınlarına sebep olmuyor, selleri engelliyor. Ayrıca, HES’ler, yenilenebilir, çevreci… Ormanlardan ayırdığımız alan da çok cüzi, binde 1 bile değil; kaldı ki 1 ağaç kesildiği zaman 5 tane ağaç dikiyoruz. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Bunun dışında, ormanlarla ilgili; şimdi, Sayın Artvin Milletvekilimiz dedi ki: “3,5 milyar fidanı nereye diktiniz?” Hemen, bunun burada listesi var. Bu, TÜİK’in verileri.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Vermediniz Sayın Bakan.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Hangi ilde nereye diktiğimiz belli efendim, belli.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Ama yazılı soru sordum cevap vermediniz.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Kusura bakma, kaydı var bunların.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Vermediniz Sayın Bakan, soru burada.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bunları size göndereyim.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Tamam, vermediniz ama siz.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – TÜİK verilerinde var, girerseniz… Bir defa, her şeyi istemek de doğru değil, normalde İnternet’e veya web sitesine veya TÜİK’in verilerine girdiğiniz zaman bunu görebilirsiniz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Size yazılı soru sormuş Sayın Bakan!

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – İşte, ben net rakamı veriyorum; şu ana kadar, 2015 yılı sonuna kadar 3 milyar 500 bin 34 adet fidanı toprakla buluşturmuşuz.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kaçar metrekare arayla dikiyorsunuz Sayın Bakan?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bu bir rekordur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Saydınız mı Sayın Bakan?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Siz takdir etmeyebilirsiniz ama bunu takdir ediyor bakın, takdir ediyor ki Birleşmiş Milletler…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kaçar metrekare arayla dikiyorsunuz Sayın Bakan?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Değerli dostlar, Birleşmiş Milletler Dünya Ormancılık Forum ve Zirvesi’ni ilk defa Amerika yani Birleşmiş Milletler merkezi New York dışında Türkiye’de, İstanbul’da yapılmasına müsaade etti. Niye? Çünkü Türkiye, gerçekten büyük bir başarıya imza attı, bir destansı çalışma yaptı. İşte, yapılan ortada, yapılanlar ortada. Kaldı ki o değil bakın, Türkiye, ağaçlandırmada, erozyonla mücadelede dünya lideridir; bunu ben söylemiyorum, OECD Genel Sekreteri Mr. Gurria geldiği zaman bunu söyledi. Kaldı ki hatırlayın, geçen sene 12-24 Ekimde dünyadaki çölleşmeyle mücadele, erozyonla mücadele “COP12” adıyla bilinen en büyük konferansı ilk defa Türkiye'de, Ankara'da gerçekleştirdik. Bütün dünya ülkelerinin, 185 ülkenin oylarıyla Türkiye dönem başkanı seçildi. İşte, büyük bir zafer.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kimse istemiyor… Borç alıp konferans yapıyorsunuz.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Netice itibarıyla, biz Türkiye'de, değerli milletvekilleri, her yeri ağaçlandırıyoruz. Eskiden Orman, sadece ormanlık alanda çalışırdı ama şu anda bütün alanlara, okul bahçelerine, hastane alanlarına, yol kenarlarına, her tarafa ağaç dikiyoruz.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bizim Dil Deresi’ni bitirmediniz Sayın Bakan ya!

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ayrıca, fidan üretiyoruz. Geçmişte yılda 75 milyon fidan üretilirken şu anda biz 360 milyon fidan üretiyoruz, hatta vatandaşa dağıtıyoruz, isteyen belediye başkanlarına veriyoruz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Viranşehir’de hiç fidan dağıtmamışsınız Sayın Bakan. Viranşehir’de hiç yok.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Allah’a şükür, İstanbul’da da 18 milyon fidanı toprakla buluşturduk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bakın, 18 milyon, dile kolay, sayamazsınız.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayalım mı Sayın Bakanım?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, Viranşehir’de hiç yok. Viranşehir’de yok, Ceylânpınar’da yok, Hilvan’da yok, Siverek’te yok.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ama, müsaade edin. Dikeriz, merak etme.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ama, yok işte.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ama, sayamazsınız…

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Bakanım, sayalım mı?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) –Erguvan yılında 100 bin tane erguvan, 100 bin tane ıhlamur; şimdi, 100 bin tane çınar dikmek için karar aldık. İşte, Allah'a şükür, İstanbul’u yemyeşil yapıyoruz.

Şanlıurfa, şimdi, diyorsunuz ki… Doğu ve güneydoğuda ormanlık alan az maalesef, güneydoğuda az.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ceylânpınar’a 1 ağaç diktiniz mi?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ancak, şunu ifade edeyim: Biz bu bölgeyi ağaçlandırmak için ilk defa GAP Orman Bölge Müdürlüğünü kurduk, hızlı bir şekilde ağaçlandırıyoruz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Peki, milletvekilleriniz var; Urfa’da kaç tane ağaç diktiniz, sorar mısınız.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ama, deniliyor ki: “Orman yangınlarına müdahale etmiyorsunuz.”

Değerli milletvekilleri, 28 Temmuz 2015’te Tunceli’de çıkan yangına müdahale eden araçlarımıza bir bakın Allah aşkına, bunu terör örgütü yaktı maalesef. İşte, bu durumlar var. Sizlerin bu konuya da el atmanızı bekliyoruz.

İşte, bakın, bu Ormanın, millî servet. Yakılan araçlar yani yakılan şu gördüğünüz arazözler, tırlar yani netice itibarıyla…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, kim el atacak buna? Hükûmet sizsiniz, yaktırmayacaksınız.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Doğru da işte terör örgütünü de lanetleyelim buradan, onun için diyorum.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Yapma gözünü seveyim ya, “El atın." diyorsunuz.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – “Safınızı belli edin.” diyor Sayın Bakan.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şimdi, bunun dışında, Sayın Vekilim, dediniz ki: “Özellikle sizin 113 tesisin açılışında şu kadar tesisi açtığınızı bir anda…” Bakın, onunla ilgili ben size şunu söyleyeyim: Siz çok iyi biliyorsunuz, Artvin’den Erzurum’a giderken tek şeritli yol vardı, hatta yamaçtan taşlar düşerdi…

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Gene tek şerit yol Sayın Bakanım, gene tek şeritli yol.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – …ve neticede biz eski Türkiye'de inerdik, o taşları yol kenarına çekerdik. Ama şimdi bakın…

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Bakanım, Artvin-Erzurum yolu tek şerit değil mi?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bir dakika müsaade edin.

Biz, 113 dev eserle, 36 baraj, 6 içme suyu tesisi, 6 sulama tesisi, 22 dere ıslahı ve 10 tane ulaşım, 11 tane ağaçlandırma, millî park ve meteoroloji projesi, 2 tane de atık su ileri biyolojik arıtma tesisi açtık. 3 milyar 250 milyon TL…

BAŞKAN – Sayın Bakan, bir saniye.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda bir uğultu vardır, ayrıca Sayın Bakanın konuşmasına sürekli olarak bazı sayın milletvekilleri lafla müdahale etmektedir. Lütfen efendim, Sayın Bakanı sükûnetle dinleyelim.

Buyurun Sayın Bakan.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Bakanım, Artvin-Erzurum yolu tek şerit değil mi şimdi?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şimdi, özellikle, bakın, buradaki 11 tane tünel, yollar, viyadükler, bunların hepsini yaptık yani bunun müteahhitleri ayrı olduğu için biz bunları orada ayrı ayrı koyduk. Özellikle bunu ifade edeyim.

Bunun dışında Cerattepe’yle ilgili, sayın vekillerim, Cerattepe’de aslında -çok cüzi bir alanda- bize geldikleri zaman açık işletmeye müsaade etmedik. Kaldı ki biliyorsunuz, biz ruhsat vermiyoruz bakın, ruhsatı veren başka bir kurum, Maden İşleri…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – O kime bağlı?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Biz sadece orman izni… Onu da Orman Kanunu’na göre, Orman Kanunu 16’ncı maddesine göre izin veriyoruz. Ancak, burada, bir: “Açık işletme yapılmasın.” dendi. İki: “Orada bir tesis kurulmasın.” çünkü ben de Artvin’i…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, Sayın Bakanı anlayamıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Bakan, bir saniye…

Sayın milletvekilleri, biraz önce Genel Kurulda bir uğultu olduğunu ifade etmiştim. Maalesef bu uğultu devam ediyor. Kürsüde konuşan Sayın Bakan gensoru önergesiyle ilgili bilgi vermektedir. Lütfen, sessizlikle kendisini dinleyelim efendim.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Biliyorsunuz, bu konuda ayrıca yol açılmaması, teleferikle taşınması kararlaştırıldı. Bütün bunlara rağmen sadece 3.500 ağaç dikilmesi, kesilen ağacın en az 3 misli fidan dikilmesi kararı alındı ama bildiğiniz gibi, Sayın Başbakanımız, bütün sivil toplum kuruluşları, o bölgenin milletvekilleri, muhalefet de dâhil, hepsini topladı, dedi ki: “Mahkeme kararı sürecinde bu konuda herhangi bir işlem yapılmasın.” Neticede mahkeme kararını bekliyor. Mahkeme kararına göre gereği yapılacak.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ama hâkimini değiştirdiniz Sayın Bakan. Hâkimini niye değiştirdiniz?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Diğer taraftan, özellikle İstanbul’da bir üçüncü havaalanı şarttır çünkü İstanbul dünyanın merkezidir. Bütün dünyaya çok kolay ulaşmak mümkündür. Nitekim Türk Hava Yolları dünyada en çok noktaya ulaşan bir hava yolu olarak gururumuzdur.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Dil Deresi ne oldu?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bu bakımdan bu havaalanı yapılıyor ama şunu ifade edeyim: Ben Karayollarına izin verirken gerçekten ekolojik köprüler yapılması, güzergâhı İstanbul’u bilen bir kişi olarak kendim tarafından bizzat kontrol edildi ve en az 5 kat bir ağaçlandırma yapılması şartı koyduk. Dolayısıyla bu konuda çok sayıda fıstık çamı dikildiğini ifade ettik. İnşallah, İstanbul’un yeşilliğine zarar vermeden bu yollar ve havaalanı yapılacaktır. Kaldı ki İstanbullu olanlar bilir, değerli arkadaşlar, o havaalanının yapıldığı bölge var ya ormanlık alanı olmayan, aya baktığımız zaman kraterler var ya sanki delik deşik, öyle bir bölgeydi ama biz orayı dört dörtlük bir hâle getireceğiz, bütün yol kenarlarını ağaçlandıracağız.

Son olarak da… Vaktim sınırlı, herhâlde Sayın Başkanım, arada kesinti oldu. İki dakika müsaade ederseniz…

BAŞKAN – Sayın Bakan, konuşmanızı Genel Kuruldaki uğultuyu sona erdirme amacıyla kesmek zorunda kaldığım için, size ilave bir dakikalık süre veriyorum.

Buyurunuz efendim, tamamlayınız.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Yeşil Yol’la alakalı da şunu ifade edeyim: Yeşil Yol, mevcut yollar kullanılmak suretiyle iyileştirme ve genişlik de 5 metre alınacak. Yol zaten mevcut.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Öyle değil… Öyle değil…

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bakın, orada 8 adet, 84 kilometre mevcut orman yolunun bakımı yapıldı. 4 adet, 49 kilometre yeni yol yapılmıştır. Yol genişliği burada 6 metredir. Tüm yolda 204 adet ağaç karşılığı 91 metreküp kesim oldu ama bunun mukabilinde 13 bin tane fidanı yeşil yolun etrafına dikeceğiz. Orası çoğu kere ormanlık olmayan alanlar dolayısıyla Yeşil Yol, orada mevcut yolları birleştiren hakikaten turizmi, doğa turizmini patlatacak olan bir yoldur, DOKAP projesidir. Hayırlı olmasını diliyorum.

Hepinize gönülden teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sağ olun, var olun efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın Bayraktutan…

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Başkanım, Sayın Bakan Erzurum-Yusufeli-Artvin yolunun onların döneminde çift yol hâline geldiğini söyledi. Ben orada doğdum, orada yaşadım, çift yolu görmedim, tek yol. Sayın Bakan herhâlde yanlış enforme edildi. O anlamda, bunu düzeltiyorum. Artvin-Erzurum yolu tek şeydir, bölünmüş yol değildir, Sayın Bakana yanlış bilgi verilmiş.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bayraktutan.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Bakan dedi ki: “Şanlıurfa’ya biz su getirdik.” Hâlen Hilvan ilçemizde içme suyu yok. Burada Şanlıurfa milletvekili arkadaşlarımız var. Yine, Şanlıurfa’da sürekli elektrikler kesiliyor. Vatandaş orada sulu tarım yapamıyor ve şu anda oradaki tüm ürünler de kuruyor. Yani, Şanlıurfa halkı da mağdur Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal.

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım.

Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Kahramanmaraş Milletvekili Fahrettin Oğuz Tor aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2.- Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime yirmi dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.03

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.31

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Ömer SERDAR (Elâzığ), Zihni AÇBA (Sakarya)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 83’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ve İçişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/688) ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ve İçişleri Komisyonu Raporları (S. Sayısı: 277) (x)

BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

27/4/2016 tarihli 82’nci Birleşimde, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülen 277 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın birinci bölümünde yer alan 4’üncü madde üzerindeki son önergenin oylama işleminde kalınmıştı.

Şimdi önergenin oylama işlemini yapacağım. Önergeyi hatırlatmak için tekrar okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 277 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesinin (1)’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan “işledikleri iddia edilen” ibaresinin “şikâyet konusu” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

              İdris Baluken                                    Çağlar Demirel                                    Müslüm Doğan

                Diyarbakır                                          Diyarbakır                                              İzmir

            Behçet Yıldırım                                    Ali Can Ünlü                                       Ferhat Encü

                 Adıyaman                                            Tunceli                                               Şırnak

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 4’üncü madde kabul edilmiştir.

5’inci madde üzerinde iki önerge vardır, önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 277 sıra sayılı sayılı Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı'nın 5’inci maddesinin (5)’inci fıkrasında yer alan "... toplantıyı izleyen beş iş günü içinde ..." ibaresinin "... toplantıyı izleyen 3 iş günü içinde ..." olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

    Muhammet Rıza Yalçınkaya                            Hayati Tekin                                       Murat Bakan

                   Bartın                                               Samsun                                                İzmir

               Tanju Özcan                                      Mahmut Tanal                                  Onursal Adıgüzel

                    Bolu                                                İstanbul                                              İstanbul

                                                                       Engin Özkoç

                                                                           Sakarya

BAŞKAN – Şimdi maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 277 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesinin (2)’nci fıkrasında yer alan “Kararlarda çekimser oy kullanılmaz” ibaresinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

              İdris Baluken                                    Çağlar Demirel                                    Müslüm Doğan

                Diyarbakır                                          Diyarbakır                                              İzmir

            Behçet Yıldırım                                     Mizgin Irgat                                        Alican Önlü

                 Adıyaman                                              Bitlis                                                Tunceli

BAŞKAN – Birleşime bir saat ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.34

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.33

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir), Zihni AÇBA (Sakarya)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 83’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati:19.34

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.53

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir), Zihni AÇBA (Sakarya)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 83’üncü Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

277 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma ile Oluşturulan Ortak Geri Kabul Komitesinin 2/2016 Sayılı Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.

2.- Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma ile Oluşturulan Ortak Geri Kabul Komitesinin 2/2016 Sayılı Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/711) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 298)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 3 Mayıs 2016 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

İyi akşamlar diliyorum.

Kapanma Saati: 19.54



(x) 277 S.Sayılı Basmayazı 26/04/2016 tarihli 81’inci Birleşim Tutanağı’na eklidir.