TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                 80’inci Birleşim

                                                                                         25 Nisan 2016 Pazartesi

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen’in, Adana ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’in, gözaltı işlemlerine ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Yozgat Milletvekili Ertuğrul Soysal’ın, Dünya Kardeşlik Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir’in, İkinci Lig’e yükselen Erzurumspor Futbol Takımı’nı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

2.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, Niğde ilinde tarım arazilerinde toplulaştırma ve miras yoluyla intikal nedeniyle yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

3.- Ordu Milletvekili Metin Gündoğdu’nun, Profesör Doktor Erol Güngör’ün vefatının 33’üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması

4.- İstanbul Milletvekili Hasan Turan’ın, İstanbul’da bir organizasyonda tebliğ sunan Mısır eski İletişim Bakanının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili ifadelerine ilişkin açıklaması

5.- Adana Milletvekili Mehmet Şükrü Erdinç’in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Adana’da 49 fabrika ile Tufanbeyli Termik Santrali’nin açılışının yapılarak vatandaşların hizmetine sunulduğuna, Süper Lig’e yükselen Adanaspor Futbol Takımı’nı ve teniste büyük bir başarı kazanan Çağla Büyükakçay’ı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

6.- Adana Milletvekili İbrahim Özdiş’in, Süper Lig’e yükselen Adanaspor Futbol Takımı’nı tebrik ettiğine, Adana Demirspor’un da Süper Lig’e çıkmasını umut ettiğine ve Adana’da patates fiyatlarını protesto etmek isteyen bir grup çiftçinin eylemine sert bir tepki gösteren polis memuru hakkında bir işlem yapılıp yapılmadığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

7.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, Mardin’in Nusaybin ilçesinde şehit olan 2 askere Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

8.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, Çanakkale kara savaşlarının 101’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

9.- Hatay Milletvekili Serkan Topal’ın, Hatay’ın Yayladağı ilçesine sığınmacı olarak gelenlerin önemli bir bölümünün cihatçılar olduğuna, Reyhanlı ilçesinde yoğun olarak kaçak geçişler yaşandığına ve bu konuda bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması

10.- Mersin Milletvekili Baki Şimşek’in, Süper Lig’e yükselen Adanaspor Futbol Takımı’nı tebrik ettiğine ve şehit yakınlarının devlet kadrolarına atamaları yapılırken mesleklerinin göz önünde bulundurulması gerektiğine ilişkin açıklaması

11.- Adana Milletvekili Tamer Dağlı’nın, Adana’da Tufanbeyli Termik Santrali ile 50 adet fabrikanın açılışını yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür ettiğine, Süper Lig’e yükselen Adanaspor Futbol Takımı’nı, teniste büyük bir başarı kazanan Çağla Büyükakçay’ı ve küme düşmeyen Kozan Belediyespor’u tebrik ettiğine, Adana Demirspor’a başarılar dilediğine ilişkin açıklaması

12.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Gökdağ’ın, kuraklık nedeniyle Barak Ovası’ndaki ürünlerin kuruma tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna ve bir an önce bu soruna çare bulunması gerektiğine ilişkin açıklaması

13.- Erzurum Milletvekili Kamil Aydın’ın, İkinci Lig’e yükselen Erzurumspor Futbol Takımı’nı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

14.- Kırklareli Milletvekili Vecdi Gündoğdu’nun, Kırklareli’de ekinlerin TMO tarafından alımı konusunda mağduriyet yaşanmamasını dilediğine ilişkin açıklaması

15.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Halkların Demokratik Partisi olarak Kilis’e yönelik çete saldırılarını kınadıklarına ve bir kez daha Hükûmete Meclisi ve kamuoyunu bilgilendirme çağrısı yaptıklarına, Ankara’da Amedspor’a yönelik ırkçı, ayrımcı, faşist bir saldırı gerçekleştiğine, Adanaspor’un Süper Lig’e çıkmasını kutladıklarına ve Adana’da demokratik protesto hakkını kullanan çiftçilere yönelik yapılan saldırıyı kabul edilemez bulduklarına ilişkin açıklaması

16.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Nusaybin’de şehit olan 2 askere Allah’tan rahmet dilediğine, Çanakkale kara savaşlarının 101’inci yıl dönümüne, Trabzon’da hakeme ve Ankara’da Amedsporlu yöneticilere yönelik saldırıların kabul edilemez olduğuna ve sporda şiddeti kınadığına, Süper Lig’e yükselen Adanaspor Futbol Takımı’nı tebrik ettiğine ve Adana’da patates üreticilerine yönelik polis saldırısını ve Kilis’te yaşananlar nedeniyle Hükûmeti kınadığına ilişkin açıklaması

17.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Profesör Doktor Erol Güngör’ün vefatının 33’üncü yıl dönümüne, Nusaybin’de şehit olan 2 askere Allah’tan rahmet dilediğine ve Kilis’e yönelik saldırıların ivedilikle sonlandırılması konusunda bütün imkânların kullanılması gerektiğine ilişkin açıklaması

18.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Meclisin açılışının 96’ncı ve Çanakkale kara savaşlarının 101’inci yıl dönümlerine, üst lige çıkan tüm takımları tebrik ettiğine ve Profesör Doktor Erol Güngör’ün vefatının 33’üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması

19.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman’ın laiklik ilkesi konusundaki söylemlerini şiddetle kınadığına ve derhâl istifa etmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

20.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, AK PARTİ Grubunun laiklikle hiçbir probleminin olmadığına ilişkin açıklaması

 

VI.- DÜZELTİŞLER

1.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, "Adanaspor’un Süper Lig’e çıkmasını kutladıkları" hakkındaki açıklamasında sehven yaptığı yanlışlığı düzelttiğine ilişkin açıklaması

 

VII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, Başkanlık Divanı olarak, üst lige çıkan tüm takımları tebrik ettiklerine, sporda şiddeti tasvip etmediklerine, Çanakkale kara savaşlarının 101’inci yıl dönümüne, Kilis’e yapılan saldırıları kınadıklarına ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı tebrik ettiklerine ilişkin konuşması

 

 

 

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 21 milletvekilinin, ülkemizde yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi öncesinde alınabilecek tedbirlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/175)

2.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 21 milletvekilinin, ülkemizde bulunan Balkan göçmenlerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/176)

3.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 21 milletvekilinin, raylı sistem ve demir yolu ulaşımındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/177)

B) Gensoru Önergeleri

1.- HDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, başta hidroelektrik santraller olmak üzere Cerattepe, Yeşil Yol, Kuzey Marmara Otoyolu ve diğer büyük projelerle ekolojik yıkım gerçekleştirildiği ve bu yıkımda sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/9)

 

IX.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve arkadaşları tarafından, kamu emekçilerine yönelik baskı ve tehditler ile ifade özgürlüğü başta olmak üzere kamu emekçilerinin temel haklarına yönelik ihlallerin tüm boyutlarıyla araştırılması amacıyla 14/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 25 Nisan 2016 Pazartesi günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine; Mayıs ayı salı ve çarşamba günlerindeki birleşimlerinde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; bastırılarak dağıtılan (11/9) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin Anayasa’nın 99’uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin 2 Mayıs 2016 Pazartesi günkü birleşimde yapılmasına ve 307 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin İçtüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/697) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 280)

2.- Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/698) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 281)

3.- Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/707) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 294)

4.- Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa Sözleşmesine İkinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/708) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 295)

5.- Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Üçüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/709) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 296)

6.- Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Dördüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/710) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 297)

 

XI.- OYLAMALAR

1.- (S. Sayısı: 280) Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

2.- (S. Sayısı: 281) Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

3.- (S. Sayısı: 294) Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

4.- (S. Sayısı: 295)Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa Sözleşmesine İkinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

 

 

 

 

XII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, Kocaeli ve ilçelerinde yeşil kart uygulamasından faydalanan vatandaşlara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı (7/3511)

2.- İstanbul Milletvekili Yakup Akkaya’nın, emeklilerin zamlardan faydalanamadıkları iddiasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı (7/3512)

3.- İzmir Milletvekili Müslüm Doğan’ın, SGK’da yapılan atamalara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı (7/3515)

4.- İzmir Milletvekili Özcan Purçu’nun, yaş şartını taşımadığı için emekli olamayan vatandaşlara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı (7/3517)

25 Nisan 2016 Pazartesi

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), İshak GAZEL (Kütahya)

----- 0 -----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Şimdi elektronik yoklama cihazıyla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakikalık süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati:14.08

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.22

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), İshak GAZEL (Kütahya)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN - Açılışta yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştır.

Şimdi, yoklama işlemini tekrarlayacağım.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Adana’nın sorunları hakkında söz isteyen Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen’e aittir.

Buyurun Sayın Türkmen. (CHP sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen’in, Adana ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

ELİF DOĞAN TÜRKMEN (Adana) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; sözlerime başlamadan önce, dün akşam İstanbul Cup’ta 1’inci olan ve Adanalı olmasıyla da gurur duyduğumuz kızımız Çağla Büyükakçay’ı tebrik ediyorum. Ayrıca, yine dün Adanaspor’umuz Gaziantep’teki maçla birlikte Süper Lig’e çıkmaya hak kazandı ve şampiyon oldu. Buradan tüm Adana’ya da selam ve sevgiler gönderiyorum, Adanaspor’umuzu kutluyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, dün öğleden sonra Adana’da 7-8 tane çiftçimiz Seyhan ilçemizin Büyükdikili Mahallesi’nde toplam, başlaması ve bitmesi on beş dakika süren bir eylem yaptılar. Bu çiftçilerimiz yıllarca patates ekiyorlar ve daha önce üç kuruş da kazandıkları ürünlerini ne yazık ki bu yıl, bırakın kazanmayı, çok ciddi zararına satmak zorunda kaldılar, üstelik bir kısmı ürününü satamadı. Geçen yıllarda hiç olmazsa 2 bin lira civarında para eden ürünleri için bu yıl dönüm başına 2 bin lira harcıyor olmalarına rağmen 700 liraya bile satabilecek müşteri bulamadılar. Bu yaşadıkları sıkıntıyla da bir eylem yaptılar, seslerini duyurmak istediler ve bu eylemlerinde hiç kimseye en ufak bir zarar vermediler. Dediğim gibi, başlaması ve bitmesi on beş dakika sürdü ama ne yazık ki Adanalı çiftçiler bu hak mücadelelerinde polis tarafından dayak yediler, yumruk atıldı ve uzun namlulu silahlarla da önce havaya ateş edilerek ve sonra doğrudan kendilerine o silah yöneltilerek de gözaltına alındılar.

Şu anda, bu konuşmayı yapmadan önce aradığımda hâlen çiftçilerimizin gözaltında olduğunun haberini aldım. Üstelik, çiftçilerimiz dünden bu yana karakoldalar. Dün akşam dokuz itibarıyla dosyalarındaki tüm eksiklikler bitmişti yani dün akşam adliyeye sevk edilebilirlerdi ama ne yazık ki sanki gözaltı süresi bir ceza gibi kullanıldı ve dayak yiyen olmalarına rağmen, yumruk atılan olmalarına rağmen, üzerlerine uzun namlulu silahlar çevrilmiş olmasına rağmen gözaltına alınan, karakolda tutulan yine çiftçilerimiz oldu. Tabii, biz bu anlayışı aslında tanıyoruz. Yıllar önce Mersin mitinginde şu anda Cumhurbaşkanımız, o dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan zaten geçinemediğini söyleyen çiftçimize “Ananı da al git.” demişti. Biz şunu görüyoruz: Demek ki bu anlayış hâlen devam ediyor. Bu anlayıştır ki polis tarafından korunması gereken, polis tarafından güvenlik önlemi alınması gereken çiftçimiz polis tarafından yumrukla dövülüyor, üzerlerine uzun namlulu silahlar çevriliyor ve emniyet müdürlüğü, gözaltı süresini sonuna kadar kullanıyor. Bu kadar basit, on beş dakikalık bir hak arama eylemi sonucunda dünden bu yana çiftçilerimiz gözaltında. Ben bu sorunu özellikle dile getirmek istedim. Türkiye Büyük Millet Meclisinde çiftçilerimizin sorunları sürekli konuşuluyor ama ne yazık ki Hükûmet çözüm üretme anlamında hiçbir çalışma içerisine girmiyor. Bunu da ben tüm Türkiye halklarının takdirlerine sunuyorum.

Çok teşekkür ediyorum. Selam ve saygılar. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Türkmen.

Gündem dışı ikinci söz, gözaltı işlemleri hakkında söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’e aittir.

Buyurun Sayın Baydemir. (HDP sıralarından alkışlar)

2.- Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’in, gözaltı işlemlerine ilişkin gündem dışı konuşması

OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle, hürmetle selamlıyorum.

Esas itibarıyla söz alma isteğimin temelinde, kökeninde meslektaşlarım olan avukatların gözaltı işlemleri ve gözaltı işlemlerinin devam eden safahatta pratikte karşılaşmış olduğu hukuksuzluklar, pratikte karşılaşmış oldukları mesleklerinin gereğini icra etmeye yönelik engellere dair Meclisi bilgilendirme amaçlıdır. Neredeyse on aylık bir zaman dilimidir hepimizin aslında eleştirdiği, değişmesi gerektiğini savunduğu Anayasa’nın bir bütün olarak raftan kaldırıldığı, Anayasa’nın uygulamadan kaldırıldığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Anayasa’nın 26’ncı maddesi düşünce hürriyetini düzenlemekte, Anayasa’nın 28’inci maddesi basın hürriyetini düzenlemekte ve Anayasa’nın 35’inci maddesi mülkiyet hakkını düzenlemektedir ama, aynı zamanda, Anayasa, kişi güvenliği ve hürriyetini de garanti altına alan metinlerden bir tanesidir.

Maalesef, on aylık zaman dilimi içerisinde, bırakın demokratik hukuk devleti uygulamasını, bir bütün olarak artık, bir parti devleti uygulamasıyla karşı karşıyayız. Sadece Parlamento içerisinde değil, bu Parlamento içerisinde yaşamış olduğumuz, tanık olduğumuz Hükûmet Meclisi, parti Meclisi uygulaması, uygulamada, yerelde, kentlerde, kaymakamlıktan valiliğe kadar bütün kamu birimleri, erk ve erkmenleri, bir nevi, partinin despotizmi altında işlem görmektedir. Şu ana kadar, sadece on aylık zaman dilimi içerisinde, 26 belediye eş başkanı, 20’yi aşkın Meclis üyesi tutuklanarak cezaevine konuldu, 14 eş başkan ve Meclis üyeleri görevinden uzaklaştırıldı.

Yani, seçimle elde edilemeyeni, bugün, AKP Hükûmeti, bir nevi, kolluk görevlisi eliyle, diğer bir bakış açısıyla, adliye, yargı eliyle, halkın vermemiş olduğu rızayı, cezalandırarak görevden almakta ve cezaevine koymaktadır. Aynı zamanda, gözaltına alınan, cezaevine konulan, tutuklanan her bir yurttaş, geride bıraktıklarını da cezalandırma adına, kendi bulunduğu ilin dışındaki cezaevlerine sevk edilmekte, nakledilmektedir. On aylık zaman dilimi içerisinde... Şimdi diyeceksiniz ki “Orada hendek var, barikat var, direniş var, dolayısıyla bundan dolayı biz bu uygulamayı yapıyoruz.” Urfa’da, sadece on aylık zaman dilimi içerisinde, tamı tamına 1.500 insan gözaltına alındı ve gözaltında, 12 Eylül hukukunu, 12 Eylül dönemini aratan işkencelere maruz kaldılar; aynı zamanda, bu insanlardan 400 tanesi tutuklandı ve Urfa’nın dışındaki cezaevlerine nakledildi, geride bırakılan aileleri de bu minvalde cezalandırılmak adına. Açık söylüyorum, işkencelere dair, işkence iddia ve isnatlarına dair verilen hemen hemen hiçbir suç duyurusu dilekçesi de işleme konulmuyor.

Bunun kadar önemli olan bir husus da şudur ki: Savunma, yargının olmazsa olmaz sacayaklarından bir tanesidir. Gözaltı işleminde, evdeki aramadan mahkemedeki savunmaya kadar avukatların gerek CMK gerekse CMUK’a göre sahip oldukları haklarını -yine kullanmakta güçlük çekiyorlar- kullanmalarına izin verilmiyor. Saatlerce, bazen günlerce müdafisiyle görüşememe ya da müdafisi, kolluğa gittiğinde tartaklanan avukat arkadaşlarımızla bir şekilde karşılaşıyoruz.

Özü itibarıyla bu talep de, bugün burada gündeme getirmemin sebebi de Urfa Baro’muzun talebinin gereğini yerine getirmek çabasıdır. Eğer ki bütün bu uygulamalar, toplumu zapturapt altına alma, toplumu sindirme amacıyla gerçekleştiriliyorsa -ki budur, bunun başka bir anlamı, başka bir izahı yoktur- vallahi yetmiş yıldır, seksen yıldır toplum baskıyla, cebirle, şiddetle, hukuk dışı yöntemlerle sinmedi, bundan sonra da toplum sinmeyecektir. Eğer toplumu kazanmanın bir yolunu arıyorsanız, o da yüreklerine hitap etmektir; o da özgürlükle, eşitlikle ve adaletle ancak gerçekleşebilir.

Ben son söz olarak da bir kez daha, bu Parlamentoda bulunan herkes dâhil olmak üzere ve bu Parlamentoda bulunan temsiliyetin temsil etmiş olduğu kitleler dâhil olmak üzere hepimizin bir gün mutlaka hukuka, adalete ihtiyacı olacaktır. Gelin, bugün bir kez daha bu Meclis, kurucu Meclis iradesini ortaya koysun ve şimdiden hukuka, adalete, özgürlüklere birlikte sahip çıkalım.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Baydemir.

Gündem dışı üçüncü söz, Dünya Kardeşlik Haftası münasebetiyle söz isteyen Yozgat Milletvekili Ertuğrul Soysal’a aittir.

Buyurun Sayın Soysal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- Yozgat Milletvekili Ertuğrul Soysal’ın, Dünya Kardeşlik Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dünya Kardeşlik Haftası münasebetiyle gündem dışı söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Kardeşlik, insanlığı ve Müslümanları birbirine bağlayan en kuvvetli zincirdir. Değerli arkadaşlar, “kardeşlik” tabirinin iki önemli manası bulunmaktadır. Birincisi: İnsanlık kardeşliği, din, ırk ve başka bir kayıtla bağlı olmaksızın Kur’an’ın vurguladığı insanlıktan kaynaklanan kardeşliktir. Bu kardeşlik manası, Müslüman, gayrimüslim bütün insanlar için geçerlidir. Kur’an’da bütün insanların Hazreti Âdem’in nesli olmak açısından kardeş olduğunu ifade eden ayet de buna işaret etmektedir. “Ey insanlar, biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Sonra da birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık.” Yani, kısaca, Yunus Emre’nin dediği gibi “Yaratılanı severiz, Yaradan’dan ötürü.”

İkincisi ise Müslümanlar arasındaki İslam kardeşliğidir. Gerçekten “Müminler kardeştirler.” mealinde ve Hucurat Suresi’ndeki ayet bunu söylemektedir. Anadolu insanını birbirine bağlayan en önemli bağ, İslam kardeşliğidir. Mevcut olan birlik ve beraberliğin temelinde de yine eskiden kalma iman ve İslam bağı bulunmaktadır. Bu ruhun tesiriyle Osmanlıya bağlanan Müslümanlar ve bu arada Şark’ın imanlı ahalisi, asırlarca İslam’a bayraktarlık yapan Türk milletine “İslam'ın kahramanı ve Müslümanların ağabeyi” olarak bakmışlardır.

Allah’ın çoğu peygamberleri Şark’a göndermesi işaret ediyor ki Şark’ı uyandıracak ve terakki ettirecek sadece ve sadece din duygusu ve İslam kardeşliğidir. Asrısaadet ve Osmanlı dönemi buna örnektir.

Burada büyük mütefekkir Cemil Meriç’in sözlerini hatırlatmak istiyorum: “Bu ülkenin ırklarını tek ırk, tek kalıp, tek insan hâline getiren, İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu; ne kanla ilgisi var ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi, ister siyah derili, isterse sarı… İnsanlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek; Türk’ü, Arap’ı, Kürt’ü, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç. Gazaya yani irşada, bin yıl beraber ağlayıp beraber gülmek.” Kardeşliğin tarifini, Cemil Meriç böyle yapıyor.

Yine, büyük âlim Bediüzzaman, geçmişte Şeyh Said'e şu hakikatleri haykırmıştır: “Türk milleti, asırlardan beri İslamiyet’in bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz, Müslüman’ız, onlarla kardeşiz; kardeşi kardeşle çarpıştırmayınız. Bu, şer’an caiz değildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir, dâhilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’an ve iman hakikatleriyle tenvir ve irşat etmektir. En büyük düşmanımız olan cehaleti izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz; zira, akim kalır, birkaç cani yüzünden binlerce kadın ve erkek telef edilebilir. Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesiz kalacaktır. Çünkü Türk-Kürt birdir, kardeştir. Türk milleti, bin senedir İslâmiyet’e bayraktarlık etmiş, dini uğrunda milyonlarca şehit vermiştir. Binaenaleyh, kahraman ve fedakâr İslam müdafilerinin torunlarına, Türk milletine kılıç çekilmez ve ben dahi çekmem.” demiştir.

Değerli arkadaşlar, terör zehrinin panzehri, İslam kardeşliğidir. Önemle şunu belirtmek istiyoruz ki hakiki bir Müslüman, samimi bir mümin, hiçbir zaman anarşiye, teröre ve bozgunculuğa taraftar olmaz. Dinin şiddetle yasakladığı şey, fitne ve anarşidir. Çünkü anarşi, hiçbir hak tanımaz, insanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir.

Bu kahraman millet ve onun şanlı ordusu, ebede kadar İslam'ın bayraktarı olmaya devam edecektir. Bu orduyu yıpratıp Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyen Avrupalılar da, Amerika da, şuursuzca İslam düşmanlarının ekmeğine yağ süren bazı komşu devletler de perişan olacaklardır.

Türkiye Cumhuriyeti devleti ve kahraman ordusu, muvakkat arızalarla farklı noktalara çekilmiş olsa bile, iman nuru ve Kur’an’ın ışığıyla yine İslam'ın elinde elmas bir kılıç olarak kalmaya devam edecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sözün özü şudur değerli arkadaşlar: Türkiye Cumhuriyeti devleti, ordusu, milleti ve vatanıyla kıyamete kadar Allah’ın inayetiyle ayakta kalacaktır diyor, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Soysal.

Şimdi, gündeme geçmeden önce, sisteme giren ve 60’a göre söz talep eden sayın milletvekillerinin isimlerini sizlerle paylaşıyorum: Sayın Aydemir, Sayın Gündoğdu, Sayın Gürer, Sayın Turan, Sayın Erdinç, Sayın Bektaşoğlu, Sayın Özdiş, Sayın Özdemir, Sayın Topal, Sayın Şimşek ve son olarak Sayın Dağlı.

Şimdi sırasıyla 60’a göre bir dakikalık süreyle söz veriyorum.

Sayın Aydemir, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir’in, İkinci Lig’e yükselen Erzurumspor Futbol Takımı’nı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – Başkanım, teşekkür ediyorum.

Malum, futbol, yaygın, baskın ve popüler bir spor alanı. Temsilcisi olduğum ilimizin bu sahadaki markasıysa Erzurumspor. 1968 yılında kurulan, Süper Lig’e kadar yükselen bir marka; Erzurum’un mavi-beyazlı bereketi, aklığın sembolü kar ile istiklalin motifi semanın renginde buluşan bir sevda. Büyükşehir Belediyesi tarafından desteklenen, 11 Nisan 2011 yılında Üçüncü Lig’e yükselen ve hüznümüzü teselli eden, futbola yönelik beklenti ve umutlarımızı yığdığımız bir takım, yeni bir Erzurum sinerjisi. Şükür, 2011-2012 sezonundan bu yana ısrar ve heyecanla beklediğimiz İkinci Lig hedefine ulaştı. Beklentimiz, Süper Lig adresine yönelmesidir. Başarı, Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Mehmet Sekmen’in eseridir. Kulüp Başkanımız Sayın Demirhan’ın ve yönetim kurulu üyelerinin yoğun çabaları ve “12’nci adam” olarak adlandırılan büyük Erzurumspor taraftarlarının eseridir başarı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – Hepsine medyunuşükran olduğumuzu ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Gürer…

2.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, Niğde ilinde tarım arazilerinde toplulaştırma ve miras yoluyla intikal nedeniyle yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Niğde ilinde tarım arazilerinde devam eden toplulaştırmayla ilgili çok sayıda şikâyet  almaktayım. “Verimli arazim alındı, kıraç yerden verildi.” diyenden “Toplulaştırma nedeniyle benim tarlamı ipotek olarak kabul etmiyorlar.” diyene kadar sorun var. Bu konuda çiftçilerin ikna edilmesi gerekiyor.

Miras yoluyla intikal eden arazilerde de sorun var. 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu 8’inci maddesi gereği, mirasa konu tarımsal arazilerin mülkiyet devirlerinin murisin ölümü tarihinden itibaren bir yıl içinde tamamlanması gerekiyor. Çoğu yerde bir yıl içinde tarım alanında miras paylaşımı yok, aileden biri tarlayla ilgileniyor. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Tarım Reformu Genel Müdürlüğü üç ay bir ek süre veriyor, mülkiyet devri tamamlanmaması durumunda sulh hukuk mahkemesi nezdinde arazinin, istemde bulunan ehil mirasçıya, ehil mirasçı olmaması durumunda en fazla veren istekli mirasçıya devrine, aksi takdirde üçüncü kişiye satılmasına karar veriyor.

BAŞKAN – Sayın Gündoğdu…

3.- Ordu Milletvekili Metin Gündoğdu’nun, Profesör Doktor Erol Güngör’ün vefatının 33’üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması

METİN GÜNDOĞDU (Ordu) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Türk-İslam düşünce dünyasının yetiştirdiği nadide mütefekkirlerden Erol Güngör Hoca’mızın milliyetçilik kavramına bakışı ve değerlendirmeleri günümüzde de büyük önem arz etmektedir. Onun fikirlerini doğru anlamak ve özümsemek, milliyetçilik kavramını tam manasıyla idrak etmemize katkı sağlayacaktır.

Milliyetçiliği ırk üzerinden değil, kültür bütünlüğü üzerinden değerlendiren dava adamı, kıymetli mütefekkir, sosyal psikolog ve yazar Profesör Doktor Erol Göngör’ü vefatının 33’üncü senesinde rahmetle ve duayla anıyorum.

Milletin Meclisini saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Turan…

4.- İstanbul Milletvekili Hasan Turan’ın, İstanbul’da bir organizasyonda tebliğ sunan Mısır eski İletişim Bakanının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili ifadelerine ilişkin açıklaması

HASAN TURAN (İstanbul) – “Recep Tayyip Erdoğan ve partisinin iktidara geldikten sonra uyguladığı politikalar, Erdoğan’ın yüz milyonlarca Müslüman ve Arap’ın gönlünde taht kurmasını sağladı. Uyguladığı siyaset, sözlere değil eyleme, ikiyüzlülüğe değil şeffaflığa, çıkarların peşinde koşmaya değil ilkelerin kazanmasına ve erdemlere dayalıydı. Görünürde bu politikalar, Türkiye Hükûmetine hatta şahsi olarak Erdoğan’a bazı maliyetler ve zorluklar çıkarsa da, bazı ilişkileriyle çelişse de her zaman insanı ve ilkeleri öne çıkaran güçlü duruşuyla Türkiye, siyasi ve ekonomik açıdan Erdoğan ve yönetimi sayesinde güçlenmiş ve bugün İslam dünyasının lideri olmuştur.

Bu münasebetle, buradan hep birlikte haykırıyoruz ki ‘Teşekkürler Türkiye’”

Bu sözler, İstanbul’da dört gün boyunca onlarca İslam ülkesinden gelip “Teşekkürler Türkiye” adlı bir organizasyonda tebliğ sunan Mısır eski İletişim Bakanına aittir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN TURAN (İstanbul) – Kendi ülkesi ve liderini Batı başkentlerine jurnalleyen, müstevlilerle aynı ruh iklimine sahip, onların diliyle konuşan ve onların gözüyle Türkiye’ye bakanlara duyurulur.

BAŞKAN – Sayın Erdinç…

5.- Adana Milletvekili Mehmet Şükrü Erdinç’in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Adana’da 49 fabrika ile Tufanbeyli Termik Santrali’nin açılışının yapılarak vatandaşların hizmetine sunulduğuna, Süper Lig’e yükselen Adanaspor Futbol Takımı’nı ve teniste büyük bir başarı kazanan Çağla Büyükakçay’ı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Adana’mız dün, tarihî günlerden birini yaşadı; özel sektör tarafından Adana’mıza kazandırılan 49 fabrika ve Tufanbeyli ilçemizde bir termik santralin açılışını Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gerçekleştirerek vatandaşlarımızın hizmetine sunmuştur.

Yine, Adanaspor takımımız, dün oynadığı maçla Birinci Lig’e, Süper Lig’e yükselme konusunda şampiyonluğu garantilemiş ve Süper Lig’e çıkmıştır. Adanaspor camiamızı buradan tebrik ediyorum.

Yine, Adanalı bir kardeşimiz Çağla Büyükakçay, teniste de Türkiye adına elde ettiği güzel bir başarıyla şampiyon olmuştur. Kendisini buradan tebrik ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Özdiş…

6.- Adana Milletvekili İbrahim Özdiş’in, Süper Lig’e yükselen Adanaspor Futbol Takımı’nı tebrik ettiğine, Adana Demirspor’un da Süper Lig’e çıkmasını umut ettiğine ve Adana’da patates fiyatlarını protesto etmek isteyen bir grup çiftçinin eylemine sert bir tepki gösteren polis memuru hakkında bir işlem yapılıp yapılmadığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Adanaspor’umuz, on iki yıl aradan sonra büyük bir zafere imza atarak Süper Lig’e çıktı. Futbolcuları, teknik heyeti, yönetimi, başkanı ve cefakâr taraftarları içtenlikle kutluyorum. Süper Lig’de başarılar diliyorum.

Yine, şehrimizin güzide takımı olan Adana Demirspor’umuzun da Süper Lig’e erişmesini candan diliyorum.

Sayın Başkan, dün Adana’da patates fiyatlarını protesto etmek isteyen bir grup çiftçimiz, yola patates dökerek eylem yapmışlardı. Sadece on-on beş dakika süren bu eylem bitmiş, grup dağılmaya başlamışken bir polis memuru, uzun namlulu silahıyla aracından inerek çiftçilere sert tepki göstermiş, sonrasında da arbede çıkmıştı. Şimdi, Sayın İçişleri Bakanına soruyorum: Uzun namlulu bir silahla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – …insanları kışkırtmak, arbede içerisine girmek mantıklı bir hareket midir? Anayasal hakkını kullanmak, zararsız protesto eylemini düzenlemek ne zamandan beri suçtur? Polis memuru hakkında inceleme başlatılmış mıdır?

BAŞKAN – Sayın Bektaşoğlu…

7.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, Mardin’in Nusaybin ilçesinde şehit olan 2 askere Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yine şehitlerimiz var, yine acımız büyük. Mardin’in Nusaybin ilçesinde devam eden operasyonlar sırasında bu sabah, PKK’lılar tarafından bir binaya yerleştirilen el yapımı patlayıcının infilak etmesi sonucu 2 askerimiz maalesef şehit olmuşlardır, 2 askerimiz de yaralanmıştır. Bu sefer acının adresi, Giresun’un Yağlıdere ilçesi olmuştur. 23 yaşındaki uzman çavuş Süleyman Kul, hainlerin tuzaklarında şehit olmuştur. Kul, bir süre önce Eynesilli şehit Bekir Kelleci’nin cenaze törenine katılmış ve arkadaşının fotoğrafıyla en önde yürümüştü, hainlerle savaşırken de en önde idi. Şehit Süleyman’ımızı, vatanın bölünmez bütünlüğü için şehit olan bütün kahramanlar gibi saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz, kendisine Allah'tan rahmet diliyorum, ailesinin, hemşehrilerimin ve milletimizin başı sağ olsun.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

8.- İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in, Çanakkale kara savaşlarının 101’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Efsane Genel Başkanımız, Başbakanımız Bülent Ecevit, Çanakkale savaşlarıyla ilgili şiirini şöyle tamamlar: “Üstü cennet, altı mezar Çanakkale toprağının/Kavga bitmiş mezarlarda kaynaş olmuş yiten canlar./Huzur içinde uyusun vuruştukları toprakta/Kavgadan, kinden uzakta yan yana dostça yatanlar.” Ancak gelin görün ki bugünkü siyasal iktidar, ülkemizi, milletimizi, ulusal bayramlarımız, zaferlerimiz ve ortak değerlerimiz üzerinden bir ayrıştırma, kutuplaştırma siyaseti izleyerek buradan siyasi kazançlar elde etme gafleti içine düşmüştür. Bizler, Cumhuriyet Halk Partililer olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Çanakkale’de yatan şehitlerimizin bizlere emanet ettiği ve bizleri bir millet olarak bir arada tutan tüm değerlerimize sahip çıkacağımız ruhuyla Çanakkale kara savaşlarının 101’inci yılını saygıyla anıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Topal…

9.- Hatay Milletvekili Serkan Topal’ın, Hatay’ın Yayladağı ilçesine sığınmacı olarak gelenlerin önemli bir bölümünün cihatçılar olduğuna, Reyhanlı ilçesinde yoğun olarak kaçak geçişler yaşandığına ve bu konuda bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması

SERKAN TOPAL (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Suriye savaşı nedeniyle son dönemde yaşanan göç dalgasında Hatay ilimizin Yayladağı ilçesine sığınmacı olarak kente girenlerin önemli bir bölümünün cihatçılar olduğu; bunlar arasında da Orta Asya, Kuzey Afrika ve Kafkas kökenlilerin de bulunduğu belirtilmektedir. Bilindiği gibi, Reyhanlı ilçemizin Bükülmez Köyü ve Yayladağı Güveççi köyleri kaçak geçişlerin en yoğun yaşandığı yerlerdendir. Tespit edilen kaçak geçişlerde yakalanan ve basında sıklıkla Türkmen olarak belirtilen kişilerin uyrukları gerçekte Türkmen midir? Bu kişiler hakkında ne gibi işlemler yapılmıştır? Bu yasak geçişler için önlemler alınıyor mu?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Şimşek…

10.- Mersin Milletvekili Baki Şimşek’in, Süper Lig’e yükselen Adanaspor Futbol Takımı’nı tebrik ettiğine ve şehit yakınlarının devlet kadrolarına atamaları yapılırken mesleklerinin göz önünde bulundurulması gerektiğine ilişkin açıklaması

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben de komşu ilimizin takımı Adanaspor’u Birinci Lig’e çıkışından dolayı kutluyor, başarılar diliyorum.

Hükûmetimiz, şehit yakınlarıyla ilgili, şehit ailelerine, yakınlarına devlet kadrolarında iş vermekle ilgili gerekli atamaları yapmaktadır; bu, doğru bir karardır. Yalnız bu atamalar yapılır iken şehit yakınlarının kendi mesleklerine göre devlet kurumlarına atanması gerekmektedir. En son, Mersin’den 2 şehit yakınımızın ataması yapılmıştır. Bunlardan biri, orman mühendisi olan, İŞKUR’a; İŞKUR’da çalışması gereken bir memurumuzun da Orman Bölge Müdürlüğüne tayini çıkartılmıştır. Bunlarla ilgili gerekli düzenlemelerin yapılması ve atama sırasında mutlaka her şehit yakınının kendi mesleğiyle ilintili bir kuruma atanması gerektiğini düşünmekteyim. Bununla ilgili sayın bakanlarımızın gerekli çalışmayı yapmasını istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Dağlı…

11.- Adana Milletvekili Tamer Dağlı’nın, Adana’da Tufanbeyli Termik Santrali ile 50 adet fabrikanın açılışını yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür ettiğine, Süper Lig’e yükselen Adanaspor Futbol Takımı’nı, teniste büyük bir başarı kazanan Çağla Büyükakçay’ı ve küme düşmeyen Kozan Belediyespor’u tebrik ettiğine, Adana Demirspor’a başarılar dilediğine ilişkin açıklaması

TAMER DAĞLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ben de Adana’ya ayağı uğurlu gelen ve üç güzel mutluluğu bizimle beraber paylaşan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a öncelikle teşekkür ediyorum.

Kendisi, Tufanbeyli Termik Santralini, 1,1 milyar dolarlık yatırımı açtı. Öncelikle onun hayırlı olmasını diliyorum. Ayrıca Adana Organize Sanayi Bölgesi’nde de 50 adet fabrikanın açılışını yaptı.

Ayrıca şampiyon Adanaspor’umuzun tüm teknik heyetini, futbolcularını, başkanını ve taraftarlarını tebrik ediyorum, Allah, mahcup etmesin diyorum.

Yine teniste Adanalı şampiyonumuz Çağla Büyükakçay’ı da tebrik ediyorum. Ayrıca Adana Demirspor’umuza da şampiyonluk yolunda başarılar diliyorum.

Yine kendi ilçemin takımı Kozanspor’u da çok büyük mücadele sonrasında kümede kalma başarısını gösterdiği için tebrik ediyor, bundan sonraki süreçte inşallah hep beraber şampiyonluğa oynarız diyorum.

Teşekkür ediyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gökdağ…

12.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Gökdağ’ın, kuraklık nedeniyle Barak Ovası’ndaki ürünlerin kuruma tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna ve bir an önce bu soruna çare bulunması gerektiğine ilişkin açıklaması

MEHMET GÖKDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Nizip’te Hancağız’dan başlayıp Karkamış’ın Kıvırcık, Karanfil köylerinde son bulan Hancağız Barajı, kanal ve yağmur suyuyla beslenir. Bundan altı yıl önce Fırat Nehri’nden yapılan pompalama bitmiş olmasına rağmen pompalama yapılmıyor. 17 köyü sulaması gereken baraj 3 köyün arazisini suluyor. Kuraklık nedeniyle Barak Ovası’ndaki ürünler kuruma tehlikesiyle karşı karşıya. Bir an önce bu soruna çare bulunması gerekiyor.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Aydın…

13.- Erzurum Milletvekili Kamil Aydın’ın, İkinci Lig’e yükselen Erzurumspor Futbol Takımı’nı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Geçmişinde namağlup şampiyonlukları bulunan ve Birinci Lig’in doğudaki tek temsilcisi olan Erzurumspor’umuz, maalesef 2000’li yılların başında içine düştüğü veya düşürüldüğü mali sıkıntılardan dolayı hızla Amatör Lig’e kadar düşmüş ve ilimizi büyük bir üzüntüye boğmuştur. Bu sene Üçüncü Lig’den İkinci Lig’e çıkması nedeniyle şehrimize yeniden bir moral kaynağı olmuştur. Takımımızın şampiyonluğunu içtenlikle kutluyorum ve bu şampiyonlukta emeği olan yöneticileri, teknik ekibi ve futbolcuları ama her şeyden önce büyük Erzurumspor sevdasıyla yaz kış demeden, uzak yakın demeden büyük fedakârlıklar gösteren ve geçen hafta 30 bin civarında bir seyirciyle bir araya gelen bütün Erzurumluları, Erzurumsporluları, Erzurum camiasını kutluyorum, hayırlı olsun.

BAŞKAN – Son olarak Sayın Gündoğdu, buyurun.

14.- Kırklareli Milletvekili Vecdi Gündoğdu’nun, Kırklareli’de ekinlerin TMO tarafından alımı konusunda mağduriyet yaşanmamasını dilediğine ilişkin açıklaması

VECDİ GÜNDOĞDU (Kırklareli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, yaz ayı geldi, orak mevsimi başladı. Kırklareli’miz, tahıl ambarı yönünden Türkiye'nin yüzde 4’ünü karşılayan bir ildir. Geçtiğimiz dönemlerde maalesef ekinleri alamayan bir TMO vardı. Yine çiftçilerimiz, bu dönem TMO’lara başvurarak ekinlerinin alınmasını istiyor ama kısmi olarak alındığını da görüyoruz. Aynı mağduriyetin bir daha ilimizde yaşanmamasını istiyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Baluken, size de iki dakikayla söz veriyorum.

Buyurun Sayın Baluken.

15.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Halkların Demokratik Partisi olarak Kilis’e yönelik çete saldırılarını kınadıklarına ve bir kez daha Hükûmete Meclisi ve kamuoyunu bilgilendirme çağrısı yaptıklarına, Ankara’da Amedspor’a yönelik ırkçı, ayrımcı, faşist bir saldırı gerçekleştiğine, Adanaspor’un Süper Lig’e çıkmasını kutladıklarına ve Adana’da demokratik protesto hakkını kullanan çiftçilere yönelik yapılan saldırıyı kabul edilemez bulduklarına ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, aylardır Kilis ilimize yönelik çete saldırıları devam ediyor ve maalesef, bütün ısrarlı taleplerimize rağmen, biz, Kilis sınırında nelerin yaşandığını medyadan gelen bilgiler dışında öğrenme şansına sahip olmuyoruz.

İki haftadır Meclis Genel Kurulunda hemen hemen her gün Kilis’e yapılan saldırılarla ilgili Hükûmet yetkililerinin buraya gelip Meclisi bilgilendirmesi, Türkiye kamuoyunu bilgilendirmesi çağrısını yapmamıza rağmen bugüne kadar maalesef, bu yönlü talebimize kabine yetkilileri, bakanlık yetkilileri her hangi bir şekilde cevap vermiş değiller ve bu gayriciddi yaklaşım neticesinde de Kilis’e yönelik saldırılar aynı şekilde devam ediyor.

Son üç ay içerisinde Kilise yönelik 47 kez çete saldırıları olmuş; bu 47 saldırıyla 17 insan yaşamını yitirmiş, bunlardan 6’sı Suriyeli göçmen, geri kalanı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, vatandaşlarımız, 61 insan –ki aralarında ağır yaralananlar da var- yaralanmış. Bütün bu saldırılara rağmen hâlâ bu saldırıları yapan çeteleri isimlendirmekten bile imtina eden bir Hükûmet ciddiyetsizliğiyle karşı karşıyayız. Özetle, gelinen aşama şudur: Kilis’teki halkımızın ve oraya can güvenliği nedeniyle sığınmış olan Suriyeli kardeşlerimizin can ve mal güvenliği, AKP Hükûmetinin uyguladığı politikalar neticesinde tamamen ortadan kalkmıştır. Biz, yapılan bu saldırıları kınıyoruz. Hükûmete, bir kez daha Meclise ve Türkiye kamuoyuna bilgilendirme çağrısı yapıyoruz.

Diğer taraftan, saldırılardan hemen sonra Kilis halkına saldıran güvenlik güçlerini…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen toparlayalım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Kilis halkının demokratik protestolarına saldıran güvenlik güçlerinin yaklaşımlarını da kabul edilemez bulduğumuzu ifade etmek istiyoruz.

Sayın Başkan, dün Ankara’da Ankaragücü’nü 2-1 yenen Amedspor’a yönelik ırkçı, ayrımcı, faşist bir saldırı gerçekleşti. Amedspor’un yöneticileri şahsında, aslında bütün Amedspor camiasına ve taraftar kitlesine yapılan bir saldırıydı. Sporda ırkçılığın, ayrımcılığın ve şiddetin hangi düzeye geldiğini göstermesi açısından önemlidir. Bu saldırıyı kınadığımızı, sporda şiddetten, ırkçı, ayrımcı yaklaşımlardan vazgeçilmesi, “fair play” ve centilmenlik ruhunun öne çıkması gerektiğini ifade ediyoruz. Bu anlamda, Adanaspor’un Süper Lig’e çıkmasını da Halkların Demokratik Partisi olarak kınıyoruz. (C)

Son olarak, dün Adana’da demokratik protesto hakkını kullanan çiftçilere yönelik yapılan saldırıyı kabul edilemez bulduğumuzu; Adanalı çiftçileri polis zoruyla baskılama yerine sorunlarını anlama temelinde, sorunlarının çözümüne katkı sunma temelinde AKP Hükûmetini duyarlılığa çağırıyoruz.

BAŞKAN – Teşekkürler.

ERHAN USTA (Samsun) – Tutanaklara yanlış geçti Sayın Baluken.

BAŞKAN - Sayın Gök…

LEVENT GÖK (Ankara) – Bir saniye Sayın Başkanım.

Bir düzeltme yapabilirseniz. Kınadığını ifade ettin, onu düzelt istersen.

TAMER DAĞLI (Adana) – Niye kınıyorsunuz Adanaspor’un şampiyonluğunu? Diliniz sürçtü herhâlde?

BAŞKAN – Bir saniye.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, mikrofonu açar mısınız?

BAŞKAN - Mikrofonunu açalım Sayın Baluken’in, yanlış bir anlaşılma oldu galiba.

Buyurun Sayın Baluken.

VI.- DÜZELTİŞLER

1.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, "Adanaspor’un Süper Lig’e çıkmasını kutladıkları" hakkındaki açıklamasında sehven yaptığı yanlışlığı düzelttiğine ilişkin açıklaması (x)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Adanaspor’un şampiyonluğunu kutladığımızı ifade ettim.

ERHAN USTA (Samsun) –“Kınıyoruz” diye geçti.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Öyle mi?

ERHAN USTA (Samsun) – Öyle oldu.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Herhâlde bir dil sürçmesi olmuştur.

BAŞKAN – Olabilir.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yani Halkların Demokratik Partisi olarak, Adanaspor’un Süper Lig’e çıkmasından dolayı kendilerini kutluyoruz, bütün Adana’daki halkımıza hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.

Sayın Gök, size de iki dakika artı bir dakika veriyorum.

Buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

16.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Nusaybin’de şehit olan 2 askere Allah’tan rahmet dilediğine, Çanakkale kara savaşlarının 101’inci yıl dönümüne, Trabzon’da hakeme ve Ankara’da Amedsporlu yöneticilere yönelik saldırıların kabul edilemez olduğuna ve sporda şiddeti kınadığına, Süper Lig’e yükselen Adanaspor Futbol Takımı’nı tebrik ettiğine ve Adana’da patates üreticilerine yönelik polis saldırısını ve Kilis’te yaşananlar nedeniyle Hükûmeti kınadığına ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yine şehitlerimiz var ne yazık ki. Her gün, her konuşmamızda sözlerimize şehitlerimizle ilgili haber vermenin üzüntüsünü yaşayarak başlıyoruz ama Nusaybin’de de 2 şehidimizin olduğunu ve böyle bir travmanın Türkiye’de çok derin acılar yarattığını hatırlatarak şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum ve tüm ulusumuza başsağlığı diliyorum.

Çanakkale kara savaşlarının 101’inci yılında, 57’nci Alay başta olmak üzere, kahramanlık gösteren tüm askerlerimizi ve gazilerimizi de saygıyla andığımızı ifade ediyorum.

Sporda şiddeti kabul etmemiz mümkün değildir. Trabzon’da hakeme yönelik saldırının ve Ankara’da Amedsporlu yöneticilere saldırıların asla kabul edilebilir bir yanı bulunmamaktadır. Sporda şiddeti kınadığımızı ifade ediyoruz.

Yine, Birinci Lig’e çıkan Adanaspor takımını da kutladığımızı ifade ederken Adana’nın bu görkemli çıkışına gölge düşüren patates üreticilerine yönelik polis saldırısını da kınadığımızı ifade etmek istiyorum.

Ayrıca, Sayın Başkan, Kilis’te ne oluyor? Tam 17 yurttaşımız şu ana kadar Kilis’in dışından IŞİD’in attığı roketler ya da başka silahlı araçlarla hayatını kaybetti. Kilis’te insanlarımızın mal ve can güvenliği kalmadı. Kilis halkı huzur için bir gösteri yapmaya kalkarken polis bu gösteriyi bastırmaya kalkıyor. Hâlbuki polisin, emniyet güçlerinin görevi Kilis halkının can ve mal güvenliğini korumaktır. Burada bir sayın bakanın açıklama yapmasını bekliyoruz. Hükûmet “Soğukkanlı olalım, olayları önleyeceğiz.” diyor ama 17 yurttaşımız hayatını kaybetmiş. Türkiye, kendisinin içinde bulunmadığı ama karşı taraftan, IŞİD’den gelen bir saldırının ortasında neredeyse bir savaşın içinde. Bu 17 kişinin hesabını kim verecek? Kilis’te neler oluyor?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayalım.

Bir dakika daha süre veriyorum.

Buyurun.

LEVENT GÖK (Ankara) – Yani bu, kabul edilebilir tablo değil. Kilisliler, can ve mal güvenliklerinden endişe eder bir hâlde, yaşam durmuş vaziyette. Sayın Başbakan Yardımcısı orada, 100 metre ötesine roket düşüyor, “Soğukkanlı olalım.” diyor. E, peki, nasıl soğukkanlı olacak Kilisliler? 17 kişinin hayatını kaybettiği bir tablo, yani Bakanlar Kurulunun önleyemediği bir tablo, Türkiye'nin önleyemediği bir tablo daha ne kadar devam edecek, kaç yurttaşımızın ölmesini bekliyoruz?

Böyle bir tabloda Hükûmeti de şiddetle kınadığımızı ifade etmek istiyorum. Görülmeyen IŞİD tehlikesinin ne boyutlara ulaştığı ortaya çıkmıştır. IŞİD’i işitmemişlerdir, IŞİD kendisini şimdi hatırlatıyor ve gösteriyor. Bunu Hükûmet olarak önlemek durumundalar.

Saygıyla.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Gök.

Sayın Vural, buyurun.

17.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Profesör Doktor Erol Güngör’ün vefatının 33’üncü yıl dönümüne, Nusaybin’de şehit olan 2 askere Allah’tan rahmet dilediğine ve Kilis’e yönelik saldırıların ivedilikle sonlandırılması konusunda bütün imkânların kullanılması gerektiğine ilişkin açıklaması

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Milliyetçiliği millî kültürün bizzat medeniyet kaynağı hâline getiren, milletimizin soysuz değişmelere açık pazar hâline getirilmesini önleyen bir medeniyet davası olarak gören, sosyal karakterimizin eseri ve onu aksettiren Türk medeniyetinin fikir, bilim, sanat ve kültür kaynaklarına dayalı olarak aydın olma keyfiyetini eserleriyle ortaya koymuş Erol Güngör Hocamızı rahmetle anıyorum. Mekânı cennet olsun.

Maalesef, yine, hafta sonu şehitlerimiz vardı. Doğrusu, artık her an hepimiz “Ne zaman şehidimiz var?” diye endişeler içerisindeyiz. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum ama doğrudan doğruya, maalesef, Kilis ilimiz de IŞİD terör örgütünün saldırılarıyla, füze saldırılarıyla karşı karşıya; can almaya devam ediyor. Maalesef, Kilis halkı çok huzursuz.

Kilis bir sınır kentimiz. Sınır aziz milletimizin namusudur, şerefidir ama maalesef, bu sınırımızdan atılan füzeler oradaki insanların ölümüne yol açmaktadır. Dolayısıyla, bu konuda, bu saldırıların ivedilikle sonlandırılması konusunda ellerdeki bütün imkânların kullanılması için Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakanın kendilerine verilen görevleri yerine getirmesini talep ediyorlar. Ben de Kilislilerin bu taleplerini Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak dile getiriyorum. Milliyetçi Hareket Partisi olarak Kilis’e bir heyet de gönderdik. Bu çerçevede Kilis halkının yanındayız ama Kilis huzur arıyor. Gerçekten, bu huzuru bozan her türlü girişim karşısında da gereken yapılmalıdır, huzur sağlanmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Diğer taraftan, Adanaspor’u kutluyorum, Süper Lig’e çıktılar. Adanalılara da hayırlı olsun diliyorum.

Söz verdiğiniz için teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Vural.

Sayın Çakır, buyurun.

18.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Meclisin açılışının 96’ncı ve Çanakkale kara savaşlarının 101’inci yıl dönümlerine, üst lige çıkan tüm takımları tebrik ettiğine ve Profesör Doktor Erol Güngör’ün vefatının 33’üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Güzel bir hafta sonunu geride bıraktık. Meclisimizin açılışının 96’ncı yılını kutladık hep beraber. Farklı partilerden, farklı siyasi görüşlerden arkadaşlar olarak güzel programlar, görüşmeler, konuşmalar yapıldı; kıvandık, gurur duyduk. Aynı şekilde, çocuklarımızın bayramını da idrak ettik.

Öte taraftan, yine hafta sonunda Çanakkale savaşlarıyla ilgili güzel anma toplantıları yapıldı ve tekrardan göğsümüzün kabardığı, zaman zaman hüzünlendiğimiz, gözlerimizin nemlendiği tablolar ortaya çıktı. Ben -yeni bir haftaya başladık- bu haftanın başarılı bir denetim ve yasama haftası olmasını temenni ediyorum.

Öte taraftan, diğer arkadaşlarımız gibi biz de -spor müsabakaları yavaş yavaş sonlanıyor- Adanaspor’u tebrik ediyoruz, Birinci Lig’e çıktı. Bunun dışında -benim bildiğim- Erzurumspor, Kırıkkalespor gibi kendi liglerinde üst lige çıkan, üst gruba çıkan takımlarımızı da tebrik ediyoruz, her birine başarılar diliyoruz. Elbette ki bütün müsabakalarda da fair playin, centilmenliğin hâkim olmasını diliyor ve temenni ediyoruz.

Türkiye'de “sosyal bilimler” dendiğinde akla gelen, iki elin parmakları kadar adam saysak, mutlaka her defasında başat bir noktada yer alan rahmetli Erol Güngör’ü rahmetle anıyorum. Çok sayıda kitaba imza atmıştır ama özellikle toplum, kültür ve milliyetçilik gibi konularda yazdıkları, hocasından da esinlenerek yazdıkları hâlâ bugün bile çoğu konuda aşılmamış, son derece temelli ve kıymetli metinlerdir ve bize ışık tutmaya devam etmektedir. Bu vesileyle Erol Güngör’ü de rahmetle anıyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çakır.

VII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, Başkanlık Divanı olarak, üst lige çıkan tüm takımları tebrik ettiklerine, sporda şiddeti tasvip etmediklerine, Çanakkale kara savaşlarının 101’inci yıl dönümüne, Kilis’e yapılan saldırıları kınadıklarına ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı tebrik ettiklerine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biz de Meclis Başkanlık Divanı olarak, öncelikle, bir üst lige çıkan tüm takımlarımızı tebrik ediyoruz; Adanaspor, Erzurumspor, Kocaelispor, Kırıkkalespor ve şu anda ismini burada zikredemediğimiz, bir üst lige çıkan tüm takımlarımızı bir kez daha tebrik ediyoruz, yeni ligde de, yeni yerlerinde de başarılarının devamını diliyoruz.

Yine, spordaki şiddeti asla tasvip etmek mümkün değil. Hele ki asıl anlamı barış olan sporda da şiddeti asla tasvip etmediğimizi, fair playi her alanda olduğu gibi sporda da öncelememiz gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Yine, bu vesileyle, 101’inci yılında, Çanakkale’de görev almış tüm kahramanlarımızı ve bu arada şehitlerimizi bir kez daha saygıyla, rahmetle ve şükranla yâd ediyoruz. Çanakkale’nin birlik ruhunun ilelebet muhafaza ve devamını diliyoruz.

Kilis’e yapılan, tabii ki, bu saldırıları kınıyoruz, tasvip etmiyoruz. Kilis halkının, Meclis olarak da her daim yanında olacağımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Yine, aynı şekilde, hafta sonu, cumartesi günü, tüm Türkiye’de tarihî bir olayın yıl dönümünü yaşadık. Güzel bir şekilde, kutlamalarla törenler gerçekleştirildi. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun, millî egemenliğimizin kabulünün ve tüm dünya çocuklarının bayramı olan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 96’ncı yılını idrak etmenin gururunu hep birlikte yaşadık.

Meclisimiz, millî iradenin ve hukukun üstünlüğünü, hiçbir vesayet ve zorbalık kabul etmeden, bugün olduğu gibi yarın da uygulamaya devam edecektir. Yasama görevini icra ederken demokrasinin işlerliğini sağlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün de millî egemenlik için çağdaş, demokratik hukuk ilkelerinin üstün kılınmaya çalışıldığı ülkemizde, milletinden aldığı destek ve temsil kabiliyetiyle bunu en güzel şekilde gerçekleştirmenin gayreti içerisindedir.

Yine, Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutladığımız 23 Nisanın milletimize kazandırdığı değerlere sahip çıkmak, yeni yetişen nesillere bu bilinci kazandırmak en önemli vazifemizdir. Hepimizin en değerli varlığı olan çocuklarımızın barışın, sevginin ve kardeşliğin ilelebet hüküm süreceği bu topraklarda yaşaması en büyük dileğimizdir.

Yine, bu duygu ve düşüncelerle, aziz milletimizin ve tüm çocuklarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı tebrik ediyorum. Bu güzel armağanın, çocuklarımız için barışın, sevginin ve kardeşliğin anlam kazandığı bir Türkiye’ye vesile olması dileğiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum ve teşekkür ediyorum.

Şimdi gündeme geçiyoruz.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç adet önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 21 milletvekilinin, ülkemizde yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi öncesinde alınabilecek tedbirlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/175)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gerekçesini ekte sunduğumuz, ülkemizde yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi öncesinde alınabilecek tedbirlerin tespit edilmesi, yapılacak yasal düzenlemelerin ele alınabilmesi için Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) İsmet Büyükataman                                 (Bursa)

2) Mevlüt Karakaya                                      (Adana)

3) Şefkat Çetin                                            (Ankara)

4) Oktay Öztürk                                           (Mersin)

5) Emin Haluk Ayhan                                   (Denizli)

6) Ahmet Kenan Tanrıkulu                            (İzmir)

7) Atila Kaya                                               (İstanbul)

8) Mustafa Kalaycı                                       (Konya)

9) Zühal Topcu                                            (Ankara)

10) Ümit Özdağ                                           (Gaziantep)

11) Edip Semih Yalçın                                 (İstanbul)

12) Ruhi Ersoy                                            (Osmaniye)

13) Muharrem Varlı                                      (Adana)

14) İsmail Faruk Aksu                                  (İstanbul)

15) Yusuf Halaçoğlu                                    (Kayseri)

16) Arzu Erdem                                           (İstanbul)

17) Ahmet Selim Yurdakul                            (Antalya)

18) Baki Şimşek                                          (Mersin)

19) Kadir Koçdemir                                      (Bursa)

20) Mehmet Erdoğan                                    (Muğla)

21) Deniz Depboylu                                     (Aydın)

22) İsmail Ok                                              (Balıkesir)

Gerekçe:

Dünya üzerinde meydana gelen önemli doğal afetlerden birisi depremdir. Depremler hâlen dünyanın farklı yerlerinde farklı şekillerde olmak üzere insan hayatını ve faaliyetlerini etkilemeye devam etmektedir.

Ülkemiz dünyanın etkin depremlerin görüldüğü kuşaklarından birisi üzerinde yer almaktadır. Ülkemizde çok sayıda kırık bulunmaktadır. Bu nedenle, geçmişten günümüze çok sayıda deprem meydana gelmiş, bu depremler can ve mal kaybına neden olmuş ve olmaya devam etmektedir.

Ülkemizde meydana gelen depremlerde, sadece 1900'lü yıllardan bugüne 100 bine yakın kişi hayatını kaybetmiş, 1 milyona yakın bina yıkılmış veya ağır hasara uğramıştır.

Bursa ve yakın çevresini etkilemesi beklenen sismik tehlikeler ise aşağıdaki faylar üzerinde meydana gelecek depremlerle oluşacaktır:

1)   Marmara Denizi’ndeki faylarla olacak depremler,

2)   Geyve-İznik fayında olacak deprem,

3)   Bursa ve civarında meydana gelecek depremler.

Marmara Denizi’nde olması beklenen deprem, Bursa'ya 60 kilometre uzaklıkta yer alacaktır. Marmara faylarının kırılmasıyla Bursa ve çevresi ciddi biçimde etkilenecektir. Geyve-İznik fayında ise son beş yüz yıldan beri kırılma olmamış, dolayısıyla aktif bir fay olarak Bursa için büyük bir risk olduğu artık bilinen bir gerçektir.

Bursa ve civarında tarihî süreç içinde olmuş depremlerde hangi fayların kırıldığı ve depremlerin tekrarlanma sürelerinin ne kadar olduğu bilinmemektedir. Ancak, oluşturduğu topoğrafyaya bakıldığında Bursa ve civarında olabilecek depremler genelde kısa uzunlukta olan faylar boyunca gelişecektir.

Bursa'nın doğusunda Yenişehir havzasını kuzeybatı ile güneydoğudan sınırlayan, yaklaşık 26-30 kilometre uzunlukları olan faylar bölge için risk oluşturmaktadır. Bu faylar boyunca orta büyüklükte depremlerin oluşabileceği beklenmektedir. 1999 yılında yaşadığımız her iki büyük ve yıkıcı depremde gelişen ağır hasarı oluşturan esas neden, yanlış yer seçimi, plansız, projesiz, çarpık kentleşme ve denetimden yoksun yapılaşma olmuştur.

Bursa'da mevcut olan yapıların büyük çoğunluğu kaçak yapıdan oluşmaktadır. Her türlü denetimden uzak ve depreme dayanaksız olan bu mevcut yapı stoku, kentimiz ve insanlarımızın geleceğini hayati olarak ipotek altına almaktadır. Bu mutlaka çözülmesi gereken millî bir meseledir, çözülmedikçe gelecekteki depremlerin de felakete dönüşmesi kaçınılmazdır.

Yıkıcı Marmara depreminin üzerinden on altı yıl geçmesine rağmen yerel ve merkezî yöneticilerce ciddi bir çalışma yapılmamıştır. Birinci derecede deprem bölgesi olan Bursa, büyük bir deprem beklentisi içerisindedir. Bursa'ya farklı bakılmalı ve Bursa ili için dış kaynaklı kredilerin temini için ilgili mercilerle hemen temasa geçilmelidir. Bilinmelidir ki Bursa bir sanayi şehri ve yüksek miktarda yurt içinden ve yurt dışından göç alan bir kenttir. Muhtemel bir depremde Bursa'daki can ve mal kayıpları Türkiye'yi en az yirmi beş otuz yıl geriye götürecektir.

Gelecekte ülkemizin ve kentimizin depremleri en az can kaybı ve maddi hasarla atlatabilmesi için yapılması gerekenler kısaca şu şekilde sıralanabilir: Kent bütünündeki mevcut yapı stoku mutlaka elden geçirilmelidir. Mevcut binaların güçlendirilmesi için dış kaynaklı kredilerin temini ve hukuki altyapının hazırlanması gerekmektedir. Kaçak yapı yapma alışkanlığı mutlaka durdurulmalıdır. Kentsel dönüşümlerin sağlıklı ve estetik bir şekilde yapılması temin edilmelidir. Bursa'da bir daha Doğanbey TOKİ rezaleti yaşanmamalı, mümkünse o ucube yapılar yıkılarak estetik ve sağlam hâle getirilmelidir. Vatandaşlarımızın deprem bilinci güçlendirilmelidir. Depreme karşı dayanıklı bina yapmak için, yer seçimi ve zemin etütlerinin daha hassas yapılması, proje yapımı ve bu projelerin teknik şartnamelerine göre uygulanması ve denetlenmesi gerekmektedir.

Yukarıda açıklanan sorunların çözümü için alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılması gerekmektedir.

2.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 21 milletvekilinin, ülkemizde bulunan Balkan göçmenlerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/176)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başta Bulgaristan olmak üzere Bosna, Kosova, Makedonya, Sırbistan-Karadağ, Yunanistan, Romanya, Moldova gibi ülkelerden göç ederek ülkemize gelip yerleşen, çifte vatandaşlık veya vatandaş statüsü kazanmış olanlar ile geçici izinle ülkemizde bulunan Balkan göçmenlerinin her türlü sorunlarının araştırılması ve gerekli önlemlerin alınması için Anayasa'nın 98, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1) İsmet Büyükataman                                (Bursa)

2) Mevlüt Karakaya                                    (Adana)

3) Şefkat Çetin                                          (Ankara)

4) Oktay Öztürk                                          (Mersin)

5) Emin Haluk Ayhan                                 (Denizli)

6) Ahmet Kenan Tanrıkulu                          (İzmir)

7) Atila Kaya                                             (İstanbul)

8) Mustafa Kalaycı                                     (Konya)

9) Zühal Topcu                                          (Ankara)

10) Ümit Özdağ                                         (Gaziantep)

11) Edip Semih Yalçın                                (İstanbul)

12) Muharrem Varlı                                    (Adana)

13) Arzu Erdem                                         (İstanbul)

14) Ruhi Ersoy                                           (Osmaniye)

15) İsmail Faruk Aksu                                (İstanbul)

16) Ahmet Selim Yurdakul                          (Antalya)

17) Yusuf Halaçoğlu                                  (Kayseri)

18) Kadir Koçdemir                                    (Bursa)

19) Mehmet Erdoğan                                  (Muğla)

20) İsmail Ok                                             (Balıkesir)

21) Deniz Depboylu                                   (Aydın)

22) Baki Şimşek                                        (Mersin)

Gerekçe:

Anadolu, özellikle 18’inci yüzyılın sonundan itibaren belirli aralıklarla yoğunluk kazanarak süregelen dış göç hareketleriyle karşı karşıya kalmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşuyla başlayan ve devletin genişlemesi ve büyümesine yönelik politika olarak teşvik edilen göçler sonucu Anadolu toprakları dışındaki alanlarda önemli sayıda Türk soydaşlarımız iskân edilmiştir.

Modern bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, göçmen sorunlarını geçmişinden kalan bir miras olarak devralmış ve yapılan sistematik çalışmalarla sorunun çözümüne yönelik politikalar geliştirilmiş ve uygulamalar yapılmıştır.

Cumhuriyet Dönemi’nde ise büyük göç hareketi, Lozan Anlaşması hükümlerine göre Türk-Yunan halklarının değişimi olarak 1922 yılında başlayıp 1949'a kadar sürmüştür. Bu değişimle 100 bin aileye mensup 400 bin Türk Anadolu'ya gelmiş ve yerleşmiştir. 1952-1969 yılları arasında yine, Yunanistan'dan, serbest göçmen olarak 7.600 aileye mensup 24.625 kişi Türkiye'ye göç etmiştir. 1923-1995 yılları arasında Türkiye'ye göç eden nüfusun yüzde 25'ini Yunanistan göçmenleri oluşturmakta olup bunların büyük çoğunluğu mübadil olarak gelen göçmenlerdir.

Cumhuriyetin kurulmasını izleyen yıllarda, Anadolu'ya ikinci büyük göç dalgası Bulgaristan'dan gelmiştir. Bulgaristan'dan göçler aralıklarla 1989 yılına kadar sürmüştür. Cumhuriyet Dönemi’nde ülkeye gelen toplam göçmenlerin yüzde 48'ini oluşturan 790.717 kişi Bulgaristan'dan gelmiştir.

Bulgaristan'dan, 1989 yılında, Bulgar vatandaşı olan soydaşlarımızın Bulgar hükûmeti tarafından Türkiye'ye göçe zorlanmalarıyla yoğun bir göç dalgası yaşanmıştır. Soydaşlarımız kitleler hâlinde Türk sınırına bırakılmışlardır. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da görülen bu en yoğun ve zorunlu göç akımını yaklaşık üç aylık bir süre içinde kabul etmek durumunda kalmıştır.

Yugoslavya'dan Türkiye'ye, Cumhuriyet Dönemi’nde, toplam 77.431 aileye mensup olarak 305.158 kişi göç etmiştir. Yine, Romanya'dan 19.865 aileye mensup 79.287 kişi 1923-1949 yılları arasında iskânlı göçmen olarak Türkiye'ye gelmişlerdir.

Ülkemize göç ederek yerleşen göçmen vatandaşlarımızın talepleri doğrultusunda, evlenme yoluyla, turist vizesiyle ve benzeri yollarla Türkiye Cumhuriyeti'ne gelen ve daha sonra Türk vatandaşlığına geçmiş olan soydaşlarımıza yurt dışında geçen çalışma sürelerini borçlanma imkânı tanınması; özellikle Balkan ülkelerinde doğup daha sonra o ülkelerin vatandaşlığını göç yoluyla kaybetmiş olan kişiler ve onların çocukları için aşamalı olarak vize kolaylığı, uzun süreli vize verilmesi ve vize muafiyeti seçeneklerinden yararlandırılması için ilgili devletler nezdinde girişimler yapılması; ikamet tezkereli soydaşlarımız için Türklük belgesinin eskiden olduğu gibi BAL-GÖÇ marifetiyle verilebilmesi ve ikamet izni konusunda yaşanan sıkıntıların aşılması; acil sağlık sorunu yaşayan soydaşlarımızın külfetli sağlık masraflarına muhatap olmasının önlenmesi, bu konuda Türk ve akraba toplulukları mensuplarına pozitif ayrımcılık yapılması; merkezi Bursa'da bulunan, yirmi dört saat yayın yapacak bir TRT Balkan kanalının kurulması; kısa vadede, Bursa merkezli, Balkanlara ve Balkan Türklerine yönelik akademik çalışmalara uygun ortam sağlanması ve akabinde Bursa'da bir Balkan araştırma ve kültür enstitüsü kurulması; Bursa'nın Balkan şehri kimliğine yakışır bir Balkan evine kavuşması gerekmektedir.

Bütün bu sorunların tespit edilerek çözüme kavuşturulması için bir Meclis araştırması açılması gerekmektedir.

3.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 21 milletvekilinin, raylı sistem ve demir yolu ulaşımındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/177)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gerekçesini ekte sunduğumuz, ülkemiz için hayati önem taşıyan demir yolu taşımacılığının gelişmiş ülkeler seviyesine çıkartılması amacıyla, raylı sistem ve demir yolu ulaşımındaki sorunların tespit edilerek çözüm önerilerinin araştırılması ve bunun için yapılacak yasal düzenlemeler dâhil olmak üzere alınacak önlemlerin tespiti için Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1) İsmet Büyükataman                                (Bursa)

2) Mevlüt Karakaya                                    (Adana)

3) Şefkat Çetin                                          (Ankara)

4) Oktay Öztürk                                          (Mersin)

5) Emin Haluk Ayhan                                 (Denizli)

6) Mustafa Kalaycı                                     (Konya)

7) Atila Kaya                                             (İstanbul)

8) Ahmet Kenan Tanrıkulu                          (İzmir)

9) Zühal Topcu                                          (Ankara)

10) Ümit Özdağ                                         (Gaziantep)

11) Edip Semih Yalçın                                (İstanbul)

12) İsmail Faruk Aksu                                (İstanbul)

13) Ruhi Ersoy                                           (Osmaniye)

14) Muharrem Varlı                                    (Adana)

15) Yusuf Halaçoğlu                                  (Kayseri)

16) Arzu Erdem                                         (İstanbul)

17) Ahmet Selim Yurdakul                          (Antalya)

18) Kadir Koçdemir                                    (Bursa)

19) Deniz Depboylu                                   (Aydın)

20) Mehmet Erdoğan                                  (Muğla)

21) İsmail Ok                                             (Balıkesir)

22) Baki Şimşek                                        (Mersin)

Gerekçe:

Demir yolları ülkemizde cumhuriyetin ilk yıllarından İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar Türkiye'nin kalkınma hamlelerinde temel bir öneme sahip olmuştur. Günlük yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası olarak görülen ulaştırma sistemi, ekonomik ve sosyal girdileriyle toplumu sürekli etkileyen bir yapıya sahiptir.

Gelişmiş ülkelerde demir yolu, yolcu taşımacılığında 1'inci sırada yer almaktadır. ABD ve Avrupa'da ulaşım daha çok demir yollarıyla yapılmaktadır. Hatta bu ülkelerde demir yolları, hava yollarıyla rekabet eder düzeye ulaşmıştır. Havaalanları şehir dışındadır. Bu alanlara ulaşana kadar bir hayli zaman geçmektedir. Demir yolu istasyonları ise şehrin içindedir. Ayrıca, ulaşım maliyeti olarak demir yolu ulaşımı hava yoluna göre bir hayli düşüktür.

Ülkemizde ise demir yolu ulaşımı yetersiz kalmakta, daha çok kara yolu ulaşımı kullanılmaktadır.

Cumhuriyet öncesi dönemde, yabancı şirketlere verilen imtiyazla, onların denetiminde ve ülke dışı ekonomilere, siyasi çıkarlara hizmet eder türde gerçekleştirilen demir yolları, cumhuriyet sonrası dönemde millî çıkarlar doğrultusunda yapılandırılmıştır.

Kara yolu, 1950 yılına kadar uygulanan ulaşım politikalarında, demir yolunu besleyecek, bütünleyecek bir sistem olarak görülmüştür. Ancak, kara yollarının demir yollarını bütünleyecek, destekleyecek biçimde geliştirilmesi gereken bir dönemde, Marshall yardımıyla demir yolları âdeta yok sayılarak kara yolu yapımına başlanmıştır. Bu yıllarda uygulanan ulaştırma politikaları sonucunda, ulaştırma alt sistemleri içerisinde, 1960 sonrası planlı kalkınma dönemlerinde, demir yolları için öngörülen hedeflere maalesef hiçbir zaman ulaşılamamıştır.

Ülkemizde izlenen yanlış ulaşım politikaları sonucunda, demir yolu ve deniz yolu ulaşımı yerine kara yolu ulaşımına ağırlık verilmiştir. Gelişmiş ülkelerde bu durum tam tersinedir.

Ülkemizde kara yollarının büyük bir bölümü diri fayların yaratmış olduğu birinci sınıf tarım ovalarının ortasına yerleştirilmiştir. 1980'li yıllardan günümüze kadar artan bir şekilde millî servetimiz olan ovalarımızı yok ederek yapılan otoyollar, dışa bağımlılığımızı daha da arttırmıştır. Ülkemiz, daha fazla vakit kaybetmeden, ulaşımda önceliği kara yolları yerine demir yollarına vermelidir.

“Otoyol dönemi” olarak anılan 1980 sonrası projeler de hatalı yaklaşımlar, bilimsel gerçekler göz ardı edilerek sürdürülmüştür. Ayrıca, demir yolunun ekonomik ömrünün otuz yıl gibi çok yüksek, buna karşı kara yolunun (otoban) ekonomik ömrünün on beş yıl gibi çok düşük düzeyde olması, yatırım tutarı/faydalı ömrün karşılaştırmasında demir yollarının daha randımanlı olduğunu göstermektedir. Otobanda tüketilen enerji, demir yollarına oranla 2 ila 5 misli fazladır.

Demir yollarında elektrik enerjisi kullanılması imkânı vardır ki, bu enerji, fuel-oil ve benzin gibi enerji türlerine göre daha ucuz, dışa bağımlılığı daha az bir enerji türüdür. Ayrıca, çevre kirliliğine yol açmamaktadır.

Yük taşımacılığının demir yollarına kaydırılmasıyla kara yollarının yükü azalacak, kazalar en aza inecektir. LPG, benzin, tüp gaz gibi patlayıcı ve tehlikeli maddelerin taşınmasının kara yollarından demir yollarına aktarılması ulaşım güvenliğini arttıracaktır. Otobanlarda meydana gelen kazalar da göstermiştir ki otobanlar çok fazla ulaşım güvenliğine sahip değildirler.

Türkiye'nin 4'üncü büyük şehri olan ve ülkemiz ekonomisine büyük katkılar sağlayan Bursa ilimizde hâlâ demir yolu ulaşımı yoktur. Ülkemizin her vilayetine, özellikle Bursa ilimize bir an önce demir yolu yapılmalıdır.

Bu sorunların tespit edilerek çözüme kavuşturulması amacıyla bir Meclis araştırması açılması gerekmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Şimdi, bir adet gensoru önergesi vardır, onu okutuyorum:

B) Gensoru Önergeleri

1.- HDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, başta hidroelektrik santraller olmak üzere Cerattepe, Yeşil Yol, Kuzey Marmara Otoyolu ve diğer büyük projelerle ekolojik yıkım gerçekleştirildiği ve bu yıkımda sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/9)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başta hidroelektrik santraller olmak üzere, Cerattepe, Yeşil Yol, Kuzey Marmara Otoyolu ve diğer büyük projelerle gerçekleştirilen ekolojik yıkım sebebiyle Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel Eroğlu hakkında, Anayasa'nın 98'inci ve 99'uncu, TBMM İçtüzüğü'nün 106'ncı maddeleri uyarınca gensoru açılmasını arz ederiz.

                       Çağlar Demirel                                          İdris Baluken

                          Diyarbakır                                              Diyarbakır

                 HDP Grup Başkan Vekili                           HDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

AKP döneminde yaratılan ekolojik tahribat ve halk sağlığına yönelik yaşamsal tehditler göz ardı edilerek kısa dönemli kârların gerçekleşmesi amacıyla doğayla ilişkilerde piyasa mantığını hâkim kılan yasal düzenlemeler yapıldı ve yapılmaktadır. Hidroelektrik santrallerin (HES) Türkiye'deki gelişim tarihi açısından bakıldığında, 4628 sayılı Yasa bir dönüm noktasına tekabül etmektedir. 2003 tarihi itibariyle 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu çerçevesinde yürürlüğe giren Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği ve takip eden yasal düzenlemelerle Türkiye'deki bütün akarsuların kullanım hakları kontrolsüz biçimde özel sektöre devredilmiş, doğa üzerinde sermaye hâkimiyetinin kurulması ve yaygınlaştırılması yasal bir zemine kavuşturulmuştur.

DSİ Genel Müdürlüğü web sitesinde yayınlanan veriler bütünlüklü olarak incelendiğinde, 2003 yılına kadar özel sektör tarafından inşa edilen HES sayısının 86 olduğu, 2003 yılı sonrasında ise 422 adet HES'in işletmeye alındığı görülmektedir. Özetle, Türkiye'de mevcut bulunan HES'lerin yüzde 82'si Sayın Bakanın sudan ormana, meteorolojiden tabii hayatın korunmasına kadar pek çok alandan sorumlu olduğu on üç yıllık dönemde gerçekleştirilmiştir.

"Yenilenebilir enerji" tanımlaması ile "zararsız" yanılsamasını yaratan, havza planlaması temelinde bütüncül bir su politikasından yoksun, tüm akarsuların her noktasının parsellenmesiyle kontrolsüz ve denetimsiz bir şekilde inşa edilmeye çalışılan HES’ler, doğanın dengesine çok boyutlu bir müdahaleye denk geldiğinden büyük bir ekolojik yıkımın esasını teşkil etmektedir. Dere yatağına yapılan müdahaleyle dere içindeki ve etrafındaki canlı yaşamı büyük zarar görmekte, yüzlerce endemik tür yok olmakta, taban suyu ve yer altı suyu seviyeleriyle oynanmakta, inşa aşamasında etraftaki ağaçlar kesilmekte, orman kalitesi düşüp erozyonun önü açılmakta, tarım ürünlerinin türü değişmekte, özetle, binlerce yıllık bir süreçle oluşmuş doğal dengeye yenilenebilir enerji, HES adı altında yapılan müdahalelerle doğa katliamları gerçekleştirilmektedir.

24 Ağustos 2015 tarihinde Hopa’da 8 yurttaşımızın hayatını kaybettiği sel felaketi, yukarıda açıkladığımız ekosistemde yaratılan bu tahribatlar ile denetimsiz ve bilimsel verilerden uzak, pervasızca hazırlanmış projelerle yapılmış dere ıslahları, taşkın koruma çalışmalarının sonucu gerçekleşen bir yapay afettir. Doğrudan sorumluluk alanlarından kaynaklı yaşanan bu ölümler karşısında hesap vermesi gereken Sayın Bakan “takdiriilahi” diyerek durumu tüm sebepleriyle geçiştirmiştir.

Ülkenin hidroelektrik santrallere dair enerji politikası, Sayın Bakanın 2010 Dünya Su Günü’nde yaptığı konuşmada “Suyumuz var, boşa akıyor. Biz su akarken bakamayız.” şeklinde ifade ettiği, suların boşa aktığı temeline dayandırıldığı ve yine aynı konuşmada “Sudan ucuz tabiri yanlış, bunu lügatten çıkarmak gerekiyor.” şeklinde kendini ifşa eden, sermaye grubunun ihtiyaçları yönünde gerçekleştirilen, bilimsel verilerden ve doğayla bütüncül olmaktan uzak ranta dayalı politikalardır. Özellikle çevresel etki değerlendirme (ÇED) raporları süreçlerinde yaşananlar bu politikaların doğa ve toplum karşısındaki hukuksuzluğu ortaya koymaktadır. Gözle görülebilen zararlarına rağmen yatırımcının kolaylıkla ÇED raporu alabildiği ve yapımında çevreyi hunharca kullanabildiği projelere, HES kurulumuna yönelik birçok projeye -ÇED olmaksızın ve/veya muaf tutularak- onay verilebilmektedir. Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen inşaatına devam eden projeler de mevcuttur. ÇED raporları ve süreçlerdeki hukuksuzluklar açısından en güncel örnek Artvin ili Cerattepe ilçesinde yapılmaya çalışılan maden faaliyetidir. Binlerce ağacın yok edilme tehlikesi altında olduğu Cerattepe'de maden faaliyetleri istemeyen halkın yürüttüğü protesto eylemleri şiddetle bastırılırken Sayın Bakan "Çok cüzi bir ormanlık sahada çalışılacak." şeklindeki açıklamasıyla durum karşısında sermayeden ve ağaç kesiminden yana tutum alacağını belirtmiştir.

1992 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın "İstanbul'a karşı cinayet" şeklinde nitelendirdiği üçüncü köprüyü ve üçüncü havaalanını da kapsayan Kuzey Marmara Otoyolu Projesi kapsamında 3 milyona yakın ağaç kesilecek ve projenin tamamlanmasıyla birlikte kentin kuzeyinde yoğunlaşan son doğal yaşam alanları üzerinde geri döndürülemez yıkıcı sonuçlar yaratacaktır. Yeşil Yol, “turizm” adı altında her türlü yapılaşmaya yol açacak ve ormanları yok ederek Karadeniz doğal ormanına zarar verecek olan bir diğer rant odaklı büyük projelerdendir.

Su ve ormandan sorumlu bir bakanın yüzlerce yılda oluşmuş olan ekolojik dengeyi bozan ağaç kesimleri ve orman kıyımları karşısında “Yerine 3 tane dikeriz.” yaklaşımıyla yukarıda açıkladığımız sorunlara çözüm bulması, bulunduğu makamın gereğini ve sorumluluğunu yerine getirmediğini ve getiremeyeceğini ortaya koymaktadır.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Gensoru önergesinin gündeme alınmasına ilişkin yapılacak görüşmelerin günü Danışma Kurulunun önerisiyle kabul edilecektir. Danışma Kurulu önerisi getirilmemesi durumunda anayasal sürenin sonunda Başkanlıkça resen gündeme alınacaktır.

Sayın milletvekilleri, şimdi Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

IX.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve arkadaşları tarafından, kamu emekçilerine yönelik baskı ve tehditler ile ifade özgürlüğü başta olmak üzere kamu emekçilerinin temel haklarına yönelik ihlallerin tüm boyutlarıyla araştırılması amacıyla 14/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 25 Nisan 2016 Pazartesi günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 25/4/2016 Pazartesi günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                               Çağlar Demirel

                                                                                   Diyarbakır

                                                                         HDP Grup Başkan Vekili

Öneri:

14 Ocak 2016 tarihinde İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu ve arkadaşları tarafından (605 sıra no.lu), "kamu emekçilerine yönelik baskı ve tehditler ile ifade özgürlüğü başta olmak üzere kamu emekçilerinin temel haklarına yönelik ihlallerin tüm boyutlarıyla araştırılması" amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 25/4/2016 Pazartesi günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Önerinin lehinde ilk söz Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman’a aittir.

Buyurun Sayın Adıyaman. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, parti grubumuzun vermiş olduğu önerge kamu emekçilerine yönelik baskı ve tehditlerin araştırılmasına ilişkin. Kamu emekçilerinin, hiç şüphesiz, bu ülkede kamu hizmetini yürütürken kendi bilgi birikimlerinin, emeklerinin ötesinde satabilecekleri ve günlük yaşamlarını ikame ettirebilecekleri başkaca bir sermayeleri yok. Kamu emekçileri emeklerini, bilgilerini ve sundukları hizmetle hem kendilerinin hem çocuklarının geleceğini bir bakıma teminat altına almış olmaktadır ama kamu emekçileri de bu emeklerini kamunun hizmetine sunarken geleceklerinin devlet erki tarafından güvence altına alınması bir yana, tam bir baskı, tehdit ve çalışma hakkından yoksun bırakılmaya yönelik durumla, şiddetle karşı karşıyalar.

Değerli arkadaşlar, bildiğiniz üzere, sendikal haklar özgür biçimde örgütlenme, toplu sözleşme yapma ve grev hakkını içerdiği gibi, yine, uluslararası sözleşmelerden ve Anayasa’dan kaynaklanan düşünce ve ifade özgürlüğü gibi temel hakları da içermektedir. Yine, ILO sözleşmeleri gereğince yani Uluslararası Çalışma Örgütünün 8 temel sözleşmeden 2’si olarak kabul ettiği 87 ve 98 sayılı Sözleşmelerle de bu hakların aslında güvence altında bulunması gerekiyor. Türkiye’nin de imzalamış olduğu ve taraf olduğu bu sözleşmeler, Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre, usulüne uygun yürürlüğe giren bu sözleşmelere karşı Anayasa Mahkemesine aykırılık iddiasında bulunulamayacağı gibi, bu sözleşmelerin hükümleri de aynı zamanda Anayasa hükmündedir.

Yine, değerli arkadaşlar, ulusal ve uluslararası mahkemeler, özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11’inci maddesine dayanarak özellikle İsveçli Lokomotif Sürücüleri Sendikası ile İsveç Hükûmeti ve yine, Schmidt ve Dahlström ile İsveç Hükûmeti arasındaki bir davada vermiş olduğu kararda şu hükmü kurmuştur: “Sendika hakkı, bir sendikanın üyelerinin mesleki çıkarlarını sendikanın toplu eylemi yoluyla koruma ilkesini içermektedir. Sözleşmeci devletler ortak hareketlere izin vermeli, seyrini ve gelişimini mümkün kılabilmelidir.” Yani, sendikal hak… Aynı zamanda, egemen ya da taraf devlet tarafından bu sendikal haktan doğan tüm hakların kullanılmasına bırakın göz yummayı, devletin bizzat teşvik etmesi, olanak sağlaması, imkân sağlaması gerektiği sonucuna varmış Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.

Peki, bugün içinde bulunduğumuz koşullarda AKP iktidarının yaptığı ne, ona bir bakalım. Biliyorsunuz, 17 Şubatta Başbakanlığın yayımladığı bir genelge söz konusu. Bu genelgede aslında kamu çalışanlarının tüm hakları, sendikal haklarından düşünce ifade özgürlüğüne kadar tüm hakları yargının alanından çıkarılıp bizzat amirlerinin iki dudağı arasında bir söze, bir soruşturmaya tabi kılınmış durumda.

Değerli arkadaşlar, AKP iktidarı, topluma kabul ettirmek adı altında, sürekli bir biçimde, kamu güvenliğini sağlama adı altında, aslında bu kılıf altında, bugün ülkemizde halkımıza, emekçilere, yoksullara ve en önemlisi de devletin bizzat hizmetini, devlet erkinin bizzat görevlerini, hizmetlerini sunan kamu emekçilerine belki de cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemini dayatmakta, yaşatmaktadır.

Bakın, 10 Ekim Ankara katliamı, Suruç, Diyarbakır, yine Tahir Elçi’nin öldürülmesine ilişkin dosyalar hakkında en ufak bir ilerleme kaydedilmezken, 17 Şubat tarihli Başbakanlık genelgesiyle bugün, hızlı bir biçimde idari soruşturmalar, başta KESK olmak üzere meslek odaları, TMMOB, Türk Tabipleri Birliği gibi kuruluşlara yönelik hızlı bir yargı süreci ve daha da vahimi, âdeta kamusal alanda çalışanlara yönelik soykırım tarzında inanılmaz soruşturmalar yürütülmektedir. Sadece 17 Şubattan bu yana 5 binden fazla EĞİTİM-SEN üyesi hakkında soruşturmalar başlatıldı. 29 Aralık iş bırakma gününden bu tarafa, bu sayı on binleri aşmış durumda.

Değerli arkadaşlar, AKP’nin bugün kamu emekçilerine yönelik uyguladığı bu hukuk dışı uygulamalar, 12 Eylül askerî darbesi ile 28 Şubat döneminde yaşananları da aşan hatta onları aratan düzeyde bir noktada.

AKP iktidarı, tabii, Cizre, Silopi, Sur gibi ilçelerde yüzlerce insanı tankla, topla, vahşet bodrumlarında -âdeta, cenazeleri yakılmış ve tanınmaz hâlde- yüzlerce insanımıza yönelik katliam gerçekleştirirken kamusal alanda da kendisine muhalif, AKP’nin siyasal söylemlerine muhalif, ona aykırı tek söz, tek cümle dile getiren her kamu emekçisini çeşitli cezalarla cezalandırmakta, bunları bir şekilde devre dışı bırakmaktadır.

Mesela, bu cezaların çeşitleri o kadar ileri noktalara vardı ki sadece görevden atma, sürgün veya kademe ilerlemesinin durdurulması gibi değil ama aynı zamanda, bunlara o hukuki kılıfı uyduramayınca da bu sefer uyarı cezaları, maaştan para kesme, yine idari para cezası verme, açığa alma gibi inanılmaz, akla gelmez uygulamalarla bu emekçileri karşı karşıya bırakmıştır. Mesela, yüzlerce kamu emekçisi, özellikle EĞİTİM-SEN üyesi, yine kendi amirlerinin yargı denetiminden uzak, sadece idari kararlarla sürgüne tabi tutuldu.

Size burada yüzlerce örnek verebilirim ama mesela, ilk akla gelen -belki spesifik- örnekleri vereyim: EĞİTİM-SEN üyelerinden Nihat Macit Ağrı’dan Yozgat’a; Kemal Kürkçü, Fecri Aydın, Mehmet Emin Kaya, Asım Güneş Millî Eğitim Bakanlığı kararıyla, Ağrı’dan 950 kilometre uzaktaki Kayseri, Osmaniye, Gümüşhane illerine... Mesela, kademe ilerleme cezaları verilmiş: Muş Bulanık Belediye eş başkanlarının tutuklanmasını protesto ettiği için, buna katıldığı için bir çalışana bir yıl kademe ilerleme cezası verilmiş. Mesela, temel hak ve özgürlükler kapsamında grev hakkını kullandığı için Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesinde Sürekli Eğitim Merkezi Müdürlüğü bünyesinde görevli bir kamu emekçisi yine görevinden alınmış.

Açığa almalar var, memurluktan çıkarılanlar var ve bütün bu uygulamalar, az önce ifade ettiğim gibi, 17 Şubatta yürürlüğe konulan ve aslında AKP’nin -siyasal iktidar değil, AKP eşittir devlet, yani kendisini devletle özdeşleştiren- AKP siyasal iktidarına yönelik her eleştiriyi kamu güvenliği, millî güvenlik gibi, aslında devletle kendisini özdeşleştiren, Türkiye Cumhuriyeti devletini “AKP devleti” olarak ilan eden, toplumdaki her refleksi böyle algılayan AKP iktidarının çıkardığı 2016/4 no.lu yani 17 Şubatta yürürlüğe giren Millî Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında Genelge’yledir. Bu genelge aslında Anayasa’ya aykırı bir genelge, bunun ne ulusal ne uluslararası düzeyde hiçbir dayanağı yok. Dilerim, bizim önergemizi yüce Meclis, sayın Meclis…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET EMİN ADIYMAN (Devamla) - …ve Genel Kurul olumlu yönde oylar ve bu mağduriyet giderilir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Önerinin aleyhinde ilk söz Bursa Milletvekili Zekeriya Birkan’a aittir.

Buyurun Sayın Birkan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ZEKERİYA BİRKAN (Bursa) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. HDP’nin grup önerisine karşı söz almış bulunmaktayım.

Öncelikle, Başbakanlığın yayımlamış olduğu 17/2/2016 tarihli genelgenin, yukarıda, memur ve kamu çalışanlarının görevlerinin anlatıldığı kısımlarının dışında sonuç kısmını okumak istiyorum: “Bu itibarla; terör örgütleri veya legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilişki kuran veya eylem birliği içerisinde olan, bu örgüt ve yapıların emir ve talimatıyla hareket eden, bu örgüt ve yapılara yardım eden, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgüt veya yapıları desteklemeye yönelik kullanan veya kullandıran, bu örgüt veya yapılarla mücadeleyi engelleyen, bu örgüt veya yapıların propagandasını yapan, kamu çalışanları hakkında…” devam ediyor ve bunlarla ilgili idari ve adli işlemler yapılacağını belirtiyor.

Çok değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, bir devletin en önemli hakkı egemenlik hakkıdır ve hükümranlık hakkıdır; bunun en önemli tezahürü de devletin ülkesinde kamu düzenini sağlıyor olmasıdır. Bir devlet, kendi ülkesinde egemenliğinin doğal hakkı olarak kamu düzenini sağlamalıdır, kamu düzenini sağlarken de hukuka uygun ve kaynağını hukuktan alan meşru güçleri vasıtasıyla bunu yapar. Yani, bir ülkede ancak ve ancak meşru silahlı güçler devletin güçleridir, meşru yapılanma ancak kaynağını hukuktan alan devlet yapılanması ve devlet organlarıdır. Bunun dışındaki tüm güçler yasa dışıdır, gayrimeşrudur. Silahlı veya silahsız, kamu düzenine yönelik hareket edenler daima yasa dışıdır, teröristtir ve suç işlemişlerse de bunlar katildir.

“Hukukun üstünlüğü” çok önemli bir kavramdır ve devlet hareket ederken gücünü hukuktan alır. Az önce de belirttiğim gibi, devletin meşru silahlı güçleri dışında hareket edenler ve bunlara destek verenler hukuka aykırı hareket edenlerdir.

Hukuki terimler kullanarak, evrensel kavramların, temel değerlerin içini boşaltarak, arkalarına sığınarak, çalışma hakkından, temel hak ve hürriyetlerden bahsederek terörü övmek, teröristi övmek ve teröristi kutsamak yani bir canlı bomba olarak masum insanları öldüren, sivil insanları öldüren, kamu düzenini bozan teröristi kutsamak, ona taziyede bulunmak suç olduğu kadar aynı zamanda da ahlaksızlıktır.

Değerli milletvekilleri, devlet kamu düzenini sağlamak zorundadır. Bu anlamda hiç kimse dokunulmaz değildir. Ne kamu görevlileri ne sendikacılar ne akademisyenler, herkes, suç işleyen herkes devlet önünde, hukuka uygun bir şekilde bunun hesabını vermek zorundadır. Kamu düzenini değil de kamu yararını değil de yasa dışı örgütlerin, teröristlerin, terör örgütlerinin eylem ve talimatlarıyla hareket edenler bunların hesaplarını, yine az önce söylediğim gibi, hukuk önünde vereceklerdir.

Çok değerli milletvekili arkadaşlarım, az önce de söyledim: Devletin temeli hukuktur. Grev yapmanın, iş bırakmanın yasal usulleri bellidir. Yani, bir kamu görevlisi, bir öğretmen, bir sendikacı, devlette çalışan herhangi bir kişi eğer grev yapacaksa, işi bırakacaksa bunu nasıl yapacağı yasalarımızda mevcuttur. Kimse kimseyi aldatmasın. Hiç kimse, terör örgütünün ya da terör örgütlerinin legal görünümlü illegal yapıları ve çalışmaları altında, onların istekleri doğrultusunda devletimizin aleyhine eylem ve işlemlerde bulunamazlar. Bulundukları zaman da devlet, hukuk içinde, az önce söylediğim gibi, bunun hesabını soracaktır.

Çıkarılan genelge ve yapılan soruşturmalar hukuka uygun soruşturmalardır. Çıkarılan genelge bir Başbakanlık genelgesidir. Bu genelgenin yasal denetim yolları mevcuttur. Yine, yapılan soruşturmalar yasa dışı soruşturmalar değildir, hukuka uygun olarak yapılan soruşturmalardır. Hiç kimse yasa dışı şekilde infaz edilmemektedir. Terörle mücadele edilmektedir, suç işleyenle mücadele edilmektedir. Kamu düzenine, yasalara aykırı hareket edenler, yine yasalar doğrultusunda, hukuksal merciler tarafından yargılanmaktadır ve bundan sonra da bu türden suç işleyenler daima bunun hesabını kamu önünde, hukuk önünde vereceklerdir.

Az önce de konuşmamın başında belirttiğim gibi, bugün ülkemizde bir terörle mücadele yürütülmektedir. Teröre destek veren, teröristleri öven, onları kollayan, onların talimat ve hedefleri doğrultusunda hareket eden, hukuka aykırı davrananlar, yine hukuk önünde hesaplarını vereceklerdir. Çıkarılan genelgeler, yapılan soruşturmalar hukuk içindedir. Sonuç olarak, kamu düzenine karşı suç işleyenler, eylemde bulunanlar, yasa dışı faaliyet gösterenler yargılanacaktır.

Bu açıklamalar ışığında, Halkların Demokratik Partisi grup önerisine karşı olduğumuzu belirtiyor, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Önerinin…

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Buyurun Sayın Adıyaman.

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Efendim, sayın hatip aslında önergemizin ve benim konuşmamın tamamen dışında, hem önergemizin içeriğini hem konuşmamın içeriğini, sanki kamu emekçilerine yönelik değil, işte, bir silahlı örgütü ya da terör örgütünü savunuyormuşuz, ona yardım eden kamu emekçilerini savunuyormuşuz gibi, konuşmamı çarpıtarak yansıttı. Söz istiyorum.

BAŞKAN - Şimdi, Sayın Adıyaman, ben hatibi dikkatle dinledim. Sizinle farklı konuştu, o konuda katılıyorum. Her hatip her konuyla ilgili farklı düşüncelerini ifade eder. Ama, bunu açıklarken sizin ne şahsınızla ne grubunuzla ilgili herhangi bir söyleme girmeden, bu öneriyle ilgili kanaatlerini ortaya koydu. Ben bunu çok net dinledim, eğer öyle bir sataşma görseydim, gerçekten söz verirdim Sayın Adıyaman.

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - İyi ama… Yani, Sayın Başkan, hem önergenin…

BAŞKAN - Ama…

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Bakın…

BAŞKAN - Yani “Benim gibi, aynı şekilde konuşsun.” deme şansımız yok ki! Her hatip için diyorum.

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Aynı şekilde değil ama tamamen konuşmamızın…

BAŞKAN - Şimdi, siz lehinde konuştunuz, o aleyhinde konuştu. Dolayısıyla o, kanaatlerini o şekilde bildirecek.

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Yani, sataşma var. Ben 69’a göre iki dakikalık söz istiyorum efendim.

BAŞKAN - Yani, siyasi eleştirinin dışında geçen, sataşmaya dönük herhangi bir şey göremedim. Ben sonraki konuşmacılara söz vereyim. Dilerseniz tutanakları da isteyebilirim ama öyle bir sataşma yok.

Evet, önerinin lehinde ikinci söz, İstanbul Milletvekili Yakup Akkaya’ya aittir.

Buyurun Sayın Akkaya. (CHP sıralarından alkışlar)

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu emekçilerine yönelik ihlallerin araştırılmasına ilişkin Halkların Demokratik Partisi Grubu araştırma önergesine ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, her gün şehit haberleriyle yıkılıyoruz. Nusaybin’den de yeni, taze 2 şehit haberi geldi. Şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum.

Değerli milletvekilleri, Mecliste hangi konuyu konuşursak konuşalım, hangi yasayı çıkarmaya çalışırsak çıkaralım bu Meclis ülkemizde akan kanı durduramıyorsa, barışı tesis edemiyorsa ve her gün Meclisin açılışını biz şehitlerimize ayırıyorsak, taziyelerini iletiyorsak yapılanların nasıl anlamı olur, bu Meclisteki çalışmaların nasıl anlamı olur? Ülkemizin esas sorunu insanlarımızın hayatıysa, bunu hep birlikte kabul ediyorsak şehit haberlerinin olmadığı, ölümlerin olmadığı bir ülke yaratmak olmalı bu Meclisin öncelikli görevi, bu Meclis bunu başarabilmeli. Farklılıklarımız zenginliğimizdir diyoruz her zaman ve bunu görmeliyiz. Hepimizin ortak sorununu ortak akılla çözme iradesini bu Meclis gösterebilmeli. Gazi Meclisimizin tarihine baktığımızda, bunu başarabiliriz.

Değerli milletvekilleri, AKP’li hatip konuşmasında “Devletin temeli hukuktur.” diyor, doğru. Devlet hukuka uymuyorsa tuzun koktuğu yerdir diyoruz. Tuz kokuyorsa ne yapacağız? Bu ülkede Cumhurbaşkanı “Ben Anayasa’yı tanımıyorum.” diyorsa Cumhurbaşkanını kim hukuka davet edecektir?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Cumhurbaşkanımız “Anayasa’yı tanımıyorum.” demedi ki.

YAKUP AKKAYA (Devamla) - O hâlde, burada hukuktan, adaletten bahsediyorsak ilk önce Adalet ve Kalkınma Partisinin, Hükûmetin uygulamalarının hukuka uygun olması lazım. İşte, özelleştirme kararlarına bakın, mahkeme kararlarına bakın, Adalet ve Kalkınma Partisinin bu kararlara uymadığını görüyoruz. İşte, Sayın Cumhurbaşkanına bakın “Ben Anayasa’yı tanımıyorum.” diyor.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Öyle bir şey demedi ya!

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – “Anayasa’yı tanımıyorum.” demedi.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Nerede dedi bunu?

YAKUP AKKAYA (Devamla) - Ve bu konuda burada Hükûmet olarak nasıl şey yapacağız? Yeminine sadık olmayan bir Cumhurbaşkanı burada eğer bunu söylüyorsa…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Söylemedi onu, söylemedi. “Anayasa’yı tanımıyorum.” demedi.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Söylemedi ki ya!

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Ne söylediğini bilmiyorsun daha. “Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorum.” dedi.

YAKUP AKKAYA (Devamla) - …ve Hükûmet adına, AKP adına burada gelip de hukuktan, devletin temeli hukuktan en son bahsedecek, en son şeyi söyleyecek olan iktidar partisidir.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ama çarpıtıyorsun, öyle bir şey demedi Cumhurbaşkanımız, söylemediği sözü söylüyorsun.

YAKUP AKKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; ülkemizde örgütlü olmak bedel ödemekle birlikte anılıyor. Ülkemizde sendikalı olmak zor bir uğraş. İşçi sendikalarının örgütlenmesi başlı başına bir sorunken memur sendikalarının örgütlenmesi iktidara yakın politikalarla ancak mümkün olabiliyor. Ülkemizde sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının demokrasiye yönelik, özgürlüklere yönelik mücadeleleri, söylemleri, etkinlikleri bu çerçevede değerlendiriliyor. Ülkemizde her hak arama mücadelesi darbe girişimi olarak değerlendiriliyor, terör faaliyeti olarak değerlendiriliyor. Bu anlayış doğru bir anlayış değildir, bu anlayış demokrasiyi içine sindiremeyenlerin anlayışıdır.

Bakın, demokratik ülkelerde bir sendika, konfederasyon, sivil toplum kuruluşları hükûmetin yanlış politikalarını eleştirebilir, onlar hatta hükûmeti istifaya bile davet edebilirler. Bizde sendikaların, sivil toplum örgütlerinin demokratik kuruluşların, legal kuruluşların yaptıkları etkinliklerde hükûmete karşı istifa söylemleri bile olabilir, bir bakanı istifaya bile davet edebilirler ama hemen onlar darbecidir ya da paralelcidir diye suçlanıyor. Bu, demokrasiyi içine sindiremeyen bir anlayışın sonucudur.

Bakın, böyle söylenenlerin başına neler geliyor? İşte, memur sendikalarının başına geldiği gibi. Uzun yıllardır yaşıyoruz burada. Soruşturmalara maruz kalıyor, işinden uzaklaştırmalara maruz kalıyor, kademe yükseltilmeleri yapılmıyor, sürgünlere muhatap oluyor, aile birlikleri bozuluyor. Bakın, son yedi ay içerisinde, sadece Kamu Emekçileri Sendikası üyelerine 6 binin üzerinde soruşturma açıldı, KESK üyelerine. EĞİTİM-SEN üyelerine ilişkin açılan soruşturma, görevden alma ve uzaklaştırmanın sayısı 5 binin üzerinde. Değerli milletvekilleri, gelin, çalışanlara baskı yapmak yerine onların haklarını hep birlikte verelim, hep birlikte korumaya çalışalım.

Bugüne kadar baktığımız zaman, memur sendikalarının, sendikaların mevcut kara tablosu var önümüzde. Emekçilerin nasıl kandırılmaya çalışıldığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır bu on dört yıllık süreç de. Maaşlara yapılan zamlar enflasyon rakamlarıyla birlikte buharlaşmaktadır. Kamu emekçilerinin uzun yıllar yaşadığı yoksullaşma süreci 2010 yılında artarak devam etmektedir.

Kamu çalışanlarının özlük hakları da giderek kötüleşmiştir. Dünyanın hiçbir yerinde bizdeki kadar farklı statülerde kamu çalışanı yok; memur, sözleşmeli personel, 4/C’liler, vekil öğretmenler, ücretli personel, geçici personel, özel kadrolular, son olarak da özel sektörden transfer edilen yöneticiler var. Şimdi, bir de taşeron işçilerle ilgili özel statü ortaya koyuyorsunuz. Bu yapılanların çoğu vatandaşı müşteri gibi gören bir anlayışın sonucudur. Yani “Oradan ne kadar çok kâr edebiliriz? O hâlde biz de düzenlemeleri o şekilde yapalım.” diyorsunuz. Böyle bir anlayış olmaz.

Değerli milletvekilleri, kamu çalışanlarının en önemli sorunlarından birisi de gerçek bir toplu sözleşme hakkının olmamasıdır. Grev hakkı olmayan bu toplu sözleşmeye “toplu sözleşme” denmez. Bakınız, önemli bir örnek olarak 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu’nun görüşmeleri de ibret vericidir. Hepiniz, sizi doğrudan ilgilendiren bu kanunun görüşmelerinin tutanaklarını Türkiye Büyük Millet Meclisi sayfalarından okuyabilirsiniz. Ortaya çıkan yasa ucube bir toplu sözleşme yasasıdır; grev hakkı yok, gerçek bir toplu sözleşme hakkı yok, toplu sözleşme görüşmeleri eski yasadan bile geriye götürülmüş bir durumda.

MEMUR-SEN Genel Başkanı, tabii ki değişiyor ama… Öyle bir düzenleme getirildi ki Türkiye’de 3 milyona yakın memur var, 3 konfederasyon var ve toplu iş sözleşmelerinde demokratik bir oluşum yok, sadece toplu iş sözleşme görüşmelerinde MEMUR-SEN’in iki dudağı arasına kalmış bir düzenleme var. Geçtiğimiz toplu iş sözleşmesinde bu anlayıştan dolayı memurların enflasyon farkını alamadıkları ve enflasyon altında ezildikleri de bir gerçektir.

Değerli milletvekilleri, bu sorunlarımız, problemlerimiz var, evet, biliyoruz. Bu çalışanlar bu ülkenin çalışanları. Eğer bu ülkede taş üstüne taş konmuşsa burada emekçilerin alın teri vardır, göz nuru vardır, emeği vardır. Gelin, onların sorunlarını artırmak yerine onların sorunlarını çözme yolunda adımlar atalım; gelin, sendikaların demokratik etkinliklerine kuşkuyla yaklaşmayalım, saygı duyalım, taleplerini dinleyelim. O hâlde, varsa bu eksiklikler biz Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak…

Halkların Demokratik Partisinin vermiş olduğu bu grup önerisini destekliyoruz ve memurların bu konuda maruz kaldıkları durumların araştırılması önergesine Cumhuriyet Halk Partisi olarak “evet” diyeceğimizi buradan bir kez daha ifade ediyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akkaya.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) - Sayın Başkan, sadece kayıtlara geçsin diye söylemek istiyorum. CHP’li değerli hatip konuşmasında “Cumhurbaşkanı ‘Anayasa’yı tanımıyorum.’ dedi.” diye bunu birkaç defa dedi. Sayın Cumhurbaşkanının böyle bir cümlesi yok, bildiğiniz gibi, sadece Anayasa Mahkemesinin kararıyla ilgili kanaatini beyan etmiştir. Kayıtlara geçsin istedim.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, önerinin aleyhinde ikinci ve son söz Antalya Milletvekili Mustafa Köse’ye aittir.

Buyurun Sayın Köse. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA KÖSE (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

HDP Grubunun önerisinin aleyhine söz aldığımı ifade etmek istiyorum.

Biliyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devletidir ve Anayasa, hukuk ve kanunlar çerçevesinde yönetilmektedir. Son dönemlerde özellikle, ülkemizde meydana gelen menfur terör hadiseleri çerçevesinde bu terör hadiseleriyle kapsamlı bir şekilde Hükûmetimiz mücadele etmektedir. Bu mücadelenin bir tarafını, kamuda kamu çalışanlarıyla ilgili, kamu çalışanlarının yaptığı örgüt propagandalarıyla ilgili mücadele teşkil etmektedir.

Başbakanlığımız bir genelge yayımlamıştır, 2016/4 sayılı Genelge. Bu genelgede millî güvenliği tehdit eden örgüt ve yapılarla irtibatlı kamu çalışanları hakkında birtakım tedbirler öngörülmüştür, öngörülmektedir. Terör örgütleri veya legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilişki kuran veya eylem birliği içerisinde olan, bu örgüt ve yapıların emir ve talimatıyla hareket eden, bu örgüt ve yapılara yardım eden, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgüt veya yapıları desteklemeye yönelik kullanan veya kullandıran kamu görevlileri hakkında işlem yapılacağına ilişkin bir genelge ortaya çıkmış ve bu genelgeyle ilgili de ilgili birimler gerekli çalışmaları yapmışlar ve yapmaktadırlar. Bundan hiç kimsenin rahatsız olmasına gerek yoktur değerli arkadaşlar. AK PARTİ iktidara geldiği günden bu yana, kamuda çalışanlar daha önceki dönemlerde görevlerini nasıl ifa ediyorlarsa aynı şekilde ifa etmektedirler. Burada bir önerge veriliyorsa; somut olarak bu önergeyle, kimler hakkında hangi işlem yapılmış, kaç kişi soruşturma geçirmiş ve dolayısıyla da kaç kişi kamu görevinden menedilmiş veya kamu göreviyle ilgili yaptıkları faaliyetlerle alakalı -soruşturmalarla ilgili- ceza almıştır? Bunu da ifade etmek gerekmektedir.

Burada, Hükûmetimiz, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, millî güvenliğini ve kamu düzenini tehdit eden ve devlet otoritesini zaafa uğratmayı amaçlayan kamu görevlileriyle mücadele anlamında bir genelge çıkararak bu çalışmaları yürütmektedir. Bu anlamda, yapılan iş tamamen hukukidir, kanunidir, yasaldır.

Bu bakımdan HDP önerisinin aleyhinde olduğumuzu ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı istiyoruz Başkan.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.01

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.19

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin oylanması sırasında karar yeter sırası bulunamamıştı. Öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Öneriyi kabul edenler... Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.

Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

2.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine; Mayıs ayı salı ve çarşamba günlerindeki birleşimlerinde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; bastırılarak dağıtılan (11/9) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin Anayasa’nın 99’uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin 2 Mayıs 2016 Pazartesi günkü birleşimde yapılmasına ve 307 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin İçtüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 25/4/2016 Pazartesi günü (bugün) toplanamadığından İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                                   Coşkun Çakır

                                                                                         Tokat

                                                                      AK PARTİ Grubu Başkan Vekili

Öneri:

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan 294, 295, 296, 297, 298, 277 ve 307 sıra sayılı Kanun Teklif ve Tasarılarının bu kısmın, sırasıyla 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9’uncu sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi;

Genel Kurulun;

Haftalık çalışma günlerinin dışında 30 Nisan 2016 Cumartesi ile 2 ve 6 Mayıs 2016 Pazartesi ve Cuma günleri saat 14.00’te toplanarak bu günkü birleşimlerinde gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesi;

25 Nisan 2016 Pazartesi günkü birleşiminde 307 sıra sayılı Kanun Teklifi’ne kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

26 Nisan 2016 Salı günkü birleşiminde 87 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

27 Nisan 2016 Çarşamba günkü birleşiminde 10 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

28 Nisan 2016 Perşembe günkü birleşiminde 26 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

29 Nisan 2016 Cuma günkü birleşiminde 30 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

30 Nisan 2016 Cumartesi günkü birleşiminde 32 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

3, 10, 17, 24 ve 31 Mayıs 2016 Salı günkü birleşimlerinde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesi,

4, 11, 18 ve 25 Mayıs 2016 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesi,

Bastırılarak dağıtılan (11/9) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin 2 Mayıs 2016 Pazartesi günkü gündemin "Özel Gündemde Yer alacak İşler" kısmının 1’inci sırasına alınması ve Anayasa’nın 99’uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin 2 Mayıs 2016 Pazartesi günkü birleşimde yapılması ve bu birleşiminde 34 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

3 Mayıs 2016 Salı günkü birleşiminde 36 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

4 Mayıs 2016 Çarşamba günkü birleşiminde 38 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

5 Mayıs 2016 Perşembe günkü birleşiminde 40 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

6 Mayıs 2016 Cuma günkü birleşiminde 42 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

Yukarıda belirtilen birleşimlerde gece 24.00'te günlük programın tamamlanamaması hâlinde günlük programın tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi;

307 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki cetvellerdeki şekliyle olması;

Önerilmiştir.

307 sıra sayılı

Siyasi Etik Kanunu Teklifi

(2/1000)

Bölümler

Bölüm maddeleri

Bölümdeki

madde sayısı

1. Bölüm

1 ila 8’inci maddeler arası

8

2. Bölüm

9 ila 17’nci maddeler arası (Geçici madde 1 dâhil)

10

Toplam madde sayısı

18

BAŞKAN – Önerinin üzerinde lehte ilk söz Samsun Milletvekili Hasan Basri Kurt’a aittir.

Buyurun Sayın Hasan Basri Kurt. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; grubumuz tarafından verilen ve bu hafta gündemimizi oluşturacak olan uluslararası sözleşmeler ve 2 adet temel kanunun gündemin ön sıralarına alınması teklifiyle ilgili grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

16 Aralık 2013 tarihinde Avrupa Birliğiyle imzalanan Geri Kabul Anlaşması 2018 yılı sonunda Türkiye'nin Avrupa Birliğine vizesiz seyahatini öngörüyordu. 22 AB üyesi ve 4 AB üyesi olmayan toplam 26 ülkeye Türkiye’nin vizesiz seyahat hakkını içeren bu anlaşmayı biz Avrupa Birliğiyle yapılan görüşmeler neticesinde bu sene içerisinde -yani 2018’de değil de- 2016 yılının ve hatta 1 Temmuz itibarıyla gerçekleşmesi için taahhütlerimiz var. Biliyorsunuz, yaklaşık bir aydır bununla ilgili temel kriterleri, uyum çalışmalarını Meclis olarak gerçekleştirmeye çalışıyoruz, artık son noktaya geldik. Önümüzde bulunan bu uluslararası sözleşmeler ve 2 temel kanunla birlikte umuyoruz ki vatandaşlarımız 1 Temmuz itibarıyla Schengen bölgesi ülkelere vizesiz seyahat gerçekleştirebilecekler.

Bunun ne gibi bir avantajı var? Bunu çok tartışmaya bile gerek yok. Diğer muhalefet partilerinin de Schengen bölgesine vizesiz seyahatin kolaylaştırılması, hızlandırılmasıyla ilgili herhangi bir itirazı olmadığını biliyoruz. Ancak ben size birkaç rakam vermek istiyorum, çok manidar. Bu, halkımızın işini nasıl kolaylaştıracak? Bunu ifade etmek adına, sadece 2014 yılında Schengen bölgesi ülkelere Türkiye’den 813 bin vize başvurusu gerçekleşmiş. Şu an için yaklaşık 60 avroluk bir rakam -İstanbul ve Ankara’da ağırlıklı olmak üzere konsolosluklara, büyükelçiliklere bu başvurular yapılıyor- sadece 60 avro başvuru ücreti ödüyordu vatandaşımız. İşte bunun seyahati, önceden toplanılan evrakları, bekleme süreleri, büyükelçilik, konsolosluk kapısı önünde bekleme sürelerinin tamamını inşallah kaldırmış olacağız. 1 Temmuz itibarıyla vatandaşımız sanki kendi ülkemizin içerisinde bir bölgeye girer gibi pasaportunu alarak herhangi bir Schengen bölgesi ülkesine rahatlıkla seyahat edebilecek.

Başka bir rakam daha vermek istiyorum sizlere. Bu 813 bin başvurunun 770 bini de kabul almış Schengen bölgesinde. Yani bu kadar sıkıntıyı çekiyoruz, bu harçları ödüyoruz, vatandaşlarımız, işte, Samsun’dan kalkıp, Erzurum’dan kalkıp Ankara’ya, İstanbul’a vize kuyruğuna gidiyorlar, bir sürü evrağını tomar tomar toplayıp ve yüzde 95,5’i de zaten bu vizeyi alıyor. Yani, yaklaşık 770 bin kişiye verilmiş. Verilmeyen kişi sayısı çok kısıtlı. Aslında biz, alabildiğimiz işi kolaylıkla yani vizesiz bir şekilde almanın da yolunu açmış olacağız. Bu, Schengen bölgesine 26 ülkeye 2018’e kadar hesapladığımızda çok ciddi bir rakam tutuyordu ve vatandaşımızın gerçekten ihtiyacı olan bir konu.

Bu çerçevede, dediğim gibi, 2 temel kanunu biz öne çekiyoruz gündemimizde ve bu hafta bitirmeyi hedefliyoruz. Bugün de -yine teklifimizin içerisinde var- daha önce onaylamış olduğumuz, tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerin ek protokolleri gündeme gelecek. Bunlara da bu vesileyle, bütün Meclisin, muhalefet partileri de başta olmak üzere, destek vermesini ve bu güzel müjdeyi, bu güzel haberi memleketimize hep birlikte, bu Türkiye Büyük Millet Meclisimizin belki bugünlerde çok da ihtiyacı olan birliğiyle beraber vermek istiyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kurt.

Önerinin aleyhinde ilk söz Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’e aittir.

Buyurun Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

AKP Grubunun vermiş olduğu öneri üzerine söz aldım.

Tabii, bu önerinin içeriğine baktığımız zaman, Meclisin çalışma saatlerini düzenleyen, Mecliste işlevsiz bir mesaiyi öngören, yetmediği zaman da işte, Meclisin normal, İç Tüzük’te belirtilen çalışma günlerinin dışında da çalışmasını merkeze koyan bir önerge olduğunu düşünüyoruz. Şimdi bir ayı aşkın bir süredir pazartesi ve cuma günleri de çalışacak şekilde bir planlama yapılmıştı, belli ki bu yetmedi, şimdi cumartesi gününü de içerecek şekilde, hafta sonlarını da içerecek şekilde, AKP Meclisi istediği şekilde çalıştıracağının mesajını veriyor. Tabii, bizler çalışmaktan çekinen, çalışmaktan ürken insanlar değiliz ancak şöyle bir durum var: Yani bu Meclisin mesaisine baktığınız zaman halkın gündeminden kopuk, halkın sorunlarına çözüm üretmeyen, bizler burada konuştuğumuz süre içerisinde de devasa sorunları halkın önüne getirmeye devam eden bir program olduğu için eleştirilerimizi yöneltiyoruz.

Bir kere bu Meclisin itibarı, Parlamentonun çözüm gücü olmasıyla ilgili süreçler AKP döneminde, bizzat AKP Grubunun eliyle tamamen askıya alınmıştır, bunu ifade etmemiz lazım. Yani, ülkenin içinde ağır bir savaş süreci yaşanıyor, sınır kentlerine hemen hemen her gün saldırılar düzenleniyor, metropol şehirlerinde insanların can ve mal güvenliğiyle ilgili kaygılar var, Meclis de bütün bu bir tablo içerisinde yirmi dört saat çalışıyor, çalışıyor ama çözüm üretmiyor; çözüm üretmedikten sonra cumartesi günlerini, pazar günlerini dâhil edip etmemenizin bir anlamı yok. Buraya tamamen, işte, Hükûmetin önünüze, grubun önüne koymuş olduğu yasal düzenlemelerle geliyorsunuz, Meclisin gerçek olarak üzerinde tartışması gereken gündemlerden hiçbirini getirmiyorsunuz. Dolayısıyla da halkın gözünde, halkın nezdinde eskiden “Parlamento çalışıyorsa sorunlarıma çözüm bulunur.” algısı varken şimdi “Parlamento çalışıyor ama iktidar grubuna çalışıyor, AKP Hükûmetine çalışıyor, sarayın talimatları doğrultusunda çalışıyor.” şeklinde bir algıyı yerleştirmiş oldunuz. Bu, dediğim gibi, Parlamentoyu tamamen işlevsizleştiren bir anlayıştır. Parlamento artık halkın gündeminden tamamen kopmuştur.

Bakın iki haftadır burada ana muhalefet partisi, Halkların Demokratik Partisi, ısrarla, Kilis’te yapılan saldırılarla ilgili Meclisin bilgilendirilmesi gerektiğini ifade ediyor, kamuoyunun bilgilenmesi gerektiğini söylüyor. Tam iki haftadır bu talebimize henüz iktidar partisi grubu ya da onların ulaşacağı bir kabine yetkilisi, zahmet edip, tenezzül edip, buraya gelip bir bilgilendirme yapmış değil. Ve gece yarılarına kadar çalışırken de IŞİD’e, tıpkı masal cümlelerinde geçen gibi, hani “gökten üç elma düştü” şeklinde o masal cümleleri sıralanıyor ya, “Kilis’e bir şekilde roket mermileri düştü.” şeklinde haberler servis ediyor. Acı olanı, insanlar yaşamını yitiriyor, ağır yaralananlar oluyor. Demin, Genel Kurul açılırken de ilk başlangıçta söyledim, sadece ocak ayından bugüne kadar Kilis’te 17 yurttaş yaşamını yitirmiş, 61 yurttaş ağır yaralanmış ve bununla ilgili bu Parlamentoya henüz gelip Hükûmet tarafından bir bilgilendirme yapılmamış. Kilis halkı, bu saldırılardan sonra demokratik tepkisini ortaya koymak üzere sokağa çıktığında her zaman bizim alışkın olduğumuz gazlı, coplu, tazyikli sulu müdahalelere maruz kalıyorlar.

Şimdi, siz bu Parlamentonun gündeminin Kilis halkının yaşamış olduğu sorunlara değdiğini söyleyebilir misiniz, oradaki sorunları çözmek üzere toplandığını, tartışma yürüttüğünü söyleyebilir misiniz? Mümkün değil.

Şimdi, buraya işte birtakım sıra sayılarıyla Avrupa Birliğinin vize muafiyeti için vermiş olduğu ev ödevleriyle ilgili uluslararası sözleşmeler getirilmiş. Tabii ki bu uluslararası sözleşmeler burada görüşülürken bizler muhalefet partileri olarak İç Tüzük’ten kaynaklı olan bütün hakkımızı kullanacağız. Yani madem Parlamento açık, madem bu uluslararası sözleşmeler görüşülecek, hem uluslararası sözleşmelerle ilgili hem de halkın gerçek gündemleriyle ilgili burada görüşlerimizi, fikirlerimizi ifade edeceğiz. Ama ben bakıyorum, bazen AKP Grubundan milletvekilleri, hani “Bir an önce bitsin de evimize gidelim.” anlayışıyla, muhalefetin konuşmasından bile rahatsızlık duyuyorlar.

Yani, bakın, böyle bir Meclis işleyişi yok zaten. Sizin hani milletvekilleriniz hep söylüyor ya, “Yasama, yürütme, yargı da bizde.” Evet, gerçekten artık yasama faaliyetleri de tamamen yürütmenin talimatlarıyla oluyor. Normalde Meclisin gündemi, çalışma saatleri, çalışma günleri Danışma Kurulunda ortaklaşılarak belirlenir ama bugüne kadar siz, 24’üncü Yasama Dönemi de dâhil olmak üzere, bir gün bile Danışma Kurulunda bu programı muhalefetle ortak yapmış değilsiniz. Hükûmet size oradan program sunuyor, siz de o programı getirip muhalefetin önüne dayatıyorsunuz; ondan sonra, muhalefet burada konuştuğunda ya da halkın gerçek sorunlarından bahsettiğinde de rahatsız oluyorsunuz. E, bunu kabul etmek mümkün değil.

Şu anda AKP Hükûmetinin içeride ve dışarıda yürüttüğü politikalar ülkeyi felakete götürüyor yani hızla bir uçuruma doğru freni boşalmış bir kamyon gibi, maalesef, bu ülkeyi büyük bir faciaya sürüklüyorsunuz. İçeride harp, işte yurtta harp, cihanda harp politikasının bizi getirmiş olduğu bir facia durumuyla karşı karşıyayız. Ya buna karşı doğru dürüst bir tartışma yürütüp doğru dürüst çözümler üreteceğiz ya da burada işte teknik birtakım tartışmalar, Hükûmetin verdiği yasa maddelerini geçirerek bu sorunların çığ gibi, devasa, daha fazla büyüyerek önümüze gelmesine, halklarımızın önüne gelmesine seyirci kalacağız.

Şimdi, bakın, içerideki bu yaşanan süreçle ilgili “İşte, terörle mücadele ediyoruz, kamu düzenini sağlıyoruz...” Ya, ortada bir kamu düzeni, kamu yararı diye bir şey kalmadı. Yani bu saat itibarıyla Şırnak, Yüksekova, Nusaybin, Sur, Silopi, buralara bir gidin; talan edilmiş, viran edilmiş, neredeyse yok edilmiş kent merkezleri var elde, sınır kentlerinde hakeza.

Biz, oysaki buraya gelmeden, bu Mecliste demokratikleşmeyle ilgili, özgürlükleri genişletmeyle ilgili, toplumsal barışla ilgili çok önemli çalışmalar ortaya koyarak bu süreçlerin yaşanmasını önleyebilirdik. İç güvenlik yasasını buraya getirdiğinizde defalarca uyarılarda bulunduk. “Kamu düzeni böyle sağlanmaz. Kamu düzenini eğer böyle sağlayacağınızı söylüyorsanız tam tersi bir sonuçla karşı karşıya kalacaksınız.” uyarılarını yaptık ama bugün gelinen tabloda işte bir facia durumuyla karşı karşıyayız. Hâlâ, bakın, çözüm süreciyle ilgili bir yerlerden bir çıkış yapılması gerektiğini söylüyoruz. Hükûmet içerisinde, kabine içerisinde, devlet içerisinde bu yönlü arayışları olanlar oluyor ama maalesef işte, Cumhurbaşkanı devreye giriyor, oradan bir talimat veriyor “Biz sonuna kadar savaşmaya devam edeceğiz.” diyor, bütün o tartışmaların önü kesiliyor. Bu şekilde nasıl çözüm üretilecek? Daha dün Dolmabahçe mutabakatıyla ilgili “Ne mutabakatı?” diyor. Yani 28 Şubat, 29 Şubattaki açıklamasına baktığınızda o mutabakatı ne kadar önemli bulduğunu, o mutabakatın aslında kamuoyuna açıklanan içeriğini nasıl beklediğini ve uygulamada da barış getirmesi temennilerini iletmişti. Şimdi o dönem bir gün sonra mutabakatı olumlayan, “Sabırsızlıkla bekliyorduk.” diyen Cumhurbaşkanı bugün kalkmış “Bu Dolmabahçe mutabakatı nereden çıktı ya?” diyor. Ben şimdi o sürecin içinde olan birisi olarak yani her türlü detayını da burada paylaşabilirim ama ne etik anlayışımıza ne de siyasi ahlaka bunu yakıştırmamız mümkün değil.

Dış politikayla ilgili hakeza. Suriye ve Rojava politikasında köklü değişikliklere ihtiyaç var. Avrupa Birliğinin önünüze getirdiği ev ödevlerini yapmak yerine, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve hürriyetler konusunda gereğini yerine getirmiş olsaydınız, içeride ve dışarıda barışı önceleyen bir politika belirlemiş olsaydınız, bugün Avrupa Birliği benzeri bir bölgeyi biz kendi bölgemizde oluştururduk. Sınırsız, mayınların, tel örgülerin olmadığı, serbest ticaretin olduğu; İran’la, Irak’la, Suriye’yle, Rojava’yla, Kürtlerle bir bölge sağlamış olsanız Avrupa Birliği bizim kapımızda randevu sırası beklemek zorunda kalırdı.

O nedenle, yani bu gündemin, dayatmış olduğunuz bu gündemlerin çözüm getirmediğini üzülerek ifade etmek istiyorum. Buna karşı da halkın gerçek gündemini bu kürsüden dile getirmeye, mümkün olduğunca da sizi duyarlılığa çağırmaya devam edeceğiz diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerinin lehinde ikinci söz Ankara Milletvekili Levent Gök’e aittir.

Buyurun Sayın Gök. (CHP sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP grup önerisinin üzerinde söz aldım. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Lehinde Sayın Gök, buyurun.

LEVENT GÖK (Devamla) – Biz, ülkemizin menfaatleri doğrultusunda, her zaman lehinde çalışmaya gayret edeceğimizi her fırsatta ifade ediyoruz. Elbette, Parlamentonun çalışma düzeni tanzim ediliyor. Biz Avrupa Birliğiyle ilgili olarak Hükûmetin giriştiği müzakere sürecinde, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bugüne kadar, Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde, elimizden geldiğince kolaylaştırıcı bir rol üstlenerek, ülkemizin menfaatleri doğrultusunda gördüğümüz her türlü yasanın geçmesine bu Mecliste katkı sağladık. Bunu kimse inkâr edemez. Nitekim uluslararası anlaşmalarda da hep beraber, birazdan göreceksiniz. Yapılan tüm çalışmalarda ülkemiz öne çıksın. Cumhuriyet Halk Partisi, AKP, MHP, HDP; olabilir, her partinin görüşü olabilir ama ülke menfaati olunca, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, “Ülke söz konusuysa gerisi teferruattır.” anlayışıyla hareket ediyoruz ve bu konuda uyarıcı, tamamlayıcı önerilerimizi her zaman sizlerle paylaşmaya gayret ediyoruz. Tabii, bu konuda yaparken iktidar partisinden de samimi bir yaklaşım bekliyoruz değerli arkadaşlarım. Geçtiğimiz hafta İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu’nu getirdiniz. Dört yıl önce getirilen İnsan Hakları ve Eşitlik Kanunu’na benzer bir tasarıyı lağvederek, dört yıl önce “Bu yanlıştır, bunu, bu kanunu değiştireceksiniz.” dediğimizde o zaman herkes feryat figan “Siz bunu istemiyor musunuz?” dediğinde, şimdi herkes Cumhuriyet Halk Partisinin önerisine geldi, bir başka kanun getirdiniz; İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu. Yine yanlış yaptınız, bir yanlışı yanlışla düzeltiyorsunuz. Biz bunun yanlış olduğunu söylüyoruz. Çünkü siz bunu yaparken zannediyorsunuz ki Avrupa Birliği bu getirdiğiniz kanunu kabul edecek. Hayır değerli arkadaşlarım, kabul etmeyecek, yaptığınızın yanlış olduğunu size daha sonra ifade edecekler ama iş işten geçmiş olacak. Niçin muhalefeti dinlemiyorsunuz? Niçin dinlemiyorsunuz? Getirin… Pek çok konuda, biz anlaştığımız, uzlaştığımız konularda son derece rahat bir şekilde, Parlamentoyu da yormadan, uygun atmosfer içerisinde, uygarca bir tartışma yaparak kanunları geçiriyoruz. Bunda hiçbir sıkıntı yok ama sıkıntı iktidar partisinde.

Şimdi, iktidar partisi önümüzdeki haftaya -yani bu haftaya- dönük olarak bir çalışma düzeni getiriyor. Birincisi kolluk gözetim komisyonu kurulmasına dair bir kanun, diğeri siyasi etik kanunu. Bunlar da Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde yapılması gerekli uygulamalar ama sizin getirdiğiniz gibi değil. Şimdi, bu konuda sözlerimizi dinleyecek misiniz? Uyarılarımıza kulak asacak mısınız? Ben diyorum ki: Acaba iktidar partisi, Cumhuriyet Halk Partisinin yapıcı, uygun çözüm önerilerini niçin kabul etmiyor? Aklıma, herhâlde Avrupa Birliğiyle müzakere eder görüntüsü vermek istiyorsunuz ama Avrupa Birliğiyle aslında müzakere etmek istemiyorsunuz gibi bir düşünce geliyor değerli arkadaşlarım. Ben böyle düşünüyorum çünkü görüyoruz biz bu tabloyu. Uluslararası kuruluşlar bizlere geliyor, “Bu konuda ne diyorsunuz?” Yarın Venedik Komisyonu gelecek ziyaretimize. Ne anlatacağız onlara? E, bunların raporları gidip, işte, Avrupa Birliğinde, Birleşmiş Milletlerde önemli oluyor ve bu çerçevede Türkiye itibar kaybına uğruyor.

Temel kanun getiriyorsunuz. Kırk defa burada konuştuk, yüz defa konuştuk, torba yasalardan, temel kanunlardan vazgeçin diye. Değerli arkadaşlarım, 13 maddelik bir kanun, kolluk gözetimi hakkındaki kanun nasıl temel kanun olabilir? 18 maddelik siyasi etik kanunu nasıl temel kanun olabilir? Eğer, bunlara siz temel kanun diyecekseniz ceza hukukuna ne diyeceksiniz, medeni usul hukukuna ne diyeceksiniz, ticaret hukukuna ne diyeceksiniz? Temel kanun, esas onlardır. Ülkenin bütününü ilgilendiren hukuk sistemidir. Yani böyle yaparak, siz kavramların içini boşaltarak Meclisi çalıştırmaya çalışıyorsunuz, bunlar son derece yanlıştır.

Temel kanun olarak, torba kanun olarak buraya, bu kanunları getirmeyin değerli arkadaşlarım. Hakkıyla tartışalım. Bakın, cumartesi pazarları da koyuyorsunuz, hiç kaçmıyoruz bunlardan; gelin, çalışalım ama yaptığınız yöntemler yanlış. Bunları defalarca anlattık, anlatıyoruz ama değerli arkadaşlarım, bu kafa karışıklığı AKP’de, iktidar partisinde ve Cumhurbaşkanında o denli yoğun ki… Şimdi, Cumhurbaşkanı kalktı “Ya, neymiş Dolmabahçe mutabakatı?” dedi. Değil mi arkadaşlar, aynen bunu söyledi? “Dolmabahçe mutabakatı” diye bir mutabakat… Geçtiğimiz yıl bir kısım milletvekilleri, sizin de AKP’nin grup başkan vekili, bakanları tarafından Dolmabahçe Sarayı önünde oturuldu, el sıkışıldı, açıklamalar yapıldı; o gün her şey iyiydi. Şimdi, Dolmabahçe mutabakatı yapıldığı zaman havuz medyasının başlıklarını sizlerle paylaşıyorum. Star gazetesi: “Barış baharı.”, manşet; ertesi gün, Dolmabahçe mutabakatının yapıldığının ertesi günü. Ondan sonra, Yeni Şafak: “Silahlara veda çağrısı.” Bunlar ertesi gün gazetelerin manşetleri. Sabah gazetesi: “Şimdi barış zamanı.” Değerli arkadaşlarım, bunlar hep manşetlerden veriliyor. Bütün yurttaşlarımız bunu duydu, gördü. Adlarını veriyorum ki bütün gazetelerin, herkes neyin, ne zaman, nasıl kotarıldığını görsün diye. Güneş gazetesi: “Güzel şeyler oluyor.” Mutabakat yapıldığı zaman, değerli arkadaşlarım, manşetler bunlar. Yine, Akşam gazetesi: “Barışa dev adım.” Milat gazetesi: “Tarih yeniden yazılıyor.”

Değerli arkadaşlarım, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak ülkemizin devasa sorunu olan Kürt sorununun çözümünde elimizden gelen her türlü katkıyı vermeye hazır olduğumuzu ifade ettik. Ama, bu süreçler iktidar partisinin, Cumhurbaşkanının siyasi konjonktürüne göre değiştirilebilecek konular değildir, maliyetleri çok ağırdır. Bu maliyetleri sadece iktidar partisi ödemez, Cumhurbaşkanı ödemez, hepimiz öderiz, ödüyoruz da. Bu konuda bir kararlı tutum sergileyeceksiniz, milleti yolda bırakmayacaksınız. Biz de bu konuda sürecin başarıya ulaşması yönünde “İktidar partisi, eğer sen bu sorunu çözeceksen biz de sizi kutlarız.” dediğimiz günleri hatırlıyoruz değerli arkadaşlarım. Bu süreçler bir anda, günlük fikirlere göre, günlük egolara göre, siyasi konjonktürden nemalanmak için bir gün öyle bir gün böyle davranılacak konular değildir; çok ihtiyatlı olmak, çok soğukkanlı olmak gerekir. Bu konuda ülkeyi daha fazla kutuplaştırmayan bir dil kullanmak gerekir. Bu dili kullanırken ülkenin menfaatlerini öne çıkartmak gerekir. “Acaba bir referandumda, bir baskın seçimde ben ne kadar oy alırım?” telaşı içine düşüldüğü zaman, biliniz ki en büyük yanlış o zaman yapılmıştır. Bunlardan kaçınmamız gerekir değerli arkadaşlarım.

Ne oldu şimdi? Dolmabahçe mutabakatı yapıldığı zaman manşet atan gazeteler, neredesiniz? Ne diyorsunuz? Daha önemlisi, ben o gazetelerden öte, o toplantıya katılan şimdiki İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya soruyorum, hakkımdır bunu sormak; şimdiki Bakan, Başbakan Yardımcısı Sayın Yalçın Akdoğan’a soruyorum; o zaman AKP Grup Başkan Vekili, şimdi Kültür Bakanı olan Sayın Mahir Ünal’a soruyorum: Cumhurbaşkanının, “Ya, o mutabakat ne mutabakatı?” dediği zaman, o toplantıda siz vardınız, siz şimdi Cumhurbaşkanının bu söylemlerine karşı ne diyorsunuz? Burada el sıkışırken mi samimisiniz, Cumhurbaşkanı çark ettikten sonra mı samimisiniz? Hangisi, hangisi? (CHP sıralarından alkışlar) “Tarih yeniden yazılıyor.” dediği zaman gazeteler, o zaman kendinizi bir sorumluluk duygusu içerisinde görüp bunun arkasında durduğunuz zaman o noktada mısınız; yoksa, şimdi Cumhurbaşkanı bu sözleri söyledikten sonra sizin söyleyecek bir çift lafınız yok mu? Ne diyorsunuz bu konuda? Cumhurbaşkanı mı doğru söylemiyor, siz mi doğru yapmadınız; hangisi doğru, hangisi doğru? Bu karede oturan Efkan Ala, Yalçın Akdoğan, Sayın Mahir Ünal, siz mi doğruydunuz, o zaman Cumhurbaşkanı mı yanlıştı; şimdi mi Cumhurbaşkanı doğru, siz mi yanlışsınız? Çıkın konuşun, çıkın konuşun, bunun konuşulmaya ihtiyacı var; bunu halının altına süpürerek işin içinden çıkılmaz değerli arkadaşlarım. Böyle ikircikli bir yaklaşım içerisinde… İktidar partisinin ülkenin en önemli konusundaki yaklaşımı böyle, Avrupa Birliğiyle ilgili en ciddi konularda yaklaşımı böyle, ondan sonra “Muhalefet…” Muhalefet daha ne yapsın? Bakın, çıkmış, bu kürsüde yanlışlarınızı güzel güzel anlatıyorum değerli arkadaşlarım. Ülkeyi böyle yönetemezsiniz. Biz samimi olarak sizlere el uzatmaya hazırız ama siz buna hazır değilsiniz.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Önerinin aleyhinde ikinci ve son söz Mersin Milletvekili Baki Şimşek’e aittir.

Buyurun Sayın Şimşek. (MHP sıralarından alkışlar)

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP grup önerisi hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere huzurunuzdayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, dün Nusaybin’de ve Kilis’te hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum, şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum.

Değerli milletvekilleri, özellikle Kilis’e aylardır defaatle bombalar düşüyor ve 18’e yakın vatandaşımız hayatını kaybetti ama Kilis’e atılan her bombadan sonra televizyonlardan şu haberi duyuyoruz: “Misliyle karşılık verildi, Türk topçusu şu kadar atış yaptı.” Türkiye Cumhuriyeti devleti, maalesef, sınırlarında gerekli tedbirleri alamamakta, söz sahibi olması gereken bölgede gerekli tavrı takınamamaktadır. Suriye’de, Türk topçusu sadece sınırın ötesine misliyle karşılık vermekle kalmamalıdır; bu bölgede Türkiye üzerinde hesapları olanlara karşı, her türlü platformda terör destekçilerine, terör destekçisi ülkelere gerekli tavrını koymalıdır, aksi takdirde… Kilis’in nüfusu kadar Suriyeli şu anda Kilis’te yaşıyor, yalnız, artık, Kilis’te yaşayan kendi vatandaşlarımız Kilis’i terk etmeye başladılar. Mersin şu ana kadar 300 bin göç aldı, 300 bin Suriyeli yaşıyor. 100 bin civarı, doğu ve güneydoğudaki olaylardan sonra yeni bir göç dalgası yaşandı; Sur, Nusaybin, Silopi boşaltıldı, buradaki insanların birçoğu Mersin’e yerleşti. Mersin, zaten işsizlik olarak, ekonomik olarak en zor durumda olan illerden bir tanesi; yüzde 20’nin üzerinde işsizlik var ama maalesef yeni göç dalgalarıyla karşı karşıya kalıyor. Türkiye mutlaka gerekli tedbirleri almalı. Kandil başta olmak üzere teröre yardım eden hem iş adamları araştırmalı, mali kaynaklar araştırılmalı hem de terör destekçisi ülkelere karşı gerekli tedbirler alınmalıdır; aksi takdirde, belli bir grup yeni anayasa hayaliyle yatıp başkanlık hayaliyle uyanırken Türkiye’de şehitler gelmeye devam edecektir. Tarih tekerrürden ibarettir.

Osmanlı Devleti’nin Bursa’nın başkent olduğu dönemde Bursa’dan bir hayırsever bir çeşme yaptırıyor ve çeşmenin üzerine şunu yazdırıyor: “Her kula helal, Müslümana haram.” Tabii, Bursa’da dedikodu başlıyor, fitne çıkıyor, kadıya şikâyet ediyorlar: “Olur mu böyle bir şey? Sebil, hayrat olan bir çeşme nasıl olur yüzde 99’u Müslüman olan bir beldede her kula helal olur, Müslümana haram olur?” diyorlar. Kadı, şahsı çağırıyor ifadesini alıyor. Şahıs diyor ki “Efendim, bunu ben sadece padişaha anlatırım, başkasına anlatmam.” Olay padişaha intikal ettiriliyor, padişah bu zatı huzuruna çağırıyor. Padişaha “Efendim, vereceğiniz cezaya razıyım. Yalnız, sizden üç tane talebim var, bu taleplerimi yerine getirmenizi istiyorum.” diyor. Padişah “anlat” diyor; o da “Birincisi, kilisenin açık olduğu bir gün kilisenin papazını ayin sırasında gözaltına alacaksınız ve bunu bir hafta cezaevinde tutacaksınız.” diyor. Padişah, bu zatın söylediğini yapıyor, kilisenin papazını gözaltına aldırıyor. Bir hafta içerisinde bütün yabancı erkân ayağa kalkıyor, dış devletlerden haberler geliyor: “Bizim papazımız iyidir, bizim papazımız yanlış yapmaz. Niye bizim papazımızı serbest bırakmıyorsunuz?” Bir hafta sonra zat, padişaha diyor ki “Efendim, bunun süresi doldu, serbest bırakın.” Daha sonra gidiyorlar sinagogdan hahamı gözaltına alıyorlar yine o zatın tarifiyle. Bir hafta içerisinde bu defa Yahudiler ayağa kalkıyor, bütün girişimlerini yapıyorlar. Zat, padişaha diyor: “Efendim, süresi doldu, bunu da serbest bırakın.” Daha sonra, üçüncü ve son isteğini söylüyor: “Ulu Cami’nin çok sevilen bilgili, değerli bir imamını cuma günü hutbe sırasında gözaltına alın.” diyor. Cuma günü hutbe sırasında Ulu Cami’nin imamını gözaltına alıyorlar. Bir hafta geçiyor aradan, ses soluk yok, hiç kimse itiraz etmiyor. Bursa’nın en cahil imamını da o camiye imam tayin ediyorlar. Vatandaşlar camide şunu konuşuyorlar: “Ya, zaten demek bir yaptığı vardı ki padişah bunu cezaevine attı.” Daha sonra bu zat, padişaha diyor ki: “Efendim, ben bu çeşmeye onun için ‘Her kula helal, Müslümana haram.’ yazdım.” Türk dünyası ve İslam dünyası maalesef bugün kendi hakkını, hukukunu savunamıyor. Savunamadığı için de birileri bizleri yönetme mücadelesine devam ediyorlar.

Konuşmamın son kısmında, seçim bölgem olan Mersin’in sorunlarıyla ilgili konuşmak istiyorum. Maalesef, şubat ayından bu tarafa, bir tarım kenti olan Mersin’e İran karpuzu gelmektedir. Binlerce ton İran karpuzu gelmekte, turfanda sezonunda 3-5 kuruş para kazanacak olan Çukurova çiftçisi mağdur olmaktadır. Karpuz fiyatları, kabak fiyatları, biber fiyatları dibe vurmuştur. Zaten ihracat sıkıntılı, Türkiye bugün hiçbir komşusuna mal satamayan bir duruma gelmiş ama maalesef Tarım Bakanlığımız bu konuda bir kısıtlama getirmediği için, hâlâ, bir tarım ülkesi olan Türkiye'ye yurt dışından bol miktarda karpuz gelmekte, diğer ürünler gelmekte ve Çukurova çiftçisi mağdur olmaktadır.

Yine, seçim bölgem olan Mersin’de Devlet Su İşleri, Pamukluk Projesi’yle alakalı olarak acele kamulaştırma kararı almış ve birçok arazi kanal istimlaki için kamulaştırılmıştır. Burada çiftçilerimiz, üzerinde ekili ürünlerini zaten kamulaştırmadan dolayı kaybetmişlerdir. Yalnız, bu kamulaştırma bedellerini de bir türlü alamamaktadırlar ve ciddi mağduriyetler vardır.

Yine, Tarsus-Çamlıyayla yolunda ve Silifke-Mut yolunda kamulaştırmalarla ilgili ciddi sıkıntılar vardır. Türkiye, dünya son yüz yılın en kurak yıllarını yaşamaktadır. DSİ Genel Müdürlüğümüz ve bölge müdürlüklerimiz bununla ilgili ivedi tedbirler almalıdır. Özellikle bir tarım bölgesi olan Çukurova’da yazın sulamayla ilgili sıkıntıların olmaması için şimdiden tedbirlerin alınması gerekmektedir. Bu konuda da Tarım Bakanımızdan ve Çevre ve Orman Bakanımızdan gerekli destekleri bekliyoruz.

Çiftçilerimize verilen destek projeleriyle alakalı da mutlaka küçük çiftçiler ve hayvancılıkla uğraşan, kırsalda yaşayan insanlarımız desteklenmelidir, mağduriyetleri giderilmelidir. Maalesef, destek projelerinden hep büyük şirketler, holdingler ve bölgenin zengin aileleri faydalanabilmektedir. Kırsalda yaşayan insanlarımız bunlardan faydalanamamaktadır, bu projeleri çizdirmeye bile yetecek paraları yoktur. Hükûmetimizin bu konuda da gerekli destekleri vermesini bekliyorum.

AKP’nin getirmiş olduğu, Meclisin çalışma düzeniyle ilgili olan… Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz Meclisin gerekirse yirmi dört saat bu ülkenin menfaatine çalışmasını destekleriz; yalnız, torba tasarıyla ilgili, komisyonlarda görüşülmeden, tali komisyonlarda görüşülmeden direkt Meclise getirilen bu çalışma düzenine de görüş olarak karşıyız. Yoksa, memleketin hayrına yirmi dört saatlik bir çalışma olsa Milliyetçi Hareket Partisi 40 milletvekiliyle bu milletin hayrına çalışmaya vardır diyorum.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Yoklama talebimiz var efendim.

BAŞKAN – 20 kişi yok yalnız yoklamada.

LEVENT GÖK (Ankara) – Var efendim arkada.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bir sayın efendim, sayıncaya kadar…

BAŞKAN – Ayakta….

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Siz bir sayın, ihsasırey olmaz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayıyorum.

Sayın Gök, Sayın Tanal, Sayın Yıldız, Sayın Aydın, Sayın Yüksel, Sayın Balbay, Sayın Özdemir, Sayın İrgil, Sayın Topal, Sayın Gökdağ, Sayın Özcan, Sayın Yılmaz, Sayın Havutça, Sayın Tuncer, Sayın Temizel, Sayın Göker, Sayın Bakır, Sayın Bektaşoğlu, Sayın Öztrak, Sayın Akaydın.

Oylamadan önce yoklama talebi olmuştur.

Şimdi öncelikle yoklama işlemini gerçekleştireceğim ve yoklama için üç dakikalık süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.03

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.23

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir),Elif DOĞAN TÜRKMEN (Adana)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisinin oylamasından önce istem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi yoklama işlemini tekrarlayacağım.

Yoklama için üç dakikalık süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

IX.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine; Mayıs ayı salı ve çarşamba günlerindeki birleşimlerinde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; bastırılarak dağıtılan (11/9) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin Anayasa’nın 99’uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin 2 Mayıs 2016 Pazartesi günkü birleşimde yapılmasına ve 307 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin İçtüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.

Böylece, alınan karar gereğince, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/697) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 280) (x)

BAŞKAN - Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon raporu 280 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde ilk söz Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’e aittir.

Buyurun Sayın Baydemir. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

HDP GRUBU ADINA OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Grubum adına tasarı hakkında söz almış bulunuyorum.

Her şeyden önce, grubum ve mensubu bulunduğum parti, Türkiye'nin Avrupa Birliğine dâhiliyetini, ilkeler ve prensipler çerçevesinde, ilk günden bugüne kadar destekleyen ve bunun hızlı bir şekilde yaşama geçmesini arzulayan bir siyasal partidir.

Sayın Başkan, bugün, özü itibarıyla, konuşmuş olduğumuz konu ve yasa tasarısıyla, hem Türkiye'nin Avrupa Birliğine dâhiliyeti ama aynı zamanda, müktesebatın uyarlanması ve bununla birlikte çocuk haklarının mevzuatla, yasayla güvence altına alınmasını tartışıyoruz, irdeliyoruz.

Sayın Başkan, bu kadar önemli bir konuyu, bu kadar önemli bir mevzuyu tartışırken şu anda Hükûmet sıralarındaki uğultu, çocuk haklarına dair ne kadar bir illiyet bağlarının ve dolayısıyla bu ülkenin geleceğine dair ne kadar içselleştirilmiş bir duyarlılığın içerisinde olduklarının da bir başka açıdan göstergesidir; bunu da Meclisi idare eden Sayın Başkanın takdirlerine sunuyorum. Umuyor ve diliyorum ki bir uyarı da bu vesileyle gelmiş olacaktır.

Sayın Başkan, her şeyden önce, bir mevzuat uyarlanmasına elbette ki ihtiyaç vardır. Ev ödevlerinin yerine getirilmesi konusunda elbette ki ivedilikle bir çalışmaya ihtiyaç vardır ama bütün mesele kanun çıkarma meselesi değildir. Çıkacak olan kanunun içselleştirilmesi, buna inanılması ve bundan daha önemli olan bir husus da uygulama ile mevzuatın, uygulama ile müktesebatın, uygulama ile Avrupa Birliğini Avrupa Birliği yapan temel değerlerin de eş güdüm içerisinde olması zorunluluğudur. Maalesef, bir kez daha, dostlar alışverişte görsün, dostlar pazarda görsün; yapıyormuş gibi yapıp, içeriği itibarıyla, uygulama itibarıyla hem içselleştirmeme hem de mevzuata aykırı bir tutum ve davranış içerisinde bulunma tablosu, bulunma siyasetinin devam ettiğini de ifade etmek istiyorum.

Türkiye, bu bağlamda, çocuklar açısından, şiddetin her türlüsünün yaşamın her alanında yoğunca gözlemlendiği, yoğunca yaşandığı, Avrupa’nın neredeyse sınırlı sayıdaki ülkelerinden bir tanesidir. Hatta, çocuk haklarına yönelik saldırıların en yoğun yaşanmış olduğu ülkenin de ta kendisidir. Kuşkusuz ki şiddet ve şiddet türlerinin telafisi de en zor olandır ve hele hele yaşam hakkının ihlal edildiği bir atmosfer içerisinde, diğer hak alanlarına girmek ve diğer hak alanlarının savunuculuğunu yapmak da bir boyutuyla imkânsız hâle gelmektedir.

Türkiye’nin de üyesi bulunduğu Birleşmiş Milletler Örgütü, çocukların erişkinlerden farklı fiziksel, fizyolojik davranış ve psikolojik özellikleri olduğu, sürekli büyüme ve gelişme gösterdiği bilincinin hem yerleşmesi hem de çocukların bu anlamda korunmasının birer toplumsal davranış biçimi olması gayretinden hareketle, 1959 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Çocuk Hakları Bildirgesi’ni kabul etti. Bu bildirgenin kabulünden neredeyse otuz yıl sonra, aynı şekilde, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme hazırlandı ve bu da Genel Kurulda, tabiri caizse, imzaya açıldı. Bugüne kadar, bütün uluslararası sözleşmelerde en çok taraftar bulan, 193 ülke tarafından kabul edilen ve hâlen birinciliği elinde tutan neredeyse yegâne sözleşmedir.

Bu sözleşme 1990 yılında Türkiye tarafından imzalandı ve 1995 yılında da bazı çekinceler konuldu. Bu çekincelere, her şeyden önce, baktığımızda, ayrım gözetmeme maddesi olan 2’nci madde, çocuğun yüksek yararı 3’üncü madde, yaşama ve gelişme hakkı 6’ncı madde, katılım hakkı 12’nci madde olmak üzere, özü itibarıyla sözleşmenin ana ruhu, ana perspektifi çekinceyle sorumluluk dışına itildi. Hepimiz biliyoruz ki günlük yaşamda da siyaset yaşamında da ikili sohbetlerde de bir konuya başlarken “Ben bu hususa katılıyorum ama, fakat, lakin…” diye eğer söze girerseniz, bu sizin katılmış olduğunuz, desteklemiş olduğunuz bütün hususları berhava etmektedir. Bu itibarla da bu sözleşmenin ana ruhuna uyarlı bir hükûmet politikasından söz etmek istiyorsak, uygulamadan, icraattan söz etmek istiyorsak, her şeyden önce bu çekincelerin behemehâl kaldırılması lazım şartsız şurtsuz. Çocukların geleceğine, çocukların bugününe ve şüphesiz ki toplumun geleceğine dair konulan tahditler, şartlar şurtlar öncelikle ortadan kaldırılmalıdır. Aynı şekilde, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyinin çocuklarla ilgili hazırlamış olduğu sözleşme ve protokollere baktığımızda, yine benzer çekinceleri, benzer şartları şurtları ortadan kaldırmamız gerekiyor.

Belki, bugüne kadar, yasama faaliyetleri içerisinde memnuniyet verici tek bir gelişme olarak kaydedebileceğimiz bir husus vardır ki o da Türk Ceza Kanunu ve Türk Medeni Kanunu’nda 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun çıkmış olmasıdır. Ancak bir kez daha söylüyorum, kanunların çıkmış olması yetmiyor, olması gereken bunun içselleştirilmesi ve bunun uygulayıcı tarafından da müktesebat perspektifi çerçevesinde hayata geçirilmesi çabasının ortaya konulmasıdır.

Peki, yasalar, mevzuatlar, uluslararası sözleşmeler bunu ifade ederken uygulamada ne oluyor? Sayın Bakan da buradayken bunu da bir fırsata dönüştürerek ifade etmek istiyorum. 1 Ocak-31 Aralık 2015 tarihleri arasında İnsan Hakları Derneğinin faaliyet raporuna, gözlem raporuna bakarak şunları ifade etmek mümkün: Direkt devlet eliyle veya devlet erkleri eliyle gerçekleşen ihlal alanları ama aynı zamanda devlet olmaktan kaynaklı sorumluluğunun gereğini yerine getirmeme ya da yeteri miktarda önleme mekanizmalarını devreye koymamadan kaynaklı onlarca alanda çocukların maruz kaldığı hak ihlallerine tanıklık ediyoruz. “Yaşam hakkı ihlali” kategorisine baktığımızda, 733 çocuk 2015 yılında hayatını yitirmiş; silahlı çatışma ortamında yaşanan yaşam hakkı ihlaline baktığımızda, 73 çocuk hayatını yitirmiş; mülteci, sığınmacı çocukların yaşam hakkı ihlaline baktığımızda, 152 çocuk hayatını yitirmiş. İş kazalarında hayatını kaybeden çocuk sayısı 14. Yine, okul içerisinde hayatını kaybeden çocuk sayısı 5, okul servislerinin kazası sonucu hayatını kaybeden çocuk sayısı 13. Cezaevlerinde direkt devletin gözetimi, denetimi, güvencesi altında olan çocuklardan 2 kişi hayatını yitirmiş. Yine, deniz, göl ve benzeri yerlerde boğularak hayatını kaybeden 112 çocuk bulunmakta.

Yıl boyunca yaşanan çocuk yaralanması sayısı 1.946’dır. Yine, toplumsal olaylarda müdahale sonucu, aşırı şiddet kullanımı sonucu 78 çocuk yaralanmıştır. Aynı şekilde kamu ortamında bulunan yani devletin yine güvencesi altında bulunan ortamlarda -zehirlenme veya dışsal etkilerle- 1.869 çocuk zehirlenmiştir. Yine -yakınma, şikâyet sayısı itibarıyla söylüyorum- 479 çocuk gözaltına alınmıştır. Bunların içerisinden 92 çocuk politik, siyasi nedenlerden dolayı tutuklanmıştır. Yine, Millî Eğitim Bakanlığının denetimi ve gözetimi altında bulunan eğitim ortamları içerisinde -yakınma sayısı itibarıyla söylüyorum- 872 çocuk soruşturmaya tabi tutulmuş, âdeta fişlenmiştir. Böylesi bir tabloya baktığımızda, böylesi bir reel atmosfer içerisinde “Ben böylesi bir yasayı Meclis Genel Kuruluna getirdim; Meclis Genel Kurulunda oylattım, kabul ettirdim. Dolayısıyla, ben Türkiye’nin Avrupa Birliğine dâhiliyeti sürecindeki ev ödevimin gereğini yerine getirdim.” derseniz vallahi kimseyi kandıramazsınız, kusura bakmayın, hiç kimseyi inandıramazsınız.

Bugün Meclisin uluslararası sözleşmeler konusunda bu kadar yoğun çalışmasının nedenlerinden bir tanesi de vize muafiyetine dair 72 ev ödevinin gereğinin yerine getirilmesi meselesidir. Ben bir kez daha söylüyorum: Bütün bu ev ödevlerinin yerine getirilme şekli şemali bile başlı başına Avrupa Birliğini Avrupa Birliği yapan temel değerlerle çatışmakta, bağdaşmamaktadır. Her şeyden önce yasama organının kendisi bir denetleme mekanizmasıdır, istişare mekanizmasıdır ve ortak paydalarda buluşma mekanizmasıdır. Bu yasanın kendisi dahi, örneğin istişare üzerine kurulu bir mekanizma değildir.

İktidarın çoğunluğu “Ben bilirim, ben yaparım, ben ederim, kimse benden daha iyisini bilmez.” edasıyla bu kurula gelmektedir ve bu kurulda da bu perspektifle onaylanıp geçmektedir. Böylesi bir durum –çok açık ve net söylüyorum- bu, katılımcı demokrasi değil, bu olsa olsa Meclisi zapturapt altına alma girişimidir ve bu girişimin somut ürünlerini, somut –tabiri caizse- projelerini bugünlerde hep beraber yaşıyoruz, hep beraber idrak ediyoruz. O hâlde yapılması gereken husus şudur: Tam da Parlamentoyu, Avrupa Birliğini temel değer yapan, denetleme mekanizması hâline dönüştürmektir. O da komisyondan Genel Kurula kadar istişari bir mekanizmayı hayata geçirmek ve bu istişari mekanizmayla yasal mevzuatları çıkarmaktır. Yasal mevzuatın çıkması yetmiyor, uygulayıcıları bu perspektifle eğitip donatmaktır. Peki bu olması gerekene ne kadar yakınız?

Sadece ve sadece sokağa çıkma yasakları dönemi içerisinde 102 çocuk direkt devlet şiddetiyle, sizin adına “yasal kurşun” dediğiniz, “yasal şiddet” dediğiniz şiddet yöntemiyle katledilmiştir; Cizre’de, Silopi’de, Sur’da ve diğer yerleşim birimlerinde. Yetmiyor, yetmiyor bu. Bütün bu çocuklar evlerini yitirdiler, barınaklarını yitirdiler. Yetmiyor, onun bütün akranları yani sayısı milyonları bulan çocuklar büyük bir travmayla büyüdüler, büyük bir travmaya tanıklık ettiler. İşte, o çocuklara biz gelecek inşa etmeye çalışıyoruz sözüm ona. O çocuklar büyüdüklerinde, o çocuklar ellerine sopa alma yaşına geldiklerinde, emin olun, bu topluma, şu veya bu şekilde, yaşamış oldukları bu travmanın hesabını kendi yöntemleriyle soracaklardır. İşte bundan dolayıdır ki, çocuk haklarını korumamızın yegâne bir yolu, yöntemi vardır; o da bugünün çocuklarına, bugünün bütün insanlarına şiddetsiz sosyal ve siyasal bir zemini armağan edebilmektir, sunabilmektir. Tam da Parlamentonun yapması gereken husus budur.

Hiç şüphemiz olmasın ki, kendimiz açısından bile hadiseye baktığımızda, burada -anne olan, baba olan- hemen hemen her vekilimiz anne veya babadır, evladımızdan daha değerli bir şey olamaz. Bir annenin, babanın hayatında evladından daha değerli bir şey olamaz. İşte, tek başına iktidar olma uğruna ve AB müktesebatını, AB müzakerelerini iç siyaset malzemesi olarak kullanma uğruna, vize muafiyeti uğruna gerçekler çarpıtılıyor, ters yüz ediliyor.

Vallahi, siz Avrupa Birliğini kandıramazsınız. Şu anda “Kayseri pazarlığı” olarak tanınmış olduğunuz pazarlık yöntemiyle Avrupa Birliğini kandırabileceğimize inanıyorsak vallahi yanılıyoruz. Kaldı ki, bu anlaşma ya da bu müzakerenin kendisi, ruhu, içeriği de karşılıklı etik dışı bir süreçtir. Avrupa Birliğinin yaklaşımı da tıpkı Hükûmet gibi, en az Hükûmet gibi etik dışıdır. Zira, mülteci sorunu üzerine kurgulu bir ev ödevi verme süreci vardır. Avrupa Birliği çok iyi biliyor ki, bu 72 kriterin tamamı hayat bulmayacak ve Avrupa Birliği çok iyi biliyor ki, uygulama ile mevzuat arasında bir uçurum var. İşte, bundan dolayı, gelin, bu realiteye gözümüzü kapatmayalım. Gelin, işin esasına bir kez daha geri dönelim ve her şeyden önce çatışmasızlık zeminine bir kez daha bu ülkenin, bu toplumun insanlarını geri döndürelim. İşte o çatışmasızlık zemini içerisinde, Parlamentonun iradesini esas alan, bir kez daha Parlamento kurucu Meclis niteliğiyle, kurucu Meclis perspektifiyle A’dan Z’ye toplumun tüm dinamiklerinin ihtiyaçlarına yanıt bulabilecek bir anayasa ve o anayasanın ruhuna uygun olan yasalarla sürecin -tabiri caizse- dâhiliyeti ve müdahalesi içerisinde bulunalım. Bu itibarla da yapılması gereken çok önemli hususlar var.

Bunlardan bir tanesi, başta çatışma bölgelerinde hayatını kaybeden çocuklarla ilgili olmak üzere, yaşam hakkı ihlaline uğrayan her vaka için etkin soruşturmalar yürütülerek sorumlular ivedilikle yargı önüne çıkarılmalıdır. Bırakın çatışma bölgelerindeki kamu görevlilerinin işlemiş oldukları savaş suçlarından dolayı yargı muafiyetinin getirilmesini, tam tersine bu suçların her bir tanesinin cezasız kalmaması konusunda Parlamento irade ortaya koymak durumundadır. Eğer bunu yapabilirse, bunu başarabilirse, o zaman çocuklarımıza ve çocuklarımızın geleceğine dair sorumluluğumuzu kısmen yerine getirmiş oluruz. Yine, çocuklara karşı işlenen suç ne olursa olsun ve fail kim olursa olsun, indirimden istifade edebileceği bütün yasal mevzuatı ortadan kaldıralım, bütün yasal mevzuatı bu manada değiştirelim. Toplumsal alanda, özellikle devlet kurumlarında veya kamu personeli eliyle uygulanan ihmal ve istismarın yol açmış olduğu, başta yaşam hakkı olmak üzere, tüm ihlaller bağlamında cezasızlığın ortadan kaldırılması konusunda yine bir mevzuat çalışması içerisine girelim. Genel ve yerel yönetimlerin bütçelerinden çocuklar için harcanacak miktarlar her bütçe döneminde belirlenerek, çocuklar için kullanılabilecek, çocuklara özgü olacak bir bütçeyi yine yasal mevzuat hâliyle zorunlu hâle getirelim. Yine, ulusal ve uluslararası mevzuatta, çocuklar için düzenlenen tüm hakların da içerisinde yer aldığı çocuk hakları yasası çıkarılarak… Ki bu, temel bir yasa olmalıdır, ana bir yasa olmalıdır, böylelikle de dağınıklığın da önüne geçmiş oluruz.

Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde müstakil çocuk hakları ihtisas komisyonu kurularak, çocuklarla ilgili yasal uygulamaların, süreçlerin bunun eliyle gözetlenen, korunan bir sürecin içerisinde yer alalım çağrısında bulunuyorum. İnsan hakları örgütleri, sivil toplum örgütleri ve meslek örgütlerinin de içerisinde yer alacağı bağımsız çocuk hakları izleme kurulu da bu manada önemli bir ihtiyaçtır, hemen giderilmesi gerekir.

Yine, çocuklarla ilgili eğitim, sağlık, yoksulluk, işçilik, ihmal ve istismar, gözaltı, cezaevi ve benzeri her türlü verinin tutulacağı çocuk hakları veri tabanının da oluşturulmasına acilen ihtiyaç vardır.

Yine, çocuk cezaevleri kapatılarak, kanunla, ihtilafa düşülen konularda çocuklarla ilgili insan hakları örgütleri ve alanla ilgili STK ve meslek odalarıyla iş birliği içerisinde alternatif bir iyileştirme programının hayata geçirilmesi konusunda, gelin, Parlamento olarak, Parlamentoyu oluşturan gruplar olarak el ele bir çalışma yürütelim.

Ve şüphesiz ki farklı dil, kültür ve inanca sahip olan yurttaşların ve çocuklarının kendi dil, kültür ve inancını öğretebileceği, öğrenebileceği yasal bir düzenlemeye de ivedilikle ihtiyaç vardır.

İşte, bütün bunlardan hareketle, bir kez daha grup olarak çağrımızı yineliyoruz. Bugün yaşamış olduğumuz ülke -çok açık ve net söylüyorum- emanettir, çocuklarımıza karşı sorumluluğumuzdan kaynaklı emanettir. Bu emaneti daha iyi bir noktada gelecek çocuklara, gelecek nesillere emanet etmek istiyorsak her şeyden önce samimiyetle, dürüstlükle hadiseye yaklaşım göstermek durumundayız. Yapıyormuş gibi yapıp, yapmamak; özgürlükleri, hakları koruyormuş gibi yapıp ihlal etmek, ihmal etmek sadece bugünümüze karşı değil, geleceğe karşı da, gelecek nesillere karşı da çok ama çok büyük bir vebaldir.

Bugün, bu Parlamentoda, başından bugüne değin, savaşa, şiddete karşı çıkanların, savaşa ve şiddete karşı çıkmayanlardan vebalinin daha az olacağını da ben bir kez daha ifade etmek istiyorum. Yani, iktidarın yani sizlerin şüphesiz ki bu konudaki vebali, günahı bizimkilerden çok daha büyüktür. Bu manada, Allah yâr ve yardımcınız olsun. Bu dünya kadar gelecek dünyada da işinizin bu minvalde zor olacağını düşünüyorum Sayın Grup Başkan Vekili.

En derin saygılarımı sunuyorum Genel Kurul ile herkese. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

VELAYET SORUMLULUĞU VE ÇOCUKLARIN KORUNMASI HAKKINDA TEDBİRLER YÖNÜNDEN YETKİ, UYGULANACAK HUKUK, TANIMA, TENFİZ VE İŞBİRLİĞİNE DAİR SÖZLEŞMEYE KATILMAMIZIN UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) “Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşme”ye çekince ve beyanlarla katılmamız uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – 1’inci madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’e aittir.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sayın Demirel, buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

On dakikalık süreniz var.

HDP GRUBU ADINA ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri; evet, 280 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında konuşmalarımızı ifade ederken tabii ki bu, AB sözleşmesi kapsamında ele aldığımız, özelde Avrupa Birliği Vize Serbestisi Antlaşması’nın gereklerinin yasal düzenlemesi olarak ele aldığımız fakat bu tasarı mahiyetinde -bu tasarıyı bugün Genel Kurulda görüşürken- aslında bu tasarıyla, sadece göstermek istediğimiz ya da AB uyum yasasına girmemiz açısından değerlendirdiğimiz bir süreçtir.

Oysa biz, bu yasalaştıktan sonra da bunun gereklerini ne kadar yerine getireceğiz ya da şu anda bile bunun gereklerini ne kadar yerine getiriyoruz, biraz bunlara bakmak gerekiyor.

Bu yasanın hedefleri, çocukların korunmasına ilişkindir. Oysa, şu anda Türkiye’de çocukların durumunun ne hâlde olduğunu çok net olarak biliyoruz. Çocukların durumunu 23 Nisan Bayramı vesilesiyle de ifade etmiştik, yine bugün de ifade edersek, Türkiye’de çocukların, bırakın mülkiyet hakkını, yaşam hakkının bile olmadığını çok net olarak söyleyebiliriz.

Yine, özellikle 2015 ve 2016 yılları arasında Türkiye için, çok fazla ölümün yaşandığı, çocuğun yok sayıldığı ve çocukların insan hakları ihlalleri açısından geriye düşülen zamanların olduğunu da söylemek mümkündür. Çocukların her zamankinden daha fazla acı çektiği ve hayatını kaybettiği süreçleri yaşıyoruz.

Burada çocuklara dair uluslararası sözleşmelerden bahsedersek, kanımca önce Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye değinmemiz gerekiyor. Söz konusu sözleşme, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle ciddiyetle uyulması gereken yükümlülüklerin yerine getirilmesi olarak ifade edilse de sözleşmeye göre taraf devletlerin, silahlı çatışma hâlinde uluslararası hukukun insan kurallarına uymak ve uyulmasını sağlamak, silahlı çatışmalardan etkilenen çocukları korumak ve bakımını sağlamak amacıyla mümkün olan her türlü önlemi almakla yükümlü olduğunu bir kez daha ifade edelim.

Fakat ne yazık ki bugün, daha bugün Gündem Çocuk Derneği tarafından yayınlanan Türkiye raporunda şöyle ifadeler yer alıyor: Türkiye’de çocuğun yaşam hakkı, 2015 verilerine göre yani 2015 yılının Türkiye’de özellikle savaş politikalarının çocukların yaşamını doğrudan etkilediği bir yıl olduğunu ve sadece 2015 yılında en az 873 çocuğun önlenebilir sebeplerden yaşamını kaybettiğini görüyoruz. Yine, 2016’da da bu çocukların ölüm durumları bildiğimiz gibidir. Dokuz aydır süren ablukalardan ötürü yaşamını yitirenler içerisinde 102’si çocuktur. Yani bu dokuz aylık bir süreçte Şırnak’ta, Cizre’de, Silopi’de, Sur’da, İdil’de, Nusaybin’de yaşamını yitiren çocukların 102’sinin yaşam hakkının bile elinden alındığı bir süreci yaşıyoruz. Çocuklar ablukalarda yaşadıkları, yaşam haklarının ihlali, yaşamlarını kaybetmesi ve aynı zamanda birçok çocuğun orada yaralanmasına neden olmuştur. Yine, cezaevlerinde, sokaklarda çalışmak zorunda kalan çocuklar; yine, beslenemeyen çocukların beslenmemelerinden kaynaklı yaşamlarını yitirmeleri; yine, istismara uğramaları; yine, ifade özgürlükleri kapsamında özgürlüklerini kullanamadıkları için özelde de yaşamlarını cezaevinde geçirmek zorunda kalan çocuklar; yine, savaştan kaçarken sahillerde yaşamlarını yitiren çocuklar; sınırı geçmek istemeleri hâlinde, yine, vurulan ve sınırı geçemeyen çocuklar… Ne yazık ki bunları artırabiliriz. 2015 yılı, son beş yılın içerisinde çocuk ölümlerinin en çok olduğu bir yıl olarak kayda geçmiş olacak.

Bu süreçte ülkenin geçmişine büyük bir ayıp olarak kazınan çocuk katliamlarından yine listeden birkaç ismi ifade etmek istiyorum: Ceylan Önkol’u unutmadık, yine Uğur Kaymazları, yine Berkin Elvanları, yine Silopi’de top atışları sonucu katledilen 2 yaşındaki Esra Şalk bebeği, yine Cizre’de 3 aylık Miray bebeği ve ölü bedeni buzdolabında bekletilen 10 yaşındaki Cemile Çağırga’yı. Bunlar sadece birkaçıdır. Yine, Sur’da ekmek almaya giderken polis kurşunuyla yere yığılan 12 yaşındaki Helin Hasret Şen’i unutmadık. Yine, cenazesi hâlâ Sur’da bekletilen aileleri, hâlâ Sur’daki cenazesi bile alınamayan Rozerin Çukur’u asla unutmadık. Yine, ismini sayacağımız yüzlerce çocuğumuzu hâlâ unutmadık. Birkaç tanesini daha buradan anmak istiyorum: Çekvar Çubuk, Beytullah Aydın, Baran Çağlı, Emin Yanaş, Selman Ağar, Elif Şimşek, Tahsin Uray, Berat Güzel, Tevriz Dora, Bişeng Garan, Büşra ve Yusuf Akalın ve bunlar gibi yüzlerce çocuk bu süreç içerisinde katledildi ve yaşamını yitirdi. Bunlar, bahsettiğimiz abluka alanı içerisinde yaşamını yitiren çocuklardı.

Çatışmalı süreç boyunca çocukların yaşam haklarının ihlali dışında, korunma, eğitim, sağlık, güvenli bir ortamda yaşama gibi birçok hakkı bile ihlal edildi. Yaşamları abluka altına alınan çocuklar çok büyük yıkımlara tanık oldular. Bu çocuklar ebeveynlerini ve yakınlarını kaybettiler, annelerini ve babalarını kendi gözleri önlerinde kaybettiler, aileleriyle birlikte göç etmek zorunda kaldılar, yaralandılar, gözaltına alındılar, sokağa çıkma yasağının bulunduğu yerlerde okulların kapatılmasıyla eğitim haklarından mahrum bırakıldılar. Yine, sağlık hizmetlerine erişimleri engellendi ve tüm bu yaşadıklarının ağır psikolojik, sosyal ve ekonomik etkileriyle mücadele etmek zorunda kaldılar. Savaş ve şiddete doğrudan maruz kalan veya şiddete tanıklık eden çocuklar üzerinde geleceğe dönük izler bırakmakta, çocukların kişiliklerinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi önlenmektedir. Çocuklar savaş süreçlerinde üzüntü, kaygı, umutsuzluk, güvensizlik gibi duyguları yoğun biçimde yaşamakta, bunların etkilerini ileriki yaşamlarında hissedebilecekleri travmalarla karşılaşacaklardır. Bu sebeple, bahsi geçen uluslararası sözleşmelerden önce çocukların çatışma süreçlerinden zarar görmelerinin önüne geçmek üzere devletin öncelikle silahlı çatışmaların durması için demokratik adımları atması ve barışçıl çözüm yollarının geliştirilmesi gerekmektedir. Bizim bugün bunları konuşmamız gerekirken, ne yazık ki, bunları önlemekle birlikte, ancak Avrupa Birliği uyum yasaları içerisinde sorumluluğumuzu yerine getirmiş olacağız ama bunları tekrarlarsak, Avrupa Birliği sözleşmelerine uyumu gerçekleştiremezsek, ne yazık ki, bu vizelerin, bu uluslararası sözleşmelerin yasallaşmasının da bir anlamı kalmayacaktır.

Yine, Ensar Vakfının üstünü kapatarak, sadece bir bireye yükleyerek, o bireyin cezalandırılmasıyla çocuk istismarlarının önleneceğini zannediyorsak bunda da yanılmış olacağız. Biz, çocukları istismar eden birey/bireyleri değil sadece, kurumsal ve o zihniyeti ortadan kaldıracak bir yaklaşımı ele almak zorundayız. Bunları gerçekleştirmediğimiz sürece ne kadar yasa çıkartırsak, kanun çıkartırsak da yine de bunlar sadece kâğıt üzerinde kalacaktır.

Yine, aynı şekilde, bizler çocukların hak ve hukuklarını savunmak yerine Avrupa Birliğine uyum sürecini nasıl geliştirebiliriz, Avrupa Birliği sürecinde nasıl onların gözlerini boyayacak yasalar, tasarılar gerçekleştirebiliriz diye ifade ediyoruz. Oysa, bunları gerçekleştirebilmenin tek yolu pratik uygulamaların, yaşadığımız sorunların birebir çözümünden geçecektir. Biz çok net olarak şunu söyleyelim: Sadece cezaevlerinde 12-17 yaş arası çocukların olduğu toplam 2.373 kişi yer almaktadır. Cezaevlerine kapattığımız bu çocukları nasıl koruma altına alacağız, nasıl özgürlüklerinden, nasıl barıştan, nasıl adaletten söz edeceğiz? O yüzden, bunları ele alırken bütün çocukların yaşadıkları sorunları gidermenin yollarını arayacağız ve çocukların yaşam hakkı ihlalini ortadan kaldırmayı önümüze hedef olarak bırakacağız diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili Deniz Depboylu’ya aittir.

Buyurun Sayın Depboylu. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA DENİZ DEPBOYLU (Aydın) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Saygıdeğer milletvekilleri; 280 sıra sayılı Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’yla ilgili olarak konuşmak üzere, Milliyetçi Hareket Partisi Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Her birinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, bugün Mardin’de şehit düşen askerlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve yüce Türk milletine sabır diliyorum. Yine, tüm şehitlerimize ve Kilis’te yaşamını kaybeden vatandaşlarımıza da Allah’tan rahmet diliyorum.

Değerli milletvekilleri, boşanma, eşler kadar çocuklar için de zor bir süreçtir, yıpratıcı bir süreçtir. Şimdi, üzerinde konuştuğumuz kanun da bu boşanma sonrasında çocuğun haklarını korumaya yönelik, çocukların üstün menfaatini korumaya yönelik bir kanun tasarısı olmaktadır.

Boşanma neden çocukları yıpratır? Çocuğun güven ihtiyacı vardır. Bu güven ihtiyacı sadece fiziksel ihtiyaçları için değil, korunma ihtiyacı için de değil, bu, psikolojik anlamda da çocuğun en önemli ihtiyaçlarından biri olduğu için önemlidir. Çocuğun güven içerisinde, güven duygusuyla yaşamasını sağlayan anne ve babası, ailesidir. Eğer bu aile bir arada olmayı başaramaz, bütünlüğünü koruyamaz ve eşler boşanmaya karar verirse tabii ki eşler arasındaki karı kocalık ilişkisi biter ancak anne-babalık görevi devam eder.

Maalesef, ülkemizde gördüğümüz birçok boşanma olayında şahıslar arasında, eşler arasında anlaşmanın sağlanamadığı ve birçoğunda çekişmeli boşanmalara giden süreçlere şahit oluyoruz. Bunu etkileyen birçok sorun var; nafaka sorunu var, velayet sorunu var, yine en kötüsü icra yoluyla görüşmeye varacak kadar anne-babanın çocukları üzerinden kurduğu birbirlerine yönelik öfkelerini tatmin etme yolu var. Bütün bu konuları uluslararası sözleşmede ele alırken kendi iç hukukumuzda da dikkate alarak çözmemiz gerekmektedir.

Nafaka sorununda sadece kadınlar değil erkekler de mağdur durumdadır. Üç gün evli kaldıktan sonra bir ömür boyu nafaka ödemeye mahkûm olan erkekler de söz konusudur. Adalet Bakanımızdan özellikle bu konu üzerinde ve velayet, özellikle de icra yoluyla çocuk görme konusundaki sorun üzerinde çalışılmasını rica ediyorum. İcra yoluyla çocuk görme, sadece anne-baba açısından değil, çocuk üzerinde de çok yıkıcı etkileri olan bir sorundur.

Gurbetteki vatandaşlarımızın yurt dışında aile birliğini korumak konusunda yaşadığı birçok sorun var. Bir kere, birbirini tanımadan yapılan evlilikler söz konusu. Özellikle yeni kurulan aileler için Türkiye’den gelin ya da damat getirmek, birbirini tanımadan evlenen eşler arasında sorun yarattığı gibi ailelerin kurduğu baskı bu sorunları daha da büyük hâle getirmektedir.

Yabancı uyruklu şahıslarla yapılan evlenmelerde ise daha farklı sorunlar karşımıza çıkmakta, ki takdir edersiniz, yabancı uyruklu vatandaşlarla sadece yurt dışında değil yurt içinde de evlilikler artmış durumdadır.

İlk ve ikinci kuşaktan sonra –ikinci ve üçüncü kuşak diyebiliriz- nispeten yaşadıkları ülkeye uyum daha fazla, ancak daha iyi eğitim almışlar ama boşanma konusunda yardım süreçlerinden mahrum yaşamaktadırlar. Burada boşanma konusunda belki daha cesaretli görünüyorlar ama yine boşanma sonucunda oluşan anne-baba arasındaki tartışmalar, yine nişan döneminde bile ayrılırken yaşadıkları sorunlar aynı ülkemizdeki gibi orada da devam etmekte.

Boşanma bazen gerekliliktir. Öyle evlilikler vardır ki, evliliğin sürmesi değil, boşanmak bazen çitlerin hayrına olabilir. Boşanma konusunda Türk vatandaşlarımız yaşadıkları ülkelerde boşansalar bile Türkiye'de yasal işlemin kabul edilmediğini, Türkiye'de tekrar avukat tutup dava açmak zorunda kaldıklarını, bu nedenle de mağdur olduklarını belirtmektedirler. Yine bu sorunun da çözülmesini de beklemektedirler.

Bunun dışında, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın –madem uluslararası bir anlaşmayı imzalıyoruz, uluslararası sorunları da ele almamız gerekiyor- yaşadığı sorunlara da biraz dikkat etmek gerekiyor özellikle aile bütünlüğüyle ilgili. Hayatın yoğun koşuşturması içinde genç, yaşlı, kadın-erkek herkesin çalışması gerektiğinden maalesef yurt dışında yaşayan ailelerimizin birbirine ayıracak zamanı kalmamış. Aileler kendilerinin çalışma temposu dolayısıyla uzak kaldıkları değerlerine çocuklarının sahip olmasını isterken bu sefer çocukların üzerine daha farklı yükler binmiş. Hafta içi bulundukları ülkenin eğitim standartlarında eğitimlerini alırken yine kültürlerini, dinlerini, dillerini öğrenmek için bu sefer hafta sonu da eğitime tabi tutulmak durumundalar.

Yaşadıkları ülkeye ilk gelen ailelerde anne ve babalar çalıştıkları için çocuklarıyla yeterince ilgilenememiş ve maalesef bu çocukların boşta kalması, yanlış alışkanlıklar edinmesi daha farklı sorunlar yaşanmasına sebep olmuştur. İlk giden nesil yabancı ülkede eğitim görmüş, Türkçe dışında farklı dilde düşünen torunları arasında da anlaşma sorunu yaşamaktalar. Biliyorsunuz bizim kültürümüzde dede-torun, anneanne-babaanne-torun ilişkisi çok önemlidir ve kültürün kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlar ama üçüncü nesilde yaşayan çocuklarımız, Türk vatandaşlarının çocukları dil farklılığı nedeniyle, yabancı bir dille de düşünme alışkanlığı kazanmaları sebebiyle bu kuşaklar arasındaki çatışma fazlalaşmış, birbirlerini anlayamayacak hâle de gelmişlerdir. Yaşadıkları yabancı toplumda var olan aile içi ilişki yapısı ailelere de olumsuz yansıyor, bazen Türk aileleri onları daha özgür bulup kendisini baskı altında hissedebiliyorlar. Yine, anne ve babaların ayrı, boşanmış yaşamaları, ebeveynlerin birbirlerini, çocuklarını kötülemeleri burada da görülmekte. Yabancılara karşı ön yargılı yaklaşımlar gençlerde öz güven eksikliğine, bu eksiklik de toplumda pasif olmalarına yol açmaktadır. Bunun sonucunda dili, dini, kültürü, geleneği farklı toplumda olmaları neticesinde iki kültürün kıskacı arasında kalmakta ve toplumla bütünleşmekte zorluk yaşamaktadırlar. Gençlerin ergenlik döneminde okullardan başlayarak bazı kötü alışkanlıklar edinmesi, alkol, uyuşturucu, gençlerin ergenlik dönemleriyle ilgili bu sorunlara bedensel, ruhsal değişimle beraber yaşanan uyum problemleri de eklenince çocuklarımızı, gençlerimizi daha zora sokmaktadır.

Yine, biz yakın zamanda, Aile Bütünlüğünü Koruma Komisyonu olarak Danimarka ve İsveç’te Türk göçmenlerimizle birlikteydik. Oradan edindiğimiz bir bilgi var, dediler ki kendileri: “Kız çocuklarının yüzde 36’sı, erkek çocuklarının yüzde 10-12’si üniversiteye gidiyor. Bu durumda, kızlar eğitimlerini tamamlıyor ama erkekler erken dönemde iş hayatına atıldıkları için bu sefer kız çocukları kendilerine eş bulmakta zorlanıyor.” Bu da yabancı uyruklu erkeklerle evlenmek durumuna getiriyor ki, bizim Türk vatandaşlarımızı biraz kaygılandırıyor.

Yine, yaptığımız görüşmelerde Türk vatandaşlarımız Türk televizyon kanallarını ve özellikle de evlilik programlarını şikâyet ettiler bize. Yani bu evlilik programları sadece bizim ülkemizin sınırları içerisinde değil, yurt dışında yaşayan tüm vatandaşlarımızı da olumsuz etkilemekte ve kendileri bunu dile getirmekte, şikâyet etmektedirler.

Bazı ülkelerde katı göç yasaları var. Bu, vatandaşlarımızı zora sokmakta, vatandaşlarımızın yasaları, kanunları iyi bilmemesi sebebiyle de sıkıntılarını artırmaktadır. Ve özellikle dile getirmek istiyorum, maalesef, koruyucu aile sorunu var. Biz Danimarka’da Öztürk ailesiyle görüştük. Size biraz bu konuda bilgi vermek istiyorum.

Öztürk ailesi yeni evlenmiş bir çift. Evlendikten sonra eşi hamile kalıyor ve bebek doğduğu gün anne babanın elinden alınıyor. Çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Burada bir ebe hemşire göz teması kuramıyor diye şikâyet ediyor anneyi ve anneye bir zekâ testi uygulanıyor. Zekâ testi Türkçeye çevrilmemiş, uygulayan Türk değil, Türk kültürüne uyum çalışması yapılmamış. Anne yarıda bıraktığı hâlde çocuk alınıyor, bir başka koruyucu aileye veriliyor. Onların yasalarına göre, koruma altına alınan çocuğun önce aile yakınlarına, sonra aynı etnik grupta bir aileye, sonra başka bir etnik gruba verilmesi gerekirken maalesef bu yasalar dikkate alınmıyor ve Türk aileden alınan çocuk direkt Danimarkalı, İsveçli, Norveçli bir aileye verilebiliyor, farklı kültürden.

Burada karşımıza çıkan ayrı bir sorun, Türk ailelerin koruyucu aile olmaktan çekindikleri dile getiriliyor. Şu kadarını ifade edeyim ki velayet sorunu çok önemli. Çocuklarımızın koruyucu ailelere verilmesi de çok önemli ama oradaki ailelerin ciddi anlamda yardıma ihtiyacı var. Boşanma sürecinde, aile birliğini koruma sürecinde, anne baba eğitimi konusunda ve her türlü hak ve kanunu öğrenebilmeleri için, haklarını öğrenebilmeleri için ciddi yardıma ihtiyaçları var, bizden destek bekliyorlar.

Bu konuda gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini hatırlatıyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Depboylu.

Şimdi, gruplar adına 1’inci madde üzerinde son söz İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’a aittir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Tanal’ı kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.

280 sıra sayılı Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarı’sı üzerinde söz almış bulunmaktayım.

Tabii, sözleşmeye baktığımız zaman, keşke konuyla ilgili bakan burada olmuş olsaydı, belki -prensip olarak- hukuk literatürü üzerinde, bazı olaylar üzerinde daha net konuşabilir idik. Çünkü, bizim, burada, sözleşmenin 2’nci maddesi “Bu Sözleşme, çocuklara, doğdukları andan 18 yaşına gelene kadar uygulanır.” diyor Sayın Bakan. Yani, uluslararası sözleşmelere göre “18 yaşına kadar olan herkes çocuktur.” diyor.

Şimdi, Anayasa’mızın 90’ıncı maddesinin beşinci fıkrası da “İç hukukla uluslararası sözleşme eğer çatışma hâline girerse uygulanacak olan hukuk, imzalamış olduğumuz sözleşmelerdir.” der. Buradan hareket ederek biz bu sözleşmeyi destekliyoruz, onaylıyoruz. Ancak, bizim Medeni Kanun hükümleri uyarınca Sayın Bakan, 16 yaşını doldurmuş olan çocuk, anne ve babanın muvafakatiyle evlenebiliyor. Peki, 16 yaşını doldurmuş olan çocukların anne ve baba muvafakatiyle evlenmesi hâlinde, imzalayacağımız, yürürlüğe girecek olan bu sözleşme uyarınca sorun ortaya çıkmayacak mı? Sorun çıkacak. Peki, bununla paralel olarak, Medeni Kanun’daki hükümleri de düzenlemiş olsanız daha iyi olmaz mı? Olur.

Sadece bu mu? Aynı şekilde, 18 yaşını doldurmamış olan çocukların “yasal rüşt” dediğimiz, “yasal ergin” dediğimiz, mahkeme kararıyla kişinin reşit olmasını sağlayan hükümlerimiz var Medeni Kanun’da. Aynı şekilde, o hükümleri uyguladığımız zaman yine uluslararası bu sözleşmelerle çelişmeyecek mi? Çelişecek.

Biraz önce Milliyetçi Hareket Partisinin sözcüsü sayın hatip burada konuşmalarında dile getirirken dedi ki: “Yurt dışındaydık.” Değerli arkadaşlar, Danimarka’da, İsveç’te 18 yaşındaki çocuk, anne-baba muvafakat etse de evlenemez, mahkeme kararıyla da evlenemez. “Asıl olan, çocuğun 18 yaşını doldurması ve doğal yaşına gelmesi, çocuğun gelişimi açısından, hem aile kurumu açısından hem toplum açısından yararlıdır ve bu zorunluluktur.” diyor ve 18 yaş altındaki bu tür evlilikleri ve bu tür reşit olmayı kabul etmiyor. Peki, olmayınca alelacele “Efendim, biz vizeyi alacağız, bu 72 ev ödevini alalım.” Bunlar gayet rahat, bu işi çok iyi biliyorlar, çok iyi biliyorlar ki Avrupa Birliği ülkeleri bu kandırmaya, bu dolanmaya gelmez.

Ana muhalefet partisi olarak -biraz önce sayın grup başkan vekilimiz de anlattı- geçmişte yaptığımız uyarılar iki sene sonra, üç sene sonra tek tek karşınıza çıkıyor. Aynı şekilde, yaptığımız ve yapmaya devam edeceğimiz bu uyarılar gerçekten karşınıza çıkacak.

Şimdi, burada “velayet” deniliyor. Peki, arkadaşlar, yurt dışında boşanan vatandaşlarımız velayetle ilgili, çocuklarının korunmasıyla ilgili büyük sıkıntılar yaşıyor. Nedir? Tanıma ve tenfizle ilgili tebligatlar yapılamıyor. Peki, tebligatın çözümü yok mu Sayın Bakan? Tebligatın çözümü var, şu: Deyin ki: “Yurt dışında boşanan çiftler, iddet müddeti geçmişse -yani, bizim mevcut olan Medeni Kanun’daki iddet müddeti üç yüz gündür- tebligata gerek kalmaksızın mahkeme kararıyla, tanıma, tenfizi yerine getirin.” Niçin? Şimdi boşanma kararlarında tanıma, tenfiz yerine getirilmiyor değerli arkadaşlar veya geç yerine getiriliyor. Şimdi, bir tanesi yurt dışında evleniyor; evlendikten sonra çocuk dünyaya geliyor. Bu çocuğun babası kim? Oradaki devlet diyor ki: “Bu çocuğun babası, benim hükümlerime göre, son evlilik yapan kişidir.” Türk kanunlarına göre de “Efendim, bu karar hâlen benim nezdimde tanınmadığı için bu çocuğun babası ilk kocadır.” Arkadaşlar, böyle absürt bir şey olmaz. Bunu düzeltecek olan yer de siyaset kurumu olan Parlamentodur. Burada vatandaşlarımız bu konuda çok mağdur. Gerçekten büyük sıkıntılar yaşanıyor çocukların tanınmasında, tenfizinde.

Geliyoruz nafaka kısmına. Nafaka kısmını da, arkadaşlar, yurt dışında devletler şöyle çözümlemiş -ve bu sözleşmenin zaten gereklerinden bir tanesi de o- sosyal devletin gereği olarak anne-babaya eğer mahkeme kararıyla nafaka takdir edilmişse, onu ödeyemiyorsa, yine eğitim yaşamını, sosyal, kültürel yaşamını, kreşten tutun, spor okullarından tutun, yaz tatilinden tutun, yabancı dil eğitimden tutun, ana dil eğitiminden tutun çocuğun ne ihtiyacı varsa gelişimi için gayet rahat devlet bunu karşılıyor zaten. Bizim ilk önce kendi iç hukukumuzdaki bu ev ödevlerimizi de yapmamız lazım değerli arkadaşlar. Bu ev ödevlerini yapmadan bunu yapmak… Evet, destekleyeceğiz ama bunları da size hatırlatmakta yarar var.

Tabii, çocuk hakları derken, değerli arkadaşlar, Şanlıurfa’da çocuk hastanesinde her yatakta 2 çocuk yatıyor. İlk önce, Şanlıurfa’daki bu çocuk hastanelerini ve gerçekten, her yatakta 2 çocuğun yatma olayını düzeltmek lazım. “Çocuk hakları” diyoruz. Ve burada, Şanlıurfa’da kadın doğum hastanesinde aynı durum söz konusu.

Değerli arkadaşlar, ben Şanlıurfa’dan 1982’de hukuk fakültesini kazandıktan sonra ayrıldım. O dönemdeki kadın doğum hastanesi aynı kadın doğum hastanesi. Yıl 1982, yıl 2016. Çocuk hastanesi derseniz yine aynı sıkıntılar.

Bakın, değerli arkadaşlar, Şanlıurfa, milattan önce 8000’li yıllarda tarımın yapıldığı, ilk yerleşimin yapıldığı yer. Şanlıurfa’da şu anda günde sekiz saat ile on iki saat arası elektrik kesiliyor. Şanlıurfa’da günde sekiz saat ile on iki saat arası… Sadece Şanlıurfa değil, Mardin de aynı durumda, Diyarbakır da aynı durumda. Hem sanayi zarar ediyor hem tarımla uğraşan vatandaşımız zarar ediyor. Şimdi, güneydoğuda yaşayan vatandaşlarımız diyorlar ki: “Ya, arkadaş, keşke biz de Suriyeli olsaydık, Suriye’den gelseydik.” Çünkü burada Suriyeliler dükkân açtığı zaman vergi levhası yok, çalışınca sigortası yok, denetim yok. Bu bir haksız rekabet doğuruyor ve orada göç başlıyor değerli arkadaşlar. Bir yandan diyorsunuz ki: “Efendim, biz terörle mücadele ediyoruz.” Arkadaşlar, oranın elektriğinin günde sekiz saat ile on iki saat arası kesilmesiyle bu insanları âdeta bir başka göçe zorluyorsunuz. Burada yapabileceğimiz olay… Vatandaş orada diyor ki: “Efendim, Suriye’de DEAŞ var, Urfa’da DEDAŞ var.” Böyle bir şey olabilir mi? Şimdi, Urfa’da elektrik niçin özelleştirildi, sebebi neydi? Elektriğin özelleştirilmesinin sebeplerinden bir tanesi…

Gerçi Meclis Başkan Vekilimiz, o da Adıyamanlı, orada da kesiliyor elektrikler Sayın Başkan. Yani, sizin durumunuz nedir, bilemiyorum; hiç kimse durumunuzu dile getirmiyor, onu da söylemiş olayım ben.

1) Kaliteli elektriğin verilmesi lazımdı.

2) Verimli elektriğin verilmesi lazımdı.

3) Altyapı tesislerinin yapılması lazımdı ve bunların hem güçlendirilmesi hem de yenilenmesi gerekiyordu.

4) Vatandaşa ucuz ve kaliteli elektriğin verilmesi gerekiyordu.

Bu gerekçelerden dolayı özelleştirildi.

Peki, sulama birliklerinin borcu varsa… Arkadaşlar, sulama birliğine hacze gitmiyorsunuz, komple vatandaşın elektriğini kesiyorsunuz. Hani suçta ve cezada kanunilik ilkesi vardı, hani herkes kendi eyleminden sorumluydu? Bir köyde 3 kişi elektrik borcunu ödememişse veya 10 kişi ödemeyip de 5 kişi ödemişse hepsinin elektriğini kesmek hangi hukuka sığar, hangi adalete sığar, hangi düzene sığar?

Şimdi, Şanlıurfa’da gerçekten en fazla oy verilen siyasi parti Adalet ve Kalkınma Partisi ama hizmetin en az gittiği yer de Şanlıurfa değerli arkadaşlar. Yani Urfalılara yazık günah değil mi? Size bu kadar oy veriyorlar, size bu kadar destek veriyorlar. Bu yazın sıcağında sekiz saat ile on iki saat elektriksiz bırakmak savaş ortamında bile yapılmıyor arkadaşlar.

Onun için, ben buradan hepinizi -siyasi iktidarı- Şanlıurfalılar karşısında takındığınız bu tavır ve tutum karşısında gerçekten adaletli davranmaya davet ediyorum. Siyasi iktidar olarak 11 Nisanda Bakanlar Kurulunu Urfa’da topladınız, elektrik sözü verdiniz, “Kesilmeyecek.” dediniz ama hâlen elektrikler kesik.

Ben tekrar teşekkür ediyorum, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tanal.

Yalnız Adıyaman’da teknik arıza dışında kesinti olmuyor Sayın Tanal.

Diliyoruz ve umuyoruz, tabii ki tüm şehirlerimizde aynı şekilde, aynı duyarlılıkla devam eder ve tüm şehirlerimize de, Şanlıurfa’ya da hizmet olduğu gibi devam eder.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkanım, siz bana sataşmada bulundunuz. Adıyaman’ın hâlen pis lağım suları Fırat’a akıyor. Yani, hâlen Belediye o kanalizasyon işlemini bitirmemiş durumda. Yani, ben hangisinden bahsedeyim?

BAŞKAN – Yok yok, arıtma bitti Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Elektrikler kesik. Kâhta’nın Huni köyünden bana haberler geldi, gayet rahat onu da söyleyeyim ben size.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Böylece, 1’inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı istiyoruz.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.18

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.32

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

280 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesinin oylaması sırasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

1’inci maddeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

Şimdi, 280 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde söz isteyen, Halkların Demokratik Partisi Grubu Adına Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman. (HDP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Adıyaman.

HDP GRUBU ADINA MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 280 sıra sayılı Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Değerli milletvekilleri, tabii, uluslararası nitelikte olan bu sözleşmelerin kabulü, bunların onaylanması, şeklen Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde ve Avrupa müfredatına uygun olan bu sözleşmenin imzalanması veya kabul edilmesi çocuk hakları bakımından önemli bir gelişme ama tabii sadece bu sözleşmenin imzalanması veya bu sözleşmeye taraf olmak yetmiyor çünkü öncelikle, uluslararası bir nitelikte olan bu sözleşmenin ötesinde, ülkemizin içinde bulunduğu koşullar ve ülke mevzuatımız açısından çocukların içinde bulunduğu durum aslında içler acısı.

Bakın, Türkiye, bunun gibi, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni de imzalamış ama bu sözleşmeyi imzalarken -tıpkı benzer uluslararası sözleşmelerdeki gibi- temel insan hakları veya siyasal haklara ilişkin sözleşmeleri imzalarken hep çekincelerle bu sözleşmeler imzalanır. Çekincelerin temelinde yatan şey, aslında Türkiye’de maalesef Kürt sorununun henüz çözülememiş olmasından kaynaklı. Çünkü, imzalanan her sözleşmede karşısına Kürtlerle ilgili veya Kürtlerin temel haklarına ilişkin sorunlar çıkacağından buna yönelik tüm maddelere çekinceler konulur. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde de birçok çekince olmakla beraber özellikle ifade özgürlüğü, kendi kültürünü yaşatma ve kendi ana dilinde eğitim haklarına ilişkin 17, 29 ve 30’uncu maddelere çekince konulmuş gözüküyor.

Tabii, bunun yanında, bugün uygulamada maalesef çocukların hakları… Çocukların yaşama hakkı, eğitim, sağlık hakkı gibi haklardan Türkiye’de çocuklar ciddi anlamda mağdur durumda bulunmaktadır. Mesela, sokağa çıkma yasakları başladığından beri, bu sokağa çıkma yasaklarının salt uygulandığı ve abluka altındaki il ve ilçelerde bugüne kadar katledilen çocuk sayısı 103 civarında.

ALİM TUNÇ (Uşak) – Terörist onlar, terörist.

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Devamla) – Devletin temel yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle ortaya çıkan yaşam hakkı ihlallerinin yanı sıra toplumsal olaylarda birçok çocuk ağır suçlamalarla tutuklanmakta, karakollarda, sokaklarda, cezaevlerinde kolluk güçleri tarafından şiddete maruz bırakılmaktadır. Çocukların yaşam, barınma, sağlık ve eğitim hakları hususunda devlet üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemiş ve çocuklar unutulmuştur. Bu da göstermektedir ki uluslararası sözleşmelere taraf olmak, çocuklara haklar tanımak sadece kâğıt üzerinde kalmaktadır. Her yeni yasal düzenlemeyle çocukların maruz kaldığı sorunlar dile getirilip bunlara birtakım çözüm önerileri getirilmekte ise de sorunların azalması yerine her geçen gün çocukların yaşadığı sorunlar artmaktadır.

Kamu görevlilerinin faili olduğu birçok çocuk ölümü cezasız kalmakta, failleri âdeta sistematik bir şekilde ödüllendirilip serbest bırakılmaktadır. Bunun en acı örneği, geçmişte, Uğur Kaymaz, Medeni Yıldırım davasında ve Roboski’de katledilen 17 çocuğun davasında görülmüştür. Kamu görevlilerinin çocuklara yönelik işlediği suçların cezasız kalması kamuoyunda “Faili kamu görevlisiyse fail cezasız kalacaktır veya ceza yoktur.” kanaati oluşturmaktadır.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bütün bunlara ilişkin pek çok veri var. Mesela, son olarak Gündem Çocuk Derneğinin yayımladığı bir raporda genel olarak Türkiye’de çocuklara yönelik, devletin negatif sorumluluğundan kaynaklanan, negatif görevlerini yerine getirmemesinden kaynaklanan istatistikler var. Örneğin, bu rapora göre 2005 yılı içinde yargısız infaz sayısı 61, silahlı çatışmada 1, çatışma atıkları, askerî mühimmat ve mayın gibi nedenlerle ölen çocuk sayısı 5.

Yine, kamu görevlilerinin ihmali sebebiyle yaşam hakkı ihlalleri var. Mesela, eğitim hizmeti alırken 15 çocuk, sağlık hizmeti alırken 11 çocuk, barınma hizmeti alırken 8 çocuk, kapatılma veya alıkonulma yerlerinde 1 çocuk, sokakta 1 çocuk; toplamda 103 çocuk; 2015 yılı içinde devletin negatif görevlerini yerine getirmemesinden kaynaklı çocuk kayıpları söz konusu.

Aynı şekilde devletin bir de pozitif görevlerini yerine getirmemesinden kaynaklı raporda yer alan bilgiler var; mesela, intihar ve bombalı saldırılar sonucu 6 kayıp, nefret cinayetlerinde 1 kayıp.

Yine, ev içi şiddette 18 çocuk kaybı, akran şiddetinden 8 çocuk, çocuk cinayeti olarak 16 çocuk, çocuk evliliklerinden kaynaklı 4 çocuk, uyuşturucu kullanımından 4 çocuk, intihar kaynaklı 35 çocuk, bireysel silahlanma kaynaklı 30.

Yine, ihmal sonucunda yaşanan hak ihlalleri var. Mesela, trafik kazalarında 186 çocuk, bisiklet kazalarında 17 çocuk, ev içi fiziksel güvenlik ve ev kazalarından kaynaklı 62 çocuk, yangınlar nedeniyle 24 çocuk, zehirlenmelerden 20, elektrik ve yüksek gerilim çarpmalarından 7 çocuk, kentsel ve kırsal açık alandaki olaylardan 142 çocuk, iş yeri ölümlerinden 55 çocuk, iş yeri kazalarından 10 çocuk, afetlerden 4 çocuk, mülteci çocuk geçişi yapılırken –bu daha çok Suriye’den geçenler- 59 çocuk, mülteci çocuk işçi ölümleri 11, mülteci çocuk barınma merkezlerinde 6 ve diğer nedenlerle 26, bir de ayrıca Türkiye’de yabancı ölen çocuk sayısı 6 ve toplamda 875 kayıp söz konusu.

Bu istatistiklerde izah ettiğimiz veriler devletin negatif veya pozitif sorumluluğunu yerine getirmemesinden kaynaklı ölümler yani adli vakalardan veya sair kazalardan kaynaklanan çocuk ölümlerini ayrı tutuyoruz.

Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, sadece yasaların Mecliste onaylanması veya salt vize serbestisi kaygısıyla… Mesela 1995 yılında imzalanan bu önümüze gelen sözleşme, 2002’den bu tarafa iktidarda olan AKP Hükûmeti tarafından nedense bu Meclise getirilmiyor. Toplam on dört yıldır iktidarda. On dört yıl boyunca bu yasa aslında imzalanmış, uluslararası devletlerce uygulamaya geçirilmiş ama yirmi yılı aşkın bir süredir Meclis huzuruna getirilmiyor ama son işte hazirana iki ay kala apar topar salt vize serbestisi kaygısıyla, buna yetiştirelim kaygısıyla tartışılmadan -gerekli samimiyet ve inançla getirilmiyor- şeklî bir görev, Avrupa Birliğine karşı diplomatik bir avantaj elde etme kaygısıyla getirilen bu yasa dileriz, umarız salt bu saikle getirilmiş olmasın, pratikte, uygulamada da, buna uygun iş mevzuatımızda da var olan yasalar hayata geçirilsin, tatbik edilsin ve çocukların uluslararası boyuttaki koruması ülke içinde de gerçekleşmiş olsun diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı istiyoruz.

BAŞKAN – Oylamaya geçmeden önce karar yeter sayısı talebi vardır.

2’nci maddeyi kabul edenler… Etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir.

Şimdi 3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Adıyaman Milletvekili Behçet Yıldırım konuşacaktır. (HDP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Yıldırım.

HDP GRUBU ADINA BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

280 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde partim ve grubum adına görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım.

Konuşmama başlamadan önce dün Ankaragücü-Amedspor maçında yapılan ırkçı ve faşist saldırıyı şiddetle kınadığımı belirtmek istiyorum. Kim bu şiddet ortamını yaratmışsa bunları da şiddetle kınıyorum.

Velayet sorumluluğu ve çocukların korunması hakkındaki bu yasa tasarısı özellikle çocuk haklarıyla ilgilidir. Sözleşme içeriğinden önce, söz konusu çocuklar olunca ülkemizin karnesini bir değerlendirmek gerekir.

Sözlerime Yaşar Kemal’in şu cümlesiyle başlamak istiyorum: “Zamanın bütün yaraların ilacı olduğu büyük bir yalan. Zaman öldürülmüş bir çocuğun yaralarını iyileştiremez.”

Çocuk haklarına ilişkin olarak Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, iç hukukun ayrılmaz ve tartışılmaz bir parçasıdır ve temel haklar ve özgürlüklerle ilgili mesele söz konusu olduğunda iç hukuka üstünlük taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, devletlere, silahlı çatışma ortamlarında çocukları bütün zararlardan koruma ve haklarını güvence altına alma yükümlülüğünü getirmiştir. Devletler, silahlı çatışma ortamlarında sivilleri ve özellikle çocukları korumak ve her türlü işlemde çocuğun yararına öncelik vermekle yükümlüdür. Sadece savaşlarda değil, her türlü silahlı çatışma ortamında, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 38’inci maddesi başta olmak üzere, tamamı askıya alınmaktadır.

Uluslararası sözleşmeleri sadece imzalayan bir ülke konumundayız. Bunu, kendi ülkesinin vatandaşları ve çocuklarını koruma gibi bir önceliğimiz yoktur. Öyle bir hâle geldik ki, Avrupa Birliği ve uluslararası camianın baskısı olmasa demokratik değerleri benimseyen tek bir yasa çıkarmayacağız. Bütün özgürlükçü yasalarımızı Avrupa Birliği mevzuatına uyum ve raporlarda belirtilen eleştirileri kâğıt üzerinde karşılamak üzere düzenliyoruz ve insanlığın ortak değeri olacak hak ve özgürlükler konusunda imzaladığımız her türlü uluslararası belge sadece kâğıt üzerinde kalmakta ve ne yazık ki uygulamaya yansımamaktadır. Bunun başlıca sebebi, hak ve özgürlükleri içselleştirecek, demokratik değerleri savunan bir siyasi iradenin olmayışıdır. Hiçbir hak yoktur ki mevzuata işlenebilsin. Ancak, kafalara, ruhlara işlenebilmesi için ayrı bir empati, ayrı bir hoşgörü, ayrı bir olgunluk gerektirmektedir.

Bakın, demokratik değerleri içselleştiren bir siyasi irade döneminde çocukları koruyan düzenlemelere imza atıyoruz ya, çocukları koruyoruz ya, eğer çocukları korumuş olsaydık 2013 yılında polis tarafından gaz fişeğiyle yaşam hakkı ihlaline uğrayan 15 yaşındaki Berkin Elvan ölmezdi.

Avrupa’ya ulaşabilmek için Akdeniz’i geçerken yaşanan kazalarda ölenlerin yüzde 30’u mülteci çocuklar ve bu çocukların ölümünü engellemek için Avrupa’dan para isteyen bir ülkeyiz. Ege’de karaya vuran, Aylan Kurdi’nin cesedi değil, Hükûmetin vicdanıdır. İstenseydi, sıkı bir denetimle o kadar çocuk Ege sahillerinde ölmezdi, denizlerde boğulmazdı.

Yine, savaşın en büyük mağdurları çocuklardır. Sokağa çıkma yasağı uygulamaları sonrasında yaklaşık 500 bin çocuğun en temel yaşam ve sağlık hakkının ihlal edildiği bildirilmektedir. Yüzlerce çocuğun yaşamını yitirdiği belirtiliyor. Annesinin kucağında çocuklar öldürüldü; çocuklar, sokak ortasında yatan annesinin cenazesini günlerce seyretmek zorunda kaldı. Çocuk cenazeleri derin dondurucularda bekletildi. Cizre’deki ablukada halk çocuklarımız için bizden su ve mama getirmemizi istemişlerdi. Vekil olarak bu işi üstlendiğimi güvenlik birimlerine söyledim. Yanımda mama ve su vardı, “Hayır, götüremezsin.” dediler. “Hekimim, götüreyim, ambulansla gideyim.” dedim, maalesef abluka altındaki oradaki çocuklara bir su ve mama bile ulaştıramadım. Ölümden ve yaralanmalardan kurtulabilen çocukların evleri, sokakları, okulları yani güvenlik alanları havan topları, füzeler, mermiler ve bombalarla yıkılmaktadır. Çocukların bir kısmı, bu yıkımı geride bırakarak göçmekte, yoksulluk ve yoksunluk içerisinde yaşamaya çalışmaktadır.

Çocukları korumanın en kestirme yolu barışçıl bir ortamı sağlamaktan geçmektedir. Çocuklar için yükümlülüğümüz silahların susturulmasını gerektirmektedir. Çocukları koruyoruz ya, örnek kabilinden çok acı iki olayı hatırlatayım sizlere. Pozantı Cezaevi taciz, tecavüz iddiaları ne oldu? Pozantı’da tecavüz olayında, örneğin, sanıklar beraat etti ve genelde kamu görevlileri bu tür suçlarda cezasız kalmaktadır. Bu olaylarda genelde devlet kurumları, eğitim kurumları, bazen olayı kapatma ve görmezden gelmeye yönelebilmektedir. Bilindiği üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu konuyla ilgili “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleriyle öne çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz. Biz Ensar Vakfını tanıyoruz, hizmetlerini de takdir ediyoruz.” açıklamasıyla âdeta çocukları değil, vakfı koruyarak hiç çekinmeden çocuklara yönelik cinsel istismarı ve tecavüzleri meşrulaştırmaya gidebilecek beyanlarda bulunmuştur.

Ayrıca, Bakana şunu söylemek isterim: Bu bir kez olmadı, bu iktidar döneminde çocuk ve taciz olayları onlarca oldu. Pozantı Cezaevini unuttunuz mu? Bugünkü tavrın sonucu ne oldu biliyor musunuz? 2012’de Pozantı Cezaevine konulan çocuklara taciz ve tecavüz ettiği ortaya çıkan zanlılar hakkında açılan dava takipsizlikle sonuçlandı. Ülkede çocuklara yönelik istismarın önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması noktasında ihmali bulunan ve çocuk istismarıyla anılan vakıflar hakkında yaptığı açıklamalarla sorumluluğu bulunan vakıfların cezasız kalacağı konusunda kamuoyunda ciddi bir endişe ve güvensizlik yaratan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu hakkında verdiğimiz gensoru iktidarın oylarıyla reddedilmiştir. Demokratik ülkelerde istifa sebebi olan bu uygulamalar istifa etmek yerine, suçta ihmali olanları savunabilecek, onları koruyabilecek bir duruma gelmiştir. Çocukların yoksulluğundan ve yoksunluğundan çocuklara karşı işlenen suçlarda bir numaralı sorumlu devlet ve devleti idare eden hükûmetlerdir. Devletin, Hükûmetin çocukların yararını koruma yükümlülüğü mevcuttur. Ortada çok vahim iddialar var ve çocukların tacize, tecavüze uğradığı iddiaları var ve Bakanın önceliği Ensar Vakfını aklamaya yönelik beyanlarda bulunmak olmamalı.

İşte, çocuklara verdiğiniz önemin tablosu Pozantı Cezaevi ve Ensar Vakfı iddiaları hakkındaki tutumunuzla gün yüzüne çıkmıştır. Bu nedenle, ne yazık ki biz çocuklarımızı koruyan, çocuklarımızın yararını gözeten bir ülke değil; çocuk ölümlerine, çocuk tacizlerine seyirci kalan ve yer yer çocuk ölümlerine, çocuk tacizlerine farkında olarak veya olmayarak zemin hazırlayan bir ülkeyiz. Bütün bu onur kırıcı uygulamaların bir numaralı sorumlusu icra makamında olan Hükûmettir. Kendi adıma bu Meclisin bir üyesi olarak çocuklarımızı ölümlerden ve tacizlerden koruyamadığımız için de bütün çocuklarımızdan özür diliyorum. Umarım Hükûmet de kendi sorumluluğunun farkında olup bu çocuk ölümleri ve tacizleri nedeniyle özür diler ve sorumluluğunu hatırlayarak bir an önce yaşanan bu vahşetin hesabını verir.

Sözlerime Nazım Hikmet’in Bulutlar Adam Öldürmesin şiirinden bir dörtlükle son vermek istiyorum: “Koşuyor altı yaşında bir oğlan/ Uçurtması geçiyor ağaçlardan/ Siz de böyle koşmuştunuz bir zaman/ Çocuklara kıymayın efendiler." diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Böylece, tasarının maddeleri üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:

“Kullanılan oy sayısı         :       206

Kabul                               :       206  (x)

            Kâtip Üye                                Kâtip Üye

     Elif Doğan Türkmen                        Özcan Purçu

               Adana                                     İzmir”

Böylece tasarı kanunlaşmıştır, hayırlı uğurlu olsun.

Şimdi, 2’nci sırada yer alan, Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

2.- Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/698) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 281) (xx)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 281 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde gruplar adına ilk söz, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan’a aittir.

Buyurun Sayın Çelik Özkan. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

HDP GRUBU ADINA BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu üzerine grubum adına konuşma yapmak üzere söz almış bulunmaktayım. Ancak, öncesinde ben Başkan, sizden sessizliği sağlamanızı rica edeceğim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sayın hatip kürsüde konuşmalarına başladı. Sessiz olalım lütfen.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Devamla) – Şimdi, nafaka sürecine nasıl gelindiğine dair herkesin az çok bir fikri vardır. Öncesinde, elbette ki ortada bir evliliğin olması gerekir ve akabinde de bu evliliğin boşanma süreciyle karşı karşıya kalması gerekir ki nafakadan bahsedebilelim.

Şimdi, günümüzde evliliklerin teşvikini sağlamaya çalışan iktidarın politikaları ne yazık ki evliliklerin uzun sürmesine sebebiyet verememektedir, engel olmaktadır. Şöyle; iktidarın aileye yönelik yaptığı tüm düzenlemelerin hemen hepsi aileyi antidemokratik bir yapı hâline getirme çabasıdır. Nafakanın tahsil mevzusunun ortaya çıkması için az önce bahsettiğimiz gibi, elbette ki bir evlilik sözleşmesinin olması gerekir. İktidar partisinin politikalarının evlilikler ve boşanmalar üstündeki tahakkümü gün gibi ortadadır.

Erken yaşta evlilikler ülkemizin en büyük sorunlarından biridir. Özellikle kadınların toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirmekte, kadınların yaşamsal imkânlarının ve hayat tercihlerinin azalmasına sebep olmaktadır. İktidarın 3 çocuk politikasındaki amacı, kadınları doğurmaya teşvik ederek çalışabilir nüfusu yüksek tutup iş gücü piyasasının genişlemesini desteklemek ve böylece ücretleri düşürmektir. Evdeki kadın hem çocuklara bakacak hem düşük de olsa ek gelir getiren faaliyetlerle hane halkının ölmeden ayakta kalmasına yardım edecek.

Elbette aile içi cinsiyete dayalı iş bölümü kadının üzerinden şekillenmektedir. Kadınlar daha fazla çocuk yaptıkça bu çocukların bakımını karşılama yükü ailede ve tabii ki kadının üzerindedir. Kadınlar çocuk doğurdukça giderek iş gücü piyasasından çekilecek ve evlere kapanacaktır. Peki, çalışmaya devam eden kadınlar ne olacaktır? Zira, bütün kadınların ilk önce birer anne olduklarının söylendiği, dahası hissettirildiği bir toplumsal düzende çalışan kadının anne olma yükünden kurtulmuş kadın olduğunu kim iddia edebilir? İktidar, kadınlara “Çocuk yapın.” diyerek kadın bedeninin üzerinde daha fazla tahakküm geliştirmek istemektedir.

Herkesi evlendirmeye niyetli bir iktidarımız var, öyle ki üniversite öğrencilerine evliliğe teşvik için maddi destek sunulması bu politikalardan sadece bir tanesidir. Hepinizin bildiği üzere, 2013 yılında üniversite öğrencilerine evlilik kredisi verildi 10 bin TL. Bunun yanı sıra, evli olan üniversite öğrencilerine yurt imkânı sağlandı. Henüz gençlik yıllarında olan ve hayata dair hiçbir deneyimi olmayan öğrencileri evliliğe özendirme ve bunun üzerinden borçlandırma mantığını anlamak mümkün değildir.

Genç kadınların iş alanlarının daraltılıp evliliğin tek seçenek olarak dayatılması da yine önemli bir sorundur. Hükûmet bu dönem, kadınları ilgilendiren çok önemli yasa tasarılarını torba yasa yöntemiyle Meclis gündemine getirmektedir. Analık izni, kadınları yarı zamanlı çalıştırma, özel istihdam büroları ile kiralık işçilik uygulamasına dair düzenlemeler kadınların sosyal ve ekonomik yaşamdan temelden uzaklaştırılmasını öngörmektedir. Kadınların istihdama katılım oranının yükseltilip destekler biçiminde görünen ilgili tasarılarla esasında kadınların istihdama katılımını koşullara bağlayarak daha da esnek hâle getirmektedir. Tasarılarla kadınların istihdama katılımı değil, istihdamda yer alan kadınların çocuk doğurması teşvik edilmektedir. Kadınların iş alanlarından uzaklaştırılması için her türlü yasa ve mevzuatı önümüze koymaktasınız.

Bunun yanı sıra, kadına ev kadını olmaktan başka anlam yüklemeyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız var. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve başında olan Sayın Bakan Sema Ramazanoğlu’nun bugüne kadarki açıklamaları ve tutumu, ne yazık ki, kadınlara ev kadını olmaktan başka anlam yüklememektedir. Bu sebepledir ki Halkların Demokratik Partisi olarak kadın bakanlığının kurulması yönünde ısrarlı önerimiz devam etmektedir. Çünkü önerdiğimiz bu bakanlığın ülkedeki kadın ve çocukların sorunları üzerinde özel ve gerçekçi çalışma yürütmesi amaçlanmaktadır.

Yakın zamanda bir kamu spotu yayınlandı. Bu kamu spotunda, öyle düşünün ki, yapmamız gereken, çocuklara yaşama sevincini, hayata tutunma umudunu ve gelecek kaygısını gidermekken bu kamu spotunda -ben şahsen “çocuk” ve “gelin” kelimesini bir arada kullanmayı hiç sevmeyen ve doğru bulmayan biri olarak ancak anlamanız noktasında- ne yazık ki “çocuk gelin” dediğimiz görüntüleri, yayınları bu kamu spotlarında izledik. Bunlar da yine Hükûmetin politikalarıyla doğru orantılı yayınlardır.

Ancak bunların hiçbir tanesi evliliklerin kısa sürmesine ne yazık ki engel olamadı. Şöyle ki: Bir de bizim nafaka sürecine gelene kadar bir boşanma sürecini geçirmemiz gerekiyor. Boşanmalarla ilgili başvuruların yüzde 70’e yakınının kadınlar tarafından yapıldığı ve öncelikle sebeplerinin kültürel, sosyolojik, ekonomik ve toplumsal olarak aslında cinsiyete dayalı sebepler olduğu açıktır. Bu anlamda Hükûmet, şayet boşanmaları önlemek istiyorsa cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik çalışmalar da yapması gerekmektedir. Türkiye’de boşanma Hükûmet açısından öncelikli bir sorun olabilir ama bizim açımızdan öncelikli bir sorun olarak ortaya çıkmamaktadır. Hükûmet bir iyileştirme yapmak istiyorsa, kadın ve çocuklara yönelik psikolojik destek verme, hukuksal hizmetlere ulaşmayı kolaylaştırma, kadınların SGK’dan yararlanmaları için çeşitli çalışmalar ve düzenlemeler yapması gerekmektedir. Bunlar nafaka tahsilini de etkileyen faktörlerdir. İktidarın politikaları, teşvik ve çabaları, olağanüstü desteğine rağmen ülkede evlilikler uzun sürmemektedir.

Şunu söylemek lazım: Politikalarınız açık ve net bir şekilde mutsuz ve umutsuz bir toplum yaratmaktadır. Bireyleri evliliğe teşvik eden politikalara rağmen boşanma oranı son on yılda yüzde 38 artmıştır. TÜİK raporuna göre 2015 yılına yansıyan sonuç ise bir yılda, sadece bir yılda boşanmanın yüzde 5 artmış olduğudur. Özetle, iktidarın, bu politikaları kendi süzgecinden geçirmesi ve kadın endeksli bir politika yürütmesi elzemdir.

Gelelim tasarının konusuna: Nafaka. Hukuk fakültelerinde ne kadın hakları ne çocuk hakları diye bir ders vardır. Bunlar kendine özgü haklar ve çağımızda pozitif ayrımcılık gerektiren haklardır. Yani insan haklarının ötesinde bu kişilere özel haklar verilmesi gerekmektedir ki toplum gerçekten ileriye gidebilsin. Hukukçular ya da boşanma sürecine tanık olanlar nafaka sürecinin nasıl işlediğini bilir. Nafaka genelde çocuk ve kadın lehine hükmedilmektedir. Bazı istisnai durumlarda erkekler de nafaka hükümlerinden yararlanabilmektedir. Boşanmaların daha çok ekonomik sebeplerle gerçekleştiği ülkemizde yüklenen nafaka yükümlülüğünün yerine gelmemesi doğal bir sonuçtur. Tahsil edilemeyen nafakalar doğrudan icra yoluyla tahsil edilmeye çalışılmaktadır. Ancak bugün icra dairelerine gittiğimizde, icra dairelerinde bulunan dosyalara biraz baktığımızda, bir komisyon kurup oraya bir inceleme yaptığımızda göreceksiniz ki icra dosyalarının büyük çoğunluğu yine tahsil edilemeyen nafaka dosyalarıdır.

Bu noktada, nafaka yükümlüsü -burada da kalmıyor- şayet nafaka alacaklısı talep ederse, önerisi olursa, hepinizin bildiği üzere, nafaka yükümlülüklerini yerine getirmemekten kaynaklı olarak tutuklanabilmektedir de. Şu anki yasalar ve sistem ve uygulama hem kadını hem çocukları hem de nafaka yükümlüsünü olumsuz noktada etkilemekte ve mağdur etmektedir.

Kanun tasarısı elbette uygulanabilir olması hâlinde anlamlıdır. Bir, siz “Daha çok çocuk yapın.” dediğiniz bir topluma önce bu çocukların geleceklerini nasıl inşa edeceğinize dair politikalarınızı açıklayın. Böyle bir politika var mı? Yok.

İkincisi, emin olun ki nafaka borcunu ödeyemeyen ve belki de tam tersi, nafaka borcunun ödenmesini… Yani nafaka alacaklısı olarak şu anda ülkemizde sayısız insan şu soruyu size açık, net bir şekilde sorar: Siz daha henüz iç hukukta yani ülkenizdeki nafaka tahsilini sağlayamıyorken uluslararası düzlemde, uluslararası alanda nafaka tahsilini salt bir sözleşmeye taraf olmakla çözebilecek misiniz diye bir soruyla karşılaşmanız bizce çok doğal.

Sadece sözleşmelere taraf olmak kronik hâle gelen bu tahsil meselesini ne yazık ki çözemez. Nafakası ödenmeyen çocuğun mağduriyeti ise ayrı bir vaka. Bu çocuk -babaysa bu nafaka yükümlüsü ya da anneyse, fark etmiyor- kendisiyle ebeveyni yani annesi babasıyla olan ilişkisini sadece bu bağa bağlıyor yani hukuki olarak sadece bu bağla kendisini bu kişiye karşı bağlı görüyor. Aslına bakarsanız, mesele, çocuğun eğitim, sağlık, gıda ihtiyaçlarının karşılanması. Düşünün ki bir evlilik ekonomik sebeplerle bitti ve bir baba ya da anne asgari ücretle geçiniyor ve buna rağmen de mahkeme ayda 200 lira, kim yükümlüyse ona bu nafakayı ödeme kararını veriyor. Bu noktada, zaten evlilik ekonomik sebeplerle bitmişken, bu yükümlülüğe sahip olan kişinin bu nafakayı ödemesini nasıl bekleyebilirsiniz ki?

Bütün bu tasarılar, bütün bu hızlı bir şekilde yasalaştırılmaya çalışılan mevzuların hepsi elbette -burada günlerdir söylüyoruz- AB uyum süreciyle alakalı ve elbet tabii vize muafiyetiyle ilgili. Belli bir sistemin alt zeminini oluşturmak adına hızlı hızlı kanunlaştırılmaya çalışılan tasarılar bunlar. Sağlıklı bir alt komisyon çalışmasından uzak, üzerinde yeterince tartışma yürütülmemiş olması tasarının en büyük eksikliği.

Alt komisyon çalışmaları, hepiniz biliyorsunuz, parmak usulüyle yapılıyor yani alt komisyonlarda da yine buradakinden farksız. Buradaki herkes bir komisyona üye. Alt komisyonlarda çalışmalar, bizlerin farklı önerileri, eğer iktidar partisinin üyeleri fazlaysa ne yazık ki görüşülmeden askıya alınıyor, tartışılmıyor bile. Bu noktada, muhalefet partilerinin iyileştirici bir önerisi olsa dahi, ne yazık ki hiçbir önerinin görüşülmediği alt komisyon çalışmalarına hepimiz tanığız. Milletvekillerinin alt komisyonlara üyeliği ve oradaki çalışmalarına, dediğimiz gibi, hepiniz tanıksınız. Bu noktada, iktidar partisi hızlı bir şekilde bu yasaları, bu tasarıları kanunlaştırmaya çalışıyor olabilir. Ancak gelecek günler için, belki evlatlarımız ve çocuklarımız için sağlıklı bir yasa çalışması yapmamız gerekmekte.

Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler epeyce fazla. Özellikle çocuk haklarına dair uluslararası nitelikte olup da taraf olmadığı -ülkenin, Türkiye'nin- aslında hiçbir sözleşme yok, imza atmadığı herhangi bir anlaşma bulunmamakta. Bunlardan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, CEDAW yani uzunca tanımı Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve Çocuk Hakları Sözleşmesi kapsamında, Türkiye’nin uyması gereken düzenlemeler bu sözleşmeler kapsamında hüküm altına alınmıştır.

Burada, özellikle CEDAW’ın 6’ncı raporuna istinaden birkaç kelam etmek istiyorum. Bu raporda, Türkiye'deki erken ve zorla evliliklerin sürdürülmesinden duyulan endişe açık bir şekilde belirtilmiştir. Bu noktada, aslında, bakarsanız, iç hukukta da geçmişe nazaran değişiklikler yapılmadı değil; burada asıl sorun, alınan tedbirlerin uygulanmasında karşımıza çıkmaktadır. Bu tedbirler yeterli değildir. Sadece sözleşmelere taraf olmak ne yazık ki bu ülkede sözleşmelerin uygulandığını göstermemektedir. Elbette ki çocuk nafakalarının ve aile nafaka türlerinin tahsili, boşanma sebebiyle yoksulluğa düşen taraf açısından önemlidir. Ancak şunu herkes kabul etmelidir: Çocukların tüm haklarını en başta koruması gereken devlettir, en üst merci bu noktada devlettir. Bunun yanında, bu Parlamento çatısı altında bulunan ve inisiyatif sahibi olan, bu konuda, herkes, hepimiz, birey olarak bizler, sizler, hepimiz ayrı ayrı, çocukların tüm haklarını koruma noktasında sorumluluk sahibiyiz.

Elbette, çocuk haklarını konuştuğumuz bir gündemde, çocukların yaşam haklarını da konuşmak gerekir. 2015 yılında, az önce, yine, vekil arkadaşımız belirtti, 875 çocuk -şurası çok önemli- önlenebilir sebeplerden dolayı yaşamını kaybetmiştir. Bunun yanı sıra, ülkedeki çatışmalı süreçte, ablukaların devam ettiği bölgelerde hayatını kaybedenlerin çoğu da çocuktur. Az önce iktidar sıralarından bir vekil arkadaş “Onların hepsi terörist.” dedi.

ALİM TUNÇ (Uşak) – Sorumlusu sizsiniz, sorumlusu!

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Devamla) – Burada günlerce çocukların ismini zikrettik. Hepsinin yaşını, nasıl hayatlarını kaybettiklerini, nasıl katledildiklerini anlattık. Tekrar tekrar buraya asla girmeyeceğiz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Katledilen çocuklara “terörist” diyen… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen müdahale etmeyelim.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Devamla) – Sadece üç aylık Miray bebeğin ismini burada tekrar anmak gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada, ablukalar… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Arkadaşlar, çok önemli bir şey söyleyeceğim, bakın, herkes vicdanıyla dinlesin.

Ablukalar altında hayatını kaybeden çocuklar da, bugün enkaz üstünde, yine, bu ablukalar devam ederken evleri başlarına yıkılan ve enkaza dönen evlerin üstünde bekleyen çocuklar da, 23 Nisanda sarayda, savaşta etkilenen çocuğun gözyaşları da tek bir şeyi gösteriyor: Bu ülkede artık barışın konuşulması gerekiyor. Bu çocukların hepsi ama hepsi sadece “barış” diyor.

Bu noktada, bu Parlamentoda yasalaşan tasarıların yaşam bulması, ülkenin savaş ve faşizm sürecinden onurlu ve kalıcı bir barışa giden yolu tercih etmesinden geçmektedir. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu ülkede toplumsal barışa giden yol, bugün yok sayılan Dolmabahçe mutabakatından geçmektedir. Dolmabahçe mutabakatı, eğer bilirsek, tüm kesimlerin sahiplenmesi gereken önemli bir haritadır. Daha fazla kutuplaşmanın ve iç savaşın derinleşmesine izin vermeden Parlamentonun sorumluluğunu yerine getirmesi önemlidir, elzemdir, çocuklarımız ve geleceğimiz için zaruridir.

Bu noktada, sevgili arkadaşlar, son olarak şunu söylemek istiyorum ben: Barışa giden bir yol yoktur arkadaşlar, barışın kendisidir yol olan. Umut ediyorum, bu duygularla hepiniz bu sorumluluğu alır ve gerekli çalışmayı yaparsınız.

Tekrardan hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ardahan Milletvekili Sayın Öztürk Yılmaz konuşacaktır.

Buyurun Sayın Yılmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu konusunda grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle Geri Kabul Anlaşması Avrupa Birliğinin vize serbestisi sağlamak için müzakere yapan aday ülkelere önerdiği bir şablon. Bu, özellikle son on yıl içerisinde Avrupa Birliğinin kriterlerini iyice sağlamlaştırdığı bir süreç. 72 tane kriter öngörülüyor; bu, kabul eden ülkenin ev ödevi gibi takdim ediliyor. 72 kriter yerine getirildikten sonra da süreç otomatikman tamamlanmıyor. Müsaadenizle teknik bazı bilgiler vermek istiyorum.

Şimdi, Sayın Başbakan 22 Nisanda açıklama yaptığında 72 kriterin çok büyük bir bölümünün tamamlandığını ve tek haneye düşürüldüğünü açıkladı. Ancak aynı gün TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı 55 kriterin yerine getirildiğini yani hâlâ 17 kriterin kaldığını belirtti ve yine aynı gün özellikle Avrupa Komisyonu yetkililerinden yapılan açıklamada ise Türkiye’nin sadece 19 kriteri tam olarak yerine getirdiği, 72 kriterden sadece 19 kriteri yerine getirdiği açıklandı. Dolayısıyla, bu bir görecelilik, nasıl değerlendirildiğine bağlı süreç. Yani bizim ev ödevini yerine getirmemiz gerekiyor, değerlendirmeyi ise Avrupa Birliği Komisyonu yapacak. Komisyon -önümüzde çok az bir süre kaldı- mayıs ayında ilk değerlendirme raporunu sunacak. Değerlendirme raporundan olumlu bir yeşil ışık çıkması hâlinde bu otomatik olarak Türkiye’ye vize serbestliği tanınması anlamına gelmiyor. Bu raporun, bu defa, Lizbon Anlaşması gereği geliştirilen “codecision” dedikleri ortak karar alma mekanizması çerçevesinde Avrupa Birliği Parlamentosuna gitmesi gerekiyor. Avrupa Birliği Parlamentosunda, Türkiye ile yapılan “Mülteci Anlaşması” olarak takdim edilen bu anlaşmanın çok fazla eleştirildiğini, eleştirenlerin buna uygun bakanlardan daha fazla olduğunu –sayı olarak- biliyoruz. Dolayısıyla, buradan nasıl bir sonuç çıkacağını göreceğiz. Velev ki buradan olumlu bir sonuç çıksa bile bu yine bu “codecision” yani ortak karar alma mekanizması çerçevesinde otomatik yürürlüğe girmiyor süreç. Bu defa Avrupa Konseyinin de “qualified majority” yani nitelikli çoğunlukla karar vermesi gerekiyor.

Süreç, hayli uzun. Dolayısıyla, haziran ayı içerisinde bu değerlendirmelerin yapılması, bu kararların alınması ve olumlu bir kararın çıkması kolay olmayacak gibi görünüyor. Esasen, 18 Martta Türkiye-AB açıklamasında da bu belli. Doğrudan, “Bu 72 kriter konusundaki yasalar kabul edildiğinde...” demiyor. Bunun hızlandırılmasından yani vize serbestliğine giden sürecin hızlandırılmasından bahsediliyor. Vize sürecinin, otomatik olarak vize serbestisinin sağlanacağı söylenmiyor. Çok nüanslar var bu anlaşmada. Dolayısıyla, biz ne kadar koşturursak koşturalım 4 Mayıstan itibaren Avrupa Komisyonunun vereceği rapor ve daha sonra Parlamentonun alacağı karar ve Avrupa Konseyinin akabinde vereceği karar belirleyici olacak. Eğer bütün bu süreç olumlu tamamlanırsa, olumlu sonuçlanırsa Türkiye’de vize serbestliği sağlanmış olacak.

Ancak, bu olayın teknik boyutu komisyon, komisyona kadar olan boyutu belki göreceli olarak teknik boyutu. Komisyondan sonra Parlamentoda ve Konseydeki görüşmeler siyasi bir süreçtir. Türkiye’ye vize verilmesi konusu, Türkiye’ye vize serbestisi tanınması konusu tamamen Avrupa Birliğindeki siyasi bir karar mekanizmasıdır, otomatik işlemeyecektir. Biz bir müzakere eden ülke olarak 2005 yılından beri müzakere edip Avrupa Birliğine bizden çok daha önce katılmış başka ülkelere sağlanan vize serbestliği ve Geri Kabul Anlaşması senkronizasyonunu incelediğimiz zaman, hakikaten Türkiye'nin sürecinin çok yavaştan alındığı, ağırdan alındığı, otomatik işlemediği ve bu sürecin esasen belki de bir süre sonra akamete uğrayacağı sonucu çıkıyor; umarız böyle olmaz.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, vize serbestliğinin sağlanmasından memnuniyet duyarız, Türk vatandaşlarının kuyruklarda rezil olmasına son verecek bu düzenlemeyi elbette destekleriz, destekleyeceğimizi daha o zaman Mecliste de açıklamıştık ancak sürecin, daha o gün belirtildiği gibi kolay olmayacağını da bilmemiz gerekiyor.

Avrupa Birliği tarafından baktığımız zaman, Türkiye'ye dönük bir çifte standart var. Süreç hep sulandırılıyor; Kıbrıs’la sulandırılıyor, sözde Ermeni soykırımıyla sulandırılıyor, başka konularla sulandırılıyor. Türkiye'nin müzakere süreci, olması gerektiği noktada tutulmuyor çünkü bir irade eksikliği var, bir irade gösterilmiyor. Avrupa Birliğinin bu yaklaşımı maalesef bizim de eleştirdiğimiz bir yaklaşım ancak bu sadece Avrupa Birliğinin yaklaşımıyla kalmıyor, Türkiye'de de Hükûmet maalesef bu eleştirilere konu olmayacak düzenlemeleri yapma konusunda yeterince irade göstermiyor. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, özellikle ifade hürriyeti, toplanma hürriyeti ve diğer alanlarda, temel hak ve özgürlükleri garanti altına alacak alanlarda, Avrupa Birliğinin eleştirmeye meyilli yapısını önleyecek düzenlemeler konusunda gerekli iradeyi maalesef göstermiyor. Hâl böyle olunca, iki tarafta da bu iradesizlik bir sonuç alınmasını engelliyor.

Bir başka konu arz etmek istiyorum: Şimdi, bize Avrupa Birliği süreciyle ilgili olarak haziran ayının sonuna doğru, en geç haziran ayının sonuna kadar vize serbestliğinin tanınacağı belirtiliyor; verilmediği zaman ne olacağı da sayın Hükûmet tarafından açıklanıyor: “Biz de Geri Kabul Anlaşması’nı uygulamayız.” deniliyor. Peki -teknik bir bilgidir- 18 Martta imzalanan yani o üzerinde mutabık kalınan anlaşmada sadece geri kabul ve vize yok, bir başka konu daha var. Ne var? Müzakerelerin hızlandırılması ve yeni fasılların açılması var. Peki, böyle bir adım atıldığı zaman biz tekrar ofsayta düşmüş olmuyor muyuz? Yanlış bir stratejiyle tekrar kenara itilmiş olmuyor muyuz? Biz bunu askıya aldığımız zaman yani bu anlaşmayı yaparken bunları düşünmek lazım. Böyle bir adım olmuyor; biz de bunu askıya aldığımız zaman, o zaman orada olan 33’üncü faslı da onlar bloke edecekler, başka fasılların açılmasını da onlar engelleyecekler. Dolayısıyla, bu senkronizasyon yapılırken yeterince hesaplama yapılmadı maalesef, biz bunu üzülerek gördük. Ve bu mültecilerle ilgili anlaşma hiçbir şekilde Türkiye’nin müzakere sürecine bulaştırılmamalıydı çünkü bizim müzakere sürecimiz zaten sıkıntılarla dolu, zaten zor ilerliyor, zaten bir sürü ön yargı var Avrupa’da Türkiye’nin üyeliğine karşı, aleyhte çalışan çok taraf var. Hâl böyleyken, bir de -mültecileri- sanki bunlarla ilgili yeterince adım atmasak müzakereler engellenecekmiş gibi bir noktaya getirdik kendi kendimizi, manevra alanımızı daralttık, şimdi koşuşturuyoruz “Bunu yetiştirecek miyiz?” diye. Burada kaldı on gün. Hepsini yetiştirsek bile Avrupa Komisyonu bakacak, “Bu, tam uygulanmamış.” dediği anda nokta konuluyor. Biz yanlış bir yerden girdik ve yanlış sonuca gidiyoruz. Bizim müzakere sürecine kesinlikle bundan sonra hiçbir şeyi bulaştırmamamız lazım; zaten Kıbrıs bulaştırılmış, zaten sözde Ermeni soykırımı bulaştırılmış, zaten Ege adaları bulaştırılmış, iyi komşulukla başka ülkeler bulaştırılmış, bir bu kalmıştı, bu da bulaştırıldı. Dolayısıyla, bizim artık hakikaten, kendi ayağımıza kurşun sıkmaktan vazgeçmemiz lazım. Biz vize serbestisi sağlamak istiyorsak, bunu mülteciler konusunda ayrı bir paket yapmalıydık; onların istediği gibi, onların işine yarayan bütün konuları da tek bir pakete koymamalıydık; şimdi işin içinden çıkamayacağız.

Bir başka konu -söz almışken belirtmek isterim- Türkiye’nin şu anda ulusal güvenliğine yönelik bir saldırı oluyor. Terör örgütü Suriye’den Kilis’imize saldırılar düzenliyor, insanlarımız ölüyor. İnsanlar artık korkudan dışarı çıkamaz hâle geldiler. Okullar tatil olmamasına rağmen -dünkü bilgi- çocuklar gidemiyor. Halkta bir panik var “Acaba bizim kafamıza da Katyuşa roketleri mi düşecek?” diye. Bizim ciddi manada bir tedbir almamız gerekiyor. Bu, Türkiye’nin bir şehrine yönelik saldırı değildir, Türkiye’ye dönük bir saldırıdır. Bunun adını koymak lazım ve buna uygun tedbir almak lazım. Türkiye’ye niye saldırı oluyor? Türkiye’ye bir terör örgütü saldırı yapıyorsa bu terör örgütünü de afişe etmeli ve ona ilişkin en sert tedbiri almalıyız. (CHP sıralarından alkışlar)

Türkiye böyle bir ortamda, maalesef, terör örgütünün hedefi hâline getirilip, Türkiye’nin sınır güvenliği, insanların can ve mal güvenliği hiçbir zaman tehlikeye atılamaz. Biz buna izin vermemeliyiz ve bu konuda alınacak tedbirler konusunda da biz gerekli desteği veririz. Mesele Türkiye’nin güvenliği, huzuru, vatandaşlarımızın huzuru olduğu sürece her konuda biz destek veririz. Bu konuyla ilgili de Hükûmetin, Kilis’te ne oluyor, niye bu roketler atılıyor, kim atıyor bunları, amaç ne, bunları açıklamasını bekliyoruz. Bu konuyla ilgili Meclise bilgi verilmesinden memnuniyet duyacağımızı, Hükûmet açısından da bunun esasen bir zorunluluk arz ettiğini belirtmek isterim.

Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı istedim ama…

BAŞKAN – Bir sonrakinde dikkate alırız.

1’inci maddeyi okutuyorum:

ÇOCUK NAFAKASI VE DİĞER AİLE NAFAKA TÜRLERİNİN ULUSLARARASI TAHSİLİNE İLİŞKİN SÖZLEŞMEYE KATILMAMIZIN UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

 

MADDE 1- (1) “Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşme”ye çekince ve beyanlarla katılmamız uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – 1’inci madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Parsak.

Buyurun Sayın Parsak. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

MHP GRUBU ADINA MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Aziz Türk milleti, saygıdeğer milletvekilleri; 281 sıra sayılı Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’yla ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, aile, toplumun huzurunu ve güvenini tesis eden en değerli kurumdur. Ailenin, muhabbet ve merhametten beslenen sağlam temeller üzerinde yükselmesi, dengeli ve sağlıklı bir ilişki ağına sahip olması, sadece bireyin değil, bir neslin güvencesi anlamına gelmektedir.

Değişimin bunaltan bir hızla yaşandığı günümüzde, toplumun yapı taşı olan ailenin ciddi sorunlarla başa çıkmak zorunda kaldığı önemli bir gerçektir. Sadece ebeveynler değil, çocuklar, gençler, hatta dede ve nineler, hayatın akışı içerisinde aile sorunlarıyla baş başa kalarak yıpranmaktadır. Yüce Allah, Nisa suresi 35’inci ayetikerimesinde şöyle buyuruyor: “Eğer eşlerin arasının açılıp birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, bu takdirde, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem tayin edin. İki taraf da işi düzeltmek dilerse Allah, aralarını bulur ve onları uyuşmaya muvaffak eder. Şüphesiz, Allah, her şeyi hakkıyla bilendir ve her şeyden hakkıyla haberdar olandır.”

Nitekim, eski Türklerde de aile müessesesi toplumsal yaşamda önemli bir yer tutmuş, Türk sosyal hayatı, aile ve akrabalık bağları üzerine kurulmuştur. Türk aile yapısı, binlerce yıl, varlıkta ve yoklukta birlik ve dayanışma içinde yaşamıştır. Türk kadını da en az erkekler kadar kıymetli görülmüş, gerek aile içerisinde gerek devlet yönetiminde önemli görevler üstlenmiştir. Tıpkı erkeği gibi ata binen, silah kullanan, avcılık yapan Türk kadını, kuvvet, tahammül, gayret, azim ve cesaret bakımından erkeğin evdeşi ve gerçekten eşi olmuştur.

Türk aile yapısının ve Türk kadınının önemi, her savaşta bir kez daha anlaşılmış, Türk milleti, son olarak Kurtuluş Savaşı’nda, kadın, erkek, yaşlı, çocuk demeden cepheye koşmuş ve toplumsal dayanışmasıyla kahramanlık ruhunu bütün dünyaya bir kez daha göstermiştir.

Görüldüğü üzere, gerek yüce dinimiz İslam’da gerek Türk örf ve âdetlerinde aile kurumu önemli bir yere sahiptir. Dinimiz İslam ile Türk örf ve âdetlerinde bu derece önemli yere sahip olan aile birliğinin hukukumuzda ve yaşantımızda da aynı derecede ehemmiyeti kuşkusuzdur.

Sayın milletvekilleri, üzerinde görüşmelerini gerçekleştirdiğimiz Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın kaynağı olan uluslararası sözleşme, 5-23 Kasım 2007 tarihleri arasında düzenlenen 21. Lahey Uluslararası Özel Hukuk Konferansı sırasında imzaya açılmıştır. Son zamanlarda Genel Kurulda görüştüğümüz tüm kanunlarda olduğu gibi bu kanun tasarısının kaynağı da ne yazık ki vize serbestisi diyaloğu, Sayın Başbakanın deyimiyle Kayseri pazarlığıdır. 2007 yılında imzaya açılan uluslararası sözleşmeye ilişkin kanun tasarısının ancak 2016 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelebilmesinin iktidar için hızlı bir çalışma olduğu kuşkusuzdur.

Değerli milletvekilleri, elbette çocuklara ilişkin, aile yapısına ilişkin veya aile yapısının dağılması sonrası bireylerin hayatının devamını sağlayan nafaka müessesesine ilişkin her türlü olumlu kanun tasarılarını ve uluslararası sözleşmeleri görüşelim. Ancak şu hususun altını önemle çizmek isterim ki bu konularda Türk milleti bizden, Genel Kurula alelacele getirilen kanun tasarılarının gereğince tartışılmadan kabul edilmesini değil, aile yapısının devamını sağlayacak uygulamalar yapmayı, boşanmış ailelerin çocuklarını korumayı ve bu hususta gereken kanuni düzenlemeleri gerçekleştirmemizi beklemektedir.

Türkiye İstatistik Kurumunun resmî verilerine göre 2015 yılında toplam 131.830 boşanma gerçekleşmiş ve bu boşanmayla sonuçlanan evliliklerden 13.073 tanesi sadece bir yıl, 4.814 tanesi ise bir yıldan daha az sürmüştür. Diğer yandan, bu evliliklerin 103 tanesi zina, 38 tanesi cana kastetme ve kötü muamele, 35 tanesi cürüm ve haysiyetsizlik, 210 tanesi terk etme, 57 tanesi akıl hastalığı, tam 128.152 tanesi ise şiddetli geçimsizlik nedeniyle sona ermiştir. Bu noktada şiddetli geçimsizlik nedeniyle meydana gelen boşanmaların sayısındaki bu olağanüstü yükseklik dikkatimizden kaçmamalı, bu boşanmaların arkasına gizlenmiş kötü ekonomik koşullar, aldatma ve kötü muameleye bağlı nedenler görmezden gelinmemelidir. Bu hâliyle geçimsizlik, hayatımızın her alanında karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik geçimsizlik, aile içi geçimsizlik, bireyler arası geçimsizlik gibi sorunlar ne yazık ki çağımızın çözüm bekleyen en büyük meselelerinden birisi hâline gelmiştir.

Ayrıca, seçim bölgem olan Afyonkarahisar’da da 2015 yılında 981 çift boşanmıştır. Afyonkarahisar, boşanma sayısı en yüksek olan iller arasında ne yazık ki Türkiye genelinde 25’inci il durumundadır. Görüleceği üzere Türkiye’nin bir yıllık boşanma tablosu içler acısı bir hâldedir.

Sayın milletvekilleri, bir toplumda aile bütünlüğünün yapısı, o toplumu oluşturan değerler bütünüyle doğru orantılıdır. Yani toplum içerisinde yolunda gitmeyen bir şeyler varsa muhakkak bu eksiklik aile yapısına da yansıyacaktır. Domino taşlarının sırasıyla yıkılmasına benzeyen bu sistem, ne yazık ki ülkemizde aile yapılarımızda da ortaya çıkmakta, toplumsal yaşamımızda büyük sorunlara neden olmaktadır.

Biraz önce verdiğim rakamlar haricinde şimdi sizlere yıllar içerisinde boşanma sayılarındaki artışa ilişkin çarpıcı rakamları da sunmak istiyorum.

Ülkemiz genelinde 2001 yılında 91.994 olan boşanma sayısı, 2002 yılında -küsuratları atlayarak ifade edeyim- 95 bin, 2008 yılında 99 bin, 2009 yılında 114 bin, 2011 yılında 120 bin, 2015 yılında 132 bine yükselmiştir. Görüleceği üzere ülkemizdeki boşanma sayılarında 2002 yılından itibaren ciddi derecede artışlar görülmektedir. Bu artışların nedeniyse elbette açık ve nettir. Tam da burada biraz önce ifade ettiğim domino etkisi ortaya çıkmaktadır. Çünkü ülkemizdeki ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere, işsizlik, eğitim sisteminde izlenen yanlış politikalar, toplumsal tedirginlikler, adalete güvensizlik ve terör gibi unsurlar aile yapımızı doğrudan etkilemektedir.

Saygıdeğer milletvekilleri, tabii ki bu boşanmalar sonucunda en çok mağduriyet, muhakkak Türk milletinin geleceği olan çocuklarımız bakımından gerçekleşmektedir. Çocuklarımız nafaka almak değil, ailesiyle birlikte bir ömür mutlu ve mesut bir şekilde yaşamak istemektedir. Çocuk nafakası ve diğer aile nafaka türleri, elbette ki dağılmış bir ailenin her bir bireyi için önemlidir ancak hastaya kefen biçmek yerine hastayı hayatta tutmak birinci vazifemiz olmalıdır. Ayrıca, ülkemizde meydana gelen boşanma sayılarındaki ciddi artışlar ve nafaka mağduriyetleri, çocuk işçi sayılarının, evsiz çocuk sayılarının, evden kaçan ve suça sürüklenen çocuk sayılarının artmasına da neden olmaktadır. Bu hususlara ilave olarak çocuklarımızın madde bağımlısı olması da yıkılan yuvaların doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Son olarak, öncelikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, deyim yerindeyse, vakıf avukatlığı yerine sadece kendi işini yapmasını tavsiye eder, izah ettiğimiz tüm bu sorunların çözümü için Hükûmetin acilen bir girişimde bulunması gerektiğinin önemini vurgulamak isterim. AKP Hükûmeti, ülkemizdeki ekonomik, sosyal, eğitimsel ve işsizlik sorunlarını çözmediği müddetçe boşanmaların sayısı artmaya devam edecek ve bundan dolayı da mağduriyet yaşayan çocukların sayıları da artacaktır.

Yine, önemli olan diğer bir husus ise Hükûmetin, şehit çocuklarını siyasi gayelerle futbol statlarında kullanması yerine özel bir koruma ve destekleme paketi hazırlaması hususundadır.

Gazi Meclisi saygılarımla selamlarken konuşmama Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleriyle son vermek istiyorum: “Çocuklar, geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir.”

Bu düşüncelerle, bir kere daha hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Parsak.

Sayın milletvekilleri, birleşime kırk dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.39

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 20.23

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

281 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Tasarının 1’inci maddesi üzerinde söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’dadır.

Buyurun Sayın Bayraktutan. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Tabii, akdin ne zaman imzalandığına bakıldığı zaman -biraz önceki değerli konuşmacılar da ifade ettiler- 2007 yılında Lahey’de uluslararası sözleşme imzaya açılıyor, özel hukuk sözleşmesi ve o tarihten bu tarafa doğru aradan on yıl geçmesine rağmen ne yazık ki herhangi bir acele yapılmıyor. Ve on yıl geçtikten sonra bu sözleşmenin bugünlerde alelacele gelmesinin nedenini biliyoruz, bir kere, bunu öncelikle ifade edelim; Avrupa Birliğiyle vize serbestisi kapsamındaki 72 fasıldan bir tanesi de bu. Bizim Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konuda herhangi bir muhalefetimiz yok, bir an evvel bunun gündeme gelmesini ve yasalaşmasını bizler de istiyoruz ama önce şunu ifade edeyim: Buraya gelmeden iki gün evvel yine Anayasa Komisyonuna -alt komisyon da kuruldu- bu 72 fasıldan bir tanesi olan Siyasi Etik Yasa Teklifi geldi, her ne kadar Komisyonda değişmiş olsa da. Bu siyasi etikle alakalı şey de uzun yıllardır Parlamento gündemindeydi; birçok milletvekili buna ilişkin yasa teklifi vermiş olmasına rağmen, ne yazık ki, AB’nin bu dayatması karşısında alelacele getirildi. Orada da dedik ki: “Yani bunu bir an evvel kabul etmekle beraber, Avrupa Birliği normlarına uygun, en azından o nesnelliği, o ölçütü ortaya koyabilecek bir yasa teklifi olsun.” Ama ne yazık ki onu orada sağlayamadık, bu konuda da tereddütlerimiz var. Biraz önce Öztürk Bey çok güzel ifade etti; bu fasıllar kabul edilse bile yarın bir gün ne olabileceği, Avrupa Komisyonunun, Avrupa Parlamentosunun buna ilişkin vize serbestisini kabul edip etmeyeceği konusunda tereddütlerimiz var. İnşallah eder, yani Türk vatandaşlarının bu konuda, gümrük kapılarında, sınır kapılarında karşılaştıkları mağduriyetler, bir an evvel bunlar önlenir diye düşünüyorum.

Tabii, bu eğer geçerse, bu hâliyle bu kabul edilirse boşanmadan doğan bütün sorunlar, özellikle tahkim ve tenfiz, milletlerarası özel hukuk mevzuatıyla… Medeni Kanun, biliyorsunuz, 5 fasıldan oluşuyor: Şahsın hukuku, aile hukuku, borçlar hukuku, eşya hukuku ve miras hukuku. Bu 5 faslı milletlerarası özel hukuk mevzuatının hükümleriyle beraber Avrupa Parlamentosu normlarına entegre edeceğiz ve bundan kaynaklanan sorunlar ortadan kalkacak. Öncelikle bunları ifade edeyim.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, buna ilişkin zaten, biraz önce de ifade ettiğim gibi, herhangi bir muhalefet şerhimiz yok. Ben şimdi söz almışken başka şeylerden de bahsetmek istiyorum.

Şimdi, değerli milletvekilleri, Parlamentonun en önemli görevlerinden bir tanesi, milletvekillerinin en önemli görevlerinden bir tanesi denetim görevi. Biz ya yazılı soru önergesi veriyoruz ya sözlü soru önergesiyle Parlamentoya başvuruyoruz. Meclis araştırması veya gensoru, Meclis soruşturması bunlardan bir tanesi. Sayın Başkana vermiş olduğumuz, milletvekilleri olarak bizlerin vermiş olduğu bütün soru önergeleri standart yazılarla geri geliyor değerli milletvekilleri. Yani, daha önceki dönemde de, 24’üncü Dönemde de birçok konuda yazılı soru önergesi verdik, Sayın Cemil Çiçek bunları işleme aldı -burada örnekleri de var- noktasına virgülüne dokunmadan değerli arkadaşlarım, hiç noktasına virgülüne dokunmadan. 26’ncı Dönemde de geldim, cevaplanmayan yazılı soru önergelerini Meclis Başkanlığına verdim. Meclis Başkanlığı 2 tane maddeyi gerekçe gösteriyor. Bunlardan bir tanesi İç Tüzük’ün 96’ncı, diğeri 97’nci maddesi. Çok ayrıntılarına girmek istemiyorum, orada da gayet açık bir şekilde belirtiyor “İstişare amaçlı, özel konularla ilgili herhangi bir soru soramazsınız.” diye.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu soruları sorduğumuz zaman, eğer geçmiş dönemde Sayın Meclis Başkanı yani Cemil Çiçek… 2 tane önerge var hiç noktasına virgülüne dokunmadığım. Bunlardan bir tanesini hemen ifade edeyim. Birisini Sayın Ahmet Davutoğlu’na, Sayın Başbakana sormuşum, bir tanesini de İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala’ya sormuşum 2016 yılında. Birinin numarası 819, diğerinin 842. İade edilmiş, diyor ki: “Bunlar gerekli şartları taşımıyor.” Yani, Parlamentonun gündemine bunu getirmek istiyorum.

Aynı soruları noktasına virgülüne hiç dokunmadan 2014 yılında Cemil Çiçek Meclis Başkanıyken sormuşuz, Sayın Meclis Başkanı buna vize vermiş ve bunlar Parlamento gündemine gelmiş ama ilgili bakanlar tarafından cevaplanmamış. Ama şimdi, aynı zamanda, Sayın İsmail Kahraman bunları iade etmiş.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, hem Meclis Başkanlığı burada bir sansür kurulu gibi çalışıyor, filtre yöntemini uyguluyor -yani bunu kabul etmek mümkün değil- hem de soru sormuş olduğumuz ilgili bakanlar ne yazık ki sormuş olduğumuz sorulara gerçekten ciddi anlamda cevap vermiyorlar. Şimdi, bir tane soruyu, geçmiş dönemde sormuş olduğum bir soruyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Başbakana bir soru soruyorum, diyorum ki: “Hükûmetçe stadyumların adlarının yenilenmesi konusunda, bazı isimlerle alakalı tereddütlerimiz var. Eski adı Antalya Atatürk Stadı olan stadı Antalya Arena yaptınız. Eski adı Afyon Atatürk Stadı olan stadı Afyon Arena yaptınız. Hatay Atatürk Stadı’nı Antakya Arena yaptınız. Bursa Atatürk Stadı’nı Timsah Arena yaptınız. Eskişehir Atatürk Stadı’nı Es-Es Arena yaptınız. Sakarya Atatürk Stadını Sakarya Arena yaptınız.” Bakın, tesadüflere bakın. “Rize Atatürk Stadı’nı Rize Şehir Stadı yaptınız. Samsun Atatürk Stadı’nın adını Samsun Arena yaptınız. Kocaeli İsmetpaşa Stadı’nın adını Kocaeli Arena yaptınız.” Doğru mudur Sayın Akar?

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) – Yıktılar, yıktılar.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) – Şimdi, bakın, soruyorum ki bunları niye yaptınız? Cumhuriyetin kurucusu, Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın Önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün adlarını niye değiştirdiniz diye soru soruyorum Sayın Başbakana. Sayın Başbakanın bana vermiş olduğu cevabı okuyorum. Bakın, altında Sayın Akif Çağatay Kılıç’ın imzası var Spor Bakanı olarak. Bakın, bana vermiş olduğu cevap şu… Ben soruyorum ki niye Atatürk’ün adını değiştirdiniz diye, Sayın Bakan bana aynen şöyle cevap veriyor, diyor ki: “Gerek Hükûmet ve gerekse Bakanlık olarak, cumhuriyetimizin banisi, bütün milletimizin ortak değeri olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasi polemik konusu hâline getirilmesini ve bunun üzerinden siyasi rant devşirme yoluna gidilmesini, tevessül edilmesini esefle karşılamaktayız.” Ben soruyorum ki bu statlardan Atatürk’ün adını niye değiştirdiniz, Gençlik ve Spor Bakanı bana cevap veriyor: “Bunu siyasi polemik konusu hâline niye getiriyorsunuz?” diyor. Arkadaşlar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk… Biz Gazi Meclisteyiz, burası Atatürk’ün Parlamentosu. Ben de diyorum ki stadın adını niye değiştirdin? Devam ediyor, “1994-2002 tarihleri arasında tek bir stat bile inşa edememiş Türkiye.” diyor, devam ediyor “Biz bunu değiştirmekte haklıyız.” diye. Önce şaşırdım, niye böyle bir cevap verdi diye. Bakın, ben size Artvin’de yaşanmış bir olayı anlatayım. Şimdi, Gençlik ve Spor Bakanı herhâlde il müdürünü örnek aldı diye düşünüyorum. 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden önce Artvin’e siyasi liderler geldi değerli arkadaşla, Sayın Başbakan da geldi, Genel Başkanımız da geldi. Genel Başkanımızı getiren helikopter Artvin’e inecekti, 30 Mart seçimlerinden önce, her şey tamam, bir problem yok, ineceği yer de futbol sahasıydı. Bir gün evvel, bir baktık ki sayın il müdürü bizi aradı “Hayır, Sayın Genel Başkanın helikopteri buraya inemez.” dedi. “Nasıl inemez?” dedik. Dedi ki: “Çimlere zarar veriyor bunun helikopteri.” “Allah Allah, bu nereden çıktı?” dedik. İl müdürüne dedim ki: “Sayın müdür, bu gerçekçi değil. Buraya gelen devlet büyükleri veya siyasi parti genel başkanları hep buraya iniyorlar.” “Olsun.” dedi. “O zaman sen bana yazılı bir cevap ver.” dedim. Hoşuna gitmedi il müdürünün. Aynen dilekçemiz şu, il başkanına yazdırdım, dilekçeyi yazan da benim: “5 Mart 2014 Çarşamba günü gerçekleştireceğimiz miting için Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu şehrimize helikopterle gelecektir. Helikopterin İskebe Şehir Stadı’na inebilmesi için gerekli iznin verilmesi hususunda gereğini arz ederim.” diye il başkanı dilekçe verdi. İl başkanının verdiği dilekçeye il müdürünün verdiği cevabı hiç kelimesine dokunmadan okuyorum değerli arkadaşlar: “Artvin Şehir Stadı sentetik çim yüzeyli olup helikopterlerin inişi sırasında halının üzerine serili granit ve kuvars kumunun fırlaması nedeniyle saha zeminine zarar verildiğinden, sentetik çim yüzeyli statlara helikopter inişine izin verilmemektedir. Gereğini bilgilerinize rica ederim.” Olabilir, gayet de normal, biz de bunu saygıyla karşıladık. Tamam, bizim Genel Başkanımız helikopterle “Kafkasör” diye tabir ettiğimiz bir yaylaya indi, yukarıya, zor koşullarda indirdik. Bizimkinin helikopteri, Sayın Genel Başkanın helikopteri küçük, “pırpır” diye tabir edilen bir helikopter, öyle söyleyeyim. Aradan bir on gün geçti, baktık ki aynı stada, bakın değerli milletvekilleri, 3 tane Skorsky indi, Sayın Başbakanın helikopterleri.

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) – Sıkıysa indirmesin!

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Skorskyler her tarafa iner.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) – Hani, bizimki kuvars şeyine zarar veriyordu ya... Şimdi, il müdürü bu. Ben önce, il müdürünü -sizleri incitmek istemiyorum- şikâyet edeyim dedim, “Böyle böyledir.” diye, “Bizimkinin helikopteri küçük, 3 tane kocaman helikopterlerle indi Sayın Başbakan, bunlar zarar vermiyor da bizim helikopter niye zarar veriyor?” diye.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Küçükler inemiyormuş!

UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) – Önce şikâyet edecektim, sonra şikâyet etmekten vazgeçtim. Niye biliyor musunuz? O birinci helikopterde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğunda oturan CHP’nin Genel Başkanı var; çimlere zarar veriyor, ağır geldi demek ki ondan dolayıdır diye il müdürünü şikâyet etmedim.

Şimdi, gelinen noktada, il müdürü böyle yaparsa sayın bakan da böyle cevap verir değerli arkadaşlarım. O nedenle sizlerden istirhamım şu, Başkanlık Divanına da söylüyorum, Sayın Başkan Vekili burada, Meclis Başkanımıza söyleyin: Meclis Başkanımız matbu şekilde göndermiş olduğumuz bütün dilekçeleri matbu şekilde geri göndermesin.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Seçimi ondan mı kaybettiniz Uğur Bey? Helikopter inmeyince seçimi mi kaybettiniz? Belediyeyi kaybettiniz ama.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Devamla) - Milletvekilinin yasal denetim yollarından bir tanesi yazılı sorudur; yazılı soruya cevap vereceksiniz, sözlü soruya cevap vereceksiniz. Eğer bunlara cevap vermiyorsa bırakın, ilgili bakan cevap versin, Sayın Meclis Başkanının böyle bir görevi yok, böyle bir filtreleme görevi yok, bu şekilde engelleme görevi yok. Yani, burası bir sansür kurulu değil, sorularımıza gereken cevap verilir. Biz hangi soruyu soracağımızı gayet iyi biliyoruz, Parlamentoda uzun zamandır görev yapıyoruz.

Bu konuda bir daha bir yanlışlığın olmamasını temenni ediyorum, Meclis Başkanının bu tavır içerisinde olmamasını temenni ediyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bayraktutan.

Şimdi, söz sırası Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman’a aittir.

Buyurun Sayın Adıyaman. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

281 sıra sayılı Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, tabii, değerli arkadaşlar, aslında çocuk nafakası ve aile nafakası hakikaten uygulamada ciddi bir sorun. Özellikle, Avrupa’da 5-6 milyona yakın bir nüfusumuzun, yurttaşımızın olduğu, bunun bir kısmının çifte vatandaş olduğu varsayıldığında, bu nafakaların özellikle Türkiye’de tahsili veya yine, Türkiye’de nafakaya hak kazanmış olup muhatabı Avrupa’da bulunan nafaka borçlusunun borçlarını ödemesi konusunda uygulamada ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Dolayısıyla, bu anlaşmanın uygun bulunması belki bu sorunu bir nebze çözümlemiş olacaktır ama esasen, iç hukukumuz açısından da ciddi bir problem yani çocuk nafakası ve diğer aile nafakalarının tahsili başlı başına bir sorun. Yani, mahkemece hak kazanmak ayrı bir sorun ama onu icra yoluyla tahsil etmek tamamen, başlı başına bir sorun. Dolayısıyla, umarım, bu sözleşme kapsamında iç mevzuatımız da demokratik bir tarzda düzenlenir ve yine, bu çocuk nafakalarının tahsilini kolaylaştıracak düzenlemelere gidilir.

Şimdi, tabii, özellikle boşanma davalarından kaynaklı bu tür nafaka meselelerinde en başta mağdur olan çocuklardır. OECD’nin raporlarına göre mesela, çocukların maddi durum, sağlık ve çevreyle ilgili eğitim konularında Türkiye OECD ülkeleri arasında oldukça alt sıralarda yer almaktadır.

Yine, Türkiye'nin yalnızca riskli davranış konusunda sorumluluğu mesela, Meksika’dan sonra gelmekte. AB ilerleme raporları ve sivil toplum kuruluşları, özellikle çocuklara yönelik çalışma yürüten sivil toplum kuruluşlarının elde ettiği veriler ve iç mevzuatımız açısından, dilerim bu sözleşme vesilesiyle, özellikle -çünkü bizim her önerimiz, her kanun teklifimiz peşinen reddedildiğine göre- burada sunacağımız öneriler iktidar grubu tarafından dikkate alınır ve değerlendirilir.

Mesela, bu kurumların ve Avrupa Birliğinin ilerleme raporunda, yine benzeri sivil toplum kuruluşlarının elde etmiş olduğu verilerde ortaöğretim okullaşma oranında cinsiyetler arasında ciddi bir fark artışı olduğu Türkiye’de tespit edilmiş. Yine, okul kitaplarında cinsiyetle ilgili ön yargılar tam olarak henüz kaldırılmış değil. Yine, çocuklar arasında fakirlik oranı orantısız şekilde yüksek; 6 yaşın altında olanlar için bu oran yüzde 24, kırsal kesimde ise bu rakam oldukça yüksek, yüzde 49 gibi bir rakama ulaşıyor. Çocuklara yönelik aile içi şiddetle mücadele edecek etkili bir iç mekanizma maalesef, iç hukukumuzda yok. Tam zamanlı çocuk yuvalarındaki şartların iyileştirilmesine yönelik bir düzenleme keza yok. Çocuk işçiliğiyle mücadele konusunda yine henüz ölçülebilir bir gelişme kaydetmiş değiliz. Çocuk işçiliğini ortadan kaldıracak entegre bir sistemimiz yok. Terörle Mücadele Kanunu’nda ağırlaştırıcı koşulların çocuklara uygulanamayacağı ve çocukların sadece çocuk mahkemelerinde veya çocuk ağır ceza mahkemelerinde yargılanacağına ilişkin düzenleme öngörülmüş olmasına rağmen maalesef, çocuklar hâlâ yetişkinlere ilişkin ağır ceza mahkemelerinde yargılanıyor. Çocuk ıslahevi sayısı yetersiz. Yine Çocuk Koruma Kanunu’nda 81 ilde çocuk mahkemelerinin kurulmasına ilişkin düzenleme olmasına rağmen, bu mahkemelerin henüz daha kurulmadığı, yine çocuk mahkemelerinde davaların uzun sürmesi, yaşları 12-18 arasında değişen 2.500 çocuk hapishanede –ki bu rakam daha da artmış durumda- ancak çocuklar için hapis cezasının en son başvurulan ceza yöntemi olması ve en kısa süreyi kapsaması gerekiyorken maalesef, buna da uygulamada dikkat edilmiyor.

Değerli arkadaşlar, şu anda, belki yine dramatik sorunlardan bir tanesi, mesela ebeveyni, özellikle anneleri hükümlü olan pek çok çocuk anneleriyle birlikte cezaevi koşullarında büyümekte ve dolayısıyla âdeta anneyle beraber hükmü infaz etmektedir. Dolayısıyla, buna ilişkin de bir düzenlememiz olmadığı gibi tersine bir durum da söz konusu. Mesela ebeveyn, anne veya baba içeride ama çocuk dışarıda belki dedesi veya büyükannesi tarafından yetiştiriliyor; dolayısıyla cezaevinde bulunan ebeveynleriyle sağlıklı bir ilişki kurabilmesini, psikolojik ve sosyal açıdan sağlıklı gelişebilmesini düzenleyen bir düzenlememiz de yok.

Keza, bütün bunların yanında, çocukların cinsel istismarı, tecavüz, işkence gibi ahlak dışı eylemlerin yaşattığı üzüntü bir yana, bu tür olayların yaşandığı mekânlar ve bu mekânların özellikle devletin kontrolünde olan mesela cezaevleri, çocuk yurtları, vakıflar, okullar olması gibi ve yine bu fiilleri gerçekleştirenlerin büyük çoğunlukla devlet erkini kullanan kişiler olması olayı daha vahim bir hâle getiriyor.

Bütün bunların yanında, tabii, yine önemli bir sorun belki çocuk yaşta evlilikler sorunu. Mesela, bununla ilgili bizzat Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Sema Ramazanoğlu’nun bir soru önergesi üzerine vermiş olduğu bilgiler var. Örneğin, 2010’da çocuk yaşta evlenenlerin sayısı 45.738, 2011 yılında bu sayı 42.700, 2012’de 40.428, 2013’te 37.481, 2014’te bu rakam 34.629, 2015’te 31.337 gibi bir rakama ulaşmış durumda. Dolayısıyla biz bu sözleşmeleri, Avrupa müfredatına veya mevzuatına uygun bu sözleşmeleri onaylıyoruz ya da bu sözleşmeler çerçevesinde katılım gösteriyoruz ama bunun paralelinde biz, kendi iç hukukumuzu da uygun hâle getirmediğimiz sürece bu sözleşmelerin pratikte pek de bir sonuç vermeyeceği, kadük kalacağı, belki yabancı uyruklular açısından bir fayda sağlayabilecek veya bizim yurt dışındaki yurttaşlarımızın nafaka alacakları konusunda bir fayda sağlayacaktır ama kendi iç hukukumuz açısından hem çocuk hem aile hem diğer aile fertlerinin nafakaları konusunda bir katkı sunmayacaktır.

Bu vesileyle, olumlu sonuç elde edileceğini umarak hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı istiyoruz.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

1’inci maddeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

Şimdi, 2’nci maddeyi okutuyorum:

Madde 2.- Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

2’nci madde üzerinde gruplar adına, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel konuşacaktır.

Buyurun Sayın Demirel. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

HDP GRUBU ADINA ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, evet, bu maddeyle, aslında, yürürlüğe girmesini…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Demirel, kusura bakmayın.

Buyurun.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Evet, Türkiye’de çocuk ve kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığa ilişkin aslında karnemiz çok kabarık ve zayıf. Bunu gidermenin tek yolu, bu maddeleri ve bu Avrupa Birliği uyum yasalarını hazırlamakla değil, aslında bir bütün sorunları genel anlamda çözmekle sorun çözülmüş olur.

Tabii ki bu Avrupa Birliği sözleşmesinde, uyum yasalarında vizeye ilişkin çalışmaların önemli ve anlamlı olduğunu biliyoruz. Ama, gelin görün ki burada yapılan bütün konuşmalar, söylemler, pratikler, ne yazık ki daha sonraki süreçlerde, kendi bulunduğumuz alanlarda inkâr ediliyor. Bunun en güzel örneğini biz, 23 Nisan günü burada yapmış olduğumuz açıklamada gördük. Sizin de bildiğiniz gibi, 23 Nisan vesilesiyle Genel Kurulda yaptığımız konuşmaya binaen Cumhurbaşkanı şu ifadeleri kullandı: Dolmabahçe mutabakatı diye bir mutabakatın olmadığını, “Nereden çıktı böyle bir şey? Böyle bir mutabakat falan söz konusu değil.” dedi, “Bu iktidarın böyle bir mutabakatı söz konusu değildir, olmamıştır.” diye ifade etti. Biz buradan sormak istiyoruz: Evet, Dolmabahçe mutabakatına atıfta bulunarak aslında bugünü ifade ederken tam da “olmadı” dediği, Cumhurbaşkanının “olmadı” dediği ve “olmamıştır da” dediği mutabakat tablosu burada. Biz bu fotoğrafı mı ele alacağız yoksa dün Cumhurbaşkanının söylediği sözü mü dikkate alacağız? O mutabakatın, Dolmabahçe mutabakatının imzalandığı gün, deklare edildiği günkü tablo. Biz, HDP Grubu olarak, bu mutabakatın arkasındayız ve bunu da sahiplendiğimizi ifade etmek istiyoruz ama bu tabloyu hâlâ Cumhurbaşkanı yok sayıyor ve görmezden geliyor. Oysaki, bunu tüm Türkiye halkları, tüm dünya halkları görmüş oldu. Hangisi doğru, bu Genel Kurul karar versin, Türkiye halkları karar versin. Bu fotoğraf mı doğru yoksa dün Cumhurbaşkanın yapmış olduğu açıklama mı doğru?

Yine, bildiğiniz gibi… Biz çok iyi biliyoruz yani bu oturma düzenine kadar Cumhurbaşkanın bilgisi dâhilinde gerçekleştiğini, aslında hepimiz biliyoruz. Bunu bir kez daha göstermek istedik. Ama, yine aynı gün, yine Cumhurbaşkanı 28 Şubat 2015’te Suudi Arabistan ziyareti öncesi yapılan açıklamada aynen şunu diyor, hatta bir gazetecinin sorusu üzerine şu cevabı veriyor: “Bu hasretle beklediğimiz bir çağrıdır.” diyor. Bunu da tekrar hatırlatmak istiyoruz.

Bu çağrıyı yaparken aynen, ertesi gün bütün gazete manşetlerinde tarihî bir çağrı olduğu da tekrar görüldü. Bu manşetleri biliyorsunuz, uygulamanın ne kadar önemli olduğunu Cumhurbaşkanı orada da ifade ediyor. Yine “barış baharı” diye ifade etti başka basın mensupları. Şiddetin dilinin sona ereceğini söyledi Sayın Davutoğlu. Yine aynı şekilde “Şimdi barış zamanı.” diye başka bir manşeti gösterelim ve bu manşette de “Çağrılar güzel, sıra uygulamada.” dedi, Cumhurbaşkanı. Yine aynı şekilde, biz 23 Nisanda, burada ifade ettiğimiz darbe süreçleri ile çözüm ve Dolmabahçe mutabakatı arasındaki farkı gösterirken de ifade etmiştik. Aynen o gün, Sayın Davutoğlu “Darbe gitti, çözüm geldi.” diye ifadelerde bulundu ve bunların hepsini bizler basında ve kamuoyunda çok net olarak izledik. Yine aynı şekilde, Cumhurbaşkanı şunu da ifade etmişti, birçok şeyi ifade etti ama sürem yetmeyeceği için sadece bir kaçını burada ifade edeceğim: “Temennim odur ki bu yapılan açıklamaların arkasında durulur ve bununla ilgili adımlar da atılır.” Kimin arkasında durmadığı, Cumhurbaşkanın dünkü konuşmasından sonra biraz daha açığa çıktı ve net olarak görüldü. O yüzden, demokrasi mücadelesi tarihinin en önemli ve en anlamlı günüydü Dolmabahçe mutabakatının gerçekleştiği o gün ve toplumun özelde de barış süreciyle büyük bir umutla beklediği bir gündü; bunu görmek gerekiyor. Yine, toplumun her kesimince heyecanla karşılandı o gün, ölümlerin değil, konuşarak her sorunun çözülebileceğine dair eşit, özgür ve aidiyet bağını güçlendiren bir birlikte yaşamın ve toplumsal barışın formülasyonuydu; herkes bunu çok net olarak gördü.

Yine “Sayın Başbakan da Cumhurbaşkanı gibi düşünüyor mu?” diye sormak istiyoruz. Başbakandan bir açıklama gelmedi. Yoksa, ete kemiğe kavuşturan, çözüme ivme kazandıran Dolmabahçe metninin oluşmasında Hükûmet olarak çaba ve ortaklaşmanın sahibi olduğunuzu söyleyebiliyor musunuz? Yine, bu sahiplenme yapılmış olsa büyük bir ihtimalle, yaşamını yitiren insanlarımızın tamamı şu anda yaşıyor olacaktı. Evet, Dolmabahçe mutabakatı gerçekleşmiş olsaydı, bugün aslında bu savaşı değil, barışı ve çözümü konuşmuş olacaktık şu ana kadar, bundan önceki oturumlarda ifade ettiğimiz yaşamını yitirenlerin aslında bugün yaşamını yitirmemiş olmasına ilişkin konuşmalarımızı ve bu bütünlüğü sağlamış olacaktık.

Ben, kısaca, Dolmabahçe mutabakatı metni derken tekrar hatırlatmak istiyorum, metinde neler vardı, nelere imza atıldı ve bu deklarasyonda neler dile getirildi. Silahlı mücadelenin yerine demokratik siyasetin yer alması ve tarihî bir niyet beyanı olarak Dolmabahçe mutabakatı ele alındı ve hem gerçek bir demokrasinin hem de büyük barışımızın temel omurgasını teşkil edecek olan olgusal başlıklardı.

Başlıklar şunlar:

1) Demokratik siyasetin tanımı ve içeriği.

2) Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanınması.

3) Özgür vatandaşlık, yasal ve demokratik güvenceleri.

4) Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar.

5) Çözüm sürecinin sosyoekonomik boyutlarının ele alınması.

6) Çözüm sürecinde demokrasi-güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması.

7) Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvence altına alınması.

8) Kimlik kavramı tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi.

9) Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerde tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması.

10) Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasanın gerçekleştirilmiş olmasıydı.

Tabii, tüm bu hususların, beklenen tarihî gelişmelerin hayata geçirilebilmesi için tahkim edilmiş bir çatışmasızlığın elzem olduğundan şüphe yoktur. Biz de HDP’li heyet ve HDP Grubu adına, bu demokratik çerçeveye ve barıştan yana olan kesimlere gelinen bu demokratik müzakere ve çözüm aşamasında güç katacağını düşündük ve bu Dolmabahçe mutabakatının hâlâ hayata geçirilmesi gerektiğini tekrarlıyor ve yineliyoruz. Çünkü, bu kadar ölümlere, bu kadar insanın yaşamını yitirmesine, bu kadar çöküntünün ve Avrupa uyum yasalarıyla ilgili geldiğimiz bu süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye’yi en çok mahkûm ettiği konuların, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü başta olmak üzere bu sorunların giderilmesine dair çözüm gücü olabilecekti Dolmabahçe mutabakatı. Biz, bu Dolmabahçe mutabakatının hayata geçirilmesi için, barışın dilinin oluşturulması için hâlâ gündemde olduğunu ve hâlâ Dolmabahçe mutabakatının sürecine geri dönülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu mutabakatla birlikte aynı zamanda, Sayın Davutoğlu’nun da manşetlerde belirttiği gibi, biz de önceki günkü konuşmamızda ifade ettik ve hâlâ söylüyoruz, aslında yaşanan darbe süreçlerinin de önüne geçilen bir mutabakattı. Tüm halkların, tüm inançların, tüm kimliklerin ortak vatan ve demokratik siyasetle hayata geçebileceği bir süreçti. O yüzden, Dolmabahçe mutabakatıyla birlikte, bugün demokratik siyasetin hayata geçmesi için bu Parlamentonun bir kez daha bu konuyu ele alması ve gerçekleştirmesi gerekiyor diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Maddeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Bitlis Milletvekili Mahmut Celadet Gaydalı konuşacaktır.

Buyurun Sayın Gaydalı. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA MAHMUT CELADET GAYDALI (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi ve grubum adına 281 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Sizleri ve kamuoyunu saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, son günlerde, iktidar vize serbestliği konusunda birçok kanun tasarısını Parlamentoya getiriyor ve çoğunluğun oylarıyla kabul edip kanunlaştırıyor. Tabii, uluslararası alanda atılmaya çalışılan bu adımlar aynı zamanda iktidarın da birçok önemli değere nasıl yaklaştığını ve ne gibi bir yol izlediğini gözler önüne sermesi açısından önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle, bahsi geçen bu değer çocuk olunca, çocuğun hem uluslararası statüsü hem de son zamanlarda Türkiye’de yaşanan toplumun temel değer ve yargılarını olumsuz yönde etkileyen gerek Ensar Vakfında gerekse Türkiye’nin birçok yerinde meydana gelen çocuk istismarlarının bireylerin bu konuya olan hassasiyetini daha fazla artırmış olmasını da umut ediyorum.

Son zamanlarda savaşın yoğun olarak yaşandığı, yıkımın tüm şiddetini ve barbarlığını gösterdiği coğrafyalarda belki de bizleri, hatta tüm insanlığı yaşamından utandıran bir konu vardı ki o da Aylan bebekti. Avrupa, Orta Doğu’nun bu ölüm cenderesi karşısında sessizliğe bürünmüş ve habersizmiş gibi bir tutum sergilerken Aylan bebeğin karaya vurmuş görüntüsü dünyanın dört bir yanını yasa boğan bir andı. Bu da bizlere bugün bahsedeceğimiz ve tek evrensel değer olarak kalabilen çocuğun önemini bir kez daha göstermektedir çünkü her yıkım, ister bir ailenin dağılması olsun ister bir evin yerle bir olması, bu durum en çok çocuk üzerinde kalıcı hasarlar verir; genellikle de psikolojik olan bu yıkımlar uzun süre üzerlerinden atamayacakları bir ruh hâline dönüşebilir. Çocuktan yani uluslararası bir değerden bahsederken çocukların zihinsel ve fiziksel gelişimlerinin yanında ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişmelerini de sağlayacak bir tutumun geliştirilmesi ve bu yönde ilerlenmesi gerekmektedir. Lahey Sözleşmesi ya da Avrupa Birliği vize serbestliği açısından değil, gerçekten doğru ve sağlıklı bir toplum yaratabilmek adına bu adımlar atılmalıdır. Hükûmet, bu konuyla ilgili sunduğu kanun tasarısının gerekçe kısmında yine Avrupa Birliğiyle başlatılan vize serbestliği konusuna değinmiş, genel olarak bu doğrultuda hayata geçirilmesini planlamıştır.

Değerli milletvekilleri, evrensel bir konuyu değerlendirdiğimiz zaman, yalın olarak kendi beklentilerimiz değil, hayata geçirilecek olan bu çalışmanın yetişecek olan gelecek kuşaklar üzerindeki pozitif ve negatif ölçüleri açısından ele alınması gerekmektedir. Bugün üzerinde konuştuğumuz bu tasarı, genel hatlarıyla çocuğun üstün yararını temel alan bir anlaşmaya taraf olma tasarısıdır ve çocuk yararına olan her çalışma tüm boyutlarıyla değerli bir durumdur. Bir çocuğun gelişimi için en önemli gereksinimlerinden biri de ekonomik boyutudur. Dolayısıyla, hem eğitimi ve öğretimi hem de gelişimi açısından ortaya çıkacak faturanın karşılanması için bu tasarı önemlidir. Tabii, aynı ölçüde aile nafakalarıyla oluşabilecek mağduriyetlerin giderilmesi ve hangi devlet olursa olsun bu yardımların sağlanması için hükûmetler kolaylaştırıcı roller oynamalıdır. Çocuk gibi, aile de evrensel bir değerdir ve bu değer sonucunda ortaya çıkan mağduriyet nerede olursa olsun giderilmelidir. Bu yüzden, üzerinde durmamız gereken asıl konu bu tasarı değil, genel olarak Hükûmetin izlediği politikalardaki çocuğun yeridir.

Değerli milletvekilleri, ne yazık ki bugün, Türkiye'de çocuktan bahsederken ya da konu çocuk olunca çocukları ya tacizler ya da devletin ambargoların sürdüğü illerde uyguladığı savaş politikası sonucu yitip giden canlarla hatırlar hâle geldik. Ensar Vakfıyla gündeme düşen çocuk istismarı konusu, vicdanlı insanlar ile vicdansızların bu konu üzerindeki yaklaşımlarını gözler önüne serdi. Çocuk konusunda o kadar vurdumduymaz bir görüntü var ki neredeyse “Bir kereden bir şey olmaz.” denilecek duruma gelinmiş vahim boyutlarda. Ben, Ensar Vakfını savunan zihniyete ve ilgili Bakanlığına şunu söylemek isterim: “Ya o çocuk sizin çocuğunuz olsaydı, bu kadar vurdumduymaz bir tutum sergiler miydiniz?”

Zergele köyü, Suruç ve Ankara katliamları, toplumsal gösteriler ve iktidarın savaş konseptini tüm yıkıcılığıyla devreye soktuğu illerde yaşamını yitiren 868 kişinin 102’si çocuktu. Yaşama daha adım atmamış ufacık bedenlere kurşun ve top mermilerini reva görenler, tarihte eşine az rastlanır bir yıkımı sergilemeye de devam etmektedir.

2015 yılı çocuk yaşam hakkı ihlal verilerine göre, devlet eliyle ortaya çıkan yaşam hakkı ihlalleri sonucu, yargısız infazlarda 61, silahlı çatışmada 1, askerî mühimmat veya mayın sonucu 5, eğitim hizmeti alırken 15, sağlık hizmeti alırken 11, barınma hizmeti alırken 8, kapatılma ve alıkoyma alanlarında 1, sokakta 1 çocuk olmak üzere 103 çocuğun yaşam hakkı ihlal edildi. Aynı raporda, devletin önlem almadığı için ortaya çıkan çocuk yaşam hakkı ihlalleri; bombalı saldırılarda 6, nefret cinayetlerinde 1, ev içi şiddette 18, akran şiddeti 8, çocuk cinayetleri 16, uyuşturucu kullanımı 4, çocuk işçi ölümü 55 gibi birçok nedenle 772 çocuğun yaşam hakkının ihlal edildiği açıklandı ve raporda mülteci çocuklar için de bir kısım yer almaktadır. Türkiye’den geçiş yaparken 59, mülteci çocuk işçi ölümleri 11 ve mülteci çocuk barınma merkezinde 6 olmak üzere 76 çocuğun devletin yeterli önlem almamasından kaynaklı yaşam hakkı ihlal edilmiştir. Raporda son olarak, en yoğun çocuk ihlallerinin yaşandığı illerin ilk iki sırasında Diyarbakır ve Şırnak olduğu söylendi ve bu rapor sadece 2015 yılına aittir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu verilerle sizlere sataşmak ya da sizleri zayıf göstermek adına bir çaba ya da kaygı içinde değilim. Bu veriler benim hazırladığım veriler de değil, iktidarınızın uyguladığı çocuk politikaları karşısındaki karnedir. Her iyi çalışmanızı burada sayısal veriler üzerinden değerlendirip ambargo ve savaşın meydana getirdiği illerde yaşamını yitiren çocuk katliamlarını sadece “terörle mücadele” adı altında değerlendiremezsiniz. Ege’de neredeyse her gün yitirilen çocukları “mülteci sorunu” diye adlandırmanız yaptığınız yıkımın ve yetersizliklerin üstünü elbette örtmeyecektir. Zaten bu tasarı da -açıkça belirttiğiniz gibi- çocukların zihinsel, bedensel, ruhsal ve ahlaki gelişmeleri konusunda herhangi bir kaygı içinde değil, tamamen vize serbestliği hususunda hazırlanmış ve asli değer olan çocuğu çok da önemsemeyen bir tutum içindedir.

Değerli milletvekilleri, iktidar partisinden beklentimiz, çocukları hak ve özgürlük konusunda bir yetişkin bireymişçesine görmesi ama savaş ve yıkım gibi politikalarda da masum bir hayat olarak görmesi gerekmektedir. Sağlıklı bir hayat sağlıklı bir ortak vatan ve yaşanabilir bir dünya oluşturabilmek adına bu konu büyük önem teşkil etmektedir. İster sığınmacı ister mülteci ister vatandaş veya dünyanın öbür ucunda olsun, evrensel bir değer olan çocuğu bütüncül politikalar çerçevesinde ele almalı ve çocuk hakları geliştirilerek tek ve sağlam bir yöntem izlenmelidir.

Ensar Vakfı davasında toplum baskısıyla derhâl mahkeme ve tek celsede karar alınmasının yanında, bugün doğu ve güneydoğu illerimizde sekiz dokuz aydır gözaltına alınıp mahkemeye çıkarılmayan gençlerimizin durumu ülkedeki hukuk anlayışını ve kişilerin kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlalini göstermektedir.

Son bir vurgu da vize üzerine yapmak istiyorum. Vize serbestisi kesinlikle serbest dolaşım olarak algılanmamalıdır. Bu, otuz kırk yıl önce uygulanan turistik vize gerekmez, sadece gümrük kapılarında yetkililerin vereceği vizeyle -bir hafta mı olur, on beş gün mü olur veya altı ay mı olur- onların takdiriyle verilecek vizelerdir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Böylece, tasarının üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın yapılan açık oylama sonucunu açıklıyorum:

“Kullanılan oy sayısı         :     213

Kabul                               :     212

Boş                                  :         1  (x)

 

                       Kâtip Üye                             Kâtip Üye

                    Özcan Purçu                    Elif Doğan Türkmen

                          İzmir                                   Adana”

Böylece, tasarı kanunlaşmıştır. Hayırlı uğurlu olsun.

Şimdi, 3’üncü sıraya alınan, Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/707) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 294) (xx)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 294 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Erol Dora.

Buyurun Sayın Dora. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 294 sıra sayılı Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, 1957 tarihli Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi’ne taraf durumdadır. Sözleşmeye taraf olan devletler ile Türkiye arasındaki suçlu iadesi işlemleri hâlihazırda bu sözleşme hükümlerine göre yerine getirilmektedir. Bununla birlikte, Türkiye, sözleşmenin 1975 tarihli ek protokolüne ise bugüne kadar taraf olmamıştı. Söz konusu, Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi’ne Ek Protokol geçtiğimiz mart ayında Türkiye tarafından da imzalanmıştır.

Değerli milletvekilleri, üzerinde görüştüğümüz bu ek protokol, bireylerin ve insanlığın korunmasının güçlendirilmesi amacıyla hazırlanmış olup soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçların siyasi suç kapsamında görülemeyeceğini kayda geçirmektedir. Tabii, Hükûmet, bu protokolü demokratik bir gereklilikten değil, Avrupa Birliğiyle başlatılan vize serbestisi diyaloğu çerçevesinde, yüzeysel ve sembolik bir yaklaşımla ve alelacele Meclis gündemine taşımıştır.

Tasarının gerekçe bölümünde, “Uluslararası hukuk uyarınca, bir uluslararası anlaşmaya ilişkin çekince ve beyanların, anlaşmanın imzalanması ya da onay veya katılım belgesinin tevdii sırasında yapılması mümkündür. Bu bağlamda, söz konusu Ek Protokol’e ilişkin çekince ve beyanlarımız onay aşamasında bildirilecektir.” denilmiştir.

Değerli milletvekilleri, bu noktada, Türkiye’nin uluslararası sözleşmeleri onaylarken yaygın bir biçimde uyguladığı, uygulayageldiği sözleşmelere çekince koyma tutumuna ilişkin birkaç konuya değinmeyi lüzumlu buluyorum. Tabii, Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere koyduğu çekinceler âdeta bir çekince rejimi hâlini almıştır. Bildiğimiz gibi, çekinceler rejimine ilişkin, uluslararası alanda ortaya konan ve günümüzde örf ve âdet hukuku niteliği kazanmış hukuk metni, 1969 tarihli Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’dir. Çekincelere ilişkin düzenleme ise Viyana Sözleşmesi’nin 19 ve 23’üncü maddelerinde yer almaktadır. Bu maddelerde, sırasıyla, çekincelerin ileri sürülmesi, çekincelerin kabulü ve çekincelere itiraz, çekincelerin ve çekincelere yapılan itirazların hukuki etkisi, çekincelerin ve çekincelere yapılan itirazların geri alınması ve çekincelerle ilgili usul başlıkları altında konuyla ilgili düzenlemeler öngörülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, insan hakları hukuku ve insancıl hukuk alanında, gerek evrensel gerekse bölgesel kapsamlı sözleşme ve protokollerin birçoğuna taraf durumdadır. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin ikiz sözleşmeler, ırk ayrımcılığı karşıtı ve azınlık haklarını koruyucu sözleşmeler, kadın hakları sözleşmeleri, kölelik ve kölelik benzeri uygulamalara ilişkin sözleşmeler, işkence, onur kırıcı muamele ve kaybolmalara ilişkin sözleşmeler, çocuk hakları sözleşmeleri, örgütlenme özgürlüğüne ilişkin sözleşmeler, çalışma ve zorla çalıştırılmaya ilişkin sözleşmeler, eğitim hakkıyla ilgili sözleşmeler, mültecilere ve ilticaya ilişkin sözleşmeler, silahlı çatışma hukukuna ilişkin sözleşmeler bunlardan bazılarıdır.

Değerli milletvekilleri, uluslararası sözleşmelerin konu ve amacına aykırı biçimlerde konulan çekince ve beyanlar, 1969 Viyana Konvansiyonu ve Uluslararası Hukuk Komisyonu ilkeleri beraber değerlendirildiğinde hükümsüz addedilmektedir.

Bu hatırlatmadan sonra, çeşitli sözleşme organlarının, Türkiye’nin çekinceleri ve beyanları bakımından yaptığı değerlendirmelerden örnekler vererek konuşmamı sürdürmek istiyorum. Örneğin, Irksal Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi, 2009 yılında yayınladığı Sonuç Gözlemleri metninde, Türkiye’nin çekince ve beyanlarının tüm sözleşmenin uygulanmasına halel getirebileceği uyarısını yapmış, çekincenin yanı sıra sözleşme uygulamasına getirilen coğrafi kısıtlamanın da kaldırılması gerektiğini belirtmiş ve bir yıl içinde, Türkiye’den, bu konuda kendisini bilgilendirmesini talep etmiştir. Ancak Türkiye bu konuda makul bir düzenleme gerçekleştirmemiştir.

Yine, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin denetim organı olan İnsan Hakları Komitesi, 2011 yılında yayınladığı Sonuç Gözlemleri metninde, Türkiye’nin Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne koyduğu çekincelerin, Kürtler ve Romanlar gibi çeşitli azınlık grupların ayrımcılığa maruz kalmasına ve haklarının kısıtlanmasına yol açtığını, bu nedenle kendi kültürlerini gerçekleştirmelerinin ve dillerini kullanmalarının olumsuz etkilendiğini belirtmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; komite, ayrıca, her taraf devletin etnik, dinsel veya dilsel tüm azınlık gruplarının ayrımcılığa karşı etkin biçimde korunmasını ve haklarından yararlanmasını sağlama yükümlülüğü altında olduğunu belirtmiş, bunun yerine getirilebilmesi için Türkiye’nin 27’nci maddeye koyduğu çekinceyi kaldırması yönünde görüş bildirmiştir. Komitenin Türkiye’yi uyardığı ve çekinceyi kaldırmasını telkin ettiği 27’nci madde ne diyor bakalım: “Madde 27- Etnik, dinsel ya da dil azınlıklarının bulunduğu devletlerde, bu azınlıklara mensup olan kişiler, kendi gruplarının diğer üyeleri ile birlikte, kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerine inanma ve bu dine göre ibadet etme ya da kendi dillerini kullanma hakkından yoksun bırakılmayacaklardır.”

Değerli milletvekilleri, gördüğümüz gibi, Türkiye hükûmetleri, Türkiye coğrafyasında yaşayan farklı kültür, farklı dil ve inançlara mensup yurttaşlarının bu temel haklarını sözleşmeye çekince koymak suretiyle açıkça engellemektedir. İnsan Hakları Komitesinin 2.929’uncu toplantısının özet kayıt metninde de Türkiye’nin Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne koyduğu beyan ve çekincelerin sözleşmenin konu ve amacına uygun olmadığı açıkça belirtilmektedir. Toplantı metninde, Türkiye delegasyonunun çekincenin kaldırılabileceğine ilişkin beyanlarından duyulan memnuniyet dile getirilmiştir ancak 2009’dan bugüne beyanların aksine Türkiye’de bu çekinceyi kaldırmak yönünde hiçbir düzenlemeye gidilmediğini hepimiz görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere koyduğu çekincelere bir diğer örnek Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’dir. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, 2011 yılında yayınladığı Türkiye’ye ilişkin Sonuç Gözlemlerinde, Türkiye’den sözleşmenin 13’üncü maddesine koyduğu çekinceyi kaldırmasını, söz konusu maddeyi komitenin içtihadı ışığında yorumlamasını ve uygulamasını önermiştir. Türkiye’nin çekince koyduğu maddeyi okuyalım: “Madde 13- Bu sözleşmeye taraf devletler ebeveynlerin kendi çocukları için kamu makamları tarafından kurulmuş okulların dışında devlet tarafından konulmuş ya da onaylanmış asgari eğitim standartlarına uygun diğer okulları tercih etme ve çocuklarına kendi inançlarına uygun, dinî ve ahlaki eğitim sağlama özgürlüğüne saygı göstermeyi taahhüt ederler.”

Değerli milletvekilleri, gördüğümüz gibi, Türkiye, ebeveynlerin kendi çocuklarına, kendi inançlarına uygun dinî ve ahlaki eğitim sağlama haklarını açıkça engellemektedir. Bu çekinceyi yorumlarsak eğer, devlet sadece kendi yaptığı din ve ahlak tanımı üzerinden çocukların eğitimini tekelleştirmekte ve farklı inançlara mensup ailelerin, çocuklarına kendi inançlarını eğitim yoluyla aktarmalarını engellemektedir.

Tabii, bunun Türkiye’de nüfus bakımından en büyük niceliğe sahip mağdurları Alevi yurttaşlarımızdır. Alevi yurttaşlarımızın ibadethanelerinin yasal bir statüsü dahi henüz mevcut değildir. Alevi yurttaşlarımızın kutsal günlerinde ve bayramlarında gerek okul ve gerekse iş hayatında tatil yapmaları mümkün değildir. Devlet, Aleviliği kendi din anlayışına göre, Alevilere danışmadan tanımlamakta ve Alevileri bu kalıba sokmaya çalışmaktadır. Elbette devletin bu tutumu Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne aykırıdır. Dolayısıyla, bu sözleşmeye konulan çekince kaldırıldığında, ülkemizde yaşayan ve farklı inançlara mensup yurttaşlarımız daha özgür zeminde kendilerini ifade edebileceklerdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, Çocuk Hakları Komitesi, Türkiye’ye ilişkin Sonuç Gözlemlerinde, Türkiye’nin, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 17, 29 ve 30’uncu maddelerine koyduğu çekinceleri geri çekmesini önermektedir. Komitenin görüşüne göre ancak bu yolla, farklı gruplara mensup çocukların, özellikle Kürt çocuklarının belli eğitsel olanaklardan faydalanabilmesi sağlanabilecektir. Ayrıca, Çocuk Hakları Komitesinin 1.705’inci toplantısının özet kayıt metninde, çekincelerin kaldırılmasının azınlık gruplara mensup çocukların, özellikle Roman ve Kürt çocukların ayrımcılığa uğramasının engellenmesi bakımından önemi vurgulanmıştır.

Değerli milletvekilleri, bakınız, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’nin çekince koyduğu 30’uncu maddesi ne diyor: “Madde 30- Etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların ya da yerli halk kökenli kişilerin var olduğu devletlerde böyle bir azınlığa mensup ya da yerli halktan olan bir çocuğun kendi grubunun diğer üyeleriyle birlikte topluluk içinde kendi kültüründen yararlanması, kendi dininde ibadet etmesi ve dinin gereklerini yerine getirmesi ya da kendi dilini kullanması hakkından yoksun bırakılamaz.”

Şimdi sormak gerekiyor: Türkiye bu maddeye neden çekince koymuştur? Çekince koyarak ve çekinceyi kaldırmayarak neyi hedeflemektedir? Hükûmetin çıkıp bunu açıklaması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin çekince karnesinde eksi puan aldığı bir diğer uluslararası sözleşme Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi’dir. Bu sözleşme UNESCO Genel Konferansı’nda Ekim 2005’te kabul edilmiş ve Mart 2007’de yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından imzalanmış olmasına karşın henüz onaylanmamıştır. Türkiye bu sözleşmeyi de 7’nci maddesine çekince koyarak imzalamıştır. Sözleşmenin 7’nci maddesi şöyle diyor:

“Kültürel İfadelerin Geliştirilmesi Önlemleri

1. Taraflar kendi ülkelerindeki bireyleri ve grupları,

(a) Kadınların ve ayrıca azınlıklara ve yerli halklara mensup kişiler dâhil, çeşitli sosyal grupların özel şartlarına ve ihtiyaçlarına gereken önemi vererek kendi kültürel ifadelerini yaratma, üretme, yayma, dağıtma ve bunlara erişme;

(b) Gerek kendi ülkeleri içinden gerekse dünyanın başka ülkelerinden gelen çeşitli kültürel ifadelere erişme hususlarında teşvik eden bir iklim oluşturma gayreti göstereceklerdir.”

Evet, ne yazık ki, Türkiye bu maddeye de çekince koymuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gördüğümüz gibi, uluslararası sözleşmelerde farklı dillere, inançlara, kültürlere tanınan asgari hakların neredeyse tamamına çekince koymak Türkiye'nin geleneksel bir politikası olagelmiştir. Türkiye’nin insan haklarına aykırı olan bu hattan bir an önce çıkması gerekmektedir.

Aslında hepimizin gördüğü gibi, ülkemizde yurttaşlarımızın yaşadığı ve kangren hâlini almış birçok mesele, uluslararası sözleşmelerde zaten yerini bulmuş olan bazı ilkelere onay vermememizden geçmektedir.

Gelişmiş demokrasilerin onayladığı çağdaş ilkelere Türkiye neden onay vermemektedir? Bunun makul bir izahı yoktur. Türkiye bu demokrasi ayıbından ne zaman kurtulacaktır? Türkiye kendi yurttaşlarının ana dilinde eğitimini daha ne kadar engelleyebilecektir? Türkiye farklı inançlara mensup yurttaşlarının sorunlarını daha ne kadar erteleyebilecektir? Çağımıza yakışmakta mıdır bu? Türkiye kendi yurttaşlarının yaşadığı farklı kültürlerin gelişimini engellemekten ne zaman vazgeçecektir? Bu soruları cevaplamanız gerekmektedir. Bu bağlamda, temel insan hakları belgelerine konulan çekincelerin bir an önce kaldırılması gerekir. Bu, demokrasinin gereğidir; bu, evrensel hukukun gereğidir; bu, eşit yurttaşlığın gereğidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, bu bağlamda, üzerinde görüştüğümüz Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nda da Türkiye’nin sözleşmeye koyduğu çekinceleri görmekteyiz. Tasarı metninde “Türkiye Cumhuriyeti, ek protokolün 6’ncı maddesinin birinci paragrafına göre, ek protokolün I’inci faslını kabul etmemektedir.” denilmiştir. Türkiye’nin çekince koyduğu maddeye baktığımızda, bu madde, Birleşmiş Milletlerin 1948’de kabul ettiği Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme’de belirtilen insanlığa karşı suçların siyasi suç kapsamında kabul edilemeyeceğini belirtmektedir. Yine, aynı maddenin diğer bendi, 1949’da kabul edilen Cenevre Sözleşmesi’nin silahlı kuvvetlerin savaş alanında sivillerin korunmasını düzenleyen maddelerinin kapsamına giren ihlallerin siyasi suç kabul edilemeyeceğini belirtmektedir. Türkiye ise koyduğu çekinceyle bu suçların siyasi olmadığını kabul etmediğini beyan etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının gerekçe bölümüne baktığımızda aynen şu ifade bulunmaktadır: “Ek Protokol, bireylerin ve insanlığın korunmasının güçlendirilmesi amacıyla hazırlanmış olup, soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçların siyasi suç kapsamında görülmediğini kayda geçirmektedir.” Evet, Hükûmet gerekçeye aynen böyle yazmıştır. Ancak, gerekçede övgüyle anlatılan bu duruma metnin sonunda çekince konulması da AKP Hükûmeti açısından trajikomik bir durumdur. Hükûmet, bu maddelere çekince konulmasının gerekçesini Meclise ve kamuoyuna açıklamak durumundadır.

Değerli milletvekilleri, evet, protokolün 6’ncı maddesi, taraf devletlerin kabul etmek durumunda olmadıkları hususları belirtmiştir ve Türkiye de buna istinaden protokolün I’inci bölümünü kabul etmediğini belirtmiştir. Ancak, burada ciddi teknik bir sorun bulunmaktadır. Türkiye’nin kabul etmediği madde, onay metninde “Çekince” başlığı altında sunulmuştur. Oysa, dikkat çekmek isterim ki protokolün 6’ncı maddesinin (3)’üncü bendinde “Bu protokolün hükümlerine herhangi bir çekince konulamaz.” denmektedir. Kanımızca, burada düzeltilmesi gereken teknik bir hata bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası alanda yüzyıllar boyu süren trajedilerden elde edilen deneyimler sonucu üzülerek ortaya çıkan temel değerleri görmezden gelemeyiz. İnsan hakları görmezden gelindiği sürece, haksızlıklar, sorunlar devam edecektir. Bu da daha fazla acı demektir, daha fazla kan demektir. Temel insan haklarını yok saymakla yok edemeyiz. Eşit yurttaşlık çağın bir gereğidir, insanlığın bir gereğidir ve biz de insanlığın gereğini yerine getirmekle yükümlüyüz diyerek sözlerimi bitiriyor; yine, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı istiyoruz.

BAŞKAN – Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati:21.27

YEDİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.39

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.

294 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın maddelerine geçilmesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi, tasarının maddelerine geçilmesini tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

294 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

Efendim, bir…

BAŞKAN - Buyurun Sayın Gök.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

19.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman’ın laiklik ilkesi konusundaki söylemlerini şiddetle kınadığına ve derhâl istifa etmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım, ülkemizin giderek kutuplaştığı ve toplumda gerilimin tırmandığı…

BAŞKAN – Dilerseniz yerinizden bir dakika süreyle söz vereyim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Yok, böyle izah etmek istiyorum efendim.

…toplumda giderek kutuplaşmanın arttığı ve Türkiye’nin çözümlerinin giderek zorlaştığı bir ortamda…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Biz duyamıyoruz ama! Sayın Başkan, bizi bu sözlerden mahrum bırakmayın!

LEVENT GÖK (Ankara) – …Türkiye’nin kurucu iradesine bugün Sayın Meclis Başkanı tarafından ağır bir saldırıda bulunulmuştur. Meclis Başkanı İsmail Kahraman bugün katılmış olduğu bir konferansta aynen şu sözcükleri söylemiştir: İsmail Kahraman “Laiklik bir kere yeni anayasada da olmamalıdır… Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması lazım. Dinî olarak bahsetmesi lazım.” diyerek laiklik ilkesinin çıkartılmasını savunmuştur.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Ne var bunda? Olabilir, düşüncesi.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bu haberi yeni edindik, bu haberi yeni edindik.

AKP Grubundan “Ne varmış bunda?” diyen sözler kulağıma geliyor.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Fikir özgürlüğü, fikir özgürlüğü!

LEVENT GÖK (Ankara) – Değerli Başkanım, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Atatürk kurucu irade olarak laikliği Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci unsuru olarak belirlemiştir. Meclisin kuruluşunun 96’ncı yılını kutladığımız daha birkaç gün önce, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diyen ve bu Meclisi bizlere armağan eden… Varlık sebebini bu Meclisten alan Meclis Başkanının laiklik ilkesi konusundaki bu söylemlerini şiddetle kınıyorum, şiddetle kınıyorum. Meclis Başkanı, bu sözüyle sadece bir kişisel sözü söylemekten uzak, kurucu iradeyi yok sayan bir anlayışla, bir Meclisin Meclis Başkanının neredeyse çok ağır söylemleriyle, bir darbe gibi nitelendirilebilecek söylemleriyle Meclisimizi, Anayasa’mızı ayaklar altına almıştır.

MEHMET METİNER (İstanbul) – O kurucu irade 1921 ve 1924 Anayasası’nda!

LEVENT GÖK (Ankara) – Böyle bir tabloyu Cumhuriyet Halk Partisi olarak kabul edemeyiz. Bu Meclis Başkanının söylediği bu sözleri şiddetle kınıyoruz ama bunu kınamak yetmez. “Evet, bu sözlere biz de katılıyoruz.” diyen AKP Grubunu ne yapacağız?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Kim “Katılıyoruz.” dedi ya? Kim söyledi onu?

MEHMET METİNER (İstanbul) – Fikir özgürlüğü!

LEVENT GÖK (Ankara) – Ne yapacağız bunları? Ne yapacağız? (CHP sıralarından alkışlar)

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Şahsi düşüncesini açıklayamaz mı ya? Şahsi görüşünü açıklar. Niye ambargo koyuyorsun?

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, bu sorun ciddidir. Meclis Başkanı şahsi olarak söylese dahi kurumsal kimliği itibarıyla artık hepimizi temsil eden bir başkan olarak bu sözlerin altında kalacaktır ve kalmalıdır. Böyle bir Meclis Başkanı Türkiye Meclis Başkanlığını yapamaz, yapamaz!

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Sen yaparsın, sen! Sen yaparsın!

LEVENT GÖK (Ankara) – Böyle bir tabloyu Meclisimiz hak etmiyor, Türkiye hak etmiyor. Şurada iyi niyetle bir çalışma yaparken, sizler orada, bizler burada bir çalışma yaparken Meclis Başkanının söylemleriyle Türkiye’yi sabote etmesinin hiçbir gerekçesi yoktur. Böyle bir tabloyu kabul edemeyiz.

BAŞKAN – Sayın Gök…

LEVENT GÖK (Ankara) – Meclis Başkanı derhâl istifa etmelidir! (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler) Böyle bir Meclis Başkanını Türkiye taşıyamaz, böyle bir Meclis Başkanını taşıyamaz.

Sayın Başkan, şimdi karşılaştığımız sorun, burada görüştüğümüz anayasal çerçevede yaptığımız görüşmelerin dışında, ama hepimizi bağlayan bir konumdur.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Bu, dayatmacı bir üslup Sayın Başkan. Herkesin her şeyi söyleme özgürlüğü olmalı.

LEVENT GÖK (Ankara) – Böyle bir tablo konusunda Meclis Başkanının özgürlüğü söz konusu olamaz. (CHP sıralarından alkışlar) O, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diyen bir Meclisin Başkanıdır. O, iki gün önce Atatürk’ün manevi huzurunda saygı duruşunda bulunmak için oraya giden bir Başkandır.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Böyle bir üslup, usul mü var ya?

LEVENT GÖK (Ankara) – Bunları ne çabuk çiğnedi; ne hakla, ne cüretle, ne cüretle? (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gök, sizi dinledim. Tutanaklara geçmiştir.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, bu, “Tutanaklara geçmiştir.” ile açıklanacak bir ifade değildir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Ne yapacaksın ya?

BAŞKAN – Sayın Gök…

Buyurun.

LEVENT GÖK (Ankara) – Böyle bir tabloyu Meclisimiz kabul edemez. Böyle bir tablo karşısında Meclis Başkanına karşı ortak bir bildiri açıklamamızda yarar vardır, ortak bir bildiri. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Gök, şu anda, tabii, burada bu milletvekillerinin değerli oylarıyla bu makama seçilen Sayın Meclis Başkanıyla ilgili lütfen biraz daha nazik bir dil kullanmanızı özellikle istirham ediyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, ben daha ne söyledim ki? İstifaya davet ediyorum.

BAŞKAN – Dışarıda söylemiş olduğu ifadenin ne olduğunu biz bilemiyoruz.

LEVENT GÖK (Ankara) – İstifaya davet ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Meclis Başkanımız da kendisi zaten bu noktada gerekli açıklamayı yapmıştır, yapar da.

LEVENT GÖK (Ankara) – Şu anda bütün ajanslar veriyor bu haberi, biz de yeni gördük. Ben bunu Meclisimizle paylaşıyorum.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Biz daha görmedik.

BAŞKAN – Sayın Gök, evet…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sizler bilmiyorum aynı düşüncede misiniz?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Nereden biliyorsun öyle dediğini? Gazete haberleriyle hareket ediyorsun.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım, bu kabul edilebilir bir yan değildir.

ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) – Ya, anlaşıldı; tamam, tamam.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Kendisi açıklama yapacaktır zaten.

LEVENT GÖK (Ankara) – Öyle AKP Grubunun hafiften alacağı hiçbir yan değildir.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Burası da şov yapma yeri değildir.

BAŞKAN – Sayın Gök, sizi dinledim, şimdi Sayın Bostancı söz istiyor.

Buyurun Sayın Bostancı.

20.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, AK PARTİ Grubunun laiklikle hiçbir probleminin olmadığına ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, Sayın Meclis Başkanı ne demiş, hangi bağlamda söylemiş bilmiyoruz.

LEVENT GÖK (Ankara) – Burada.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Levent Gök bu konuyu dile getirdi. Sayın Başkan herhâlde buna ilişkin, kendi sözlerine ilişkin bir değerlendirme yapacaktır.

LEVENT GÖK (Ankara) – Siz ne diyorsunuz?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – AK PARTİ Grubunun laiklikle hiçbir problemi yoktur; bu, bir.

MYK’ya katılıyorum, AK PARTİ aynı zamanda bir anayasa taslağı hazırlıyor, anayasa taslağı hazırlanırken hiç böyle bir gündemimiz yok. Dolayısıyla, AK PARTİ Grubunun gündeminde laiklikle ilgili Sayın Gök’ün ifade ettiği çerçevede herhangi bir tartışma söz konusu değildir, durum bundan ibarettir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Grubu suçlamayın.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, ben, Sayın Bostancı’nın sözlerini memnuniyetle karşıladığımı ifade ediyorum.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Tamam, ne yapacağız daha?

LEVENT GÖK (Ankara) – Ancak, ben konuşurken atılan o sözleri duymadığımı kimse farz etmesin, çocuk değiliz burada. Kendisine teşekkür ederim böyle bir hassasiyet gösterdiği için ama Meclis Başkanının bu açıklamalarını lütfen herkes okusun ve tutumunu ona göre belirlesin. Benim söylediğim budur. (CHP sıralarından alkışlar)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Ne yapacağız ya?

LEVENT GÖK (Ankara) – Ne yapacaksak yapacağız hep beraber.

BAŞKAN – Evet Sayın Gök.

MEHMET METİNER (İstanbul) – O adam fikrini söylemiş, ne var ya bu kadar abartıyorsun?

LEVENT GÖK (Ankara) – Bak hâlâ “Ne var?” diyorsun Metiner. O, Meclis Başkanı; basit mi o kadar?

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Yemin etmiş, yemin etmiş o ilkeye bağlı kalacağına.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Biz demokratik laiklikten yanayız. Hem adam fikrini söylemiş ya; bu kadar horgörüye gerek yok ya.

LEVENT GÖK (Ankara) – Artık “şahsına kalmış” mı? O, Meclis Başkanı.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Gerek yok, ne var bunda ya? Fikir söylemesin mi yani? Bir de ifade özgürlüğünden bahsediyorsunuz.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/707) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 294) (Devam)

BAŞKAN - Şimdi, tasarının 1’inci maddesini okutuyorum:

SUÇLULARIN İADESİNE EK AVRUPA SÖZLEŞMESİNE EK PROTOKOLÜN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) Türkiye Cumhuriyeti adına 22 Mart 2016 tarihinde Starzburg’da imzalanan “Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi’ne Ek Protokol”ün çekince ve beyanla onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’e aittir.

Buyurun Sayın Baluken. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 294 sıra sayılı Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerine söz aldım.

Öncelikle şunu ifade edeyim: Tabii, buradan geçen her yasal düzenlemenin uygulamasının ne şekilde olduğuna da Avrupa Birliği ya da Avrupa’yla ilgili kurumlar önem verirler. Pek çok konuda; düşünce, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü konusunda AKP Hükûmetinin uygulamalarının AB kriterleriyle ne kadar uyuştuğunu ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyle ilgili burada yapılan düzenlemelerin ne kadar hayata geçtiğini bu kürsüden defalarca belirttik, ifade ettik.

Şimdi, bugün yapılan düzenleme de suçluların iadesine ilişkin bir kabulü, bir onayı öngörüyor. Ancak yakın dönemde AKP Hükûmetinin suçluların iadesiyle ilgili karnesi, sicili o kadar bozuk ki bu konuda hangi yasal düzenlemeyi getirirseniz getirin Avrupa Birliğini inandırmanız ya da bugüne kadar işlemiş olduğunuz suçlardan sıyrılmanız mümkün değil. Bütün bunların tamamı da yine Suriye ve Orta Doğu politikasıyla yakından ilişkilidir. IŞİD başta olmak üzere oradaki çete yapılarla girilen birtakım kirli ilişkiler neticesinde, bugün dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir yerde bir bomba patladığında bu bombayı patlatanların Türkiye’den geçtiğine dair, bu toprakları, bu sınırları kullandığına dair hemen sıcağı sıcağına bir tartışma başlıyor çünkü dediğim gibi, bu konuda geliştirmiş olduğunuz ilişkiler zaten sizi böyle bir tartışmanın ortasına atıyor.

Bakın, yakın dönemde, 2015 yılının Temmuz ayında Ankara’da EĞİTİM-SEN’de bir polis operasyonu yapıldı, EĞİTİM-SEN misafirhanesinde AFAD kimlik kartıyla Türkiye’ye gelen 6 Rojavalı yurttaş gözaltına alındı ve sonra birtakım hukuksal süreçler, mahkeme süreçleri işletildi. Dikkat edin, bu kişilerin cebinde AFAD kimlik kartı vardı yani AKP Hükûmeti ya da AFAD kurumu Rojava’daki yetkililere “Eğer bu yaralılar Türkiye’ye gelirlerse biz onları tedavi edip, sağlık sorunlarını giderip ondan sonra kendi topraklarına geri göndereceğiz.” sözünü vermişlerdi, o taahhütte bulunmuşlardı. Ancak, yapılan operasyondan sonra gözaltına alınan 6 Rojavalı yurttaş çıkarıldıkları mahkeme sürecinden beraat ettiler yani herhangi bir suçlarının olmadığı, gözaltına alınma işleminin haksız, hukuksuz olduğu ve dolayısıyla da tutuklanmaları için bir gerekçe olmadığı belirtildi. Şimdi, beklenir ki tedavi için bu topraklara kabul ettiğiniz ve taahhüt verdiğiniz bu 6 Rojavalı yurttaşı kendi topraklarına, kendi sınırlarına geri göndermeniz. Ancak, AKP Hükûmeti bu insanları kendi sınırlarına göndermek, kendi yakınlarının yanına göndermek yerine o dönem Ahrar el-Şam ve El Nusra’nın denetiminde bulunan Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan bu örgütlere teslim etti. Yani, 6 Rojavalı yurttaş sedyeler üzerindeyken gözaltına alındı; gözaltında yaralıyken ağır hakaretlerden, ağır işkencelerden geçirildi; beraat ettikten sonra da âdeta ölüme gönderilecek şekilde Suriye’de, Rojava’da savaştıkları çete yapılarına teslim edildi.

Biz o dönem hem Hükûmet nezdinde hem devlet nezdinde girişimlerde bulunduk. Önce inkâr ettiler, “Böyle bir şey olamaz.” dediler. Çünkü, bu, Birleşmiş Milletlerin evrensel sözleşmelerine göre, Türkiye’nin de 1949 yılında altına imza attığı Cenevre Sözleşmesi’ne göre savaş suçudur ve bir ülkeyi Lahey’e götürecek, orada yargılanmaya götürecek olan, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Ancak, bunu inkâr eden yetkililer, daha sonra konuyu araştırdıklarında bu olayın gerçekten o şekilde vuku bulduğunu ve bu 6 Rojavalı yurttaşın bu çetelerin elinde olduğunu, bu çetelerden almak için de kendilerinin devreye gireceği sözünü bize verdiler. Ancak, aradan aylar geçmesine rağmen, bu verilen sözler ve taahhütlere rağmen bu Rojavalı yurttaşlar o çetelerden alınmadı ve AKP eliyle, Türkiye açık bir şekilde savaş suçu konusu olabilecek bir suçun altına imza atmış oldu.

Şimdi, tabii, bu konuda sayısız örnekler verebiliriz. Ancak suçluların iadesinden çok, suçluları bir takas pazarlığı konusu hâline getirmek geleneğini AKP’nin daha fazla alışık olduğu bir gelenek olarak buradan ifade etmek gerekiyor. Musul Başkonsolosluğuna yapılan baskından sonra -hatırlarsanız- o dönem 49 yurttaşımız rehin alınmıştı ve o dönem IŞİD’le yapılan birtakım gizli pazarlıklardan sonra, yüz bir günlük bir rehine olma durumu ortadan kaldırılmış ve bu yurttaşlarımız kendi ailelerine, kendi ülkelerine, topraklarına geri dönmüşlerdi. Tabii, geri dönmeleri son derece memnuniyet verici ancak IŞİD gibi bir çete örgütüyle o dönem hangi kirli pazarlıkların yapıldığını bütün dünya kamuoyu ve Türkiye kamuoyu tartışmasına rağmen, bugüne kadar kamuoyunu tatmin edecek hiçbir açıklama yapılmadı. O dönem hatırlarsanız Cumhurbaşkanı Erdoğan da IŞİD’le birtakım müzakerelerin yapıldığını, velev ki takas olmuşsa bile bunun bir başarı sayılması gerektiğini ifade etmişti. Hükûmete yakın olan bazı yandaş kalemler de bu 49 yurttaş karşılığında 50’ye yakın IŞİD mensubunun -ki bunların içerisinde örgütün üst düzey yöneticilerinin de olduğunu ifade etmişlerdi- IŞİD’e teslim edildiğini, IŞİD’le bir takas alışverişinin yapıldığını ifade etmişlerdi.

Şimdi, siz böylesi bir karneye sahipken yani bu tarz çete örgütleriyle olmaması gereken her türlü karanlık birtakım ilişkilere girmişken burada suçluların iadesine ilişkin herhangi bir düzenleme yaptığınızda da herhangi bir inandırıcılığınız olmaz. Avrupa Birliğinin de bu süreçleri bilmediğini farz ediyor olamazsınız. Yani bütün bu süreçler, dosyalar hâlinde, uluslararası kamuoyu tarafından da yakından takip ediliyor. Belki bugün içeride, bölgede, Orta Doğu’daki sıcak gelişmelerden dolayı bu dosyalar gündemleştirilmiyor, önünüze getirilmiyor ancak yakın dönemde yapılan pazarlıklar konusunda hazırlanmış olan dosyaların tamamının önünüze getirileceğini bilmeniz gerekiyor.

Bakın, bu, suçluların iadesiyle ilgili kanayan bir yaraya özellikle buradan parmak basmak istiyorum: Bu geri gönderme merkezlerindeki insanlık dışı uygulamalar. En son, Erzurum Aşkale’deki geri gönderme merkezinde Dilo Derviş’in, Dilo Derviş adında bir Rojavalı yurttaşın katledilmesiyle, altını çizerek söylüyorum katledilmesiyle birlikte bu geri gönderme merkezlerindeki insani dram burada da gündemleştirilmişti. Dilo Derviş, Aşkale’deki geri gönderme merkezinde, 3 metrekarelik bir hücrede, 1,80 boyundaki bir ranzada, ölüm sebebi “Kendi hazırlamış olduğu bir iple intihar etti.” şeklinde kamuoyuna yansıtıldı. Ancak o dönem milletvekillerimizi, insan hakları savunucularını, ailesini o geri gönderme merkezine gönderdiğimizde, maalesef, o alanda herhangi bir inceleme yapmalarına müsaade edilmedi ve Dilo Derviş’in otopsi raporu da bütün kamuoyundan saklandı. 1,80 boyundaki bir kişinin 1,80 boyundaki bir ranzadan kendini asmak suretiyle intihar ettiğini kamuoyuna ifade edecek kadar çılgınlaşmış ve aslında da insanlıktan uzaklaşmış olan bir yaklaşımdan bahsediyoruz. Dolayısıyla, bu tarz süreçler geri gönderme merkezlerinin hemen hemen tamamında yaşanıyor. Yani, insanlar geri gönderilmesi gereken yerlere, kendi topraklarına, kendi ailelerine geri gönderilmek yerine, ya bu geri gönderme merkezlerinde infazlara tabi tutuluyorlar ya da oralarda hayatlarını kurtarabilmişlerse de onları sınır dışında kendi savaştıkları çetelere teslim etme süreçleri AKP eliyle geliştiriliyor.

Dolayısıyla, bu konularla ilgili, uluslararası hukuk mercilerinde her geçen gün biriken dosyalarınız ortadayken burada suçluların iadesiyle ilgili bir düzenlemenin altına onay vermeniz hiçbir şekilde inandırıcı bulunmaz. AB kriterleri açısından da bu tarz palyatif çözümlerle herhangi bir şekilde yol alınmaz diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gruplar adına ikinci söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen’e aittir.

Buyurun Sayın Pekşen. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HALUK PEKŞEN (Trabzon) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türkiye’nin, özellikle AKP iktidarıyla, gündemini önceden öngörmek, kestirmek pek kolay değil. Hele hele böyle köşeye sıkıştığı dönemlerde mutlaka absürt bir gündem konusu bulmayı başarıyorlar. Bu, zaten artık toplumun, kamuoyunun her kesiminin bildiği bir yöntem. Bakıyorsunuz, bir anda Anayasa değişikliği gündeme geliyor, bir hafta onu kullanıyoruz, miadı bitiyor pop şarkı gibi; yeni gündem dokunulmazlıklar oluyor, onun da miadı bir hafta sürüyor, o da bitiyor; bu defa “Yargılansın, yargılanmasın.” tartışmaları. Ama, halkın gündemi ile Parlamentonun gündemini veya AKP’nin gündemini örtüştürmeyi bir türlü ne yazık ki bu Parlamento başaramıyor.

Ama, bugün emin olun, bu Meclis Başkanının gündem belirleme gayreti boşa çıkacak. Niye biliyor musunuz? Zencani’nin sizlere selamı var. (CHP sıralarından alkışlar) Hani bu İran’da tutuklu bir Zencani var ya, o Zencani diyor ki: “Ya, bu Türkiye’de bana büyük haksızlık yapılıyor. Bu 3 bakan değil, başkası da var, daha başkaları var. Hatta bakanın birisi onların dışında…” Aman, onları karıştırmayın, o meşhur 17-25’ciler var ya onlar değil. “Onların dışında bakanın birine o kamu bankasındaki paramı söyledim, inanmadı; hemen kamu bankasını aradı, o kamu bankasından aldığı cevabı duyunca gözleri fal taşı gibi açıldı.” diyor, “Kadim dostumdur, ben içerideyim, ona selam söyleyin.” diyor; siz anladınız. (CHP sıralarından alkışlar) Bir hafta süre, o Zencani dosyası buraya gelecek. Emin olun, siz bile o arkadaşlarınızın asla arkasında duramayacaksınız. Onların bir kısmı şu anda burada, burada aranızda, onlar da aranızda. Onlar kim olduklarını iyi biliyorlar. Zencani konusunu Türkiye de, Avrupa da dikkatle izleyecek; şimdilik bu kadar. (CHP sıralarından alkışlar)

Dün akşam, çok enteresan bir gelişme oldu. Trabzon’da bir futbol maçı büyük bir talihsizlikle yarıda kaldı. Maçın yarıda kalması gerçekten bizi de, Trabzonluları da üzdü. Ama, asıl gerçek şu: İktidara geldiğinizde Trabzon’da Rahip Santorini öldürüldü, siz iktidardaydınız; öldürenin, arkasında kimlerin olduğunu bulmadınız ama faturayı biz Trabzonlular ödedik.

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Bulundu, bulundu.

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Aradan kısa bir süre geçti, bu defa Hrant Dink’i iktidarınızdaki devlet görevlilerinin gözetiminde öldürdünüz ama yine faturayı Trabzonlular ödedi. Bitmedi, arkasından bir başka, üniversite profesörü, masumane bir şekilde, 3 yaşında çocuğuyla evine giderken iktidarınızın gözetiminde katledildi ama yine, faturayı Trabzonlular ödedi. Bitti mi? Bitmedi, devam edelim: Sizin iktidarınız döneminde Trabzon, yalnızca Trabzon değil, bütün Karadeniz göçtü, “Lanet olsun.” dediler, o illerden ayrıldılar, Trabzon’dan 400 bin insan göçtü ama siz o faturayı yine Trabzon’a ödettirdiniz.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – 5 nasıl oldu, 5?

HALUK PEKŞEN (Devamla) – 2007 yılında iki yıl içerisinde bitireceğiz diye bir futbol stadının temelini attınız, o iki yıldan beri bir sürü iki yıllar geçti, hâlâ o stadı yüzünüze gözünüzü bulaştırdınız.

Bak, Bilal’e anlatır gibi anlatıyorum, sen bile anlayabilirsin.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Vay, vay, vay, vay!

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Bak, Bilal’e anlatır gibi anlatıyorum, hâlâ anlamadıysan daha düşük tempoda anlatayım. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – 5 nasıl oldu, 5? Sen de gideceksin oradan. 6 oldu, 6!

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Evet, el koydular…

BAŞKAN – Sayın Pekşen, Sayın Pekşen, bir dakika…

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Bakın, Karadenizlilerin tarım alanlarına, baba, ata, dede topraklarına el koydunuz.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Sayın Başkan, şahsiyatla uğraşıyor, şahsiyatla uğraşmasına izin vermeyin!

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Tapulu arazilerini ellerinden aldınız, tapuya kayıtlı arazilerini ellerinden aldınız ama faturayı yine Karadenizliler ödedi.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Sayın Başkan, şahsiyatla uğraşıyor, izin veremezsiniz buna!

BAŞKAN – Sayın Pekşen… Bir dakika sayın milletvekilleri…

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Buyurun Sayın Başkan.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – O ifadesini geri alması gerekiyor, buna izin veremezsiniz.

BAŞKAN – Sayın Pekşen, şimdi, hem İç Tüzük’ün amir hükümleri, 66 ve devamı…

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Evet, evet…

BAŞKAN – …hem yine geçtiğimiz gün sayın grup başkan vekilleriyle birlikte yapılan mutabakat metnine göre de konuşmacıların görüşülen konudan ayrılmamaları gerekmektedir ve bu konuda Meclis başkan vekili ikaz edecektir.

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Tam da o konuya gelelim işte, tam da o konuya gelelim.

BAŞKAN – Bundan sonra da, bakın…

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Özür dilesin… Sayın Başkan, o sözünü geri alması lazım!

BAŞKAN – …şahsiyatla lütfen uğraşmayın, konudan ayrılmayın. Lütfen…

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Tam da o konuya gelelim.

BAŞKAN – Lütfen… Sözünüzün nereye gideceğini de çok iyi düşünerek konuşun.

Buyurun.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Burada olmayan şahıslarla ilgili cevap hakkını doğuruyor Sayın Başkan.

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Ben sözlerimin nereye gittiğini çok iyi biliyorum.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Burada olmayan isimlere cevap hakkı doğuyor.

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Sayın Başkan, siz susturacak mısınız?

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Hakaretini geri alması gerekiyor, buna izin veremezsiniz.

BAŞKAN – Fatih Bey, lütfen buyurun.

Buyurun siz…

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Bu üslupla konuşamaz burada.

LEVENT GÖK (Ankara) – Lütfen sükûneti sağlayınız.

BAŞKAN – Fatih Bey, buyurun.

Buyurun siz.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Sayın Cumhurbaşkanımızın ailesiyle ilgili burada bu ifadeleri kullanamaz, buna izin veremeyiz. O sözlerini geri alması gerekiyor Sayın Başkan.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, lütfen sükûneti sağlayınız, konuşmacımız konuşamıyor.

BAŞKAN – Sayın Şahin, buyurun siz oturun.

Sayın Pekşen, lütfen siz de kişileri hedef alarak sataşmaya meydan verebilecek…

LEVENT GÖK (Ankara) – Niye alınıyorlar?

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Hiç kimseyi hedef almıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - …ya da burada olmayan insanlarla, şahsiyatla uğraşmayın.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Böyle bir üslup olabilir mi?

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, lütfen sükûneti sağlayınız.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Böyle bir üslup olabilir mi?

BAŞKAN – Sayın Gök, böyle bir üslup da olmaz.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Kaybın 6 olacak, 6!

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Bunu geri alması gerekiyor!

BAŞKAN - Sayın Şahin, siz de lütfen aynı şekilde buyurun.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Sayın Cumhurbaşkanının ailesiyle hakaretamiz bir şekilde konuşamazsın!

BAŞKAN - Sayın Pekşen, kaldığınız yerden devam edin, konudan ayrılmayın. Konuya davet ediyorum sizi

Buyurun.

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, oturtturun arkadaşları yerlerine.

FATİH ŞAHİN (Ankara) - Hayır, konuya gelmeyecek, özür dileyecek ilk önce, özür dileyecek!

LEVENT GÖK (Ankara) – Yerlerine oturtturun arkadaşları.

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Sayın Başkan, ben…

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Sayın Başkan, özür dileyecek!

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Hiç dileyeceğim bir şey yok burada. Ben Silivri’den geliyorum, Silivri’den geliyorum, orada da…

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Sayın Başkan, özür dileyecek.

HALUK PEKŞEN (Devamla) – …boynumu bükmedim, burada da boynumu bükmem.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Sayın Başkan, buna göz yumamayız!

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, sükûneti sağlayınız, sükûneti sağlayınız!

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Bu ülkede kimse bizi susturamaz.

Bu nedir?

BAŞKAN – Sayın Şahin, lütfen…

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Burada buna izin veremeyiz!

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Haddini bileceksin, haddini!

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Herkes bilecek, herkes bilecek!

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, lütfen sükûneti sağlayınız burada.

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Haddini bileceksin, haddini!

HALUK PEKŞEN (Devamla) – Herkes bilecek, herkes, herkes bilecek, herkes!

LEVENT GÖK (Ankara) – Sükûneti sağlayın lütfen burada. Böyle şey olur mu ya!

(Kürsü önünde toplanmalar)

BAŞKAN – Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 22.04

SEKİZİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 22.42

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Sekizinci Oturumunu açıyorum.

294 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Sayın milletvekilleri, daha önce de bu kürsüden birkaç defa yapmış olduğum bir genel uyarı vardı, bunu tekrar tüm milletvekillerinin dikkatine özellikle sunmak istiyorum: Gerek İç Tüzük’ümüzün amir hükümleri gerekse de yine grup başkan vekilleri ve Meclis başkan vekillerinin Sayın Meclis Başkanımızın başkanlığında yapmış olduğu toplantılarda varmış olduğu mutabakat metnine göre, aynı zamanda, İç Tüzük’ün de 66’ncı maddesi İç Tüzük’e uymayı, görüşülen konudan ayrılınmamasını, İç Tüzük’ün 67’nci maddesi Genel Kurulda yapılan konuşmalarda temiz bir dil kullanılmasını, kaba ve yaralayıcı sözler sarf edilmemesini düzenlemektedir. Yine İç Tüzük’ün 65’inci maddesinde Genel Kurulda söz kesmek, şahsiyatla uğraşmak ve çalışma düzenini bozucu harekette bulunmak yasaklanmıştır. Görüşmelerin sağlıklı ve verimli yürütülebilmesi, gerginliklere imkân tanınmaması için tüm milletvekillerimizden, konu dışına çıkılmamasını, temiz bir dil kullanılmasını ve şahsiyatla uğraşılmamasını ve yine hatibin sözünün kesilmemesi hususunda da azami hassasiyet gösterilmesini özellikle istirham ediyorum. Bu vesileyle, tüm milletvekillerimizden, iktidar, muhalefet, her konuşmacının, azami nezaket kuralları çerçevesinde de olsa, bu uyarılara dikkat etmesini önemle istirham ediyorum ve göstereceğiniz hassasiyet için de şimdiden teşekkür ediyorum.

Az önce, ara vermeden önce Sayın Haluk Pekşen’in konuşması devam ediyordu. Zannediyorum dört buçuk dakikası kalmıştı. Ben Sayın Pekşen’e…

LEVENT GÖK (Ankara) – Biz burada kullanmak istiyoruz.

BAŞKAN – Tamam.

Buyurun Sayın Pekşen.

HALUK PEKŞEN (Trabzon) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ben bir muhalefet milletvekiliyim. Benim görevim, bana verilen görev, muhalefet adına, milletimiz adına hassasiyetleri Parlamento gündemine taşımak ve burada tartışmaktır. Elbette sert eleştiride bulunmak benim en önemli görevlerimin başında geliyor. Hiç kimseyi itham etmek, zan altında bırakmak gibi bir düşüncem asla söz konusu olamaz. Mesleğimde, avukatlık mesleğimde otuz yıla yakın bir süre kürsüde de konuştum. Hiç kimseyi bugüne kadar zan altında bırakacak, hiç kimsenin kişisel haklarına, özgürlüklerine, temel değerlerine saldıracak hiçbir davranışım meslek hayatım içerisinde de yaşamım içerisinde de olmamıştır. Buradaki saygıdeğer milletvekillerinin bu hassasiyetle konuşmayı değerlendirmeleri önemlidir.

ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) – “Bu salonda var.” dedin ama bak, “Bu salonda var.” dedin. “Biliyor onlar.” dedin, “Cevap versin…”

HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Bizim burada temel vurgumuz uluslararası hukukun temel gereklerini hatırlatmaktan ibarettir. Bu itibarla buradaki, bu salondaki milletvekillerinin şahıslarıyla ilgili herhangi bir şey, bir itham, bir iddia, onları bağlayacak bir sözüm söz konusu olamaz. Buna ilişkin amaç hasıl olmuştur.

Çok teşekkür ederim.

METİN KÜLÜNK (İstanbul) – Mesele yok zaten, meselenin aslı o değil.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) – “İçinizde var.” dediniz.

METİN KÜLÜNK (İstanbul) – Sayın Cumhurbaşkanının oğlu ile buradaki milletvekillerini ilzam edici, itham edici cümle konuşamazsınız.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1’inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Cumhurbaşkanımızdan özür dilemedi. Cumhurbaşkanımızın ailesinden özür dileyecek.

METİN KÜLÜNK (İstanbul) – Hayır, özür dilesin. Özür dilesin, maksat hasıl olmamıştır.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Maddeyi kabul edenler…

METİN KÜLÜNK (İstanbul) – Hayır, Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Kabul etmeyenler….

1’inci madde kabul edilmiştir.

METİN KÜLÜNK (İstanbul) – Hayır Sayın Başkanım, bu model, model değil ki.

ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) – Özrü kabahatinden büyük.

BAŞKAN - 2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz isteyen Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Siirt Milletvekilli Kadri Yıldırım.

Buyurun Sayın Yıldırım. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA KADRİ YILDIRIM (Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bugünlerde en çok konuşulan kavramların başında “çocuk”, “suç”, “suçluyu iade”, “hak”, “hukuk” gibi terimler gelmektedir. Ben de çocuklara verilen “Savaş” ve “Barış” isimleriyle ilgili Hazreti Peygamber’in tavrı hakkında bir iki anekdot arz etmek istiyorum. Bilindiği gibi İslam’ın türemiş olduğu “silm” kökü “barış” anlamına geliyor. Bu bağlamda Bakara Suresi’nin 208’inci ayetinde şöyle deniliyor: Bismillahirrahmanirrahim…

(Hatip tarafından Bakara Suresi’nin okunması)

KADRİ YILDIRIM (Devamla) – Yani, “Ey iman edenler, hepiniz topyekûn barış içerisinde yerinizi alınız.”

Bu bağlamda, Hazreti Peygamber -ki kendisi Kur’an-ı Kerim’in en büyük açıklayıcısıdır- aileleri tarafından kendilerine “Savaş” ismi verilen çocukların bu ismini “barış” anlamına gelen “silm”le değiştirmiştir. Kütüb-ü Sitte’nin yazarlarından biri olan Ebu Davut “Sünen” adlı eserinde belirttiğine göre, Hazreti Peygamber, adı “Harp” olan bir çocuğunun adını “silm” yani “Barış” ismiyle değiştirilmiştir.

Yine, İmam Malik’in bir rivayetine göre, Hazreti Peygamber bir gün devesini sağdırmak için -tek başına bunu yapamadığından dolayı- yolda geçecek olan birini beklerken çok geçmeden oradan geçen bir Müslüman sahabeyi çağırıyor ve devesinin sağılması için kendisine yardımcı olmasını talep ediyor. Söz konusu şahıs tam da elini devenin memesine atmak üzereyken Hazreti Peygamber “…”(x) yani “Senin adın nedir?” diyor. Kendisi de “…” (x) yani “Benim adım ‘savaş’ manasında Harp’tir.” deyince Hazreti Peygamber derhâl devenin memesini bırakmayı emrediyor ve “Git, uğurlar olsun." diyor. Bir süre sonra biri daha geliyor ancak ona da “Devemin sağılması için bana yardım et.” demeden önce “…”(x) yani “Senin adın nedir?” diye soruyor. Kendisi “…” (x) “Benim adım Yaiştir.” diyor. “Yaiş” Arapça bir kelimedir, Arapçadaki eş anlamlısı “Yahya”dır, Türkçedeki karşılığı “Yaşar”dır. Dolasıyla, burada bizim dikkatimizi çeken husus, Hazreti Peygamber çocuklara verilen “Harp” yani “Savaş” ismine tahammül etmediği gibi, adı “Harp” olan yani “Savaş” olan birine devesini sağdırmayı da, dolayısıyla bu konuda kendisinden yardım almayı da uygun görmemiştir. Bunun yerine, adı “Yaiş” yani “Yaşar” olan, yani yaşamayı tercih eden bir felsefeyle ismi “Yaşar” olan, “Yaiş” olana da devesini sağdırmıştır.

Bundan anlaşılıyor ki çocuklara aileleri tarafından isim konulurken bile İslam ahlakına göre, İslam felsefesine göre ve anlayışına göre hem “Savaş” ismi verilmemelidir hem de “Savaş” ismini çağrıştıracak olan başka birtakım isimler de verilmemelidir. Bunlar yerine bizatihi “silm” yani “Barış” ismi tercih edilmeli veya barışı çağrıştıracak olan başka isimler aileler tarafından çocuklara verilmelidir.

Bu, aslında görünürde küçük bir detay gibi gözüküyor ancak İslam’da çocuğun, ebeveyn veya aile üzerindeki haklarından bir tanesinin de ona uygun bir isim verilmesi gerektiğini eğer düşünecek olursak, bunun hiç de dikkate alınmayacak bir detay olmadığı çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayıdır ki biz her zaman gerek lokal olarak bulunduğumuz birimde, ülkede, bölgede gerekse genel manada yaşamakta olduğumuz cihanda, dünyada, evrende mümkün olduğu kadar savaşı dışlayacak olan, savaşı bizden uzak tutacak olan; buna mukabil, barışı her zaman çağrıştıracak olan ve her zaman barışa yaklaşılmasına vesile olacak olan isimleri çocuklarımız için tercih etmeliyiz. Dolayısıyla, “silm” dediğimiz “barış” kökeninden türeyen İslam, kendi türemiş olduğu bu ”barış” köküyle de yetinmemiş, çocuklara verilecek olan isimlerin de yine “Barış” olmasını tavsiye etmiş, hatta emretmiş ve Hazreti Peygamber de bu tavsiyeyi aynen uygulamıştır, yerine getirmiştir.

Buna mukabil, bakın, tam manasıyla savaş ve barışı bir tarafa bırakacak olursanız, sertlik ifade eden özel isimleri, yumuşaklık ifade eden özel isimlerle yine değiştirmiştir. Örneğin, bir sahabe, ailesi tarafından kendisine verilen “Saab”, -Arapçada “saab”, Türkçede “çetin”, “zor”, “sert” manasına geliyor- yani “zor”, “çetin” kelimesini, “sert” kelimesini, “haşin” kelimesini neyle değiştirmiştir? “Sehlün” ismiyle. “Sehl” demek, “kolay”, “yumuşak” ve “basit” demektir. O hâlde, çocuklara verilecek olan isimlerin de mutlaka ama mutlaka bir topluma hâkim kılınmak istenen anlayış doğrultusunda verilmelidir şeklinde, bu, algılanmalıdır.

Bugün, gerek dünyada gerek ülkemizde gerekse bölgemizde en çok muhtaç olduğumuz kavramlardan bir tanesi de “barış”tır; “barış”la birlikte “kardeşlik”tir; “kardeşlik”le birlikte anılması gereken “eşitlik”tir.

Bütün bunların bir gün hem dünyaya hem ülkemize hem bölgemize hâkim olması dileğiyle sözlerime son vermeden evvel bu dileklerle, hem sorumluluk mevkisinde olan Hükûmetin hem sorumluluk mevkisinde olan HDP’nin hem sorumluluk mevkisinde olan CHP ve MHP’nin bu konuda mutlaka ama mutlaka bir şeyler yapmaları gerektiğine inanıyoruz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yapıyoruz biz Hocam.

KADRİ YILDIRIM (Devamla) - Ha, yapılacak olan şey nedir? Yapılacak olan şey, ismine bile tahammül edilmeyen bu savaşın mutlaka ama mutlaka bir şekilde gündemimizden, ülkemizin gündeminden, bölgemizin gündeminden çıkarılması ve bunun yerine, İslam’ın da arzuladığı, insaniyetin de gerektirdiği ve bütün evrensel değerlere saygılı olan her kesimin de arzuladığı barış, yani “silm” yani sulhun ikame edilmesi için çalışmaktır. Bu konuda kimin üzerine ne düşüyorsa yapmalıdır; yapmadığı takdirde hem bu dünyada toplum ve halk nezdinde gerekli sorumluluğun altında ezilecektir hem de öbür dünyada bunun ezikliğini yaşayacak, bunun manevi sorumluluğu altından kalkamayacak bir duruma gelecektir.

Bu bağlamda ülkemize, dünyaya ve bölgemize savaş yerine barış yani harp yerine “silm”in hâkim olması dileğiyle yüce Meclisi ve halkımızı tekrar saygılarımla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum:

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı istiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Maddeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Elektronik cihazla oylama yapacağız.

İki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Madde kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken konuşacaktır.

Buyurun Sayın Baluken. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 294 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerine söz aldım. Hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Başından beri Avrupa Birliği süreci ve vize muafiyetiyle ilgili yapılması gereken köklü değişikliklerle ilgili buradan uyarılarda bulunuyoruz. Şunu herhâlde hepimiz hakkını teslim ederek kabul ediyoruz: Bu ülkede vatandaşlık tanımıyla ilgili, temel hak ve hürriyetlerle ilgili, inanç özgürlüğüyle ilgili, ana dil önündeki engellerin kaldırılmasıyla ilgili ve yerinden yönetim modelleriyle ilgili yani yetkiyi yerele veren bir idari reformla ilgili temel birtakım düzenlemeler yapılmadan, bizim, Avrupa Birliği standartlarını yakalamamız ya da onlarla ilgili herhangi bir iddiada bulunmamız mümkün değil. O nedenle getirilen teknik düzenlemelerden çok, bahsettiğim konu başlıklarında hızla köklü birtakım değişikliklere ve buradan yola çıkarak da sivil özgürlükçü demokratik bir anayasaya ihtiyacımız var.

Şimdi, bakın, demin CHP grup başkan vekili Meclis Başkanının laiklikle ilgili söylemiş olduğu sözlerle ilgili burada bir konuşma yaptı. Herhangi bir milletvekili bu konuda görüşlerini ifade edebilir, bu bir düşünce ve ifade özgürlüğü hakkıdır ve bir milletvekilinin kendi hakkını kullanması kadar da doğal bir şey yoktur ama bir Meclis Başkanı, özellikle 78 milyonun tamamının iradesini temsil eden bu Meclisin iradesiyle ilgili bu tarz süreçlerde çıkıp böyle sorumsuzca açıklamalar yapma hakkına sahip değildir. Evet, Türkiye'de gerçek anlamda bir laiklik hiçbir zaman olmamıştır yani Türkiye'deki laiklik laiklikten çok bir laikçilik dogması üzerinden, neredeyse doksan yıldır bugünlere getirilmiştir. Bu dogmatik yapı dini devletin tahakkümü altına almış, dini devletin hizmetine sunmuş ve bu yönüyle de aslında laikliğin esas amacı olan bağlamdan da laikliği olabildiğince uzaklaştırmıştır. Çoğu zaman bir sopa olarak toplumsal kesimleri terbiye etmenin bir aracı olarak kullanılmıştır. Yani bugün iktidar partisi sıralarını dolduran birçok milletvekili ve cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar laiklik sopasıyla muhafazakâr, mütedeyyin kesimlerin inanç dünyası üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştur. Bu tavrın kendisi laiklik falan değil. O nedenle Türkiye'nin bu dogmatik laikçilik anlayışı aşıp özgürlükçü bir laikliği yeni anayasaya mutlaka oturtması gerektiği kanaatindeyiz.

Bakın, doksan yıldır bir devlet dini oluşturuldu âdeta. Yani, Türk Sünni ve Hanefi mezhebini merkezine alan ama aslında o Sünni ve Hanefi mezhebinin içtihatlarından da uzak olan bir kutsal devlet dini oluşturuldu ve o kutsal devlet dinine göre de inanç dünyasının, din dünyasının tamamı tahakküm altına alınmaya çalışıldı. Sadece Alevilik ya da Şiilikle ilgili ya da diğer din ve inançlarla ilgili sorunlar aslında bu topraklarda yaşanmadı. Sünniliğin diğer mezhepleriyle ilgili de dayatmacı ceberut bir devlet anlayışı, bu dogmatik laiklik üzerinden yaşama geçirilmeye çalışıldı. Örneğin ben bir Şafii Kürt olarak, kendi bulunduğum memleketin yüzde 95’i Şafii mezhebine göre ibadetlerini, o içtihatları yerine getirmelerine rağmen o il sınırları içerisinde kendi mezhebimin içtihatlarına göre ibadet yapma özgürlüğüne hiçbir zaman sahip olmadım.

Yine diğer mezheplerle ilgili, zaten herhâlde burada uzun uzun konuşmaya gerek yok. Yani Alevilikle ilgili bu devlet dininin yaklaşımı, bu dogmatik laikliğin yaklaşımı doksan yıldır ortada. Hâlâ cemevlerine statü verilmemesi, ibadethane statüsünün tanınmaması, hâlâ Alevilerin nasıl bir inanç dünyasının olması gerektiğiyle ilgili devlet kurumlarının kendi hadlerini de aşarak birtakım çerçeveler çizmeleri, bu konuda içerisinde bulunmuş olduğumuz geri noktayı anlatmaya yeter diye düşünüyoruz.

Tabii ki Müslümanlık dışında diğer dinlere mensup olan Hristiyan, Musevi, Ezidi gibi yurttaşlarımızın da inanç özgürlüğünü olabildiğince özgür bir şekilde yaşadığını herhâlde hiçbir milletvekili iddia edemez. Bizim savunmuş olduğumuz özgürlükçü laiklikte devlet, yurttaşın veyahut toplulukların dinle ilgili faaliyetlerine ya da örgütlenme çalışmalarına nötr kalmak zorundadır, burnunu sokma hakkına sahip değildir. Bu nötr pozisyonda o toplulukların ya da bireylerin kendi dini ya da inancının gereklerini yerine getirmekle kaynak sunma, destek sunma pozisyonunda ancak olabilir. Bunun ötesindeki yaklaşımlar -dediğim gibi- doksan yıllık dogmatik bir laikçilik anlayışının ötesine geçemez ki bunu da aşmadan bizim temel birtakım reformları yapmamız mümkün değil.

Yani bahsettiğim beş konu başlığında, her konu başlığında çok uzun detaylı konuşulabilir ancak özellikle demokrasi, insan hakları, barış ve hukuk devleti konusunda kabul etmeliyiz ki Avrupa Birliği kriterlerinin çok çok gerisinde ve özellikle son on dört yıllık AKP iktidarının son beş altı yıllık döneminde de olabildiğince uzağına savrulmuş durumdayız. 2002 ile 2010 AKP dönemini bir şekilde ayrı tutup 2010’la 2016 arasına bir parantez açmak gerekirse düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğü, basın özgürlüğü, özgür medya, yargı bağımsızlığı konusunda nerelere savrulduğumuz noktasında herhâlde en son AB ilerleme raporuna bir göz atmak yeterlidir. Yani en son, daha birkaç hafta önce açıklanan ilerleme raporunda açık bir şekilde Türkiye’de medyanın bağımsız olmadığı, yargının bağımsız olmadığı, hukuk devleti ilkesinden alabildiğince Türkiye'nin uzaklaştığı, kuvvetler ayrılığıyla ilgili kaygıların had safhaya ulaştığı, temel insan hakları ve hak ve hürriyetler konusunda da her geçen gün geriye doğru giden bir tablo çizildi.

Yine, içeride yaşanan savaş süreciyle ilgili Avrupa Birliği ilerleme raporunda net olarak bir an önce müzakere masasına dönme ve çözüm sürecini başlatma çağrısı yapıldı.

Şimdi, bu bahsedilen hususların hiçbirinin gereğini yerine getirmeyeceksiniz, bu konuda temel düzenlemeyi esas alan hiçbir ilerlemeyi sağlamayacaksınız, barışla ilgili herhangi bir kaygınız olmayacak, özellikle Suriye ve Orta Doğu politikasında sizin politikalarınızın ortaya çıkarmış olduğu mülteci sorunuyla ilgili gerçek çözüme hiçbir katkı sunmayacaksınız, mültecileri Avrupa Birliğine karşı bir tehdit kartı olarak gittiğiniz her yerde kullanacaksınız, ondan sonra da buraya getirdiğiniz teknik birtakım yasaları, işte “1 Mayısa kadar geçirirsek Avrupa Birliği konusunda şu şu ilerlemeleri sağlarız.” gibi tespitlerde bulunacaksınız. Buna, ne bizim inanmamız ne dünyanın inanması mümkün değildir. Yapılması gereken, temel konularda cesur, köklü reformlar yapmak ve bir an önce içeride iç barışını sağlamış, dışarıda da Orta Doğu’da yaşanan kaos ve savaş süreçlerinde sözü dinlenir, ağırlığı olan, barışçıl, diplomatik çabaların merkezinde yer alan bir ülke pozisyonunu hızla yakalamaktır diyorum Sayın Başkan.

Karar yeter sayısı isteyerek Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Daha oylamaya geçilmedi Sayın Başkan.

BAŞKAN – 3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN - Karar yeter sayısı arayacağım.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Karar yeter sayısını zamanında istemedi, erken istedi.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Oylama anında istemedi efendim, geçersizdir.

BAŞKAN - Evet, karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir.

Böylece, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yoktu.

BAŞKAN - Şimdi de elektronik yapacağız Sayın Baluken.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için iki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın yapılan açık oylama sonucu:

“Kullanılan oy sayısı             :     201

Kabul                                   :     201  (x)

 

                          Kâtip Üye                           Kâtip Üye

                        Özcan Purçu                  Elif Doğan Türkmen

                              İzmir                                 Adana”

Böylece, tasarı kanunlaşmıştır. Hayırlı olsun.

Şimdi, 4’üncü sıraya alınan, Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa Sözleşmesine İkinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa Sözleşmesine İkinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/708) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 295) (xx)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 295 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir konuşacaktır.

Buyurun Sayın Baydemir. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Saygıdeğer milletvekilleri, her şeyden önce, bir kez daha, gecenin bu ilerleyen saatinde şu soruyu kendimize yönelterek istişareye, tartışmaya, konuşmaya başlayalım: Türkiye ve Türkiye’yi idare eden Hükûmet ve Hükûmet perspektifi gerçekten Türkiye’nin Avrupa Birliğine dâhiliyetini istiyor mu, istemiyor mu? Ve gerçekten Türkiye, mensubu bulunduğu, içerisinde yaşamış olduğu coğrafya ve coğrafya içerisinde bütün yaşanmışlıkları ve yaşananları “Benim kaderimdir.” deyip bu negativizme teslim mi olacak, yoksa bu girdap içerisinde çıkışın bir yolunu, yöntemini mi arayacak ve bunun samimi çabasını mı ortaya koyacak?

Eğer ki gerçekten bir pazarlıkla mülteciler meselesinden istifade etme çabasıyla, vize muafiyetini getirme çabasıyla bu mesai Parlamentoda yapılıyorsa, emin olun ki birkaç uluslararası sözleşme -ki bu iyi bir şeydir de aynı zamanda- Meclisten geçmiş olacak. Ancak esas hedef olan, menzil olan, Türkiye’nin Avrupa Birliğine dâhiliyetini, bu eksik perspektif, bu yanlış perspektif, bu fırsattan istifade etme perspektifi nihai sonuca bizleri götürmeyecektir. Sözün özü şudur: Hükûmet Avrupa Birliğini Avrupa Birliği yapan temel değerlerden Avrupa Birliğini vazgeçirme çabasından özü itibarıyla vazgeçmelidir çünkü Avrupa Birliğini Avrupa Birliği yapan temel değerlerden, öyle görünüyor ki Avrupa Birliğinin kurucu iradesi ve şu ana kadarki yürütücü iradesi vazgeçmeyecektir. Eğer bu toplumun temel dizaynlarını Avrupa Birliğiyle uyumlu hâle getirme arzusundaysa Hükûmet gerçekten, gelin, o zaman birlikte birkaç kritere göz atalım.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, saygıdeğer milletvekilleri; demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü ve yaşam kalitesine dair kimi verileri birlikte inceleyelim. Türkiye, Demokrasi Endeksi’nde 165 ülke içerisinde 84’üncü sıradadır, Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 199 ülkeden 142’nci sıradadır, Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 168 ülke içerisinde 66’ncı sıradadır, yine, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 102 ülke arasında 80’inci sıradadır, yargı bağımsızlığı konusunda en kötü olan 20 ülke içerisinde yer almaktadır.

Şimdi hem Sayın Bakana hem saygıdeğer milletvekillerinin tümüne sormak isterim: Avrupa Birliğine üye olan hangi ülke bu endeksler içerisinde hangi sıradadır? İşte, gerçekle yüzleşmek gerekiyor. Muhalefetin, gerek ana muhalefetin gerek orta muhalefetin gerek yavru muhalefetin, tüm muhalefetin esas görevi, ana görevi Hükûmetin yüzüne ayna tutmaktır. İşte, şu anda bugün burada yapmaya çalışmış olduğumuz husus da Hükûmetin yüzüne aynayı tutmaktır Sayın Bakan, tabii ki eğer Hükûmetin gerçekten aynada kendisini görmeye cesareti varsa.

Şimdi, peki tablo buysa, realite buysa, bu tablo ve bu realite içerisinde çıkış nedir, çıkışı nasıl sağlayabiliriz? Bir kez daha söylüyorum: Cumhuriyet tarihi boyunca bu ülke iki büyük fırsatı yakaladı, altın kıymetinde, mücevher kıymetinde, paha biçilmez kıymette, Sayın Başkan, iki büyük fırsatı yakaladı. Bunlardan bir tanesi: 7 Haziran sabahı, Türkiye’nin bütün farklılıklarının oluşturmuş olduğu, hür iradesiyle, özgür iradesiyle oluşturmuş olduğu Parlamentoydu ve o Parlamento kurucu irade parlamentosu görevini üstlenebilirdi. Ve bırakın Türkiye’nin bu girdaba girmesini, bugün Avrupa Birliğinin, bütün Orta Doğu mülahazalarında sorunların çözüm mekanizması, çözüm yöntemi konusunda alın size model ülke, alın size Türkiye; Kürt’üyle, Türk’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle, dindarıyla, inananıyla, inanmayanıyla, Hristiyan’ıyla bir bütün olarak alın size model ülke önermesinde bulunacaktık. Bu fırsat –çok açık ve net söylüyorum- aç gözlülükle, bu fırsat iktidar koltuğundan zinhar, asla, kata, olamaz hezeyanıyla tepildi, ortadan kaldırıldı. Ve maalesef şu anda içerisinde yaşamış olduğumuz bu girdabın daha da derinleşmesine dair bir Hükûmet çabasına tanıklık ediyoruz.

İkinci büyük fırsat, ikinci tarihî fırsat, o da, her fırsatta ifade ediyorum, bugün burada bir kez daha ifade etmekte de hiçbir mahzur görmüyorum: Cumhuriyet tarihinin, Kürt sorununun çözümünde en büyük siyasal gelişmesi 2013 Nevroz’u deklarasyonudur, adına “çözüm süreci” demiş olduğumuz sürecin başlamasıdır. Burada da iki temel aktör, iki temel rol vardır: Bir tanesi Sayın Öcalan’ın rolüdür, bir diğeri de Sayın Erdoğan’ın rolüdür. Ama maalesef…

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Ne deniyordu o deklarasyonda, 4 madde vardı, neydi o? Söyle haydi! Sonunda ne vardı?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Maalesef bu fırsat...

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Söyle, deklarasyonda ne vardı?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – ...iki buçuk yıllık zaman dilimi içerisinde...

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Ben sana söyleyeyim onları: “Silahları bırakacaksınız.” Ortak şeyimiz Müslümanlık.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – ...sürüncemeye bırakılarak, ötelenerek, konuşulan, istişare edilen ama...

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – “Türkiye Cumhuriyeti perspektifinden bu sorun çözülecek.” Konuşsana bunları.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – ...hiçbir adım atılmadan heba edildi, ters yüz edildi ve böylelikle iki büyük fırsatı, iki büyük olanağı bu ülkenin 78 milyon insanı birlikte yitirdi.

Eksen ne üzerine kuruldu? Eğer gerçekten eksen Türkiye'nin Avrupa Birliği dâhiliyeti üzerine kurulmuş olsaydı ne 7 Haziran seçim sonuçları heba edilecekti ne de çözüm sürecinin kendisi heba edilecekti.

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – 2013 deklarasyonunu söylesene.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Eksen kaydı, bu ülkede eksen kaydı. Siyasal iktidar, bana göre, demokrasi kültürünü içselleştirmemiş olmasından kaynaklı rota değiştirdi, rota.

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – 2013 deklarasyonunda ne deniliyordu söylesene.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – “Şanghay Beşlisi” dedi, bilmem ne dedi ama en sonunda dönüp dolaştı, Suud, Katar, El Nusra, El Kaide şer odağının maalesef bir parçası hâline dönüştü.

Değerli kardeşlerim, eğer ki bu bir çözüm olsaydı, Medine Sözleşmesi’nden bugüne değin Orta Doğu coğrafyasını kasıp kavuran ve bugün emperyallerin de sürekli kaşıdığı coğrafya hâline dönüştüren en büyük etmen nedir biliyor musunuz? Mezhep kavgasıdır, mezhep kavgası. Ve bugün, bu mezhep kavgası Türkiye'nin en kılcal damarlarına dahi enjekte edilmiş durumda. Toplum, bu manada çok büyük bir kaygıyı, çok büyük bir endişeyi bünyesinde barındırıyor, yaşıyor. Dolayısıyla, bu iki büyük fırsatın kaçırılmış olmasından, heba edilmiş olmasından her birimiz ne kadar hayıflanırsak emin olun yeridir.

Bakın, bu atmosfer bizi nereye getirdi? Bundan iki gün önce -spor barıştır değil mi, spor kardeşliktir değil mi, spor hoşgörüdür değil midir, spor çeşitliliktir değil mi- Ankara’da Amedspor’un maruz kaldıklarını “Bu, bir taraftar kavgasıdır; bu, bir nezaketsizliktir.” deyip bir yere atamayız, üstünü örtemeyiz. Son bir yıllık -açık söylüyorum ha- Kürt düşmanlığı, savaşta ısrar, çatışmada ısrar ve şüphesiz ki bunun yaratmış olduğu bütün can kayıpları ve şüphesiz ki bütün bu can kayıplarının, hukuksuzlukların kitle iletişim araçlarında tek taraflı topluma empoze edilmesi, işte bizi getirmiş olduğu nokta budur.

Ben on yıl Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptım ve o zaman Amedspor Kulübü Büyükşehir Belediyespor’du. Diyarbakır’a gelen her takım, kim olursa olsun, ağırlanmıştır, çiçeklerle karşılanmıştır, el üstünde, baş üstünde tutulmuştur mensubu olduğumuz kültürün de gereği olarak. Bu takımın kendisi de bir hafta, on gün, bir ay önce Diyarbakır’da yine bu şekilde karşılanmıştır ama gelin görün ki faşizm ve ırkçılık öyle bir illet, öyle bir hastalıktır ki kulübün yöneticileri linçe maruz bırakılıyor. İşte savaşın topluma sirayetinin bir başka versiyonunu biz görüyoruz. Çok değil ha, bundan birkaç ay sonra toplumda komşu komşuyla yaşayamaz hâle gelecektir çünkü ölüm var, çünkü insanlar toprağa düşüyor ve çünkü bu medya dili, bu siyasal akıl, bundan daha da büyüme, bundan daha da büyük bir oy devşirme propagandası, çabası içerisinde. Kısa vadeli, çok kısa vadeli, örneğin kasım ayında yapılması planlanan bir referanduma bir miktar oy toplanabilir bu politika ve bu zihniyetle ama emin olun, esas, temelin kendisi sarsılıyor, sarsıltılıyor. Çok değil ha, bundan birkaç ay sonra dönülmek istense bile bu fırsat yakalanmayabilir, yakalanamayabilir.

Şimdi, bir kez daha ana konuya, ana temasa dönersek, normal koşullarda bugün burada yürütmüş olduğumuz tartışmada ya Dışişleri Bakanının -Sayın Bakanın- ya da AB’den sorumlu Bakanın Kabinede bu tartışmalara katkı sunması bekleniyor idi. Ama maalesef görüyoruz ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bugün burada ve bu uluslararası sözleşmelerin istişare edilmiş olduğu Mecliste kendileri Hükûmet adına bulunuyorlar.

Sayın Bakan, inşallah, Hükûmetin bu sözleşmelere bakış açıları ve bu sözleşmeleri hayata geçiriş perspektifi, politikası, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının çevreye dair politikalarına benzemez. Eğer çevreye dair politikalara, şehirciliğe dair politikalara benzerse vay bu uluslararası sözleşmelerin ruhunun hâline! Şimdiden -bana göre- bu uluslararası sözleşmelerin ruhuna Fatiha okumak işten bile değildir diye düşünüyorum.

Şimdi, öyle bir noktada başladı ki Hükûmet, aslında bizim söylememize gerek yok, kendisinin de, sizlerin de bunu kendi iç dünyasında sorgulaması lazım diye düşünüyorum. “Sıfır sorun” diye bir politikayla başladılar Orta Doğu’da ve hatta kimi ülkelerle vize uygulamasından da vazgeçildi. Ne oldu da veya ne olmadı da bugün dünyada neredeyse tek bir dost kalmadı? Ne oldu veya ne olmadı da, ne yapılmadı da bugün biz bu realiteyi yaşıyoruz? Ben işin püf noktasını, işin esasını aha şuramdan gelerek söylüyorum, şuramdan gelerek söylüyorum.

Demin siz ifade ettiniz ya, 2013 Nevroz deklarasyonunda ne vardı? Türk ve Kürt halkının yani Türkiye halklarının tarihî, ebedî, ezelî, bin yıl etkisi sürecek bir ittifak çağrısı vardı, ittifak çağrısı. Gelin, birlikte ittifak edelim ve bu girdaba girmeden, bundan etkilenmeden Orta Doğu coğrafyasına sulhu da, barışı da, birlikte yaşamı da, beraber ha beraber, sadece biz değil, sadece siz değil, beraber inşa edelim çağrısı vardı.

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Silahsız.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Bu çağrı karşılık bulmadı. Bu çağrı boşa çıkarıldı.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Silahı bırakmadınız ki.

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Silahı bırakmadınız ki.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Vallahi, billahi, tillahi, siz de benden iyi biliyorsunuz ki silahların ilelebet gündemden, yaşamdan çıkmasına bir karış zaman kalmıştı.

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Evlerin önündeki hendekler…

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Ama ne oldu? Çünkü o silahlar gündemden çıkmış olsaydı, bugün 317 milletvekili olmayacaktı; bugün Hükûmet AKP olmayacaktı, koalisyon Hükûmeti olacaktı.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Eylemleri kim başlattı?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - İşte, koalisyon hükûmeti olmasın, tek başına bu Hükûmet olsun diye, bütün bu kan, bütün bu gözyaşı, bütün bu revan bunun bedelidir.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – PKK eylemlerine başlamamış mıydı?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Bu bir vatan müdafaası, vatan savunması meselesi değildir ama öyle bir noktaya gelmiş ki maalesef her şey ters yüz edilmiş durumda.

Bakın, muhalefet kalkıyor, eleştiri hakkını kullanıyor. Eleştiri, bir denetim mekanizmasıdır demokrasilerde ve eleştiri şok edici mahiyette olsa bile, yönetmenin getirmiş olduğu erdem ve elzem olarak buna tahammül etmek durumundadır.

Sayın Başkan, ben çok uzatmayacağım, sadece yirmi dakikalık söz hakkımı kullanacağım, uzatmayacağım, çok zamanınızı da almayacağım.

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Eleştirilerin de usulü vardır, şeyi vardır.

ADNAN BOYNUKARA (Adıyaman) – İstediğin kadar uzatma.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Şimdi, bu denetim mekanizması soru önergesinin tek bir tanesine yanıt verilmiyor. Bugüne kadar, Meclisin bir başka denetim mekanizması olan araştırma önergelerinde neredeyse -bir tanesi dışında- muhalefetten gelen hiçbir çaba kabul görmedi.

Peki, bütün bu uygulamalar yaşandığında, Venedik Komisyonu, Karma Parlamenterler Asamblesi, Avrupa Birliği Parlamentosu raporlar hazırlamıyor mu, gözlemlemiyor mu? 78 milyon insanla dâhil olacağımız bir ülke, bir topluluk… Ya, bu gelecek nüfusun demokrasi standardı, yaşam standardı, kültürü, siyaset kültürü nedir diye bakmıyor mu, bakmayacak mı? İşte, birkaç ay sonra yine rapor hazırlanacak ve o raporlarda, uygulamadan kaynaklı, savaştan kaynaklı, çatışma ortamından kaynaklı bütün ihlaller, ihmaller yine raporlara sirayet edecek. Ne olacak peki? Sayın Cumhurbaşkanı diyecek ki: “Ey ABD, ey AB, ey Kate Piri, ey falankes, ben senin raporunu tanımıyorum, senin raporunu geri gönderiyorum.” Peki, bu, çözüm mü? Vallaha çözüm değil. Bu, çözümü getirir mi? Vallaha getirmez. Bu, ne yapar? Bu, çözümsüzlüğü derinleştirir. Bu, aynı zamanda bizi uzaklaştırır.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Raporun bir hükmü yok. Kate Piri orada oturup rapor yazıyor, teröristlere “terörist” demiyor.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sen onun kadar gezmedin Osman, bütün bölgeyi gezdi, her yeri gezdi, her tarafı gezdi.

CEYHUN İRGİL (Bursa) – Madem her şeyi biliyordunuz Osman, niye Avrupa’nın eline bakıyorsunuz? Girme, madem beğenmiyorsun girme, niye kapısında dileniyorsun? Hem kapısında dilen hem de yazdığı mektuba itiraz et.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Bakın, Kate Piri, Cizre’ye gitti, Diyarbakır’a gitti ama sizin kaçınız Diyarbakır’a gittiniz, Cizre’ye gittiniz, Sur’a gittiniz, kaçınız gördünüz, kaçınız dokundunuz?

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Hem Hükûmetimiz gitti hem bakanlarımız gitti, vekil arkadaşlarımız gitti, hiçbir zaman oranın halkını yalnız bırakmadı.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – “Hükûmetimiz gitti.”, çok güzel, çok yaşa Sayın Milletvekili, çok yaşa! Hükûmetimiz, Bakanlar Kuruluyla Urfa’ya gitti, davul, zurna çalarak, halaylar çekerek Urfa’ya gitti, Balıklıgöl’de Urfalılara müjde verdi.

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Urfa’nın dışında Diyarbakır’a da gitti, Mardin’e de gitti, her yere gitti.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Ne oldu? Bir hafta sonra Urfa’nın elektriği kesildi. 500 bin dönümlük alan, arazi şu anda kuruyor ey milletvekilleri, kuruyor.

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Hayır, sorun çözüldü, öyle bir şey yok. Biz oradaki çiftçiyi de savunuyoruz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Nasıl yok ya?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – 300 bin insan, mevsimlik işçi olarak Türkiye’nin batı yakasına ırgat olarak gidiyor ve bu 300 bin insana bir 100 bin insan daha eklenecek.

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Hiç öyle bir şey yok.

CEYHUN İRGİL (Bursa) – “Hiç öyle bir şey yok.” diyor ya, Karacabey Ovası’nda Urfalı dolu.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Şimdi ben hiddetlenmeyeyim de kim hiddetlensin? Urfa, size 9 milletvekili verecek, Bakan verecek ama Bakan, Urfa’da Truva atı görevini görecek…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ne demek Truva atı?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – …içeriye girmiş, Urfa’nın çiftçisi ölsün diye, Urfa’nın çiftçisi üretimden düşsün diye elinden gelen bütün gayreti, bütün çabayı ortaya koyuyor. Ya, böyle bir şey olabilir mi, hakikaten böyle bir şey olabilir mi?

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Hayır, hiç öyle bir şey yok.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Ya, sulama tünellerini görmüyor musun? Çiftçiler memnun. Tünelleri görmüyor musun, tünelleri? GAP projesini görmüyor musun?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – İşte, bu bile başlı başına Hükûmetin A’dan Z’ye bütün politikalara bakış açısının bir yansıması, pratiğidir.

HÜSEYİN ŞAHİN (Bursa) – Şap ile şekeri karıştırıyorsunuz.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – GAP projesini de söyle, sulama tünellerini de söyle.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Ne demişti? Lafa bakılmaz, iştir, iştir, değil mi, sonuçtur? İşte, sonuç ortada, sonuç ortada.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Sonuç ortada, Urfa’dan 9 tane… 317…

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Urfa’da 4 tane hastane kapatıldı ya. 4 tane hastanenin SGK’yla anlaşması iptal edildi ve ortadan kaldırıldı.

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Yanlış yapanınki kapatıldı. Yanlış yapanların hepsi kapatılır. Kapatıldı falan deme, haksızlık olur.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Bir nevi cezalandırılıyor ha, cezalandırılıyor. “Benim fikrimde olmayan, benim inancımda olmayan, seçimde bana biat etmeyen kim varsa yaşam hakkı tanımıyorum.” diyor.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Her yerde öyle, her yerde. Sadece Urfa’da değil.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Bakın, bu nedir, bunun adı nedir, biliyor musunuz?

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – O, halkın verdiği yetkidir.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Bunun adı, özetle, kısaca, “tek lider, tek parti, tek dil ve tek inanç rejimi”dir. Bu, tek parti rejimidir. Bu ülke tek particilikten ve millî şeflikten çekti çekeceği kadar.

HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Tek parti şimdi yok, eskiden vardı. Şimdi var mı?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) – Yeni bir millî şefe ve yeni bir tek partili rejime veya kurucu irade meclisinden tek parti meclisine ihtiyacı yoktur bu ülkenin. Bu ülkenin barışa, bu ülkenin selamete ihtiyacı vardır.

En derin saygılarımı sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Rüya görmüş ya, ama yanlış bir rüya.

BAŞKAN – Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

CEZA İŞLERİNDE KARŞILIKLI ADLİ YARDIM AVRUPA SÖZLEŞMESİNE İKİNCİ EK PROTOKOLÜN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

 

MADDE 1- (1) Türkiye Cumhuriyeti adına 22 Mart 2016 tarihinde Strazburg’da imzalanan “Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa Sözleşmesi’ne İkinci Ek Protokol’ün çekince ve beyanla onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – 1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – 3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Böylece tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının tümünün oylamasının elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için iki dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa Sözleşmesine İkinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:

“Kullanılan oy sayısı               :     197

Kabul                                      :     197  (x)

                                  Kâtip Üye                                     Kâtip Üye

                                Özcan Purçu                          Elif Doğan Türkmen

                                      İzmir                                          Adana”

Böylece, tasarı kanunlaşmıştır; Allah hayırlı, mübarek eylesin.

5’inci sıraya alınan, Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Üçüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyorum.

5.- Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Üçüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/709) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 296)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

6’ncı sıraya alınan, Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Dördüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.

6.- Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Dördüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/710) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 297)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Bundan sonra da Komisyonun bulunamayacağı anlaşıldığından, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 26 Nisan 2016 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Hayırlı geceler diliyorum.

Kapanma Saati: 23.41



(C) Bu ifadeye ilişkin düzeltme, bu birleşim tutanağının 32’nci sayfasındaki “Düzeltişler” bölümünde yer almaktadır.

(x) Bu düzeltmeye ilişkin ifade, bu birleşim tutanağının 31’inci sayfasında yer almaktadır.

(x) 280 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(xx) 281 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(xx) 294 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Bu bölümlerde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

 

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(xx) 295 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.