TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

67’nci Birleşim

5 Nisan 2016 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

 

İÇİNDEKİLER

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Manisa Milletvekili Mazlum Nurlu’nun, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet İlker Çitil’in, Kahramanmaraş’a İstiklal Madalyası verilişinin 91’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, Türkiye’deki tiyatroların durumuna ilişkin gündem dışı konuşması

V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Başkanlık Divanı olarak 5 Nisan Avukatlar Günü’nü kutladıklarına ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, 31/3/2016 tarihinde grup başkan vekilleriyle yapılan toplantıda alınan karara göre bütçenin ilk ve son günkü konuşmaları ile genel başkanların konuşmaları hariç hatiplere ek süre verilmeyeceğine ilişkin konuşması

 

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Sarp Sınır Kapısı’nda yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

2.- Bursa Milletvekili Erkan Aydın’ın, Bursa’da metro ve otobüslerde kullanılan kartın sadece dolum cihazlarından alınabilmesi nedeniyle yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, AKP Hükûmetinin, Kahramanmaraş’ta Alevi mahallesine, İzmir’de oylarının düşük olduğu yerlere Suriyeli göçmenleri yerleştirmesine ve mezhebi siyasete alet ederek tehlikeli bir oyun oynadığına ilişkin açıklaması

4.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Malatya’da yaşanan don felaketinin kayısı üretimini nasıl etkileyeceği konusunda ilgili kurumlardan bir açıklama beklediklerine ilişkin açıklaması

5.- İstanbul Milletvekili Didem Engin’in, taşeron emekçilere hak ettikleri güvenceli kadroları vermek ve hak kaybının önüne geçmek için Mecliste el birliğiyle bir çalışma gerçekleştirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

6.- Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin’in, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

7.- Hatay Milletvekili Serkan Topal’ın, Hatay’ın Altınözü ilçesinde Tarıma Dayalı İhtisas (Süt) Organize Sanayi Bölgesi sınırları içerisinde kalan Altınözü Enek’teki kamulaştırma sürecine ilişkin açıklaması

8.- Sivas Milletvekili Ali Akyıldız’ın, Sağlık Bakanını Sivas’ta hastanelerde yaşanan mobbing olayıyla ilgili çözüm bulmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması

9.- Adana Milletvekili İbrahim Özdiş’in, Ceyhan Devlet Hastanesinin ne zaman bitirileceğini ve sulama birliklerinde çalışan personelin kadro belirsizliğinin ne zaman çözüleceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

10.- Mersin Milletvekili Yılmaz Tezcan’ın, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne, polis teşkilatının kuruluşunun 171’inci yıl dönümüne ve Mersin’de açılışı yapılan 10 tesisin hayırlı olmasını dilediğine ilişkin açıklaması

11.- İstanbul Milletvekili Hurşit Yıldırım’ın, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

12.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

13.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın’ın, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı ile Vali arasındaki gerginliğe Başbakanın el koyması ve bu kavganın Balıkesir kamuoyunun gündeminden çıkartılması gerektiğine ilişkin açıklaması

14.- Manisa Milletvekili Tur Yıldız Biçer’in, millî eğitimde önümüzdeki yıl için oluşturulan taslak müfredatın cumhuriyet, Atatürk ilkeleri ve devrim ruhunu yok etmeyi amaçladığına ilişkin açıklaması

15.- Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan’ın, Türkiye ile AB arasındaki anlaşma kapsamında Türkiye’ye dönen ilk grup mültecilerin durumuna ilişkin açıklaması

16.- Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil’in, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ve Sosyal Güvenlik Kurumunun 140 kadar kanser ilacını ödeme planının dışına çıkarmasına ilişkin açıklaması

17.- Mersin Milletvekili Hüseyin Çamak’ın, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamındaki araştırma görevlilerinin durumuna ilişkin açıklaması

18.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

19.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Emniyet teşkilatının kuruluşunun 171’inci yıl dönümüne, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ve iktidarın Parlamentoyu bazı yanlışları yasal hâle getirmek için kullandığına ilişkin açıklaması

20.- Mersin Milletvekili Serdal Kuyucuoğlu’nun, Mersin Otogarı’nın bir buçuk yıldır kapalı olduğuna ve bu konuda Ulaştırma Bakanlığını göreve çağırdığına ilişkin açıklaması

21.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

22.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

23.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

24- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, 5/4/2015 tarihinden itibaren Öcalan’a yönelik insanlık ve hukuk dışı bir ağırlaştırılmış tecrit konseptinin devreye konulduğuna ve 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

25.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, AKP yetkilileri ve Cumhurbaşkanının Türkiye’deki kuvvetler ayrılığını hiçe sayacak söylem ve uygulamalarının her geçen gün devam ettiğine ilişkin açıklaması

26.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

27.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın yaptığı açıklamasndaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

28.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, HDP grup önerisine konu genelgenin idari bir acziyeti sergilediğine ve Hükümetin, terörle mücadele vizyonu geliştirmesi, terörle mücadele stratejisi oluşturması ve terörle mücadele konseptinin olması gerektiğine ilişkin açıklaması

29.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’yi andığına ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanına yönelik cinsiyetçi ifadelerini HDP Grubu olarak kabul etmediklerine ilişkin açıklaması

30.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

31.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 21 milletvekilinin, esnaf ve sanatkârların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/142)

2.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan ve 19 milletvekilinin, Muğla’daki bazı turizm alanlarının özel şirketlere devredilmesi nedeniyle ortaya çıkan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/143)

3.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan ve 20 milletvekilinin, kamuda çalışan avukatların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/144)

B) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’in (2/734) esas numaralı, Sosyal Hizmetler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/23)

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- MHP Grubunun, 31/12/2015 tarih ve 656 sayıyla İstanbul Milletvekili Atila Kaya ve arkadaşları tarafından, ülkemizde birçok kamu kurum ve kuruluşlarında çalışmakta olan taşeron işçi, 4/C’li personel, geçici personel ve sözleşmeli personelin kadroya geçirilmeleri, gerekli haklarının sağlanması ve sorunlarının araştırılarak kalıcı çözümler sağlanması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Nisan 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- HDP Grubunun, 25/2/2016 tarihinde Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel tarafından, Başbakanlık tarafından 17/2/2016 tarihli, (2016/4) sayılı "Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları" konulu yayınlanan Genelge’nin hukuki durumunun ve kamusal emek alanında yaratacağı tahribatın tüm boyutlarıyla araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, Genel Kurulun 5 Nisan 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

 

3.- CHP Grubunun, 24/3/2016 tarihinde Kayseri Milletvekili Çetin Arık ve arkadaşları tarafından, ülkemizde otizmin ne olduğu, belirtileri ve tedavisinin tam anlamıyla araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, Genel Kurulun 5 Nisan 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

2.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, İstanbul Milletvekili Hüseyin Bürge’nin HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, İstanbul Milletvekili Hüseyin Bürge’nin HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

6.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

7.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

8.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 23’üncü maddesiyle ilgili önerge üzerinde yaptığı konuşması sırasında AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

9.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına ve Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

10.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 24’üncü maddesiyle ilgili önerge üzerinde yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

 

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149)

2.- İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/597) (S. Sayısı: 170)

XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, 2015 ve 2016 yılının enflasyon rakamlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/2376)

2.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Bursa’da Bakanlığa bağlı kurumların engelli vatandaşlar için ulaşılabilirliğine ve engelli vatandaşların istihdamına ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/2404)

3.- İstanbul Milletvekili Didem Engin’in, ihracat rakamlarındaki düşüşe ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci’nin cevabı (7/2439)

4.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Bursa’daki iş yerini kapatan veya hakkında icra takibi olan esnaf sayısına ilişkin Başbakandan sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci’nin cevabı (7/2520)

5.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Düzce’nin Hasanlar ve Hecinler mevkilerinde bulunan bir katı atık dönüşüm tesisinin yapımı için AB fonu kullanıldığı iddiasına ve bu fonun kullanım miktarlarına ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/2550)

6.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Düzce’de bulunan bir katı atık dönüşüm tesisinin yapımı için AB fonu kullanıldığı iddiasına ve bu fonun kullanım miktarlarına ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/2551)

7.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, 2011-2016 yılları arasında Bakanlık ve bağlı kuruluşlarca gerçekleştirilen tanıtım harcamalarına ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/2592)

8.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, promosyon ödemesi ile ilgili yapılan sözleşmeye ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci’nin cevabı (7/2798)

9.- Kırklareli Milletvekili Türabi Kayan’ın, Kırklareli’deki esnaf ve sanatkarlara yönelik desteklere ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci’nin cevabı (7/3277)

10.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, çalışma ziyaretlerine eşlik eden gazetecilere ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/3320)

5 Nisan 2016 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Ömer SERDAR (Elâzığ), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67’nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden, önce, üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, 5 Nisan Avukatlar Günü münasebetiyle söz isteyen Manisa Milletvekili Mazlum Nurlu’ya aittir.

Buyurun Sayın Nurlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Manisa Milletvekili Mazlum Nurlu’nun, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

MAZLUM NURLU (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5 Nisan Avukatlar Günü nedeniyle söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, bu ülkede birçok devrimin yanı sıra hukuk devrimini de gerçekleştiren Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, yol arkadaşlarını saygıyla, minnetle anıyorum.

Bugün ülkemizde temel hakları ve özgürlükleri koruyan yasaların göz ardı edildiği, yargının siyasallaştırıldığı, adaletin siyasetin emrine alındığı, korku toplumuna dönüştüren baskı sürecinin hızlandığı tehlikeli bir süreci yaşıyoruz.

Ülkemiz cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde yaşamadığı krizlerle karşı karşıya. Bu krizlerin odağında yargı kurumları da var. Yargı, tarihinin hiçbir döneminde yaşamadığı kadar ağır baskılara, saldırılara hedef olmuştur; hiç bu kadar kendi içinde çelişkilere sürüklenmemiş, halkın gözünde saygınlığı hiç bu kadar tartışmalı bir noktaya sürüklenmemiştir. Bunun altında yargıya özgü nedenlerden çok siyasete özgü nedenler yatmaktadır.

Yaşanan bu tablonun temel sorumlusu, yargıya sürekli müdahale eden, sürekli kendi zihniyetine göre şekillendirmek isteyen, her türlü müdahaleyi kendisine hak bilen, yargıyı bu noktaya sürükleyen AKP iktidarıdır, AKP’nin yandaş yargı oluşturma siyasetidir.

Sayın milletvekilleri, hukuk devleti, en sade tanımıyla temel hak ve özgürlüklerin korunduğu, yurttaşların hukuksal güvenlik içinde bulundukları, devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu, yönetimde keyfî yaklaşımların önlendiği bir sistemi anlatmaktadır.

Bu kapsamda, yasama ve yürütmenin bağımsız yargı tarafından denetlenmesi, denetim sonucu oluşan yargı kararlarının uygulanması, hukuk devletinin işlerlik kazanması bakımından anayasal bir zorunluluktur.

“Adalet” kavramının yaşama geçirilebilmesi, birbirini tamamlayan “iddia, savunma ve karar“ üçlemesinden oluşan yargının, siyasi baskılardan etkilenmeden bağımsız bir şekilde çalışabilmesine bağlıdır. Toplumda kutuplaşmaların önüne geçilmesi ve temel hak ihlallerinin yaşanmaması için hukuk devleti ilkesi daha da güçlendirilmelidir.

Özel soruşturma ve yargılama usulleriyle, siyasi tehdit aracı gibi çalışan yöntemleriyle, hiç de demokratik olmayan ve mahkemeden daha çok devletin ideolojik aygıtı gibi çalışan özel yetkili mahkemeler bir an önce kaldırılmalı, tutuklama süreleri kısaltılmalı ve yargılama süreci hızlandırılmalıdır.

Anayasal demokrasilerde temel hak ve özgürlüklerin korunması konusunda en önemli organ, hiç kuşkusuz yargı organıdır. Bunun için yargının bağımsız ve tarafsız olması gerekir. Yargı bağımsızlığı ilkesi, yargıçlara tanınmış bir ayrıcalık değil, aksine, onların tarafsızlığını sağlamanın bir teminatıdır.

Bir ahlaki duruş ve dürüstlük ilkesi olan tarafsızlık, insani zafiyetlerin, siyasi sempati ve ideolojik eğilimlerin olmaması anlamına gelir. Yargı erkinin kurucu unsurları ve temsilcileri olan yargıçların, savcıların, avukatların nitelikli, donanımlı, bilgili ve sorumlu olmaları, hiç kuşkusuz, aldıkları hukuk eğitiminin yeterli ve kaliteli olmasına bağlıdır.

Sayın milletvekilleri, avukatlar insanlığa, başkalarının hakkına, mülkiyetine, özgürlüğüne saygıyı öğreten, Kölelikten Kurtuluş Bildirgesi’ni yayımlayan, İnsan Hak ve Hürriyetleri Bildirgesi’ni yazan, adaletsizlikle savaşan, eşitlik, özgürlük ve barış için mücadele eden insanlardır. Sadece bunlar için değil, aynı zamanda hukuk devletinin yerleşmesi, hukuk bilincinin gelişmesi, demokrasinin kurumsallaşması, özgürlükler alanının genişlemesi ve insan haklarının korunmasında da çaba harcarlar.

Sayın milletvekilleri, insanlığın ortak iyiliği için çalışmanın birçok ödülleri vardır. Bu ödüllerin başında, iyi bir toplum uğruna mücadele vermekten kaynaklanan manevi bir iç huzur rahatlığı gelir. Bu ülkede Anayasa’yı tanımayan birilerine inat, her türlü siyasi baskılara rağmen Anayasa’ya ve yasalara sadakatten ayrılmadan, devletin en temel işlevlerinden birisi olan adalet ve yargı hizmetlerini fedakârca yürüten barolarımıza, avukatlarımıza, hâkimlerimize, savcılarımıza ve onlarla birlikte adaletin gerçekleşmesine katkı yapan adliye çalışanlarımıza da bu vesileyle bir kez daha teşekkür ediyorum.

Mensubu olmaktan onur duyduğum Manisa Barosunun bir avukat üyesi olarak tüm avukatlarımızın 5 Nisan Avukatlar Günü’nü kutluyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Nurlu.

V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Başkanlık Divanı olarak 5 Nisan Avukatlar Günü’nü kutladıklarına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Avukatlar Günü’nde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının da üçte 2’si avukatlardan oluşuyor. Böyle bir günde biz de Başkanlık Divanı olarak Avukatlar Günü’nü kutluyoruz.

Gündem dışı ikinci söz, Kahramanmaraş’a İstiklal Madalyası verilişinin yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet İlker Çitil’e aittir.

Buyurun Sayın Çitil. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

2.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet İlker Çitil’in, Kahramanmaraş’a İstiklal Madalyası verilişinin 91’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

MEHMET İLKER ÇİTİL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kahramanmaraş’ımıza İstiklal Madalyası verilişinin 91’inci yıl dönümü nedeniyle söz almış bulunmaktayım. Sizleri, ekranları başından bizleri izleyen vatandaşlarımızı ve Kahramanmaraşlı hemşehrilerimizi en derin, en kalbî duygularımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, büyük Türk milletinin kaderinin yazıldığı Millî Mücadele Dönemi’nin önemli cephelerinden biri de kadim şehrimiz Kahramanmaraş’ımız olmuştur. Millet olarak tarihten bu yana bayraksız, vatansız ve milletsiz kalmadığımızın en önemli kanıtları Maraş’ımızın dillere destan vatan savunması ve 12 Şubat ruhu olmuştur. Bu kadim şehrin kahraman evlatları, işgal döneminde her mahallede teşkilatlanarak 12 Şubat 1920 tarihine kadar yirmi iki gün, yirmi iki gece devam eden savaştan tek yürek, tek bilek olmuş bir vaziyette zaferle çıkmıştır. Vatan, bayrak ve namus için mücadele eden ecdadımız, şanlı savaşımızda alnının akıyla bu kutlu zafere imza atmıştır.

“Kendi kendini kurtaran şehir” unvanıyla millî dayanışmanın en güzel örneğini veren medeniyetler beşiği Kahramanmaraş’ımız, 5 Nisan 1925 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinden İstiklal Madalyası ve 7 Şubat 1973 tarihinde de kahramanlık unvanıyla tarihteki yerini almıştır.

İşgal kuvvetlerine ilk kurşunu sıkan Kahramanmaraş’ımızda kurtuluş mücadelesinin kıvılcımını ateşleyen merhum Sütçü İmam ve ardı sıra yürüyen pek çok isimsiz kahramanla yazılan bu destan, nesilden nesile aktarılacak ve diri tutulacak millî bir ruhun ve tarih şuurunun adı olmuştur. Bir Kahramanmaraşlı olarak gururla ifade ediyorum ki: Kahramanmaraş, Kurtuluş Savaşı’nda sadece kendi toprağının değil, civar illerin de yardımına koşarak topyekûn bir savunmanın, düşmanların güçlü silahları ve asker üstünlüğüne rağmen onurlu ve iman dolu bir direnişin adı olmuştur. Bu yüzdendir ki, Millî Mücadele’ye katılmayan tek bir fert bile olmamıştır. O yüzden bu mücadele, millet olarak millî ve manevi değerlere sahip çıkmanın, bir karış vatan toprağı için seve seve can vermenin, Allah rızası için savaşmanın yıldızlaşmış ve bayraklaşmış örneklerinden biri olmuştur. Çanakkale’de, Kahramanmaraş’ta, İnönü’de verilen kutlu mücadelelerden zaferle çıkan bu aziz milletin torunları olarak bizler, bugün yanı başımızda türlü zorluklarla mücadele veren, aynı coğrafyayı ve aynı medeniyetleri paylaştığımız kardeşlerimize ensar gömleğini giyip yaralarına ilaç olmak için elimizden geleni de yapmaktayız.

İçeride de millî birlik ve beraberliğimize göz diken tüm yapılar ve terör örgütleri ve uzantılarıyla mücadelemiz kararlılıkla devam ediyor ve edecektir. Bu aziz milletin, oy vermek suretiyle sorumluluk yüklediği, sorumluluk verdiği tüm partilere düşen görev de bugün ve bu yüce Meclisin en önemli görevi de hep birlikte hareket edip ülkemizin, devletimizin bölünmez bütünlüğü ve bekası için çalışmak, yanlışa hep birlikte, amasız, lakinsiz “yanlış” diyebilmektir diye de düşünüyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, istiklal ve istikbal mücadelesinde canlarını vermiş aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize minnet duygularımı ifade ediyor, ülkemizdeki huzur ve istikrar ortamını sağlamak adına hayatlarını kaybeden tüm güvenlik güçlerimize ve vatandaşlarımıza da Allah’tan rahmet, kalanlara da başsağlığı ve metanet diliyorum.

Yine, bu vesileyle, siz değerli milletvekillerimizin ve İslam âleminin, tüm vatandaşlarımızın mübarek üç aylarını ve Regaip Kandili’ni de en içten dileklerimle kutluyorum.

Ayrıca, 5 Nisan Avukatlar Günü hasebiyle tüm avukatlarımızın Avukatlar Günü’nü de kutluyor, kendilerine hayırlı çalışmalar diliyorum.

Birkaç gün önce grup başkan vekillerinden HDP Grup Başkan Vekili Baluken’in de yanlış bir bilgilendirmesini buradan huzurlarınızda ifade ederek doğru şeklini sizlere anlatmaya çalışacağım: Biz Güneydoğu’da uzun süredir devam eden mücadelemiz sonucunda şehit olan kardeşlerimizin yakınlarını evlerinde ziyaret ediyoruz; yaralılarımızı, gazilerimizi evlerinde ziyaret ediyoruz. Bize dedikleri tek şey şu: “Biz orada onurlu bir mücadele veriyoruz, hiçbir terörist kalmayıncaya kadar, teröristlerin oradan köklerini kazıyıncaya kadar mücadele ediyoruz. Yanımızda, kucağımızda kardeşlerimiz şehit oluyor.” Bizden tek şey istiyorlar, hem selamları var hem de “Bu mücadele sonuna kadar devam etmeli, kökü kazınıncaya kadar devam etmeli ve bu şekilde, bu mücadele hiçbir şekilde sonlandırılmamalıdır, hatta sonlandırılsa da hakkımızı helal etmiyoruz.” diye bir mesajları var.

Yüce huzurlarınızda tüm bunları da ifade ediyor, o bölgede çalışan ve çarpışan kardeşlerimizin, sağlık emekçilerinin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET İLKER ÇİTİL (Devamla) - … ve tüm kamu görevlilerimizin selamlarını iletiyor, sizlere saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çitil.

Gündem dışı üçüncü söz, Türkiye’deki tiyatroların durumuyla ilgili söz isteyen Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’na aittir. (CHP sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar)

Buyurun Sayın Altaca Kayışoğlu.

3.- Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun, Türkiye’deki tiyatroların durumuna ilişkin gündem dışı konuşması

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün 5 Nisan, öncelikle bütün meslektaşlarımın gününü kutluyorum.

Maalesef, bu iktidar döneminde hiçbir günü layıkıyla kutlayamadık. Çünkü her avukatlar gününde de avukatların birikmiş yığınlarca sorunu konuşuluyor. Bürosunun kirasını ödeyemeyen avukatlar, mesleğin onurunun ayaklar altına serilmesi, adliye binalarında avukatların yerlerde sürüklenmesi, bellerinin kırılması, sırf savunma hakkını kullandı diye cezalandırılmaları.

Demokrasi ve hukuk konusunda samimi olmadığınızı biliyoruz. Buralarda her gün bize yüzde 49,5’tan bahsediyorsunuz, “İktidarımızı paylaşmayız.” diyorsunuz ama barolara gelince, onları ele geçirmek için nispi temsil istiyorsunuz. Ama bir kez daha Molierac‘ın sözünü burada söylemek istiyorum: “Avukatlar, tarih boyunca köle kullanmadılar ama hiçbir zaman efendileri de olmadı.” (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Kuşkunuz olmasın, avukatlar, özgürlüklerinden aldığı bu güçle, sizin hukuksuzluklarınızla, adaleti tesis etmek için, hukukun üstünlüğünü tesis etmek için her zaman sonuna kadar mücadele edeceklerdir.

Bu konuşmamı, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü vesilesiyle istemiştim, bugüne kaldı. Bu nedenle tiyatroların sorunlarına da değinmek istiyorum. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) İktidar partisi ısıtıp ısıtıp TÜSAK yasa tasarısını önümüze getirmeye çalışıyor çünkü tiyatroları kapatmak istiyor. Herhâlde, biz burada dururken tiyatroculara ne gerek var diye düşünüyorsunuz, yoksa kadim bir sanat dalı olan tiyatroları, tiyatrocuları yok etmeye, hüküm altına almaya çalışmazdınız.

Hem özel tiyatroların hem devlet tiyatrolarının fazlasıyla sorunu var. Bakanlık, özel tiyatroların 2015…

Recep Tayyip Erdoğan…

Dikkatinizi çekebildim mi acaba? (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bakanlık, özel tiyatroların 2015-2016 yılı projeleri için bugüne kadar özel tiyatrolara sağlanan en yüksek desteği verdiğini söylüyor. Evet, bu, rakamsal olarak doğru ama içerik olarak baktığımızda bunun bir yandaş tiyatro yaratma politikası olduğunu görüyoruz. Gezi eylemlerine katılan hiçbir tiyatroya destek vermediniz, kendi kurdukları tiyatrolarda mücadele eden, önemli işler başaran, ödüller alan tiyatrolar kiralarını ödeyemez durumda. Bu yardımlar bir nevi “Benden olmayana yardım yok, benim istediğimi yapana yardım çok.” şeklinde baskı unsuru olarak kullanılıyor. Yardıma hak kazanan tiyatrolara imzalatılan sözleşmede ise sürekli bu yardımı eğer gerekli görürse Bakanlığın geri alabileceği şeklinde hükümler var; ipleri sürekli elinizde tutmaya çalışıyorsunuz.

Evet, 4,5 milyon yardım önemli, güzel ama dünyadaki karşılaştırmalara baktığımızda örneğin Shakespeare’in ülkesi İngiltere’de 2006-2007’de tiyatroya 120 milyon sterlin destek verilmiş, buna karşılık İngiltere tiyatrosu, ekonomiye 2,6 milyar sterlin katkıda bulunmuş. Yani becerikli, iyi yönetimlerin elinde sanat da ekonomiye büyük katkıda bulunabilir.

Devletin tiyatroya en önemli katkılarından biri de salonlar yapmak olmalıdır ama maalesef, özel tiyatrolar belediyelerin çok amaçlı salonlarına tıkılıp kalmış durumda; salonsuzluk, seyirciye ulaşamama büyük bir sorun.

Oyun yazarlığını desteklemek için ayrı bir bütçe oluşturulmalı ve dünyada tiyatro alanında da söz sahibi olmak için Anadolu’nun kültürüyle harmanlanmış, çağdaş dünya tiyatrosu dilinden anlayan, buna önem veren yazarlar, yönetmenler desteklenmeli.

Eğer bu ülkede tiyatro hâlâ varsa, hâlâ sahneler doluyorsa bunlar sizin değil, cumhuriyetin sağlam temeller üzerine oturttuğu kültür politikalarının neticesidir. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Devlet Tiyatrolarına gelince, Bakanlığa bağlı Ankara, Bursa, İzmir, Adana, Trabzon, Diyarbakır, Van ve Erzurum’da tiyatro sahneleri var. Van’daki, depremde yıkıldı, hâlâ onarılmadı, çadır tiyatrosuyla yetiniyorlar. Erzurum’da geçen gün yangın çıktı; onarılmayacağını, Van’dakinin akıbetine uğrayacağını düşünüyoruz ve Devlet Tiyatrolarında taşeron, geçici işçi statüsüyle çalıştırılan üniversite mezunu tiyatrocular var, bunlar, sadece sezonda bir günde 72 liraya çalıştırılıyorlar. Tiyatrocuların ve teknik personelin, insan onuruna yakışır bir şekilde çalıştırılması için, sanata, sanatçıya değer verilmesi için bunların kadroya alınması gerekiyor.

Bugüne kadar bir tek sahne açmadınız, yeni bir şehre yeni bir devlet tiyatrosu kurmadınız. Ve tarihsel olarak şunu söyleyelim: Hep sanat tartışıldı “Sanat sanat için midir, sanat halk için midir?” Ben de diyorum ki: Sanat sanat için de olabilir, sanat halk için de olabilir ama sanat iktidar için olmaz. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Son söz: Rol çalmayı bırakın çünkü tiyatrolar, iktidar olmak için değil, iktidarların yolunu aydınlatmak için vardır.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Altaca Kayışoğlu.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, kayıtlara geçsin diye söylüyorum: AK PARTİ'nin on dört yıllık iktidar döneminde Türkiye’nin birçok vilayetine devlet tiyatroları açılmıştır. Hanımefendi bunları öğrensin.

Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Karagöz’ü bile yasakladınız.

BAŞKAN – Şimdi, elektronik sisteme girerek söz talep eden sayın milletvekillerine talep sırasını gözeterek söz vereceğim.

Sayın Bayraktutan...

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Sarp Sınır Kapısı’nda yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Gürcistan sınır kapımız Sarp Sınır Kapısı, Türkiye'nin önemli kapılarından bir tanesi ama ne yazık ki bu kapıda sorunlarımız var. Biraz önce almış olduğum habere göre, bugün itibarıyla 200 otobüs, Gürcistan tarafından hiçbir gerekçe dayatılmadan, hiçbir gerekçeye dayanmadan, hiçbir hukuki altyapısı olmadan bekletiliyor, büyük bir mağduriyet içerisindeler. Otobüs şoförleri beni aradılar. Daha önce büyükelçilik nezdinde girişimde bulunmuştum ama ne yazık ki bundan bir sonuç alamadık. 200’e yakın otobüs, susuz, herhangi bir parka çekilmiş vaziyette, herhangi bir gerekçe göstermeden bekletiliyor. Gümrük Bakanından ve Dışişleri Bakanından Gürcistan Hükûmeti nezdinde bir girişimde bulunarak ucuz mazot almak için oraya giden otobüslere ya sınırı kapatalım ya da oraya gidenlere bu işkenceyi çektirmeyelim diyorum. Bu konuda ilgililerin, yetkililerin duyarlılık göstermesini talep ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Aydın...

2.- Bursa Milletvekili Erkan Aydın’ın, Bursa’da metro ve otobüslerde kullanılan kartın sadece dolum cihazlarından alınabilmesi nedeniyle yaşanan sorunlara ilişkin açıklaması

ERKAN AYDIN (Bursa) – Sayın Başkan, Bursa Büyükşehir Belediyesinin “Paran yoksa yaşama.” anlayışı giderek yaygınlaşıyor. Bursa’da metro ve otobüslerde kullanılan bu kart, geçtiğimiz aylara kadar duraklarda resmî personel tarafından satılıyordu. Belediye, bu gişeleri kapatarak yüzlerce personelin işine son verdi. Şimdi, vatandaş, dolum cihazlarından kart sahibi olmak zorunda ancak bu cihazlar para üstü vermiyor, demir para da kabul etmiyor. Eğer yanınızda kâğıt para yoksa Bursa’da bir ulaşım aracına binmeniz mümkün değil, eğer bütün para varsa da yine ya hepsiyle kart almak zorundasınız ya da bir yerde bozdurmak durumundasınız. Bursa sakinleri buna isyan etse de uygulama hâlâ değişmiyor. İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin bu konuda harekete geçmesini talep ediyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Atıcı…

3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, AKP Hükûmetinin, Kahramanmaraş’ta Alevi mahallesine, İzmir’de oylarının düşük olduğu yerlere Suriyeli göçmenleri yerleştirmesine ve mezhebi siyasete alet ederek tehlikeli bir oyun oynadığına ilişkin açıklaması

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, mezhep temelli bir siyaset uygulayan AKP, Suriye sorununda başarısız olmuş, âdeta duvara toslamıştır. Suriye’de yaşanan olayların bu kötü noktaya gelmesinde AKP Hükûmetinin çok ciddi sorumlulukları vardır. Bütün bu olaylardan ders almayan AKP, yine mezhebi siyasete alet ederek tehlikeli bir oyun oynamaktadır. AKP Hükûmeti, Maraş’ta Alevi mahallesine, İzmir’de de AKP oylarının düşük olduğu yerlere Suriyeli göçmenleri yerleştirmekte ısrar etmektedir. Bu iş yanlıştır.

3 milyar avroya Türkiye’yi göçmen deposu hâline getirdiniz, şimdi de farklı mezhepteki ve farklı sosyal konumdaki insanları birbirine düşürmeye çalışıyorsunuz. AKP Hükûmeti, bu durumdan derhâl vazgeçmelidir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ağbaba…

4.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Malatya’da yaşanan don felaketinin kayısı üretimini nasıl etkileyeceği konusunda ilgili kurumlardan bir açıklama beklediklerine ilişkin açıklaması

VELİ AĞBABA (Malatya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, Malatya’da 17 Mart itibarıyla bir don olayı gerçekleşti. Don olayından sonra maalesef, bilgi veren hiçbir kurum yok, sadece Ziraat Odaları bir açıklama yaptı, onun dışında Tarım Bakanlığı, TARSİM, bu işle ilgili olan kurumların hiçbiri açıklama yapmadı. Malatyalılar diyor ki: “Destek vermiyorsunuz, bari parasız bilgi verin.” Bu konunun ne kadar yadırgatıcı olduğunu belirtmek istiyorum. Malatya, maalesef, bu konuda geçtiğimiz yıldan daha kötü günler yaşıyor. Malatya’nın en önemli ürünü olan kayısının akıbetinin ne olduğunu acaba ürünü aldıktan sonra mı açıklayacak ilgili kurumlar? İlgili kurumları göreve davet ediyoruz. Onların görevi, sadece AKP’nin politikalarına yağ çekmek değildir, kayısının gelişebilmesi için kayısının durumunun ne olduğunu Malatya halkıyla paylaşmaktır.

Ben buradan hepinize teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Engin…

5.- İstanbul Milletvekili Didem Engin’in, taşeron emekçilere hak ettikleri güvenceli kadroları vermek ve hak kaybının önüne geçmek için Mecliste el birliğiyle bir çalışma gerçekleştirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

DİDEM ENGİN (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Cumhuriyet Halk Partisi, seçim döneminde, taşeron sistemine son vereceğini açıklamıştı. Bunun üzerine, AKP, on dört yıllık tek başına iktidarında görmezden geldiği yüz binlerce taşeron işçisiyle ilgili adım atmak zorunda kaldı. Ancak, Hükûmetin hazırladığı düzenlemenin ne yazık ki işçilerin haklarını korumadığını görüyoruz ve belirsizlikler devam ediyor. Getirilmek istenen sınav sisteminin ne kadar adil olduğu, geçmişe dönük haklardan vazgeçilmesinin dayatılması, üç yılda bir yenilenecek sözleşmelerin hangi şartlarda olacağı, işçilerin mali ve sosyal hakları, çalışma koşullarının nasıl olacağı konularında işçilerin ciddi endişeleri var.

Yaklaşık 720 bin emekçi, aileleriyle birlikte bizlerden haber bekliyor. Taşeron emekçilere hak ettikleri güvenceli kadroları “eşit işe eşit ücret” ilkesi çerçevesinde vermek ve hak kaybının önüne geçmek için Mecliste el birliğiyle çalışma gerçekleştirmeliyiz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bilgin…

6.- Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin’in, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Teşekkürler Başkanım.

Bugün, 5 Nisan Avukatlar Günü. Bu vesileyle, yargı sistemimizin önemli bir unsuru olan ve kutsal bir mesleği icra eden meslektaşlarımızın Avukatlar Günü’nü kutluyor, tüm meslektaşlarıma sağlık ve esenlikler diliyorum.

Bugün itibarıyla, mesleğimizin birçok sorununun olduğu herkesin malumudur. Eski bir baro başkanı olarak, başta Türkiye Barolar Birliği olmak üzere, tüm baroların siyasi ve ideolojik tartışmalara taraf olarak boy göstermek yerine, mesleki sorunların üzerinde uzlaşı aramalarının, meslek sorunlarının çözümüne katkı sağlayacağına inancımı sizlerle paylaşıyor, tekrar hepinize teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Havutça…

Sayın Havutça yok sanıyorum.

Sayın Topal…

7.- Hatay Milletvekili Serkan Topal’ın, Hatay’ın Altınözü ilçesinde Tarıma Dayalı İhtisas (Süt) Organize Sanayi Bölgesi sınırları içerisinde kalan Altınözü Enek’teki kamulaştırma sürecine ilişkin açıklaması

SERKAN TOPAL (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Hatay ilimiz Altınözü ilçesinde Tarıma Dayalı İhtisas (Süt) Organize Sanayi Bölgesi sınırları içerisinde kalan Altınözü Enek’te 2014 tarih, 6754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla acele kamulaştırma kararı alınmış, ancak kamulaştırma bedellerinin vatandaşları mağdur edecek düzeylerde olması nedeniyle yurttaşlarımız bu duruma itiraz etmiş ve bunun üzerine Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı tarafından tespit davası açılmıştır. Ancak, Altınözü’nde ve özellikle Defne ilçemizin Dursunlu Mahallesi’nde yaşayan yurttaşlarımız süreçten rahatsızdır ve anılan karardan dolayı mağdur edilmişlerdir.

Bu nedenle, vatandaşların mağduriyetini giderecek bir teklifin yeniden sunulmasını ve yeniden mağduriyet yaratmayacak bir kararın alınmasını Hatay Milletvekilleri olarak -Birol Ertem, Hilmi Yarayıcı, Mevlüt Dudu ve Serkan Topal olarak- talep etmekteyiz.

Teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Akyıldız…

8.- Sivas Milletvekili Ali Akyıldız’ın, Sağlık Bakanını Sivas’ta hastanelerde yaşanan mobbing olayıyla ilgili çözüm bulmaya davet ettiğine ilişkin açıklaması

ALİ AKYILDIZ (Sivas) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Daha önce Meclise vermiş olduğum yazılı soru önergemde de gündeme taşıdığım ve buradan da söz alarak gündeme taşımış olduğum Sivas’taki hastaneler sorununa bir çözüm bulunamadığı gibi, bugün de sorun ve sıkıntıların devam ettiğini görüyoruz.

Sivas’ta 30 civarında doktor ve sağlık çalışanının mobbing nedeniyle yapmış olduğu şikâyeti araştırmak için görevlendirilen kişi, maalesef, mobbing dolayısıyla şikâyet edilen Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteridir, ona bu yetki verilmiştir. Yani mobbingten dolayı şikâyet edilen kişiye mobbingi araştırmak için görev veriliyor. Yani bu nasıl bir garip uygulamadır, bu nasıl bir mantıktır, bunu çözebilmiş değilim.

Sayın Sağlık Bakanını bu konuyu çözmeye davet ediyorum ve Sivas’taki hastaneler skandalına da bir çözüm bulmaya davet ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Özdiş…

9.- Adana Milletvekili İbrahim Özdiş’in, Ceyhan Devlet Hastanesinin ne zaman bitirileceğini ve sulama birliklerinde çalışan personelin kadro belirsizliğinin ne zaman çözüleceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sorum, Sayın Sağlık Bakanına: 2012 yılında ihalesi yapılan 250 yataklı Ceyhan Devlet Hastanesinin iş bitim tarihi 2014 olmasına rağmen hâlen bitirilememiştir. Mevcut 110 yataklı hastane de Ceyhan’ın sağlık talebini düzgün karşılayamamaktadır. Bu konuda somut bir adım ne zaman atacaksınız, bu hastane ne zaman bitecek?

Yine bir ikinci sorum, Orman Bakanına: Türkiye genelinde faaliyet gösteren 389 sulama birliğinde toplam 4.750 kişi çalışmaktadır. 5620 sayılı Kanun’da bu personel için bahsedilen kadrodan 6120 sayılı Kanun’da bahsedilmemiştir. Bu 4.750 kişinin kadro belirsizliğini ne zaman çözeceksiniz?

Yine bir sorum, Enerji Bakanına: Adana’nın Yumurtalık bölgesine 11 yeni termik santral yapılıyor. Bu çevre katliamının ileride yaratacağı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tezcan…

10.- Mersin Milletvekili Yılmaz Tezcan’ın, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne, polis teşkilatının kuruluşunun 171’inci yıl dönümüne ve Mersin’de açılışı yapılan 10 tesisin hayırlı olmasını dilediğine ilişkin açıklaması

YILMAZ TEZCAN (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben de milletvekili avukat arkadaşlarımın ve tüm avukatlarımızın gününü kutluyorum.

Ayrıca, polis teşkilatımızın kuruluşunun 171’inci yılını da kutluyor, şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize sağlık ve sıhhat diliyorum.

Hafta sonu cumartesi günü Mersin’de bir dizi açılışlar gerçekleştirdik. Toplam 280 milyon değerinde 10 tesisin açılışlarını ve temel atma törenlerini gerçekleştirdik. Bu vesileyle, Mersin’imize hayırlı uğurlu olsun diliyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Yıldırım…

11.- İstanbul Milletvekili Hurşit Yıldırım’ın, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

HURŞİT YILDIRIM (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adalet ve hakkın savunucusu tüm avukat meslektaşlarımızı bugün de saygıyla selamlıyorum.

Parlamentoda avukat kökenli pek çok milletvekili arkadaşımız var. Kanun uygulayıcısı meslek mensuplarımızın yeni bir avukatlık kanunu ihtiyacı olduğu açıktır. İktidar ve muhalefet vekilleri olarak, ideolojiden uzak, sadece meslek sorununu ele alan yeni bir avukatlık kanununun hep beraber çıkarılması gerektiğini düşünüyorum.

Barolar, ideolojik ve siyasi teşekkül olarak değil, meslek mensuplarının ekonomik ve sosyal sorunlarıyla gündeme gelmelidir diyorum.

Avukat arkadaşlarımızın gününü tekrardan kutluyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Kerestecioğlu…

12.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir’in, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Teşekkürler.

Evet, bugün 5 Nisan Avukatlar Günü. Sevgiyle yürüttüğümüz ama aynı zamanda en zor zanaatlardan biri olan mesleğimizin tüm üyelerini selamlıyorum.

Bu vesileyle, her zaman haklar ve özgürlük mücadelesinde birlikte yürüdüğümüz Orhan Apaydın, Medet Serhat, Halit Çelenk, Gülçin Çaylıgil, Tahir Elçi gibi değerli ustalarımızı saygıyla anarken, daha geçen gün adliye önünde ağır bir polis şiddetine maruz kalan genç meslektaşım Zeycan Balcı’nın şahsında da adliyelerde, alanlarda, her yerde mücadele eden ve hiç yılmayan tüm meslektaşlarıma sevgilerimi sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Akın…

13.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın’ın, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı ile Vali arasındaki gerginliğe Başbakanın el koyması ve bu kavganın Balıkesir kamuoyunun gündeminden çıkartılması gerektiğine ilişkin açıklaması

AHMET AKIN (Balıkesir) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Bugün de basın-yayın organlarında geniş bir şekilde yer alan, Balıkesir’imizin iki önemli yöneticisi Büyükşehir Belediye Başkanı ile Sayın Vali arasında bir süredir yaşanmakta olan sorun ve gerginlik, Büyükşehir Belediye Başkanının açıklamalarıyla yeni bir boyuta taşındı. Büyükşehir Belediye Başkanı, Valiyi kumpasçılıkla, entrikacılıkla, dolandırıcılıkla suçluyor, Vali olamayacağını, hatta memur bile olamayacağını belirtiyor. Bir kentin halka hizmetle görevli en üst yöneticileri, halk yararına iş birliği içerisinde olması gerekirken kanlı bıçaklı olmuş durumdalar. Bir süredir süren bu kavgayı Hükûmet de seyrediyor. İddia edildiği şekilde ortada bir suç varsa yargı gereğini yapmalıdır, yoksa ikide bir kamuoyunun karşısına çıkıp insanları yıpratmaya çalışmanın kimseye bir faydası yoktur. Balıkesir halkı, bu iki yöneticiden kavga gürültü değil, hizmet beklemektedir. Başbakan, bu konuya el koymalı ve bu kavga, Balıkesir kamuoyunun gündeminden çıkartılmalıdır.

BAŞKAN – Sayın Yıldız Biçer…

14.- Manisa Milletvekili Tur Yıldız Biçer’in, millî eğitimde önümüzdeki yıl için oluşturulan taslak müfredatın cumhuriyet, Atatürk ilkeleri ve devrim ruhunu yok etmeyi amaçladığına ilişkin açıklaması

TUR YILDIZ BİÇER (Manisa) – Sayın Başkan, geçen hafta EĞİTİM-BİR-SEN Genel Başkan Yardımcısı ana fikri “Müfredattan Kemalist ruhu arındırmalıyız.” olan açıklamayı yaptığında düzeltme yapılır diye bekledik ancak önümüzdeki yıl için oluşturulan taslak müfredatı incelediğimizde Sendika Başkanının toplumu hazırlama görevini aldığını gördük. Bu taslak, cumhuriyet, Atatürk ilkeleri ve devrim ruhunu yok etmeyi amaçlamaktadır.

Siz eğitimde, “Hepimiz Ensarız.” diyen yandaş vakıflarınızda Atatürk’ü, devrimlerini, Kurtuluş Savaşı’mızı kaldırdınız da ne oldu? O vakıflarla ilgili yeni icatlar, yeni patentler mi duyuyoruz, yoksa başka iğrençlikler mi?

Çok net olarak ifade ediyorum: Ülkemizi fosilleşmiş statükocu yobazlara bırakmayacağız.

Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Sarıhan…

15.- Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan’ın, Türkiye ile AB arasındaki anlaşma kapsamında Türkiye’ye dönen ilk grup mültecilerin durumuna ilişkin açıklaması

ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Dışişleri Bakanlığı, Suriyeli sığınmacıların zorla geri gönderildiğine ilişkin Uluslararası Af Örgütünün iddialarına karşı, “Biz Suriyelilere çok iyi ev sahipliği yapıyoruz.” açıklamasında bulundu. Son günlerde Dikili Limanı’nda tanık olduğumuz sahneler ise son derece ilginç. Türkiye ile AB arasındaki anlaşma kapsamında ilk grup mülteci Türkiye’ye dönüyor, ancak getirilen mültecilerin ağızlarının kapatılmış olması, alınlarının kapatılmış olması ve etrafı brandayla çevrili bir alan içinde iadelerinin sağlanmış olması insanlık onurunun alabildiğine aşağılatılması anlamına gelmektedir. “Misafirperverlik”te insanlık onurunun ortadan kaldırılması ve çiğnenmesi gibi bir durum olabilir mi? Bunu şiddetle kınadığımı ifade etmek isterim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın İrgil…

16.- Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil’in, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ve Sosyal Güvenlik Kurumunun 140 kadar kanser ilacını ödeme planının dışına çıkarmasına ilişkin açıklaması

CEYHUN İRGİL (Bursa) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlar, evet, bugün Avukatlar Günü. Ben de bütün avukatların gününü kutlarım ama bu hafta, biliyorsunuz, aynı zamanda Kanser Haftası. Ama bugün ama gelecekte, ama kendiniz ama bir yakınınız, eğer istatistikler doğruysa, bu gidişatla hepimiz kanserle bir şekilde tanışacağız.

Benim sizden ricam, iktidar grubundan ve özellikle Sosyal Güvenlik Kurumuyla ilgili olan milletvekillerinden ve komisyonlardan ve bakandan, arkadaşlar, 140 kadar kanser ilacı ödeme planının dışına çıkarıldı; lütfen bu insanların sesini duyun. Bu ne siyaset konusudur ne de başka bir politika konusudur. Lütfen bu kanser hastalarını mağdur etmeyelim. Ben iktidar partisindeki, bu konuyla ilgili olan komisyondaki arkadaşlarıma rica ediyorum ve Sayın Bakana da bir kez daha bu hastalar ve aileleri adına rica ediyorum ki kanser hastalarının ilaçları konusunda, ulaşım ve edinmeleri konusunda ve ücretsiz verilmeleri konusunda lütfen gerekeni yapın.

BAŞKAN – Sayın Çamak…

17.- Mersin Milletvekili Hüseyin Çamak’ın, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamındaki araştırma görevlilerinin durumuna ilişkin açıklaması

HÜSEYİN ÇAMAK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamındaki araştırma görevlileri eğitimlerine ve geçici görevlerine aynı anda, aynı yerde devam etmekteydi fakat YÖK’ün 4 Şubatta bu programın 11’inci maddesinin (3)’üncü fıkrasında yaptığı bir değişiklikle tez aşamasındaki görevlilerin apar topar kadrolarının bulunduğu üniversitelere çağrılacağı belirtildi. Üstelik, bu çağrılmalara, 11’inci maddenin değişikliğinde olmamasına rağmen ders dönemi devam eden öğrenciler de dâhil edildi. ÖYP’li araştırma görevlilerinin lisansüstü öğrenimlerini gördükleri üniversitenin bulunduğu yerde kalacak şekilde hayatlarını planlamalarına karşın, YÖK’ün hukuku hiçe sayan bu kararı bir anda binlerce akademisyenin akademik çalışmalarında ve sosyal yaşantısında büyük mağduriyetler yaratmıştır. Bu yaratılan mağduriyete bir çözüm düşünülüyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özkan…

18.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Dünya tarihine baktığımızda, avukatlar, işkence, kötü muamele başta olmak üzere insan hakları ihlallerine karşı verdikleri mücadeleyle insan hakları ve hukukun üstünlüğünü kurumsallaştırmışlardır. Ancak, ülkemizde avukatlık mesleği pek çok sorunla boğuşurken baroların kayıtsızlığı maalesef dikkatlerden kaçmamaktadır. Baroların antidemokratik yapılanma modeli, avukatlık mesleğine kayıtsızlığının ve takındığı siyasi tavrın en büyük nedenidir. Bu çerçevede, yapılacak yasal düzenlemeyle meslek örgütümüz baroların demokratikleşmesinden asla geri durulmamalıdır.

Bu vesileyle, Avukatlar Günü’nün demokratik baro yapılanmasına, adil yargı için etkin savunma mesleğinin kuruluşuna vesile olmasını diler, değerli meslektaşlarımızın 5 Nisan Avukatlar Günü’nü kutlarım.

BAŞKAN – Sayın Mehmet Erdoğan…

19.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Emniyet teşkilatının kuruluşunun 171’inci yıl dönümüne, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ve iktidarın Parlamentoyu bazı yanlışları yasal hâle getirmek için kullandığına ilişkin açıklaması

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bu hafta Polis Haftası bildiğiniz gibi. Öncelikle, Emniyet teşkilatımızın 171’inci kuruluş yıl dönümünü kutluyor, şehitlerimize rahmet, gazilerimize şifalar diliyorum, çalışanlara da sağlık, mutluluk ve başarılar diliyorum.

Yine, bugün 5 Nisan Avukatlar Günü. Bütün avukatlarımızın Avukatlar Günü’nü kutluyor, avukatlarımıza sağlık, mutluluk ve başarılar diliyorum.

AKP iktidarında adalet sadece AKP’nin tabelalarında var. AKP’lilere lazım olunca hak, hukuk akıllarına geliyor. İktidar, Parlamentoyu maalesef bazı yanlışları yasal hâle getirmek için kullanıyor.

Tarihe iyi bakın, toplumları helak eden bireysel suçlar değildir, toplumları helak eden suçların meşrulaşması ve alenileşmesidir. İktidara tavsiyemiz, yanlışları meşrulaştırma gayretinden vazgeçmesidir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Kuyucuoğlu…

20.- Mersin Milletvekili Serdal Kuyucuoğlu’nun, Mersin Otogarı’nın bir buçuk yıldır kapalı olduğuna ve bu konuda Ulaştırma Bakanlığını göreve çağırdığına ilişkin açıklaması

SERDAL KUYUCUOĞLU (Mersin) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Mersin, 1 milyonu aşan nüfusuyla ciddi bir metropol ve yaklaşık olarak bir buçuk yıldır Mersin’de otogar kapalı, Büyükşehirin yanlışları nedeniyle kapalı ve bütün otobüsler şehir dışından ve farklı yerlerden hareket ediyor ve Mersinli büyük eziyet içerisinde. Bu konuda Ulaştırma Bakanlığını göreve çağırıyoruz, bu konunun çözülmesini bekliyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Levent Gök…

21.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Dünyanın en eski mesleklerinden biri olan avukatlık, gelişimi içerisinde demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde bütün saygın ülkelerde saygın konumunu almıştır. Ancak ülkemizde pek çok meslektaşımızın yargıdan gelen sorunlardan kaynaklanan sorunları bulunmaktadır. Yargı bağımsızlığının gerçekleşmemesi, yargıda pek çok dosyada erişimin engellenmesi, avukatların hâkim ve savcılar gibi yargının birer süjesi olması gerekirken sürekli geri planda tutulması ve toplumda yaratılan algıyla şu anda Türkiye'de avukatlık mesleği hak ettiği ölçüde, konumda değildir. Ben kendi mesleği de avukat olan bir kişi olarak, avukatların yüceldiği ve toplumda saygınlığının arttığı oranda adaletin de gerçekleşeceğine olan inancımı belirtmek istiyorum. Bu anlamda, hak ettiği ölçüde saygınlığını ve konumunu muhafaza edecek bir düzeye geleceğine inancımı belirttiğim avukat meslektaşlarımın tümünün ve tüm avukatların 5 Nisan Avukatlar Günü’nü yürekten kutluyorum, hepsini saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Akçay…

22.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Biz de Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Avukatlar Günü’nü kutluyoruz.

Adalet kavramı kurumsal olarak da üçlü bir sacayağı üzerine oturur; iddia, hüküm ve savunma. Savunma hakkı temel bir haktır ve savunma olmadan adaleti tesis ve temin etmek mümkün değildir. Savunma hakkında ve savunmanın kurumsal bir nitelik kazanmasında en önemli meslek de avukatlıktır ve adaletin tesisinde ve dağıtımında çok önemli bir fonksiyon görmektedir. Savunma hakkına ve avukatlık mesleğine gereken önemin verilmesi ve üzerinde hassasiyetle durulması inancıyla Avukatlar Günü’nü kutluyorum, tebrik ediyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akçay.

Sayın Bostancı…

23.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, teşekkürler.

5 Nisan Avukatlar Günü dolayısıyla bütün avukatların bu gününü tebrik ediyorum, kutluyorum.

Adalet düzenin temelidir. Eski Yunan’dan günümüz modern toplumlarına kadar adalete ilişkin tartışmaları, hukuka, yasaya ilişkin tartışmaları hatırlamak; esasen birçok huzursuzluğun ve nihai olarak huzurun kaynağı olarak adaletin, hukukun gösterildiğini unutmamak gerekiyor. Solon’un kanun müdevvenatından Roma Dönemi incelikli hukukuna, İslam dünyasının büyük fakihlerinden doğal hukuka ve günümüze kadar çok çeşitli aşamalardan geçerek gelen bir hukuki süreç vardır. Mesela 1679 Habeas Corpus ve daha sonrasında insanın temel haklarına vurgu yapan çeşitli görüşlerin ortaya çıkışı ve “insanlığın ilerlemesi” diye adlandırabileceğimiz o süreç, her bir varlığın kendi başına bir anlamı ve kimliği olduğuna ilişkin o temel kabul, esasen hukuken tahkim edilen bir kabuldür.

Hukukun en temel ayaklarından birini avukatlar oluşturuyor. Esasen, toplumsal rıza ve adalet duygusu da siyasal farklılıklara rağmen toplumları bir arada tutan en temel değerlerden ikisi. Bu çerçevede, özellikle hukuk alanında görev yapan insanların elbette siyasal görüşleri, ideolojik farklılıkları, topluma bakışlarında değişik perspektifleri olacaktır ama yaptıkları meslek ve bulundukları konum dolayısıyla, bir tür, herkesi kucaklayan bir entelektüel perspektifle toplumun ortak adalet duygusuna bakan ve bu yönde de çaba sarf eden insanlar olmaları hepimiz için son derece önemlidir. Avukatlarımızın, diğer hukuk mensupları gibi, böyle bir müktesebat, böyle bir anlayış ve böyle bir hukuki tasavvurla dünyaya baktıkları inancıyla günlerini tekrar tebrik ediyorum.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Sayın Baluken…

24- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, 5/4/2015 tarihinden itibaren Öcalan’a yönelik insanlık ve hukuk dışı bir ağırlaştırılmış tecrit konseptinin devreye konulduğuna ve 5 Nisan Avukatlar Günü’ne ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, bugün 5 Nisan. 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren, İmralı’da ağır bir izolasyon ve tecrit sistemi altında tutulan Sayın Öcalan’a yönelik insanlık dışı ve hukuk dışı bir ağırlaştırılmış tecrit konsepti devreye konulmuştur.

On yedi yıl önce uluslararası bir komployla derdest edilip İmralı’ya getirilinceye kadarki süreci dönemin Başbakanı Ecevit bile “Biz, Öcalan neden bize teslim edildi, anlayamadık.” şeklinde özetlemiştir. Şunu ifade etmek isterim ki, Sayın Öcalan’ın şahsında on yedi yıldır bu topraklarda tecrit ve izolasyon sistemi üzerinden büyük bir komplo hayata geçirilmeye çalışılıyor. Halkların karşı karşıya geldiği, Türk-Kürt kavgası başta olmak üzere belki yüzyıllarca sürecek bir boğazlaşmanın yaşanacağı son derece tehlikeli bir komplo anlayışı Sayın Öcalan’a yönelik uygulanan tecrit sistemiyle birlikte hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bunu AKP Hükûmeti özellikle çözüm süreci boyunca yürüttüğü tartışmalarda çok iyi bilmesine rağmen maalesef pervasız bir şekilde bu komplocu güçlerle birlikte hareket ederek bir tasfiye anlayışı üzerinden sürdürmeye devam ediyor. Bu yaklaşımı kabul edilemez bulduğumuzu, tehlikeli bulduğumuzu, insanlık dışı ve hukuk dışı bu tecrit sisteminin bir an önce kaldırılması gerektiğini ifade etmek istiyoruz. Sayın Öcalan’ın bütün bu olumsuz yaklaşımlara rağmen on yedi yıldır İmralı Adası’nda halklarımızın ortak geleceği açısından ortaya koyduğu çözüm ve barış iradesini de son derece önemli ve değerli bulduğumuzu ve bu vesileyle de çözüm süreciyle ilgili AKP’nin içerisine girmiş olduğu yanlıştan bir an önce dönmesi çağrısını yinelemek istiyoruz.

Diğer taraftan, bugün Avukatlar Günü Sayın Başkan. Özellikle son dönemlerde, Türkiye'de en temel insan hakkı olan savunma hakkını yerine getirirken avukatlar büyük baskılarla karşılaşıyor. Gözaltı ve tutuklamalar, adliye koridorlarında ya da sokak ortasında darbedilme, işkence edilmeye kadar bir hukuk devletine yakışmayan, bir demokratik işleyişin asla kabul edemeyeceği bu uygulamaların bir tarafı olarak avukatların bu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum, sözlerinizi tamamlayınız Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - …şekilde hukuk dışı yöntemlerle muhatap olmalarını kabul edilemez buluyoruz. Savunma hakkının kutsallığı temelinde AKP Hükûmetinin avukatlar üzerindeki bu baskıları bir an önce kaldırması gerektiğini ifade ediyoruz. Türkiye’de hak mücadelesi yürüten, savunma hakkına bütün baskılara rağmen sonuna kadar sahip çıkan bütün avukatlarla dayanışma ve destek duygularımızı Halkların Demokratik Partisi olarak bir kez daha yinelemek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, önergeleri ayrı ayrı okutacağım.

İkinci sırada okutacağım Meclis araştırması önergesi 500 kelimeden fazla olduğu için önergenin özeti okunacaktır ancak önergenin tam metni Tutanak Dergisi’nde yer alacaktır.

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 21 milletvekilinin, esnaf ve sanatkârların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/142)

Türkiye Büyük Meclisi Başkanlığına

Esnaf ve sanatkârımızın sorunlarının tespit edilmesi, bu konuda alınacak ivedi önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ile 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması komisyonu kurulmasını saygılarımızla arz ve talep ederiz. 8/12/2015

1) Ahmet Kenan Tanrıkulu                                             (İzmir)

2) Oktay Vural                                                              (İzmir)

3) Edip Semih Yalçın                                                    (İstanbul)

4) Emin Haluk Ayhan                                                    (Denizli)

5) İsmail Faruk Aksu                                                     (İstanbul)

6) Arzu Erdem                                                              (İstanbul)

7) Deniz Depboylu                                                        (Aydın)

8) Ümit Özdağ                                                              (Gaziantep)

9) Yusuf Halaçoğlu                                                       (Kayseri)

10) Erhan Usta                                                             (Samsun)

11) Mustafa Mit                                                            (Ankara)

12) Mehmet Erdoğan                                                     (Muğla)

13) Saffet Sancaklı                                                       (Kocaeli)

14) Mevlüt Karakaya                                                     (Adana)

16) Mehmet Parsak                                                       (Afyonkarahisar)

17) Muharrem Varlı                                                       (Adana)

18) Zühal Topcu                                                           (Ankara)

19) Erkan Akçay                                                           (Manisa)

20) Fahrettin Oğuz Tor                                                  (Kahramanmaraş)

21) Mustafa Kalaycı                                                      (Konya)

22) Ruhi Ersoy                                                              (Osmaniye)

Gerekçe:

Anayasa’mızın 173'üncü maddesinde yer alan “Devlet, esnaf ve sanatkârı koruyucu ve destekleyici tedbirleri alır." ifadesine rağmen, bugün esnaf ve sanatkârımızın işleri açısından düzelen hiçbir şey yoktur.

Gün geçtikçe kapanan iş yeri sayısı sürekli artmaktadır. 2005 ile 2014 yılları arasında yeni kayıt yaptıran 1 milyon 868 bin 128 küçük esnafa karşı, 1 milyon 308 bin 621 küçük esnaf (yüzde 70) Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonundan kaydını sildirmiş durumdadır. Hükûmetin 2015 Programı'nda yer alan istatistiklere göre 2009'da esnaf olarak çalışanların oranı yüzde 20,8'den 2013'te yüzde 18,7'ye düşmüştür.

Bununla beraber karşılıksız çek ve protestolu senet sayısı da her geçen yıl artış göstermektedir. Son zamanlarda piyasadaki nakit sıkıntısı da had safhaya ulaşmıştır.

Bu vahim tablo, esnaf ve işveren sayısının giderek azaldığını göstermektedir. Orta sınıfı oluşturan esnaf ve küçük işverenin giderek yok olması sermayenin belli ellerde toplanmasına yol açmaktadır.

Döviz kurlarındaki oynaklık ve son zamanlardaki artış esnaf ve sanatkârımızı mağdur etmeye devam etmekte, söz konusu maliyet artışlarını satış fiyatlarına yansıtamayan esnafımız her geçen gün zarar etmektedir.

İş yeri kirasını dahi ödemekte zorluk çeken, eşinden dostundan gördüğü destekle hayatın güçlüklerine direnen, üretimden pazarlamaya, ticaretten turizme birçok alanda faaliyette bulunan esnaf ve sanatkârımızın gerçek durumu tam anlamıyla içler acısıdır.

Artan rekabet şartlarında ayakta kalmak için mücadele veren esnaf ve sanatkârımız, ulaşılabilir ve ucuz finansman imkânları olmadığından gerek ürün ve hizmetlerini yenilemekten gerekse büyümek için yeni yatırımlar yapmaktan tamamen uzaktır.

Ürettiğini satamayan, sattığının yerine ise yenisini koyamayan esnafımız, kısır bir döngü içerisine hapsolmuş ve çırpınarak sürekli olarak dertlerine çözüm bulacak bir muhatap aramıştır.

Mesleki geleneklerini ana yurdumuz Orta Asya'dan Anadolu'ya taşıyan ve Ahilik kültürüyle ticaret ve sanatlarını devam ettiren esnaf ve sanatkârlarımızın içinde bulundukları zorlukların araştırılarak tespit edilmesi yönünde en büyük görev TBMM’ye düşmektedir. Bu bakımdan, esnaf ve sanatkârlarımızın sorunlarının tespit edilmesi ve çözüm önerilerinin TBMM çatısı altında belirlenmesi için Anayasa'nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ile 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması komisyonu kurulmasını saygılarımızla arz ve talep ederiz.

2.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan ve 19 milletvekilinin, Muğla’daki bazı turizm alanlarının özel şirketlere devredilmesi nedeniyle ortaya çıkan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/143) (X)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Muğla’mızın dünyaca ünlü veya henüz keşfedilmeyi bekleyen turizm alanlarının ihale yöntemiyle özel şirketlere kamu yararı gözetilmeden devredilmesiyle ortaya çıkan sorunların giderilmesi, yaşanan ve yaşanması muhtemel mağduriyetlerin önüne geçilmesi için, yapılacak olan yasal düzenlemeler de dâhil olmak üzere, alınması gereken önlemlerin araştırılması için Anayasa’mızın 98'inci ve TBMM İçtüzüğü’nün 104'üncü ve 105'inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ve talep ederiz.

1) Mehmet Erdoğan                                (Muğla)

2) Ahmet Kenan Tanrıkulu                      (İzmir)

3) Edip Semih Yalçın                              (İstanbul)

4) Oktay Öztürk                                      (Mersin)

5) Emin Haluk Ayhan                              (Denizli)

6) Arzu Erdem                                       (İstanbul)

7) Zühal Topcu                                      (Ankara)

8) Ahmet Selim Yurdakul                        (Antalya)

9) Ümit Özdağ                                       (Gaziantep)

10) Deniz Depboylu                               (Aydın)

11) Mustafa Mit                                      (Ankara)

12)Yusuf Halaçoğlu                                (Kayseri)

13) Erhan Usta                                      (Samsun)

14) Saffet Sancaklı                                (Kocaeli)

15) Mevlüt Karakaya                              (Adana)

16) Mehmet Parsak                                (Afyonkarahisar)

17) Muharrem Varlı                                (Adana)

18) Ruhi Ersoy                                       (Osmaniye)

19) Kadir Koçdemir                                (Bursa)

20) Kamil Aydın                                     (Erzurum)

Özet Gerekçe:

12/11/2014 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilip 6/12/2012 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6360 sayılı Kanun’la birlikte Büyükşehir Belediye Kanunu’nda köklü değişikliklere gidilmiştir. Değişikliklerle birlikte birçok ekonomik, sosyal ve siyasi sorun da zuhur etmiş, siyasi çıkarlara bağlı ekonomik çıkarlar da ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu çıkarlar silsilesinin bir ürünü de Muğla’nın göz bebeği bazı turizm alanlarının özelleştirilmesi ve özelleştirilmek istenmesiyle ortaya çıkan mağduriyetlerdir.

6360 sayılı Kanun’un yürürlüğe girecek olmasıyla birlikte bazı çevreler tarafından gelir getirici turizm alanlarının Muğla Büyükşehir Belediyesine devrinin önüne geçilmesi amaçlanarak Valiliğe bağlı Muğla'ya Hizmet Vakfı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı Türkiye Çevre Koruma Vakfı yüzde 50 ortaklıkla MUÇEV şirketini kurmuştur. Ardından, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün imzalanan protokolle kullanım hakkını MUÇEV'e devrettiği bilinmektedir. Usulsüz yapıldığı da iddia edilen ihalelerle Ölüdeniz, Belcekız, İztuzu ve Akbük gibi dünyaca ünlü ve daha keşfedilmeyi bekleyen başkaca turizm alanlarının özel şirketlere devri söz konusu olmuş, yaşanan bu durum vatandaşlarımızı mağdur etmiştir.

Muğla ilimiz sadece iç turizm açısından değil, dünya turizmi açısından da çok önemli bir yer tutmaktadır. Her yıl milyonlarca turistin ziyaretçi olarak geldiği, güzelliğiyle dünyaya mal olmuş turizm alanlarının bu yöntemle içine düşürüldüğü durum içler acısıdır. Gelecekte istismar edilme olasılığı yüksek olan bu özelleştirmeler doğayı katlederken vatandaşlarımızın da daha fazla mağdur edileceği ihtimalini ortaya çıkarmıştır.

Doğa harikası, dünyaca ünlü ve el değmemiş turizm alanlarının özel şirketlere ihale yöntemiyle, hem de kamu yararı gözetilmeden devredilmesi insanlarımızın haklı tedirginliğinin yegâne sebebidir.

Bu turizm alanlarının sadece yurt dışından veya şehir dışından gelen ziyaretçiler tarafından ziyaret edilmediği, bölge halkı tarafından da kullanıldığı gerçeği de göz ardı edilmiştir. Böylelikle bölge vatandaşlarının da mağdur olmasına sebep olunmuştur. Özellikle turizm alanlarını kullanmak isteyen ziyaretçilerin, bu alanların işletme hakkını alanların kâr hırsının ürünü yüksek giriş ücretlerinin mağduru edilmesi kabul edilebilir durum değildir.

Anayasa’mızın 43'üncü maddesinde yer alan "Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir." ifadesinin de açıkça gösterdiği üzere kamu yararı gözetilmeden gerçekleştirilen bu özelleştirmelerin Anayasa’ya aykırılığı durumu da söz konusudur.

Ayrıca, sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenen 3621 numaralı Kıyı Kanunu’na da aykırılıklar bulunmaktadır. Aynı kanunun 5'inci maddesinde yer alan "Kıyılar ile ilgili genel esaslar aşağıda belirtilmiştir: Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır. Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir." ifadesi de göz önünde bulundurulduğunda uygulamanın bu hakkın kullanılmasını engellediği de açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Bu bağlamda, Muğla'daki dünyaca ünlü ve daha keşfedilmeyi bekleyen başkaca turizm alanlarının özel şirketlere ihale yöntemiyle, kamu yararı gözetilmeden devredilmesiyle birlikte ortaya çıkan sorunların giderilerek yaşanan ve yaşanması muhtemel mağduriyetlerin önüne geçilmesi için yapılacak olan yasal düzenlemeler de dâhil olmak üzere alınması gereken önlemlerin araştırılması için yüce Meclisimize büyük görevler düşmektedir.

Yüce Meclisimizin bu görevi yerine getirmesi için Anayasa’mızın 98'inci ve TBMM İçtüzüğü’nün 104'üncü ve 105'inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

3.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan ve 20 milletvekilinin, kamuda çalışan avukatların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/144)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kamuda çalışan avukatların mevcut sorunlarının tespit edilmesi, bu sorunların giderilmesi ve yapılacak yasal düzenlemeler de dâhil olmak üzere alınması gereken önlemlerin araştırılması için Anayasa'nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ve talep ederiz.

1) Mehmet Erdoğan                            (Muğla)

2) Oktay Vural                                                          (İzmir)

3) Ahmet Kenan Tanrıkulu                                         (İzmir)

4) Edip Semih Yalçın                                                (İstanbul)

5) Oktay Öztürk                                                        (Mersin)

6) Emin Haluk Ayhan                                                (Denizli)

7) Arzu Erdem                                                          (İstanbul)

8) Zühal Topcu                                                         (Ankara)

9) Ahmet Selim Yurdakul                                           (Antalya)

10) Ümit Özdağ                                                        (Gaziantep)

11) Deniz Depboylu                                                  (Aydın)

12) Mustafa Mit                                                        (Ankara)

13) Yusuf Halaçoğlu                                                 (Kayseri)

14) Erhan Usta                                                         (Samsun)

15) Saffet Sancaklı                                                   (Kocaeli)

16) Mevlüt Karakaya                                                 (Adana)

17) Mehmet Parsak                                                   (Afyonkarahisar)

18) Muharrem Varlı                                                   (Adana)

19) Ruhi Ersoy                                                         (Osmaniye)

20) Kadir Koçdemir                                                   (Bursa)

21) Kamil Aydın                                                        (Erzurum)

Gerekçe:

Kuvvetler ayrılığı prensibinin üç erkinden biri olan yargı, üç temel organdan oluşmaktadır. Bunlar, iddia, savunma ve karar organlarıdır. Kamuda çalışan hâkimler karar makamı, cumhuriyet savcıları iddia makamı ve kamu avukatları da savunma makamı olarak devlet tarafından kendilerine yüklenen yargısal fonksiyonu ifa etmektedirler.

Kamuda çalışan avukatlar bu görevlerinin yanında yürütme organının yargı yerlerinde temsili ve savunuculuğu görevini de üstlenmiş olduklarından, yargısal görevlerinin yanı sıra idari görevleri de ifa etmektedirler.

Kamu avukatları, yürütmekte oldukları dava ve icra takibi dosyaları nedeniyle son derece büyük bir sorumluluk üstlenmişken, idari birtakım görevleri de yürüterek idarenin hukuka uygun hareket etmesini sağlamakta ve “hukuk devleti” ilkesinin gerçekleşmesinde önemli rol oynamaktadırlar.

Devletin hukuk danışmanlığı görevini de ifa eden kamu avukatları, yerine getirdikleri tüm bu görevler itibariyle devletin adalet sistemi içinde çok önemli bir yer kapsamaktadır.

Ancak, kamu avukatlarının hukukçu meslektaşları olan hâkim ve savcılar için tanınan özlük, mali ve sosyal haklar yönünden aralarında yıllardır kapatılmayan büyük bir uçurum vardır. Oysa yargının iddia ve karar organlarına tanınan bağımsızlığın ve meslek güvencesinin aynısının savunmanın kamudaki temsilcileri olan kamu avukatlarına da tanınması anayasal bir zorunluluktur.

Bu bağlamda, kamuda çalışan avukatların mevcut sorunlarının tespit edilmesi, bu sorunların giderilmesi ve yapılacak yasal düzenlemeler de dâhil olmak üzere alınması gereken önlemlerin araştırılması için yüce Meclisimize çok büyük görevler düşmektedir.

Yüce Meclisimizin bu görevi yerine getirmesi için, Anayasa'nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğ’ünün 104’üncü ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ve talep ederiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- MHP Grubunun, 31/12/2015 tarih ve 656 sayıyla İstanbul Milletvekili Atila Kaya ve arkadaşları tarafından, ülkemizde birçok kamu kurum ve kuruluşlarında çalışmakta olan taşeron işçi, 4/C’li personel, geçici personel ve sözleşmeli personelin kadroya geçirilmeleri, gerekli haklarının sağlanması ve sorunlarının araştırılarak kalıcı çözümler sağlanması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Nisan 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

5/4/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 5/4/2016 Salı günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                        Erkan Akçay

                                                                                            Manisa

                                                                                MHP Grup Başkan Vekili

Öneri:

31 Aralık 2015 tarih, 656 sayıyla TBMM Başkanlığına vermiş olduğumuz, İstanbul Milletvekili Atila Kaya ve arkadaşlarının "Ülkemizde birçok kamu kurum ve kuruluşlarında çalışmakta olan taşeron işçi, 4/C’li personel, geçici personel ve sözleşmeli personelin kadroya geçirilmeleri, gerekli haklarının sağlanması ve sorunlarının araştırılarak kalıcı çözümler sağlanması amacıyla" verdiğimiz Meclis araştırması açılması önergemizin 5/4/2016 Salı günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin lehinde ve aleyhinde olmak üzere ikişer sayın milletvekiline söz vereceğim.

Lehinde ilk konuşmacı Fahrettin Oğuz Tor, Kahramanmaraş Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Tor. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

FAHRETTİN OĞUZ TOR (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; taşeron işçilerin kadroya alınması konulu MHP önerisi üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve bizleri televizyonları başında izleyen vatandaşlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Savunmanın temel taşı avukatlarımızın Avukatlık Günü’nü, Emniyet teşkilatımızın da kuruluşunu kutluyorum, kendilerine başarılar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, konuşmama başlamadan önce, dün Nusaybin’de alçakça yapılan saldırıda şehit düşen Binbaşı Turgay Çelik’e, Astsubay Üstçavuş Selçuk Karabakla ve geçici köy korucusu Adnan Durak’a; geçtiğimiz hafta Diyarbakır’da patlamada yaralanan, bugün de hastanede vefat eden Komiser Yardımcımız Tamer Aktaş’a Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılarımıza şifa diliyorum, geride kalanlara da yüce Mevla’dan sabır niyaz ediyorum. Ayrıca, bugün Şırnak Silopi’de roketle yapılan saldırıda da 1 polisimiz maalesef şehit olmuştur; Yaşar Yavaş isimli bu şehidimize Allah’tan rahmet diliyorum, 4 yaralımıza da acil şifalar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, köy korucusu Adnan Durak dün çocuğunu aşı yaptırmaya götürürken şehit edilmiştir. Dün de korucuya yönelik benzer eylemler yapıldı ancak kimsenin kulağı duymadı, bazı korucular direklere asıldı, kimse görmedi; acı olan budur. Terörün bu noktaya gelmesinde sebepleri buralarda aramak lazımdır. Bugün terörü lanetleyebilirsiniz ama bu aşamaya getirenleri de lanetlememiz gerekmektedir. Zira, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Zira, kim ki haksızlık, kötülük görmüş ise eliyle gücü yetmez ise diliyle ona da gücü yetmez ise kalben buğzetmelidir. Ama ne olmuştur? Birçok kez ikaza rağmen, haksızlıklar görülmemiştir, kötülükler görülmemiştir. Kim görmediyse, kim duymadıysa sorumluların da ocağına ateş düşsün diyorum.

Vatandaşımız, saldırıların, katliamların bir an önce bitmesini istemektedir, “AKP, hiçbir siyasi veya başka bir sebebin arkasına sığınmadan hangi tedbiri alıyorsa alsın ancak bu katliamları durdursun.” demektedir. Zira, gidişat her geçen gün kötüye gitmektedir. Hiç şüphe yok ki bütün bu şehit ve gazilerimizin ikincil sorumlusu AKP iktidarıdır. Bizi bu hâllere düşüren AKP iktidarıdır. Bu karanlık kuşağa ülkeyi sürükleyen AKP iktidarıdır. “Çözüm süreci” adı altında terörün görmezden gelinmesi maalesef bu sonucu doğurmuştur. Bu konuda AKP’nin söyleyecek hiçbir bahanesi yoktur. Çıkıp halkımızdan özür dilemeli, “Ey halkım, yanlış yaptım, özür dilerim.” demelidir. Dünün AKP Bakanı, Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in ifadesiyle “Vali, kaymakam, polis, asker elleri kolları bağlı beklediler.” Bunun adı tek kelimeyle gaflettir ve sonucu da maalesef çok ağır olmuştur. “Analar ağlamasın.” dendi, gelinen noktada bugün Anadolu kan ağlamaktadır. Bırakın anaları, babalar da dedeler de bacılar da çoluk çocuğu da komşusu da kan ağlar hâle gelmiştir. Neredeyse şehit girmeyen il, ilçe kalmamıştır.

Pazartesi günü Elbistan’da katıldığım İsrafil Kargı isimli Özel Harekât Polisimizin, kardeşimizin cenazesinde, emin olun, vatandaşın büyük çoğunluğunun ağladığına şahit oldum. Böyle bir kalabalığa şimdiye kadar da rastlamamıştım ancak gidişatın iyi olmadığını da söylemek zorundayım. Şehit cenazelerinin tahammül sınırlarını zorladığını bilmenizi isterim. Vatandaşın hassasiyeti had safhadadır.

Değerli milletvekilleri, taşeron işçilerin ücretlerini tam ve düzenli olarak almamaları, kamu kurumlarının alt işverene verdiği bazı işler dışında alt işveren işçisinin ücretini kontrol etme yükümlülüğünün bulunmaması, sık sık işveren değişikliği nedeniyle işçinin yıllık izin kullanamaması, iş kazası ve meslek hastalığının oluşmasını önleyici tedbirlerin ve eğitimlerin yeterince ve gereği gibi verilmemesi, sendikalaşmayı ve toplu iş sözleşmesinden yararlanmayı imkânsızlaştırması, kıdem tazminatını, ihbar tazminatını hak edememeleri, fazla çalışmaları, buna karşılık fazla mesai ücreti alamamaları, çalışma sürelerinden daha fazla süre çalıştırılmaları, hiçbir sosyal haktan faydalanmamaları gibi birçok sebeplerle Milliyetçi Hareket Partisi olarak taşeron işçiliği sistemine karşı çıkmış ve seçim beyannamemizde de taşeron işçilerinin kadroya geçirilmesini beyan etmiştik. Taşeron işçiliği bize göre, ucuz iş gücü yaratmanın, yandaş firmalara kaynak aktarmanın bir aracı hâline gelmiştir. Taşeron işçilerin hemen hemen tamamı gariptir, fakirdir, yalnızdır, koruyanı yoktur. Bu sebeple, MHP olarak Hükûmetin bütüncül bir yaklaşımla, iyi niyetle, samimiyetle bu konuda getireceği düzenlemeyi taşeron işçiler adına destekleyeceğiz.

Değerli milletvekilleri, hakikaten, şehit haberleri bizim de psikolojimizi bozmuştur. Tüm vatandaşımızın psikolojisi bozuktur. Burada önergenin konusu taşeron işçilere kadro verilmesi olsa da emin olun, insanın içinden konuşmak gelmemektedir. Bununla beraber, 750 bin taşeron işçisine Başbakanın söz verdiği gibi kadro verilirse mutlu olacağımızı da söylemek isterim.

Taşeron sistemi, ihtiyaç sahibi memleket evlatlarının sömürülmesi, geleceklerinin çalınması demektir; birileri zengin olurken birilerinin etinin, kemiğinin, kanının un ufak edilmesidir. Birilerini bu hâle getiren de hiç şüphe yok ki AKP iktidarıdır. Bakınız, 2002 yılında taşeron işçi sayısı 15-20 bin civarındayken bugün 750 bin civarındadır, buna belediyeleri de kattığımız zaman işçi sayısı 2’ye katlanmaktadır. AKP iktidarı döneminde taşeron işçiliği büyük boyutlara ulaşmış bugün AKP, taşeron işçiliği konusuna çözüm ararken yapılan beyanlarla işçimizin kafasını karıştırmıştır. Yetkililerin beyanları kendi içerisinde büyük çelişkiler taşımaktadır. Başbakan “taşerona kadro” derken Maliye Bakanı özel statü verileceğini açıklamıştır. Başbakan “720 bin taşerona ayrım yapmaksızın kadro vereceğiz.” derken Maliye Bakanı “sınav, performans” gibi başka şeyler söylemekte, 100 bin, 150 bin kişinin kadroya alınacağını söylemektedir. Kadro alabilmek için on iki ay kesintisiz çalışıyor olunmasından bahsedilmektedir. Soruyorum size: Kesintisiz on iki ay çalışan taşeron işçi sayısı kaçtır? Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı” gibi kişisel haklardan faydalandırılmadıklarından ve yılda birkaç defa giriş-çıkış yapıldığından haberiniz yok mudur? Bu arada, yandaş bir sendika çıkıyor, durumdan vazife çıkararak “Bize üye olun, sınavı kazanırsınız.” şeklinde ahlaksız teklifler yapmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı görüşülmektedir. Bu olayda da insan haklarına, adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı davranılacaksa bu kurumu kurmayın diyorum.

Sayın Başbakan, seçim meydanlarında söz verdiğiniz, yakın zamanda da açıkladığınız gibi, sözünüzün arkasında durunuz ve 720 bin kişiye ayrım yapmaksızın kadro veriniz. MHP olarak bu adımınızı destekleyeceğiz ama işi siyasete dökerseniz, burada da ayrımcılık, eşitsizlik yaparsanız ki bu durumda iki elimizin de -bizim de yüce Mevla’nın da- yakanızda olacağını bilmenizi isteriz.

Değerli milletvekilleri, olay sadece taşeron işçi değildir. AKP döneminde personel rejimi allak bullak edilmiştir. 4/C’li personel, geçici işçi, geçici personel, mevsimlik işçi, vekil personel uygulamalarına da derhâl son verilmelidir. Mevsimlik işçilerin durumu da pek farklı değildir. Geçici işçiler yılda en fazla beş ay yirmi dokuz gün çalıştırılmakta, kadro almamaları için yüz yetmiş dokuzuncu gün işten çıkış verilmektedir. Yılda on iki ay çalışan ücretlinin geçim zorluğu yaşadığı ülkemizde, geçici statüde en fazla beş ay yirmi dokuz gün çalışan işçiler diğer altı ayda nasıl geçinecektir? Bu kişilerin emeklilik haklarını kazanmaları da oldukça zordur.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum, önergemizin desteklenmesini talep ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tor.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi aleyhinde Ertuğrul Kürkcü, İzmir Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Kürkcü. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; Milliyetçi Hareket Partisinin, taşeron sıfatıyla, taşeron işletmelerde çalışan işçilerin durumlarına ilişkin bir Meclis araştırması gerçekleştirilmesi yönündeki teklifi esasen desteklenmeyecek bir teklif değil. Bu açıdan bunun karşısında değiliz. Ancak artık, bence tartışma, bizce tartışma bu noktayı geçti çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti ve Başbakan ile Maliye Bakanının peş peşe yaptıkları açıklamalarla birlikte şimdi yeni bir tartışmayla karşı karşıyayız.

Aslında, devletin bugüne kadar Uluslararası Çalışma Örgütünün kurallarını, Anayasa’nın hükümlerini, çalışma yasasını ihlal ederek gerçekte, asıl işi yapan işçileri taşeron sıfatıyla, yüklenici firmalarda çalıştırması işlemine bir biçimde son verilmesi için kimi adımlar atılacak çünkü bunlar bütün kuralları çeliyor. Ama öte yandan, bunlar, şimdi yapılan açıklamalara göre sözleşmeli işçi statüsünde yeniden kayıt altına alınacak. Bunun, Hükûmetin kadroya alma vaadinin bir karşılığı olmadığı apaçık ortada. Buna iyi bir şeymiş gibi bakmak mümkün değil çünkü aslında üzerinde durulan şey, taşeron işçiliğin karşısındaki mesele güvenceli çalışmadır. Sözleşmeli çalışma, güvenceli çalışma değildir, Dolayısıyla, Hükûmet aslında, ILO normlarını ihlal ettiği gerçekliğini bir nebze ortadan kaldırabilmek için bunları kadroya aldığını söylemektedir ama ortada bir kadro hakikati yoktur. Dolayısıyla, Hükûmetin bu açıklamalarından, yapacağı yeni işlemlerden sonra da aslında taşeron işçiliği sözleşmeli işçilik olarak devam edecektir. Çünkü, taşeronluktan yapılan şikâyetler, taşeron çalışmadan duyulan sıkıntı, taşeron çalışmanın kadrolu çalışmaya, güvenceli çalışmaya göre işçinin haklarını -iktisadi haklarından kültürel haklarına, sosyal haklarına kadar bütün haklarını- tırpanlamasıydı ve o yüzden bir güvenceli çalışma mücadelesinin parçasıydı. Şimdi, bugün karşı karşıya kaldığımız şey, devletin ebedi işçisi olmak ile olmamak arasındaki tartışma değil, güvenceli çalışma ile güvencesiz çalışma arasındaki tartışmadır. Yüklenici firmalar işçileri sahip oldukları hak ve özgürlükleri muhafaza edecek şekilde çalıştırsalardı işçilerin illa kadrolu olmak diye bir dertleri olmayacaktı, mesele onları güvencesiz çalışma koşullarına sürüklemekteydi. Şimdi, güvencesiz çalışmayı devlet kendi işletmelerinde kural hâline getiriyor.

Bakın, nedir taşeronluktan sözleşmeli işçiliğe geçince işçilerin karşı karşıya kalacakları durumlar: “Üçer yıllık sözleşme yapılacak.” Yani belirli süreli sözleşme, süresiz sözleşme değil, güvencesiz çalışma, madde 1; eskiden on bir aydı, şimdi üç yıl olacak.

“Kamuya geçişte sınav yapılacak.” Kim yapacak sınavı, neye göre yapacak? Bugüne kadar sonsuz rezaletler halkalarının birbirine eklenmesi yoluyla sürüp giden sınavların bir benzerinden bunun ne farkı olacak? Mutlaka ve kesinlikle burada bir sözlü sınav da olacak ve tabii ki işçilere şu soru sorulacak: “Bizim değerlerimizi paylaşıyor musun?” Paylaşmayanlar dışarı, paylaşanlar içeri. Böyle olmadı mı bugüne kadar? Bugün de böyle olacak.

“Devlet memurluğuna atanmak için aranan şartlar aranacak.” Ama, bir devlet memurunun sahip olduğu hiçbir hakka sahip olmayacak yani sözleşmeli personel olarak, asla bulunduğu işte yönetici duruma geçemeyecek, kademe atlayamayacak, kıdem kazanamayacak, aslında gene taşeron işçi olmaya bu manada devam edecek.

1 Kasım 2015’ten önce işe girme mecburiyeti var; yani seçimlerden önce girmişse ancak, yani oyunu Adalet ve Kalkınma Partisine vermişse olabilir.

Mevcut ücreti üzerinden maaş alacak. Yani, aynı işte çalışan diğer personel diyelim ki ayda 3 bin lira alıyorsa ama o daha önce taşeron olarak 1.500 liraya çalışıyorsa, aynı işi yaptığı hâlde yarı ücrete tabi olacak, aynı işi yapmaya devam edecek çünkü.

Evet, kamuya geçtikten sonra emeklilik sisteminde 4/A kapsamında değerlendirilecek fakat kamuya geçmeyecek zaten, sözleşmeli işçi olacak.

Şimdi, bunun neresinin taşeron çalışmaya son vermek olduğu, neresinin taşeron çalışan işçilerin kadroya alınması demek olduğu sorusunu soralım: Bunun neresi böyle? Hiçbirisi. Sonuçta, bunun da gerçek olup olmayacağı, bunun da ne zaman gerçekleşeceği herhangi bir biçimde belli değil, vaatler birbirini takip edecek. O yüzden “Taşerona kadro müjdesi fos çıktı.” diye bildiri yayınlayan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu tabii ki doğru söylüyor.

Şimdi, burada aslında Hükûmetin yapması gereken bir tek şey var: En önemli şey, işçileri kadroya geçirip geçirmemekten önce, onların güvenceli çalışmalarını -nerede çalışıyorlarsa çalışsınlar- güven altına almak yani işçinin işinden atılmaması, herhangi bir sebeple, sendikal çalışma dolayısıyla işine son verilmemesi, hak ettiği adil ücreti alması, onurlu çalışma koşullarına sahip kılınması için alınacak tedbirler alındıktan sonra, ister kamunun işçisi olsun ister özel sektörün işçisi olsun, işçi için bir şey fark etmez. Ama, işçiler biliyorlar ki kamuda olduklarında daha göz önündedirler, hükûmetler -asli işveren oldukları için- kamuda çalışanların haklarını kolayca çiğnemek durumunda değillerdir. O nedenle, bütün işçiler eğer kamuda çalışıyorlarsa taşeron değil, elbette kadrolu işçi olmak isterler ama işçiye bu talebine karşılık verilen sözden sonra karşı karşıya kaldığımız şey, onlara sözleşmelilik statüsü. O da sınavı geçerlerse yani biat sınavını geçerlerse sözleşmeli personel olacaklar. Bence bu, işçileri bir kere daha kandırmaya çalışmaktan, onların beklentilerini boşa çıkarmaktan, onların beklentilerini yönetmekten, beklentilerini bir iktidar kaldıracı hâline getirmekten başka bir şey değil ne yazık ki.

O nedenle, biz deriz ki: Bu araştırma mutlaka yapılsın, Meclis bu araştırmayı yapsın, göreceğiz ki Türkiye’de aslında artık, güvencesiz çalışma kural hâline gelmiştir. Yeni işçi sınıfı, güvencesiz çalışanlar sınıfıdır. Hatta onlara bir yeni isim de bulundu; güvencesiz çalışma kelimesinin ilk hecesi ile proletaryanın son hecesi birleştirilerek onlara “prekarya” deniyor. Yani, artık dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de kapitalizmin ve devletlerin genel eğilimi işi parçalara bölmek dolayısıyla işçi sınıfını da parçalara bölmek ve onları her bir iş için, sürekli olarak devlet ve patron karşısında diz üstü getirmekten ibarettir.

Şimdi, bir an için bu söylediklerimizin hepsinin yanlış olduğunu varsayalım. Şimdi, özel istihdam bürolarıyla iş bulma süreci eğer gerçek olacaksa, bizim bütün bu söylediklerimiz yalan olsun, aslında sonuçta özel istihdam büroları aracılığıyla işe giren herkes çok daha güvencesiz koşullarda çalışacaktır çünkü devlet, kendi işçisini başka iş yerlerinde çalışmak için kiraya verebilir, bütün bu kira sözleşmeleri kamuda da geçerli olacaktır. Dolayısıyla, herkes gibi kamu işçileri de aslında zaten çoktan güvencesiz kılındıkları için personele, kadroya, vesaireye sonsuzca vaatte bulunulabilmektedir çünkü bizzat kamu çalışanlarının kendilerinin karşı karşıya kaldıkları genel mesele, hak ve özgürlüklerinden, bugüne kadar kazanılmış haklarından yoksun bırakılma, yokuş aşağı gitme süreciyle karşı karşıya olmalarıyla ilgilidir. O yüzden bol keseden atılıvermektedir “Kadroya alacağız." diye. Aslında “kadro” dediğiniz şey olmadığı için, kadroya aldığınızda hiç kimseye hiçbir yeni hak tanımamış olacaksınız. Sözleşmeli personelin, sözleşmeli işçilerin karşı karşıya kaldıkları kaderle karşı karşıya kalmak taşeron çalışanlar için herhangi bir kurtuluş değil, aslında kurtuluşlarının daha da karmaşıklaşması demektir. O yüzden Meclis, işçi sınıfının ve bütün çalışanların çalışma koşullarının derinlemesine araştırılması için kollarını sıvamalı ve halka olan borcunu ödemeye başlamalıdır.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kürkcü.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi lehinde Musa Çam, İzmir Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Çam. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; Milliyetçi Hareket Partisinin taşeronlaşmayla ilgili vermiş olduğu Meclis araştırması önergesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Önemli bir konu, Türkiye'de yaklaşık 20 milyon çalışanı son derece yakından ilgilendiren ve gelecek kuşaklar, gelecekte iş hayatına atılacak olan kardeşlerimiz ve çocuklarımız için önemli bir mesele -araştırılması için- üzerinde tartışıyoruz.

Yıl 1980; dünyada neoliberal politikaların uygulanmaya başlandığı ve bizim ülkemizde de 24 Ocak Kararlarıyla beraber ve 1980 darbesiyle beraber, çalışma hayatının sendikasızlaştırılmasına, örgütsüzleştirilmesine ve köle gibi çalıştırılmalara başlanan yılların başlangıcıdır, dönüm noktasıdır. Türkiye'de 24 Ocak Kararlarıyla beraber yürürlüğe koyulan neoliberal politikaların uygulanması, Türkiye'de örgütsüz bir işçi sınıfı yaratılması ve örgütsüz bir toplum yaratılması için yapılmış olan operasyonlardan bir tanesiydi. Örneğin, 1980 yılında Türkiye'de, ülkenin nüfusu 40 milyondu, toplu sözleşme yapan -reel- işçi sayısı 2,5 milyon idi. Bugün, ülkenin nüfusu 75 milyon ama toplu sözleşme yapan işçi sayısı -toplam 3 işçi konfederasyonunun gerçek sayısı sözleşme yapan- 700-750 bin, bilemedin 800 bin civarında. Peki neden böyle? Ülkenin nüfusu 2’ye katlanmış durumda ama sendikalı işçi sayısı ters orantılı bir şekilde düşmüş. Neden? İşte, bu taşeronlaşma ve örgütsüzlüğü yaratmak için yapılmış olan yasal düzenlemeler sonucunda Türkiye’de örgütsüz bir işçi grubu oluşturmak için atılmış olan adımlardır. Neoliberal politikalar sonucunda kapitalizm ve sermaye ve iş çevreleri, daha ucuz işçi çalıştırmak, daha fazla sömürü yapmak için, esas işi yapan işçilerin yerine dışarıdan hizmet alımıyla ilgili birtakım düzenlemeleri de beraberinde getirmiş ve hem kamuda hem özel sektörde “hizmet alımı” adı altında dışarıdan, ucuz işçi alımı dönemi başlatılmış oldu.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin altına imza atmış olmasına rağmen… ILO’nun 94 sayılı Sözleşme’si, özet olarak, kamu kuruluşlarının ihaleyle iş verdikleri alt işveren işçilerine ya da hizmet alımı yoluyla iş verildiğinde yüklenici firma işçilerine asıl iş yerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinde yer alan haklardan daha az hak verilemeyeceğini hüküm altına almıştır ve Türkiye Cumhuriyeti devleti de bunun altına imza atmıştır.

Yine, devam ediyorum, ILO Sözleşmesi’ne göre: Yasa koyucu, bu yükümlülüklerini yerine getirmek yerine tam tersi bir tutum izleyerek taşeron uygulamasında ısrarını sürdürmüştür. Yapılan bu düzenlemeyle, Türkiye, imzalamış olduğu uluslararası sözleşmedeki yükümlülüğünün gereklerini yerine getirmemiş, 94 sayılı ILO Sözleşmesi hükümlerinin tam aksini yapmış, kamu kuruluşlarının alt işveren çalışmasındaki tüm sınırlamaları kaldırmış, yetinmemiş, açık düzenleme yaparak bu işçilerin asıl iş yerinde çalışan işçilerle benzer haklar almasını yasayla yasaklamıştır.

Devam: Kamu kuruluşlarının taşeron çalıştırmaya dönük inatlaşması, kendisini sadece 4857 sayılı Yasa’nın 2’nci maddesinde yapılan değişiklikle sınırlı tutmamış; Yargıtayın belediyelerin asıl işlerini alt işverene veremeyeceklerine ilişkin kararına rağmen, AKP Hükûmeti, 2005 yılında 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda değişiklik yaparak belediyelerdeki temizlik, park bahçe, yol ve çeşitli işlerin yapılmasının da taşerona verilmesini sağlamıştır.

Peki, AKP, on dört yıllık iktidarı döneminde neden özellikle taşeronlaşmayı artırmış, neden taşeronlaşmanın daha fazla yaygınlaşmasını sağlamış? Çünkü o taşeron firmalar, kamudan daha çok ihale alan firmalar yandaş firmalar olduğu için ister istemez o alanı korumuş, oradan kaynak aktarmış ve oradan örgütlenmeyi yapmış, yetmemiş, taşeronda çalışan işçileri AKP’nin mitinglerine dahi otobüslerle taşımıştır.

Örneğin Soma’da, 301 işçinin hayatını kaybettiği iş yerindeki alt işveren, “taşeron” dediğimiz firmalar yani TKİ’nin yapması gereken işi alt işverene verdiğiniz için, özelleştirdiğiniz için oradan nemalanan, orada iş alan o firmalar, AKP’nin Manisa’da yapılan, Akhisar’da yapılan mitinglerine bile, işçileri otobüslere doldurmuş, baretleriyle beraber, hem 7 Haziran seçimlerinde hem 1 Kasım seçimlerinde hem de 2011 seçimlerinde otobüslerle işçileri oraya taşımış mitingin kalabalık olması için; yetmemiş onlar üzerinde baskı yapmış ve işçilerin AKP’ye oy vermesi için de bir tehdit unsuru olarak devam etmiş arkadaşlar.

Bakın, sağlıkta, 2002 yılında 16 bin çalışan vardı hastanelerde arkadaşlar, üniversitelerle beraber toplam 20-25 bin sağlık çalışanı taşeron olarak çalışıyordu. Bugün, 2016 yılında yaklaşık 170 bin sağlık çalışanı hastanelerde ve üniversitelerde taşeron olarak çalışıyor arkadaşlar. Kamuda, Çalışma Bakanının vermiş olduğu son rakama göre, 700-750 bin civarında taşeron işçi var.

Seçim bildirgesinde Cumhuriyet Halk Partisinin bunların kadroya alınacağıyla ilgili açık ve net madde var. Bundan sonra, 1 Kasım seçimlerinde sizler de bunu seçim bildirgesine aldınız, koydunuz. Şimdi bunların kadroya alınması için birtakım çalışmalar yapıyorsunuz ama işin içinden çıkamıyorsunuz. Neden? Çünkü, bu konuda samimi değilsiniz, içten değilsiniz. Çalışma Bakanı ayrı söylüyor, Maliye Bakanı ayrı söylüyor ve dolayısıyla seçim vaadi olarak söylenmiş olan “Taşeronda çalışan 700 bin işçiyi biz kadroya alacağız.” sözü, sadece “Oy alındı, tamam.” ama şimdi, bunu, hangi prosedürle uygulayacağınızla ilgili kafanızda hâlâ soru işaretleri var, işçi insanları oyalıyorsunuz ve kadroya almakta gecikiyorsunuz. Hemen getirin, yarın, bu taşeronda bulunan işçi arkadaşlarımızın kadroya alınması için elimizden gelen bütün çabayı ve gayreti göstereceğiz.

Özelleştirmeler sonucunda açığa çıkan 4/C’liler, aynı işi yapan işçi kardeşlerim. Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bile 4/C’li arkadaşlarımız çok farklı ücret, kadrolular çok farklı ücret alıyor; aynı işi yapıyorlar, aynı mekânda çalışıyorlar ama aralarında dünya kadar uçurum var arkadaşlar. Geçici işçiler, sözleşmeliler, mevsimlik işçiler dâhil olmak üzere, gerçekten kamu personel rejiminde çok ciddi bir reformun yapılması gerekiyor ve mutlaka taşeron sistemine, bu kölelik sistemine son verilmesi gerekiyor.

“Verilmesi gerekir.” diyoruz ama geçtiğimiz günlerde Çalışma, Sağlık, Aile Komisyonuna istihdam bürolarıyla ilgili yeni bir kanun tasarısını getirdiniz, Çalışma, Sağlık, Aile Komisyonundan geçti. Yarın öbür gün veyahut da en geç önümüzdeki hafta içerisinde, istihdam bürolarıyla ilgili bu tasarıyı Türkiye Büyük Millet Meclisinde, burada görüşeceğiz. Onunla ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum: Allayarak pullayarak getirmiş olduğunuz istihdam bürolarıyla ilgili bu tasarıyla bir defa kesin olarak iş güvencesini ortadan kaldırıyorsunuz arkadaşlar. Yetmez, kıdem tazminatı fiilî olarak yok edilecek, ihbar tazminatı ortadan kaldırılacaktır bu düzenlemeyle birlikte.

Yine, kural dışı, güvencesiz ve esnek çalışma biçimlerini bu düzenlemeyle kural hâline getireceksiniz. Sendikal örgütlenmeler çok ciddi kan kaybedecektir istihdam bürolarının uygulanması hâlinde.

Yine, bu istihdam bürolarının getirilmesiyle birlikte işverenlerin işten çıkarma maliyetleri düşecektir, işçiler istenildiği gibi kullanılıp kapı önüne koyulacaktır. İddia edildiği gibi kayıt dışı istihdam düşmeyecek çünkü işverenlerin tercih ettiği en esnek çalıştırma biçimleri kayıt dışındadır.

Yine, işçi sınıfı “kiralık işçilik” adı altında kölelik ilişkilerine mahkûm edilecektir.

Yine, getirilecek olan bu tasarıyla birlikte, gelir, emeklilik, yıllık izin ve sağlıkla ilgili bütün haklar tamamen ortadan kalkacaktır.

Yine, getirilecek olan bu tasarıyla, kiralık işçiler aynı işi yapan diğer işçilere göre çok daha düşük ücrete mahkûm olacaktır ve çok daha düşük ücrete çalışacaktır.

Yine, uzun çalışma saatleri açısından dünyada zirvede yer alan ülkemizde kiralık işçiler yoğun çalışma temposuyla, yoğun bir sömürü çarkı içinde olacaktır.

Yine, bu düzenlemeyle, işverene toplu işten çıkarma hakkı tanınacak, işveren sekiz ay sonra aynı işçiyi kölelik bürolarında çok daha ucuz, sendikasız, haksız ve hukuksuz kiralayabilecektir.

Yine, bu düzenlemeyle, işverenler özel istihdam bürolarında işçi kiralama hakkı kazandığında kadrolu işçilerin üzerine sürekli bir baskı oluşturacaktır. Dolayısıyla, her ne kadar “Taşeron işçileri biz kadroya alacağız.” diye bir aldatma politikası yapsanız bile yeni getireceğiniz bu istihdam büroları marifetiyle gerçekten iş güvencesini ortadan kaldıracaksınız, işçileri tam bir köle gibi çalıştıracaksınız ve karın tokluğuna çalıştıracaksınız. İlk çağlardaki gibi bir çalışma düzeni ne yazık ki Türkiye’de tekrar AKP Hükûmeti eliyle, sizin marifetinizle yürürlüğe konulacaktır.

Buradan işçi sınıfına ve sendikalara sesleniyorum: Tercih sizin, ya sizi yok etmeye çalışan AKP iktidarına karşı sokaklara, meydanlara çıkacaksınız, mücadele edeceksiniz veyahut da kazanmış olduğunuz bu haklar tek tek elinizden gidecek. Hemen arkasından kıdem tazminatı da gelecek ve kıdem tazminatının fona devredilmesi ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (Devamla) - …yok edilmesi AKP’lilerin elinden olacaktır diyorum.

Bunun incelenmesi için, araştırma komisyonu kurulması için lehinde oy kullanacağımızı belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP, HDP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çam.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi aleyhinde Jülide Sarıeroğlu, Ankara Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Sarıeroğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

JÜLİDE SARIEROĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün MHP tarafından verilen taşeron işçi, 4/C’li personel, geçici işçilerle ilgili Meclis araştırma önergesi üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Ancak sözlerime başlamadan önce birkaç hususa değinmek istiyorum: Biliyorsunuz, Avukatlar Günü. Başta, yüce Meclis çatısı altındaki avukat parlamenterlerimiz olmak üzere tüm avukatlarımızın gününü tebrik ediyorum.

Diğer taraftan, kürsüye çıkmadan önce, Ankara Milletvekili olarak, yine acı bir haber aldık, yeni bir şehit haberi almış durumdayız. Şırnak Silopi’de hayatını kaybeden Yaşar kardeşime Allah’tan rahmet diliyorum. Bu vesileyle, bugüne kadar kaybettiğimiz tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Hâlen tedavisi süren kardeşlerimiz var hastanelerde, onlara da Allah’tan acil şifalar diliyorum. Milletimize, ailelerine de sabır diliyorum.

Terörle mücadelemizin de kararlılıkla süreceğinin bu vesileyle tekrardan altını çizmek istiyorum. Ülkemizin birlik, beraberlik ve kardeşliğiyle ilgili derdi olanlarla hesaplaşmaya; ülkemizin birlik, beraberlik ve kardeşliğini sonsuza kadar yaşatmaya devam edeceğiz inşallah.

Yine, bugün talihsiz bir olay oldu, bir kadın milletvekili olarak bundan gerçekten utanç duyuyorum. Dün CHP Grup Başkan Vekilimiz Sayın Levent Gök’ün -ki hiç yakıştıramadım kendisine- Sayın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımızla ilgili kullandığı bir ifade vardı. Biz bu olayın, hani, bir özürle telafi edileceğini düşünürken, bugün grup toplantısında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımızla ilgili, burada telaffuz etmekten dahi utanç duyacağım ifadeleri kullanmış olmasını bu Parlamentonun bir kadın milletvekili olarak kınadığımı özellikle belirtmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve ben buna, bugün ifade edilen bu sözlere, hangi parti altında olursa olsun, eğer kadın hakları konusunda, insan hakları konusunda samimiysek herkesin tepki göstermesi gerektiğini düşünüyorum.

Yaşanan elim bir olay vardır ama Sayın Bakanımızın bu konudaki samimiyeti, ilkeli duruşu ve tavırları ortadadır. Aslında söylemek istediği şeylerin de ne olduğu bütün partilerimizce bilinmesine rağmen, böylesine acı, ülkemizin her tarafında infial oluşturmuş, hepimizin içini yakmış olan, çocuk istismarıyla ilgili bir konuda siyasi rant elde etme peşinde olunmasının da ülkemiz açısından gerçekten çok üzücü olduğunu buradan bir kez daha belirtmek istiyorum.

Bir çağrım da kadın hakkı savunucusu dernek ve sivil toplum örgütlerine. Bu olayı biz burada bırakmayacağız. AK PARTİ Grubu altındaki kadın milletvekilleri olarak, inşallah, kadın teşkilatlarımızdaki kadın üyelerimizle birlikte bu olayın peşinde olacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sayın Kılıçdaroğlu’ndan en başta özür bekliyoruz, eğer dilemezse de inşallah yargı önünde bu konuyla ilgili girişimlerimizi başlatacağımızı belirtmek istiyorum. Ama kadın hakkı konusunu her konuda dolgu malzemesi yapanların, her konuda insan hakkı, kadın hakkı, bunları gündeme getirenlerin de buna sessiz kalmaması gerektiğini düşünüyorum. Bu bir samimiyet testidir. İnşallah, bu testten kimlerin geçeceğini hep birlikte, Türkiye'deki kadınlar olarak göreceğiz diyorum çünkü artık bu konunun altındaki sebebin başka olduğunu düşünmeye başladık biz. Bu ülkenin seçilmiş ilk kadın başörtülü Bakanı Sayın Bakanımız. Acaba hâlâ CHP’nin başörtüsüyle bir sorunu mu var diye de ben kendi kendime sormaktan geri duramıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

LEVENT GÖK (Ankara) – Bırak Allah aşkına!

ÖZKAN YALIM (Uşak) – Ne alakası var ya!

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – Bununla ilgili bundan sonra düşüncelerimizi değiştirmek sizlerin elinde diye düşünüyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bırak istismarı!

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – Şimdi, şu anda bir kadın hatip konuşuyor ve yine beylerin tavrının da çok çirkin olduğunu ve nezaketten uzak olduğunu da tekrar belirtmek istiyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Her şeyi istismar edin! Nereden çıkartıyorsunuz bunu?

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – Bizler konuşmaya devam edeceğiz, hakları savunmaya devam edeceğiz inşallah.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sen konuyu anlat, konuya gel.

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – Yapılan nezaketsiz ve çirkin durumlara karşı da tavrımızı ortaya koyacağız.

LEVENT GÖK (Ankara) – Söyleyecek başka bir şey bulamadınız! Bakan savunamıyor, sen çıkıyorsun değil mi ortaya?

ÖZKAN YALIM (Uşak) – Bakanın avukatlığını mı yapıyorsun orada?

LEVENT GÖK (Ankara) – Bakanın avukatı mısın sen?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – Başta da söylediğim gibi, MHP’nin taşeron, geçici işçiler, 4/C’li personellerle ilgili vermiş olduğu araştırma önergesiyle ilgili söz aldım.

LEVENT GÖK (Ankara) – İlla başörtüsü, illa istismar! Ayıp size be, ayıp size! İlla istismar, illa başörtüsü!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – Biliyorsunuz, 2002 yılından itibaren, iktidara geldiğimiz ilk andan itibaren…

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Elinizde başka bir şey kalmamış.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Ne oluyor?

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sana ne? (AK PARTİ ve CHP sıraları arasında karşılıklı laf atmalar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen efendim…

LEVENT GÖK (Ankara) – Seni istismarcı, seni!

BAŞKAN – Lütfen hatibi dinleyelim efendim.

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – …AK PARTİ olarak çalışma hayatının sorunlarını palyatif popülist tutumlarla değil, kalıcı…

BAŞKAN – Siz devam edin Sayın Sarıeroğlu.

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – Ama sürem geçiyor.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri lütfen… Sükûnete davet ediyorum sizi.

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, siz de hatibi temiz bir dil kullanmaya davet ediniz lütfen.

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Temiz bir dil kullanıyor zaten, senden daha temiz bir dil kullanıyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sensin kirli!

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – 2002 yılında…

ÖZKAN YALIM (Uşak) – Sensin kirli olan, sensin! Bu memleketi bu hâle düşüren sizsiniz.

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Hepinizden daha temiz!

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – Söz konusu kadın olunca, kusura bakmayın, yıllarca kadın çalışmalarının içerisinde olmuş bir milletvekiliyim, kadın çalışmalarının içinden gelmiş bir milletvekili olarak bu tavra sessiz kalamam. Bu, kendimle çelişmek anlamına gelir. Hiç kusura bakmayın, rahatsız olabilirsiniz ama bu konuda biz hassasiyet bekliyoruz.

LEVENT GÖK (Ankara) – Rahatsız olan sizsiniz, rahatsız olan sizsiniz. Dilinize doluyorsunuz başörtüyü.

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – İzniniz olursa konuşmama devam etmek istiyorum Sayın Levent Gök, Ankara milletvekili olarak.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sanki bu ülkede tek Müslüman olan sizsiniz, öyle mi? Bu ülkenin Müslüman’ı sensin, öyle mi?

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Dinle, dinle!

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – 2002 yılından itibaren, iktidara geldiğimiz ilk andan itibaren bir kaos olarak devraldığımız çalışma hayatıyla ilgili gerçekten çok önemli düzenlemeleri hayata geçirdik. 2002 yılında iktidara geldiğimizde çalışma hayatıyla ilgili mevzuatlar darbeci zihniyetin bir ürünüydü. İşsizlik, kayıt dışı rakamları artık uluslararası rakamların çok üzerindeydi…

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Bayana saygılı ol, saygılı.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Burada kabadayılık yapma, dışarıda görürüm ben seni.

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Her tarafta, her tarafta…

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Görürüz dışarıda, burada kabadayılık yapma, kabadayılık yapma burada.

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Artistlik etme!

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Terbiyesiz!

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) – Sen tanımamışsın beni, adımı yaz oraya.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – …çökmüş bir çalışma hayatıyla karşı karşıyaydık. İktidarımız 2002 yılından itibaren insanı ve insan onurunu merkeze alarak çalışma hayatına ilişkin yeni bir sosyal model ortaya koymuştur. İlk günden itibaren, politikalarımızı uygularken, sosyal politikalarımızı, çalışma hayatı politikalarını uygularken insanı öne alan, vatandaşlarımızın beklenti ve taleplerini önceleyen, sosyal diyalog ve uzlaşı çerçevesinde düzenlemeleri hayata geçirdik. Bu bağlamda, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nu yenileştirdik, memurlara toplu sözleşme hakları verdik, ilk kez İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı çıkardık, yine, 1 Mayıs’ı resmî tatil ilan ettik, 218 bin geçici işçiye kadro verildi, 300 bin sözleşmeli memur kadroya geçirildi, otuz iki yıl aradan sonra -bu çalışma hayatı açısından bir milattır- yeni bir iş kanunu yasal hâle getirildi, yine, emekçilerin artık buhar hâline getirilmiş olan, fonlara diye istenen, toplanan ve buhar hâline gelen o fonlardaki emekçi haklarını tekrar emekçilere teslim ettik. Bu kapsamda, Tasarrufu Teşvik Fonu için çalışanlara 17 milyar lira ödedik, Konut Edindirme Yardımı’nda hak sahiplerine 4,5 milyar ödedik. Yaptığımız tüm düzenlemelerde milletimizin ve emekçilerin sesine kulak verdik.

İnşallah bundan sonra da emekten ve emekçiden yana tavrımızı sürdürmeye devam edeceğiz. Asla palyatif, popülist değil, ortak akılla, çözüm odaklı, uzun soluklu politikaların yapımı konusunda gayretlerimizi devam ettireceğiz. Ekonomi politikaları ile sosyal politikaları inşallah özdeşleştirerek çalışmaları sürdüreceğiz.

Burada önerimize konu olan taşeronla ilgili benden önceki hatipler geldiği zaman bazı hususlara değindiler ama bazı eksik bilgiler olduğunu düşünüyorum. Evet, taşeron konusu çalışma hayatı açısından suistimallere açık hâle gelmiş bir konuydu. Ancak 1936 yılından itibaren ülkemizde taşeron işçi uygulaması söz konusudur biliyorsunuz ve AK PARTİ’nin getirdiği bir çalışma sistemi değildir. AK PARTİ olarak yine bu yüce Meclis çatısı altında 2014 yılında 6552 sayılı -torba- Yasa’yla taşeron çalışanların çalışma koşullarını iyileştirme anlamında gerçekten çok önemli düzenlemelere imza attık. Kıdem tazminatı hakkını güvence altına aldık, diğer taraftan ücretli izinlerinin güvence altına alınmasını sağladık, üç yıllık sözleşme yapılması imkânını sağladık. Diğer taraftan, en çok önemsediğim konu olarak ifade etmem gerekiyor ki taşeronda çalışan kardeşlerimizin sendika ve toplu iş sözleşmesine sahip olmasının imkânı ortaya kondu ve 2014 yılından bugüne kadar da taşeronda çalışanların çok büyük bir kısmının artık sendikalı olduğunu söyleyebiliriz.

Bu kapsamda, diğer taraftan geçici işçilerle ilgili konular var ama taşeronla ilgili sürem yetmeyeceği için yapacağımız çalışmanın ana hatlarına değinmek istiyorum. Sayın Başbakanımız açıkladı, Maliye Bakanımız detaylarını verdi, biliyorsunuz, 1 Kasım itibarıyla çalışan, on iki ay boyunca tam zamanlı çalışan taşerondaki kardeşlerimize, genel ve özel bütçeli idarelerde, düzenleyici ve denetleyici kurumlarda, sosyal güvenlik kurumları ve bunlara bağlı döner sermayeli idarelerde, il özel idarelerinde, belediyelerde ve bağlı kuruluşlarda ve özel kanunlarla kurulan kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan 720 bin işçi kardeşimize kamuda istihdam imkânı sağlıyoruz. AK PARTİ olarak 1 Kasım seçimleri öncesinde seçim vaadimiz olarak asıl işte çalışan kardeşlerimize kamuda istihdam imkânı sağlamayla ilgili bir vaadimiz söz konusuydu. Yaptığımız değerlendirmelerde emekçilerimizin sesine kulak verdiğimiz zaman bunun kapsamının genişletilmesinin faydalı olacağına karar verdik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sarıeroğlu.

JÜLİDE SARIEROĞLU (Devamla) – Yalnız çok fazla sözüm kesildi, ek süre istiyorum.

BAŞKAN – Ek süre vermiyorum efendim.

Teşekkür ederim Sayın Sarıeroğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Gök, dinliyorum sizi.

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, ben tutanaklara geçmesi açısından birkaç cümle kurmak istiyorum.

Dünkü gensoru görüşmelerinde Aile Bakanının kendisini Meclise anlatamamasının sıkıntısını bugün AKP Grubu bir veçhileyle başörtüsü istismarı yaparak gidermeye çalışıyorsa da bu hakkı onlara vermeyiz. Bütün başörtülü kadınlar başımızın tacıdır. Biz, Müslümanlığı AKP’den öğrenecek değiliz. Bizim Genel Başkanımız ana muhalefet partisinin Genel Başkanıdır. Genel Başkanımızın dile getirdiği tüm konulardaki gerçeklikler ortadadır. AKP, bugün, o konuların altında ezilmişliğiyle tekrar karşımızda kendini savunmak istiyorsa da, o masum çocukların, tacize uğrayan çocukların anne ve babalarına hesaplarını verdikten sonra bu ancak mümkün olabilir. O çocukların acıları, travmaları ortada dururken Aile Bakanı adına birisinin burada konuşması züldür. Ben de kendisini kınıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bu mantık son derece yanlış: “Hesap verdikten sonra konuşabilir, yapabilir.” Gelir herkes hesabını verir. Zaten süreç içerisinde kim ne yaptıysa bunun karşılığını verecek. Türkiye bir hukuk devleti ama olup biten işler üzerinden siyasal bir husumet duygusuyla davranmak, konunun nezaketi, işin ahlakı dikkate alındığında son derece yanlış.

LEVENT GÖK (Ankara) – Başörtüsü istismarını bırakın Naci Bey, başörtüsü istismarını bırakın.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – O bakımdan, Levent Bey’in bu değerlendirmesini çok yanlış buluyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Başörtüsü istismarını bırakın Naci Bey.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.44

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.57

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Ömer SERDAR (Elâzığ), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu),

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Ondan önce Sayın Baluken’in bir söz talebi var.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teknik sıkıntıdan dolayı sisteme giremiyorum. İç Tüzük 60’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun, mikrofonunuzu açıyorum Sayın Baluken.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

25.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, AKP yetkilileri ve Cumhurbaşkanının Türkiye’deki kuvvetler ayrılığını hiçe sayacak söylem ve uygulamalarının her geçen gün devam ettiğine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, uzun süredir Türkiye’de kuvvetler ayrılığıyla ilgili AKP Hükûmetinin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uygulamalarından dolayı çok büyük bir tartışma ve kaygı ortamı mevcut. Bütün bunlar bilinmesine rağmen, AKP yetkilileri ve Cumhurbaşkanı bütün bu kaygıları artıracak şekilde, Türkiye’deki kuvvetler ayrılığını hiçe sayacak söylem ve uygulamaları maalesef her geçen gün boyutlandırarak sürdürmeye devam ediyorlar.

Dün, AKP’li iki milletvekili katıldıkları bir televizyon programında “Türkiye’de yürütme de, yasama da, yargı da bizim denetimimizdedir, bize bağlıdır.” şeklinde açıklamalar yaptılar. Ben, tabii, yürütme için bir şey söylemeyeceğim ancak, yasama ve yargının AKP’ye bağlı olması meselesi herhâlde çok ciddi bir şekilde üzerinde tartışılması gereken bir husus.

Bizim bildiğimiz kadarıyla, yasama yetkisini elinde bulunduran bu Parlamento halkın iradesine bağlı. Şu anda, Başkanlık Divanının arkasında yazan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” cümlesi de nitekim bunu tescil eden önemli bir tarihî cümle olarak oraya yazılmış durumda. Biz bu yasama sürecinin bir parçası olan Halkların Demokratik Partisi olarak AKP’ye bağlı bir siyasi anlayış içerisinde değiliz. Diğer siyasi partilerin de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum, lütfen tamamlayınız.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sanırım, diğer siyasi partilerin de bu konuda söyleyecek birkaç sözünün olması gerekiyor ama ben, özellikle Başkanlık Divanı olarak sizin ve muhtemelen bu tartışmalardan haberi olan Meclis Başkanının nasıl bir tavır ortaya koyacağını merak ediyorum. Gerçekten bu Parlamento, bu yasama organı AKP’ye mi bağlıdır, bir siyasi partinin vesayeti altında mıdır, halk iradesinin üzerinde artık bir siyasi partinin vesayet anlayışı hâkim mi olmuştur diye, sizin, oradan, bu kaygı verici gelişmelerle ilgili mutlaka bir tutum belirlemeniz gerektiği kanaatindeyim.

Diğer taraftan, yargının AKP’ye bağlı olması üzerinden kullanmış oldukları cümleler de gerçekten ibret vericidir. O milletvekillerinden birisi aynı zamanda AKP’nin Anayasa Komisyonu üyesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, toparlıyorum.

BAŞKAN – Buyurun, tamamlayınız lütfen.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yani biz, uzun süredir, Türkiye’de yargının siyasallaştığını, yargı üzerinde saray ve Hükûmet vesayetinin olduğunu söylüyorduk ancak bu kadar aleni bir şekilde çıkıp “Yargı bizim denetimimizde, yargı bize bağlı.” cümlelerini kullanmalarını da hiçbir şekilde kabul edilemez buluyoruz.

Biz bu eleştirileri yaparken sarayın ve Hükûmetin yargı üzerindeki vesayetinin kaldırılması için kamuoyuna ve halkımıza gerekli uyarılarda bulunma, Hükûmetin ve sarayın da bu yanlışlardan vazgeçmesi adına bu tutumları ortaya koyuyorduk.

O nedenle, bu ibareleri kınadığımızı, yasama organını şu anda temsil eden bir konumda olduğunuz için Başkanlık Divanı ve Meclis Başkanı olarak da bir açıklama beklediğimizi ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi başkan vekillerinin görevi, Anayasa’mızın 94’üncü ve İç Tüzük’ümüzün de 64’üncü maddesinde belirtilmiştir. Bu maddelere bakıldığında görülecektir ki birleşimleri yönetmekte olan Türkiye Büyük Millet Meclisi başkan vekillerinin görevi, bu birleşimleri İç Tüzük’e uygun olarak yönetmekle sınırlıdır. Birleşimi yöneten Meclis başkan vekillerinin Genel Kuruldaki tartışmalara katılma, bu tartışmalar konusunda düşüncelerini ifade etme imkânı bulunmamaktadır. Bunun nedeni, Meclis başkan vekillerinin birleşimleri tarafsızlıkla yönetmekle görevli oluşlarıdır. Elbette söylediğiniz konularda bu kürsüde oturan bütün Meclis başkan vekillerinin bir görüşü vardır ama bu görüşü ifade etmek, milletvekillerinin gerek Parlamento dışında televizyon ekranlarında ya da Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda sarf ettikleri cümleler, ortaya koydukları görüşlerle ilgili bizlerin kanaat ifade etmesi doğru değildir.

Türkiye elbette bir hukuk devletidir. Türkiye kuvvetler ayrılığının olduğu bir ülkedir, bu ilke Anayasa’da yazılıdır. Kuvvetler ayrılığı insanlık tarihinin çok kolay elde ettiği bir kazanım değildir, önemli bir kazanımdır. Bu kazanıma ben bütün milletvekillerinin saygı göstereceğine inanıyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkanım, tabii, ben sizden “Belli bir konuyla ilgili bir tutum belirlemeniz gerekir.” talebinde bulunurken sizi güncel bir siyasal tartışmanın içerisine çekme gibi bir çaba içerisinde olmadım. “Yasama organı iktidar partisine bağlıdır, onun denetimindedir.” açıklaması üzerinden, şu anda Meclisi yöneten Başkanlık Divanı olarak böyle bir tutumun olup olmadığını ve bunu doğru bulup bulmadığınızı sordum. Siz de bu tartışmaların içerisine girmek istemediğinizi ifade etmekle birlikte vermiş olduğunuz cevapla Başkanlık Divanının mevcut tutumunu da ortaya koymuş oldunuz. O nedenle şahsınıza teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim Sayın Baluken.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, söz alabilir miyim?

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bostancı, mikrofonunuzu açıyorum.

26.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Teşekkür ediyorum.

Hangi milletvekili nerede ne söylemiş bilmiyoruz ama AK PARTİ’nin bir parti olarak görüşlerini açıklayacak olan makamlar bellidir ve AK PARTİ’nin bu manada “Yasama, yürütme ve yargı güçleri bizim vesayetimiz altındadır.” yahut “…bizim kontrolümüzdedir.” tarzında herhangi bir açıklaması ne geçmişte ne bugün mevcuttur, ne de gelecekte olur.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Tabii, tabii canım!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ayrıca, bahsedilen örnekteki kişiler de ne söylemiş, hangi bağlamda söylemiş bilmiyoruz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Biz biliyoruz, biz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Aslolan şu: Sayın Baluken burada bir bardak suda fırtına kopartmaya çalışıyor fakat bunu yapmaya çalışırken de kendi kendisiyle çelişiyor. “Yasama AK PARTİ’ye mi bağlı?” diye soruyor, “Biz değiliz.” diyor. Elbette burada başka partiler var, onlar da değil. Yasamanın nasıl çalıştığını hepimiz görüyoruz, Sayın Baluken de her gün görüyor.

Sayın Baluken, yasama bize mi bağlı? Bağlı olmadığını biliyorsunuz. O zaman niye, sanki, “Böyle bir söz, bir hakikate mi işaret ediyor acaba?” diye burada drama yapma lüzumunu duyuyorsunuz? Yaptığınız doğru bir şey değil.

Yargı… Yargıya ilişkin ne tartışmalar yaptık; muhalefet partileri, iktidar çevresi, yargının işleyişine, aldığı kararlara yönelik geçmişten bugüne çok farklı değerlendirmeler oldu. Eğer bahsettiğiniz tarzda, yargı AK PARTİ’nin vesayeti altında olsaydı bu tartışmalar olur muydu Sayın Baluken? Yaşadığınız bir gerçeklik var; siz bir siyasetçi olarak her gün yasamanın, yürütmenin, yargının Türkiye’de nasıl cereyan ettiğini ve esasen bir kuvvetler birliği olmadığını zaten biliyorsunuz. Kim ne demiş, niye demiş, o ayrı bir bahis. AK PARTİ’nin böyle bir açıklaması da yok.

Doğrusu, bu değerlendirmeyi çok talihsiz buldum. Bunu arz etmek istedim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, Sayın Bostancı değerlendirmesi sırasında, benim bu kadar önemli bir konuda yapmış olduğum değerlendirmeleri ve uyarıları “bir bardak suda fırtına koparmak” ve “bir drama ortaya koymak” şeklinde değerlendirerek açık bir sataşmada bulunmuştur.

BAŞKAN – Sayın Baluken, bu bir eleştiri. Yerinizden söz vereyim size uygun görürseniz.

Buyurunuz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bu açık sataşmadır Sayın Başkan. Ben drama falan…

BAŞKAN – “Bir bardak suda fırtına koparmak” cümlesi bir…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, “Drama yapıyor.” ifadesi...

BAŞKAN – O da bir eleştiridir Sayın Baluken.

Bakın, sataşmalarda hiçbir şekilde hakkınızı yemem, hiçbir milletvekilinin hakkını yemem ama bu bir eleştiridir. Size tabii ki yerinizden söz verebilirim.

Buyurunuz.

27.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın yaptığı açıklamasndaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, ben, Sayın Bostancı söz aldığında beklerdim ki bu kullanılmış olunan cümlelerin net olarak yanlış olduğu ve grup olarak da kesinlikle böylesi cümleleri tasvip etmediklerini ve bu konuyla ilgili de milletvekillerine gerekli uyarıları yapacaklarını ifade etsin. Ancak, Sayın Bostancı böylesi bir tutum ortaya koymak yerine, bizim ortaya koymuş olduğumuz siyasi eleştirileri ve uyarıları sanki burada bir mizansenin parçasıymış gibi, sanki olmayan bir durumdan bir vazife çıkarma çabası içerisindeymiş gibi sunmaya çalıştı. Sayın Bostancı bir grup başkan vekili olarak kendi milletvekilinin ne dediğini bilmiyorsa, bu konuda kamuoyunda oluşan gündemleri takip etmiyorsa, kamuoyunda infial derecesinde ortaya çıkan eleştirilerden bihaberse buna benim söyleyebileceğim bir şey yok. Ancak, kendisine grup başkan vekili olarak daha ciddi bir şekilde milletvekillerinin ya da grubun faaliyetlerini takip etmesini ve denetlemesini önerebilirim.

Diğer taraftan, “kuvvetler ayrılığı” dediğimiz husus, sizin de demin ifade ettiğiniz gibi, ülkenin demokrasisi açısından ve hepimizin demokratik geleceği açısından vazgeçilmez husustur. Yani, Anayasa Mahkemesinin kararlarını tanımayan, yargıya talimat veren, “Parlamentoya ben talimat verdim.” diyen birçok söylemi ve uygulamayı geçmişten de biliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Açıyorum mikrofonunuzu, tamamlayınız.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Toparlıyorum hemen.

Dolayısıyla, AKP’li vekiller ya da AKP Grubuyla ilgili sanki yeni bir durum ortaya çıkmış da hepimiz bu ortaya çıkan durum üzerine bir şok yaşıyor pozisyonda değiliz. Tam tersine, bu, çok sistemli ve bilinçli bir şekilde sürdürüldüğü için, Parlamento ve yargı bilinçli bir şekilde işlevsizleştirilme ve tahakküm altına alma çabasına maruz bırakıldığı için bu uyarılarımızı büyük bir ciddiyetle bütün sorunların çözüm adresi olan Parlamentoda dile getiriyoruz. Dolayısıyla, Sayın Bostancı’nın yapmış olduğu bu açıklamayı da özrü kabahatinden büyük bir açıklama olarak değerlendirdiğimi ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisini okutup işleme alacağımı ve oylarınıza sunacağımı söylemiştim.

İşleme kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- HDP Grubunun, 25/2/2016 tarihinde Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel tarafından, Başbakanlık tarafından 17/2/2016 tarihli, (2016/4) sayılı "Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları" konulu yayınlanan Genelge’nin hukuki durumunun ve kamusal emek alanında yaratacağı tahribatın tüm boyutlarıyla araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, Genel Kurulun 5 Nisan 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 05/04/2016 Salı günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                       İdris Baluken

                                                                                         Diyarbakır

                                                                                   Grup Başkan Vekili

Öneri:

25 Şubat 2016 tarihinde Diyarbakır Milletvekili Grup Başkan Vekili Çağlar Demirel tarafından verilen (1240 sıra numaralı) Başbakanlık tarafından 17/2/2016 tarihli, (2016/4) sayılı "Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları" konulu yayınlanan genelgenin hukuki durumunun ve kamusal emek alanında yaratacağı tahribatın tüm boyutlarıyla araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 5/4/2016 Salı günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisinin lehinde ve aleyhinde olmak üzere ikişer sayın milletvekiline söz vereceğim.

Lehinde ilk konuşmacı Ahmet Yıldırım, Muş Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Yıldırım. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; açıkçası toplumsal yaşamın ve kamunun, doğal olarak da çalışma yaşamının çok uzun bir süreden beridir AKP iktidarı tarafından etki altına alınmaya çalışıldığını, kendi siyasi ve ideolojik tahayyülleri doğrultusunda dizayn edilmeye çalışıldığını ibretle izlemekteyiz. En son, 17 Şubat günü, AKP’nin dümenine su taşımayacak olan memurların her türlü baskıyla ve cezalandırmayla karşılaşacağı yönünde bir genelge yayımlandı.

Şuradan ifade etmek isteriz ki, özellikle devletin çalışanlar nezdinde hakem konumunda kalması gerektiği… Bu konuda örgütlenmiş olan işçi ve memur sendikalarına karşı tarafsız ve eşit mesafede bulunması gereken siyasi iktidar, kendine yandaş sendikalar yaratarak, hatta bunların bazılarının kuruluşuna kadar etkide bulunarak ve örgütlendirerek, yandaş sendikaları muhalif sendikalar karşısında baskı unsuru olarak kullanmaya çalışmıştır.

Her gün, despotik bir rejime kaymanın maalesef farklı bir uygulamasını, farklı bir meşrulaştırma aracını görmekten artık bıkmış durumdadır toplum. Özel sektörde, az önce de tartışıldığı üzere, taşeronlaşmaya bile neredeyse rahmet okutan bir uygulama ve “güvencesiz esneklik” adı altında yasalaşan bu süreçte, kamuda muhalif sendikalar ve muhalif kamu çalışanları özellikle baskı cenderesine alınmakta, sürgün, tutuklama ve görevden alma müeyyideleriyle karşılaşmaktadır.

Güvenlikte, artık sınırlar, “kamu güvenliği” adı altında insanlık dışına çıkan şiddetin cari kılındığı bir Türkiye toplum yapısıyla maalesef karşı karşıyayız. İnançta tek din, tek mezhep algısını yaymanın araçlarını oluşturma, inanç merkezi olması gereken kurumu Hükûmetin ve tek bir insanın kurumu hâline getirme; sağlıkta, hastalığı önlemek bir yana hastanelere başvuran hasta sayısıyla övünen bir hükûmet gerçekliğiyle maalesef karşı karşıyayız.

Burada, tarih, maalesef bu gibi despotik rejimleri toplumlar üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallamaya çalışan çok despot liderler gördü, çok fazla vesayetçi anlayışlarla karşı karşıya kaldı. Bakın, özellikle şunu ifade edeyim ki Nazi Almanyası’nda karşılaşılmış bir örneği andıran günleri yaşamaktayız biz. Burada özellikle Schmitt’in dost-düşman siyasi denklemi hep şuna hizmet etti: Devletin görevi odur ki, toplumda dostun kim olacağına, düşmanın kim olacağına devlet karar verir. Bugün düzen-istikrar çiftinin söylemlerinin ve düzeninin karşısında maalesef, kaos ve şiddet denklemini egemenlik inşası olarak AKP iktidarı anahtar bir rolle kullanmaya çalışmaktadır. AKP’nin siyasi iktidarı, hükûmetinin amacı şudur, denklem şudur onlar açısından: Kendi siyasi iktidarlarını, kaos ve istikrarsızlık karşısında insanların kendilerini ancak kendilerinin iktidarında güvende hissedebileceği bir liman olarak konumlandırmak istiyor. Özellikle Schmitt’in dost-düşman siyasi denklemini zamanında, AKP’nin çokça referans vermeye çalıştığı ve Cumhurbaşkanının da bizatihi adını anarak ifade ettiği Naziler de denemeye kalkıştı. Sonunda büyük trajediler ve bununla birlikte maalesef bu anlayışın tarihin çöp sepetine gitmesinden kurtulamadılar. Sadece tarihin çöp tenekesine mi gittiler? Maalesef onunla kalmadılar, aynı zamanda hiçbir zaman zamanaşımı olmayacak bir şekilde yargı önünde hesap verdiler.

İnsanın aklına Schmitt’in bu siyasi denklemi karşısında Derrida’nın bazı söylemleri geliyor. Derrida, kendine karşı savaş, kendine karşı bağışıklık hakkında söyledikleriyle, yani vücudun devamlılığı, bünyenin devamlılığını sağlayabilmesi için ancak kendi ürettiği bir şeyi dış unsurmuş gibi algılayıp, algılatıp ona karşı savaşmasıyla kendi hukuki düzeninin devamlılığını sağlama yönünde veciz örnekler vermiştir.

Değerli milletvekilleri, bakın, özellikle kamu yaşamında, çalışma yaşamında, sendikal alanla ilgili bizatihi Devlet Personel Başkanlığının bazı örnekleriyle, özellikle kamu sendikaları üzerinde AKP hükûmetlerinin nasıl bir baskı unsuru geliştirdiğini örnekleyelim.

Az önce buradaydı, kendisi burada mı bilmiyorum, AKP’nin yandaş sendikası MEMUR-SEN’le ilgili Devlet Personel Başkanlığının bazı rakamlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Ne zaman kuruldu MEMUR-SEN? 1992 yılında. İlk on bir yılında MEMUR-SEN kaç kişiyi örgütlemiş AKP iktidara gelinceye kadar? Sadece ve sadece 41 bin kişiyi örgütleyebilmiş. Düşünün, AKP iktidar olmadan önceki on bir yılda Türkiye’de kamu çalışanları içerisinde sadece 41 bin kişiyi örgütleyebilmiş olan MEMUR-SEN’in daha sonraki on bir yılda vardığı rakam ne? Bugün 840 bin. Ne büyük bir maharet değil mi! İktidar yönlendirecek, idareciler üzerinden baskılar geliştirecek, sürgünle tehdit edecek; işten atmalar, görevden almalar, tutuklamalar, gözaltılar, baskılar, işkenceler; ne âlâ memleket, işte çalışma yaşamı, işte örgütlenme özgürlüğü! 2002’ye kadar on bir yılda 41 bin kişiyi örgütlemiş MEMUR-SEN, ondan sonraki aynı zaman dilimi olan on bir yılda üye sayısını 840 bine çıkarıyor; biz de buna örgütlenme özgürlüğü diyeceğiz ve buna inanacağız!

Aynı şey, diğer kamu sendikaları olan KAMU-SEN ve KESK açısından benzer biçimde cereyan etmiyor; ki, AKP iktidarı döneminde baskılarla, özellikle tenzilirütbelerle, görevden almalarla büyük bir baskı cenderesine alınan diğer muhalif sendikalar ise ciddi bir biçimde bu baskılar sonucunda tehditlerle üye kaybetme gerçekliğiyle karşı karşıya kalmıştır.

Yine, bakın, değerli milletvekilleri, bazı sendikalaşma oranları… Az önce AKP adına konuşan hatip çıktı, burada 4688’den söz etti, sendikal özgürlük alanının genişletilmesinden söz etti. İşçi sendikalarıyla ilgili bazı rakamlar verelim: Bütün ücretli çalışanlar içerisinde 1988’de sendikalaşma oranı yüzde 22,2’yken 2010’da 5,8. Ne kadar da genişlemiş sendikal örgütlenme alanları! Yine, kayıtlı işçide, 1988’de yüzde 46,5 olan sendikalaşma oranı 2010’da yüzde 8’e düşmüş, özel sektörde 7,8 iken bugün 3,5’e düşmüş. Ve özellikle KESK üzerinde geliştirilen, deyim yerindeyse neredeyse kamusal çalışma terörüne dönüşmüş olan bu baskı unsurlarına bir an önce son verilmelidir.

Özellikle bölge illerine atanan valilere öteden beri söyledik, yine söylüyoruz, bir AKP valisi gibi çalışmaktadırlar; AKP’nin il başkanları valiler, ilçe başkanları kaymakamlar olarak görülmektedir. Muş’ta, üç imzayla oraya gitmiş olan bir vali, hızını alamamış, AKP’ye müzahir olan sendikaları ve sivil toplum örgütlerini bile tehdit etmeye başlamıştır, çünkü oraya üç imzayla, kararnameyle gitmiş olan bir vali, Muş halkını bir toplum olarak, oranın bir rengi olarak, yönetici olarak oraya gittiğinin farkında değil, düşman hukukuyla görmekte ve öyle yönetmektedir. Sadece KESK’e bağlı sendikalar değil, diğer sivil toplum örgütleri üzerinde de ciddi baskılar geliştirmekte, tehditler savurmakta, burada asla ifade edemeyeceğim ağır, kaba, hakir söylemler kullanmaktadır sivil toplum örgütü temsilcilerine; ancak AKP iktidarı döneminde de olsa olsa bu gibi valiler herhâlde yakışık alırdı.

Bir diğer husus, taşeronlaşmayla ilgili az önce ifade edildi. Evet, bakın, Başbakan çıktı grup toplantısında, siyasi şov yapma adına dedi ki: “700 bin taşeron işçisini kadroya alıyoruz. Daha sonra çıkıp Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı bir şey söylüyor, Maliye Bakanı bir şey söylüyor, Başbakanı tekzip ediyorlar. Sanırsınız ki 700 bin işçinin, taşeron olarak çalıştığı aynı kurumdaki kadrolu işçiyle bütün özlük hakları aynı olacak. Hak getire, yok böyle bir şey.

Bakın, kendi seçim çevrem Muş’ta, şeker fabrikası, bir kamu fabrikasıdır. Şunu söyleyelim: Bu kamu fabrikasında taşeron işçisi sayısı kadrolu işçi sayısından 2 kat daha fazla, bir de otuz yılı aşkındır hâlâ taşeron işçisi olarak çalışanlar var. Bu, kamusal üretimi düşürmekte ve hem işçi hem de işveren açısından, hem kamu hem de emekçi açısından…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YILDIRIM (Devamla) – …çok sağlıksız sonuçların açığa çıktığı bir gerçeklikle karşı karşıya kalmaktayız.

Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

Sayın Bostancı…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, kayıtlara geçmesi için…

Sayın konuşmacı, valilerin AK PARTİ valisi olduğunu söyledi, bunu reddediyorum.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Kimin valisi o zaman?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ne valiler ne kaymakamlar herhangi bir şekilde AK PARTİ’nin valisi, kaymakamı değildirler.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – İl başkanları gibi çalışıyorlar.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bu insanlar devletin olağan usulleriyle, mülkiye memurları bürokrasi içerisinde yetişmekte, temayüz etmekte ve bu çerçevede görevlerini ifa etmektedirler.

GARO PAYLAN (İstanbul) – Eş il başkanları!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bürokratların yapmış oldukları işlere ilişkin eleştiri getirilebilir ama böylesine bir siyasal illiyet bağı kurarak getirilecek eleştiri eleştiri değildir, gerçeklikle uzlaşmaz.

Öte yandan, taşeron işçilerin kadroya alınmasına ilişkin yapılan açıklama AK PARTİ’nin bir vaadiydi ve Sayın Başbakan bu çerçevede, vaadimizi yerine getirme adına bu açıklamayı yapmıştır. Bunu “siyasal şov” olarak tanımlamak bahtsızlıktır.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Tutanaklara geçmiştir.

Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi aleyhinde Cengiz Aydoğdu, Aksaray Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Aydoğdu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

CENGİZ AYDOĞDU (Aksaray) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Halkların Demokratik Partisi tarafından, Başbakanlığın yayımladığı Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında Genelge’yle ilgili verilen önerge hakkında aleyhte söz almış bulunuyorum.

Kıymetli arkadaşlar, üzerinde çok az düşündüğümüz, hep konuştuğumuz, çok iyi bildiğimiz ama zaman zaman temellerine inmeyi ihmal ettiğimiz, asıl kuruluş gayesini, amacını, ilk başlangıç noktasını unuttuğumuz konular vardır, bunlardan bir tanesi de devlettir. Çok konuşuruz, her yerde devleti ararız, her konuda devletten şikâyet ederiz; başımız sıkıştığında, ayağımız taşa değdiğinde devletle ilgili serzenişlerimiz veya taleplerimiz olur ama devleti çok az düşünürüz veya devleti bir ideolojiyi konuşur gibi konuşuruz. Ben bugün devleti teknik bir meseleyi konuşur gibi konuşsak diyeceğim.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Bugüne kadar AKP’nin hiç yapmadığı bir şey bu. Yani, çok iyi, olumlu, çok güzel. Takdir ediyorum.

CENGİZ AYDOĞDU (Devamla) - Peter Drucker diye bir Avusturyalı düşünür var. Diyor ki: “Fetret dönemlerinde temellerden gözlerimizi ayırmayalım.” Benzer şekilde, bizde de Ahmed Naim Hoca -Allah rahmet eylesin- cumhuriyetin kuruluş yıllarında, yine devlet üzerine düşündüğümüz yıllarda diyor ki: “Acaba vazıcedit yerine keşfikadim eylesek...” Yani, yeniye bakmak yerine biraz da eskiye de baksak, başlangıçlara da baksak.

Bizim kültürümüzde kalıp hâline gelmiştir: “Dinüdevlet, mülkümillet” denir. Müthiş bir ifadedir; devletin hem kuruluş felsefesini hem insanla, halkla ilişkisini verir.

Esasen Batı’da da benzer düşünürler, gelişmeler olmuştur. Mesela Fransız Tocqueville var, Normandiyalı bir aristokrat. Der ki: “Devlet bir bir araya gelme sanatıdır, insanların bir araya gelme sanatıdır.” Bu kadar basit. Çok teknik bir şey: İnsanlar bir araya gelir, bu bir araya gelmenin neticelerinden devlet doğar. Güvenlik ihtiyacı birinci gerekçedir. Bu güvenlik ihtiyacıyla başlayan arayışta toplumsal bir mutabakat üzerine çizilen bir tasavvura “devlet” deriz. Esasen bir tasavvurdan ibarettir, bir varsayımdan ibarettir “devlet” dediğimiz şey ve aslında aramızdaki ilişkinin adıdır. Bunun, bizim şikâyet ettiğimiz kısmı, daha çok onun teşkilatlanıp ortaya çıktıktan sonra halka hizmet veren kısmıdır, yani bürokrasi kısmı. Bugün “devlet” diye hırpaladığımız, kızdığımız şeyin neredeyse tamamı, devletin halka hizmet veren teknik yönüyle, bürokratik yönüyle ilgilidir. Yani, devleti “insanların bir araya gelmesi” olarak tarif edersek dost, ahbap toplulukları, aileler, şehirler, hemşehriler, bütün bunlar devletin içindedir. Millet olmak da devletle irtibatlı bir şeydir. Bu açıdan devlet, milletlerin kendilerini ifade tarzıdır. Milletler pek çok şeyler yaparlar, şehirler kurarlar, medeniyetler kurarlar, sanat eserleri, edebiyatlar, şiirler, mimariler… Bunların en mütekâmili, en gelişmişi yani milletlerin, insan topluluklarının bir araya gelmeleriyle oluşan sanatların en mütekâmili devlettir. Yani, toplumlar kendilerini devletleriyle ifade ederler.

Arkadaşlar, biz Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlıdan elimizde ne kaldıysa, Müslim-gayrimüslim elimizde ne kaldıysa bunu “Türkiye Cumhuriyeti” diye isimlendirdik, bir devlet olarak gücümüzün yettiği kadar, “Türk milleti” dedik, “Türkiye Cumhuriyeti” dedik, ortaya çıktık. Bugün, bizim, bu coğrafyada yaşayan insanların dünya sahnesinde görünen adı, dünya sahnesindeki görünüşümüzün adı Türkiye Cumhuriyeti’dir ve bu, pek çoklarımız için, çevremizdeki pek çok insan için de sığınılacak yerdir, sığınılacak limandır, güvendiğimiz yerdir, bir güvenin adıdır. Dünyaya da buradan bakarız.

Bu dediğim soyut doğrularda salondaki hepimiz anlaşırız, çok rahat anlaşırız ama bu üzerinde çok kolaylıkla anlaştığımız soyut doğruların sahaya intikalinde problemler çıkar. Bunları sahaya da kamu çalışanları intikal ettirir, devlet adamları, bürokratlar, siyasetçiler, kamudaki personel sahaya intikal ettirir. Bu kamu çalışanlarına zaman zaman devlet hatırlatma yapar, kuruluş mutabakatını hatırlatır, bu devlet niye kurulmuş onu hatırlatır.

Başbakanlığın genelgesini bu çerçevede değerlendirebiliriz sevgili arkadaşlar. Ne diyor Başbakanlık genelgesinde: “Kamu hizmetine girme hakkı da dâhil olmak üzere Anayasa’da yer alan haklardan hiçbiri devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan hukuk devletini ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.” Bu tür faaliyetlerde bulunanlarla ilgili ne öneriyor: “Bu tür faaliyetlerde bulunan kamu çalışanları hakkında -aynen okuyorum- ilgili mevzuatı çerçevesinde -yeni bir mevzuat önermiyor- idari nitelikteki işlemler yetkili amirler tarafından ivedilikle yapılacaktır. Suç teşkil eden fiiller yönünden ise durum ivedilikle adli mercilere bildirilecektir.” diyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin Anayasası’nın, kanunlarının çerçevesinde kalarak Başbakanlık bir hatırlatma yapıyor.

Benden önceki arkadaşımızın ve bu önergede iddia edilen iddiaların hiçbirisinin bu genelgeyle bağdaşır bir yönü yoktur. Ha, burada kastedilen veya buradaki böyle bir önergenin maksadı ne olabilir, onu bilemem ama şu tahminleri yapabiliriz veya Türkiye'deki mevcut duruma baktığımızda nasıl bir şey var? Bugün ülkemizin pek çok yerinde devlet her hâliyle, mevzuatıyla, her şeyiyle işliyor ancak bu işleyişin içerisinde özellikle bazı belediyelerimizde, ülkemizin bazı şehirlerinde belediye araçları, doğrudan, belediye başkanına oy vermiş halka karşı savaş açan örgütün emrinde çalışıyor âdeta, çukurlar kazıyor, örgütle iş birliği hâlinde sokakları, şehirleri yaşanmaz hâle getiriyor. Bu genelgeden rahatsızlığın böyle bir sebebi olabilir mi, bilemiyorum.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Ne alakası var?

CENGİZ AYDOĞDU (Devamla) – Ancak, bildiğim bir şey, devletler her zaman çalışanlarıyla kuruluş amaçları çerçevesinde akitlerini yeniler. Çünkü, devlet dediğimiz şey, adı üstünde, bizde Batı’dan farklı olarak sık sık, her gün, mütemadiyen yenilenen bir inşa sürecidir. Biz devleti milletin, oluşum hâlindeki milletin kendini ifade tarzı olarak görürüz ve bu inşanın da milletin bütününün iştirakiyle mütemadiyen yenilendiğini düşünürüz. Bu genelgeyi de bu inşada, bu kamu düzeninin işleyişini sağlama konusunda bir hatırlatma olarak düşünüyorum.

Bu nedenle, önergenin aleyhinde oy vereceğimizi saygılarımla arz ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim

Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisinin lehinde Engin Özkoç, Sakarya Milletvekili.

Buyurun Sayın Özkoç. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir önergeyle ilgili konuşan hatipleri dinledik. İlk önce, ben, Allah var ya, hangi konuyu nasıl, nereye getirecekler diye çok merak ettim.

Önerge bir genelgeyle ilgili, Sayın Ahmet Davutoğlu’nun yani Sayın Başbakanın yayınladığı bir genelgeyle ilgili. Genelgede ne diyor? Genelgede şunu diyor: “Legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla mücadelesini hukuki zeminde etkin bir şekilde yürütmektedir devlet.” ve devam ediyor: “Anayasaya ve kanunlara sadakatle hareket etmeleri, tarafsızlık ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak davranışlarıyla kendilerine duyulan güveni zedelememeleri gerekmektedir. Bu çerçevede, kamu çalışanları, kanunların suç saydığı yönde faaliyet gösteren herhangi bir herhangi bir harekete, gruplaşmaya veya derneğe katılamaz ya da bunlara yardım ve yataklık edemezler.” diyor.

Değerli arkadaşlar, memurlarla ilgili yasalar bunun aykırısını mı söylüyor? Mevcut hukuk sistemi bundan farklı bir şey mi söylüyor? Hayır, söylemiyor. Ne diyor? Ama, başka bir yetki veriyor, diyor ki: “Terör örgütleri veya legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilişki kuran ve eylem birliği içerisinde olanlar, bu örgüt ve yapıların emir ve talimatıyla hareket edenler; bu memurlar hakkında şefleri bildirimde bulunsunlar, bunları bildirsinler.”

Şimdi ben size başka bir şeyden bahsediyorum: Bu, Sayın Başbakanın konuşmasıyla ilgili başlayan, tetiklemesiyle ilgili başlayan bir konudur. “Teröre destek verdiği hukuken ispatlanmış kamu personelinin kamuyla ilişkisi kesilecek.” Ne engelliyor sizi? Hiçbir şey engellemiyor. Eğer milletin bu kaynağı terör örgütleri için kullanılıyorsa, doğrudan yardım yapılıyorsa ya da dolaylı bir şekilde paralel çete üzerinden terör olaylarına sessiz kalınması sağlanıyorsa kamu personeline dönük olarak da her türlü işlem yapılacaktır. Sayın Başbakan ve Hükûmeti dâhil olmak üzere, o dönemdeki Başbakan ve Hükûmet dâhil olmak üzere paralel yapıya yardım ve yataklık yapan o dönemki Hükûmettir, o dönemki Hükûmetin Sayın Başbakanıdır. Kendisi bizzat paralel yapıyla ilgili şu ifadeleri kullanmıştır, Türk milletinin dikkatine sunuyorum: “Benden daha ne istediniz de ben yapmadım?” demiştir. Balyoz davalarında ve Ergenekon davasında çok açık ve net olarak, bugün paralel yapının savcısı olarak tüm dünyada aranmakta olan bir savcıyla ilgili, o günkü Başbakan “Arkasında ben varım.” demiştir.

Bakın, 15 Temmuz 2008’de Meclisteki grup konuşmasında “Ergenekon davasının savcısıyım.” diyor. Bir yıl sonra aynı Meclis kürsüsünden “Bakın, ortada son derecede ağır, vahim iddialar var; Anayasa’mıza, yasalarımıza göre suç teşkil eden ithamlar var. Bu iddiaların peşine düşen, bu iddiaları aydınlatmaya çalışan bir hukuk sistemimiz var. Bırakalım yargı işlesin, hukuk işlesin, bırakalım ak ile kara ortaya çıksın.” diyor. Diyen kim? O dönemki Hükûmetin Başbakanı Sayın Tayyip Erdoğan. Kimin yolunu açıyor? Paralel yapıyla ilgili aranmakta olan, o dönemde savcılık yapan hâkim ve savcıların önünü açıyor. Kim yataklık yapmış? O zamanki Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı ve Hükûmeti yataklık yapmış. Suçlu mu arıyorsunuz? Bununla ilgili bir memur mu arıyorsunuz? O zaman arayacağınız yer hiç uzakta değil, kendi içinize bakarsanız suçluyu çok net bir şekilde görürsünüz.

Değerli arkadaşlarım, şimdi ben soruyorum: Başbakanın bu genelgesinden sonra, genelge yayınlanmadan bir hafta önce Başbakan grup konuşmasında “657 zırhına sığınıyorum, bunu kıracağız, bunu deleceğiz.” demişti. Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletinde bir yasanın sağladığı zırh genelgeyle mi kırılacak? Soruyorum. Bizim hukuk devletimizde memurlar hakkında yargı kararı olmadan, halktan alınan bilgilerle mi işlem yapılıyor? Soruyorum. Devlet memurlarıyla ilgili idari işlemler Devlet Memurları Yasası’nın 125’inci maddesinde açıkça tanımlanıyor. Bu çerçevenin dışında neye, kime dayanarak, nasıl idari bir işlem yürüteceksiniz? Soruyorum. Legal görünümlü illegal yapı ne demektir? Soruyorum. Mesela, Adalet ve Kalkınma Partisi legal bir partidir. Adalet ve Kalkınma Partisinin legal görünümlü illegal bir yapı olduğunu birisi çıkıp iddia edebilir mi? Memurlar hakkında idari işlem yapabilir mi? Yapabilirse söyleyin, açıkça ifade edin, biz de bilelim. Hangi örgütler, dernekler, vakıflar legal görünümlü illegal yapı olarak kabul ediliyor? Böyle bir liste elinizde var mı? Varsa, neden gereği yerine getirilmiyor? Yoksa, bir yapının legal görünümlü illegal bir yapı oluşumu olduğuna, bir hukuk devletinde yargı dışında kim karar verebilecek güçtedir? Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri olarak bilmek istiyoruz. Legal bir yapıyı mahkeme kararı olmadan illegal saymak, ilişki içindeki kişileri de suçlu kabul etmek için kime, hangi kıstaslara yetki veriliyor? Kamunun yasal yollarla legal görünümlü illegal yapılarla mücadele etmesi gerekirken, memurlar üzerinden böyle bir av yürütülmesi hangi hukuk normlarına uyuyor?

Değerli Türkiye Büyük Millet Meclisinin vekilleri, kamuda 3,5 milyon insanımız görev yapıyor. Dün, sizin, Türkiye milletinin, Türk milletinin karşısına geçip de söylediğiniz ve “Biz yargının ve hukukun arkasındayız.” derken aslında bir suç örgütünü savunduğunuz, bir suç örgütünün arkasında olduğunuz aşikârken, bugün “Evet, öyleymiş, bundan vazgeçtik.” söyleminiz sizin suçunuzu gerçekten hafifletir mi? Siz bu suçun ezikliği içerisinde, Türkiye’de çalışan 3 milyon memurun bundan sonra fişlenmesini, yargı önüne çıkarılmasını hangi siyasi görüşten oldukları belli olmayan memurların şeflerine ve onların amirlerine bırakırsanız, memurları ve masum insanları sizin bu hukuk anlayışınızdan koruyacak sistem ne olacaktır? Siz makul şüpheli diye insanları damgaladınız ve ondan sonra da yargıladınız, onlar beraat ettiler; damgalayanlar ve yargılayanlar suçludur diye aranıyorlar.

Şimdi, sizin net olarak söylediğiniz bir şeyi daha ifade ederek sözlerime son veriyorum. Cumhuriyet Halk Partisinin terörle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Terörün bugünkü yapılanmasına gelmesinin nedeni Adalet ve Kalkınma Partisidir. “Ya bizden yanasınız ya terörden yanasınız.” sözünüze karşılık, ne sizden yanayız ne de terörden yanayız, biz Türkiye Cumhuriyeti devletinden ve milletinden yanayız. Bir gün bunun farkına siz de varacaksınız ve yüce Türk adaletinde yargılanacaksınız.

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özkoç.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bostancı…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Özkoç konuşmasında “Paralel yapıya yardım ve yataklık yapan iktidar…” diyerek açık bir sataşmada bulunmuştur. Bu çerçevede, 69’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Hükûmete sataşmada bulundu.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – AK PARTİ’ye, aynı zamanda grubumuza.

BAŞKAN – Evet, peki, buyurunuz Sayın Bostancı.

İki dakika süreyle söz veriyorum.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, biz de aynı görüşteyiz, sataşma sayılmaz bu.

BAŞKAN – Efendim, şimdi sataşmada…

Buyurunuz Sayın Bostancı.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, Başbakanlığın bir genelgesi var, kamu görevlilerini uyarıyor: Modern dünyada teröristler saman altından su yürütmeye çalıştıkları gibi aynı zamanda meşru imkânları da kullanmaya çalışıyorlar…

İSMAİL OK (Balıkesir) – Sayenizde!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - …buna karşı bir dikkat çekme. İdarenin her tür eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık, Anayasa madde 125. Dolayısıyla, genelgeye ilişkin gerekleri yerine getiren kamu otoriteleri bunlara yol açarken, ilgili kamu görevlilerine yönelik bir tutum alırken bu idari işlemlere karşı hukuk yolunun da açık olduğunu öncelikle görelim. Dolayısıyla, ortada vahim bir durum, hukuka yönelik bir ilga girişimi asla söz konusu değil; normal, kendi meşru mecrasında yürüyen bir iş.

Diğer taraftan, şu paralel yapı meselesine gelelim. “Paralel yapı” diye adlandırdığımız çevre 2010, 2011 yılına kadar olağan yol ve yöntemlerle faaliyet gösteren, kamuoyunda da o tür izlenim yaratan, esasen bu çerçevede bir imaja sahip olan bir toplumsal ve aynı zamanda, ekonomik çevre idi. Fakat özellikle, MİT Müsteşarına yönelik girişimlerle birlikte, 17-25 Aralık darbe girişimi, dışarıyla bağlantılı, Türkiye’deki iktidar ilişkilerine yönelik bir müdahil organizasyon olarak bunların kullanıldığını ortaya koydu. AK PARTİ’nin de esasen tavır aldığı ve karşı olduğu husus -tamamen hukuk temelinde- gayrimeşru bir girişime karşı itirazdır. AK PARTİ’nin tavrı açıktır, meşru görünürken, öyle kabul edilirken, imaj öyleyken problem yok, bir darbe girişimine kalktığında da tavır almak var. Asıl problem nedir biliyor musunuz? Bu darbe girişimi ayan beyan ortadayken, ondan sonra paralel yapıyla AK PARTİ’ye husumet olsun diye kol kola girenler, asıl dikkat etmesi gereken onlardır.

Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bostancı.

ZİHNİ AÇBA (Sakarya) – Sayın Bostancı, “Ben o davanın savcısıyım.” diyen bir Başbakanı vardı bu ülkenin.

ENGİN ÖZKAÇ (Sakarya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Özkoç, dinliyorum sizi.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Efendim, son cümlesinde, Cumhuriyet Halk Partisini kastederek “Paralel yapı terör örgütü…”

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Üstüne mi alındı acaba?

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – “…diye adlandırdıkları bir örgüt yapılanmasıyla kol kola girmişlerdir.” dedi.

BAŞKAN – Sayın Özkoç, Sayın Bostancı…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bir isim zikretmedim.

BAŞKAN – …açıklamasında “paralel yapıyla kol kola girenler” ifadesini kullandı, siz bunu “Cumhuriyet Halk Partisini kastetti.” olarak yorumluyorsunuz.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Bana atfen cevap verdi.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Özkoç.

İki dakika süreyle söz veriyorum.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Bu bir itiraf aynı zamanda.

2.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Arkadaşlar, ne kadar doğru sözler söyledi aslında Grup Başkan Vekili yani buraya çıkıp da konuşmama dahi gerek yok. Diyor ki Adalet ve Kalkınma Partisinin Grup Başkan Vekili: “Bizim işlerimizi görürken, bizim istediğimiz işleri yaparken çok meşruydular, ne zaman ki bizim damarımıza dokundular 17-25 Aralıkta, işte o zaman meşru olma zeminini kaybettiler.” Çok açık ve net söylüyor. Bundan dolayı kendisine huzurunuzda teşekkür ediyorum. Bu bir.

İki: “O zamana kadar onların kollayıcısı elbette ki devlet olarak bizdik ama ondan sonra susamazdık çünkü damarımıza dokundular, bizim yaptığımız her şeyi ifşa etme durumunda kaldılar; en iyi onlar biliyordu çünkü onlarla iç içeydik. Siz bilemezsiniz, onlar biliyordu, onlarla iç içeydik, onun için en iyi onlar anlattılar. O yüzden ki -paralel yapıda- ben bu savcının arkasındayım, ben bu savcının yanındayım.” diyen Sayın Tayyip Erdoğan meşru olduğu dönemde onun arkasındaydı ve kendi hükûmetinin yaptırmak istediklerini yaptırıyordu, bugün ise meşru saymadıkları dönem ucu kendilerine dokunan dönemdir, bu kadar açık ve nettir.

Gelelim bizimle ilgili konuya. Biz ne paralel yapıyla ne terör örgütleriyle kol kola gireriz. Habur Sınır Kapısı’nda milletin savcısını ve hâkimini oturtup da Kalaşnikoflarla aldırdığınız terör örgütlerinin mensupları askerlerimizi öldürüyor, kafanızı kaldıracak hâliniz yok. Kim kol koladır? Sizi millet de biliyor, biz de biliyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özkoç.

Sayın Bostancı…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Özkoç, hiçbir şekilde benim söylemediğim, kastetmediğim, öyle anlaşılması için çok özel bir çaba sarf edilmesi ve biraz da kasıt gereken bir anlamda benim konuşmamı tamamen çarpıtmıştır. Bu açık bir sataşmadır.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bostancı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Lütfen, cevap hakkınızı yeni bir sataşmaya meydan vermeyecek şekilde kullanınız.

3.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Parlamento iktidarın, muhalefetin birbirlerinin konuşmalarına dikkat edip ne dediğinin iyi anlaşılması ve eleştiri getirilecekse eleştirinin de onun üzerine temellendirilmesi gereken bir yer. Ümit ediyorum ki burada söylenen sözleri sadece Engin Bey böyle anlıyordur, CHP’nin diğer saygıdeğer vekilleri, daha kendi meşru mecrasında -meşru dediğim- açık, anlaşılabilir, ne kastedildiği görülebilir bir tarzda anlıyordur ve o çerçevede cevaplar veriyorlardır. Bunun Engin Bey’e has olduğunu -şimdilik- düşünüyorum.

Diğer taraftan, benim söylediğim şu: Bizim işimize yararken paralel örgüt iyiydi, işimize yaramazken tu kaka dedik. Hayır, bu insanların 2011, 2012 yılına kadar yapmış oldukları faaliyetlerin toplumsal ve politik çevrelerde yarattığı bir izlenimden ve meşruluklarına halel getiren bir girişimlerinin olmadığından bahsettim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Aldatıldınız yani. Kandırıldınız yani kandırıldınız.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Ondan sonra da yaptıkları darbe girişiminin 17-25 Aralıkla birlikte esasen Cumhuriyet Halk Partisinin de aynı zeminde yer aldığı…

LEVENT GÖK (Ankara) – Her zaman olduğu gibi kandırıldınız.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - …iktidar mücadelesi verdiği, halkın reyine müracaat ettiği ve meşruluğunu buna borçlu olduğu demokratik sisteme yönelik, buradaki iktidar ilişkilerine yönelik dış kaynaklı bir darbe girişiminin olduğunu söyledim. Bunun bizim işimize yarayıp yaramamasıyla bir alakası yok ki, bu hepimizle ilgili bir husus. Siz ister misiniz dışarıdan bir müdahaleyle iktidar ilişkileri dönüşsün ve halkın rızası dışında farklı siyasal tablolar ortaya çıksın. Eminim değerli CHP’li vekiller de istemezler bunu ama paralel çetenin 2013’te yapmaya çalıştığı buydu. Bizim itirazımız buradadır ve her zaman itiraz etmeye devam edeceğiz.

Hemen mevzuyu Habur’a götürdü sayın konuşmacı. Nasrettin Hoca’nın dediği gibi “Samanlık karanlık burada iğneyi arayalım.”

Teşekkürler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Sayın Gök…

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, ben zabıtlara geçmesi açısından söylüyorum, tutanaklara geçsin.

Adalet ve Kalkınma Partisi ne zaman işine gelse ya da gelmese bir kandırılma efsanesi üretir, der ki: “Bir gün paralel yapı bizi kandırdı, bir gün PKK kandırdı.” Yani kendilerine tavsiyem, böyle kandırıla kandırıla ülke idare edilmez ve bunlardan kurtulamazsınız. Son derece saflar, hiçbir şey anlamıyorlar. Bir bakıyorlar ki bir anda her şey güllük gülistanlıkken, paralel yapı onları kandırıyor, bir gün PKK kandırıyor. E, bu şekilde nasıl ülkeyi idare edeceksiniz arkadaşlar?

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – Ne yapalım, bırakıp gidelim mi Türkiye’yi birilerinin eline?

LEVENT GÖK (Ankara) - Yani, Cumhuriyet Halk Partisi asla böyle şeylere kanmaz. Siz de bu uslu çocuk oyunundan vazgeçin arkadaşlar, sizlere yakışmıyor. Kandırılan bir iktidar bu Türkiye’yi taşıyamaz, Türkiye’yi ancak gerçekleri bilen ve objektif bakan bir iktidar taşıyabilir. Sizin bu iktidar olamayacağınız belli olmuştur. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Seviyeniz belli.

BAŞKAN – Teşekkür ederim, tutanaklara geçmiştir Sayın Gök.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Türkiye’yi taşıyacak iktidara Levent Bey ve onun akıl yürütmesi değil, millet karar veriyor hepimiz için; AK PARTİ o yüzden iktidar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- HDP Grubunun, 25/2/2016 tarihinde Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel tarafından, Başbakanlık tarafından 17/2/2016 tarihli, (2016/4) sayılı "Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları" konulu yayınlanan Genelge’nin hukuki durumunun ve kamusal emek alanında yaratacağı tahribatın tüm boyutlarıyla araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, Genel Kurulun 5 Nisan 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi aleyhinde Hüseyin Bürge, İstanbul Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Bürge. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, aziz milletimiz; HDP grup önerisi üzerinde AK PARTİ Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

17/2/2016 Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında Başbakanlık Genelgesi’nin aleyhine verilmiş önergenin aleyhinde konuşanları, konuşmaları dinledikten sonra işimin biraz daha kolay olduğunu düşünerek ama sözlerimin başında önce terör ve teröristlere karşı, Diyarbakır’da, Şırnak’ta ve diğer bütün illerimizde bölücü terör örgütlerine ve onların yandaşlarına karşı kahramanca mücadele eden güvenlik güçlerimize Meclisimizin, milletimizin kürsüsünden selam ve dua gönderiyorum. Ayrıca, vatan, millet, toprak, bayrak uğruna cansiparane mücadele ederek şehadet şerbeti içen bütün şehit kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyor, gazilerimize minnet duygularımı ifade etmek istiyorum.

Her fırsatta konuşurken, daha konuya girmeden değerli konuşmacının, 3 imza sahibi olarak atanmış devletin valisine, devletin kaymakamına 3 imzayı bile küçük görerek laf atana: Seçilmiş bakanın imzası, seçilmiş Başbakanın imzası, seçilmiş Cumhurbaşkanının imzasıyla atanmış valilere, kaymakamlara söz söylemek haddiniz olmasa gerek diye düşünüyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, aziz milletimiz; devletimizin bir yandan terör örgütleriyle silahlı mücadeleyi devam ettirirken, bir yandan da bunların devlet içindeki yapılanmalarını yok etmek adına titizlikle çalışmaya devam ettiğini biliyoruz.

İşte, 17/2/2016 tarih ve 2016/4 sayılı Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları konulu Başbakanlık Genelgesi de, devletten maaş alan, devletin her türlü imkânlarından yararlanan ama bu memlekete ve insanına ihanet eden kamu çalışanları hakkında gerekli işlemlerin yapılması adına önemli bir düzenlemedir.

Doğrudur konuşmacının ifade ettiği, bir nevi 657’nin özeti anlamına gelir. Şimdi sormak gerekiyor, genelgeye göre “terör örgütleri veya legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilişki kuran veya eylem birliği içerisinde olan” hangisi sizi rahatsız ediyor? “Bu örgüt ve yapıların emir ve talimatıyla hareket eden” siz bunun neresindesiniz? “Bu örgüt ve yapılara yardım eden” siz bunun neresindesiniz? “Kamu imkân ve kaynaklarını bu örgüt ve yapıları desteklemeye yönelik kullanan veya kullandıran, bu örgüt veya yapılarla mücadeleyi engelleyen, bu örgüt veya yapıların propagandasını yapan kamu çalışanları hakkında ilgili mevzuat çerçevesinde idari nitelikteki işlemleri yetkili amirler tarafından ivedilikle yapılacaktır. Suç teşkil eden fiiller yönünden ise durum ivedilikle adli mercilere bildirilecektir.

Ayrıca, yukarıda belirtilen hususlar personel çalışmasına dayalı hizmet alımı ihalesiyle istihdam edilen personel hakkında da ilgili mevzuatı çerçevesinde titizlikle uygulanacaktır.” der.

Saygıdeğer milletvekilleri, aziz milletimiz; genelgeye baktığımızda, devletine ve milletine bağlı, barış ve kardeşlikten yana olan hiç kimseyi rahatsız edecek bir madde bulunmamaktadır. Terör örgütlerini arka bahçesi yapan siyasileri, yine terör örgütlerini arkasına alarak bölgede vatandaşa zulmeden bazı kamu çalışanlarını, vatandaşa yol, su, kanalizasyon ve diğer sosyal hizmetler yapması gereken, kamudan aldığı kaynağı devlete karşı açtığı çukurlar ile barikatlara harcayan belediye başkanlarını, devletten maaş alarak her ortamda devletine söven ve terör örgütü propagandası yapan bazı kamu çalışanlarını, seçilmiş meclis üyelerini elbette rahatsız edecektir. Bunun da farkında aziz milletimiz ve bizler.

Konunun daha iyi anlaşılması açısından Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasında verdiği bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. Mardin Büyükşehir Belediyesinin bütçesinin neredeyse tamamı merkezî bütçeden karşılanır. Türkiye ortalaması yüzde 66,7 iken Mardin Büyükşehir için bu oran yüzde 96,7’dir. Bayrampaşa’da uzun yıllar belediye başkanlığı yapmış bir kardeşiniz olarak bu bütçenin nasıl harcandığını incelediğimde bu genelgenin ne kadar haklı olduğunu anlıyorum çünkü Türkiye ortalamasına baktığımda belediyelerin personele harcadığı oran bütçelerinin yüzde 11,7’si, yapılan yatırımların yüzde 7’si. İnsanın aklına şöyle bir soru geliyor: Bütçenin hemen hemen yarısını bekleten, iş yapmayan bir belediye personeli için hangi gerekçeyle bu kadar yüksek oranda bir bütçe ayrılır? Bu bütçeler kimler için, hangi hizmette, nerede harcanır? Bu soruların cevabını aslında aylardır doğu ve güneydoğuda yaşananlardan anlıyoruz. Mardin’de, Nusaybin’de, Şırnak’ta, Cizre’de, Silopi’de, Diyarbakır’da, Sur’da yol, su, kanalizasyon yaparak vatandaşa hizmet etmesi gereken belediyeler, belediye başkanları, insanların, şehirlerin, kasabaların şehr-ül emini olarak bilinenler kendisinden emniyette olan insanların yaşamasını kolaylaştırabilmek, refah ve mutluluk içerisinde yaşamasını ortaya çıkarabilecek belediye başkanı, meclis üyeleri ve personeli devletimizin varlığına ve birliğine, güvenlik güçlerimizin canına kastedecek çukurlar, barikatlar yapmakla meşguller. Yine, bu belediyeler ve çalışanları tarafından desteklenen örgütler, savaş ortamında bile eşi az görülür bir şekilde ambulansları hedef almaktadırlar. Sağlık Bakanlığımızın ilk defa literatürde zırhlı ambulanslar o yörelere gönderdiğinden anlıyoruz. Artık bölgede bir yandan zırhlı ambulanslar yaralıları taşırken diğer yandan zırhlı iş makineleri belediyelerin açtığı -ne yazık ki- çukurları ve barikatları kaldırmakla meşguller.

Saygıdeğer milletvekilleri, ülkemizde farklı siyasi gruplar ve örgütler, sözde demokrasi ve özgürlük gibi söylemleri diline dolayarak devletin bölünmez bütünlüğüne kastedip vatandaşlarımızın huzurunu kaçırmaya ve işledikleri bütün suçların üstünü örtmeye çalışmaktadırlar. Unutulmamalıdır ki AK PARTİ iktidarımız, vatandaşın huzurunu, barışını bozacak dış mihraklarla iş tutanlarla, bunların taşeronluğunu yapan PKK, DHKP-C, paralel yapı ve uzantılarına karşı mücadelesini kararlılıkla devam ettirecek ve ettiriyor da. Devletimiz, bir yandan bu örgütlerle mücadelesini sürdürürken, diğer yandan da Sur’dan başlayarak kadim medeniyetimizin mirası olan Diyarbakır, Mardin ve diğer şehirlerimizin tarihî ve sosyal dokusuna uygun olarak yeniden insanımızı ihya ediyorken şehirlerimizi de ihya etmeye devam edecektir. Şunu net olarak ifade etmek istiyorum ki: Bütün milletvekillerimiz, biz seçilmişler olarak milletimizin hadimi, milletimize hizmet etmek için buradayız. Bütün belediye başkanları, Türkiye'de -partisi fark etmeksizin söylüyorum- her birisi aziz milletimizden oy alıyorken, yolları süpürmeye, yolları temizlemeye, şebekesini onarmaya yönelikken Güneydoğu’da tam tersine yolları çukurlaştırmaya yönelik yapılan çalışmalara dünyanın neresinde hangi devlet buna izin verebilir? Asla izin vermeyeceğimi, vermeyeceğimizi ifade ediyor, aziz milletimizin canını acıtan bu sorunlara, PKK terör örgütü yandaşlarına da “İnsaf!” diye sesleniyor, aziz milletimizi huzurunuzda saygıyla, sevgiyle bir kere daha selamlıyorum.

Hürmetlerimle. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bürge.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Yıldırım…

AHMET YILDIRIM (Muş) – Hatip konuşmasında özellikle atanmışlarla ilgili söylediklerimin benim haddim olmadığı yönünde ifade kullanarak bana sataştı. İç Tüzük 69’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Yıldırım, iki dakika süreyle söz veriyorum.

Lütfen, yeni bir sataşmaya meydan vermeyiniz.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, İstanbul Milletvekili Hüseyin Bürge’nin HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Hatip, öncelikle size bazı cümleler okuyayım, arzu ederseniz size yer ve tarih de belirteyim, bakalım size bir yerlerden tanıdık geliyor mu cümleler?

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – Selamla başlanır.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – “Seçilmişleri atanmışlara ezdirmeyiz. Oligarşik bürokrasiye haddini bildireceğiz. Atanmışlar haddini bilecek…”

MUSTAFA KÖSE (Antalya) – Külhanbeyi misin sen? Külhanbeyi misin?

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Kimin cümleleri bunlar Beyefendi?

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Çukur kazmak için mi seçildin, çukur kazmak için mi?

AHMET YILDIRIM (Devamla) – O 3 imzayla gidenler oligarşik bürokrasinin dik âlâsını sergiliyorlar bölge halkına. Tekrar söylüyorum: Orayı yönetmeye değil -açık ifade ediyorum- düşman hukuku işletmeye gidiyorlar.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Ayıp, ayıp!

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Haddini bilmeyen valiler tabii ki 3 imzayla gelmiştir ve sizin 3 imzanın sıralı hiyerarşisini saydığınız kişiler de bu cümleleri kullanmıştır.

HÜSNİYE ERDOĞAN (Konya) – Dağ kadrosu gibi çalışıyorsa o seçilmiş olamaz hiçbir şekilde. Dağ kadrosu gibi çalışmayacak.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Cümlelerinizde ifade ettiğiniz illegal yapılarla ilgili legal görünümlü illegal yapılar -az biraz siyasal yaşamdan anlayan herkes az biraz bilir ki- legal görünümlü illegal yapılar tarikatlardır, cemaatlerdir.

Bakın, siz, daha legal görünümlü illegal yapıların siyasal yaşamda neye tekabül ettiğini bilmeden konuşuyorsunuz. Tekke ve zaviyelerdir. Bu bütün siyasal, tarihsel süreç içerisinde de böyle işlemiştir.

Bir diğer husus, bakın, bu genelgeler ve yasalarla ilgili söyleyeyim. Törer örgütü tanımlamasını sübjektif yaparak genelgeler yayınlayabilir, yasalar çıkarabilirsiniz. İktidardan düştüğünüz anda, o genelgelerin ve yasaların bir cümlesine, bir kelimesine, noktasına virgülüne dokunmadan sizin atadığınız o oligarşik bürokrasinin mensupları fazlasıyla nasibini alacaktır. Böyle antidemokratik genelgeler ve yasalar döner gelir, sizin atadığınız oligarşik bürokrasinin mensuplarını da vurur.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın Bostancı, dinleyeceğim.

Buyurunuz Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın hatip demin konuşması sırasında grubumuza yönelik defalarca sataşmalarda bulundu. “Legal görünümlü illegal yapılarla mücadelemizden rahatsız mısınız?”dan başlayarak peş peşe birçok…

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – Cevap verdi.

BAŞKAN – Buyurunuz, Sayın Baluken.

İki dakika süreyle söz veriyorum.

Lütfen, yeni bir sataşmaya meydan vermeyiniz.

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, İstanbul Milletvekili Hüseyin Bürge’nin HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demin milletvekilimizin açıkladığı hususlara biraz katkı olsun diye ben de bazı hususları ifade edeceğim.

Şimdi, bu hazırladığınız genelgeler var ya, yarın öbür gün şimdi kol kola yürüdüğünüz, yarın muhtemelen sizi kandırmaları çok kuvvetle muhtemel olan güçler, bir tek “irtica” kelimesini eklediklerinde nelerin olabileceğini yakın dönem hafızanızdan çok iyi biliyorsunuz çünkü sizin objektif olarak bir terör ya da terör örgütü gibi tanımlamanız yok.

HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) – Var var.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Siz herhangi bir güçle kesiştiğiniz zaman -demin grup başkan vekili de buradan itiraf etti- ortak olarak görürsünüz, kol kola gidecek güç olarak görürsünüz, canciğer kuzu sarması görürsünüz ama o kesişme bitip ayrılma dönemi başladığı zaman da “paralel yapı” “terör örgütü”, “terörist” olarak görürsünüz.

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – O dönem hangi dönem? O dönemin altını çizin. Hangi dönem o? Nedir kastettiğiniz?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bakın, İlker Başbuğ’la Fethullah Gülen’in durumunu gözünüzün önüne getirin. Fethullah Gülen’le kol kola olduğunuz dönemde bu ülkede Genelkurmay Başkanlığı yapmış birisine “terörist” dediniz, “terör örgütü yöneticisi” dediniz. Ama ne zaman ki Fethullah Gülen’le ortaklık bitti, birdenbire Başbakan Yardımcınız çıkıp “Millî orduya bir kumpas yapıldı.” dedi. İlker Başbuğ’a iadeiitibar, Fethullah Gülen’e de terörist damgası yapıştırdınız. (HDP sıralarından alkışlar) Sizin hangi tanımlamanıza bu toplum, bu halk güvenecek?

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – Güveniyor, o yüzden iktidardayız.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Diğer taraftan Mardin Belediyesiyle ilgili söylediği sözlerin hepsi yalan. Sataşıyorum, bak, açık sataşıyorum. “Yüzde 66 personel gideri” söyleminin hepsi yalan, yüzde 30’u geçmiyor. Sizin aldığınız ve Başbakanın söylediği verilerin içerisinde AKP’li Mardin Belediyesinin ödemediği maaşlar var, ondan dolayı öyle. Hatırlayın, Mardin Belediyesi AKP’deyken Belediye Başkanının koltuğuna bile haciz geldi. İnsan biraz utanır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Önce, bir belediyeden bahsediyorsanız bir kendi döneminizdeki uygulamaya bakın, bir de şimdiki duruma bakın, ona göre konuşun. Mardin Belediyesindeki durum İçişleri Bakanlığının gönderdiği müfettiş raporlarında da tespitlidir, kayıtlıdır. Her biriniz o raporlara baktığınızda gerçeği görebilirsiniz diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

Sayın Bostancı…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Baluken yaptığı konuşmada terör örgütünü ortağımız olarak gördüğümüzü, benim itiraf ettiğimi söyledi. Bu, açık bir sataşma. 60’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bostancı.

Lütfen, sizden de rica ediyorum, bir sataşmaya meydan vermeyiniz.

6.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; öncelikle, Sayın Yıldırım burada konuşma yaparken valilerin icraatlarına ilişkin “Düşman hukukunu işletiyorlar.” dedi. Böyle bir durum söz konusu değil. Valiler orada kendilerine verilen görev çerçevesinde halkın esenliği ve huzuru için çaba gösteriyorlar, esasen halk da bundan son derece memnun. Memnun olmayanlar var tabii, terör örgütü ve terör örgütünün yandaşları. Kaldı ki onlara karşı dahi düşman hukuku değil, suçlu hukuku işletiliyor. Burada durumu daha vahim hâle getirmek için manasız ve halkta karşılığı olmayan bir çabanın içine girmek, gerçeklikte olmayanı hayali sözlere havale etmek siyasi bir sonuç sağlamaz. Halk tavrını ortaya koydu, koymaya da devam edecek.

Öte taraftan, Sayın Baluken’in benim söylediklerimi esasen anladığını düşünüyorum ama anlamamazlıktan geliyor, üstelik bu tecahülüarifane sanatı da olmuyor Sayın Baluken; bu, doğrudan doğruya çarpıtma oluyor.

Ben, “paralel örgüt” olarak, “paralel çevre” olarak adlandırılanların siyasi iktidara karşı bir kumpasa, bir darbe girişimine başlamazdan önce, kanun gözünde, hukuk gözünde, toplum nezdinde, insanların görüşüne göre meşru faaliyetlerde bulunan bir çevre olarak algılandıklarını söyledim. Ama ne zamanki bir fail olarak, darbe girişiminin bir faili, Türkiye’deki iktidar ilişkilerine müdahale eden bir fail olarak devreye girdiler, o zaman karşı olduğumuzu söyledim. Bu, sadece AK PARTİ’yi ilgilendirmez; bu, iktidar mücadelesine meşru yollarla katılan herkesi ilgilendirir, sizi de ilgilendirir, bizi de ilgilendirir, hepimizi ilgilendirir. O yüzden, hepimiz açısından sonuç doğuran bir durumdur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - AK PARTİ “bana karşı”, “benim yanımda” anlayışıyla davranmadı.

Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Akçay’ın söz talebi var.

Buyurunuz Sayın Akçay, mikrofonunuzu açıyorum.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

28.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, HDP grup önerisine konu genelgenin idari bir acziyeti sergilediğine ve Hükümetin, terörle mücadele vizyonu geliştirmesi, terörle mücadele stratejisi oluşturması ve terörle mücadele konseptinin olması gerektiğine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu tartışma konusu olan Başbakanlık genelgesi 17 Şubat tarihinde yayınlanmıştı ve 17 Şubat tarihinde yine bu kürsüde yaptığım, Genel Kurulda yaptığım konuşmada da buna ilişkin bazı uyarıcı ve dikkat çekici hususları dile getirmiştim. Öncelikle, “Bu genelge, kurallar hiyerarşisini dikkate almayan bir genelgedir ve idari bir acziyet sergilemektedir.” dedim. Kapı açıkken bacadan girilmez yani Türkiye Cumhuriyeti’nin başta Anayasa’sı olmak üzere yürürlükte kanunları vardır; devleti yönetenler, siyasetçiler, kamu yöneticileri öncelikle bu kanunları uygulamak durumundadırlar ve nereye çekerseniz oraya gidecek birtakım ifadelerle ve başlığa da sanki “terörle mücadele” diyerek bir idari farklı yanlışlıklara da yol açabilecek bir durumdur.

Bu şundan kaynaklanıyor: “Acziyet” dedim, mevcut Hükûmetin bir terörle mücadele, terörizmle mücadele politikası olmadığı için “Acaba olur mu olmaz mı?” diyerek böyle günlük birtakım tepkiler verdiğinden oluyor. 22 Mart tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin terörizmle mücadele konusundaki önerilerini Hükûmetin ve Adalet ve Kalkınma Partisinin dikkatle tekraren okumasını istiyorum. Başlıkları itibarıyla da ifade edecek olursak: Noksanı olan terörizmle mücadele vizyonu geliştirilmeli, bir terörle mücadele konsepti olmalı -bunların olmadığını gösteriyor- ve terörle mücadele stratejisi oluşturulmalı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız Sayın Akçay.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.

Bu terörle mücadelede milletimizi aydınlatmak, halkı bilgilendirmek için gerekli plan ve programlar yapılmalı ve diplomatik mücadele eylem planı, teröristle mücadelede de taktik, eğitim ve icra programları uygulanmalı ve terörle mücadele tanıtım çalışmasına girilmelidir. Sayın Cumhurbaşkanı dahi yurt içinde ve yurt dışında terörle ilgili bilgilerin yanlış olduğunu söylüyor. Tabii, daha altı ay veya yedi ay öncesine kadar devletin en tepesindeki yöneticilerde dahi bir terör kavramı, bir terörizm, teröristle mücadele kavramı yoktu, şimdi de yeniden terör tanımı yapılmaya kalkılıyor. Ya, bu terörle ilgili değişiklikler Adalet ve Kalkınma Partisinin on dört yıllık devriiktidarında oldu yani kafaları hâlâ karışık, bunu berraklaştırmaları lazım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akçay.

Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, demin konuşan Sayın Bostancı, benim kendisinin sözlerini çarpıttığımı ve çarpıtarak sunduğumu…

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Baluken.

İki dakika…

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

7.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Yani Sayın Bostancı dâhil olmak üzere AKP’li yetkililerin yapmış olduğu her açıklamanın Meclis tutanaklarına geçmesi itibarıyla da tarih önünde kendi önlerine çıkacak birer itiraf olduğunu söyledim, şimdi de aynı şeyi söylüyorum. Siz kendi elinizle “paralel yapı, FETÖ” diye bir terör örgütü olduğunu söylüyorsunuz. E, peki bu terör örgütünü büyüten kim? Destekleyen kim? Devlet içerisinde kurumsallaşmasını sağlayan kim? Bu ülkenin başına, belaysa, bela yapan kim? “Bu ülkede ne istediler de vermedik.” diyen siz değil miydiniz? “Ankara’yı parsel parsel onlara verdik.” diyen siz değil misiniz? Pensilvanya’ya büyük bir trafikle gidip gelen, elini öpen siz değil miydiniz? Yani bu sıralardan bile sayısız milletvekilinin Pensilvanya’ya saraydan daha fazla gittiğini biliyoruz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sizden de gidenler oldu Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – E, şimdi, bütün bunların tamamı işte teröre yardım ve yataklık, terör örgütünü büyütme suçu oluyor. Dolayısıyla da siz bunu tarih önünde itiraf etmiş oluyorsunuz. Meclis tutanaklarına geçiyor. O nedenle, bizim çarpıttığımız herhangi bir husus yok. Biz “Tutarlı olun.” diyoruz. Dün söylediğinizi bugün inkâr etmeyin, bugün söylediğinizi dünü değerlendirecek şekilde farklı bir noktaya çekmeye çalışmayın.” diyoruz. Her konuda böyle. Yani şimdi, IŞİD’e gireceğim, zaman yok. Bakın, IŞİD’le de kesiştiğiniz zaman her şey canciğer kuzu sarmasıydı.

LEVENT GÖK (Ankara) – Öfkeli çocuklar…

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Ama ne zaman IŞİD’le ilgili birtakım çıkar çelişkileri ortaya çıktı, dünya devletleri IŞİD’e “terör örgütü” demeye başladı, ondan sonra ortaya çıkıp IŞİD’e “terör örgütü” dediniz ama tıpkı şimdi kürsüde olduğu gibi dünya da sadece bu değerlendirmenize gülüp geçiyor.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Türkiye hiçbir zaman IŞİD’le yan yana, canciğer kuzu sarması olmadı.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – AKP, AKP.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Baluken hayal görüyor, hayal.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın…

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- HDP Grubunun, 25/2/2016 tarihinde Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel tarafından, Başbakanlık tarafından 17/2/2016 tarihli, (2016/4) sayılı "Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları" konulu yayınlanan Genelge’nin hukuki durumunun ve kamusal emek alanında yaratacağı tahribatın tüm boyutlarıyla araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, Genel Kurulun 5 Nisan 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, bir saniye Sayın Başkan…

BAŞKAN – Oylamaya geçtim Sayın Baluken.

Kabul edenler… Etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, demin Sayın Grup Başkan Vekili benim hayal gördüğümü ifade etti IŞİD’le ortaklık konusunda. Onu da açık bir sataşma olarak değerlendiriyorum. Sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Baluken, yani “hayal” kelimesini eğer sataşma olarak değerlendiriyor iseniz…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Peki, o zaman tutanaklara geçmesi açısından söyleyeyim.

BAŞKAN – Buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayal gördüğüm falan yok. Bu konuyla ilgili Meclis tutanaklarına da geçmiş sağlam bilgi ve veriler de var. Sayın Ekonomi Bakanının, bu Kabinede yer alan Ekonomi Bakanının da Meclis tutanaklarına geçen beyanatlarıyla, Türkiye ile IŞİD arasında, AKP Hükûmeti döneminde, 2014, 2015 yıllarında Tel Abyad ve Akçakale Sınır Kapısı’nda ve Cerablus Sınır Kapısı’nda 7 milyon doları aşan bir ticaret yapıldığı, bir ihracat yapıldığı hususu nettir. Meclis tutanaklarında da kayıtlıdır. Sayısız verileri sıralamaya gerek yok. Sadece bu bahsettiğim veri bile AKP ile IŞİD ortaklığının tarihe geçmiş açık bir kanıtıdır.

BAŞKAN – Tutanaklara geçmiştir, teşekkür ederim Sayın Baluken.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

3.- CHP Grubunun, 24/3/2016 tarihinde Kayseri Milletvekili Çetin Arık ve arkadaşları tarafından, ülkemizde otizmin ne olduğu, belirtileri ve tedavisinin tam anlamıyla araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, Genel Kurulun 5 Nisan 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

                     Sayı: 134                                                                                            05/04/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 5/4/2016 Salı günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                         Levent Gök

                                                                                            Ankara

                                                                                   Grup Başkan Vekili

Öneri:

Kayseri Milletvekili Çetin Arık ve arkadaşları tarafından, “Ülkemizde otizmin ne olduğu, belirtileri ve tedavisinin tam anlamıyla araştırılması” amacıyla 24/03/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (386 sıra no.lu), Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 5/4/2016 Salı günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi üzerinde ikisi lehinde ikisi aleyhinde olmak üzere dört sayın milletvekiline söz vereceğim.

İlk konuşmacı Çetin Arık, Kayseri Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Arık. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

ÇETİN ARIK (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Biliyorsunuz, 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü idi. Nisan ayı da Dünya Otizm Farkındalık Ayı.

Değerli milletvekilleri, otizm doğuştan gelen ve belirtileri yaşamın ilk üç yılında ortaya çıkan nörogelişimsel bir bozukluktur. Bugün için otizmin kesin nedeni bilinmemektedir. Bunun yanında, otizm spektrum bozukluğunun genetik temellerinin olduğu yönünde güçlü bulgular vardır. Ancak otizme tek bir genin değil çok sayıda genin yol açtığı düşünülmektedir ve bu genler henüz tam anlamıyla bulunamamıştır. Ayrıca, ağır metaller, endüstriyel atıklar, çevre kirliliği, toksinler gibi faktörlerin de otizme neden olabileceği söylenmektedir. Ancak bunlar da henüz ispat edilebilmiş değildir.

Değerli milletvekilleri, otizmin yaygınlığı ürkütücü bir hızla artmaktadır. 1985 yılında her 2.500 çocuktan 1’i otizm tanısı alır iken, günümüzde ise her 68 çocuktan 1’i otizm tanısı alıyor. Dünyanın en büyük ve en saygın kuruluşlarından biri olan Massachusetts Institute of Technology, geçtiğimiz haftalarda, 2023 yılında çocukların yarısının yani her 2 çocuktan 1’inin otizmli doğabileceğini açıkladı. Evet, yanlış duymadınız, on yıl sonra her 2 çocuktan 1’i otizmli doğabilecek. Tablo gerçekten çok ürkütücü.

Değerli milletvekilleri, 68 çocuktan 1’i otizmli doğuyor ve her yirmi dakikada 1 çocuk otizm tanısı alıyor ise biz bu çocukları niye göremiyoruz? Nerede bu çocuklar? Hiç uzatmadan söylemek istiyorum: Evlerinde.

Değerli milletvekilleri, aile mecbur kalmadıkça bu çocukları dışarı çıkaramıyor, çıkarsa da kimseye görünmemeye çalışıyor. Neden peki? Neden en büyük ilaçları doğal gelişen yaşıtlarıyla birlikte olmak olan bu çocuklar evlerinde hapis hayatı yaşıyor? Nedenini söyleyeyim: Toplum bu çocukları aileleri tarafından iyi terbiye edilmemiş çocuklar olarak değerlendiriyor, ailelerini ve bu çocukları yargılıyor, dışlıyor çünkü otizmin ne olduğunu bilmiyor. Türkiye’de her 10 kişiden 7’si otizmden habersiz.

Değerli milletvekilleri, otizmli bir evlada sahipseniz dışarıya çocuğunuzla birlikte tek başınıza çıkamazsınız. Uzun süre dikkat çekmeden bir mekânda oturup yemek yiyemezsiniz. Tiyatro, sinema, opera, konser ve benzeri etkinlikleri unutun. Böyle özel bir evlada sahipseniz eş dost, akraba gezilerini de unutun çünkü büyük çoğunluğu evladınızı kontrol etmeyi beceremediğinizi söyleyecek, zaten bitkin olan ruh hâliniz daha da bitecek. Bir kısmı eşyaları dökecek diye evladınızı göz hapsinde tutacak, bir kısmı evladınıza uzaylı, bulaşıcı hastalık taşıyan vebalı gibi bakacak.

Bu özel çocukların duygusal algıları çok kuvvetli. Bu anlamsız bakışlar onları daha da tedirgin edecek, daha da rahatsız edecek ve daha da hırçınlaştıracak. İşte, bütün bunları bilen aileler, çocuklarıyla birlikte evde hapis hayatı yaşayacaklar.

Onun için, otizm demek yalnızlık demektir, otizm demek çaresizlik demektir, otizm demek eve hapsolmak demektir.

Değerli milletvekilleri, böyle özel bir çocuğunuz varsa okul çağı en büyük kâbusunuz olacaktır çünkü onu kabullenecek kreş veya anaokulu bulamayacaksınız ya da çocuk ilkokul çağına geldiğinde öğretmen ya da okul müdürü “Bizim bu okulda sizin çocuğunuza ders verecek öğretmen yok.” diyecek. Bunun karşılığında siz “Çocuğumuzun kaynaştırma eğitimi alması şart. Çocuğumuzun eğitim alması hakkımızdır.” diye direneceksiniz, zorla da olsa okula kabul ettireceksiniz. Ama bu sefer de çocuğunuzun sınıfındaki anne babaları bir telaş alır, “Nasıl olur da benim çocuğum otizmli bir çocukla aynı sınıfta bulunur?” diye. Kendi çocuklarının duygusal olarak olumsuz etkileneceği, başarı düzeylerinin düşeceği düşüncesiyle kulisler yapılır ve otizmli çocuk okuldan alınır. Bu veliler otizmin ne olduğunu bilmezler ki; bilmezler ki Edison, Beethoven, Einstein gibi binlerce otizmli dâhi olduğunu. Şimdi bu özel çocuklar belki evlerinde hapsedilebiliyor. Peki, günü geldiğinde sayıları yüzde 50’yi bulacak olan bu özel çocuklar evde hapsedilebilecek mi?

Değerli milletvekilleri, otizmin görülme sıklığından hareketle yapılan nüfus projeksiyonuna göre, ülkemizde 0-18 yaş grubunda yaklaşık 352 bin otizmli çocuk ve gencimizin eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlerden faydalanmak için beklediğini biliyoruz. Ülkemizde okullaşabilen ve eğitime erişebilen otizmli çocukların sayısı sadece 26.586’dır, o da haftada iki saat. Hâlbuki bilimsel araştırmalar erken tanı ve doğru bir eğitim yöntemiyle yoğun olarak eğitim alan çocukların yaklaşık yüzde 50’sinin otizmin belirtilerini kontrol altına alabildiğini, gelişim sağlayabildiğini ve ergenlik yaşına geldiklerinde diğer akranlarından farkı kalmadığını göstermektedir. Bu çocukları topluma kazandırmak bizim görevimizdir.

Ülkemizin insani gelişim endeksi sıralamasında arzu edilen sıralarda olamamasının nedenlerinden en önemlisi, engellilere eğitim ve sağlık hizmetlerinin hâlen eşit fırsatlarla sunulamamasıdır.

Değerli milletvekilleri, otizmde tek çare eğitimdir. Eğitimin etkili olabilmesi için çok erken yaşlarda başlanması, çok yoğun olması ve kesintisiz olarak verilmesi gerekmektedir. Otizmli çocuklar haftada en az kırk saat eğitimle hayata tutunacak hâle gelebiliyorlar. Ülkemizde ise haftada sadece iki saat eğitim verilebiliyor. Hâl böyleyken, ülkemizde bu çocuklara ne yeterince eğitim verecek eğitmen ne bu eğitimi verebilecek nitelikli okullar ne de buna yetecek devlet yardımı var.

Ülkemizde otizmli çocukların eğitimi için en önemli sorunlardan birisi özel eğitim öğretmeni eksiği ve bu öğretmenleri yetiştirecek öğretim üyesi sayısının yetersizliğidir. Hâlen 7 bin özel eğitim öğretmeni açığı vardır ve bu açığın kapatılması için eğitim kurumlarına her türlü desteğin ve teşvikin sağlanması hayati önem taşımaktadır.

Değerli milletvekilleri, normal eğitimin bile dershane desteği olmadan yürümediği bir dönemde, bu özel çocukların haftada sadece ve sadece iki saat eğitim alması reva mıdır? Vicdanlarınıza sesleniyorum.

Otizmli çocuklar için çalışan bir vakfımız, kısa bir zaman önce bizlere, Meclisteki bütün milletvekillerine bir kutu yolladı. Kutuda, çocuklardan bir mesaj vardı ve üzerimde gördüğünüz bu kravat vardı. Bu çocuklar bize “Güneşim olur musun?” diyerek seslerini duyurmamızı istediler. Bu çocuklarımızın isteğine kulak vermek zorundayız çünkü onlar bizim geleceğimizdir. Biliyorum ki bu çocuklara yapacağımız her türlü yatırım, sağlıklı ve mutlu çocuklar ve aileler olarak bize geri dönecektir.

Bakınız, değerli milletvekilleri, otizm tanısı alan çocuğa sahip ailelerde boşanma oranları yüzde 80’ler civarındadır. Ne var ki eğitim olanaklarından faydalanamadıkları durumda, otizmli çocuklar ve ailelerinin durumu bir sorun yumağı olarak büyüyerek içinden çıkılmaz bir hâl almaktadır.

Otizmli çocukların anne ve babalarının en büyük endişesi ise kendilerinden sonra çocuklarına ne olacağıdır. Otizmli çocukların ailelerine ve devlete bağımlı yaşamak zorunda kalmaları hem aileleri hem de devlet için ağır ekonomik sorunları beraberinde getirecektir.

Gelişmiş ülkelerde, örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde, otizmli bir bireyin devlete yaşam boyu maliyetinin 3 milyon dolar civarında olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca, araştırmalarla, mesleki rehabilitasyona harcanan her bir doların topluma 16 dolar olarak geri döndüğü belirlenmiştir.

Bu nedenle, otizmli bireylerin toplumsal yaşama daha bağımsız bir biçimde katılımlarının sağlanması hem aileler hem de toplum için çok önemli bir konudur.

Otizmli çocuklar ve aileler için daha umut dolu bir geleceğin bizleri beklediğini biliyorum. Bugün, burada, otizmli ailelerin sesi olma imkânını verdiğiniz ve beni dinlediğiniz için, ülkemizde bu durumdan etkilenen 4,5 milyon aile ferdi adına hepinize teşekkür ediyorum.

Nisan, otizm farkındalık ayı. Umarım çalışmalarımızla otizmli bireylerin ailelerine müjde vereceğimiz bir ay olur.

Sizlerin de siyasi farklılıkları bir yana bırakarak “Ben bu çocukların güneşi olacağım.” demenizi heyecanla bekliyorum.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arık.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin aleyhinde Necdet Ünüvar, Adana Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Ünüvar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

LEVENT GÖK (Ankara) – Necdet Bey, destek bekliyoruz, ona göre.

NECDET ÜNÜVAR (Adana) – Buna destek vereceğim. Şimdi siz de benim söylediğime destek verecek misiniz, onu göreceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Otizme dair Meclis araştırması açılması istemiyle ilgili CHP grup önerisinin aleyhinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Otizm bir rahatsızlık, gelişimsel, genetik temelli, karmaşık nörolojik yönleri olan bir rahatsızlık. Onlar, gerçekten, aileler biliyor ki Allah’ın bir lütfu, bir birey. Hepimizin koruması, kollaması gerekiyor ve bizim onlara sevgiyle yaklaşmamız da lazım. Vaktimizin el verdiğince bundan bahsedeceğim ama ondan önce özellikle CHP Grubundan destek beklediğim önerimi konuşmamın başında ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, dokuz yıldır milletvekiliyim, bu dördüncü dönem, Parlamentoda görev yapıyorum. Buraya, kürsüye çıkıyoruz, konuşuyoruz, genel başkanlar grup konuşmalarını yapıyorlar. Bu konuşmaları yaparken aslında bizim 3 tane muhatabımız var; birisi bizi dinleyen milletvekillerimiz, bir kısmı dinliyor, bir kısmı dinlemiyor; birisi televizyonda bizi izleyen, izleme imkânı olan vatandaşlarımız ama bir muhatap daha var ki onlar da burada tutanak memuru arkadaşlarımızın zapta geçirdiği tutanaklar. Tarih esasında bizim konuşmalarımızı kaydediyor. Belki de bu muhataplarımızın hepsi çok ama çok önemli; dinleyen milletvekilleri de önemli, izleyen vatandaşlarımız da önemli ama en önemlisi tarihi zapta geçiren bu arkadaşlarımız. İleride araştırmacılar bizim konuşmalarımızı, daha doğrusu bizi merak ediyorlarsa konuşmalarımıza bakacaklar, merak edecekler, tutanaklarda ne var, ona bakacaklar ama bazı konuşmalar vardır ki tarihte gerçekten gördüğü zaman çocuklarını, yakınlarını, torunlarını veyahut da onu sevenleri mahcup edecek konuşmalardır.

Ben bugün maalesef böyle bir konuşmaya şahitlik ettim. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu gerçekten çok üzüntüyle takip ettiğim ve bugün eşinin, ileride torunlarının okuduğu zaman da gerçekten çok büyük bir üzüntüyle takip edeceği bir konuşma yaptı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımıza yönelik burada tekrarından hicap duyacağım bir konuşma yaptı. Gerçekten seviyenin bu kadar düşmesini ben de çok büyük bir üzüntüyle karşıladım. Bürokratlık yapmış, yaklaşık altı, yedi yıldır Genel Başkanlık yapıyor ve -çok önemli- bir ana muhalefet partisinin Genel Başkanı. İffetli bir kadına asla ama asla yakışmayacak ifadeler kullandı.

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Özür dilesin Hocam.

NECDET ÜNÜVAR (Devamla) - Bakın, onun için önerimi getiriyorum. Ama onun kadar üzüldüğüm başka bir hadise oldu, o da şudur: Biz bazen böyle bir yakınımızdan böyle bir ifade duyduğumuz zaman en azından başımızı önümüze eğer, onu sükûnetle dinleriz ve içimizden onaylamadığımızı ifade ederiz ama bazı CHP’li kadın vekillerimizin de bunu alkışladığını gördüm ve buna gerçekten ama gerçekten çok üzüldüm.

Onun için ortada düzeltilmesi gereken bir ayıp var ve onu Sayın Kılıçdaroğlu’nun gelip hem de bu kürsüde bütün grupların huzurunda yapması gerekiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yoksa tarih onu gerçekten bu konuşmasıyla hatırlayacak. Onun için, bu otizmle ilgili konular tabii ki bizim konumuz. Tabii ki Çetin Arık kardeşimle de konuştum. Onun da bir yakını var, benim de down sendromlu bir yakınım var. Bunları bizim araştırmamız lazım. Bunlar yapılır, oturulur konuşulur ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun düzeltmesi gereken şeyi sayın grup başkan vekilleri de düzeltemez, sayın milletvekilleri de düzeltemez.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Sonra “Kadın cinayetleri niye var?” deniliyor. Kadın cinayetlerinin sebebi bu işte.

NECDET ÜNÜVAR (Devamla) – Düzeltmesi gereken kişi Sayın Kılıçdaroğlu’dur. Yoksa tarih gerçekten Sayın Kılıçdaroğlu’nu bu konuşmasıyla ama çok kötü bir şekilde hatırlayacak. Onun için Sayın Gök’e ben öneride bulunuyorum, Sayın Kılıçdaroğlu’nun da -bir grup başkan vekili olarak- bu ayıbı düzeltmesi gerekiyor. Bu gerçekten çok üzüntü vericiydi.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – “Sayın” falan değil, “sayın” demeyin ona.

NECDET ÜNÜVAR (Devamla) – O bizim üslubumuz Sayın Enç.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Herkes kendine yakışanı yapar.

NECDET ÜNÜVAR (Devamla) – Yani, herkes kendine yakışanı yapar. Onun için benim bu konularla ilgili nezaket sınırları dışına çıkmak istemediğimi bütün arkadaşlarım bilir. O sebeple, biz tabii ki buradaki otistik, down sendromlu, engelli kardeşlerimizle ilgili yaptığımız şeyleri anlatacağız, yapmamız gereken şeyleri anlatacağız ama tarihî tutanaklara geçen, zabıtlara geçen bu konuşmanın da, bu seviyenin de... Gerçi olan olmuştur, ne ne kadar düzeltilebilir bilemem ama özür dilenmesi de, Türk halkının huzurunda özür dilenmesi de en başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımızın, iffetli bir kadın olan Bakanımızın hakkıdır ve Türk toplumunun hakkıdır. Onun için Sayın Gök, ben de size bu talebimi aktarıyorum. Yüce Genel Kurulun huzurunda da Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu ayıbı düzeltmesi gerektiğini söylüyorum.

Şimdi, ben konuşmaya başlamadan önce bazı arkadaşlarım şunu söylediler: “Bu konuşmayla ilgili daha ağır bir konuşma yap yani daha ağır, olabildiğince ağır konuşmalar yap.” Ama, sesinizi ne kadar yükseltirseniz yükseltin, ifadelerinizi ne kadar ağırlaştırırsanız ağırlaştırın, çözüm olmuyorsa onun bir faydası yok. Sadece bizim nefsimizi tatmin eden bir davranış olur ki bu da bize yakışmaz. Onun için değerli arkadaşlarım, ortada düzeltilmesi gereken bir ayıp var, çok ciddi bir ayıp var. Bunun ilk adımı özür dilemektir.

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Onlar bu ayıbı sürekli yapıyorlar Sayın Başkan. Dün “çapsız” dediler, bugün böyle diyorlar.

NECDET ÜNÜVAR (Devamla) – Ben, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanından bu ayıbı düzeltmesini arzu ediyorum.

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – Bekliyoruz.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Bekliyoruz kadınlar olarak.

NECDET ÜNÜVAR (Devamla) – Bekliyoruz. En başta kadın vekillerimizden, Cumhuriyet Halk Partili kadın vekillerimizden de bir açıklama ve bu konuda Sayın Kılıçdaroğlu’nu da zorlamasını, bu açıklamayı yapmaya zorlamasını arzu ediyorum.

Bu konuyla ilgili, otizmle ilgili de çok detaylı şeyler konuşacaktım ama gerçekten, insanın konuşmaya mecali de kalmıyor. Hakikaten, bu Genel Kurul çerçevesinde teknik konuları konuşmak, bu konuları seviyeli bir şekilde konuşmak, tartışmak, değerlendirmek ve ondan sonra da bir sonuca ulaşmak gibi bir çaba içerisine de hepimizin girmesi lazım ama konsantrasyonumuzu gerçekten bozmuştur ama Türk halkının da konsantrasyonunu bozmuştur. O yüzden, ben, Sayın Kılıçdaroğlu’nun en kısa zamanda bu kürsüye çıkarak bütün gruplar huzurunda bu ayıbı düzeltmesini ve Sayın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımızdan özür dilemesini bekliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünüvar.

Sayın Gök…

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, tutanaklara geçmesi açısından bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Mikrofonunuzu da açabilirim arzu ederseniz.

LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bugün AKP sözcülerinin Genel Başkanımıza atfen dile getirdiği konunun ne kadar çarpıtıldığına bir kez daha tanık olduk.

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Cümle açık, nesi çarpıtılsın ya!

LEVENT GÖK (Ankara) – Eski bir bakanın Rıza Sarraf’la ilgili söylediği bir sözü Aile Bakanını korumak maksadıyla ifade eden Genel Başkanımızı böyle bir konuyla ilişkilendirmelerini esefle karşıladığımızı ifade ediyorum.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Video kaydı var Sayın Gök, video kaydı var.

LEVENT GÖK (Ankara) – Kendileri eleştirecek daha ciddi konular arıyorlarsa daha ciddi olmalılar ve Genel Başkanımızı böyle bir tartışmanın içine kimse çekemez.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Ya, işte siz bu yüzden oy alamıyorsunuz.

LEVENT GÖK (Ankara) – Genel Başkanımızın ne söylediği bellidir, neler söylendiği bellidir. Böyle bir tartışmanın içine Genel Başkanımızı çekmek isteyen zihniyeti de kınadığımı ifade ediyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

Sayın Bostancı…

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU (Erzurum) – Sayın Levent Gök, sizin eşinize söylenseydi kabullenecek miydiniz? Sayın Gök, eşinize söylenseydi kabullenecek miydiniz?

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) – Siz kendinize bakın.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen… Lütfen efendim…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

AK PARTİ Grubunun bu konuya ilişkin talebi açıktır, yerine gelip gelmemesi muhatabına bağlıdır elbette. Nihai olarak da bu konuda adil bir şekilde karar verecek olan millettir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi lehinde Ahmet Selim Yurdakul, Antalya Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Yurdakul. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, saygıdeğer vatandaşlarım; geçtiğimiz gün Dünya Otizm Farkındalık Günü’ydü. Her şey farkındalıkların artmasıyla aslında başlar. Örneğin, çok fazla vergi ödediğinin farkına varan bazı milletler ülkelerinin yönetim biçimlerini, hatta yüz yıllarca krallıkla yöneten ailelerin yetkilerini bile ellerinden almışlardır. İşte, bu nedenle otizme ilişkin farkındalıkların artması için Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz hem sağlık camiası hem de sivil toplum kuruluşlarıyla yakın ilişki içindeyiz. Çünkü yapılan çalışmalarda, şu anda doğan her 100 çocuktan 1,47’sinin otizmli doğduğunu bilmekteyiz.

Uluslararası sağlık camiası da sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte otizme, otizmin tanı ve tedavisine yönelik olarak çok kapsamlı faaliyetler yürütmektedir çünkü otizmde erken tanının önemi yadsınamaz. Otizmli bireylerin ve ailelerinin hayatlarını, başka bir deyişle kaderlerini etkileyebilecek kadar önemli olan otizmin erken tanısıyla bu kardeşlerimizin ve ailelerinin hayatları büyük oranda değişmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak koruyucu sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılmasından ve hastalıkları daha ortaya çıkmadan önlemekten yana olduğumuzu ve bu konudaki önerilerimizi bu kürsüden defalarca dile getirdik. Hatırlarsanız, Sağlık Bakanlığı bütçesi görüşmeleri sırasında, Milliyetçi Hareket Partisi olarak yapıcı muhalefet anlayışımızla önce uygulanan sağlık politikalarındaki yanlışlığı, daha sonra da sağlık alanında neler yapılması gerektiğini tek tek anlattık. Bu nedenle, Sağlık Bakanına dünkü yaptığı açıklamada partimizin sağlık politikası önerilerinin doğruluğunu ve ülkemize faydalarını anlattığı için buradan bir kez daha huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz ne önermiştik? Tüm vatandaşlarımıza etkin ve hızlı bir şekilde hizmet sunabilen, hem sağlık çalışanlarını hem de vatandaşlarımızı yani hastalarımızı birlikte memnun eden, tedavi edici sağlık hizmetlerinden ziyade koruyucu sağlık hizmetlerine önem veren, eğitim ve AR-GE çalışmalarına önem veren ve tüm ilgili tarafların görüşünü ve onayını alan bir sağlık politikasını önermiştik.

Dün de Sağlık Bakanı aynen şu şekilde açıklama yaptı: “Önümüzdeki dönemde koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerini Türkiye'nin gündeminde çok daha güçlü tutmak gerekiyor. ‘Hasta olduktan sonra iyi tedavi ediyoruz.’ kısmı önemli ama ‘Hasta olmaması için her türlü tedbiri alıyoruz.’ kısmı ondan daha önemli.”

Evet, gerçekten doğru, aynen Sağlık Bakanına katılıyoruz ve konuşmasının devamında, dünyada kanserin, kardiyovasküler hastalıkların, diyabetin ve solunum hastalıklarının, ölüm nedenlerinin ilk 3 sırasında yer aldığını ifade etti.

Gelin, bir de ülkemizdeki duruma bakalım: Şu anda 2015 yılının verilerine baktığımız zaman her 7 kişiden 1’i maalesef şeker hastası. Yaklaşık 9 milyon şeker hastamız var şu anda ülkemizde, 24 milyon hipertansiyon hastamız var, 1 milyona yakın kanserli hastamız var, yapılan incelemede depresyon tanısı konulan tam 8 milyon 179 bin hastamız var ve 68 çocuktan 1’i maalesef otizm tanısı almış vaziyette.

Bu ilk 3 sıradaki hastalıkların en önemli nedeni tütün ve tütün ürünleri, sağlıksız beslenme, obezite ve hareketsiz yaşam ve hava kirliliği. Bunu Sağlık Bakanı da ifade etmiştir.

Sigara bırakılması için yapılan çalışmaları gönülden destekliyoruz ancak hava kirliliği açısından yapılan ölçümlerde maalesef 81 ilimizin 41'inde sağlığı tehdit eden sonuçlar elde edilmiştir ve ülkemizde hava kirliliği Avrupa Birliği standartlarının yaklaşık 2 katıdır ve her yıl 29 bin kişi hayatını kaybetmektedir.

İşte, bunların hepsini yani hastalıklara neden olan faktörleri ortadan kaldırmak için her önlemi birlikte almalıyız. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bunları defalarca önermiş vaziyetteyiz.

Peki, gelelim Sağlık Bakanının bir başka açıklamasına. “Biz bu fotoğrafta çok güçlü bir sağlık tüketicisi bir ülkeyiz.” diyor Bakan ve “Dünyanın en gelişmiş ülkelerinin MR, tomografi ve hastaneye ulaşma oranı 8,2, bizde ise 8,2 ve 8,3 yani en üst limiti yakalamışız. Bu şunu gösteriyor: Biz çok güçlü bir sağlık hizmeti sunucusuyuz ama aynı zamanda çok güçlü bir sağlık tüketicisiyiz, Türkiye’nin temel sıkıntı alanı bu.” diyor. Biz söylerken “Yanlış.” diyordunuz Sayın Bakan ama şu anda, maalesef, itiraf ettiniz. Gerçekten de 2014 yılında muayene sayısı tam 643 milyon. Şu anda genç nüfusa sahip olmamıza rağmen yaklaşık olarak yılda 1 kişi 8,3 kez doktora başvuruyor. Bunun sebebinin ne olduğunu siz daha iyi biliyorsunuz Sayın Bakan. Vatandaşlarımızın radyasyona maruz bırakılarak çekilen tomografi sayısı bu ülkede 2014 yılında ne kadar biliyor musunuz: Tam 12 milyon 407 bin. MR sayısı 10 milyon 259 bin. Çünkü ne yaptınız biliyor musunuz; “performans sistemi” denen bir sistem getirdiniz, ne kadar çok hasta bakarsanız o kadar çok para öneriyorsunuz, ne kadar çok tetkik yaparsanız o kadar çok para öneriyorsunuz doktora ve bir doktor, maalesef, 1 hastasına beş dakika ayırıyor. Peki, ne oluyor? Nicelik artıyor fakat nitelik sıfıra iniyor. Örneğin, Sayın Bakan, akciğer kanserine tanı koyma oranı ne kadar biliyor musunuz, bunu çıkın açıkça söyleyin. Bizim yaptığımız çalışmada, maalesef, toplam gecikme yüz günün üzerinde Sayın Bakan. Bunları niçin itiraf etmiyorsunuz? Bu gerçekleri vatandaşlara tek tek söyleyin ve yapmış olduğunuz politika nedeniyle şu anda sağlık harcaması yaklaşık olarak 103 milyar civarında. Peki, Sağlık Bakanı diyor ki: “Bu nedenle tıp biliminde güçlü olabilmek için bilime katkı sağlayan AR-GE’ye güçlü bir altyapı kurmak lazım.” Evet, Sayın Bakan, biz işte, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunları önermiştik. Biraz önce bunları ifade etmiştim ama gerçeklerin yanına gelmek çok doğru. O yüzden sizi tekrar tebrik ediyorum.

Peki, şu, Ankara’da bir bomba patladı ya, işte, 14 Martta Sayın Başbakanın sağlıkçılara müjdeleri arada kaynadı gitti. Sayın Başbakan ne dedi biliyor musunuz: “Evet, sayın hekimler, sayın emekli olacak hekimler; sizlere müjde, emekli maaşlarınızı 1.000 lira artırıyorum.” Sayın Başbakan, sağlık çalışanları demek sadece doktorlar, emekli doktorlar demek değil. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak tüm sağlık çalışanlarının özlük haklarının artırılması için kanun teklifi verdik ve şu anda Mecliste. Sayın Başbakan, gerçekten sağlık çalışanlarına önem veriyorsan milletvekillerinle birlikte işte bu kanun teklifine “evet” de. İşte o zaman sağlık çalışanlarının özlük hakları artmış olacak. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak buradan bu önerinin geçmesi için elimizden geleni yapacağız.

Bir başka öneri ise, siz dediniz ki: “Yıpranma payını getiriyoruz, müjde sağlık çalışanları.” Ama gerçekleri söylemiyorsun Sayın Başbakan. Sadece nöbet tutanlara, o da on beş gün ile dokuz gün içinde nöbet tutanlara yıpranma payı getiriyorsun. Peki, nöbet tutmayanlara ne yapacağız, nöbet tutanları nasıl ifade edeceğiz? Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak her yıla doksan gün yıpranma payı öneriyoruz. Siz yıpranma payını geriye dönük olarak kabul etmiyorsunuz, ileriye dönük olarak kabul ediyorsunuz ama bizce geriye dönük olarak da yıpranma payının verilmesi gerekir. Yoksa, aksi takdirde, yirmi beş yıl, otuz yıl sonra ne olacağını nereden bilelim? İşte bu müjdeleri gerçek müjdeye çevirmek için Milliyetçi Hareket Partisi önerilerine de lütfen “evet” deyin.

Son olarak, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak otizmin tanı ve tedavisi için şu önerileri getiriyoruz:

1) Konuyla ilgili bakanlıklardan oluşan bir koordinasyon kurulu kurulmalı.

2) Ülkemizde 0-3 yaş grubunda çocuğu olan ailelerin otizmle ilgili farkındalığının artırılması ve otizm tarama ve takip zorunluluğunun getirilmesi.

3) Çocukla ilk temas kuran sağlık personeline bu konuda detaylı bilgilerin ve eğitimin verilmesi için elden gelen her şeyin yapılması gerekir.

4) Erken müdahale programının ve buna yönelik olarak yasal düzenlemelerin yapılandırılması gerekir.

5) Aileye psikolojik destek, bilgilendirme ve rehberlik hizmetleri verilmesi gerekir.

6) Kabullenme ve dayanışma aşamaları için aile bireylerinin otizmle ilgili sivil toplum kuruluşlarına katılmalarının sağlanması ve teşvik edilmesi gerekir.

7) Otizmle ilgili farklı eğitim terapilerini uygulayan özel eğitim öğretmenleri, sosyal hizmet uzmanları ve terapistler dâhil tüm eğitmenlere imkânlar verilmeli ve eğitimleri sağlanmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET SELİM YURDAKUL (Devamla) – Beni dikkatle dinlediğiniz için hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yurdakul.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi aleyhinde İsmail Tamer, Kayseri Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Tamer. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

İSMAİL TAMER (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun Anayasa’nın 98’inci ve İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince otizmin ne olduğuna dair verdiği Meclis araştırması açılması istemiyle ilgili önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, vatan ve bayrak, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü korumak için şehit olan askerlerimize, polislerimize ve sivil vatandaşlarımıza da Allah’tan rahmet diliyorum. PKK terör örgütü başta olmak üzere tüm terör örgütlerini de lanetliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Ayrıca, bugün 5 Nisan, Avukatlar Günü’nü de kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, aslında otizm sadece bir siyasi partinin argümanı olamaz, hiçbir parti de bu şekilde davranmamalı. Ben çok şey söyleyeceğim ama bugün Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının Aile Bakanımıza yapmış olduğu hakareti şiddetle kınıyorum. Özellikle, yine, onu alkışlayan Cumhuriyet Halk Partisinin bayan milletvekillerini de Allah’a havale ediyorum. Çünkü bir bayan, genel başkanının ağzından çıkan lafın nereye gideceğini, ne şekilde konuşulduğunu anlamadan eğer alkışlamışsa ben fazla bir şey söylemiyorum.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Bakanınıza sorun, Bakanınıza.

LEVENT GÖK (Ankara) – Niye çarpıtıyorsunuz? Hiç alakası yok, neyi çarpıtıyorsunuz?

İSMAİL TAMER (Devamla) – Sayın Başkan, hiç öyle o şekilde şey yapmayın, savunulacak bir tarafı yok.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Kesinlikle yok.

LEVENT GÖK (Ankara) – Çarpıtmayın ama.

İSMAİL TAMER (Devamla) - Tam tersi, bir kere buna cevap vermeniz de çok zordur, bunun altından kalkmanızın da zor olduğunu biliyoruz. Şahsen ben bir milletvekili olarak bu çatı altında böyle bir ifadenin kullanılmasını şiddetle kınıyorum, bir genel başkana yakışmadığını da ifade ediyorum. Hiç konuşmanıza gerek yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, sadece otizmli değil, engelli vatandaşlarımızı da göz önüne almamız lazım. Bunları toplumda şefkate, ilgiye, alakaya ihtiyaç hissedilen bozukluklar olarak değerlendirmek lazım. Bu bozukluklar “yaygın gelişme bozuklukları” olarak adlandırılabilir. Bu da 5 şekilde ifade ediliyor, işte, otistik bozukluklar da bunların başında geliyor. Diğer bozukluklar, Asperger bozukluğu, çocukluğun dezintegratif bozukluğu, Rett bozukluğu ve başka türlü bozukluklar olarak sayılabilir.

Otizm spektrum bozukluğu, çocukluk çağı nörogelişimsel bozukluklar içerisinde yer alan, belirtileri yaşamın ilk üç yılı içerisinde ortaya çıkan ve yaşam boyu devam eden, sosyal etkileşim, sözel ve sözel olmayan iletişim problemleriyle ortaya çıkan bir bozukluktur. Tüm dünyada gözüktüğü gibi özellikle sosyoekonomik düzeyi ne olursa olsun tüm ailelerde gözükebilir.

Toplumda otistik bozukluk on binde 3,3’le 16 arasında ama yaygın gelişimsel bozukluk işin içine girdiği zaman da on binde 21 kişide görmek mümkündür. Erkeklerde kızlara göre 3’e 1 oranında ama yaygın olarak düşündüğümüzde de 5’e 1 oranında gördüğümüzü rahatlıkla söyleyebiliriz.

Değerli milletvekilleri, otistik bozukluğun nedenini tam olarak tespit etmek mümkün değildir. Ancak zekâ geriliğinin eşlik edebilmesi, epileptik bozuklukların ve EEG anormalliklerinin sıklığının yüksek olması, diğer tıbbi durumlarla birlikte görülmesi otizmin biyolojik bir bozukluk olduğunu düşündürmektedir. Genetik etmenler ve doğum öncesi, sonrası, doğum anındaki etkenlerle de bunların daha çabuk ortaya çıkması önemlidir.

Otizmin şu anda sahip olduğumuz bilgiler ve yöntemlerle birlikte tedavisinin mümkün olmadığını biliyoruz ancak en erken şekilde bu bozukluğu teşhis etmek durumunda da daha iyi tedavi şekilleriyle beraber bunların beceri özellikleri ortaya çıkarılabilmektedir. O açıdan, özellikle 3 yaşına kadar ne kadar erken tespit edersek bu bozuklukları ileride öğretimle birlikte ortadan kaldırmanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Tabii, bazı çocuklarda özellikle bunların bu çocukların daha fazla etkin olabilmeleri adına çeşitli bulgularla ortaya çıktığı da görülmüştür. Bunlar göz kontağı kuramazlar, gözlerinize baksalar bile kısa süreli ve sizden uzaklara bakıyormuş gibi görünebilirler; huzursuzdurlar, bazıları birtakım ses ve kokuyu daha iyi alır, bazıları alamayabilirler. Bunların en önemli özelliklerinden bir tanesi, etraftaki birtakım değişiklikleri çok kısa zaman içerisinde görür, onu ortadan kaldırana kadar da stres içerisinde olurlar. Rutin olarak görülmeyen ve yapılamayan alışkanlıkları bir şekilde tespit edebilirler. Bu gibi bulgular neticesinde bunları tespit etmemiz mümkündür.

Değerli milletvekilleri, tabii, bizim Hükûmet olarak, bakanlıklar olarak bununla ilgili çok şeyler yaptığımızı rahatlıkla söyleyebilirim. 2 Nisan, tüm dünyada otizm konusunda farkındalık yaratmak amacıyla Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Otizm Farkındalık Günü olarak ilan edilmiştir. “Otizm Farkındalık Ayı” olarak bunu ifade etmişiz ve bireylerin toplumsal yaşama katılımı konusunda farkındalığın ve duyarlılığın artırılmasına yönelik çalışmaları da gerçekleştirmiş bulunmaktayız. Ülkemizde son yıllarda ivme kazanan yeni engelliler politikasının sonucu olarak, engelli bireylerin yaşam kalitelerinin artmasına ve sorunların çözümüne yönelik çalışmalar da ayrıca sürdürülmektedir. Engelli bireylerin yaşam alanlarında karşılaştığı sorunlara yönelik temel haklar ve hizmetlere ilişkin yasal düzenlemeler de ihtiyaç olduğu zaman yapılmaktadır.

En önemli yapmış olduğumuz, otizm spektrum bozukluğu olan bireylere yönelik ulusal eylem planı taslağını bugünlerde hazırlamış durumdayız. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız, ilgili tüm kurum ve kuruluşların otizm konusundaki yükümlülüklerinin yer aldığı söz konusu eylem planını Yüksek Planlama Kuruluna sunmuştur.

Bakanlığımızca, eylem planı taslağı kapsamında, özellikle son yıllarda birçok çalışma daha yapılmıştır.

2014 yılında ve 2015 yılında, Dünya Otizm Farkındalık Günü’nde, ilgili bakanlık ve kurumlarla, üniversite, STK’lar ve özellikle de ailelerin katılmış olduğu organizasyonlar gerçekleştirilerek, bu bozukluk hakkında bilgiler verilmiştir.

2015 yılı içerisinde, Bakanlığımız ve UNICEF Türkiye temsilciliği iş birliğinde, bakımevlerindeki otistik çocuklar için rehabilitasyon modeli oluşturulmasına, Kısa Süreli Ulusal Bireysel Danışmanlık Projesi uygulamalarına, otizmli bireyler için bir rehabilitasyon modelinin kurulmasını hedefleyen projelere imza atmış durumdayız. Eylem planı taslağı kapsamında, otizmli bireylerin toplumsal yaşama katılımını sağlamaya yönelik çalışmalarımız yine aynı şekilde devam edecektir.

Ayrıca, Sağlık Bakanlığımız 2014 yılında 3.500’ü sağlık personeli, 1.500’ü eğitimci, 3.400’ü öğrenciyi ve 6.367’si halk eğitimi olmak üzere 14.767 kişiye farkındalık eğitimi vermiştir.

Yine, 2015 yılında 10.558 sağlık personeline, 3.435 eğitimciye, 10.700 öğrenciye ve diğerleri olmak üzere toplam 53.304 kişiye yine farkındalık eğitimi vermiştir.

Değerli milletvekilleri, biz bu çocukların her zaman yanında olduk ve yanında olmaya da devam edeceğiz. Hiçbir zaman bu çocukları evlerine kapanan, toplum yaşamından uzak olan bir duruma sokmadık. Bundan önceki, 2005 yılında çıkarmış olduğumuz Engelliler Yasası’yla birlikte de engelli çocuklarımızla birlikte bu çocuklarımıza da gerekli desteği verdik, gerekli eğitimleri verdik. Özel eğitimlerine özellikle dikkat ediyoruz. Bundan sonraki dönem içerisinde de bu konunun çok önemli olduğunu ve değerli kardeşim Çetin Bey’in de farkında olduğunu -onun da bir yakınından dolayı- her zaman bu konunun siyasal, partilerüstü bir durum olduğunu ifade ediyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Destekle, destekle.

İSMAİL TAMER (Devamla) – Bu konuya zaten yapmış olduğumuz bu çalışmalardan dolayı destek veremeyeceğimi belirtiyor, hepinize saygı ve sevgilerimi iletiyorum.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tamer.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunacağım…

Sayın Gök…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın konuşmacının konuşması üzerine gene tutanaklara geçmesi açısından söylüyorum efendim.

Sayın Başkan, 17, 25 Aralık yolsuzluk operasyonunda istifa etmiş bir bakanın Rıza Sarraf’a atfen söylediği bir sözü hatırlatan Genel Başkanımızın sözlerini çarpıtmak suretiyle bu konuda ne kadar ciddiyetten uzak olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Genel Başkanımızın zarafeti ve kadınlara verdiği önemi de göz önünde bulundurarak, çarpıtmaya matuf bu sözleri Cumhuriyet Halk Partisi olarak şiddetle reddediyoruz, kabul etmiyoruz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Kadınlara verdiği önemi onlara hakaret ederek mi gösteriyor?

İSMAİL TAMER (Kayseri) – Hiç de çarpıtma falan yok. Ne alakası var çarpıtmayla?

LEVENT GÖK (Ankara) – Ayrıca, 4,5 milyon aileyi ilgilendiren otizm konusunda AKP Grubunun ne yapacağını da yüce milletimizin görüşüne havale ediyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

LEVENT GÖK (Ankara) – Haydi bakalım, haydi vicdanlar, nerede vicdanlar? (CHP ve AK PARTİ sıralarından gürültüler) Otizmi niye kabul etmiyorsunuz, yazık!

İSMAİL TAMER (Kayseri) – Çalışıyoruz, zaten yapıyoruz, kabul edilecek bir şey yok Sayın Gök.

BAŞKAN – İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’in (2/734) esas numaralı, Sosyal Hizmetler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/23)

4/4/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/734) esas no.lu Teklif’imin TBMM İçtüzüğü’nün 37’nci maddesi uyarınca doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ve talep ederim.

                                                                                     Onursal Adıgüzel

                                                                                           İstanbul

BAŞKAN - Teklif sahibi olarak İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’e söz vereceğim.

Buyurunuz Sayın Adıgüzel. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ocak 2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunduğumuz, o tarihten bugüne Komisyonda bekletilen ve gündeme alınmayan (2/734) esas no.lu Teklif’imiz üzerine konuşacağım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu’nda değişikliği öngören yasa teklifimizle biz, engelli vatandaşlarımızın günlük hayatlarını sürdürebilmesi için sağlanan bakım ücretine hane halkı gelirini esas alan gelir şartının kaldırılmasını amaçlamaktaydık çünkü mevcut uygulamayla engelli vatandaşlarımız “engelli bireylerin bağımsızlığı” ilkesi göz ardı edilerek ve “adalet” ve “eşitlik” ilkesine aykırı olarak mağdur edilmektedir. Sadece engelli vatandaşlarımız değil, onların aileleri de mağdur edilmektedir bu uygulamayla.

Aslında mevcut uygulama acı bir gerçeğe de işaret ediyor: Engellilerin Haklarına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi gibi birçok uluslararası sözleşmeyi genelde hemen imzalayan iktidar, ne yazık ki, bunların uygulaması aşamasına geldiği zaman, modern toplumun “engelli” tanımından çok daha uzakta davranışlar içine girmektedir. Hükûmet engelli vatandaşlarımız için hayata geçirmekle övündüğü düzenlemelerin çoğunda, her şeyden önce engellileri birey olarak değerlendirmenin çok daha uzağındadır. Söz konusu düzenlemeler engellileri birer birey olarak güçlendirmek yerine, genelde, birlikte yaşadıkları ailelerine mahkûm kılmaktadır. Her seferinde hayırseverliği merkeze alarak engellileri basit bir acıma duygusunun nesneleri hâline indirgemektedir yaptığımız çalışmalar. Engelli vatandaşlarımızın sorunlarını ötelemekten başka bir işe yaramıyor Hükûmetin bu uygulamaları. Engelli vatandaşlarımızın sorunlarının çözümü onları birey olarak merkeze alan, bütüncül, sosyal politikaların geliştirilmesiyle ancak mümkün olabilir. Bugünkü tablo itibarıyla bu politikaları üretmekten çok uzak olduğumuzu görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devletin resmî istatistik kurumu TÜİK 2010 yılından bu yana ne yazık ki engellilerle ilgili kapsamlı bir çalışma yapmamış. Engellilerle ilgili kapsamlı verilerin olmadığı bir ortamda biz nasıl engellilerle ilgili bütüncül politikalar üretebiliriz, bunları buradan size sormak istiyorum. Engelli vatandaşlarımıza yönelik veriler olmadığı için engellilere yönelik ürettiğimiz politikalar da daha çok genelgeçer politikalar olarak hayata geçirilmektedir. Öte yandan, engellilere yönelik düzenlemelerin sürdürülebilirliğiyle ilgili de ciddi sıkıntılar gözükmektedir.

Değerli milletvekilleri, Devlet Personel Başkanlığı Kasım 2015 verilerine göre kamuda 22.551 engelli kadrosu açık beklemektedir. Mevcut engelli kadrolarının yetersiz olduğunu defalarca dile getiriyoruz ama elimizdeki kotaları bile doldurma gereği duymuyoruz. Bunun sebebini özellikle merak ediyorum. Hükûmet neden mevcut engelli kotalarını doldurmayı bir türlü gerçekleştirmiyor? Bu bakış açısıyla mı engelli vatandaşlarımızı toplumsal süreçlere dâhil edeceğiz?

Diğer bir taraftan, engelli çocuklara yönelik ayrımcılık, şiddet ve istismar ise her gün artarak devam ediyor. Bizim yargımız ise Diyarbakır’da 14 yaşında, yüzde 50 zihinsel engelli bir kardeşimize cinsel istismar uygulayan suçluya, ödül gibi, iyi hâl indirimi vererek şiddet ve istismarı teşvik ediyor ne yazık ki. Yapılan araştırmalara göre, son iki yılda -bunlar sadece medyaya yansıyan araştırmalar- engellilerin yüzde 58’i şiddete, darba ve tacize uğramış.

Diğer bir taraftan, engelli çocuklarımız her türlü eğitimden mahrum bırakılıyorlar. Örneğin, engellilerimizin sadece yüzde 3’ü okul öncesi eğitime ulaşabiliyor, sadece yüzde 35’i de liseye devam edebiliyor bu arkadaşlarımızın.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, engellilerin sorunlarını daha birçok istatistikle özetleyebiliriz ama ben burada daha fazla rakamdan bahsetmeyeceğim. Beş dakikalık bir konuşma engellilerin sorunlarını özetleyemez. Ama biz bu kürsülerden son zamanlarda defalarca rakamlardan, sayılardan bahsediyoruz ama konuştuğumuz bu sayıların, rakamların birer birey, çocuk, eş, evlat, anne, baba, kardeş olduğunu unutmamalıyız. Sayılar, rakamlara sığdırılamayacak kadar büyük acılar yaşıyoruz ülkemizde. “400’e ulaşan şehit.” diyoruz. Şehitlerimize, buradan, Allah’tan rahmet diliyorum. Suruç’ta 33, Ankara Garı’nda 103…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ONURSAL ADIGÜZEL (Devamla) – Bir dakika daha…

BAŞKAN - Sayın Adıgüzel, ek süre uygulamamız yok efendim.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bir selamlamak için Sayın Başkanım.

ONURSAL ADIGÜZEL (Devamla) – Bir selamlama, tamamlamak için ek süre istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Adıgüzel, söz veremiyorum.

ONURSAL ADIGÜZEL (Devamla) – Tamam, teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, 31/3/2016 tarihinde grup başkan vekilleriyle yapılan toplantıda alınan karara göre bütçenin ilk ve son günkü konuşmaları ile genel başkanların konuşmaları hariç hatiplere ek süre verilmeyeceğine ilişkin konuşması

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bu vesileyle bilginize sunmak isterim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının başkanlığında siyasi parti grup başkan vekilleriyle 31 Mart 2016 tarihinde yapılan toplantıda mutabık kalınan birtakım hususlar var. Bu mutabakat Genel Kurul çalışmalarıyla ilgili bazı hususları içeriyor. Bu mutabakat metninin 11’inci maddesine göre bütçenin ilk ve son günkü konuşmaları ile genel başkanların konuşmaları hariç hatiplere ek süre verilmeyecektir. Bundan sonraki uygulamanın bu şekilde olacağını sizlerin bilgisine sunuyorum. Bu tüm Genel Kurulun, tüm siyasi parti gruplarının üzerinde mutabık kaldığı bir konudur. O nedenle uygulamamı yadırgamayın.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bence yanlış Sayın Başkan. Başkanların nezaket kuralları uyarınca nasıl söz alması gerekiyorsa milletvekillerinin de gerekir.

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Önergeler (Devam)

1.- İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’in (2/734) esas numaralı, Sosyal Hizmetler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/23) (Devam)

BAŞKAN – Önerge üzerinde bir milletvekili olarak Ali Şeker, İstanbul Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Şeker. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bugün 5 Nisan Avukatlar Günü. Adaletin tecelli etmesi için emek veren, mücadele eden avukatlarımızın gününü kutluyorum. Adaletin her türlü vesayetten arındırıldığı, talimatla görev yapan sulh ceza mahkemelerinin olmadığı, adalet mücadelesi verenlerin baskı görmedikleri, Cumhurbaşkanının Anayasa’yı tanıdığı bir hukuk sistemini birlikte kurmayı umut ediyorum.

Değerli milletvekilleri, “Barış istiyoruz.” dediği için yandaş yerel medya tarafından aylardır hedef gösterilen Balıkesir Milletvekilimiz Mehmet Tüm’e, önceki gün Balıkesir’de katıldığı bir şehit cenazesinde yapılan faşist saldırıyı kınayarak konuşmama başlamak istiyorum.

Barış istiyoruz, insanlar ölmesin diyoruz, bu kadar net. Faşist çeteler ve onları destekleyenler şunu bilsin ki Türkiye’nin neresinde olursa olsun barış isteğimizi daha gür bir biçimde ifade etmeye devam edeceğiz.

7 Hazirandan bu yana 400 vekil alamadığınız için uygulamaya soktuğunuz kaos planıyla 400’den fazla şehit verdik maalesef, 1.000’den fazla vatandaşımızı kaybettik. Düğmeye basarak kaos planını uygulamaya sokanlar bu planın uygulanmasına bir an önce son versin istiyoruz. Çatışma ortamının son bulması için yüce Meclisimizde 4 parti bir araya gelerek sorumluluğumuzun gereğini yerine getirelim. Yeni şehitler, yeni gaziler gelmesin, yeni can kayıpları yaşanmasın ve yeni engelliler yaratılmasın istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde hayatlarını güçlükle sürdürmeye çalışan engelli vatandaşlarımızla ilgili olarak verilen kanun teklifiyle ilgili söz almış bulunmaktayım. Milletvekili arkadaşım Onursal Adıgüzel teklifin gerekçesini biraz önce anlattı. Engelli hakları, engel durumu nedeniyle engellilerin engelsiz bireyler gibi eşit haklara erişiminin sağlanması için pozitif ayrıcalık tanınması gereken haklardır.

Devlet, engelli vatandaşların haklarını vermek adına vergi toplamaktadır herkesten. Engelli bireyin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını ailesinin üzerine bırakmamalı, bu konuda sosyal devlet olma sorumluluğunu yerine getirmelidir devletimiz. 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun’a göre, engellilerin tüm hak ve hizmetlerden yararlanması için fırsat eşitliğinin sağlanması, engellilerin bağımsız yaşayabilmeleri ile topluma tam ve etkin katılımları için erişilebilirliğin sağlanması, engellilerin ve engelin ortadan kaldırılması için, engellilerin istismarının önlenmesi için her türlü önlemi almak durumundadır. “Engelliliğe dayalı ayrımcılık yapılamaz, ayrımcılıkla mücadele engellilere yönelik politikaların temel esasını oluşturuyor.” demektedir bu yasa.

Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ne tarafız biz de. 3 Aralık 2008’de bu sözleşme Meclisimiz tarafından onaylandı, 28 Ekim 2009 tarihinde yükümlülüklerini yerine getirmek için Türkiye’yi bağlayıcı kıldı. Ama, bu tarih sürekli olarak ertelendi ve yıl 2016 oldu, biz hâlâ yükümlülüklerimizi yerine getirmedik.

Onursal arkadaşımızın verdiği rakamlardan birisini özellikle hatırlatmak istiyorum sizlere. Devletimizin 2 milyon 100 bin memur kadrosu var, yasaya göre 63.207 engelli kadrosu olması gerekiyor ama kadrolu olarak çalışan engelli 40.656. Yüz binlerce işsiz engelli varken 22.500 devlet kadrosu, engelliler için ayrılan kadro boş olarak tutuluyor. Bu boş kadrolara rağmen, yasal hakları olmasına rağmen çalışmak isteyen engelli vatandaşlarımız memur kadrosuna alınmıyorlar. Devlet koyduğu kanunları devlet kadrolarında bile yaşama geçirmezken, devlet bile kendi kurallarına, kanunlarına uymazken çıkarılan yasalar ne işe yarar?

Daha pratik bir örnek vereyim: Görme engellilerin ulaşımının daha rahat ve güvenli olması için kaldırımlara çekilmiş olan sarı kabartılı bantlar var. Birçok belediye bu şeritlerin arasına otobüs durakları koyuyor; burada, bu fotoğrafta gördüğünüz gibi. Şubat ayında ve Gaziantep’ten, eski aile ve sosyal hizmetlerden sorumlu Bakan Fatma Şahin’in Belediye Başkanı olduğu yerden bu resim. İçinden görme engelli yolu geçen otobüs durağı burada gördüğünüz.

Saygıdeğer milletvekilleri, engeller beynimizde başlar ve biter. Bunları bir sorun olarak algılayıp çözmek ve hayatı kolaylaştırmak bizim elimizde. Verdiğimiz kanun teklifi engellilere bakım desteğinin gelir şartına bağlanmasını düzenleyen, bu şartlar nedeniyle engellilerin yaşadığı mağduriyeti ortadan kaldırmaya yönelik bir tekliftir. Gelin, hep birlikte sorunu ortadan kaldıralım ve bu problemi birlikte çözelim istiyoruz.

Hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şeker.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Alınan karar gereğince, sözlü soru önergeleriyle diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

1 Nisan 2016 tarihli 65’inci Birleşimde İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülen 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın ikinci bölümünde yer alan 19’uncu madde üzerinde İstanbul Milletvekili Hüda Kaya ve arkadaşlarının önergesinin oylama işleminde kalınmıştı.

Şimdi önergeyi hatırlatmak amacıyla tekrar okutup oylarınıza sunacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 19’uncu maddesinin tasarıdan çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Hüda Kaya (İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 19’uncu maddesinin (2)’nci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. 31.03.2016

"(2) Birinci fıkrada sayılanlar başkanın yetkilendirmesi halinde tüm kamu kurum ve kuruluşları ile diğer gerçek ve tüzel kişilerden ilgili bilgi ve belgeleri istemeye, incelemeye ve bunların örneklerini almaya, ilgililerden yazılı ve sözlü bilgi almaya, özgürlüğünden mahrum bırakılan ya da koruma altına alınan kişilerin bulundukları cezaevleri ve tutukevlerini, ıslahevlerini, gözetleme merkezlerini, rehabilitasyon merkezlerini, geri gönderme merkezlerini, karakolları, hastane hükümlü koğuşlarını ziyaret etmeye, buralarda inceleme yapmaya ve gerekli tutanakları düzenlemeye, kötü muameleye maruz kaldığı iddia edilen kişi ya da kişilerle görüşmeye yetkilidir. Kamu kurum ve kuruluşları ile diğer gerçek ve tüzel kişiler kurumun ziyaretlerini kolaylaştırmak ve taleplerini gecikmeksizin yerine getirmek zorundadırlar.”

Ahmet Akın (Balıkesir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı önerge üzerinde Nihat Yeşil, Ankara Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Yeşil. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Yeşil, süreniz beş dakikadır.

NİHAT YEŞİL (Ankara) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 19’uncu maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Avukatlar Günü’nüzü de ayrıca kutluyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, insan haklarının geliştirilmesi konusunda çalışmak ve bu alanda ışık tutacak katkılar sunabilmek her insan için bir onurdur. Bu onuru hepimizin iyi niyetle paylaşması gerekir. Her insan dil, din, ırk, cinsiyet, felsefi ya da siyasi düşünce ayrımına tabi tutulmadan, güven içinde ve özgür biçimde yaşamı hak eder. Bu sebeple, hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi, insanın insana zulmünün ortadan kaldırılması ve insanlar arasında eşitlikçi bir anlayışın gelişmesi elbette hepimizin ortak amacı olmalıdır. Biz bu konuda herkese güvenmek istiyoruz. İnsan hakları konusuna tamamen ön koşulsuz yaklaşıyoruz ancak bu konuda ülke olarak sınıfta kaldık.

İnsan Hakları Derneğinin tespitlerine göre, sadece 2015 yılında insan haklarının ihlalinde 348 kadının şiddet ve tecavüz sonucu öldürüldüğü, 186 çocuğun cinsel istismara uğradığı, 188 çocuğun darp ve işkenceye uğradığı ve 55 çocuğun da bu sebeple yaşamını yitirdiği, 1.379 kişinin gözaltında işkenceye ve kötü muameleye maruz bırakıldığı, 31 gazetecinin cezaevlerinde tutulduğu, 5 gazete matbaası, 3 gazete bürosu, 1 dergi, 9 dergi bürosu, 1 yayınevi, 2 televizyon kanalı baskını, 1 dernek binası olmak üzere basına yönelik toplam 26 tane saldırı yapıldığı tespit edilmiştir. Gerçekleşen 77 ırkçı ve ideolojik saldırıda 1.523 kişi yaralandığı ve 2 kişinin bu olaylarda öldüğü, 26.851 İnternet sitesinin erişime yasaklandığı, 545 toplantı ve gösteriye güvenlik güçlerinin müdahale ettiği, aralarında siyasi partilerin ve derneklerin de bulunduğu 68 kuruma güvenlik güçlerinin baskın yaptığı, Karaman’daki Ensar Vakfında 45 çocuğun tecavüze uğradığı, on dört yıllık AKP iktidarında daha saymakla bitiremeyeceğimiz binlerce hak ve özgürlük ihlalinin yaşandığı bir Türkiye’de gerçek anlamda insan hak ve özgürlüklerinden söz edebilir miyiz? Bu koşullarda vatandaşlarımızın AKP iktidarına güvenmesi mümkün müdür? Biz ne kadar iyi niyetli olmaya çalışırsak çalışalım yaşananlar ortadadır. AKP’nin on dört yıldır sürdürdüğü politikalar her alanda olduğu gibi insan hakları konusunda sınıfta kalmıştır.

Saygıdeğer milletvekilleri, görüşülen kanun tasarısında belirtilen, ülkemizde insan haklarının korunması, ayrımcılıkla mücadele, işkence ve kötü muameleye karşı ulusal ihlalleri önlemeye yönelik bir kurumun kurulmasına elbette biz de tarafız ve istiyoruz. Ancak, hazırlanan kanun tasarısı, insan haklarını koruması, insan hak ve özgürlüklerini kullanması öngörülen kurumun yapısı ve işlevi yönünden son derece eksik ve sorunludur. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından ortaya konulan Paris İlkeleri açık ve nettir. Görüşülmekte olan kanunda kurulması öngörülen İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu da Paris İlkelerine uygunluk göstermek zorundadır ancak tasarı bu zorunluluğu karşılamıyor.

Ayrıca, tasarının ayrımcılık kavramını gerektiği şekilde ve açıkça tanımlamadığı görülüyor. Hangi ayrımcılık türlerinin insan hakları ihlaline neden olduğunu nasıl belirleyeceksiniz?

Bunun yanında, tasarıda oluşturulması öngörülen kurulun yapısı bizleri endişeye düşürüyor. 11 üyeden oluşan kurulun 8 üyesinin Bakanlar Kurulu tarafından, 3 üyesinin de Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi insan hakları ihlallerinin tespitinde ve önlenmesinde Hükûmetin müdahalesini açık ve mümkün kılıyor.

Ayrıca, İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının, demokratik kitle örgütlerinin ve ülkemizde insan hakları konusunda çalışma yürüten bağımsız kuruluşların görüşleri alınmadan hazırlanmıştır. Hükûmet, bu konuda tekçi bakış açısını koymakla mükellef…

Bu çerçevede, tasarının geri çekilerek ulusal ihlalleri önleme mekanizması içinde, hukuk mevzuatının insan haklarına dair eksiklerini de dolduracak ciddi ve ayrı bir yasa için çalışma yapılması gerekmektedir. Milletvekili olurken bu kürsüde hepimiz, toplumumuzun huzuru ve refahı için millî dayanışma ve adalet anlayışıyla herkesin insan haklarından ve temel özgürlüklerden yararlanmasını hedef edindik ve bu konuda şeref sözü verdik.

Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yeşil.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi, son önergeyi okutup işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 19’uncu maddesinin (1)’inci fıkrasındaki “İnsan Hakları ve Eşitlik Uzman Yardımcıları ve Başkan tarafından görevlendirilen diğer Kurum personeli” ibaresinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Ruhi Ersoy (Osmaniye) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Katılmıyoruz Başkan.

BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Muharrem Varlı, Adana Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Varlı. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

MUHARREM VARLI (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu yasa “Avrupa Birliği uyum” adı altında çıkartılan bir yasa, Avrupa Birliği istediği için, zorladığı için çıkartılan bir yasa ve bununla birlikte mülteci kabulü yapılırsa ve birçok yasa çıkartılırsa altıncı aydan sonra beyefendiler de lütfederse Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşlarının vizesiz dolaşım hakkı elde edilecek. Tabii, bununla ilgili istedikleri, bize dikte ettikleri, dayattıkları birçok şey var, biz de sanki bunlara çok ihtiyacımız varmış, onlardan alınacak çok ders varmış gibi veya onlardan öğreneceğimiz şeyler varmış gibi bu yasalarla uğraşıyoruz.

Bir defa, insan hakları konusunda Avrupa önce kendisine bakmalı. Yani bizim, Avrupa’dan insan hakları konusunda alabileceğimiz hiçbir ders yok ki. Yani onlar dün Afrika’yı işgal ettiklerinde oranın bütün tabii kaynaklarını sömürdüler, insanları aldılar, götürdüler, kendilerine köle yaptılar; Amerika’yı işgal ettiklerinde, Amerika Kıtası’nı keşfettiklerinde Kızılderilileri yok ettiler, Kızılderili’nin nesli kalmadı. Dolayısıyla, yine kendi aralarındaki savaşlarda Yahudileri fırınlara atarken bizim atalarımız Yahudileri aldılar, kendilerini burada misafir kabul ettiler ve yerleştirdiler, onların yaşamasına müsaade ettiler. Onun için, bizim, Avrupa Birliğinden bu manada, Avrupa ülkelerinden bu manada alabileceğimiz hiçbir ders yok ama biz neyin ezikliğini yaşıyoruz, neyi bu manada haykırıp söyleyemiyoruz anlayamadığımız nokta burası. Yani 3 milyar avro veya 6 milyar avro karşılığında, burada hayatlarını riske atarak, kimisi boğularak, kimisi boğulmayı atlatarak Avrupa’ya gitmiş mültecileri tekrar geri kabul ediyoruz yani sanki Türkiye’de yaşayan onca Suriyeli yetmiyormuş gibi bir de onların gönderdikleriyle biz burada uğraşacağız.

Yani, bakın, değerli arkadaşlarım, Türkiye’de hırsızlık arttı, fuhuş arttı, adam öldürme, darp attı, kapkaç arttı, artık insanların can emniyeti yok, mal emniyeti yok. Akşamüzeri bir bakıyorsunuz bir bağırtı çöküyor, ne oldu? Birinin evini soymuşlar. Koştur koştur oraya gidiyorsun. Ne oldu? Suriyeliler girmişler, soymuşlar. Yani ben o insanları hor görmüyorum, asla böyle bir mana çıkmasın, Allah onlara yardım etsin, Allah kimseyi vatansız bırakmasın, Allah kimseyi vatanından kaçmak zorunda bırakmasın. Ama onları bu duruma düşürenlere lanet olsun. Yani onları hangi hakla bu duruma düşürdüler? Kimler düşürdü, kimler bunun destekçisi oldu, Allah onların belasını versin. Ben onları yadırgamıyorum, insanlar aç. Yani böyle bir atasözü var ama biraz argo olur, burada söylemek istemiyorum. Neyse…

Değerli arkadaşlarım, yani, biz, vizesiz dolaşım hakkı alacağız diye, Avrupa Birliği bize bunu verecek diye, bize dayattıkları birçok yasayı çıkartmakla şu anda mükellefiz. İşte insan hakları konusu da bunlardan bir tanesi. Demin de söylediğim gibi, onlar Afrika’nın madenine talipken bizim atalarımız Afrika’ya gittiklerinde oraya hizmet götürmüşler, bizim atalarımız Balkanlara gittiklerinde oraya köprü götürmüşler, han götürmüşler, hamam götürmüşler ve -insanlara insanca yaşamayı- dinî vecibelerini dahi serbest bırakmışlar ama bugün Avrupalı, gittiği her yere kötülük götürmüş, kan götürmüş, gözyaşı götürmüş. İşte Afganistan, işte Irak, işte Suriye yani gözümüzün önünde en basit yaşadığımız, gördüğümüz ülkeler bunlar. Yani bir karıştır, birbirine düşür, ondan sonra onlar birbirini gırtlaklarken sen silah sat, zengin ol ve o ülke birbiriyle uğraşırken, birbirini yerken git oraya konuşlan, o ülkenin tabii kaynaklarını al, kendi cebine doldur, kendi vatandaşlarına götür. Bunların anlayışı bu. Onun için, onlardan bizim alabileceğimiz hiçbir ders yok. Onların vatandaşları bizden çok daha kıymetli değil. Onların insanlarının hayat tarzı bizden çok daha önemli olmamalı. Ama bugün baktığımız zaman, Avrupalı, kendi insanının hayatını korumak, kendi insanına daha iyi hayat yaşatabilmek için başka ülkelerin insanlarını ezip, başka ülkenin insanlarını ayaklarının altına alıp onların her türlü haklarını, hukuklarını ellerinden almaya çalışıyor.

Onun için, bu manada bizim Avrupa Birliğine vereceğimiz çok şey var, anlatacağımız çok şey var ama Avrupa Birliğinden alacağımız hiçbir şey yok. Avrupa devletlerinden alacağımız hiçbir şey yok. Onlar önce Afrika’nın hesabını versinler, onlar önce Kızılderililerin hesabını versinler.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Varlı.

Görüşmesini tamamladığımız son önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

19’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Birleşime kırk beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.31

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.19

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Ömer SERDAR (Elâzığ), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

20’nci madde üzerinde üç adet önerge vardır, önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 20’nci maddesinin (3)’üncü fıkrasının "İnceleme ve araştırma konusuyla ilgili olarak gerek görülmesi hâlinde Başkan ya da kurul tarafından alınacak kararla, tanık veya ilgili kişileri dinlemek üzere ücreti Kurum bütçesinden ödenmek üzere bilirkişi görevlendirilebilir." şeklinde düzeltilmesini arz ve teklif ederiz.

 

        Deniz Depboylu                             Mustafa Mit                               Nuri Okutan

              Aydın                                       Ankara                                      Isparta

      İsmail Faruk Aksu                            Zihni Açba                             Mehmet Erdoğan

             İstanbul                                     Sakarya                                      Muğla

           Arzu Erdem                              Erkan Haberal                               Ruhi Ersoy

             İstanbul                                     Ankara                                    Osmaniye

      Mehmet Ali Aslan

              Batman

BAŞKAN – Şimdi, diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 20’nci maddesinin (3)’üncü fıkrasının tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

 

           Ahmet Akın                              Mahmut Tanal                          Onursal Adıgüzel

            Balıkesir                                    İstanbul                                     İstanbul

         Tahsin Tarhan                             Şenal Sarıhan

              Kocaeli                                      Ankara

BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 20’nci maddesinin tasarıdan çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

        Çağlar Demirel                            İdris Baluken                         Bedia Özgökçe Ertan       

           Diyarbakır                                 Diyarbakır                                      Van

  Mahmut Celadet Gaydalı                     Kadri Yıldırım                            Sibel Yiğitalp

               Bitlis                                        Siirt                                     Diyarbakır

      Mehmet Ali Aslan

              Batman

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Mehmet Ali Aslan, Batman Milletvekili.

Buyurun Sayın Aslan. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

MEHMET ALİ ASLAN (Batman) – Sayın Başkan, Sayın Divan ve değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, altı bin yedi yüz altmış altı yıldır kutlanan; Asuri, Süryani, Keldani ve Aramilerin Akito Bayramı’nı kutluyoruz. Ta Akadlardan, Asurlardan ve Babiller döneminden beri kutlanmaktadır. Süryanice olarak da “…”(x) şeklinde bir kutlama yaptım.

Ve bugün 5 Nisan Avukatlar Günü, avukatlarımızın da Avukatlar Günü’nü kutluyoruz. Ama avukatlar maalesef artık avukat tutar hâle gelmiştir bu son süreçte. Bu anlamıyla da Allah onlara ve bizlere yardımcı olsun.

İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’yla ilgili konuşuluyorken, maalesef, hâlen çok aleni bir şekilde insan hakları çiğnenmektedir. Örneğin, geçen hafta araştırma önergemiz vardı, hayatını yitiren Bediüzzaman’la ilgili, Şeyh Sait’le ilgili, Seyit Rıza’yla ilgili; hâlâ kabirleri bulunmuş durumda değil ve maalesef, hâlâ Saidi Nursi-Saidi Kürdi tartışmaları yapılıyor. Bu da ölmüş insanların kemiğini sızlatan… Ve bu tartışmalardan, eminim, şu anda ruhen de rahatsız olmaktadırlar. Saidi Kürdi’yi kabul etmeyen, Saidi Nursi’yi anlamamıştır; Saidi Nursi’yi de kabul etmeyen, Saidi Kürdi’yi anlamamıştır. Bediüzzaman’ın konjonktürel olarak, siyasi ve politik gelişmelere paralel olarak kullanmış olduğu isimler vardır. “Eski Sait”, “Yeni Sait”, “Ebu Lâşey”, “İbnüzzaman” gibi çokça lakap ve isim kullanmıştır, bu yönüyle de bir bütün olarak Bediüzzaman’dır. Irki tartışmalardan uzak tutulması gerekiyor. Biz onun fikirlerine, eserlerine, külliyatına önem veriyoruz; ırkı tabii ki tartışma konusu yapılmamalıdır.

Az önce bir hatip arkadaş güzel söyledi, Avrupa kriterlerini eleştirdi. Tamam, biz, Cenevre Sözleşmesi’ni, Paris Sözleşmesi’ni, Varşova’yı, Avrupa uyum yasası kriterlerini, Magna Carta’yı bir tarafa bırakalım; buyurun, İslam tarihi içindeki referansları ele alalım. Örneğin, Hilful Fudul diye bir anlaşma vardır. Peygamber (AS) 20 yaşındayken, peygamberliği gelmeden, önce Mekke’ye gelen hacılara bir şekilde zulmediliyordu, malları ellerinden alınıyordu. En sonunda kalkıp ne dendi? Mekke ehli toplanıp dedi ki: “Biz bu zulmü kabul etmeyelim. Biz bütün kabileler bir araya gelip bir komisyon oluşturalım.” Ve o komisyonda kimler yer alıyordu? Müşrikler vardı, Hristiyanlar vardı, Hanif dinine mensup kabileler vardı. Bunların ortaklaştığı bir şekilde, bugünkü anlamıyla, insan hak ve hukukunu savunacak bir komisyon oluşturuldu yani parlamentonun tek bir grubundan oluşturulmadı. Bugün oluşturulan komisyonun 8 üyesi bakanlar tarafından, 3 üyesi Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Bu, İslam’ın o referanslarına da aykırıdır. Aynı şekilde, Medine Vesikası da aslında bu oluşturulan kurulla ilgili… Daha doğrusu, bu kurul çelişiyor çünkü Medine Vesikası’nda da bütün etnik, dinî azınlıkları temsil eden insanlar vardı ve o şekilde adalet daha fazla tecelli ediyordu.

Ben sözlerimi bitirip sizleri saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Karar yeter sayısı talebi olduğu için oylamada karar yeter sayısını arayacağım.

Kabul edenler… Etmeyenler…

Karar yeter sayısının olup olmadığı konusunda Başkanlık Divanında tereddüt oluşmuştur. O nedenle oylamayı elektronik cihazla yapacağım.

Oylama için iki dakika süre veriyorum.

Oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.29

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.36

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Ömer SERDAR (Elâzığ)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 20’nci maddesi üzerinde Batman Milletvekili Mehmet Ali Aslan ve arkadaşlarının önergesinin oylaması sırasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.

Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 20’nci maddesinin (3)’üncü fıkrasının tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

Şenal Sarıhan (Ankara) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Katılmıyoruz Muhterem Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Şenal Sarıhan, Ankara Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Sarıhan. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Değerli Başkanım, değerli kâtip üyeler, milletvekili arkadaşlarım ve çalışan arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bir süredir görüşmekte olduğumuz yasa tasarısının 20’nci maddesi üzerinde konuşmam gerekiyor. Bu konuda çalışanlara, uzman olarak çalışanlara tanık dinleme yetkisi veriliyor. Şimdi, tanık dinleme yetkisinin yargıca ait bir yetki olduğu hepimizin malumudur. Belki özel idari soruşturmalar için tanık dinleme gibi bir usul olabilir ama İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu gibi bir kurumda hem tanık dinleme yetkisinin verilmesi hem de usulsüz bir biçimde tanıkların dinlenmesinden sonra bilirkişi raporu gibi bu raporların değerlendirilerek yargının yetkisine müdahale edilmesi konusundaki düzenlemelerin açıkça hem iç hukukumuz yönünden hem de uluslararası hukuk yönünden önemli ayrılıklar, önemli sorunlar yaratacağı ortada. Öylesine alelacele düzenlenmiş bir tasarıyla karşı karşıyayız ki -bunu daha önce de ifade etmeye çalıştık- tasarı üzerinde arkadaşlarımızın, gerek insan hakları alanında çalışan arkadaşlarımızın gerekse hukuk bilgisi olan arkadaşlarımızın bir arada oturarak bir alt komisyonda...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda bir uğultu vardır. Lütfen efendim...

AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Hayır efendim, kadın hakları savunucularından merak ettiklerimiz vardı, onun için uğultu.

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri...

Buyurunuz Sayın Sarıhan.

ŞENAL SARIHAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi insan hakları konusunu konuştuğumuz bugün, aynı zamanda hem polisle ilgili hem de avukatla ilgili yani güvenlik alanında çalışmakta olan ya da hakkın teslimi alanında çalışmakta olan iki kesimle ilgili de bir gün kutlamasında bulunduk. Bu kutlamalarımız sırasında, Avukatlar Günü üzerinde ben de birkaç şey söyleyerek bu tasarıyla da bağlantısını ifade etmek istiyorum.

Elimizdeki tasarı, işkence, zalimane muamele ve kötü muameleyle ilgili olarak, bu muameleden etkilenecek olan kesimlerin bulundukları yerlerin kontrolü konusunda, izlenmesi konusunda, oralarda insan haklarına uygun muamelenin yapılması konusunda kuruma yetki veriyor. Bu yetkiyi imzalamış olduğumuz sözleşmeye bağlı olarak -ki sözleşmenin imzalanma tarihinden itibaren bir yıl içinde bizim bir yasa yürürlüğe koymamız gerekiyordu, bunu yapamadık, daha doğrusu farklı bir biçimde yaptık- insan hakları inceleme kurulu gibi bir kurul oluşturduk ancak oluşturduğumuz kurul, oluştuğu tarihten altı ay sonradan başlamak üzere, bütün uluslararası denetim mekanizmalarınca yetersiz, eksik olarak görüldü.

Şimdi, sadece imzalamış olduğumuz sözleşme, ki sözleşmenin imzalanmasından da yıllarca sonra aslında bu yasa tasarısı gündeme gelmiş oluyor, bu tasarı üzerinde yeni bir düzenleme yapmaya çalışıyoruz. Olumlu bir noktaya da değinmek istiyorum, aynı zamanda kapalı kurumların incelenmesi konusunda uluslararası sözleşmeyi de aşan bir düzenleme yapıyoruz. Ama, içinde bulunduğumuz bu tasarının hazırlanışı sırasında kimlerin bu incelemeleri yapacağı yani hangi kurulların, hangi yetkilerle donatılmış olan kurumların yapacağı konusunda ciddi bir sorun var. Nedir o sorun? Kabul edip geçirmiş olduğumuz, daha doğrusu kabul ederek geçirmiş olduğunuz tasarının ilgili maddesinde kurul üyelerinin 3’ü Cumhurbaşkanı tarafından, diğerleri ise Bakanlar Kurulu tarafından belirleniyor. Şimdi, olumlu olana da işaret ettim, olumlu gördüğüm noktaya da işaret ettim ama aynı sözleşmede der ki: “Bu kurullar çoğunlukla insan hakları alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarından ya da insan hakları alanında çalıştığı ve isim yaptığı bilinen insanlar arasından belirlenir ve her hâlükârda bağımsız ve yansız olması gerekir.” Şimdi, arkadaşlar, Allah aşkına, Bakanlar Kurulu kimi temsil eder? Hükûmeti. Cumhurbaşkanı, bugünkü hâliyle de, başka türlü de olsa, yine idareye yakın olan bir yetkilidir. Peki, bunun, bağımsız bir şekilde, yansız bir şekilde bu incelemelerin yapılması bugünkü yapıyla nasıl mümkün olacaktır? Olmayacaktır değerli arkadaşlar. Burada yasa yaparken eğer biz insan haklarını temel almazsak ve o temel üzerinden yeni yasalar inşa edemezsek hepimiz zor durumda kalacağız, bunu bilgilerinize sunmak istiyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sarıhan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum…

LEVENT GÖK (Ankara) – Yoklama talebimiz var.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

BAŞKAN – Yoklama talebi vardır.

Yoklama talebinde bulunan sayın milletvekillerinin önce isimlerini tespit edeceğim.

Sayın Gök, Sayın Altay, Sayın Torun, Sayın Sarıhan, Sayın Yalım, Sayın Gürer, Sayın Bayır, Sayın Altaca Kayışoğlu, Sayın Kuyucuoğlu, Sayın Zeybek, Sayın Yıldız Biçer, Sayın Tanal, Sayın Özdemir, Sayın Kayan, Sayın Akyıldız, Sayın Sertel, Sayın Salıcı, Sayın Akkaya, Sayın Özkan, Sayın Yüksel.

Yoklama için iki dakika süre vereceğim ve yoklama işlemini elektronik cihazla yapacağım.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 20’nci maddesinin (3)’üncü fıkrasının "İnceleme ve araştırma konusuyla ilgili olarak gerek görülmesi hâlinde Başkan ya da kurul tarafından alınacak kararla, tanık veya ilgili kişileri dinlemek üzere ücreti Kurum bütçesinden ödenmek üzere bilirkişi görevlendirilebilir." şeklinde düzeltilmesini arz ve teklif ederiz.

Erkan Haberal (Ankara) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Sayın Erkan Haberal, Ankara Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Haberal. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

ERKAN HABERAL (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün itibarıyla 7 Hazirandan bu yana 451 şehidimiz, yılbaşından bu yana 192 şehidimiz vardır. En son dün Nusaybin’de 1 binbaşı ve 1 uzman çavuşumuzu ve dün gece de Silopi’de Rize Pazar Sitor köyünden Yaşar Yavaş isimli Özel Harekâtçı kardeşimizi şehit verdik. Hepsinin yeri, mekânı cennettir. Kalbimiz, gönlümüz, her şeyimiz onlarla beraberdir, aileleriyle beraberdir.

Ayrıca, Azerbaycan’da verdiğimiz 16 şehit kardeşimizi saygıyla anmak isterim buradan. Dünyanın neresinde bir Türk şehit olursa bizim için bu milletin şehididir, Türkiye’nin şehididir, Türk milletinin şehididir. Azerbaycan demişken özellikle altını çizmek istediğim bir şey var, Azerbaycan’da yaşayan insanlar Azeri değil, Türk milletidir, Türk halkıdır. “Azeri” ismi, Sovyet Rusya’nın asimilasyon projesidir, ayrıştırma projesidir, farklılaştırma projesidir, özellikle Türk milletine karşı cumhuriyet döneminden önce başlattığı bir dayatma projesidir. Orada yaşayan vatandaşlarımızın, Azerbaycan’da yaşayan Türklerin bize söyledikleri bir şey vardır, “Bize ‘Azeri’ diye bir siz, bir de bizim kuzeyimizdekiler söylemektedir.” demektedirler. Onlar, Türk milletinin bir ferdidirler.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz yasa tasarısı genel itibarıyla insan hakları ihlallerini direkt ilgilendirmesi bakımından eksik ve felsefe açısından sorunludur. Tasarının en başındaki ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik ilkesi, adı içinde hazırlayanların kendi düşüncelerini ön plana koydukları tasnif zaten isme karşıdır, vicdanlarda gerçekten ciddi bir soru işareti bırakmıştır. Milliyetçi Hareket Partisinin bu konudaki temsilcisi olan milletvekilimizin yasa tasarısındaki muhalefet şerhinde de böyle bir kurumun oluşturulmasına olumlu bakılmış lakin özellikle Anayasa’nın 10’uncu maddesine atıfta bulunularak eşitlik ilkesinin zedelenebileceği vurgusu yapılmıştır. İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu kurulurken toplumumuzdaki bütün insanlarımızın temsilcileri olan siyasi partilerin görüşlerine yer verilmemesi ve bu kurumda yeterince, hatta hiç temsil edilmemeleri İnsan Hakları Kurumu değil, iktidar hakları kurumu olarak isimlendirilmesine sebebiyet vermesine neden olacaktır.

20’nci maddede yer alan bilirkişi görevlendirmesi ve tanık dinlenmesi unsurları özü mahiyetiyle karşı çıkamayacağımız, destek olmamız gereken ifadelerle dolu olsa da bu ülkede ekmekten, sudan, etten, elektrikten, petrolden, her türlü alın terinden vergi alınıyorsa, bir gelir getirmesi bakımından da bilirkişiden de vergi alınması Anayasa’nın gereğidir, kaçınılmazdır. Eğer vergilendirme yapıldıktan sonra bilirkişi ücretinin düşeceği zannıyla bu tahdit getirilmiş ise ek göstergelerde yapılacak değişikliklerle bu durum bilirkişinin lehine pozitif olarak düzeltilebilir.

20’nci maddenin (3)’üncü bölümünde yer alan araştırmaya yetkili kurum personelinin tanık dinleyebileceği, izni ise soru işaretleriyle doludur. Tanık olan kişilere ücretlendirme yapılıp yapılmayacağı, hangi koşullarda çağırılıp çağırılmayacağı belirtilmemiştir. Bilirkişilerin yaptıkları görevle aynı yoğunlukta olmasa da tanık olarak gelmenin, beklemenin, zaman ayırmanın da bir bedeli, bir karşılığı olmalı diye düşünmekteyiz. Kurumun bilirkişi ve tanık ifadeleriyle kendisini yargı kurumu yerine koyması, çok ayrı cezai yaptırımlarda bulunması Anayasa’ya aykırılık teşkil edecektir. Kuruluş yapısı dolayısıyla siyasi iktidarın yeni bir sopalı susturucu hâline gelmesi bu yasayla mümkün olacaktır.

Bu duygu ve bu düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Haberal.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum…

LEVENT GÖK (Ankara) – Yoklama istiyoruz efendim.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunacağım ancak bir yoklama talebi vardır, bu nedenle, yoklama işlemini gerçekleştireceğim. Önce yoklama talebinde bulunan milletvekillerini ismen tespit edeceğim, daha sonra da elektronik cihazla oylama yapacağım.

Sayın Gök, Sayın Sarıhan, Sayın Altay, Sayın Sertel, Sayın Bayır, Sayın Yedekçi, Sayın Yalım, Sayın Zeybek, Sayın Kuyucuoğlu, Sayın Akyıldız, Sayın Kayan, Sayın Özdemir, Sayın Tanal, Sayın Usluer, Sayın Tuncer, Sayın Akkaya, Sayın Torun, Sayın Yüksel, Sayın Durmaz, Sayın Karabıyık.

Yoklama için iki dakika süre veriyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

20’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 20’nci madde kabul edilmiştir.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Demirel…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - İç Tüzük 60’a göre yerimden söz istedim ama sanırım fark etmediniz.

BAŞKAN – Buyurun, mikrofonunuzu açıyorum Sayın Demirel.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

29.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, 5 Nisan Avukatlar Günü’ne, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’yi andığına ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanına yönelik cinsiyetçi ifadelerini HDP Grubu olarak kabul etmediklerine ilişkin açıklaması

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Bugün 5 Nisan, dolayısıyla ben ilk önce hukukçuların, avukatların Avukatlar Günü’nü kutlayarak başlamak istiyorum.

Bu arada, Diyarbakır Baro Başkanımız Sayın Tahir Elçi’yi de anmak istiyorum bu vesileyle.

Sayın Başkan, Genel Kurulda birçok konuyu gündeme getiriyoruz, konuşuyoruz, siyasi partilerin iktidara yönelik, bakanlara yönelik, çalışma alanlarına yönelik çok güçlü eleştirileri vardır. Burada biz de partimiz adına bu eleştirilerimizi her zaman dile getirdik, dile getirmeye devam edeceğiz.

Bildiğiniz gibi, dün 2 gensoru getirdik. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanına karşı, yapmış olduğu ve söylediği söylemlerden kaynaklı gensoru önergemizi buraya getirdik ve burada güçlü bir muhalefet gerçekleştirdik ama özellikle, patentinin AKP bakanlarına ait olduğu bilinse de bugün CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanına karşı, bir kadına karşı cinsiyetçi ifadelerini kabul etmediğimizi bir kez daha buradan ifade etmek istiyorum. Yalnız, gerçekten, Parlamento gruplarında ve AKP Grubunun -daha önce de gördük- ve milletvekillerinin erkek egemen zihniyetiyle kadına yönelik cinsiyetçi yaklaşımlarını bu Parlamentonun kabul etmemesi gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Bu cinsiyetçi yaklaşımları, söylemleri, kim tarafından söylenirse söylensin, kadın grubumuz ve HDP Grubu olarak asla kabul etmediğimizi ve etmeyeceğimizi bir kez daha Genel Kurula sunmak istiyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN - 21’inci madde üzerinde üç adet önerge vardır, önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 21’inci maddesindeki “münhasıran” ibaresinden sonra “eşitlik ilkesi ve” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

   Deniz Depboylu                                     Mustafa Mit                                        Nuri Okutan

          Aydın                                               Ankara                                               Isparta

İsmail Faruk Aksu                                    Zihni Açba                                         Arzu Erdem

        İstanbul                                              Sakarya                                              İstanbul

  Mehmet Erdoğan                               Fahrettin Oğuz Tor

          Muğla                                         Kahramanmaraş

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 21’inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.                             

“Madde (21)-1 Münhasıran ayrımcılık yasağının ihlali iddiası ile kuruma yapılan başvurularda, başvuranın iddiasının gerçekliğine ilişkin kuvvetli emarelerin ve karine oluşturan olguların varlığını ortaya koyması halinde karşı tarafın ayrımcılık yasağını ve eşit muamele ilkesini ihlal etmediğini ispat etmesi gerekir. İspat usulü ve delilleri hakkında hukuk muhakemeleri usulü kanununda yer alan düzenlemeler geçerlidir.”

      Ahmet Akın                                      Şenal Sarıhan                                     Mahmut Tanal

        Balıkesir                                             Ankara                                              İstanbul

 

  Onursal Adıgüzel                                  Tahsin Tarhan                                       Atila Sertel

        İstanbul                                              Kocaeli                                                İzmir

BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 21’inci maddesinin tasarıdan çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

     İdris Baluken                                    Çağlar Demirel                                     Sibel Yiğitalp

       Diyarbakır                                          Diyarbakır                                          Diyarbakır

    Ayhan Bilgen                                    Behçet Yıldırım                               Bedia Özgökçe Ertan

           Kars                                               Adıyaman                                               Van

    Kadri Yıldırım                             Mahmut Celadet Gaydalı

           Siirt                                                  Bitlis

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Katılmıyoruz Başkan.

BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Sayın Ayhan Bilgen, Kars Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Bilgen. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ucube bir işle uğraşıyoruz. Ortada bir kurum var, bu kurumun bir kanunu var, Avrupa Birliği bizden eşitlikle ilgili bir kurum kurulmasını istiyor, biz eşitlikle ilgili uluslararası kurumların mevzuatından kes-kopyala yapıyoruz, bir yeni kanun yapıyoruz.

Kanunun metnine baktığınızda eklektik bir şey olduğunu çok net görürsünüz. İnsan hakları alanı ayrımcılıktan ibaret değildir. Ayrımcılık, elbette insan haklarının çok önemli alanlarından birisidir, ama sadece birisidir; bir sürü farklı insan hakları ihlalleri vardır ve siz insan hakları konusunu sadece ayrımcılığa indirerek bir yasa yaparsanız bugünkü İnsan Hakları Kurumunu boşa düşürürsünüz.

Çok açık biçimde 21’inci maddenin başlangıcı “münhasıran ayrımcılık” diye başlıyor. Şimdi, ayrımcılıkla ilgili ispat yükümlülüğünü aslında çok güzel biçimde iddia sahibine değil, eğer ortada ciddi deliller varsa, karine varsa, somut olgular varsa ihlalciye yüklemek gibi çok doğru, çok ileri, çok demokratik bir düzenleme yapıyorsunuz, ama “münhasıran ayrımcılık” diyerek de aslında etki alanını, kapsama alanını neredeyse minimuma indiriyorsunuz. Böyle bir kanun yapma, böyle bir insan hakları kurumu kurma mekanizması olmaz. Yani bütün insan hakları alanlarıyla ilgili, örneğin işkence iddiası İnsan Hakları Kurumunun gündemine gelir mi gelmez mi? Eğer kanunun 1’inci maddesine bakarsanız, kapsam bütün insan haklarını kapsıyor. Dolayısıyla, işkence iddiası, herhâlde İnsan Hakları Kurumunun gündemine gelir, gelmeli galiba. Herhâlde kimse bu konuda farklı düşünmez. İşkencenin bir insan hakları konusu olmadığını iddia edecek kimse yok. Ancak, işkencede ispat yükümlülüğünü mağdura verip de ama ayrımcılıkta ispat yükümlülüğünü ihlalciye vermek gibi garip bir işle uğraşıyoruz şu anda. Yani, bu kanunu bu uyarılarımızı dikkate almadan geçirmeye gücünüz yeter, buna hiç şüphe yok ama yapılan işin ne kadar büyük bir garabet içerdiğini ifade etmek zorundayız. İspat yükümlülüğünün mağdura değil de sorumluya, kamu görevlisine verilmesi aslında insan hakları alanındaki devrim niteliğindeki değişikliklerden biridir. Burada masuniyet aranmaz. Yani, ihlalcinin tacizine uğradığını, şiddete uğradığını, işkenceye uğradığını ispatlaması onur kırıcı bir şeydir, onun için de tersini ispat esas alınmıştır. İhlalcinin, bunu yapmadığını yani kişinin taciz görmediğini, kişinin işkence görmediğini, kişinin diğer özgürlüklerinin kısıtlanmadığını ispatlama gibi bir yükümlüğü vardır ve buradaki mantık, aslında kanunların, devletin koruması gerekenin insan onuru olduğunu, insani değerler olduğunu ifade eder. Yoksa eğer kamu görevlilerini korumak esas olsaydı, kamu görevlilerini yıpratmamak insan haklarının esas mantığı olsaydı herhâlde ispat yükümlülüğü böyle tarif edilmezdi. Dolayısıyla, burada bildiğimiz ceza hukukunun kişisel suçlarla ilgili, kişilerin işlediği suçlarla ilgili düzenlemesi esas alınmıyor ve ispat yükümlülüğü ihlalciye tanınıyorsa bunun münhasıran ayrımcılıkla sınırlandırılması, kısıtlanması asla kabul edilemez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bu konuda çok net uyarıları var. Yaşama hakkı dâhil olmak üzere birçok alanda Türkiye’nin ödemek zorunda kaldığı bundan kaynaklı tazminatlar var. Dolayısıyla da burada sorumluluğu, sorumluluğun kapsamını sadece ayrımcılığa, ayrımcılık yasağına indirmeyecek bir değişikliğin, bir düzeltmenin mutlaka yapılması gerekiyor.

Eğer Türkiye insan hakları sorunları itibarıyla İzlanda gibi bir ülke olsaydı yani Panama belgelerinde hakkında iddia çıktığı için başbakanların istifa ettiği bir ülke olsaydı belki insan hakları konularını böyle ele almak gerekmezdi. Ama basit bir karşılaştırmayla sözlerimi bitireceğim.

Bugün bir gazeteci, burada, bütçe sırasında çokça konuşulan bir iş adamının vergi cezasının affıyla ilgili, vergi borçlarının affıyla ilgili haber yaptığı için, hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Cumhurbaşkanı “Akademisyenlerin tutuklu yargılanması ne demek?” diye başlayıp vatandaşlıktan çıkartılmasına dair hükmetti. Ama, yine, bugünlerde Gümüşhane’de -basında herhangi bir tekzip çıkmadığı için esas alarak söylüyoruz- tecavüz kesin olduğu hâlde önce tutuklanan bir sanığın, sonra birtakım hatırı sayılır kişilerin araya girmesiyle, delilleri karartma ihtimali olmadığı için tutuksuz yargılanmasına karar verildi. İşte, Türkiye'nin insan hakları karnesi bu. Dolayısıyla, bu ispat yükümlülüğünün yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bilgen.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın Gök, söz talebiniz var, mikrofonunuzu açıyorum.

Buyurunuz.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

30.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, az önce HDP Grup Başkan Vekili Sayın Çağlar Demirel’in Genel Başkanımıza atfen ifade ettiği husustan büyük üzüntü duyduğumu ifade etmek isterim. AKP’li bir eski bakanın Reza Zarrab için söylediği bir sözü Genel Başkanımızın bir siyasi eleştiri mahiyetinde söylemesi üzerine bugün başka bir anlam yüklenerek onun üzerinden bir kampanya yürütülmeye çalışıldığının biz farkındayız. Eski bir bakanın, AKP’nin akladığı bir bakanın, bu sözlerin söylendiği bir ortamda AKP’nin de akladığı bir bakanın söylediği bir söze atfen Genel Başkanımızın işaret ettiği bu tutumu karşısında AKP’nin bundan bir şey çıkartma gayretleri içerisinde kimse olmamalıdır. Sayın Çağlar Demirel’in de bu konuda özen ve dikkat göstermesini beklerdik.

MEHMET AKİF YILMAZ (Kocaeli) - Senin yapman gereken şeyi yapıyor Sayın Başkan.

LEVENT GÖK (Ankara) - Genel Başkanımıza atfen dile getirilmeyen bu söz bir AKP’li eski bakana, AKP’lilerin oy birliğiyle onayladıkları bir bakana aittir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bu bakımdan, bu konuya açıklık getirmek istedim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gök.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkan…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - Sayın Başkan…

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 21’inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

“Madde (21)-1 Münhasıran ayrımcılık yasağının ihlali iddiası ile kuruma yapılan başvurularda, başvuranın iddiasının gerçekliğine ilişkin kuvvetli emarelerin ve karine oluşturan olguların varlığını ortaya koyması halinde karşı tarafın ayrımcılık yasağını ve eşit muamele ilkesini ihlal etmediğini ispat etmesi gerekir. İspat usulü ve delilleri hakkında hukuk muhakemeleri usulü kanununda yer alan düzenlemeler geçerlidir.”

Atila Sertel (İzmir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Önerge hakkında Atila Sertel, İzmir Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Sertel. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

ATİLA SERTEL (İzmir) – Sayın Başkan, Meclisin kıymetli vekilleri; saygıyla selamlıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, insan hakları sorunlarını tartışmak, bilgi alışverişinde bulunmak amacıyla Mecliste bulunan siyasi parti gruplarının, kamu kurum ve kuruluşlarının, STK’ların, sendikaların, sosyal ve mesleki kuruluşların, yükseköğretim kurumlarının, basın ve yayın kuruluşlarının, araştırmalarla ilgili diğer kişi, kurum ve kuruluşların katıldığı, merkezde ve illerde istişare toplantılarının gerçekleştirilmesini verdiğimiz önergemizde yazıyoruz.

Sonuç olarak, sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin yok sayıldığı, 11 kişilik kurulan ve 8 üyesini Bakanlar Kurulunun seçtiği, 3 üyesini de Cumhurbaşkanının atadığı bir kurul bence baştan vesayet taşıyan bir kurul olarak görülüyor.

Zaten yasaların çıkmasından çok, uygulamadır asıl olan. Var olan yasaları uygulamayanlar, Anayasa’ya, Anayasa Mahkemesine karşı çıkanlar, argo deyimle Anayasa Mahkemesine posta koyanlar, siz AKP’lilersiniz. Yanlışınız en tepeden başlıyor. Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklediğiniz zaman alta kadar yanlış ilikliyorsunuz ve gerçekten Türkiye’yi yönetemez noktadasınız.

İnsan hakları ve eşitlik, sizin AKP Grubunun da, partinin de yanından geçmiyor. İnsanların can güvenliğinin olmadığı, muhaliflerin ayarlanmış savcı ve hâkimlerce tutuklanıp cezaevine atıldığı, sorgulanmadan ve hukuksuz, haksız yere cezaevinde yatırıldığı, evde oturan ninelerin bile “Acaba benim telefonum dinleniyor mu?” dediği bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülke ne yazık ki sizin eseriniz ve ne yazık ki yarattığınız çok kötü bir tablo.

Ülkemizde kadına yönelik şiddet var, hem de inanılmaz bir şiddet. Her gün 5 kadın cinayete kurban gidiyor. İstatistiklere bakın, son üç yılda 1.008 kadın öldürüldü benim ülkemde. Bu güzel ülkemde kadınlara inanılmaz derecede kötü davranılıyor ve bunların başında da ne yazık ki siz tedbir dahi alamıyorsunuz ve üç yıl içinde 2.994 kadın yaralandı benim ülkemde, bu güzel ülkemde. AKP yokken ne kadınlar öldürülüyordu bu ülkede ne cinayetler oluyordu ne de kadınlar yaralanıyordu. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Kişi güvenliği bakımından 2015 ağır ihlallerin yaşandığı bir yıl olarak önümüze çıkıyor. 2015 yılında -kayıtlara bakın- 78 ayrı vakada 703 kişi işkenceye maruz kalmış bu ülkemde 703 kişi işkence görmüş bu ülkede. Şimdi, ispat hakkını işkence görenlere siz söylüyorsunuz. İşkenceye maruz kalanlara diyorsunuz ki: “Siz işkence gördüğünüzü kanıtlayın.”

Cezaevlerinde 128 kişinin işkence ve kötü muameleden dolayı -bunlar bilinenler arkadaşlar, rakamlara dökülenler- 4 kişinin gözaltında öldüğü bir ülkede yaşıyoruz, cezaevinde ise 28 kişinin can verdiği.

AKP ayrımcılıkla mücadeleyi önce kendi içinde içselleştirmeli. Toplumu bölen, ötekileştiren, ayrıştıran, kendinden olmayanı düşman bilen, söylenenleri dinlemeyen, dinlediği zaman da çemkiren, haykıran, karşı çıkan ve konuşmaları engellemeye çalışan bir kafa yapısı hâkim.

EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Çemkiren kim?

ATİLA SERTEL (Devamla) - Bu kafa değişmediği sürece bin tane kanun çıkarsanız, uygulamada siz olduktan sonra o bin kanunun da vız gelip tırıs gittiğini biliyorsunuz.

Anayasa’nın 34’üncü maddesi der ki: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

Geçen gün İzmir’de bir doktor arkadaşım, Operatör Doktor Fatih Sürenkök sadece barış istediği için -sadece barıştan yana insanlar öldürülmesin diye- valinin emriyle görevinden alınmıştır. Fatih Sürenkök eski Tabip Odası Başkanıdır, Türk Tabipler Birliğinin konsey üyesidir.

Şimdi, ben soruyorum: Bir doktorun konuşmasına dahi…

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – İzmir’in başkanı performansınızı beğenmiyormuş! İzmir’in başkanına anlat sen onları, performansınızı beğenmiyormuş!

ATİLA SERTEL (Devamla) - …barış isteyen bir konuşmasına dahi tahammül edemeyenlerin…

Burada sadece bağırarak çağırarak bu işleri düzeltmeye çalışmakla bu işleri yapamayacaksınız.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – İzmir’in başkanı performansınızı beğenmiyormuş!

ATİLA SERTEL (Devamla) - Herkese iyi akşamlar diliyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sertel.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum…

III.-YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

LEVENT GÖK (Ankara) – Yoklama talebimiz var Sayın Başkan.

BAŞKAN – Evet, bir yoklama talebi vardır.

Yoklama işlemini gerçekleştireceğim.

Önce yoklama talebinde bulunan sayın milletvekillerinin isimlerini tespit edeceğim, daha sonra da elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Sayın Gök, Sayın Özel, Sayın Sarıhan, Sayın Altaca Kayışoğlu, Sayın Sertel, Sayın Yüksel, Sayın Yalım, Sayın Erkek, Sayın Özdiş, Sayın Zeybek, Sayın Öz, Sayın Akyıldız, Sayın Özdemir, Sayın Tanal, Sayın Usluer, Sayın Necati Yılmaz, Sayın Oğuz Kaan Salıcı, Sayın Hayati Tekin, Sayın Akkaya, Sayın Burcu Köksal.

Yoklama için iki dakika süre veriyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Toplantı yeter sayısı vardır.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.16

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.25

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Ömer SERDAR (Elâzığ)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon yerinde.

Hükûmet yerinde.

21’inci madde üzerindeki son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 21’inci maddesindeki “münhasıran” ibaresinden sonra “eşitlik ilkesi ve” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Fahrettin Oğuz Tor (Kahramanmaraş) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Fahrettin Oğuz Tor, Kahramanmaraş Milletvekili.

Sayın Tor, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

FAHRETTİN OĞUZ TOR (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 149 sıra sayılı insan hakları ve eşitlik kurumu kurulmasıyla ilgili Kanun Tasarısı’nın 21’inci maddesi üzerinde MHP önergesi hakkında söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle siz değerli milletvekilleri ve bizleri izleyen yüce milletimizi selam ve saygıyla selamlıyorum.

21’inci maddenin özü: Münhasıran ayrımcılık yasağının ihlal iddiası başvurularında iddianın gerçek olduğuna ilişkin kuvvetli emareler varsa karşı tarafın, ayrımcılık yasağını ihlal etmediğini ispat etmesi gerekmektedir. Burada üzerinde durulacak, durulması gereken en önemli konu “münhasıran” kelimesidir. Münhasıran kelimesi kanunun amacına terstir.

Değerli milletvekilleri, tabii, bu konuyu değerlendirmeye geçmeden önce bazı konulara değinmek istiyorum. Kanun tasarısının genel gerekçesini okudum, genel gerekçede güzel ifadeler yer almaktadır. Örneğin: “İnsanlık onuruna yaraşır bir hayatın çerçevesini çizen temel hak ve hürriyetlerin korunması, geliştirilmesi, bunlardan yararlanma bakımından hiç kimsenin ayrımcılığa maruz kalmaması, eşit muamele görmesi, evrensel normlar kadar toplumumuzun dayandığı kök değerlerin ve ortak medeniyet mirasımızın asli bir unsurudur.” Çok güzel ifadeler bunlar. Genel gerekçenin devamında da benzer ifadeler vardır. İnsan haklarını koruma mekanizmalarının etkinleştirilmesinin ana hedef olduğu da açıklanmıştır.

Hiçbir şey tasarılarda, kanunlarda, Anayasa’da yazıldığı şekilde yürümemektedir, önemli olan zihniyettir. Siz ne kadar kanun çıkarırsanız çıkarın, ne kadar düzenleme yaparsanız yapın, ne kadar kurum kurarsanız kurun, hatta ayrımcılık yapanları cezalandırın, kafalardaki ayrımcılığı, kayırmacılığı yok etmediğiniz müddetçe sonuç değişmeyecektir. Nasıl olacak bu iş? Tabii ki eğitimle olacak. Eğitimin süresini ve kalitesini artırmadığınız müddetçe, ne yaparsanız yapın tam bir başarı sağlanamayacaktır.

Bakınız, Türkiye’de ortalama eğitim süresi altı buçuk yıldır. Ankara ve Eskişehir’de bu sekiz yıldan fazla olduğu hâlde, bazı illerimizde maalesef beş yılın altındadır. 2000 yılında bu oran 5,5 iken sonra sadece 6,5 olmuştur. Kadınlara baktığımızda bu ortalama beş yılın da altındadır. Bir gerçek ki ortalama eğitim süresi fevkalade azdır. Aynı yıllarda Norveç, Almanya, İtalya, Fransa’da ortalama süre göreli olarak ciddi artışlar kaydetmiştir. Norveç’te ortalama süre 12,6 yıl, Almanya’da 12,2 yıl, İtalya’da 10,1 yıl, İsviçre’de 11 yıl, Fransa’da 10,6 yıldır.

Eğitimin kalitesi de işin bir başka yönüdür. Burada işe buradan başlanmalıdır. Siz eğitimin süresini ve kalitesini artırmadığınız takdirde bu konuda ülke küme düşmeye devam edecektir. Fakirliğin yoğun olduğu ülkede, işsizliğin büyük boyutlarda olduğu ülkelerde siz insan haklarından, adaletten ve eşitlikten çok zor bahsedersiniz.

Değerli milletvekilleri, bakınız, Anayasa’nın başlangıcında eşitlik ve adaletten, onurlu bir hayat sürmekten bahsedilmektedir; devletin temel amaç ve görevleri açıklanırken kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamaktan bahsedilmektedir. Kanun önünde herkes eşittir ve devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Anayasa böyle diyor, yasalar böyle diyor, yüce Mevla da böyle diyor. 657 sayılı Yasa’nın 3, 7, 8, 9, 10’uncu maddeleri de benzer hükümler içermektedir. Böyle mi oldu? Hayır. Yasalarda ayrımcılıkla ilgili bir eksiklik var mıdır? Hayır, yoktur. Şunu söylemek istiyorum: Problem uygulamadan kaynaklanmaktadır, kurduğunuz kurumun adı İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumudur.

Şimdi, ben “İnşallah, diyorum ben, kanunun uygulanmasına Türkiye Büyük Millet Meclisinden başlarız.” diyorum. İnsan haklarının tesisine en yakınımızda olan, bizimle birlikte çalışan kıymetli, fedakâr stenograf arkadaşlardan başlayalım derim, çalışma ofislerini görürseniz ne kadar haklı olduğumuzu göreceksiniz. Kıymetli milletvekilleri, evet, ben öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisinden, insan haklarının tesisine başlayalım diyorum. Bu işe de stenograf arkadaşlardan başlamak istiyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle iyi akşamlar diliyorum, herkesi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tor.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

21’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 21’inci madde kabul edilmiştir.

22’nci madde üzerinde üç önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 22’nci maddesinin (2)’nci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

(2) "Kurum, İnsan hakları sorunlarını tartışmak ve insan hakları konularında bilgi alışverişinde bulunmak amacı ile Mecliste bulunan siyasi parti grupları, kamu kurum ve kuruluşları, STK' lar, sendikalar, sosyal ve mesleki kuruluşlar, yüksek öğretim kurumları, basın ve yayın kuruluşları, araştırmacılar ve ilgili diğer kişi, kurum ve kuruluşların katılımı ile merkezde ve illerde istişare toplantıları gerçekleştirir.”

    Mahmut Tanal                                     Tacettin Bayır                                     Dursun Çiçek

        İstanbul                                               İzmir                                                İstanbul

    Necati Yılmaz                              Mustafa Hüsnü Bozkurt                         Gamze Akkuş İlgezdi

         Ankara                                               Konya                                               İstanbul

      Özgür Özel

         Manisa

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 22’nci maddesinin (1)’inci fıkrasının sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

“Komisyon en az iki ayda bir düzenli istişareler gerçekleştirir.”

      Arzu Erdem                                        Mustafa Mit                                        Nuri Okutan

        İstanbul                                              Ankara                                               Isparta

İsmail Faruk Aksu                                    Zihni Açba                                         Ruhi Ersoy

        İstanbul                                              Sakarya                                            Osmaniye

   Deniz Depboylu                                 Mehmet Erdoğan

          Aydın                                                Muğla

BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 22’nci maddesinin tasarıdan çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

     İdris Baluken                                    Çağlar Demirel                                Bedia Özgökçe Ertan

       Diyarbakır                                          Diyarbakır                                               Van

   Behçet Yıldırım                                   Kadri Yıldırım                             Mahmut Celadet Gaydalı

       Adıyaman                                               Siirt                                                  Bitlis

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Sayın İdris Baluken, Diyarbakır Milletvekili.

Buyurun Sayın Baluken. (HDP sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İnsan haklarıyla ilgili bir kanun tasarısı görüşüyoruz ancak bu ülkede insan haklarına ne kadar saygı duyulduğuyla ilgili hemen hemen her gün bu Meclis gündeminde belli hususları dile getirmeye çalışıyoruz. Bir kere, şunu ifade edelim: Yani bir ülkede yaşanan bir savaş süreci varsa…

TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Terör, terör; terörle mücadele deyin.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – …orada insan haklarından bahsetmek mümkün değil. Yine, bir ülkede hukuk devleti tamamen rafa kaldırılmışsa orada insan haklarından bahsetmek mümkün değil. Onlardan da belki önemlisi, bir ülkede Hükûmet, hükûmet olma vasfını yitirmişse, Hükûmet üzerinde yeni bir vesayet anlayışı ortaya çıkmışsa orada tabii ki insan haklarından bahsetmek mümkün değil.

Bakın, bu savaşın faturası her geçen gün çok ağır bir şekilde Türkiye halklarının önüne geliyor. Neredeyse her gün ülkenin dört bir yanına onlarca cenaze kalkıyor, ocaklara ateş düşüyor. Şimdi, belli ki bu durum birçok kişiyi olduğu gibi Hükûmette, Kabine içerisinde de bazı bakanları, hatta Başbakanı rahatsız etmeye ve zorlamaya başladı. Başbakan birkaç gün önce çözüm sürecine tekrar dönülebileceğiyle ilgili, tekrar müzakerelerin başlayabileceğiyle ilgili bir görüş ortaya attı. Tabii, o görüşün ne kadar samimi olup olmadığını test edecek konumda değiliz. Yani bize sorsa, Sayın Başbakanın böyle bir niyeti varsa biz kendisine şunu önerebilirdik: Önce Sayın Cumhurbaşkanına yani saraya Dolmabahçe mutabakatından önceki pozisyonuna bir geri dönme çağrısı yapması gerekir çünkü Dolmabahçe mutabakatından sonra masayı deviren kişi –maalesef, alınsanız da- Cumhurbaşkanının kendisidir.

RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) – Gerektiği için devirmiştir o masayı.

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Ama, ona rağmen, kamuoyunda “Acaba, tekrar çözüm süreci başlayabilir mi? Acaba, barış umudu tekrar yeşerebilir mi? Acaba, ne olursa olsun önce şu ölümleri bir durdurabilir miyiz?” gibi bir beklenti oluştu. Bir gün sonra yani aradan yirmi dört saat geçmeden Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkıp Başbakan Davutoğlu’nu tamamen tekzip edecek şekilde, tamamen o sözleri boşa çıkaracak şekilde zehir zemberek açıklamalar yaptı, “Ne müzakeresi, ne konuşması, ne çözümü! Biz son kişiyi de imha edinceye kadar bu savaşı devam ettireceğiz.” dedi. E, şimdi, bu durumda ortada inisiyatifi olan bir Başbakandan ya da inisiyatifi olan bir hükûmetten söz etmek mümkün mü? Biz uzun süredir buna yönelik eleştirilerimizi buradan dile getirirken yani sizinle bir polemiğe girmek için değil, gerçekten bu ülkenin temel sorunlarıyla ilgili bazı sağlıklı politikalar gelişsin diye söylüyoruz.

Bakın, bugün yine konuşmuş Cumhurbaşkanı. Yani içeride tutuklu akademisyenler var, gazeteciler var, yazarlar var. Geçen gün Başbakan Davutoğlu, akademisyen kimliği nedeniyle de, düşüncelerinden dolayı, bir bildiriye imza atan “Ben barış istiyorum, ben sizin savaş suçunuza ortak olmuyorum.” diyen akademisyenlerin cezaevinde olmasını eleştirdi, yanlış bulduğunu söyledi. “Velev ki yargılama yolu açıldı, tutuksuz yargılanmaları gerekir.” dedi. Son derece doğru bir tespit. Keşke Sayın Davutoğlu en başından beri, hepimizin bildiği şekliyle, akademisyen kimliğiyle, entelektüel birikimiyle bütün Türkiye’yi kucaklayan, bütün toplumsal kesimleri kucaklayan bir Başbakan profili ortaya koysaydı ama zaman zaman bu yönlü yaptığı çıkışları da maalesef bir şekilde saraydan verilen talimatlarla boşa çıkarma anlayışı var. Bugün yine Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmuş akademisyenlerin tutuksuz yargılanmalarıyla ilgili yani “Nereden çıktı bu?” diyor, “Bunların tutuksuz yargılanmasıyla ilgili bir durumu kabul etmek mümkün değil, bunlar tabii ki suç işlemişlerdir ve tutuklanırlar.” gibi tamamen hani… Ben meselenin ilkesel doğrularını burada tartışmaya açmıyorum ama bir ülkede yetkisi olmadan, yürütmenin başı olmadan, hükûmetin başında olmadan, bir Cumhurbaşkanı çıkıp âdeta her gün Başbakanı tekzip edecek şekilde açıklama yaparsa orada ne hukuk devleti var demektir ne hükûmet var demektir. Yani bu gidiş gidiş değildir. Tabii, cevap vermesi gereken Başbakanın kendisidir. Gidiş böyle olursa tıpkı AKP’nin birçok kurucusunda olduğu gibi Sayın Başbakanla ilgili, Davutoğlu’yla ilgili de herhâlde Cumhurbaşkanı bir tasfiye süreci başlatacaktır. Biz böyle anladık, böyle yorumladık.

Hepinize saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Teröristlerin tasfiyesi, teröristlerin!

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 22’nci maddesinin (1)’inci fıkrasının sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

“Komisyon en az iki ayda bir düzenli istişareler gerçekleştirir.”

Nuri Okutan (Isparta) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) –Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Nuri Okutan, Isparta Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Okutan. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

NURİ OKUTAN (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 22’nci maddesiyle ilgili, partim adına söz almış bulunmaktayım. Herkesi saygı ve hürmetle selamlarım.

Esasen bu kanunun çıkarılış gerekçesi, insan hakları ihlallerine, ayrımcılığa ve kötü muameleye karşı tedbirler almak, Anayasa’da öngörülen kişi hak ve hürriyetlerini koruma altına almak. Kime karşı alacağız? Bu örgütlü kurumlara, güçlü tarafa karşı alacağız ve daha çok da burada -uluslararası alanlarda da böyledir, ülkemizde de- devlete karşı bu hakların korunması esas alınır ve bu müessesenin devleti karşısına alıp halkın yanında olması icap eder, böyle beklenir ama burada, bunun için bu müessesenin özerk olması, hem idari bakımdan hem bütçe bakımından hem atama bakımından özerk olması ve bağımsız olması öngörülüyor. Kanunda bunlar da yazıyor. Şimdi geçti, kanunlaştı ama bu ne kadar özerk olabilir, onu tartışmak icap eder. Mesela, burada, bir resen inceleme yetkisi var bu kurulun ve bu resen inceleme yetkisi, eğer bağımsız olursa, Hükûmeti de karşısına alabilecek, madem halkı yanına alıyordu ve Hükûmeti karşısına alıyordu. Ama resen olmadığı için, daha çok Hükûmetin belki kara listeye aldığı kurumlara, kişilere de yönlenmesi mümkün olabilir. Sadece bu Hükûmeti filan da kastetmiyoruz, bu çıkacak. O günkü hükûmet kimse buna karşı bu kurumun özerk olması, direnebilmesi icap edebilir. Bu resen inceleyebiliyor olması aslında iyi bir şey ama bağımsız olmadığıyla birlikte düşündüğümüzde bu, kesinlikle çok olumsuz bir tablo olarak karşımıza çıkacak.

Bir başka husus var: Rapor verme. Rapor verme, Sayın Cumhurbaşkanımıza bu kurum rapor veriyor, Meclise rapor veriyor, Başbakana rapor veriyor. Aslında bu da bir bağımlı oluşun göstergesidir. Rapor verilir ve bu kurum, aslında ahkâm kesecek bir kurumdur insan hakları noktasında ve bir akredite kurumdur ve bu kurumun raporlarından herkes, faydalanmak isteyen herkes, Cumhurbaşkanı da faydalanmak istiyorsa o da faydalanabilir, Başbakan da faydalanmak istiyorsa o da faydalanabilir ve Meclis Başkanı da bundan faydalanmak istiyorsa o da faydalanabilir. Özel bir rapor verme işinde aslında -yine bu kanunun bütün hazırlığı içerisinde bunları görüyoruz- bir tür mavi boncuk dağıtma, onu da biraz gönülleyelim, işte Sayın Cumhurbaşkanını da biraz gönülleyelim, “Ya, burada, Meclisten biraz fazla ses çıktı, Meclis Başkanına da bir rapor verelim.” filan diye, böyle bir basit, kısır bir mantıkla hareket edildiği kanaatindeyim.

Bu raporun önemli bir manası yok. Öyle rapor hazırlanmalı ki dünya âlem buradan bizden faydalanmalı, bu rapor ne zaman yayınlanacak diye beklemeli. O bakımdan, bu rapor verme işinin de bir mavi boncuk dağıtmaya yönelik bir yaklaşım olduğu kanaatindeyim.

Diğer taraftan, il ve ilçe insan hakları kurulları var biliyorsunuz. Şimdi, burada, öyle maddeler kanunda yazılmış ki yönetmelikte yer alabilecek maddeler kanunda, kanun maddesi olarak değerlendirilmiş ama çok önemli, insan haklarının korunması, kişi hak ve hürriyetleri ihlallerinin gerçekten önlenmesine yönelik il ve ilçe insan hakları kurullarına -fevkalade önemli ama- burada bir genelgeye, Başbakanlık genelgesine kanunda atıf yapılıyor. Bu doğru bir şey değil. Yani bunun kanunda yer alması lazım, bir genelge olacaksa da o kendi içinde işlemeye yönelik bir genelge olması lazım. Belki diğer maddelerde de benzer hatalar yapılıyor. Burada Hükûmet tarafının daha dikkatli, daha titiz, çeviriden uzak hazırlanmış, böyle önemli bir konuda, diliyle, mantığıyla hazırlanmış bir kanun tasarısıyla karşımıza gelmesi daha yapıcı bir şey olurdu.

Herkesi bu duygularla saygıyla, hürmetle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Okutan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi, madde üzerindeki son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 22’nci maddesinin (2)’nci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

(2) "Kurum, İnsan hakları sorunlarını tartışmak ve insan hakları konularında bilgi alışverişinde bulunmak amacı ile Mecliste bulunan siyasi parti grupları, kamu kurum ve kuruluşları, STK'lar, sendikalar, sosyal ve mesleki kuruluşlar, yüksek öğretim kurumları, basın ve yayın kuruluşları, araştırmacılar ve ilgili diğer kişi, kurum ve kuruluşların katılımı ile merkezde ve illerde istişare toplantıları gerçekleştirir.”

Necati Yılmaz (Ankara) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge hakkında Necati Yılmaz, Ankara Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Yılmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

NECATİ YILMAZ (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Divan, saygıdeğer milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 22’nci maddesinin (2)’nci fıkrasına ilişkin önerge üzerinde söz almış bulunuyorum.

Öncelikle, Meclisimizin çatısı altında ülkemizdeki farklı inançlardan, farklı etnik kökenlerden milletvekili arkadaşlarımızla birlikte olmaktan ve yine Parlamentomuzdaki kadın milletvekili sayısının artmış olmasından büyük mutluluk duyuyorum.

Ayrımcılığı ve eşitliği konuştuğumuz şu günlerde ayrımsız, her inançtan ve kökenden milletvekilimizin burada bulunmasını, cumhuriyetimizin kuruluş felsefesinin hayat bulması ve anlamlı hâle gelmesi olarak değerlendiriyorum. Ancak, Meclisimizin bu çoğulcu yapısına rağmen, Meclis çalışmalarında çoğulculuğa, katılımcılığa ve ortak aklın işleyişine kapalı tutumunuzu üzüntüyle karşılıyorum. Ne yazık ki bu tutumunuzu bu tasarı üzerinde de sürdürdünüz. Bu önergeyle, istiyoruz ki, kurulun çalışmalarında, hiç değilse istişare süreçlerinde siyasi partilerin görüşlerinden de yararlanılsın.

Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nı görüşüyoruz. Tasarının genel gerekçesinde üç temel amacın ortaya konulduğu görülmektedir; insan haklarının korunması, ayrımcılıkla mücadele, işkenceye ve kötü muameleye karşı ulusal önleme mekanizmasının kurulması ve etkinleştirilmesi.

Her ne kadar gerekçede yer alsa da bu amaçların sağlanması yönünde Hükûmeti ve AKP Grubunu samimi görmüyoruz. Meclis çalışmalarında muhalefetin katkı ve katılımını engelleyerek bu güvensizlik duygusunu bizde siz yarattınız. Oluşturulacak kurumun Paris İlkeleri gibi uluslararası standartlara uymasını istemediniz. Kurulun yönetimini tamamıyla Cumhurbaşkanına ve Bakanlar Kuruluna verdiniz. Sivil toplumu, toplumun farklı kesimlerini yönetim sürecinin dışında tuttunuz.

Biliyoruz ki toplumsal eşitliği ve insan haklarını tehdit eden en büyük örgütlü güç devlet aygıtıdır. Bu kurumun yönetimini tarafsız olmayan Cumhurbaşkanının denetimine vermekle insan hakları mücadelesini kime karşı kim tarafından vereceksiniz, bunu anlamak istiyoruz.

Bu koşullarda bu tasarı yasalaştıktan sonra ne değişecek, soruyorum. Çocuklara yönelik cinsel istismarlara “Bir defayla bir şey olmaz.” anlayışıyla bakmaktan vazgeçecek misiniz? Cinsiyet ayrımcılığına “Kadın-erkek eşitliği doğaya aykırıdır.” sözleriyle yaklaşmaktan kurtulacak mısınız? Bundan sonra, Alevi inançlı yurttaşlarımızın da kaymakam veya vali olduğunu görebilecek miyiz? Koca başkentte ikinci bir Alevi inançlı ilkokul müdürümüz olabilecek mi, merak ediyoruz. Yazılı sınavlarda en yüksek puanları alan, ancak mülakatlarda ayrımcılık nedeniyle elenen yurttaşlarımız eşitlik ilkesini hissedebilecekler mi? Yine, her yıl ramazan ayında tekrar eden oruç dayağı ve oruç cinayeti haberleri tarihe karışacak mı? Bunların tamamını merakla bekliyoruz. Ancak, bu soruları elbette ki “Hayır.” şeklinde yanıtlıyoruz. Keşke yanıtlarımız “Evet.” olsaydı, keşke olumlu yanıt verebilseydik ama veremiyoruz. Bunun nedeni ayrımcı politikalarınızdır çünkü ayrımcılık sizin fıtratınızda var.

Sayın milletvekilleri, siz Kürt’ün AKP’li olanını seversiniz. Siz biat edecek Alevi ararsınız; inançlılardan değil, dini istismar edenlerden hoşlanırsınız. Ermeni’ye “Affedersiniz, daha da çirkini, Ermeni.” dersiniz. Sizin berikileriniz var, ötekileriniz var. Sizin için yandaş ayrı, vatandaş ayrı. Siz, Mecliste hep sizin dediğiniz olsun istersiniz. Hükûmet zaten sizin, Cumhurbaşkanı da sadece sizin Cumhurbaşkanınız olsun istersiniz; yargı da sizin olmalı, bütün kamu kurumları da; ormanlar da sizin olmalı, akarsular da meralar da; yer altı kaynakları da sizin, yer üstü varlıkları da. Vergi bizim olmalı, bütçe sizin. Hapishaneler bizim, AVM’ler sizin olmalı. Özgürlükler sizin olmalı, kurşun ve bombalarla parçalanan bedenler bizim. Evet, biz ötekileriz, siz berikilersiniz. Siz hep zulmeden zalimler, biz hep direnen mazlumlardık; bu nedenle umut bizim oldu, korku da sizin. (CHP sıralarından alkışlar)

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Tarihe bak, tarihe.

NECATİ YILMAZ (Devamla) – Bizler, umutla, geleceğe gülümseyerek bakmaya devam ediyoruz.

Sevgili milletvekilleri, bugün 5 Nisan Avukatlar Günü. Yakın zamanda, terörün aramızdan aldığı bir insan hakları savunucusunu, Diyarbakır Baro Başkanını, Sayın Tahir Elçi’yi saygıyla anmak istiyorum. Ve yine, iddia makamının talimatla çalıştığı, mahkeme kararlarının saygı görmediği ve eleştirildiği bir süreçte özgür savunmaya ihtiyacımız var.

Bu duygularla, bu çabayı gösterecek, savunmanlarımızı, avukatlarımızı mücadelelerinde şimdiden saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

LEVENT GÖK (Ankara) – Yoklama talep ediyoruz.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunacağım, ancak bir yoklama talebi vardır. Bu nedenle, önce yoklama işlemini gerçekleştireceğim. Bunun için de talepte bulunan sayın milletvekillerini ismen tespit edeceğim. Daha sonra da elektronik cihazla tabii ki yoklamayı gerçekleştireceğiz.

Sayın Gök, Sayın Gökdağ, Sayın Sarıhan, Sayın Altaca Kayışoğlu, Sayın Erkek, Sayın Yüksel, Sayın Yalım, Sayın Aydın, Sayın Özdiş, Sayın Emir, Sayın Öz, Sayın Zeybek, Sayın Yıldız, Sayın Yılmaz, Sayın Tümer, Sayın Akyıldız, Sayın İrgil, Sayın Özdemir, Sayın Şeker, Sayın Arık.

Evet, 20 sayısını bulduk.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

İki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

22’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 22’nci madde kabul edilmiştir.

23’üncü madde üzerinde üç adet önerge vardır, önergeleri okutuyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 23’üncü maddesinin (1)’inci fıkrasının (b) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

"(b) Kuruma yapılacak her türlü bağış ve yardım."

      Arzu Erdem                                        Mustafa Mit                                        Nuri Okutan

        İstanbul                                              Ankara                                               Isparta

İsmail Faruk Aksu                                    Zihni Açba                                         Ruhi Ersoy

        İstanbul                                              Sakarya                                            Osmaniye

                               Deniz Depboylu                                 Mehmet Erdoğan

                                      Aydın                                                Muğla

BAŞKAN – Şimdi okutacağım iki önerge aynı mahiyette olduğundan önergeleri birlikte işleme alacağım, talepleri hâlinde önerge sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim veya gerekçelerini okutacağım.

Şimdi aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 23’üncü maddesinin tasarıdan çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

     İdris Baluken                                    Çağlar Demirel                                     Sibel Yiğitalp

       Diyarbakır                                          Diyarbakır                                          Diyarbakır

             

Bedia Özgökçe Ertan                              Ahmet Yıldırım                                   Behçet Yıldırım

           Van                                                   Muş                                               Adıyaman

                                Kadri Yıldırım                             Mahmut Celadet Gaydalı

                                        Siirt                                                  Bitlis

Aynı mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:

    Şenal Sarıhan                                     Tacettin Bayır                              Mustafa Hüsnü Bozkurt

         Ankara                                                İzmir                                                 Konya

      Murat Emir                                 Gamze Akkuş İlgezdi                                Mahmut Tanal

         Ankara                                              İstanbul                                              İstanbul

     Burcu Köksal                                     Necati Yılmaz                                       Özgür Özel

   Afyonkarahisar                                         Ankara                                               Manisa

                             Serdal Kuyucuoğlu                                 Zeynep Altıok

                                      Mersin                                                İzmir

BAŞKAN – Aynı mahiyetteki önergelere Komisyon katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı önergelerden birisi hakkında Sayın Serdal Kuyucuoğlu, Mersin Milletvekili konuşacak.

Buyurunuz Sayın Kuyucuoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

SERDAL KUYUCUOĞLU (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 23’üncü maddesi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kurumun mali özerkliğe sahip olması yanında, şeffaf ve denetlenebilir olması, kurumun kim tarafından denetleneceği ve Sayıştay denetimine tabi olup olmayacağının bilinmesi gerekir. Kuruluş felsefesi gereği her yönden bağımsız olması gereken kurum, daha kurulurken bağımlı hâlde kurulmaktadır. Kurumun 8 üyesini Bakanlar Kurulu, 3 üyesini ise Cumhurbaşkanı atamaktadır yani kısaca, üyelerin tamamı AKP tarafından atanacak ve bunun adı da İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu olacaktır. Maalesef, bu bize hiç de inandırıcı ve eşitlikçi gelmiyor.

Değerli milletvekilleri, gerekçesinde, insan haklarının korunması, ayrımcılıkla mücadele, işkence ve kötü muameleye karşı ulusal önleme mekanizması görevlerini görecek tek ve güçlü bir kurumsal çatı oluşturacak etkin bir yapının amaçlandığı tasarının hazırlanma aşamasında danışma süreçleri işletilmemiş, hiçbir sivil toplum kuruluşunun görüşü de alınmamıştır. Bu nedenle, çıkarılacak olan yasanın samimi olmadığı ve iktidarın insan hakları ve eşitlik ilkelerinden yana bir düşüncesinin olmadığını açıkça göstermektedir.

On üç yıldır ülkeyi yöneten AKP döneminde cinsel istismara uğrayan çocuk sayısında çok ciddi artışlar olmuş, suçlu olanlar ise ya korunmuş ya da çok az cezalara çarptırılmıştır. Özellikle Karaman’da yaşananlardan sonraki gelişmeler düşündürücüdür. Sadece Karaman’da değil, diğer birçok ilimizde de benzer vakaların yaşandığı vakıfla ilgili takınılan korumacı tutum bizleri şaşırtmıştır. Söz konusu çocuklar olduğunda akan suların durması gerekirken, yapılan açıklamalar ve yaşanılanlar âdeta özendirici bir hâle gelmiştir. Kim bu konuda bir eleştiri getirse iktidar mensuplarının tepkisiyle karşılaşmakta, susturulmaya çalışılmakta ya da polis baskısına maruz kalmaktadır.

Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet önlenemediği gibi, her geçen gün daha da artmaktadır. Irka, etnik kökene, dinî inanca ve cinsiyete dayalı ayrımcılıkta rekorlar kırılmakta, insanlar dinî inancı, mezhebi veya etnik kökeni nedeniyle dışlanmaktadır, meydanlarda “Alevi, Zerdüşt” diye yuhalatılmaktadır. Okullarda din dersleri zorunlu hâle getirilmekte, kız ve erkek öğrenciler ayrı okul ve sınıflara alınmaya çalışılmaktadır. Engellilerimiz istihdamda ve günlük yaşamlarında ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Yargı siyasallaştırılmış, herkesin insan hakları ve eşitlik temelinde adaletten ve hukuktan eşit yararlanmasının önüne geçilmiştir.

Değerli milletvekilleri, AKP döneminde azınlıkların hak ve özgürlükleri korunmadığı gibi, eğitim hakkına erişimde yapılan ayrımcılık devam etmektedir.

Son olarak, Mersin’de gündeme gelen olay eğitimde ve ayrımcılıkta ne durumda olduğumuzu göstermektedir. İl millî eğitim müdürlüğü ile il müftülüğü arasında yapılan protokolle ilkokul öğrencilerimize cami imamlarının camide ders vermesi kararlaştırılmıştır. Birçok farklı inanış ve mezhebin bir arada yaşadığı Mersin’de yapılan böyle bir uygulamaya onay verilmesi ayrımcılık değil de nedir? İktidar, bir an önce ayrımcı ve eşitliği bozan bu ve benzeri yaklaşımların önüne geçmeli ve sorumlularını cezalandırmalıdır.

Anayasa Mahkemesi kararlarının tanınmadığı, doktorların öldürüldüğü, yeşilin, doğanın katledildiği, gazetecilerin düşüncelerinden dolayı hapse atıldığı, muhalif iş adamlarının, gazetelerin, televizyonların uyduruk nedenlerle kayyumlara teslim edilip batırıldığı, sanatçıların özgür olmadığı ülkemizde on üç yıl sonra kurulacak ve üyeleri AKP tarafından atanacak olan kurumun doğru şeyler yapacağı bize inandırıcı gelmemektedir.

Değerli arkadaşlar, her hâliyle Hükûmete bağlı olarak çalışacak olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun kurulmasının mantığı doğru olmakla birlikte, AKP’nin yaklaşımıyla amacına ulaşması mümkün değildir. Bu nedenle, tasarıyı bu hâliyle samimi bulmadığımızı ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kuyucuoğlu.

Aynı mahiyetteki diğer önerge hakkında konuşmak isteyen Ahmet Yıldırım, Muş Milletvekili.

Buyurun Sayın Yıldırım. (HDP sıralarından alkışlar)

AHMET YILDIRIM (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuyla ilgili, bir yasa tasarısıyla ilgili konuşuyoruz ama herhâlde, hepimizin ortak kabul edebileceği nokta, maalesef yasalar üzerinde değişiklikler yaparak insan haklarıyla ilgili bir gelişimin katedilemeyeceği, bunun sadece bir araçsallaştırmaya hizmet edeceği, bir toplumda insan hakları ve eşitlik olgusunun oturabilmesinin bir kültür meselesi olduğu büyük bir çoğunluğumuzun katıldığı bir husus olsa gerek. Ya değilse, bütün kamu kurumlarının üzerine “Türkiye insan hakları kurumu” yazsak bile bu ülkede insan hakları ve eşitlikle ilgili bir mesafeyi katedemeyeceğimiz bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

Maalesef akan kanın, gençlerin ölümünün, kentlerin yıkımının hepimizin içini bir bütün olarak karartan gerçekliğine şahitlik ettiğimiz günlerden geçiyoruz. Kötülüğün çok ama çok sıradanlaştığı günlerden geçiyoruz. Özellikle “kötülüğün sıradanlaşması” kavramının mucidi olan Hannah Arendt şöyle der: “Totaliter iktidarların araçsallaştırdığı birey, düşünme yetisini zayıflatır, kaybeder ve suç işlemeye başlarsa kötülük sıradanlaşmış olur. Bu durumda, kişi kendini asla sorgulamayarak emirlere itaat etmeye başlar. Kötülüğün sıradanlaşması, karmaşık bir sürecin sonunda kolektif bir caniliğin emrine de girebileceği riskini kendi içinde barındırır.”

Bir de, kötülüğün sıradanlaşması yanında, iyiliğin belirsizleşmesine de Hannah Arendt şöyle bir tanımlama getirmektedir: “Bunca kötülüğe seyirci kalmak ve susmakla alakalı bir durumdur iyiliğin belirsizliği. Katil ve kurbanların olduğu yerde maalesef seyirciler de vardır çünkü. Susmak ve ‘dur’ diyememek de kötülüğün sıradanlaşmasıdır. İyiliğin tehlikeli muğlaklaşması da budur yani seyircinin katilleşmesi, katilin ise seyircileşmesi durumu.”

Ben, şu Mecliste hiç kimsenin, ülkenin son beş altı ayında yaşamış olduğu bu kötülükleri sıradan görme içtenliğine sahip olduğuna inanmıyorum. Ne yasama organının üyelerinin ne de yürütme üyelerinin bu yaşanan tablodan haz aldığına, mutluluk duyduğuna inanmayı aklımın ucundan bile geçirmiyorum.

Nitekim, son günlerde özellikle Başbakanın ifade etmeye çalıştığı ve bu kötülük tablosunun ters yüz edilmesine ilişkin dile getirmeye çalıştığı açıklamalarına binaen saraydan yapılan müdahaleleri maalesef büyük üzüntüyle izlemekteyiz.

Evet, Hükûmet bir adım atmak istemeyebilir ama Hükûmetin adım atmak istediği iyiliklerle ilgili her türlü söyleminin anında bastırılıyor olması, açık söylemek gerekirse, sıklıkla iktidar partisi tarafından dile getirilen millî iradenin tahakküm altına alınmasına hizmet eder.

Bir diğer husus: Özellikle şunu ifade edelim, kötülük o kadar sıradanlaşmış ki bugün Sayın Cumhurbaşkanının, özellikle kendisi gibi düşünmeyenlerle, siyasal ve toplumsal olaylara kendisi gibi bakmayanlarla alakalı varmış olduğu dilin vatandaşlıktan çıkarılma düzeyine gelmiş olması, herhâlde hepimiz açısından hiç de iç açıcı bir durum değildir.

Allah aşkına, kötülük bu kadar mı sıradanlaşır? Ne demek vatandaşlıktan çıkarma? Vatandaşlıktan çıkarılma durumu, söz konusu kişi Cumhurbaşkanı dahi olsa, bir bireyin elinde olabilir mi? Bir anayasal düzende, bir hukuk devletinde “vatandaşlıktan çıkarılma” kavramının bu kadar kolaylıkla kullanılabileceği kadar kötülüğün sıradanlaşması, hepimizin bir bütün olarak itiraz etmesi gereken husustur.

Bu, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakan veya herhangi birimiz açısından toplumsal olaylara dair farklı düşünme biçimlerinin ta varabileceği en son nokta, kişinin yurttaş olma hakkının elinden alınmasıyla alakalı bir durumdur.

Nitekim, öyle sanıyorum ki buradaki birçok kişinin, son aylarda yaşanan olaylarla alakalı olarak buna dair de söyleyebilecekleri laflar vardır. Bu nedenle bu işin bütçelerle, kurulacak kurumlarla, onlara tahsis edilecek gayrimenkullerle giderilmeyecek kadar bir kültür meselesi olduğunu düşünüyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

Sayın Bostancı…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başbakanın Türkiye’nin yaşadığı terör olayı ve buna ilişkin görüşlerini Sayın Yıldırım, son derece farklı bir bağlamda ve Sayın Başbakanın beyanlarıyla uyumlu olmayan bir tarzda değerlendirmiş ve buradan da bir tür, Cumhurbaşkanı, Başbakan arasında derin çelişki var, bir bakıma iki farklı politikayı takip ediyorlar denilerek gerçekliği ters yüz etmiştir. Bu, grubumuza yönelik açık bir sataşmadır, 69’dan söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Bostancı, her seferinde şunu sormak zorunda kalıyorum: Şimdi eğer bu sataşmanın grubunuzla ilgisini ifade eden bir açıklama yapmazsanız, sataşma nedeniyle -Hükûmet buradadır- Hükûmet söz isterse Hükûmete söz veririm.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, grubu ilgilendiriyor Sayın Başkan.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, bu sataşma… Başbakan, Genel Başkanımız aynı zamanda…

BAŞKAN – Ama bu cümleyi bekliyorum Sayın Bostancı, bu cümleyi bekliyorum.

Bakın, 69’uncu madde Hükûmete sataşma hâlinde sözün Hükûmete verileceğini söyler. Hükûmete sataşıldığı için söz isterseniz verme şansım yok ama bu, bizim grubumuza sataşmadır aynı zamanda yani…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Genel Başkan, Genel Başkan…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Siyasi bir kişiliği var Sayın Başkan, bizim partimizin Başbakanı.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, işimi bana öğretmeyin. Ben bu konuda özgürlükçü bir yaklaşıma sahibim ama İç Tüzük’ü de uygulamak zorundayım.

Ben özellikle şunu bütün arkadaşlarımdan rica ediyorum: Yani, “Sataşma var, söz…” Hayır, bana sataşmayı açıklıkla izah edeceksiniz, tutanaklara bu geçecek.

Buyurunuz Sayın Bostancı, iki dakika süreyle söz veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

8.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 23’üncü maddesiyle ilgili önerge üzerinde yaptığı konuşması sırasında AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Genel Başkanımızın, Sayın Başbakanımızın söylediği şudur: Eğer bütün teröristler Türkiye’yi terk ederler, silahlarıyla birlikte çekip giderler, bu ülkede tekrar hiçbir çatışmanın, ölümün, cinayetin, katliamın, halka yönelik tehdidin olmadığı bir ortam teşekkül eder, PKK silah bırakırsa o zaman bu ülkeye zaten barış gelir, o zaman herkesle her şeyi konuşabiliriz. Söylediği budur.

KADİR KOÇDEMİR (Bursa) – Bunu sekiz sene önce de söylemişti.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Cumhurbaşkanı öyle demiyor.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Eğer buradaki atıf yapılan husus, PKK’nın bütünüyle Türkiye’den gitmesi, silahlarını bırakması ve bir daha terör yöntemiyle netice alma çabasından, girişiminden vazgeçmesidir. Böyle olduğunda elbette ki Türkiye’ye tamamen barışın, huzurun, sükûnun geleceği ve herkesin memnun, mutlu olacağı bir ortam kurulur. Sayın Cumhurbaşkanı da terörizme karşı verilen mücadeleden bahsediyor. Terörist olmayınca zaten mücadeleye de gerek kalmaz Sayın Baluken. İlla da terörist öldüreceğiz diye bir çaba içinde değiliz. Yeter ki bu ülkeye barış gelsin, bu ülkeye huzur gelsin, yeter ki terör belasıyla bu ülkenin insanları yüzleşmesin. Bizim istediğimiz budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yoksa, illa da birileri terörist olsun, biz de onların hakkından gelelim; böyle bir hikâye yok. Sayın Cumhurbaşkanıyla Sayın Başbakanın dediği sonuç itibarıyla aynıdır. Bu ülkenin huzuru ve sükûnu için bir teröristin meydan okuması varsa ona karşı mücadeledir. Teröristler çekip gider, silahlarını bırakır, bu yoldan vazgeçerlerse de ne güzel, Türkiye için hayırlı olur.

Teşekkürler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Bostancı grubumuza dönerek Sayın Başbakan ile Sayın Cumhurbaşkanı arasında bir ayrılık varmış çabası içerisinde olduğumuzu, oysa yapılan açıklamaların bu dile getirdiğimiz hususlardan çok farklı olduğunu söyleyerek bizim söylemlerimizi bağlamından koparmıştır. İsmimizi de kullandı, dolayısıyla sataşma…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

9.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına ve Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bostancı aslında okuduğunu çok rahat anlayabilecek bir entelektüel birikime sahip. Yani, Başbakan Davutoğlu’nun cümlelerini okuduğunuz zaman, sonra üstüne Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın had bildiren ve istikamet belirleyen o çıkışını okuduğunuz zaman bizim doğruyu söylediğimizi siz de çok rahat bir şekilde görürsünüz. Nitekim, çözüm süreci dışında da tutuklu akademisyenlerle ilgili bugün yine Sayın Davutoğlu’nu kastederek “Ne demek tutuklu akademisyenler sorunu var? Nasıl akademisyenler tutuklu yargılanırlar gibi bir eleştiri getirilir?” diye kendisi söylüyor. Yani, bu alenen ortada. Bu sadece Sayın Davutoğlu ya da Cumhurbaşkanı arasındaki bir mesele de değil. Yani, işte, vekilimiz demin ifade etti, bu kendine ait olmayan görüşleri savunanların vatandaşlıktan çıkarılmasıyla ilgili -basından okuduğumuz kadarıyla- Sayın Numan Kurtulmuş cevap vermiş, “Böyle bir şey olabilir mi?” demiş, “Anayasa’nın güvence altına aldığı bir hususu bir kişi çıkıp ‘Ben böyle yapabilirim.’ diye cevap veremez.” demiş, bu anlama gelen cümleler kullanmış.

Dolayısıyla, yani, Hükûmet ile saray arasında bir görüş ayrılığının olduğu son derece nettir. Acı olanı, bu görüş ayrılığının bir bedel olarak halkımızın önüne gelmesidir. Biz birçok milletvekili arkadaşla kulislerde de görüşüyoruz, gidişattan rahatsız olan, bu ülkede akan kanın durmasını isteyen iktidar partisi sıralarında da birçok milletvekili var ama maalesef bu kürsüye geldiklerinde bunu dile getiremedikleri için, saraya karşı kendi özgür iradeleriyle burada siyasi düşüncelerini ifade edemedikleri için bir çözüm iradesi çıkmıyor Sayın Bostancı. Bunu inkâr etmenize gerek yok, bu son derece net, son derece açık bir husustur.

Hepinize saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN – Aynı mahiyetteki iki önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.

Şimdi, son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanun Tasarısı’nın 23’üncü maddesinin (1)’inci fıkrasının (b) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

"(b) Kuruma yapılacak her türlü bağış ve yardım."

Nuri Okutan (Isparta) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın "Kurumun gelirleri" başlıklı 23’üncü maddesinin (b) bendinde "kuruma ait taşınır ve taşınmazlardan elde edilen gelirler" ibaresi yer almaktadır. Tasarıdaki bu hüküm kurumun görev, yetki ve sorumluluklarıyla uyuşmayacak bir şekilde kurumu parasal bir faaliyet içerisine sürükleyebilecektir. Zira bu düzenleme neticesinde kurum özel hukuk gerçek ve tüzel kişileriyle karşılıklı bir ekonomik ilişki içerisine girecektir. Bu nedenle, tasarıdaki söz konusu düzenlemenin tasarı metninden çıkarılması gerekmektedir.

Bununla birlikte, 6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu’nun "Kurumun gelirleri" başlıklı 21’inci maddesinde “kurum gelirleri içerisinde kuruma yapılacak her türlü bağış ve yardım” ibaresi yer almaktadır.

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun "Bağış ve yardımlar" başlıklı 40'ıncı maddesine göre, “Herhangi bir gerçek veya tüzel kişi tarafından, kamu hizmetinin karşılığı olarak veya kamu hizmetleriyle ilişkilendirilerek bağış veya yardım toplanamaz, benzeri adlar altında tahsilat yapılamaz. Kamu idarelerine yapılan her türlü bağış ve yardımlar gelir kaydedilir. Nakdi olmayan bağış ve yardımlar, ilgili mevzuata göre değerlemeye tabi tutularak kayıtlara alınır. Kamu yararına kullanılmak üzere kamu idarelerine yapılan şartlı bağış ve yardımlar, dış finansman kaynağından sağlananlarda 28/3/2002 tarihli ve 4749 sayılı Kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla, hizmeti yapacak idarenin üst yöneticisi tarafından uygun görülmesi hâlinde, bütçede açılacak bir tertibe gelir ve şart kılındığı amaca harcanmak üzere açılacak bir tertibe ödenek kaydedilir. Bu ödenekten amaç dışında başka bir tertibe aktarma yapılamaz." 5018 sayılı Kanun’daki bağış ve yardım tanımı çerçevesinde bağış ve yardımların kurum gelirleri arasında yer alması daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

23’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 23’üncü madde kabul edilmiştir.

24’üncü madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 Sıra Sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanun Tasarısı’nın 24’üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

“MADDE (24) - 1 Kurul, ayrımcılıkla mücadele amacı ile hangi alanlarda resmi nitelikte istatistik toplanmasına ihtiyaç olduğuna karar verir. Ayrımcılık belirtilerinin tüm boyutlarını ortaya koyabilmek için gerekli olan istatistiksel bilgilerin verilere sürekli ve eksiksiz şekilde erişilmesini sağlayacak bir sistem içinde toplanmasından resmi istatistik programı kapsamında Türkiye istatistik Kurumu sorumludur."

      Ahmet Akın                                      Şenal Sarıhan                                     Mahmut Tanal

        Balıkesir                                             Ankara                                              İstanbul

  Onursal Adıgüzel                                  Tahsin Tarhan                                      Gaye Usluer

        İstanbul                                              Kocaeli                                             Eskişehir

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanun Tasarısı’nın 24’üncü maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.                             

İsmail Faruk Aksu                                    Zihni Açba                                      Deniz Depboylu

        İstanbul                                              Sakarya                                               Aydın

     Mustafa Mit                                       Nuri Okutan                                        Ruhi Ersoy

         Ankara                                               Isparta                                             Osmaniye

  Mehmet Erdoğan                                    Arzu Erdem

          Muğla                                               İstanbul

“(2) İstatistikler aylık olarak kamuoyuna açıklanır.”                                 

BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanun Tasarısı’nın 24’üncü maddesinin tasarıdan çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

     İdris Baluken                                    Çağlar Demirel                                     Sibel Yiğitalp

       Diyarbakır                                          Diyarbakır                                          Diyarbakır

Bedia Özgökçe Ertan                              Behçet Yıldırım                                    Kadri Yıldırım

           Van                                               Adıyaman                                               Siirt

Filiz Kerestecioğlu Demir                Mahmut Celadet Gaydalı

        İstanbul                                               Bitlis

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) - Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı önerge üzerinde İdris Baluken, Diyarbakır Milletvekili.

Buyurun Sayın Baluken. (HDP sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Deminden beri “Neden insan haklarıyla ilgili bir kanunun burada görüşülmesi inandırıcı değildir?”i açıklamaya çalışıyoruz. Yani hukuk devleti yoksa, işte, bir ülkenin bir yerinde büyük bir savaş tablosu önünüze geliyorsa, bir ülkede Hükûmet tamamen inisiyatifini yitirecek bir vesayet altındaysa insan hakları olmaz diyoruz. Bunlara çıkıp kendi tezlerinizle böyle bir durumun olmayacağını ifade etmek yerine bir savunma refleksi içerisinde sadece Cumhurbaşkanını savunuyorsunuz. Yani bir kere, bu yaklaşım doğru değil.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Kandil ağzıyla konuşma!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bakın “Hukuk devleti yoktur.” diyoruz, yani bugün sizin milletvekillerinizin dün katıldıkları bir televizyon programındaki açıklamalarını ben burada dile getirdim, “Yasama da bize bağlı, yürütme de bize bağlı, yargı da bize bağlı.” diyorlar. Anayasa Komisyonu üyesi olan bir milletvekili de…

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Kandil’e mi bağlı olacak?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Size mi bağlı olacak?

İşte, itiraf etmiş oluyorsunuz, bakın. Sen, şimdi, yasamanın, yürütmenin, yargının AKP’ye bağlı olduğunu itiraf etmiş oluyorsun.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Yapma ya!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Biz Kandil’e bağlı olduğunu söylemiyoruz, ama, siz, bu kuvvetler ayrılığının olmadığını, bunların AKP’ye bağlı olduğunu söylüyorsanız, ortada ne bir demokrasi var ne de bir hukuk devleti var anlamı çıkar burada.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Siz bize mi bağlısınız?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Burada, sizin net bir şekilde çıkıp, bu hukuk devletini neden ortadan kaldırdığınızı açıklamanız gerekiyor. Yani bir ülkede Cumhurbaşkanı “Anayasa Mahkemesinin kararlarını tanımıyorum.” diyorsa, ona karşı yereldeki mahkemeleri direnişe çağırıyorsa, kaymakamlara, valilere, “Bundan sonra mevzuatı elinizin tersiyle bir kenara itin, kendi bildiğinizi yapın.” diyorsa, orada hukuk devletinden bahsetmek mümkün değil.

Yani, ben, ana muhalefet partisinin tavrına da şaşıyorum, böylesi önemli bir konuda, burada, biz ana muhalefet partisinin ne düşündüğünü öğrenemedik. Ben bu konuyu gündeme getirdiğimde, kuvvetler ayrılığını denetleme yetkisini ana muhalefet olarak halktan alan, bu konuda Türkiye'nin hukuk devleti ve demokrasisiyle ilgili iktidarı denetleme görevini en üst düzeyde temsil eden Cumhuriyet Halk Partisi suspus oluyor. Yani o zaman burada çok ciddi bir sorun var demektir. Kendi kuvvetler erkine sahip çıkmayan bir hükûmet anlayışı, bu erkler arasındaki hukukun tamamen ortadan kalktığına sessiz kalan bir ana muhalefet partisi ve her geçen gün de freni patlamış bir araç gibi uçuruma sürüklenen bir ülke gerçeği. Buradan bir an önce bir çıkış sağlamamız gerekiyor. Bunu sağlamadığımız sürece de insan haklarıyla ilgili ne kadar yasal düzenleme yapılırsa yapılsın, herhangi bir inandırıcılığının olması mümkün değil. İşte, şimdi getirilen bu kurulda da tamamen Hükûmet ve Cumhurbaşkanının inisiyatifine vermişsiniz. Yani böylesi bir durumda, sizin hukuk devletini ayaklar altına alarak, bu ülkenin demokratik kazanımlarını hiçe sayarak ortaya koyduğunuz hak ihlallerini yine sizin yetkilendirmiş olduğunuz bir kurul nasıl denetleyecek? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Yani Başbakanın bile Cumhurbaşkanına karşı ses çıkaramadığı, kendi görüşünün arkasında olamadığı bir durumda İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulundaki üyeler nasıl kendi görüşlerini objektif bir şekilde yansıtacaklar? Bunun mümkün olmadığını hepiniz biliyorsunuz. O nedenle, yol yakınken bu yanlışlardan dönülmesi gerekir. Hukuk devleti konusunda taviz vermemek gerekir. Evrensel demokrasi normları konusunda taviz vermemek gerekir. İnsan hakları konusunda evrensel ilkeleri bir an önce bir kez daha hatırlamanız gerekir. Devletin mevcut sorunlara neden olan idari yapısını da yetkiyi yerellere vererek yerinden yönetim anlayışıyla yeniden ele almak gerekir. Bunları yapmadığınız sürece burada sadece bize cevap verme durumunda kalırsınız. Bu cevapların da ne bizim tarafımızdan ne de halkımız tarafından herhangi bir inandırıcılığı olmadığı kanaatindeyiz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, Sayın Baluken’in yasama, yürütme ve yargının AK PARTİ’ye bağlı olduğu şeklindeki bir beyana atıfla yerinden yapmış olduğu bir açıklama vardı.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Milletvekiliniz arkadan söyledi. “Bize bağlı, Kandil’e mi bağlı olacak?” dedi. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bir saniye efendim, Sayın Bostancı konuşuyor.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Aynı konuşmasını tekrar etti. Ben de zabıtlardaki aynı cevabımın tekrar kayıtlara geçirilmesi için bu sözü aldım.

Sağ olun.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim Sayın Bostancı.

Sayın Gök…

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, Sayın Baluken konuşmasında, Cumhuriyet Halk Partisinin suspus oturduğunu, bu yasa görüşülürken de kuvvetler ayrılığının gündeme geldiğini, hiçbir şey yapmadığını ifade ederek…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Gök. (CHP sıralarından alkışlar)

İki dakika süreyle söz veriyorum.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

10.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 24’üncü maddesiyle ilgili önerge üzerinde yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu tasarısı hakkında daha başından beri uyarıcı görevlerimizi yerine getirmeye gayret ettik. Bir yanlış yapılıyor, bu yanlışı engellemeye çalışıyoruz. Biz “İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu” adı verilen bu yasanın çıkmasını arzu ediyoruz. Ülkemizin Avrupa Birliğiyle ilgili girdiği müzakere sürecinde, vize muafiyeti dâhil olmak üzere her türlü iyileştirici adımın bir an önce Türkiye lehine geliştirilmesini düşünüyoruz. Ama bu yasa bu hâliyle bunu kapsamıyor. “Cumhuriyet Halk Partisi ne yapmaya çalışıyor?” derseniz, iktidar partisine “Dört yıl önce de Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu’nu çıkartırken yanlış yaptınız, şimdi de bu kurumu çıkartmak suretiyle, bu şekilde çıkartmak suretiyle yanlış yapıyorsunuz.” diyoruz çünkü bu kurum çıktığı anda özellikle ulusal önleme mekanizması, işkence ve zalimane suçlarla mücadele kurumu adıyla verilen ulusal önleme mekanizması Birleşmiş Milletler tarafından ve Avrupa Birliği tarafından kabul edilmeyecek. Siz bu yasayı çıkartmakla Avrupa Birliği kriterlerinden birini yerine getirmiyorsunuz. Biz buna engel olmaya çalışırken aslında size yardımcı olmaya çalışıyoruz, onu anlamıyorsunuz.

Diğer yandan, Sayın Baluken’in sarf ettiği sözleri aynen kendisine iade ediyorum. Cumhuriyet Halk Partisi, hem kuvvetler ayrılığı hem de ülkemizin Parlamentosunun güçlenmesi bakımından üzerine düşen uyarıcı görevleri her zaman yerine getiriyor.

AKP ile HDP arasındaki çekişmenin malzemesi olmak istemeyiz Sayın Baluken. Eğer AKP’yle bir çekişmeniz varsa Cumhuriyet Halk Partisini lütfen malzeme etmeyin ve Cumhuriyet Halk Partisini haksız yere suçlamayın. Bu konuda esas suçlu olan sizsiniz. Eğer arzu ediyorsanız gelir, bunun da cevabını burada verirsiniz.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gök.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Sayın Başkan…

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Sayın Gök, AKP ile HDP çekişmesine CHP’yi alet ettiğimizi ifade ederek ağır bir sataşmada bulundu.

BAŞKAN - Bir sataşma yok bunda Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, açık bir sataşma var.

BAŞKAN - Şimdi, her kelimeyi, her cümleyi sataşma olarak alırsanız hiçbir…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, biz CHP’yi…

BAŞKAN - Bir saniye, Sayın Baluken, cümlemi bitirmedim ben. Bir saniye…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Buyurun.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 69’uncu madde açıktır: Kendisine sataşılan veya ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüş kendisine atfedilen kişiler, siyasi parti grupları, milletvekilleri, komisyon -her neyse- söz talep edebilir, cevap verebilir.

Şimdi, her siyasi eleştiriyi bir sataşma olarak alırsak biz ana mevzuyu görüşemeyiz Sayın Baluken. Ben burada bir sataşma görmüyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın grup başkan vekilini dikkatle dinlediniz, ben sizi gözlemledim.

BAŞKAN – Dinledim. Bakın, sayın grup başkan vekili şunu söyledi…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın grup başkan vekili, AKP’yle aramızda olan çekişmeye CHP’yi alet ettiğimizi, bu konuyla ilgili söyleyecek sözlerimiz varsa da gelip kürsüden mutlaka söylememiz gerektiğini ifade etti. Kürsüden inerken de “Açık bir şekilde sataştım.” dedi.

BAŞKAN – Sayın Baluken, bakın, Sayın Gök’ün sizi kürsüye davet etmiş olması benim söz vermemi gerektirmiyor. Sayın Baluken, rica ediyorum…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, grubumuza sataşma var Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sataşmanın Türk Dil Kurumundaki, o sözlükteki kelime anlamına lütfen bakalım: Karşı tarafı rencide eden bir ifade, bir cümle sataşmadır.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, biz cumhuriyetin köklü partilerinden birisini siyasi kısır çekişmelerimize alet edecek bir siyasi parti falan değiliz. Yani, bu konuda açık bir sataşma var.

BAŞKAN – Sayın Baluken, 60’ıncı madde çerçevesinde söz talep ederseniz verebilirim. Siz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunu kuvvetler ayrılığı ve birtakım konularda suspus olmakla suçladınız…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Evet.

BAŞKAN – …bu yönde bir eleştiri getirdiniz. Sayın Gök de Grup Başkan Vekili olarak bunları size iade ettiğini söyledi, “Adalet ve Kalkınma Partisi’yle çekişmenize bizi alet etmeyin.” dedi. Şimdi ben bu cümlede bir sataşma görmüyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – E, nasıl sataşma görmüyorsunuz?

BAŞKAN – Sataşmayı gördüğüm en küçük anda bütün taleplerinizi de karşılıyorum. Bunu siz de biliyorsunuz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, o zaman, Sayın Levent Gök’e söz verdiğiniz gerekçe aynen bize iade edildiğinde onu kürsüden cevap verecek bir gerekçe olarak değerlendirmemiş oluyorsunuz. Bunu kabul etmemiz mümkün değil.

BAŞKAN – Bakın, iade ettiği şey şudur…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – O zaman bize, AKP’ye karşı olan politikalarda suspus olma suçlaması yöneltmiş oluyor, bu çok nettir.

BAŞKAN – Bakın, şimdi cümlelerin karşılıklı iade edilmesi bir sataşma değildir Sayın Baluken. Siz şimdi bir siyasi parti grubunu bir konuda eleştirir, eleştirir derken sataşma anlamına gelebilecek bir cümleyle değerlendirmenizi yaparsanız doğal olarak o siyasi parti grubunun sataşma dolayısıyla söz hakkı vardır. Ben bu hakkı teslim etmek zorundayım. Siz sataşma nedeniyle bugüne kadar ne kadar söz talep ettiyseniz büyük bir çoğunlukla -istisnai olarak vermemişimdir- vermişimdir çünkü sataşma kavramını geniş olarak yorumluyorum. Burada bir siyasi eleştiridir bu, burada bir sataşma yoktur Sayın Baluken, rica ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, o zaman yerimden bir açıklama…

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum.

Buyurunuz.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

31.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, gerekçeyi açıkladıktan sonra Sayın CHP grup başkan vekiline söz vermiş olduğunuz gerekçe üzerinden bize yönelen değerlendirmeyi bir sataşma olarak görmemenizi doğrusu anlamış değilim. Ben daha önceki oturumlardan da tarafsız, hakkaniyetli ve demokratik tutumunuza olan saygımdan dolayı bu sataşmayla ilgili ısrarımı İç Tüzük 60’taki yerinden söz almaya çevirmek durumunda kaldım. Yani, orada başka bir Meclis başkan vekili oturmuş olsaydı bu yapmış olduğunuz değerlendirmeyi bir usul tartışmasının konusu olarak da ele alabilirdim çünkü sayın grup başkan vekili çok net olarak bizim AKP’yle olan çekişmelerimize CHP’yi alet etme gibi bir siyasi tutum içerisinde olduğumuzu söylüyor. Oysaki benim kürsüden ifade ettiğim husus son derece net. Ben gündüz “Yasama, yürütme ve yargı artık bize bağlı. Kuvvetler ayrılığı ilkesi tamamen ortadan kalkmış.” şeklinde AKP’li milletvekillerine atıf yaparak burada demokratik geleceğimiz açısından birtakım tehlikeli cümleleri zikrettiğimde hem Cumhuriyet Halk Partisinden hem de diğer siyasi partilerden buna yönelik farklı bir değerlendirme duymadım yani ben burada olduğum süre içerisinde bu konuda herhangi bir cümle bile kullanmadılar. Dolayısıyla, “Suspus olmuşlar.” derken de bugün ortaya çıkan bu durumu ifade ettim. Ama, dediğim gibi, sizin onu bir sataşma olarak değerlendirmeniz, bize aynen iadesini de farklı bir siyasi eleştiri olarak ifade etmeniz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum.

Buyurunuz Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - … önceki demokratik tutumlarınızla çok bağdaşmamıştır. Yine de bunu kişisel yorumunuz olarak değerlendiriyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

Sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlar; 69’uncu madde çerçevesindeki uygulamayı ne kadar esnek tuttuğumu sizler görüyorsunuz. Grupların, grup başkan vekillerinin söz haklarına âdeta sonsuza kadar saygı gösterdiğime yine sizler tanıksınız. En küçük bir şekilde sataşma olarak değerlendirdiğim bir konuda, inanın bu haklarınızı teslim ediyorum. Yani benim bu değerlendirmemin de bunun dışında herhangi bir anlamı yoktur. Dün akşam Sayın Bostancı, örneğin, sataşma nedeniyle bir söz istemişti, ben kendisine “Burada bir sataşma yoktur.” dedim, o sözü vermedim. Zaman zaman diğer siyasi parti grup başkan vekillerine de bu sözü vermediğim olmuştur; bunu Cumhuriyet Halk Partisi Grubu da bilir, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu da bilir, iktidar partisi grubu en son bu örneği dün akşam yaşamıştır.

Ben, eşit ve adil bir şekilde bütün siyasi parti gruplarına, bütün milletvekillerine yaklaşıyorum. Eksikliklerim, atladığım şeyler olabilir, zaman zaman tutanakları isteyerek onu da -eğer atladığım bir şey varsa- düzeltmeye çalışıyorum. Bunun dışında bir düşüncem yoktur.

Benim amacım, burada özgür, demokratik bir tartışma ortamını, görüşme ortamını sağlamaktır, kimsenin söz hakkını kısmak gibi bir düşüncem yoktur.

Teşekkür ederim Sayın Baluken.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 24’üncü maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

“(2) İstatistikler aylık olarak kamuoyuna açıklanır.”

Zihni Açba (Sakarya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) –Katılmıyoruz Sayın Başkan.

MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın “İstatistik” başlıklı 24’üncü maddesinde ayrımcılıkla mücadele amacıyla kurumun hangi alanlarda resmî nitelikte istatistik toplanmasına ihtiyaç olduğuna ve bu kapsamdaki çalışmaların yürütülmesine ilişkin hususlar düzenlenmektedir.

İnsan hakları ve eşitlik alanı, ülkemizde toplumun her bir bireyini ilgilendiren güncel bir alandır. Bu alan anayasal hükümlerle koruma ve güvence altına alınarak toplumsal, siyasal ve hukuki önemi vurgulanmıştır. Bu denli önemli ve güncel bir alanın kendisinin sürekli yeni gelişmelere sahne olduğu dikkate alındığında istatistik veriler konunun anlaşılabilirliğini ve kamuoyunda değerlendirilebilirliğini arttıran bir unsur olacaktır. Bu çerçevede, kurumun istatistiki verilerinin her ay güncel olarak kamuoyuna açıklanması gerekmektedir. Önergemizle bu gerekliliğe yönelik bir düzenleme getirilmektedir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi madde üzerindeki son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 24’üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. 31/03/2016

“MADDE (24) - 1 Kurul, ayrımcılıkla mücadele amacı ile hangi alanlarda resmi nitelikte istatistik toplanmasına ihtiyaç olduğuna karar verir. Ayrımcılık belirtilerinin tüm boyutlarını ortaya koyabilmek için gerekli olan istatistiksel bilgilerin verilere sürekli ve eksiksiz şekilde erişilmesini sağlayacak bir sistem içinde toplanmasından resmi istatistik programı kapsamında Türkiye istatistik Kurumu sorumludur."

Ahmet Akın (Balıkesir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Önergeye katılıp katılmadıklarını Komisyon ve Hükûmete soracağım.

Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Önerge hakkında konuşmak isteyen Gaye Usluer, Eskişehir Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Usluer. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

GAYE USLUER (Eskişehir) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 24’üncü maddesine ilişkin verdiğimiz önerge hakkında CHP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, sözlerime en temel insan hakkı olan ifade özgürlüğüne değinerek başlamak istiyorum. Anayasa’nın 25’inci maddesine göre herkes düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahiptir. Yani her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz, düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.

Anayasa’nın 26’ncı maddesinde ise “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” denmektedir.

Değerli milletvekilleri, hangi hak, hangi eşitlikten söz ediyoruz? Bakınız, bugün ismi kulağa çok hoş gelen bir kurulun kurulmasına ilişkin bir yasa tasarısını konuşmaktayız, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu.

Bugün birileri tarafından “vatan haini”, “karanlık”, “alçak” ve “sütün içindeki kıl” gibi, aşağılayıcı kelimelerle kamuoyunda itibarsızlaştırılmaya çalışılan akademisyenlere uygulanan yasak ve baskılar başta olmak üzere ifade özgürlüğü konusunda Anayasa’mız askıya alınmış durumdadır. En temel insan hakkı olan ifade özgürlüğünün olmadığı, düşünce özgürlüğünün yoklaştırıldığı bir ortamda sizler hangi kurulun oluşturulmasından, hangi kurulun çalışmasından bahsediyorsunuz? Bu denli baskıyı oluşturacaksınız, yürütmenin bizzat kendisi tarafından oluşturulacak, seçilecek kurul üyelerini atayacaksınız, sonra da bağımsız olmasını bekleyeceksiniz. Bu koşullarda oluşturulacak bir kurul aksine insan hakkı ihlallerini meşrulaştıracaktır. Sözde yapacağı inceleme ve araştırmalarla alacağı kararlarla insan hakkı ihlali yapanları, ayrımcılık yapanları bizzat aklayacak bir kurul olacaktır. Amacımız ve olması gereken, insan haklarını koruyacak mekanizmaların etkinleştirilmesidir.

Değerli arkadaşlarım, gelin “mış” gibi yapmayı bırakalım. Öncelikle olması gereken, oluşturulmak istenen kurulun bağımsız ve özgür çalışabilmesi için gerekli olan demokratik ortamı yaratalım. İfade özgürlüğünü gelin hep birlikte sağlayalım.

Bu yasa tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmeden önce sivil toplum örgütlerinin görüşü alınmalıydı. Kendimizi kandırmayalım değerli milletvekilleri, sivil toplum örgütlerinin görüşlerinin alınmamasının nedeni zaten bu ülkede ifade özgürlüğünün olmamasıdır. İnsan haklarının geliştirilmesi ve korunması için kurulan ulusal kurumların statüsüne ilişkin Birleşmiş Milletler Paris İlkeleri gereği söz konusu kurumların oluşturulabilmesi için sivil toplum örgütleri işin içine mutlaka katılmalıdır. Bakın, sivil toplum örgütleri “Bu kanunla olmaz.” diye kampanya başlattılar ve size soruyorlar, hepimize soruyorlar: “Bu acele neden? Bu kanun tasarısı için neden sivil toplum örgütlerinin görüşlerini almadınız? Bu görüşleri aldıysanız hangi sivil toplum örgütlerinin görüşlerini hesaba kattınız?” diye soruyorlar. Çoğulcu bir istişare süreci olmadan hazırlanan bu kanunla oluşturulacak kurumun beklenen işlevi yerine getirmeyeceği açıkça görülmektedir.

Sayın Bakan, değerli Komisyon üyeleri; acele işe şeytan karışır. Katılımcı demokrasi olmaksızın alelacele yapılacak işlerden hiçbir yarar gelmez. Bu tasarı bu hâliyle Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonlarına iade edilmelidir ve sivil toplum örgütleri, paydaşlar işin içine katılarak yeni baştan ele alınmalıdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Usluer.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum…

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

LEVENT GÖK (Ankara) – Yoklama istiyoruz efendim.

BAŞKAN – Bir yoklama talebi vardır, oylamadan önce yoklama işlemi gerçekleştirilecektir.

Önce yoklama talebinde bulunan sayın milletvekillerinin isimlerini tespit edeceğim, daha sonra da elektronik cihazla yoklama işlemini gerçekleştireceğim.

Sayın Gök, Sayın Gökdağ, Sayın Sarıhan, Sayın Altaca Kayışoğlu, Sayın Erkek, Sayın Yılmaz, Sayın Yalım, Sayın Çam, Sayın Usluer, Sayın Emir, Sayın Öz, Sayın Yıldız, Sayın Gürer, Sayın Çamak, Sayın Özdemir, Sayın Tanal, Sayın Köksal, Sayın Şeker, Sayın Eren Erdem, Sayın Tuncer.

Yoklama için iki dakika süre veriyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (1/596) (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

24’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 24’üncü madde kabul edilmiştir.

25’inci madde üzerinde ikisi aynı mahiyette olmak üzere üç önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 25’inci maddesinin (3)’üncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

"(3) 19. Maddede öngörülen yükümlülüklere uyarıya rağmen haklı bir neden olmaksızın belirtilen sürede uymayan birinci fıkra kapsamındaki kişi ve kuruluşlar hakkında iki bin Türk Lirasından beş bin Türk Lirasına kadar idari para cezası uygulanır. Bu fıkrada düzenlenen idari para cezaları hakkında da 2. Fıkra hükmü uygulanır."

      Ahmet Akın                                      Şenal Sarıhan                                     Mahmut Tanal

        Balıkesir                                             Ankara                                              İstanbul

  Onursal Adıgüzel                                  Tahsin Tarhan                            Nurhayat Altaca Kayışoğlu

        İstanbul                                              Kocaeli                                                Bursa

BAŞKAN – Şimdi okutacağım iki önerge aynı mahiyette bulunduğundan önergeleri birlikte işleme alacağım, talepleri hâlinde önerge sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim veya gerekçelerini okutacağım.

Şimdi, aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 25’inci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

      Ruhi Ersoy                                    İsmail Faruk Aksu                                   Mustafa Mit

       Osmaniye                                            İstanbul                                              Ankara

     Nuri Okutan                                        Zihni Açba                                      Deniz Depboylu

         Isparta                                              Sakarya                                               Aydın

      Arzu Erdem                                    Mehmet Erdoğan

        İstanbul                                               Muğla

Aynı mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:

     İdris Baluken                                    Çağlar Demirel                                Bedia Özgökçe Ertan

       Diyarbakır                                          Diyarbakır                                               Van

   Behçet Yıldırım                                   Kadri Yıldırım                             Mahmut Celadet Gaydalı

       Adıyaman                                               Siirt                                                  Bitlis

    Sibel Yiğitalp                                     Ayhan Bilgen

       Diyarbakır                                              Kars

BAŞKAN – Şimdi aynı mahiyetteki önergelere katılıp katılmadıklarını Komisyona ve Hükûmete soracağım.

Komisyon katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önergelerle ilgili söz isteyen Ayhan Bilgen, Kars Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Bilgen. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce 21’inci madde üzerinde söylediğim konuyu bir kez daha dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Yine sadece ayrımcılık yasağıyla ilgili bir uyarı ya da para cezası verme hakkından söz ediyoruz. Yani bir kurul kuruyoruz, kurul insan haklarının bütününe yönelik ihlallerle görevlendiriliyor ama ceza verirken sadece ayrımcılık yasağının ihlalini esas alıyor. Elbette ki 21’inci maddede nasıl ispat yükümlülüğünün mağdura bırakılmaması önemli bir adımsa Türkiye hukuk düzeni ve insan hakları geleneği açısından –dünyada bu var zaten- burada da bir biçimde rücuya kapı açılmış olması olumlanması gereken bir adımdır çünkü rücu, bir süredir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından dolayı da eğer bir tazminat hükmü ortaya çıkarsa bu tazminatın sorumluluğu bulunan kamu görevlilerine rücu ettirilmesi aslında, ihlalle mücadele, insan hakları ihlallerine karşı politik tutum alma açısından önemli bir irade beyanıdır ama bu düzenlemede, biraz önce ifade ettiğim gibi, sadece ayrımcılıkla ilgili bu rücuya kapı açılmış olması, yine kurula cezayı uyarıya çevirme yetkisinin tanınmış olması başlı başına aslında yasadaki düzenlemeyi işlevsizleştiren, içini boşaltan bir tutumdur.

Değerli milletvekilleri, rücu, görev sahibi kamu görevlilerinin, yetki sahibi kamu görevlilerinin görevlerini yaparken kasıtlı, kusurlu, ihmale dayalı ya da tedbirsizlikten kaynaklı bir ihlale sebebiyet vermeleri durumunda söz konusu yani bu dört başlıktan -ki uluslararası mevzuatta bu dört başlık böyle sayılıyor- birisi söz konusu olduğunda kamu görevlisinin sebebiyet verdiği ihlal ve onun bir para cezasına dönüşmesi kendisine rücu ettiriliyor. Şu anda fiilen zaten rücuyla ilgili ciddi kısıtlamalar var, ciddi fiilî uygulama engellemeleri var ama bildiğimiz bir iyi örnek var, aslında kötü örnek, büyük bir ayıp, Türkiye siyasi tarihinde kara bir leke ama sadece rücu açısından iyi bir örnek diye ifade ediyorum. Hrant Dink’in öldürülmesi dolayısıyla dönemin kamu görevlilerinin kusuru, ihmali bulunduğu gerekçesiyle 100 bin liralık tazminat cezası kesiliyor ve bunun da dönemin mülki idare görevlilerine rücu ettirilmesi kararı çıkıyor ama bu rücu ettirilen görevlilerden birisi biliyorsunuz daha sona valiyken bakanlığa terfi ediyor, emniyet müdürü olan da vali olarak tayin ediliyor bir başka şehre. Dolayısıyla aslında rücu gibi çok önemli, çok kritik, çok değerli bir düzenlemeyi, caydırıcı, etkin bir düzenlemeyi arkasına siyasi irade koymadığınızda, arkasına güçlü, kararlı bir politik tutum koymadığınızda ne yazık ki işlevsizleştirmiş oluyorsunuz.

Bugün, gerek tacize uğrayan çocuklar, istismara uğrayan çocuklar, şiddete uğrayan kadınlar gibi çok yaygın ihlal alanlarında yani belki politik kamplaşmaların dışında son derece insani alanlarda bile kamu görevlilerinin sorumluluğuyla ilgili algıyı eğer kapsamlı biçimde ele almazsak, böyle değerlendirmezsek yani kamu görevlilerinin hadi burada kastı olma ihtimalini bir tarafa bırakalım ama ihmalleri ya da tedbirsizlikleri söz konusu ise bu durumda bütün bu tip ihlallerden dolayı bir rücu hakkının söz konusu olması gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, çok örnek var, burada saymaya imkân yok ama örneğin bir şehrimizin kadın sığınma evleriyle ilgili ihalelerin açık olması gereği dolayısıyla kadın sığınma evlerinin adresleri İnternet’ten yayınlanıyor. Şimdi, sanki ihale mevzuatımızın her tarafı çok şeffaf, her tarafı çok açık, geriye bir tek kadın sığınmaevlerinin adreslerini yayınlamak kalmış, bunların adreslerini İnternet’ten yayınlıyoruz. Buraya sığınanların, buraya başvuranların hangi tehdit altında buralara başvurduğunu dikkate aldığınızda bu adreslerin yayınlanmasının başlı başına bir suç ve aslında bir süre sonra ihlalin sorumluluğunu doğuracağını hepinizin dikkatlerine sunmak istiyorum.

Saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgen.

Aynı mahiyetteki diğer önerge hakkında konuşmak isteyen Ruhi Ersoy, Osmaniye Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Ersoy. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

RUHİ ERSOY (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Aziz Atatürk’ten, cumhuriyetimizin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’ten bir pasaj okumak istiyorum: “Bozgunculuk yapacak insanlara hoşgörü ve büyüklük göstermek bir milletin mutluluğuna, şerefine, namusuna göz dikmiş insanlara hoşgörü göstermek demek olur ki, hiçbir zaman hiçbir kişi buna müsaade edemez. Hiç kimse buna müsaade etme hakkına sahip değildir ve siz de olmamalısınız.” diyor Gazi Meclise hitaben Büyük Atatürk bir ifadesinde. Bunu zamanın ruhuna uygun bir ifade olarak bulduğum için yüce Meclisle paylaşmak istedim.

Değerli milletvekilleri, üzerinde söz aldığım konu para cezalarının uygulanmasıyla ilgili. Nedir bu? İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuyla ilgili konularda ihlalin görüldüğü birimlere bin lira ile 15 bin lira arasında para cezası uygulanabilir. Şimdi, bu, para cezasını uygulama ve yaptırımda bir hak, statü elde etmek için elzemdir belki ama buradaki cezayı uygulama noktasında olan, prosedürü yerine getirmek durumunda olan bürokrat ile uygulayıcı arasındaki münasebet ve onları karşı karşıya getirme probleminin varlığı da aşikârdır. Aslına bakarsak bu kurulun varlığı… Bizim Avrupa standartlarıyla alakalı oluşturmamız gereken kurumlardan bir tanesi olduğu için mi yapıyoruz biz bunu, yoksa gerçekten, bu kurul üzerinden Türkiye’deki insan hakları ihlalini samimiyetle denetleyerek bir müeyyide, bir yaptırım mı yapacağız? Eğer buysa kaygımız, bundan önce yapmamız gereken işler olduğunu düşünüyoruz biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak.

Nedir bundan önce yapılması gereken işler? Bizim temel değerlerimizle alakalı, müktesebatımızda var olan değerler eğitimi konusunda neredeyiz? Millî eğitimden başlayın kültür politikalarına kadar gündelik yaşam pratiklerindeki insan haklarının her geçen gün âdeta bir kültürel şizofreniye gittiği ortam yaşanıyor. “Bunun arkasındaki sosyolojik, siyasi, ekonomik ve kültürel politikalar neler ve bu travmanın üstesinden nasıl gelebiliriz?”i öncelikli olarak tartışmamız ve insan hakları ihlalini kendi müktesebatımızın üzerinden hareketle en aza indirgememiz ve kalkıp ondan sonra rahatlıkla “Biz de bir zamanlar millet hem de ne milletmişiz. Gelmişiz dünyaya, milliyet nedir öğretmişiz.” ifadelerini sadece retorik olarak kürsülerde konuşmak değil politik olarak da uygulamakla mükellefiz.

Evet, muhafazakâr ve demokrat bir iktidara bunlar yakışır ama bu işlerin neresindeyiz, karnemiz ne durumda? Baktığımızda, kürsülere çıktığımızda çok rahatlıkla “Dinimiz İslam, Müslümanlığı kabul etmesiyle kölelikten hürriyetine kavuşan Bilal ile Ebu Cehil’in aynı safta durmasını ve aynı haklara sahip olmasını emreder.” deriz.

Bir gün Müslüman olmak için Hazreti Peygamber’imizin huzuruna gelen zat titremeye başlayınca, Efendimiz: “Korkma, ben hükümdar değilim. Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.” demiştir.

Şimdi, bu anlayıştaki bir dinin mensubu, bir mütedeyyin Müslüman ve muhafazakâr elbette “Peygamber gurura kapıldı ama biz aynı hatayı yapmayacağız.” deme gafletinde bulunamazdı tabii ki. İşte, bu hataları yapmayacaksınız arkadaşlar, yapmamalıyız arkadaşlar. Bizim köklerimizde var olan değerleri değerler eğitimiyle yeni nesle aktarabilme, aile müessesesini koruyabilme hususunda samimi olmalıyız. Samimiyetle ve kaygıyla yola çıktığımızda insan hakları ihlalinin, kadına şiddetin, çocuklara tacizin nasıl bu manada azaldığını zamanla göreceğiz.

Bütün bunların hepsini siz yaptınız demiyoruz. Toplum Türkiye’de gelenek ve modernitenin arasına sıkışmış, her türlü sosyal tabakayı, popüler kültürü, arabesk kültürü, yüksek kültürü, halk kültürü “WinZip”leşmiş bir hâlde yaşıyor. Hasta oluyoruz hasta.

Bu hastalığa toplu bir çözüm üretmek durumundayız diyor ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ersoy.

Aynı mahiyetteki iki önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Şimdi, madde üzerindeki son önergeyi okutuyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 25’inci maddesinin (3)’üncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

"(3) 19. Maddede öngörülen yükümlülüklere uyarıya rağmen haklı bir neden olmaksızın belirtilen sürede uymayan birinci fıkra kapsamındaki kişi ve kuruluşlar hakkında iki bin Türk Lirasından beş bin Türk Lirasına kadar idari para cezası uygulanır. Bu fıkrada düzenlenen idari para cezaları hakkında da 2. Fıkra hükmü uygulanır."

Nurhayat Altaca Kayışoğlu (Bursa) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Nurhayat Altaca Kayışoğlu, Bursa Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Altaca Kayışoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 25’inci maddesiyle ilgili verdiğimiz önerge üzerinde söz almış bulunuyorum.

25’inci madde üzerinde söz almış olsam da genel olarak bu kanunun yanlışlıklarını, eksikliklerini, gözden kaçmış olan hususları özellikle vurgulamak istiyorum.

Şimdi, öncelikle, ayrımcılıkla ilgili şunu söylemek istiyorum: Bu konuda yapılmış bir istatistik yok ama uygulamada karşımıza çıkan şu ki ayrımcılık en fazla istihdam alanında yaşanıyor ve özellikle kamu sektöründe çok yoğun. Sizler de çok iyi biliyorsunuz ki hem kamuya hem kamuyla ilgili taşeron şirketlere başvuran herkese şu soru soruluyor: “AKP’ye üye misin, değil misin?”

Şimdi, bu anlayış, maalesef, özel sektöre de sirayet etti. Bana yansıyan 2 olaydan söz etmek istiyorum. Bir özel banka ve bir özel şirket, kişilerle ilgili bir sınav yapıyor, mülakat yapıyor, sonra diyorlar ki: “Tamam, sizi alacağız.” Daha sonra sosyal medyada bu kişileri takibe alıyorlar ve sosyal medya hesaplarında Hükûmeti eleştiren paylaşımlar olduğu için diyorlar ki: “Siz böyle böyle yapmışsınız, maalesef sizi işe alamayız.”

Şimdi, bu kurulu Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanı atayacak. Size soruyorum: Bu kişiler gidecekler, neredeyse Hükûmetin atamış olduğu bu kurula diyecekler ki: “Ya, ben Hükûmeti eleştirdim diye özel sektör beni işe almadı, bununla ilgili bir işlem yapar mısınız?” Bunu gerçekçi buluyor musunuz Allah aşkına?

Gelelim diğer konulara. 7’nci maddeyle ilgili olarak zaten çok söylenmişti, bizzat maddenin kendisinde ayrımcılık var, homofobik bir yaklaşım var.

17’nci maddeyle ilgili çok ciddi kaygılarım var. Örneğin (8)’inci fıkrasında şöyle deniyor: “İşleme konulmayacak başvurular -özetle- yönetmelikle düzenlenir.” Şimdi, en basitinden, bütün hukukçular şunu bilir: Haklar ancak ve ancak kanunla kısıtlanır. Bu kurul bir hak arama özgürlüğü çerçevesinde değerlendirildiğinde, yönetmelikle işleme başvuruları kısıtlamış oluyorsunuz bu tasarı metniyle ve dolayısıyla, hak arama özgürlüğü yönetmelikle kısıtlanmış oluyor.

En önemli gördüğüm yanlışlık -ve herkesten rica ediyorum, her ne kadar bu madde geçmiş olsa da değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum- 17’nci maddenin (5)’inci fıkrası, diyor ki: “İnsan hakları ve ayrımcılık yasağı ihlallerine ilişkin resen yapılan incelemeler için ihlal mağdurunun şahsen belirlenebilir olduğu durumlarda kendisinin veya kanuni temsilcisinin açık rızasının alınması şarttır.” Şimdi, Karaman’daki çocukların aileleri “Biz bu ihlallerin araştırılmasını istemiyoruz.” dediğinde, bu kurul bu ihlalleri araştırmayacak mı? Biz avukat olarak bunları çok yaşadık. Bugün, basında tarayın, 2 tane haber var, korkunç. Kocaeli’de 3 yaşında bir çocuk tecavüze uğruyor, bağırsakları deliniyor ve bugün vefat etti. Kadının sevgilisi tarafından tecavüze uğruyor. Şimdi, bu anneye mi başvuracaksınız “Biz bu hakkı araştıralım mı?” diye? Yine, bugün bir haber var, 8 yaşındaki bir kız çocuğuna annesi sevgilisiyle birlikte olması için baskı yapıyor. Bu kanuni temsilcinin açık rızasını mı arayacaksınız? Ve kanun bunu şart koşuyor. Hani resen hareket etme ilkesi? Lütfen, bu maddeyi, özellikle çocuklar için ve çocuğun yüksek menfaatleri için değiştirelim hep beraber çünkü bu, bir sorun olarak her zaman karşımıza çıkacaktır.

Diğer bir konu, evet, 25’inci madde. 25’inci maddede idari yaptırımlar düzenleniyor. Şimdi, Türk Ceza Kanunu’nun 122’nci maddesinde de ayrımcılık bir suç olarak düzenlenmiş, hapis cezası öngörülüyor. Roma hukukundan beri bir ceza hukuku ilkesi var ve diyor ki: “…”(x) Yani “Bir suça iki ceza olmaz.” Bu tür hâllerde, biliyorsunuz ki yüksek yargı birini iptal ediyor. Bunu da göz önünde tutmamışsınız. Ya bu idari para cezasıyla ayrımcılığın önündeki bu, Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmiş olan hapis cezasını kaldırmaya çalışıyorsunuz ya da yine, hukukun genel ilkelerini bilmiyorsunuz ya da sivil toplum kuruluşlarını hiçbir şekilde dinlemiyorsunuz.

Öncelikle, bahsettiğimiz o kaygılar nedeniyle, lütfen, kurulun bağımsız olmasını sağlayın; lütfen, 17’nci maddenin (5)’inci fıkrasını çocuklar için değiştirin ve şunu söylemek istiyorum: İşkenceyle ilgili de önleme vesaire deniyor ama daha geçen gün Kocaeli’ye gittim. Duyarlı 2 tane genç, pırıl pırıl, sadece bir kadına şiddeti önleme kaygısıyla, maalesef, o görüntüleri yayınlamışlar diye karakolda kendilerine şiddet uygulanmış.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Devamla) – Böyle bir ülkedeyiz.

Bu yasalarla bunları önleyemeyiz. Önce mantaliteyi değiştirelim diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Altaca Kayışoğlu.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…. Önerge kabul edilmemiştir.

25’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 25’inci madde kabul edilmiştir.

26’ncı madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 26’ncı maddesinde yer alan “Kurum personeli veya insan hakları ve ayrımcılıkla mücadele eğiticileri” ibaresinin “insan hakları ve eşitlik uzmanı” şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

      Arzu Erdem                                        Mustafa Mit                                        Nuri Okutan

        İstanbul                                              Ankara                                               Isparta

İsmail Faruk Aksu                                    Zihni Açba                                         Ruhi Ersoy

        İstanbul                                              Sakarya                                            Osmaniye

   Deniz Depboylu                                 Mehmet Erdoğan                                            

          Aydın                                                Muğla

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 26’ncı maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

"MADDE 26 – (1) İnsan Hakları ve Ayrımcılıkla Mücadele eğitimi, Kurum personeli veya insan hakları veya ayrımcılık alanında lisans ve/veya yüksek lisans eğitimi almış eğiticiler tarafından verilir. Eğiticilerin nitelikleri, çalışma usul ve esasları ile eğiticilere verilecek ücret Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak yönetmelikle düzenlenir."

    Şenal Sarıhan                                       Ahmet Akın                                    Onursal Adıgüzel

         Ankara                                             Balıkesir                                             İstanbul

    Tahsin Tarhan                                     Mahmut Tanal                                     Burcu Köksal

         Kocaeli                                              İstanbul                                        Afyonkarahisar

BAŞKAN – Şimdi maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 26’ncı maddesinin tasarıdan çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

     İdris Baluken                                    Çağlar Demirel                                     Sibel Yiğitalp

       Diyarbakır                                          Diyarbakır                                          Diyarbakır

Bedia Özgökçe Ertan                        Mahmut Celadet Gaydalı                            Behçet Yıldırım

           Van                                                  Bitlis                                              Adıyaman

    Kadri Yıldırım                                             

           Siirt                                                     

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge hakkında Diyarbakır Milletvekili Sayın Çağlar Demirel konuşacak.

Buyurun Sayın Demirel. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 26’ncı maddede insan hakları ve ayrımcılıkla mücadele eğitiminin kurum personeli tarafından ve insan hakları ve ayrımcılıkla mücadele eğitimcileri tarafından verilmesine dair bir önerge var ve bunun gerçekten ciddi ele alınması gerekiyor. Zaten uygulamaya koyduğunuz, kurmuş olduğunuz bu kurum aslında ayrımcılığı ve insan haklarını birinci elden yok eden bir kurum.

Siz bu maddede eğitim vereceğinizi ifade ediyorsunuz. Kim tarafından verilecek? Kurum personeli tarafından. Peki, kurum personeli kim tarafından oraya atanacak? Hükûmet yetkilileri tarafından atanacak. Peki, bunlar, ayrımcılığa ilişkin, insan hakları ihlallerine ilişkin ne kadar eğitim almışlar, hangi konularda eğitim verecekler? İnsan haklarıyla ilgili eğitim verecekler, ayrımcılığı önlemeyle ilgili eğitim verecekler, oysa bu kurum ayrımcılığın kendisini zaten içinde barındıran bir kurum. Kadına yönelik her türlü ayrımcılığı önleyen bir ibare yok. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dair bu kurum personellere eğitim verecek mi? Hayır, ifade edilmiyor. Zaten yaşamın bütünü ihlal edilen, insan hakları ihlali ve ayrımcılıkla yaşamın bir bütünü ihlal edilen bir ülkede nasıl insan haklarına yönelik bir eğitim vereceğinizi bir kez daha düşünmemiz ve bunu değerlendirmemiz gerekir. Yasaklar içinde yer aldığımız bu ülkede sokağa çıkmak yasak, konuşmak yasak, düşüncelerinizi ifade etmeniz yasak, yolda yürümek bile yasak, hatta bırakın yaşam hakkını, yaşamını yitiren insanlara bile uygulanan ayrımcılık ve şiddet had safhada.

Yani o kadar ayrımcılıkla dibe vuran bir ülkede nasıl bir eğitim verileceğine yönelik bir tartışma yürütülmesi gerekiyor. Bunu kim belirleyecek? Özel uygulanacak yönetmeliklerle belirlenecek. Yani, hiçbir sivil toplum örgütünden, insan hakları alanlarında çalışan sivil toplum örgütü ve kuruluşlarından destek almadan, içinde yer almayan bir kuruluşta nasıl, kim tarafından eğitim verileceği sorgulanması gereken bir durumdur.

Yine aynı şekilde, hak ihlallerinin bu son süreçlerde daha da zirveye vardığı... Özellikle de Bakanın burada olduğu süreçte ifade etmek istiyorum: Bugün, Sur’da, Cizre’de, Silopi’de, İdil’de insanların katledildiği, evlerinin yakıldığı, yıkıldığı, başlarına yıkıldığı bir süreçte onlara sormadan evlerini yıkma kararı aldığınız ve bunu uygulamaya koyduğunuz bir ülkede nasıl insan haklarından söz edebilirsiniz? Bu, ayrımcılık değil de nedir?

Bunların cevabını bir bütün olarak bekliyoruz ama Sayın Bakan ve iktidar şunu net olarak ifade ediyor: “Siz yakın, yıkın; inşaatları, binaların hepsini yıkmakla sorumlusunuz, bunları yapın. Biz, arkasından, yasaları, kanunları çıkarırız, genelgelerle, yönetmeliklerle bunları size belirleriz ve hiçbir hakta, hiçbir hukukta da yeri olmayan bir durumu biz Türkiye'de uygularız.” diyor. Şu anda uygulanan bu ve bu uygulanan süreç içerisinde de Avrupa Birliği kriterlerine uygun hareket edeceğinizi söylüyorsunuz. Yani, nerede bu hak, nerede bu hukuk, nerede insan hakları, nerede bu ayrımcılığı önleyen uygulama? Yaşamın kendisi zaten ayrımcılıkla dolu. Bugün, cezaevlerinde açlık grevlerine giren, şiddete ve yaşananlara karşı bedenini açlığa yatıran, ölüm oruçlarına giren insanlar var. Bunların hakları ve hukukları nerede? Nerede insan hakları? Soruyoruz size, yanıtını biliyor musunuz?

Aslında tüm Türkiye kamuoyunun bilmesi gereken başka bir şey var: Bu Parlamento, HDP Grubuna bir yönüyle ayrımcılığın uygulandığı yerdir. Milletvekilleri ve Parlamento grubumuz olarak bizler cezaevlerine görüşe gidemiyoruz. Bu Parlamento içerisinde grubumuz ayrımcılığa uğratılıyor. Kim tarafından? Adalet Bakanının keyfî uygulaması tarafından. Hak, hukuk, yasa var mı? Hayır, yok. Ama nedir? Keyfî olarak “HDP Grubu cezaevlerine görüşe gidemez.” deniliyor ve hiçbir yanıt verilmiyor. Nerede insan hakları, nerede hak, hukuk diyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 26’ncı maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

“MADDE 26– (1) İnsan Hakları ve Ayrımcılıkla Mücadele eğitimi, Kurum personeli veya insan hakları veya ayrımcılık alanında lisans ve/veya yüksek lisans eğitimi almış eğiticiler tarafından verilir. Eğiticilerin nitelikleri, çalışma usul ve esasları ile eğiticilere verilecek ücret Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak yönetmelikle düzenlenir.”

Burcu Köksal (Afyonkarahisar) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Burcu Köksal, Afyon Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Köksal. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikli olarak, bugün 5 Nisan Avukatlar Günü, yargı bağımsızlığının kâğıt üzerinde kalmadığı, savunma avukatının savcıyla kürsü eşitliğinin sağlandığı bir Türkiye dileğiyle tüm meslektaşlarımın Avukatlar Günü’nü kutluyorum.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 26’ncı maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. 26’ncı maddenin düzenlenmesinde, yapılması öngörülen insan hakları ve ayrımcılıkla mücadele eğitiminin amaca uygun olması açısından, bu konuda üniversiteler bünyesinde lisans veya yüksek lisans eğitimi almış kişilerce verilmesi amaçlanmalıdır. Burada, eğitim konusunda, eğitimin kimin tarafından verileceği, hangi kriterlerin esas alınacağı konusunda ne yazık ki yasada net bir ifade bulunmamaktadır.

“Bu yasanın amacı, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması, temel hak ve hürriyetlerden yararlanmada ayrımcılığın önlenmesi.” diyorsunuz. Siz değil misiniz, işe alımlarda liyakati kaldırıp torpili esas alan? Siz değil misiniz, Cumhuriyet Halk Partisinin yüksek oy aldığı yerlere hizmeti götürmeyen, geciktiren?

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Siz kendi belediyelerinize bakın, belediyelerinize.

BURCU KÖKSAL (Devamla) – Bir de vatandaş aradığı zaman “Burcu Hanımı arayın, siz Cumhuriyet Halk Partisine oy verdiniz, o yaptırsın yolunuzu.” diyen.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Belediyelerin işini biz mi yapacağız?

BURCU KÖKSAL (Devamla) – Ve bakın, buradan söylüyorum: Bundan sonra seçim bölgem Afyonkarahisar’da benim hemşehrilerime “Yok efendim, sen AKP’ye oy vermedin; yok efendim, Cumhuriyet Halk Partisi sizin köyde 1’inci çıktı, AKP az oy aldı.” deyip hizmeti geciktiren, yolunu yapmayan, suyunu vermeyen, çöpünü toplamayan ne kadar yerel yönetici, idareci varsa bu kürsüden hepsini tek tek deşifre edeceğim. (CHP sıralarından alkışlar)

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – İzmir’e bak, İzmir’e.

BURCU KÖKSAL (Devamla) – Anıtkaya’nın içme suyunu çözmek yerine “Arayın Burcu Hanımı, o çözsün. Beni AKP’ye mahcup ettiniz.” diyen yerel yöneticileri…

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – CHP’li belediyelere bak, CHP’li.

BURCU KÖKSAL (Devamla) – …Bayat Yukarı Çaybelen köyünde sağlık evine kilit vurup on beş günde bir gün vatandaşı doktora muhtaç edenleri; Çay ve Bayat Devlet Hastanesine uzman doktor ataması yapmayanları; Evciler Gökçek’te, tepede mera vasfını yitirmiş arazilere metrekaresi 17 bin liradan fiyat biçip, yol kenarında, değerli olan yerleri 5.500 liradan istimlak edenleri; Afyon Merkez Erenler Mahallesi’nde harita gibi olmuş, küçük gölcüklerle dolmuş yollarda vatandaşı yürümek zorunda bırakanları; “Köyleri hizmete boğduk.” deyip Dinar Çapalı’da bir taşkını önleyemeyip vatandaşın arazisini pisliğe boğanları; Kütahya ilimizde Tavşanlı Domaniç yolunu yıllardır tamamlamayanları, hepsini bu kürsüden tek tek deşifre edeceğim.

MUSTAFA ŞÜKRÜ NAZLI (Kütahya) – Sana ne Domaniç yolundan?

BURCU KÖKSAL (Devamla) – Geçici işçilere kadro vermeyip emeklilikte yaşa takılanların mağduriyetine kulak tıkayan ve aynı zamanda “Esnafa 30 bin lira kredi vereceğiz.” deyip, şimdi de “Bu kredi verimini dondurduk.” diyendir esas ayrımcılık yapan. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Ben, 7 Hazirandan bugüne olduğu kadar bugünden sonra da ilçe ilçe, köy köy gezeceğim, nerede bir ayrımcılık yapıyorsanız, nerede bir insan hakkı ihlali varsa, nerede hemşehrilerime bir eziyet ediliyorsa bu kürsüden haykıracağım ve Afyonkarahisar’da Cumhuriyet Halk Partisine oy vermiş, size oy vermemiş bütün hemşehrilerimi size ezdirmeyeceğim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Köksal.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Madde üzerindeki son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 26’ncı maddesinde yer alan "Kurum personeli veya insan hakları ve ayrımcılıkla mücadele eğiticileri" ibaresinin "insan hakları ve eşitlik uzmanı" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Ruhi Ersoy (Osmaniye) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın "İnsan hakları ve ayrımcılıkla mücadele eğiticileri" başlıklı 26’ncı maddesinde, insan hakları ve ayrımcılıkla mücadele eğitimi kapsamında kurum faaliyetlerinde yararlanması öngörülen insan hakları ve ayrımcılıkla mücadele eğiticilerine ilişkin düzenleme yer almaktadır. Tasarı metnindeki “kurum personeli veya insan hakları ve ayrımcılıkla mücadele eğiticileri” ibaresi muğlak bir tanımdır. İnsan hakları ve eşitlik gibi sürekli kamuoyunun gündeminde olan ve toplumsal kutuplaşma ve kamplaşmada bir araç olarak kullanılabilecek bir alan istismara açık bir alandır. Bu nedenle, insan hakları ve ayrımcılıkla mücadele eğiticilerinin kurum içerisinden yetişmiş ve alanında yetkin uzman personel tarafından verilmesi gerekmektedir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

26’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 26’ncı madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 27’nci madde üzerinde ikisi aynı mahiyette olmak üzere toplam üç önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 27’nci maddesinde yer alan “yönetmelikler Kurum tarafından yürürlüğe konulur.” ibaresinin “esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

İsmail Faruk Aksu                                   Mustafa Mit                                        Nuri Okutan

        İstanbul                                              Ankara                                               Isparta

      Zihni Açba                                     Deniz Depboylu                                  Mehmet Erdoğan

         Sakarya                                               Aydın                                                Muğla

      Arzu Erdem                                        Ruhi Ersoy                                                                                                   İstanbul                                            Osmaniye

BAŞKAN – Şimdi okutacağım iki önerge aynı mahiyette bulunduğundan önergeleri birlikte işleme alacağım, talepleri hâlinde önerge sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim veya gerekçelerini okutacağım.

Şimdi aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 27’nci maddesinin tasarıdan çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

   Çağlar Demirel                                     İdris Baluken                                 Bedia Özgökçe Ertan

       Diyarbakır                                          Diyarbakır                                               Van

   Behçet Yıldırım                            Mahmut Celadet Gaydalı                              Sibel Yiğitalp

       Adıyaman                                              Bitlis                                              Diyarbakır

Filiz Kerestecioğlu Demir                        Kadri Yıldırım                                                                                                İstanbul                                                Siirt

Aynı mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:

    Tahsin Tarhan                                      Erkan Aydın                                         Bülent Öz

         Kocaeli                                                Bursa                                              Çanakkale

    Şenal Sarıhan                                      Veli Ağbaba                                      Zeynep Altıok

         Ankara                                              Malatya                                                İzmir

BAŞKAN – Aynı mahiyetteki iki önergeye katılıp katılmadıklarını Komisyon ve Hükûmete soracağım.

Önergelere Komisyon katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önergeler hakkında söz isteyen sayın milletvekillerine söz vereceğim.

İlk konuşmacı Şenal Sarıhan, Ankara Milletvekili.

Buyurun Sayın Sarıhan. (CHP sıralarından alkışlar)

ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Değerli Başkan, kâtip üyesi arkadaşlarım, milletvekili arkadaşlar ve emekçi arkadaşlar; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, burada çok önemli bir iş yapmaya çalıştığımızı düşünüyorum. Bizim yaşamımızda, insanlığın yaşamında insan haklarından daha önemli olan, insan haklarının korunmasından, savunulmasından, geliştirilmesinden daha önemli olan bir şey olamaz çünkü insan hakkının korunması önce yaşam hakkının korunmasından başlar. Biz bu yasa tasarısı üzerinde konuşurken bu hakkın, insan haklarının korunması konusunda bir ulusal mekanizma inşa etmeye çalışıyoruz. Bir ulusal mekanizmamız var, Kamu Denetçiliği; bir ulusal mekanizmamız daha vardı, İnsan Hakları Kurumu ama bunun yetersiz olduğunu, bunun işlemediğini saptıyoruz. Sadece biz saptamıyoruz, biraz önce de ifade ettiğim gibi, uluslararası kurumlar da -Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi- bunlar da bize diyorlar ki: “Yaptığınız eksik bir iştir, siz bu yöntemle insan haklarını koruyamazsınız.”

Burada muhalefet partilerinin getirmiş olduğu bütün önerilerin el birliğiyle, dinlenilmeden, düşünülmeden -beni bağışlayın- tartışılmadan, kendi aklımıza ve vicdanımıza vurmadan reddedilmiş olması, aslında, sorumluluk taşıyan bu Hükûmetin üyeleri olan AKP’li arkadaşlarımıza aittir diye düşünüyorum. Biraz sorumluluk hissedilse… Bu yasa tasarısına ilişkin öneriler aleyhte öneriler değildir, hep birlikte, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının haklarının geliştirilmesi için yapılan, daha iyi olsun diye yapılan önermelerdir.

Biraz önce değerli arkadaşım Nurhayat Altaca’nın sunduğu örneği, rıza meselesindeki örneği dinleyen arkadaşların yüzlerine baktım, alabildiğine, arkadaşımızın söylediklerine dikkat eder ve bundan rahatsız olur durumda idiler ama bu maddeyi daha önce bütün arkadaşlar, buraya katılmış arkadaşlar oy birliğiyle kabul ettiler. Vicdanınıza seslendi arkadaşım, dedi ki: “Küçücük çocukların rızasını sapkın bir anne ya da baba ‘peki’ diyerek verirse bunun sorumluluğunu insan olarak nasıl taşıyacaksınız?” diye sordu. Şu Ensar Vakfı üzerinden yürüyen, çocuklara yapılan istismar olayında -ki çorap söküğü gibi söküldü geldi- bu çocukların velilerinin korkuyla, kaygıyla rıza vermek durumunda kalmamaları hâlinin sorumluluğunu nasıl taşıyacaksınız diye ben de size tekrar soruyorum.

Şimdi biz ne yapıyoruz ya da biz ne diyoruz muhalefet olarak? Diyoruz ki: Arkadaşlar, bu tasarıyı geri çekin, bu tasarının üzerinde yeniden konuşalım, öncelikle kurulu gözden geçirelim. Bu kurulla ilgili sivil toplum örgütlerinden, insan hakları alanında yetişkin olan insanlarımızdan buraya temsilciler koyalım. 8 artı 3 yani 11 değil, 15 yapalım, 20 yapalım ama insan hakları alanında çalışan bütün kurumlarımızın, meslek örgütlerimizin, özellikle Türk Tabipleri Birliğinin ya da tabip alanında çalışan arkadaşlarımızın katkılarını, büyük sendikalarımızın katkılarını koyalım. Bağımsız bir kurul otursun ve devlet kaynaklı olan insan hakları ihlallerinin ortadan kaldırılması için ya da o ihlallerin verdiği zararların saptanması ve düzeltilmesi için baş başa versin, çalışsın. Biz bunu yapabilecekken, böyle bir çalışma içinde olabilecekken ki biraz önceki konuşmamda atıf yaptığım işkence, kötü muamele, zalimane muamelenin önlenmesine ilişkin ek protokol de bir şeyi daha söyler, “Kurulun üyelerini yüzde 50-yüzde 50 kadın ve erkek cinsinden yapınız.” der. Aynı şekilde “Bütün dinî inançları temsil edecek, bütün mezhepleri temsil edecek, bir ülkedeki farklı etnik kökendeki insanları temsil edecek bir eşitlikte yapınız.” der. Şimdi elimizdeki tasarı ne yapıyor? Özellikle bu işin temel kurulunu kendi üzerine alıyor. Ben sizi dövüyorum, sizi dövdükten sonra da size avukatlık yapıyorum ya da hâkimlik yapıyorum, bu tam buna benziyor. Devlet dövüyor, devlet zarar veriyor, hatalı davranıyor, sonra diyor ki: “Gel, ben senin hatanı onarayım, ben hakem olayım.” Böyle bir hakemliği kabul etmek mümkün mü arkadaşlar? Çok düz ve basit sözcüklerle anlatmaya çalışıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ŞENAL SARIHAN (Devamla) - Bu tasarı bu hâliyle geçerse -daha da geçemedi ama- aynen geçmişteki İnsan Hakları Kurumunun başına gelen sorunla karşılaşacak ve yeniden yinelenmek zorunda, tekrar ele alınmak zorunda kalacak. Hepinize saygıyla sunuyorum, bu bir uyarı görevidir.

Teşekkür ederim (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sarıhan.

Aynı mahiyetteki ikinci önerge hakkında konuşmak isteyen Filiz Kerestecioğlu Demir, İstanbul Milletvekili. (HDP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Kerestecioğlu Demir, süreniz beş dakikadır.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey eşitlik ve insan haklarıdır. Ne var ki, ne Paris Prensiplerine ne de gayriinsani veya kötücül muamele veya cezaya karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne uygun olmayan, göstermelik bir kurum insan haklarına ve eşitliğe daha çok zarar verecektir.

Kanun tasarısı neyi amaçlıyor biliyor musunuz? Aslında, Hükûmetin görmek istediği ayrımcılıkları görmeyi ve duymak istediği kurumları duymayı, onları dinlemeyi amaçlıyor. Bu nedenle de, tasarı komisyonlara geldiğinde insan hakları konusunda çalışan sivil toplum örgütleri bu taslağa itiraz ettiler, “İnsan hakları bu kanunla korunmaz.” diyerek kampanya başlattılar. Çünkü tasarıda “ayrımcılık” tanımı, kurumun ayrımcılığa karşı getirdiği önlem ve tedbirler ciddi biçimde eksik.

İnsan hakları ihlalleriyle ilgili kuruma bireysel başvuru yapılamıyor. Kurum kamu kurumlarını kendiliğinden inceleyemiyor. Kendi çalışma biçimini bile belirleyemiyor. Üstelik, kurum tamamen Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanına bağlı. Böylece, Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kuruluş Kanunu’nun da gerisine düşülüyor. Bağımsız olmayan böylesi bir kurumun ulusal önleme mekanizması olarak onaylanması hiçbir şekilde mümkün değil.

Ben biraz da veri toplamanın öneminden ve Türkiye'de bunun eksikliğinden bahsetmek istiyorum. Kurum bu anlamda getirdiği 24’üncü maddeyle de aslında veri toplamayı ciddi biçimde garanti altına almıyor ve özellikle İstanbul Sözleşmesi’nde ve Avrupa standartlarında, evrensel ilkelerde veri toplamanın ölçülerini de uygun bir şekilde ifade etmiyor.

Şimdi, ne iş cinayetleri ne kadına yönelik şiddet ne de çocuk istismarı konusunda veri tutulmamasının ve kişilerin izlenmemesinin yarattığı sonuçlara aslında hepimiz daha çok yakın bir zamanda tanık olduk, gördük ki, bu ülkede çocuk istismarıyla yargılanmış kişiler çocuklarla çalışan vakıflara başkanlık ediyor, sosyal hizmetler il müdürlüğü görevlerine getirilebiliyorlar. Bunlar, daha öncesine ilişkin veri tutulmadığından da yapılıyor. Örneğin kadınlara yönelik şiddet konusunda bakanlıkların açıkladığı veriler birbiriyle çelişiyor; üstelik, kadına yönelik şiddet konusunda yalnızca idari ve sayısal veriler toplamak da yeterli değil çünkü kadınların çok büyük bir bölümü zaten şiddet vakalarını resmî makamlara bildiremiyorlar. Türkiye’de kadına yönelik şiddetle ilgili son araştırmalardan birinde, şiddet gördüğünü söyleyen kadınların yaklaşık yarısının, yüzde 49’unun fiziksel şiddet deneyiminden daha önce kimseye bahsetmediği ortaya çıktı. Bu sebeple, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tavsiye kararında da önerildiği ve -dediğim gibi- İstanbul Sözleşmesi’nde de ifade edildiği gibi, kadınlara yönelik şiddetin sebepleri, sonuçları, sıklığıyla ilgili özel veriler oluşturulması gerekiyor.

Bugün, Türkiye’de emek alanında da standartlara uygun veri toplanmıyor, bırakın iş hastalıklarını, iş cinayetleriyle ilgili dahi güvenilir istatistikler yok. Hayatını kaybeden işçilerin aileleri ve avukatları her yıl iş cinayetleri almanağı hazırlayarak veri tutmaya çalışıyorlar.

Şimdi, bu kanun sonuç olarak bir kurul oluşturuyor, bu kurul biliyorsunuz, 8’e 3 şeklinde Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulundan oluşuyor. Bu kanun geri gelecek, yani bir yıl ya da en fazla iki yıl sonra standartlara uymadığı için geri gelecek çünkü ne ayrımcılık tanımı ayrımcılık tanımına uygun ne bu kurulun yarısının gerçekten kadınlardan oluşacağına dair bize güven, garanti veren bir kotası, ayrımcılığa karşı düzenlemesi var ne genel olarak zaten ayrımcılık içerisinde olan grupları standartlara uygun bir şekilde dile getiriyor.

Ben, bu saatlerde bizi boşuna uğraştırıyorsunuz ve aslında, boşuna tekrar geri gelecek ve standartlara uymayacak, akreditasyonlara uymayacak bir kurul için uğraştırıyorsunuz, ona yanarım.

Hepinize saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kerestecioğlu Demir.

Aynı mahiyetteki iki önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Madde üzerindeki son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 27’nci maddesinde yer alan "yönetmelikler Kurum tarafından yürürlüğe konulur." ibaresinin "esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir." şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Ruhi Ersoy (Osmaniye) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın "yönetmelik" başlıklı 27’nci maddesiyle Kurumun görev alanına ilişkin yönetmelik çıkarma yetkisi düzenlenmektedir.

Önergemizde yer alan düzenlemeyle madde metninin kanun yazım teknik ve içeriğine uygun hâle getirilmesi amaçlanmıştır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

27’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 27’nci madde kabul edilmiştir.

28’e bağlı (1) numaralı fıkra üzerinde üç önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 28’inci maddesinin (1)’inci fıkrasının sonunda yer alan “sayılır” ibaresinin “kabul edilir” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Arzu Erdem                               Mustafa Mit                               Nuri Okutan

  İstanbul                                     Ankara                                      Isparta

Ruhi Ersoy                            İsmail Faruk Aksu                            Zihni Açba

 Osmaniye                                   İstanbul                                     Sakarya

Mehmet Erdoğan                    Fahrettin Oğuz Tor

    Muğla                                Kahramanmaraş

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 28’inci maddesinin (1)’inci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. 31/3/2016

(1.)-“21/6/2012 tarihli ve 6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihte, mülga olur. Diğer mevzuatta mülga Türkiye İnsan Hakları Kurumuna yapılmış olan atıflar Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuna yapılmış sayılır.”

Şenal Sarıhan                          Mehmet Gökdağ                        Okan Gaytancıoğlu

   Ankara                                    Gaziantep                                     Edirne

İbrahim Özdiş                             Bülent Öz                                 Murat Emir

    Adana                                    Çanakkale                                    Ankara

BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 28’inci maddesinin (1)’inci fıkrasının tasarıdan çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

          İdris Baluken                            Çağlar Demirel                          Sibel Yiğitalp

            Diyarbakır                                 Diyarbakır                               Diyarbakır

     Bedia Özgökçe Ertan                      Behçet Yıldırım                         Kadri Yıldırım

                Van                                      Adıyaman                                    Siirt

Mahmut Celadet Gaydalı                           Ayhan Bilgen

              Bitlis                                             Kars

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen Ayhan Bilgen, Kars Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Bilgen. (HDP sıralarından alkışlar)

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin bir tane İnsan Hakları Kurumu vardı, yine bir tane kurumu olacak. Bu sefer yanında bir de “eşitlik” tabelası asılmış olacak. Keşke bu bir tane kurumu bu alanda on yıllar boyunca karşılıksız, gönüllü çalışan insan hakları savunucularının taleplerini dikkate alarak yapsaydık ve keşke insan hakları gibi herkesin, hepimizin önüne hiçbir sıfat eklemeksizin, sadece insan olmaktan kaynaklı hakları konuşuyorsak üzerinde bütün partiler ortaklaşarak, uzlaşarak bir kurum oluşturabilseydik ama yanlışlarımızdan da ne yazık ki ders çıkartmıyoruz ve aynı yanlışı bir kez daha tekrarlıyoruz. Türkiye bir beş yılını daha, belki bir on yılını daha böyle, beklentiyi karşılamayacak kurumlar kurarak geçirecek.

Ulusal mekanizmalar dünyanın her yerinde iki önemli işlevle değer kazanırlar. Bunlardan birisi: Kamu gücünü kullanması. Yani, sivil örgütlerden, insan hakları alanında kurulmuş gönüllü kuruluşlardan farklı olarak, devlet gücü kullanmaları onları güvenilir kılar. Yani, sorun çözme potansiyeli, sorun çözme kapasiteleri vardır. Herhangi bir gönüllü kuruluş değillerdir.

İkincisi: Ama, devlet tarafından kurulmasına rağmen bir sivil örgüt gibi, insan hakları savunucusu gibi, böyle bir perspektifle olaylara yaklaşırlar. Dolayısıyla, her ülkede az olanın, muhalif olanın, karşıt olanın daha çok ihlale uğradığı varsayımıyla hareket edilir. Ve bu kurulların da böyle pozisyondaki kişilere hizmet ederken, onların sorunlarıyla ilgilenirken son derece duyarlı olacağına olan kabulle yola çıkarlar.

Ama, ne yazık ki, bu iki özelliğe de sahip olmayan bir kurum kuruyoruz. Yani, ne elinde ciddi bir güç var, tanıdığımız ciddi bir yetki var -tavsiye kararları dışında- ne de bir insan hakları perspektifi var, kapsayıcı, kuşatıcı bir insan hakları algısı, bir insan hakları vizyonu var.

Daha önce benzer kurullar kurulurken de bu itirazlar yapıldı. Türkiye’de insan hakları il, ilçe kurulları kurulurken insan hakları örgütleri dediler ki: “Bu kurullar sadece bir prosedürü tamamlamak için kuruluyor. Sadece bürokratik bir mekanizma olmanın ötesine geçmeyecekler.” Ama o gün ülkeyi yönetenler bu uyarıyı dikkate almadılar, “Hayır.” dediler. Türkiye'nin bütün ilçelerinde, bütün illerinde il, ilçe insan hakları kurulları kurdular, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığına bağlı olarak çalışmak üzere. Belki o gün Paris Prensiplerine uygun kurulsaydı bugün dünyanın en saygın kuruluşlarından birisi olabilirdi. Ne oldu? Ben birçok ilçedeki durumu size söyleyeyim: Gittiğinizde kaymakamlık binalarına bakın, kapısında “İnsan Hakları Kurulu” yazan kapılar genellikle kapalıdır. Sadece kurul toplantıları sırasında açılır. Birçoğunda çok duyarlı mülki idare amirleri sadece bu kurulları işletir, gerçekten insan hakları örgütlerini davet eder, ilgili kuruluşları o ilçenin, o yerelin sorunlarıyla ilgili çalıştırır ama yaygın uygulama aylık rutin rapor göndermektir. Raporda şöyle yazar genellikle: “Toplantı yapılmıştır, herhangi bir başvuru yoktur, ilçemizde bir insan hakları ihlali söz konusu değildir.” Şimdi, yani, bu ülkenin parasına da yazık, bu ülkenin binalarına da yazık, kamu görevlilerinin mesaisine de yazık. Ama, aynı şeyi, daha sonra döndük, İnsan Hakları Başkanlığını İnsan Hakları Kurumu hâline getirdik. O zaman da dedik, yine uyardık, dedik ki: “Bakın, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını makyajlayarak, kısmen değiştirerek, binasını bile değiştirmeden, mekânını bile değiştirmeden, personellerini bile değiştirmeden bağımsız bir kurul kuramazsınız.” O zaman da dinleyen olmadı, bu kurum oluştu. Şimdi de bu kurumu feshetmek üzere, bu kurumu mülga pozisyonuna düşürmek üzere biraz sonra oy kullanacağız ve dosyayı kapatacağız. Birkaç yıl sonra da muhtemelen İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun işlev görmediğini, başvuru sayısının herhangi bir insan hakları örgütünün bir şubesine yapılan başvuru kadar bile olmadığını hep birlikte göreceğiz ve yeni bir kanun yapmak üzere yeniden burada mesai yapacağız.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgen.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 28’inci maddesinin (1)’inci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. 31/3/2016

(1.)-“21/6/2012 tarihli ve 6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu yürürlüğe girdiği tarihte, mülga olur. Diğer mevzuatta mülga Türkiye İnsan Hakları Kurumuna yapılmış olan atıflar Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuna yapılmış sayılır.”

Şenal Sarıhan (İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet ?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Önerge hakkında konuşmak isteyen Murat Emir, Ankara Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Emir. (CHP sıralarından alkışlar)

MURAT EMİR (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Bu 6332 sayılı Kanun’un kaldırılmasını, mülga edilmesini ve oluşturulan kurumun feshedilmesini konuşuyoruz bu maddede. Ben de merak ettim, 2012 yılında çıkartmışız bu kanunu, böyle bir kurul oluşturmuşuz, niye üç yıl, dört yıl sonra kaldırıyoruz diye. Bir baktım, İnternet sitesinde nasıl oluşturulduğunu, Paris Prensiplerini uzun uzun anlatıyor, temel prensipleri ortaya koyuyor ve nasıl bir yasa oluşturduğunu açıklıyor. Doğrusu ben beğendim. Mesela içinde, 7’nci paragrafında “çoğulculuk” diye bir madde var, yine Paris Kriterlerinden almışlar. Diyorlar ki: “Çoğulculuk böyle bir kurulun en temel özelliğidir.” “Peki nasıl sağladık?” diyorlar. Yani sizin yaptığınız yasadan bahsediyorum. Nasıl sağlanmış bu çoğulculuk? Bakanlar Kurulu 7’sini, Cumhurbaşkanı 2’sini, YÖK 1’ini, baro da 1’ini atayarak yönetim kurulunu oluşturmuşlar, kurul oluşturmuşlar ve buna da diyorlar ki: “Biz çoğulculuğu sağladık.” Peki, şimdi sormak lazım: O çoğulculuk yeteri kadar çoğulculuktu da, övünüyordunuz da rahatsız olduğunuz için mi getirdiniz? Bakın, yeni getirdiğiniz yasa tasarısında Cumhurbaşkanını 3’e, Bakanlar Kurulunu 8’e çıkarmışsınız. Niye, nereden, hangi ihtiyaçtan kaynaklandı YÖK’ün ve baronun oraya üye ataması? Peki, o sayede, o zaman çoğulcuydu bu sefer aynı şekilde çoğulcu olabiliyor mu arkadaşlar? Elbette ki burada çoğulculuk açıkça zedelenmiştir. Peki, o yasa yeteri kadar çoğulcu muydu, mesela yeteri kadar bağımsız mıydı? Tutanaklara da baktım, başta sayın grup başkan vekilimiz olmak üzere 24’üncü Dönemde çok büyük mücadeleler verilmiş ve bu yasanın kısa sürede kaldırılmasının gerekeceğini, böyle bir kurulun asla çalışamayacağını açıkça söylemişiz. “Bu yasayı önünde sonunda getirirsiniz ve kaldırmak zorunda kalırsınız.” demişiz ama dinlememişsiniz, aynı şekilde yine söylüyoruz. Bakın, böyle bir yasa, böyle bir kurul… O zamanki kadar bile çoğulcu değil, o zamanki kadar bile bağımsız değil, o zamanki kadar bile finansal özgürlüğü yok, o zamanki kadar bile hak arama yolları mevcut değil. Dolayısıyla, o yasa nasıl Avrupa Birliği normlarının dışındaysa ve kaldırmak zorunda kaldıysanız bunu da önünde sonunda kaldırmak zorunda kalacaksınız.

Değerli arkadaşlar, bu yasa aslında bir dostlar alışverişte görsün yasasıdır. Siz, sizin iktidarınız, insan hakları açısından ve ayrımcılık açısından sicili bozuk bir iktidardır. Bakın, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nda -dilimizde tüy bitti burada- oradan “mezhep” kavramını, “mezhep” kelimesini çıkarttıramadık, “Hayır, biz mezhebe göre fişleyeceğiz.” dediniz. Burada da bizim ısrarlarımızla, bizim baskılarımızla zar zor yazdınız o mezhep kelimesini, mezhebin ayrımcılık sayılacağını. Size kalsa açık açık, evet “Biz mezhebe göre ayrımcılık yapacağız.” diyordunuz. Bu ayıp bu Komisyona da bu Meclis grubuna da yeter diye düşünüyorum.

Bu yasa Türkiye’deki hangi insan hakları ihlallerini düzeltecek? Gezi davasında öldürdüğünüz, öldürülen 11 gencin ailesinin hak arama yollarının önünü açacak mı? Bir göz hekimi olarak, mesela, 10 kişi gözünü kaybetti, bir kısmını da ben takip ettim. Onların hak arama yollarına bu yasanın, bu kurulun katkısı olacak mı? Mesela kadın cinayetleri, mesela yargıya müdahale… Bakın, her gün yargıya açıkça müdahale yapılıyor. Mesela, yargıya açıkça müdahale yaptığınız yerlerden birisi Çarşı davası. Çarşı davasında, darbeye teşebbüsten, sokakta gösteri yapan insanlara dava açtırttınız, Cumhurbaşkanının açık talimatlarıyla, savcılara verdiği talimatlarla oldu bu. Ne oldu? İki sene sonra beraat ettiler. Peki, bunların hakları ne olacak? Onların hakları ihlal edilmiş olmadı mı bu arada? Mesela, Uludere, Uludere’de insanlar öldürüldükten sonra ne yapıldı? Bu yasada, Uludere’de yaşam hakkı elinden alınan insanlar için ne var, hangi yolu açıyorsunuz? Mesela, basın özgürlüğü, her gün gazetecilerin tutuklandığı, haksız yargılandığı, “Tutuklu mu olsun, tutuksuz mu olsun?” diye Başbakan ile Cumhurbaşkanının kendi arasında tartıştığı bir ülkeden bahsediyoruz. Dolayısıyla, bu yasa, bu kurul olsa olsa sizin insan hakları ihlallerinizin üstünü örtmeye yarayacaktır. Dolayısıyla, bu yasayı reddediyoruz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Emir.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Madde üzerindeki son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 28’inci maddesinin (1)’inci fıkrasının sonunda yer alan “sayılır” ibaresinin “kabul edilir” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Ruhi Ersoy (Osmaniye) ve arkadaşları

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ FATMA BENLİ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI FATMA GÜLDEMET SARI (Adana) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Önerge hakkında konuşmak isteyen Fahrettin Oğuz Tor, Kahramanmaraş Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Tor. (MHP sıralarından alkışlar)

FAHRETTİN OĞUZ TOR (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu kurulmasıyla ilgili kanun tasarısı vesilesiyle önemli bir konuyu, üstelik de doğrudan insan hakları ve eşitlik ilkeleriyle ilgili olduğunu düşündüğüm bir konuyu dile getirmek istiyorum.

Geçmiş günlerde asgari ücretin artırılmasıyla sigortalıların, destek priminin kaldırılmasıyla BAĞ-KUR emeklisi olup serbest mesleklerini icra edenlerin, işverenlerin, emeklilerin, bazı memurların -Emniyet mensubu, asker gibi- haklarında önemli iyileştirmeler yapılmıştır. MHP olarak sayılan bu yasaların tamamına destek verdiğimiz malumunuzdur. Bu ülkenin nimetleri de, külfetleri de herkese eşit olarak dağıtılmalıdır, Anayasa da, yasa da bunu vazetmektedir. Keza, yüce dinimiz İslam da “Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun.” buyurmaktadır yani kısaca “Haksızlık karşısında susmayın.” demektedir.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’nın başlangıç 5’inci ve 10’uncu maddeleri eşitlik ve adaleti hükmetmektedir. Anayasa’nın bu amir hükmüne rağmen, BAĞ-KUR kapsamındaki sigortalılara hiçbir destek sağlanmayarak ayrımcılık yapılmış ve mağdur edilmişlerdir. Bugün sosyal güvenlik kapsamında aktif çalışan toplam 21 milyon kişiden 3 milyona yakını BAĞ-KUR’ludur, aktif çalışan nüfusa oranı yüzde 14’tür. BAĞ-KUR sigortalıları sigorta primlerini asgari ücret ile asgari ücretin 6,5 katı arasında olmak kaydıyla kendileri tarafından belirlenecek kazanç tutarı üzerinden yüzde 34 oranında ödemektedirler. Asgari ücretin artmasıyla BAĞ-KUR’luların prim yüklerinde yaklaşık yüzde 30 artış olmuştur. Mevcut primlerini ödemekte zorlanan çok sayıda BAĞ-KUR sigortalısının prim borçları fevkalade artmıştır. Bunlardan küçük esnafı düşündüğümüzde zaten geçimini zar zor sağlayan, prim borcunu dahi ödeyemeyen büyük kesimin mağduriyeti daha da artmıştır, artacaktır. Asgari ücret artırılırken, diğer düzenlemeler yapılırken BAĞ-KUR’luların da gözetilerek bir düzenleme yapılması gerekirdi, zira biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar. Bu kesimden alınarak başka kesimlere kaynak aktarmak adalet ve eşitlik ilkeleriyle asla bağdaşmamıştır. Özellikle altını çizerek söylemek istiyorum, BAĞ-KUR’lu esnafın durumu, küçük esnafın durumu, durumlarında iyileştirme yapılan bazı kesimlerden daha iyi değildir. Bu kesim için de destek sağlanmalıdır, bu bir zarurettir.

Bakınız, 2010 yılında yapılan bir çalışmada BAĞ-KUR’luların yüzde 30’unun sadece hiç borcunun olmadığı, yüzde 70’inin büyük miktarlarda borcunun olduğu anlaşılmıştır. O tarih itibarıyla 33 milyara yakın prim ve gecikme zammı faiz borcu vardır. Ben burada esnafın vergi borcundan bahsetmiyorum, sadece prim borcundan bahsediyorum.

Değerli milletvekilleri, çiftçilerimizin durumu da daha iyi değildir, daha vahimdir. Çiftçilerimizin de yüzde 27’sinin borcu yoktur, yüzde 73’ü borçludur; toplam borcu o tarih itibarıyla 7 milyar lira idi. Netice olarak, esnafın ve çiftçinin üçte 2’si borçludur, bugün de durumlarında bir değişiklik olmamıştır, hatta daha da geriye gittiğini düşünüyorum.

Malum olduğu üzere, BAĞ-KUR’lu primini ödemediği zaman emekli olamamakta, sağlık yardımı da alamamaktadır. Özetleyecek olursak, BAĞ-KUR’luların yüzde 16-17’si hiç prim ödeyememiş, yüzde 58-60’ı kısmen prim ödeyebilmiş, primi ödeyebilenlerin oranı yüzde 30’a yakındır. Bugün de bu tablonun bundan farklı olduğunu düşünmüyorum. Hatta primi asgari ücrete bağlı olan bu kesimin prim yükünün artmasıyla ödemede daha da geriye düştüklerini düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, özet olarak şunu söylemek istiyorum: Devlet BAĞ-KUR’lulardan daha iyi durumda olanların durumlarında nasıl iyileştirmeler yaptıysa, manava, kasaba, bakkala, pastacıya, terziye, kokoreççiye, çiğ köfteciye, ayakkabı tamircisine, berbere, çiçekçiye, ekmek ve gazete bayisine düşmanlık yapmamalı, destek olmalı diyorum. Hakkın, adaletin, eşitliğin ve insanca yaşamanın bu bir gereğidir. BAĞ-KUR’luya üvey evlat muamelesi yapılmıştır, yanlışlık buradadır. Mademki İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu kuracağız, bu kurala ilk önce haksızlık yapılan BAĞ-KUR’luların da durumunu düzelterek başlayalım diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tor.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Madde 28’e bağlı (1) numaralı fıkrayı oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde 28’e bağlı (1) numaralı fıkra kabul edilmiştir.

Birleşime üç dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 23.54

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 23.58

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Ömer SERDAR (Elâzığ)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

1’inci sırada yer alan, 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, 170 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız.

2.- İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/597) (S. Sayısı: 170)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Bundan sonra da komisyonların bulunmayacağı anlaşıldığından, alınan karar gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 6 Nisan 2016 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

İyi geceler diliyorum.

Kapanma Saati: 23.59



(X) (10/143) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin tam metni tutanağa eklidir.

(x) 149 S. Sayılı Basmayazı 29/3/2016 tarihli 62’nci Birleşim Tutanağı’na eklidir.

(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.