TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                  62’nci Birleşim

                                                                                              29 Mart 2016 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- KAPALI OTURUMLAR

(ÜÇÜNCÜ OTURUM)

(Kapalıdır)

 

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Uşak Milletvekili Özkan Yalım’ın, çiftçilerin vergisiz mazot kullanabilmelerine ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, geçici ve mevsimlik işçilerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ’ın, Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatının 7’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

 

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ ın, MHP Grubu olarak, ölümünün 7’nci yıl dönümünde Muhsin Yazıcıoğlu’nu rahmetle andıklarına ve babasının vefatı nedeniyle Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye başsağlığı dilediklerine ilişkin açıklaması

2.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, CHP Grubu olarak, ölümünün 7’nci yıl dönümünde Muhsin Yazıcıoğlu ile ölümünün 43’üncü yıl dönümünde Âşık Veysel’i rahmetle andıklarına ve babasının vefatı nedeniyle Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye başsağlığı dileğinde bulunanlara teşekkür ettiklerine ilişkin açıklaması

3.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, ölümünün 7’nci yıl dönümünde Muhsin Yazıcıoğlu ile ölümünün 43’üncü yıl dönümünde Âşık Veysel’i rahmetle andığına ve babasının vefatı nedeniyle Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

4.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, HDP Grubu olarak, babasının vefatı nedeniyle Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye başsağlığı dilediklerine ve AKP’nin uzun süredir hukuk dışı bir şekilde uyguladığı sokağa çıkma yasaklarının devam ettiği bazı yerlerde insanlık dışı uygulamalar olduğuna ilişkin açıklaması

5.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, şehitlere Allah’tan rahmet ve babasının vefatı nedeniyle Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye başsağlığı dilediğine, ölümünün 7’nci yıl dönümünde Muhsin Yazıcıoğlu ile ölümünün 43’üncü yıl dönümünde Âşık Veysel’i rahmetle andığına, Kütüphane Haftası’na ve 18/2/2005 tarihinde hayatını kaybeden “eşekli kütüphaneci” Mustafa Güzelgöz’ü rahmetle andığına ilişkin açıklaması

6.- Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç’ın, İzmir Milletvekili Müslüm Doğan’ın CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

7.- Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin’in, İzmir Milletvekili Müslüm Doğan ile Ankara Milletvekili Mustafa Mit’in CHP grup önerisi üzerinde yaptıkları konuşmalarındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

8.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Uşak Milletvekili Özkan Yalım’ın yerinden dinleyici locasındaki vatandaşlara hitap etmesinin doğru bir tutum olmadığına ilişkin açıklaması

9.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Mecliste tartışmaların sözlü ve fiilî şiddete dönüşmemesi için herkesin dikkatli olması gerektiğine ilişkin açıklaması

10.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulunun sadece Hükûmet ile Cumhurbaşkanının atadığı kişilerden oluşmasının sıkıntı yaratacağına ve bu konuda gruplar ve bakanlar arasında bir müzakere yapılmasında fayda olduğuna ilişkin açıklaması

11.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, insan haklarıyla ilgili süreçlerin Cumhurbaşkanı ve Hükûmetin inisiyatifinde oluşturulmuş bir kurul tarafından yürütülmesinin uluslararası sözleşmelere aykırı olduğuna ve bu konuda muhalefetle istişare edilerek bir ortaklaşma arayışına başvurulması gerektiğine ilişkin açıklaması

12.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmetin konuşma yapmamasını garipsediğine ilişkin açıklaması

13.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Hükûmetin elinde yurttaşların güvenliğini tehdit edecek bilgiler varsa bunun kamuoyuyla paylaşılması gerektiğine ilişkin açıklaması

14.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Manisa Milletvekili Özgür Özel’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

15.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

16.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Meclis kürsüsünden bilgi alma hakkının Hükûmet tarafından açık bir şekilde ihlal edildiğine ve yapılacak yasal düzenleme uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu için ihtiyacı karşılayamayacağına ilişkin açıklaması

17.- İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu’nun, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

18.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Hakkâri Yüksekova’da insanlık tarihine geçecek utanç verici manzaralar olduğuna ve bu tablonun sorumlusu olan Hakkâri Valisi ve Yüksekova Kaymakamının görevden alınmaları gerektiğine ilişkin açıklaması

 

VII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce ile Samsun Milletvekili Erhan Usta’ya babalarının vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine, terörle mücadelede şehit olanlar ile Muhsin Yazıcıoğlu ve Âşık Veysel’e Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin konuşması

 

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Norveç Parlamentosu Dışişleri ve Savunma Komitesi Başkanlığı heyetinin ülkemizi ziyaret etmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 25/2/2016 tarihli 6 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/640)

 

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ve 25 milletvekilinin, Karadeniz Bölgesi'nde yaşanan sel felaketlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/127)

2.- Antalya Milletvekili Niyazi Nefi Kara ve 24 milletvekilinin, askerlik görevi esnasında yaşanan şüpheli ölümlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/128)

3.- İstanbul Milletvekili Ali Özcan ve 26 milletvekilinin, Türkiye İstatistik Kurumunun memur ve emekli maaşlarının zam oranlarının belirlenmesinde kullandığı verilerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/129)

 

C) Gensoru Önergeleri

1.- HDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, yargı erkini baskı altına aldığı ve yönlendirdiği, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve Anayasa’ya aykırı yaklaşımlarda bulunduğu iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/3)

 

 

2.- HDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, çocuklara yönelik cinsel istismarı ve kadınlara yönelik şiddeti önlemede ihmali bulunduğu iddiasıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/4)

 

D) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun (2/185) esas numaralı, Toplumsal Mutabakat Komisyonu ile Ortak Akıl Heyeti Kurulması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/22)

 

IX.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertan ve arkadaşları tarafından, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin keyfî olarak başka cezaevlerine nakledilmesinin nedenlerinin ve sonuçlarının araştırılması ile mahpuslara yönelik bu türden keyfî uygulamalara karşı önlemlerin alınması amacıyla 15/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 29 Mart 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- CHP Grubunun, Sivas Milletvekili Ali Akyıldız ve arkadaşları tarafından, Sivas Demir Çelik Fabrikası işçilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla 25/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 29 Mart 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan’ın, Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu’nun HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

2.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Sakarya Milletvekili Ali İhsan Yavuz’un 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerindeki soru-cevap işlemi sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- Kars Milletvekili Ayhan Bilgen’in, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu’nun yaptığı açıklaması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

5.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Parsak’ın 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde MHP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında AK PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

 

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı (1/596) ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (S. Sayısı: 149)

2.- İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/597) ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (S.Sayısı: 170)

 

XII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle görüşmelerinin yapılmasının İç Tüzük hükümlerine uygun olup olmadığı hakkında

 

XIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Isparta Milletvekili İrfan Bakır'ın, Isparta ilinde sanayi sektörünün geliştirilmesi amacıyla teşvik imkânlarının artırılmasına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mustafa Elitaş’ın cevabı (7/1742)

2.- Hatay Milletvekili Mehmet Necmettin Ahrazoğlu'nun, Başbakanlık teşkilatında kullanılan bilgisayarların işletim sistemlerine ilişkin Başbakandan,

Bağlı kurum ve kuruluşlarda kullanılan bilgisayarların işletim sistemlerine ilişkin,

Soruları ve Başbakan Yardımcısı Lütfi Elvan’ın cevabı (7/2110) (7/2144)

3.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba'nın, taşeron işçi ile kadrolu ve sözleşmeli personel verilerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Lütfi Elvan’ın cevabı (7/2122)

4.- Hatay Milletvekili Mehmet Necmettin Ahrazoğlu'nun, Bakanlık teşkilatında kullanılan bilgisayarların işletim sistemlerine ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci'nin cevabı (7/2209)

5.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman'ın, Bursa'da Bakanlığa bağlı kurumların engelli vatandaşlar için ulaşılabilirliğine ve engelli vatandaşların istihdamına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mustafa Elitaş’ın cevabı (7/2428)

6.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman'ın, Bursa'da Bakanlığa bağlı kurumların engelli vatandaşlar için ulaşılabilirliğine ve engelli vatandaşların istihdamına ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/2464)

29 Mart 2016 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.02

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER : Sema KIRCI (Balıkesir), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 62’nci Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme girmeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime yirmi dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.06

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.24

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER : Sema KIRCI (Balıkesir), Emre KÖPRÜLÜ(Tekirdağ)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 62’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Açılışta yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi, yoklama işlemini tekrarlayacağım.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri görüşmelere başlamadan önce 22 Mart 2016 tarihli 59’uncu Birleşimde yapılan kapalı oturuma ait tutanak özetinin İç Tüzük'ün 71'inci maddesine göre okunabilmesi için kapalı oturuma geçmemiz gerekmektedir. Bu nedenle sayın milletvekilleri ile Genel Kurul salonunda bulunabilecek yeminli stenograflar ve yeminli görevliler dışındakilerin salonu boşaltmalarını rica ediyorum.

Tutanak özeti okunduktan sonra açık oturuma geçilecek ve görüşmelere devam edilecektir. Sayın idare amirlerinin bu konuda yardımcı olmalarını ve salon boşaltıldıktan sonra Başkanlığa haber vermelerini rica ediyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, Adıyamanlıları niye çıkartıyorsunuz?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, Adıyamanlılar hariç diyelim!

OKTAY VURAL (İzmir) – Adıyaman, Adıyaman olalı böyle zulüm görmedi!

BAŞKAN – Misafirlerimiz birazdan açık oturuma geçtikten sonra tekrar lütfederlerse gelebilirler.

Kapanma Saati: 15.28

IV.- KAPALI OTURUMLAR

(ÜÇÜNCÜ OTURUM)

(Kapalıdır)

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 15.39

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER : Sema KIRCI (Balıkesir), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 62’nci Birleşiminin kapalı oturumdan sonraki Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, çiftçilerin vergisiz mazot kullanabilmeleriyle ilgili söz isteyen Uşak Milletvekili Özkan Yalım’a aittir.

Buyurun Sayın Yalım. (CHP sıralarından alkışlar)

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Uşak Milletvekili Özkan Yalım’ın, çiftçilerin vergisiz mazot kullanabilmelerine ilişkin gündem dışı konuşması

ÖZKAN YALIM (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan, Sayın Divan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, hepinize merhabalar. Bizleri izleyen, ekranları başından izleyen bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Biliyorsunuz, 2016 yılının bütçesini bitirdik ve de bütçe geçen hafta itibarıyla tamamlandı. Peki, bütçede çiftçilerimizle ilgili ne oldu, ne bitti? Çiftçilerimizin sorunları nasıl halloldu, olacak? Maalesef, hepsinin sonunda koskocaman hiç, hiç, hiç, yok… Hiçbir çiftçimizin sorunlarıyla ilgili bir çözüm olmadı. Bundan dolayı da bütçemizi yapan özellikle Ulaştırma Bakanı ve Tarım Bakanına çiftçilerimize verdikleri avantajlardan dolayı -tabii vermediler ya- bundan dolayı da onlara çok güzel bir puan buldum. (CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, çiftçilerimize verilen bütçeden dolayı özellikle Tarım ve Ulaştırma Bakanlarımıza verdiğimiz puan bu: Sıfır. (CHP sıralarından alkışlar)

Neden bunu sıfır verdik? Herhâlde durup dururken vermedik sıfırı. Çünkü çiftçilerimizin ürettiği -biliyorsunuz süt en önemli doğal ihtiyaçlarımızdan- sütün litresi bugün kaç para oldu biliyor musunuz? 70 kuruşa düştü. Sütün maliyeti 1,20 TL. 70 kuruşa düştü, bundan dolayı da… Bir atasözümüz vardı biliyorsunuz, bir şey ucuz olduğu zaman ne diyorduk? Sudan ucuz diyorduk. Ama şimdi ne diyoruz, artık sudan ucuz değil, sütten ucuz diyeceğiz. Bu da yeni atasözü olarak değişti.

Gelelim çiftçilerimizin en önemli giderlerinden akaryakıt yani mazot giderine. Değerli milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, özellikle de Türkiye Cumhuriyeti çiftçilerimiz; Avrupa’daki bütün çiftçiler ana gideri olan akaryakıtı vergisiz, ÖTV’siz ve KDV’siz alıyor ama Türkiye'de normal kendi binek aracımıza aldığımız gibi akaryakıtı, mazotu çiftçimiz bu traktöre ve de bu biçerdövere kaç paradan alıyor litresini akaryakıtın, mazotun? 3,50 TL’den alıyor. Yani bu biçerdöver ve bu traktör normal kendi evlerimizde kullandığımız kendi -ihtiyaçlarımız- özel araçlarımız gibi 3,50 TL’den kullanıyor. Peki, Avrupa’daki çiftçi nasıl kullanıyor biliyor musunuz? Almanya’da, Fransa’da, Lüksemburg’ta, Belçika’da, İtalya’da, Hollanda’da vergisiz kullanıyor ama Türkiye'de koskoca Trakya Bölgesi kadar bir bölge ekilip biçilemiyor çünkü çiftçinin harcadığı ürettiğinden daha fazla. Bundan dolayı da gerçekten bunun bir çözüme ulaştırılması gerekiyor. Ama bu bütçeyi yapanlar bu çözümü bilmediği için biz de diyoruz ki: Gelin biz size bunu öğreteceğiz. (CHP sıralarından alkışlar) Ey AKP Hükûmeti, ey Başbakan, ey sayın bakanlar; sizlere bütçeyi yapmasını gelin anlatalım, öğretelim.

Bakın, bu ülkede yüzlerce, binlerce özel yat var. Bakın, dikkat edin, özel yatlardan bahsediyorum, hiçbir şekilde yük gemilerinden veya ticari amaçla veya ulaştırma amacıyla çalışan yatlardan değil, özel yatlardan. Peki, bu özel yatlar kaç paradan alıyor akaryakıtını, mazotunu biliyor musunuz? Beyler, bugün itibarıyla 1,28’den alıyor. Ben de diyorum ki: Gelin sayın bakanlar, siz bu bütçeyi bilmiyorsunuz, biz anlatalım, çiftçimize nasıl mazotu, Türkiye Cumhuriyeti bütçesine 1 TL yük getirmeden -bakın, tekrar ediyorum- Türkiye Cumhuriyeti bütçesine 1 TL yük getirmeden bu özel yatlara mazotu 3,5 TL’den verelim, buradan gelen kaynakla bütün çiftçilerimize kontrollü bir şekilde dekar başına 5 litre mazotu vergisiz, ÖTV’siz ve KDV’siz verelim. Göreceksiniz, üreten Türkiye’yi hep birlikte yaratacağız. Çiftçimizin yüzü gülecek. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzü gülecek. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı daha ucuza ekmek alacak, daha ucuza makarna alacak, daha ucuza domates ürettirecek. İşte bunun yolu, kesinlikle doğru bütçe yapmaktan geçiyor. Onun için, sayın bakanlar, gelin size bunu anlatalım.

Hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

VELİ AĞBABA (Malatya) – Not kaçtı?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Notu bir daha göster. Notu görelim, notu. Hükûmete kaç veriyorsun? Arkaya göster, bakan var arkada.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yalım.

Gündem dışı ikinci söz, geçici ve mevsimlik işçilerin sorunları hakkında söz isteyen Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’ya aittir.

Buyurun Sayın Kalaycı. (MHP sıralarından alkışlar)

2.- Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, geçici ve mevsimlik işçilerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçici ve mevsimlik işçilerin sorunları üzerine gündem dışı söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

2007 yılında çıkarılan 5620 sayılı Kanun’la yaklaşık 220 bin geçici işçi kadrolara alınmıştır. Kanun sadece 2006 yılında altı ay çalışmış olanları kapsadığından, başta şeker fabrikalarında, çay fabrikalarında, Orman İdaresinde, Tarım İşletmeleri ve Demiryollarında olmak üzere yıllardır, hatta yirmi, yirmi beş yıldır çalışanlar kadroya alınmamıştır. Geçici işçi, muvakkat işçi, kampanya işçisi ve mevsimlik işçi olarak yıllardır çalışan işçiler haksızlığa uğramışlar, mağdur edilmişler, bir türlü kadroya alınmamışlardır.

Geçici ve mevsimlik işçiler emekli olamamaktadır, Emeklilikte aranan prim gün sayısını doldurabilmeleri için ömürleri yetmemektedir. Zira yılda dört ay çalışmayla emekli olunabilmesi için en az altmış yıl, yılda beş ay yirmi dokuz gün çalışmayla da kırk yıldan fazla çalışmak gerekmektedir.

Geçici ve mevsimlik işçiler çalışamadıkları dönemde iş de bulamamaktadır. Zira altı yedi aylığına nasıl iş bulsunlar? Çalışmadıkları aylarda bu arkadaşlarımız ailelerini nasıl geçindirirler hiç düşünüyor musunuz?

Aslında geçici ve mevsimlik işçilerin çoğu kamunun asli işlerinde çalıştırılmaktadır. Şu garipliğe bakın ki kamu kurumları bu işçileri çalıştırmadıkları dönemde personel ihtiyacını taşeron işçilerle gidermektedir. Bu durum kamuya daha pahalıya mal olmaktadır.

Geçici ve mevsimlik işçilerin daimî çalıştırılmaları hâlinde, bir taraftan çoğu iş yerinde alt işveren uygulamasıyla hizmet alımı ihalesine gidilmesine ihtiyaç kalmayacak, bir taraftan da kadro sorunu çözüleceği için iş yerlerindeki verim artacaktır. Yıllardır başarılı olarak çalışan, bilgi, beceri ve deneyimleriyle iş yerine faydalı olan bu işçiler, mutlaka daimî kadrolara alınmalıdır.

Sayın Başbakan, 30 Mayıs 2015 tarihinde, Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Anlaşma Protokolü imza töreninde “Kişi beş ay yirmi dokuz gün çalışıyor, ara veriyor. Bu, iş üretkenliğini, verimliliğini negatif etkiliyor.” diyerek geçici işçilerin çalışma sınırının kalkacağını müjdelemiştir. Protokol’ün 9’uncu maddesine de bu amaçla hüküm konulmuştur.

O günkü Çalışma Bakanı Faruk Çelik de “Eğer çalıştıkları iş yerinde ihtiyaç varsa dışarıdan hizmet alımı değil bu işçilerin çalıştırılmasına dönük düzenlemeyi Parlamentoya sunacağımızı toplu sözleşmede kayıt altına aldık. Hızlı bir şekilde yasalaştırılacak.” demiştir.

Sayın Başbakan ve Bakan umut vermiş, müjdeler vermiş, sözler vermiş, hatta toplu sözleşme protokolüne yazmışlar ama seçimler geçince, işleri bitince işçileri görmezden gelmişlerdir.

Sayın Başbakan, kıymetli hemşehrim, bak, Konya’dan Orman İdaresinde, Demiryollarında, Tarım İşletmelerinde, Ereğli Şeker Fabrikasında ve Ilgın Şeker Fabrikasında çalışan geçici ve mevsimlik işçi arkadaşlarım beni arıyor, “Bizi unuttu.” diye sizden dert yanıyor ve hayal kırıklığına uğradıklarını söylüyorlar, “Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz?” diyorlar. Yeter artık, bu arkadaşlarımızın mağduriyetini bir an önce giderelim. Sayın Başbakanı geçici ve mevsimlik işçilere verdiği sözün arkasında durmaya davet ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi, kamuda çalışan geçici ve mevsimlik işçilere kadro verilmesini yıllardır gündeme taşımış, bu arkadaşlarımıza kadro vermeyi taahhüt etmiş ve öteden beri birçok kanun teklifi de vermiştir. Yine taşeron işçilerimizin kadroya alınması için de kanun teklifleri vermiştir. Buradan Hükûmete çağrıda bulunuyorum: Taşeron işçilerle ilgili tasarıda geçici, muvakkat, kampanya ve mevsimlik işçilere de yer verelim. Taşeron işçilere de, geçici ve mevsimlik işçilere de öyle pozisyon mozisyon değil, uyduruk değil, adam gibi, tapu gibi kadro verelim, haklarını verelim. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak hazırız ve “Hodri meydan.” diyoruz.

Kamu çalışanları arasında ayrımcılık yapılmamalı, çalışanların emeği sömürülmemelidir. Üniversite mezunu işçilere, yıllardır mağdur edilen 4/C’lilere, vekil, fahri, geçici, ücretli, kısmi zamanlı statüde çalışanlara da hakları verilmeli, kadrolara alınmalıdır. Hukuk bunu gerektirir, adalet bunu gerektirir, eşitlik bunu gerektirir, inançlarımız bunu gerektirir, insanlık bunu gerektirir.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kalaycı.

Gündem dışı üçüncü söz, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatının 7’nci yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ’a aittir.

Buyurun Sayın Özdağ. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ’ın, Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatının 7’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Elmalı köyünde çiftçi Halit’in oğlu olarak dünyaya gelen merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünün 7’nci yılı münasebetiyle söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Muhsin Yazıcıoğlu, Türkiye siyasi tarihine duruşuyla damgasını vuran ender şahsiyetlerden birisiydi. Onun siyasi hırsı, koltuk sevdası, mülk tamahı yoktu. Yaptığı işlerde tek ölçüsü hak ve adaletti, tek hesap verdiği merci de vicdanıydı. Böyle insanlar gençlerimiz için rol modeldirler ve dünyaya nadir gelirler.

Değerli milletvekilleri, Muhsin Yazıcıoğlu doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi, haksız bir dava uğruna sultanlık yapacağına gerekirse haklı davada tek başına yürüyeceğini söylerdi. Muhsin Yazıcıoğlu, kelimenin tam anlamıyla bir alperendi. Siyaseti gaye olarak değil, inançlarına ve milletine hizmet etmenin bir aracı olarak görürdü. Ülkülerinden ödün vermektense başını vermeye razı olacak kadar bir ilke adamıydı.

Değerli milletvekilleri, onun gibi omurgalı, hem de barıştırıcı bir dil kullanmak kolay değildir. Yazıcıoğlu bu iki dili nefsinde mezcetmiş dava ve gönül adamlarından biri olmayı başarmıştı. “Biz hep beraber büyük Türk milletiyiz, asla ve asla etnik köken değiliz.” ifadelerini bir hayat tarzı olarak benimsemişti Yazıcıoğlu. Arkasından gözyaşı döken milyonlar arasında her kesimden insanın bulunması bu yüzdendi. Cenazesinde ateist bir doktorun “Ben doktorum, inancım yok fakat Muhsin Başkan inandığı için inancına saygı göstererek Allah’a dua ettim.” demesi manidardı. İşte Muhsin Yazıcıoğlu böyle biriydi.

Yazıcıoğlu, büyük acılar yaşamış bir kuşağın çocuğuydu. İnandığı dava uğruna çile çekmiş, yedi buçuk yılını Mamak zindanlarında geçirmiş, işkence görmüştü. Zindanları Medrese-i Yusufiye’ye çevirmiş, “Üşüyorum” şiirini de burada yazmıştı. Uğradığı onca haksızlığa, işkenceye rağmen intikam peşinde koşmadı. Acılardan, işkencelerden dersler çıkardı. Gençlere “Elinize silah değil, kalem alın.” çağrısı yaptı. İşte bu yüzden herkesin dostu, arkadaşı, kolayca ulaşabileceği Muhsin Başkanı oldu.

Saygıdeğer milletvekilleri, millet karşıtı her planda cesur yüreğini ortaya koyan Yazıcıoğlu, 28 Şubat postmodern darbesinde de, 27 Nisan e-muhtırasında da çekinmeden en sert tepkiyi vermişti. Yazıcıoğlu 28 Şubatta kendisine yapılan baskılara ve tehditlere karşı “Bana bakın, benim adım Muhsin Yazıcıoğlu. Bana tehdit, baskı sökmez. Bizim Allah’tan başka kimseden korkumuz yok. Biz millî iradeyi temsil ediyoruz ve ne olursa olsun, demokrasinin arkasında durmaya ve demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz.” demişti. Onun durduğu yer millet iradesinin yanıydı. Darbecilerin ve vesayetçilerin her zaman karşısındaydı. Onun davası boş bir gurur ve hırsların tatmini için yapılan bir koşuşturmaca değil, siyasi ve beşerî hayatımızı hakka uydurma davasıydı.

Hayalleri vardı. Bütün vatandaşlarımızın ay yıldızlı bayrağın altında şerefle yaşadığı; başını örten ile açanın aynı üniversitede yasaksız, kavgasız, kardeşçe yaşadığı; Kürt-Türkmen, Alevi-Sünni ayrımı olmadan, zengin-fakir ayrıcalığı görülmeden, imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir Türkiye istiyordu. Son nefesine kadar da bu gayesini gerçekleştirme peşinde koştu. O, âdeta Ahmed Yesevi hazretlerinin sekiz asır sonra yaşamış bir temsilcisi gibiydi. İmanı, vatanseverliği, mücadelesi, dürüstlüğü ve güzel ahlakıyla mütevazı bir gönül eriydi. İslam’ın hoşgörüsünü, tevhit ilkesini kendisine rehber edinmişti. O, ölümden korkmazdı, Abdürrahim Karakoç’un dizeleriyle “Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.” derdi.

Değerli milletvekilleri, Yazıcıoğlu, şurada yazan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” düsturunu kendisine şiar edinmiş ve bundan bir an olsun uzaklaşmamıştır. 28 Şubatın ruhumuza musallat olduğu günlerde “Türkiye İran olmayacak. Türkiye'yi İran yapamayacaklar. Türkiye Cezayir de olmayacak ama Türkiye'yi de kimsenin Suriye yapmaya gücü yetmeyecek.” ifadesini kullanarak Türkiye'nin bugünlerini görmüş, sanki öngörüsüyle bugünlere atıfta bulunmuştu.

Demokrasiye ve millet iradesine o kadar çok inanıyordu ki, 1995 genel seçimlerinde Erbakan 1’inci, Mesut Yılmaz 2’nci, Çiller 3’üncü ve Ecevit 4’üncü olduğu zaman sandıktan çıkan Erbakan’ın Hükûmet kurmasını istedi ve Erbakan ile Mesut Yılmaz beraberce koalisyon kursunlar istedi. Mesut Yılmaz cesaret edemedi. Hatta görüşmemizde “İstemiyorlar.” dedi. Yazıcıoğlu “Kim istemiyor?” deyince konuşamadı, cuntacıları dahi ağzına alamadı, omuzlarını gösterdi. “Cuntacı askerler istemiyor.” gibisine bu anlamı, bu ifadeyi kullanmak istedi. Yazıcıoğlu o zaman dedi ki: “Hükûmete girmeyi düşünmüyordum. Hükûmete girelim, kim demokrasinin karşısında duruyorsa beraberce meydan okuyalım, egemen güçlere ‘Türkiye'de millet iradesi vardır.’ diyelim.” Ama olmadı. Sonra Erbakan-Çiller Hükûmetini dışarıdan destekledi ve hiçbir şey istemedi, karşılığında en ufak bir dünya nimetlerine tamah etmedi çünkü Muhsin Yazıcıoğlu demokrasiye, millet iradesine ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğuna inanıyordu.

Beraberce kırk sene arkadaşlık yaptım. Birlikte siyaset yaptık. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu kahraman bir insandı. Yazıcıoğlu, Muhsin Başkan, sana binlerce rahmet olsun. Yazıcıoğlu gibi siyasetçilerin çoğalmasını temenni ediyorum. Geçmişe, ebediyete göç etmiş tüm siyasetçileri de rahmetle anıyorum.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özdağ.

Sayın Vural, sisteme girmişsiniz, buyurun efendim,

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ ın, MHP Grubu olarak, ölümünün 7’nci yıl dönümünde Muhsin Yazıcıoğlu’nu rahmetle andıklarına ve babasının vefatı nedeniyle Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye başsağlığı dilediklerine ilişkin açıklaması

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, teşekkür ederim efendim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz de rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölüm yıl dönümü, seneidevriyesinde kendisini rahmetle anıyoruz, mekânı cennet olsun.

Gerçekten, Muhsin Yazıcıoğlu bir ülkücü olarak da önemli hizmetler vermiştir. Tabii, o süreç içerisinde, özellikle Amerika desteğinde bir proje partisi kurulmasına yönelik olarak girişimler karşısında kendisine yapılan teklifi de reddetmek suretiyle, “Fil ile gireceğin yataktan ezilerek çıkarsın.” demek suretiyle aslında bu teklifi de bu vesileyle nazikçe reddetmiş birisidir. O dönemin şahitlerinin anlattıkları bunlar.

Ben kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum. Bu vesileyle, kurucusu olduğu Büyük Birlik Partisinin mensuplarına da başsağlığı dileklerimi tekrarlıyorum.

Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Muharrem İnce’nin babaları rahmetli olmuş. Sayın Muharrem İnce’ye ve Cumhuriyet Halk Partisine de başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım, sistemi açalım isterseniz.

Buyurun.

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, Cumhuriyet Halk Partisi eski Grup Başkan Vekili Sayın Muharrem İnce’nin babaları rahmetli olmuş. Hem kendilerine hem de Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Özel…

2.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, CHP Grubu olarak, ölümünün 7’nci yıl dönümünde Muhsin Yazıcıoğlu ile ölümünün 43’üncü yıl dönümünde Âşık Veysel’i rahmetle andıklarına ve babasının vefatı nedeniyle Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye başsağlığı dileğinde bulunanlara teşekkür ettiklerine ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Biz de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak Muhsin Yazıcıoğlu’nu ölümünün 7’nci yılında rahmetle anıyoruz.

İktidar partisinin o günkü yetkililerinin bu, cinayet şüphesi olan, kaza görünümünde ama cinayet şüphesinin üzerinde yoğunlaştığı konunun tüm açıklığıyla ortaya kavuşturulacağı yönünde bir devlet sözü, bir namus sözü verdiklerini hatırlıyoruz. Yedi yılın sonunda bu konudaki sis perdesinin hâlâ daha kalkamamış olmasını da önemli bir eksiklik olarak görüyoruz ve bu konuda Meclisin üzerine düşeni yapması gerektiğini düşünüyoruz.

21 Mart Âşık Veysel’in ölüm yıl dönümüydü ve Âşık Veysel’i, bu gönül insanını o görmeyen gözleriyle hiçbirimizin göremediklerini gören, söyleyemediklerini söyleyen ve ifade edemediklerini çalan bu gönül insanını bir kez daha rahmetle anıyoruz.

Ayrıca, Grup Başkan Vekilimiz Sayın Muharrem İnce’nin değerli babaları vefat etti. Bu konuda hem grubumuza hem Muharrem İnce’ye taziyelerini ileten grup başkan vekilimize ve tüm değerli milletvekillerimize de teşekkürü bir borç biliriz.

Saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özel.

Sayın Bostancı, buyurun.

3.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, ölümünün 7’nci yıl dönümünde Muhsin Yazıcıoğlu ile ölümünün 43’üncü yıl dönümünde Âşık Veysel’i rahmetle andığına ve babasının vefatı nedeniyle Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Teşekkür ediyorum.

Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nu 1980 öncesinin alaca karanlık Türkiye’sinde tanımış ve beraber Türkiye’nin o günlerine şahitlik etmiş insanlardan birisiyim. Bu milletin ne kadar asil ve vakur bir evladı olduğunu bilirim. 1980 öncesinde olduğu gibi, 1980 sonrasındaki siyasette de, siyasi hayatında da aynı delikanlı tavrını, çizgisini sürdüren, bu milletin haysiyetli bir evladı olarak kendinden sonra gelen gençlere de karakteriyle, yiğitliğiyle örnek olan bir insandı. Allah’tan rahmet diliyorum.

CHP’nin eski Grup Başkan Vekili Sayın Muharrem İnce’nin babasının vefatı dolayısıyla taziyelerimi iletiyorum, mekânı cennet olsun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Bostancı.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Âşık Veysel, bu coğrafyanın, Anadolu’nun, bu toprakların sesiydi; şiirleri, türküleri herkesin kulağındadır, ezgileri aynı şekilde. “Benim sadık yârim kara topraktır.” dedi ve herkes için aynı kader olan kara toprağa gitti, mekânı cennet olsun.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Sayın Baluken…

4.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, HDP Grubu olarak, babasının vefatı nedeniyle Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye başsağlığı dilediklerine ve AKP’nin uzun süredir hukuk dışı bir şekilde uyguladığı sokağa çıkma yasaklarının devam ettiği bazı yerlerde insanlık dışı uygulamalar olduğuna ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, biz de Cumhuriyet Halk Partisi eski Grup Başkan Vekili, Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce’nin babasını kaybettiği haberini üzüntüyle öğrendik. Kendisine başsağlığı, bütün ailesine de uzun ömürler diliyoruz. Yaşamını yitiren babasına da Allah’tan rahmet diliyoruz.

Sayın Başkan, AKP’nin uzun süredir hukuk dışı bir şekilde uyguladığı sokağa çıkma yasakları, maalesef çok pervasız bir şekilde devam ediyor. Diyarbakır’ın Sur ilçesinde 117’nci gün, Şırnak’ın İdil ilçesinde 42’nci gün, Nusaybin ve Yüksekova’da 16’ncı gün ve Şırnak merkezde de 15’inci gününü geride bırakan yasa dışı, hukuk dışı sokağa çıkma yasakları, uygulamalarıyla karşı karşıyayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sur ve İdil ilçesinde, haftalardır, operasyonun bittiği bilgisi kamuoyuna açıklanmasına rağmen, hâlâ sokağa çıkma yasağı uygulaması devam ediyor ve oradan aldığımız bilgilere göre de her gün halka ait evler ve iş yerleri yıkılıyor, talan ediliyor, Sur ilçesinde, özellikle, geride bırakılan kanıtların, delillerin karartılmasına yönelik bilinçli birtakım süreçler işletiliyor.

Yüksekova ve Nusaybin’den gelen, insanlık adına utanç verici resimler var. Cenazeleri parçalanmış, sokak hayvanlarına yedirilmiş olan insanların durumu, tarihe geçecek bir ayıbı ortaya koyuyor. Yine, Yüksekova’da, özellikle, halkın evlerine giren birtakım paramiliter çetelerin, yatak odalarına girerek ahlaki yozlaşmanın zirvesini oluşturan birtakım resimler çektirmelerini ve bunu sosyal medya üzerinden servis etmelerini de yine insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak değerlendirdiğimizi ifade ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım lütfen, toparlayalım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bu sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili tahammül sınırlarını aşan, terör sınırlarını aşan uygulamalar var. Kürsüden de bütün bunları ifade edeceğiz. Ancak, Halkların Demokratik Partisi olarak bir kez daha kınadığımızı, Yüksekova, Nusaybin, Sur, İdil ve Şırnak halkıyla birlikte olduğumuzu, dayanışma ve destek duygularımızı ifade etmek istiyorum.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Akçay…

5.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, şehitlere Allah’tan rahmet ve babasının vefatı nedeniyle Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye başsağlığı dilediğine, ölümünün 7’nci yıl dönümünde Muhsin Yazıcıoğlu ile ölümünün 43’üncü yıl dönümünde Âşık Veysel’i rahmetle andığına, Kütüphane Haftası’na ve 18/2/2005 tarihinde hayatını kaybeden “eşekli kütüphaneci” Mustafa Güzelgöz’ü rahmetle andığına ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Geçtiğimiz perşembe gününden bu yana maalesef yine şehitler veriyoruz. Alçak terör saldırıları hız kesmeden devam ediyor. Şehadet mertebesine ulaşan kahramanlarımıza Allah’tan rahmet diliyoruz, hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz. Teröre karşı kahramanca mücadele eden güvenlik güçlerimize de Allah’ın güç, kuvvet vermesini diliyorum ve kendileriyle birlikte olduğumuzu buradan ifade ediyorum.

Ayrıca, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu da rahmetle anıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi eski Grup Başkan Vekili Sayın Muharrem İnce’ye de başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Yine, milletimizin çok büyük bir değeri olan Âşık Veysel’i de şükranla anıyorum ve Âşık Veysel gibi değerleri hepimizin tekrar öne çıkararak topluma hatırlatmamızda büyük fayda olduğunu düşünüyorum.

Mart ayının son haftası, aynı zamanda Kütüphane Haftası’dır. Bir üniversite rektör yardımcısının cehalete övgüler yaptığı bugünlerde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Akçay.

Buyurun.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim.

 …Kütüphane Haftası’nın öneminin daha da arttığını düşünüyorum ve kütüphanecilik verileri de son yıllarda sürekli bir düşüş göstermektedir. Türkiye’deki kütüphanelerin sayısı ve içeriğinde yer alan eserler ile ziyaretçi sayıları da gerilemektedir. Bunu, istatistiklerden ve kütüphanelerin kullanıcı ve üye sayılarının düşmesinden de anlıyoruz.

Yine, bir iktidar partisi milletvekilinin “Eğitim seviyesi yükseldikçe oylarımız azalıyor.” sözünü de, 2013 yılında bir televizyonda ifade ettiğini de hatırlatmak istiyorum.

Bu arada, üniversitelere çöreklenmiş cahillere ihtiyacımız yoktur diyorum. İhtiyacımız olan, “eşekli kütüphaneci” Mustafa Güzelgöz’ün okuma ve okutma azmi ve iradesidir. 1943 yılında Ürgüp’e kütüphane memuru olarak atanan kütüphaneci Mustafa Güzelgöz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Son cümlem, lütfen…

BAŞKAN – Tamamlayalım.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – …7 katır ve 3 attan oluşan seyyar kütüphanesiyle 36 köye hizmet götürmüştür. Cehalete övgüler yapan değil, yokluklar içerisinde okuma azmi ve iradesini yansıtan eğitimcilere ihtiyacımız vardır. Bu vesileyle, 18 Şubat 2005 tarihinde hayatını kaybeden “eşekli kütüphaneci” Mustafa Güzelgöz’ü rahmetle ve minnetle anıyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akçay.

VII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce ile Samsun Milletvekili Erhan Usta’ya babalarının vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine, terörle mücadelede şehit olanlar ile Muhsin Yazıcıoğlu ve Âşık Veysel’e Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bizler de siyasi tarihimizde önemli bir yere sahip olan Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’na bir kez daha rahmet diliyoruz.

Yine, dünyaya gönül gözüyle bakan Âşık Veysel’e de bir kez daha Rabb’im rahmet eylesin.

Aynı zamanda geçmiş dönemde Cumhuriyet Halk Partisinde grup başkan vekilliği yapan Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce’nin babasının vefatı dolayısıyla da taziyelerimizi bildiriyoruz, yakınlarına…

OKTAY VURAL (İzmir) – Samsun Milletvekilimiz Erhan Usta Bey’in de babası rahmetli olmuştu.

BAŞKAN – Samsun Milletvekilimiz Erhan Usta Bey’in de babaları vefat etmiş -kaçırmış olabiliriz- ona da Allah’tan rahmet diliyoruz, tüm yakınlarına başsağlığı diliyoruz.

Yine, terörle mücadelede vermiş olduğumuz tüm şehitlere bir kez daha rahmetler diliyor, milletimizin başı sağ olsun diyoruz.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Norveç Parlamentosu Dışişleri ve Savunma Komitesi Başkanlığı heyetinin ülkemizi ziyaret etmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 25/2/2016 tarihli 6 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/640)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Norveç Parlamentosu Dışişleri ve Savunma Komitesi Başkanlığı heyetinin ülkemizi ziyaret etmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 25/02/2016 tarih ve 6 sayılı Kararı’yla uygun bulunmuştur.

Söz konusu heyetlerin ülkemizi ziyaretleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7’nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                               İsmail Kahraman

                                                                                       Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                     Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç adet önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ve 25 milletvekilinin, Karadeniz Bölgesi'nde yaşanan sel felaketlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/127)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Karadeniz Bölgesi'nde normal yağışlar bile felakete dönüşüp can ve mal kayıplarına neden olurken, çok kısa zaman aralıkları içerisinde gerçekleşen yağışların neden olduğu zararların biri telafi edilmeden diğer zararlar oluşmaktadır. Yağışların sürekli felakete dönüşmesiyle bölge insanı devamlı mağdur olmakta, yaşam standartları iyice bozulmaktadır. Karadeniz Bölgesi'nde yaşanan sel felaketlerinin nedenlerinin araştırılması, kısa aralıklarla her yağışın felaketle sonuçlanmasının nedenlerinin incelenmesi, ekolojik dengeyi bozan uygulamaların araştırılması, Karadeniz sahil yolu, Yeşil Yol ve HES'lerin doğa felaketlerindeki rolünün tespit edilmesi, ormanlık alanlar ve su havzalarına yapılan yanlış müdahalelerin felaketlerin boyutuna etkisinin tespit edilmesi, bölge halkının mağduriyetlerinin giderilmesi, yağışların felaketle sonuçlanmaması için gerekli politikaların belirlenmesi ve uygun önlemlerin alınması amacıyla Anayasa'nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereği Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

Saygılarımızla. 27.11.2015

1) Haluk Pekşen                                                       (Trabzon)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                     (İstanbul)

3) Namık Havutça                              (Balıkesir)

4) Mahmut Tanal                                                      (İstanbul)

5) Ahmet Akın                                                          (Balıkesir)

6) Atila Sertel                                                          (İzmir)

7) Gülay Yedekci                                                      (İstanbul)

8) Candan Yüceer                              (Tekirdağ)

9) Mustafa Tuncer                             (Amasya)

10) Nurhayat Altaca Kayışoğlu           (Bursa)

11) Gürsel Erol                                                        (Tunceli)

12) Şerafettin Turpcu                         (Zonguldak)

13) İbrahim Özdiş                              (Adana)

14) Gamze Akkuş İlgezdi                                          (İstanbul)

15) Kamil Okyay Sındır                                             (İzmir)

16) Erdin Bircan                                                       (Edirne)

17) Özkan Yalım                                                       (Uşak)

18) Niyazi Nefi Kara                          (Antalya)

19) Musa Çam                                                          (İzmir)

20) Ünal Demirtaş                             (Zonguldak)

21) Devrim Kök                                                        (Antalya)

22) Zülfikar İnönü Tümer                                          (Adana)

23) Ömer Fethi Gürer                         (Niğde)

24) Haydar Akar                                                       (Kocaeli)

25) Okan Gaytancıoğlu                                             (Edirne)

26) Aytuğ Atıcı                                                         (Mersin)

Gerekçe:

Karadeniz Bölgesi'nde normal yağışlar bile felakete dönüşüp can ve mal kayıplarına neden olurken, çok kısa zaman aralıkları içerisinde gerçekleşen yağışların neden olduğu zararların biri telafi edilmeden diğer zararlar oluşmaktadır. Yağışların sürekli felakete dönüşmesiyle bölge insanı devamlı mağdur olmakta, yaşam standartları iyice bozulmaktadır.

Anayasamızın 63’üncü maddesine göre, devletin tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlayıp bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alması amir hükümdür. Ancak, ülkemizin her akarsuyu kapsamlı ekolojik değerlendirmeler yapılmadan, havza planları geliştirilmeden, rastgele bir şekilde HES inşaat sektörü ve “Yeşil Yol” adı altında betonlaşmaya terk edilmektedir.

HES inşaatları nedeniyle ulaşım yolları, şantiye alanları, depolama alanları açılırken orman alanları tahrip edilmekte; tarım alanları kamulaştırılmakta; dere yatakları doldurulmakta; ormanlar, doğal yaşam alanları, vadiler parçalanıp bölünmekte; yaban hayatı, tarım alanları, endemik bitki örtüleri risk altına girmekte; birçok nadir ve tehdit altındaki türü barındıran yaşam ortamları yok edilmekte; bitkiler ve hayvanlar zarar görmektedir.

Bilim insanlarının uyarıları ve konuyla ilgili STK'ların görüşleri dikkate alınmadan plansız, projesiz yapılaşmalara izin verilmiş, çeşitli adlar altında bölge betonlaştırılmakta, doğa katledilmektedir.

Yeşil yol adı altında, bilim insanlarına danışılmadan yapılan rant uygulamalarıyla millî parklar ve mutlak koruma alanları büyük tahribata uğratılmaktadır. Heyelan sahası olan yamaçlarda yapılan yarmalar nedeniyle heyelanları önlemek için 5-10 metreyi bulan büyük taş duvarlar yapılarak, yol güzergâhı boyunca tam bir doğa katliamı yapılmaktadır. Bu uygulamalar ekolojik dengeleri bozarken, bölgenin geri dönülmez bir tahribat ve felaket silsilesiyle baş başa kalmasına neden olmaktadır.

Karadeniz Bölgesi'nde yaşanan sel felaketlerinin nedenlerinin araştırılması, kısa aralıklarla her yağışın felaketle sonuçlanmasının nedenlerinin incelenmesi, ekolojik dengeyi bozan uygulamaların araştırılması; Karadeniz sahil yolu, yeşil yol ve HES'lerin doğa felaketlerindeki rolünün tespit edilmesi, ormanlık alanlar ve su havzalarına yapılan yanlış müdahalelerin felaketlerin boyutuna etkisinin tespit edilmesi, bölge halkının mağduriyetlerinin giderilmesi, yağışların felaketle sonuçlanmaması için gerekli politikaların belirlenmesi ve uygun önlemlerin alınması amacıyla bir Meclis araştırmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

2.- Antalya Milletvekili Niyazi Nefi Kara ve 24 milletvekilinin, askerlik görevi esnasında yaşanan şüpheli ölümlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/128)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde vatani görevini yapmakta olan ve görevi esnasında intihar, kaza kurşunu, kaza, eğitim zayiatı gibi nedenlerle hayatını kaybeden askerlerimizin şüpheli ölümlerinin araştırılması, gerekli önlemlerin alınması, sorumluların ve ihmallerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederim.

1) Niyazi Nefi Kara                                            (Antalya)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                              (İstanbul)

3) Ahmet Akın                                                   (Balıkesir)

4)Ömer Fethi Gürer                                           (Niğde)

5) Mahmut Tanal                                               (İstanbul)

6) Gülay Yedekci                                               (İstanbul)

7) Candan Yüceer                                              (Tekirdağ)

8) Gürsel Erol                                                   (Tunceli)

9) Nurhayat Altaca Kayışoğlu                             (Bursa)

10) Şerafettin Turpcu                                        (Zonguldak)

11) İbrahim Özdiş                                              (Adana)

12) Özkan Yalım                                                (Uşak)

13) Musa Çam                                                   (İzmir)

14) Kamil Okyay Sındır                                      (İzmir)

15) Erdin Bircan                                                (Edirne)

16) Ünal Demirtaş                                             (Zonguldak)

17) Yaşar Tüzün                                                (Bilecik)

18) Devrim Kök                                                 (Antalya)

19) Zülfikar İnönü Tümer                                   (Adana)

20) Atila Sertel                                                 (İzmir)

21) Haydar Akar                                                (Kocaeli)

22) Sibel Özdemir                                             (İstanbul)

23) Okan Gaytancıoğlu                                      (Edirne)

24) Aytuğ Atıcı                                                  (Mersin)

25) Gamze Akkuş İlgezdi                                   (İstanbul)

Gerekçe:

Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk ulusunun her daim güven duyduğu ve tarihî kökleri itibarıyla şan ve şerefle dolu bir tarihe sahiptir. Nitekim, Türk ulusu için ordu-millet kavramının kökenleri bu sahiplik duygusuna bağlanır. Her fert askerlik görevini bir onur görevi sayar, Anadolu'da bugün dahi askerlik görevini yapmamış erkeklerin evlenmeleri, iş kurmaları görevin icrasından sonraya bırakılır. Toplumun TSK'ya bakış açısı "Peygamber Ocağı" benzetmesi ve TSK'nın her personeline de "Mehmetçik" yakıştırmasıyla benimsenmektedir. TSK'da birliğine teslim olan her asker için komutanları ailelere ve askerlere artık kendi evlatları olduğu vurgusunu yaparlar. Zira vatan savunması kutsaldır ve bu kutsiyette en önemli yoldaşlık silah arkadaşlığıdır. Ancak ordusuna ve ordu mensuplarına bu kadar değer verilen bir ulusta, askerlerimizin vatani görevlerini icra ederken şüpheli ölümlere kurban gitmeleri, yüzyıllardır oluşan güveni zedelemektedir.

Askerlik görevini icra ederken çatışma dışı nedenlerle hayatını kaybeden askerlerimizin ölüm sebepleri gerek asker aileleri gerekse toplum tarafından şüpheli ölümler olarak nitelendirilmektedir. Bunun sebepleri ise şüpheli ölümlerin aileler ve toplum nezdinde somut kanıtlarla açıklanamaması, mahkeme kararlarının ve bilirkişi raporlarının ikna edici düzeyde olmamasıdır. Şüpheli asker ölümleri konusunda ailelerin şüphelerini artıran bir başka sebep ise Türkiye Büyük Millet Meclisi 24’üncü Döneminde 15’ten fazla verilen şüpheli asker ölümleri konusundaki Meclis araştırma önergesinin sonuçsuz kalmasıdır.

Yakınlarını kaybeden ailelerin kurduğu Şüpheli Ölümler Mağduru Aileler Derneği ve Asker Hakları gibi oluşumların hazırladıkları raporlar ve hukuki mücadeleler birçok noktada sonuçsuz kalmakta, şüpheleri giderememektir. Askerde uygulanan fiziki ve psikolojik şiddetin varlığı tüm yaptırımlara rağmen devam etmektedir. Birçok intihar vakasında TSK açıklamalarında sebebin askerlerin sivilde yaşadığı sorunlar olduğu belirtilmektedir, bu açıklamaya rağmen askerlere psikolojik destek verilmemesi bir sorumsuzluktur. Sivil toplum örgütleri ve aileler sadece şeffaflık istemekte ve tüm soru işaretlerinin giderilmesini talep etmektedir. Ancak detaylı bir araştırmayla bu mümkündür, ne yazık ki bu araştırmaya izin vermeyenler ve sis bulutlarının dağılmasını engelleyenler bir açıdan Türk Ceza Kanunu 318’inci maddesinde yer alan halkı askerlikten soğutma suçunu işlemektedir.

Askerlik görevini yapmakta olan ve görevi esnasında intihar, kaza kurşunu, kaza, eğitim zayiatı gibi nedenlerle hayatını kaybeden askerlerimizin şüpheli ölümlerinin araştırılması, kamuoyunun bu hususta aydınlatılması, gerekli önlemlerin alınması, sorumluların ve ihmallerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılması elzemdir.

 

3.- İstanbul Milletvekili Ali Özcan ve 26 milletvekilinin, Türkiye İstatistik Kurumunun memur ve emekli maaşlarının zam oranlarının belirlenmesinde kullandığı verilerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/129)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Memur ve emeklilerin zam oranlarının belirlenmesinde Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) enflasyon hesapları kullanılmaktadır. Bu hesapların yapılmasında kullanılan sepet yöntemi zaman zaman kamuoyunda tartışmalara neden olmaktadır.

Her yıl memur ve emeklilerin maaşlarının belirleneceği toplu sözleşme görüşmelerinin yaklaştığı tarihlerde enflasyonun düştüğü yönünde algılar oluşturulması sendikalar ve sivil toplum örgütleri tarafından eleştiri konusu olmaktadır.

TÜİK'in açıklamasına göre, tüketici fiyat endeksi (TÜFE) 2015 yılı Haziran ayında yüzde 0,51 oranında gerilemiştir. Tüketici fiyat endeksi, sıradan bir tüketicinin satın aldığı varsayılan ürünlerin oluşturduğu bir ürün ve hizmet sepetinin fiyatlarındaki ortalama değişime göre hesaplanır. Özellikle ramazan ayında pek çok ürüne zam geldiği bilinmektedir. Buna rağmen TÜİK'in enflasyonun düştüğünü açıklaması tartışma yaratmaktadır.

Memur ve emeklilere yapılan zamların bir lütuf gibi sunulması, medyada zaman zaman “Memura Müjde” gibi başlıklar atılarak verilmesi de tartışılır bir durum oluşturmaktadır. Enflasyon oranında yapılan zamlar aracılığıyla alım gücü gerileyen çalışanların alım güçlerinin sabit tutulması hedeflenmektedir. Bu anlamda, enflasyon oranının doğru şekilde hesaplanması ve gerçekleri yansıtması milyonlarca insanın alım gücünü etkileyen çok önemli bir husustur.

Enflasyon hesaplarında vatandaşın kullanım alışkanlıklarına göre ortalama bir sepet belirlenmekte ve bu sepete sıradan bir tüketicinin kullanımına göre ürün ve hizmetler eklenmektedir. Bu sepetin bileşenlerinin doğru araştırılması ve bu bileşenlerin piyasa fiyatlarının gerçekçi verilerle belirlenmesi çok büyük önem arz etmektedir.

TBMM'nin yasama faaliyetlerinin öznesi olarak, denetim görevini daha etkin ve çalışanların faydasına yerine getirmesi için bu konuda etkili bir rol oynaması gerektiği açıktır. Memur ve emeklilerin maaşlarının enflasyona ezdirilmemesi için TBMM'nin bu çalışmaları denetlemesi gerekir. Bu konuda gerekli bilimsel çalışmaların yapılması ve denetlenmesi için TBMM'ye de görevler düşmektedir.

Bu nedenlerle, mevcut ve geçmiş verilerin denetiminin yapılması ve gelecekteki çalışmaların daha doğru ve hakkaniyetli bir biçimde yapılabilmesinin yollarının araştırılması amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederiz.        

1) Ali Özcan                                                             (İstanbul)

2) Şerafettin Turpcu                          (Zonguldak)

3) Gamze Akkuş İlgezdi                                            (İstanbul)

4) Mahmut Tanal                                                      (İstanbul)

5) Candan Yüceer                              (Tekirdağ)

6) Ömer Fethi Gürer                           (Niğde)

7) Kamil Okyay Sındır                        (İzmir)

8) Gülay Yedekci                                                      (İstanbul)

9) Gürsel Erol                                                          (Tunceli)

10) Nurhayat Altaca Kayışoğlu           (Bursa)

11) Onursal Adıgüzel                         (İstanbul)

12) İbrahim Özdiş                              (Adana)

13) Erdin Bircan                                                       (Edirne)

14) Özkan Yalım                                                       (Uşak)

15) Niyazi Nefi Kara                          (Antalya)

16) Musa Çam                                                          (İzmir)

17) Ünal Demirtaş                             (Zonguldak)

18) Yaşar Tüzün                                                       (Bilecik)

19) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                   (İstanbul)

20) Devrim Kök                                                        (Antalya)

21) Zülfikar İnönü Tümer                                          (Adana)

22) Atila Sertel                                                        (İzmir)

23) Haydar Akar                                                       (Kocaeli)

24) Mustafa Tuncer                            (Amasya)

25) Sibel Özdemir                             (İstanbul)

26) Okan Gaytancıoğlu                                             (Edirne)

27) Aytuğ Atıcı                                                         (Mersin)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler, gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Şimdi, iki adet gensoru önergesi vardır. Önergeler daha önce bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır.

Şimdi, önergeleri sırasıyla okutuyorum:

C) Gensoru Önergeleri

1.- HDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, yargı erkini baskı altına aldığı ve yönlendirdiği, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve Anayasa’ya aykırı yaklaşımlarda bulunduğu iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/3)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkede yaşanan hak ihlalleri ve uygulanan cezasızlık politikaları neticesinde oluşan gayrihukuki durum ve bilhassa Anayasa’nın ihlal edilmesine dair gelişen pasif yaklaşımları nedeniyle hukuk kurallarının uygulanmaması, kuvvetler ayrılığı ilkesinin göz ardı edilmesi noktasında sorumluluğu bulunan Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ hakkında, Anayasa'nın 98'inci ve 99'uncu, TBMM İçtüzüğü'nün 106'ncı maddeleri uyarınca gensoru açılmasını arz ederiz.

 

            Çağlar Demirel                                                                        İdris Baluken

               Diyarbakır                                                                             Diyarbakır

HDP Grup Başkan Vekili                                                               HDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Uzunca bir süredir, Anayasa başta olmak üzere uluslararası sözleşmeler ile iç mevzuatın uygulanmadığına ve hak ihlallerinin giderek meşrulaştırıldığına, hukuksuzluğun hâkim kılındığına şahit olmaktayız. Kuşkusuz yaşanan tüm bu atmosferde Sayın Bozdağ'ın üst düzey sorumluluğu mevzubahistir. Türkiye halklarının en çok ihtiyaç duyduğu ve medet umduğu adalet mekanizmasının çökmüş olması; eşitsiz ve ayrımcı uygulamaların yaygınlaşması neticesinde toplumda adalet duygusu zedelenmiş, yargıya olan güven yok olmuştur.

Adalet Bakanı, toplumsal adaleti temsil etmek yerine ülkenin kaosa sürüklenmesinde etkin rol oynamakta; toplumu ayrıştırıcı söylemleriyle yargı erkini baskı altına almakta ve kuvvetler ayrılığı ilkesini hiçe saymaktadır.

Sayın Bakan, Cumhurbaşkanının, Anayasa Mahkemesince verilen bir karara ilişkin "Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum." sözlerinin ardından "Hiç tereddüdüm yok, doğrudan Anayasa'yı çiğnemektir bu." demek suretiyle, hukuk devletlerinde esas ilke olan hukukun üstünlüğünün korunmasını ve Anayasa'yı ihlal etmiştir.

Hukuk herkes içindir prensibi, Sayın Bakan nezdinde önemini yitirmiş, yasaları tek taraflı yorumlama ve uygulama noktasına gelinmiştir. Öyle ki Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısında, sadece HDP'li milletvekillerine uygulanan cezaevlerinde ziyaretçi yasağının gündeme gelmesi üzerine "...Temmuz ayından sonra Türkiye'mizde artan terör olayları nedeniyle bu konuda takdir hakkı Adalet Bakanına aittir. ...Ben bu cevabımı söylüyorum, açıkça söylüyorum, takdir hakkı Bakan olarak bana ait, ben de vermedim diyorum. …İşte HDP’li vekillerinkini diyorum." diyerek uyguladığı ayrımcı politikaları dile getirmekten çekinmemiştir.

Sayın Bakanın ayrımcı politikaları sadece bu örneklerle sınırlı değildir kuşkusuz. 17-25 Aralık operasyonları sırasında, bakanlar hakkındaki soruşturma dosyalarının takipsizlikle neticelenmesi doğrultusunda sürekli kanun değişiklikleri içeren yasa tasarılarına imza altmış, 8 ay önce olumlu düzenlemelerle ele aldığı ceza usul mevzuatında bakanların suçlarını gizleyerek öneriler getirmiş, hakeza HSYK'da 4 yıl içinde tam 3 kez değişiklik yapılarak yargı erki doğrudan kendisine bağlanmıştır. Adalet Bakanı partisini koruyup kollamak adına yasa metinleri düzenlerken, öte yandan kolluk görevlilerinin doğu ve güneydoğuda yaptıkları hiçbir eylemden sorumlu tutulmamasına dair kanun taslağı hazırlıklarını yürütebilmektedir. İşbu yasa tasarısıyla amaçlanan, kolluk görevlilerinin daha yargılanmadan cezasızlık, daha doğrusu bir nevi dokunulmazlık zırhıyla donatılmasıdır.

Nitekim, toplumun bir kesimine uygulanan cezasızlık politikası ile toplumun muhalif kesimine yönelik öngörülen orantısız cezalar neticesinde adaletin terazisi iyice dengesini yitirmiştir. Mevcut uygulamalarla meşruiyet kazanan cezasızlık, özellikle insanlığa karşı suçlar bağlamında görünür olmuştur. Bu suçlara ilişkin STK’ların çabalarıyla açılan davalara beraat kararları verilmiş, hakkında 13 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen Musa Çitil, beraatının ardından Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanlığına terfi ettirilmiştir. Öte yandan, devam eden sokağa çıkma yasaklarından kaynaklı hak ihlallerine uğrayan, kolluk görevlilerinin şiddetine maruz kalan, yaşam hakkı ihlal edilen, çıplak bedenleri teşhir edilen, cenazesi yerlerde sürüklenen vatandaşın maruz kaldığı haksızlık yargıya taşınmamış, hiçbir fail hakkında soruşturma dahi açılmamıştır. Mevzuata aykırı bir biçimde uygulanan sokağa çıkma yasaklarına ilişkin AYM başvurularının reddi, AİHM tarafından verilen tedbir kararlarının uygulanmaması da aynı politikanın devamı niteliğindedir. Gelinen noktada, Bakan, yargıda çifte standart ve cezasızlık politikalarında başı çekerek yargıyı yönlendirmektedir.

Adalet Bakanı tarafından yapılan açıklamalar ve uygulamaya koydukları konseptle yargı erki, HDP'yi siyaset sahasının dışına çekmeye yönelik bir silah olarak kullanılagelmektedir. Yüzlerce HDP binası yakılıp, yıkılıp tahrip edilirken, hatta genel merkez binamız kundaklanırken hiçbir sorumlu hakkında etkin bir yargılama yürütülmemiş, sorumlular cezasızlıkla ödüllendirilmiştir. Buna karşın, her ilde onlarca HDP'li yönetici gözaltına alınıp tutuklanarak, milletvekilleri hedef gösterilerek HDP yargı eliyle işlevsiz kılınmaya çalışılmaktadır. Yargı organları hukukun üstünlüğünü değil, yalnızca AKP'nin çıkarlarını gözeten mekanizmalara dönüşmüş durumdadır.

Açıklamış olduğumuz hususlar doğrultusunda ülkede yaşanan hukuksuzluk ve ağır hak ihlallerinde üst düzeyde sorumluluğu bulunan Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılması ve Anayasa ve İç Tüzük hükümleri gereğince görevinden alınması elzemdir.

2.- HDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ve Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, çocuklara yönelik cinsel istismarı ve kadınlara yönelik şiddeti önlemede ihmali bulunduğu iddiasıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/4)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkede çocuklara yönelik istismarın önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması noktasında ihmali bulunan ve çocuk istismarıyla anılan vakıflar hakkında yaptığı açıklamalarla sorumluluğu bulunan vakıfların cezasız kalacağı konusunda kamuoyunda ciddi bir endişe ve güvensizlik yaratan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu hakkında, Anayasa'nın 98'inci ve 99'uncu, TBMM İçtüzüğü'nün 106'ncı maddeleri uyarınca gensoru açılmasını arz ederim.

            Çağlar Demirel                                                                        İdris Baluken

               Diyarbakır                                                                             Diyarbakır

     HDP Grup Başkan Vekili                                                          HDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Karaman'da, Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneğine ait yurtlarda kalan 9-10 yaşlarındaki çocukların, yine bu yurtlarda kaldığı iddia edilen sözde “gönüllü” bir öğretmenin cinsel saldırısına maruz kaldıkları haberi basına yansımıştır. Bu kişi hakkında dava açılmış, "çocuğun nitelikli cinsel istismarı", "hürriyeti tahdit", "kasten yaralama" ve "müstehcen görüntüleri izletme" suçlarından altı yüz yıla yakın hapsi istenmiştir. Dava ile ilgili istismara uğradığı iddia olunan 8 çocuğun KAİMDER, 2 çocuğun ise kamu yararına çalışan vakıf statüsündeki Ensar Vakfı ile ilişkili yurtlarda kaldığını belirten iddianame kabul edilmiştir. Araştırma henüz derinleşmediğinden, maalesef rakamın artacağından endişe duyulmaktadır.

Kamuoyunu derinden yaralayan bu olay ardından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu yaptığı açıklamada "Bir kere rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz." ifadelerini kullanmıştır.

Bu tür kurumların çocuklar için elverişliliği konusunda denetim yetkisine sahip olması gereken ve bu kurumlarda çocukların korunması açısından zafiyet olması ihtimali üzerinde titizlikle durması gereken bir bakanın bu sözleri, çocuğun yararına öncelik verilerek konunun ve kurumun ele alınacağına dair kamuoyunda ciddi bir şüphe yaratmış, vakıf yurtlarında bulunan diğer çocuklarla ilgili de kaygı yaratmıştır.

Bu madde gereğince çocuğun her tür istismarını ve cinsel istismarı da önlemek devletlerin yükümlülüğüdür. Bu yükümlülüğün yerine getirilebilmesi için düzenli olarak çocuğa yönelik hizmetlerin izlenmesi, bunun için veri toplanması ve analiz edilmesi gerekmektedir. Ayrıca çocuğun da devlet tarafından izlenmesi gerekir. Riski önceden fark edip önlemeye yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Korunma hakkıyla ifade edilen, yalnızca istismar yaşandıktan sonra devreye giren etkili bir sistemin değil, aynı zamanda önleyici bir sistemin de varlığıdır. Fiilin gerçekleşmesi hâlinde ise ikincil mağduriyetlerin önlenmesi için mağdurların adalete erişimlerini kolaylaştırmak ve fiziksel ve psikososyal iyileşmelerine yardımcı olacak hizmetler vermek gerekmektedir.

Türkiye'de yaşanan çocuklara yönelik yoğun istismar vakaları ise çocukların fiziksel ve psikososyal varlıklarını korumakla yükümlü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının görevde ciddi bir ihmali bulunduğunu, söz konusu önleyici ve cezalandırıcı mekanizmaların geliştirilmediğini ortaya koymaktadır.

Bakanlık, ayrıca, şiddete uğrayan kadınlar için İstanbul Sözleşmesi'ne aykırı olmasına karşın arabuluculuk mekanizmalarının devreye sokulması, kadınların sığınaklarda karşılaştıkları kötü muameleler, kadınların sadece aile bütçesine katkı yapacakları güvencesiz ve esnek işlere yönlendirilmesi gibi kadınları değil, yalnızca aileyi koruyan politikalarıyla da kadınların toplum içindeki konumlarını güçlendirmek, erkek ve kadınlar arasındaki güç eşitsizliklerinden kaynaklı sorunları gidermek yükümlülüklerini de yerine getirememektedir. Bakanlık bütçesinin de kadınların güçlendirilmesi hedefine ayrıldığını ifade etmek güçtür. Bakanlık bütçesinin neredeyse tamamını sosyal yardımlar oluşturmaktadır.

Kadına yönelik şiddetle mücadelede oldukça geri olunduğu ve her gün kadın cinayetlerinin işlendiği bir dönemde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, 30 Ocakta katıldığı televizyon programında, kadına yönelik şiddetin olmadığını, bunun “algıda seçicilik” olduğunu belirttiği bir ifade kullanmıştır. Bakanın kadına yönelik şiddeti görmezden gelen, hatta bu cinsiyetçi ve üstünü kapatmaya yönelik tavrı desteklemesi kabul edilemez. Bakan her defasında aileyi güçlendirmek üzerinden çalışmalar yürüttüğünü söyleyerek de kadını yok saydığını ve politikalarını kadın ve çocukları güçlendirmek üzerinden değil, aile kurumunu koruyucu tedbirler aldığını beyan etmektedir. Bakanlığın yalnızca aileyi korumaya dayalı ve bütün sorunların kaynağını ailenin dağılmasına indirgeyen politikası, şiddetin gerçek sebebini gizleyerek kadına yönelik şiddeti artırmaktadır.

Ülkede kadın cinayetlerinin işlendiği, kadınların kamusal ve özel alanlarda cinsel şiddet ve saldırıya uğradıkları zaman “kadınların yanındayız” demeyen, bu konulara dair hiçbir açıklama yapmayan, aksine kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran bir yaklaşıma sahip Bakan, Ensar Vakfı söz konusu olduğunda destek çıkmaktan geri durmamaktadır.

Açıklamış olduğumuz hususlar doğrultusunda, çocuklara yönelik cinsel istismarda ve kadınlara yönelik şiddette üst düzeyde sorumluluğu bulunan, çocukların ve kadınların uluslararası anlaşmalar ve kanunlardan kaynaklı haklarını koruma yükümlülüklerini yerine getirmeyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu hakkında gensoru açılması ve Anayasa ve İç Tüzük hükümleri gereğince görevinden alınması elzemdir.

BAŞKAN – Bilgilerimize sunulmuştur.

Önergelerin görüşme günleri, Danışma Kurulunca daha sonra belirlenerek oylarınıza sunulacaktır.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.27

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.42

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER : Sema KIRCI (Balıkesir), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 62’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

Şimdi, Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

IX.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertan ve arkadaşları tarafından, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin keyfî olarak başka cezaevlerine nakledilmesinin nedenlerinin ve sonuçlarının araştırılması ile mahpuslara yönelik bu türden keyfî uygulamalara karşı önlemlerin alınması amacıyla 15/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 29 Mart 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

29/3/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 29/3/2016 Salı günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                 Çağlar Demirel

                                                                                                    Diyarbakır

                                                                                          HDP Grubu Başkan Vekili

Öneri:

15 Ocak 2016 tarihinde Van Milletvekili Sayın Bedia Özgökçe Ertan ve arkadaşları tarafından verilen (621 sıra numaralı), "Cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin keyfî olarak başka cezaevlerine nakledilmesinin nedenlerinin ve sonuçlarının araştırılması ile mahpuslara yönelik bu türden keyfî uygulamalara karşı önlemlerin alınması" amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 29/3/2016 Salı günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi lehinde ilk söz Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan’a aittir.

Buyurun Sayın Çelik Özkan. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’deki devlet geleneğinin sürdürücüsü hâlihazırdaki Hükûmet son yıllarda siyasetçileri, aydın ve yazarları, bilim insanlarını, hak mücadelesi verenleri, kısacası, iktidara muhalif olan herkesi cezaevlerine kapatarak cezalandırmayı hâlâ güncel ve etkin bir yöntem olarak kullanmaktadır. Türkiye cezaevleri hak ihlallerinin yaşandığı kurumların en başındadır. Savaşın ve çatışmanın tırmandığı zamanlarda bunun en büyük yansıması yine cezaevlerinde olmaktadır. 2016 yılından itibaren bizlere, insan hakları savunucularına, derneklerine, avukatlara yapılan başvurular, cezaevlerinde gittikçe artan ağır ihlaller, cezaevlerinin insanlık onurunun yok edilmeye çalışıldığı yerler hâline geldiğinin ve getirilmek istendiğinin kanıtıdır. Türkiye hem içeride hem de uluslararası arenada, cezaevlerindeki işkence ve kötü muamele uygulamalarıyla, Anayasa’sına ve imzaladığı uluslararası sözleşmelere rağmen, ihlal noktasında hiç gündemden düşmemektedir.

7 Haziran seçimlerinden sonra Halkların Demokratik Partisine yönelik olarak baskı ve savaş konseptinin devlet tarafından devreye sokulmasıyla birlikte milletvekillerimize yönelik cezaevlerini ziyaret yasağı uygulaması başlamıştır. Seçilmiş belediye eş başkanları, siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler, avukatlar bahsettiğimiz savaş konseptinin bir parçası olarak tutuklanmıştır, tutuklanmaya devam etmektedir. Bu baskı, gözaltı, tutuklama furyası toplumun muhalif tüm kesimleri için bir tehdit aracı olarak devam etmektedir. HDP milletvekilleri olarak bizler haksız ve hukuksuz bir biçimde tutuklananlarla dayanışmak için onlarca başvuru yapmamıza rağmen Adalet Bakanlığından bu konuya ilişkin herhangi bir olumlu ya da olumsuz cevap alabilmiş değiliz. Bizzat şahsımın Adalet Bakanıyla yapmış olduğu telefon görüşmesinde de bunun, bu konunun, bu yetkinin tamamen takdire dayalı olduğuna ve bu sebeple de kendisinin bu takdiri istediği gibi kullanabileceğine dair bana bir beyanda bulunmuştur. Buradan şunu çok net ortaya koyabiliriz arkadaşlar: Adalet Bakanı burada bu takdiri tamamen keyfî ve kötü niyetli olarak kullanmaya devam etmektedir.

Milletvekillerimizin cezaevlerine ziyaretleri engelleniyor, ancak bizler cezaevlerinde yaşanan ihlalleri yakından biliyoruz. Aslında sistematik olan ancak mart ayından bu yana dozajı yükseltilen ihlallerle ilgili her gün partimize, cezaevi komisyonumuza ve insan hakları örgütlerine başvurular yapılıyor. Son günlerde dayanağının yetkililerce açıklanmadığı sürgünler dikkat çekicidir. Diyarbakır D ve E Tipi, Siirt E Tipi, Şırnak, Siverek ve daha birçok bölge cezaevlerinden Tekirdağ, Osmaniye, Bandırma, Şakran, Antalya cezaevlerine yapılan yüzlerce sürgünle karşı karşıyayız. Özellikle bölge cezaevlerinden gerçekleşen sürgünler sırasında ve sonrasında yaşanan hak ihlallerine tarihe not düşmek adına değinmek istiyorum: Sevk sırasında darp, ağır hakaret, işkence, sözlü ve fiziki işkence. Hasta tutukluların ilaçlarının dahi alınmasına izin verilmeden pijamalarıyla sürgün edilmesi. Hayati tehlikesi olan hasta tutsakların hastaneye götürülmemesi. Yaşanan darp sonucu deri soyulmaları, kaburgaların ve kemiklerin kırılması. Sürgün esnasında kıyafetleri dâhil olmak üzere kişisel eşyalara el konulması, yöresel kıyafet giydiği için kıyafetleri yırtılan vakalar. Çıplak arama, tekmil verme, disiplin cezaları, bir hafta boyunca banyo imkânından mahrum bırakılma. Odalarda bulunan masa, sandalye hatta ve hatta -çok komik ama- üçlü prizlere kadar el koyma. Herhangi bir toplatma ya da yasak kararı olmamasına rağmen bazı yayınların cezaevine girişinin önüne geçilmesi. Kürtçe gazete, mektup, kitap ve makalelerin cezaevine girmesine izin vermeme. Çocukların -özellikle Antalya Cezaevinde karşılaştık bununla- sürgün edilmesi, çocuk tutuklu ve hükümlülerin yaşadığı ağır insan hakları ihlalleri. Koğuşlarda kapasite fazlası.

Şimdi, bunların yanı sıra, özellikle Osmaniye Cezaevine gönderilen, sürgün edilen tutuklu ve hükümlülerin, Osmaniye Cezaevine girer girmez darp ve ağır işkenceyle karşılaştığını bizzat kendim İnsan Hakları alt komisyonuna ve İnsan Hakları Komisyon Başkanımıza ilettim, Adalet Bakanlığına ilettim, Osmaniye Cezaevi Müdürünü aradım ancak ne yazık ki bu konuya ilişkin hiçbir duyarlılıkla, hiçbir refleksle karşılaşmadık, konuyla ilgili herhangi bir şekilde tarafımıza açıklama yapılmadı.

Bunun yanı sıra, yine, Diyarbakır’dan, Şırnak’tan Karadeniz Bölgesi’ne sürgün edilen tutuklu ve hükümlülere, götürüldükleri araçta işkence edilmesi de ayrı bir vaka ama özellikle dikkat çekmek istediğimiz bir konu, götürülen araçlarda plakaların olmaması.

Yakın bir zamanda, bundan üç gün önce, Diyarbakır D Tipinde, bir anda avukatlarla görüşlere engel konuldu; yine, yakınlarla, tutuklu ve hükümlülerin, yakınlarıyla görüşmelerine engel getirildi ve bir anda Diyarbakır Cezaevinin önünde Özel Harekât polisleri, bütün polis araçları, işte Kobralar vesaire -ismini burada tek tek saymayacağım- bu araçlar hazır edildi, ambulanslar hazır edildi. Neyin hazırlığıydı bilemiyoruz ama hem yereldeki, Diyarbakır’daki arkadaşlarımızın hem buradaki arkadaşlarımızın ve bizlerin yaptığı görüşmeler neticesinde şu bilgiye ulaştık: Bir arama var. Olağanüstü bir arama olduğu söylendi. Yine, aynı, benzer olay dün Diyarbakır E Tipinde de yaşandı.

Şimdi, bunlara ek olarak, tabii, cezaevlerinde kadınlara ve çocuklara yönelik, başta cinsel şiddet olmak üzere fiziksel ve psikolojik işkenceler de devam ediyor. Hiçbir hukuki ve yasal dayanağı olmayan bu sürgünler, tutuklu ve hükümlülerin aileleriyle de iletişim kurmalarının önüne geçiyor. Bu noktada, aileler de bir nevi cezalandırılmış anlamına geliyor.

Aslında, Türkiye birçok uluslararası sözleşmeye taraf, bunu her defasında burada söylüyoruz. Örneğin, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ne göre, Türkiye, burada anlattığım hukuksuzluğu hiçbir şekilde gerçekleştiremez. Bunun yanı sıra, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin belirlediği standartlara göre, mahpusların aileleri ve yakınlarıyla olan ilişkilerini sürdürebilmeleri için gerekli önlemler alınmak zorundadır. Yine, sürgünler ve hakaret uygulamaları, işkenceyi yasaklayan Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi sözleşmelerinin yanı sıra, iç hukukumuzda düzenlenen 5275 sayılı Kanun’un nakillerde alınacak tedbirleri düzenleyen 58’inci maddesini de ihlal etmektedir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin uymakla yükümlü olduğu bu uluslararası düzenlemelere rağmen uygulamalardaki durumunu az önce özetlemeye çalıştım. Sürgünler dışında, bugün cezaevlerinde siyasi hükümlü ve tutuklular yaşanan inkâr ve savaş ortamı nedeniyle yeniden bedenlerini çözüm için açlığa yatırdılar. Evet, yirmi günü aşkındır bir açlık grevi devam ediyor. Eminim ki hiçbirinizin bilgisi dâhilinde değildir bu durum. Yıllarca cezaevlerinden bu nedenlerle tabutlar taşıdık. Tarihin yeniden tekerrür etmemesi için hükümlü ve tutukluların taleplerinin ve çözüm noktalarının iyi okunması gerekmektedir. Bu noktada, sorumluluk sahibi her kişi ve kurumun inisiyatif alması ve duyarlılık göstermesi elzemdir.

Hatırlayalım, çok değil, sadece bir yıl önce devam eden çözüm sürecinde en çok konuşulan ve üzerinde hassas yaklaşılan sorunların başında hasta tutuklu ve hükümlülerin durumu geliyordu. Bu konu üzerinde tarafların bir konsensüse vardığı da basına yansıyan bir durumdu ancak devlet birçok konuda olduğu gibi bu konuda da herhangi bir adım atmadı ne yazık ki.

İnsan Hakları Derneğinin geçtiğimiz aylarda kamuoyuyla paylaştığı rakamlara biraz değinmek istiyorum. 300’ü ağır hasta olmak üzere toplamda 737 hasta tutsak var ve bunların bir kısmı artık tedavileri dahi yapılamayacak duruma gelmişler yani âdeta ölümü bekliyorlar. Ölümü bekleyen bir kişinin istediği tek şey vardır: Son günlerini ailesiyle geçirmek. Fakat, bu noktada tamamen konjonktür sebebiyle ve politik sebeplerle bu hasta tutsaklar ailelerinden, yakınlarından ve son günlerini birlikte geçirmelerinden mahrum edilmektedir. Bu anlamda, özellikle 300 ağır hasta tutsak başta olmak üzere bu tutsakların derhâl serbest bırakılmaları da gerekmektedir.

Bunun yanı sıra, arkadaşlar, AKP’nin kendine dert ettiği cezaevlerindeki kapasite sorununa biraz değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, meselemiz hep yeni cezaevi açma. İşte, basına demeçler veriliyor. “Yeni bir cezaevi kampüsü yapıyoruz. Şurada yapıyoruz, burada yapıyoruz…” Şimdi, mesele şu: Kapasitesi bitmiş bir cezaevinde sorun ikidir; bizim açımızdan sorun ve devlet açısından sorun. Bizim açımızdan bir insan hakları sorunudur, devlet açısından ise sadece somut bir şekilde kapasite sorunudur. Bu noktada şuna değinmek istiyoruz: Yüz binlerce insanın yeniden cezaevi sistemine dâhil edilmesiyle karşı karşıyayız. Aynı zamanda bu, daha fazla insan hakları ihlallerini de yaşayacağımızın göstergesidir. Bu noktada biz hem Parlamentonun hem de duyarlı kesimlerin inisiyatif almasını istiyoruz ve Parlamentoyu tekrar göreve çağırıyoruz.

Teşekkür ederim, sağ olun. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Önerinin aleyhinde ilk söz Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak’a aittir.

Buyurun Sayın Kaynak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; HDP grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Konuya girmeden önce, terör eylemleri nedeniyle hayatını kaybeden vatandaşlarımıza ve bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

Çok değerli milletvekilleri, ülkemizde hâlen 187.498 hükümlü ve tutuklu vardır. Bunu özellikle girişte ifade edeyim çünkü niye bunu ifade ettiğim konunun sonunda daha iyi anlaşılacaktır.

Ülkemiz ceza infaz kurumları hem nitelikleri itibarıyla hem cezaevinde barındırılan hükümlü ve tutuklulara yönelik yaklaşımları bakımından dünyada en iyi örnek teşkil eden cezaevleri arasındadır. Ülkemiz ceza infaz kurumları hem ulusal hem de uluslararası birçok kurum ve kuruluşun denetimi altındadır. Ülkemizde Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonumuzun, İnsan Hakları Kurumunun, illerdeki cezaevi izleme komisyonlarının marifetiyle inceleme ve denetlemeye tabi tutulduğu gibi, yine aynı şekilde cezaevlerimiz Birleşmiş Milletler İşkence ve Kötü Muamelenin Engellenmesi Komisyonunun, Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne taraf olduğumuz için Avrupa Komisyonunun denetimine ve incelemesine açıktır ve malumlarınız olduğu üzere bu alanda ülkemize herhangi bir uluslararası kuruluş tarafından herhangi bir itham yöneltilmemiştir. Bizim dolayısıyla bu hususta -Allah kimseyi cezaevine düşürmesin, hiç kimse suç işlemesin ama- bu alanda alnımız aktır.

Bu arada, bizim ceza infazı sırasında yaptığımız ve uyguladığımız çeşitli programlar da hükümlülerin topluma daha iyi kazandırılması ve ıslahına yöneliktir. Aynı zamanda insan onuruna yakışır bir infaz sistemi bizim hükûmetlerimizin tercihi olmuştur.

Çok değerli milletvekilleri, cezaların infazı hususunda Hükûmetimizce Meclisimize sunulup yasalaşan çok çeşitli infaz metotları da uygulanmaktadır; denetimli serbestlik, şartlı salıverme, iyi hâlli hükümlülerin aileleriyle buluşması, bir meslek kazandırılmaları ve bunun gibi.

Bunların dışında, HDP grup önerisinin cezaevinden yapılan nakillere yönelik önergesine gelirsek… Cezaevlerinde hükümlü ve tutuklular dört sebeple başka yere nakledilebilmektedir. Birincisi kendi istekleri üzerine, ikincisi disiplin işlemleri nedeniyle, üçüncüsü kurum kapasitesinin çok aşılması nedeniyle ve dördüncüsü de hükümlü ve tutuklunun hastalığı nedeniyle. Bizim -demin rakamı o yüzden söylemiştim- 187 bini aşkın hükümlü ve tutuklumuz var, kapasitemizin çok üzerinde. Bu, tabii, elbette bizim tercihimiz değil ama tablo böyle. Bir yandan “Cezaevlerinde insanlar üst üste yatıyor.” Diyeceğiz, bir yandan da “Cezaevlerinden başka cezaevlerine nakil yapılıyor.” diyeceğiz. Bunun ikisinin bir arada olması mümkün değil.

Bir diğer husus da HDP’nin grup önerisinde güneydoğudan -ya da Güneydoğu olarak yazmıyor ama- nakledilen hükümlü sayısının 2015 yılında 543 olduğu söyleniyor. Bakın ben size rakamlar vereceğim: 2015 yılında zorunlu nedenlerle 11.151 hükümlü ve tutuklu başka yerlere nakledilmiştir. Yani 543 değil, 11.151. Disiplin nedeniyle 559 hükümlü ve tutuklu başka yere nakledilmiştir. Hastalığı nedeniyle yani tedavisi bulunduğu ilde gerçekleştirilemiyorsa tedavisinin yapılabileceği bir üniversite ya da hastanenin olduğu yere nakledilen hükümlü ve tutuklu sayısı 901’dir ve isteğe bağlı hükümlü ve tutuklu nakli sayısı da 15.431’dir. Görüleceği üzere burada nakiller sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimize yönelik değildir; başka illerden, Türkiye’nin tamamından da, cezaevlerindeki yığılmayı dengelemek adına bu nakiller yapılmaktadır.

Bir diğer husus da şudur: Bu nakiller hangi sebebe dayanırsa dayansın -ister disiplin sebebiyle olsun ister başka zorunlu sebeple olsun- nakledilmeden önce bulunduğu yer ceza infaz kurumunda, nakledildikten sonra da varış yeri ceza infaz kurumunda sağlık muayenesi ve kontrolü yapılmaktadır. Bizim AK PARTİ’nin işkenceye toleransı sıfırdır ve AK PARTİ insan onurunu esas alan bir görüş ve felsefe taşımaktadır. Dolayısıyla cezaevinde de olsa, oradaki insansa insandır ve onun onuru da bizim için azizdir.

Ben, bu sebeple, cezaevlerindeki nakillerin önemli bir bölümünün zorunlu nakillere dayandığını, bu zorunlu naklin belli bölgelerde cezaevindeki yığılmaların Türkiye'nin tamamına yönelik olarak dengelenmesi, gözetilmesi gerektiği için yapıldığını tekrar ifade ediyorum.

Gene, çeşitli cezaevi örnekleri verdi sayın milletvekili. Cezaevlerimiz, hüküm alınan suçun tipine göre belli güvenlik seviyeleri taşımak zorundadır dolayısıyla bu seviyeler içerisinde bu tiplere uygun cezaevlerine nakiller zorunlu tutulmaktadır.

Şunu bir kez daha ifade edebilirim: Cezaevlerinde artık, sağlık konusunda, onların hastalıkları varsa, işkence ya da kötü muamele iddiaları varsa bu husustaki kontroller cezaevi personeli tarafından değil, Sağlık Bakanlığının, devlet hastanesinin personeli tarafından, daha bağımsız, Hipokrat yemini etmiş doktorlar tarafından yapılmaktadır. Bu sebeple, cezaevlerindeki hükümlü nakillerinin spesifik olmadığını, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine yönelik olmadığını, orada, önerge metninde yer alan 543’ün yerine, 2015 yılında zorunlu nedenlerle nakil 15.511 olduğunu bir kez daha beyan ediyorum.

Bu sebeplerle, önergenin aleyhinde olduğumuzu söylüyorum ve heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaynak.

Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi lehinde ikinci söz, İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi’nin. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Akkuş İlgezdi.

GAMZE AKKUŞ İLGEZDİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli vekiller; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tekirdağ F Tipi Hapishanesinden gelen bir mektupla konuşmama başlamak istiyorum çünkü aynı hapishanede iki kardeşin farklı uygulamalara nasıl maruz kaldığını anlatan bir mektup bu.

“Üç buçuk yıldır Ağabeyim Yasin Aktaş’la -iki kardeş- Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Kapalı Cezaevinde cezamızı infaz etmekteyiz.

Annem ve babam yaşlı oldukları ve maddi durumları iyi olmadığı için ziyaretimize hiç gelemediler. Ailem Afyon’da ikamet ediyor. Afyon’dan geliş gidiş otuz saati buluyor ve ailemin hiç geliri yok, sadece devletimizin üç ayda bir babama verdiği yaşlılık maaşıyla geçimlerini sağlıyorlar.

Dört yıldır annemin sesini duyamıyorum ve yüzünü göremiyorum. Bu nedenle, ağabeyimle birlikte Afyon’a yakın Eskişehir H Tipi Kapalı Cezaevine sevkimizi yazdık, Bakanlıktan kabul edildi ve kardeşim Yasin Aktaş’ı “parasız sevk” diye Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Cezaevi yönetimi Eskişehir H Tipi Kapalı Cezaevine gönderdi. Ben ise sevk diye ağabeyimle gönderilmeyi beklerken benden yol masrafı olarak 1.750 TL para istendi. Ailemin durumu olmadığı için karşılayamadım fakat sadece yakıtı karşılayabilirim dedim ama bir türlü gönderilmedim. Ağabeyim gideli yaklaşık beş ay oldu.

Sevk sürem dolmak üzere, sürem dolduğunda iptal edilecek, gönderilmeyişime dair hiçbir sebep yok. Keyfî olarak, para için, sevkim çıkmasına rağmen gönderilmiyorum. Üstüne bir de kardeşimle ayırdılar bizi, ailem tamamen perişan. Hesabımda 950 lira param var; ailem yiyecek ekmek parası olarak gönderdi.

Durum budur. Psikolojim bozuldu, artık dayanamıyorum. Bu sebepten dolayı gönderilene kadar sonsuz ölüm orucuna yattım.

Sayın Vekilim, sizin duyarlılığınızı biliyorum, yardımcı olmanızı istiyorum. Lütfen, yetkililere sesimizi duyurun.

Tekirdağ-Eskişehir arası 462 kilometre. Hesabımdaki parayı istiyorlar, askerlerin ve komutanların günlük yiyecek, içecek masraflarını da karşılamamı istiyorlar; beni o zaman göndereceklermiş. Böyle bir şey olur mu?

Vekilim, Allah rızası için bir an önce ilgilenin. Ölüm orucunun kalıcı hastalıklara ve zararlara sebep olduğunu biliyorum.

Cevap bekliyorum.

Evet, hapishaneler ülkemizde ne yazık ki hâlâ, her geçen gün artarak kanayan bir yara olarak devam etmekte. Son on dört yılda, cezaevlerinde ceza içinde ceza sistemi egemen olmuştur. Aslında, bugün gördüğümüz önerge de tam buna denk düşmektedir. Bugün, cezaevleri bir gözdağı ve had bildirme aracı olarak kullanıldığı için tutuklu ve mahkûm sayısı da hızla artmaktadır. 2016’da bu rakam 181.590 olarak -Bakanlık verisi olarak- bizlere verildi. Yani, on dört yılda, istatistiklere baktığımızda yüzde 206 oranında bir artış görmekteyiz. 2016’nın Ocak-Şubat ayları arasında yapılan çalışmada -bir aylık yapılan bir çalışmada- her gün 110 yeni tutuklunun cezaevlerine tıkıldığı görülmekte. Türkiye, dünya genelinde en çok mahkûm barındıran 9’uncu ülke, Avrupa ülkelerinde ise 2’nci ülke konumunda.

Ben geçen hafta, on gün önce Cezaevlerini İnceleme Komisyonuyla akademisyenleri ziyaret ettim. Bakırköy kadın hapishanesi, tutukevinde gördüğüm tablo şuydu: Akademisyen Sayın Esra Mungan’ı ziyaretimde kendisinin tek kişilik normal bir odada kaldığını gözlemledim. Ancak, üç dört gün önce yaptığım ziyarette, kendisini ağırlaştırılmış mahkûmların kaldığı, 2x3’lük, 6 metrekarelik bir odada 2 kişi olarak tuttuklarını, geçiş için bile yer bulunmadığını, bu şekilde küçücük bir odaya konumlandırıldıklarını söyledi. Sonra, devamındaki girişimlerimizle Bakanlık aracılığıyla bu sorun çözüldü ve normal koğuşa alındı. Ancak, aynı uygulama diğer 2 akademisyenimiz olan Kıvanç Ersoy ve Muzaffer Kaya’yla da ilgili söz konusuydu. Buradaki tablo da, tek kişilik odalara konulmuşlardı. Oysa biz biliyoruz ki aynı davadan yargılanan kişiler aynı odalarda cezalarına devam edebilirler tutukluluk süresince.

Ülkemizde cezaevleri tablosunun her geçen gün daha kötüye gittiğini görmekteyiz. Biliyoruz ki kalemden tutun boyaya, belli gazetelerden tutun belli kanallara, hatta belli renklere yasakların boyu aştığını görmekteyiz.

Bitti mi? Hayır. En önemlisi, ceza ve infaz kurumlarındaki mahkûmların çifte mahkûmiyet yaşamalarıdır. Çifte mahkûmiyeti doğuran en önemli faktör de hiç kuşkusuz ki insanların uzak cezaevlerine yollanmalarıdır, bunu öncelikle kabul etmemiz gerekiyor hepimizin. Bakın, çok acı bir örnektir; uzak cezaevinden yollanan gene bir mektupta, Kocaeli Kandıra’dan bir mektupta bir anne 8 yaşındaki kızını 19 yaşına kadar 3 kere görebildiğini söylüyor, maddi durumları olmadığı için kızının ziyaretlerine gelemediğini anlatıyor. Bu mektupta o annenin gözyaşlarını görmemek mümkün değil. Hepimiz anneyiz, hepimizin vicdanı var, buna kayıtsız kalmamalıyız diye düşünüyorum.

Uzak hapishanelere sürülen mahkûm ve tutukluların aileleri yoksul aileler olmaları sebebiyle bu maddi külfeti kaldıramamaktalar. Bu durum, tutuklu ve hükümlülere görüşü de yasak hâle getirmekte tabii ki. Dar gelirli aileler çocuklarını ayda bir kez bile ziyaret edememekte. Bu tip tecrit yöntemlerinden hızla vazgeçilmesini istiyoruz bizler.

Yine, bazı tutuklular mahkemeye uzaklık nedeniyle getirilemedikleri için SEGBİS’le konferans şeklinde yargılamaya tabi tutulmaktalar. Bu tip yargılama adil bir yargılama şekli değildir, ayrıca birçok aksaklığa da vesile olmaktadır; yargılayan için de yargılanan için de sorun yaratmaktadır. Örneğin, Ethem Sarısülük’ün davasında, Sarısülük ailesinin avukatı aynı sistemi kullanarak bir imza göstermek istedi; sanık imzayı göremediği için, imzanın kendisine ait olup olmadığını söyleyemedi dolayısıyla mahkemeye ara verildi, duruşmanın sonunda sanığın getirilmesine karar verildi.

Yine, mahkûmlar için, bu uzun yollardaki geliş gidişlerde ring araçları ciddi bir sorun. Hatta, birçok mahkûm sağlık sorununu çözmek için bile bu ring araçlarına binmemek adına sağlık sorunlarını öteliyor; bu ağrıları çekmeye, sızıları çekmeye, sorunları çekmeye maruz kalıyor.

Ben, hatırlarsanız, bütçe görüşmelerinde Sayın Bakana kürsüden bir davette bulunmuştum, “Gelin, tüm partiler bir komisyon oluşturalım. Biri temmuz sıcağında, diğeri şubat soğuğunda, Silivri’den Anadolu Adliyesine tıpkı mahkûmlar gibi, onların koşullarında, ellerimiz kelepçeli gidelim; üşüyor muyuz, pişiyor muyuz, uyuşuyor muyuz, nefes alabiliyor muyuz, görelim.” demiştim. Ve görelim ki soru önergelerimize “İyi şartlarda gidiyorlar.” böyle “Güzel hizmet veriyoruz.” şeklinde komik cevaplar almayalım. Ancak, hâlâ bir cevap alamadık.

Diğer bir sorun da çocuk mahkûmlar. Çocuk mahkûmlar için 5 hapishane var, bunun dışında kalan çocuklar, hepimizin bildiği gibi, erişkinlerin bulunduğu alanlara, hapishanelere yollanıyorlar dolaysıyla burada birçok istismara, tecavüze, tacize maruz kalıyorlar. Oysa, aileleriyle görüşme imkânları olan yerlerde olsalar belki bu süreçte yaşadıkları sorunları daha rahat aşabilme direnci bulacaklar.

Sonuç olarak ben diyorum ki: Bazı şeyler birileri için hak görülürken ülkemizde, bazı şeyler de, o haklar başkaları için hak olarak verilmiyor. Dolayısıyla, adil yargılama, insan haklarının doğru işletilmesi ve herkese eşit sunulması her geçen gün daha da önem arz ediyor. Ülkemizde hak ihlalleri bir kesim için hak hâline gelmiş, cezasızlığa dönüştürülmüş. Abdullah Cömert’in, Dilek Doğan’ın, Uğur Kurt’un, Berkin Elvan’ın, Ethem Sarısülük’ün yaşam hakkını gasbedenler bugün, ellerini kollarını sallayarak geziyorlar. Bugün, hukukun nasıl katledildiğini hep birlikte görmekteyiz. Bir mahkûm mektubunda diyor ki: “Adalet, kendisini insan olarak tanımlayan herkes için en yakıcı taleptir. Adalet istemek, onun için çabalamak bir vicdan meseledir.” Oysa, insanlarımız sistematik bir şekilde suçlulaştırılıyor. Bu gidişattan sizler de kaygı duymalısınız. Bugün siyasallaşan yargı yarın kontrolden çıktığında sonuçları hepimiz için felaket olur. İşte o gün, hapishanelerin kapısına “Susmak özgürleştirir.” yazıldığında herkes için, her şey için çok geç olmuş olacaktır.

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Şimdi, Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi aleyhinde ikinci ve son söz Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Çavuşoğlu (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisinin cezaevlerinde bulunan hükümlü ve tutukluların keyfî olarak, gerekçe gösterilmeksizin, rızalarının hilafına nakillerinin yapıldığı iddiasıyla vermiş olduğu grup önerisi aleyhinde söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, bizim, AK PARTİ olarak temel felsefemiz insan odaklı, insan merkezlidir. Bizim için, insan eşrefimahlukattır ve önce gelir. Bu nedenle, biz bütün uygulamalarımızda ırk, dil, din, genç, yaşlı, kadın, erkek, özgür, mahkûm, suçlu, suçsuz ayrımı gözetmeksizin merkeze insanı koyar, insanı yüceltmenin esas olduğunu kabul ederiz.

Yine bize göre, insan suçlu olabilir ama ondan önce insandır ve insanca muameleyi hak eder. İnsanın insan olmasından kaynaklanan hakkı kutsaldır ve saygı duyulması gerekir. Bugün, her ne sebeple olursa olsun, hükümlü veya tutuklu olarak özgürlüklerinden yoksun olarak cezaevinde bulunan her kimse insanca muameleyi hak eder, cezaevinde bulunduğu zaman zarfında bir yandan cezasını çekerken diğer yandan rehabilite edilir, sosyal yaşamdan tamamen koparılmaz ve süre içerisinde kişisel gelişimini temin bakımından her türlü hizmete layıktır. Onlar bu devlete birer emanettir.

Ancak, hâl böyleyken cezaevinde diğer mahkûm ya da tutuklularla birlikte bulunmanın, cezaevlerinde asayiş ve düzenin sağlanması bakımından da bu kimselerin birtakım sorumluluklarının bulunacağı muhakkaktır. İşte, cezaevlerini kendi kurallarının geçerli olacağı bir yer hâline getirmek üzere kanun ve nizam tanımayan, bir başka hükümlü ya da tutukluya buraları yaşanmaz kılan kimseler karşısında da devletin otoritesini tesis etmek, diğer tutuklu ya da mahkûmların sağlık ve güvenliğinin sağlanması bakımından çok önemlidir. Kısacası sayın milletvekili arkadaşlarım, dışarıda toplumu terörize edip Türkiye'nin bir bölgesini orada yaşayanlara zindan edenlere karşı devlet nasıl gerekli tedbirleri almaktan imtina etmiyorsa hiç şüphesiz, aynı devlet bu zihniyetin cezaevlerindeki uzantılarına karşı da gereken tedbirleri almaktan imtina etmeyecektir.

Sayın milletvekilleri, cezaevlerinde bulunan hükümlü ve tutukluların hangi kriterlerle nakil ve yer değiştireceklerine gelince: Hükümlü ve tutukluların hücreye koyma cezası gerektiren eylemlerde bulunması durumunda bu kimseler hakkında öncelikle disiplin işlemleri uygulanacak, cezaevi idaresinin talebi üzerine Bakanlıkça başka kurumlara nakilleri yapılabilecektir.

Yine, ceza infaz kurumlarının kapsama gücünün aşılması, asayiş, güvenlik, doğal afet, yangın ve büyük onarım gibi zorunlu nedenlerle de nakiller yapılabilecektir. Hastalık nedeniyle üniversiteye veya devlet hastanesine sevki zorunlu görülen ancak bulunduğu yerde bu imkânların yetersiz kaldığı durumlarda hükümlü ve tutukluların başka kurumlara hastalık nedeniyle nakilleri yapılabilmektedir. Hastaneye sevki zorunlu görülen hükümlü, bulunduğu yere en yakın tam teşekkülü devlet veya üniversite hastanesinin hükümlü koğuşuna yatırılabilmektedir.

Sayın milletvekilleri, görüldüğü üzere, hükümlü ya da tutukluların nakillerinin ne şekilde gerçekleşeceği mevzuatla tespit edilmiş olup bunların dışında, iddia edildiği gibi nakillerin keyfîlikle yapıldığı mevzubahis değildir.

Sayın milletvekilleri, 2015 ve 2016 yılında gerçekleşen nakillerle ilgili olarak sizlerle bazı rakamları paylaşmak istiyorum. Şu anda cezaevlerinde toplam 187 bin civarında hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır. Bu hükümlü ve tutukluların 9.104 kişisi terör suçlarından hükümlü ve tutukludur. Bu sayı, belirli bir terör örgütüne ilişkin olmayıp tüm bir terör skalasındaki örgütlere mensup teröristlerden oluşmaktadır. 2015 yılında 11.151 hükümlünün zorunlu nedenlerle nakilleri gerçekleştirilmiştir. Disiplin nedeniyle 559, hastalık nedeniyle 901, isteğe bağlı olarak da 15.431 hükümlü ve tutuklunun nakilleri gerçekleştirilmiştir. 2016 yılına gelince, zorunlu nedenlerle 5.124 hükümlü ve tutuklu nakli gerçekleştirilmiş; disiplin nedeniyle 212, hastalık nedeniyle 263, isteğe bağlı olarak da 3.836 hükümlü ve tutuklunun nakilleri gerçekleştirilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tutuklu ve hükümlülerin sevki, genel olarak güvenlik ve cezaevlerindeki yığılmayı önlemek amacıyla dengeli bir dağılımı sağlamak için yapılmaktadır. Disiplin nakilleri, güvenliği sağlamak ve firarı önlemek için haber verilmeden yapılmaktadır. Öte yandan, hükümlü ve tutuklular, her sevk öncesi sağlık kontrollerinden geçirilmekte ve rapor alınmaktadır. Yani, iddia edildiği gibi tutuklu ve hükümlülerin sevk sırasında darbedildiği, kötü muameleye maruz kaldığı iddiası delilden yoksundur. Kaldı ki bu iddiayı ileri sürenlerin böyle bir belgeyi buraya sunmaları gerekmez miydi? Neden sunmadılar? Çünkü yok da onun için sunamadılar.

DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) – Nasıl bir belge sunacağız?

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Burada aslında amaç, tutuklu ve hükümlüleri düşünmek ya da onların sağlık ve selameti açısından bir kaygıyı ortaya koymak değil. Aslında amaç, bunun üzerinden tutukluların aileleri, tutuklular ve hükümlüler veyahut da bir başka sebeple bir istismar zemini, bir istismar alanı oluşturarak belki de gene, kafalarında tahayyül ettikleri o istismar alanını kullanmaya çalışmaktır değerli arkadaşlarım.

Şimdi, HDP’nin 2014-2015 yılları arasındaki sevk sayısındaki artışı da keyfîliğe bağladığını görüyoruz grup önerisinde. Bu da doğru değil. Neden doğru değil? Bir kere, değerli arkadaşlar, her iki yıl arasındaki artış mevcudu 20 bin civarında. E, şimdi, bir taraftan buraya çıkacak, cezaevlerinde kalan hükümlü ve tutukluların birbirleriyle üst üste, hiçbir yaşam alanı kalmaksızın zor koşullar altında kaldığını ileri sürerek bizleri tenkit edeceksiniz, diğer taraftan dengeli bir dağılımı sağlamak bakımından yapmış olduğumuz nakilleri ve sevkleri de burada grup önerisine konu yapacaksınız. Bu, kesinlikle bir çelişkiye temas ediyor, bir paradokstan ibaret.

Değerli arkadaşlarım, ben, bu grup önerisinin gerçeklerden ari, gerçeklerin ters yüz edilerek verilmiş olduğunu düşünüyorum ve şu anda cezaevlerindeki durumun ne olduğu herkesin malumu. Biraz evvel arkadaşımın da ifade ettiği gibi, zaten cezaevlerimiz uluslararası kurum ve kuruluşların gözetimine açık. Meclisimizin komisyonları, yine cezaevi gözetleme komisyonları -bunlar kurulu- periyodik olarak buralara ziyaretlerini yapıyor, varsa aksaklıklar Bakanlık nezdinde girişimde bulunuyor, Bakanlık bunlarla ilgili eksiklikleri giderme noktasında da her türlü faaliyetini icra ediyor.

Bu duygu ve düşüncelerle grup önerisine karşı olduğumuzu, aleyhte olduğumuzu ifade ediyor, Genel Kurulu da saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Demirel…

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, hatip konuşurken bizim bu önergemizi bir istismar amacı olarak kullandığımızı ve bu grup önerisinin gerçeklerden ari olduğuna dair bir sataşmada bulunmuştur. Biz söz hakkı istiyoruz.

Burcu Hanım konuşacak Sayın Başkan.

BAŞKAN – İki dakika sataşmadan söz vereceğim.

Sayın Çelik Özkan, buyurun.

X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan’ın, Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu’nun HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamızda ve Genel Kurula sunmuş olduğumuz önerimizde bahsedilen tüm hususlar delillidir, kanıtlıdır. Bizatihi cezaevi komisyonu üyeleri olarak bizler, insan hakları dernekleri ve bu konuyla ilgilenen avukatlar ve hükümlü ve tutuklu yakınlarının bizzat incelediği, devam ettirdiği, takip ettiği bir süreçten bahsediyoruz. Size tek tek Osmaniye Cezaevi Müdürüyle yapmış olduğumuz görüşmeyi, konuşmayı burada aktarmak gerekebilir ya da Diyarbakır Cezaevi Müdürüyle görüşmeye çalıştığımız, akşama ilişkin, avukat arkadaşlarla yapmış olduğumuz görüşmelerden de bahsetmek istiyorum.

Bakın, Osmaniye Cezaevi Müdürünün bizatihi ağzından çıkan sözler bunlar: “Evet, hükümlü ve tutuklulara ilişkin raporlar alındı, cezaevi müdürlüğümüzde saklanıyor.” Diyarbakır Cezaevi Müdürüyse şunu söylüyor: “Olağanüstü bir durum var; şu anda yaşananlara ilişkin ne yakınlara ne avukatlara bilgi veremeyiz.”

Onun yanı sıra, Trabzon’a gönderilen, Karadeniz Bölgesi’ne gönderilen tutuklu ve hükümlü yakınları bizleri ağlayarak aradılar. Bu kişilerin hayatlarından, hükümlü ve tutukluların hayati tehlikelerinin olmasından kaynaklı olarak anne ve babalar, kendileri bizleri ağlayarak aradılar. Bunlardan daha açık delil, kanıt mı olur? Bunlardan daha açık insani, vicdani ya da hukuki bir dayanak mı gerekir? Bunlar yeterli değil midir hükümlü ve tutuklunun hem yakınlarının hem kendilerinin karşılaştıkları insan haklarının araştırılması için? Cezaevlerinde ne sorunlar var, ne oluyor? Niye bu sorunların, niye bu ağır ihlallerin bu kadar dozajı artırıldı? Amaç nedir? Bunları araştırmak gerçekten Parlamentonun sorumluluğu ve görevi değil midir?

Bu kadar açık, aleni olan, delilli ve kanıtlı olan, gerekçeleri hukuka dayanır hâle getirilen bu hususun mutlak suretle Parlamentoda komisyon olarak araştırılması gerektiğini düşünüyoruz.

Tekrar teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)

IX.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- HDP Grubunun, Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertan ve arkadaşları tarafından, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin keyfî olarak başka cezaevlerine nakledilmesinin nedenlerinin ve sonuçlarının araştırılması ile mahpuslara yönelik bu türden keyfî uygulamalara karşı önlemlerin alınması amacıyla 15/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 29 Mart 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

2.- CHP Grubunun, Sivas Milletvekili Ali Akyıldız ve arkadaşları tarafından, Sivas Demir Çelik Fabrikası işçilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla 25/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 29 Mart 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

29/3/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 29/03/2016 Salı günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

 

                                                                                        Özgür Özel

                                                                                           Manisa

                                                                                  Grup Başkan Vekili

Öneri:

Sivas Milletvekili Ali Akyıldız ve arkadaşları tarafından Sivas Demir Çelik Fabrikası işçilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla 25/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (227 sıra no.lu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 29/3/2016 Salı günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisinin lehinde ilk söz, Sivas Milletvekili Ali Akyıldız’a aittir.

Buyurun Sayın Akyıldız. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ AKYILDIZ (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, basınımızın ve Meclisin çok değerli çalışanları, ekranları başında bizleri izleyen değerli yurttaşlarım ve Sivas’tan buraya kadar gelerek şu an bizleri Mecliste, misafir koltuklarında dinleyen Sivas Demir Çelik çalışanları; hepinizi en içten sevgi, saygı ve muhabbetlerimle selamlıyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

Ben, Sivas Demir Çelik Fabrikasının çok kısa bir şekilde geçmişini sizlere arz ettikten sonra asıl konuşmama geçeceğim.

Değerli milletvekilleri, Sivas Demir Çelik Fabrikası 1987 yılında Sivas’ta 40 bin dönüm arazi üzerinde -istimlak edilerek- kurulmuş ve günümüz koşullarına göre çok modern bir tesis olarak işletmeye açılmıştır. 1987 yılında Sivas Demir Çelik Fabrikası, o günün şartlarında tam 360 milyon dolar maliyetle kurulmuş, Sivas ekonomisine ve ülkemiz ekonomisine kazandırılmıştır.

Sivas Demir Çelik Fabrikası –tam tarih söyleyeyim- on bir yıl çalıştırıldıktan sonra, 1998 yılında özelleştirme sürecine geçilmiş ve bu tarihte yapılan “sosyal satış” adı altında, Sivaslı iş adamlarının oluşturmuş olduğu bir gruba, SİVYAT AŞ’ye yuvarlak rakamla 10 milyon dolara satışı gerçekleştirilmiştir. Bu Sivas ortak grubu, işletmeyi gerçek anlamda işletememiş ve özelleştirme sürecine sokulurken oradaki şartlara uyulmamış ve bu süreç içerisinde SİVYAT AŞ adına Kentbankın vermiş olduğu teminat mektubu nakde çevrilmiş ve Kentbank daha sonra burayı haciz yoluyla satış talebiyle satışa çıkarmıştır. Tam bu süreçte de devletin bankalar operasyonuyla Kentbanka el koymasıyla birlikte Demir Çelik tekrar devlete geçmiş oldu.

Bu arada, Selahattin Rüstemoğlu’nun Sayın Erol Evcil’e Sivas Demir Çeliki satışına, hemşehrimiz olan dönemin Sayın Bakanı, Sayın Abdüllatif Şener’in Sivas’a hizmet versin, Sivas’ta kalsın, Sivas’ta ekonomiye katkısı olsun diyerek satışa onay verdirmesinden sonra, yine aynı rakamlarla, yaklaşık 10 milyon dolara Evcil Grubuna Sivas Demir Çelik Fabrikası satılmış oldu. Ama, satıştan sonra da Sivas Demir Çelik Fabrikası ciddi anlamda rantabl bir şekilde işletilemedi, sürekli sorunlar, sürekli sıkıntılar. 2004 yılında da devletin Sivas Demir Çelik Fabrikasına tedbir kararı koydurması üzerine, bu grubun Türkiye’deki bütün mallarına mahkeme kararıyla tedbir konulmuş oldu. Bu tarihten sonra da kayyum atandı ve denetim kayyumu olarak da -yönetim değil, onu belirteyim- bu tarihten itibaren kayyum görev yapmakta.

Şimdi, buraya kadarki süreç, çok kısa bir özeti. Mahkeme hâlâ, 2006 yılından beri devam ediyor. 2006 yılından beri, on yıl oldu ve mahkeme hâlâ tamamlanmış değil. Şimdi, buraya kadarki hikâyesi bu ama bugün geldiğimiz noktada 3 önemli noktanın altını çizerek belirtmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi, Sivas Demir Çelik çalışanı 650 kardeşimiz bugün sokakta, aç ve işsiz durumda. Demir Çelik Fabrikasına kilit vurulmuş durumda ve bu kardeşlerimiz evine ekmek götüremeyecek durumda.

Alın teri hepimiz için kutsaldır. Bu kardeşlerimiz çoluğunun çocuğunun nafakasını götüremeyecek durumda, açlığa terk edilmiş durumdadır. Bu, birinci boyutu tabii.

İkinci boyutu, Sivas Demir Çelikin şu anda devlete olan borcu ne kadar biliyor musunuz? Sayın Sivas Valimizin resmî açıklamasıdır bu, 630 milyon TL’yi aşmış durumdadır. Sivas Demir Çelikin devletimize olan vergi borcu, SSK prim borcu, vesaire, toplam borcu 630 milyon TL’yi aşmıştır yani burada ikinci mağduriyeti de devletimiz yaşamaktadır. Yani, 210 milyon dolarlık bir tesisi devletimiz 10 milyon dolara satsın ama geri dönsün, 210 milyon dolar alacağını bu gruptan alamaz duruma düşürülsün. Yani burada bu 210 milyon dolar sizin, benim, hepimizin vergileri, çoluğumuzun çocuğumuzun rızkından giden.

MUHAMMET BALTA (Trabzon) – 310 mu, 210 mu?

ALİ AKYILDIZ (Devamla) – 360 milyon dolara yapılmıştı 1987 yılında, şu anda devlete SİDEMİR’in borcu 210 milyon dolar. Şimdi, bu da ikinci bir boyutu.

Üçüncü boyutu şu arkadaşlar: Benden sonra çıkıp da iktidar partisi adına konuşma yapacak olan arkadaşlarımız belki işte “Ya, hukuki mücadele devam ediyor. Hukuki süreç sonlanmadığı için bizim buraya yapacak fazla bir şeyimiz yoktur.” gibi şeyler söyleyebilirler ama bizim burada şu an konuştuğumuz konu hukuku engelleyecek bir konu değil. Biz burada neyi söylüyoruz? Şunu söylüyoruz: Bakın, burada hem devlet mağdur edilmiş hem orada çalışan, evine, çoluğuna çocuğuna ekmek götüren kardeşlerimiz mağdur edilmiş hem de Sivas ekonomisi ve ülkemiz ekonomisi mağdur edilmiş durumda.

Biz burada bir komisyon kuralım gelin hep birlikte diyoruz. Burada siyasete malzeme edilecek bir konu değil bu yani burada Cumhuriyet Halk Partisinin siyaseten bir beklentisi, bir derdi falan yok. Burada, bu, siyasetüstü bir konu. Gelin, hep birlikte, partilerüstü bir uzlaşmayla burada bir komisyon kuralım, bu komisyon çalışmalarını yapsın ve Sivas Demir Çelikin kurtuluşunun nasıl, ne şekilde yapılacağını Meclis çalışmalarıyla halkımıza ve bizlere açıklasın diyoruz. Yani Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarım, ben 7 Hazirandan sonra, Meclise geldiğimden beri şöyle bir tutum görüyorum, bu da bizi üzüyor gerçekten: “Ya, bu parti Cumhuriyet Halk Partisidir, bu parti Milliyetçi Hareket Partisidir, bu parti Halkların Demokratik Partisidir, bu parti muhalefet partisidir. Bunların getirdiği önergeyi boşverin, muhalefetten gelmiştir.” mantığıyla, hakikaten çok güzel, toplumsal ve ülkemiz adına verilen çok önemli önergelerin bile burada hiç dinlenmeden, partizanca bir tutumla reddedildiğini gördüm ve gerçekten çok üzüldüm; Meclis bu olmamalı.

Biz buraya milletin adına, milletten yetki alarak onları temsil etmeye geldik. Lütfen, burada yapılan çalışmaları önemseyelim. Burada yapılan çalışmaları partizanca bir tutum izleyerek “Nasıl olsa muhalefetten gelmiştir, elimizin tersiyle itelim.” mantığıyla değerlendirmeyelim. En azından, bugün, bu görüştüğümüz önergeye böyle bakmayalım. On yıldır devam eden bir hukuk süreci var ve devlet el koymuş; tedbir kararındaki gerekçe, kara para aklamak. Şimdi, bizim burada oluşturacağımız komisyonun çalışmalarına bu engel değil, engel teşkil etmiyor.

Bir başka konu, bu Sivas Demir Çelik Fabrikasının sistemli ve güzel bir şekilde çalışıyor olması, Sivas adına da ekonomik anlamda çok çok önemli. Bugün, Sivas, hakikaten işsizliğin en çok yaşandığı, sorunların yaşandığı illerden bir tanesi, çok ciddi bir sıkıntı yaşıyoruz Sivas’ta. Göçün çok büyük sorun olduğu illerden biri Sivas. Hâlâ göçün devam ettiği, hâlâ işsizliğin devam ettiği bir Sivas’ta… Ya, burada çalışacak olan 650 kişi olarak bakmayın. Buradaki, Sivas Demir Çelikin çalışanlarıyla beraber, en az bir 3 bin, 5 bin kişiye hitap edecektir, artı, Sivas’ın diğer anlamda da ekonomisine katkı sağlayacaktır.

Bu nedenle Sivas Demir Çeliki çok önemsiyorum, bu nedenle Sivas Demir Çelikin altını ısrarla çiziyorum ve bu nedenle iktidar partisi milletvekili arkadaşlarıma tekrar sesleniyorum: “Bu, Cumhuriyet Halk Partisinin önergesidir, biz bunu reddediyoruz.” mantığıyla hareket etmeyin. Bakın, burada eğer buna “hayır” oyu verirseniz -tekrar söylüyorum- ileride bunun Cumhuriyet Halk Partisi olarak değil, devlet olarak, millet olarak, halk olarak size faturasını çok ağır şekilde halkımız ödetecek, en azından Sivaslı hemşehrilerim bunu gerçekten unutmayacak ve bunun faturasını sizlere ödetecektir. Bu bir tehdit değil, samimi olarak söylüyorum.

Sivas gerçekten çok göç veriyor, Sivas çok kötü durumda, Sivas kaderine terk edildi on dört yıl boyunca, Sivas ekonomisi uçmuş durumda, köyleri boşalmış durumda. Sivas şu anda, -geçen konuşmamda, bütçe konuşmamda söylemiştim- köylerin tamamen boşalmış olmasıyla, tarımsal anlamda çok ciddi projelere de gebe. En azından küçükbaş hayvancılığın Sivas’ta yapılması noktasında, ilerideki konuşmalarımızda bunların altını çizerek konuşacağız.

Ama, tekrar söylüyorum -sürem bitmek üzere- lütfen, gelin, hep birlikte bugün bu önergeye “evet” oyu verelim, birlikte bir komisyon kuralım, Sivas Demir Çelikin sorununu Mecliste biz araştıralım ve çözümünü birlikte bulalım.

Sayın Genel Başkanımıza burada tekrar teşekkür ediyorum, şükranlarımı sunuyorum; Sayın Genel Başkanımız grup konuşmasında bunun çözümünü de söylemişti: “Amme Alacakları Kanunu net ve açıktır. Burada hiçbir şeye gerek yoktur. Hükûmet isterse yarın buraya el koyabilir.” Çünkü raporu inceledi -Türkiye’deki en iyi 10 tane hesap uzmanını gösterseniz birisi Sayın Genel Başkanımızdır- dosyayı inceledi, “6183 sayılı Amme Alacakları Kanunu net ve açıktır. Bu kanun gereği Hükûmet isterse yarın buraya el koyabilir ve mağduriyetleri giderebilir.” dedi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ AKYILDIZ (Devamla) – Benim de buradan sizlere önerim, kurulacak olan komisyona da zaten bu teklif gelecektir diyorum.

Ben hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akyıldız.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.34

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 17.44

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER : Sema KIRCI (Balıkesir), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 62’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi üzerinde görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Öneri aleyhinde ilk konuşmacı Hilmi Bilgin, Sivas Milletvekili.

Buyurun Sayın Bilgin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından, Sivas Demir Çelik Fabrikası SİDEMİR işçilerinin sorunlarının yerinde incelenerek, ilgili kişi ve kurumlarla görüşülerek çözüm üretilmesi amacıyla Anayasa’nın 98 ve İç Tüzük’ün ilgili maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasına yönelik grup önerisi hakkında söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle sizleri ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, Anadolu’nun ücra bir köşesinde güç şartlarda hayata başlayıp bugün herkesi yüreğiyle, aklıyla ve sözleriyle etkileyen ve 21 Mart 1973 yılında vefat eden büyük halk ozanı Âşık Veysel’i rahmetle anıyorum. O, yıllar önce “Veysel sapma sağa sola / Sen Allah’tan birlik dile / İkilikten gelir bela / Dava insanlık davası” diyerek tüm zamanların ihtiyacı olan anlayışı ve reçeteyi ortaya koymuştur.

Yine, 25 Mart 2009 tarihinde Hakk’a yürüyen büyük devlet adamı, bizim Sivaslıların ifadesiyle “Muhsin Başkan”ı ölüm yıl dönümünde rahmetle, şükranla, minnetle anıyorum. Muhsin Başkan, Türkiye’nin yaşadığı karanlık süreçlerden biri olan 28 Şubat sürecinde her türlü siyasi ikbal ve planları bir tarafa bırakarak vesayete karşı net bir duruş sergilemiş, milletinin yanında durmuştur. Muhsin Başkan o zor dönemde “Namlusunu millete dönen tanka selam durmam.” diyerek tüm dünyaya hakkın ve milletin yanında olduğunu haykırmıştır. Bir kez daha kendisini rahmetle anıyorum, inanıyorum ki mekânı cennet olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, grup önerisine konu olan SİDEMİR’le ilgili olarak önerge içeriğine samimiyetle katıldığımızı, SİDEMİR’in bir bütün olarak sorunlarının çözümü ve üretiminin sağlıklı bir şekilde başlayabilmesini tüm Sivas olarak arzuladığımızı belirtmek isterim.

Önergeye konu olan Sivas Demir Çelik İşletmelerinin tarihi hakkında sizleri kısaca bilgilendirmek istiyorum.

SİDEMİR 1987 yılında yaklaşık 360 milyon dolar maliyetle kurulmuştur. ANAP, Demokratik Sol Parti, Demokrat Türkiye Partisince kurulan 55’inci Hükûmet zamanında, 5 Ocak 1998 tarihinde Sivas Ortak Girişim Grubuna satılmak suretiyle özelleştirilmiştir. Bu ihale başka bir grubun 3,3 milyon dolarlık yüksek teklif vermesine rağmen “sosyal amaçlı özelleştirme” olarak değerlendirilerek SİVYAT AŞ’ye verilmiştir. SİVYAT AŞ fabrikada hiç üretim yapmamıştır. Ayrıca, üç yıl kesintisiz 500 personel istihdam edileceği hükmüne rağmen sadece 173 işçiye işbaşı yaptırmıştır. Kısaca, SİVYAT devir sözleşmesinde belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmemiş ve fabrikaları çalıştırmada başarılı olmamıştır. SİVYAT AŞ’nin yükümlülüklerini yerine getirmemesi, ödemelerini yapmaması üzerine Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Kentbankın vermiş olduğu teminat mektubunu nakde çevirmiş, bunun üzerine Kentbank fabrikaya haciz koymuş, süreçte TMSF’nin Kentbanka el koymasıyla birlikte fabrika icra yoluyla TMSF’ye geçmiştir. 29 Eylül 2004 tarihinde fabrikanın Sivas’tan taşınmaması ve üretime, istihdama devam etmesi şartıyla fabrikanın şu anki sahibine devrine onay verilmiştir. Velhasıl, Bursa merkezli yapılan operasyonla birlikte, TMSF, hukuki yükümlülüklerini yerine getirmeyen, borçlarını ödemeyen şu anki maliki Erol Evcil yönetimindeki 20 şirketle birlikte SİDEMİR’e el koymuş, şirketin yönetimi TMSF’ye verilmiştir. Devam eden hukuki süreç içerisinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi TMSF’nin yönetim kayyumluğunun kaldırılmasına karar vererek denetim kayyumu olarak atamıştır. Aynı mahkeme, karar kesinleşinceye kadar denetim kayyumlarının görevinin devamına karar vermiştir. Şu anda, hâlihazırda denetim kayyumları görevi başındadır. Şu an itibarıyla, dosya ceza mahkûmiyeti açısından kesinleşmiş ancak müsadere kararı yönünden bozulmuş ve yargılama Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geldiğimiz noktada yaşananlara baktığımızda, Sivas’ın önünde duran önemli ve çözüm bekleyen sorunlardan birisi SİDEMİR’dir. Bugün burada konuştuğumuz sorun mevcut şirket yönetiminin işletmeyi iyi yönetememesinden kaynaklanmaktadır. Bugün kötü yönetimden kaynaklanan sorunlar, başta, helal yoldan, alınlarının teriyle rızıklarını kazanma derdinde olan işçi kardeşlerimiz olmak üzere tüm Sivas’ı etkilemektedir. Mevcut yönetim başta işçi alacakları olmak üzere SGK primlerini, vergilerini, sendika aidatlarını, elektrik, doğal gaz tüketim bedellerini ödememekte, âdeta ödeme yapmadan üretime devam etme anlayışı içerisindedir. Bizler, geçmiş dönemlerde, fabrikada rızkı peşinde koşan işçi kardeşlerimizin ve Sivas esnafının mağdur olmaması için defalarca özel sektör işletmesinde olan elektrik, doğal gaz dağıtım şirketleriyle görüşme yapmak suretiyle fabrikanın üretime devam etmesi, çalışması yönünde birçok defa görüşmeler yaptık, bunu denedik, kısa sürelerle de olsa ara veren fabrikanın çalışmasını sağladık ve bu noktada da, fabrikanın çalışması noktasında gayretimiz ve çabamız devam etmektedir ve edecektir.

Sayın milletvekilleri, SİDEMİR’in ve özellikle işçi kardeşlerimizin içinde bulunduğu sıkıntı bizler tarafından bizzat bilinmekte ve sorunun çözümü için samimi ve çözüm odaklı gayret gösterilmektedir. Bu konuda çözüm odaklı görüşmelerimiz gerek işveren nezdinde gerekse Hükûmet yetkililerimiz nezdinde bizzat Sayın Başbakanımız tarafından takip edilmektedir. Ancak, malumunuz olduğu üzere, SİDEMİR AŞ, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, 4857 sayılı İş Kanunu, 6356 sayılı Sendikalar Kanunu, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabi özel hukuk kişisidir. Bu noktada, sorunun çözümü noktasında hukuki yollardan yapılan ve yapılacak her türlü çözüm önerisinin destekçisi ve takipçisiyiz. Yukarıda zikrettiğim üzere, ilgili şirket hakkında, Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden bir yargılama vardır ve hukuki süreç devam etmektedir. Sorunun çözülememesinin temel nedeni de tam işte buradadır. Mahkeme tarafından grubun mal varlığına konulan tedbir kararının bulunması ve sonuçlanmayan yargılama süreci bu noktada sorunun çözümünü ötelemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizler Sivaslılar olarak ve Sivas’tan destek almış milletvekilleri olarak, bugün burada Sivaslı hemşehrilerimizi temsil eden kişiler olarak, Sivas Demir Çelikin ilk kurulduğu günden bugüne kadar yürüyen sürecin, özelleştirme sürecinin hatalı başladığını ve Sivas Demir Çelikin özelleştirme sürecinin ilk günden itibaren Sivas’a sorun olduğunu Sivaslılar olarak müşahede etmekteyiz. Özelleştirme sürecine baktığımızda, özelleştirme sürecinde iş, sosyal amaç güdülerek o günkü siyasiler tarafından, bu işi bilen, bu işi yapılabilecek, işin ehli başka şirketler varken sırf Sivas’ta kalması amacıyla Sivas Ortak Girişim Grubuna verilmiş ancak Sivas Ortak Girişim Grubu bu işi başaramamıştır.

Biz, önemli olanın, şirketin sahibinin devlet veya özel sektör olması değil, işletmenin rantabl ve kârlılık esasına göre insan odaklı yönetilmesi olduğuna inanıyoruz. Bu noktada, Sivas’ta son günlerde yapılan özelleştirmeler neticesinde bugün Kangal Elektrik Üretim AŞ’de çalışmalar, üretim devam etmektedir, istihdam artmıştır ve o bölge de dâhil olmak üzere çalışanlar, herkes memnundur.

Yine, Divriği Demir Çelik İşletmeleri doğru özelleştirme yöntemiyle özelleştirilmiş ve bugün, hem üretime hem Türk ekonomisine hem Ali Bey’in de ilçesi olan Divriği’ye hem de Sivas’a ekonomik olarak katkı sağlamaktadır.

SİDEMİR, daha ilk özelleştirildiği andan itibaren Sivas için sorun oluşturmaya başlamış, süreç içerisinde maalesef hem Sivas hem çalışanlar hem de kamu için yük olmuştur.

Ali Bey’in verdiği bilgiler doğrudur. Bugün itibarıyla, SİDEMİR’in devlete yaklaşık 630 milyon TL borcu bulunmaktadır. Bu borçlarla ilgili olarak, ilgili kamu kurumlarınca (SGK, Maliye) 6183 sayılı Yasa’dan kaynaklanan hukuki haklarını kullanarak gayrimenkuller üzerinde haciz işlemi yapılmıştır, mevduatlar üzerine e-haciz işlemleri uygulanmıştır, araçlar üzerine uygulanmıştır, üzerinde haciz şerhi olmayan şirketin hiçbir gayrimenkulü bulunmamaktadır. Varlıkların paraya çevrilememesinin nedeni, mahkeme neticesinde müsadere ihtimali sebebiyle mahkemece konulan tedbir kararı bu noktada, ilgili kamu kurumlarının da önünde en büyük engeldir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizler Sivaslılar olarak SİDEMİR’in bir bütün olarak… SİDEMİR’de çalışan kardeşlerimizin, rızıkları peşinde, alınlarının teriyle rızıklarını kazanma peşinde olan kardeşlerimizin sorunları bizim sorunumuzdur. Biz, o sorunların çözümü noktasında, çözüm odaklı olarak Sayın Başbakanımız, ilgili bakanlıklar nezdinde ve ilgili mahkemeyle de yapmış olduğumuz görüşmeler noktasında, Türkiye'nin de bir hukuk devleti olduğu anlayışıyla ve bu esasa dayanarak sorunu çözmek için samimi, çözüm odaklı, özverili gayretlerimizi gösteriyoruz.

Ali Bey, milletvekili olmadan önce de sivil toplum örgütü başkanıyken, bizim bu noktadaki özverili, ortak akla dayanan, Sivas’ın tüm kesimleriyle -ticaret odasından, esnaf odasından, barosundan, sendikalarından- hep birlikte çözüm odaklı yapmış olduğumuz çalışmaları bizzat kendisi müşahede etmiştir. O dönemde, kendisinden de biz bu konuda destek görmüşüzdür. Bundan sonraki süreçte de Sivas noktasında, SİDEMİR noktasında, muhalefet-iktidar ayrımı yapmadan, her getirilen çözüm odaklı, işçi kardeşlerimize ümit vaadetmekten ziyade kesin, net, somut sonuç getirecek çözüm önerilerinin destekçisi olduğumuzu bildiriyoruz. Bu noktada, biz, sorunun çözümü noktasında işi çözüm odaklı bir anlayışla çözme noktasında gayretli olduğumuzu bildiriyor, bu vesileyle hepinizi sevgilerimle, saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

ALİ AKYILDIZ (Sivas) – Teşekkür ederim. Evet, diyeceksiniz değil mi?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgin.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi lehinde Müslüm Doğan, İzmir Milletvekili. (HDP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Doğan, süreniz on dakikadır.

MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sivas’tan gelen emekçilere ben de hoş geldiniz diyorum.

Sayın Başkan, değerli üyeler; öncelikle gönül gözüyle Hakk’a ve halka halk ozanlığı yapan Âşık Veysel’i saygıyla anıyorum. Hakk’a yürüyen ozanımıza devri daim olsun diyorum.

Sivas Milletvekilimiz Ali Akyıldız yoldaşımızın, arkadaşımızın bu Meclis araştırma önergesini oldukça önemli buluyoruz ve kendisini buradan saygıyla selamlıyorum. Çok önemli bir konu. Yıllarca, biliyorsunuz, Divriği demirleri maalesef ta Karabük’e, İskenderun’a götürüldü. 1987 yılında bir fabrika kurulmak zorunda kalındı. 300-350 milyon dolar civarındaki bir fabrika çalıştırılamadı ve yaklaşık olarak da özelleştirmeyle 9 milyon dolara verildi. 9 milyon doların üzerine 3 milyon daha fazla veren bir yatırımcıya bu verilmedi, sosyal bir proje olarak görüldü ama gelinen nokta maalesef tamamen bir yıkım oldu işçiler anlamında.

Şimdi, değerli milletvekilleri, hangi hukuki işlem olursa olsun, bir kamu kurumu özelleştirmeyle şahsa verilmiş olabilir, bir şirkete devredilmiş, bir tüzel kişiliğe devredilmiş olabilir ama bir illiyet bağı kurularak bu emekçilerin kamu emekçileri statüsüne alınmasında hiçbir engel yoktur. Ben hukukçu değilim, mühendisim ama bu insanların mağduriyeti kamu işçiliğine geçirilerek giderilebilir. Bunu da burada bu araştırma önergesinin en önemli maddesi olarak ortaya koyuyorum, bir illiyet bağı kurularak, 5018’le bile bağ kurulabilir burada.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bu fabrikanın Sivas üzerindeki etkilerini kısaca anlatmak istiyorum.

Divriği çok önemli bir tarihî kent, belki de 3 bin yıllık bir kent. Mengücek devletine başkentlik yapmış, çok önemli tarihî…

VELİ AĞBABA (Malatya) – Arguvan’ın sırtında Divriği.

MÜSLÜM DOĞAN (Devamla) – Veli Bey’i uyarırsanız iyi olur, yoksa konuşmalarımı engelliyor bilerek.

Şimdi, Divriği o kadar önemli bir tarihî kent ki sayın milletvekilleri, biliyorsunuz, UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’ne aldığı en önemli cami, Divriği Darüşşifasıyla ilgilidir. Dünyada ilk kez bir cami bu listeye alınmıştır. Hanlar, hamamlar, medreseler, kiliseler… Kiliseler zaten yok edilmiş durumda, tamamen tahrip edilmiştir. Bizim Erol Bey’i de bu konuda bir çalışma yapması için göreve davet ediyorum.

Divriği’de, bir de gerçekten o kadar önemli bir nüfus hareketi, demografik anlamda, ekonomik anlamda bir nüfus kaybı olmuş ki.

Arkadaşlar, 1966’da 30 bin olan nüfusu şimdi 12 binlerle ölçülüyor. Neden? Demir çelik fabrikası kapanıyor Sivas’ta, etkisizleştiriliyor, sanayi başka alanlara kaydırılıyor, bu kadar önemli kentte… İstanbul nüfusunun üçte 1’i Sivaslılardan oluşuyor, İstanbul’da en fazla nüfusa sahip olan Sivaslılar ve Ankara’da 150 bin Divriğili var, İstanbul’da 250 bin Divriğili var. Niçin göçmüşler? Bu insanların yaşam haklarıyla ilgili olarak çalışma hakkı yok.

Tarımsal araziler ise, 422.820 dekar olan arazilerin ancak yüzde 41’lik kısmı kullanılabiliyor, sulanabilir kısım ise bunun yüzde 12’si. Ali Bey daha iyi bilir ziraat mühendisi olduğu için. Niçin bu böyle? Sulama sistemleri kurulmuyor, tarımsal işletmelere önem verilmiyor ve göçe zorlanan bir toplum. Bu anlamda, bir an önce Divriği’ye gereken önemin verilmesi gerektiği konusunu -çok önemli bir toplumsal dokudur Divriği- Hükûmetin de dikkatine sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bir de sizin dikkatinize sunacağım bir husus daha var bu konuda. Yalnız, bu SİDEMİR’in -en önemli- emekçilerinin, buradaki çalışanlarının -bakın, illiyet bağı kurularak, Hükûmete burada sunuyorum- kamu işçisi statüsüne alınma ihtimalleri var, olasılığı var. Bence bunu Hükûmetin çok iyi değerlendirmesi lazım, emekçilerin de dikkatine sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, son zamanlarda, Maraş’ın Pazarcık ilçesinde Alevi köylülerinin yoğun yaşadığı bir yere, merasının olduğu bir yere, 360 dönümlük bir yere Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi meselesi var, karar verilmiş. Bakın, bu çok yanlış bir karar, bundan vazgeçilmesi gerekiyor. Niçin Alevilerin yoğun olduğu bir yere götürüyorsunuz? Bu mültecilere de yazık. Ben onlara üzülüyorum ve onların da insani haklarının korunmasından yana olan bir insanım ama inanç dokusu…

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Yer müsait olduğu için götürüyor.

MÜSLÜM DOĞAN (Devamla) – Tamam Sayın Vekilim.

İnanç dokusu itibarıyla, bakın, bu dokunun içerisinde, bu yapının içerisinde DAİŞ çetelerinin örgütlenme olasılığı var. Özellikle Alevi katliamı yapan bu DAİŞ çetelerince bu bölgede böyle bir şey yapılacağı hususu egemen olmuş, oradaki insanlar büyük bir tedirginlik yaşıyor.

Bakın, oradaki köylülerin söylediği şeyi size aynen aktarayım. “Elbette mazlumlara karşı değiliz ancak amaç başka.” diyor burada. Aleviler kısaca şunu söylüyor: “Burası mera alanımız, hayvanlarımızı otlatıyoruz. Başka yer mi kalmadı? Zaten geçmişte yaşadığımız bir katliam deneyimi var. Demografik yapıyı bozmak istiyorlar. Bölgede cihatçılar cirit atıyor. Kampa kimleri yerleştirecekler? Acaba demografik yapıyı cihatçıları üzerimize salarak mı bozacaklar?” Bu sorulara cevap vermeliyiz. Ben inanıyorum yani elbette bunlar bir yerlere yerleştirilecek, muhakkak ki bir coğrafyaya yerleştirilecek ama Alevi coğrafyasının seçilmesini doğru bulmuyorum; böyle bir hassasiyeti, böyle bir kaygıyı, kuşkuyu da gidermek lazım, hatta bence o çalışmayı da acilen durdurmak lazım.

Değerli milletvekilleri, başka bir konu da yine, İzmir’de demokratik haklarını kullanan kamu emekçilerine ilişkin. Bakın, İzmir Kuzey Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliğine bağlı Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde ortopedi ve travmatoloji uzmanı olarak görev yapan Doktor Fatih Sürenkök hakkında, 15/12/2015 günü saat 19.00 sıralarında Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki sokağa çıkma yasağını protesto ettiği gerekçesiyle disiplin soruşturması yapılıyor. Yine, SES İşyeri Temsilcisi Mahmut Bakay bu anlamda yine, bir basın açıklamasına katıldı diye arkadaşlarımız işten el çektiriliyor. Şimdi, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre bir soruşturma gerçekleştirilecekse önce, işte, soruşturma evrakları hazırlanır -siz de biliyorsunuz- disipline sevk edilir, disiplin kararı alınır. Disiplin kararı mahkemeye açık olmak üzere şahsa sunulur. Bunların hiçbir prosedürü yerine getirilmeyerek arkadaşlarımız işten el çektiriliyor; bu doğru bir şey değil.

Bakın, bir hekim bir basın açıklamasına katılabilir, demokratik bir hak talebinde bulunabilir. Biz her demokratik talepte bulunanı, her demokratik zeminde ortaya çıkıp bir şeyler söyleyeni görevden alırsak bu ülkeyi nasıl yönetiriz sayın milletvekilleri? Bu konuda duyarlılığınızı ortaya koymanız gerekir. İş güvenliği anlamında, yani, insanlar gerçekten büyük tedirginlik yaşıyorlar. Demokratik haklarını kullanamıyorlar. Bu anlamda da Hükûmetin bu konuda duyarlılığının artmasını istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Doğan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi aleyhinde ilk…

İMRAN KILIÇ (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Buyurun.

İMRAN KILIÇ (Kahramanmaraş) - Kahramanmaraş’la ilgili, Kahramanmaraş Milletvekili olarak, hatibin konuşmasına istinaden kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

60’ıncı maddeye göre yerinizden söz veriyorum.

Süreniz bir dakikadır.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

6.- Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç’ın, İzmir Milletvekili Müslüm Doğan’ın CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

İMRAN KILIÇ (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kahramanmaraş’ımız Türkiye’mizin köşe taşı, huzur kentlerinden bir kenttir. Orada Aleviler, Sünniler, hepimiz kardeşane yaşadık tarih boyunca, kardeşane de yaşıyoruz, yaşamaya da devam edeceğiz. Aramıza sokulmak istenen fitnelere fesatlara da fırsat vermedik, vermeyeceğiz.

Sivricehüyük’le ilgili, hatibin gündeme getirdiği konu oraya Suriyelilerin yerleştirilmesi konusu değildir. Kahramanmaraş, bilindiği gibi, deprem bölgesidir. Deprem bölgesi olan ilimizde deprem önleme bölgesi olarak bir konteyner kent kurulmak istenmektedir. Yapılan araştırmalar neticesinde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kılıç.

IX.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- CHP Grubunun, Sivas Milletvekili Ali Akyıldız ve arkadaşları tarafından, Sivas Demir Çelik Fabrikası işçilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla 25/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 29 Mart 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi aleyhinde ikinci konuşmacı Mustafa Mit, Ankara Milletvekili.

Buyurun Sayın Mit. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

MUSTAFA MİT (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisi hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, 25 Martta kaybettiğimiz dava adamı, arkadaşım ve hemşehrim Muhsin Yazıcıoğlu’nu rahmetle ve minnetle anıyor, tüm sevenlerine tekrar başsağlığı diliyorum.

Yine, 21 Martta kaybettiğimiz gönül dostu Âşık Veysel’i de rahmetle anıyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün, burada, Sivas Demir Çelik Fabrikasında çalışan işçilerimizin mağduriyeti dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu önergeye de dayanarak Sivas’tan bahsetmek istiyorum.

Sivas, sanayileşmenin hiç uğramadığı, tarım ve hayvancılığın yapılmaya çalışıldığı, Türkiye’de en fazla göç veren bir ilimizdir. İlçelerden il merkezine, il merkezinden de İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin, Konya gibi illere göç vermektedir ve bu göç hâlâ devam etmektedir. Sivas’ta cumhuriyet döneminde yapılan yatırımlar ya kapatılmış veya başka illere taşınmıştır. Bunlardan birkaç tanesini örneklemek istersek: Sivas’taki Askerî Dikimevi, 500-550 işçinin çalıştığı bir yer, Millî Savunma Bakanı da Sivaslı olmasına rağmen Sivas’ta kapatılmış, İstanbul’a götürülmüş, oradan da Kayseri’ye nakledildiği rivayet edilmektedir.

Yine Sivas’ta Devlet Malzeme Ofisi kapatılmıştır.

Yine Sivas’ta, 5.500 kişinin istihdam edildiği, tren lokomotif hareketli aksamlarının üretildiği, aynı zamanda vagon üretimi ve tamirinin yapıldığı, bütün Sivaslıların “cer atölyesi” olarak bildiği TÜDEMSAŞ Fabrikası budana budana, sadece 500’ün üzerinde işçinin çalıştığı, vagonların tamir edildiği bir fabrikaya dönüştürülmüştür. Sivas’ta lokomotiflerin hareketli aksamını üreten cer atölyesi dediğimiz yer Eskişehir’e taşınmıştır. Yine Sivas’ta sıfırdan vagon üreten tesislerimiz de Arifiye’ye taşınmıştır. Yani Sivas içi boşaltılmaya çalışılan bir vilayettir. Şu anda Sivas’ta bu tesisten sadece vagon tamiri yapan bir bölüm kalmıştır.

Sivas Çimento Fabrikası özelleştirilmiştir, Kangal Termik Santrali’miz özelleştirilmiştir. Sivas’ta henüz yeni bir yatırım da yoktur. Şu anda Sivas’ta üniversite ve askerî birlik olmasa Sivas âdeta bir ölü şehir hâline gelecektir.

Sivas Demir Çelik Fabrikası -bugün burada konuştuğumuz- 1976 yılında MC hükûmetleri döneminde Türkiye’nin 3’üncü büyük demir çelik fabrikası olsun diye tasarlanmış ve temeli atılmıştır. Çünkü, Divriği’den çıkarılan demir cevheri İskenderun’a ve Karabük’e taşınmaktaydı. Sivas’ta çok büyük, 3’üncü büyük demir çelik fabrikası olsun diye, o zamanın Başbakanı rahmetli Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcıları rahmetli Alparslan Türkeş, rahmetli Necmettin Erbakan ve rahmetli Turhan Feyzioğlu’nun da katıldığı bir törenle -ki ben o törende vardım, oradaydım- 3’üncü büyük demir çelik fabrikasının temeli atılmıştır. Ancak, 1992 yılında büyük umutlarla Sivas’ın geleceği düşünülerek atılan bu temel, Sivas’ı ve Sivaslıyı, Divriği’den çıkarılan cevheri de yok sayarak haddehaneye çevrilmiştir, haddehanedir. Bugün Sivas’ta “demir çelik” diye konuştuğumuz yer bir haddehaneden ibarettir. Fabrika çalışır hâldeyken 1998 yılında özelleştirme kapsamına alınmıştır. 300 milyon dolara mal edildiği bildirilen bu haddehane, 9 milyon 699 bin dolara yedi yılda eşit taksitle ödeme karşılığında SİVYAT Anonim Şirketine satılmıştır. Bu Anonim Şirket, Sivas Ticaret Odasının ve İstanbul’daki Sivaslı iş adamlarının bir araya gelerek kurduğu bir anonim şirkettir. Üç yıl süreyle kesintisiz 500 personel istihdamı, 20 milyon dolarlık yatırım ve kapasitesinin de yüzde 50’nin altına düşmeyeceği taahhüdüyle sözleşme imzalanmıştır. Buna rağmen 173 kişiyle üretime başlanılmış, satış aşamasında şirket Kentbanka fabrikayı ipotek ederek teminat mektubu karşılığında para alıp Özelleştirme İdaresine ödemiştir. İşte, yanlışlık burada başlamıştır. Yani, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun malını bu şirket Kentbanka ipotek etmiş, oradan aldığı parayla da borcunu öder gibi yapmıştır ve bu baştaki yanlışlık bugüne kadar katmerlenerek devam edegelmektedir. Özelleştirme İdaresi, daha sonra Kentbankın teminat mektubunu nakde çevirmiştir. Kentbank geri ödeme alamayınca bu sefer fabrikaya haciz koymuştur. 2004 yılında bu SİVYAT’ın kurucularından Selahattin Rüstemoğlu adındaki iş adamı, hemşehrimiz, fabrikanın yüzde 97 hissesine sahip olduğu gerekçesiyle fabrikayı Bursalı iş adamı Erol Evcil’e satmıştır, karşılıklı anlaşma yapmışlardır. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu taksitleri ödemeyen Erol Evcil’in yönetimindeki 20 şirketle beraber Sivas Demir Çelik Fabrikasına 2006 yılında tekrar el koymuştur. Bu el koymanın arkasında da kara para aklama şüphesi vardır, yani Erol Evcil’in kara para akladığından hareketle tekrar buraya el konulmuştur.

Fabrikanın mülkiyeti konusundaki tartışmalar devam etmektedir. Dosya şu anda yargıdadır. Durum netleşmediği için de işletici firma, bu modern haddehaneyi de işletememektedir. Bursa’da devam eden mahkeme kararı açıklanmadan konunun çözümü de zor görülmektedir.

Ancak buradan biz Hükûmet yetkililerine seslenmek istiyoruz: Bu fabrikada çalışan işçi arkadaşlarımız ve kardeşlerimiz var. Bunların hepsinin alın teri ve emeği bu fabrikadadır. Bunların bu fabrikadan alacakları vardır. Bunların evleri var, çolukları çocukları var. Bu işçi arkadaşlarımıza bu Hükûmetin bir çözüm üretmesi gerekmektedir, bu çözüm de üretilebilir. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu nasıl olsa burada bu şirkettedir, alacaklıdır; hukuka uygun olmayan hiçbir tarafı da yoktur. Bu işçi kardeşlerimizin alacaklarının çok kısa zamanda ödenmesini biz Hükûmetten de rica ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, sayın milletvekilleri; Sivas, tarih boyunca cumhuriyet hükûmetlerinden beklediği hiçbir yatırımı alamamış, âdeta cumhuriyet hükûmetlerinin unuttuğu bir vilayettir. Göç devam etmektedir. Sivas’ın kaderini değiştirebilmek için Sivas’ta tarıma ve hayvancılığa yeniden önem verilmesi gerekmektedir, desteklenmesi gerekmektedir ve Sivas ancak devletten göreceği birtakım desteklerle ayağa kalkabilir. Sivas, cumhuriyete bağlı, cumhuriyetin niteliklerine bağlı, devletini ve milletini seven, vatanını seven insanlardan müteşekkil bir vilayetimizdir. Cumhuriyetin temeli de Sivas’ta atılmıştır. Dolayısıyla, Sivas’taki bu işçi kardeşlerimizin mağduriyetini el ele girerek önlememiz gerekmektedir.

Biz bu öneriye “evet” oyu vereceğiz ve destekleyeceğiz. Dolayısıyla, inşallah, bu mağdur edilmiş kardeşlerimize de bir çözüm yolu açılır. Bu kardeşlerimizle beraber olduğumuzu da bütün Parlamentoya söylüyoruz.

Sözlerimi burada bitirirken tekrar hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum. Hayırlı günler diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Mit.

Sayın Bilgin, sisteme girmiş görünüyorsunuz ama... Bir talebiniz mi var Sayın Bilgin?

HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Bir açıklama yapacağım Başkanım.

BAŞKAN – 60’ıncı maddeye göre yerinizden bir dakika süreyle söz veriyorum.

Buyurun.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

7.- Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin’in, İzmir Milletvekili Müslüm Doğan ile Ankara Milletvekili Mustafa Mit’in CHP grup önerisi üzerinde yaptıkları konuşmalarındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Benden önce konuşan 2 değerli milletvekili her ne kadar kendileri Sivaslı olsa da son yıllarda Sivas’a gelmedikleri için Sivas’ı uzaktan farklı görüyorlar.

Öncelikle, Divriği’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan Divriği Ulu Camisi son dönemde yapılan çalışmalarla birlikte proje ihalesi yapılmış ve restorasyon ihalesi yapılarak yapım aşamasına girmiştir.

Yine, bizden önceki dönemde Divriği çıkmaz sokak olarak görülürken, sadece tek yolla girilip yolun çıkışı olmayan bir Divriği’yken bizim dönemimizde Ulaştırma Bakanlığımız tarafından yapılan yatırımlarla birlikte Divriği’nin dört beş tane çıkışı olmuştur, şehre daha yakınlaşmıştır.

Yine, bir önceki konuşmacı, MHP sözcüsü, AK PARTİ döneminde Sivas’a yeni bir yatırım yapılmadığını, var olanların da kapatıldığını söylerken aslında Sivas’ta var olan Et ve Balık Kurumunun hangi tarihte, kim tarafından kapatıldığına bakarsa bunu çok net olarak görür. Onların döneminde kapatılan Et ve Balık Kurumunun tarafımızca yapımı tamamlanmış ve inşallah, önümüzdeki 4 Eylül tarihinde de ilgili bakanlarımızın katılımıyla Sivas’ımıza hizmete açılacaktır.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgin.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Tabii, mağdur olan insanlar var, bu insanların sıkıntılarını gidermek için konuşuyoruz. Bu söylediklerinizin bu insanların sıkıntılarını çözmek için hiçbir anlamı yok. Önemli olan, bunların derdini nasıl çözeceğiz? Onu düşünün.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vural.

IX.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- CHP Grubunun, Sivas Milletvekili Ali Akyıldız ve arkadaşları tarafından, Sivas Demir Çelik Fabrikası işçilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla 25/1/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 29 Mart 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler…

Başkanlık Divanında oy sayısı konusunda görüş farklılığı olduğundan oylamayı elektronik cihazla yapacağım.

Oylama için iki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Öneri kabul edilmemiştir.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

ÖZKAN YALIM (Uşak) – Beyler, görüyorsunuz değil mi? Kabul etmediler işte, bakın, sizin haklarınızı kabul etmediler. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

(Dinleyici locasından ”Yazıklar olsun!” sesleri, gürültüler)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Başkanım, böyle bir usul var mı ya?

HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Başkanım, lütfen, ceza verilmesi gerekir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Böyle bir usul var mı?

(AK PARTİ ve CHP milletvekillerinin birbirlerinin üzerine yürümeleri)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.21

YEDİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.14

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER : Sema KIRCI (Balıkesir), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 62’nci Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.

Sayın Çakır…

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan, izin verirseniz bir önceki…

BAŞKAN – Söz mü talep ediyorsunuz?

Buyurunuz, mikrofonunuzu açıyorum.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

8.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Uşak Milletvekili Özkan Yalım’ın yerinden dinleyici locasındaki vatandaşlara hitap etmesinin doğru bir tutum olmadığına ilişkin açıklaması

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Kasım ayından bu yana Mecliste denetim ve yasama faaliyeti icra ediyoruz. Maalesef, istemediğimiz miktarda, ölçüde, oranda arzulamadığımız bir tabloyla yahut tablolarla karşılaşıyoruz. Diliyoruz ve ümit ediyoruz ki bu tablolarla karşılaşmayalım.

Bir önceki oturumda CHP’li milletvekili arkadaşımızın tutumunun şık olmadığını, doğru olmadığını, yerinde olmadığını buradan vurgulamak istiyorum. Bizler milletvekili olarak birbirimize karşı zaman zaman kastı aşan, zaman zaman ses tonumuzu kontrol edemediğimiz çıkışlarımız oluyor. Esasen bunu da sayın Meclis başkan vekilleri, bazen karşılıklı olarak biz milletvekilleri toleransla karşılıyoruz; doğru da yapıyoruz çünkü tırmandırmakla bir yere varamayız. Ancak, seyirci, katılımcı olan arkadaşlara, hemşehrilerimize, yurttaşlarımıza dönerek bir tutum içerisine girmek son derece yanlıştır; buna teşebbüs etmemek lazım, yoksa önünü alamayacağımız hadiseler cereyan edebilir. Bunun özellikle altının çizilmesi ve değerli milletvekillerine de hatırlatma babında zikretme gereği duydum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır.

Sayın Özel, buyurun, sizin de söz talebiniz var, mikrofonunuzu açıyorum.

9.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Mecliste tartışmaların sözlü ve fiilî şiddete dönüşmemesi için herkesin dikkatli olması gerektiğine ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkanım, Sayın Çakır’ın yaptığı değerlendirmeler hepimizin üzerinde ittifak etmesi gereken değerlendirmeler çünkü şunu söylüyor: “Milletvekillerinin seyirci sıralarına dönerek bir şey söylemesi doğru değil.” Bu noktada yaşanan olayla ilgili… Olay ilk yaşandığı anda tavrımız bellidir, kendileri de onu takdir ettiler -içeride de arz ettik- ama bu Mecliste, yeni bir Meclis olması, bazı olayların ilk kez yaşanıyor olması, Meclisteki gelenekler, ritüeller ve birtakım tepkiselliklerin zaman zaman birbirine karışıyor olması bir yanlışın üstüne daha büyük bir yanlışla gitmeyi gerektirmez. Özellikle bütün grup başkan vekillerinin ve aslında her milletvekilinin üzerinde samimiyetle ittifak ettiğini düşündüğümüz husus bu Mecliste her şey konuşulmalı ama asla bu, sözlü, hatta hatta fiilî şiddete dönüşmemelidir. Bununla ilgili hepimizin sorumlulukları var. Sayın Grup Başkan Vekilinin bıraktığı yerden sonra yaşananlar fevkalade vahim ve bir adım ötesi artık, bu Meclisin tarihine de kara bir leke olarak dönüşen fiilî işte yumruklaşmaların falan yaşandığı bir sürece geldi. Bu konuda herkesin dikkatli olması lazım. Konuşacak sözün bittiği yerde, sözün üretilemediği, aklın olmadığı yerde yaşanan şeyler bu Meclise asla yakışmaz.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak defalarca söyledik, özellikle sohbet için, muhabbet için, iletişim için birbirimizin tarafına elbette geçeriz ama kimse çoğunluğuna güvenerek bir muhalefet partisinin sıralarının aralarına, önüne gelip, fiilî taarruzda bulunup buradan bir haklılık çıkarmaya da kalkışmasın. Ondan sonra yaşananlar işte bizi bu noktaya getiriyor.

İçeride önce hepimiz üzüntülerimizi ifade ettik, şimdi de hep birlikte bunu toparlamaya çalışıyoruz. Yani bir yanlışı veya bir hatayı, bir kusuru ifade etmenin yolu fiilî taarruz değildir. O kusur ifade edildiğinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu, bu konuda iletişimin, İç Tüzük’ün ve bu Meclisin geleneklerinin, göreneklerinin gereğini yapmaktan geri durmaz.

Ümit ediyoruz, iktidar partisi grubu da bundan sonra rahatsız olduğu bir şey yaşandığında çareyi muhalefet partileri grubunun sıralarına yürüyüp fiilî taarruzda bulunmak yerine, sizlerden, sizin hoşgörünüzle derhâl bir ara talep edip bunu müzakere etmeyi tercih ederlerse en doğrusu olacağı kanaatindeyim efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özel.

Biz de Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı olarak böylesi gerilimlere yol açacak tartışmaların bir daha yaşanmamasını diliyoruz.

Sayın milletvekilleri, görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Şimdi, İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

D) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun (2/185) esas numaralı, Toplumsal Mutabakat Komisyonu ile Ortak Akıl Heyeti Kurulması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/22)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/185) esas numaralı Kanun Teklifi’min İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                          Mustafa Sezgin Tanrıkulu

                                                                                                      İstanbul

BAŞKAN – Öneri üzerinde Sayın Sezgin Tanrıkulu, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Tanrıkulu. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; (2/185) sayılı Toplumsal Mutabakat Komisyonu ve Ortak Akıl Heyeti Kurulması Hakkında Kanun Teklifi üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu kürsüde söz alıyorum, söz aldığım zaman da görüşlerimi ifade ediyorum, geçmişten bugüne gelen tecrübelerimi, birikimlerimi aktarmaya çalışıyorum. Bugün de yine o tecrübeler üzerine partimiz adına, grubumuz adına indirdiğimiz bir kanun teklifini burada tartışmak ve görüşlerinize arz etmek istiyorum.

Evet, yani bunları geçen dönem de çok konuştuk, şimdi de konuşuyoruz, gerçekten zor bir dönemden geçiyoruz. Yani tarifi mümkün olmayan acılar ve olaylar yaşanıyor. Dün sadece, Yüksekova’da, sosyal medyada gördüğüm iki tablo benim insanlık onurumu, insan olarak onurumu son derece rencide etti. Böyle ağır tablolar yaşanıyor. Birisi, bir yatak odasında çekilen fotoğraftı, rujla aynaya bir şeyler yazılmış, diğeri ise yani onu burada anlatamam. İyi ki yediden sonraya kaldı bu konuşma. Yani gerçekten hepimizin insanlığımızdan utanacağı, hangi noktaya geldiğimizi tarif edemeyeceğimiz ortamlar yaşanıyor değerli arkadaşlar. Yani her şeyde ama her şeyde saygılı olacağımız şey ölülerdir, ölümlerdir. Saygılı… Yani hayvanın, kedinin, köpeğin şeyine bırakılmış cesetlerle dolu sokaklar değerli arkadaşlar. Böyle kötü bir tabloyla karşı karşıyayız.

Bakın, insan ölümünden daha fazla, bir halkı rencide eden, bir toplumu rencide eden bu görüntülerdir, insan ölümlerinden daha fazla; ölümden sonraki ortamlardır, cesetlerin sürüklenmesidir, çıplak kadın cesetlerinin teşhir edilmesidir, yatak odalarından fotoğrafların servis edilmesidir. Bunlar bir halkın onuruyla, bir halkın vicdanıyla doğrudan doğruya alay edilen ve aşağılanan durumlardır. Dolayısıyla, Hükûmet burada bütün bunlarla, gerçekten de, bugünden yarına kalmadan… İstediğiniz kadar TOKİ yapın, istediğiniz kadar bir kenti yeniden imar edin ama Sayın Bakanım, bu görüntülerin bıraktığı iz 100 tane, bin tane ölümden daha fazladır. Lütfen, bunu sizden rica ediyorum. Neyse ama neyse lütfen önüne geçin. Bunu konuşacaktık, tabii, kanunu konuşacaktık, bu daha önemli, son derece önemli.

İşte, bugün Sur. Sur’la ilgili acele kamulaştırma kararı alındı. Değerli arkadaşlar, bir kentin tümüne ilişkin, beş bin yıllık bir kentin tümüne ilişkin kamulaştırma kararı alınıyor. İçinde özel mülkler var, kamu kurumlarına ait mülkler var, tarihî mekânlar var, camiler var, kiliseler var, hiç ayrım gözetmeksizin ve hiç kimseye de danışılmıyor. Oranın esnafı var, 10 bin kişi, 10 bin esnaf var. Birisine bir söz söylenmemiş. Yerel yönetimi var, severiz sevmeyiz; sevmezsiniz ayrı mesele, onlar var. Sivil toplum kuruluşları var, halk var. Bundan sonrası ne olacak diye bir tek kelime konuşulmamış. İlk önce karar al, sonra konuş. Böyle bir anlayış yok ki. İlk önce konuşacaksınız, diyalog kuracaksınız, sonra kamulaştıracaksınız, beraber yapacaksınız, eğer bir onarım süreciyse. Yani “Benim keyfime geldi, beş bin yıllık kenti Toledo yapacağım.” diyemezsiniz ki, olmaz böyle bir anlayış ve beş bin yılda yıkılmayan, yüzlerce medeniyete ev sahipliği yapmış kentlerimiz yok oldu.

Size Şeyhmus Diken’in dün yayınlanan yazısını salık veriyorum. Bir okuyun gerçekten. Sur neydi? Evliya Çelebi’nin gözünde neydi? Bugüne kadar nasıl geldi ve şimdi ne oldu? Lütfen bir okuyun. Yani her şeyi mutlaka ama mutlaka sizler biliyor değilsiniz. Muhalefet bunun için var, biz de varız. Beraberce adım atmak zorundayız. Türkiye bir felaketin eşiğindedir. Her şeyimizi kaybedebiliriz ama umudumuzu kaybetmeyelim. Ama umudumuzu da kaybetme aşamasına gelmişiz. O nedenle bu Parlamento gerçekten, bir arada -biraz önceki görüntülerinden farklı olarak- adım atmak durumundadır değerli arkadaşlar. Bizler sorumlu insanlarız, yarın öbür gün memleketlerimize gideceğiz, bu Parlamentoyu bırakacağız ama bu ölümlerden, bu tahribattan hepimiz sorumluyuz, tutum almadığımız için, beraber tutum almadığımız için. Teröre karşı çıkacağız, silaha, şiddete karşı çıkacağız ama beraber, bunların olmaması için, ölümlerin olmaması için tutum alacağız.

Bakın, Başbakan ile Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanının üzerinde anlaşamadığı şehit sayısı var; Cumhurbaşkanı “355” diyor, Genelkurmay Başkanı “377” diyor. Bunları bile bilmiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Dünkü rakamları söylüyorum. Ölen siviller 310… Binlerce ölüm var değerli arkadaşlar. Lütfen, sizden rica ediyorum, sorumlu davranalım, adım atalım.

Teşekkür ediyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanrıkulu.

Öneri üzerinde İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre bir milletvekilinin konuşma hakkı vardır. Bu çerçevede söz talep eden Sayın Mehmet Tüm, Balıkesir Milletvekili.

Buyurun Sayın Tüm. (CHP sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz beş dakikadır.

MEHMET TÜM (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan önerge üzerinde söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, yüzyıllar önce bir şair diyor ki: “Nesini söyleyeyim canım efendim. / Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim. / Arzuhâl eylesem deftere sığmaz. / Ta omuzdan kesilmiş kolumuz bizim.”

Değerli milletvekilleri, ülkemizin içinde bulunduğu durum ne yazık ki içler acısıdır. Bizler bu gidişata asla seyirci kalamayız. Her gün ülkede oluk oluk kan akmakta ve ülkemizin dört köşesinden her gün 5-10 şehit cenazesi gelmektedir. Birkaç aylık süre içerisinde seçim bölgem Balıkesir’e 11 şehit cenazesi gelmiştir. Bizler bundan dolayı büyük acı ve üzüntü içindeyiz. Şehit cenazelerine katılmaktan başka bir iş yapamıyoruz. Ailelerin feryadı yüreğimizi dağlıyor, her şehit ocağında yoksulluk ve dram akıyor. Son cenazesine katıldığım şehidimizin babası Balıkesir sokaklarında simit satmaktadır.

Değerli milletvekilleri, hepimize gelen taleplerden çok iyi biliyorsunuz, bölgede görev yapan uzman çavuş ve astsubaylar belediyelere geçmek için her gün bizlerin kapısını çalıyorlar, aileleri telefon ediyor, hâli vakti yerinde olanlar istifa ediyorlar.

Değerli arkadaşlar, 1990’lı yıllara kadar yaşanan acı olayda 40 bin insanımızı feda ettik. AKP iktidara gelirken bu sorunu çözeceğini vadetmişti. 2005 yılında, dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan “Geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere yakışmaz.” diyerek “Kürt sorunu benim sorunum.” demişti. 2009 yılında yine Sayın Erdoğan “Kürt açılımı üzerinde çalışma başlattık.” demişti. 2010 yılında aynı iddiaları dile getirerek, “Ben Kürt sorununu savunuyorum ve savunmaya devam edeceğim.” diyerek açılım sürecinin devam edeceğini söyledi. Ancak, ne olduysa 2015 7 Haziranından sonra birdenbire Sayın Erdoğan 180 derece bir dönüş yaparak “Bu ülkede Kürt sorunu yoktur, kabul etmiyorum.” dedi ve barış sürecini bitirdiğini ve buzdolabına koyduğunu açıkladı.

Bizzat çözüm sürecinin yöntemine karşı olmamıza rağmen, ülkede yaşanan barış havasından ve kanın durmasından memnun olduk, bu durum yurttaş olarak hepimizi sevindirdi. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler sorunun tartışılması ve çözüm aranması gereken adresin Türkiye Büyük Millet Meclisi olması gerektiğini defalarca dile getirdik. Ancak, bu görüşmeler toplumdan kaçırılarak kapalı kapılar arkasında devam etti. O kapalı kapılar ardında ne konuşuldu, neler üzerinde anlaşıldı, anlaşılmadı bilmiyoruz. Şimdi, başta AKP Grubu olmak üzere, Parlamentoya düşen görev, bir an önce bu akan kanı durdurmaktır. Geldiğimiz durumda öncelikli amacımız bu kanın nasıl durdurulacağıyla ilgilidir. Bu kan durmadan hiçbir çözüm önerisini sağlıklı bir şekilde konuşamayız, tartışamayız. Kurulacak komisyonun öncelikli görevi akan kanı durdurmak ve barışı sağlamak olmalıdır. Bölgede çocukları görev yapan aileler bizleri arıyor feryat ediyorlar, “Bu kan dursun.” diyorlar. “Dün, ‘çözüm’ ‘çözüm’ diyenler bugün neden ‘savaş’, ‘savaş’ diyorlar?” diye herkes bize soruyor.

Değerli milletvekilleri, bakınız birçok aile, çocuklarının istifa ederek eve dönmelerini istiyor. Bunlar genç insanlar, önlerinde daha çok uzun yıllar var, umutları var, hedefleri var, hayalleri var ve gelecekleri var. Hiçbir anne baba evladını bu kirli savaşta kaybetmek istemiyor.

Değerli arkadaşlar, bakınız kentlerimiz harabeye döndü. İnsanların dişleriyle tırnaklarıyla kazanıp zar zor başlarını soktukları evler çıkan çatışmalarda yerle bir oluyor. Eğer önlem alınmazsa yakında Suriye’den gelen mülteci akını gibi batı bölgelerimize akın akın göç başlayacak. Evet, bugüne kadar bu bizim iç meselemiz dedik ancak unutmayalım ki artık bu mesele uluslararası boyut kazanmıştır.

Değerli arkadaşlarım, AKP iktidarı bugüne kadar defalarca PKK yöneticileriyle görüştü. Eğer Kürt sorunu yoktuysa Oslo’da, İmralı’da, Dolmabahçe’de, Kandil’de ne konuştunuz söyler misiniz? Şimdi, gelin Meclisteki meşru zeminde bu konuyu birlikte tartışalım ve konuşalım. Bu sorun hepimizin sorunudur. Sorumluluktan asla kurtulamayız.

Değerli arkadaşlarım, barış bu ülkenin temel harcıdır. Türkiye bir an önce “Yurtta barış, dünyada barış.” ilkesine geri dönmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET TÜM (Devamla) – Çünkü kardeşliğimizin temel harcı barıştır. Çünkü gerçekten bizim sorunumuz olmaktan çıkarsa çok kötü sonuçlarla karşı karşıya kalabiliriz. İktidar, bu durumun farkına bir an önce varmalıdır. Bu sorun, güvenlik sorunu olmaktan çoktan çıkmıştır.

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız, karşı yaka köyleri, obalarıyla kız alıp vermişiz, yüzyıllar boyu komşuyuz, yaka yakaya kanlarımız karıştı birbirine, ayrı gayrı bilmeyiz. Biz 72 millet bir nazarda bakar gözlerimiz.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tüm.

MEHMET TÜM (Devamla) – Sözlerimi bitirirken, yaşamını yitiren tüm şehitlerimizi ve sivil yurttaşlarımızı bir kez daha rahmetle anıyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tüm.

MEHMET TÜM (Devamla) – PKK, IŞİD, El Nusra, El Kaide, adı ne olursa olsun terör örgütlerini şiddetle, nefretle kınıyorum. Terörün bir insanlık suçu olduğunu huzurunuzda bir kez daha belirtmek istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür Sayın Tüm.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Karar yeter sayısı.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunmadan önce karar yeter sayısı talebi vardır. O nedenle karar yeter sayısı arayacağım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Evet, kâtip üyeler arasında görüş farklılığı olduğundan karar yeter sayısı için elektronik cihazla oylama yapacağım.

Oylama için iki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı (1/596) ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (S. Sayısı: 149) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Komisyon Raporu 149 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Şimdi, tasarı üzerinde siyasi parti gruplarının söz talepleri vardır, sırasıyla bu söz taleplerini karşılayacağım.

Söz taleplerini öncelikle bilginize sunuyorum: Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ruhi Ersoy, Osmaniye Milletvekili; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Ayhan Bilgen, Kars Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Şenal Sarıhan, Ankara Milletvekili; şahısları adına Veli Ağbaba, Malatya Milletvekilli; Ali İhsan Yavuz, Sakarya Milletvekili.

İlk konuşmacı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım… Sayın Başkanım, çok özür dilerim, ben bilgilendirme tamamlansın diye bekliyordum da.

BAŞKAN – Peki, buyurun Sayın Özel, dinliyorum sizi.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

10.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulunun sadece Hükûmet ile Cumhurbaşkanının atadığı kişilerden oluşmasının sıkıntı yaratacağına ve bu konuda gruplar ve bakanlar arasında bir müzakere yapılmasında fayda olduğuna ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, şimdi 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız ve sırayla gruplar söz alacaklar, görüşecekler. Ancak, burada bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz Cumhuriyet Halk Partisi olarak…

BAŞKAN – Sayın Özel, arzu ederseniz mikrofonunuzu açabilirim, yerinizden konuşun.

Buyurun, mikrofonunuzu açıyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine başlamak üzereyiz. Geçtiğimiz hafta da üç hafta boyunca, hemen hemen bu kapsamda, hatta biraz daha az maddeye sahip olan Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nu Mecliste görüştük ve kanunlaştı.

İki kanunun birbirine çok benzer tarafları var. Özünde, muhalefet partilerinin de tam ve eksiksiz olarak, kimimiz Avrupa Birliği standardı deriz, kimimiz Türkiye’de halkın ihtiyaç duyduğu düzenlemelerin en mükemmelinin Meclis tarafından yapılmasını arzu ettiğimizi ifade ederiz ama üzerinde toplumsal bir mutabakatın olacağı, en iyisini çıkardığımız takdirde bu Meclisin üzerine düşen görevi yapacağı kanunlardan bir tanesi.

KVK’nın -Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun- görüşmeleri başladığında da uzun tartışmalar yaşanmıştı ve özellikle kurulun yapısının sadece Hükûmetin ve Cumhurbaşkanının atadığı kişilerden oluşmasının yaratacağı sıkıntılar ve daha bir dizi sıkıntı dile getirilmişti.

İlk başta, iktidar partisi buna ciddi şekilde karşı çıktı, tavizsiz yaklaştı ama süreç içinde muhalefet partilerinin ortaya koydukları, İç Tüzük’ten kaynaklı haklarını kullanarak yaptıkları etkin muhalefet ve kamuoyunda ortaya çıkan algı, kamuoyunda ortaya çıkan konuya duyulan hassasiyet ve bunun üzerine duyarlılık konunun daha farklı şekilde müzakere edilmesine, Meclis safahatının üç haftayı bulmasına, sonuçta kurulun yapısının değişmesine, bazı düzenlemelerin yapılmasına imkân tanıdı.

Ama yine de bu kanunda olduğu gibi, Avrupa Birliğinin vizesiz dolaşım kriterleri içinde Türkiye’den istediği düzenlemelerden de bir tanesi olan bu iki kanunda bugün geldiğimiz nokta, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’ndaki Hükûmetin başta ortaya koyduğu tavizsiz, sivil toplumla tartışmayan, Meclisteki diğer partilerin iradelerini görmezden gelen yaklaşım burada da başlıyor.

Şimdi, burada kaçınılmaz olarak bizler, yine Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nda olduğu gibi uzun uzun bu konuya muhalefet edeceğiz. Ama burada bir başka imkânın demokrasilerde diğer yollar tüketilmeden denenmesi gerektiğini düşünüyoruz biz. Aslında doğru olan, tabii, bunun komisyon aşamasında yapılması ya da Hükûmetin ortaya çıkan bu şartlarda bu kanunun tamamını komisyona çekip tekrar toplumsal muhalefetin ve bizlerin konuya ilişkin görüşlerine uygun düzenlemeler yapmasıdır ama bu aşamada onun ne kadar mümkün olabileceğini bilemiyoruz. Ama hiç değilse kanun görüşmelerine başlamadan, siz de uygun görürseniz, siyasi parti grupları da takdir ederse bir ara verilip… Geçen sefer kişisel verilerin korunmasında kurulun yapısında gelinen nokta da göz önüne alınarak ki burada bir mağduriyet, daha doğrusu bir hak ihlali söz konusuysa… Geçen sefer kişinin verisinin korunmasıyla ilgili kurulacak kurula muhalefetin de önerdiği kişilerin bulunması sorunu bir ölçüde çözdü ama hak ihlali, insan hakları ihlali, eşitsizlikler, ayrımcılıklar varsa ve bununla mücadele edeceksek bunun bir tarafı devlettir, bir tarafı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Toparlıyorum efendim.

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum, sözlerinizi tamamlayınız Sayın Özel.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Eğer bir ayrımcılık, bir hak ihlali ve bunlarla mücadele edilecekse demokrasilerde güçsüz olanın güçlü olana karşı, bireyin devlete karşı haklarının savunulmasıyla ilgili düzenlemeler çağdaş düzenlemelerdir ve bu Meclisten de bu toplumun beklediği budur.

Şimdi, böyle bir kurulda tamamı Hükûmet ve Cumhurbaşkanı tarafından atanmış kişilerin bulunması ve kamu kurumu niteliğinde meslek örgütlerinin, baroların, uzun süredir yaptıkları faaliyetlerle meşruiyetlerini ispatlamış insan hakları mücadele kuruluşlarının, derneklerinin, vakıflarının görevlendirmelerinin bu kurulun içinde yer almaması kabul edilebilir değil ve ayrıca taraf olduğumuz uluslararası anlaşmalara da aykırılığını sözcülerimiz de vurgulayacaklar, ben de peşinen buradan ifade etmek isterim. Takdir edilirse, gruplar uygun görürse bir ara verilerek, boşu boşuna KVK’daki o iki üç haftalık süreç yaşanmadan bu konunun gruplar tarafından son bir kez sayın bakanların da varlığında müzakere edilmesinde fayda mütalaa etmekteyiz.

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özel.

Tabii ki siyasi parti gruplarının bir mutabakat sağlaması hâlinde ara vermem mümkündür ancak en azından bir sayın konuşmacı, bir siyasi parti grubu konuştuktan sonra yemek arası da vereceğim, bu arada da bu öneriyi şüphesiz siyasi partiler değerlendirme takdirindedir.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın Baluken, buyurun.

Sizin de söz talebiniz var, açıyorum mikrofonunuzu.

11.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, insan haklarıyla ilgili süreçlerin Cumhurbaşkanı ve Hükûmetin inisiyatifinde oluşturulmuş bir kurul tarafından yürütülmesinin uluslararası sözleşmelere aykırı olduğuna ve bu konuda muhalefetle istişare edilerek bir ortaklaşma arayışına başvurulması gerektiğine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin sayın grup başkan vekilinin bu yasa tasarısıyla ilgili ortaya koymuş olduğu itirazlar ve sunmuş olduğu önerinin son derece isabetli olduğu kanaatindeyiz.

Tekrara düşmeme adına sayın grup başkan vekilinin dile getirdiği hususları çok fazla dillendirmeyeceğim ancak şunu belirtmem gerekir ki Anayasa’nın 90’ıncı maddesi özellikle uluslararası sözleşmeler ve ulusal hukukun çeliştiği belirli noktalarda uluslararası sözleşme kriterlerinin esas alınması gerektiğini açık bir şekilde ifade ediyor, belirtiyor. Burada insan haklarıyla ilgili yapılacak olan bir yasal düzenlemede daha çok devletten kaynaklı olarak ortaya çıkan insan haklarıyla ilgili süreçlerin yine devletin belirlemiş olduğu ya da Hükûmetin belirlemiş olduğu bir kurul tarafından araştırılmasıyla ilgili ortaya konacak bir süreç uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu gibi benzer örneklerini başka ülkelerde görmek de mümkün değildir. Bu konuda Türkiye’de uzun yıllardır çalışan, insan hakları konusunda uzmanlaşmış dernekler var, sivil toplum örgütleri var, üniversite ve akademia çevresi var, bağımsız olarak bu işlerle ilgilenen aydın yazar çevreleri var, barolar var. Bütün bu sivil temsiliyetleri bir kenara bırakarak, tamamen, daha çok Cumhurbaşkanı ve Hükûmetin inisiyatifinde oluşturulmuş olan bir kurul üzerinden, üstelik AB kriterlerine uyum süreciyle tanımlanan bir yasal düzenleme yapmak her şeyden önce boşa mesai harcama anlamına gelecektir. Bu yapılacak düzenleme, AB kriterleri göz önünde bulundurularak, baz alınarak yapılacak bir yasal düzenlemeden çok, tıpkı Kişisel Verileri Koruma Kanunu Tasarısı’nda olduğu gibi AKP kriterlerini göz önünde bulundurarak yapılmış olan bir yasal düzenleme olarak yer alacaktır ve hem bahsetmiş olduğumuz evrensel sözleşmelere aykırılığı itibarıyla hem de diğer ülkelerdeki uygulamalarla çelişen yönü olması itibarıyla da, inandırıcılığı yönüyle de herhangi bir işe yaramayacaktır. Dolayısıyla, Hükûmetin komisyon aşamasında ya da iktidar partisi grubunun komisyon aşamasında reddettiği bir istişare mekanizmasına, böyle bir yönteme başvurmaya şiddetle ihtiyaç vardır.

Muhalefetin sunmuş olduğu öneriler doğrultusunda bu kanun tasarısı revize edilirse, gerekli düzenlemeler yapılırsa, buradan geçme süresi açısından, Meclisin harcayacağı mesai süresi açısından da bariz, belirgin bir tasarruf sağlanabilmiş olacaktır. Dolayısıyla, tüm bu sebeplerden dolayı sayın CHP grup başkan vekilinin sunmuş olduğu önerileri içerisine katarak biz de bir ara verilmesinin uygun olacağı ve bunun muhalefetle istişare edilerek bir ortaklaşma arayışına başvurulması gerektiğini düşünüyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

Biraz önce gerekli açıklamayı yapmıştım.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Şimdi, siyasi parti grupları adına ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, şimdi, böyle bir imkânın kullanılmadığı anlaşılıyor. O zaman, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Anayasa’nın 90’ıncı maddesini göz önüne alarak ve taraf olduğumuz uluslararası anlaşmalara açıkça aykırılık teşkil ettiği için burada görüşülmesinin, Komisyon gündemine alınmasının, Genel Kurul gündemine alınmasının da Anayasa’ya ve İç Tüzük’ümüze aykırı olduğunu değerlendirdiğimiz bu kanunun müzakerelerine geçme yönünde bir kanaat varsa, bu konuda bir usul tartışmasıyla grupların görüşlerini ifade etmeleri konusunda takdirlerinize arz ediyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Özel, önce açıklama yapayım, sonra talebinize ilişkin görüşümü de ifade edeceğim.

Hepinizin bildiği gibi, İç Tüzük’ün 38’inci maddesine göre, bir tasarı veya teklifin herhangi bir şekilde Anayasa’ya aykırı olduğu, komisyon aşamasında, komisyon tarafından değerlendirilirse, komisyon maddelerine geçilmeksizin bu tasarı veya teklifi reddeder. Eğer tasarı veya teklifin herhangi bir maddesinin Anayasa’ya aykırılığı Genel Kurulda ileri sürülüyor ise, yine, İç Tüzük’ün 84’üncü maddesine göre buna ilişkin önerge öncelikle değerlendirilir, üzerinde görüşmeler yapılır ve oylanır. Kabul edilirse bu aykırılık Genel Kurul tarafından giderilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının bu konuda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Yani, Başkanlık Divanı olarak bizim “Bu görüşmeye ara verelim, bir uzlaşma sağlayalım.” şeklinde bir takdir yetkisi yoktur. Bu takdir tamamen Genel Kurulundur. Ama ben yine de sizin talebinizi olumlu yönde değerlendireceğim ve usul tartışması açacağım.

Evet, usul tartışması açıyorum.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Lehte.

LEVENT GÖK (Ankara) – Aleyhte.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Aleyhte.

OKTAY VURAL (İzmir) – Gruplara birer söz verin efendim.

BAŞKAN – Her gruba birer söz verirsem uygundur gibi gözüküyor, talepleri öyle değerlendirdim.

İlk söz…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Levent Gök, efendim, grubumuz adına.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Gök. (CHP sıralarından alkışlar)

XII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle görüşmelerinin yapılmasının İç Tüzük hükümlerine uygun olup olmadığı hakkında

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önemli bir kanunun görüşmelerine başlamadan önce, bundan tam iki buçuk yıl kadar öncesine sizleri götürmek istiyorum. Bu kürsüde yine ben konuşuyordum partim adına ve o zaman 279 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı burada görüşülüyordu. Bu kanun görüşülürken Cumhuriyet Halk Partisi olarak bütün samimiyetimizle, iyi niyetimizle Türkiye’de bir insan hakları kurumu kanununun ne kadar önemli olduğunu ama iktidar partisi tarafından getirilen bu kanunun Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi’ne çok açık bir şekilde muhalif olduğunu ısrarla ve defalarca anlattık. Ben çok iyi hatırladığım bu tartışmalardan sonra, bu kanun buraya gelince iktidar partisi acaba bugün itibarıyla bizi dinler mi düşüncesini sizlerle paylaşmak istiyorum değerli arkadaşlarım. O zaman söyledik, üzerimize yürüdünüz, haklılığımız ortaya çıktı. Şimdi yeni bir kanun getiriyorsunuz, iki buçuk yıl önce buradan kavgalarla geçen ve Cumhuriyet Halk Partisinin ve diğer muhalefet partilerinin söylediği bütün itirazlara rağmen kabul ettiğiniz İnsan Hakları Kurumunu lağvediyorsunuz, adını değiştirerek yerine bir başka kurum kuruyorsunuz. Ne olmuş oluyor bu? İki buçuk yıl önce yaptığınız hatayı şu anda burada itiraf ediyorsunuz ama yerine getirdiğiniz kanun da iki buçuk yıl önceki kanundan farklı değil. Değerli arkadaşlar, birbirimizi kandırmayalım, ciddi olalım. Bakın, Sayın Başbakan Davutoğlu o zaman Dışişleri Bakanıydı, gitti 2011 yılının 27 Aralığında Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine Türkiye’nin onay protokolünü sundu, “Biz bu İşkencenin Önlenmesine Dair Sözleşme’ye ek olarak kurulması gereken işkenceye dair önleme mekanizmalarını Türkiye’de kuracağız.” diye bir güven mektubu sundu. Aradan geçti tam beş yıl, daha hâlâ biz bu kurumu kuramadık. “İşkenceye dair zalimane davranışları önleyeceğiz.” diye kuracağımız bu kurum önceki kurumu lağvediyor ama yerine yenisini getireceğinizi iddia ettiğiniz kurum eskisinden daha beter; Paris İlkeleri’ne tamamen aykırı, taraf olduğumuz sözleşmelere aykırı. Birleşmiş Milletler bizim iki buçuk yıl önce kurduğumuz İnsan Hakları Kurumunu akredite etmedi değerli arkadaşlarım, böyle bir vahim tablo var karşımızda.

Yani bile bile, göz göre göre iki buçuk yıl öncesinden daha da vahim bir hatayla kurulun yapısını olduğu gibi iktidara ve cumhurbaşkanına bırakan bir yapıyla şimdi Birleşmiş Milletleri kandıracağımızı düşünüyorsanız yanlış yapıyorsunuz. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeye tamamen aykırıdır.

Gelin, bu konuyu etraflıca, tekrar, beraber değerlendirelim. Bu kanun buradan çıktı diye sevinmeyin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LEVENT GÖK (Devamla) – Birleşmiş Milletler kuracağımız bu kurulu tanımayacaktır. Bir süre sonra tekrar, yerine başka bir kurul getirmek durumunda kalacaksınız. Bizden sizlere hatırlatması. Yanlıştan dönelim diyorum ve bu konuda grup başkan vekili olarak bir görüşme yaparak eksik olan yönleri sizlere tekrar hatırlatalım ve gereğini yapalım diyorum değerli arkadaşlarım.

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına…

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Hakan Çavuşoğlu…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çavuşoğlu.

Sizin de süreniz üç dakikadır.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Tutumunuz lehinde olmak üzere söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, bir kanun tasarı veya teklifinin Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla ilgili olarak komisyon görüşmeleri sırasında bunun ileri sürülmesi son derece tabii ve komisyon görüşmeleri esnasında bu konunun bütün detaylarıyla birlikte irdelenip bir çözüme kavuşturulması, usul çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir husustur. Dolayısıyla, Komisyonda yapılan çalışmalar esnasında muhtemeldir ki kanun tasarısının Anayasa’ya aykırı olduğu iddia edilmiş, görüşülmüş, netice itibarıyla üzerinde bütün müzakereler tamamlanmış ve komisyon raporu hazırlanmak suretiyle Genel Kurula sevk edilmiştir.

Tabii, Genel Kurulun önünde bulunan mezkûr kanun tasarısıyla ilgili olarak da ifade edebileceğimiz odur ki: İç Tüzük’ün 84’üncü maddesinde “Bir kanun tasarı veya teklifinin Genel Kuruldaki görüşülmesi sırasında tasarı veya teklifin belli bir maddesinin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle reddini isteyen önergeler, diğer önergelerden önce oylanır.” denilmektedir. Ancak burada zaten muhalefet partilerinin her maddenin görüşülmesi sırasında önerge vermeleri söz konusu olabilecek, bu önergelerden bir tanesi de mevcut tasarının Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla söz konusu olabilir ve bu da öncelikle görüşülecek. Dolayısıyla, burada artık kanun tasarısının Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla ilgili olarak bu çerçevede şu anda, genel görüşmeler esnasında konuşulacak bir konu söz konusu değildir. Dolayısıyla, Sayın Başkanın da bu noktadaki tutumu Tüzük’e uygundur. Kaldı ki, her ne şekilde olursa olsun, buradan Anayasa’ya aykırı bir kanunun yasalaşarak geçmesinin akabinde de muhalefet partileri, belli sayıda ana muhalefet partisi ve belli sayıda milletvekillerinin Anayasa Mahkemesine denetim yoluyla gitmeleri mümkün olabileceği gibi, gene somut norm denetimi cihetiyle de konunun Anayasa Mahkemesinin huzuruna taşınması mümkündür. Bu vesileyle, Sayın Başkanın tutumunun yerinde olduğunu, Tüzük’e uygun olduğunu düşünüyoruz.

Genel Kurulu tekrardan saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çavuşoğlu.

Sayın İdris Baluken, Diyarbakır Milletvekili.

Buyurun Sayın Baluken. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakikadır.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tutumunuzun neden aleyhinde olduğumuzu demin ifade ettim. İnsan haklarıyla ilgili düzenlemelerin temel mantığı, muktedir güce ya da egemen devlet anlayışına karşı toplumu ve bireyi korumayı amaçlar. Oysaki, bugüne kadar, maalesef, bizdeki hâkim anlayış, bizdeki hâkim gelenek hep topluma ya da bireye karşı kutsal devleti korumayı amaçlayan bir noktadan şekillendi. Şimdi, bu yapılacak olan düzenlemede de insan haklarıyla ilgili denetim görevini yapacak olan bir kurumun yine muktedir olan devlet ya da Hükûmet erki üzerinden şekillenmesiyle ilgili bir durumla karşı karşıyayız. Bu açık bir şekilde uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Bununla ilgili bir düzenleme yaptığınız da hiç kimse “İnsan hakları konusunda ne güzel bir çalışma yaptınız.” Şeklinde herhangi bir onay ya da herhangi bir takdir verme durumunda olmaz.

Bakın, güncel örnekleri veriyoruz. Sokağa çıkma yasakları. Bir ilçede 100 gün boyunca Hükûmet kararıyla, devlet uygulamasıyla sürdürülen sokağa çıkma yasağı açık bir şekilde insan hakkı ihlalidir, bir kentin tamamının cezalandırılmasıdır. Örneğin Sur ilçesinde 117 gün boyunca sokağa çıkma yasağı uygulayarak insan hakları ihlal eden bir Hükûmetin ya da devletin uygulamasını, yine Hükûmetin ya da devletin tahakkümünde olan bir kurul üzerinden denetlemeye kalkarsanız burada inandırıcı olmazsınız. Buradan, kürsüden ifade edemeyeceğimiz, insanlık onurunu rencide eden uygulamalar var. Sokak hayvanlarına yedirilen, parçalatılan cenazelerin durumuyla ilgili Cumhurbaşkanının ya da Hükûmetin görevlendirdiği bir kurul hangi denetimi yapacak? Bunu kabul etmek mümkün mü? Sayısız örnek verebiliriz.

Yani, tamamen kendinize göre yasaları ele alarak yanlış yapıyorsunuz. Bu saat itibarıyla Plan ve Bütçede terör, bilmem, terör finansmanı üzerinden yine yasal düzenlemeler yapılıyor. Yani, sadece iki örnek vereyim. Bakın, birkaç yıl önce bu ülkenin Genelkurmay Başkanını terör örgütünün yöneticisi, en büyük terörist olarak içeri attırdınız. Aynı dönem bugün terör örgütü yöneticisi olarak suçladığınız Fethullah Gülen’le de kol kola yürüyordunuz. Dönem değişti, ilker Başbuğ bir zamanların teröristiydi, şimdi tarafınızdan aklandı; Fethullah Gülen bir zamanlar sizin ortağınızdı, şimdi terörist oldu. Ya, bu tarz kriterler olabilir mi? Yani, bir iktidarın keyfiyetine göre, yaklaşımına göre hukuk belirlemeye kalkarsanız işte insan haklarıyla ilgili bir denetim görevini de devletin tahakkümü altına alırsanız orada herhangi bir şekilde bir ilerleme sağlamanız mümkün değil, inandırıcı olmanız mümkün değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – O nedenle, Anayasa’ya, uluslararası sözleşmelere aykırı olan bu kanun tasarısını geri çekip ya da ara verip muhalefet partileriyle istişare ederek ortaklaşma sağlamanızda büyük fayda var diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

Sayın Oktay Vural, İzmir Milletvekili.

Buyurun Sayın Vural. (MHP sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, bu, kanun tasarısının Anayasa’ya aykırılığı münasebetiyle açılmış bir usul tartışması. Aslında bir bakıma bu bir Anayasa’ya aykırılık önergesi yani “İşleme alamazsınız.” kabilinden olanlar. Takdir edersiniz ki öncelikli olarak bu Anayasa’ya aykırılıktan dolayı tümünün de -benim kanaatime göre- aykırılığının hissedilebileceğini mümkün kılıyor. Nitekim 87’nci maddede “Tümünün veya bir maddenin komisyona iadesi istenebilir.” dendiğine göre, tümüyle ilgili bir Anayasa’ya aykırılık önergesi sunularak bunun müzakere edilmesi bence mümkün olabilir. Bundan önceki tartışmalar da özellikle “Teklif dahi edilemez.” hükümlerine aykırılıktan gitmek suretiyle gündeme alınmasının mümkün olmadığı tartışması ama bu tartışma tamamen Anayasa’ya aykırılık ekseninde oluşan bir tartışma.

Tabii, Komisyonda katılımcıların, aslında bununla ilgili sivil toplum örgütlerinin şüphesiz insan hakları konusunda çok önemli çalışmaları var, daha katılımcı bir şekilde bu yasaların yapılmasını temin etmek mümkün. Özellikle de kurul oluşması konusunda da gerçekten bir yeknesaklık söz konusu değil. Bugün ben Sayın Meclis Başkanının Başkanlığında yapılan Danışma Kurulunda da bu konudaki görüşlerimi paylaştım. Bundan önce kişisel verilerle ilgili kurulda yürütmenin belirlediği üyeler yerine Parlamentodan seçilen üyeler getirildi ve üye sayısı belirlenirken 5 üyeyle sınırlandırıldığı için bu konuda Parlamentonun tamamında bütün grupların temsili imkânı olmadı. Şimdi yeni bir tasarıyı görüşüyoruz, bu tasarıda yine aynen kişisel verileri koruma kurulu gibi bir kurul oluşturulacak ama birinde Meclis seçiyor, birinde seçmiyor. Yani, bu Meclis nerede olmalı, nasıl olmalı, bu konuda önce kendi hukukumuzu bir oluşturmamız lazım.

Bu bakımdan, zaten birazdan Sayın Meclis Başkan Vekilimiz ara verecek. Bu konuda siyasi parti gruplarının teknik olarak önerebileceği bir düzenlemeyle, bu tasarının daha iyi olmasını istediği önerileri almak suretiyle bir mutabakat oluşursa Milliyetçi Hareket Partisi olarak da bizim Osmaniye Milletvekilimiz Sayın Ruhi Ersoy bu konuda hazır. Hemen şimdi yemek arası vereceğine göre, Sayın Meclis Başkan Vekilinin Başkanlığında, o arada hemen bu konuda bir istişare yapılıp bir uzlaşma zemini olursa hepimizi ilgilendiren böyle bir konuda daha iyi bir kanun çıkartılması için bir zemin oluşur. Ben bu fırsatın değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim.

Hepinize saygılarımı arz ediyorum. Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vural.

Usul tartışması açmadan önce İç Tüzük maddelerini dayanak göstermek suretiyle yapmış olduğum açıklamaya ilave edeceğim herhangi bir husus bulunmamaktadır.

Siyasi parti grupları adına bir konuşmacıyı kürsüye davet edecektim ancak usul tartışması nedeniyle zamanın geçmiş olması sonucu birleşime kırk beş dakika ara veriyorum

Kapanma Saati: 20. 04

SEKİZİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Sema KIRCI (Balıkesir), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 62’nci Birleşiminin Sekizinci Oturumunu açıyorum.

149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı (1/596) ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon yerinde.

Hükûmet yerinde.

Şimdi tasarının tümü üzerinde sırasıyla siyasi parti gruplarına söz vereceğim.

İlk olarak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ruhi Ersoy, Osmaniye Milletvekili.

Buyurun Sayın Ersoy. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

MHP GRUBU ADINA RUHİ ERSOY (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

149 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı hakkında parti grubum adına söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, insan hakları düşünce arka planında insan onurunu haysiyetli ve şerefli bir varlık olarak kabul eder. İnsan onurlu bir varlık olması dolayısıyla, hayattaki tutumunu temel ihtiyaçlarına göre, temel maddi gereksinimlerine göre dizayn etmekle beraber, haysiyet, onur ve şeref gibi kavramlarla anlamlandırarak taçlandırır. İnsanın kadim gerçekliği ancak ve ancak hukukun korunmasıyla imkâna dönüşür. Hukukun bağımsız ve tarafsız olmadığı bir siyasi toplumsal ortamda insan onurunun korunması ise mümkün değildir. Devlet ne kadar tahakkümcü, keyfiyetçi olursa olsun insan haklarını o kadar, olduğu nispette daraltır. Devlet ne kadar hukukun üstünlüğü prensibine uygun hareket ederse insan haklarının alanı da o kadar genişlemiş olur.

Geçmişten günümüze insanları tam olarak eşitlemek isteyen düşünceler, görüşler, ideolojik akımlar hep olagelmiştir. Eşitlikçilik politikaları bunun mümkün olmadığını görünce bu kez bu soruna çözüm üretmek adına fırsat eşitliği kavramı ortaya atılmıştır ve fırsat eşitliğini sağlamak da yine hukuk devletinin temel prensiplerinden bir tanesidir. Dolayısıyla din, dil, ırk ve sınıf ayrımı yapmaksızın insanların hukuku, onun ön şartı olarak korunması gerektiği prensibi uluslararası akıl anlaşmıştır. Ancak, imkân ve bunu kullanma anlamında tam bir eş zamanlılık yakalamak güç olduğu için Türkiye gibi gelişmekte olan toplumlarda insanların haklarını kullanma olanağının oluşturulması adına devletin sosyal vasfının da güçlü olması gerekiyor. Şimdi, burada yapılan tartışmalarda özellikle bu problem de devletle vatandaş arasındaki ilişki, devletle birey arasında olan ilişki üzerinde duruldu, oysa insan hakları devletle birey arasındaki ilişkide olduğu kadar bireyin bireyle olan ilişkisinde de, bireyin toplumun diğer sosyal tabakaları ve başka kurum ve kuruluşlarla, sivil kurumlarla da olan münasebetlerinde de kendisini gösteriyor. Ve bu kurulun temel gerekçelerine baktığımızda, ilgili maddelere, sadece devletle vatandaşın hukuku, ihlalleri ya da insan hakları ihlallerini değil, genel anlamda toplumdaki değişik sosyal kesimlerin birbirleriyle de olan sorunlarının çözümleri içerisinde bir denetleme vazifesi olduğu, olacağı ifade ediliyor.

Değerli milletvekilleri, asıl üzerinde durulması gereken bu kapsamda, insanlığın ortak aklı olarak kabul edilen temel haklar ve hürriyetler kavramı. Yaşama hürriyeti, özellikle kendisini ifade edebilme özgürlükleri, hürriyeti ve mülk edinme hürriyeti. Bunlar evrensel haklar olarak kabul edilir. Bu evrensel hakları kabul ederken, yaşama hürriyetini yok sayan birtakım uygulamalarla, birtakım terörist faaliyetlerle eş zamanlı, fikrinizi, düşüncenizi, siyasetinizi yan yana tutar, sonra da bunları fikir hürriyetinin gereği, hak ve özgürlüklerin gereği diye ifade ederseniz, evrensel hukuklardan bir tanesi olan yaşama hakkına karşı çıkanlarla yan yana durduğunuz için bu pozitif değerler setlerini kullanıyor olmanız bir anlam ifade etmez ve kendi tutumuyla -en hafif ifadeyle- çelişir.

Diğer bir taraftan, hukukun üstünlüğü tezi ve evrensel hukuku bu manada kabul etmediğinizde ya da kabul ediyormuş gibi gözüktüğünüzde, milletin size vermiş olduğu egemenliği kullanırken meşruiyeti hukuk temelli değerlendiremiyorsanız, meşruiyetiniz hukuk temelli olmuyorsa bu da hukukun üstünlüğünü değil, üstünlerin hukukunu beraberinde getirir. Bu da yine sizin, temel haklarda yaşama hürriyeti, fikir hürriyeti açısından evrensel hukukun dışına çıktığınızı gösterir. Her ikisi de sakıncalıdır, her ikisi de problemlidir ve olması gereken temel düstur, temel anlamda, insanın temel ihtiyaçlarının, yeryüzü serüveninden bu tarafa insanlığın gelişimi olarak gördüğümüz, temel ihtiyaçlar hiyerarşisi olarak gördüğümüz beslenme, barınma, korunma ihtiyaçlarının aslında demin bahsetmiş olduğumuz temel haklarla birlikte düşünülmesi, beslenme, barınma ve korunma anlayışındaki temel ihtiyaçlar hiyerarşisinin siyaseten istismar malzemesi edilmemesi gerekiyor. Elbette ki refah toplumu, hukuk devleti, demokratik olgunluk her anlamda bir toplumda olmazsa olmazlar olmuştur günümüzde fakat refah toplumuna geçerken, temel ihtiyaçlar hiyerarşisini; beslenmeyi, barınmayı, korunmayı siz bu manada siyasetin oy aracının vasıtası hâline getirerek manipülatif işler yaparsanız bu da hukuk dışı hareketler olur. Öte yandan, demokrasinin olgunlaşması ve hukuk devletinin gelişebilmesi için bireyi inşa etmeniz gerekiyor. Öncelikle, insan onurunun, şahsiyetinin şekillenmesi gerekiyor. Burada “birey” denildiğinde akla bireyle, bireysellikle, “şahsiyet” kavramının birbirinden farkını, ayrımını yapmak lazım. Birey, liberal düşünce içerisinde kendi duygu ve düşüncesini ferdi olarak kendine göre ifade edebilme özgürlüğünün diğer bir adıdır ya da tanımıdır. Şahsiyet ise aslında bireyin de kapsamını içerisine aldığı, bireyi de içerisine aldığı toplumdaki değerleri bir bütünüyle tanımlayan bir kavramdır. “Toplumdaki değerler” denildiğinde akla ne gelebilir? Biz burada insan haklarını konuşuyoruz, Eğer biz bunu John Locke’tan bu tarafa özgür düşüncenin temeli ve liberal ekonomi meselesindeki birey olarak alırsak aldığımız bu birey anlayışı bizim toplumsal değerlerimizle örtüşmez. Bu tür kurumlar oluşturulurken -insan hakları kurumu, eşitlik kurumu- bunları da yine tercüme mantığıyla yapmamalıyız. Batı’nın tecrübesiyle, Türkiye’nin, Türk kültürünün tecrübesi aynı değildir. Eğer biz bunu değerler seti olarak Batı’dan olduğu gibi bir tercüme mantığıyla Türk toplumuna entegre etmeye kalkarsak bizdeki var olan değerleri hiçe saymış oluruz, bu da yine askıda kalır, âdeta protez bir yapı gibi, protez diş gibi, protez bacak, kol gibi olur.

Burada kastetmiş olduğum şu: Şimdi “insan hakkı” diyoruz biz. Evet, insan hakkı var da bizim kültürümüzde kul hakkı yok mu, komşu hakkı yok mu ya da tuz, ekmek hatırı hakkı yok mu? Siz bu hakları nerede değerlendirebilirsiniz? Birey mantığı içerisinde değerlendiremezsiniz. Bu mantığı anca şahsiyet anlayışı içerisinde değerlendirebilirsiniz. Bu tür kurumlar yapısal anlamda değerlendirilebilirken bu var olan bizim Türk-İslam medeniyeti referansları üzerindeki toplum yapımızla bütünleşen bir yapıyı göz önünde bulundurmamız lazım. Aksi takdirde Türk modernleşmesinin de temel açmazları olan modernitenin katı kuralları ve dayatmalarına karşı biz burada ıskalayan bir duruma düşebiliriz.

Öte yandan, bu meselelere bakarken, adalet, hak, hukuk, eşitlik dengesini değerlendirirken bizim referans kaynaklarımız bu konuları çok köklü irdelemiş ve önemli bir müktesebata sahiptir. Bu müktesebatlardan bir tanesi, âdeta Türk devlet felsefesinin referans kaynaklarından biri olan “Kutadgu Bilig” adlı eserimizdir. 11’inci yüzyılda Yusuf Has Hacib tarafından kaleme alınmış, bugüne de seslenebilen, medeniyet manifestolarıyla referans kaynaktır ve bu parlamentoda her bir parlamenterin, siyasetçinin kütüphanesinde olması gereken eserlerin başındadır. Orada Yusuf Has Hacib diyor ki: “Adalete istinat eden kanun bu göğün direğidir; kanun bozulursa gök yerinde duramaz. Ey hâkim, memlekette uzun müddet hüküm sürmek istersen kanunu doğru yürütmeli ve halkı korumalısın. Ey devletli hükümdar, en kötüsü, beylerin adının yalancıya çıkmasıdır. Yalancı insanlar vefasız olurlar. Vefasız kimseler halkın hayrına uygun olmayan işler yaparlar. Bilgili bunu nasıl ifade eder dinle: Zalim, memleketine uzun müddet hüküm süremez. Zalim adam uzun müddet beyliğe sahip olamaz. Zalimin zulmüne halk uzun müddet dayanamaz. Hükümdar kötü olursa dünyayı bozar, ona mâni olan çıkmazsa yolunu şaşırır. Zulüm yanar ateştir, yaklaşanı yakar; kanun sudur, akarsa nimet yetişir.” Aslında son söylediğim “Kanun sudur, nimet yetiştirir.” ifadesidir. Yani sözlerimin başında ifade ettiğim: Egemenliği millet verir, millete aittir egemenlik ama meşruiyet için hukuk şarttır. Hukukun olmadığı yerde meşruiyet aranmaz. Buradan hareketle, geçmişten bugüne seslenen Yusuf Has Hacib’in anlayışındaki temel prensipleri anayasal anlamda, hukuk anlamında Parlamento, insan hakları eşitlik kurumu tartışabilmelidir ve bu kaynakları kendi problemlerimizin çözümünde merhem olarak kullanabilmeliyiz.

Pekâlâ, bu kavramda ısrarla üzerinde durduğumuz Batı müktesebatının insan telakkisi ile Türk millî kültürü ve kimliğindeki insan telakkisi aynı mıdır ki insan haklarına bakışları aynı olsun. Elbette çok ciddi farklılıklar vardır. Batı’nın Orta Çağ süreci, Otuz Yıl Savaşları ve kendi içerisinde kilisenin skolastik anlayışıyla verdiği mücadele âdeta onları dinden kurtulmak için mücadele veren, seküler zemini oluşturan ve aklı dünyaya iktidar kılan anlayışı kovalarken âdeta inancı, kendine ait değerleri veyahut da daha önceki köklerini bir kenara bırakma zaruretini ortaya koymuştur. Bu zaruret Batı’ya mutlaka kazanacaksın hırsıyla sömürü düzenini kapitalizmle beraber getirmiştir. Bundan dolayı Orta Çağ Avrupası’nın Amerika Kıtası’nı, âdeta, işgal ettiklerinde yerli kıyımlarının ne hadde olduğu “Batı’nın İnsanlık Suçları” kitabında ele alınmıştır, kapsamlı olarak verilmiştir. Katolik Kilisesi’nin siyah abanoz ticareti ve kölelerinden servet kazanan Avrupalılar; Avrupa ülkelerinin Orta Doğu’da, Afrika’da yapmış olduğu koloniler ve sömürüler; bütün bunlardan sonra savaşlar; Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı ve nihayet 10 Aralık 1948’de bu kadar tecrübeden sonra İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne duyulan ihtiyaç. Bunlar Batı’nın âdeta vicdanını sorgulamasının sonrasında tecrübe edilerek ortaya çıkmış kurumlar.

Ama Türkiye'ye bu manada bahsettiğim tercüme mantık nerelerden gelmiş ona baktım şöyle bir: Türkiye'nin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul edişi 1949. Ondan sonra Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni onaylaması 1954. Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanıması 1987. Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisini tanıması 1989. Meclisin İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun kurulması 1990. İnsan haklarından sorumlu devlet bakanlığını görevlendirmesi 1991. İl ve ilçe insan hakları kurullarının kurulması 2000. İnsan Hakları Üst Kurulu, İnsan Hakları Danışma kurulu gibi kurullar 2001 yılı. Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulunun kuruluşu 2003. Kadın Erkek Fırsat Eşitliği 2009. Kamu Denetçiliği Kurumu 2012. İnsan Hakları Kurumunun kurulması 2012. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu 2016. Yani 2012’de aslında şu an tartışmış olduğumuz kurul ciddi anlamda tartışılmış ve Meclis tutanaklarından baktığıma göre muhalefetin yapmış olduğu şerhler ve eleştirilerle bu uluslararası anlamda problemli gözüktüğü için bir türlü uygulanamamış, şimdi içeriği değiştirilerek güncellenmiş, bir daha önümüze getiriliyor. İşte, bu gelişlerde muhalefetin önerileri dikkate alınarak bazı konularda düzenlemelerin yapılması, bunun tekrar Meclis gündemine bir daha gelmemesi için gerekli olanlardan bir tanesidir.

Pekâlâ bu konuda muhalefet ne diyor? Muhalefet her şeyden önce İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunda görev yapacak olan kişilerin tespitinde muhalefette siyasi parti grupları bulunan Meclisin hepsinin en azından tavsiye edebileceği sözcülerin orada olmasını istiyor. Bu kuruma, evet, Batı’da değişik ülkelerde cumhurbaşkanı tarafından, bakan tarafından, başbakan tarafından kimseye sorulmadan kurul üyelerinin tamamının atandığı da doğru ama Batı kendi iç dinamiklerinde problemini çözerek belli bir noktaya geldiği için bunu yapıyor olabilir. Ama bizdeki bu sosyal sorunlar, siyasal sancılı hâller, gerilimli durumları normalleştirebilecek uzlaşıcı bir yapının oluşabilmesi için bu tarz kurumlarda farklı düşünceye sahip insanların varlığı toplumun normalleşmesi ve rahatlayabilmesi için kaçınılmaz unsurlardan bir tanesidir. O sebepten dolayı, muhalefetle yapılacak belki müzakerelerle ilgili maddeye gelindiğinde –sanırım 10’uncu madde- üye sayısının tespiti konusunun yeniden güncellenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Öte yandan, bu hususa İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda da bizim muhalefet şerhi olarak koyduğumuz her maddenin ilgili fıkrasıyla ilgili kapsamlı bir gerekçemiz var. Ben, iktidar partisi mensubu milletvekili arkadaşlarımın da ellerinde o muhalefet şerhindeki bölümleri en azından merak noktasında okumasını öneriyorum.

Biz, böyle bir kurumun oluşturulmasını, nihayetinde, genel anlamda olumlu buluyoruz. Resen araştırma yetkisinin bu kurumda olmasını bir noktada sıkıntılı buluyoruz, sadece başvuru üzerine inceleme yapmalarının daha sağlıklı olacağı kanaatindeyiz. Kurum yaptırım ve uygulamaları sadece bu ihlallere uygun kişilerin yetkili idari ve yargısal mercilere başvuru ve bu başvuruların takibi sürecini bünyesinde barındırmalıdır. Kamu yargısal faaliyetlerinden uzak tutulmalı yani bu kurum âdeta alternatif bir yargı müessesesi gibi değerlendirilmemelidir. Mevcut ve olası Anayasa ve uluslararası hukuk ihlallerinin önüne geçilebilmesi için bu süreci, demin dediğim gibi, muhalefetin tavsiyesini göz önüne alarak değerlendirmekte fayda var. Eğer bunu göz önüne alıp değerlendirmez isek uluslararası hukuktan kaynaklı bazı uygulamalarla bu sürecin tekrar geri gelme ihtimali yüksektir diyorum.

Bizim toplumumuzdaki, gündemimizdeki problemlerin başında terör ve teröristle olan mücadele had safhadadır. Artık terör ve terörist ulusal değil, uluslararası boyut almıştır. “Uluslararası boyutta emperyalist güçler gittiği yerleri işgal etmiyor artık, vaktinde bırakmış olduğu iş birlikçileri üzerinden kendi bir müddet yönetti, şimdi bölgede vekâlet savaşlarıyla terörü malzeme olarak kullanıp istikrarsızlık sağlıyor.” tezi nispeten doğrudur. Ama bu doğruluk Türkiye’de istikrarsızlığın ve toplumsal gerilimin ya da teröristle mücadelede, terörle mücadelede “Ne yapalım, dünyanın başında bu, biz de hissemize düşeni çekeceğiz.” diye basit bir savunmaya gitmemelidir.

Bakın, bu konuda bir hatırlatma yapmak istiyorum. 11 Eylül olayı cereyan ettiğinde, özellikle 17 Eylül 2001 tarihinde Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli Beyefendi o dönemde dünyaya seslenerek şu önerilerde bulunuyor: “Siyasi mücadele ve araçları, şiddet ve şiddet vasıtalarından tamamen farklı mahiyet taşımaktadır. Bu bakımdan terör bir siyasi faaliyet değil, meşruiyeti olmayan, ahlaki değer taşımayan, rezil bir yöntemdir; terörist ise insanlık dışı bir canidir. Dolayısıyla, terör örgütlerinin boyutları ile eylem alanlarının ve biçimlerinin niteliği terörizm gerçeğini değiştirmeyecektir. Terörü uluslararası siyasetin bir aracı olarak görmek, terörü uluslararası hâle getirmek ve cinayetleri yaygınlaştırmak anlamı taşımaktadır. Terör dünya çapında bir tehdit ve insan hayatına yönelmiş yok etme eylemi olduğu için teröre karşı uluslararası müeyyidesi olan bir siyasi, hukuki ve pratik eylem zemini oluşturmaya ihtiyaç vardır. Bu çerçevede, terörizmle ilgili kavram ve yöntemler netleştirilmeli, çok zayıf durumdaki uluslararası iş birliği ağı güçlendirilmelidir. Bunun için, en kısa zamanda Birleşmiş Milletler teşkilatının öncülüğünde bir uluslararası terörizmle mücadele konferansı yapılmalı, kavramlar ve yöntemler üzerinde uzlaşma zemini sağlanmalıdır. Terörü destekleyen ülkelere karşı uluslararası toplum yaptırımlar uygulamalı, terör suçlularını insanlık suçlusu ilan edip bireysel suçların dışında, bütün insanlığa karşı işlenmiş suçlar muamelesi yapılarak müeyyide artırılmalıdır.”

Eğer bu teklifler o dönem içerisinde uygulanabilme imkânını zaman içerisinde bulsaydı, dünya bu mesajı alabilseydi belki sorunlar bu noktaya gelmeden tedbirler alınabilirdi. Yaşanılan süreçlerden sonra sorunlara çözüm arayışı içerisinde bulunmak maalesef yeterli gelmiyor. Olası öngörülerinden hareketle, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun yapmış olduğu, her anlamdaki yapmış olduğu önerileri bu kapsamda Türkiye Büyük Millet Meclisi ve siyasi irade ciddiye alırsa olası olumsuz gelişmelere karşı da ön alıcı tedbirler olacağı kanaatiyle sözlerimi tamamlıyorum ve tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

İlgili kuruluşun -eğer yasalaşırsa- büyük Türk milletine hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ersoy.

Tasarı üzerinde, ikinci olarak, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Ayhan Bilgen, Kars Milletvekili konuşacaktır.

Buyurun Sayın Bilgen. (HDP sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz yirmi dakikadır.

HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de söze Âşık Veysel’le, büyük ozanla başlamak istiyorum: “Anlatamam derdimi dertsiz insana/Dert çekmeyen dert kıymeti bilemez.”

İnsan haklarının, aslında, hepimizin ortak derdi olması gerekiyor ama bu maddeden önce cezaevleriyle ilgili yapılan tartışmaya baktığımızda, toplumun ciddi bir kısmının derdiyle ilgili ne kadar bigâne olduğumuzu görmek pekâlâ mümkün. Hani, meşhur bir misal vardır, kıssa vardır; Anadolu’dan birisi Avrupa’ya iş aramak üzere gitmiş, bir pizzacıda tecrübeli eleman ilanı varmış, başvuru yapmış. Ama biraz konuştuktan sonra iş yeri sahibi bakmış ki bu şahsın pek pizza tecrübesi falan yok. Önce demiş ki: “Sen hiç çalıştın mı pizzacıda?” “Yok, çalışmadım.” demiş. “Peki, pizza ne, biliyor musun, hiç yedin mi?” “Hayır, yemedim.” demiş. “Peki, pizzayı hiç gördün mü?” demiş. “Yok, görmedim ama benim köyüme yakın bir köyden birisi daha önce pizza görmüş.”

Şimdi, cezaevleriyle ilgili burada kalkıp öyle sözler söyleniyor ki hani ya hiç cezaevi görmemiş ya hiç cezaevine gireni görmemiş ya hiç cezaevleriyle ilgili hiçbir şey okumamış diye düşünüyorsunuz. Cezaevleri komisyonu diye bir komisyon var, Cezaevleri İzleme Komisyonu var, mevzuatta var ama pratikte bir anlamı var mı, nasıl bir mevzuat yapmışız, bunu galiba buraya çıkıp konuşanın en azından biliyor olması gerekir. Mesela Cezaevleri İzleme Kurulunun bir üyesinin geçtiğimiz günlerde basına yansıyan sözü var -bir izleme kurulu üyesi yani cezaevlerindeki haksızlıkları, ihlalleri biliyor olması gerekiyor- diyor ki: “Bizim şehrimiz turistik bir şehirdir ama buradaki cezaevinde Kürtler kalıyor yani kötü görüntü oluyor -aynen ifade böyle- kötü, çirkin görüntü oluyor. Buradaki Kürt mahkûmları başka bir şehre götürseniz.” Yani şehrin turistik imajına zarar verdiği için. Şimdi, böyle izleme kurulu üyesiyle hangi cezaevindeki hangi ihlali izleyeceksiniz de o sorunu çözecek bir iradeyi, bir tavrı geliştireceksiniz?

Cezaevi izleme kurullarına nasıl üye olunur? Mekanizma şeffaf değil. Cezaevi izleme kurulları hangi periyotla çalışır? Mekanizma yok. Cezaevi izleme kurullarının raporları kamuoyuna açıklanır mı? Buna dair hiçbir güvence yok. Yani cezaevi izleme kurulu diye bir şey var ama aslında aslı yok. Dolayısıyla da cezaevleriyle ilgili burada konuşurken bir değerli milletvekilinin CPT’den söz etmesi yani işkenceyi önlemeye dönük bir uluslararası mekanizmadan söz etmesi, Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonundan söz etmesi, cezaevi izleme kurullarından söz etmesi hiçbir şey ifade etmiyor. Bu Parlamentoda ister 7 Haziranı esas alın -hadi 7 Haziranı geçtik- ister 1 Kasımı esas alın şimdiye kadar İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu herhangi bir cezaevi ziyareti yapmadı.

Şimdi, bir ülke düşünün ki tutuklu sayısı hükümlü sayısına oranla dünyada en üst sırada yani bir ülkede eğer tutuklu oranı hükümlü oranına göre böyle bir rakamı bulmuşsa orada yargılama sistemi çökmüştür zaten. Hemen önümüze Avrupa’daki cezaevlerinin fizikî koşullarıyla Türkiye’deki cezaevlerinin fizikî koşulları getiriliyor ama Avrupa’daki cezaevlerindeki siyasi tutukluyla ya da siyasi hükümlüyle adli hükümlü oranına baktığınızda aslında bu ifadenizin hiçbir karşılığı olmadığı, hiçbir değeri olmadığı çok net biçimde görülecektir.

Bu İnsan Hakları Kurumuyla ilgili düzenleme -belki bazı milletvekillerimiz çok dikkatle izlemiyor olabilirler ama- sonuç itibarıyla mevcut bir kuruma yeni görevler vererek yeniden dizayn etme, yeniden yapılandırma biçimindedir. Yani bir İnsan Hakları Kurumu var ve bu kurum da kurulurken aslında Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını esas aldı. Yani devletin zaten bürokratik bir organını kısmen değiştirerek İnsan Hakları Kurumu yaptık, sonra da şimdi ona vize muafiyeti alabilmek için bir de ayrımcılıkla mücadele görevi vererek adına da “Eşitlik Kurumu” ekledik, oldu “Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu.” Ama yeni görev verirken ne beklersiniz? Normalde kurumun kapasitesini artırmak, kurumun daha sivil, daha güvenilir, daha bağımsız, daha tarafsız olmasını sağlayacak bir mekanizma kurulmasını beklersiniz ama öyle olmuyor. Daha önceki yani şu anda mevcut, var olan kurumda hiç olmazsa üniversitenin, hiç olmazsa baroların temsil imkânı varken bunu da kaldırıyorsunuz. Şimdi, böyle bir yapılanmayla gerçekten böyle bir yük, bu kadar büyük bir sorumluluk çözülebilir mi, yerine getirilebilir mi?

Ben Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde atılan adımları çok politik bir tartışma konusu yapmak istemiyorum. İnsan haklarıyla ilgili hangi nedenle iyi iş yapılmışsa onu desteklemek lazım ama yaptığınız işin de hiç olmazsa beklentinizi karşılayacak bir niteliğinin olması gerekiyor. Yani, insan hakları kurumlarının nasıl olması gerektiğine dair hem üye ülkeler tek tek hem Avrupa Birliğinin kendi mevzuatı, Birleşmiş Milletlerin mevzuatı, Avrupa Konseyinin mevzuatı çok net olmasına rağmen biz diyoruz ki: “Böyle yapıyoruz ve bizim yaptığımız da esastır.” E, şimdi, siz yapabilirsiniz ama bunun uluslararası arenada bir karşılığı olur mu, akreditasyon olur mu, bu kabul görür mü? Hadi, bunu da bir tarafa geçtik yani bu mülteci pazarlıkları falan dolayısıyla diyelim ki bu düzenlemeye Avrupa Birliği şimdilik ses çıkartmadı. Peki, toplum buna itibar eder mi? Toplum başvuru yapma konusunda bu kurumlara güvenir mi? Şimdi, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, il, ilçe insan hakları kurulları kurulurken insan hakları örgütleri dediler ki: “Bu kurulların bağımsız olmaması durumunda, sivil olmaması durumunda bu kurullara başvuru yapmaz insanlar.”

Nitekim, insan hakları örgütlerine yapılan başvuruların niteliğine bakıyorsunuz, bir de devlete ait insan hakları kurumlarına yapılan başvuruların niteliğine bakıyorsunuz, zaten makasın ne kadar açık olduğunu görüyorsunuz. Mesela, bu kurumlara yapılan başvurulara baktığınızda, genellikle şöyle başvurular oluyor: İşte, komşu üst kattan halıyı çırptı, bizim çamaşırlar kirlendi. Evet, bu da çok önemli bir şey şüphesiz ama Türkiye gibi devasa can yakıcı insan hakları sorunları olan ülkelerde insanlar bu kurumların sorun çözeceğine inanmadığı için de bu kurullara başvuru yapmıyor. Nitekim, zaten ilkesel olarak da bu kurulların bağımsız olmasının anlamı, önemi, ihlal yapanın değil, ihlal yapanın dışında ihlal yapanla mücadele edebilecek saygın, itibarlı, toplumda tarafsızlığına, adaletine güvenilen insanların bu kurullarda görev yapmasıdır. Yani, ancak insanlar o zaman gelip der ki: “Evet, ben bir ihlale, haksızlığa uğradım ve bu sorunun çözümünde de bu kuruldaki insanların her birisi toplumda bu konuda kendisine güvenilen insanlardır, asla siyasi hareket etmez, asla kayırmacı, ayrımcı davranmaz, benim inancıma, mezhebime, kimliğime bakmaz, iktidarın karakterine bakmaz, iktidar muhafazakâr mı, milliyetçi mi, sol mu, solcu mu falan, bunlara bakmaz, her hâlükârda benim sorunumla ilgilenir.” Şimdi, bu mekanizmayı sadece Hükûmet eliyle organize ederseniz, kurarsanız bu kurumlar sadece ölü doğarlar, sadece güdük ortaya çıkarlar, ne uluslararası arenada ne toplum nezdinde bir karşılığı olmaz.

İnsan hakları sorunları kimsenin iç işleri değildir. Yani, sadece son birkaç haftada yaşadığımız tartışmalara baktığımızda bunu pekâlâ görebiliriz. Yani, bir ülkede gazeteci tutuklu yargılanıyorken, bir ülkede işte, akademisyen tutuklu yargılanıyorken, ki bugün Başbakanın bu konudaki tepkisi de son derece yerindedir, haklıdır, doğrudur ama siz gazeteciyi peşinen “ajan” diye cezalandırılabilecek pozisyonda görürseniz insan hakları konusunda bir ortak zihniyet, bir ortak perspektif geliştiremezsiniz. Evet, dünyanın birçok ülkesinde iktidarlar özellikle de insan hakları zihniyetinin gelişmediği ülkelerde muhalifleri böyle tarif ederler ya “bölücü” derler ya “darbeci” derler ya işte, “iş birlikçi” derler, böyle kategorize ederler ama sonuçta sırf bunun için insan hakları alanının standartları vardır. Bu standartlar evrensel standartlardır ve siz bu evrensel standartları yok sayarak kendiniz bir pozisyon alırsanız, bu aldığınız pozisyon konjonktürelse yani iktidarda kimin olduğuna ve o mağdur nasıl bir karaktere sahip, buna göre bir pozisyon alırsanız o zaman insan haklarının bu evrensel standartlarını tümüyle bir kenara bırakmış olursunuz. Eğer insan hakları alanına başka devletlerin müdahale etmesini istemiyorsanız bunun birinci yolu yani duruşma izlenmesinden rahatsızlık duyuyorsanız, sizin insan hakları sorunlarınıza başka ülkelerin ilgi göstermesi sizin onurunuzu kırıcı bir etki, bir sonuç doğuruyorsa ilk yapmanız gereken şey meydan okumak değil, bu sorunları çözecek ve bir kaşınacak yaranızın olmayacağı bir iklim, bir atmosfer inşa etmektir. Ama bunu yapmayıp sadece dışarıya tepki vererek sorunu halının altına süpürürseniz yani bugün uluslararası ilişkileriniz dolayısıyla insan hakları alanı evet, devletler oyununun bir parçası olabilir, göz yumulabilir -zaman zaman böyle şeyler de yaşanıyor- ihlaller yok sayılabilir Hükûmetinizle iyi ilişkiler kurduğu için ama bir süre sonra ara bozulduğunda yine insan hakları sorunu gündeme taşınacaktır. Siz bu sorunu giderecek, kökten çözecek adımlar atmak zorundasınız. Dünyada nasıl yolsuzluk konusu küreselleşmişse, nasıl insan hakları ihlalleri, şiddet konusu küreselleşmişse, bununla mücadele konusunda da uluslararası dayanışmanın olması, uluslararası toplumun iş birliği yapması son derece doğal, hatta kaçınılmazdır.

Evet, bu nedenle biz ısrarla diyoruz ki bu kurum mutlaka uluslararası standartlara uygun biçimde yapılandırılmalıdır. Eğer bu gerçekleşmezse yani bu kurumlar güven verici bir şekilde dizayn edilmezse, planlanmazsa, yeniden yapılandırılmazsa sadece, hani, kendi vaktimizi harcamış, Türkiye toplumunu da yeni bir kurum kurmanın, oluşturmanın heyecanıyla belki motive etmiş oluruz ama bir süre sonra bu kurumların hiçbir işe yaramadığı çok net biçimde görülür.

Evet, devletin kurumlarında, devletin insan hakları gibi alanlarda kurduğu kurumlarda özerklik nedir, neleri kapsar, aslında bunlar çok net tarif edilmiş. “Yapısal özerklik” denmiş, “mali özerklik” denmiş, “işlevsel özerklik” denmiş, bunların her birinin yolları, imkânları, ölçütleri, koşulları çok net biçimde ortaya konmuş ama bizde ne yazık ki buna uygun bir mantıkla bu kurumları oluşturmak yerine, yarın bu kurullara, bu kurumlara birileri başvurduğunda, işte, siyaseten iktidarı yıpratacak, zora sokacak bir karar nasıl çıkarttırmayız, bunu nasıl engelleriz, bunu nasıl önleriz, buna dair kaygılarla hareket edilmiş.

Bu kurullardaki yapılanmanın ilkesel olması gerektiğine dair sadece bir ölçüyü hatırlatmak isterim. İktidarlar her zaman farklı düşünenlere, eleştirel bakanlara, muhaliflere farklı gözle bakabilirler ama bir topluluğa olan öfkeniz eğer sizin adaletsiz davranmanıza sebebiyet veriyorsa o zaman ölçü tümden ortadan kalkmış demektir. Ama ne yazık ki Parlamentoda da, Komisyonda da -İnsan Hakları Komisyonunda da- her şey sayısal çoğunlukla şekillendiği için, galiba, aslında bu kurulları, dünyadaki standartları falan konuşmaktan önce bu çoğunluk algısı üzerine, çoğunluğun mutlaka doğru yaptığı, çoğunluğun mutlaka doğruyu bildiği algısı üzerine konuşmak gerekiyor.

Ben çok uzun, ayrıntılı bir demokrasi felsefesi, siyaset felsefesi tartışması açacak vaktimin olmadığını biliyorum ama bir sure var ki Kur’an’da, biliyorsunuz bu sure aslında doğrudan doğruya çoğunlukla, sayıyla, güçle övünenler için gelmiş, Tekasür suresi. Yani “Onlar sayıyı, gücü o kadar önemsediler ki -işte- mezarları bile saymaya yeltendiler.” diye başlıyor. Ve bu çoğunluk konusunda İslam siyaset felsefesine referans alınan belki çok kısa surelerden birisi de Asr suresidir. Asr suresinde genelleme yapılır “Herkes hüsrandadır.” diye, “Çoğunluk hüsrandadır.” diye ama istisnalar sayılır, işte “Şunları, şunları yapanlar müstesna.” denir. Dolayısıyla, insanlık tarihinde, toplum tarihinde, Türkiye tarihinde, Orta Doğu tarihinde sadece sayısal çoğunluğu esas alan bir millî irade anlayışını ne demokratik kabul etmek ne de ahlaki kabul etmek çok mümkün değil. İşte, bunun için hukuk devleti başka standartlar koyar, der ki: Evet, parlamento çoğunluğu bir partinin elinde olabilir ama buna rağmen bu çoğunluk buradan daha ileriye gitmemelidir, bu sınır insanlığın asgari sınırıdır, olmazsa olmazıdır; bunlar değerlerdir, bunlar ilkelerdir, bunlar insan haklarıdır. Nasıl azınlığın çoğunluğa tahakkümü kabul edilemezse, çoğunlukçu bir demokrasi anlayışının da aslında çok daha büyük bir tehdit oluşturduğunu görmemiz gerekiyor. Çünkü eğer azınlık baskı yapıyorsa bir ülkede, çoğunluk bir biçimde örgütlenir, demokratik imkânlar yoksa bile başka şekillerde haklarının kavgasını verebilir ama eğer çoğunluk bir baskı oluşturmuşsa, onun karşısında ne yazık ki, azınlıkları, zayıfları, az olanları, muhalifleri koruyacak olan şey sadece değerlerdir.

Bunun gibi, muhtemelen çok rahatsız edecek bir başka şey de aslında… Mesela pozitivist rejimler yani kendisine işte, inanç dünyasını referans almayan rejimler faşizan uygulamalara imza attığında da elbette karşı çıkmak gerekir, hiç şüphe yok bunda ama kendisine ayrıca inanç dünyasını, muhafazakâr değerleri referans alan bir siyasetle insanlar üzerinde baskı kurarsanız yani kutsalları da kendinize referans yaparsanız o baskıcı rejim çok daha tehlikelidir çünkü ona karşı çıkmak, ona itiraz etmek, onun yanlışlarını ortaya koymak daha ciddi tepkiler, daha büyük kaygılar oluşturur ama ister bu ölçüleri dikkate alın, isterseniz hani Platon’un çok net, çok güzel biçimde ifade ettiği gibi “Demokrasi, evet, esası itibarıyla halkın egemenliğidir ama iyi seçim için iyi bir eğitim, iyi bir bilinç düzeyi gerekir. Bu yoksa demokrasi otokrasiye dönüşebilir ve bu durumda iyi oy alanlar mutlaka iyi yönetirler diye bir kesin hükme varamazsınız.” diyor. Evet, toplumu bir şekilde baskı altına alarak, toplumun umutlarını vaatlerinizle buluşturarak belki bunu başarabilirsiniz ama ortaya çıkan eseri denetleyecek mekanizmaları ortadan kaldırırsanız, tarafsız sivil kurumları yani aslında her sistemin supaplarını, bu mekanizmaları işlevsizleştirirseniz o zaman insan haklarından söz etmenin de, sivil mekanizmalardan bahsetmenin de çok bir anlamı kalmaz.

Denge denetleme sistemini her vesileyle, her fırsatta Hükûmetiniz çok haklı olarak dillendiriyor, biz de bunu çok önemsiyoruz çünkü denge denetleme sistemi gerçekten iktidar gücünün kendi içinde bir dengesinin olması ve aynı zamanda denetleme mekanizmalarının olması anlamına gelir ama bu klasik, geleneksel sadece güçler ayrılığı meselesi değildir artık dünyada. Yani “Yasama, yürütme ve yargıyı biz ayırdık, dolayısıyla burada güçlü bir denge denetleme sistemi var.” falan diyemiyorsunuz artık. Kaliteli demokraside, nitelikli demokraside katılımcılığın başka mekanizmaları kurulmuş. Bunlardan birisi sivil denetimdir. Sivil denetimin de yollarından birisi, işte, bugün, biraz önce konuşmaya başladığımız İnsan Hakları Kurumu gibi kurumlardır, ombudsman mekanizması gibi mekanizmalardır. Eğer siz buraları birer sivil mekanizma olmaktan çıkarırsanız yani devleti insan haklarına uygun hâle getirmek yerine, politikaları insan haklarına uygun hâle getirmek yerine insan hakları alanını devletleştirirseniz, devletin çizgisine, devletin perspektifine uygun bir yere oturtursanız ortada ne sivillik kalır ne de insan hakları kalır. Böyle toplumlarda, böyle ülkelerde nefes almanın, yaşamanın, var olmanın tek yolu -tırnak içerisinde ifade ediyorum- devleti ele geçirmektir. Ama, demokrasilerde sivil toplum, muhalefet hareketleri devleti ele geçirilecek bir yer gibi görmezler çünkü “devlet” dediğiniz şey, topluma hizmet için kurallarını kendisinin de kabul ettiği, deklere ettiği bir mekanizmadır. Ama, kendi koyduğu kurallara eğer devlet uymamaya başlarsa, devleti yönetenler bu değerleri yok sayarak sadece sayısal üstünlüğe, sadece güce dayanarak bir mekanizma işletmeye başlarsa o zaman toplumun çok farklı kesimleri, farklı yapılar ancak varlıklarını devlette güçlü örgütlenmeye, devleti ele geçirmeye odaklarlar ki bunun sonu yoktur.

Ben bu açıdan bir kez daha bu tasarının, özellikle kurulunun oluşma mekanizması başta olmak üzere, ayrımcılık tarifinin, eşitlik tarifinin yeniden ele alınmasının hem Meclisin itibarı, saygınlığı açısından hem de Türkiye'nin, Türkiye’de yaşayan herkesin, özellikle de hak ihlaline uğrayanların beklentileri açısından önemli olduğunu, değerli olduğunu düşünüyorum. Bu Meclisin itibarını burada bazı tartışmaları engelleyerek, öteleyerek falan sağlayamayız çünkü iktidarların, muktedirlerin sorumluluğu sadece yaptıklarından değil aynı zamanda yapmadıklarından da kaynaklanır. Bu Parlamento gündemine almadığı her konudan dolayı tarihe ve topluma karşı sorumludur, gündemine alması gerektiği hâlde ertelediği, geciktirdiği her şeyden dolayı sorumludur. Bu sorumluluk anlayışıyla hareket edeceğini umuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgen.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.44

DOKUZUNCU OTURUM

Açılma Saati: 21.58

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER: Sema KIRCI (Balıkesir), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 62’nci Birleşiminin Dokuzuncu Oturumunu açıyorum.

149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon yerinde.

Hükûmet yerinde.

Tasarının tümü üzerinde şimdi söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Şenal Sarıhan, Ankara Milletvekili.

Buyurun Sayın Sarıhan. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

CHP GRUBU ADINA ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Değerli Başkanım, sevgili kâtip üye arkadaşlarım, milletvekili arkadaşlarım, çalışan arkadaşlar, emeği geçen arkadaşlar; herkesi saygıyla selamlıyorum.

Bugün edindiğim bir sözcük var, bazı arkadaşlar “Partim adına selamlıyorum.” diyor. Bu güzel bir şey tabii, burada bulunuşumuz partimiz adına. Ben de partim adına selamlıyorum.

Şimdi, oldukça az sayıdayız, biraz kendi kendimize gibi konuşacağız, öyle görünüyor. Aslında usul tartışması yaparken de bu yasa tasarısı üzerine oldukça ayrıntılı -özetli ama ayrıntılı- bir konuşma grup başkan vekillerimiz tarafından sizlere sunuldu. Bazı sözlerimin yineleme olacağı düşüncesindeyim ancak bu yineleme olma olasılığına karşın yine de bazı konulardaki görüşlerimi anlatmaya çalışacağım.

AKP Hükûmetinin açıklamış olduğu 64’üncü Hükûmet Programı’nın sunuş kısmında şu cümle yer alıyor: “Bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin en temel ilkesi insan onurunun korunmasıdır.” Ve devam ediyor, programın “Demokratikleşme ve Anayasa” başlıklı bölümünün ilk satırlarından başlayarak şöyle söyleniyor: “Demokratikleşme perspektifimizin odağında insan onuru bulunmaktadır. İnsan onurunu zedeleyen hiçbir uygulama ve politika meşru görülemez ve gösterilemez. İnsan onuruyla taçlandırılan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimliği taşıyan hiç kimse, hiçbir makam ve güç sahibi tarafından tahkir edilemez; inancı, rengi, cinsiyeti, dili, ırkı, siyasi düşüncesi, felsefi anlayışı ve yaşam tarzı nedeniyle ayrımcılığa maruz bırakılamaz, herhangi bir şekilde nefret söylemine muhatap kılınamaz.” Bu ifadeler oldukça değerli ifadeler. İnsan onurunu insan hakları sorununun temeli sayan ve her türlü kötü muamele ve ayrımcılığı da onuru zedeleyen bir tavır olarak belirleyen, aynı zamanda hangi makam ve mevkide olursa olsun kimsenin insan onurunu ortadan kaldıracak, incitecek bir davranışta bulunmasına olanak sağlamayan ifadeler. Ancak, Türkiye’de yaşanan şöyle bir gerçekliğe bakıyoruz: Bugünkü tasarımız insan haklarına ilişkin, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı oldu. Buna göre, insan hakları da insanın onuru meselesi üzerinden kaynaklandığına göre, şöyle bir bakalım, biraz önce farklı arkadaşlarım tarafından da söylenildi: Şu anda, ülkemizde, Türkiye’de sistemli bir biçimde kutuplaşma ve ayrıştırma politikalarından kaynaklanan duygusal ve algısal bir ayrışmayla karşı karşıyayız. Hem kamusal alanımız hem de özel alanımız, mahallede, sokakta, okulda, iş yerinde, her yerde bölüyor ve bölünme somut, görünür hâle gelmiş bulunuyor. Bu koşullarda toplumda her kesimden insan, insan hakları ihlaline uğruyor. Bu ihlaller bireysel ya da grupsal şekilde giderek yaygın, sürekli ve sistematik bir hâle geliyor.

Elimdeki notlarda ayrıntılı rakamlar var ama ben bunların toplamı üzerinden hareket etmeye çalışacağım. Ki, bugün yine ifade edildi, sabahleyin yine bir insan hakları talebiyle karşınızda olan arkadaşım tarafından ifade edildi, dendi ki: Şu anda farklı rakamlar söylenmesine karşın 350’yi aşkın şehit cenazesi karşılamış bulunuyor Türkiye, aynı zamanda 310 sivil cenazesi karşılamış bulunuyor. Yani ciddi bir biçimde yaşam hakkı ihlali var ama bütün bunların yanı sıra hepimizin artık patlama diye andığımız, katliamdan patlama sözcüğüne dönüştürerek belki güncel yaşam içinde sıradanlaştırmaya çalıştığımız olaylar dizininde -İstanbul, Ankara, Diyarbakır patlamalarında- kaybettiğimiz insan sayısı da 218’i buluyor yani ciddi bir yaşam hakkı ihlali ile karşı karşıyayız. Bunu ne izliyor: İnsanlar sokakta dövülüyorlar, kurşunlanıyorlar, evlerinde vurulup öldürülüyorlar, özgür bir biçimde düşüncelerini ifade edemiyorlar, yazıp çizemiyorlar, yayın yasakları geliyor, yayın yasaklarının üzerinden süren yargılamalara gizlilik kararları veriliyor, işkence ve kötü muamele iddiaları kuvvetle artıyor ve bu iddialar karşısında da cezasızlık kültürü diye ifade etmeye çalıştığımız bir cezasızlık süreci karşımıza çıkıyor. Kadınlar öldürülüyor, örneğin 2015 yılında sadece 284 kadın sokakta ya da evde katledilmiş bulunuyor. UNICEF’in yaptığı araştırmalara göre de ne yazık ki en son Karaman’da yaşadığımız olayda olduğu gibi, dünyada çocuk istismarı yüzde 1 ile 10 arasında iken, Türkiye’de bu oran 10 ile 53 arasında karşımıza çıkıyor. Her 4 kız çocuğumuzdan biri, 7 erkek çocuğumuzdan da biri 18 yaşından önce cinsel istismara uğruyor.

Adil ve etkin bir yargılama yapılamıyor ki, eğer bu kadar öldürülme varsa, bu kadar cinayet varsa ve bu kadar kötü muamele varsa bunun adil bir şekilde sorgulanması, yargılanması gerekirken, ne yazık ki mahkemeler, bağımsız mahkemeler olarak görev yapamıyorlar, bir yandaşlık ve taraflılık kaygısı ve kuşkusu karşımıza çıkıyor.

Özel mahkemelerin yerine kurulmuş, adı özel olmayan sulh ceza mahkemelerine özel görevler yaptırılıyor.

Dünya Adalet Projesi’nin 2015 yılı araştırmalarına göre, hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye 102 ülke arasında 80’inci sırada bulunuyor ve bu durum, oldukça, başımızı yere eğmemiz gereken, yüzümüzü kızartması gereken bir durum ve Türkiye 8.450 başvuruyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, Ukrayna ve Rusya’dan sonra 3’üncü sırada en çok başvuruyu yapmış ülke olarak karşımıza geliyor.

2015 yılında açıklanan kararlarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, aleyhte sonuçlanan karar sayısı durumuyla, Türkiye 87 kararla Rusya’nın arkasından geliyor.

Basın özgürlüğü, bugünlerde artık hepimizin bildiği gibi, iki isimle özdeşleşmiş, Can ve Erdem ismiyle özdeşleşmiş; tam bir ihlal, tam bir haber alma özgürlüğü ihlali olarak karşımızda duruyor.

Ve cezaevleri arkadaşlar, cezaevlerinde son on yılda mahpus sayısı 3 katına çıkmış durumda. İçinde bulunduğumuz koşullarda 360 hapishanede yaklaşık 170 bin mahpus bulunuyor ve ne yazık ki AKP, 2017 sonuna kadar 199 yeni hapishane açılmasının ve 125 bin yeni kapasite ekleneceğinin planını bize açıklıyor yani önümüzde özgürlük için günler değil, cezaevleri için günlerin planı yapılmış durumda.

İş gücü piyasasındaki durumumuz, kadınlar yönünden, 3 kadından 1’i ancak çalışıyor, erkeklerin durumu bizden biraz daha iyi gibi görünüyor. Ve de “etkin soruşturma” dediğimiz... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de güvence altına aldığı adil yargılanma hakkı ve etkin soruşturmanın bütün bu olumsuzluklar karşısında yapılmadığını görüyoruz.

Şimdi, iç hukukumuz aynı zamanda da uluslararası sözleşmeler bizi yeni görevlerle karşı karşıya bırakıyor. Bu kadar insan hakkı ihlali varsa bu ihlallerin önlenmesi konusunda da devlet… İşte bize burada verilen görev gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir önleme mekanizması oluşturmaya çalışıyoruz. İnsan Hakları Komisyonunda sivil toplum örgütlerini dinlemiştik, Türkiye İnsan Hakları Vakfını, İnsan Hakları Derneğini, MAZLUMDER’i… Oradan bir arkadaşımızın sözlerini, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Metin Bakkalcı’nın sözlerini burada sizinle paylaşmak istiyorum -bu paylaşımımın özel bir amacı var- şöyle diyor Bakkalcı: “İnsan Hakları Kurumu bataklığına dönüştü Türkiye.”

Sevgili arkadaşlar, altını çizerek söylüyorum, bu yasa tasarısını bu biçimde yasalaştırırsak biz bu bataklığa yeni bir ürün daha eklemiş olacağız. Bu sebeple, bugün burada gerçekten hepimizin onurla gelecekte anacağımız bir insan hakları yasa tasarısını oluşturmamız gerekiyor. Bunu oluşturmak için neye ihtiyacımız var? Diyoruz ki… Biraz önce konuşuldu, işte, “Anayasa’ya aykırılık söz konusu.” diye arkadaşlarım ifade etti. Hızla anlatıyorum: Anayasa’nın 2’nci maddesi, 14’üncü maddesi, 5’inci maddesi, 10’uncu maddesi, bunlar açıkça cumhuriyetin niteliklerini, insan haklarına dayalı olma, insan haklarına saygı, devletin temel amacının özgürlükler önündeki engelleri kaldırmak… Aynı zamanda 10’uncu madde de ayrımcılık yasağı ve eşitlik ilkesini bize zorunlu kılıyor ve 2004’te değişmiş olan 90’ıncı madde de uluslararası sözleşmelere atıf yapıyor.

Şimdi, sevgili arkadaşlar, 96’da Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’yi, 72’de Her Türlü Irk Ayrımcılığına Karşı Sözleşme’yi, 79’da (CEDAW) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni, 2006’da engellilerle ilgili sözleşmeyi, daha da önce, çok önce, Paris Sözleşmesi’ni ve sonuç olarak da İstanbul Sözleşmesi’ni imzaladık.

Şimdi, bütün bu sözleşmelerin temel noktası, AKP’nin kendi programında atıf yaptığı insan onurunu korumayı amaçlıyor fakat özellikle bugün konuştuğumuz yasa -pek çok arkadaşım atıf yaptı- Paris Sözleşmesi. Paris Sözleşmesi ne diyor, izninizle buradaki arkadaşlara böyle adı edildi edildi de ne diyor bu sözleşme biraz ona atıf yapmak, ona bakmak ve onun üzerinden elimizdeki tasarıyı incelemek gibi bir işe koyulmanın doğru olacağı düşüncesindeyim.

Bakınız, 92 tarihli bu Paris Sözleşmesi ya da Paris Prensipleri diye de anılıyor eski dille ifade edersek -20 Aralık 1993 tarihinde yürürlüğe girişi- şöyle diyor: “Ulusal mekanizmaların yani ulusal önleme mekanizmalarının…” Bunun altını çiziyorum, bugün yapmak istediğimiz şey aslında ulusal önleme mekanizması. Hangi konuda? Bir, ayırımcılık konusunda; iki, işkencenin ve zalimane muamelenin önlenmesi konusunda. Bu iki temel konu üzerinden genel insan hakları konusundaki eşitsizlikleri gidermek.

Şimdi arkadaşlar, şöyle diyor: “Bu kuruluşlar, ulusal önleme mekanizmaları Anayasa’da yer alırlar ve yasayla güvence altına alınırlar. Anayasa onları tanımlar.” Anayasa nasıl tanımlıyor? 90’ıncı maddeyle ve biraz önce atıf yaptığım maddelerle. Devam ediyoruz: “Ne yapar bu insan hakları ulusal mekanizması? Parlamentoya, hükûmete görüş ve öneri bildirir.” diyor yani bize. Bu kurul bize görüş ve öneri bildirecek. Hangi konuda? İnsan haklarının geliştirilmesi, korunması konusunda. Bununla yetinmeyecek, tavsiyelerde bulunacak, rapor sunacak ve bize yol gösterecek, şunlar şunlar yanlış yapılmaktadır diyecek. Kurul oldukça önemli görevler yapacak. Yürürlükteki yasaları inceleyecek, bu yasalarda insan hakları ihlalleri var mı, bunları belirleyecek ve bunları bize sunacak. İlkelerin, Paris Prensiplerinin önemli maddeleri bunlar. Devam ediyoruz: Uygun gördüğü insan hakları ihlallerine resen el koyacak yani kendiliğinden el koyacak; bir yakınmaya bağlı olmaksızın kendiliğinden el koyacak. İnsan haklarının ulusal düzeydeki genel durumu ve daha özel sorunlar üzerinde rapor hazırlayacak. Şimdi, biraz önce size tanımladığım 218 insanın yaşamını yitirdiği patlamalar, güneydoğuda yaşanan her türlü insan hakkı ihlali, Türkiye’nin her yerinde yaşanan, bugün biraz önce, sabahleyin işçi hakları konusunda bizim bu masada, bu kürsülerde, bu alanda yaşadığımız ya da yaşattığımız insan hakkı ihlalleri, bütün bunlarla ilgili ulusal mekanizma rapor hazırlayacak. Yani neredeyse bizim üzerimizde bir görev yapacak. “Ülkede olup biten insan hakları ihlalleri olaylarına hükûmetin dikkatini çeker, bu ihlallerin son bulması için hükûmete her türlü girişimi önerir ve gerektiği takdirde hükûmetin tavır ve tepkilerine ilişkin görüşler bildirir.” Bu çok önemli bir madde arkadaşlar. Hükûmeti uyarma görevini yapıyor. Biraz önce mevzuat değişikliği konusuna değinmiştim. “Ayrıca imzalamamış olduğumuz sözleşmelerin imzalanması konusunda teşvikte bulunur.”

Şimdi bir başka maddeye geçeceğim, daha eksik, zamanım yetmiyor. “Oluşturulma biçimleri, bağımsızlık ve çoğulculuk güvenceleri.” Paris ilkelerinin 3 temel görevi var. Hangi görevlerin yapılacağı konusundaki tanımlamalar, bağımsızlık ve çoğulculuk. Bağımsız olacak olan ne? Ulusal önleme mekanizması. Yani herhangi bir siyasi partinin taraflılığı, yandaşlığı -ki devleti doğrudan doğruya, devleti temsil eden hükûmeti ifade ederek söylemek gerekir- bunun herhangi bir rüzgârı dahi esmeyecek. Ama bugün biz bu elimizdeki tasarıda ne yapıyoruz? 11 kişiyi de neredeyse Hükûmet eliyle atamış oluyoruz. Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanı marifetiyle… Ki bulunduğumuz durumda Sayın Cumhurbaşkanının da bir partiyi temsiliyetinin çok güçlü hissedilir olması karşında biz zaten bağımsız bir kurul oluşturmuyoruz ve “önleme mekanizması” dediğimiz mekanizmaya… Bugün, biliyorsunuz, bir başka insan hakları yasası var elimizde. Bu yasayı biz niçin değiştiriyoruz? İşkence ve zalimane muamele karşısındaki eksiklik sebebiyle. Bunun bir küçücük örgütlenme yoluyla buraya dâhil edilmiş olmasını… Şimdi ayrıca gözaltında, cezaevinde, örneğin akıl sağlığı yerinde olmayanların tutulduğu hastanelerde, çocuk bakımevlerinde; kapalı tutulan, zorla tutulmuş olan bütün yerleri inceleme konusunda ve böylece önleme. Neyi önleme? İşkence ve kötü muameleyi.

Hani son yaşadığımız olayı yine anımsatmak isterim, bir istismarı ya da istismarlar dizinini ya da hukuka aykırı işlemler, eylemler, can almalar dizinini engelleme konusunda görev yapacak. Yani bu görevi yaparken bağımsız olacak ve çoğulcu. Çoğulculuk ne? Çoğulculuk, insan hakları alanındaki sivil toplum kuruluşları da bu önleme mekanizması içinde rol almış olacak. Eğer onlar yoksa, Metin Bakkalcı’nın sözleriyle biz bir bataklıkta, yeni bir insan hakları kurumunu da yok etmiş olacağız ya da bir ölü mekanizmayı yaratmış olacağız. Eğer gerekli düzenlemeleri yapmamış olursak.

Şimdi sevgili arkadaşlar, burada benim takıldığım, bütün bu komisyon çalışmalarımız boyunca da üzerinde düşündüğüm bir nokta var ki, o da, burada “ayrımcılık” tanımının ne anlama geldiği ve nasıl yapılması gerektiği konusunda. Öyle bir tanım gerçekleştirilmiş ki elimizdeki tasarı üzerinde çoğulcu ayrımdan söz ediliyor, tekil ayrımdan söz ediliyor, dolaylı ayrımdan söz ediliyor. Ayrım ayrımdır. Ayrımı farklı başlıklarla, farklı niteleyerek yapamazsınız ve ayrımın gerek, işte, ırk, din, dil, cinsiyet, cinsel yönelim... Ki kadın kuruluşlarımızın bu konuda muhalefet şerhleri var, aynı şekilde bizim de muhalefet şerhlerimiz var. Bugün bütün dünyanın tanıdığı birtakım sorunları görmezden gelmek, kulaklarımızı tıkamak, onları atlayıp geçmek ve onları ahlak meselesi üzerinden değerlendirerek yok saymak da mümkün değil. Bu sebeple, bu tasarıda ne ayrımcılık ayrımcılık olarak doğru düzgün bir şekilde ifade edilmiş durumda… Cedaw Sözleşmesi var, İstanbul Sözleşmesi’ne hiç atıf yapılmamış; hemen hemen bütün sözleşmeler var bu tasarının içinde ama İstanbul Sözleşmesi yani kadına yönelik her türlü kötü muameleyi insan hakkı ihlali sayan sözleşme yok. İşkence, kötü muamele ve zalimaneye karşı sözleşmenin kendisi var ama kurulları yok, sadece cezaevi ziyaretiyle sınırlı bırakılmış olan bir faaliyet var burada. Bütün bu tablo içinde bugün -buradan umarım ki özel görüşmelerle veya buradaki toplu, ortak kararlarımızla- biz gerçekten insan hakları ihlallerini önleme mekanizmasını oluşturmuş oluruz ve hem kendi içimizdeki insan hakları ihlallerinin hem sokağımızdaki, ülkemizdeki insan hakları ihlallerinin doğru bir biçimde engellenmesini, önlenmesini -önlendikten sonra zaten iyi de soruşturmuyoruz, biliyorsunuz öyle bir problemimiz de var, bunlardan da söz etmeye çalıştım- bunu da başarabilmiş oluruz diye umut etmek istiyorum sevgili arkadaşlar. Ciddi bir iştir yaptığımız iş; hepimizin insan onuruyla yaşayabilmemizi sağlayacak, hepimizi güçlendirecek bir iştir doğru yapabilirsek, buna da inanıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sarıhan.

Siyasi parti grupları adına yapılan konuşmalar sona ermiştir.

Şimdi şahsı adına söz talep eden iki sayın milletvekiline söz vereceğim.

İlk konuşmacı Veli Ağbaba, Malatya Milletvekili.

Buyurun Sayın Ağbaba. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

VELİ AĞBABA (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii, İnsan Hakları Kurumunun kurulmasıyla ilgili bir kanunu konuşuyoruz; maalesef, Sayın Bakan, ilgili bir bakan yok. Tarım ve Hayvancılık Bakanı burada. İnsan hakları konusundaki AKP’nin duyarlılığını bu konuda tespit etmek istiyorum.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Biliyorsun, biliyorsun, nerede olduğunu biliyorsun.

VELİ AĞBABA (Devamla) – Yani nerede olduğunu bilmiyorum ama Sayın Bakan sanırım, yanlış bilmiyorsam tarım ve hayvancılıktan sorumlu Bakan. Ben sadece bu tespiti yapmak istiyorum.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Veli Bey, sizin grup başkan vekilinizle istişarede şu anda.

VELİ AĞBABA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun kurulmasını konuşuyoruz. Bu kanun tasarısına göre oluşacak kurulun 11 üyesi olacak ve bu 11 üyenin 8’ini Bakanlar Kurulu, 3’ünü de Cumhurbaşkanı seçecek. Bizim kabul etmeyeceğimiz ve eğer kabul edilirse de meşru saymayacağımız bir kurul oluşturulmaya çalışılıyor. Bu kurulun üyelerinin tamamını iktidarın seçmesi kabul edilemez.

Değerli arkadaşlar, İnsan Hakları Kurulunun bu hâli insan haklarına aykırıdır. Bakın, değerli arkadaşlar, bu, tecavüze uğrayan çocuklar, haksızlığa uğrayan aydın ve muhalifler, her ortamda dışlanan toplumun ötekileri, çalışmayan, devletin kaydında olmayan güvencesizler, kısaca toplumda mağdur edilmiş herkes için önemli bir kanundur. İnsan, hakları olduğu sürece insandır. Bu haklar sayesinde insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşamamız mümkündür. Bu haklar doğuştan gelir ve tartışılmaz, kısıtlanamaz. İnsan haklarının kazanılmasına ve korunmasına hizmet edenler olduğu gibi ihanet edenler, yok sayanlar ve çiğneyenlerin de olduğunu biliyoruz.

İnsan haklarının önemini anlamak için hakları elinden alınan insanları düşünmemiz gerekir. İnsan hakkının ne olduğunu anlamak için değerli milletvekilleri, empati yapmalıyız. Bu yapacağımız empatiler acıdır ve yakıcıdır ancak örnek vermeliyiz ki bu kanunun ciddiyetini anlayabilelim.

Örneğin, kendimizi Karaman’da aylarca tecavüze uğrayan 10 yaşındaki çocuğun babası yerine koyalım.

Kendimizi Pozantı Cezaevinde tecavüze uğrayan bir çocuğun annesi yerine koyalım.

Kendimizi cezaevine girerken çıplak aramaya ve oyuk aramasına tabi tutulan genç bir kadının yerine koyalım.

Ya da sokak ortasında çetelerin katlettiği, elinde şiddete dair hiçbir şey içermeyen Ali İsmail Korkmaz’ın annesi Emel Korkmaz’ın yerine koyalım.

Ya da kendimizi annesine ekmek almaya giderken katledilen Berkin Elvanların yerine koyalım.

Ya da değerli arkadaşlar, yakınları Erzurum’da suda boğulanların, Elbistan’da göçükte unutulanların, Samsun’da selde boğulanların, İstanbul’da asansörle yere çakılanların, naylon çadırda yananların yerine koyalım. Eğer bu empatiyi kurabilirsek insan haklarının yakıcılığını daha iyi anlayabiliriz. Eğer kendimizi bu haksızlığa uğrayanların yerine koyabilirsek bu kurulun yapısını da bir kez daha anlayabiliriz.

Değerli arkadaşlar, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de insan hakları ihlallerinin bir numaralı faili devlettir. Bu, yalnızca bizim ülkemize özgü bir durum değildir. Dünyada bu tarz insan hakları kurumlarının kurulmasındaki amaç devlet mekanizmasındaki görevlilerin işlediği hak ihlallerini tespit etmek ve önlemektir.

Değerli milletvekilleri, elinizi vicdanınıza koyun, bir düşünün. Bu kurul, oluşturulan bu kurul bu yapısıyla ve bizim sıklıkla söylediğimiz gibi, sıklıkla vurgu yaptığımız gibi, bu kanunun gerekçesinde de -burada bulunmayan Sayın Bakan ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı bilir- sıkça vurgu yapılan Paris Prensiplerine aykırıdır.

Değerli milletvekilleri, Paris Prensiplerinde açıkça bu kurulun nasıl oluşturulacağını tanımlar. Bu prensiplere göre “Bu kurul insan hakları ve ırk ayrımcılığına karşı mücadeleyle ilgili STK’lardan, sendikalardan ve hukukçu, hekim, gazeteci ve bilim insanlarını bir araya getiren meslek kuruluşlarının, din ve felsefi akımlarının, üniversitelerin ve nitelikli uzmanların, Parlamentonun vesaire katılımıyla oluşur.” diye yazıyor. Şimdi, tekrar bu kanuna oy verecek değerli milletvekilleri ellerini vicdanlara koysunlar, bir düşünsünler.

Değerli arkadaşlar, bu kurula bir tane STK, sivil toplum örgütleri, yani isim vererek söylüyorum, İnsan Hakları Derneğinden MAZLUMDER’e kadar herhangi bir kurumun bu konuda katılımı mümkün olacak mı ya da tarafsız bir bilim insanı bu kurulda söz sahibi olacak mı? Geçmişte, 2002’de, çıraklığınız döneminde bunu birkaç kez denediniz hatırlarsanız, bir İnsan Hakları Kurulu oluşturdunuz, Sayın Bakan da o zaman Bakandı. İbrahim Kaboğlu’nu ve Baskın Oran’ı bu kurula aldınız, daha sonra terlikle kovalayarak, döverek gönderdiniz. Sayın Bakan, bunu hatırlar mısınız bilmiyorum.

Bakış bu olunca, tarafsız bilim insanlarının, tarafsız insanların bu kurula girme şansının olmadığını biliyoruz. Ya da değerli milletvekilleri, AKP’nin geçmişte yaptığı atamaları hep beraber biliyoruz, yaptığınız atamaları görüyoruz, kurumlara yapılan atamaları biliyoruz. Bakın, buna benzer bir kurulun başkanının kim olduğunu bir hatırlayın. AKP’de geçmişte milletvekilliği yapmış Sayın Mehmet Elkatmış’ın bir kurulda başkanlık yaptığını biliyoruz. Ya da geçtiğimiz dönem oluşturulan kurula baktığımız zaman, kurul yapısına baktığımız zaman, siyaseten eş dost, akrabaların bu kurumlara doldurulduğunu biliyoruz.

Değerli arkadaşlar, işkenceyi denetlemek; cezaevinde, sokakta, herhangi bir yerde bir işkenceyi, bir hak ihlalini denetlemek devletin atamış olduğu ya da Hükûmetin atamış olduğu insanlarla yapılamaz. Bakın, bugün Hükûmet sizsiniz, yarın değişeceksiniz. Geçtiğimiz günlerde bu kürsüden söylemiştim, bu arka sıralardan sıkça bana laf atan bir milletvekili bugün geldi sizin gözünüzde terörist oldu.

Değerli arkadaşlar, hafızalarımızı zorlayalım, geçmişte yaşanan hak ihlallerine baktığımız zaman da bunun, AKP tarafından, AKP devleti tarafından bir kurulun oluşturulmasının kabul edilemez olduğunu ve bu kurulun meşruiyetinin tartışılacağını bilmemiz gerekiyor. Bakın, hatırlayalım, 10 Ekimde Ankara’nın göbeğinde bir katliam oldu. Orada belki konuşulmayan, çok gündeme gelmeyen, ikinci, belki daha dehşet verici bir olay yaşandı. O insanlar can çekişirken, o insanlar ambulans beklerken o insanları korumayan polis, maalesef, orada yatan, can çekişen insanların üzerine gaz bombası sıktı. Değerli arkadaşlar, bu kurul bu olayı araştırabilir mi? Elinizi bir vicdanınıza koyun Sayın Bakan, Sayın Başkan, elinizi bir vicdanınıza koyun, bir düşünün.

Yine, kendinizi yerine koyun, Gezi eylemlerinde Taksim’de bir palalı insanın bir genç kıza yani sizin kardeşinize saldırdığını bir düşünün ve bu kurulun nasıl bir işlem yapacağını lütfen hesap edin.

Değerli arkadaşlar, birkaç örnek vermek istiyorum. Resimleri orada unuttum. Hatırlar mısınız, Soma’da Sayın Cumhurbaşkanının bir danışmanı, başdanışmanı, bir tane madenci çocuğu, asgari ücretle geçinmek zorunda kalan bir madenci çocuğu tekmeledi. O tekmelenen çocuk ne oldu biliyor musunuz? Özgür Özel yakından takip ediyor. O çocuk ekmeğe muhtaç edildi ve ceza aldı. O tekmeleyen insan ne oldu biliyor musunuz, Sayın Osman Bey, o insan ne oldu? Tekmeleyen insan yükselmeye devam ediyor. Bu, ne ahlaka sığar ne vicdana sığar değerli arkadaşlar. Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Şimdi, yine, bir AKP milletvekili kendini Ethem Sarısülük’ün annesinin yerine koysun. Sokağın ortasında, Kızılay’ın göbeğinde bir tane insan hedef alınarak, öldürülerek katlediliyor ve o polis kahraman gibi karşılanıyor. Ne diyor Sayın Başbakan, dönemin Başbakanı? O dönem kol kola olduğunuz cemaatle, şimdi paralel olan cemaatle ne diyordunuz? “Destan yazıyor.” diyordunuz. O destan yazan polisler bu kurul tarafından denetlenebilir mi, elinizi vicdanınıza koyun, söyleyin arkadaşlar.

Yine, bakın, geçtiğimiz dönemlerde bir paralel bahanesiyle Türkiye'deki bütün okul müdürlerini görevden aldınız. İddiayla söylüyorum: Bir tek, laik, demokratik cumhuriyete inanan, cumhuriyetçi, yurtsever bir tane okul müdürü kalmadı. “Paralel yapıyı görevden alacağız.” dediniz ama bir tane Alevi okul müdürü bırakmadınız, bir tane solcu okul müdürü bırakmadınız, bir tane MHP’li okul müdürü bırakmadınız yani kısaca, bir tane AKP’li olmayan okul müdürü bırakmadınız.

Yine, uygulamalara baktığımız zaman, bu kurulun nasıl oluşacağını anlamak için kâhin olmaya gerek yok. Bir tane sizden farklı düşünen vali yok, emniyet müdürü yok, kaymakam yok, hatta ve hatta belediyelerinizde temizlik işçiliği yapan bir tane vatandaş yok. O nedenle bu kurulun bu yapısıyla oluşması insan haklarına aykırıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

VELİ AĞBABA (Devamla) – Bunu takdirinize sunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ağbaba.

Şahsı adına ikinci konuşmacı Ali İhsan Yavuz, Sakarya Milletvekili.

Buyurun Sayın Yavuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

ALİ İHSAN YAVUZ (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın geneli üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz üzere insan hakları konusunda Türkiye’de yürütülen kurumsallaşma çalışmalarının sonucu olarak 21/6/2012 tarih ve 6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu yürürlüğe girmiş ve dolayısıyla Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurularak faaliyete geçirilmişti.

AK PARTİ tarafından kurulan 64’üncü Hükûmetin programında “Çoğulcu, eşitlikçi ve katılımcı demokrasi hedefimiz, Türkiye’yi dünya demokrasileri liginde daha da üst sıralara taşıyacaktır. Temel hak ve özgürlükler alanında uluslararası normlar tüm politikalarımıza esas teşkil edecektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Kamu Denetçiliği Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları Kurumunu etkinleştirecek ve uluslararası düzeyde üstlendikleri, sorumlulukları güçlendireceğiz. Bu alanda uluslararası temel hak mekanizmaları ile mevzuat ve uygulama uyum düzeyini yükselteceğiz.

Yeni dönemde temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerin iç hukuka dâhil edilmesine devam edilecek, özgürlükçü demokratik anlayışla bağdaşmayan şerhler kaldırılacaktır.” şeklinde beyanda bulunmuştuk.

İşte bu çerçevede hazırlanan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı, insan haklarını koruma mekanizmalarının etkinleştirilmesi ana hedefi doğrultusunda mevcut Türkiye İnsan Hakları Kurumunun kurumsal kapasitesinin güçlendirilerek etkinliğinin artırılması ve bu sayede insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, ayrımcılık yasağı ve eşit muameleyle ilgili temel yasal çerçevenin ve kurumsal yapının düzenlenmesi ve dolayısıyla her türlü ayrımcılıkla mücadele edilerek eşit muamele imkânının oluşturulması, işkence ve kötü muameleye karşı ulusal önleme mekanizmasının etkinliğinin ve işlerliğinin artırılması gibi sebeplerle mevcut İnsan Hakları Kurumu zikrettiğimiz bu üç ana sorumluluk alanını da kapsayacak şekilde İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu olarak yeniden yapılandırılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarı, ulusal insan hakları kurumlarına ilişkin Birleşmiş Milletler Paris Prensipleri, ilgili Avrupa Birliği müktesebatı ve Avrupa Birliği üyesi ülke uygulamaları başta olmak üzere, uluslararası örnekler dikkate alınarak hazırlanmıştır. Tasarının üç ana sütununu ayrımcılık yasağıyla ilgili hükümler, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun teşkilatına ilişkin düzenlemeler ile başvuru ve inceleme usulleri oluşturmaktadır. Tasarıyla ayrımcılığın temelleri, türleri, kapsamı ve istisnaları Avrupa Birliği müktesebatına ve Avrupa Konseyi belgelerine uyumlu olarak düzenlenmektedir. Ayrımcılığın konusu hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanma olarak belirlenirken ayrımcılığın temelleri de cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, felsefi ve siyasi görüş, etnik köken, servet, doğum, medeni hâl, sağlık durumu, engellilik, yaş şeklinde düzenlenmekte, böylece hak ve hürriyetlerden yararlanmayı sayılan temellere dayalı bir davranış ve uygulamayla hukuka aykırı şekilde engellemenin ayrımcılık oluşturacağı hükme bağlanmaktadır.

Kanun tasarısının gerek tali komisyon olarak Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda ve gerekse asli komisyon olarak İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda görüşülmesi esnasında muhalefet partili milletvekillerinin en fazla eleştirilerinin tasarının 10’uncu maddesindeki kurulun oluşumuyla ilgili olduğunu gördük. Muhalefet partileri özellikle kurul üyelerinden 3’ünün Cumhurbaşkanınca, 8’inin ise Bakanlar Kurulu tarafından görevlendirilmesine dönük yoğun eleştirilerde bulundular ki bu eleştiriler Genel Kurulda da gördüğünüz üzere devam ediyor. Kurul üyelerinden 3’ünün Cumhurbaşkanınca, 8’inin ise Bakanlar Kurulu tarafından görevlendirilmesinin Avrupa Birliği standartlarına uygun düşmeyeceğini iddia ettiler. Oysa, Avrupa Birliği ülkelerinin uygulamalarına baktığımızda, bu eleştirilerin son derece yersiz ve son derece gereksiz olduğunu görüyoruz.

Örneğin, bizim Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu olarak oluşturacağımız kurum, Almanya’da “Ayrımcılıkla Mücadele Ofisi” olarak kurulmuştur. Bakınız, Almanya’da Ayrımcılıkla Mücadele Ofisinin Başkanını Alman Federal Hükûmetinin önerisi üzerine aile, yaşlılar, kadınlar ve gençlerden sorumlu Federal Bakan atamaktadır. İsveç’te ise bu kurum “Eşitlik Ombudsmanı” olarak adlandırılmaktadır. Kurumdan sorumlu ombudsman Hükûmet tarafından atanmakta olup, kurum çalışanları da ombudsman tarafından belirlenmektedir. İsterseniz Hollanda örneğine bakalım; Hollanda’da da bu kurum bizdeki isme benzer olarak, “İnsan Hakları Kurumu” olarak anılmaktadır. Kurum, 1 başkan ve 2 başkan yardımcısı dâhil olmak üzere en az 9, en fazla 12 üyeden oluşmaktadır. Kurum üyeleri Adalet Bakanının teklifi üzerine Kraliyet kararnamesiyle atanıyor. Bakınız, Hollanda’da tüm üyeler sadece Adalet Bakanı tarafından önerilmesine rağmen, Hollanda’da bu eleştiri konusu olmuyor ama bizde her nedense kurul üyelerini Bakanlar Kurulunun ve Cumhurbaşkanının belirleyecek olması yoğun bir eleştiri konusu olabiliyor. Son olarak Fransa’ya bakalım; orada da kurumun ismi “Hak Savunucusu” olarak belirlenmiş. Kurumun başkanı olan hak savunucusu Fransa Cumhurbaşkanı tarafından altı yıllığına atanmaktadır. İşte tüm bu örnekler muhalefet milletvekillerinin “Kurul üyeleri nasıl olur da Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından atanır? Bu belirleme tarzı Avrupa Birliği standartlarına aykırıdır.” şeklindeki eleştirilerinin haksız, yersiz ve gereksiz olduğunu çok açık bir biçimde bize gösteriyor.

Avrupa’nın birçok ülkesinde sadece bakana, sadece kabineye, sadece krala veya sadece cumhurbaşkanına verilen yetki, bizde Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanına verildiğinde her nedense kıyametler kopuyor. Bu muhalefet tarzını gerçekten anlamak mümkün değil. Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunda sadece bir bakanın, sadece hükûmetin veya sadece cumhurbaşkanının kullandığı yetkiyi bizim muhalefet, hem de mesele bu kadar netken “Batı standartlarına aykırı.” diyerek acımasız bir şekilde eleştirebiliyor.

Milletimizin helal oylarıyla seçilmiş bir Hükûmetin ve yine milletimizin büyük bir teveccühüyle yüzde 52 oy alarak seçilmiş bir Cumhurbaşkanının Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kuruluna seçilecek üyeleri seçmesinden, Allah aşkına, daha doğal ne olabilir? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; inşallah siz değerli milletvekillerimizin oylarıyla kabul edilip yasalaşacak olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu, Türkiye’de yeni ve güçlü bir yapının oluşmasını sağlayacaktır.

Bu kanunun ülkemiz açısından hayırlı olmasını diliyor, bir kez daha yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yavuz.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, sayın konuşmacı muhalefetin konuşmasıyla ilgili bir eleştiride bulundu.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Ne eleştirisi?

VELİ AĞBABA (Malatya) – Atamayla ilgili. Bu konuda sataşmadan söz almak istiyorum.

BAŞKAN – Hangi cümlesiyle sataşmada bulundu Sayın Ağbaba?

VELİ AĞBABA (Malatya) – “Şu muhalefet tarzına bakın. Kurulun üyelerinin atanması…” şeklinde, küçümseyerek…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – O eleştiri, sataşma değil.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Ağbaba. (CHP sıralarından alkışlar)

Lütfen, yeni bir sataşmaya meydan vermeyiniz.

Süreniz iki dakikadır.

X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Sakarya Milletvekili Ali İhsan Yavuz’un 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi, İnsan Hakları Kurulunun yapısıyla ilgili görüşlerini yineliyor ve bunun çok önemli olduğunu düşünüyor.

Şimdi, sayın konuşmacı “Avrupa’da bazı ülkelerde kral atıyor, kraliçe atıyor; Fransa’da Devlet Başkanı atıyor.” gibi bir cümle kullandı. Şimdi, değerli arkadaşlar, oradaki ülkelerin hepsi Paris Anlaşması’na uyan ülkeler. Bu anlaşmada ne diyor? Siz de çok iyi biliyorsunuz ki bakın, bu benim oluşturmuş olduğum veya partime ait görüşler değil, bu, Avrupa’da bütün ülkelerin imzalamış olduğu bir anlaşma. Şimdi, “Paris Prensipleri” dediğimiz ve sizin hazırlamış olduğunuz kanunun gerekçelerinde sıkça vurgu yaptığınız bu gerekçeye göre diyor ki: “İnsan hakları, ırk ayrımcılığına karşı mücadeleyle ilgili sivil toplum kuruluşları, sendikalar, örneğin hukuk örgütleri, hekim, gazeteci, bilim insanlarını bir araya getiren sosyal ve meslek kuruluşlarından seçilir.” Allah aşkına, bilmiyorsam öğreneyim, örneğin, bir tane barodan veya bir tane hekim odasından, tabip odasından bir tane kimseyi atadınız mı? Bakın, değerli arkadaşlar, bu konuda siciliniz belli, geçmişiniz belli. Biz diyoruz ki eğer samimiyseniz, bu kurulun bu yapısıyla insan hakları ihlallerini araştıramazsınız, çözüm bulamazsınız. Hatırlarsanız, siz de Komisyondaydınız, bakın, İnsan Hakları Derneği konuştu, MAZLUMDER konuştu, buna benzer örgütler konuştu ve bu kanun yaklaşık iki saatte Komisyondan geçti değerli arkadaşlar. Şimdi, muhalefetin bütün söyledikleri mi yanlış, bütün söylediklerimiz yanlış mı bizim bunlarda? Yani, diyoruz ki bakın, Paris Prensiplerine uyun, Paris Prensiplerinde ismi yazılan insanları atayın ve Avrupa ülkeleri de bu demokratik kitle örgütünden süzülüp gelen insanları atıyor yani amcamın oğlunu atamıyor, siyasi akrabalarını atamıyor, milletvekili adayı olmuş da yer bulamamış insanları atamıyor, tamamen objektif biçimde sivil toplumdan gelen insanları atıyor.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ağbaba.

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı (1/596) ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN – Tasarının tümü üzerinde siyasi parti grupları ve şahıslar adına yapılan konuşmalar sona ermiştir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Karar yeter sayısı talep ediyorum.

BAŞKAN – Şimdi yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sorulara başlıyorum.

Karar yeter sayınızı maddelere geçerken arayacağım Sayın Özel.

İlk soru, Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, burada ayrımcılıkla ilgili, Anayasa’mızın 10’uncu maddesinde “mezhep” kavramı var. Diyor ki: Eşitliği bozan hususlar… Burada “mezhep” kavramı yok. Bir de, aynı zamanda, ayrımcılıkla ilgili tek tek sayılmış, “ve benzeri” ibaresi yok.

Takdir edersiniz, Anayasa’mızda, uluslararası sözleşmelerde “...ve benzeri sebeplerden dolayı ayrım yapılamaz.” diyor. Hâlbuki, bu getirilen tasarıdaki bu hüküm acaba bu sözleşmelere aykırılık teşkil etmiyor mu veya bu ileride bayağı sorun yaratmayacak mı? 3’üncü maddede bu geçiyor.

Yine, aynı şekilde, 7’nci maddenin (b) fıkrasında “sadece belli bir cinsiyetin istihdamını zorunlu kılan durumlar…” denilmektedir. Yani burada “İstisnai durumlarda ayrımcılık yapılabilir.” yazıyor. Bu, Anayasa’mızın 10’uncu maddesindeki pozitif ayrımcılığa aykırı değil mi? Yani diyelim ki bir iş yeri “Ben sadece erkekleri çalıştırıyorum, kadınları işe almıyorum.” dediği zaman, bu getirilen tasarının 7’nci maddesinin (b) fıkrası buna imkân veriyor mu?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Zeybek, buyurun.

KEMAL ZEYBEK (Samsun) – Sayın Başkan, Samsun merkez ve ilçelerinde içme sularının kirliliği birincil, öncelikli sorunlardandır. Özellikle Havza, Vezirköprü, Lâdik, Kavak, Alaçam, Terme, Bafra ilçelerinde sular içilebilir olmayıp, özellikle yağışlı günlerde musluklardan çamurlu sular akmaktadır. Suların kirliliği insan sağlığını bozduğu hâlde, ekonomik gücü olmayan insanlar istemeyerek musluklardan akan sudan içmektedir. İlçe belediyeleri önlem almamakta veya arıtmasız, kirli suları arıtmış gibi ücret almaktadırlar. Sağlık Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı görevlerini, bu konudaki sorumluluklarını gerektiği gibi yerine getirmeyip kendi siyasi düşüncelerindeki AKP belediyelerini korumaktadır.

Yetkilileri Türkiye Büyük Millet Meclisinden uyarıyoruz. Görevinizi yapmıyorsunuz, halkın sağlığıyla oynuyorsunuz. İleriki günlerde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tüm…

MEHMET TÜM (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Balıkesir ilinde görevden alınan okul müdürleri mahkemeyi kazanmalarına rağmen çıkarılan yeni yönetmelik gerekçe gösterilerek komisyona havale edilmekte ve komisyon bu öğretmenleri yeniden değerlendirmeye tabi tutarak göreve döndürmemektedir.

Balıkesir’de mahkemeyi kazanan ancak komisyona havale ettiğiniz kaç öğretmen var?

Bu komisyonlar tarafından olumlu görüş verilerek müdürlük görevlerine atanan var mıdır?

Mahkeme kararlarını yönetmelikler çıkararak uygulamamak hukuku yok saymak değil midir?

Mahkeme kararları, yönetmelik yok sayılabilir mi?

Görevden alınan okul müdürlerinin çoğunun EĞİTİM SEN, EĞİTİM İŞ üyesi olması tesadüf müdür?

BAŞKAN – Sayın Ağbaba…

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, öncelikle, biliyorsunuz İnsan Hakları Kurumu Kanunu’nu görüşüyoruz. Tabii, konuşmacıları sayın ilgili bakan dinlemedi bari sorulan sorulara ilgili bakan cevap versin lütfen, yani bunu rica ediyoruz. Meclise biraz saygı varsa, sorulan sorulara biraz saygı varsa lütfen ilgili Bakanın bu sorulara cevap vermesini istiyoruz. Bu bile milletvekilinin haklarına, yani insan haklarına aykırı bir durum. İnsan Hakları Kanunu konuşulurken bir başka bakanın burada sorulara cevap vermesini kabul etmediğimizi, doğru bulmadığımızı söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Aydın…

ERKAN AYDIN (Bursa) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; hepinizin kamuoyundan yakından takip ettiğiniz gibi, 31 Mart Perşembe günü saat 17.00’de Türk Eczacıları Birliği ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Sosyal Sigortalar Kurumunun ilaç alım protokolü sona ermektedir. Türkiye’de eczanelerin yüzde 54’ü yoksulluk sınırının da altında bir gelirle, neredeyse tamamı kredi borç sarmalıyla ayakta durmaya çalışmaktadır. Eczacıların ekonomik iyileştirme talebinin karşılanması bir lütuf olmayacak, hayati önemi haiz olan ilaç temininin devamı açısından çok önemlidir. Daha önce sizin Bakanlığınızda da bu tür sıkıntılar olmuş ve aşılmıştı. Biz bugün, eczacılar adına bu görüşmelerin olumlu tamamlanarak halkımızın eczanelerden ilaç almaya devam etmesini istiyoruz; aksi takdirde, 1 Nisan günü kendi ceplerinden para ödeyerek ilaç almak zorunda kalacaklardır. Bu konunun da ivedilikle çözüme kavuşturulmasını talep ediyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tarhan…

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) – Sayın Bakanım, Balıkesir Milletvekilimizin sorduğu soru doğrultusunda, biz de Kocaeli’de özellikle okul müdürlerinin mahkemeyi kazanmalarına rağmen göreve hâlâ dönmedikleri, Türkiye’de yaklaşık 8 bin okul müdürünün görevden alınarak farklı bölgelere yönlendirildiği… Onun için, bu okul müdürlerinin mahkemeyi kazanmalarına rağmen görevlerine dönmeleri konusunda çözüm ne zaman olacaktır diye soruyorum.

BAŞKAN – Sayın Atıcı…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, valilikler bünyesinde il insan hakları kurulları vardı. Ben de Mersin Tabip Odası Başkanı olarak bu kurulun bir üyesiydim. Bu kurulun bir tek görevi vardı Sayın Bakan, o da insan haklarını ihlallerini örtbas etmekti. Şimdi, Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanı tarafından atanan kurul ülke genelindeki insan hakkı ihlallerini örtbas etmeyecek mi? Bana göre bu kurulun bir tek görevi olacak, o da kendi dünya görüşü dışındaki her şeyi ihlal sayıp bunun dışındakileri de, yapılan ihlalleri de örtbas etmek olacak. Umarım zaman beni yanlış çıkarır, umarım insan hakkı ihlalleri gerçekten layıkıyla araştırılır.

BAŞKAN – Sayın Altaca Kayışoğlu…

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı da, tabii, en temel insan haklarındandır. Bursa’da, Yalova yolunda uzun ömürlü ağaçlar kesilmiştir. Zaten yeşil alan çok fazla kalmadı. Neden kesildi, yeşili neden koruyamıyoruz?

İkincisi, meslek liseliler mağduriyetleri konusunda bir çözüm bekliyorlar ek puanın kaldırılmasıyla ilgili. Bununla ilgili bir çözüm öneriniz var mıdır?

Teşekkürler.

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, burada 4’üncü maddedeki ayrımcılık türlerinin arasında, 1’inci fıkranın (c) bendinde çoklu ayrımcılık var, bunu ayrımcılık olarak görüyor. Doğrudan ve dolaylı ayrımcılık da var ama çoklu ayrımcılığın tam zıttı olan tekli ayrımcılık yasaklanmamış mesela. Yani, burada, bu ayrımcılık türleri arasına “ve benzeri şekilde” veya “ve benzeri” ibaresinin konulmasında yarar var. Kanun tekniği açısından bunun tahdidi olarak sayılması ileride doğabilecek olan suistimallere yol açmayacak mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Zeybek…

KEMAL ZEYBEK (Samsun) – Sayın Başkanım, Sayın Bakanım burada. Samsun Lâdik Derinöz Barajı’na bağlı sulama alanında Çamlıköy sulama göletinin kanallarının geçtiği ilk köy olmasına rağmen, 2007 yılından bu yana takip edilen bir süreç içerisinde 200 dekarlık bir alanın sulanmadığını ve sulanabilir bir proje içine alınmadığını ve burayı kasten bu projeye almadıklarını ve burada negatif bir ayrımcılık yapıldığını görüyoruz. Bunların bir şekilde durdurulup yeniden o köyün, Çamlıköy arazisinin sulanabilir bir hâle getirilmesini arzu ediyoruz.

BAŞKAN – Sayın Yılmaz Tezcan…

YILMAZ TEZCAN (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, tabii -bir hekim olarak- tabip odaları şimdiye kadar, günümüze kadar meselelere ideolojik yaklaşmaları sonucu hekimlerimizin özlük haklarından tutun diğer hakları istenilen noktaya getirilememiştir. Bu noktada da bir sivil toplum örgütü olan hekimlerin hakkını korumak üzere kurulmuş olan tabipler odasının bugün SGK ile eczacılar arasındaki anlaşma konusunda da devreye girmeleri ve eczacılar ve SGK’nın ilaç konusunda anlaşmaları gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Atıcı…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan “Yasakları kaldıracağız.” diye milletten oy istediniz, oy aldınız ve başa geldiniz. Şimdi, Allah aşkına, bir gün, uçağa bindiğiniz zaman bir Cumhuriyet gazetesi isteyin, okumazsınız ama var mı, yok mu diye bir bakın, bir Sözcü gazetesi isteyin, bir Yurt gazetesi isteyin, acaba uçaklarda bu gazeteleri bulacak mısınız? Şimdi, siz hangi hakla benim haber alma hakkımı kısıtlıyorsunuz? Bu bir insan hakkı ihlali değil mi? Eğer bu kurul kurulursa şimdiden ilk şikâyeti ben yapıyorum. Bu uçaklara bu gazeteleri yüklemeyenleri şikâyet ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Atıcı.

Sorular sona ermiştir.

Şimdi, cevaplar için Hükûmete söz vereceğim.

Buyurunuz Sayın Bakan.

GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Soru soran bütün milletvekili arkadaşlarıma da çok teşekkür ediyorum.

Şimdi, öncelikle tabii ki ilgili bakan arkadaşın, yasadan sorumlu arkadaşın cevap vermesi konusunu değerlendiren arkadaşlara saygı duyuyorum, mutlaka olması gerekiyor ama netice itibarıyla buradaki gerek teamüller gerek mevzuatımız gereği, İç Tüzük’ümüz gereği hükûmeti temsilen bir bakanın olması aslolandır. Dolayısıyla, böyle bir ayrımı da doğru bulmadığımı ifade ediyorum.

Ayrıca, Sayın Ağbaba tecrübeli bir siyasetçidir. Burada konuşmasını da ben dikkatle izledim. Konuştuğumuz konu haklar konusu. İnsan hakları son derece önemli. Bununla ilgili bir düzenleme yapılıyor. Bu düzenlemeyle, var olan Türkiye İnsan Hakları Kurumu daha da geliştirilerek, Avrupa Birliği mevzuatı çerçevesinde dikkate alınarak, daha önce ayrımcılıkla mücadele konusunda yapmış olduğumuz taslak çalışmaları da içine alacak şekilde, daha şümullü diyebileceğimiz bir düzenleme huzurlarınıza getirilmiş bulunuyor. Bu yönüyle konu haklar olduğu için, insan hakları olduğu için önem arz eden bir düzenleme ama bildiğiniz gibi, hayvan hakları önemli değil mi? Ne kadar önemli. Yani, sizi ben kürsüden izlerken hafif yollu böyle istihzayla bana doğru baktınız. Tabii ki bunu art niyetli yapmadığınızı biliyorum ama hayvan hakları çok çok önemlidir, bitki hakları da çok önemlidir.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Onunla da uğraşmıyorsunuz ki.

ORHAN SARIBAL (Bursa) – Cerattepe’ye müdahale etmeyin.

GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Tabii, Cerattepe de çok önemlidir.

Şimdi, bunların hepsi canlı; hayvan, bitki, insan canlı.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, onlarla da uğraşmıyorsunuz ki!

GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Hayvansever derneklerini üzdünüz diye düşünüyorum.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Bravo, buradan bu sonucu çıkardınız!

GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bundan dolayı, hayvana ve doğaya saygısı olmayanın insana saygısı olmaz, bunu ifade edeyim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Onun için, ne bakanlar arasında bir ayrım yapalım ne canlılar arasında bir ayrım yapalım diye ben de latife olması açısından bunu ifade ediyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Artvinlisiniz ya Cerattepe’yi hatırlıyorsunuz, değil mi?

GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Şimdi, efendim, ayrımcılıkla ilgili Sayın Tanal bazı değerlendirmeler yaptı.

Burada “benzeri sebeplerden dolayı” ibaresinin de bulunması gerektiği şeklinde bir değerlendirme yaptınız. Bunu arkadaşlara da söyledim yani teknik olarak gerçekten Anayasa’ya aykırılık teşkil edecek bir durum söz konusu ise, arkadaşlar, yasanın daha geneli üzerinde bir görüşme yapıyoruz, bütün bu maddeler değerlendirmeye tabidir, bunlar ayrıntılı bir şekilde değerlendirilip ilave edilmesi gereken kavramlar, kelimeler söz konusu ise buna açık olduğunu belirtmek istiyorum. Aynı şey, 7’nci maddedeki “zorunlu kılan durumlar”la ilgili ifadenizi de arkadaşlarımız bu çerçevede değerlendireceklerdir. Bir eksiklik söz konusu ise Genel Kuruldaki çalışmaların amacı bunları tamamlamak içindir.

Samsun’da içilebilir su olmadığıyla ilgili veya bazı güzergâhlarda var olan suyla ilgili ifade de bildiğiniz gibi büyükşehir yasası sonrasında büyükşehir bünyelerinde kurulan su birimleriyle -ki SASKİ’dir yanılmıyorsam Samsun’da- orayla ilgili bir durum. Belediye Başkanına bunu bizler de iletmiş olalım. Samsun milletvekillerimiz varsa zaten iletmişlerdir diye düşünüyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Samsun milletvekili sormadı ki soruyu!

GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yani, şu anlamda, Hükûmete sorduğunuz için iktidara mensup arkadaşlarımızın da duyarlılığı açısından söylüyorum, yoksa Samsun milletvekili değildi anlamında bir cevap değil.

Millî Eğitimle ilgili bazı sorular oldu. Okul müdürlerimizle ilgili olarak yargının kararı ve bu kararın uygulanması noktasında ne gibi bir işlem yapıldığını da Millî Eğitim Bakanımıza ileteceğiz, sizlere bilgi arz edecekler, sorularınıza yazılı olarak cevap vermelerini sağlayacağız.

Sayın Aydın, Türk Eczacıları Birliği ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasındaki bir konuyu gündeme getirdiler, “O henüz gerçekleşmedi.” dediler. Yanılmıyorsam ayın 31’inde son buluyor, şu anda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızla Türk Eczacıları Birliğinin teması, çalışmaları uzunca bir süredir devam ettiğini biliyorum. Geçmiş yıllarda da bu konularda çok tartışmalar yaşandı ama netice itibarıyla 24 binin üzerindeki eczacımızın çok önemli hizmetler sunduğu bilinciyle Sosyal Güvenlik Kurumu hep eczacılarımıza sahip çıkmıştır, bugün de bu değerlendirmeler neticesinde yine bir uzlaşıyla sonuçlanacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü bir anlamda bir kamu hizmetidir, son derece önemli bir hizmettir. Ayrıca ilaç konusunda, vatandaşlarımızın ilaca erişimi konusunda dünden bugüne hangi noktalara geldiğimizi de takdirlerinize sunuyorum. İlaç bulmakta, ilaca erişimde ne sıkıntılar vardı, Hükûmetimiz döneminde bunlar ortadan kaldırıldı. Şimdi, “Eczacılarla bir sorun yaşanmasın.” deniyor, dün yaşanmadı, bugün de uzlaşıyla çözüleceğini söylemek istiyorum.

Sayın Atıcı, “Valilikler bünyesinde insan hakları kurulları vardı, insan hakları ihlallerini örtbas etmek içindi.” diye... Şimdi, arkadaşlar, önemli bir yasa gelmiş önümüze ve Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu diye bir kurum yeniden dizayn ediliyor, bu kurulurken buradaki kurulun kimden oluşacağı konusunun bu kadar abartılmasını ben şahsen doğru bulmuyorum. Şimdi, bu kadar önemli bir yasa bence öne çıkarılmalı yani “Kurul bir fonksiyon icra edebilecek mi?” Neyi saklayacaksınız bu dönemde, bu iletişim çağında neyin gizli kalması mümkün? Yani kurulun burada layüsel, keyfî davranması söz konusu değildir. Uluslararası ölçeklerde de baktığınız zaman, ülkelerdeki kurulun oluşumuna baktığınızda bu onlarda da bir sorun teşkil etmiyor. Dolayısıyla, bunun bizde de bir sorun teşkil etmesi söz konusu olmamalı. Kaldı ki yasalar günübirlik, hükûmetler için çıkmıyor ki; çıkan yasalar kalıcı yasalardır, insan ömrüyle filan sınırlı değildir. Yasalar kalacak, insanlar değişecek, cumhurbaşkanları değişecek, başbakanlar değişecek, hükûmetler değişecek ama yasa millet için yapılıyor. Dolayısıyla, orada bu meselenin bu derece öne çıkarılmasını ben şahsen doğru bulmadığımı ifade ediyorum.

Bursa’yla ilgili bir soru vardı. Değerli milletvekilimiz, Bursa’da, Yalova yolunda ağaçların kesildiğini söyledi. Ben Bursa’nın, yeşil Bursa’nın yeşilliğinin gelişmesi konusunda gerek merkezî Hükûmetin gerekse belediye başkanlarımızın yoğun çalışmalarına şahidim. Dolayısıyla, belki, yol, ulaşım ve benzer bir nedenden dolayı, spesifik olarak bilemediğim, eğer birkaç ağacın bu şekilde kesimi söz konusuysa bilin ki bunun onlarca da fazlasının yerine getirilerek bunun yerine getirildiğini, yerel yöneticilerin ve merkezî yönetimin bu konudaki hassasiyetini bir kez daha belirtmek istiyorum.

Samsun’la ilgili, sulanabilir araziyle ilgili... Arkadaşlar, Türkiye’de sulanabilir arazi 8,5 milyon hektar. 8,5 milyon hektarın 6,1 milyon hektarı sulamaya açılmış durumda ama şu anda 3,1 milyon hektar arazi izlenebiliyor. Bu rakamların, izlenebilir oranının daha da artırılması ve bir an önce 8,5 milyon hektarın sulanmasıyla ilgili Devlet Su İşlerimizin yoğun bir çalışması var. Bizim de Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olarak, özellikle sulanabilir arazinin oranının artması konusunda yoğun bir takibimiz ve değerlendirmemiz olduğunu söyleyelim.

Son olarak, Sayın Atıcı, uçak ve gazetelerle ilgili... Mesela, bahse konu bir gazeteyi geçen hafta ben İstanbul’dan gelişte okudum, böyle bir şey bilemiyorum ama yani ben yaşadığım bir şeyi söylüyorum. Dolayısıyla, olayın, bu kadar önemli bir yasanın buralara indirgenmesinin de doğru olmadığını…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum Sayın Bakan, sözlerinizi tamamlayınız.

GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yani bu kadar önemli bir düzenlemeyi konuşurken meseleyi buraya indirgemenin de doğru olmadığını düşünüyorum.

Bütün arkadaşlara teşekkür ediyorum, sağ olun efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Ağbaba…

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkanım, İç Tüzük 69’a göre… İleri sürdüğüm görüşten farklı bir görüş atfetti Sayın Bakan ve beni hedef gösterdi hayvan hakları savunucularına, onunla ilgili iki dakika söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

İki dakika süreyle söz veriyorum.

X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerindeki soru-cevap işlemi sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

VELİ AĞBABA (Malatya) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Tarım ve Hayvancılık Bakanımıza bir iki sözüm olacak benim de.

GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Gıda, Tarım ve Hayvancılık.

VELİ AĞBABA (Devamla) – Önce bu, çevre haklarıyla ilgili, Sayın Bakanın doğduğu, büyüdüğü topraklardaki Cerattepe’yle ilgili düşüncelerini geçmişte biliyorduk, acemiliğinde; şimdi ustalığında ne düşünüyor onu merak ediyoruz. Bütün Artvin’in, bütün Karadeniz’in, hatta bütün insanlığın karşı çıktığı, sadece bir yandaşı zengin etmek uğruna bütün Artvin’in, o Kafkasör’ün güzel doğasını yok etmek konusunda ne düşündüğünü Sayın Bakanın merak ediyorum.

Şimdi, dedi ki: “Hayvanların da hakları vardır.” Tabii ki hayvanların da hakları vardır. Sayın Bakan, geçtiğimiz dönem bizim İstanbul Milletvekilimiz Sayın Melda Onur bununla ilgili bir çalışma yaptı, kanun teklifi verdi. Bununla ilgili sivil toplum kuruluşlarının, hatta AKP’nin de görüşü alındı, bir aşamaya gelindi, maalesef bu yasa çıkarılamadı. Şimdi, bu dönem bizim Genel Başkan Yardımcımız Sayın Zeynep Altıok da bununla ilgili kanun teklifleri verdi, yine bir gelişme yok.

Şimdi, siz büyük konuştunuz Sayın Bakan. Size burada “Hodri meydan.” diyorum ve burada bir söz vermenizi istiyorum. Bu hayvanlarla ilgili hakların çıkarılmasıyla ilgili biz açık çek veriyoruz; buradan söz verin, eğer çıkarmazsanız, hayvanseverlerin söylediği gibi, sözünden döneni kediler patilesin.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ağbaba.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Atıcı…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan, benim 2 soruma da cevap verirken Sayın Bakan, bu kadar önemli bir konu konuşulurken benim olayı basite indirgediğimi, hiç konuyla alakalı şeyler sormadığımı söyleyerek bana sataşmıştır, izin verirseniz…

BAŞKAN – Sayın Atıcı, burada bir sataşma yok.

Şimdi…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – O zaman Sayın Bakan sözünü geri alsın efendim. Ben olayı indirgemiyorum. Yani ben konuşma heveslisi değilim ama… Yakışmamıştır kendisine.

BAŞKAN – Tutanaklara geçmiştir Sayın Atıcı.

Teşekkür ediyorum.

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı (1/596) ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN – Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Karar yeter sayısı istiyoruz.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı talebi vardır; dolayısıyla. oylamada karar yeter sayısını arayacağım.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler…

Kâtip üyeler arasında anlaşmazlık olduğundan oylamayı elektronik cihazla yapacağım.

Oylama için iki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı vardır, maddelere geçilmesi kabul edilmiştir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, yerimden pek kısa bir söz talep ediyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Özel, mikrofonunuzu açıyorum.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

12.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmetin konuşma yapmamasını garipsediğine ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkanım, bir durumu kısaca tespit etmek istiyoruz. Bu kadar önemli bir kanun görüşülüyor ve İç Tüzük bu kanunun görüşülmesiyle ilgili geneli üzerinde iktidar partisi grubuna yirmi dakika ve hükûmete de yirmi dakika konuşma hakkı vermiş ve bir tasarı var ve eksik müzakereden ve tasarı Meclise iyi anlatılamadığından, kamuoyunda yeterince tartışılamadığından dünya kadar eleştiri alınırken, iktidar partisi grubuna hadi bir şey demeyeceğim yani o da çok manidar ama Hükûmet tarafından tasarının tümü üzerinde konuşmayı tercih etmemeleri, bilgi vermemeleri, bunu savunmamalarını açıkçası garipsediğimizi ifade etmek isterim.

Söyleyeceklerim bundan ibaret.

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özel.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, ben de İç Tüzük 60’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN –Sayın Baluken, buyurun, sizin de mikrofonunuzu açıyorum.

13.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Hükûmetin elinde yurttaşların güvenliğini tehdit edecek bilgiler varsa bunun kamuoyuyla paylaşılması gerektiğine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, bugün basına yansıyan bazı haberlerde Amerika Birleşik Devletleri’nin, Adana, Muğla ve İzmir’de bulunan vatandaşları için o bölgeyi terk etme, o bölgeyi bir an önce boşaltma şeklinde çağrılar yaptığı yazılıyor. Ve bu haberler ciddi, Pentagon’daki bazı kaynaklara ve İnternet sitelerine dayanılarak bu haberlerin servis edildiğini biliyoruz. Bu kaynaklar özellikle Türkiye Hükûmetinden almış oldukları bilgiler doğrultusunda böylesi bir çağrı yaptıklarını ifade ediyorlar. Yine, birkaç gün önce de bu yönlü, İsrail Devleti’nin kendi vatandaşlarına yönelik bir güvenlik çağrısı vardı, Türkiye’de yaşayan yurttaşlarına yönelik. Sayın Bakan da buradayken, bu konuda Hükûmetten Meclisi bilgilendirme açıklaması beklediğimizi ifade etmek istiyorum. Eğer ortada gerçekten bu düzeyde ciddi bir güvenlik problemi varsa, Hükûmetin elinde mevcut istihbarat bilgileriyle bütün yurttaşların güvenliğini tehdit edecek olan bilgiler varsa bunun sadece diğer ülke hükûmetleriyle paylaşılması değil aynı zamanda Türkiye kamuoyu ve Türkiye halklarıyla doğal olarak paylaşılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunu şundan dolayı önemsiyoruz: Son, İstiklal’de patlayan bombalardan önce de özellikle bazı yabancı istihbarat servislerinin vermiş olduğu bilgiler vardı ve bu doğrultuda bazı ülkelerin de kendi konsoloslukları ya da elçiliklerine o günlerde kapalı olması yönünde gönderdiği talimatlar vardı. Şimdi bunlar dikkate alınmamıştı, hatta hatırlarsanız İstanbul Valisinin mevcut tutumu da bu bilgilerin tamamını yalanlayan bir pozisyondaydı. Ancak İstanbul Valisi bu bilgileri yalanlarken biz İstiklal Caddesi’nde bombaların patladığına tanıklık ettik ve acı bir fatura çıktı bütün halklarımızın önüne. Şimdi dolayısıyla yeni bir durum varsa ve bu yönlü, üst perdeden ve Türkiye Hükûmetine dayanılarak paylaşılan bilgiler varsa Hükûmetin mutlaka Meclisi ve tüm Türkiye kamuoyunu bilgilendirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Sayın Bakan da olabilir ya da ilgili bir bakan hızla Meclise çağrılıp bu konuda bir bilgilendirme yapabilir. Bu, sanırım Türkiye kamuoyunu da en azından belli konularda ya uyarır ya da rahatlatır. Bu bilgiyi edinme hakkını kendi yurttaşlarımızdan esirgemememiz gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

Sayın Çakır, sizin de söz talebiniz olduğunu görüyorum.

Buyurunuz.

14.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Manisa Milletvekili Özgür Özel’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Görüştüğümüz kanun üzerinde CHP Grup Başkan Vekili Sayın Özgür Özel’in aktardıkları doğrusu haksızlıktır ve gerçeği yansıtmamaktadır. Zira bu kanunun önemine binaen biz bu kurumu ihdas etmeyi, mevcut kurumu revize etmeyi bir kanun tasarısı şeklinde buraya getirdik ve komisyonda tartışıldı. Yeterince tartışılmıştır, tartışılmamıştır bu da ayrı bahis. Ama bununla birlikte tasarı Genel Kurula indikten sonra hâlâ gelen birtakım sorular, talepler karşısında da duyarlılığımızı, eleştiriye ve katkıya açık olduğumuzu göstermek bakımından Sayın Bakanla burada grup başkan vekilleri olarak müzakere yaptık ve Sayın Bakanı âdeta koltuğundan kaldırdık, arka tarafa geçtik ve müzakerelere bir anlamda devam ediyoruz orada. Sayın Özgür Özel de bu müzakerelerin bir kısmına katıldı, Levent Bey katıldı. O kadar ki, oradaki tartışma bitmediği, sonlanmadığı için CHP’li konuşmacı hatibin konuşmasını yapabilmesi için de ara verdik. Yani, bu kadarını da söyleyeyim. Şimdi, bu konuya göstermiş olduğumuz bu kadar duyarlılık ve hassasiyetten sonra bu tür eleştirileri yapmak doğrusunu söylemek gerekirse haksızlık, hakkaniyetsizliktir.

Kaldı ki eğer Sayın Özel hâlâ istiyorsa, yeterince tartışma yapılmadığını düşünüyorsa… Bakanın konuşması, Hükûmetin konuşması, yahut iktidar partisinin geneli hakkında konuşması kendi takdiridir. Bu, Özgür Özel’in yahut bir başka grup başkan vekilinin yahut milletvekilinin, üçüncü bir kişinin takdiri değildir, buna biz karar veririz. Ama buna rağmen hâlâ bu konuda Sayın Özel yeterli tartışma yapılmadığına inanıyorsa İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre yeniden görüşmelerin devam etmesine ilişkin bir önerge verir, onun üzerine de devam ederiz. Buna ilişkin bir görüşme talebi de bulunmadıktan sonra bunu söylemek, doğrusunu söylemek gerekirse abesle iştigaldir.

Teşekkür ederim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Devam edelim, ortak önerge verelim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – İzin verir misiniz efendim?

BAŞKAN – Sayın Özel, buyurun.

15.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, hoşgörünüzü daha fazla da zorlamak istemiyorum, çok imkân tanıyorsunuz bizlere ama şunu açıkça söylemek gerekir: Bir kez, Meclis Genel Kurulu esastır. Görüşmeler başladığında zaten yaptığımız uyarılar demek ki haklı ki şu anda bir masa kuruldu, sağ olsun Sayın Bakan da orada, arkadaşlarımız da orada. Ama bir yandan da Meclis Genel Kurulunun belki de çok köklü değişikliklere uğrayabilecek bir yasa tasarısı üzerinde söz hakları tükeniyor, öbür taraftan, Sayın Bakan çıkıp da getirdiği teklifi etraflıca, yirmi dakika süreyle bunu anlatma imkânı da bulamıyor. Oysa böyle bir ısrara gerek yok. Hemen şimdi anlaşabiliriz. Zaten tümü üzerinde görüşmeler artık tamamlandı, maddelerine geçildi. Parlamento çalışmalarını -zaten herkes yorgun- salı günü tamamlar ama Sayın Bakan ile arkadaşlarımızın yaptığı çalışmalar sürer, biz de katkı sağlarız; yarın da gelinen noktadan hem de bir kör döğüşü olmadan somut üzerinden müzakereler devam eder. Ama Sayın Grup Başkan Vekilinin İç Tüzük’ün ilgili maddesine atfen yaptığı yaklaşım önemlidir, o zaman buyursunlar madem “Devam ederiz.” diyor, ortak önergeye imza atmaya hemen hazırım, bekliyorum önergeyi müzakerelerin sürmesi için.

Teşekkür ederim.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Ona Genel Kurul karar verir.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Hep beraber karar veririz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, bu konuyla ilgili ben de birkaç cümle…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

16.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Meclis kürsüsünden bilgi alma hakkının Hükûmet tarafından açık bir şekilde ihlal edildiğine ve yapılacak yasal düzenleme uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu için ihtiyacı karşılayamayacağına ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Tabii, doğru bir yöntem ve tartışma mekanizması oluşturmadığınız zaman, Genel Kurul tartışmaları devam ederken de “istişare” adı altında, aslında Genel Kurulun bilgi edinme hakkını da bir şekilde elden çıkarmış olursunuz. Şimdi, hem Sayın Bakan hem de iktidar partisinin Komisyon üyeleri keşke bu istişare sürecini Komisyon aşamasında işletmiş olsalardı. Komisyon aşamasında muhalefetten gelen tek bir önergeyi dikkate almadılar. İnsan hakları kuruluşlarının ya da sivil toplum örgütü temsilcilerinin getirmiş olduğu hiçbir öneriyi dikkate alarak…

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Aldılar efendim, aldılar.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – …orada bir tartışma yürütmedikleri için o insan hakları kuruluşlarının birçoğu toplantıyı terk etti. Hatta, tartışmanın belli bir kısmından sonra -en azından kendi partim adına söyleyeyim- muhalefet parti üyelerinden de toplantıyı terk edenler oldu. Dolayısıyla, komisyon aşamasında gelen her öneriye kapalı olmak, oradaki hiçbir önergeyi dikkate almamak, gelen sivil toplum örgütleri ya da insan hakları kuruluşlarının getirmiş olduğu hiçbir öneriyi kendi çalışmasına katmamak, en başından beri yanlış bir yöntemdir. Şimdi, bütün bunlar yapılmadığı zaman, işte, “Genel Kurul da çalışmasına ara vermeden bir taraftan çalışsın, bir taraftan da biz arka tarafta bir istişare yürütelim.” dediğiniz zaman, orada tabii ki ciddiyet ve samimiyetle ilgili bir sorgulama ortaya çıkar. Nitekim, Genel Kurulda, bu komisyondaki tartışmaları takip edemeyen birçok milletvekili var. Mesela, benim grubumdaki milletvekillerimin birçoğu, birçok arkadaşımız, AKP’nin uyguladığı hukuk dışı sokağa çıkma yasaklarının olduğu illerdeki insan hakları ihlallerini takip etmek üzere orada halkımızla birlikte bulunuyorlardı ve bu tartışmayı, bu komisyondaki tartışmaları takip etme şansına sahip olmadılar ama Genel Kurulda görüşülürken “İktidar partisi grubu bu yasa tasarısıyla ne getiriyor?” ya da “Hükûmet bu yasa tasarısıyla neyi hedefliyor?” şeklinde bir yaklaşımı, bir perspektifi, bir sunumu merak ediyorlar. Yani, milletvekili arkadaşlarımızın bu konuda Hükûmetten ya da iktidar partisinden direkt birinci ağızdan ve Meclis kürsüsünden tutanaklara geçecek şekilde bilgi alma hakkının burada Hükûmet ve iktidar partisi grubu tarafından açık bir şekilde ihlal edildiğini belirtmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, toparlayınız lütfen Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Toparlıyorum hemen.

Diğer taraftan, bu istişareye başvurma ihtiyacı da iktidar partisi grubunun ya da Hükûmetin muhalefetten gelen önerileri dikkate almak yerine, muhalefetten gelen eleştirilerin doğruluğu üzerinden şekillendiğini belirtmek istiyorum. Biz, Anayasa 90’a aykırı olduğu için, Türkiye’yi bağlayan uluslararası sözleşmelere aykırı bir düzenleme yapıldığı için, yapılacak yasal düzenlemenin ihtiyacı karşılayamayacağını, hem AB açısından hem Birleşmiş Milletler açısından da belli akreditasyon süreçlerinden geçemeyeceğini ifade ettik.

Yine, mali özerklikle ilgili birtakım eleştiriler yapıldı. Yani, muhalefetin önerilerini istişare etmekten çok, bu uluslararası mekanizmalarda yapılacak yasal düzenlemenin karşılık bulmamasından kaynaklanan bir ihtiyaçtan dolayı bir istişareye başvurmuşlardır. Bunu da böyle tutanaklara geçirmek istedim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Komisyonun söz talebi var.

Buyurunuz.

17.- İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu’nun, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – Evet, şimdi, Sayın Başkan, vaktinizi fazla zorlamak istemiyorum.

Teşekkür ediyorum.

Kısaca bilgi vermek istiyorum çünkü burada bazı bilgiler verdik. Bunlar, sonuçta, orada bulunan arkadaşlar açısından da herhâlde şaşkınlıkla karşılanmış olması gerekir.

Bir arkadaşımız “Bir buçuk saatlik bir görüşme oldu.” dedi. Orada bulunan arkadaşlar biliyorlar ki enine boyuna bütün meseleleri tartıştık. Bir buçuk saat değil, en az yedi saatlik bir tartışma yaptık Komisyonda.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – O kadar uzun sürmedi Sayın Başkan.

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – İkinci husus: Madem öyle bir durum oldu, biz arkadaşlarımızın önerilerini de dikkate alarak 9 maddede değişiklik yaptık, bunu hep birlikte Komisyon üyeleri olarak yaptık.

Diğer bir husus: Sayın Baluken “Vekillerin önerileri bile dikkate alınmadı.” diye ifade ettiler. Oysa ilginç olan şu: Kendi grubuna mensup olan arkadaşlar, verdikleri yazılı önergeleri bile müzakere edilmeden çıkıp çekip gittiler. Dolayısıyla, onların verdikleri müzakereleri de ilgili arkadaşlar olmaksızın biz orada değerlendirdik, onları da karara bağladık. Yani, Komisyon bu konuda üzerine düşeni yapmıştır.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yeneroğlu.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Hangi grubu kastediyorsunuz?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, tabii, Sayın Başkan açıklaması sırasında açık bir şeklide grubumuza sataşmada bulunmuştur. Yani, önergeler dikkate alınmasına rağmen hem burada yanlış bilgi verdiğimizi hem de gereksiz yere Komisyonu terk ettiğimizi ifade ederek grubumuzu zan altında bırakmıştır.

Sataşmadan söz istiyoruz.

BAŞKAN – Sayın Baluken, tutanakları isteyeceğim, ona göre talebinizi değerlendireceğim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, ama…

BAŞKAN – Ben konuşmanın genel silsilesi içerisinde bir sataşma görmedim ama atlamış olabilirim, dikkatimden kaçmış olabilir.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, komisyon üyelerimizi…

BAŞKAN – Tutanakları getirteceğim, değerlendireceğim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Peki o zaman.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkanım, Sayın Komisyon Başkanımız bu çalışmanın yedi saat sürdüğünü söyledi. Yedi saat sürmedi. Tam tutanak tutuldu, getirebiliriz, üç saatten fazla sürmedi Sayın Başkanım, o da hatta… Yani orada, gelen sivil toplum örgütlerinden konuşmacılar da vardı. Biz ısrarla dedik ki: “Alt komisyon kurulsun, üniversiteden görüşler alınsın, en azından Adalet Komisyonundan, Anayasa Komisyonundan görüşler gelsin.” Maalesef, oy sayısıyla bu görüşülmeden bu şekilde geçti. Yani çok ayrıntılı müzakeresi yapılmadı.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal, tutanaklara geçmiştir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, şimdi, biraz önce Komisyon adına söz alan değerli temsilci, Komisyon sözcüsü şu ifadeyi kullandı -kendisi burada olduğu için- dedi ki: “Öyle ki muhalefet partileri verdikleri önergelerin akıbetlerini dahi takip etmeden çekip gittiler, yokluklarında işlem yaptık.” Bundan hangi grubu kastettiklerini açıklarlarsa…

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – Allah aşkına! Çok açık ve net bir biçimde söyledim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hangi gruptu?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Hangi grubu kastediyorsun?

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – Çok açık Sayın Başkan…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sataşma olduğunu şimdi duydunuz o zaman.

BAŞKAN – Bir saniye sayın milletvekilleri, tutanakları getirteceğimi ifade ettim, Sayın Özel de Sayın Komisyona bir soru sormuştur, onların hepsini değerlendireceğim…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, yalnız şöyle bir durum var: Demin ben, hani “Sataşma için tutanakları bekleyelim.” derken sizin “Ben açıklamayı yeterince takip edemedim, dikkatimden kaçmış olabilir.” sözünüze saygımdan dolayı böyle bir tavır sergiledim. Ama şimdi Sayın Komisyon Başkanı, Sayın Özgür Özel’in sorusu üzerine açık bir şekilde “Ben HDP Grubunu kastettim.” deyince ve…

BAŞKAN – Bir saniye…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Tabii, “HDP Grubunu kastettim." diyor.

BAŞKAN – Sayın Baluken; Sayın Komisyon, Sayın Yeneroğlu oradan öyle bir açıklama yaptıysa bu açıklama Divandan duyulmadı. Mikrofondan konuşmadı, mikrofondan konuşmadığı için bu açıklamasını ben duymadım.

O zaman Sayın Komisyona söz vereyim yeniden.

Sayın Özel’in bir sorusu oldu, ona bir cevap verdiniz sanıyorum; Divan ve Genel Kurul bunu yeterince duymadı. Yeniden lütfen o konuda bir açıklama yapar mısınız.

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, ilk konuşmamda da çok açık ve net bir biçimde ifade ettim ki yazılı olarak önerge veren HDP Grubu içerisindeki arkadaşlar önergeyi verdikten sonra çıktılar, onların önergesini biz onlar dışarıdayken değerlendirdik ve karara bağladık dedim. Yani bununla ilgili bir sataşma olmaz ki. Bu konuyla ilgili durumu tespit etmek istiyorsanız arkadaşlar burada, sorarsınız, kendileri teyit ederler.

Bunun dışında, yani Sayın Tanal, konuyla ilgili tutanaklara bakın, getirin bakın; siz kendiniz tespit edeceksiniz, hodri meydan. Ben de açıkça söylüyorum yani. Aşağı yukarı altı yedi saat sürdüğünü ifade ettim, aynen tekrar ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yeneroğlu.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, Sayın Komisyon Başkanının açıklamaları muhatap olarak partimizin olduğunu gösteriyor.

BAŞKAN – Şimdi, evet, daha önce tutanakları getirteceğimi ifade etmiştim ancak Sayın Yeneroğlu’nun, bir başka konuda yapmış olduğu açıklamayla Halkların Demokratik Partisi Grubuna sataştığı yönünde Sayın Baluken tarafından bir iddiada bulunulmuştur.

Buyurunuz Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Ayhan Bilgen cevap verecek.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bilgen.

Süreniz iki dakikadır. (HDP sıralarından alkışlar)

X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- Kars Milletvekili Ayhan Bilgen’in, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu’nun yaptığı açıklaması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yani toplantıdan çıktığımız doğrudur ama çıkış nedenimiz…

İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – Bir dakika, bak, teyit etti işte.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Biz de dedik ya çıktılar… Dikkate almadığınız için…

AYHAN BİLGEN (Devamla) – …önergelerimizin yetişme ihtimali yani önergeleri hazırlama ve o dar süre içerisinde o kadar maddeyle ilgili önergeleri yetiştirme imkânı kalmadı. Bir an önce bitirme konusundaki baskı üzerine baktık ki insan hakları örgütleri, Türkiye’de bu işin en yoğun emeğini sarf eden örgütler tamamen, tümüyle karşı olduklarını net ortaya koydular, bizim de önergelerimizin artık yetişme ve değerlendirme imkânı kalmadı o dar süre içerisinde. Dolayısıyla böyle bir senaryonun parçası olmak yerine protesto edip çekilmeyi tercih ettik ama sonra da şerhlerimizi gönderdik. Dolayısıyla da burada hani çok net biçimde biz bu kanunun esasıyla ilgili, akredite olabilmesi için, hem kurulun oluşma biçimi hem de diğer boyutlarıyla ilgili bir ciddi düzenlemeye ihtiyaç olduğuyla ilgili düşüncelerimizden dolayı bunu yaptık.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Keşke CHP de terk etseydi.

AYHAN BİLGEN (Devamla) – Yani bu kurulun, bu mekanizmanın “Biz kurduk, oldu.” mantığıyla oluşması bu Parlamentoya da zarar verir, bir süre sonra bu ülkenin uluslararası arenadaki pozisyonuna da zarar verir. Yani bu ısrarda bulunmasak, siz buradan geçirmiş olsanız, Komisyona ilk geldiği gibi, Hükûmetten geldiği gibi geçmiş olsaydı daha iyi bir iş mi olacaktı? Yani üzerimizden savmış olacaktık ama bu kurulu ne uluslararası arenada kimse ciddiye alacaktı ne de toplum nezdinde saygınlığı olacaktı. Biz bugün bile buraya gelirken insan hakları örgütleri bu toplantıyı terk etmemizi istediler, “Katılmayın.” dediler, “Bırakın iktidar partisi kendisi oylasın, kendisi geçirsin.” dediler.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Sizin kendi iradeniz yok mu?

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Hangi insan hakları örgütleri bunlar?

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Sayın Vekil, sizin iradeniz yok mu? STK’lar mı sizi yönetiyor? Size oy verenlerin iradesi yok mu?

AYHAN BİLGEN (Devamla) – Biz buna rağmen, sorumlu davranıp iyileşmesi için bir kez daha burada ısrar ettik, bunu yapmayın.

Bakın, bu kurullar dünyanın her yerinde zorlanıyor. Danimarka’daki İnsan Hakları Kurumu savaşa karşı çıktığı için bütçesi Hükûmet tarafından kesildi. Yani örnek verdiğiniz ülkelerde bile bu sorunlar çözülemiyor ki bizim gibi bir ülkede bunun inisiyatifini tümüyle Hükûmete vermek çok daha ciddi riskler içerir.

Herkesi selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgen.

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı (1/596) ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm 1 ila 16’ncı maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde söz isteyen siyasi parti gruplarına ve şahısları adına sayın milletvekillerine söz vereceğim.

İlk konuşmacı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mehmet Parsak, Afyonkarahisar Milletvekili.

Buyurun Sayın Parsak. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

MHP GRUBU ADINA MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Aziz Türk milleti ve saygıdeğer milletvekilleri, sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben milletvekili seçildiğimden bu yana bu kürsüye her çıktığımda, ne yazık ki, sözlerime başlarken o gün şehit olanlara -sayısı kaçsa, 3, 5, 10 15- Yüce Allah’tan rahmet dileyerek, milletimize başsağlığı dileyerek başlamak zorunda kaldım tüm konuşmalarıma, böyle olmasını istemediğim hâlde. Bugün bu bağlamda, bu çerçevede nispeten mutlu hissediyordum kendimi, gün içinde hiçbir şehit haberi almadık diye ama biraz önce, zannediyorum bir yarım saat kadar önce yine Şırnak’ta 24 yaşında, Adanalı bir özel harekât polisimizin şehit olduğu haberini, bir kanasçı tarafından yaralandıktan sonra hastanede kurtarılamayarak şehit edildiği haberini aldık. Ne yazık ki bu gelenek yine bozulmadı. Biz hem şehidimize Yüce Allah’tan rahmet hem aziz milletimize, ailesine başsağlığı dilemek durumunda kalıyoruz. Rahmet olsun.

Sayın Bakan, bu kan da dinsin artık, bu mücadelede bir netice alınsın. Biz artık her gün -1, 3, 5, 10- şehit haberlerini millet olarak da almak istemiyoruz, bu kürsülerde de sürekli olarak taziye cümleleri kurmak istemiyoruz. Bunu öncelikle dikkatlerinize sunmak isterim.

Saygıdeğer milletvekilleri, söz aldığım 149 sayılı Kanun’un birinci bölümü hakkında grubum adına sözlerime başlarken Gazi Meclisi de bir kere daha saygıyla selamlıyorum.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı’nın ilk bölümü, kanun tasarısının başlangıç hükümlerini, ayrımcılıkla mücadele, kurumun teşkilat yapısı ve görevleriyle personel rejimini düzenleyen maddelerden oluşmakta.

Bu ve buna benzer kanun tasarılarıyla kurulan kurumlar, bir yandan amaç ve görevleri itibarıyla âdeta bir üst kurul olarak yapılandırılmakta; diğer yandan, üye atamalarının tamamı, sanki farklı bakış açılarına sahiplermiş gibi Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanına verilmektedir. Başbakanlıkla ilişkili, idari ve mali özerkliğe sahip ve kamu tüzel kişiliğini haiz bir kurumun Cumhurbaşkanına neden yıllık rapor sunması gerektiğini hiçbir hukuk düzeni veya hukukçu izah edemez. Açıkçası, bu durum akla ve mantığa da aykırı.

Görevli olduğu konularda zaten birçok düzenleme bulunan bu ve buna benzer kurumların bu şekilde yapılandırılması olsa olsa Cumhurbaşkanının yetkilerini genişletme ve Hükûmet üzerindeki vesayetini artırma girişimi olarak değerlendirilebilir.

AKP’nin bu tutumunun sonucu, Türkiye'deki tüm kurumların zamanla Cumhurbaşkanlığına doğrudan bağlanmasına veya Sayıştay yerine Cumhurbaşkanlığına hesap veren kurumlara gitmesine kadar varabilecektir. Bu tutumun, Cumhurbaşkanını seçilmiş kral hâline getirme amacına yönelik olduğu aşikârdır. Ancak, asırlık şu deyimi buradan ifade etmek isterim ki sizin kendi hülyalarınızda oluşturduğunuz kral çıplaktır ve bu ülke krallıkla yönetilmeyecektir. “Başkanlık sistemi” adı altında AKP usulü seçilmiş krallık sisteminin tartışıldığı bugünlerde özel hükümlerle Cumhurbaşkanına özel yetkiler verilmesi akıllara “Hükûmet içerisinde kraldan daha çok kralcılar mı var?” sorusunu haklı olarak getirmektedir. Anlaşılan o ki bazı Hükûmet üyeleri Hükûmetten bağımsız olarak veya Hükûmetle birlikte Cumhurbaşkanına bu şekilde hediyeler sunmak istemektedir. Niyetiniz ne olursa olsun şu hususu ifade etmek isterim: Türkiye Büyük Millet Meclisi büyük Türk milletinin meclisidir ve sizin iç siyasi oyunlarınıza kesinlikle alet edilemeyecektir.

Gazi Meclisin değerli üyeleri, her ne kadar şu an konuşma yaptığım bu maneviyat yüklü kürsüde yakın zamanda bazı bakanlarınız “Ben bu Anayasa’yı tanımıyorum.” demiş olsa da size tekrar ve tekrar hatırlatmak isterim, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Aksayan ve eksik yanları olsa da Türkiye Cumhuriyeti’nin bir anayasası vardır ve hepimiz istesek de istemesek de bu Anayasa’ya uymak zorundayız çünkü hepimiz bu Anayasa üzerine yemin ettik.

Kıymetli milletvekilleri, tam anlamıyla uygulanmayacak, hatta iktidar ve taraftarlarınca neredeyse hiç uygulanmayacak ancak iktidarın demokratikleşme yalanına hizmet edecek bir kanun tasarısıyla daha karşı karşıya olduğumuzu belirtmekte yarar görüyorum. Kanun tasarısıyla iş yerinde yıldırma, taciz de dâhil olmak üzere her türlü ayrımcılık tanımlanarak yasaklanmaktadır. Kanun tasarısının ayrımcılık yasağının kapsamını belirleyen 5’inci maddesinde yer alan ifadelerine dikkat edilirse tamamının Anayasa’mızdaki temel hak ve özgürlüklerle ilgili olduğu görülmektedir. Bu maddeye göre mesela kamu taşınır ve taşınmazlarının kiralanmasında ayrımcılık yasaklanmıştır.

Peki, bu kanun, göreve geldiğinden bu yana Kamu İhale Kanunu’nu 167 kez değiştiren bir hükûmete uygulanabilecek midir? Yine aynı maddeye göre, derneklere, sendikalara üye olmaya yapılacak ayrımcılık da yasaklanmıştır. Peki, bu kanun sarı sendikaya üye olmayanların terfi alamadığı, bilakis tenzili rütbeye maruz kaldıkları, tayin ve yer değiştirme konusunda büyük sorunlar yaşadıkları, devletin güvenlik güçlerinin bile temizlemek için aylarca uğraştığı yerlere sürgün edildikleri, lojman ve benzeri sosyal haklar konusunda haklarının yendiği, ötekileştirildikleri, bir kenara itildikleri, disiplin işlemleriyle yıldırılmaya çalışıldıkları gerçeğini değiştirebilecek midir?

Değerli milletvekilleri, kanunla kurulması öngörülen Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kuruluna üye olma kriterleri tıpkı Kişisel Verileri Koruma Kurulunda olduğu gibi kurumun görev alanı hakkında bilgi ve deneyim sahibi olmak, dört yıl lisans öğrenimi, bir kamu kurumunda, sivil toplum kuruluşunda ya da özel sektörde toplam on yıl çalışmış olmak gibi alelade usuller olarak belirlenmiştir. Fakat biraz önce içeride yapılan istişarelerde bunda bir değişiklik olabileceği noktasında bir uzlaşma zemini olduğunu da müşahede ettik. Dolayısıyla, eleştirilerimizi saklı tutarak bu çerçevedeki sözlerimi şimdilik ifade etmekten sarfınazar ediyorum.

Temelde ülkemizde meydana gelen insan hakları ihlallerinin ve ayrımcılık muamelelerinin çetelesini tutmak üzere kurulduğu anlaşılan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun tuttuğu çeteleyi bu ihlallerin baş sorumlularına sunması sonucu bu sorunların çözüleceğine ya da azalacağına inanmak en hafif ifadesiyle hayalperestliktir. İktidarın kendi zihniyetini ve yönetim anlayışını değiştirmeden sadece kurum kurarak, bizzat kendisinin çiğnediği uluslararası normları alt alta yazarak bir yere varılamayacağını bilmesi gerekmektedir.

Terörle mücadelede ve yolsuzlukların önlenmesinde olduğu gibi insan hakları ihlalleri konusunda da mücadelenin en temel noktası samimiyettir. İktidarın bu tenakuzları ve ikircikli yaklaşımları sadece bu kanuna has değildir. Yakın zamanda Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararda, iktidar partisine mensup sayın grup başkan vekili, Cumhurbaşkanının konuya ilişkin açıklamasını âdeta milat ilan eder şekilde, sabah ayrı, öğleden sonra ayrı açıklamasıyla hepimizin aklına şu hikâyeyi getirmiştir: Hikâye bu ya, kral bir gün soytarısını çağırmış ve sarayında patlıcanlı yemekler yapılmasını istemiş. Soytarısı da tüm aşçıları ve tabii ki aşçıbaşını da toplamış ve patlıcanın nimetlerini sıralamaya başlamış: “Patlıcan şöyle sağlıklıdır, böyle lezzetlidir, böyle iyidir, böyle güzeldir.” Ve en nihayetinde de demiş ki: “Kralımız bunun için sizden çok çeşitte, patlıcanın her çeşidinde patlıcan yemeği yapmanızı istiyor.” Hakikaten de tüm aşçılar o gün patlıcan ağırlıklı bir menüyle kralın karnını doyurmasını temin etmişler, gün tamamlanmış. Ertesi gün, bu defa, kral gene soytarısını çağırarak patlıcan yemekten sıkıldığını, patlıcanın bir işe yaramadığını, esasen lezzetli olmadığını ifade etmiştir. Aynı soytarı aynı aşçıbaşını ve aynı aşçıları yeniden karşısına çağırıp bu defa da patlıcanın hiç de sağlıklı olmadığını, hiç de lezzetli olmadığını, bir işe yaramadığını filan sıralayınca aşçıbaşı serzenişte bulunmuştur: “Ya, dün ‘Ne kadar lezzetli, ne kadar sağlıklı.’ diyordun, bugün de çıktın, dedin ki: ‘Bu patlıcan ne sağlıklı ne lezzetli, hiç istemiyoruz.’” Demiş ki: “Ya, siz beni eleştirmeyi bir kenara bırakın, ben patlıcanın soytarısı değilim, kralın soytarısıyım. Dolayısıyla, kral ne istiyorsa o çerçevede hareket ediyorum, siz de o doğrultuda hareket ederseniz iyi olur.”

Ya, gecenin bu saatinde eleştirimi sadece bu hikâyeyle sınırlı tutarak daha fazla da uzatmadan yüce Meclisi, Gazi Meclisi ve sizleri bir kere daha saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Parsak.

Buyurun Sayın Bostancı.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın konuşmacı burada olmayan AK PARTİ grup başkan vekili hakkında bir eleştiri getirmiştir, mümkündür ama peşinden vermiş olduğu örnekle bizim grup başkan vekiline “soytarı” demek istemiştir, çok ayıptır.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Hayır efendim, hikâye anlattım. “Hikâye bu ya.” diyerek başladım. Sayın Hocam, zaten “Hikâye bu ya.” diye başladım.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bu utanmazca bir benzetmedir. Bu çerçevede söz hakkı talep ediyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bostancı.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Üslubu beyan, aynıyla insan. Başka bir şey demem yani.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – “Hikâye bu ya.” diye başladım, bir hikâye anlattım.

X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

5.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Parsak’ın 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde MHP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında AK PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; burada yapılan beyanlara ilişkin eleştiriler dile getirilebilir ama üslubu dairesince. “Eleştirimi bununla sınırlı tutuyorum.” diyerek Sayın Cumhurbaşkanına “kral”, AK PARTİ grup başkan vekiline de “soytarı” diyemezsin. Çok ayıp bir şey, seni kınıyorum.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Hikâye anlattım “Hikâye bu ya.” diye.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Söylediğin hikâye buradaki örneğe uymaz. Bu yaptığın, Parlamentodaki bir konuşmanın adabına ve ahlakına da uymaz. Yapacağın konuşmada eleştiri tabii ki dile getirebilirsin ama gelip böyle bir benzetme üzerinden ne münasebet, ne tür bir illiyet bağı üzerinden konuşuyorsun? Verdiğin örnek üzerinden konuşuyorsun ve bizim arkadaşımıza “soytarı” demek istiyorsun. Sana aynıyla iade ediyorum. Utanmazca bir benzetme bu! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Siz onu demek istiyorsunuz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Kendi ruh hâlini gösteriyorsun be! Yakışıyor mu?

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Vural…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın konuşmacı böyle bir illiyeti kurmadığını ifade etti ama Sayın Naci Bostancı böyle bir illiyeti kurdu.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ne illiyeti Sayın Vural, ne illiyeti? Yaptığı benzetme ortada.

OKTAY VURAL (İzmir) – Asıl illiyeti kuran siz oldunuz. Dolayısıyla, bu konuda, zannederim, Adalet ve Kalkınma Partisinin diğer grup başkan vekili sizin bu sataşmanız hakkında söz alarak sizin hakkınızda herhâlde söylemesi gerekenler var.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Dil oyunları yapma Sayın Vural, dil oyunları yapma.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Onlar bayatladı be!

OKTAY VURAL (İzmir) – İlliyeti kuran sizsiniz, aklınıza o geliyor.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Çok ayıp, çok!

OKTAY VURAL (İzmir) – Yani “yağmur” dendiği zaman aklınıza başka bir şey geliyorsa ne desin yani? Ne desin?

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Kendi ruh hâlinize bakın.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yani, illiyeti kuran sizsiniz. Siz nasıl böyle bir illiyeti kurdunuz? Aynaya bakın, kendinize hesap verin.

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı (1/596) ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN – Birinci bölüm üzerinde söz isteyen Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mahmut Tanal, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

CHP GRUBU ADINA MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.

Görüştüğümüz kanun tasarısı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı. Bu tasarı gerçekten çok acil bir vaziyette İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna geldi. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda tüm siyasi parti gruplarınca bu kanun tasarısıyla ilgili öncelikle üniversitelerden, bu alanda çalışan sivil toplum örgütlerinden görüş sorulması istenildi ve herhangi bir yerden bu konuda görüş sorulma imkânı olmadı. Ancak, bu konuda, her ne kadar tasarının ayrıntılı araştırılması için, detaylıca incelenmesi için, eksikliklerinin, fazlalıklarının, yanlışlıklarının tespiti için alt komisyon kurulması talep edildiyse de, o gün için patlama olmuştu ve gerçekten hızlı bir vaziyette bu tasarı Komisyonda görüşüldü ve Genel Kurula geldi. Tabii, Komisyon sırasında sözlü olarak ve yazılı teklifler olarak biz Komisyona sunduk ama tekliflerimizin hiçbirisi ciddiye alınmadı, ancak şu aşamada benim tek tek bu maddeler üzerinde söyleyeceğim aykırılıkların Genel Kuruldaki tüm arkadaşların ve kamu kurum ve kuruluşlarının ve televizyonları başında, İnternet’te izleyen vatandaşlarımızın tamamı bu eksikliklerin ne kadar doğru olduğunu fark edecekler.

Sayın Bakan, tabii, Komisyonda da sizinle bunları biz görüştük, konuştuk ama derdimizi herhâlde ya biz anlatamadık veyahut da sizler anlamak istemediniz. Bu kanunun amacı ayrımcılık ve ayrımcılığı engellemek, eşitliği sağlamak, bunu tüm ülkede etkili hâle getirmek. 3’üncü maddesinde eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağına baktığımız zaman bizim hem Ceza Kanunu’muzda hem Anayasa’mızda hem de Anayasa’nın 90’ıncı maddesi uyarınca imzaladığımız, kabul ettiğimiz uluslararası sözleşmeler uyarınca eşitlik ilkesinde şu ibareler mutlaka geçiyor, burada mesela: “Herkese dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep…” Burada “mezhep” kavramı geçmiyor yani “mezhep” kavramı, mezhep nedeniyle eşitlik bozulabilir, ayrımcılık yapılabilir. Bu anlamda mezhep ayrımcılığını bu kanun yasaklamıyor değerli arkadaşlar. Bunu defalarca Komisyonda, Bakanın bulunduğu ortamda dile getirdiğimiz hâlde bunlar nazara alınmadı. Yani, mezhepçilik ayrımcılığı nedeniyle, mezhepçilik düşüncesi amacıyla bir kişiyi işten atabilirsiniz, işe almayabilirsiniz, ayrımcılık yapabilirsiniz. Bu anlamda bu kanun bunu engellemiyor.

İkinci bir konu, aynı şekilde burada ayrımcılık ve eşitlikle ilgili cinsel yönelimlerinden dolayı da insanlar yine ayrımcılığa maruz kalabilir. Eşitlik sağlanmıyor, ayrımcılık burada yasaklanmıyor. Bu kanun bu açıdan sakıncalı.

Yine, devam ediyoruz, bakın, Anayasa’mızın 10’uncu maddesindeki birinci fıkrayı aynen yine okuyorum: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Burada “ve benzeri” sebepler yok. Sadece takdirî olarak sayılmış durumda yani bu sebepler dışında siz bunu genişletemezsiniz. Mevcut olan bu hâliyle bu kısım -içimizde hukukçu arkadaşlarımız var- “ve benzeri sebepler”in olmaması açısından bu, Anayasa’ya aykırılık teşkil etmekte, uluslararası sözleşmelere aykırılık teşkil etmekte.

Şimdi, burada, biz yine devam ederken, 4’üncü maddesinde ayrımcılık ilkeleri var. Ayrımcılık ilkelerinde çoklu ayrımcılığı yasaklamış, tekli ayrımcılığı yasaklamamış. Bu anlamda dolaylı ve doğrudan ayrımcılık yasaklanmış. Burada keşke tekli ayrımcılık da yasaklanmış olsaydı.

5’inci maddedeki ayrımcılık yasağının kapsamı, mesela belediyelerde “billboard”lar kullanılıyor, “billboard”ların kullanımıyla ilgili, bunu 5’inci maddede nasıl sığdırabiliriz? Bu da en fazla seçim dönemlerinde tüm siyasi partilerin maruz kaldığı noktalardan bir tanesi.

Geliyoruz 7’nci maddenin yine (b) bendinde, burada, “Ayrımcılık iddiasının ileri sürülemeyeceği haller” maddenin başlığı, istisna olarak 7’nci maddenin (b) bendinde “sadece belli bir cinsiyetin istihdamını zorunlu kılan durumlar” deniliyor. Burada, Anayasa’mızın 10’uncu maddesindeki pozitif ayrımcılık açısından, bu, yine, Anayasa’nın 10’uncu maddesine aykırı.

Şimdi, kanuna baktığımızda 10’uncu maddesinde kurulun oluşumu var.

Değerli arkadaşlar, tabii, örnek olarak -mesela “Avrupa Birliği” deniliyor- Fransa’ya baktığımız zaman, Fransa’da 2011 tarihine kadar 4 tane kurul vardı insan hakları kurulu açısından; Eşitlik Kurulu vardı, Etik Kurulu vardı, Arabuluculuk Kurulu vardı ve İnsan Hakları Kurulu vardı. Bu 4 kurul 2011 yılından sonra sadece ve sadece tek kurula dönüştü, Kamu Denetçiliği yani Ombudsmana dönüştü. Peki, bizde, Türkiye’de şu anda kaç kurul var bu konuyla ilgili? İnsan Hakları Kurulu var, Ombudsman yani Kamu Denetçiliği var; zaten İnsan Hakları Kurumunu da biz bununla kaldırıyoruz, İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu hâline getiriliyor. Buradaki, Avrupa Birliğinin aramış olduğu koşul, bu tür kurulların etkin, bağımsız ve gerçek denetimi yapabilecek bir otoritenin olması gerekiyor, bu açıdan da bunun yürütme organından yani siyasi iktidarlardan bağımsız olması aranıyor.

Dünya uygulamalarına baktığımız zaman ve Avrupa Birliği ülkelerine baktığımız zaman, insan hakları alanında denetim yapmakla görevli olan bu kurumların tamamı parlamentoda bulunan siyasi grupların temsili oranına göre seçiliyor ve başkanı da yine parlamento tarafından üçte 2 nispi çoğunlukla seçiliyor. Bunun amacı ne? Başkanın, en azından, tarafsız olmasını sağlamak, rahat çalışmasını temin etmek, etkin ve bağımsız bir ortamı sağlayabilmek. Peki, biz buna baktığımız zaman, mevcut olan bu düzenlemeyi biz yaparken niçin yapıyoruz? Sayın Başbakan hatırlanırsa şunu söylemişti: “Efendim, Avrupa Birliğine serbest dolaşım hakkı gelecek, vizeler istenilmeyecek, serbest dolaşım için bu kanunların bir an önce Parlamentodan çıkması lazım.” Ben şimdi buradan Sayın Bakana soruyorum: Sayın Bakan, bu kanun bu şekilde geçerse, Avrupa Birliği neyi esas alıyor? Paris İlkelerini esas alıyor. Peki, bu, Paris İlkelerine uygun olmazsa, Avrupa Birliği bunu kabul etmezse, o zaman serbest dolaşım, vize hakkı bu vatandaşa gelmezse bunun sorumlusu kim olacak, muhalefet mi olacak? Biz burada muhalefet olarak bu konuda uyarıyoruz. Bakın, buradaki düzenleme Paris İlkelerine aykırı, mevcut olan bizim Anayasa’mıza aykırı Değerli Bakan. Yani, Anayasa’nın 10’uncu maddesi mezhep ayrımını yasaklıyor, engelliyor ama siz bu mezhep kavramını, biz ısrarla Komisyonda söylediğimiz hâlde, burada yine ilave etmemekte direniyorsunuz. Burada sorumlusu biz değiliz yani bunu hep hatırlatıyoruz.

Paris İlkeleri doğrultusunda, takdir edersiniz, bu kurulla ilgili bir puanlama sistemi var, A grubu, B grubu, C grubu. Ölçek anlamında en üstteki düzey grubu A grubudur. Bu düzenlemeyle Türkiye, Avrupa Birliğinin hayata geçirdiği ve bugüne kadar bulunan Eşitlik ve İnsan Hakları Kurumu seviyesine çıkmamış olacak. Hatta biz diyoruz ki: Bu kurumda üyelerin en azından yarısının da kadın olması lazım. Burada, kanunda sadece dört yıllık fakülte ayrımı getiriliyor. Yani, insan hakları alanında çalışmış olan hiç kimseye bu kurulda bir öncelik tanınmıyor, bir nitelik tanınmıyor. Bu vaziyete geldiği zaman insan hakları alanında çalışmamış olan kişilerin de kurula seçilme ihtimali mevcut.

Bu kurul amacından saptırılmış olacak, Avrupa Birliği ülkeleri âdeta kandırılmış olacak. Efendim, Türkiye’de Eşitlik ve İnsan Hakları Kurumu var mı, var ama içeriği nedir? Getirin, beğenmediniz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TANAL (Devamla) – Mesela, İspanya’da bu düzenleme nerede yapılmış? İspanya’daki düzenlemede başkanı parlamento seçiyor, üyeleri her siyasi partinin temsiliyet oranına göre seçiliyor ve İspanya’da bu gelenek kırk yıldan beri de uygulanan bir husus.

Ben teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal.

Birinci bölüm üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Burcu Çelik Özkan, Muş Milletvekili.

Buyurun Sayın Çelik Özkan. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

HDP GRUBU ADINA BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önceki tartışmaya bir ek bilgi olarak Genel Kurulun takdirine sunmak istiyorum: İnsan Hakları Komisyonunda o kadar verimli bir çalışma yaptık ki biz, Sayın Bakanla birlikte, Komisyon üyeleri ve grup başkan vekilleri hâlen arkada, tasarı üzerine uzlaşma sağlamaya, belki de tartışmaya devam ediyoruz.

İnsan Hakları Komisyonunda yürütülen tartışmaları bizzat bizler hepimiz yaşadık, burada tekrar tekrar değinmeye gerek yok. Ama, hakikaten tasarının neyi amaçladığına, ne için bu kurumun oluşturulduğuna asla bunlara dikkat edilmeksizin ve bu tasarı ele alındığı zaman yasanın yapılma sürecinde sivil toplum örgütlerinin ve bu tasarıyla ilgili hiçbir kesimin görüşünün alınmamış olması hakikaten burada ne kadar işlevinden çıkmış bir durumda olduğumuzun göstergesidir.

Şimdi ben kısaca hem İnsan Hakları Komisyonunda yaşadıklarımızı hem de bu tasarının ilk bölümüne ilişkin birkaç görüşümü grup adına tekrardan sunmak istiyorum.

Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90’ıncı maddesi burada epey konuşuldu. Son paragraf, özellikle, uluslararası sözleşmelerin kanunlarımızdaki hiyerarşik karşılığını belirtmekte. Bu nedir? İç hukuktaki bir düzenleme ile uluslararası sözleşmeler karşı karşıya geldiğinde hangi kanunun geçerli olacağına dair bir düzenlemedir ve bu bütün Parlamento tarafından çok iyi bilinir ki böyle bir durumda uluslararası kanun elbette ki önceliklidir.

Türkiye'nin imzacısı olduğu çok sayıda insan hakları sözleşmesi ve bunların denetim organı olan komiteler belirli konularda uzmanlaşmış kurumların oluşmasını hem yürütmenin denetlemesi hem de toplumda insan hakları ihlallerinin önlenmesi için önemli ve gerekli görmektedir.

1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması için Kurulan Ulusal Kuruluşların Statüsüne İlişkin İlkeler yani hepinizin bildiği üzere Paris Prensipleri de ayrımcılık ve insan hakları alanında kurulacak ulusal kuruluşların en uygun ve etkin bir şekilde çalışabilmesi için önemli standartları içerisinde barındırıyor. Paris İlkeleri, bağlayıcılığı olmayan bir tavsiyeler bölümü niteliğindedir ancak ülkelerin kurumlarına bağımsızlık ve yetki güvencesi sağlamak adına siyasi ve etik olarak dikkate alındıkları da bilinmektedir. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Yasa Tasarısı hem hazırlanma süreci –az önce de belirttiğimiz gibi- hem de kurulun oluşumu bağlamında değerlendirildiğinde bu düzenlemeye aykırı hareket edildiği apaçık ortadadır.

Avrupa Birliği ve Türkiye arasında yürütülen vize serbestisi ve geri kabul anlaşması çerçevesinde, yapılması beklenen yasal düzenlemeler çerçevesinde apar topar geliştirilmiş bu tasarı metni ne Türkiye'nin uluslararası yükümlülüklerini ne de Avrupa Birliğinin politik kriterlerini karşılayacak nitelikte değildir.

Komisyon toplantısına davet edilen insan hakları örgütlerinin temsilcileri yasa tasarısının görüşüldüğü komisyon toplantısında da Paris Prensiplerine aykırı şekilde yasa taslağının hazırlanması sürecine kendilerinin katılmadığını, üye seçimi hususunda da katılımlarının güvence altına alınacak maddelerin bulunmadığını ve tasarıda bugüne kadarki görüşlerin hiçbir şekilde dikkate alınmadığını belirterek komisyon toplantısını terk etmişlerdir.

Değerli arkadaşlar, tasarı mutlak suretle şu aşamada bu hâliyle geri çekilmelidir. Tasarının genel gerekçesinde insan haklarının korunması, ayrımcılıkla mücadele, işkence ve kötü muameleye karşı ulusal önleme mekanizması görevleri yönünden tek bir kurumun kurulmasının amaçlandığı ifade edilmektedir. Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurumsal yapısına yönelik mevzuat… Uluslararası itirazların ve insan hakları bağlamında çalışan sivil toplum kuruluşlarının dile getirdiği eleştirilerin yine kapsam dışı kaldığı açık olan bu tasarı, her biri bağımsızlığı garanti edilmeden mücadele edilmesi mümkün olmayan başlıklarda bütün değerleri tek bir torba içine dolduran bir perspektifle oluşturulmuştur.

Kurulun yapısına ilişkin çok ciddi tartışmalar var. Hâlihazırdaki kurul yapısı 11 üyeden oluşuyor; bunun 3 üyesi Cumhurbaşkanı tarafından, 8 üyeyse Bakanlar Kurulu tarafından seçilmektedir. Hâlihazırda var olan Türkiye İnsan Hakları Kurumunun güçlenmesi gereğini karşılamak için tasarlandığı iddia edilen bu yeni yapı, Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu’nun da gerisine düşerek tamamen Bakanlar Kuruluna bağlı bir yapı oluşturmaktadır. Önerilen kurumun karar alma organı… Kurulun üyelerinin tamamı atamayla belirlenecek, kurulun başkan ve yardımcıları da Başbakan tarafından seçilecek, kurumun iç yönetmelikleri dahi Bakanlar Kurulu onayına tabi olacak. Böylesi bir kurumun yürütme organını insan hakları bakımından değerlendirirken bağımsız olması beklenemez. Yapısının nasıl oluşturulacağı tariflenemeyen ve sayısı 10’u geçmeyeceği esas alınan hizmet birimlerine başkan görevleri tanımlanırken yer verilmektedir. Mevcut Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası’ndaki geniş tanımlı ve etkin çalışmayan hizmet birimlerine bile yer verilmemektedir. Ayrıca, yedi bölgede açılacağı belirtilen büroların kurulması, kaldırılması kararlarının dahi Başbakan ya da Başbakanın görevlendireceği bakanlar tarafından verilmesi, öngörülen yapının tamamen Hükûmetin kontrolü altında bir yapı kurulmak istendiğinin önemli bir işaretini oluşturmaktadır.

İnsan hakları ihlalleriyle ilgili bireysel başvuru yapılamayacak olan, sayılan sınırlı ayrımcılık temelleri dışındaki hak taleplerini ele almayacak olan, kamu kurumlarını kendiliğinden inceleyemeyen, kendi çalışma biçimini bile belirleyemeyen bir kurumun kendisinden beklenen işlevi yerine getirmesi de beklenemez.

“Kurum gelir elde edebilir.” diye bir hüküm var, 23’üncü madde, burada finansal bir bağımsızlık var. Kurum kendisi taşınır, taşınmaz mal elde edebiliyor ve bunların da gelirlerini yeniden temin edebiliyor, bunlardan da gelir elde edebiliyor ama kurumun bu gelirlerinin denetimine ilişkin herhangi bir hüküm yok. Bu da yine, tasarıda mutlaka ele alınması gereken bir konu.

Mevcut Türkiye İnsan Hakları Kanunu’ndaki geçici maddeyle Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığının Türkiye İnsan Hakları Kurumuna devredilmesi düzenlenmişken, bu tasarıda daha henüz kurumsallaşmamış Türkiye İnsan Hakları Kurumunun Türkiye İnsan Hakları Ve Eşitlik Kurumuna devredilmesi düzenlenmektedir.

İşkencenin önlenmesine yönelik geliştirilen Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme’nin seçmeli protokolü gereği oluşturulması gereken ulusal önleme mekanizması görevinin de -yani kısaca OPCAT diyoruz biz buna- bu mekanizmanın gereklerine hiçbir şekilde riayet edilmeden yeniden oluşturulacak bu kuruma verilme girişimi ise ulusal önleme mekanizmasının bütünüyle içi boşaltılmış olduğu anlamına gelir. Hatırlarsanız, 2013 tarihindeki toplantıda Türkiye’ye bu noktada, bu kurumun tekrardan ele alınması noktasında bildirim yapılmıştı ve bu mekanizmanın yeniden kurulması gerektiği de yine bildirim yapılan konular arasındaydı.

Altı yıl boyunca Ayrımcılıkla Mücadele Ve Eşitlik Kanunu Tasarısı Taslağı olarak İçişleri Bakanlığının sayfasında yer alan tasarının danışma süreçleri işletilmeksizin ortadan kaldırılması, kapsamlı, bütünlükçü, samimi bir ayrımcılıkla mücadele yasası oluşturmaktan kaçınılması, insan haklarının korunması ve eşitlik ilkelerinden yana bir gündemin olmadığı eleştiri ve endişelerini güçlendirmektedir. Ayrıca, kadınlara yönelik ayrımcılık üzerine ve cinsel yönelim, cinsiyet kimliği dışarıda tutularak ayrımcılık temellerinin kapsayıcı ve açık bir biçimde belirtilmemiş olması, ayrımcılık türlerinin bütünüyle kapsanmaması, tanımların eksik bırakılması, bazı alanlarda geniş tanımlara yer verip bazı alanlarda bu tanımların yapılmaması gayriciddi bir yaklaşımla tasarının hazırlanmış olduğuna işaret etmektedir.

Bu tasarı, her geçen gün artan ayrımcılık ve nefret söylemine maruz kalan kişi ve grupları korumak, insan hakları ve eşitliği sağlamak için ne yazık ki yeterli değildir. Daha önceki taslaklarda kurumun organları arasında görünen istişare ve danışma mekanizmasının tümüyle kurumsal yapıdan çıkarılmış ve istişare kurum yönetiminin takdirine bırakılmıştır. Kurumun sivil toplumla kuracağı ilişkiyi güçlendirecek, kendisini daha güçlü ve kamuoyu nezdinde meşru kılabileceği bir yapının ortadan kaldırılması ya da takdire bırakılması yapının devlet bürokrasisine hapsedildiğinin göstergesidir. Evrensel yasa yapma ilkeleri çerçevesinde yasa yapıcının temel hareket noktalarından birisi de yeni yasayla mevcut hâlin daha iyi bir noktaya getirilmesi olmalıdır. Hâlihazırda önümüze getirilen yasa tasarısı daha iyiye gitmenin ötesinde neredeyse eski düzenlemeyi aratacak durumdadır.

Değerli arkadaşlar, sonuç olarak var olan yasanın insan hakları, işkenceyle mücadele ve ayrımcılıkla mücadele alanında oluşturulan ilke ve standartlarla çelişen hususları ortadayken ve konunun muhatabı sivil toplum örgütleriyle herhangi bir paylaşım olmadan gizli bir şekilde hazırlandığı göz önünde bulundurulduğunda, alt komisyon çalışmalarının sağlıklı yürütülememiş olduğu da göz önüne alındığında tasarının Genel Kurulda görüşülmeden esasen geri çekilmesi ve bu tartışmaların yeniden açılması gerekmektedir. Önerimiz, tekrardan tasarının görüşülmesi için geri çekilmesi noktasındadır.

Hepinize tekrardan teşekkür ederiz, sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik Özkan.

Şimdi, sıra şahıslar adına yapılacak olan konuşmalarda.

Şahsı adına ilk konuşmacı, Nurhayat Altaca Kayışoğlu, Bursa Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Altaca Kayışoğlu.

Süreniz beş dakikadır.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, evet, burada bir yasa tasarısı görüşüyoruz ve amacımız insan haklarını korumak, ihlalleri önlemek, ayrımcılığı önlemek fakat ben meslek hayatım boyunca şunu gördüm: Bizler samimi bir şekilde insan haklarını tesis etmek konusunda çaba sarf etmezsek, bu şekilde, şeklî uygulamalarla, göstermelik, zorunluluktan doğan, işte birtakım ilkelere uymak için, Avrupa Birliğine girmek için, birtakım müktesebata uygun olsun diye yasalar çıkardığımızda bunun insan haklarını korumak için yeterli olmadığını çok açık bir şekilde görüyoruz.

İnsan hakları kavramı, aslında acılar üstüne doğmuş, dünya savaşlarından sonra milyonlarca insanın kaybedilmesi, acılar yaşamasından sonra doğmuş bir kavramdır ve özellikle tabii, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin doğuşu, uluslararası mahkemelerin doğuşu bundan kaynaklanmaktadır ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir kararında da, daha sonra da birçok kararında da belirttiği üzere, insan hakları kavramı, insan hakları metinleri canlı belgelerdir ve gün geçtikçe, her gün yeniden, yeniden yazılır ve daha geniş bir şekilde halk lehine yorumlanır. Elbette ki insan hakları, bireyi devlete karşı korur ve devletin insan haklarıyla ilgili öncelikli yükümlülüğü negatif yükümlülüktür yani hakları ihlal etmemektir. Eğer ihlal edilmişse, ikinci olarak da pozitif yükümlülüğü devreye girer yani bu kurulun oluşturulmasındaki amaç gibi, ihlal edilen hakların takibini sağlamak, önlemek, gerekli yaptırımları, soruşturmaları, kovuşturmaları hayata geçirmek ve etkili bir şekilde soruşturma yaparak cezalandırmaktır. Peki, ülkemizde durum ne? Ben bir avukat olarak size çok açık bir şekilde söyleyebilirim ki, örneğin, özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili olarak bizim kanunlarımızdaki metinleri aldığınızda, uluslararası sözleşmelerdeki metinlerle karşılaştırdığınızda çok açık bir şekilde daha ileri olduğunu söyleyebilirim ama uygulamaya geldiğimizde maalesef tam tersini görüyoruz.

Şimdi, bizler kolluk kuvvetini eğitirken yirmi dört saat gözaltı süresini bir hak değil de bunu bir üst sınır olarak öğretmezsek hiçbir zaman özgürlük ve güvenlik hakkını bu ülkede tesis edemeyiz. Örneğin, tutuklamayla ilgili o katalog suçlarını hâkimlere staj döneminde eğitim verirken bunun sadece bir karine olduğunu, aksi dava sürecinde veya soruşturma sürecinde ispatlandığında tutuklamamanın asıl olduğunu öğretmezsek hiçbir zaman bunun önüne geçemeyiz. Şimdi biz bu kurulu oluşturarak da, hani çok ciddi eleştiriler var, bağımsız değil, çoğulcu değil, efendim Barolar Birliği yok, işte tabipler yok ve işte Hükûmet tarafından atanıyor, Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor, evet, kimi kime şikâyet edeceğiz haklarımız ihlal edildiğinde? Ama, bunları yapsak dahi biz içselleştirmezsek insan haklarını hiçbir şekilde bu ülkede insan hakları konusunda istenen noktaya gelemeyiz.

Bu yasa tasarısına genel olarak baktığımızda ayrımcılık tanımının eksik olduğunu çok açık bir şekilde görüyoruz. Bu hâliyle Paris İlkelerine uygun olmayacağını bu yasanın ve akreditasyonun sağlanamayacağı komisyon görüşmeleri sırasında da zaten Hükûmet yetkililerince de açık bir şekilde söylenmiştir.

Şimdi, bakın, mesela bu kurulun mahkeme kararlarını inceleme, etkili bir şekilde yaptırım uygulama gibi bir yetkisi yok. Gerçekten, etkili sonuç doğuracak mı bu kurulun yaptıkları? Maalesef burada da kafamızda kuşkular oluşuyor. Bu oluşmayacaksa demek ki yine eski tas, eski hamam, işte, efendim, neymiş “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gideriz, neyse parası öderiz.” mantığı işlemeye devam eder. Bunun önüne geçmek için -diğer yasalarda da yapılmadı, bunda da yapılmıyor- sivil toplum kuruluşlarının, gerçekten bu konuda mücadele vermiş, samimi, birikimli birçok kuruluşun, kanaat önderlerinin görüşlerini göz önünde bulundurmak ve samimiyeti ortaya koymak gerekiyor. Öncelikle, örneğin, istisnalar konusundaki cinsel yönelimleri göz önünde bulundurmak -biraz önce konuşan arkadaşlarımız bahsettiler- kurulun bağımsız ve çoğulcu olmasını sağlayacak tedbirleri almak gerekiyor ki, bu tasarıyla istenilen amaca ulaşılabilsin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Devamla) – Aksi hâlde aynı şeyler devam edecektir diyorum. Bu hâliyle karşı çıktığımızı belirtmek istiyorum.

Hepinize saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Altaca Kayışoğlu.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, İç Tüzük 60’a göre söz talebim var.

BAŞKAN – Sayın Baluken, buyurunuz, mikrofonunuzu açıyorum.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

18.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Hakkâri Yüksekova’da insanlık tarihine geçecek utanç verici manzaralar olduğuna ve bu tablonun sorumlusu olan Hakkâri Valisi ve Yüksekova Kaymakamının görevden alınmaları gerektiğine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir insan yaşamını yitirdiği zaman, öldüğü zaman üzerindeki hüküm kalkar, her türlü hukuk o saatten sonra anlamını yitirir. Bizim inancımıza göre de bir insan öldükten sonra, yaşamını yitirdikten sonra artık onunla ilgili kalem kullanma hakkı, cezai yaptırım hakkı sadece Yaradan’a aittir, Allah’a aittir. Her kim ki, kendisini bu anlamda farklı bir noktada tanımlayıp ölen bir insana işkence uygularsa, bir cezai müeyyide uygulamaya kalkarsa, o, hem insanlık dışı bir barbarlığın sahibi olur hem de bizim inancımıza göre kendisini yüce Yaradan’ın yerine koyarak aynı zamanda şirk koşmuş olur.

Bugün Hakkâri Yüksekova’da ortaya çıkan manzaralar insanlık tarihine geçecek utanç verici manzaralardır. Orada yaşamını yitirmiş genç insanların bedenlerinin parçalanarak sokak hayvanlarının önüne atılması yetmiyormuş gibi, bunları kameraya çekip sosyal medya aracılığıyla da paylaşan bu barbar zihniyeti buradan açık bir şekilde kınadığımızı ifade etmek istiyorum. Gün boyu valilikten beklediğimiz açıklama yapıldı. Valilik yaptığı araştırmadan sonra o görüntülerin Yüksekova’ya ait olduğunu kabul etti ancak valiliğin derdi, bu barbarlık görüntülerinin ortaya çıkmasıyla ilgili idari ya da adli bir sorumluluk taşıma ve bu konuda Türkiye halklarına bir öz eleştiri verme ya da istifa müessesesini çalıştırmaktan çok “O görüntüleri çeken polisi tespit edemedik.” üzerinden maalesef ortaya kondu.

Burada siyasal İslam geleneğinden geldiğini iddia eden bir Hükûmetle karşı karşıyayız. Bu Hükûmet, eğer bu görüntüleri kabul ediyorsa ya da bu iktidar partisine mensup olan milletvekillerinden herhangi birisi, sosyal medyada izleyeceği bu görüntüleri buradan “Ben sahipleniyorum.” diyorsa bu, apayrı bir tartışmanın konusu olarak tabii ki burada bizim tarafımızdan değerlendirilecektir.

Özellikle hem iktidar partisine hem Hükûmete çağrımdır: Bu vahşet tablolarını yaşatan, bu kendisini ölülere karşı cezai müeyyide uygulatacak bir barbarlık düzeyine taşımış olan insanlarla ilgili hangi adli ve idari soruşturma süreçlerini başlatacaklardır? Hakkâri Valisi başta olmak üzere bu tablodan sorumlu olan Yüksekova Kaymakamının da derhâl görevden alınması gerektiğini, hiç istifayı beklemeden böyle bir vahşet tablosunu bu topraklarda bütün dünyaya izlettirdikleri için, bir an önce görevden alınmalarıyla ilgili bir süreci işlettiklerini bu Hükûmet açık bir şekilde göstermek zorundadır.

Daha önceki suçların tamamında bu suçları işleyenlerin ve bu suç tablosuyla ilgili süreçlerin üzeri örtüldü. Cenazelerin zırhlı araçların arkasında sürüklenmesi, kadın bedenlerinin çıplak bir şekilde teşhir edilmesi, mezarlık alanlarının tahribi, bombalanmasıyla ilgili üstünü örten bir anlayış…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Toparlıyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız Sayın Baluken, mikrofonunuzu açıyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Eğer bugünkü ortaya çıkan tablodan sonra hâlâ Hakkâri Valisini ve Yüksekova Kaymakamını görevden almayacak bir tasarruf ortaya koyarsa bütün kamuoyu, ulusal ve dünya kamuoyu bunu, Hükûmetin sistemli bir politikası olarak değerlendirecektir. Ve AKP Hükûmeti, önümüzdeki süreçte kabarmış olan savaş suçlarıyla ilgili özellikle cenazelere uygulanan bu insanlık dışı vahşetten dolayı ödeyemeyeceği bir faturayla karşı karşıya gelecektir. O nedenle ben buradan bütün milletvekillerine ve Hükûmete çağrıda bulunmak istiyorum: Eğer “Bu tablonun sahibi biz değiliz.” diyorsanız, “Biz insanlığımız gereği, ahlakımız, dinimiz, inancımız gereği bu tabloyu yüreğimize, içimize, vicdanımıza sindiremedik.” diyorsanız derhâl -yarından tezi yok- Hakkâri Valisini ve Yüksekova Kaymakamını görevden almalısınız diyorum.

Bu süreci sonuna kadar takip edeceğimizi ifade ediyor, bu barbarlık örneğini bir kez daha kınadığımı ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı (1/596) ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporları (S. Sayısı: 149) (Devam)

BAŞKAN - Şahsı adına ikinci konuşmacı Fatma Benli, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Benli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

FATMA BENLİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Kıymetli milletvekilleri, önümüzde olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Yasa Tasarısı lehine olmak üzere şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Meclisi saygıyla selamlıyorum.

İşin doğrusu bu, gerçekten çok ciddi tartışmalar yapsak bile, özel bir gün çünkü insan olma onurunu korumak için bir yasa çalışması gerçekleştiriyoruz ve daha sonra bu yasayı oyladığımız zaman, daha sonra ayrımcılığa uğradığı için bu kuruma müracaat eden ve aldığı sonuçla ya da ondan kaynaklanan alınan sonuçların başkalarını etkilemesi neticesinde insanlara yapılan ayrımcılığın azaltılmasında hepimizin katkısı olacak. Bu, gerçekten özel bir gün. Evet, doğrudur, Türkiye, 2003 yılı sonrasında özellikle hukuk devleti ilkesinin gereğini yerine getirebilmek için insan haklarıyla ilgili pek çok yasa değişiklikleri gerçekleştirdi. Ceza Kanunu’muzu, İş Yasamızı, Anayasa’mızdaki pek çok hükmü düzeltti. Yasalardaki düzenlemeler yetmediği için pek çok uluslararası sözleşmeye imza attı. Bunun yeterli olmadığının bilincinde olduğu için Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde insan haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelerin yasa hükmünden daha öncelikli olduğunu ifade etti. Ancak biliyoruz ki, özellikle ayrımcılık konusunu tespit etmek çok kolay değil. Buna ilişkin özellikle Ceza Yasası’na bir hüküm konmuş olsa bile, 122’nci madde maalesef, çok fazla uygulama alanı bulamadı. Sadece açılan 3-5 tane davayla sonuçsuz kaldı ve insanların ayrımcılığa uğraması durumunda müracaat edebilecekleri kanallar maalesef, çok fazla uzun süreyi gerektirdiği için ya da çok maliyetli olduğu için sonuç alma imkânı olmadı. Şu an önümüzdeki imkân aslında bize bire bir ihlale uğrayan, herhangi bir hakkı konusunda mağduriyete uğrayan, herhangi bir ayrımcılığa uğrayan kişilerin direktman Türkiye'nin tesis ettiği bir kuruma müracaat etme imkânını oluşturuyor. Önümüzdeki yasayla aslında 2012 yılında kurulan insan haklarının korunması ve geliştirilmesi görevinin yanı sıra, ulusal önleme mekanizması görevi verildiği için, cezaevlerinde geri gönderme merkezlerin yani kişilerin iradesi dışında tutulduğu her yerde inceleme ve gözleme yaparak buradaki şartların düzeltilmesi için çaba sarf eden, o İnsan Hakları Kurumunu lağvedip bu iki görevin yanı sıra çok daha önemli olarak ayrımcılıkla mücadele etmek için eşitlik kurumu yasası oluşturulmasını öngörüyor. Aslında her ne kadar yasa maalesef, vize muafiyeti içerisinde zamanlama itibarıyla şu an önümüze gelse bile, işte şu an sivil toplum kuruluşlarının son bir defa görüşü alınmadı, alelacele yapıldı intibaı oluşturulsa bile, bu yasa taslağı bugünün meselesi değil ki. Ben son altı senesini bu Ayrımcılıkla Mücadele Yasa Tasarısı için geçiren, pek çok sivil toplum kuruluşu adına tasarıda değişiklik yapılması için mücadele eden birisi olarak çok net söylüyorum. Hem Türkiye hem AK PARTİ adına senelerdir mücadele verilen bir şeyin, emeklerinin nihayete ermesi. Ayrımcılıkla Mücadele Yasa Tasarısı ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası birleştirilerek zaten bugün önümüze bu yasa taslağı gelmiş durumda. Elbette ki daha iyisi olması mümkün ama bizden çok daha kötü örneklerin olduğunu da biliyoruz. Bunları daha iyi yapmak bize düşen bir durum. Şu an yasada, o mevcut olan düzenlemelerin dışında -yani ırk, dil, din, mezhep ayrımcılığı gibi sayılan ayrımcılıkların dışında- hayatımızda en çok karşımıza çıkan yaşlılık ve engellilik gibi aslında en çok ayrımcılık çeşitlerinin yasada yer almış olması bile, yaşlı olduğu için, engelli olduğu için ya da daha farklı sebeplerle doğrudan ayrımcılığa uğrayan insanların bu kuruma müracaat edecek olması ya da doğrudan ayrımcılığın dışında aynı durumda olan ama farklı muamele gördüğü için daha farklı olarak, dolaylı olarak ayrımcılığa uğrayan insanların yasa kapsamına alınması, dolaylı ayrımcılık için mücadele edilmesi, engellerin düzenlenmesi, makul düzenlemenin yasa için geçerli olması, şiddetin eklenmesi, cinsel tacizin eklenmesi, mobbingin iş yaşamında en çok karşımıza çıkan mobbingin, iş yerinde yıldırmanın yasayla güvence altına alınması, üstelik kişiler buraya müracaat ettiğinde sadece üç ay içerisinde sonuç alabilmeleri, uzlaşma için müracaat edebilmeleri, para cezası verilmesi, yıldırılması, tekrarının engellenmesi, aslında bu yaptığımız çalışmanın ne kadar değerli olduğunu gösteriyor.

Elbette daha iyisini yapmak mümkün hatta bunun için çok daha uzun süre konuşmak mümkün ama maalesef zamanımın azlığı bununla ilgili fazla konuşmayı engelliyor. Ama daha iyisini yapmak istiyorsak özellikle ayrımcılıkla mücadele konusunda tek bir insan, Türkiye'de tek bir insan mağdur olmasın, her birimizin insan olma onuru korunsun istiyorsak yapmamız gereken tek şey var; bu yasayı çıkarmak ve bu yasanın çok daha iyi uygulanabilmesi için Meclis olarak elimizden geleni yapmak.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Benli.

Tasarının birinci bölümü üzerinde siyasi parti grupları ve şahısları adına olan konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, birinci bölüm üzerinde on beş dakika süreyle soru-cevap işlemi yapacağız.

Sorulara başlıyorum.

Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, 10’uncu maddenin 11’inci fıkrasında seçilen üyelerin yeminiyle ilgili bir düzenleme var. Tüm yemin düzenlemelerine baktığımız zaman “Görevimi Anayasa’ya ve kanunlara uygun tam bir tarafsızlık, dürüstlük, hakkaniyet ve adalet anlayışı içinde yerine getireceğime, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim…” Burada “Anayasa ve kanunlar” ibaresi yok. Bu bir eksiklik değil mi?

Bir başka soru: 20’nci maddede bilirkişilik yapanlar, bugüne kadar bilirkişilik yapanların hepsinde ücretleri vergiye tabi olduğu hâlde burada ücretlerden, gelirlerden vergi alınmıyor. Yani vatandaş bir bardak su alıyor, dolaylı vergi ödüyor. Niçin burada bu bilirkişiler bu vergiden muaf? 20’nci maddenin (2)’nci fıkrası, son cümle.

21’inci maddeye geliyoruz, ispat yüküyle ilgili. Burada, hak ihlaliyle ilgili “kuvvetli emare” diyorsunuz. Ceza Kanunu’nda biz “makul şüphe” diyoruz, niye burada “makul emare” getirmiyoruz? Niye bu koşulları daha zorlaştırıyoruz biz? Yani, burada temel hak ve özgürlükler…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Zeybek…

KEMAL ZEYBEK (Samsun) – İnsan hakları alanlarında üniversitelerimiz, öğretim üyelerimiz veya insan haklarıyla ilgili sivil toplum kuruluşlarından bir görüş alındı mı?

Yapmak istediğiniz yasayla ülkede var olan mezheplerde ayrımcılık yapılmasını artırmak için mi yapılıyor?

Ülkenin yarısı kadın-erkek olduğuna göre, üyelerimizin yarısının kadın olması için, üyelerin gençlerden ve kadınlardan oluşmasına yasada yer verilecek midir?

Saygılarımla.

BAŞKAN – Sayın Sarıbal…

ORHAN SARIBAL (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

“İnsan Hakları Kurulu 11 kişiden oluşmaktadır; 8’ini Bakanlar Kurulu, 3’ünü de Cumhurbaşkanı belirleyecektir.” diye bir açıklama var. Acaba entegre olmak istediğimiz Avrupa Birliği sürecinde, başka bir ülkede böyle bir kurul var mıdır, bir.

İki: Bu kurulun 11 kişisinin nitelikleri ne olacaktır, kimlerden oluşacaktır; örneğin, kadın adaylar, engelliler olacak mıdır diye sormak isterim.

Üç: Hakikaten, biraz önce arkadaşım söyledi, Avrupa’da böyle bir kurul oluştuğunda ya da böyle bir yapı oluştuğunda sivil toplum örgütlerin, demokratik kitle örgütlerin, akademik odaların, meslek odalarının bütününden görüş alınmıştır. Acaba bu kurul oluşturulurken hangi kurumlardan bilgi alındı? Bunu da duymak isteriz.

Bütün bu açıklamalar yapılsa ve bu kurul çıksa bile, bunun uygulamaları sonucunda bu kurulu üst üste koyduğumuzda Avrupa Birliğinde kabul görecek midir? Bununla ilgili açıklamalar bekliyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Gaytancıoğlu…

OKAN GAYTANCIOĞLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

26 Mart Cumartesi günü EĞİTİM BİR SEN Genel Başkan Yardımcısı Atilla Olçum denilen şahıs “Yaklaşık yüz yıl boyunca bu ülkenin özellikle de eğitim alanına sirayet etmiş Kemalist ruhu, Kemalist ideolojiyi müfredatımızdan ciddi bir şekilde arındırıp, medeniyet değerlerini içselleştirmiş bir müfredatı, bu ülkenin en büyük sivil toplum teşkilatı olarak ortaya koymamız gerekiyor.” dedi. Söz konusu kişinin sözlerinin Anayasa’nın 42’nci maddesi hükümlerine aykırı olduğunu hatırlatmak isterim. Bu kişi hakkında, bu açıklamaları doğrultusunda bir işlem yapmayı düşünüyor musunuz? Eğer cezai bir işlem uygulamayacaksanız ayrımcılık olmuyor mu?

BAŞKAN – Sayın Aydın…

ERKAN AYDIN (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İnsan hakları ihlallerinin ve ülkemizde yaşanan birçok sorunun olduğu bir dönemde şu anda görüşmekte olduğumuz yasanın bu sorunların çözümüne fiiliyatta bir katkısı bulunacağını düşünüyor musunuz? Bu yaşananları da göz önünde bulundurmanın önemini göstermek için her hangi bir çabanız olacak mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Sarıhan…

ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Şunu sormak istiyorum: Adil yargılanma bir insan hakkıdır. Aynı zamanda, adil yargılanma açık yargılamayı da emreder. Bu anlamda, Gül ve Can’ın davalarında konsolosların bu davayı izlemiş olmalarının gerek Cumhurbaşkanı tarafından gerekse Adalet Bakanı tarafından bir hukuk ihlali gibi nitelendirilmiş olması açık bir hukuksuzluk değil midir? Bu, aynı zamanda duruşmaların aleniyetini de engellemeye çalışan bir tutum değil midir? Çünkü, konsoloslarla birlikte hem HDP hem CHP vekilleri de bu duruşmalara katılmakla suçlanmışlardır. Bu hak ihlalini, yasaya da aykırı açıklamaları acaba kendileri nasıl değerlendiriyorlar? Bunun yanıtlanmasını rica ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Doğan…

MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) – Sayın Bakan, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesi Doktor Fatih Sürenkök barış çağrısı yaptığı için, yine, barış için bir açıklamada, çağrıda bulunan SES iş yeri temsilcisi Mahmut Bakay açığa alınmıştır. Mevzuata uygun olmayan bu işlemin iptali gerekmektedir. Sayın Bakana sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Öz…

BÜLENT ÖZ (Çanakkale) – Sayın Bakan, devletimizin kanalı olan TRT Belgesel kanalında Suriyeli bir çocuğa “Savaşmak zorunda kalsan ne yapardın?” sorusuna çocuğun “Kontrol noktasında kendimi patlatırdım.” yanıtını vermesi ve böyle bir yayının yayımlanmasını Hükûmetiniz doğru buluyor mu? Bu yayınla ilgili yayım ilkeleri göz önüne alındığında kurum hakkında bir cezai işlem yapacak mısınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Baluken, buyurunuz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, bugün birkaç kez Genel Kurulda dile getirdiğimiz bu cenazelere uygulanan vahşetle ilgili merak edip ilgili bakanlığa sordunuz mu? İlgili bakanlığın açmış olduğu herhangi bir soruşturma süreci var mı? Hakkâri Valisi ve Yüksekova Kaymakamını görevden almayı düşünüyor musunuz? Cenazenin defin hakkına, ölünün aileye teslim hakkına saygı duymayan bir anlayışın insan hakkıyla ilgili, insan haklarıyla ilgili bir yasal düzenleme yapmasının samimiyetini merak ediyoruz. Bunu özellikle bu sorularla birlikte cevaplandırmanızı rica ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, mevcut olan bu tasarıda “Başbakanlık tarafından yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar il ve ilçelerdeki insan hakları kurulları faaliyetlerine devam eder.” deniyor. Peki ileride bu il ve ilçelerdeki insan hakları kurullarını kaldırıp yerine neyi kurmayı düşünüyorsunuz?

Aynı şekilde, “Kurula en az dört yıllık fakülte mezunu alınacak.” deniliyor. Yani burada insan hakları alanında uzmanlık alan hiç birilerinin alınmaması bu işin ciddiye alınmadığını göstermez mi acaba?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal.

Sorular için ayırdığımız süre sona ermiştir.

Cevaplar için Hükûmete söz veriyorum.

Buyurun Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, öncelikli olarak biz bu tasarıyı hazırlarken birincisi Paris Prensiplerini; ikincisi, yine uluslararası sözleşmeleri, Avrupa Birliği direktiflerini ve daha önce özellikle ayrımcılıkla mücadele ve insan hakları konusunda sivil toplum kuruluşlarıyla yapılmış olan tüm çalışmaların detayını alarak, bunları teker teker inceleyerek gerçekleştirdik.

Ayrıca, bir başka çalışma daha yaptık: Avrupa Birliğinde insan hakları konusunda, ayrımcılık konusunda ve ulusal önleme mekanizması olarak nasıl bir yapı vardır, bu yapılar nasıl ve ne şekilde işlemektedir, bunları da teker teker gözden geçirdik ve bunun neticesinde özellikle ayrı ayrı kurulan yani “insan hakları kurumu”, “ayrımcılık kurumu”, “ulusal önleme mekanizması” gibi ayrı ayrı yapıların tek bir çatı altında toplanması hâlinde daha etkin çalıştıkları ve özellikle yetki kargaşasına neden olan hususların ortadan kaldırıldığını gördük. Bunun örnekleri de, işte, İngiltere’de olduğu gibi, Hollanda’da olduğu gibi, Fransa’da olduğu gibi biz de bu yapıyı, hem insan hakları konusunda hem ulusal önleme mekanizması alanında hem de ayrımcılıkla mücadele konusunda tek bir çatı altında bir kurum oluşturmaya yöneldik. Bunun çok daha etkin, çok daha verimli bir yapıda olacağını düşünüyoruz.

Yine, burada sık sık zikredilen önemli hususlardan bir tanesi: “Şu anda bizim oluşturduğumuz kurul yapısını, evet, Bakanlar Kurulu, Başbakan veya Cumhurbaşkanı atıyor ama diğer herhangi bir Avrupa ülkesinde böyle bir uygulama var mı? Böyle bir uygulama söz konusu değil.” şeklinde açıklamalar geldi.

Buradan şunu çok açıklıkla ifade edeyim: Avrupa Birliği bünyesinde birkaç ülke hariç ülkelerin tamamında kurul atamaları ya Hükûmet tarafından oluyor ya da ilgili devlet başkanı tarafından oluyor veya ilgili bakan tarafından oluyor. Size birkaç tane örnek vermek istiyorum: Belçika, Bakanlar Kurulu atıyor; Danimarka, Çalışma Bakanı atıyor –devam ediyorum- Avusturya, Federal Hükûmet atıyor; yine İsveç, Hükûmet tarafından atama yapılıyor -devam ediyorum- Hollanda, Adalet Bakanının tavsiyesi üzerine Kraliyet kararnamesiyle atama yapılıyor; Almanya, federal hükûmet tarafından atama yapılıyor; İngiltere, yine, Kadın ve Eşitlikler Bakanlığı tarafından atama yapılıyor; Fransa, Fransa Cumhurbaşkanı tarafından atama yapılıyor; Estonya, Sosyal İşler Bakanı tarafından atanıyor. Buna benzer ülkelere baktığımızda hükûmet tarafından bu atamaların gerçekleştirildiğini görüyoruz.

Burada Avrupa Birliğinin özellikle ifade ettiği husus şudur: İşlevsel bağımsızlıktır, yani bu kurum kurulduğu zaman kurumun işlevsel olarak bağımsızlığını sürdürebilmesidir. Bu çerçevede de yasaya baktığımızda çoğulcu bir yapı içerisinde kurulun oluşturulması özellikle zikredilmiş durumdadır. Bu çoğulculuktan kastımız, elbette ki toplumun değişik kesimlerini kapsayan bir yapıda olması önem arz etmektedir.

Ayrımcılıkla mücadele konusu, evet, Türk Ceza Kanunu’muzda, Anayasa’mızda zikredilen bir husustur ama Türkiye’de ilk kez ayrımcılığa yönelik bir kurum oluşturuluyor. İnsanların düşüncesi, duygusu, rengi, dili, ırkı, mezhebi ne olursa olsun ayrımcılık yapıldığına dair herhangi bir kanı oluşması hâlinde işte bu kurum buna müdahale edecektir.

Bizim bu yasa tasarımızı Avrupa Birliğine üye, hatta Avrupa Konseyine üye ülkelerin tasarılarıyla kıyasladığınızda, gerçekten, Avrupa’daki ülkelerin tasarılarından çok daha güçlü bir yapıda olduğu görülecektir. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum ve bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Gerçekten güçlü bir yapı oluşturuluyor ve bu yapıyla bir taraftan ayrımcılıkla mücadele edilirken diğer taraftan insan hakları ve ulusal önleme mekanizması olarak sistem çalışacaktır.

İnsan Hakları Kurumuna resen inceleme yetkisi veriliyor. Diğer taraftan, ulusal önleme mekanizması çerçevesinde, yine, resen inceleme yetkisi söz konusu. Ayrımcılıkla mücadele konusunda ise hem kişisel başvurular alınabilecek hem de resen inceleme yapma yetkisi olacak.

Dolayısıyla, bu kurumun, gerçekten, Avrupa’daki örnekleriyle kıyaslandığında oldukça güçlü bir yapıya kavuşacağını söylememiz mümkün.

Diğer taraftan, kadına yer verilip verilmediği soruluyor. Elbette bu kurulda bir kadın üyenin olmasını biz de arzu ediyoruz ve çoğulcu bir yapı içerisinde olması da, açıkçası, bunu bir şekilde ifade ediyor.

Diğer taraftan, değerli arkadaşlar, bu yasanın katkı sağlayıp sağlamayacağı soruluyor. Elbette, bu yasa çok önemli katkılar sağlayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez ayrımcılıkla mücadeleye yönelik olarak bir kurum oluşturuluyor. Dolayısıyla, bu yasanın önemli katkılar sağlayacağını düşünüyorum.

Diğer taraftan, yine, bazı terör, insan hakları konusunda belki çok spesifik sorular vardı. İzmir’i ilgilendiren, EĞİTİM-BİR-SEN’le ilgili bazı sorular söz konusuydu. Bunlarla ilgili olarak şunu söylüyorum: Değerli arkadaşlar, herkes hukuk karşısında eşittir. Eğer yanlış yapan birisi varsa kim olursa olsun mutlaka bunun cezasını çekmelidir, hukuk önünde bunun hesabını vermelidir diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakan dedi ki: “Fransa’da bu tür kurulu Çalışma Bakanı seçmekte.” Yani ya kendileri beni düzeltsinler veya verilen bilgi yanlış olabilir. Bir yüksek lisans tezi benim elimde, Fatih Aydın, tez danışmanı Prof. Dr. Ethem Atay. Burada Danimarka örneğini veriyor Sayın Bakan. Danimarka örneğinde, bu tür kurulların üyeleri İnsan Hakları Konseyi tarafından atanıyor, Çalışma Bakanı falan değil. Yani ya bu tez yanlış ya size verdikleri bilgi yanlış.

Teşekkür ederim.

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Şöyle söyleyeyim…

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal.

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Bir saniye müsaade eder misiniz.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan, mikrofonunuzu açıyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Eğer dil sürçmesi olmuşsa onu bilemem ama burada benim okuduğum, “Fransa’da Hakların Savunucusu Kurumunun Başkanı Cumhurbaşkanı tarafından atanır.” yani atama Cumhurbaşkanı tarafından yapılıyor. Bununla ilgili detay bilgileri de elbette verebilirim.

BAŞKAN – Sayın Özel, söz talebiniz var sanıyorum.

Buyurun, mikrofonunuzu açıyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Burada iki önemli gördüğümüz husus var. Bir önceki Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nda da Sayın Bakan benzer bir bilgi notundan hareket etmişti, daha sonra kamuoyu şununla aydınlandı: Evet, örneğin Danimarka’da Çalışma Bakanı, Avusturya’da Federal Hükûmet falan diyoruz ama Türkiye için şöyle örnek verelim: Biz tamamını Cumhurbaşkanının atamasını da kabul ederiz, velev ki bu ülkelerdeki gibi şöyle yazın: Şunca yıldır bu kadar üyesiyle, bu kadar çalışmasıyla kabul görmüş olan insan hakları kurumları, kuruluşları, üniversiteler, avukatların, meslek örgütünün gösterdiği veya bildirdiği kişiler içinden elbette biri atayacak, herhâlde ben atayacak değilim. Başbakan atayabilir, Cumhurbaşkanı atayabilir, ilgili bakan atayabilir, yeter ki niteliği doğru tarif edelim. Orada bir sıkıntı var zaten, ona çare arıyoruz.

Bir diğer husus: Sayın Bakan oraya dikkat çekmedi veya bir başka türlü tarif etti ama Madde 8’de bu kurum Başbakanlıkla ilişkili, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu olarak tarif ediliyor. Sayın Bakan da bilir ki bu ilişkili kurumlar ilgili mevzuat gereğince dilendiği zaman Başbakanlık tarafından idari ve mali yönden denetime tabidir. Bu da idari ve mali vesayet anlamına gelir. Böyle, tarif ettiğiniz gibi bir bağımsızlık zaten başlı başına burada sıkıntıya düşmektedir.

Bir de Sayın Bakanın son kullandığı ifade sürçülisansa, hemen düzeltilirse iyi olur. Hatta desin ki… Âdeta şunu söyledi: “Biz de bir kadın üyenin yer almasını istiyoruz.” Şunu derse “Bu 9 kişiden oluşacaksa, en az 4’ü ya da 5 tanesinin kadın olmasını öngörüyoruz.” tamam ama “Bir kadın üye” dil sürçmesi değilse… Tabii, şaşırtıcı değil, 30’a yakın bakandan 2’sinin kadın olduğu yerde on birde 1’i yeterli görüyor olabilirsiniz ama biz bunun bir dil sürçmesi olduğunu, Bakan tarafından düzeltilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özel.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, aynı konuda…

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Bir müsaade ederseniz…

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan, mikrofonunuzu açıyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Sayın Özel’e çok teşekkür ediyorum.

Ben kesinlikle onu kastetmedim, kadın üyelere yönelik söylüyorum. Elbette, ben hatta erkek üyeden daha fazla kadın üye olmasını arzu ediyorum, onu özellikle ifade edeyim. Eğer dil sürçmesi olmuşsa ondan da özür diliyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, birincisi, Sayın Tanal’ın biraz önce ifade ettiği tez 2010 yılında hazırlanmış olan bir tezdir, arkadaşlarımın bana verdiği bilgiyi söylüyorum. Bu kurumun yapısıysa 2011 yılında değiştirilmiştir. Yine, arkadaşlarımızın bana verdiği bilgi doğrultusunda bu bilgileri sizlerle paylaşıyorum.

Şimdi, şunu özellikle ifade etmek istiyorum: Eğer Avrupa Birliğine üye ülkelerin mevcut yasalarını incelerseniz bizim gerçekten oluşturmuş olduğumuz bu kuruma ne kadar çok önem verdiğimizi çok daha iyi anlayacaksınız diye düşünüyorum. Öyle ülkeler var ki, sadece 7-8 üyesi olan ülkeler var ve bu Avrupa ülkelerinde de özellikle son yıllarda ırkçılığa yönelik saldırılar yoğun bir şekilde artmış durumda, ayrımcılıkla ilgili ciddi problemler var bu ülkelerde. Hani zaman zaman şu ifade ediliyor: “Efendim, Türkiye’nin konumuyla Avrupa Birliğine üye ülkelerin konumu farklı.” Burada önemli olan –tekrar ediyorum- işlevsel bağımsızlıktır, bu kurumun işlevsel bağımsızlığıdır. İlişkili kuruluş da –şunu ifade etmek istiyorum- bizim devlet mekanizması içerisinde yani devletin kurumlarıyla, yine, Hükûmetle en zayıf ilişkisi olan bir kuruluş yapısı. Dolayısıyla, o nedenle ilişkili kuruluş olarak burada öngörülmüştür.

Ben çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın Demirel, mikrofonunuzu açıyorum.

Buyurun.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Bakanın dilinin sürçtüğünü düşünmüyorum, biraz zihniyetin açığa çıkmasıdır. Öyle görünüyor ki “Bu oluşturulacak 11 kişiden 1’i bile kadın olursa bu iyiye işarettir.” anlamına gelen bir açıklama yaptı. Öyle görünüyor ki verilecek üyeler, Cumhurbaşkanının, Başbakanın seçeceği bütün üyeler erkeklerden oluşacaktır. Oysa bu, insan hakları ihlalinin en büyük örneğidir, ayrımcılığın en büyük örneğidir. Kadın ve erkeğin eşit olduğu bir ülkede ne yazık ki hiçbir yerde bu eşitliği sağlayamıyoruz yani oluşturulacak komisyonda bile bir eşitlik sağlanamayacak düzeye geldiğimiz bir ülkeden bahsediyoruz. Diğer ülkelerden örnekler verildi. Acaba orada kaç kadın, kaç erkek yer alıyor? Onların nasıl olduğunu öğrenmek isteriz, tabii, bunların ayrıntılarına da bakmak isteriz. Bir de denetim mekanizmasının nasıl sağlandığının da aynı zamanda ifade edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bir de ayrımcılığın Türkiye’de had safhada olduğunu biliyoruz yani düşünce yapısına ilişkin ayrımcılık, partiler arasındaki ayrımcılık... Hükûmetin partiler arasındaki ayrımcılığını sadece bir örnekle ifade edeceğim ki defalarca bu Genel Kurulda ifade ettik. Sayın Bakan buna ilişkin nasıl bir cevap verecek, çok merak ediyoruz. Cezaevlerine gidişle ilgili bütün partilerin talepleri karşılanırken, bizim taleplerimiz, HDP Grubunun taleplerine ne olumlu ne olumsuz bir cevap verilmiyor ve böylelikle de keyfî olarak izin vermediğini ifade ediyor. Aynı tutuklu için bir başka partiden milletvekilleri görüşe gidebiliyor ama HDP Grubundan herhangi bir milletvekili aynı kişiye ilişkin cezaevinde görüşe gidemiyor. Yani, bunun başlı başına, partiler arasındaki bir ayrımcılığın da, cinsler arası ayrımcılığın da Hükûmet tarafından gerçekleştirildiğini bir kez daha sadece bu örnekle görmüş oluyoruz. Yani, artık din, dil, ırk denilen bütün cinsiyet eşitliklerinin sağlandığı bir ülkeden bahsederken, oysa bu bahsettiğimiz inanç, dil, kültür ve din, bütün ayrımcılıkları tek tek görüyoruz bu ülkede. “İnsan haklarıyla ilgili bütün her yerini düzelteceğiz, insan haklarına ilişkin düzenlemeyi gerçekleştireceğiz.” demenin gerçekten burada abes olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel, tutanaklara geçmiştir.

Sayın milletvekilleri…

BÜLENT ÖZ (Çanakkale) – Sayın Başkan…

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Sayın Başkan, çok kısa bir şey söyleyeceğim.

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Bakan.

Sayın Öz…

BÜLENT ÖZ (Çanakkale) – Sayın Bakana TRT belgeseliyle ilgili bir soru sormuştum, yanıtını alamadım ama tekrar hatırlatabilirim.

BAŞKAN – Şimdi, sayın milletvekilleri, birinci bölüm üzerindeki soru-cevap işlemi İç Tüzük’ümüze göre on beş dakikayla sınırlıdır. On beş dakikalık sürenin birinci yarısı sorulara ayrılır, ikinci yarısı cevaplara ayrılır. Bu gerçekleştikten sonra yeniden soru-cevap işlemi mahiyetinde bir görüşmeyi gerçekleştirmemiz mümkün değildir. Sayın grup başkan vekilleri tabii ki söz talep edebilirler. Talep ettikleri sözler tutanaklara geçmiştir.

Şimdi, bu çerçevede, Sayın Bakan bir açıklama talep ediyor.

Buyurunuz Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Öncelikle şunu ifade edeyim: Benim insanların zihnini okuma gibi bir alışkanlığım yok. İnsanların gerçek düşünceleri, duyguları ne ise onu dinlemeyi ve o çerçevede sorunu çözmeye yönelik adım atmayı hep tercih ederim. Ama insanların zihnini okumaya yönelik bir yaklaşım içerisinde olursanız bizi üzersiniz. Biz burada birbirimizin samimiyetine inanmak zorundayız.

Bakınız, bu tasarıyla ilgili görüşmeler sürerken biz arkada aşağı yukarı iki üç saat HDP milletvekillerimizin de olduğu, CHP’den, MHP’den arkadaşlarımızın da olduğu bir toplantı gerçekleştirdik. Samimi olarak her şeyi konuştuk, tartıştık. Ama insanların zihnini okuma gibi bir alışkanlık veyahut kafanızda ne düşünüyorsanız onu bize atfetmeye çalışmanız son derece yanlış diye düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 00.44

ONUNCU OTURUM

Açılma Saati: 00.46

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet Akif HAMZAÇEBİ

KÂTİP ÜYELER : Sema KIRCI (Balıkesir), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 62’nci Birleşiminin Onuncu Oturumunu açıyorum.

149 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, 170 sıra sayılı Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.

2.- İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/597) ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (S.Sayısı: 170)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Bundan sonra da komisyonun bulunamayacağı anlaşıldığından, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 30 Mart 2016 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum, iyi geceler diliyorum.

Kapanma Saati: 00.48



(x) 149 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.