TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                 45’inci Birleşim

                                                                                           26 Şubat 2016 Cuma

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman’ın, 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’da yaşanan Hocalı katliamının yıl dönümüne ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın, Genel Kurulun 18/2/2016 tarihli 41’inci Birleşiminde kabul edilen bütçe ve kesin hesap kanunu tasarılarının görüşülmesine ilişkin takvim ve programa göre görüşmelerin sürdürüleceğine ilişkin konuşması

3.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın, Başkanlığın havale ya da iade ettiği önerge ve tekliflerle ilgili Meclis bütçesinin görüşmeleri sırasında bilgi verileceğine ilişkin konuşması

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’da yaşanan Hocalı katliamının yıl dönümüne, Suriye’deki krizin Cenevre Konferansı’nda çözümlenmesini temenni ettiğine, gazeteciler Can Dündar ile Erdem Gül’ün tahliyelerinin ülkemiz açısından çok önemli olduğunu düşündüğüne ve ifade özgürlüğünden tutuklu bulunan herkesin serbest kalması gerektiğine ilişkin açıklaması

2.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Halkların Demokratik Partisi olarak, 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’da yaşanan Hocalı katliamını kınadıklarına, tahliye olan gazeteciler Can Dündar ile Erdem Gül’e geçmiş olsun dileğinde bulunduklarına, Hükûmetin hukuk dışı uyguladığı sokağa çıkma yasakları nedeniyle her gün yeni hak ihlalleri ve ölüm haberleri alındığına ve Hükûmete bir an önce bu insanlık dışı yaklaşımdan vazgeçme çağrısı yaptığına ilişkin açıklaması

3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, milletimizin varlığı ve birliği için hayatını kaybeden bütün şehitlere Allah’tan rahmet dilediğine, terörün bir an evvel bitirilmesi için çalışmaların kapsamlı bir plan içerisinde yürütülmesini dilediğine, 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’da yaşanan Hocalı katliamı ile 27 Şubat Necmettin Erbakan’ın ölüm yıl dönümlerine, gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliyesini mutluluk verici bulduğuna ve bütçe görüşmelerinin Meclise ve ülkeye hayırlı olmasını dilediğine ilişkin açıklaması

4.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’da yaşanan Hocalı katliamı ile 27 Şubat Necmettin Erbakan’ın ölüm yıl dönümlerine, gazeteciler Can Dündar ile Erdem Gül’ün tahliye edilmelerine, bütçe görüşmelerinin Meclisin demokratik ortamına uygun bir şekilde gerçekleştirilmesini temenni ettiğine ilişkin açıklaması

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, 118 sıra sayılı Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nda Halkların Demokratik Partisinin muhalefet şerhinin yer almadığına ve bu nedenle bütçe kanunu tasarısının görüşmelerinin yapılamayacağına ilişkin açıklaması

6.- Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Süreyya Sadi Bilgiç’in, çekimserlik ya da aykırılık görüşlerinin Anayasa ve İç Tüzük hükümlerine uygun olarak komisyon raporuna eklenebileceğine ve Halkların Demokratik Partisinin muhalefet şerhinin Anayasa ve İç Tüzük hükümlerine aykırı olduğuna ilişkin açıklaması

7.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Başkanlıkça iade edilen önergelerindeki kaba ve yaralayıcı ifadelerin neler olduğunu öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

8.- Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığının Anayasa ve İç Tüzük hükümlerini çiğneyerek kendilerine düzeltme yapma hakkı tanımadığına ilişkin açıklaması

9.- Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Süreyya Sadi Bilgiç’in, Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

10.- Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, 118 sıra sayılı Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nda Halkların Demokratik Partisinin muhalefet şerhine yer verilmeyerek her yerde ifade ettikleri düşüncelerinin Meclis çatısı altında sınırlandırıldığına ve konunun Başkanlık tarafından bir kez daha değerlendirilmesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

11.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

12.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

13.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin sarf etmiş olduğu bazı ifadelere ilişkin açıklaması

14.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin sarf etmiş olduğu bazı ifadelere ilişkin açıklaması

15.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

16.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin vesayetçi ifadelerini bütün partilerin ortak bir deklarasyonla kınaması gerektiğine ilişkin açıklaması

17.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

18.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

19.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin sözlerinin hem 4 parti hem Hükûmet hem de Meclis Başkanı açısından kabul edilemez olduğuna ilişkin açıklaması

20.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

21.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

22.- Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun, İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

23.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Türkiye’de siyaset yapmayla ilgili özgür bir ortam olduğuna dair algı yaratılmaya çalışıldığına ilişkin açıklaması

 

 

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529)  ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 118)

2.- 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297), 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2014 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/32), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 208 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/33), 2014 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/34), 2014 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/35), 2014 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/36), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan Kalkınma Ajansları 2012 Yılı Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/28), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2013 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/31), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2014 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/37) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 119

 

VI.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın 118 sıra sayılı Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nda Halkların Demokratik Partisinin muhalefet şerhinin yer almamasına rağmen görüşmelere başlanması şeklindeki tutumunun İç Tüzük hükümlerine uygun olup olmadığı hakkında

 

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın usul görüşmesiyle ilgili yaptıkları konuşmaları sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşmaları nedeniyle konuşması

2.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

4.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

6.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhurbaşkanına sataşması nedeniyle konuşması

7.- Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

8.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhurbaşkanına sataşması nedeniyle konuşması

9.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına ve Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

10.- Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

11.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

12.- Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun, Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın yaptığı açıklaması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

13.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

14.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

15.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

16.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

17.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal’ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

26 Şubat 2016 Cuma

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.01

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, yapacağımız görüşmelerin ve alınacak kararların milletimiz için hayırlara vesile olması dileğiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman'ın, 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’da yaşanan Hocalı katliamının yıl dönümüne ilişkin konuşması

BAŞKAN – Gündeme geçmeden önce, 25-26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’ın Hocalı şehrinde yaşanan ve çoğunluğunu kadın, çocuk ve yaşlıların oluşturduğu 613 Azerbaycanlının katledilmesine sebep olan vahşet sadece Azerbaycan tarihine geçmekle kalmamış, tüm dünya kamuoyunun hafızasına ve vicdanına kazınmıştır.

Türkiye olarak, Azerbaycanlı kardeşlerimizin bundan yirmi üç yıl önce Hocalı’da karşı karşıya kaldıkları bu vahşetin acısını her zaman kalbimizin en derinlerinde hissediyor ve bu acıyı içtenlikle paylaşıyoruz.

Hocalı katliamı, insanlığın bugün ve gelecekte dersler çıkartması ve bu olaya karşı bugüne kadar gösterdiği tepki konusunda bir vicdan muhasebesi yapması gereken önemli bir olaydır.

Bu çerçevede, Hocalı katliamının ve katliamda hayatını yitirenlerin layıkıyla anılması için Türkiye-Azerbaycan ve üçüncü ülkeler diye gerçekleştirilen etkinliklerde Azerbaycanlı kardeşlerimize desteğimizi sürdüreceğiz. Bu konuyla ilgili olarak, istekleri hâlinde, sayın grup başkan vekillerine oldukları yerden ikişer dakika söz hakkı vereceğim.

Efendim, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Levent Gök…

Buyurun Beyefendi.

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’da yaşanan Hocalı katliamının yıl dönümüne, Suriye’deki krizin Cenevre Konferansı’nda çözümlenmesini temenni ettiğine, gazeteciler Can Dündar ile Erdem Gül’ün tahliyelerinin ülkemiz açısından çok önemli olduğunu düşündüğüne ve ifade özgürlüğünden tutuklu bulunan herkesin serbest kalması gerektiğine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

26 Şubat 1992 yılında tüm dünyanın bir trajik olayla sarsıldığı Hocalı katliamı, bu ve benzeri tüm katliamlar, insan ölümleri önümüzdeki süreçte de dünyanın ve ülkemizin barışa ne denli ihtiyacı olduğunu gösteren çok üzücü olaylar. “Yurtta sulh, cihanda sulh.” ilkesini benimsemiş bir partinin mensupları olarak, tüm ülkelerin kendi aralarındaki sorunları siyaseten çözmesi gerektiğini ve özellikle masum insanların hayatına gasbeden bu tür olayların dünya gündeminden çıkmasını arzu ediyoruz. Bu ve benzeri katliamlar gibi, Hocalı katliamında da hayatını kaybedenleri bir kez daha saygıyla anıyorum.

Elbette önümüzdeki süreç, Suriye, muhtemelen bu gece yarısı başlayacak bir ateşkes anlaşmasıyla, siyaseten çözülebileceği bir sürece doğru evrilmiş gözüküyor. Suriye'de bugüne dek yaşanmış olan üzücü olayların bu vesileyle Cenevre Konferansı’nda enine boyuna tartışılarak çözümlenmesi ve hepimizin de bu konferansa destek olması en büyük temennimizdir.

Ayrıca, dün Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu hak ihlali kararıyla, gazetecilik yaptığından dolayı ve gerçek bir haberi haberleştirdiğinden dolayı doksan iki gün boyunca tutuklu kalan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Sayın Erdem Gül’ün tahliyelerinin de ülkemiz açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Böylesi üzücü olaylarla bir kez daha karşılaşmamak ve hapishanelerde şu anda tutuklu ya da mahkûm olan, ifade özgürlüğünden tutuklu bulunan herkesin, tüm gazetecilerin de serbest kalması gerektiğini ifade ediyorum.

Bütçe görüşmelerinin Meclisimize ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim efendim.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sayın İdris Baluken.

Buyurun Beyefendi.

2.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'in, Halkların Demokratik Partisi olarak, 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’da yaşanan Hocalı katliamını kınadıklarına, tahliye olan gazeteciler Can Dündar ile Erdem Gül’e geçmiş olsun dileğinde bulunduklarına, Hükûmetin hukuk dışı uyguladığı sokağa çıkma yasakları nedeniyle her gün yeni hak ihlalleri ve ölüm haberleri alındığına ve Hükûmete bir an önce bu insanlık dışı yaklaşımdan vazgeçme çağrısı yaptığına ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Biz de günün anlamı vesilesiyle Hocalı’da yaşanan katliamı Halkların Demokratik Partisi olarak kınıyor, ülkemizin de içinde bulunduğu bu coğrafyada benzer katliamların yaşanmamasını temenni ediyoruz.

Maalesef güncelde de bir ateş çemberinin içerisinde bulunuyoruz. Gerek ülke içinde gerekse de bölgemizde, Orta Doğu’da hemen hemen her gün yeni katliamlar insanlığa karşı suç oluşturacak şekilde güncelleniyor. İnsanlık tarihinin artık bu katliamları bir kenara bırakarak yeni bir barış sayfasıyla geleceğe doğru yol almasını burada bir temenni olarak ifade etmek istiyorum.

Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararıyla beraber, çıkarıldıkları ilk mahkemede tahliye edilen Erdem Gül’e ve Can Dündar’a Halkların Demokratik Partisi olarak geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Tahliye edilmelerini büyük bir heyecan ve coşkuyla karşıladık. Eminiz ki bu tahliye, aynı zamanda tutuklanmalarına gerekçe olan haberle ilgili planlamayı yapanların yargılanma yolunu da açacaktır, temennimiz de odur.

Diğer taraftan, Hükûmetin hukuk dışı bir şekilde devreye koyduğu sokağa çıkma yasaklarında da her gün yeni hak ihlalleri ve ölüm haberleri almaya devam ediyoruz. Cizre’de, Sur’da, İdil’de, Silopi’de yaşanan bu ölümlere, bu katliamlara karşı Halkların Demokratik Partisinin duruşunu bir kez daha hatırlatıyor; bu hukuk dışı katliam konseptini kınadığımızı ifade ediyor, Hükûmete de bir an önce bu insanlık dışı yaklaşımdan vazgeçme çağrısı yapıyorum.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Sayın Erkan Akçay Bey.

Buyurun Beyefendi.

3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, milletimizin varlığı ve birliği için hayatını kaybeden bütün şehitlere Allah’tan rahmet dilediğine, terörün bir an evvel bitirilmesi için çalışmaların kapsamlı bir plan içerisinde yürütülmesini dilediğine, 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’da yaşanan Hocalı katliamı ile 27 Şubat Necmettin Erbakan’ın ölüm yıl dönümlerine, gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliyesini mutluluk verici bulduğuna ve bütçe görüşmelerinin Meclise ve ülkeye hayırlı olmasını dilediğine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle vatanımızın, milletimizin, ülkemizin varlığı, birliği, bütünlüğü için hayatını kaybeden bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum; ailelerine ve aziz milletimize tekrar başsağlığı dileklerimi sunuyorum. Bütçe görüşmelerine başladığımız bugünde ülkemizin içerisinde Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan terörün bir an evvel bitirilmesi için gayretlerin kapsamlı bir plan, program içerisinde yürütülmesini diliyorum ve bu konuda yapılacak çalışmalarda da Milliyetçi Hareket Partisi bütün gayretiyle gereken katkıyı verecektir.

Bugün Hocalı katliamının da yıl dönümü. Hocalı’da katliama tabi tutularak hayatını kaybeden kadın, çocuk, yaşlı, genç 613’e varan şehidi rahmetle anıyorum. İnsanlık tarihine kara bir leke olarak geçen bu katliamın, dünya kamuoyu tarafından maalesef yeterince yankı bulmadığını ve çoğu zaman da bazı ülkeler tarafından sessiz kalındığını ve geçiştirilmeye çalışıldığını görüyoruz.

Bugün, Suriye’de, Irak’ta ve dünyanın bazı bölgelerinde olan hadiseler ibret vericidir. O bakımdan, Türkiye'nin geleceğini de bu ibret verici hadiseler ışığında değerlendirip ona göre hareket etmek gerekmektedir.

Ayrıca, eski başbakanlardan merhum Necmettin Erbakan’ın ölüm yıl dönümü olması münasebetiyle de Allah’tan rahmet dileklerimi iletiyorum.

Dün itibarıyla da gazeteci Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliyesini ve buna ilişkin Anayasa Mahkemesinin kararını da mutluluk verici bulduğumuzu ve umut verici görmek istediğimizi ifade ediyorum. Şimdilik geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Bugün görüşmelerine başlayacağımız 2016 yılı bütçesinin de ülkemize, milletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Sayın Naci Bostancı…

Buyurun Beyefendi.

4.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı'nın, 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’da yaşanan Hocalı katliamı ile 27 Şubat Necmettin Erbakan’ın ölüm yıl dönümlerine, gazeteciler Can Dündar ile Erdem Gül’ün tahliye edilmelerine, bütçe görüşmelerinin Meclisin demokratik ortamına uygun bir şekilde gerçekleştirilmesini temenni ettiğine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Yirmi dört yıl önce, 26 Şubat’ta Hocalı’da bir insanlık dramı yaşandı; 613 sivil, insafsız, vahşice, alçakça saldırılarla hayatını kaybetti, 1.275 kişi yaralandı, 150 kayıp var. Bu olay, bir tarafıyla, kültürel olarak yakın olduğumuz soydaşlarımıza yönelik haince, alçakça bir katliam olması bakımından bizi ilgilendiriyor, aynı zamanda, insanlık normları açısından baktığımızda da, insanlık bağlamına yerleştirdiğimizde kendi işinde gücünde olan insanlara yönelik böylesine sinsice, haince bir katliamın gerçekleştirilmesi ve bir insanlık suçu işlenmesi bakımından bizi ilgilendiriyor. O yüzden, insanlık dediğimiz o normları dikkate aldığımızda, kimliği, duruşu, siyaseti ne olursa olsun, geçmişte yaşanan bu tür vahşiliklere, bu tür caniliklere, bu tür katliamlara karşı duyarlı olmak, geleceği kurmak bakımından da önem taşıyor. Bu vesileyle, Hocalı katliamını gerçekleştirenleri kınıyor, uluslararası toplumu da bu konuda daha fazla duyarlılığa davet ediyorum.

Profesör Doktor Necmettin Erbakan 2011 yılı 27 Şubat tarihinde ebedî âleme intikal etmişti; bir kez daha, Allah’tan kendisine rahmet diliyorum. 28 Şubat tarihi, Sayın Erbakan ve milletimiz bakımından da son derece önemli bir tarihtir kolektif hafızamızda, tarihsel bir ironidir. Siyasette çok önemli hizmetler görmüş bir kültür ve siyaset adamıdır Sayın Erbakan. Herhâlde Türkiye'nin kendi yerli parametrelerine dönmesi, kendi kültürü ile siyaseti arasında bağlar kurması ve siyasetin demokratikleşmesi açılarından da oynamış olduğu eşsiz rol, bugün siyaset defteri kapandığına göre, o tür spekülasyonlara konu olmaksızın her tür siyasetçi tarafından da takdirle anılacaktır diye düşünüyorum.

Erdem Gül ve Can Dündar tahliye edildiler. Mahkeme devam ediyor. Süreç bütünüyle hukuki bir süreçtir. Politik olarak olup biten işlere ilişkin farklı kanaatlerimiz, farklı yaklaşımlarımız olabilir ama hukuk hepimizi bağlar. Esasen, AK PARTİ olarak biz hiç kimsenin suç işlemiş olmasından, suçlu sayılmasından, suçlu olarak ilan edilmesinden, mahkemelerin bu yönde karar vermesinden memnun olmayız. Ümit ve temenni ederiz ki, hukuki safahat neticesinde bu iki basın mensubu beraat ederler ve suçsuz oldukları anlaşılır ama bunu takdir edecek olan elbette ki mahkemelerdir, onların kararı da hepimiz için bağlayıcı olacaktır. Mevcut yargılamanın bu şekilde yapılması, doğrusu, bizim de temennimizdir.

Öte yandan, bugün bütçe görüşmelerine başlıyoruz 2016 bütçesinin. Bu görüşmelerin de Meclisin demokratik, müzakereci ortamına, ruhuna, buradaki normlara uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi temennimi ifade ediyor, saygılarımı arz ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum.

Çok sayıda milletvekilimizin bu konuda konuşma isteği var. Hepsi adına, aynı zamanda milletimiz adına grup başkan vekillerimiz konuşmuş oldular. Tekrar rahmet dileklerimizi ifade ediyoruz.

Efendim, gündemimize geçiyoruz.

Gündemimize göre 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 118) (x)

2.- 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297), 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2014 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/32), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 208 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/33), 2014 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/34), 2014 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/35), 2014 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/36), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan Kalkınma Ajansları 2012 Yılı Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/28), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2013 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/31), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2014 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/37) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 119) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, söz talebim var.

BAŞKAN – Buyurun İdris Bey.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'in, 118 sıra sayılı Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nda Halkların Demokratik Partisinin muhalefet şerhinin yer almadığına ve bu nedenle bütçe kanunu tasarısının görüşmelerinin yapılamayacağına ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, şu anda gündemde görüşeceğimiz bu merkezî bütçe tasarısıyla ilgili hazırlanan rapora, kitapçığa baktığımızda, Halkların Demokratik Partisinin muhalefet şerhinin yer almadığını görüyoruz. Elimde Komisyon Başkanının 23 Şubat tarihinde yani bu kitapçığın basıldığı günde grubumuza göndermiş olduğu bir yazı var. Komisyon Başkanının atıf yaptığı birçok İç Tüzük ve Anayasa maddesi gerekçesiyle bu muhalefet şerhinin bütçe raporunda, bütçe kitapçığında yer alamayacağı belirtilmiş, Halkların Demokratik Partisinin oy aldığı kitle adına yapması gereken denetim yetkisine direkt bir müdahalede bulunulmuştur.

Şimdi, burada birçok gerekçeyi sıralayabiliriz ancak ben özellikle İç Tüzük 67’ye yapılan, atıf nedeniyle yapılan hukuksuzluğu bilginize sunmak istiyorum. Sayın Başkanım, İç Tüzük 67’de Genel Kuruldaki kaba ve yaralayıcı sözlerle ilgili bir düzenleme var. İkinci fıkrada da “Başkanlığa gelen yazı ve önergelerde kaba ve yaralayıcı sözler varsa, Başkan, gereken düzeltmelerin yapılması için yazı ve önergeyi sahibine geri verir.” diyor. Yani burada Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına verilmiş olan bir yetkiden bahsediliyor. Oysaki bizim gönderdiğimiz muhalefet şerhiyle ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının bu yetkiye dayandırarak kaleme almış olduğu ve grubumuza iletmiş olduğu herhangi bir resmî yazı yoktur. Sadece, dediğim gibi, Komisyon Başkanının, üstelik kitapçığın basıldığı gün kaleme aldığı ve tamamen kendi partisinin ve kişisel doğrularının Halkların Demokratik Partisine dayatıldığı bir metin dışında bize herhangi bir resmî yazı gelmedi. Dolayısıyla, burada Komisyon Başkanı açık bir şekilde bir yetki gasbı yapmıştır. Hukukta “normlar hiyerarşisi” diye bir kural var, bunu herkesin bilmesi gerekiyor. Bir Meclis Başkanının sahip olması gereken yetkiyi bir Komisyon Başkanının kullanması kabul edilemez bir durumdur. Bu açıdan, HDP’nin, Halkların Demokratik Partisinin denetim yetkisini, görevini yerine getirmesiyle ilgili açık bir İç Tüzük’e ve Anayasa’ya aykırılık üzerinden bir hukuksuzluk yapılmıştır.

Dolayısıyla, bu merkezî bütçe tasarısının görüşmelerine geçilemez. Bununla ilgili, bu tasarı mutlaka geri çekilmeli. HDP’nin muhalefet şerhiyle ilgili çiğnenen bu İç Tüzük ve Anayasa maddeleri tekrar gözden geçirilmeli, gerekli düzeltmeler yapıldıktan sonra, partimizin muhalefet şerhi de rapora eklendikten sonra Genel Kurulda o şekilde görüşülebilir düşüncesindeyiz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Açıklama yapabilir miyiz efendim?

BAŞKAN – Hayhay.

Bütçe Komisyonu Başkanımız Sayın Süreyya Sadi Bilgiç, buyurun.

6.- Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Süreyya Sadi Bilgiç'in, çekimserlik ya da aykırılık görüşlerinin Anayasa ve İç Tüzük hükümlerine uygun olarak komisyon raporuna eklenebileceğine ve Halkların Demokratik Partisinin muhalefet şerhinin Anayasa ve İç Tüzük hükümlerine aykırı olduğuna ilişkin açıklaması

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İç Tüzük’ün 42’nci maddesinde komisyonların karara bağladıkları işler için birer rapor düzenleyecekleri…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – 67 Sayın Başkan, İç Tüzük 67’yi açtım ben. Diğerlerine geleceğiz, İç Tüzük 67’ye cevap verin siz.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - …raporda, konu hakkında komisyonun düşünceleriyle komisyonca yapılan değişikliklerin ve gerekçelerinin yer alacağı…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – 67’ye cevap verin Sayın Başkan.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - …komisyon raporunun tümüne veya belli kısımlarına çekimser veya muhalif kalan komisyon üyelerinin rapora çekimserlik veya aykırılık görüşlerini eklemek hakkına sahip oldukları, bu üyelerin raporda tasarı veya teklifin hangi maddesine aykırı olduklarını yazmak zorunda oldukları ve bu haklarını komisyon başkanının belirleyeceği uygun süre içinde kullanmaları gerektiği; komisyon raporlarının bastırılıp milletvekillerine dağıtılacağı ve Genel Kurulda görüşülmesine başlandığı ilk birleşimin tutanağına ekleneceği hükme bağlanmıştır.

Pek tabiidir ki İç Tüzük’ün 42’nci maddesinde belirtilen, komisyon raporunun tümüne veya belli kısımlarına çekimser veya muhalif kalan komisyon üyelerinin rapora çekimserlik veya aykırılık görüşlerini ekleme hakkı ancak Anayasa ve İç Tüzük kurallarına uygun olarak kullanılmak zorundadır. Bu hususun incelenmesi görevi ise komisyon başkanlarına aittir. Zira, 31/12/2013 tarihinde ihtisas komisyonlarına ve o tarihte faaliyet gösteren bir Meclis araştırması komisyonuna Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca gönderilen yazıyla komisyon raporları ve muhalefet şerhlerinin Anayasa’ya uygunluk açısından gerekli incelemeler yapıldıktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gönderilmesi gerektiği bildirilmiştir.

Halkların Demokratik Partili Komisyon üyelerince verilen muhalefet şerhi üzerinde yapılan incelemede İç Tüzük 38 ve 67, Anayasa’nın 3’üncü, 4’üncü, 14’üncü, 38’inci, 123’üncü, 126’ncı ve 127’nci maddelerine aykırılık görüldüğü için sıra sayıya muhalefet şerhi dâhil edilmemiş, Komisyon Raporu’na eklenmemiştir. Yazıyla bu husus, Anayasa ve İç Tüzük’e aykırı olduğu düşünülen ifadeler de eklenerek ilgili Komisyon üyelerimize gönderilmiştir.

Meclisin ve komisyonların, Genel Kurul ve komisyonların çalışma düzenlerine baktığımızda, bir bütüncül yaklaşımla nasıl bir çalışma düzeni sağlanacağı da İç Tüzük’te belirtilmiş. Komisyonlarla ilgili özel bir düzenleme olmadığında da Genel Kuruldaki uygulanan hükümler komisyonlar tarafından dikkate alınmıştır. Bu çerçevede de HDP’nin göndermiş olduğu muhalefet şerhinde de İç Tüzük’ün 67’nci maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen duruma aykırı bir şekilde kaba ve yaralayıcı sözler sarf edildiği için kendilerine göndermiş olduğum yazıda da 67’nci maddenin ikinci fıkrasına da atıfta bulundum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bulunamazsın Sayın Başkan.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Tabii ki bu hususta sizin Başkanlığınızın bize göndermiş olduğu yazı çerçevesinde HDP’nin muhalefet şerhinin Anayasa’ya ve İç Tüzük’e aykırı olduğu düşünülmüştür. Burada anladığım kadarıyla buna ilişkin olarak bir usul tartışması söz konusudur.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Nerededir o yazı, nerededir o yazı, Meclis Başkan yazısı nerededir?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Meclis Başkanının yazısı da buradadır ve şunu söylüyor…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Tarihini söyleyin bir de.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – 31/12/2013, daha önce de söyledim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – 2013 tarihindeki bir yazıyla şimdiki Meclis Başkanını nasıl ilişkilendirebilirsiniz?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – “Mevcut uygulamalar çerçevesinde ve yeni tartışmalara meydan verilmemesi bakımından komisyon raporları ve muhalefet şerhlerinin…”

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – …yanlış bilgi veriyor.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – “…Anayasa’ya uygunluk açısından gerekli incelemeler yapıldıktan sonra Başkanlığımıza gönderilmesi hususunda gereğini rica ederim. Cemil Çiçek, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı.”

Teşekkür ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Şu anda Cemil Çiçek Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı mıdır, şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı mıdır?

BAŞKAN – Sayın Baluken…

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Burada Türkiye Cumhuriyeti Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurumsal yapısı aynen orada durmaktadır. O gün Sayın Cemil Çiçek temsil ederken Başkanlık makamını bugün Sayın Kahraman temsil etmektedir ve bizim açımızdan da bu konuda herhangi bir tartışmaya gerek olmadığını düşünüyoruz.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – O zaman niye seçim yapıyoruz?

BAŞKAN – Sayın Baluken, efendim, buyurun.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Cemil Çiçek daimi Başkan mı?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – İç Tüzük…

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sayın Başkan, izninizle de HDP’li milletvekillerine göndermiş olduğum yazıları…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkanım, mikrofonu açar mısınız, biz de bu tartışmaları öğrenmek isteriz.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – …gruplarımızın grup başkan vekillerine hemen takdim edelim.

BAŞKAN – Süreyya Bey, isterseniz bu beyanlarınızı mikrofon açıkken söyleyin.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Diyorum ki: Efendim, HDP’li üyelere göndermiş olduğum yazılar, aynı şekilde 31/12/ tarihli Başkanlığınızın komisyonlara göndermiş olduğu yazı ve HDP’nin muhalefet şerhinde Anayasa’ya ve İç Tüzük’e aykırı olduğunu düşündüğümüz ifadelerin…

AHMET YILDIRIM (Muş) – 2013’te milletvekili değildi ya.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - …yer aldığı metinlerin birer tanesini de ben aynı şekilde partilerin grup başkan vekillerine takdim edeceğim.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Şimdi, tabii, hayretle ve ibretle izliyorum yani Komisyon Başkanı hem Başkanlık Divanına hem de Genel Kurula tamamen yanlış bilgiler veriyor, yapmış olduğu yanlış bir uygulamaya burada verdiği yanlış bilgilerle bir kılıf uydurmaya çalışıyor.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Takdir Genel Kurulun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Şimdi, İç Tüzük 38 ve 42’yle ilgili, tartışmayla ilgili görüşlerimizi saklı tutuyoruz. Yine, Anayasa 3, 14 ve diğer atıf yaptığı maddelerle ilgili, tartışmayla ilgili görüşlerimizi de saklı tutuyoruz. Biz, İç Tüzük 67’ye göre burada bir görüş belirttik. İsterseniz şöyle yapalım: İç Tüzük 67 ve Komisyon Başkanının Genel Kurula 2013 tarihi itibarıyla gelmiş olan bir yazı üzerinden vermiş olduğu yanlış bilgiyle ilgili ben görüşlerimi ifade edeyim.

Şimdi, bakın, İç Tüzük 67’nin ikinci fıkrasını demin okudum ben Sayın Başkan, son derece netti, “Başkanlığa gelen yazı ve önergelerde -yani size gönderilen yazı ve önergelerde- kaba ve yaralayıcı sözler varsa, Başkan, gereken düzeltmelerin yapılması için, o yazı veya önergeyi sahibine geri verir.” diyor. Yani açık bir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının görev ve yetkisini tanımlıyor. Oysa burada Komisyon Başkanı açık bir şekilde sizin görev ve yetki alanınıza giren bir konuda hakkı olmamasına rağmen, hatta haddi olmamasına rağmen sizin görev ve yetkinizi kullanmış durumdadır. Sayın Başkan, siz bulunduğunuz konum itibarıyla Cumhurbaşkanına vekâlet ediyorsunuz. Yarın öbür gün sizin Cumhurbaşkanlığına vekâletle ilgili görevinize de herhangi bir ihtisas komisyonunun başkanı bu uygulamadan bir anlam çıkararak talip mi olacak, böyle bir şey var mı? İç Tüzük’te “Meclis Başkanın görev ve yetkilerini komisyon başkanı kullanır.” diye herhangi bir ibare yok. Diğer taraftan, emsal olarak göstermiş olduğu yazı, 2013 tarihinde Cemil Çiçek tarafından Plan ve Bütçe Komisyonuna gönderilen bir yazıdır. Sanırım siz o tarihte milletvekili değildiniz. Yazının içeriği ile bugün bize gönderdiği resmî yazının hiçbir ilgisi, alakası yoktur. O yazıda, bizim muhalefet şerhimizde yer alan “kürdistan” ibaresiyle ilgili bir tartışma çıkmış. “Kürdistan” ibaresinin, İç Tüzük ve Anayasa’ya göre kullanılıp kullanılmamasının uygunluğu Genel Kurulun iradesine sunulmuş, Genel Kurulun iradesi doğrultusunda o ibareden dolayı bizim muhalefet şerhimiz Plan ve Bütçe kitapçığından, raporundan çıkarılmıştı. Şu anda kürdistanla ilgili Plan ve Bütçe Komisyonunun bize ilettiği herhangi bir şerh yok. Çünkü, 2013’te reddettikleri “kürdistan” kavramını, biz ilk Meclis tutanaklarında geçecek şekilde ve Mustafa Kemal Atatürk’ün kullanmış olduğu bir cümle üzerinden kendi muhalefet şerhimize verdik. Dolayısıyla, ilk Meclis tutanaklarına müdahale edemedikleri için, Mustafa Kemal’in kullandığı cümleye müdahale edemedikleri için o “kürdistan” kavramını, aslında 2013’te de haksız bir şekilde çıkardıklarının bilincine varmışlardır.

Şimdi, burada, direkt bu tutum üzerinden bir pozisyon belirlemek yerine, o dönemde sadece o ibare için gönderilen bir yazıyı burada asla kabul edemeyeceğimizi, partimizin programı ve görüşleri doğrultusunda hazırladığımız muhalefet şerhini bir iptal gerekçesi yapmaktadırlar. Bunun kabul edilebilir hiçbir yanı yok. Şu anda Meclis Başkanı Cemil Çiçek değildir. O dönemki tartışma, kürdistan tartışmasıyla şu anda bize gönderdiği itiraz yazısının hiçbir ilgisi, alakası yoktur. Dolayısıyla, bu bahsettiğim iki konu üzerinden bu rapor, muhalefet partisinin denetim görevini açık bir şekilde gasbetmiştir. Bu yasa tasarısının görüşmelerine geçilemez Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Baluken, görüşlerinizi beyan ettiniz, zapta geçti.

Teşekkür ediyorum.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın, Genel Kurulun 18/2/2016 tarihli 41’inci Birleşiminde kabul edilen bütçe ve kesin hesap kanunu tasarılarının görüşülmesine ilişkin takvim ve programa göre görüşmelerin sürdürüleceğine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Tabii, Meclisimizin mazisi, kanun ve kararları, aldığı emsal kararlar yaşlanmazlar. Başkanlar değişse de değişmese de onlar bir teamül olarak yerleşirler, yeter ki İç Tüzük’e ve kanuna aykırı olmasınlar.

Malumualiniz, İç Tüzük’ün 38’inci maddesi “Anayasa'ya uygunluğun incelenmesi” başlığını taşıyor ve orada “Komisyonlar, kendilerine havale edilen tasarı veya tekliflerin ilk önce Anayasanın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler.” der.

Muhalefet şerhlerinin muhatabı ilgili komisyonlardır. Aksi takdirde, Meclis Başkanlığı komisyonların işlerine, işlemlerine müdahale eder ki, uygun değildir. Komisyonlar kendi içlerinde İç Tüzük’e göre, kanunlara göre gereken çalışmayı yaparlar. Meclis Başkanlığı olarak bendeniz herhangi bir müdahalede bulunamam, bulunmam uygun değildir, hukuka da aykırıdır. Ve bu tasarı veya teklifin uygunluğu noktasında, yetkili olan komisyon İç Tüzük’ün ve Anayasa'nın şartlarına uymadığına dair bir kanaate ulaşmışsa o kanaate hürmet etmek ve uymak da tabii ki Başkanlığın görevidir.

Genel Kurulun 18 Şubat 2016 tarihli 41’inci Birleşiminde bütçe ve kesin hesap kanunlarının görüşülmesine ilişkin takvim kabul edilmiştir. Dolayısıyla, ben de Genel Kurulun Başkanı olarak, Büyük Millet Meclisinin Başkanı olarak Genel Kurulun bu kararına uymak durumundayım ve müzakerelere başlamak durumundayım. Dolayısıyla, müzakerelere geçmek durumundayız Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ben deminden beri ifade etmeye çalışıyorum.

BAŞKAN – Anlıyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Siz, ısrarla İç Tüzük 38 ve 42 üzerinden tartışma başlatıyorsunuz. Şimdi onlarla ilgili de söyleyeceklerimiz var. Anayasa 3, Anayasa 14 ve hazırladığımız muhalefet şerhiyle ilgili görüşlerimizi zaten ifade edeceğiz ancak biz, en başından beri son derece açık olan, sırıtan bir yetki gasbı üzerinden Komisyon Başkanının yetkisi olmayan bir takdir hakkını kullanması ve geçmişte yazılmış olan, ihtisas raporuna yazılmış olan bir resmî yazı üzerinden, bizim muhalefet şerhimizi tamamen politik saikler üzerinden, reddi üzerinden tartışıyoruz. Tabii ki 38, 42, Anayasa 3, 14, onlarla ilgili görüşlerimizi de ifade edeceğiz. Buradaki ibare, buradaki mevcut durum son derece net olduğu için, bununla ilgili bu yasa tasarısının görüşülemeyeceğini, Komisyon Başkanının açık bir şekilde sizin yetkilerinizi kullanarak bir karar verdiğini ve buna hakkı ve haddi olmadığını ifade ediyorum. Dolayısıyla, eğer siz bu konuda farklı bir tutum içerisine girerseniz tutumunuz hakkında usul tartışması istemek zorundayım.

BAŞKAN – Hayhay, onu isteyebilirsiniz. Yalnız şunu ifade etmek istiyorum: Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak bendeniz komisyonların çalışmalarına müdahale edemem.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Onlar size müdahale ediyor.

BAŞKAN – Komisyonlar kendi gündemine hâkimdir ve komisyonların verdiği kararlar kendine aittir.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, onlar sizin yetkinizi almışlar.

BAŞKAN – Ama, ben usul hakkında talebinizi yerine getirmek üzere…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yarın Süreyya Bey “Ben Cumhurbaşkanına vekâlet edeceğim.” derse, böyle bir şey olabilir mi?

BAŞKAN – Bununla ne bağı var Sayın Baluken?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Aynıdır.

BAŞKAN – Yok efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, Meclis Başkanının görevleri arasında olan bir yetkiyi eğer kullanmışsa, yarın öbür gün Cumhurbaşkanı başka bir yere gittiğinde sizin yetkinizi gasbetmek isteyebilir; aynı anlama geliyor.

ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Ne alakası var ya!

BAŞKAN – Efendim, Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Dolayısıyla, bunu kesinlikle görüşmememiz gerekiyor.

BAŞKAN – Hani kaideyiumum bir tabir var, suimisal emsal teşkil etmez. Bendenizin kanaati, bu benzetmenizin burayla ilgisi olmadığı noktasındadır ama siz usul hakkında, tutumum hakkında söz istiyorsunuz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Usul tartışması açacağız o zaman.

BAŞKAN – Hayhay, ben de tutumumda, lehinde ve aleyhinde ikişer kişiye söz vereceğim efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Aleyhte.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Lehte.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Lehte.

LEVENT GÖK (Ankara) – Aleyhte.

BAŞKAN – Bülent Bey ve Erkan Bey lehte, Levent Bey ve İdris Bey aleyhte.

Aleyhte olmak üzere Sayın İdris Baluken.

Buyurun Beyefendi. (HDP sıralarından alkışlar)

VI.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın 118 sıra sayılı Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nda Halkların Demokratik Partisinin muhalefet şerhinin yer almamasına rağmen görüşmelere başlanması şeklindeki tutumunun İç Tüzük hükümlerine uygun olup olmadığı hakkında

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sürem kaç dakika acaba?

BAŞKAN – Üç dakika efendim.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, burada tamamen keyfî bir uygulamayla karşı karşıyayız. Yani, AKP Hükûmeti, uzun süredir bütün Türkiye’yi bir tek parti ve tek adam yönetimine doğru götürmek için çabalıyor, bununla ilgili, şimdi Parlamentodaki komisyon süreçlerini de tamamen buna hapsetmek istiyor.

ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Hiç alakası yok.

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Yaşadığımız sıkıntının tümünün tek sebebi budur.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, İç Tüzük’ün 63’üncü maddesine aykırı yapıyorsunuz, önce lehte olacak.

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Biz, eğer çok partili sisteme geçmişsek, çoğul bir demokrasiyi esas alıyorsak siyasi partilerin bir yasa tasarısı üzerinde birbirinden farklı görüşlerine tahammül etmek zorundayız. Siyasi partilerin İç Tüzük’e ve Anayasa’ya uygun olmak koşuluyla kendi politikaları, kendi siyasi perspektifleri doğrultusunda hazırlamış oldukları en ağır siyasi eleştirileri içselleştirmek zorundayız. Bunu yapmadığımız zaman, işte, Türkiye’yi tekrar bir tek parti anlayışına hızla savuracak bir siyasi sürecin önünü açmış oluruz.

Biz çok açık ve net ifade ediyoruz: Muhalefet şerhine yazmış olduğumuz hususların hiçbirisinde İç Tüzük’e ve Anayasa’ya aykırılık yok. Komisyon Başkanının atıf yaptığı 2013 tarihindeki o resmî yazı Genel Kurulun bir iradesi sonucu ortaya çıktı. “Kürdistan” kavramının muhalefet şerhinde yer alıp almaması burada bir usul tartışması üzerinden değerlendirildi, ondan sonra Meclis Başkanı Genel Kurulun iradesine başvurdu, Genel Kurulun iradesine göre de “kürdistan” ibaresinin geçtiği o muhalefet şerhiyle ilgili tutumu Komisyona bildirdi. Şimdi, o yazıyla hiç alakası olmayan hususlar hiç kürdistan tartışmasına girmeden tekrar HDP’nin muhalefet şerhinin ret gerekçesi yapılıyor. Bunu kabul etmek mümkün değil.

Bakın, “savaş konsepti” demişiz, ret gerekçesi yapmışlar; “siyasi rüşvet” demişiz, ret gerekçesi yapmışlar; “AKP Hükûmetinin katliam politikaları” demişiz, ret gerekçesi yaparlar. E o zaman, biz ne yapacağız, neyi söyleyeceğiz, neyi yazacağız? Oy aldığımız tabanın, bize oy vermiş insanların hakkını hukukunu nasıl koruyacağız? Sizin sunduğunuz öneriye göre bizim HDP’yi kapatıp AKP’ye katılmamız gerekiyor, sizinle aynı düşüncede, aynı düşünce kalıbıyla düşünmemiz, aynı cümlelerle yazı yazmamız gerekiyor. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değil.

Sayın Başkan, hiçbir gerekçe bir siyasi partinin muhalefet şerhini kendi politik görüşleri doğrultusunda reddetmenin haklı bir dayanağı olamaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) - O nedenle sizin de bu tutumunuzu gözden geçirmeniz gerektiği kanaatindeyim.

BAŞKAN – Açayım mı efendim?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Evet, toparlayabilirim.

BAŞKAN – Bir dakika daha ekliyorum.

Buyurun efendim.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Diğer taraftan, yani bahsettiği İç Tüzük 38 ve 42, Anayasa 3 ve 14’le ilgili tartışmalar tamamen ayrı hususlar olduğu için onlarla ilgili de HDP’nin görüşlerini birazdan ifade edeceğiz.

Yani, Komisyon Başkanı kendi siyasi saikleriyle partimiz üzerinde âdeta bir linç zihniyeti işletmeye çalışıyor. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Sayın Başkanın İç Tüzük 67’ye göre tanımlanmış olan görev, yetki ve sorumluluk alanına giren birtakım yetkilerini kullanmış olmasını da hiçbir şekilde kabul edemeyiz. Sayın Başkan gerçi “Benzetmeyi kabul etmiyorum.” dedi ama bugün muhalefet şerhinin reddi üzerinden sizin yetkinizi kullanmışsa yarın Cumhurbaşkanına vekâlet üzerinden de sizin yetkinizi pek hayli kullanmaya yeltenebilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – O nedenle bu yanlış uygulamaya mahal verilmemesi, tasarının geri çekilmesi, HDP’nin muhalefet şerhinin raporda yer almasıyla birlikte Genel Kurula sunulması İç Tüzük ve Anayasa açısından uygun olur diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Baluken.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sayın Başkan, siz “suimisal” derken bizim tutumumuzu suimisal olarak değerlendirmediniz. Kayıtlara geçmesi açısından söylüyorum.

BAŞKAN – Efendim, o belli, o belli.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ben de öyle dedim.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Ama öyle söylemediler.

BAŞKAN – Süreyya Bey, o belli. Yok, onun bana ait olduğunu söylediler.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ben de öyle dedim, Meclis Başkanına ait olduğunu söyledim. Öyle bir şartlanmışsınız ki…

BAŞKAN – Anladım efendim, bir yanlışlık yok.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurunuz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Siz usul tartışmasını 63’üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yanlış başlattınız.

BAŞKAN – Öyle mi?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Önce lehte, sonra aleyhte. Siz önce aleyhteyi başlattınız, sonra devam ediyorsunuz. Bu doğru bir şey değil.

BAŞKAN – Beyefendi…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Madem siz bir yandan kanunu uygulamaya çalışıyorsunuz, İç Tüzük’ün hükümleri bu konuda emredicidir, burada yoruma -açık ve net- bir mahal bırakılmamıştır. Önce lehte, sonra aleyhte olanın konuşması lazım.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, o şöyledir: Beyefendinin konuşmasının insicamının bozulmaması noktasında takdir hakkımı öyle kullandım.

Teşekkür ediyorum.

Efendim, buyurun Sayın Erkan Akçay Bey.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – E, o zaman bu kötü emsaldir. Bırakın kötü emsalden bahsetmeyi, böyle bir takdir hakkı olmaz. Yasanın olduğu yerde takdir hakkı kullanılmaz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Anlaşıldı efendim, söylediniz, cevabınızı verdim. Lütfen oturunuz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Öyle şey mi olur? “Takdir hakkımı kullandım.” Kanun var burada.

BAŞKAN – Buyurun Beyefendi.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum ve usul tartışmasında lehte söz aldım.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi zaman zaman, fakat son aylarda da sıklıkla, millî vicdanlara sığmayacak, devletin temel ilke ve esaslarına, kuruluş esaslarına tamamen aykırı teşebbüslere ve bazı tahriklere sahne olmaktadır. Genel Kurulda yapılan tartışmalarda parti grupları görüşlerini ve tepkilerini dile getirmektedir. Ancak, HDP Grubu bilhassa 2013, 2014 ve 2015 merkezi yönetim bütçe tasarılarında da verdiği muhalefet şerhlerinde bu tutumu özellikle devam ettirmektedir.

Değerli arkadaşlar, kürsü masuniyeti vardır, kürsüden görüşler dile getirilmektedir ve karşı görüşler de serdedilmektedir. Ancak, bir muhalefet şerhi, bütçe kanun tasarısının bir resmî dokümanıdır; dolayısıyla, bu, resmî kayıtlara girmektedir. 2014 Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı’nda bugün tartışılanlara benzer ifadeler yer almıştı. Milliyetçi Hareket Partisi olarak buna ilişkin tutumlarımızı da hatırlayacağınız üzere dile getirmiş ve gerekli tutumu göstermiştik. HDP’nin 2016 bütçe muhalefet şerhinde yer alan hususlar da bize göre Anayasa’nın başlangıç ve değiştirilemez hükümlerine, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı ifadelerdir. Sayın Komisyon Başkanı Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü bozan ifadelerin yer aldığı bir muhalefet şerhini İç Tüzük’ten kaynaklanan yetkileri kullanarak iade etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nde olmayan ve kabul edilemez birtakım ifadelerin ve kelimelerin Türkiye Büyük Millet Meclisi resmî dokümanlarına girmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Tabii, süremiz de yeterli olmadığı için… Bu tutanakla ilgili sayfalar dolusu var. Bu Komisyonun tespit ettiği bir kısım ifadelere katılmamakla birlikte görüşümüz aynı şekildedir. Yani, yine, Kürt kentlerinden bahseden, Türkiye Cumhuriyeti’ni toplu katliamla suçlayan, ondan sonra, PKK saldırılarını ve kalkışmasını Kürt direnişi şeklinde ifade eden bazı görüşler de vardır. PKK’nın saldırılarından doğan birtakım sıkıntılar da Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine yıkılmak istenmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERKAN AKÇAY (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ERKAN AKÇAY (Devamla) – Anayasa’nın 3’üncü maddesi, 14’üncü maddesi, 26’ncı maddesini dikkate almamız gerekir ve 68’inci madde de “Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk ilkelerine aykırı olamaz.” şeklindedir. Bu muhalefet şerhinde yer alan bu isimlendirmelerin, tanımlamaların milletin varlığına ve birliğine, üzerinde yaşadığı vatan topraklarına, sahip olduğu tüm tarihî, hukuki ve kültürel varlık haklarına aykırı olduğunu düşünüyoruz.

Bu düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum.

Sayın Levent Gök…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Affedersiniz Levent Bey, biraz müsaade edin.

Buyurun İdris Bey.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Milliyetçi Hareket Partisi adına konuşan sayın hatip HDP’nin hazırladığı muhalefet şerhinin ülkenin birliği ve bütünlüğüne açık saldırılarla dolu olduğunu söylemek suretiyle grubumuza açık sataşmada bulunmuştur. 69’a göre söz talep ediyoruz.

BAŞKAN – Bir inceleyim efendim, inceleyim, kararımı veririm.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Başkanım, bu çok açık bir sataşma.

BAŞKAN – Anladım efendim, bakacağım, olabilir ama benim takdir…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yani “birlik ve bütünlüğe saldırı” demişse bunun nesi incelenir?

BAŞKAN – Olur efendim. Bu oturum içerisindeki -biliyorsunuz- bu husustaki itirazlar aynı oturum içinde cevaplandırılır. Ne olacağı hakkında beyanda bulunacağım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bundan sonraki uygulamanızda da herhâlde böyle, tutanaklara bakarak devam edeceksiniz.

BAŞKAN – Beyefendi, bu tip sataşma iddialarında, malumualiniz, Tüzük açık, diyor ki: “Bu hususta Başkan gereken incelemeyi yapar ve o oturum içinde kararını verir ve konuşma hakkı tanır.” Ben de inceleyeceğim diyorum.

Buyurun, devam edelim konuşmamıza da…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkanım, bu konuda İç Tüzük açık olabilir ama oraya oturan Meclis Başkanı ve başkan vekillerinin uygulamaları tamamen farklı olduğu için doğal olarak grup başkan vekilleri de kendi partilerinin hakkını, hukukunu savunma noktasında söz talebinde bulunurlar.

BAŞKAN – Çok hassasiyetle takip edeceğim İdris Bey.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ben de onu soruyorum size.

BAŞKAN – Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Bundan sonraki uygulamanızda da eğer tutanaklara bakarak sataşmaya karar verecekseniz oturayım.

BAŞKAN – Bakınız, iki yol var. Bir: Açık sataşma vardır, hemen anında verilir.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bu açık bir sataşma.

BAŞKAN – Efendim, size göre öyle. Ben takdir hakkımı bu oturum içinde kullanıp zatıalinize neticeyi vereceğim, bir.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bugün bayağı işimiz var.

BAŞKAN – İki: Her başkan vekili ya da Başkan bu Tüzük’e uymak zorundadır. Ben bu Tüzük’e göre söylüyorum.

Teşekkür ediyorum.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Başkandan ziyade kral gibisin.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – O Tüzük’e göre hareket etmenizi öneriyoruz.

BAŞKAN – Ama olmadı.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Keyfinize göre değil, o Tüzük’e göre hareket etmenizi öneriyoruz.

BAŞKAN – Sayın Levent Gök, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; açılan usul tartışması üzerinde söz aldım. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından Meclis Başkanlığına gönderilen pek çok yazılı soru önergesi ve kanun teklifleri zatıaliniz tarafından grubumuza iade edilmiştir. Özellikle, 17-25 Aralık yolsuzluğuna ilişkin olarak vermiş olduğumuz pek çok soru önergesi Sayın Başkanlığınızca her ne kadar kaba ve incitici söz olarak değerlendirilmişse, yolsuzluğun ve rüşvetin araştırılmasına ilişkin verilmiş kanun tekliflerindeki ve araştırma önergelerindeki “yolsuzluk ve rüşvet”in hangi açıdan kaba ve incitici bir söz olduğunun zatıaliniz tarafından bizlere ve kamuoyuna açıklanmasını beklemekteyiz. Bu nedenle, Meclis Başkanı olarak yürürlüğe koymuş olduğunuz bu uygulama nedeniyle bu bütçe döneminde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından pek çok konunun araştırılmasına, soruşturulmasına ilişkin olarak yazılı soru önergelerimizin iadesi neticesinde, biz, Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerimize, maalesef, kimi arzu ettiğimiz bilgileri sizin geri göndermeniz nedeniyle veremedik. Bunun sorumlusu sizsiniz. Siz, Meclisin bir denetim organı olarak işleyişini aksatıyorsunuz, sorumluluğunuzu yerine getirmiyorsunuz. Bizim, muhalefet partisi milletvekilleri olarak soru önergesi vermek hakkımızdır, kanun teklifi vermek hakkımızdır. Bunların da yerine getirilip getirilmeyeceğine ancak Meclis karar verebilir. Bu uygulamanızdan derhâl vazgeçmenizi size hatırlatıyorum Sayın Başkan.

Örneğin, geçtiğimiz günlerde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı bir proje açıkladı, Sayıştay Başkanı, Danıştay Başkanı, Yargıtay Başkanı bu toplantılara katıldı. Ankara Büyükşehir Belediyesinin Sayıştay konusunda denetimi ortada, Danıştayda pek çok davası var, Sayıştayda pek çok konu irdeleniyor, Yargıtayda pek çok davası var. “Sayıştay Başkanının burada ne işi var?” diye sorduğumuzda, siz bizim soru önergemizi iade ettiğinizde, “Bu yargısal bir konudur, yargısal konuya girmeyelim.” diye iade ettiğiniz soru önergemize verdiğiniz cevabın aksine, o Sayıştay, Danıştay ve Yargıtay Başkanlarının o toplantıya katılmasını açıklayamadınız ve soru önergemizi iade ettiniz. Böyle bir tarafsızlık ilkesini çiğneyen anlayışla Meclis Başkanlığının sürdürülme olanağı yoktur.

Sayın Başkan, bildiğiniz gibi, bütçe yapma hakkı Anayasa’nın Türkiye Büyük Millet Meclisine verdiği bir haktır. Bütçeler Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilir ve uygulanır ve hesabı yine Türkiye Büyük Millet Meclisine verilir.

Biz, eğer Cumhuriyet Halk Partisi iktidarda olsaydı bu bütçe buraya gelmeden kesin hesap komisyonu kuracaktık ve onun başkanını da ana muhalefet partisinin bir milletvekiline bırakacaktık. (CHP sıralarından alkışlar) Böylesine şeffaf bir uygulamayla kendisinden korkmayan bir yönetim anlayışını bekliyoruz. Biz, eğer Cumhuriyet Halk Partisi olarak iktidarda olsaydık ana muhalefet partisi milletvekilinin başkan olduğu ve onun yürüttüğü komisyonun raporu önce Plan ve Bütçe Komisyonuna gelecekti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LEVENT GÖK (Devamla) - O raporla birlikte o bütçe bugün Mecliste tartışılıyor olacaktı.

Bakın, geçtiğimiz bütçe döneminde, geçen yılki bütçede sizler Meclisteki bir hakkı direkt Maliye Bakanına devrettiniz. Geçici 6’ncı maddeyle Anayasa'nın Bakanlar Kuruluna vermediği yetkiler -yıllık bütçe kanunlarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin kabul ettiği bütçeyi sıfırdan- yeniden düzenleme yetkisi Maliye Bakanına devredildi geçtiğimiz yılki bütçede. Biz bu konuyu Anayasa Mahkemesine götürdük, Anayasa Mahkemesinden hâlâ bu konuda bir karar çıkmadı.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, yine aynı usullerle getirilen bu bütçede Anayasa Mahkemesi karar vermediği için -geriye doğru yürümezlik ilkesi elbette ortada ama ortada bir içtihat oluşacaktı- yine Anayasa Mahkemesine gidilecek bir bütçeyi yapmaya çalışıyoruz. Bu yanlıştan kurtulmamız lazım. Hepimizin kullandığı dile, sözcüklere dikkat etmesi gerekiyor. En başta Sayın Meclis Başkanı, lütfen Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun vermiş olduğu soru önergeleri ve kanun tekliflerini uygulamaya koyun. Ayrıca zaten bugünlerde sizlerle bu konuyu görüşeceğiz ve kamuoyuyla da paylaşacağız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gök.

Sayın Naci Bostancı, buyursunlar efendim.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bülent Bey gelecek efendim.

BAŞKAN – Öyle mi?

Bülent Bey, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün biliyorsunuz bütçe görüşmeleri için bir aradayız. Öncelikle, AK PARTİ iktidarlarına 14 kez bütçe hazırlama imkânı veren milletimize müteşekkir olduğumuzu ifade etmek istiyorum, tekrar teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bütçe görüşmeleri özel görüşmelerdir, milletimizin merakla beklediği görüşmelerdir, devletin kendi işleyişi içerisinde “Bir an önce kanunlaşsın da işlerimize devam edelim.” diye beklediği görüşmelerdir. Usul tartışması olsun istemezdim. O yüzden, sadece hukuki platformda kalarak, hiçbir siyasi tartışmaya girmeyerek konuya cevap vermeye çalışacağım. Çünkü herkes kendi komisyonlarını takip ediyor, diğer komisyonların çalışmalarını inceleyememiş olabilirler diye düşünüyorum.

Bakınız, değerli arkadaşlar, öncelikle, Anayasa'mızın 95’inci maddesi bize Meclisin kendi işleyişini İç Tüzük'e göre yaptığını ifade eder, bunda şüphe yok. Onun dışında, İç Tüzük'e baktığımızda, söz konusu usul tartışmasına konu olan meseleye baktığımızda, İç Tüzük 38’i incelediğimizde çok net şu ifade var, der ki İç Tüzük 38: “Komisyonlar, kendilerine havale edilen tasarı veya tekliflerin ilk önce Anayasanın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler.” Burada hiç tartışacak konu yok arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, bütçe…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Tasarı ne, teklif ne? “Muhalefet şerhi” mi diyor?

GARO PAYLAN (İstanbul) – Muhalefet şerhi değil.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – “Tasarı ve teklif” diyor bakın.

BÜLENT TURAN (Devamla) – Tartışacaksak tartışırız…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Onu da tartışmaya açacağız, merak etmeyin.

BAŞKAN – Bülent Bey, Genel Kurula hitap edin efendim.

Müdahale etmeyiniz.

BÜLENT TURAN (Devamla) – …ama bu hukuki mesele. “Yetki kimde?” diye sordunuz, yetkinin kimde olduğunu ben bir hukukçu olarak Tüzük’te arayacağım. Tüzük’ü açtığımda bu yetkinin konulduğunu görüyorum. Peki, sadece Tüzük mü bize bu yetkiyi vermiş? Bakıyoruz daha önce böyle tartışma olmuş mu olmamış mı diye; bundan çok değil, iki sene önce yine bütçe görüşmelerinde -2014 yılı bütçesi- yine aynı grup aynı tartışmayı dile getirmiş. O zamanki çalışmalar değerlendirilmiş, elimde belgesi var, son cümlesinde “Komisyon raporları ve muhalefet şerhlerinin Anayasa’ya uygunluk açısından gerekli işlemler yapıldıktan sonra Başkanlığa gönderilmesi…” demiş Meclis Başkanı. Yani “Bu yetkinin sahibi Komisyon Başkanı.” demiş. Ama daha öte bir şey söyleyeceğim size değerli arkadaşlar: Bakınız, çok değil, bundan tam bir ay önce, 29 Ocak, o zamanki, bir ay önceki görüşmelerde Sanayi, Ticaret ve Enerji Komisyonumuz “AR-GE yasası” diye bilinen tasarıyı görüşmüş; yine aynı partimizin muhalefet şerhi aynı gerekçelerle basılmamış Komisyonumuzun raporuna. Anlamadığım şu: Bir ay önce Sanayi Komisyonunun raporuna basılmadığı zaman bir tek itiraz yapmayan siz, o Komisyon raporuna basılmadığı zaman usul tartışması açmayan siz bugün ne oldu da bu yetkinin bir anda Komisyondan alınıp Başkana devrini düşündünüz?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Çünkü aynı gerekçeyle reddedilmemiş, işte onu söylüyoruz. Bizi dinlesen anlarsın.

BÜLENT TURAN (Devamla) – Ben burada şüpheleniyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Çok şüphecisiniz.

BÜLENT TURAN (Devamla) – “Talimat” diyeceğim, kızacaksınız. Bir ay önce aynı gerekçeyle BDP’nin Komisyon şerhi basılmamış, ses yok, tartışma yok, konuşma yok, hiçbir şey yok.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – HDP başka bir parti, biliyor musunuz?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Daha BDP’de kalmış.

BÜLENT TURAN (Devamla) – Bugün burada bir mesele var değerli arkadaşlar. Mesele eğer üzüm yemekse, iyi niyetse, samimiyetse, hepsi aşılır bunların ama mesele bağcıyla uğraşmaksa -her gün şahidiz- birçok gerekçe bulunur, hukuka da uydurulur, başka şeye de uydurulur ama bu gerekçenin hukuka, İç Tüzük’e uygun bir tarafı yok.

İçerikle ilgili girmeyeceğim, yüzümüzü kızartan çok farklı ifadeler var, o Başkanın takdiri, sadece yasal çerçevede kimin takdiri olduğunun cevabını vermeye çalıştım.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

GARO PAYLAN (İstanbul) – Başkanın takdiri.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Baluken, buyurun efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yine sataşma…

BAŞKAN – Hayır, deminki sataşma mevzusu için buyurursunuz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın AKP Grup Başkan Vekili de konuşması sırasında sataştı, ona da cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

Kaideyi bozmayalım, üç dakika vereyim, olur mu efendim? Yetişmezse ekleriz.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'in, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın usul görüşmesiyle ilgili yaptıkları konuşmaları sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşmaları nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Peki, teşekkür ediyorum.

Evet, değerli milletvekilleri, yani doğrusu hayretle burada bu tartışmaları takip ediyoruz. Şimdi, “kürdistan” ibaresini kullanmak bir kere Türkiye'nin birliğine ve bütünlüğüne bir saldırı değil, bu birincisi.

İkincisi, “kürdistan” ibaresini bu muhalefet şerhinde kullandık diye bir reddetme durumu yok. Ya ben Türkçe anlatamıyorum ya da siz anlayamıyorsunuz. Hani bazen kendimden şüpheleniyorum… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) …acaba ana dilde eğitim görmediğim için bende mi problem var diye ama bakın, altını çizerek söylüyorum…

BÜLENT Turan (Çanakkale) – Samimiyet, samimiyet!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bu muhalefet şerhi “kürdistan” ibaresi nedeniyle iptal edilmemiştir, reddedilmemiştir, çünkü bu muhalefet şerhinde geçen “kürdistan” kelimesi bu Meclisin ilk tutanaklarından alınarak o şerhe yazılmıştır. Yine, Mustafa Kemal’in yapmış olduğu konuşmalar üzerinden muhalefet şerhi içerisine yazılmıştır.

Yani burada şöyle bir çelişki ortaya çıkıyor: Meclis tutanaklarından alıp yazınca “kürdistan” sorun olmuyor, Mustafa Kemal Atatürk’ün konuşmalarından alınca sorun olmuyor, işte, Recep Tayyip Erdoğan’ın grup konuşmasından alıp yazınca sorun olmuyor, ama HDP bir yere “kürdistan” yazınca bu ülkenin birliğine ve bütünlüğüne bir saldırı olarak değerlendiriliyor. Burada çelişkili durum da ikircikli yaklaşım da açıkça ortada. Diğer taraftan, Bülent Bey’in bahsettiği, Sanayi Komisyonunun reddettiği rapor da yine “kürdistan” nedeniyle reddedilmişti. Onunla ilgili burada da yine tartışmalar açıldı.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Yetki kimdeydi o zaman?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Şu anda, Bülent Bey, altını çizerek söylüyorum “Muhalefet şerhinde ‘kürdistan’ kelimesi geçtiği için reddediyoruz.” diye bir şey yok. Burada birçok şey sıralanmış, şimdi hepsini okumaya zamanım yok; “Savaş konsepti” demişiz, AKP’nin politikaları katliam getirdi.” demişiz, “Yaptığı yasal düzenlemeler siyasi rüşvet olarak değerlendirildi.” demişiz, devletin yurttaşı katletmesiyle ilgili süreçlerden bahsetmişiz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Olmaz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bütün bunları getirip burada bir ret gerekçesi yapmışlar. Biz HDP olarak zaten bunları hep ifade ediyoruz. Cizre’de vahşet bodrumlarında yaşanan, cehennem binalarında yaşanan katliamların tamamının AKP politikaları sonucu yaşanan katliamlar olduğunu söylüyoruz zaten.

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) – Katleden biri varsa o da PKK’dır!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Yani burada öne sürülen gerekçelerle, 2013’te ve sizin bahsettiğiniz komisyon raporunda öne sürülen gerekçe arasında uzaktan yakından hiçbir ilgi, alaka yoktur. HDP’nin görüşleri tırpanlanmak isteniyor, HDP’nin AKP doğrultusunda siyasi bir hatta konuşması isteniyor. Bunu da bizim kabul etmemiz mümkün değil.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

3.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın, Başkanlığın havale ya da iade ettiği önerge ve tekliflerle ilgili Meclis bütçesinin görüşmeleri sırasında bilgi verileceğine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Efendim, birkaç hususu ifade etmek istiyorum.

Sayın Gök’ün beyanı var. “Başkanlığın soru önergelerine, genel görüşme taleplerine karşı tutumuna…” Yarın inşallah Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bütçesi de görüşülecek ve gereken dokümanlar, kaç müracaat olduğu, kaçı havale edildiği yazılacak. Ama öncelikle, zabıtlara geçmesi bakımından 96’ncı maddeyi okumak istiyorum:

“Soru

MADDE 96- Soru; kısa, gerekçesiz ve kişisel görüş ileri sürülmeksizin; kişilik ve özel yaşama ilişkin konuları içermeyen bir önerge ile Hükümet adına sözlü veya yazılı olarak cevaplandırılmak üzere, Başbakan veya bir bakandan açık ve belli konular hakkında bilgi istemekten ibarettir. Sözlü soru önergeleri yüz kelimeyi geçemez. Soru önergelerine belge eklenemez.

Soru önergesi, sadece bir milletvekili tarafından imzalanır ve Başkanlığa verilir.

Başkan, İçtüzük şartlarına uygun gördüğü önergeleri gelen kâğıtlar listesinde yayımlar ve Başbakanlığa veya ait olduğu bakanlığa gönderir.”

Bunlar nizamlanmış. Şimdi, gelen kâğıtlarda, gelen sorularda, görüşme isteklerinde, evvela bir izah, esbabımucibe ve hakikaten bazı kaba ve yaralayıcı ifadeler var. E, onların olmaması, bütün milletvekillerimizin kabul etmesi gereken husustur. Dediğim gibi, yarın buna ait emsaller, buna ait rakamlar verilecektir.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Levent Bey, buyurun efendim.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

7.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Başkanlıkça iade edilen önergelerindeki kaba ve yaralayıcı ifadelerin neler olduğunu öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım, ben bütçe başlarken -yarın elbette Meclis Başkanlığı bütçesi görüşülecek- bir tartışmayı sürdürme niyetinde de değilim yani işleyişin sürmesini de arzu ediyoruz. Ancak, örneğin, benim konuşmamda örnek verdiğim soruda eğer siz de lütfen bu konuda hangi sözümün yani bana iade ettiğiniz soru önergemdeki sözümün kaba ve incitici olduğunu ifade ederseniz benim de en azından sizin bakış açınızı görme fırsatım olur ama ben de yazdıklarımı ve okuduklarımı biliyorum.

Örneğin, hakkında Yargıtayda ve Danıştayda pek çok davanın olduğu bilinen Melih Gökçek’in projelerini anlattığı bir toplantıya Başbakanla beraber Sayıştay Başkanının, Yargıtay Başkanının, Danıştay Başkanının katılmasıyla ilgili şu soruyu sormuşum: Yüksek yargı organları başkanlarının bu türden siyasi toplantılara katılmasının yargının tarafsızlığına ve bağımsızlığına gölge düşürdüğünü düşünüyor musunuz? Bu konuda incitici ve yaralayıcı sözümün ne olduğunu ben de gerçekten öğrenmek istiyorum.

Bu ve benzeri konuları biz de sizlerin önüne elbette örnek olarak koyacağız.

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) – Takdir hakkını kullanmış!

LEVENT GÖK (Ankara) – Belli bir bakış açısıyla bakmadan, son derece önemli gördüğüm bir konuyu dile getirmişim, bundan da fevkalade üzüldüm. Bu tartışma vesilesiyle, en azından bundan sonra bu tür tartışmaları yaşamayacağımızı düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Takdir, takdir!

BAŞKAN - Sayın Gök, ben de şunu ifade edeyim: Konuşmanızın başlangıcında Sayın Melih Gökçek’i bir karar olmaksızın suçladınız, “Şunları şunları yapan Melih Gökçek.” dediniz.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Hayır, dosya vardı Sayın Başkan, rica ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Başbakan Yardımcısı söyledi.

BAŞKAN - Biliyorsunuz ki suçluluğu sabit olana kadar hiç kimseye “Suçlu.” denemez. Bir kere, ayrıca da mütalaada bulunuyorsunuz. Girizgâhınıza dikkat ediniz, bir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Başbakan Yardımcısı söylemiş “Parsel parsel sattı.” diye.

BAŞKAN - İkincisini arz ediyorum: Sizlere sualiniz ya da önerge talebiniz geri verildiğinde tek tek yazılıyor “Şu satır, şu cümle, şu madde.” diye. Bu var, yani, ezbere, layüsel değil.

LEVENT GÖK (Ankara) - Bende bir şey yok.

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Öyle bir şey yok, yok. Sayın Başkan, yok öyle bir şey.

BAŞKAN - Hayır, “Şunlarda yanlışlık var.” diye biz cevabımıza yazıyoruz.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Hayır, yazmıyorsunuz.

LEVENT GÖK (Ankara) - Bana sadece kişisel, kaba ve incitici olduğunu söylediler.

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Yazmıyor, her şeyi geri çeviriyorlar.

BAŞKAN - Bakarız, bakarız, yarın size gereken bilgiyi veririz.

LEVENT GÖK (Ankara) - Lütfen, rica ediyorum.

BAŞKAN - Bir diğerini de, şunu söyleyeyim, gene zabıtlara geçmesi bakımından söylüyorum: “İkişer kişiye lehte, aleyhte söz verilir.” derken “Önce lehte, sonra aleyhte.” diye bir kelime İç Tüzük’te yok, yani “Önce lehte, sonra aleyhte.” “Lehte, aleyhte söz verilir.” diyor. Ve ben de demin Sayın Baluken’e, insicamı bozulmaması bakımından, önce söz verdim. Dolayısıyla, İç Tüzük’e tamamen uyuyoruz, uyacağız, uymaya da devam edeceğiz.

Teşekkür ediyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Biraz önce “Takdirimdedir.” dediniz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bir diğer hususu eklemek istiyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Biraz önce “Takdirimdedir.” dediniz, şimdi dönüştürdünüz, “İç Tüzük böyle söylüyor.” dediniz. Yani, ne söylediğiniz belli olmadı.

BAŞKAN - Beyefendi, öyle söylüyor, evet. O takdiri bana tanıyor.

Teşekkür ediyorum.

Buyurun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Yok, o takdiri tanımıyor, o takdiri size tanımıyor, keyfî yapıyorsunuz.

BAŞKAN - Oturun lütfen.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - O takdiri tanımıyor.

VI.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER (Devam)

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın 118 sıra sayılı Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nda Halkların Demokratik Partisinin muhalefet şerhinin yer almamasına rağmen görüşmelere başlanması şeklindeki tutumunun İç Tüzük hükümlerine uygun olup olmadığı hakkında (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bir hususu da, yine, zabıtlara geçmesi bakımından açıklama noktasında ıttılanıza sunmak istiyorum.

2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı 20 Ocak-17 Şubat 2016 tarihleri arasında Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülerek karara bağlanmıştır, malumatınız dâhilinde. 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’na ilişkin olarak Komisyon üyelerinden Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve Nimetullah Erdoğmuş, İstanbul Milletvekili Garo Paylan ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın imzalarının bulunduğu muhalefet şerhi rapora eklenmek üzere Komisyon Başkanlığına sunulmuştur. Komisyon Başkanlığınca İç Tüzük’ün 38’inci maddesine göre yapılan incelemede muhalefet şerhinde Anayasa ve İç Tüzük’e aykırı çok sayıda ifadeye yer verildiği anlaşıldığından Komisyon Raporu, bahse konu muhalefet şerhi olmaksızın, 23 Şubat 2016 tarihinde Başkanlığımıza sunulmuş ve bastırılarak 24 Şubat 2016 tarihinde milletvekillerimize dağıtılmıştır.

Değerli üyeler, bilindiği gibi, komisyonlar İç Tüzük’ün 38’inci maddesine göre, kendilerine havale edilen tasarı veya tekliflerin ilk önce Anayasa’nın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler. Aynı şekilde, komisyon raporlarına eklenecek muhalefet şerhlerindeki Anayasa ve İç Tüzük’e aykırılıkları değerlendirmek de öncelikle komisyonların yetki ve görevleri arasındadır. Nitekim, 24’üncü Yasama Döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tarafından komisyonlara gönderilen 31 Aralık 2013 tarihli ve 157470 sayılı yazıyla komisyon raporları ve muhalefet şerhlerinin Anayasa’ya uygunluk açısından gerekli incelemeler yapıldıktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gönderilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Konuyla ilgili olarak bu yasama döneminde konuyla birebir örtüşen Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’na ilişkin esas komisyon olan Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporuna eklenmek istenen muhalefet şerhi Anayasa’ya aykırı ifadeler içerdiği gerekçesiyle Komisyon Başkanlığı tarafından işleme konulmamış ve komisyon raporu bahse konu muhalefet şerhi olmaksızın Başkanlığımıza sunulmuş ve bastırılarak milletvekillerine dağıtılmıştır. Bahsi geçen tasarının görüşmeleri Genel Kurulun 9 ila 16 Şubat 2016 tarihli 36, 37, 38 ve 39’uncu birleşimlerinde yapılmış ve tasarı kanunlaştırılmıştır.

24’üncü Yasama Döneminde 2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’na ilişkin Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’na bazı milletvekilleri tarafından eklenen muhalefet şerhinin işleme alınıp alınmaması hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 9 Aralık 2013 tarihli 26’ncı Birleşiminde İç Tüzük’ün 63’üncü maddesi uyarınca açılan usul tartışmasının ardından şerhte yer alan bazı ifadelerin Anayasa’nın 3’üncü ve 14’üncü maddelerine aykırı olduğu tespitlerine dayanılarak şerhin ilgili sıra sayısından çıkartılması, ilgili cildin tekrar basılıp dağıtılması ve Anayasa ve İç Tüzük hükümlerine göre düzeltilerek bütçe görüşmelerinin sonuna kadar tekrar sunulması hâlinde ek sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmasına karar verilmiştir.

2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’na ilişkin Komisyon raporuna 4 milletvekili tarafından eklenmesi öngörülen muhalefet şerhinin işleme alınıp alınmaması Komisyon Başkanlığı ve Komisyon üyeleri arasında yazışmalara konu olmuş ve mezkûr tasarıya ilişkin Komisyon raporu adı geçen milletvekillerinin muhalefet şerhleri olmaksızın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuş ve bu hâliyle bastırılarak 118 sıra sayısıyla milletvekillerine dağıtılmıştır.

Sonuç olarak, yerleşik uygulamalar da dikkate alındığında Anayasa ve İç Tüzük’e aykırı ifadeler içerdiği gerekçesiyle Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı tarafından işleme konulmayan muhalefet şerhleri hakkında Başkanlığımızca yapılacak bir işlem bulunmamaktadır.

Ayrıca, bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarının görüşmelerinin Genel Kurulun 18 Şubat 2016 tarihli 41’inci Birleşiminde kabul edilen Danışma Kurulu önerisindeki programa göre yürütülmesi kararlaştırılmış ve Genel Kurul görüşme programı 24 Şubat 2016 tarihinde bastırılarak dağıtılmıştır.

Tutumumda herhangi bir değişiklik yoktur. Bütçe görüşmelerine devam edilmesi usule uygundur.

Teşekkür ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Beyefendi.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan, son okuduğunuz yazıdan anlaşılmaktadır ki Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı sizi alenen yanıltmış. Şöyle ki Sayın Başkan: Bakın, bize, grubumuza, ben Komisyonun partim adına grup sözcüsü olarak söylüyorum…

BAŞKAN - Acaba bir dakika, zapta geçmesi bakımından mikrofonunuzu açsak...

Evet, Ahmet Yıldırım Bey, buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

8.- Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım'ın, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığının Anayasa ve İç Tüzük hükümlerini çiğneyerek kendilerine düzeltme yapma hakkı tanımadığına ilişkin açıklaması

AHMET YILDIRIM (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bakın, Sayın Başkan, siz son okuduğunuz metinde -ki Komisyon Başkanına dayanarak, haklı olarak böyle okudunuz- 24 Şubat 2016 tarihinde bize gönderilmiş bir yazıdan söz ettiniz, durum bu değil. Bakın, öncelikle ayın 23’ünde, hangi cümlelerimizin muhalefet şerhinin Komisyon Raporu’na dercedilmesine engel olduğunun belirtilmediği, alabildiğine afaki bir yazı gönderildi. Bakın, 23’ünde; bu bilgiye sahip değilsiniz Sayın Başkan. O gün burada -kendisi burada- Sayın Kubat’a ilettim. Evet, biz bunu düzeltelim de hangi cümlelerimiz engel teşkil ediyor? Yazılmamış. Hangi cümlelerimiz muhalefet şerhimizin Komisyon Raporu’na dercedilmesine engeldir? Yazılmamış. O gün geçti, 24’ünde… Bütün Genel Kuruldaki değerli milletvekilleri bilir ki, bütün milletvekilleri bilir ki 24’ünde herkese Komisyon Raporu -kitapçıklar- dağıtıldı Sayın Başkan. 24’ünde, akşamüstü, hangi cümlelerimizin İç Tüzük’e, yasalara, Anayasa’ya engel teşkil ettiğine dair yazı, kitapçıklar bütün milletvekillerine ulaştıktan sonra bize ulaştı. Bakın, bu bilgiyi ne kadar biliyorsunuz, bilmiyorum.

Bir de Genel Kuruldaki bütün değerli milletvekilleri bilir ki biz önce aralığın sonunda bir üç aylık geçici bütçe hazırladık. O bütçede de Sayın Komisyon Başkanı muhalefet şerhimizi iade etmişti ama kitapçıklar basılmadan önce. Biz bazı yerlerde düzeltmeler yaparak Komisyon Başkanına ilettik ve geçici bütçeyle ilgili Komisyon Raporu’na eklendi muhalefet şerhimiz. Bu defa böyle bir şans tanınmadı. Yani bizim hangi cümlelerimizin İç Tüzük’e, Anayasa’ya aykırı olduğu bize iletilmeden zaten baskıdan çıkmıştı.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Kararı vermiş yani talimatı almış.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Bunu bütün Genel Kurulun bilmesi gerekiyordu.

Demem o ki Komisyon Başkanı önce muhalefet şerhimizin reddine karar vermiş, gerekçelerini daha sonra Sayın Kubat’tan bilgi aldıktan sonra yazmıştır. Böyle bir durumla karşı karşıyayız Sayın Başkan. Bundan ötürü, bakın, Komisyon Başkanı, grup başkan vekilimizin İç Tüzük 67’ye göre itirazına 42’den cevap verdi. O zaman 42’den ben söyleyeyim: 42, muhalefet şerhlerinin incelenmesini, sizin sözünü ettiğiniz aykırılıkların bulunması durumunda ilgili gruba iadesini, varsa düzeltmelerin yapılmasını, tekrardan Komisyona bunun teslim edilmesini öngörür. Bu hak bize tanınmadı Sayın Başkan. Biz hangi cümlelerimizin, kaldı ki şuraya onlarca cümle… Neredeyse bizim Komisyon raporumuzun yarısı eklenmiş buraya. Biz güçlendirmek istedik; muhalefet şerhimizle, eleştirilerimizle güçlendirmek istedik. Bu hakkımız elimizden alındı. Komisyon Başkanı mevzuat bilgisinden kaynaklı eksiklikle İç Tüzük’ü çiğnedi, Anayasa’yı çiğnedi, bizim varsa gerekli düzeltmeleri yapma hakkımızı çiğnedi Komisyon Başkanı ve size de az önce okuduğunuz bilgiden kaynaklı olarak eksik ve yanıltıcı bilgi vererek bütün Genel Kurulu yanıltmaya çalışıyor.

Bakın, tek rapordan söz ettiniz, 2 rapor var; birincisi, hiçbir cümlemizin ifadesini bulmadığı cümlemiz…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hangi cümle var burada? Hiçbir cümle yok.

AHMET YILDIRIM (Muş) - O gün Sayın Doğan Kubat’a “Bizim hiçbir cümlemiz yok.” dedik -23 burada- Sayın Kubat kendisine ulaştı, mevzuat bilgisi eksikliğini düzelttik Komisyon Başkanının ama bize hangi cümlelerimizin problem teşkil ettiği ulaştığında bütün milletvekillerine kitapçık dağıtılmıştı. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. Bu nedenle, biz bütçe görüşmelerine geçilmeden önce, hani grup başkan vekili diyor ya: “Özel gündemle toplanır.” Tam da bu özel gündeme konu olan bir husustan söz ediyoruz, o özel gündemin sağlıklı işletilmesiyle alakalı bir durumdan söz ediyoruz Sayın Başkan, ya değilse başka bir durum söz konusu değil.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sayın Başkan, değerlendirme yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Efendim, Bütçe Komisyonu Başkanımız Süreyya Bilgiç Bey, buyurun.

9.- Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Süreyya Sadi Bilgiç'in, Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz, bir küçük açıklama yapmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, kıymetli milletvekilleri; Komisyon üyemiz olan HDP’li arkadaşlarımız, milletvekillerimiz muhalefet şerhlerini gönderdikleri gece, pazartesi günü ben öncelikle Sayın Ahmet Yıldırım’ı aradım telefonla ve Sayın Yıldırım’a muhalefet şerhi içerisine koymuş oldukları ifadelerin Anayasa ve İç Tüzük açısından kabul edilebilir olmadığını, pek çok yaralayıcı sözü de içerdiğini ifade ettim. Kendileri, içerik konusunda ısrarcı olduklarını, hatta beş bin yıl kadar geriye giderek bir anlatıma girdiklerinde bu konuda herhangi bir değişikliğe gitmeyeceklerini ifade ettiler ve Sayın Baluken’le görüşmemi söylediler. Ben, onun üzerine Sayın Baluken’i telefonla aradım. Kendisine de durumu anlattığımda kendisi de Anayasa’ya ve İç Tüzük’e...

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Kitapçık basıldıktan sonra aradınız. Olur mu öyle şey!

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Daha basılma yok, basılma yok. Müsaade ederseniz...

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Benle kitapçık basıldıktan sonra görüştünüz.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Değil, değil efendim, pazartesi gece görüştük sizinle.

Kendisi de bunların siyasi mülahazaları olduğunu ifade etti. Ben de bunların Anayasa ve İç Tüzük’e aykırı olduğunu ve bu şekilde basılamayacağını öngördüğümü kendilerine ifade ettim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bize resmî yazı yazmak zorundasınız.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Daha sonra bu yazıyı gönderdim. Doğrudur, 23’ünde göndermiş olduğum yazıda genel bir değerlendirmede bulunarak muhalefet şerhlerinin genel olarak İç Tüzük ve Anayasa’nın hangi maddelerine aykırı olduğunu belirttim. Burada 130 sayfalık muhalefet şerhinin bütününe baktığınızda bütünüyle ruhu itibarıyla Anayasa’ya aykırılık olduğu gibi, ifade itibarıyla değişik yerlerde, toplam 32 sayfada, değişik yerlerde...

AHMET YILDIRIM (Muş) – Bir cümlem yok, bakın siz söylüyorsunuz!

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Müsaade eder misiniz!

…Anayasa ve İç Tüzük’e aykırı ifadeler vardı.

Bu arada Sayın Yıldırım’ın ifade ettiği doğrudur, Sayın Kubat’la bir görüşmeleri olmuş, o arada Sayın Paylan benim yanıma geldiler, makam odasına beraber çıktık.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Hepsi laf.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Orada da kendileri “Bu hangi ifadelerin aykırı olduğunu bizim bilmemizde fayda var.” dedikleri için ben de kendilerine hazırlattığımı ve ekli bir yazıyla da kendilerine göndereceğimi ifade ettim ve Sayın Paylan oradayken de, yanımdayken de bunları imzaladım ve 4 HDP’li milletvekiline, Komisyon üyemize bu yazıları gönderdim.

Burada “basım” dedikleri hadise şudur: Sonuna kadar da beklenmiştir, muhalefet şerhleriyle ilgili fakat kendileriyle yapılmış olan görüşmelerde herhangi bir şekilde bir düzeltmeye gitmeyeceklerini ifade etmişlerdir. Basıldı denilen şey, biz tabii ki raporun belli bölümleri, muhalefet şerhlerinin dışındaki bölümleri yetiştirebilmesi açısından her zaman hazırlanır matbaada; bu hep böyle gelmiştir. Rapor tamamlanıp muhalefet şerhleri geldiğinde de sıra sayısı son hâline getirilir ve milletvekillerimize, Genel Kurula bunun dağıtımı yapılır. Onun için, burada, işte “Basıldı.”, “Bu yazı bizden sonra gelmiştir.” gibi ifadelerin doğru olmadığını belirtmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Ahmet Bey, müsaade ediniz.

Şimdi, bu konuyu -zabıtlara da geçti- ben şöyle ifade edeyim: Eğer Komisyonla yeniden bir görüşme yaparak uygun hâle gelme durumu olursa biz Başkanlık olarak buna ek sıra numarası verir ve basarız.

Konuşmalar ve beyanlar zapta geçtiler.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Zapta geçme tartışması değil ki bu ya!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müzakeremize devam ediyoruz.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan… Sayın Başkan… Lütfen…

BAŞKAN – Ama Ahmet Bey, gerektiği kadar size konuşma hakkı verdim. Burada yapacağımız başka bir şey yok.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Hayır, hayır! Sayın Başkan, çok farklı bir şeyden söz ediyoruz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – “Telefonla bilgilendirdim.” gibi bir açıklama olur mu ya! Resmî yazı nerede?

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan, bakın, Sayın Komisyon Başkanı söylediklerinin tamamında beni doğruladı. Telefonla… Allah aşkına! 11 sayfa, 11 sayfa Sayın Başkan!

BAŞKAN – Ahmet Bey, Beyefendi, bakınız, sizi doğruladı, doğrulamadı. Ben şunu söylüyorum…

AHMET YILDIRIM (Muş) – Hayır, 11 sayfayı telefonda söyledi. Ben yazıyla işlem yaparım.

BAŞKAN – Bakınız, hayır…

AHMET YILDIRIM (Muş) - Yazılı işlem yaparım, telefonda sözlü…

BAŞKAN - İşkâl etmemek için söylüyorum.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Telefonda bu cümleleri okumadı bana.

BAŞKAN – Ben diyorum ki size: Eğer…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Günde neredeyse 100 vekille telefonlaşıyoruz.

BAŞKAN – Efendim, neticeye getiriyorum…

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Hâlâ işlem yapma imkânları var Sayın Başkan.

BAŞKAN – Müsaade ediniz Süreyya Bey, müsaade buyurun.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Düzeltsin, göndersinler, ekstra bir ek olarak basın. Hiçbir şey kaçmış değil.

BAŞKAN - Şimdi, bakınız, buradaki usul şu…

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir dakika… Ahmet Bey, heyecanlanacak bir şey yok, neticeye bağlayalım.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Estağfurullah.

Buyurun.

BAŞKAN - Yeniden Komisyonla bu şerh meselesinde mutabık kalınır, bir metin ortaya konursa biz ek basım yaparız, yeniden belgeler arasına girer.

Teşekkür ediyorum.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan, son bir cümle söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Ben Komisyon Başkanının mevzuata aykırı iş ve işlemlerine sahip çıkmak üzerinden tutumunuza dönük usul tartışması istiyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Az önce yapıldı! Hayret bir şey ya!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ya, neye itiraz ediyorsunuz? Allah Allah! İç Tüzük’ü bilmiyorsunuz!

AHMET YILDIRIM (Muş) - Bakın, itiraf etti, yazı yazmadığını itiraf etti bana ama Sayın Başkan!

BAŞKAN – Efendim, bunun bu müzakereyle bir ilgisi yok.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Usul tartışması istiyorum Sayın Başkan çünkü mevzuata aykırı tutumuna sahip çıkıyorsunuz!

BAŞKAN - Yok efendim, usul tartışması yaptık.

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Aynı konuda yaptık efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ayrı bir konuda Sayın Başkan!

BAŞKAN – Usul tartışması yaptık Beyefendi.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Hayır, ben madde 42’den istiyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ayrı bir konudan istiyor.

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Aynı konuda ikinci bir usul olmaz efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilimiz, sizin, mevcut tutumunuzla İç Tüzük ve Anayasa gereği değil, Komisyon Başkanı lehinde bir yönetim sergilediğinizi ve buna hakkınızın olmadığını, o nedenle de usul tartışması talep ettiğini söylüyor.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Hakkın kötüye kullanımı Sayın Başkan.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Son derece nettir. Farklı bir konudur.

Yani, Sayın Başkan, bir de şunu ifade edeyim: Bu Parlamentoda milletvekilliği yapıp usul tartışmasının ne anlama geldiğini bilmeyen, milletvekili usul tartışması istediği zaman tepki gösteren bütün milletvekillerini de kınıyoruz.

ABDULLAH NEJAT KOÇER (Gaziantep) – Bizde sizi kınıyoruz.

RECEP ŞEKER (Karaman) – Biz de seni kınıyoruz.

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Aynı konuda iki usul tartışması olmaz!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bu İç Tüzük’ü herkes okusun, milletvekilinin, siyasi parti gruplarının hakkı hukuku nedir öğrensin. Ayıp denen bir şey var ya!

RECEP ŞEKER (Karaman) – Aynı konuda usul tartışması mı olur ya?

BAŞKAN – Bu konuda usul tartışması da yapıldı ve neticeye gidildi…

AHMET YILDIRIM (Muş) – Hayır Sayın Başkan…

BAŞKAN – Gidildi efendim, konu aynıdır, bunun sonu gelmez.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Hayır Sayın Başkan…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Beyefendi sonu gelmez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Dolayısıyla, ben müzakereye devam ediyorum.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 118) (Devam)

2.- 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297), 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2014 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/32), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 208 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/33), 2014 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/34), 2014 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/35), 2014 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/36), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan Kalkınma Ajansları 2012 Yılı Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/28), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2013 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/31), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2014 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/37) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 119) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Komisyon Raporları 118 ve 119 sıra sayılarıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Sayın Başkan, bakın, İç Tüzük’ten kaynaklı hakkımı çiğniyorsunuz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, söz verin.

BAŞKAN – Efendim, lütfen rica ediyorum.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Hayır, bakın, benim ifade ettiklerim sayın grup başkan vekillerinin ifade ettiklerinden çok farklı.

BAŞKAN – Efendim, söyledim, hepsi zapta geçti efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Çok farklı konular var Sayın Başkan.

BAŞKAN – İdris Bey söyledik, farklı değil konu.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Bir cümlesini kullanmadım.

BAŞKAN – Konu farklı değil efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, ben bir ifade edebilir miyim?

BAŞKAN – Buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, demin ben sizin tutumunuzla ilgili usul tartışması isterken…

BAŞKAN – Evet…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - …İç Tüzük 67 ve Komisyon Başkanının ithaf ettiği bir resmî yazı üzerinden bu merkezi bütçe yasa tasarısının görüşmelerine geçilemeyeceğini ifade ettim ve oradan usul tartışması açtım ama şu anda bizim sayın milletvekilimizin usul tartışması açma gerekçesi sizin Genel Kurulu taraflı yönetmenizle alakalıdır. Hani, bu doğru mudur değil midir, ayrıdır ancak bizde oluşan kanaat, bizim ile Komisyon Başkanı arasındaki bu tartışmada sizin İç Tüzük ve Anayasa’yı referans almaktan çok Komisyon Başkanının tutumu üzerinden bir tutum belirlediğinizdir. Dolayısıyla, tamamen ayrı bir gerekçe üzerinden usul tartışması talep ediyoruz Sayın Başkan.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Naci Bey.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, usul tartışması talebi Komisyon Başkanının lehine davrandığınız iddiası üzerine temellendirilmeye çalışılıyor. Ortada iki türlü davranma durumunuz söz konusu maddeten, ya HDP lehine görüş beyan edeceksiniz yahut da Komisyon Başkanı lehine görüş beyan edeceksiniz. Dolayısıyla, her hâlükârda, sizin taraflı olduğunuza ilişkin sonsuz usul tartışması açmak mümkün.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – “Çalışma usullerine uymaya davet” diye bir şey var Sayın Grup Başkan Vekili, çalışma usullerine davet ediyoruz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bu çerçevede, ben mantığa uygun olmadığı kanaatimi arz etmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, çalışma usullerine davet var.

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum.

Usul tartışması talebinin bir temeli olur, usul tartışmasını da yaptık; artı, her isteyen “Bir usul tartışması istiyorum.” diyemez, hakkın suistimali olur.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sizi çalışma usullerine davet ediyoruz.

BAŞKAN – Biz Genel Kurul olarak, alınan karar gereğince görüşmelere geçiyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, bütçe sunuş konuşmasını yapmak üzere Maliye Bakanı Sayın Naci Ağbal’a söz vereceğim.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bakanım, bir dakikanızı rica ediyorum.

Meral Hanım, buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, bu tutumunuzla, Genel Kurulda tarafsız bir Meclis Başkanı değil, AKP Grubunun seçmiş olduğu bir Meclis Başkanı…

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Milletvekiline saygı göster, ona söz verildi.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – …olduğunuzu kanıtladınız, tam da size yakışan bir tutum bu.

BAŞKAN – O sizin görüşünüz, yanlış konuşuyorsunuz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yanlış konuşmuyorum.

BAŞKAN – Ben elimde adalet terazisiyle hareket eden bir insanım.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Ama yanlışa sahip çıktınız Sayın Başkan, yanlışa sahip çıktınız.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – İç Tüzük’ü ihlal ediyorsunuz, Anayasa’yı ihlal ediyorsunuz.

BAŞKAN – Hayır Beyefendi. Yani sizin dediğiniz olursa adalettir, yoksa değildir; böyle şey olmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Meral Hanım.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Ben demin Sayın Komisyon Başkanının…

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Efendim, böyle bir usul yok, Sayın Bakan kürsüde bekliyor.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Mikrofonu açarsanız…

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, böyle bir usul yok. Kürsüde Sayın Bakan konuşmaya başladı, artık, lütfen gündeme geçelim. Sayın Bakan kürsüye çıkmadan söz verebilirdiniz.

BAŞKAN – Bülent Bey, anlıyorum, bir dakika. Sanki mevzu varmış gibi düşünülmesin, bu, efkârıumumiyenin takip ettiği müzakere.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkanım, kürsüye Sayın Bakan çıkmadan önce söz verilebilirdi.

BAŞKAN – Meral Hanım, buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Tamam, konuşmadan sonra yani kürsüye çıkmış…

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Sonra, konuşmadan sonra şey yapalım.

BAŞKAN – Öyle pazarlık yok, bir şey diyecekseniz deyin Hanımefendi.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Yok, konuşmadan sonra…

BAŞKAN – O hâlde bitti.

Teşekkür ediyorum.

Biz Genel Kurulun aldığı bütçeyi görüşme kararını tatbik edeceğiz, onun dışında bir görüşmeye girmeyeceğiz.

Dolayısıyla, görüşmelere başladık.

Lütfen buyurun Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi ve ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Bugün, 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlıyoruz. Yoğun ve özverili çalışmalar sonucunda bu tasarıların Genel Kurula getirilmesinde emeği geçen Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkanı ve üyelerine, bakan arkadaşlarıma ve kamu idarelerinin temsilcilerine teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikli olarak küresel ekonomik görünüme ilişkin değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Küresel ekonomi, kriz sonrası dönemde hâlâ yukarı yönlü bir büyüme trendi içerisine girememiştir. 2003-2007 döneminde ortalama yüzde 5,1 büyüyen küresel ekonomi, krizi takip eden 2011-2015 döneminde ortalama yüzde 3,5 büyümüştür. 2014 yılında yüzde 3,4 büyüyen küresel ekonominin 2015 yılında yavaşlayarak yüzde 3,1 büyümesi beklenmektedir. Bu, kriz sonrası dönemdeki en düşük küresel büyüme oranıdır. 2016 yılında ise küresel ekonominin bir miktar hızlanarak yüzde 3,4 büyümesi öngörülmektedir.

Gelişmiş ülkelerde büyüme ivme kazanmakla birlikte kriz öncesi seviyelerini yakalayamamıştır. 2003-2007 döneminde ortalama yüzde 2,8 büyüyen gelişmiş ülkeler 2011-2015 döneminde ise ortalama yüzde 1,5 büyümüştür.

Kriz sonrası dönemde ABD ekonomisi büyüme açısından gelişmiş ülkeler içinde pozitif yönde ayrışmıştır. 2014 ve 2015 yıllarında yüzde 2,4 büyüyen ABD ekonomisinin 2016 yılında yüzde 2,6 büyümesi öngörülmektedir. Ancak, Çin ekonomisindeki yavaşlama, düşük emtia fiyatları, finansal piyasalardaki kırılganlıklar, küresel ekonomideki geleceğe dönük belirsizlikler ve güçlü dolar ile iş gücü piyasasındaki iyileşmenin alt göstergelerindeki olumsuzluklar, ABD’de büyümenin orta vadeli görünümünün nispeten ılımlı kalacağına işaret etmektedir. Avrupa Merkez Bankasının uyguladığı parasal genişleme politikasıyla avro bölgesi durgunluktan çıkmıştır. 2014 yılında yüzde 0,9 büyüyen avro bölgesinin 2015 yılında yüzde 1,5 büyümesi beklenmektedir. Avrodaki değer kaybı, petrol fiyatlarındaki düşüş, uygulanan genişletici para ve maliye politikası ve özel tüketimdeki canlanma AB’de büyümeyi desteklemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kriz öncesi ve sonrası dönemde küresel ekonomik büyümeye öncülük eden gelişmekte olan ülkeler 2014 yılından itibaren yavaşlama eğilimine girmiştir. 2011-2013 döneminde küresel büyümeye ortalama 3,1 puan katkı veren gelişmekte olan ülkelerin 2014-2016 döneminde ortalama 2,5 puan katkı vermesi beklenmektedir.

2014 yılında yüzde 4,6 büyüyen gelişmekte olan ülkelerin 2015 yılında yüzde 4, 2016 yılında ise yüzde 4,3 büyümesi beklenmektedir. 2014 yılında yüzde 2,8 büyüyen Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkelerin ise 2015 yılında yüzde 1,7, 2016’da ise yüzde 2,5 büyüyeceği tahmin edilmektedir.

FED’in para politikasının neden olduğu belirsizlikler, finansal kırılganlıklar, Çin ekonomisindeki yavaşlama, petrol ve emtia fiyatlarındaki düşüş, verimlilikte beklenenin altında gerçekleşen artışlar ve jeopolitik sorunlar gelişmekte olan ülkelerin büyümesini olumsuz yönde etkilemektedir, yavaşlatmaktadır. 2014 yılında yüzde 7,3 büyüyen Çin ekonomisi 2015 yılında yüzde 6,9 büyümüştür, 2016 yılında ise yüzde 6,3 büyümesi beklenmektedir. Çin ekonomisinin büyüme modelindeki değişim çabaları ve yüksek borçluluk Çin’de büyümeyi yavaşlatmakta, sınırlandırmaktadır.

Düşük petrol fiyatları ve jeopolitik sorunlar Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri için risk oluşturmaya devam etmektedir. Düşük emtia fiyatları ise Latin Amerika ülkeleri ve diğer emtia ihracatçısı ekonomileri olumsuz yönde etkilemektedir.

Küresel talepteki yavaşlama, FED kaynaklı belirsizlikler ile doların güçlenmesi ve artan jeopolitik riskler son yıllarda küresel ticaret hacminin zayıflamasında başlıca faktörler olmuştur. Küresel ticaret, kriz sonrası dönemde ortalama sadece yüzde 3,8 büyüyebilmiştir. 2015 yılında yüzde 2,6 büyümesi tahmin edilen küresel ticaret hacminin 2016 yılında yüzde 3,4 artması beklenmektedir. Bu oran kriz öncesi dönem ortalamasının yarısından daha azdır.

Başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarında yaşanan düşüş, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde iç ve dış makroekonomik dengeleri etkilemeye devam etmektedir. Düşük petrol fiyatları enerjide dışa bağımlılığı yüksek olan ekonomilerde enflasyon ve cari işlemler dengesi açısından olumlu katkı sağlarken, petrol ihracatçısı gelişmekte olan ekonomilerin makroekonomik dengelerini olumsuz yönde etkilemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel krizi takip eden dönemde beklenen iyileşme bir türlü gerçekleşmemiş ve küresel ekonomiye ilişkin riskler farklılaşarak da olsa varlığını sürdürmektedir. Söz konusu risklerden önemli olan başlıca unsurları sizlerle paylaşmak istiyorum.

FED’in para politikasına ilişkin olarak ileriye dönük belirsizlik, Çin’de büyümenin öngörülenden daha yavaşlaması, jeopolitik gerginliklerin yaygınlaşması ve yoğunlaşması, Avrupa bölgesindeki toparlanmanın beklenenden daha düşük kalma ihtimali, gelişmekte olan ülkelerdeki düşük büyümenin daha da belirgin hâle gelmesi, emtia ihracatçısı ülkelerde talebin daralması, finansal piyasalarda dalgalanma ve varlık fiyatlarındaki düşüş ve genel olmak itibarıyla aşırı borçlanmanın küresel büyümenin önünde engel teşkil etmesi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de Türkiye ekonomisinin görünümü hakkında kısaca değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum: Türkiye ekonomisine üç aylık dönemler itibarıyla bakıldığında küresel krizin derinleştiği 2009 yılı hariç büyümenin istikrarlı bir şekilde devam ettiği görülmektedir. Küresel kriz sonrası dönemde yani 2011-2015 yılları arasında Türkiye ortalama yüzde 4,4 büyürken aynı dönemde Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkeler ortalama yüzde 3,4 oranında büyümüştür. Yani, bu dönemde Türkiye ortalama büyüme oranı itibarıyla Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkelerin 1 puan üzerinde bir büyüme performansı göstermiştir. Türkiye ekonomisi, 2 ayrı seçimin gerçekleştiği, avro bölgesi ekonomilerinde canlanmanın sınırlı kaldığı, yakın ticaret ortaklarımızda ve komşularımızda yaşanan sosyoekonomik sorunların devam ettiği, finansal oynaklıklar ve jeopolitik gerginliklerin arttığı bir ortamda 2015’in ilk dokuz ayında yüzde 3,4 büyümüştür. 2015 yılına hem ilk dokuz aylık gerçekleşme itibarıyla baktığımızda hem de daha sonra ortaya çıkan göstergeler itibarıyla baktığımızda 2015’in büyüme oranını yüzde 4 olarak öngörmekteyiz, öncü göstergeler de bu büyüme oranını yakalayacağımıza işaret etmektedir. Bu oran, gelişmekte olan ülkeler için öngörülen yüzde 4 ile aynı düzeyde, gelişmekte olan Avrupa için öngörülen yüzde 3,4’ün Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkeler için öngörülen yüzde 1,7’nin ve Latin Amerika için öngörülen yüzde eksi 0,3’ün oldukça üzerindedir. 2015 Türkiye ekonomisinin büyümesi hakikaten oldukça performans bakımından olumlu bir neticeyi ortaya çıkarmıştır.

2015 yılında büyüme performansıyla Türkiye'nin, G20, OECD ve Avrupa Birliği ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ekonomilerden biri olması beklenmektedir.

2016 yılında ise siyasi istikrar ve reform iradesinin öngörülebilirliği artırmasıyla en büyük ticaret ortağımız olan Avrupa Birliğinde beklenen ekonomik toparlanma sonucunda büyümenin yüzde 4,5 seviyesinde olmasını bekliyoruz. Bu oran, gelişmekte olan ülkeler için öngörülen ortalama yüzde 4,3’ün, gelişmekte olan Avrupa için öngörülen yüzde 3,1’in Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkeler için öngörülen ortalama yüzde 2,5’in ve Latin Amerika için öngörülen yüzde eksi 0,3’ün üzerindedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; enflasyon 2015 yılında Türk lirasında yaşanan değer kaybı ve gıda fiyatlarında kaydedilen yüksek oranlı artış nedeniyle hedefin üzerinde yüzde 8,8 seviyesinde gerçekleşmiştir. 2016 yılı Ocak ayında yıllık tüketici enflasyonu yüzde 9,58 olarak gerçekleşmiştir. Bu yükselişte, gıda ve hizmet gruplarıyla fiyatı yönetilen, yönlendirilen bazı ürünlerde ocak ayı başında yapılan ayarlamalar etkili olmuştur.

Küresel emtia fiyatlarındaki düşük seyrin devamı, uygulayacağımız sıkı para politikası, mali disiplin ve döviz kurundan kaynaklanan olumlu baz etkisiyle enflasyonun 2016 yılında aşağı doğru gelerek yüzde 7,5'e gerilemesini bekliyoruz. Enflasyonun kademeli bir şekilde düşerek orta vadede düşük tek hanelerde istikrar kazanması da esaslı bir hedefimizdir.

2015 yılında ihracat yüzde 8,7, ithalat yüzde 14,4 oranında daralmıştır. 2014 yılında 84,6 milyar dolar olarak gerçekleşen dış ticaret açığı 2015 yılında yüzde 25,2 daralarak 63,3 milyar dolara gerilemiştir. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise yüzde 65,1'den yüzde 69,5'e yükselmiştir. 2015 yılında, Türkiye, Avrupa Birliği pazarından daha fazla pay almıştır.

Cari açık, aldığımız makro ihtiyati tedbirler ve başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarındaki düşüşle önemli bir daralma süreci içerisine girmiştir. 2014 yılı sonunda 43,6 milyar dolar olan cari açık 2015 yılında yüzde 26,1 oranında daralarak 32,2 milyar dolara gerilemiştir.

2014 yılında yüzde 5,5 olarak gerçekleşen cari açığın millî gelire oranı 2015 yılında yüzde 4,5'e gerilemiştir. Bu oranın 2016 yılında daha da azalarak yüzde 3,9'a gerileyeceğini öngörüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2007 yılında 20,2 milyon kişi olan istihdamımız Kasım 2015 döneminde 26,7 milyon kişiye yükselmiştir. Avro bölgesi hâlâ kriz öncesi seviyeyi yakalayamamışken Türkiye'de istihdam 2007 yılına göre yüzde 32 oranında artmıştır. Bunun yanı sıra, kriz dönemi ve sonrasında uyguladığımız istihdamı artıran politikalar sayesinde son yıllarda iş gücüne katılım oranları da artmaktadır.

2015 yılı Kasım ayında iş gücüne katılım oranı yüzde 51,2 olarak gerçekleşmiştir. 2015 yılı Kasım ayında işsizlik oranı bir önceki yılın aynı dönemine göre 0,2 puan azalarak yüzde 10,5 olarak gerçekleşmiştir. 2015 yılında yüzde 10,2 olacağı öngörülen işsizlik oranının orta vadeli program dönemi sonunda yani 2018 itibarıyla yüzde 9,6'ya düşmesini bekliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; güçlü bankacılık sistemimiz ekonomimizi dalgalanmalara karşı koruyan önemli unsurlardan bir tanesidir. Küresel ekonomideki belirsizliklere rağmen bankacılık sektörünün temel rasyoları güçlü ve sağlıklı yapısını korumaktadır.

2015 yıl sonu itibarıyla sermaye yeterlilik oranı yüzde 15,6 ile yasal sınır olan yüzde 8'in yaklaşık 2 katıdır.

Bankacılık sektörü aktif kalitesini de korumaya devam etmektedir. Sektörün en önemli göstergelerinden biri olan aktif toplamı 2015 yılında 2014 yılına göre yüzde 18 oranında büyüyerek 2,4 trilyon lira olmuştur.

Mali dengelerin iyileşmesi nedeniyle kamu sektörünün dış borcunun millî gelir içindeki payının 2002 yılındaki yüzde 28'lik seviyesinden 2015 yılı üçüncü çeyreği itibarıyla yüzde 15,5'e gerilediğini görüyoruz.

Özel sektör borcu içerisinde finans sektörü dışında kalan reel kesimin yani firmaların dış borcunun millî gelire oranı ise 2002 yılında yüzde 13,3 iken 2015 yılı üçüncü çeyreği itibarıyla yüzde 15,9'a çıkmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, 1990'lı yıllarda yüksek bütçe açıklarına ve sürdürülemez bir borç yüküne maruz kalmıştır. Hükûmetlerimiz döneminde sağladığımız mali disiplin sayesinde Türkiye hem küresel krizde hem de sonrasında, özellikle gelişmiş ekonomilerden kamu maliyesi göstergelerinde pozitif yönde ayrışmış ve dış şoklara karşı dayanıklılığını artırmıştır.

Türkiye genel devlet açığında küresel kriz yılı olan 2009 hariç son 11 yıldır Maastricht Kriterini sağlamıştır. 2002 yılında yüzde 10,8 olan genel devlet açığının millî gelire oranının 2015 yılında dengede olacağını tahmin ediyoruz. 2003-2007 döneminde ortalama yüzde 2,2 olan genel devlet açığının millî gelire oranı 2011-2015 döneminde ortalama yüzde 0,5 oranında gerçekleşmiştir.

2015 yılında genel devlet açığının millî gelire oranının gelişmekte olan ülkelerde yüzde 4,3, OECD ortalamasının yüzde 3,3 ve Avrupa Bölgesi’nde yüzde 2 olduğu göz önüne alındığında bu performansın daha çarpıcı olduğu görülmektedir.

Diğer taraftan 2002 yılında yüzde 74 olan AB tanımlı borç stokunun millî gelire oranı 2015 yılı sonunda yüzde 32,6’ya düşmüştür. Bu oranın 2018 yılı sonunda yüzde 30’un altına inerek yüzde 29,5 olmasını bekliyoruz.

Kamu borç stokunun millî gelire oranı yüzde 115 olan OECD ortalamasından, yüzde 93,7 olan Avro Bölgesi ortalamasından ve hatta yüzde 44,4 olan gelişmekte olan ülkeler ortalamasından bile oldukça düşük seviyededir.

Diğer taraftan, 2002 yılından bu yana kamu net borç stokunun millî gelire oranını yüzde 61,5’ten yüzde 7,6’ya düşürdük. Aynı dönemde kamu net dış borç stokunun millî gelire oranını da yüzde 25,2'den yüzde eksi 5,1'e düşürüp kamu sektörünü fazla verir hâle getirdik.

Ayrıca borçlanma vadelerimizi tarihî yüksek seviyelere ulaştırdık. Hükûmete geldiğimizde Hazine, iç piyasalardan ortalama 9,4 ay vadeyle borçlanırken bugün söz konusu bu vade 70,4 aya kadar uzamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mali disiplin sayesinde ülkemiz önemli kazanımlar elde etmiştir. 2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 85,7'si faiz ödemelerine giderken bugün vergi gelirlerinin sadece yüzde 13'ü faiz ödemelerine gitmektedir.

Benzer şekilde 2002 yılında faiz giderlerinin bütçe içindeki payı yüzde 43,2 iken bu oranı 2015 yılında yüzde 10,5'e kadar düşürdük.

Tüm bu kazanımlarla iç borçlanmanın maliyetlerinde de önemli iyileştirmeler sağladık. 2002 yılında yüzde 62,7 seviyesinde olan Türk lirası cinsinden sabit faizli devlet iç borçlanma senetleri faiz oranı 2016 yılı Ocak ayı itibarıyla yüzde 11,1 olmuştur. 2002 yılında yüzde 25,4 olan reel faiz oranı 2016 yılı Ocak ayında yüzde 3’e kadar düşmüştür.

Hükûmetlerimiz döneminde faiz yükünü azaltarak tasarruf ettiğimiz kaynakları eğitim, sağlık, sosyal harcamalar ve yatırım harcamaları için kullandık.

Mali disiplinin sürdürülmesindeki kararlılığımız Türkiye ekonomisini olumsuz dış şoklara karşı dirençli kılan temel unsurlardan birisi olmuştur. Küresel belirsizliklerin yüksek olduğu mevcut konjonktürde bu kazanımların korunarak daha da ileriye götürülmesi büyük önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetleri döneminde gerçekleştirilen yapısal reformlar ile doğru makroekonomik politikalar sayesinde ekonomide önemli başarılar elde ettik. Türkiye'nin dolar bazında kişi başına millî gelirini 2002-2015 döneminde 2,7 katına çıkardık. Satın alma gücü paritesine göre de kişi başına millî gelir 2008 yılında 15 bin dolar iken 2015 yılında bu tutar 20 bin doları aşmıştır.

Türkiye’deki gelir dağılımını da bu dönemde iyileştirdik. Gelir dağılımındaki adaleti ölçen Gini katsayısı 2002 yılında 0,44'ten 2014 yılında 0,38'e gerileyerek iyileşme sağlanmıştır. Aynı dönemde en zengin yüzde 10’luk kesimin ortalama gelirinin en yoksul yüzde 10'luk kesimin ortalama gelirine oranı 18,3 kattan 11,6 kata düşmüştür.

Mutlak yoksulluk göstergelerinde de önemli iyileştirmeler sağladık. Günlük 2,15 doların altında geçinen nüfus 2002 yılında yüzde 3’tü, 2014 yılı itibarıyla bu oran sıfıra indi. Yani geliri 2,15 doların altında yaşayan bir nüfus kalmadı. Günlük 4,3 doların altında geçinen nüfusu ise on iki yılda 28,7 puan azaltarak yüzde 1,6'ya düşürdük.

Kişi başına millî gelir yönünden uzun yıllar ülkemiz orta gelir grubunda yer aldığı hâlde, 2003-2007 döneminde sağladığımız ortalama yüzde 6,9 büyüme sayesinde orta-üst gelir grubu ülkeler arasına ülkemizi yükseltmiş olduk.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüksek gelirli ülkeler grubuna girebilmek amacıyla ekonomik büyümeyi artıracak yeni reformları hayata geçirmeyi hedefliyoruz. Gerçekleştireceğimiz reformları altı temel alanda yoğunlaştıracağız. Bunlar; demokratikleşme ve adalet, eğitim, kamu yönetimi, kamu maliyesi, reel ekonomide köklü dönüşüm, öncelikli dönüşüm programları alanında gerçekleştireceğimiz reformlardır.

Yargı sistemimizi, başta Avrupa Birliği olmak üzere uluslararası norm ve standartları esas alarak reforma tabi tutacağız, daha önce ilan ettiğimiz yargı reform stratejisi çerçevesinde yargıyı yeniden yapılandıracağız.

Demokratik bir ülke olarak Türkiye, hukuk düzeniyle vatandaşlarımızın özgürlüklerini korumaya, uluslararası topluma güven vermeye, yerli ve yabancı yatırımcılar için güvenli bir liman olmaya devam edecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önceki hükûmetlerimizde olduğu gibi, bu Hükümetimiz döneminde de eğitim temel önceliğimiz olacaktır. 2012 yılında zorunlu eğitim süresini sekiz yıldan on iki yıla çıkardık. 25 yaş üstü nüfusta ortalama eğitim süresi 2000 yılında 5,5 yıl iken 2014 yılında bunu 7,6 yıla çıkardık. Dünya Ekonomik Forumu’nun yükseköğretim sıralamasına göre 2008'de 144 ülke içinde 72’nci sıradayken 2015'te 140 ülke arasında 55’inci sıraya yükselttik. Hedefimiz ülkemizi eğitimde en iyi OECD ülkelerinden biri yapmak ve bölgenin çekim merkezi hâline getirmektir.

Meslek liselerinde özel kesimin katkısını artıracağız. Kamu-özel iş birliğiyle meslek liselerini ve meslek yüksekokullarını yeniden yapılandıracağız. Mesleki ve teknik lise mezunlarının istihdamını özendireceğiz.

Kadınların iş gücüne ve istihdama katılımlarının önündeki engelleri kaldırıyoruz. 2005 yılında yüzde 23,3 olan kadınların iş gücüne katılım oranını uyguladığımız politikalarla 8,3 puan artırarak yüzde 31,6'ya yükselttik. Çocuk bakım hizmetlerini yaygınlaştırarak, girişimciliği destekleyerek ve fırsat eşitliği yaratarak kadınlarımızın iş gücüne katılımını 2018'de yüzde 35'e, 2023'te yüzde 41'e çıkarmayı hedefliyoruz. Çalışanların kazanılmış haklarını koruyarak iş gücü piyasasında güvenceli esnekliği inşallah yakında Meclisimizden geçirmek suretiyle hayata geçirmiş olacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uzun dönemde büyümenin en önemli belirleyicisi olarak gördüğümüz AR-GE faaliyetlerini desteklemeye devam ediyoruz. 2002 yılında yüzde 0,53 olan AR-GE harcamalarının millî gelir içerisindeki payını 2014 yılında yüzde 1,01'e çıkardık. Bu oranı 2018'de yüzde 1,8'e çıkarmayı hedefliyoruz.

Türkiye'de sağladığımız siyasi ve mali istikrarla yatırım ortamını da iyileştirdik. Türkiye’ye gelen toplam uluslararası doğrudan yatırım tutarı 1980-2002 yılları arasında sadece 14,8 milyar dolarken, 2003-2015 döneminde bu rakamı 165 milyar dolara çıkardık.

Yurt içi tasarrufların millî gelir içindeki payını orta vadeli program dönemi sonunda yüzde 17,8’e çıkarmayı hedefliyoruz. Bireysel emeklilik sisteminde 2013 yılı Haziran itibarıyla 3,6 milyon kişi olan katılımcı sayısı, 2015 sonunda 6 milyon kişiye ulaşmıştır. Sistemdeki fon büyüklüğü ise aynı dönemde yaklaşık 23,3 milyar liradan 48 milyar liraya çıkarılmıştır.

Finansman imkânlarının çeşitlendirilmesi amacıyla kira sertifikasını sermaye piyasalarına kazandırdık. Bu doğrultuda, yurt içinde ve yurt dışında kira sertifikası ihracını ilk defa 2012 yılında gerçekleştirdik. 2012 yılından itibaren yurt içi piyasada gerçekleştirdiğimiz 8 ayrı kira sertifikası ihracıyla toplamda 13,4 milyar lira finansman sağladık. Aynı şekilde, yurt dışı piyasadan şimdiye kadar gerçekleştirdiğimiz 3 ayrı kira sertifikası ihracı ise 3,7 milyar dolar tutarındadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde 2014 Yılı Kesin Hesap Kanun Tasarısı’na ilişkin bazı büyüklükleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

2014 yılında merkezî yönetim bütçe giderleri 448,8 milyar lira olarak gerçekleşmiştir. Bütçe gelirleri 425,4 milyar lira olmuştur. 2014 yılında gerçekleşen bütçe açığı 23,4 milyar olmuştur. Faiz dışı fazla ise aynı dönemde 26,5 milyar lira olarak gerçekleşmiştir. Yani, 2014 yılında merkezî yönetim bütçe açığının millî gelire oranı yüzde 1,3 olmuştur. 2014 yılı bütçe gideri, başlangıçtaki tahminimize göre yüzde 2,8 oranında artmıştır. Buna karşın bütçe giderlerimiz yüzde 5,5 oranında artış göstermiştir. Bütçe açığı tahminimize göre yüzde 30 oranında azalmış, faiz dışı fazla ise yüzde 42 oranında artarak 26,5 milyar lira olarak gerçekleşmiştir. Söz konusu açıkladığım veriler 2014 yılında mali disiplinden asla taviz vermediğimizi açık bir şekilde göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de sizlerle 2015 yılı geçici merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerini paylaşmak istiyorum. 2015 yılında merkezî yönetim bütçe giderleri 506 milyar lira olmuştur. Faiz hariç bütçe giderleri 453 milyar lira, merkezî yönetim bütçe gelirleri 483,4 milyar lira, genel bütçe vergi gelirleri 407,5 milyar lira olarak gerçekleşmiştir. Buna göre, 2015 yılında merkezî yönetim bütçe açığı 22,6 milyar lira, merkezî yönetim bütçe açığının millî gelire oranı ise yüzde 1,2 olarak gerçekleşmiştir. İktidarımız boyunca, seçim dönemleri de dâhil olmak üzere, kararlılıkla uyguladığımız mali disipline dayalı politikalar bizlere bu başarıyı getirmiştir.

Uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan genel devlet açığı ve genel yönetim borç stoku açısından 2015 yılı da başarılı bir yıl olmuştur. Genel devlet dengesinde son dokuz yılın en iyi sonucu bu yıl gerçekleşmiş olacak, 2015 yılı için söylüyorum ve 2015 yılında genel devlet dengede olacak. Ne demek genel devletin dengede olması? Bütçenin iki yakasının bir arada olması demek; gelirinin, giderinin birbirine denk olması demek. Bütün milletimiz açısından, ülkemiz açısından, ekonomimiz açısından hakikaten iftihar edilecek bir netice. 2002 yılında yüzde 74 seviyesinde olan genel yönetim borç stoku ise 2015 yılında yüzde 32,6 düzeyinde gerçekleşecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı AK PARTİ hükûmetlerinin 14’üncü bütçesidir. 2016 yılı bütçesi önümüzdeki üç yıllık dönemde sürdüreceğimiz maliye politikası hedefleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Bu hedefler; ekonomik istikrarın desteklenmesi, büyüme potansiyelinin yukarıya çekilmesi, yurt içi tasarrufların artırılarak cari açığın kontrol altında tutulması ve fiyat istikrarına yardımcı olunmasıdır.

2016 yılı merkezî yönetim bütçe büyüklüklerini de şu şekilde sizlerle paylaşmak isterim: 2016 yılı merkezî yönetim bütçesi için öngördüğümüz bütçe gideri 570,5 milyar lira, faiz hariç bütçe giderleri 514,5 milyar lira, bütçe gelirleri 540,8 milyar lira, vergi gelirleri 459,2 milyar lira, bütçe açığı 29,7 milyar lira, faiz dışı fazla 26,3 milyar lira olacaktır. Millî gelire oran olarak 2016 yılı merkezî yönetim bütçe açığının yüzde 1,3 olacağını tahmin ediyoruz. Yine, 2016 yılında faiz dışı fazlanın yüzde 1,2 düzeyinde gerçekleşeceğini öngörüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde sizlere 2016 yılı merkezî yönetim bütçesinin temel özelliklerinden bahsetmek istiyorum.

2016 yılı bütçesi Türkiye’nin beşeri sermayesine, altyapısına, üretimine ve geleceğine kaynak ayıran bir bütçedir. Bu bütçe, ülkemizin dört bir yanına yatırım götürecek, refahı yayacak, 79 milyon insanımıza hizmet sunacak bir bütçedir. Bu bütçe, yerinden yurdundan koparılan muhacirlere ve mazlumlara da kol kanat geren bir bütçe olacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Hükûmetlerimiz döneminde uygulanan ihtiyatlı maliye politikaları ve elde edilen makroekonomik istikrar sayesinde, bütçeden faize ödenen tutarlar sürekli olarak azalmıştır. 2002 yılında faiz giderlerinin bütçe içindeki payı yüzde 43,2 iken 2016 yılında bu oranın yüzde 10’un altına düşerek yüzde 9,8 seviyesinde gerçekleşeceğini düşünüyoruz, öngörüyoruz. Öte yandan, faiz giderlerinin millî gelire oranı 2002 yılında yüzde 14,8 iken 2016 yılında bu oranın yüzde 2,5 olacağını tahmin ediyoruz. Benzer şekilde, 2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 85,7’si faiz ödemelerine giderken 2016 yılında bu oranın sadece yüzde 12,2’ye gerileyeceğini öngörüyoruz. Yani, 2002 yılında toplanan verginin yaklaşık yüzde 85’i, yüzde 90’ı tamamen faize giderken şimdi biz bu oranı yüzde 12’lere kadar düşürdük. İnşallah daha da düşürerek yüzde 10’ların altında faiz bütçesi oluşacak. Esas o zaman daha fazla, hizmet bütçesini milletimiz yaşamış olacak. Böylece bütçe kaynaklarımızı, artık, faize değil, vatandaşlarımıza daha kaliteli hizmet sunmak için harcıyor; eğitime, sağlığa, yatırıma daha fazla kaynak ayırıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her zaman olduğu gibi bütçedeki en büyük payı yine eğitime ayırıyoruz. 2016 yılında eğitime ayırdığımız kaynağı, 2015 yılı bütçesine göre yüzde 25 oranında artırarak 109 milyar liraya çıkarıyoruz. Yani, topladığımız verginin yaklaşık dörtte 1’ini sadece ve sadece eğitime ayırıyoruz. YURTKUR dâhil, yükseköğretime merkezî yönetim bütçesinden ayırdığımız kaynağı, 2002 yılı bütçesine göre 10 katın üzerinde bir artışla 3 milyar liradan 33 milyar liraya çıkarıyoruz. Yeni kurulan üniversitelerimize 2007 yılından bu yana -2016 yılı dâhil- 25,5 milyar lira kaynak ayırdık. Bu tutarın yaklaşık 10 milyar liralık kısmı üniversitelerin yerleşkelerinin alt ve üst yapılarının yapımı için kullanılmıştır.

2012 yılında birinci öğretim ve açık öğretimde harçları kaldırdık, yani artık ülkemizde yükseköğretime giden, üniversiteye giden öğrencilerimiz harç ödemiyorlar. Biz bu harcın gerektirdiği katkıyı doğrudan doğruya üniversitelerimize devlet bütçesinden temin ediyoruz. Dolayısıyla, 2,8 milyon öğrencimiz, son üç yılda olduğu gibi 2016 yılında da herhangi bir harç ödemeden üniversitede eğitimlerini alacaklar.

2002 yılında 188 bin olan yurt kapasitesini 2015 yılında, artan standartlarla birlikte 450 bine çıkarttık ve bunu daha da artıracağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık, bu yıl da eğitimden sonra bütçeden en fazla pay alan ikinci harcama kalemi olmaya devam etmektedir. 2016 yılında kamu sağlık harcamalarını bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 18 oranında artırarak 95 milyar liraya çıkarıyoruz.

Kamu-özel iş birliği modeliyle başlatmış olduğumuz şehir hastaneleri projeleri kapsamında, sabit yatırım tutarı yaklaşık 27 milyar lira olan 34 adet tam donanımlı şehir hastanesi vatandaşlarımıza hizmet verecektir. Bu projeler tamamlandıktan sonra, sağlık hizmeti sunumunda yatak kapasitemize 43 bin nitelikli yatak daha eklenmiş olacaktır.

2016 yılında yatırım bütçesini bir önceki yıl başlangıç ödeneklerine göre yüzde 24,2 oranında artırarak yaklaşık 60,1 milyar liraya çıkarıyoruz.

2002 yılında sekiz buçuk yıl olan kamu yatırımlarının ortalama tamamlanma süresini 2015 yılı itibarıyla dört yıla indirdik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarımız döneminde kamu görevlileri ve emeklilerimizin mali ve sosyal haklarında ciddi iyileşmeler sağladık; onların yaşam standartlarını yükselttik, harcanabilir gelirlerini önemli ölçüde artırdık ve artırmaya devam edeceğiz.

2016 yılı Ocak ayında kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklarında yüzde 6,9 oranında artış yaptık. Temmuz ayında da yüzde 5 oranında artış yapılacaktır. Söz konusu artışlar sonucunda 2016 yılında kümülatif bazda yüzde 12,25 oranında kamu görevlilerimizin mali ve sosyal haklarında artış yapmış olacağız.

2002-2016 Şubat döneminde aylık ve ücretlerde enflasyonun oldukça üzerinde artışlar sağlanmıştır. Nitekim, 2002 yılı sonundan 2016 Şubat ayına kadar, yani bugüne kadar gerçekleşen kümülatif enflasyon yüzde 212 olmuştur. Yani 2002 ile bugünü alırsak arada gerçekleşen enflasyon yüzde 212 olmuştur. Buna karşılık aile yardımı ödeneği dâhil en düşük memur maaşı yüzde 504 artarak 2.365 liraya çıkmış, reel olarak yüzde 94 artmıştır. Yani en düşük memur maaşındaki artış reel olarak neredeyse bir kat artmıştır.

Yine, aile yardımı ödeneği dâhil ortalama memur maaşı yüzde 389 artarak 2.828 liraya yükselmiştir. Reel artış yüzde 57 olmuştur.

65 yaş aylığı yüzde 788 artarak 217 liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 185 oranında artmıştır.

Muhtarlarımızın aylığı aynı dönemde, 2002 ila bugün arasında bakarsak yüzde 1.235 artarak 1.300 TL'ye yükselmiş; reel olarak muhtarlarımızın aylığı 3 kat artmıştır.

Bu dönemde emeklilerimizin aylıklarında da önemli artış sağlanmıştır. 2015 yılı Temmuz ayından geçerli olmak üzere SSK ve BAĞ-KUR emeklilerimizden maaşları bin liranın altında olanlar için artış yaptık 100 lira tutarında, ayrıca aylıkları 1.000 lirayla 1.100 lira arasında olanların aylıklarını da 1.100 liraya çıkardık.

Memur emekli aylıklarında 2015 yılı Eylül ayından itibaren ortalama 100 lira tutarında, 2016 yılı Ocak ayında ise yüzde 6,9 oranında artış sağlamış olduk. 2015 yılı Aralık ayında yaptığımız düzenlemeyle de, daha önce yani eylülde yaptığımız artıştan yararlananlar da dâhil olmak üzere tüm SSK ve BAĞ-KUR emeklilerinin aylıklarında 2016 yılı Ocak ayında yapılan yüzde 3,8 oranındaki artışa ilave olarak 100 lira bir artış daha yapılmış oldu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu düzenlemelerle birlikte 2002 yılı sonuna göre 2016 yılı Şubatı esas aldığımızda, o dönemde enflasyonun yüzde 212 gerçekleştiğini söylemiştim, en düşük SSK emekli aylığı bu dönemde yüzde 403 artarak 1.292 liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 61 oranında artmıştır.

MUSA ÇAM (İzmir) – Geçen yıla göre ne olmuş?

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – En düşük memur emekli aylığı yüzde 330 artarak 1.618 liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 38 oranında artmıştır.

MUSA ÇAM (İzmir) – Geçen yıla göre?

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Geçen yıla göre de çok iyi artmıştır.

MUSA ÇAM (İzmir) – Yapmayın, etmeyin.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Memurumuz, esnafımız, işçimiz, asgari ücretlimiz, herkes biliyor, herkes de takdir ediyor. Bunu da zaten seçimlerde gördük. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) - 2002’yle mukayese etmekten ne zaman vazgeçeceksiniz?

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – Biz, işçiye, memura, çalışana ücret artışı yapacak kadar bir bütçe hazırlıyoruz. Size de bir gün nasip olur.

En düşük BAĞ-KUR esnaf emekli aylığı da yüzde 678 oranında artarak 1.157 liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 149 oranında artmıştır. En düşük BAĞ-KUR çiftçi emekli aylığı da yüzde 1.297 oranında artmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biliyorsunuz, seçim beyannamemizde de kamu çalışanlarımıza dönük olarak önemli iyileştirme vaatlerimiz vardı, bunları da Hükûmet olduktan sonra bir bir gerçekleştirdik. Bunlardan birkaçından da burada bahsetmek istiyorum çünkü 2016 yılı bütçesinden bu mali ve sosyal haklardaki artışları karşılayacağız.

Emniyet mensuplarımızın maaşlarında 151 lira ile 452 lira tutarında artış sağladık. Muhtar aylıklarını 1.000 liradan 1.300 liraya yükselttik. 2015 yılından sonra göreve başlayan 1 milyon 200 bin kamu çalışanımıza ilave bir derece verdik. Geçici köy korucularının ücretlerini 1.100 liradan 1.300 liraya çıkardık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimiz, tarım ve gıda ürünlerinde yeterli ve sürdürülebilir üretimin sağlanması ve rekabet gücümüzün artırılarak net ihracatçı konumumuzun daha da güçlendirilmesi amacıyla tarım sektörüne verdiği destekleri artırarak devam ettirmektedir. Bu doğrultuda tarımsal destekleri artırmak üzere 2016 yılı bütçesinde de önemli iyileştirmeler yaptık. 2016 yılı bütçesinden tarımsal desteklemeler için 11,6 milyar lira doğrudan destek için kaynak ayırdık. 2015 yılı başlangıç ödeneklerine göre bu, yüzde 16,4 oranında artışı ifade etmektedir. Bu kapsamda, 2016 yılında hayvancılık destekleri için 3 milyar lira kaynak ayırdık. Yine, prim desteği olarak 2,2 milyar lira kaynak ayırdık. Özellikle fındıkla uğraşan çiftçilerimiz açısından söylemem gerekirse alan bazlı gelir desteği için 850 milyon lira kaynak ayırdık. Mazot ve gübre desteği için yaklaşık 1,5 milyar lira kaynak ayırdık. 2016 yılı bütçemizde tarımsal kredi sübvansiyonu, müdahale alımları ve tarımsal KİT’lerin finansmanı da dâhil tarıma toplamda 15,2 milyar liralık kaynak öngörüyoruz. Bunun yanında, biliyorsunuz, gübre ve yemde KDV’yi kaldırmak suretiyle de çiftçilerimize ilave 2,4 milyar lira destek sağladık. Böylece, sayın milletvekillerim, 2016 yılında tarım sektörüne sağladığımız toplam destek tutarı 17,6 milyar liraya yükselmiştir.

Tarımsal üretim maliyetlerini düşürmek için arazi toplulaştırma çalışmalarına da devam ediyoruz. 2023 yılına kadar 14 milyon hektar alanda arazi toplulaştırmasını tamamlamayı hedefliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2016 yılı merkezî yönetim bütçesinde AR-GE projelerine ayrılan kaynak tutarını da 4,4 milyar liraya çıkardık. 2016 yılı merkezî yönetim bütçesinde genel bütçeli idarelerin AR-GE projelerine ayrılan kaynak, bir önceki yıla göre yüzde 117 artarak 1,5 milyar liraya çıkmıştır. Yine, özel bütçeli idarelerin AR-GE projelerine ayrılan kaynak 2015 yılına göre yüzde 27 oranında artırılarak 2,3 milyar liraya çıkarılmıştır. Üniversite AR-GE projelerine ise 2016 yılında 564 milyon lira kaynak ayırdık. 2016 yılı merkezî yönetim bütçesinde TÜBİTAK AR-GE projelerine ayrılan kaynak bir önceki yıla göre yüzde 22 oranında artırılarak 1,2 milyar liraya çıkarılmıştır.

2015 yılında KOBİ destekleri için yaklaşık 350 milyon lira ödenek tahsis etmiştik. 64’üncü Hükûmet Programı’mızda söz verdiğimiz gibi, bu destek tutarını da yaklaşık 3 kat artırarak 990 milyon yani 1 milyar liraya çıkardık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 64’üncü Hükûmet Programı’mız kapsamında, gençlerin iş gücüne hızlı bir şekilde katılımlarının sağlanması ve becerilerinin artırılması için hem genç istihdamını hem de genç girişimciliğini de destekliyoruz. Bu kapsamda, kendi işini kurmak isteyen gençlerimize proje karşılığı 50 bin liraya kadar karşılıksız nakit destek veriyoruz. Kendi işini kurmak veya geliştirmek isteyen gençlerimize ayrıca 100 bin liraya kadar faizsiz kredi veriyoruz. Genç çiftçilerimize proje karşılığı 30 bin liraya kadar karşılıksız hibe desteği vereceğiz. Yeni iş kuran gençlerimize üç yıl boyunca gelir vergisi istisnası sağladık. İşbaşı eğitim programı kapsamında ilk kez iş bulan her gencimizin maaşının bir yıl boyunca devlet tarafından karşılanmasını sağladık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İller Bankası tarafından SUKAP projesi kapsamında belediyelerin içme suyu ve kanalizasyon tesislerinin yapımı hızla devam etmektedir. Bakanlığımız bütçesi ve İller Bankası kaynakları dikkate alınarak 2015 yılı Aralık ayı itibarıyla proje tutarı 5,8 milyar liraya çıkmıştır. Bu kapsamda 1.023 proje bulunmaktadır. Bu projenin yani 5,8 milyar liralık projenin 2,3 milyar lirası merkezî yönetim bütçesinden hibe olarak karşılanmaktadır, 3,5 milyar lirası ise kredi imkânı, kredi finansmanı olarak belediyelerimizin hizmetine sunulmuştur.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Düzce Belediyesi hâlen yapmamış, Melen Çayı’na pislikler dökülüyor.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Devamla) – 2016 yılı bütçesinde SUKAP projesi için 631 milyon lira hibe amaçlı kaynak ayırdık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın son bölümünde de kısaca 2016 yılı bütçemizin gelir politikasıyla ilgili olarak sizlerle genel anlamda bilgileri paylaşmak istiyorum.

Yatırımları, üretimi ve istihdamı teşvik edecek, yurt içi tasarrufları artıracak, bölgesel gelişmişlik farklarını azaltacak, ekonominin rekabet gücünü daha da geliştirecek şekilde sosyal politikalarla uyumlu olarak tasarladığımız gelir politikalarımızı 2016 yılında da kararlılıkla sürdüreceğiz. Etkin, basit ve daha adil bir vergi sisteminin oluşturulmasını, vergi mevzuatının sadeleştirilmesini ve mükellef uyumunu kolaylaştıracak bir yapıya kavuşturulmasını hedefleyen reform niteliğindeki çalışmalara devam ediyoruz. Kamu finansmanını sağlam temellere dayandırmayı ve sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek amacıyla hazırladığımız Gelir Vergisi Kanunu Tasarısı’nı Hükûmet programımızda öngördüğümüz şekilde sivil toplum örgütleriyle de istişare etmek suretiyle yakın bir zamanda Plan ve Bütçe Komisyonumuzun gündemine getirmeyi planlıyoruz. Yapacağımız Gelir Vergisi Kanunu değişikliğiyle yatırım, üretim, istihdam ve girişimciliği daha güçlü şekilde teşvik etmek istiyoruz, vergi adaletini güçlendirmek istiyoruz, beyannameli mükellef sayısını arttırarak vergi tabanını genişletmek istiyoruz, vergiye gönüllü uyumla kayıtlı ekonomiye geçişi hızlandırmak istiyoruz.

1961 yılından bu yana yürürlükte olan Vergi Usul Kanunu’nu, değişen ekonomik koşullar ve mükellef ihtiyaçları çerçevesinde yeni bir yapıya kavuşturacak biçimde reforma tabi tutuyoruz. Tasarıyla ilgili çalışmalarımız devam ediyor, sivil toplum örgütleriyle istişarelerimiz devam ediyor. Sivil toplum örgütlerinden gelecek görüşlerden sonra, inşallah, en yakın zamanda Hükûmetimize Bakanlık olarak bu tasarıyı sunmayı planlıyoruz. Amacımız, Vergi Usul Kanunu’nu mükellef haklarını ön plana çıkaran, vergide uyum maliyetlerini azaltan, uyuşmazlıkların kısa sürede çözülmesine imkân sağlayan, vergi cezalarını gönüllü uyumu arttıracak şeklide yeniden dizayn eden, üretim ve istihdamı teşvik eden bir yapıya kavuşturmaktır.

Ayrıca, Damga Vergisi Kanunu’yla ilgili de çalışmalarımız sürüyor. Damga Vergisi Kanunu’nu kayıtlı ekonomiye geçişin hızlandırılması; yatırım, üretim ve ticari işlemler üzerindeki yüklerin azaltılması suretiyle ekonomik aktivitelerin daha da canlandırılması için gözden geçiriyoruz. İnşallah, yakın bir zamanda, Damga Vergisi Kanunu tasarısıyla ilgili de çalışmalarımızı tamamlayıp sizlerle paylaşacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerek gelir vergisi tarife ve oranlarında gerek kurumlar vergisi oranlarında Hükûmetimiz döneminde önemli iyileştirmeler yaptık. Vergi oranlarını indirdik. Böylece, OECD ülkeleri arasındaki istihdam üzerindeki en yüksek vergi yükü sıralamasında 2002 yılında 2’nci sıradayken 8’inci sıraya geriledik. 2008 yılında vergi sistemimize dâhil ettiğimiz asgari geçim indirimi uygulaması yoluyla da özellikle çalışanlarımızın -asgari ücretle çalışanlarımız başta olmak üzere- üzerlerindeki vergi yükünü önemli ölçüde azalttık. 3 çocuklu bir çalışan için gelir vergisi yükünü sıfırladık, tamamen vergisiz hâle getirdik. Kurumlar vergisi oranını yüzde 33’ten yüzde 20’ye indirdik. Böylelikle OECD ülkeleri arasında kurumlar vergisi oranı en düşük 6’ncı ülke konumuna yükseldik.

Biliyorsunuz, geçen sene, özellikle işletmelere konulan sermayeye izafeten gider indirimi düzenlemesi yaptık. Bu bizim vergi sistemimizde reform niteliğinde bir düzenlemedir. Mevcut vergi sistemi normalde yabancı kaynak, dış kaynak kullanımını teşvik edecek şekilde faiz gideri indirimi imkânı sağlarken, şirkete koyduğunuz sermayeden herhangi bir şekilde bir gider indirimi söz konusu değildi. Yaptığımız düzenlemeyle, bundan böyle işletme sahiplerimiz, ortaklar işletmeye ne kadar sermaye koyuyorlarsa koydukları sermaye tutarına göre bir gider indiriminden yararlanacaklar. Böylelikle işletmelerimizin daha fazla öz kaynakla finansmanına da imkân sağlamış olacağız.

Yüksek teknoloji sınıfındaki ürünlerin üretimine yönelik yatırımlar ile yenilenebilir enerjiye yönelik yatırımları da öncelikli yatırım konuları arasına aldık ve bu yatırımları 5’inci bölge teşviklerinden yararlandırmaya başladık. 2015 ve 2016 yıllarında gerçekleştirilen yatırım harcamaları için indirimli vergi uygulamasını güçlendirerek işletme dönemi beklenmeden yatırım döneminde yararlanılabilecek vergi teşvik miktarını da artırmış olduk.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üretim maliyetlerini azaltarak ekonominin rekabet gücünü artırmak ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi desteklemek amacıyla önemli girdi niteliği taşıyan bir kısım yatırım ve ara mallarının vadeli ithalatı üzerindeki fon yükünü kaldırdık. İmalat sanayi makine ve teçhizat yatırımlarının finansmanında kullanılan kredilerde banka sigorta muameleleri vergisi istisnası getirdik.

Yaptığımız vergisel düzenlemelerle Türkiye vergisel açıdan dünyadaki en rekabetçi ülkelerden birisi hâline gelmiştir. Ülkelerin vergi rekabetini ve tarafsızlığını ölçen Uluslararası Vergi Rekabeti Endeksi’ne göre Türkiye 2015 yılında 34 ülke arasında en rekabetçi 9’uncu ülke olmuştur. Söz konusu endekste gelişmiş ülkeler arasında yer alan İngiltere 11, Almanya 17, ABD ise 32’nci sıradadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; basit usulde vergilendirilen esnafımızın yıllık 8 bin liraya kadar olan kazançlarından gelecek yıldan itibaren gelir vergisi almayacağız. Bu uygulamadan yaklaşık 750 bin mükellefimiz yararlanacak. Yine, yeni iş kuran gençlerimize 75 bin liraya kadar kazançlarından üç yıl boyunca gelir vergisi almayacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı’mızda yer alan kamu harcamalarının rasyonelleştirilmesi ve öncelikli dönüşüm programı çerçevesinde inşallah önümüzdeki dönemde de kamu harcamalarına ilişkin olarak kapsamlı gözden geçirme çalışmaları yapacağız. Etkin olmayan, verimli olmayan, çıktı anlamında vatandaşa yansımayan harcama programlarıyla ilgili değerlendirmelerimizi yapmak suretiyle bunları da birer birer kaldırarak daha etkin, daha verimli, daha sonuç odaklı bir kamu harcama yapısına geçeceğiz.

Bu arada özellikle belirtmem gereken iki konu var. Bunlardan bir tanesi, yıllardır konuşulan ama bir türlü gerçekleştirilemeyen, muhtasar beyannamelerle Sosyal Güvenlik Kurumuna verilen sigorta bildirgelerinin birleştirilmesi çalışmalarına devam ediyoruz, inşallah onu da bu yıl içerisinde gerçekleştireceğiz. Dolayısıyla mükellefimiz artık aynı çalışan için hem vergi dairesine hem SGK’ya ayrı ayrı beyanname vermeyecek, tek bir beyannameyle bütün yükümlülüğünü yerine getirmiş olacak.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçenin hazırlanmasında desteğini hiçbir zaman için eksik etmeyen başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız olmak üzere tüm bakan arkadaşlarımıza, tüm idarelerimize, bütçenin hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Genel Kurulda yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar için Hükûmetim ve şahsım adına sizlere şimdiden teşekkürü borç biliyorum.

2016 yılı bütçemizin hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ağbal.

Efendim, Sayın Meral Danış Beştaş, buradalar mı?

Hanımefendi, herhâlde bir beyanınız vardı; lütfen buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

10.- Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş'ın, 118 sıra sayılı Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nda Halkların Demokratik Partisinin muhalefet şerhine yer verilmeyerek her yerde ifade ettikleri düşüncelerinin Meclis çatısı altında sınırlandırıldığına ve konunun Başkanlık tarafından bir kez daha değerlendirilmesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Bir önceki oturumda aslında, bu, Anayasa’ya aykırılıkla ilgili görüşlerimizi ifade etmek istemiştim. Özellikle, Komisyon Başkanımız bu bizim muhalefet şerhinin, Halkların Demokratik Partisinin muhalefet şerhinin yazılmamasına ilişkin Anayasa’ya aykırılıktan söz etti. Tabii, bu uzun bir açıklama gerektiriyor ama kısaca söylemem gerekirse: Anayasa 83, yasama dokunulmazlığını düzenlemekte ve bu konuda gerçekten, yasama dokunulmazlığının sadece kürsü dokunulmazlığı olarak nitelendirilemeyeceğini, şu anda Türkiye’de, dış dünyada, Meclis dışında bile düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilen; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince yüzlerce, binlerce kararda hüküm altına alınan; hatta Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da çok açıkça düşünce, ifade özgürlüğünün sınırları genişletilirken yasama organının, bizim muhalefet şerhini basmama gerekçesi olarak “yaralayıcı ve kaba sözler” nitelemesi kabul edilemez.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Takdir edersiniz ki burada muhalefet partileri, özellikle Hükûmetin denetimi açısından kendi görüşlerini, düşüncelerini hem sözlü hem yazılı, komisyon çalışmalarında açıklarlar ve ifade etmek durumundadırlar. Yani bu Meclis çalışmalarında, bizim dışarıda halkla birlikte, kamuoyunda, her yerde ifade ettiğimiz düşüncelerin Meclis çatısı altında sınırlanması, gerçekten başta Anayasa’ya aykırıdır. Anayasa’nın 83’üncü maddesi çok açık bir hüküm içermektedir. Yani bu konuda, ileride görüşmeler sırasında ayrıca beyanlarımız olacak. Bu, açıkça, bizim muhalefet partisi olarak bütçeye ilişkin görüşlerimizin yansımaması anlamına geliyor. Ayrıca, Bütçe Kanunu’nun da bu şekilde yayınlanması usul açısından, şekil açısından sakıttır ve mümkün değildir yani bu şekilde geçerli kabul edilmesi mümkün değildir. Sayın Başkanlığınız tarafından bunun bir daha değerlendirilmesini talep ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Beştaş.

Tutanaklara geçti.

Efendim, birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.28

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.46

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 118) (Devam)

2.- 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297), 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2014 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/32), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 208 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/33), 2014 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/34), 2014 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/35), 2014 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/36), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan Kalkınma Ajansları 2012 Yılı Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/28), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2013 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/31), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2014 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/37) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 119) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet burada.

Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri 18/2/2016 tarihli 41’inci Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.

Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde siyasi parti grupları ve Hükûmet adına yapılacak konuşmalarda süre birer saat -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmalarda onar dakikadır. Kişisel konuşmalarda bütçenin tümü üzerinde şahsı adına iki milletvekiline söz verilecektir.

Şimdi bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Mehdi Eker (AK PARTİ sıralarından alkışlar) ve Grup Başkan Vekili Amasya Milletvekili Sayın Mehmet Naci Bostancı; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Genel Başkan ve İzmir Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu (CHP sıralarından alkışlar); Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili ve İzmir Milletvekili Sayın Oktay Vural; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Ahmet Yıldırım ve Grup Başkan Vekili ve Diyarbakır Milletvekili Sayın İdris Baluken; Hükûmet adına Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu (AK PARTİ sıralarından alkışlar); şahısları adına, lehinde, Mardin Milletvekili Sayın Orhan Miroğlu, aleyhinde, Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal.

Şimdi, gruplar adına ilk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Mehdi Eker’e aittir.

Buyurun Sayın Eker. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET MEHDİ EKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve AK PARTİ Grubu adına sizleri saygıyla selamlıyorum.

2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile 2016 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlıyoruz.

Öncelikle, bu çalışmalarda emeği geçen Plan ve Bütçe Komisyonunun Başkan ve üyeleri ile diğer tüm katkı sağlayan kurum, kuruluş ve çalışanlara huzurlarınızda, çalışmalarından, emeklerinden dolayı teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, 2016 yılı bütçemizin milletimiz ve ülkemiz için hayırlar getirmesini diliyorum.

Değerli arkadaşlar, bu bütçe tasarısı Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin art arda yüce Meclisin huzuruna getirdiği 14’üncü bütçedir. Bu başlı başına önemli bir hadisedir. Yani, 14 bütçeyi, Türkiye’nin kalkınmasına önemli katkı sağlayan, büyümesini gerçekleştiren 14 bütçeyi Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri yüce Meclisin huzuruna getirmiş ve bunları uygulamıştır.

Değerli arkadaşlar, biz, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak samimi ve gerçekçi olduk. Tedbirleri kısa, orta ve uzun vadeli olarak düşündük ama gündelik yaklaşımlardan ve popülizmden hep uzak durduk. Hep milletimizin ihtiyaçlarını, sorunlarını, çarelerini ve beklentilerini düşündük. Orta ve uzun vadede refahı nasıl artıracağımızı, halkımızın aşını, ekmeğini nasıl çoğaltacağımızı düşündük. Bu yöndeki politikalarımız ve hedeflerimiz sağlanan siyasi istikrarla birleşince Türkiye kalkınmaya ve büyümeye başladı ve bu kalkınma ve büyümesini sürdürdü. Ekonomide önemli reformlar yaptık. Makroekonomik göstergelerden güçlü kamu mali dengesine, sağlam bankacılık sisteminden dinamik ve yatırımcı özel sektöre kadar birçok alanda önemli başarılar sağlandı. Küresel ekonomik krizlerin pik yaptığı, güçlü dünya ekonomilerinin de dip yaptığı son on yılda ise Türkiye ekonomisi güçlenmeye devam etti.

Sayın milletvekilleri, Türkiye gibi zor bir coğrafyada ama önemli ve büyük bir ülkenin ulusal ekonomisini küresel ekonomiden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu nedenle küresel ekonomik gelişmeleri dikkate alıp takip etmek, buradaki muhtemel olumsuz etkilerden kendimizi korumak önemlidir. Bu çerçevede küresel ekonomik gelişmelere baktığımızda kriz sonrası dönemde sağlanan büyüme, maalesef kriz öncesi büyümeye nispetle ivme itibarıyla düşüktür. Yine, Uluslararası Para Fonu’nun beklentilerine, tahminlerine göre 2016 ve 2017 döneminde küresel büyümenin ortalama yüzde 3,5 olması bekleniyor. Önümüzdeki dönemde küresel ekonomi gündemini oluşturacak muhtemel riskler bulunmaktadır. Ekonomiyle ilgili, herkesin, özellikle herkesin bildiği, artık vatandaşların da çok yakından izlediği FED’in faiz artışı, gelişmekte olan ekonomilerin en büyüğü anlamındaki, cesamet itibarıyla, Çin ekonomisindeki yavaşlama, emtia fiyatlarındaki düşüş, jeopolitik gerginlikler, siyasi belirsizlikler, özellikle Karadeniz ve Akdeniz havzalarındaki gelişmeler, tabii, muhtemel risk faktörleri. İşte, bütün bu muhtemel gelişmeleri dikkate alarak kendimizi hem korumak hem ekonomik büyümemizi gerçekleştirmek durumundayız. AK PARTİ böyle zamanlarda milletinden aldığı güçle ve kadrolarının birikimiyle bu sorunları inşallah aşacak ve güzel bir geleceği inşallah hazırlayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetleri döneminde Türkiye ekonomisi dünyanın örnek gösterdiği büyük kazanımlar sağladı. 1990’lı kayıp yılların ardından AK PARTİ iktidarlarıyla Türkiye kalkınan ve büyüyen bir ülke oldu. Nedir bu kazanımlar? Bir tanesi, güçlü büyüme performansıdır. Bu, gerek üyesi olduğumuz OECD ülkeleri içerisinde gerek gelişmekte olan ülkeler içerisinde oldukça önemli bir düzeydedir çünkü art arda Avrupa Birliğinin ve dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında olmayı başarmış bir ülkeden bahsediyoruz. Son on üç yılda yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 4,7 ki dünyanın özellikle son on yılında birçok bölge krizden krize sürüklenmiştir. Yine, son beş yılda, 2010-2014 arasında OECD içinde en hızlı büyüyen ülkedir ve 2015 yılı son çeyreğindeki büyüme beklentisi dikkate alındığında ortalama yüzde 4’lük bir büyüme bekliyoruz 2015 yılı için. Bu büyüme beklentisine göre de dünyada en hızlı büyüyen ilk 7 ülke içerisinde Türkiye.

Türkiye’de gayrisafi yurt içi hasıla 2002-2014 döneminde 5 kat arttı. Bu, dolar olarak 230 milyar dolardan 800 milyar dolara, Türk lirası cinsinden 350 milyar liradan yaklaşık 1 trilyon 750 milyar liraya çıktı. Kişi başı gelirde dolar bazında 3 kat artış sağlandı.

2015 yılında yaşanan olumsuz gelişmelere rağmen 143,9 milyar dolar ihracat gerçekleşti. 2002 yılındaki 36 milyar dolarlık ihracat göz önüne alındığında bu oldukça önemli ve büyük bir gelişmedir. 1 milyar dolar üzerinde ihracat yaptığımız ürün sayısı 2002 yılında sadece 9’du, 2014 yılında bu 37’ye çıktı. Yani, 37 üründe 1 milyar dolardan fazla ihracat yapan bir ülke hâline geldi Türkiye. Keza, Türkiye’nin 1 milyar doların üzerinde ihracat yapabilen firma sayısı 8 iken bugün bu 34’e yükselmiştir.

Türkiye rekabet gücü yüksek bir ülke konumuna gelmiştir. Bunu Küresel Rekabet Endeksi’nin raporlarında görüyoruz. Ne diyor? 2002 yılında Türkiye 104 ülke içerisinde 66’ncı sırada rekabet açısından, 2014 yılında 144 ülke içinde 45’inci sıraya yükseldi.

İstihdamda yüksek artış sağlandı. Bakın, sadece 2007’den sonraki süreçte -ki kriz dönemi dünyada- yaklaşık 7 milyon kişiye ilave istihdam sağlandı Türkiye’de. Bu çok önemli bir gelişme. 7 milyon yeni istihdam yaratıldı 2007 sonrasında Türkiye ekonomisinde.

Yine, gelir dağılımında ciddi iyileşmeler sağlandı. Uluslararası standartlarla yapılan hesaplamalar Türkiye’de yoksulluğun azaldığını net olarak gösteriyor. Gerek kişi başına 1 dolar altı gelir sahibi olanların 2006 yılında bitmiş olması, Türkiye’de sıfırlanmış olması çok önemli bir gelişme. 2,15 dolar altı günlük gelir, bu da 2013 yılında sıfırlandı. Yani, 2013 yılı itibarıyla Türkiye’de 2,15 doların altında artık gelire sahip kimse hamdolsun kalmadı. Şimdi 4,3 dolar düzeyindeyse çok önemli bir gelişme var, burada da Türkiye yaklaşık sıfıra yaklaştı. Hâlbuki, bu oran 2002 yılında yüzde 30’du. Bu kadar önemli, büyük bir gelişme sağlandı.

Yine, uluslararası gelir eşitsizliğiyle ilgili bir katsayı var biliyorsunuz, Gini katsayısı. Burada da 0,44’ten 0,39 seviyesine Türkiye düştü ve OECD ülkeleri arasında bu katsayıyı en hızlı iyileştiren ülke oldu Türkiye.

Tek haneli enflasyon rakamları AK PARTİ hükûmetleri döneminde görüldü. 1980’li yıllar boyunca ortalama yüzde 51’in üzerinde bir enflasyon var; 1990’lı yıllarda ortalama yıllık enflasyon yüzde 71,1; 2002 yılı sonrası ortalama yıllık enflasyonsa tek haneli rakamdır ve yüzde 9’lardır. Hedef enflasyonumuz, kuşkusuz, bunu daha da aşağıya çekmektir.

Yine, bankacılık, ekonomimizin önemli, sağlam sektörlerinden biri, bu da AK PARTİ döneminde önemli bir kazanımdır.

Etkin kamu maliye yönetimiyle borçlar azaldı. Güçlü mali dengelerin Avrupa Birliği standartlarına istikrarlı şekilde ulaşması bu dönemde gerçekleşti. AB tanımlı borç konusundaki kriter, Maastricht Kriteri biliyorsunuz 2004 yılından bugüne sağlanıyor, bir tek yıl istisnası vardı bunun, 2002 yılında bu yüzde 74’tü, 2015’te yüzde 32,6. Avrupa Birliğinde 2002’de bu oran yüzde 59,2; 2014 yılında yüzde 87’dir, bunu da dikkatlerinize sunmak isterim.

Faizler düştü. Vatandaşın hakkını faizciye değil vatandaşa hizmet olarak ödedik, ona aktardık. Faizleri AK PARTİ iktidarlarının düşürdüğü bir gerçek. Neden? Çünkü, Hazine iç borçlanma faizleri 2002 yılında yüzde 62,7; 2015 yılında bu yüzde 9,5’a indi.

Bütçe giderlerinin faize giden payı 2002’de yüzde 43, 2015’te yüzde 10’a indi, bu da çok önemli bir gösterge. Yani eğer faizde bu indirim yapılmasaydı, ekonomi güçlenmeseydi, 2002’den bugüne eğer bu devam etseydi 980 milyar Türk lirası para faize gitmiş olacaktı ama biz, bunu Türkiye’de hizmete döndürdük.

MEVLÜT KARAKAYA (Adana) – Sayın Bakan, şimdi millet ödüyor o faizleri, millet!

MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Yani bütçeden faize giden para azalırken sağlığa, eğitime, altyapıya giden para arttı.

Vergi oranlarında önemli iyileşmeler sağlandı.

MEVLÜT KARAKAYA (Adana) – Borçlanmayan kalmadı.

MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Gelir vergisi üst dilimi 2002’den bugüne yüzde 49,5’ten yüzde 35’e indi, alt dilimi yüzde 22’den yüzde 15’e indi.

Eğitim, sağlık, turizm ve gıda sektörlerinde ve daha başka birçok üründe katma değer vergisi oranlarında düşürme, bazılarında sıfırlama gerçekleşti.

Türkiye, AK PARTİ’nin kazandırdıklarıyla büyüdü değerli milletvekilleri. Büyüme arttı, enflasyon azaldı, faizler düştü, etkin kamu maliyesi ve bütçe dengesi sağlandı, bankacılık sektörü güçlendi. Bu gelirleri ülkemizin altyapı yatırımlarına, kalkınmasına ve tüm halkımıza biz hizmet olarak yansıttık.

Bugün, Türkiye, artırdığı gelirlerini faizlere ve bütçe açıklarına değil, halkına hizmet ve refah olarak veriyor; eğitime, sağlığa, altyapıya ve sosyal ihtiyaçların giderilmesine aktarıyor. Son üç yılda büyük yatırımlar, dev projeler hayata geçti. Toplam 240 milyar TL’nin üzerinde altyapı yatırımı gerçekleşti. Türkiye’nin kuzeyden güneye, doğudan batıya her tarafı otoyol ve duble yollarla örüldü. Bunu hepimiz her gün Ankara’nın dışına çıktığımızda, Türkiye'de bir yerden bir yere geçtiğimizde yaşayarak görüyoruz, 17.607 kilometre duble yol yapıldı. Havaalanı sayısı, 29 yeni havaalanı inşasıyla 55’e yükseldi.

Türkiye mega projeler hazırladı. Son on üç yılda toplam yatırım tutarı 140 milyar dolar olan 21 adet mega proje Türkiye'de başladı. Bunların bir kısmı bitti Marmaray gibi, bizim başlattığımız, bir kısmı devam ediyor üçüncü boğaz köprüsü gibi, üçüncü havaalanı gibi -inşallah 2018 yılında çok yakında, bu sene açılacak- nükleer santral gibi Türkiye'nin ihtiyacı olan -helikopterden uçağa, savaş sanayisini, savunma sanayisini- Türkiye'nin birçok alanda gerçekten ihtiyacı olan temel altyapı ve ekonomiyle ilgili, bilimle ilgili gelişmelerini ortaya koyabileceği dev yatırımlar yapılmaya başlandı.

Biraz önce, Sayın Bakan, eğitimle, sağlıkla ilgili gelişmeleri uzun uzun anlattı, ben onlara doğrusu çok fazla girmeyeceğim. Ama şunu sizinle paylaşmak istiyorum saygıdeğer milletvekilleri: 1 Kasım seçimlerinden sonra, AK PARTİ, ilk defa seçim öncesinde verdiği vaatleri bu kadar kısa süre içerisinde yapan bir parti oldu. İki ay içerisinde seçim öncesinde, seçim beyannamesinde dile getirdiği gerek reformların gerek icraatların gerek vaatlerin çok büyük bir kesimini hayata geçirmiş durumda.

Şimdi, bir eylem planıyla sonuç odaklı ve çözümü hedefleyen bir yaklaşımla bu vaatler ele alındı ve tarihte gerçekte örneği çok az görülebilecek bir süratle, başarıyla bu gerçekleşme sağlandı. Reform ve icraatları içeren bu eylem planının iki ay içerisinde hayata geçen başlıca konuları… Bu reformlar özellikle ekonomiden finans ve ticarete, çalışma hayatına, kamu sosyal politikalarına, gençlerden kadınlara, bilim ve teknolojiden tarıma kadar hemen her alanda önemli düzenlemeler ve yenilikler içermekte. Bu eylem planında 172’si reform, 44’ü icraat vaadi olmak üzere toplam 216 eylem var. 64’üncü Hükûmetin eylem planında her bir eylemin ne kadar süre içerisinde tamamlanacağı, hangi eylemi hangi kurumun yapacağı ve iş birliğinin hangi kurumlarla yapılacağı açık bir şekilde, net bir şekilde belirlendi. “Eylem planının ‘Reformlar’ bölümündeki 172 eylemin 20 eylemi üç ayda, 81 eylemi altı ayda, 71 eylemi bir yılda yapılacak.” denilmekte; 44 icraat için ise üç aylık süre verilmiştir, bu da 21 Mart tarihine kadar doluyor. Bugün itibarıyla, üç aylık süre verdiğimiz 20 reformun 10 tanesi yani yüzde 50’si iki ayda gerçekleştirildi, vadettiğimiz 44 icraatın 36’sı yani bugün itibarıyla yüzde 82’si gerçekleştirilmiş durumdadır saygıdeğer milletvekilleri.

Bunlardan gençlere yönelik bazı düzenlemeleri sizinle paylaşmak istiyorum: İlk kez işe giren gençlerin ücretinin bir yıl boyunca karşılanacağı, iş kuran gençlere gelir vergisi muafiyetinin getirilmesi, gençlere yeni kuracakları işletmeler için 50 bin TL karşılıksız destek verilmesi, yine gençlere 100 bin TL kredi ve yüzde 85 kefalet sağlanması, öğrenci burslarının 330 liradan 400 liraya yükseltilmesi, çeyiz hesabı uygulamasının başlatılması, yurt dışında yaşayan vatandaşlar için dövizle askerliğin 6 bin eurodan bin euroya düşürülmesi, asgari ücretin 1.300 liraya yükseltilmesi bu icraatlardan, vaatlerden bazıları. Emekliden kesilen sosyal güvenlik destek priminin kaldırılması, emeklilere yılda 1.200 TL seyyanen maaş artışının yapılması, muhtar aylığının 1.300 liraya yükseltilmesi, polis, uzman erbaş ve uzman jandarma ek göstergelerinin 2.200 TL’den 3 bin TL’ye çıkarılması, emniyet personeli özel hizmet tazminatının yüzde 25 artırılması bu bapta dile getirilebilecek icraatlardan bazılarıdır.

İmalat sanayi işletmelerinde makine teçhizat finansmanı için kullanılan kredilerden alınan yüzde 5 oranındaki banka sigorta muameleleri vergisinden istisna getirilmiştir.

KOSGEB’den esnafa 30 bin TL sermaye ihtiyacı için sıfır faizli kredi imkânı getirilmiş, KOBİ’ler için kefalet limitinin yükseltilmesi ve vadelerinin artırılması yapılmıştır. Yine, işveren sigorta primi indirimine esas alınan 10 işçi çalıştırma zorunluluğu da kaldırılmıştır.

Ekonominin bütün sektörleriyle ilgili bu tür düzenlemeler bu eylem planı içerisinde yer almış ve bunlar bir bir hayata geçmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, bütçe bir dönem içerisinde, bir yıl içerisinde elbette ki ekonomik hayatı düzenleyen temel bir metindir, temel bir belgedir, yasal bir metindir ama bütçe vesilesiyle elbette ki biz, hem Türkiye'nin kalkınmasını hem birlik ve beraberliğinin sağlanmasını mutlaka öngörüyor ve bununla ilgili de çalışıyoruz.

Orta Doğu’da bazı hadiseler olup bitiyor değerli arkadaşlar. Biz, bu olaylarla yeni sınırlar çizilmeye çalışıldığını ve bu alanda da Türkiye'nin iç meselelerin çözümünde özellikle AK PARTİ hükûmetleri dönemindeki yönteme karşı, bunun başarıya ulaşmasını engellemeye dönük özel çalışmalar yapıldığını biliyoruz, bütün bu çabanın birtakım terör örgütleri tarafından taşere edildiğini de biliyoruz. Biz, bunlar arasındaki, Mezopotamya’da, Orta Doğu’da hangi şehirde olursa olsun yapılan bu tür eylemlerin aslında farklı örgütler tarafından sureta yapılsa da gerisindeki zihniyetin aslında bir akrabalık oluşturduğunu da biliyoruz. Yani Palmira şehrini yıkan zihniyet ile Diyarbakır’da Suriçi’nde Kurşunlu Camisini yakan zihniyetin aslında akraba olduğunu biliyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu önemli bir konu. Ölümden beslenen, nekrofil düşünceye sahip bir zihniyetin bir gün Mezopotamya’da, bir gün Türkiye'nin güneydoğusunda veya başka bir şehirde veya Ankara’da yaptığı eylemler aslında Türkiye'nin bu barış çabasını, çözüm çabasını engellemeye dönüktür, bunu da biliyoruz.

Bakın, biz AK PARTİ hükûmetleri olarak Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinin kalkınması için 65 milyar liralık yatırım yaptık. Bu sadece GAP ve DAP Eylem Planlarında uyguladığımız, hayata geçirdiğimiz yatırım bütçesidir, 65 katrilyon. Önümüzdeki beş yıllık planda da 49 milyar lira bu bölgeye para harcanacak. Biz 2014-2019 sürecinde inşallah bunları hayata geçireceğiz. Ne kadar yakılır yıkılırsa, biz, inşallah, bu yakılıp yıkılan yerleri tamir edecek, inşa edecek bir güce sahibiz ve bunu hayata geçireceğiz. Çünkü AK PARTİ olarak bizim felsefemiz, nefrete karşı muhabbet, şiddete karşı merhamet, ölüme karşı hayat, öldürmeye karşı yaşatmaktır. Ayrışma değil birleştirmeden, tahrip etmeden değil inşa etmeden ve yıkmadan değil imar etmeden yanayız. Hangi karanlık zihniyetle Diyarbakır’ı veya Cizre’yi veya Silopi’yi yıkarlarsa yıksınlar, biz, hazırlanan eylem planıyla bütün bu tahribatı giderecek, oraları yeniden mamur ve inşa edeceğiz ve böylece o bölgede yaşayan Kürt kardeşlerimiz şunu bilecek: Bilecekler ki atalarının yaptığı tarihî eserleri kim yakıyor, kim yıkıyor, bu yıkılan tarihî eserleri kim inşa ediyor, kim yapıyor; kim onların çocuklarını ölüme gönderiyor, kim onların çocuklarının cesetlerinden siyasi rant elde etmeye çalışıyor, kim onların çocuklarına umut ve hayat veriyor. Bunu Türkiye’de yaşayan Kürt kardeşlerimiz, vatandaşlarımız bu süreç içerisinde inşallah bilecek. Bizim çağrımız budur. Bu süreç içerisinde terör örgütleri hangi amaca hizmet ederse etsinler, bizim onlara çağrımız: Bu beyhude çabadan vazgeçin, ölüme karşı hayatı savunun. Ve Türkiye’de bu manada hepimizin yapması gereken, hayata, barışa ve çözüme sahip çıkmaktır.

AK PARTİ hükûmetleriyle ilgili maalesef çok karanlık birtakım odaklar tarafından üretilen bir algı oluşturma çabası vardır, o da şudur: Çözüm sürecinin AK PARTİ tarafından bozulduğu yönündeki haksız ve mesnetsiz iddiadır. Eğer böyle bir şey olsaydı AK PARTİ hükûmetleri Türkiye’de 2002 yılından itibaren OHAL’in kaldırılması başta olmak üzere Kürtçe dilinin kullanılması, konuşulması, geliştirilmesi dâhil, siyasi propagandaların Kürtçe yapılması dâhil birçok eylemi hayata geçirmezdi. Biz bütün bunları kardeşliğe inandığımız için, çözüme inandığımız için ve bütün bu çabaları gerçekte bu ülkenin medeniyet değerlerine olan inancımızın gereği olarak yaptık. Herkes bilir ki şiddet ve terörle hiçbir zaman, hiçbir şey elde edilmez; sadece ölüm getirir, ölümden başka hiçbir şey getirmez. Kini, nefreti ve ölümü artırmanın hiç kimseye, hiçbir şekilde faydası yok. Kendini de, diğer masum insanları da hunharca katleden bir zihniyete methiyeler düzmek, onu kutsallaştırmak da hiçbir gerçekte, ne siyasi olarak ne etik olarak, doğru değildir ve hiç kimseye hiçbir şey kazandırmaz.

Orta Doğu’da bütün bunlar yapılmaya çalışılırken biz, hep, Türkiye’de meseleyi, bizden yıllar önce başkaları tarafından yapılmış olan hataların sonuçlarını düzeltmeye, onları tamir etmeye kalkıştık ama ne zaman ki Türkiye bu alanda, gerçekte, halkıyla belirli bir uyum sağlayıp belirli bir noktaya geldi, devreye birtakım karanlık odaklar girdi. 2013 yılı, işte, bunun tam bu manadaki kırılma noktasıdır. Ve tekrar, içeriden dışarıdan, bu karanlık güç odakları Türkiye'nin iç barışını bozmaya, Türkiye'nin bu önemli meselesini barış içerisinde çözmesini engellemeye kalkıştılar; işin aslı, esası budur. Yani, yıllardır Orta Doğu’da olan biten her şey de, Türkiye’de gelişen olaylar da aslında bütünüyle bu meselenin etrafındadır. Bunun bu şekilde bilinmesi gerekiyor.

Biz Diyarbakır’da tarihî Sur şehrini, Amida şehrini yeniden inşa edeceğiz. Oradaki, Selçuklulardan da, Romalılardan da, Osmanlılardan da kalan bütün eserlerin sahibi biziz. Biz o kardeşlerimizin, Kürt kardeşlerimizin de, Türk kardeşlerimizin de, Arap kardeşlerimizin de hepsinin yanındayız. Onlarla birlikte biz o şehri yeniden inşa edeceğiz, o tarihî eserlerin de orada… Bakın, Fatih Paşa Camisi’nin yanında Surp Giragos Kilisesi de, maalesef, barikat kurulan bir bölgenin içerisinde, orası bir şey olarak kullanıldı, orası da tahrip oldu, orası da tahrip edildi. Dolayısıyla, Diyarbakır şehir merkezindeki kiliselerin de, camilerin de, hamamların da, kervansarayların da, bunların sivil mimari örneklerinin de hepsinin ciddi şekilde imar edilmesi bizim gündemimizde, programımızda. Orada 1.123 tane tescilli yapı var, bunun 908’i sivil mimarlık örneği, 215’i de anıtsal değerdeki kültür varlığıdır. Toplamda biz bunların hepsini, bu alandakilerin hepsini inşallah yeniden inşa edecek, ihya edecek ve vatandaşlarımızın zarar ziyanlarını da mutlaka gidereceğiz.

Tabii, yürek yangınlarına diyecek bir şey yok. Yürek yangınlarına söyleyeceğimiz şey de: Ne olur onlara yüreğinizi rehin etmeyin, yüreğinizi rehin etmeyin ve bu yürek yangınlarını gerçekleştirenlere karşı sesinizi yükseltin. Sesinizi yükseltin ki Türkiye’de barış da, kardeşlik de, çözüm de el ele hepimiz tarafından birlikte gerçekleşsin.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçenin hayırlı olmasını temenni ediyorum, şahsım ve grubum adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ediyorum Sayın Mehmet Mehdi Eker.

Efendim, AK PARTİ Grubu adına ikinci konuşmacı Sayın Mehmet Naci Bostancı.

Buyurun Beyefendi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bütçe, Plan ve Bütçede görüşüldü, orada çok kıymetli tartışmalar yapıldı. Ben de o tartışmalardan birisine katıldım, arkadaşlardan da dinliyoruz neler konuşuldu, neler tartışıldı diye. Söylenen her söze, dile getirilen her fikre saygımız var. Eminim, 9 Marta kadar burada da yine bütün partilerden arkadaşlar çok değerli görüşler ortaya koyacaklar ve neticede bütçe bütün bu görüşlerle birlikte tekemmül edecek. Öyle de olmaklığı icap eder çünkü iktidarın ve muhalefetin birbirine ihtiyacı var. Muhalefet iktidarın halifesi demektir, iktidara hazırlanan demektir. O yüzden, iktidar kendi işlerini yürütürken nasıl bütün halkı dinleyip onlar ne düşünüyorlar, nasıl bakıyorlar, bunları kendi programına ekleme lüzumunu hissediyorsa muhalefetin de aynısını yapması lazım. Elbette biz halkı dinleyeceğiz, muhalefeti dinleyeceğiz, dikkatle dinleyeceğiz ve bütün bunların neticesinde yapıp edeceğiz, muhalefet de aynısını yapacak.

AK PARTİ on dört yıldır iktidarda. Bu, bir başarıdır -ister başka bir yerde oturun, ister Meclisin bu tarafında oturun- bunun son derece açık, her türlü spekülasyondan uzak, olgusal bir başarı olduğunu teslim etmek lazım çünkü AK PARTİ iktidar. Mülkiye’de okurken birinci sınıfta Politika Bilimine Giriş kitabının hemen başlangıcında da yazar: “Siyasette en üst değer başarıdır çünkü o başarıyı takdir eden halktır.” Yoksa spekülatif olarak o başarılı bu başarılı tartışması değil. İktidarsanız ve bu yetiyi halktan alıyorsanız başarılısınız demektir. Muhalefet de eğer iktidar olmak istiyorsa nasıl biz muhalefeti dinliyorsak muhalefetin de aynı şekilde iktidarı dinlemesi lazım bu adamlar nasıl başarılı oldular, bu neticeleri nasıl sağladılar? Buradan bizim dünyamıza intikal edecek bir görüş, bir değerlendirme var mı? Bütün bunların anlamını takip etmekte fayda olur diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, bu 14’üncü bütçe. Ben de biraz Hurufilik’ten mülhem bir yorumda bulunayım: 14’ü tersine okursanız 41 yapar. “41 kere maşallah.” (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) 14’ü 41’in habercisi gibi okumak mümkün.

MUSA ÇAM (İzmir) – Başbakan dinliyor, Başbakan dinliyor seni Hocam.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Ama emin olun, AK PARTİ milletle bu şekilde sözleşmesine devam eder, milleti dinler, muhalefeti de aynı şekilde dinler ve yoluna böyle devam ederse o “41 kere maşallah.” ifadesini bu kürsüden gelecek kuşaklar, bizim çocuklarımız söyleyeceklerdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, AK PARTİ niçin başarılı? Önemli, bu başarıyı anlamak lazım. On dört yıldır… 2002’de yüzde 35’le başlamış, sonra yüzde 47, yüzde 50, evet 7 Haziran yüzde 41, sonra tekrar yüzde 50; 60 da olur.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hitler kaçla gelmişti, Hitler? Hitler’i de söyle Sayın Hocam. Hitler kaçla gelmişti? Hitler örneğini verir misiniz.

KEMAL ZEYBEK (Samsun) – Kenan Evren yüzde 92 almıştı.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Değerli arkadaşlar, AK PARTİ’nin başarısını bu ülkede aslında iki yüz yıllık tarihsel hikâyeden gelen bir yay gibi düşünün. Bunun arkasında, hepimizin çocukluktan, gençlikten -sizlerin, bizlerin- bu ülkenin tarihine, bu ülkenin geçmişine, bu ülkenin yaşadıklarına dair özlemlerimiz, hayal kırıklıklarımız, beklentilerimiz, ümitlerimiz vardır. Ben çocukken derlerdi ki: “Bizim İtalya’ya yetişmemiz için yüz elli yıl lazım, bizim İngiltere olmamız için iki yüz yıl lazım.” Hatırlarsınız, aşağı yukarı burada aynı yaşta olduklarımız bilirler ama bütün bunlar, elbette, bir taraftan, acaba gerçekten bir gün Avrupa’daki bu ülkeler gibi olabilir miyiz, gerçekten bir gün bizim insanlarımız da tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yüksek hayat standartlarında yaşayan, güzel, müreffeh, modern şehirlerde hayatlarını sürdüren, özgür ve demokratik bir ülkede yaşamanın huzurunu hisseden, bütün bunlarla birlikte hayatına devam eden bir ülke olabilir miyiz, bu umudu herhâlde hepimiz taşıdık. İşte, AK PARTİ’nin o yay gibi gerilen hikâyesinin arkasında, emin olun, Balkanlarda duyulan acıdan, İstiklal Savaşı’nda çekilen çilelerden, cumhuriyetin kuruluşundaki ruhtan, o devletçilik döneminde bir müteşebbis sınıf oluşsun diye devlet eliyle iktisadi işletmeler kurmaktan, 1950’lerle birlikte çok partili parlamenter rejim ve “Meşru kudretin, siyasetin asli kaynağı halktır.” diyen siyasetten gelen bir ırmak vardır. Biz tarihten geleceğe akan bir ırmak gibi 2002’de şekillendik, doğru ama gerili bir yay gibi geleceğe fırlayan bir ok hâlindeyiz; AK PARTİ. O yüzden, “14”ü biraz da “41” gibi okudum, inşallah hayırlı olur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Yer çekimi yok herhâlde! Naci Bey, yer çekimi var, yer çekimi!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Kıymetli arkadaşlar, şundan emin olun: Yakın tarihi değerlendirenler “Kimler iktidar oldu? Kimler bu ülkede insanların büyük bir çoğunluğunu bir araya getirerek buradan bir iktidar kudreti çıkardı?” diye bakarsanız, o iktidar kudretini çıkaran siyasetlerin parametrelerinin, değerlerinin, yaklaşımlarının, dillerinin bugün AK PARTİ tarafından temsil edildiğini görürsünüz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ya, Bostancı, bütçeye gelir misin kardeşim, bütçeyi konuşuyoruz, bütçeyi!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - AK PARTİ’den önce Anavatan Partisi vardı; emin olun, AK PARTİ’ye benzer, rahmetli Özal’ın yürüdüğü çizgi de aynıdır. Ondan önce Adalet Partisi vardı -muhafazakâr dönemlerini söylüyorum- aynı çizginin geçmişidir; ondan önce Menderes. Bu, aslında bize şunu söylüyor: “Ey CHP, ey HDP, ey MHP, iktidar mı olmak istiyorsun? O zaman bu parametrelere dikkat et. Eğer sen de AK PARTİ’nin yürüdüğü yolda, onun kullandığı dilde, onun insanlara seslendiği şekilde konuşursan, siyaseti böyle yaparsan iktidar olursun.” diyor. Bunu görmek lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Yolsuzluk yapalım mı?

MUSA ÇAM (İzmir) – Atma, atma, atma! Allah göstermesin, savaş çığırtkanlığı yapıyorsun, savaş, savaş!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, birbirimize “Konuşacağız, müzakere edeceğiz.” dedik. Tabii, CHP de iktidar olmak istiyorsa iktidara bakacak. Eminim, mahrem alanlarda, CHP’nin elitleri, AK PARTİ’nin başarısı üzerine konuşuyor ve değerlendirme yapıyorlardır ama eleştirilerini böyle millete duyurmaya çalışıyorlardır. Hani şu işletmelerde vardır ya şikâyet kutuları “Memnuniyetinizi dostlarınıza söyleyin, şikâyetlerinizi müdüriyete.” diye, onun biraz tersi bir ilişki olduğunu düşünüyorum çünkü CHP rasyonel bir parti, eğer AK PARTİ başarılıysa bunu anlamak gibi bir çabasının olmaklığı icap eder ve eminim bu çabayı biz görmüyoruz ama birtakım yerlerde bunlar yapılıyordur diye düşünüyorum.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Beşar Esad da çok başarılı, yüzde 92 almış.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Kıymetli arkadaşlar, on dört yıldır AK PARTİ bu ülkede önemli işler yaptı, arkadaşlarımız saydılar, ben tekrar yoldu, hastaneydi bunlara girmeyeceğim, halkın memnuniyetiydi bunlara girmeyeceğim. Ama on dört yıldır mesela CHP’li arkadaşlara bakarsak her şey kötü. Her seçim bu dili tekzip eder. “CHP’nin dili eleştirel.” diyoruz ama yapılanlar kötü, halk inim inim inliyor, 3-5 rantçı öne çıkıyor! Mesela beş yıldır Suriye’de birtakım olaylar yaşanıyor, iç savaş yaşanıyor. Beş yıldır biz, savaşa girdik gireceğiz!

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Ya, siz girdik gireceksiniz, biz değil.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Savaşa girdik mi? Girmedik.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – 500 insan öldü daha nasıl gireceksin ya? Her gün bomba patlıyor.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Ama her defasında savaşa sanki yarın girecekmişiz gibi bir atmosfer uyandırmaya çalışıyorsunuz.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Ya, biliyorsun bu vekâlet savaşı.

MUSA ÇAM (İzmir) – Hocam, bataklığa battınız, bataklığa; çıkamıyorsunuz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Buna ne derler biliyor musunuz?

BAŞKAN – Naci Bey, affedersiniz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Musa Bey, buna ne derler biliyor musunuz?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Vekâlet savaşı derler Naci Bey.

MUSA ÇAM (İzmir) – Battınız Hocam, battınız.

BAŞKAN – Naci Bey, biraz müsaade...

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Buyurun efendim.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, biraz sonra sizin de temsilcileriniz konuşacak, Sayın Genel Başkan konuşacak, insicamı lütfen bozmayınız.

MUSA ÇAM (İzmir) – Hoca istiyor Hoca, karşılıklı konuşma istiyor Hoca.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Sempatilerini bildiriyorlar.

BAŞKAN - Kürsü masuniyeti var, biliyorsunuz. Fikre hürmet sizin de fikrinize hürmeti getirir.

Teşekkür ediyorum.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Kıymetli arkadaşlarım, şunu yapıyorsunuz: Bir bardak suda fırtına koparmaya çalışıyorsunuz, kopmuyor. Eğer söyledikleriniz doğru olsaydı, halk inim inim inliyor olsaydı, köylü, çiftçi, işçi, herkes perişan olsaydı siz de takdir edersiniz ki siz orada değil burada otururdunuz...

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – O demokratik bir ülkede oluyor değil mi üstat!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – ...biz de kös kös orada otururduk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – O da olacak hiç merak etme, hiç merak etme Hoca, hiç merak etme, hiç merak etme geliyor.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Şimdi, ne yapmaya çalışıyorsunuz biliyor musunuz? Yapmaya çalıştığınız şu: Cenap Şahabettin’in bir lafı var, aklıma o geliyor. Cenap Şahabettin diyor ki: “Havas -elitler- beğendikçe alkışlar, avam da alkışlandıkça beğenir.”

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Güzel! İlk defa yerli bir şey söyledi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Şimdi, CHP’li arkadaşlar, bir bardak suda fırtına kopartarak aslında halka biraz avam muamelesi yapıyorlar; “Biz gürültü kopartıyoruz, ülke çok dramatik durumda, hadi siz de bu gürültüye katılın.” diyorlar ama halk katılmıyor, katılmıyor.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Her şey çok güzel! Nefis bir dış politika, nefis bir ekonomi! Bizde hata, doğru yani (!)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Kıymetli arkadaşlar, şimdi, CHP, eski CHP’ydi, yeni CHP olma yolunda ilerliyor.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Başkan, adam, CHP’den bahsediyor, cevap vermek durumunda kalıyoruz yani. Zaten anlatacak bir şeyi yok.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Şimdi, İç Tüzük ne diyor Sayın Başkan? Konuyla ilgili konuşması gerekmiyor mu?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Ümit ederim, tabii ki, kendisini yenileştirir, değiştirir, iktidar olmaya yönelik bir dil, üslup, bir yaklaşım, halkla kucaklaşma istikametinde bir çabayı etkileyici bir şekilde gösterir.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın, İç Tüzük ne diyor? Yani, şu anda bütçeyi mi konuşuyoruz biz?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Buna emin olun, biz memnun oluruz. Bundan şikâyetçi olmayız.

ATİLA SERTEL (İzmir) - Sen kendine bak Hocam!

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Amasya’ya gel! Amasya’da halkın durumunu anlat! Amasya perişan!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Futbol maçında bile oyunun kalitesini tayin eden, her 2 takımın da iyi oynamasıdır.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Amasya milletvekilisin! Amasya’daki üreticinin durumu ne? Amasya’da elektrikler kesiliyor, temiz su yok! Yol yok Amasya’da!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Biz ana muhalefetin iyi olmasından memnun oluruz.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Naci Bey, bütçeyle ilgili konuş, bırak CHP’yi.

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Bütçeyle ne ilgisi var şimdi bunun?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bakın, CHP’nin siyasete ilişkin bütün söylemini analiz ettiğimizde; 1) AK PARTİ eleştirisi, 2) Saray! Saray!

KEMAL ZEYBEK (Samsun) – Siz, Sayın Davutoğlu’na sorun bakayım, Başbakanınıza sorun.

CEYHUN İRGİL (Bursa) – Kaçak saray!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - “Kaçak saray…”

LEVENT GÖK (Ankara) – Kaçak saray! Evet, evet! Sadece saray değil, kaçak saray!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - “Orada oturan despot…”, “Orada oturan diktatör…” [CHP, HPD ve MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar (!)]

MUSA ÇAM (İzmir) – Söylediklerinize katılıyorum!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Hatta, Engin Bey’e dedim ki… [CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar (!)]

Değerli arkadaşlarım, bunların devamı var, devamı! Ümit ederim devamını da alkışlarsınız! Devamı var, bunlar sizin sözleriniz!

LEVENT GÖK (Ankara) – Tabii, tabii! Aynen öyle! Güzel bir tespitte bulundunuz!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, rica ediyorum efendim, insicamı bozmayınız.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Kıymetli arkadaşlar, şöyle düşünün, diyelim ki Sayın Cumhurbaşkanımız dese ki: “Ya, kardeşim, ben, Cumhurbaşkanlığı bittikten sonra kenara çekiliyorum; gidiyorum bir köye, orada bir köy hayatı yaşayacağım.” Siz boşluğa düşersiniz, boşluğa. Ne konuşacaksınız? Ne konuşacaksınız? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Kavafis’in “Barbarları Beklerken” diye bir şiiri vardır, muhakkak arkadaşlar okumuşlardır…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – CHP olmasaydı bugün ne konuşacaktın Hoca? CHP olmasaydı ne konuşacaktın, bana bunu söyler misin?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Diyor ki “Barbarları Beklerken” şiirinde özü itibarıyla -uzun bir şiir de- içeride, şehirde kendi iktidarını sürdürmek isteyenler, halka sürekli “Barbarlar gelecek, sizi ham edecek.” hikâyesi anlatıyor.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Tam kendinizi anlatıyorsunuz, kendinizi!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Sonra bekliyorlar, bekliyorlar, barbarlar gelmiyor. Her biri diyor ki, o iktidar sahipleri: “Allah Allah, barbarlar gelmeyecekmiş, şimdi biz ne yapacağız? Şimdi biz ne yapacağız?”

Kıymetli arkadaşlar, Sayın Cumhurbaşkanımız o köye gitse, zannediyorum CHP’li arkadaşlar koşa koşa gidip “Lütfen, git şu Saray’a otur, yoksa biz ne konuşacağız?” diye kriz içine düşerler.

LEVENT GÖK (Ankara) – Naci Bey, CHP olmasaydı ne konuşacaktın bugün Allah aşkına, ne konuşacaktın?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Evet, evet!

LEVENT GÖK (Ankara) - Biraz bütçeyi konuş bakalım, yoksulluğu konuş, yolsuzluğu konuş!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bakın, Richard Sennett diye bir adam vardır. Bu otorite ilişkileri, biliyorsunuz, çok katmanlıdır. Aslında, Mecliste bunları da konuşmak lazım. Böyle zaman zaman Sayın Baluken benim hoca tavrıyla konuştuğumu söylüyor ama bazen bunlara da ihtiyaç var galiba. Burada herkes tabii, birbirinden öğreniyor, onu belirteyim. Richard Sennett, bu otorite bağlarında “ret bağları” diye bir şeyden bahseder, “ret bağları”. Hikâye şudur: Bir bürokratik dairede daire başkanı ile sekreteri arasında şöyle bir ilişki vardır. Daire başkanı, zalim, müstebit, o sekreteri sürekli aşağılayan, hakaret eden, ona aman vermeyen birisidir. Sekreter de bu durumdan sürekli şekvacıdır, şikâyet eder ve her gittiği yerde insanlarla ilişkilerini bu şikâyetler üzerine kurar. Ona gider “Bu daire başkanı şöyle kötü.”, buna gider “Bu daire başkanı şöyle kötü.”, herkese gider ve bütün sosyal ilişkilerini daire başkanının kötülüğü üzerine kurar. Gel zaman git zaman -masaldaki gibi- daire başkanı alınır, yerine çok insani, çok hümaniter, çok beyefendi, çok nazik birisi gelir. Sekreter de başta memnun olur; müstebit gitmiş, yerine beyefendi birisi gelmiştir ama üç gün sonra kimlik krizine düşer; şimdi, insanlarla nasıl ilişki kuracaktır, onlara ne anlatacaktır? Elindeki, kendi kimliğinin asli unsuru olan, şikâyet ettiği varlık gitmiştir.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Bütün seçim beyannamemizi kopyaladınız, rica ediyorum ya. Bir entelektüel teziniz bile yoktu, bizden aldınız.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Buna “ret bağları” diyorlar kıymetli arkadaşlarım. Emin olun, sizin “saray” dediğiniz o insanla ilişkiniz, tıpkı bu ret bağlarında olduğu gibi, böyle.

GÜLAY YEDEKCİ (İstanbul) – Biz bu devleti kurduk, her şeyi yapabiliriz, bunları unutmayın.

ATİLA SERTEL (İzmir) – Komisyonda da böyle masal mı anlattınız?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Evet, evet!

Kıymetli arkadaşlar, tabii, biz, CHP’nin ana muhalefet partisi olarak görüşlerini, değerlendirmelerini dikkatle dinleriz, bundan da sonuçlar çıkarırız.

MUSA ÇAM (İzmir) – Hocam, biraz da 17-25 Aralıktan bahsetsene, 17-25 Aralıktan Hocam!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bütün bunları yaptığımız için elbette bu iktidar yolunda da devam ederiz.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Seçim beyannamesini aldınız ya!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Türkiye, imparatorluk bakiyesi bir ülke, bütün imparatorluk bakiyesi ülkeler gibi sosyopolitik olarak karmaşık bir yapıya sahip yani etnisite ve kültür meselelerine ilişkin problemleri var.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Zenginliktir bu ya, böyle problem mi olur?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bu problemleri bizim gibi ülkeler iki türlü çözüyorlar, bunlardan birisi, çevremizde öyle örnekleri var, şimdi onlar yıkılıyorlar, bir müstebit çıkıyor, elinde iktidarın sopası, herkese diyor ki: “Hizaya dizilin, millî birliği sağlayacağız!” Otoriter yöntem.

ORHAN SARIBAL (Bursa) – Sizin gibi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Biz, demokratik yöntemle, halkın rızasına yaslanarak, insanların rızasını, iradesini, o, gelecek, kader duygusunda birleştirerek bunu sağlamaya çalışıyoruz.

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) – Demokrasi mi var?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Türkiye'nin altmış küsur yıllık bir demokratik tecrübesi var; elbette, bu işte daha almamız gereken mesafeler de var. İnşallah, hepimizin katkılarıyla bu demokrasi ve özgürlükler konusunda bu ülkeyi daha da güzelleştireceğiz. Bu halk, bu ülkede yaşayanlar, demokrasi ve özgürlüklerin daha da tekemmül etmiş ortamında gelecek duygusunu, ortak kaderi, birlikte kudretli bir ülkenin vatandaşları olarak geleceğe koşma işini gerçekleştirecekler. Ama, risklerimiz var, demokrasinin aynı zamanda zaafları vardır. Siz, demokrasi marifetiyle siyasetin meşru mecralarını aştığınızda…

ORHAN SARIBAL (Bursa) – Sizin gibi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - …merkezkaç siyasetler de buradan faydalanmak, kendi ajandaları, kendi gündemleri, kendi yaklaşımları itibarıyla başka tür tahayyüllerin, ayrılıkçı fikirlerin peşinde koşmak isterler.

1984’ten bu yana Türkiye Cumhuriyeti devletinin mücadele ettiği bir terör örgütü var. Bu terör örgütü, etnik siyasetçi bir temelde, hedef kitlesi olarak Kürtleri gören ama Kürtlerin örgütü olarak değil, kendi kafasındaki ideolojik angajmana uyan Kürtleri esas alan bir terör örgütü, derdi, bütün Kürtler değil. O yüzden de kurulduğu zamandan beri birinci hasım olarak önce Kürtleri gördü, Kürtlerin üzerine gitti, kendisinden farklı örgütlerin canına okudu –bilirsiniz, Kawa’ydı, Rızgarî’ydi, Ala Rızgarî’ydi- 1970’li yılların sonunda tekel hâline geldi, önce Kürtleri hizaya dizmeye çalıştı, sonra da terör marifetiyle etnik-ulusalcı bir tahayyülü mümkün kılmak için çaba gösterdi.

Terör, şiddet, bir ülkede insanları birbirinden ayırmak istiyorsanız, krizi derinleştirmek için kullanacağınız çok işlevsel bir araçtır, insanları hasım yaparsınız, o uçurumu derinleştirirsiniz, araya kan gölü doldurursunuz. Örgütün şiddet marifetiyle yapmaya çalıştığı, etnik kimlikçi ayrı bir dünya kurmak için halkları birbirine düşman yapmaktı ama ben Çözüm Komisyonu olarak çalışırken de, daha öncesinde bu işlere ilişkin saha çalışmaları yaparken de, Hoca olarak da çalışırken şunu gördüm: Bizim bağlarımız, bu tür örgütlerin şiddet girişimlerinden, kanından, husumet dolu politikalarından çok daha güçlü.

Evet, insanların canı yandı. Evet, bu süreç içerisinde hayatlarını kaybeden birçok insan oldu. 2013 yılına kadar 36 bin kişi hayatını kaybetti. Bunun içinde şehit olan güvenlik güçlerimiz var, sivil vatandaşlarımız var, bunun içinde PKK’nın, ölüsünden ve dirisinden faydalanmak için ileri hatlara sürdüğü gençler var, 22 bin kişi de onlar hayatını kaybetti. Ama hangi eve gittiysek -2013’ten sonraki dönemde- hangi insanla görüştüysek yüreği yaralı, acı çeken o insanlar, bu ülkenin birliği ve dirliği dışında herhangi bir telaffuza sahip değillerdi. Acıları vardı, çektikleri çileler vardı, gece olduğunda, üzerlerine karanlık çöktüğünde, o acılarını kimi zaman tek başlarına yaşadıkları hâller vardı -ayrıntıları o kadar çoktur ki insanın hayatında- ama sonuçta farklı siyasetler, farklı anlayışlar, farklı telaffuzlar olabilir ama bu ülkenin kardeşliği söz konusu olduğunda hiçbirisinin zihninde farklı bir dünya yoktu.

O yüzden böyle bir ülkede insanları bir araya getirmek için tabii ki demokrasi ve özgürlükler zemininde çözüm süreci yaklaşımı, insanları kucaklayan, insanların acılarını paylaşan, insanların umutlarını birleştiren çözüm süreci doğru bir iştir. Yürüttüğümüz siyasete ilişkin eleştiriler olabilir “Öyle yapmayın da böyle yapın.” denilebilir ama çözüm süreci yanlış değildi. Bu ülkenin kardeşliğini kurmak, incelikli yaklaşımlar gerektirir. Öylesine yüksek volümlü seslerle haykırarak, bağırarak yahut da yerli yerinde olmayan hamasi bir dil kullanarak çözüm süreci eleştirisi kesinlikle doğru olmaz.

Biz, 7 Hazirandan sonra farklı bir tabloyla karşılaştık. Suriye’deki gelişmeler, orada büyük güçlerin kendilerine göz kırptığını zanneden terör örgütünün uzantısı ve terör örgütünün kendisi, içeride siyasal istikrarsızlık olduğu düşüncesi, beklentisi, “Türkiye’de bir fiilî durum yaratabiliriz, bir tık daha yukarıya çıkabiliriz, özerk alanlar ilan edebiliriz, hendekler açabiliriz, bunun arkasına silahlı güçleri yığabiliriz ve böylesi bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti devleti de bir oldubittiyle karşılaşır.” zannıyla harekete geçtiler ama bekledikleri gibi olmadı. Ne onlara göz kırpan büyük devletler vardı ne de Türkiye Cumhuriyeti devleti zaaf içindeydi.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Daha ne olacak ya!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – O çukurları kazanlar, patlayıcıyla dolduranlar, o çukurların arkasına 20-25 yaşındaki çocukları dikenler, sonuçta bir dramın faili oldular; bu cinayetlerin, bu ölümlerin, bu ülkedeki kederin ve acının faili oldular. O yüzden, terörle mücadele ederken biz herkesi düşünürüz. Orada hayatını kaybeden teröristler var ya, onları da şeytanlaştırmayız. Devlet öfkeyle davranmaz, devletin adalet duygusu herkesi kucaklar. Oradakiler suçludurlar. Polisi, askeri şehit eden hariç, eline silah verilip oraya gönderilen, orada hayatını kaybedenlere biz merhamet duyarız, onların ölümünden memnun olmayız. O çocuklar, terör örgütü mensupları ve onların yandaşları tarafından öne sürülmese, hendeklerin arkasına dikilmese, üniversitelere gitseler, okusalar, mühendis olsalar, ressam olsalar, bu ülkenin insanlarına ellerinde silahla hendekte yaptıklarından çok daha fazla katkı yapmazlar mı? Yaparlar. Bu ülkenin buna ihtiyacı yok mu? Var.

AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) – Naci Bey, iktidarda kim var? İktidarda siz varsınız, siz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Asıl katil kim biliyor musunuz? Asıl katil, o gençlere, o çocuklara “Siz, onurlu bir iş yapıyorsunuz, siz, ülkenizi kurtarıyorsunuz, siz, buraya özgürlük getireceksiniz.” diyerek onları öne sürenlerdir, asıl katiller onlardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz, kimin ne yaptığını iyi biliyoruz. Elbette devlet, elinde silahla orada dikilenle mücadele eder, merhametle eder, adaletle eder, öldürmek için değil, öncelikle yaşatmak için eder; onların acısını da duyar ama asıl katilleri, devlet de, halk da asla unutmaz.

Kıymetli arkadaşlarım, bu çukur siyaseti, meşru mecraların da bir siyaseti hâline getirilmek isteniyor. Örgüt kendisini çukura soktu, yetmedi, meşru siyasetin temsilcileri de kendilerini çukura sokmak istiyorlar; yetmedi, Türkiye’yi de o çukura sokmak istiyorlar. Türkiye o çukura girmeyecek, o çukura Türkiye girmeyecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Kıymetli arkadaşlar, “Türkiyelileşme” iddiasındaydı HDP’li arkadaşlar, bilmiyorum vaz mı geçtiler. “Türkiyelileşme” iddiasından vaz mı geçtiniz?

AHMET YILDIRIM (Muş) – Genel Kurula hitap edin.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Ben, Meclisteki konuşmalarınıza bakıyorum, doğrusu, “Türkiyelileşme” iddiasıyla bu konuşmalar arasında bir telif, gayrikabil gibi geliyor bana.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Anlatacağım, merak etme.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Mesela, Ankara saldırısında 29 kişinin kanına girmiş olan insanın taziyesine gidiliyor. Siz böyle bir taziyeye gittiğinizde bu ülkedeki on milyonlarca…

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Siz, 30 bin kişinin katiliyle görüştünüz ya.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - …insanla herhangi bir şekilde bağ kurma, onlara bir söz söyleme hakkını, duygusunu, rüyasını kaybettiğinizi bilmiyor musunuz, nasıl Türkiyelileşeceksiniz? Burada konuşurken HDP’li bir vekil diyor ki: “Türk keskin nişancı, 6 aylık Kürt bebeği öldürüyor.” Dediniz. Böyle bir dil üzerinden kardeşlik kurulabilir mi? Devletin yaptığı, oradaki teröristle mücadeledir, siz burada herhangi bir siyasetçiden bu terör meselesine ortak yaklaşımı ifade eden siyasetçiden “Kürt terörist” diye bir laf duydunuz mu? Duymazsınız çünkü bizim için terörist, teröristtir, Kürtler de kardeşimizdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HDP, çukur siyasetine destek vererek değerli arkadaşlar, aslında metaforik olarak kucakladığı patlayıcılarla birlikte demokratik siyaset zeminine karşı bir intihar teşebbüsünde bulunuyor; sizi uyarmak için söylüyorum. Böyle giderse HDP’nin taziyesine gidecek kimse kalmayacak arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Burada -başka yerlerde de söyleniyor- bir arkadaşımız dedi ki: “Kandil’i sizin başınıza yıkacağız.” Bana kalırsa öyle olmayacak, siz yürüttüğünüz bu siyasetle başınızı Kandil’in kayalarına vura vura Kandil’i siz yıkacaksınız, kendinizi de o çukurlara gömeceksiniz, bize iş bırakmayacaksınız.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Ya, onu senin adamların söyledi, karıştırdın Hoca, karıştırdın. Onu sizinkiler söyledi, çok karıştırdın sen Naci Hoca, çok karıştırdın. Onu sizinkiler söyledi.

Bir tutanaklardan çıkar bakayım, kim söyledi onu? Çok karıştırdın ya, çok karıştırdın.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Kendileri söyledi, tutanaklardan bakılsın.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Partimizi çukur siyaseti yapmakla suçladı, müsaade ederseniz cevap vereceğim.

BAŞKAN – Buyurun, yeni bir sataşma olmasın lütfen.

İki dakika söz veriyorum.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Siz de mi efendim? Peki.

Buyurun Sayın Baluken.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bostancı, Türkiye partisi olma isteğimizle ilgili, burada oturan Kabine yetkililerine bir danışsaydınız, bir istişare etseydiniz, HDP’ye hangi saldırıları planladıklarını bir öğrenseydiniz, buraya gelip o şekilde konuşmazdınız. Bir siyasi partinin genel merkezi dâhil olmak üzere 550 yerde seçim bürosu, seçim çalışmaları ve parti çalışanları lince tabi tutuluyorsa, saldırıya uğruyorsa, orada bu kürsüye gelip tekrar “Türkiye partisi olmak istiyor musunuz, istemiyor musunuz?” deme aymazlığına girmeyin. Bizim Türkiye partisi olmamızı siz istemiyorsunuz ama biz ısrarla, ezilen bütün Türkiye halklarının partisi olmaya devam edeceğiz.

Türkiye partisi olmak şu demek değildir: “Ben, Kürt’ü öldüreceğim, Kürt’e karşı savaş açacağım, çöktürme planları uygulatacağım, bodrumlarda gençleri katledeceğim, siz de ses çıkarmayın.” (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Kendi yalanınız, kendi yalanınız!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Sadece Cizre’de üç gün içerisinde 150’yi aşkın yaralı genç insanı katlettiniz. (AK PARTİ sıralarından “Yalan, yalan!” sesleri, gürültüler) Başbakan burada, biliyor.

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Terörist onlar, terörist!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Hepsinin isim listeleri, hepsinin hastaneye nakil iradeleri olmasına rağmen o gençler 6 ilin morglarına dağıtılmış durumda. Şimdi bu vahşet tablosunun sahipleri çıkıp burada çukurdan bahsediyorlar.

Dersim katliamını biliyorsunuz. O dönemin katliam yapanları “Biz, o dönem çoluk çocuk demeden mağaralarda insanları fareler gibi zehirledik.” diyorlardı. Şimdiki AKP Hükûmeti de mağaralar yerine, bodrumda hastaneye nakledilmeyi bekleyen yaralıları katlediyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

SALİM USLU (Çorum) – Ambulansları kim kurşunladı?

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Bu anlayışla siz kimin Türkiye partisi olduğunu sorgulamak yerine, kendinizin nasıl Türkiye partisi olma yolundan çıktığınızı sorgulayın diyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Baluken.

Buyurun Sayın Akçay.

Yeni bir sataşmaya meydan vermeyin lütfen.

3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bostancı, saatin akrep ve yelkovanı gibi bir konuşma yaptı, zaman zaman doğrular söylenirken çoğu zaman da saptı. Öncelikle siz MHP’ye “ey ey”ler yapacağınıza -veya muhalefete- iktidar olarak görevinizi yapınız. Biraz evvel sizden önceki konuşmacı Sayın Eker, olağanüstü hâli kaldırmakla övündü. 57’nci Hükûmet döneminde kalkması kararı alınan bu olağanüstü hâli, on dördüncü yılda getirdiğiniz nokta ağır sıkıyönetim ve olağanüstü hâl şartlarından daha bir kaos ortamına getirdiniz, önce bunu bir hatırlamanız lazım ve mevcut Hükûmet olarak görevinizi yapmadığınızı özellikle çözüm süreci olarak PKK’ya ve terör örgütlerine, görmeyerek, görmezden gelerek gerekli çalışmaları ve operasyonları yapmayarak yol verdiğinizi artık bütün millet biliyor.

Ankara patlamasının hemen bir iki saat sonrasında Hükûmet Sözcünüz Sayın Numan Kurtulmuş saldırıyla ilgili yorum yapıyor: “Bu saldırıyla terör örgütünün çok iyi bir planlama yaptığı anlaşılıyor.” diyor. Terör örgütü çok iyi planlama yapıyor da siz terörle mücadelede niçin çok iyi bir planlama ve icraat yapamıyorsunuz? Ben Hükûmete soruyorum: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının can ve mal güvenliği var mıdır? Ankara’da iki büyük patlama oldu. Acaba -bundan sonrası için plan açıklıyorsunuz- bu planlara nasıl güvenecek bunu gündelik hayatında Kızılay’da yürürken ve diğer yerlerde… Can ve mal emniyeti içerisinde yaşaması gerekiyor. Devletten üç beklediği şey var vatandaşın: Birincisi güvenlik, ikincisi adalet, üçüncüsü de refah. Bu üçünde de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERKAN AKÇAY (Devamla) - …başarı sağlayamamışsınız. Eğer bir ülkede can ve mal güvenliği yoksa, Hükûmetin burada söz söylemeye hakkı yoktur, hele hele muhalefeti eleştirmeye hakkı yoktur. İktidar burada hesap vermek durumundadır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akçay.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Evet Naci Bey.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, Sayın Baluken konuşmasında Cizre’de çeşitli yerlerde katliamlar yapıldığından, bunun failinin de AK PARTİ olduğundan bahsetti. Bu çerçevede 69’a göre sataşmadan söz talep ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Estağfurullah, uzaylılar yönetiyor!

BAŞKAN – İki dakika için, rica edeyim yeni bir sataşma olmasın.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

4.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı'nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; Sayın Baluken’in esasen bildik fikirlerini dinliyoruz. Burada tekrar tekrar aynı şeyleri söylüyor. Bizim yaptığımız şu… Bizim dediğimiz: İktidar AK PARTİ ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin yaptığı… Türkiye bir terörist saldırıyla karşı karşıya. Bunu bazı birkaç ilçede fiilî durum yaratma şeklinde, “özerklik” adı altında -siz de takip ediyorsunuz muhakkak- hendekler açıp patlayıcılarla doldurup arkasına silahlı militanlar koyup “Biz burada öz yönetim ilan ettik, ey devlet üstümüze gelme…” Hangi devlet, kendi egemen olduğu topraklarda birilerinin keyfekeder “Ben elime silah aldım, patlayıcı da koydum, benim üstüme kimse gelemez, ben burada ayrı bir yönetim kuruyorum.” iddiasına rıza gösterir: “Madem öyle sen oradasın, eyvallah ben de yerime döneyim.” der? Der mi Sayın Baluken? Demez.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Ne yapar?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Ne yapar? Üzerine gider, mücadele eder.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Tankla mı Sayın Bostancı, tankla mı gider?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Orada o hendekleri kapatır, direnenleri toplar. Kendisine ateş açan, polisleri, askerleri şehit edenlere de gereğini yapar. (HDP sıralarından gürültüler) Devlet bunu ne için yapar? Orada yaşayan insanlar için, bu ülkenin huzuru için yapar. O şehirlerde, o ilçelerde -siz oralarda siyaset yapıyorsunuz, biz de yapıyoruz- binlerce insan oralardan göç etmek durumunda kalıyor. Eskiden derdiniz ki: “Askerler insanları gönderiyor, 1990’lı yıllar filan.” Şimdi o insanları kim göç ettiriyor, kim? Sizin şimdi burada savunmaya çalıştığınız militanlar, PKK’nın elemanları, onlar can ve mal emniyeti bırakmadığı için o insanlar gitmek durumunda kalıyor. Ama devlet gereğini yapacaktır hiç merak etmeyin.

Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AYHAN BİLGEN (Kars) – Tanklarla mı?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Evet Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Bostancı, benim “Kürsüden bildik hikâyeleri okuduğumu ve bunu hep yaptığımı.” ifade etti. Açık sataşmada bulundu şahsıma, söz istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, sataşma yok, sizin gibi beyanda bulundu.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, daha nasıl sataşacak?

BAŞKAN – Bu itirazınız da zapta geçti. Müsaade ederseniz…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, hayır açık sataşma var.

BAŞKAN – Efendim, aynısını yaptınız.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Geçince bir şey yapmazsınız.

BAŞKAN – Zaten müdafaanızı yaptınız.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Evet Sayın Baluken...

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – “Ana dilde eğitim şart.” diyoruz, sanırım yani hepiniz için şart, onu görüyorum ben.

“Sayın Baluken, kürsüden sürekli, bildik hikayeleri anlatmaya devam ediyor.” demesi, yaptığım konuşmaların gerçek dışı hikâye olduğunu iddia etmesi… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Aynen öyle, aynen öyle!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Dolayısıyla açıktan bir sataşmadır; kaldı ki konuşmanın geri kalan kısmı da açıkça grubumuza sataşmayla geçti Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Baluken, bir dakika için lütfen ama yeniden…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yani bunun pazarlığı olmaz Sayın Başkan, iki dakikadır sataşmanın süresi. Lütfen, yani bunu bir pazarlık konusu hâline getirmeyelim.

BAŞKAN – İdris Bey, efendim, pazarlık yapmıyorum. Esasında…

Buyurun, buyurun.

Ama bunun sonu gelmez; rica edeyim… Bir de şu vardır: Sayın hatipler, Genel Kurula konuşurlar, lütfen, buna itaat edelim, buna riayet edelim.

Buyurun.

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Değerli milletvekilleri, asla burada bildik hikâyeleri bu kürsüden dile getirmedik. Anlattığımız olayların tamamı, bu ülkenin tarihinde olan gerçek vahşet tablolarıdır. Şeyh Sait kıyamından bahsederken yaşanan vahşeti buradan dile getirdiğimizde, “Ağrı Zilan Deresi, günlerce kan akıyor.” dediğimizde, “Dersim’de insanlar fazla kurşun harcanmasın diye süngülerle parçalandı.” dediğimizde, Cizre’deki vahşet bodrumlarında, Cizre sokaklarında 3 aylık Miray bebek katledildi.” dediğimizde, 70 yaşındaki Taybet ananın cenazesi sekiz gün boyunca sokak ortasında kaldı.” dediğimizde, sekiz aylık hamile bir kadının, bir gebe kadının karnındaki bebek atılan kurşunla katledildi.” dediğimizde asla hikâye anlatmadık Sayın Bostancı, sizi ciddiyete davet ediyorum. Bunların tamamı, bu ülkenin tarihine geçmiş olan utanç sayfalarıdır, utanç tablolarıdır ve tıpkı Ağrı’da, Zilan’da, Dersim’de katliam yapanlar gibi Hükûmetiniz döneminde Roboski’de, Silopi’de, Cizre’de, Sur’da çoluk çocuk demeden, yaşlı, kadın demeden halka karşı açık katliamlar yapılmıştır.

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Terörist onlar terörist!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – 3 aylık terörist nerede görülmüş? Bize “3 aylık bebeği terörle mücadele için öldürttük.” demeyin.

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Siz öldürttünüz!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bize “70 yaşındaki ananın cenazesini günlerce terörle mücadele için sokak ortasında beklettik.” demeyin. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bize hâlâ bu saat itibarıyla, bir haftadır buradan, Sur’da resimlerini gösterdiğimiz 4 yaşındaki çocukları bir yaşam koridoru oluşturarak almaya müsaade etmiyoruzu “terörle mücadele ediyoruz” üzerinden yutturmaya çalışmayın. Siz birilerini inandırabilirsiniz. Biz size tarih önünde hesap sormanın sözünü veriyoruz.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Polis, asker şehitleri de anlat.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – PKK’ya da bir şey söyler misiniz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın Bostancı, lütfen, yerinizden, bir dakika…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Baluken…

BAŞKAN – Açayım mikrofonunuzu.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Açmaya gerek yok.

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, Naci Bey’e niye söz veriyorsunuz?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – …acı olaylardan bahsetti, acı olaylardan.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, Naci Bey’e niye söz veriyorsunuz?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ama bunların müsebbibi olarak sözlerini şöyle bitirmesini beklerdim: “Kahrolsun PKK!” diye, ama bitirmedi.

Saygılarımla.

LEVENT GÖK (Ankara) – Cevap verecek olan Hükûmet.

BAŞKAN – Bir dakika Levent Bey.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ama Naci Bey’e niye söz veriyorsunuz Sayın Başkan?

BAŞKAN – Anlayamadım efendim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Naci Bey’e niye söz veriyorsunuz Sayın Başkan? Cevap verecek olan Hükûmet. Niçin Naci Bey’e söz veriyorsunuz?

BAŞKAN – Evet, verecek efendim, müsaade edin.

LEVENT GÖK (Ankara) – Burada Hükûmet eleştiriliyor. Hükûmet eleştirilince Hükûmet kalkar cevap verir.

BAŞKAN – Levent Beyciğim, anladım efendim, sıraya göre gidiyoruz.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Genel Başkanımız konuşmak üzere burada davetinizi bekliyor. Olabilir mi böyle bir şey?

BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum, Levent Beyciğim, tamam efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, tutanaklara geçmesi için bir cümle ifade edeceğim, önemli, sizin de gözünüzden kaçtı.

LEVENT GÖK (Ankara) – Yani parti ile Hükûmet birbirine girmiş durumda.

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Yönetemiyorsun Meclisi Başkan. Vaktinde söz vereceksin burada. Bütün Türkiye dinliyor sizi buradan. Yönetemiyorsun Meclisi!

BAŞKAN – Sayın Baluken… Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yok, yok, tutanaklara geçmesi açısından…

BAŞKAN – Partinizin konuşma süresi sırasında zatıalinizin de yarım saatlik bir konuşma hakkınız var.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, hayır, sataşmayla ilgili değil Sayın Başkan. Sizin gözünüzden kaçan…

BAŞKAN – Hayır, sataşma demiyorum. Beyanlarınızı, lütfen, o zaman söylersiniz. Bakın, demin, sataşma diye aldınız, yeniden fikirlerinizi söylediniz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bir cümle tutanaklara geçsin diye ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, bu kadarla iktifa ediyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 118) (Devam)

2.- 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297), 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2014 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/32), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 208 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/33), 2014 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/34), 2014 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/35), 2014 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/36), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan Kalkınma Ajansları 2012 Yılı Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/28), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2013 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/31), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2014 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/37) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 119) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi konuşma sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve İzmir Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Beyefendi’de.

Buyurun. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

2002’den beri Parlamentodayım. İlk kez bir bütçenin bu kadar heyecansız geçtiğine tanık oldum ve ilk kez, bütçeyle ilgili söz alan bir grup sözcüsünün muhalefete muhalefet yaparak kendisini savunduğuna tanık oldum. Emin olun anlamakta zorluk çekiyorum, emin olun. (CHP sıralarından alkışlar)

Kendi yaptıklarınızı anlatın, kendi yaptıklarınızı anlatın. Bize muhalefet ediyor. Zaten biz geleceğiz, anlatacağız; arkadan Hükûmet konuşacak, o da anlatacak. Sizin göreviniz arkada oturan yürütme organını sorgulamaktır, onlara övgüler düzmek değildir. Yasama organı burası, yürütme organı burası, yargı da bir başka yerde. Daha güçler ayrılığının farkında bile değilsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Böyle bir Parlamento olabilir mi?

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) – Sen, bildiğimizin farkında değilsin.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) – Saygılı ol, saygılı!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Hocalı katliamının 24’üncü yılı. 83’ü çocuk, 106’sı kadın, 613 soydaşımız katledildi. Bu tarihi, 26 Şubat 1992 tarihini unutmayacağız. Bu tarih insanlık tarihindeki kara bir lekedir. Buradan Azerbaycan’daki bütün dostlarımıza sesleniyoruz: Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, her zaman, her dönem sizin yanınızda olacağız, hiç endişe etmeyin. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bütçeler niye önemli? Bütçe kanunları niye önemli ve bütçeler için Parlamentoya yasa gelirken neden farklı bir uygulama var? Gönül isterdi ki akademisyen kimliği olan birisi bu kürsüye çıktığında neden bu kadar önemli olduğunu sizlere anlatabilseydi, bizleri eleştirmek yerine bütçe kanununun önemini vurgulasaydı -bu ülkede tüyü bitmemiş çocuk dahi vergi ödüyor- ve bu verginin nasıl kullanılacağına Parlamentonun yetki verdiğini anlatabilseydi. Neden Parlamentoya bütçe kanunları özel bir yasayla gelirler ve neden belli bir tarih içinde görüşülür, görüşmek zorundadır Parlamento bütçe yasasını? Bütçelerin demokrasinin temel, nirengi noktası olduğunu keşke anlatabilselerdi. “Bütçe” çok önemli bir kavram. Doğan çocuk doğduğu andan itibaren vergi öder, doğduğu andan itibaren. Yani millet vergi öder. Vergiyi toplayan Hükûmet -yani arkadaki kadro, vergiyi toplayan- bu verginin, toplanan verginin nasıl harcanacağına karar veremez, o kararı millet adına buraya gelen Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçilmiş üyeleri verirler. O nedenle biz buna “bütçe hakkı” diyoruz, yani halkın hakkı diyoruz biz buna. Keşke bu anlatılabilseydi. (CHP sıralarından alkışlar)

Bakın, değerli arkadaşlarım, bütçeyi kesin hesap kanunuyla birlikte ele alıyoruz çünkü bütçe bir hedef gösteriyor, “2016’da şunları yapacağım.” ve siz buna yetkiyi veriyorsunuz. Parlamento, bütçe konusunda Hükûmete yetkiyi verir veya reddeder. Bugüne kadar hep yetki verildi. Ama, bir görevimiz daha var: Verilen yetki, Hükûmet tarafından yani yürütme organı tarafından ne kadar doğru kullanıldı, ne kadar yerine getirildi? Bizim öngördüğümüz hedeflere, Hükûmetin getirdiği ve öngördüğü hedeflere bu Hükûmet ne kadar ulaşabildi? Onun da adı kesin hesap kanunudur. Yani, paraların nerelere ne kadar harcandığı da ikinci bir kanunla beraber Parlamentoya gelir, bu kadar önemlidir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu kadar önemli. Önemli kılan neden şudur: Az önce söyledim, 70 milyon kişi ya da 78-80 milyon, vergi ödüyoruz, vergi ödüyoruz. Vatandaşın hakkı var, Ermenek’li Recep ustanın hakkı vardır bunda; taşeron işçisinin hakkı vardır bunda, mevsimlik işçilerin hakkı vardır bunda, sınırlarımızı koruyan Mehmetçik’in hakkı vardır bunda, merdiven altı atölyelerde sigortasız çalışan on binlerce gencin hakkı vardır burada. O nedenle bütçeler önemlidir ve bütçeler bu kadar önemliyken, bu kadar kısır tartışmaların içine Parlamentonun iktidar kanadı tarafından sokulması gerçekten vahim bir tablodur. Daha olayın ciddiyetinin bile farkında değiliz.

Değerli arkadaşlarım, bakın, biz aynı zamanda yetki veriyoruz nerelere paraları kullanacakları konusunda, aynı zamanda denetliyoruz. Yani Parlamentonun bütçe hakkı budur. Bütçe hakkı asla devredilemez. Yani yasama organı, Anayasa’nın kendisine getirdiği, kendisine verdiği bir yetkiyi bir başka organa -ister yürütme olsun ister yargı olsun- devredemez. Bu yetki millet adına Parlamentoya verilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakın, Anayasa Mahkemesinin bütçe hakkıyla ilgili bir tanımı vardır, onu takdirlerinize sunmak isterim, diyor ki: “Yasama organının halk adına -yani bizi buraya getiren halk adına- kamu gelirlerini toplama ve yine halk adına bu gelirleri harcama konusunda yürütme organına sınırlarını belirleyerek yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesine ‘bütçe hakkı’ denmektedir.” Hem yetki veriyorum hem sonuçlarını denetliyorum, buna biz “bütçe hakkı” diyoruz.

Şimdi gelelim arkadaşlar, bütçe hakkı nedir? Söyledik, Anayasa’nın bize, yani Parlamentoya, yani yasama organına verdiği bir yetki var. Bu yetki açıkça devrediliyor. Kime? Yürütme organına. Anayasa’ya açıkça aykırı. Neden bunun üzerinde durmuyoruz? Hepimiz milletvekiliyiz, yasama organıyız, denetleyiciyiz. Elbette ki ben iktidar kanadından çıkıp bir muhalefet gibi eleştirmelerini beklemiyorum ama en azından yanlışların, bir şekliyle, burada olmasa bile uzmanlık komisyonunda dile getirilmesi lazım.

Bakın, değerli arkadaşlar, bütçe hakkı diyoruz vesaire vesaire ama, bu kanunun önümüze gelen bütçe kanununun 6’ncı maddesi var. 6’ncı maddenin (1)’inci fıkrasının (a) bendi, okuyorum; uzun bir şey, ödeneklerden bahsediyor: “5018 sayılı -yani Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’ndan söz ediyor- Kanun’un 21’inci maddesinde yer alan sınırlamalara tabi olmaksızın kurum bütçeleri arasında aktarma yapmaya veya Maliye Bakanlığının bütçesinin yedek ödenek tertibini aktarmaya Maliye Bakanı yetkilidir.” Yani, Maliye Bakanı isterse bütün Millî Eğitim Bakanlığı bütçesini alır “Maliyenin bütçesine dâhil ettim.” der. Siz bu yetkiyi veriyorsunuz buraya.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) – 2000’de de böyleydi, 1999’da da böyleydi.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Anayasa’ya aykırı veriyorsunuz bu yetkiyi.

Bakın, değerli arkadaşlar, 21’inci madde, diyorum ya, 21’inci madde, okuyorum: “Kamu idarelerinin bütçeleri arasındaki ödenek aktarımları kanunla yapılır.” diyor. Altını çiziyorum, 5018 sayılı Kanun, kanunla yapılır diyor bu ödenek aktarımları. Siz yetkiyi veriyorsunuz, “İstediğin gibi parayı harca.” diyorsunuz.

Bakın, bu yedek ödenek nedir? Değerli arkadaşlarım, yedek ödenek her bütçede olur. Olağanüstü bir durum çıkar ve hükûmetin paraya ihtiyacı olur ve dolayısıyla bir yedek ödenek konulur. Buna itiraz ediyor muyuz? Asla etmiyoruz. Olması gereken: Parlamentoya gelir, rakamı beyan edilir, “Bizim şu kadar yedek ödeneğe ihtiyacımız var.” denir, biz de o yedek ödeneği veririz.

Faciayı okuyorum size, yüce Meclisin, özellikle de iktidar kanadının milletvekillerinin, sayın milletvekillerinin takdirlerine sunuyorum: 2012’de yedek ödenek, yani bizim, yani bu Parlamentonun bu yürütme organına verdiği yedek ödenek miktarı 665 milyon 250 bin lira. 665 milyon 250 bin lira yedek ödenek istemişler, Meclis de demiş ki: “Hayhay, buyurun, size veriyoruz.” Peki gerçekleşen ne? 665 milyon değil arkadaşlar, 30 milyar 919 milyon 691 bin 928 lira. Kaç kat? 45 kat. 45 kat arkadaşlar, 45 kat. Parlamentonun iradesinin sıfırlandığı anlamına geliyor bu. “Sizin iradeniz var mı?” diyor, bu onu söylüyor. “Parlamentonun iradesi… Ne iradesi kardeşim ya? 1 lira koyarım, 5 milyar harcarım. Parlamento mu? Atın bir tarafa.” diyor.

Geçiyorum 2013’e. Gelmişler, gene ödenek istemişler, vermişiz, 949 milyon 178 bin lira. Evet, itirazımız yok, Parlamento iradesini beyan etmiş. Kaç lira harcamışlar? 35 milyar 912 milyon 248 bin 988 lira harcamışlar.

Geçiyorum 2014’e. Kesin hesap kanunu görüşülecek. Gelmişler, gene bütçeden istemişler, ödenek vermişiz. “1 milyar 199 milyon 178 bin lira yedek ödenek verin bize.” demişler, vermişiz. Kaç lira harcamışlar? 1 milyar değil, 25 milyar 360 milyon 405 bin 215 lira harcamışlar. Birinci yıl 45 kat fark var, 2012’de; en son 2014’te ödenekle bizden aldıkları yetki ile harcadıkları arasında 21 kat fark var. Şu soruyu kendinize sorun değerli milletvekilleri: Koskoca Türkiye Cumhuriyeti muz cumhuriyeti midir? Nasıl böyle bir şey olabilir? Bir yürütme organı Parlamentonun iradesini nasıl bu kadar ayaklar altına alabilir? “Benim iradem var.” Gel kardeşim, o zaman de ki “30 milyara ihtiyacım var.” Verelim 30 milyarı. Ama, diyorsun “30 milyar değil, 665 milyon bana yeter.” Harcıyorsun 30 milyar. Bu olmaz, bu kabul edilemez değerli arkadaşlarım.

Bakın, bir başka garabet değerli arkadaşlarım, bir başka garabet: Yine, bakın, 5018 sayılı Kanun. Bu kanunun özelliği şudur, 5018 sayılı Kanun’un: Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kamu harcamalarını denetleme yetkisi Sayıştaya verilmiştir ve 5018 sayılı Kanun Sayıştayın yetkilerini belirler ve bu kanun Parlamentoda yani burada oy birliğiyle çıkan bir kanundur, oy birliğiyle çıkan bir kanundur. Biz de destek verdik, sizler getirdiniz yani Hükûmet getirdi ve bütün muhalefet destek verdi.

Bakın, değerli arkadaşlar, bunun bir 49’uncu maddesi var, diyor ki: “Kamu hesapları, kamu idarelerinin gelir gider vesaire yükümlülükleri, garantileri, bunların hepsinin hesabını tutar.” “Hesabını tutar.” diyor. Son cümle şöyle: “Hesaplara kaydedilerek bütün bu yükümlülükler, yönetim ve denetim yetkilileriyle kamuoyuna gerekli bilgilerin sağlanması amacıyla tutulur.” “Kamuoyuna gerekli bilgilerin sağlanması amacıyla tutulur.” Bakın, “Tutulabilir.” demiyor, “Tutulur.” diyor. Peki, bu yürütme organı ne yaptı biliyor musunuz? “Ne demek kanun benim için? Ben kanun manun takmam.” diyor. Sayıştayın yönetmeliğine bir geçici madde eklediler, bakın, kanun değil, yönetmeliğine bir geçici madde eklediler, dediler ki: “Bu hesapların tutulmasını biz 2016’ya kadar erteliyoruz.” İyi de size bu yetkiyi kim verdi? Parlamentonun üstünde bir iradeniz varsa size bu iradeyi kim verdi? Böyle bir hukuk sistemi varsa bu hukuk sistemi hangi ülkede var? 2016’ya kadar ertelediler. Belki diyebilirsiniz ki: “2016 geldi, mesele yok.”

Bakın, bunun önemi şu değerli arkadaşlar: Kamu kurumlarının bakanlıklar dâhil mal varlıkları nedir? Ne ben biliyorum ne siz biliyorsunuz ne de vatandaş biliyor. Hangi kamu kurumunun ne kadar borcu var? Ne ben biliyorum ne siz biliyorsunuz ne de vatandaş biliyor. Bu kamu kurumlarının yükümlülükleri ne kadar? Ne ben biliyorum ne vatandaş biliyor ne de siz biliyorsunuz. Ama siz bu bütçeye “evet” demeye kendinizi hazırlıyorsunuz. Bu ne demektir? “Bu Parlamentonun iradesini ben de yok sayıyorum.” anlamına gelir. Yürütme organı var; ister asarlar ister keserler ister harcarlar ister yerler ister yolsuzluk yaparlar. Bu, o anlama geliyor.

Biz bu kanunu niye çıkardık? Toplanan, tüyü bitmemiş her yetimin ödediği bir kuruşun hesabını gelsinler burada versinler. Hesap vermek onurlu insanların görevidir. Onurlu insanlar şunu söylerler: “Bizim hesap veremeyeceğimiz hiçbir konu yoktur.” derler. Onurlu insanların görevi budur. (CHP sıralarından alkışlar) Bana hesap vermeyen bir çağdaş demokrasi gösterin, hesap veremeyen… Böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar?

Bakın, kesin hesap kanununu görüşeceğiz şimdi, o da görüşülecek. Kaç kamu kurumu var biliyor musunuz? Bunlar bilmezler, emin olun, bu yürütme organı bilmez ama ben size söyleyeyim: 1.330 kamu kurumu var. Peki, 2014 yılında 1.330 kamu kurumunun kaçı denetlendi Sayıştay tarafından? Bunlar gene bilmezler. Ben size söyleyeyim, 480’i denetlendi, sadece 480’i denetlendi. Denetlenmeyen kaç kamu kurumu var? 850. Ve buraya 2014’ün kesin hesabı geliyor, 850 kamu kurumunun hesabı denetlenmemiş.

Değerli arkadaşlarım, buna ne diyeceksiniz? Hani güzel bir lafımız vardır “Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı.” diye. Adalet ve Kalkınma Partisinin parti programını açtım, bunları okuyunca parti programını açtım “Allah aşkına, bu parti programında ne yazıyor?” diye. Şöyle diyor: “Siyasetin kirlenmesini önleyen yasal düzenlemeler yapılacaktır.” Ya, yapıldı da kimse uymuyor. Yapıldı, çıktı, uymuyor kimse. “Siyaset bir rant aracı görüntüsünden kurtarılacaktır.” Parlamento rant aracı görüntüsüne sahip değildir, rant aracı görüntüsüne sahip olan bu tablodur işte. Bu tabloyu görün değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Yine aynı programda başlık şu: “Yolsuzluklarla mücadele.” Ne kadar güzel. “Yolsuzluklarla mücadele için kapsamlı program yapılacak.” Siz hiç böyle bir program duydunuz mu? Ben şahsen hiç duymadım. “Yolsuzlukların önlenmesi için koordinasyonu sağlayacak bir birim oluşturulacak.” Var mı böyle bir birim? Yok. “Anayasa’nın Meclise verdiği Sayıştaya denetim yaptırma yetkisi kanuni düzenlemeye kavuşturulacak.” Kavuşturduk da kimse uymuyor, kimse uymuyor.

Bakın, şimdi, değerli arkadaşlarım, eğer iş bu noktaya gelmişse bunun nedeni 17-25 Aralık olayları üzerine Parlamentonun yeterince gitmemesidir. (CHP sıralarından alkışlar) Tüyü bitmemiş, fakir fukara, garip gurebanın -sizin deyiminizdir- ödediği her kuruş… Ekmek yerken vergi ödüyor bu adam, ekmek yerken, çocuğuna bir lokma yemek yedirirken vergi ödüyor, su içerken vergi ödüyor, dolmuşa binerken vergi ödüyor. Bu Parlamento ve Türkiye Cumhuriyeti, bir hükûmetin bir devleti nasıl soyduğuna tanık oldu. Bir hükûmetin bir devleti nasıl soyduğuna tanık oldu. Hangi vicdan kabul eder 750 milyarlık saati? Hangi vicdan kabul eder? (CHP sıralarından alkışlar) Siz hepiniz akladınız onları. Parlamentonun üzerine ağır bir gölge düşmüştür ve Türk siyasal tarihinde bu kara bir lekedir maalesef, bunu söylemek zorundayım. Keşke hep beraber üzerine gitseydik, onlar da aklansaydı, varsa bir şeyleri… Niye korkuyorlar? Yargıya gidersiniz; ya mahkûm olursunuz ya aklanırsınız, hesabını verirsiniz. Hesap vermekten kaçan bir siyaset bu ülkeye fayda getiremez değerli arkadaşlarım.

Ben, şimdi, Sayın Davutoğlu’ndan iki soruya net cevap bekliyorum. Sayın Davutoğlu, sizden istirhamım, böyle gelip özel bir polemik yapmayın; ben bir ilkokul öğrencisinin anlayabileceği sadelikte iki soru soracağım size.

Birincisi şu: Sayın grup sözcüsü de dile getirdi. Bakın, ben vergi ödüyorum, siz de ödüyorsunuz, herkes vergi ödüyor, fakiri fukarası vergi ödüyor. Saray yapıyorsunuz, güzel. Ben vergisini ödeyen bir vatandaş olarak o sarayın maliyetini öğrenmek istiyorum. Buraya gelin ve o sarayın maliyetini anlatın. (CHP sıralarından alkışlar) Kendi grubunuza saygınız varsa, tüyü bitmemiş yetime saygınız varsa, Ermenek’teki lastik ayakkabı giyen Recep amcaya saygınız varsa onun maliyetini gelin, burada bana söyleyin, Meclis de öğrensin.

İki: Ben önemli mevkilerde bulunan kişilerin, devlet adamlarının Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarını her zaman korumaları gerektiğini hep söyledim ve söylemeye de devam ediyorum ama bulundukları konumun hakkını vererek. İkinci sorum da şu Sayın Davutoğlu: Şimdiki Sayın Cumhurbaşkanı, dönemin Başbakanı Libya’ya gitti, Kaddafi kendilerine İnsan Hakları Üstün Hizmet Ödülü’nü verdi. Hiçbir eleştiri getirmedik. Elbette, Sayın Kaddafi’nin –Allah rahmet eylesin- getirdiği ve verdiği bir ödülü vermesi, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına vermesi bizim için önemliydi. Gerçi sonra arkadan hançerledik, o ayrı bir şey. Şimdi, ayrıca 250 bin dolar para verdiler. Havuz medyası yazıyor, ben söylemiyorum. Soruyorlar: “250 bin doları ne yapacaksın?” “Bir şehit veya gazi derneğine vereceğim.” diyor. Şimdi, Dernekler Masası İçişleri Bakanlığına bağlı, siz de Başbakansınız; bir telefonla, bu paranın hangi derneğe, hangi vakfa bağışlandığını ben öğrenmek istiyorum. O para bir kişinin şahsına değil, onun şahsında Türkiye Cumhuriyeti’ne verilmiştir. O parayı hangi derneğe verdiyseniz ben sizden çok açık, çok net bir yanıt bekliyorum veya hiç verilmedi.

Değerli arkadaşlarım, bakın bütçe böyle olursa ne oluyor ekonomi: Siz güzel tablolar çiziyorsunuz. Ben size “Güzel tablolar çizmeyin.” demiyorum, elbette kendinizi savunacaksınız. Demokrasilerde “Kendinizi savunmayın. Siz de karamsar tablo çizin.” diye bir şey söylemeye hakkımız da yok ama bizim bir görevimiz var muhalefet olarak, biz doğruları söylemek zorundayız, doğruları söylemek zorundayız.

Bakın, şimdi, orta vadeli plan yapıyorsunuz. Daha önce kanunlara aykırı yapıyordunuz, neyse şimdi o da düzeldi; eleştirdik, eleştirdik, düzeldi. Orta vadeli plan yapıyorsunuz. Bir hükûmet planı niye yapar? Hedefler koyar, o hedefleri tutturmak ister. Enflasyon hedefi; bakın, şimdi, elinizi vicdanınıza koyun, 2012’deki hedefte hedeften sapma oranını veriyorum: Yüzde 23. Hedef koyuyorsunuz, yüzde 23 sapıyor. 2013, hedeften sapma yüzde 48. 2014, hedeften sapma yüzde 63. Pes yani, yüzde 63. Hedef koyuyorsunuz, yüzde 63 sapıyor. 2015, hedeften sapma yüzde 76. Bana söyler misiniz, gerçekten bunlar Türkiye’yi mi yönetiyorlar? Türkiye’yi yönetme iradesini kaybetmiş bir kadro var karşımızda, Türkiye’yi yönetemiyorlar. Siz program yapıyorsunuz, “Bunu gerçekleştireceğim…” Hedeften sapma yüzde 76. Başka bir ülkede olsa, ahlaki değerleri yüksek bir ülkede olsa, emin olun, hiç birisi yerinde kalmaz, istifa eder ya. Yüzde 76; 5 değil, 10 değil, 20 değil, 30 değil, 40 değil, 50 değil, 60 değil; yüzde 76. Böyle bir şey mi olur?

Bakın, “büyüme” diyorlar. Bakın, değerli arkadaşlarım, büyüyor muyuz? Elbette büyüyoruz. Biz hiçbir zaman “Büyümedik.” demedik, elbette büyüyoruz ama biz büyümeyi nasıl ölçeriz? Biz büyümeyi bizimle aynı konumda olan ülkelerle beraber ölçeriz. Benimle aynı konumda olan ülke benden hızlı büyüyorsa ben yürütme organına bakmak zorundayım o ülke benden daha hızlı niçin büyüyor diye, neden büyüyor diye. Sakın unutmayın, Türkiye Cumhuriyeti, otomobili Güney Kore’den önce yaptı, üretti, otomobili Güney Kore’den önce. Bugün Güney Kore’nin dünya çapında 3 otomobil markası var, biz hâlâ tartışıyoruz yerli otomobil yapalım mı, yapmayalım mı diye. Sorumlusu kim? Eminim, belki grup sözcüsü gelecek, diyecek ki: “Bunun sorumlusu da CHP.” (CHP sıralarından alkışlar) Evet, çünkü bir düşman yaratmak zorundasınız. Düşman kim? CHP. “Saldıralım CHP’ye.” Ya, insaf denen bir şey var. Yeri gelince diyorsunuz ki: “Siz iktidar olmadınız.” Yeri gelince diyorsunuz ki: “Biz bir şey yapacağız, siz engel oluyorsunuz.” Ya, siz iyi şey neyi yaptınız da biz engel olduk? Siz otomobil yaptınız da engel mi olduk? Ülkeye barış getirdiniz de biz engel mi olduk?

TAHİR ÖZTÜRK (Elâzığ) – Hızlı tren yaptık, köprü yaptık.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, yedi yıllık ortalama büyüme 3,4; İkinci Dünya Savaşı hariç, cumhuriyet tarihinin en düşük büyümesidir.

İşsizlik… Bakın, buraya çıkan hatiplerin hangisi “Biz işsizlikle mücadele edeceğiz.” dedi? Rakam vereyim: 2000 yılında işsizlik oranı yüzde 6,5; 2001, yüzde 8,4; 2002, hani krizin başladığı, yazar kasaların atıldığı dönemde işsizlik oranı yüzde 10, bugün işsizlik oranı yüzde 10,6. Bu mudur başarı arkadaşlar? Binlerce çocuk, binlerce genç, 6 milyonun üstünde insanımız işsizse bu mudur ekonomik başarı? Ya, benim karnım doymadıktan sonra, birilerinin karnı doyuyor diye, birileri köşeyi dönüyor diye, benim çocuğum işsizse ben sesimi çıkarmayacak mıyım? Bu mudur başarı? Sosyal refahı sağlamadıktan sonra, herkesin evine helal kazandığı ekmek girmedikten sonra hangi iktidardan söz ediyorsunuz siz?

Gıda enflasyonu… “Efendim, dünyada kriz var, o nedenle bizde de bu tür sarsıntılar oluyor.” Söyleyeyim: Gıda enflasyonu bizde kaç? Yüzde 11,74. Peki, dünyada? Gıda fiyatları dünyada yüzde 19 düştü arkadaşlar. Dünyada gıda fiyatları düşer, bizde gıda fiyatları artar. Dünyada petrol fiyatları düşer, bizde petrol fiyatları artar. Hani kriz vardı? Hani biz, efendim, ondan etkileniyorduk? Ya, biraz da gıdadan etkilensek bari, şu fakir fukara da biraz ucuz bir şeyler satın alabilse, yiyebilse. Ankara’da ekmeğe yüzde 33 zam yaptınız ya. Zaten fakirin yediği bir tek ekmek, ona bile yüzde 33 zam yaptınız.

Bakın, ben size bir rakam vereyim değerli arkadaşlar: 2002’de nüfusumuz 67 milyon. Buğday üretimi ne kadar biliyor musunuz? 19,5 milyon ton. Şimdi nüfusumuz 78 milyon, buğday üretimimiz 19 milyon ton. Düşmüş, buğday ithal ediyoruz. Saman ithal eden bir iktidara hangi kişi “Bu iktidar başarılıdır.” der Allah aşkına? Saman ithal eden iktidara başarılı mı diyeceğiz? Ya, bir dönem Türkiye Orta Doğu’yu besliyordu, şimdi et fiyatlarını tutturamıyorlar. “Efendim, narh getirdik, bir daha fiyatlar artmayacak.” İyi de sizi kim dinler ki? Gidin bakın, etin kilosu 50 lirayı buldu. Kim yiyecek eti, kim yiyecek? “Et ithal edeceğiz.” Kardeşim, sen neden bu ülkede üretime destek vermedin? Orta Doğu’yu besleyen Türkiye nasıl oldu da şimdi ete muhtaç hâle geldi?

Gidin süt üreticilerine sorun, onlar da perişan vaziyette. Ama bir parantez açayım, CHP’li belediyelerin olduğu yerlerde süt üreticilerinde bir sorun yok çünkü onlarla sözleşmemiz var, sütü alıyoruz, yenidoğan, hangi evlerde çocuk varsa o çocuklara sütü bedava veriyoruz. Hiç, onlar çok memnunlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Bakın, değerli arkadaşlar, bu Parlamento bir kanun kabul etti, adı Tarım Kanunu. 21’inci maddesi der ki: “Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde 1’inden az olamaz.” “Yüzde 1’inden az olamaz.” diyor, kanun bu. Bugüne kadar yüzde 1’i hiç yakalayamadılar; vermediler, çiftçiye vermediler. Ziraat odalarına diyorum ki: Tazminat davası açın, hakkınızı isteyin. “Biz korkuyoruz, yarın bizi kapatırlar.” diyor. Böyle bir rezalet olabilir mi arkadaşlar?

Şimdi, vatandaşın hâli çok güzel, çok mutlu vatandaş, gerçekten huzur içinde. Size rakamları vereyim, vatandaşın ne kadar huzur içinde olduğunu gidin, anlatın, ne olacak ya? Bu rakamları da sorun, doğru mudur yanlış mıdır, biz de devletin verilerini alıyoruz zaten.

Halkın bankalara borcu, 2002 kriz dönemi: Hani, diyorlardı ya “Gecelik faizler 1.500’lere çıkıyordu, biz geldik, kurtardık.” Aslında, kurtaran başkası da siz gelip hazıra kondunuz. 2002’de halkın bankalara borcu 6,5 milyar lira, bugün 382 milyar lira. Eski parayla 382 katrilyon lira bugün halkın bankalara borcu var. Bu mudur Allah aşkına başarı? Bir gidin, sorun “Ya, bu vatandaş nasıl bu perişan hâldedir?” diye, bir sorun bakalım. 57 kat arkadaşlar, 57 kat, 1 değil, 2 değil, 10 değil.

Takipteki borç tutarı, borçlanmış ama takip ediliyor, 2002’de -kriz dönemini veriyorum, övündüğünüz dönem- 278 milyon lira, eski parayla 278 trilyon lira takipte alacak var. Bugünü veriyorum: 16 milyar 800 milyon lira, eski parayla 16 katrilyon 800 trilyon lira takipte borç var. Bir sorsanıza bu Hükûmete, niye icra dairelerinin sayısını artırdılar? Bir de gittiler, icra dairesini törenle açtılar ya, ağrıma giden de bu. Ya, törenle icra dairesi açılır mı? Sen borç batağına sok, vatandaş takip edilsin. Bugün çoğu vatandaş kaçak, biliyor musunuz “Yakalanmayayım.” diye? Mahkûmiyeti çıkmış, hapishanelerde de yer yok. Evet, bir iktidar “Yeni hapishane yapıyorum.” diye övünebilir mi arkadaşlar? Ama, övündünüz.

Geçiyorum dosya sayısına. 2002’de 8 milyon 200 bin icrada dosya varmış, bugün 23 milyon 800 bin dosya var arkadaşlar, Türkiye’nin yarısı icralık, nüfusun yarısı icralık durumda. Bana inanmıyorsanız, gidin bir kahveye, “İcra dairesinde dosyası olan kaç kişi varsa el kaldırsın.” diye bir sorun, esnafa bir sorun. Bunların hepsini göreceksiniz. Sadece 2015 yılında, 1 milyon 250 bin vatandaş borcu nedeniyle kara listeye alınıyor arkadaşlar. Protestolu senet tutarını söyleyeyim: 2002’de, krizin en yoğun yaşandığı dönemde protestolu senet tutarı 800 milyon liraydı, bugün 10 milyar 100 milyon lira arkadaşlar. Ne diyorum? Bunlar Türkiye’yi yönetemezler. Bu kadro Türkiye’yi yönetemez, yönetme gücü ve erki yoktur. (CHP sıralarından alkışlar)

Sürekli erteliyorsunuz baskıları ve sürekli “CHP şöyle, CHP böyle…” Vatandaşın dikkatini… “Ya, gerçekten de bak, bu CHP olmasaydı bunların hiçbirisi olmazdı.” Ya, bunu yapan biz değiliz, bunu yapan sizsiniz, bu kadro. Ve sizden bu kadroya hesap sormanızı istiyorum. Yazık günah değil mi? Vatandaşa acıyorsanız, hesap sorun. Elinize fırsat geçmiş: Bütçe.

Bakın değerli arkadaşlar, “Faiz lobisi, faiz lobisi.” diye gene bu yürütme organında görev alan arkadaşlar çok sık kullanırlar. “Faiz lobisi darbe yapacaktı, faiz lobisi şöyle, faiz böyle.” 1980 ile 2002 arası, bakın, yirmi iki yılda bütçeden ödenen faizi veriyorum: 135 milyar lira, eski parayla 135 katrilyon lira. Geliyorum on dört yıla, beyefendilerin iktidarına geliyoruz: Bütçeden faize 135 milyar değil arkadaşlar, 649 milyar lira ödendi. Kim faiz lobisinin yandaşı? Bunlar, bunlar, evet bunlar. Faiz lobisinin yandaşı bunlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Daha garibini söyleyeyim, bakın, daha garibini, elinizi vicdanınıza koyun, daha garibini söylüyorum: Faizden vergi alınmasın diye, repo gelirlerinden vergi alınmasın diye bir kanun çıkardılar; 30/12/2004, kanunun numarasını da söyleyeyim, 5281 sayılı Kanun’la Gelir Vergisi Kanunu’na bir madde eklediler: “Faiz geliri elde edenlerden vergi alınmaz beş yıl süreyle.” Beş yıl doldu, bir daha kanunu getirdiler, aynı kanun. Onun da tarihi 2010, 6900 sayılı Kanun’la beş yıl daha uzattılar, vergi alınmaz faizden. Şimdi, 31/12/2015 tarihinden başlamak üzere ve süreyi beş yıl daha, 2020’ye kadar uzatmak üzere bir kanun daha getirdiler ve o da geçti.

Değerli arkadaşlarım, ya, ekmek yiyen, kuru ekmek yiyenden vergi alıyorsun, kefenden vergi alıyorsun ama diyorsun ki: “Faizci mi? Ben ondan vergi almam.” Evet, söyleyen bu kadro, onay veren de sizlersiniz arkadaşlar, o nedenle size söylüyorum, elinizi vicdanınıza koyarak karar verin. Böyle bir şey olamaz, yönetemiyorsunuz. Evet, yönetemiyorlar bunlar, yönetemezler Türkiye'yi. Kendisi sorun olan bir iktidar Türkiye'yi yönetemez, kendisi sorun olmaya başladı.

Bakın, enerjiden bahsettiniz, gayet güzel. Bana, dünyada sağlıklı işleyen bir ekonomide, bir ülke, bir başka ülkeye yüzde 55 oranında enerjide bağımlılığı olan bir ülke gösterin. Bunu eleştirdik, “Yapmayın.” dedik ya. Bir ülkeyi bir başka ülkeye yani Türkiye'yi Rusya’ya siz enerjide yüzde 55 oranında bağımlı hâle getirdiniz, yüzde 55 oranında. Yetmedi, övündüğünüz nükleer santrali de ona verdiniz. Bağımlılık oranı kaça çıkacak biliyor musunuz? 60, 70, 80’lere çıkacak.

Ya, arkadaşlar, ben hayret ediyorum. Bir hükûmetin, hadi bıraktık hükûmeti, onun kadrolarının “Ya, bu risk taşır, böyle bir şey olamaz, bir ülke bir başka ülkeye enerjide bu kadar bağımlı hâle gelemez.” demesi lazım. Biz söylüyoruz, biz kötü oluyoruz; “Vay, enerjiyi getireceğiz, bu CHP var ya CHP, bunlar engel oluyorlar.” E, şimdi diyor ki: “Doğal gazı keseceğim.” E, zamanında uyarmadık mı? Bir yönetici en az elli yıl sonrayı düşünmek zorundadır. Bunlar üç adım ötesini bile göremiyorlar. Neden? Sorun olmaya başladılar. (CHP sıralarından alkışlar)

Gelir dağılımından söz ettiniz, doğrudur. İşçiye parayı verdik, emekliye verdik, doğrudur. İyi ki bizim seçim bildirgesini aldınız, o da doğrudur. Oradan kopya ettiniz, o da doğrudur. (CHP sıralarından alkışlar) Asgari ücretliye zam verdiniz, o da doğrudur. Taşeron işçiye kadroyu da vereceksiniz. Takipçisi olacağız, taşeron işçiye kadroyu vereceksiniz. Göstergeleri bizim istediğimiz kadar artırmadınız, olsun, bir kârdır ama bakın, gelir dağılımından size örnek vereceğim.

Yıl 2002: Türkiye nüfusunun yüzde 1’i Türkiye’deki toplam servetin yüzde 34’üne sahip, 2002. Geliyorum bugüne: Türkiye nüfusunun yüzde 1’i toplam servetin yüzde 34’üne değil, yüzde 54’üne sahip. Kime hizmet ettiğinizi, bu faiz lobisinin nasıl kazandığını bu rakamlar gösteriyor işte. Tüyü bitmemiş yetimden vergi alacaksınız, trilyonları kazanan faizciye -kanun getireceksiniz- diyeceksiniz ki “Senden vergi almıyorum.”, sonra dönüp CHP’ye “Faiz lobisi bu hâle getirdi.” İnsanda biraz insaf olur ya, insaf olur!

Bakın, değerli arkadaşlarım, Türkiye şu anda orta gelir tuzağındadır, 10 bin doları aşamıyor, onun da altına düştü, orta gelir tuzağındadır, orta teknoloji tuzağındadır Türkiye. Katma değeri yüksek ürün üretemiyor. Hükûmetin araştırma geliştirme harcamalarına daha fazla kaynak ayırması en çok bizi mutlu eder, açık ve net söylüyorum. Biz gerekirse boğazımızdan keselim, araştırma geliştirmeye verelim. İnsan aklının özgürce düşünebileceği, sorgulayabileceği bir eğitim sistemini getirmek zorundayız. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, sadece orta gelir, orta teknoloji değil arkadaşlar, beşeri sermaye tuzağında şu anda Türkiye, beşeri sermaye tuzağında. İnsanlarımızın bütün değerleri altüst edildi, bütün değerleri. Bakın, İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde, 2015 yılında 3 sıra geriledik arkadaşlar, 3 sıra geriledik, 69’uncu sıradan 72’nci sıraya geriledik. Bu, benim rakamım değil, dünyanın okuduğu rakamlar. Kendi çocuklarını kendi siyasal emellerine kurban eden bunlardır arkadaşlar. Çocukların en iyi eğitimi almasını isteriz, üniversitelerin bilgi üretmesini isteriz. Bunları söylemek isterim.

Bakın, değerli arkadaşlarım, antidepresan ilaçların kullanımı kaça çıktı biliyor musunuz? Hiç merak ettiniz mi? 26 milyon kutuya çıktı arkadaşlar, 26 milyon kutu. Bir insan neden bu antidepresan ilaçları kullansın? 26 milyon kutuya çıkıyorsa bu sorun değil mi arkadaşlar? Hiç düşünmüyor musunuz ya, bu ülkeyi kim yönetiyor diye?

Uyuşturucu artışı… Uyuşturucuda yaş kaça düştü biliyor musunuz? 10’a düştü. Uyuşturucu kullanımındaki artış -devletin rakamları- yüzde 678.

Ne oluyor peki? Bunlar ülkeyi mi yönetiyorlar? Emin olun, bunların, bunlardan hiç haber bile yoktur.

Baktık ki Hükûmetten bir fayda yok, emin olun, biz kendi belediyelerimize talimat verdik ve AKP’li belediyelerin olduğu yerlere de uyuşturucuyla mücadele için kendi arkadaşlarımızı gönderiyoruz. Çocuklara yazık, günahtır ya! Kendi çocuklarımız…

Dinamitlenen bir barış var değerli arkadaşlarım. Son sekiz ayda 358 şehidimiz oldu. “Biz sorunu çözeceğiz.” dediler. Bu yöntemle bu sorun çözülmez dedik. “Siz bilmezsiniz.” dediler, eyvallah! “Biz çözeceğiz, bize engel olmayın.” Engel olmuyoruz, çözerseniz memnun oluruz size kredi açıyoruz dedik. “Sizin kredinize ihtiyacımız yok.” E olabilir. Siz çözün, vallahi, gelip tebrik edeceğim sizi. Kim bu ülkede kan akmasını ister? Hepimiz huzur içinde yaşamak isteriz.

Değerli arkadaşlarım, sadece içeride değil, dışarıda da bu Hükûmetin yapacağı hiçbir şey yoktur, yönetemez artık Türkiye’yi, yönetim gücünü ve erkini, iradesini kaybetmiştir, yok, geleceği düşünemez, geleceği projelendiremez.

Bakın, değerli arkadaşlarım, Suruç’tan tutun Reyhanlı’da, Cilvegözü’nde, Ankara Garı’nda, Ankara Kızılay’da bombalar patladı. Anayasa’nın bir 112’nci maddesi var, Bakanlar Kurulu o bölümde işlenir. Maddenin başlığı nedir, biliyor musunuz: “Görev ve siyasi sorumluluk.” Şimdi, görev var, güzel, tanımlanmış Başbakanlık Kanunu’nda da. Peki, siyasi sorumlu kim? Bu kadar insan öldü, masum insan öldü, bunun siyasi sorumlusu kim arkadaşlar? Kim bunun siyasi sorumlusu? Bir iktidar eğer siyasi sorumluluğu üstlenmiyorsa ben o iktidarın etik değerlerini yargılarım. Bakın, size çok tipik bir örnek vereceğim Japonya’dan, dört saat sular akmadı diye Japonya’da belediye başkanı istifa ediyor, diyor ki: “Suyun akmasından ben sorumluyum, kesildiyse istifa edeceğim.” Yüzlerce insan öldü, yüzlerce, bir Allah’ın kulu çıkıp, bir yürekli adam şu Kabineden çıkıp “Ya, lanet olsun! Ben istifa ediyorum.” demedi, diyemedi. Böyle bir Kabine mi olur arkadaşlar? (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, bu işin siyasi sorumlusu… Herhâlde Rize’deki vatandaşı aramayacağız, Kastamonu’daki vatandaşı aramayacağız, Maraş’taki Ökkeş’e demeyeceğiz “Gel arkadaş, bu işin siyasi sorumlusu sensin.” veya Kayseri’deki ademe. Kime söyleyeceğiz bunu? Ülkeyi yöneten bunun sorumluluğunu üstlenmezse sorumlu kim? Biliyorum, dönecekler CHP’ye, “CHP, sensin sorumlu!” Niçin? Niye biz sorumluyuz? İnsanda biraz vicdan olur, insanda biraz ahlak olur. Sorumluluk ve görev, ikisi atbaşı gider. Bir kişinin görevi varsa sorumluluğu da vardır. Görev ama sorumsuzluk, yönetimde böyle bir kural yoktur, dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur, en ilkel kabilelerde bile yoktur ama bizde vardır. Görev var, sorumlu yok arkadaşlar! Bunu anlamakta zorluk çekiyorum.

Terör örgütüne… “Çözemezsin.” dedik, “Çözeceğim.” dedi. Mahkemeler kurdular, mahkemeler, bunlar seyretti. Vergi daireleri kurdular, bunlar seyretti. Hendekler kazdılar, bunlar seyretti. Trafik kontrollerini yaptılar, televizyonlar verdi, yine bunlar seyretti. Askere alma daireleri kurdular, yine bunlar seyretti, hepsini seyrettiler.

Değerli arkadaşlar, 2014 yılında, Türk Silahlı Kuvvetleri 290 kez yazı yazıyor, diyor ki: “Falan yerde silahlı terör unsurları var, bana yetki verin.” 282’sinde diyorlar ki arkadaşlar: “Dokunmayacaksın.” Bunun adı nedir? Bunun adı Türkçede, ceza hukukunda “Terör örgütlerine yardım ve yataklık yapmak.” demektir, bunun adı budur. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Açın kanunları, bakın, bana inanmıyorsanız, orada göreceksiniz.

Değerli arkadaşlarım, sonunda şu noktaya geldiler: “Terör örgütü bizi kandırdı.” Yahu siz çocuk musunuz? Yeri geldiğinde “Bakanım.” diyorsunuz, kırmızı plakalı araçlara biniyorsunuz. Sizi onlar kandırdıysa, e siz, Allah aşkına bu ülkeyi nasıl yöneteceksiniz? Biz neden diyoruz siz ülkeyi yönetemezsiniz. Bu nedenle diyoruz, sizin yönetim erkiniz kaybolmuştur.

Ankara’da bomba patladı, yıldırım hızıyla faili buldular; “Bilmem ne, Suriye’deki bilmem ne.” bir kişi, ismini vermek istemiyorum. Arkadaşlar, onu hemen aldılar, “Falan terör örgütünün üyesi…” Güzel. Peki kardeşim, bu adam bilmem kaç bin kilometre yol katetti, en az 10 tane vilayete gitti, trafik cezası kesildi, 22 sefer telefonda konuştu. Yahu sen bu adamı niye yakalamadın madem terör örgütünün üyesiyse? Çünkü, terör örgütü üyesi olmak, eylem yapmanın dışında, tutuklanmayı gerektirir. Niye tutuklamadın? İsmi açıkladılar. Doğru ismi nereden öğrendik? Bir başka terör örgütünün yaptığı açıklamadan öğrendik, bir başka terör örgütünün yaptığı açıklamadan öğrendik.

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Aynı şahıs.

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Aynı şahıs.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Belki diyebilirsiniz ki: “Ne fark eder kardeşim, o da terörist, bu da terörist?” Ama bu açıklamayı Yalova Kaymakamı yapmıyor, bu açıklamayı herhangi bir vatandaş yapmıyor; bu açıklamayı bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı yapıyor. Dramatik olan oydu, dramatik olan oydu. (CHP sıralarından alkışlar)

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Aynı şahıs, aynı şahıs.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Bakın değerli arkadaşlarım, “Haberimiz yok…” Emniyet Genel Müdürlüğünün yazısı, çok açık ve net, örgütün adını veriyor, ismini veriyor örgütün; nerede eylem yapacaklarını da veriyor, nerede; “Şurada eylem yapacaklardır.” diyor; hiçbir önlem alınmıyor. Peki kim bu işin siyasi sorumlusu, kim? Şimdi “Bilmiyoruz.” derlerse elimizde kapı gibi belge var, mümkün değil, biliyorlar. Örgütün de ismi var, nerede eylem yapacakları da var. Yönetme gücünü ve erkini, iradesini kaybederse bir siyasal iktidar, ülkeye ancak ve ancak sorun, kan ve gözyaşı getirir. Aynısı buradan geliyor.

Değerli arkadaşlarım, Suriye: Durup dururken Suriye’yle kavga ettik, durup dururken. Durup dururken Mısır’la kavga ettik. Ya, Suriye’de bizim ne işimiz var? Niye Suriye’yle kavga ediyoruz? Hangi gerekçeyle Suriye’yle kavga ediyoruz? Efendim, Suriye’de insan hakkı ihlalleri varmış. Evet, doğrudur, insan hakkı ihlalleri bütün ülkelerin üzerinde durması gereken temel bir konudur ve evrensel bir haktır insan hakkı. İnsan hakkı ihlalleri nerede olursa oraya bizim şu veya bu şekilde karşı çıkmamız lazım. Güzel. Nasıl karşı çıkacağız? Almanya nasıl karşı çıkıyor, Fransa nasıl karşı çıkıyor, Amerika nasıl karşı çıkıyor? Biz de öyle karşı çıkacağız. Diyeceğiz ki “Kardeşim, insan hakkı ihlallerini düzelt. Bak bunlar var.” Silah gönderdik oraya. 50 sefer söyledim. “Ya, yangına benzinle gidilmez, silah gönderirseniz olmaz. Bakın orada Müslüman’ı Müslüman’a kırdırırsınız, yazık günahtır.” “Efendim, siz Baasçısınız.” Ya, ne Baas’ı kardeşim! Ben insanı düşünüyorum, o başka şeyleri düşünüyor. Bunlar yazık günahtır! Ne oldu, ne oldu sonunda? Emevi Camisi’nde bunlar namaz kılacaktı, birkaç haftalık ömrü kalmıştı. Tam camiye gidecekler, 2,5 milyon Suriyeli Türkiye’ye geldi. (CHP sıralarından alkışlar)

Ve bir ayıp daha: Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırdınız ya, Süleyman Şah Türbesini! Arkanıza bakmadan, Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırdınız. Bu mudur büyük devlet, bu mudur büyük devlet ya? Bir türbeyi koruyamayan devlet(!) Ne diyordu Sayın Davutoğlu? “Kimse Türkiye’nin gücünü test etmeye kalkmasın.” Eyvallah, güzel bir laf, kutlarım kendisini de ayrıca ama bu laftan sonra, Orta Doğu’daki kabile şeyhleri bile Türkiye’ye karşı söylem geliştirdiler. Kabile, kabile, kabile şeyhleri! Şimdi, buyurun bakalım, gidin, ne yapacaksınız? Türkiye’yi bu hâle kim soktu? Yazık günah değil mi?

Tuttunuz, bir de Mısır’la kavga ettiniz. Yahu, Mısır’la niye kavga ediyorsunuz? İktidara darbeci gelmiş. Eleştirirsin, biz de eleştirdik, yanlıştır dedik, darbe hiçbir zaman bir ülkeye yarar getirmez dedik. Haber gönderdim, 2 büyükelçimi gönderdim ben Mısır’a ve şunu söyledik: Eğer siz siyasi darbe sonunda siyasi idam yaparsanız çok yanlış yaparsınız. Türkiye’nin tarihine bakın, bu yanlışı göreceksiniz. Tuttular, El Ezher Üniversitesi Şeyhine küfrettiler, hakaret ettiler. Yahu, El Ezher Üniversitesi Şeyhiyle senin ne işin var, niye bunu yapıyorsun? Sonra pişman oldular “Biz, büyükelçi göndereceğiz.” dediler. E, şimdi onlar diyorlar ki: “Sizin büyükelçinizi istemiyoruz.”

En son, Bulgaristan’la kavgalıyız. Tuttular, gene bu “yürütme organı” dediğimiz zat, grup, efendim, Bulgaristan’daki Türklerin işine karışıyorlar, ayrı parti kuruyorlar. Yahu, size ne kardeşim? Orada duruyorlar. Türkiye kökenli, Türk kökenli Bulgar vatandaşı, kendileri partiyi kurmuşlar, çalışıyorlar. Yahu, niye oraya müdahale ediyorsunuz? Neden bölüyorsunuz oradaki insanları? Anlamak mümkün değil.

Şimdi de El Nusra’yı savunuyorlar. Evet. Değerli arkadaşlarım, olmaz bunlar, bunlar yanlıştır; Türkiye’nin itibar kaybetmesine yol açar.

Turizmcileri sormuyorum, zaten o felaket bir tablo.

Bakın, değerli arkadaşlar, neden yönetemiyorlar? Size tipik, gene bu beyefendilerin ağzından belli cümleleri okuyarak… Son Ankara saldırısından sonra… Bakın, saldırı oluyor, Sayın Davutoğlu’nun kullandığı cümle: “Patlama sesi duyduk, inceleyeceğiz.” E, başarıdır bu yani en azından patlama sesini duymuş Sayın Başbakan. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Veysel Eroğlu “Bir terör örgütü gerçekleştirdi diye bir duyum var.” diyor. İyi yani demek ki duymuş o da, bir terör örgütü gerçekleştirdi.

İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala, o da ne yapacak, Twitter üzerinden mesajı atıyor: “Bu akşam Ankara’da yaşanan terör saldırısını şiddetle kınıyorum.” Günaydın Beyefendi! (CHP sıralarından alkışlar) “Bu, ülkemize karşı yapılan bir saldırıdır.” Biz de Küba’ya yapılmış sanıyorduk! Elbette Türkiye’ye karşı yapılmış yahu. Ankara’da bomba patlamış, 29 kişi hayatını kaybetmiş, İçişleri Bakanının terörle mücadele konusundaki tek işi ve ilk işi, Twitter’dan mesaj atmak. Ne diyorum? Bunlar Türkiye’yi yönetemezler, yönetme gücü ve iradesini kaybetmişlerdir.

Sayın Numan Kurtulmuş, Hükûmet Sözcüsü, hemen arkasından konuşma yapıyor: “Bu bombayı patlatanlar, orada bu akşam vefat eden, şehit olan kardeşlerimizi tesadüfen seçtiler.” Yahu kardeşim, şu Emniyetin yazısına baksan tesadüf olmadığını, oraya bilinçli olarak adamların gönderildiği, servis araçlarının bulunduğu yerlere gönderildiğini okuyacaktın. Sen, daha senin bürokratlarının hazırladığı yazıyı bile bilmiyorsun. Bilmiyorsan bari, televizyona çıkıp böyle bir konuşma yapma.

Bütün bunlardan sonra, gerek Sayın Cumhurbaşkanı gerek Sayın Davutoğlu diyor ki: “Türkiye, bu güzel ülke en güvenli ülkedir.” Güzel. Tabii, biz de en güvenli ülke olmasını gönülden arzu ederiz.

Değerli arkadaşlarım, bir hükûmetin lideri yani sayın başbakanı eğer bir şey söylediyse sözünün arkasında sadece o değil, bakanları da durur, ben böyle bilirim; bir söz vermiştir, kendisi ve bakanları verdikleri sözü tutarlar. Tarih vereceğim size: 15 Eylül 2014, Bakanlar Kurulu yapılıyor, Bakanlar Kurulundan sonra Hükûmet sözcüsü çıkıyor televizyonların önüne, açıklama yapıyor: “Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun verdiği talimat kapsamında, ‘torba kanun’ olarak nitelendirilen çok maddeli yasaları artık Meclise getirmeyeceğiz.” diyor. Sayın Davutoğlu talimat vermiş, “Artık, bundan sonra, çok maddeli, birden fazla kanunu içeren torba kanunu Meclise getirmeyeceğiz, talimatına uyacağız.” diyor.

Değerli arkadaşlarım, Parlamentoda 1 Kasım sonrası, açıldıktan düne kadar, 23 yasa tasarısı kabul edildi, 23. Bunun 17’si uluslararası sözleşme, 6’sı da torba kanun arkadaşlar, 6’sı da torba kanun. “Getirmeyeceğiz.” diyor, “Getirmeyeceğiz. Sayın Davutoğlu talimat verdi.” diyor. Getiriyorlar, “Davutoğlu da kim oluyor, biz istediğimizi yaparız.” diyorlar. Bu doğru değil arkadaşlar, bu doğru değil. Ben, bunu kabul etmiyorum, doğru değil. Ayrıca, yasama organını bir kanun fabrikası olarak düşünmek de doğru değildir. Burası bir kanun fabrikası değildir. Her olay için kanun çıkmaz buradan. Burası yasama organıdır, Türkiye'nin en önemli merkezidir burası ve burada bütün yasalar, bütün ayrıntılarıyla tartışılır. Sayın Davutoğlu böyle bir talimat vermişse her bakan o talimatın arkasında durmak zorundadır.

Bakın, sadece bu olay yok arkadaşlar. Ben, “Yönetme erkini kaybetmiş.” derken onun için diyorum. Davulu boynunuza asıp tokmağı başkasına verirseniz ülkeyi yönetemezsiniz arkadaşlar, işin gerçeği budur. Söyleyeceksiniz, sözünüzün arkasında duracaksınız, “Evet, bundan sonra torba kanun ucubesi olmayacak, her kanunu getireceğiz.” diyeceksiniz,

Daha garip bir şey söyleyeyim değerli arkadaşlar: Temel kanun nedir? Temel kanun, Türk Ticaret Kanunu’dur, Medeni Kanun’dur, Borçlar Kanunu’dur, Ceza Kanunu’dur, temel kanun bunlardır. Bu kanunlar 300-400-500-1.000-1.000 küsur maddeden oluşan kanunlardır ve bu kanunlarda değişiklik yapılırken veya bu kanunlar tümüyle elden geçirilirken temel kanun olarak gelir.

Bakın, bu Parlamento saygınlığını en çok nerede kazanmıştır biliyor musunuz? O bin küsur maddelik yasaları oy birliğiyle geçirmiştir Parlamentoda ve temel kanun mantığı içinde geçirmiştir.

Şimdi, size, son temel kanun ucubesinden bir örnek vereceğim: Hem torba kanun hem temel kanun, tamamı kaç madde biliyor musunuz? 12 madde, 12 madde! Hadi 12 maddelik torba yaptık, anladık, ya, 12 maddenin temeli mi olur, temel kanun mu olur? Bu, resmen Parlamentoyla dalga geçmek demektir. “Parlamentonun iradesini kabul etmiyorum.” demektir. Arkadaşlar teklif yaptılar, dediler ki: “12 madde ya! 12 madde üzerinde oturalım, yine aynı sürede görüşelim ama ‘temel kanun’ demeyin buna ya! Ayıptır artık bu!” “Hayır, biz bildiğimizi okuyacağız.” dediler. “Bildiğimizi okuyacağız.” demek, “Sayın Davutoğlu ne derse desin, biz bildiğimizi okuyacağız.” demektir, “Çünkü, biz talimatı Sayın Davutoğlu’ndan değil, talimatı başka bir organdan alıyoruz.” demektir. Bu nedir arkadaşlar, biliyor musunuz? Bu, aynı zamanda devlette liyakat sisteminin çökmesi demektir. Bir devleti devlet yapan liyakat sistemidir. Liyakat sistemi olmazsa o devlet ayakta durmaz, istişare olmazsa, danışma olmazsa o devlet ayakta durmaz. Açın, Yusuf Has Hacib’i kitaplarından başlayın, göreceksiniz, hepsinde vardır, liyakat sistemi vardır. Bakın, devlette şube müdürü olmak için belli bir süre çalışmanız ve dört yıllık üniversite mezunu olmanız gerekiyor. Neden? Devlette liyakat sistemi korunsun diye, işin uzmanları konuşsun diye, siyasetçi bir talimat verirse o talimatı bütün seçenekleriyle, en doğru şekilde siyasetin önüne koysun diye. Liyakat sistemini sıfırladı, bu Hükûmet liyakat sistemini sıfırladı, yok liyakat sistemi. Eğer bir bürokrat bakanını, müsteşarını, Başbakanını aşıp başka bir organa bilgi veriyorsa orada liyakat sistemi yoktur arkadaşlar, orada çok başlılık vardır. (CHP sıralarından alkışlar)

Suriye uçağı düşürüldü, ilk açıklamayı kim yaptı, ilk açıklamayı? Gazeteciler sordular, dedim ki: “Sayın Başbakanı bekliyoruz.” Sayın Cumhurbaşkanı yaptı ilk açıklamayı “Rus uçağını vurduk.” dedi. Çünkü, “Olur ya, Sayın Davutoğlu ya erken açıklarsa ne olur, ben ikinci plana mı düşerim?” Böyle bir devlet anlayışı olur mu? On dakika sonra, bakın, on dakika sonra, aynı saray ikinci bir açıklama yaptı, “Biz ‘Rus uçağı vurduk.’ dedik ama henüz kimliğini tam tespit edemedik.” Olur mu arkadaşlar bu? Devlet ciddiyetiyle bağdaşır mı? Liyakat sistemi çok önemlidir, devlette liyakat sistemini çökertirseniz devleti çökertirsiniz. O nedenle diyorum “Bu kadrolar Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetemezler.”

Değerli arkadaşlarım, şimdi, dünya bizi nasıl görüyor? Sizler Türkiye’yi çok iyi görebilirsiniz, bu Hükûmete de önceki Hükûmete de olağanüstü avantajlar sağladınız, öve öve yere göğe bırakmadınız. Peki, dünya bizi nasıl görüyor? Basın özgürlüğü açısından: Dün 2 gazetecimiz serbest bırakıldı, 2 gazeteci de yarı açık cezaevine geldikleri için, onlarla beraber olduğumuz için son derece mutluyum. (CHP sıralarından alkışlar) İnşallah, hiçbir gazeteci içeride kalmaz.

Bakın, değerli arkadaşlar, en sert eleştirilen genel başkanlardan birisiyim, hakaret olmadığı sürece hiç ama hiçbir gazeteciye bir şey söylemedim çünkü onun kamu adına bizleri eleştirme hakkı vardır, medya 4’üncü güçtür çünkü. Medya kamu adına görev yapar, birileri adına değil. Bizim havuz medyasını eleştirmemizin nedeni, bir iktidara koşulsuz biat etmeleridir. Oturup yeri zamanı geldiğinde eleştirmeliler. Bir iktidar sürekli övgü alırsa yanlışa sapar eğer sağlıklı ve tutarlı eleştiriler alırsa doğru yolu bulur. Oturup bakması lazım, “Ya, biz bir yerde bir hata yapıyoruz, bir yanlış yapıyoruz.” demesi lazım.

Bakın, değerli arkadaşlar, basın özgürlüğü açısından 2002’de 99’uncu sıradayız, 2015’te 149’uncu sıradayız. Dünya bizi böyle görüyor, basın özgürlüğünün olmadığı ülke olarak görüyor.

Cinsiyet eşitliği bakımından -diyoruz ya, kadın erkek eşittir, kadınların da hakları vardır vesaire- 145 ülke arasında 2006’da 105’inci sıradayız, 2015’te 130’uncu sıraya geriledik.

Kadın cinayetleri bu kadar fazla niye artar arkadaşlar? Kadına yönelik şiddet niye yüzde 1.400 arttı? Hiç soruyor muyuz acaba kendimize? Hiç araştırıyor muyuz acaba bunları? Angola, Nijerya, Zambiya bizden önde kadın erkek eşitliğinde.

Küresel kölelik endeksinde 167 ülke arasında 105’inci sıradayız değerli arkadaşlarım.

Demokrasi endeksi: 162 ülke arasında 97’nci sıradayız, zaten bize “hibrit demokrasi” diyorlar. Sağlıklı işleyen bir demokrasimiz yok. Uganda, Kenya, Tanzanya bizim önümüzde demokrasi standartları açısından.

İnsani gelişmişlik endeksi: 2015’te 3 sıra geriledik, 69’uncu sıradan 72’nci sıraya düştük.

Tasarruf oranı bakımından… Bakın, bu çok önemli; bir ülkenin tasarruf oranı yüksekse o ülkede yatırım yapılabilir ve kaynağı var demektir. Tasarruf oranı bakımından 2000 yılında 81’inci sıradaydık, bugün 2013’te -2013 rakamı OECD’nin- 105’inci sıradayız değerli arkadaşlarım.

Manzara bu. Bu manzara içinde biz görevimizi yapmaya çalışıyoruz. Eksiğimiz olabilir, bakın, Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı olarak söylüyorum, eksiğimiz olabilir, yanlışımız da olabilir ama iyi şeylerin hep yanında olduk, iyi şeylerin, doğru şeylerin hep yanında olduk ama ne zaman ki yanlış oldu, yanlışa karşı durduk, yanlışa karşı durduk.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) – Hiç iyi bir şey yok mu?

BAŞKAN – Sayın Genel Başkan, iki dakika içinde bilmem toparlayabilecek misiniz.

Lütfen buyurun.

AHMET HALUK KOÇ (Ankara) – O bilir ne kadar konuşacağını! Bir partinin lideri o!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu arada, ülkenin birliği ve dirliği açısından bir parantez açmak istiyorum değerli arkadaşlarım, ülkenin birliği ve dirliği açısından. Bütün siyasi partilerin teröre karşı açık ve net, “ama”sız, “fakat”sız ve “lakin”siz, teröre karşı açık ve net tavır takınmaları lazım. Terör bir insanlık suçudur, Türkiye'nin belasıdır. Bir bela yetmedi ikinci belayı da bunlar getirdiler, IŞİD terörü de geldi. 70 ilden, bakın, altını çiziyorum, 70 ilden IŞİD’e eleman devşiriliyor, 70 ilden. Hükûmetin aklını başına alması lazım. Burası Vahabi zihniyetinin at koşturacağı bir alan değildir, İhvan anlayışının at koşturacağı bir alan değildir. Anadolu Müslümanlığı bizim neyimize yetmiyor, neyimize yetmiyor, neyimize yetmiyor? (CHP sıralarından alkışlar)

Kendi ülkemizde huzur içinde yaşamak istiyoruz ve “Açık ve net tavır koyalım.” derken hiçbir milletvekilinin bir teröristin taziye evine veya çadırına gitmesini de asla kabul etmiyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Tarihî bir görev olarak ben bunu söylemek zorundayım. Hepimiz ülkemiz için çalışacağız. Elbette birbirimizi eleştirebiliriz ama sonuçta hepimiz aynı gemideyiz ve bu geminin hızlı yürümesi lazım, beraber çalışmamız lazım, bir şeyler yapılması lazım ama bu Hükûmetle mi? Bunlardan umudunuzu kesin.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim, söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili ve İzmir Milletvekili Sayın Oktay Vural’da. (MHP sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun İdris Bey.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Söz talebim vardı düzeltmek için.

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Çok değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi yüce Meclisle paylaşmak için huzurlarınızdayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama, bundan yirmi dört yıl önce Hocalı’da Rus ve Ermeni silahlı kuvvetleri tarafından vahşice katledilmiş 613 Azerbaycan Türkü’nü anarak başlamak istiyorum. Maalesef, bugün aynı zamanda Rusya’nın Kırım’ı işgalinin 2’nci yılıdır ve bugün ne hazindir ki Hocalı’da yaşanan katliamın benzerini hem Azerbaycan’da hem Kırım’da gerçekleştirenler, aynı zamanda Türkmenlere karşı da yaşatmaktadır. Hocalı nasıl ki millî şuurumuzda büyük bir acıysa bugün Türkmen Dağı’nda da aynı acıyı yaşamaktayız. Allah, Hocalı ve Türkmen Dağı şehitlerimize rahmet eylesin. Azerbaycan’a, Türkmen Dağı’na ve Kırım’a selam olsun: Bir kere yükselen bayrak bir daha inmez!

Bu görüşmeleri Türkiye’ye dönük içeriden ve dışarıdan ağır tehditlerin olduğu, şehit vermediğimiz bir günümüzün bile olmadığı bir ortamda gerçekleştiriyoruz. Bu vesileyle, terör saldırılarında hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza, aziz şehitlerimize Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum. Umarım, bu görüşmeler aziz milletimizin huzur ve mutluluğu için hayırlara vesile olur, paylaşılan fikirler doğruyu ve daha iyiyi bulma yolunda Hükûmete ışık tutar; temennim budur.

Bütçe görüşmeleri yalnızca iktisadi tartışma zeminleri değildir. Hedef insandır, toplumdur; amaç dirliktir, düzenliktir, güvenliktir, mutluluktur, iştir, aştır; kaygısız bir hayat, müreffeh bir yaşantı, daha iyi bir gelecektir. Bunlara hizmet etmeyen veya etmekten uzak kalan bütçelerin halkın yararına olduğunu söylemek mümkün değildir. O hâlde, gelecek yılın bütçesini konuşurken geçen yılların bütçelerinin ülkemize getirdiklerine ve ülkemizin rekabet gücüne kattıklarına bakmak lazımdır. Zira, dünya, milletler mücadelesinin sahnesidir. Bu mücadelede zafere ulaşabilmek için her bakımdan kuvvetli bir millet olmak lazımdır; sosyal, siyasi ve ekonomik yapısını millî şartlara uydurmak zorunluluğu vardır. Bu itibarla, uluslararası rekabet gücünü hedeflemeyen bir politik ekonominin bu mücadelede başarılı olması mümkün değildir.

Millî refah üretilir, miras kalmaz. Küresel rekabetin artan dünyasında milletler daha önemli hâle gelmiştir. Millî değerler, millî kültür, millî ekonomik kurumlar, millî yapılar, millî tarih, bunların hepsi rekabetçi başarıya katkı sağlamaktadır. Bu bakımdan, mesele sadece dün ile bugün arasında ve yalnızca Türkiye ekseninde bir durum tespiti olmamalıdır. Dünya milletler ligindeki konumumuzu ele almak, dünyayla kıyaslamak lazımdır: El nerede, biz neredeyiz?

“Geliştik, kalkındık.” nutukları Hükûmetten en çok duyduğumuz sözdür ama Türkiye insani gelişmişlik sıralamasında dünyadaki 188 ülke arasında 72’ncidir.

“Müteşebbisi dünyaya açtık, her yerde varız.” sözleri için baktığımızda, Küresel Rekabet Endeksi’nde 140 ülke arasında 51’inciyiz.

Her yıl oyuncak gibi oynanan eğitim sisteminin kalitesi sıralamasında ise 80 ila 90 arasında gidip geliyoruz.

Bu, kâfi gelmediyse Hükûmetin o çok sevdiği demokrasi ve millî irade değerlerine bakalım. Türkiye, demokrasi ekseninde Nikaragua ve Uganda’nın gerisinde, 97’nci sırada.

Hani Hükûmetimiz yoksulun yanında, haramzadenin karşısındaydı ya, öyle deniyordu; o hâlde Dünya Yolsuzluk Endeksi’ne bir bakalım, öyle mi. Bunda ayakkabı kutuları ile vakıf haraçları dikkate alınmış olmalı: 168 ülke içinde 66’ncı sıraya düşmüşüz. Demek ki neymiş? Devlet malı denizmiş.

Hukuk skandalları hepimizin malumu. Bir mahkûm, bir serbest; bir tutuklu, bir tahliye. Hepimiz makul şüpheli; çarkı hukuk düzeni. Yargı bağımsızlığına yönelik istatistik tam da bunu gösteriyor, dünyada ilk 100’ün gerisine düşmüşüz. Hukukun üstünlüğü endeksinde yerimiz 102 ülke arasında 80’inci; basın özgürlüğü endeksinde 197 ülke arasında 134’üncü yani “özgür değil” kategorisine düşmüşüz, Zimbabve ve Zambiya’dan bile gerideyiz. Demek ki ülkemizde hukuktan daha üstün olan başka şeyler de var. Bu rakamların ortaya koyduğu gerçek on dört yılda AKP’nin ülkemizi getirdiği gerçeklerdir.

Bu rakamlar arasında insanımızın mutlu olduğunu söylemek zordur. Zaten dünya mutluluk liginde Türkiye 158 ülkeden 78’inci sırayı almıştır.

Bu rakamları sıralayınca iktidar partisi vekilleri “Bizi bütün dünyayla mukayese etme, daha dar ölçekte yorumla diyebilirler.” OECD’nin 36 ülkesindeki durumumuza bakalım: Eğitimde 34’üncüyüz, gelir dağılımında 35’inciyiz, bir iş bulma ve barınmada 36’ncıyız yani sonuncuyuz, sağlık hizmetlerinde 30’uncuyuz, güvenlikte 28’inci, çevre korunmasında 32’nciyiz; 36 ülke içinde servetin en adaletsiz paylaşıldığı 33’üncü ülkeyiz, bizden kötü olanlar Meksika ve Şili.

AKP döneminde gelir dağılımında ilk yüzde 20’lik dilim ile son yüzde 20’lik dilim arasındaki fark 7,7 kata çıkmıştır. 2014 yılında kullanılabilir gelirin yüzde 31’ini en zengin yüzde 10’luk kesim alırken en yoksul yüzde 10’luk kesimin aldığı pay sadece 2,3’tür. Toplanan servet içinde nüfusun yüzde 90’ının payı yüzde 22,3’e gerilerken nüfusun yüzde 1’inin payı yüzde 54,3’e yükselmiştir. İşte, Adalet ve Kalkınma Partisinin adaleti de, kalkınması da bunu gösteriyor. Yoksul daha yoksullaşmış ve on üç yılın sonunda da daha küçük bir azınlığın elinde servet toplanmıştır. Aslında, Sayın Maliye Bakanı ekonominin gidişatından memnun olmadığını Financial Times’a açıklamıştır.

Değerli milletvekilleri, bugün 14’üncüsünü görüştüğümüz bütçeyle 2016 yılına Sayın Davutoğlu’nun 3’üncü, partisinin 7’nci Hükûmetiyle girmiş oluyoruz. Tabii, bir bütçe yılı içerisinde bütün sorunları çözmenin insafla bağdaşmayacağı düşüncesindeyim ama 2002 yılından bu yana on dört yıldır iş başında olan bir partinin bir Hükûmetinin yapamadıklarını mazur görmemizi sağlayacak mazereti yok, yapacaklarını da gözü kapalı benimsememize yönelik dayatmaları olmayacaktır. Bugün bu Hükûmetin vadettiği her şey, neyi “Yapacağım.”, “Yaparım.” veya “Yaparız.” diyorlarsa geride, on dört yılda önceki Başbakanın yapamamış olduklarının itirafı demektir. “Hizmette devamlılık vardır.”, “Çıraklıktı, kalfalıktı, ustalıktı.” diyerek gerekçe uydurmak bu gerçeği değiştirmeye yetmeyecektir. Burada Hükûmetin sözcüleri elbette neler yapacaklarını anlatmışlardır, yapacaklarını da anlatacaklardır ama bugüne kadar yaptıklarına bakarsak şu anlaşılıyor ki: Esenlik ve güvenlik sağlanamayacaktır, teröristin hakkından gelinemeyecektir, şehitler üzerinden canilerle pazarlıklar devam edecektir, onurlu dış politika yine oluşturulamayacaktır, vatandaşın karnı yine doymayacak, ucuzluk yine gelmeyecektir; sınav sahtekârlıkları devam edecek, namuslu bir yönetim yine görülmeyecektir; dış politikada ise yine ardı ardına iflaslar yaşanacaktır, yüz yüze gelindiğinde mütebessim çehrelere boyun eğilecek ama arkalarından “Ey Avrupa!” “Ey Rusya!” “Ey Amerika!” diye dizler dövülecektir. Liste bitmez, daha yüzlercesini size sıralayabilirim.

2015 yılı, tıpkı 2014 gibi Sayın Davutoğlu’nun Başbakanlığıyla geride kaldı. 2014’ün öncesi de 2002’ye kadar AKP’nin güdümünde. Bu dönemin gelin karanlık sayfalarını hatırlayalım hep beraber:

Türkiye'nin her yanında birbiri ardına patlayan canlı bombalarla hayatını kaybeden masum insanlar.

Canlı bomba faillerini patladıktan sonra yakalayabileceklerini söyleyen yöneticiler.

Teröristle müzakere etmenin mukadder neticesi olarak ölümlerin, yıkımların tırmandığı yangın yerine dönmüş Türkiye gerçeği.

Eline geçirdiği kanlı pazarlık fırsatını müzakerede kullanmak için yeniden saldırıya geçen PKK’nın neden olduğu şehit ve yaralı haberleri.

“Kucaklarız.” diyerek davet edip ondan sonra ortada bırakılan, insan tacirlerinin eline düşerek denizlerde boğulan sığınmacılar ve masum çocukları.

Hayatın her alanında yaşanan zamlar, sıkıntılar, yokluklar, yoksulluklar, pahalılık, çığ gibi büyüyen ekonomik ve sosyal sorunlar.

Türkiye’nin geleceği üzerine bir dargın, bir barışık filmini oynayan, bölücülerle “terörist” dedin, demedin üzerine yapılan ağız dalaşları.

Dün ömür boyu mahkûmiyetle tutuklananların bugün salındığı, onları yargılayanların ise tutuklandığı, emsali olmayan bir adalet garabeti.

Her gün şaibeli bir sınavın ortaya çıktığı, en aşağılık suçların işlendiği, kadınlara yönelik şiddetin arttığı toplumsal çözülme.

Ayakkabı kutularında, evdeki kasalarda çıkan haram paraların suçüstü yapılan sahiplerini yüce Meclis çatısında aklama arayışları.

Kendi halkını aşağılayan, seçmenini suçlayan, vatandaşın fikirlerini mahkemelere veren hoşgörüsüzlüğün kök saldığı kutuplaşma.

Kendisinde güç vehmedip komşu ülkelerdeki kargaşalara bulaşarak düştüğü batakta sağdan soldan destek arayan acziyetin çırpınışları.

Bizi var eden, millet ve devlet hayatımızın direnç ve emniyet mekanizmalarının, devamımızı sağlayan hukuki ve sosyolojik koruma kalkanlarının teröristlerle pazarlıktan çıkan sonuçlara göre yıkılmaya çalışılması.

Belki de en önemlisi, bin yıllık aziz vatan topraklarındaki varlığımızın jeopolitik teminatı olan millî kimlik, millî varlık ve millî güvenlik dinamiklerinin yerlerinden oynatılmış olması.

Geriye dönüp baktığımızda, bunlardan başka yapacağımız bir tespit yoktur. Şimdi, içinizden bazılarının “Biz bu kadar kötüysek, kötü de yönetmişsek bunca yıldır hükûmet olmayı nasıl sürdürüyoruz?” dediklerini duyar gibi oluyorum. Bunun cevabını ise milletimizin gerçekleri görmemesi için oluşturduğunuz algı operasyonlarında, elinizdeki medya gücünün karalama kampanyalarında, menfaat odaklarıyla yaptığınız iş birliklerinde, kendinizi kurtarmak adına sınır tanımaz istismar yeteneğinizde, her gün yeni bir çehreyle verdiğiniz görüntü ve ikircikli siyasi meşrebinizde, çıkarlarınıza eklemlediğiniz küresel kampanyaların tesirinde aramak gerekiyor.

Sayın milletvekilleri, bugün Türkiye’nin önünde aşılması gereken 4 temel sorun alanı vardır: Bölücülükle ve terörle mücadele, küresel girdaptan çıkış yolu arama, toplumsal barış ve kucaklaşmayı sağlama, ekonomik darboğaz olan orta gelir tuzağından kurtulma ve uluslararası rekabet gücü kazanma. Bunların aşılması için ihtiyaç olan ilk şey, ahlaklı ve akıllı bir millî idaredir. Bugün, Türkiye, geçen günlerde Sayın Gül’ün itiraf ettiği gibi tarihinin en zorlu günlerini yaşamaktadır. Cumhurbaşkanı ve Başbakan da Türkiye'nin bir beka sorunuyla karşı karşıya olduğunu tekrarlamıştır. Yani, ülkemiz ve milletimiz bir var oluş, yok oluş mücadelesiyle yüz yüzedir. Bunları söyleyenler yabancı bir ülkenin diplomat ve devlet adamları değildir, her 3’ü de on dört yıldır AKP’nin siyasetinde başrol oynamış, Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış veya yapmakta olan isimlerdir. Bunlara inanmak zorundayız. Biz, bu Hükûmetin yıkıcı tasavvurlarını bir beka meselesi olarak eleştirirken onların da bizlerle aynı tehlikeyi görmüş olmasını önemseriz. Demek ki bu uyarıları kendileri için yaparken iddia ettikleri gibi paranoya içinde değilmişiz. 5 Eylül 2012’de “1 metrekarede bile kontrolü kaybetmiş değiliz.” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 Şubatta yaptığı bir konuşmada şehitlerimizin acı kaybını gerekçelendirmek için son derece talihsiz ve ürkütücü bir söz sarf etmiş, şehitlerin bu toprakları yeniden vatan yapmak için verildiğini açıklamıştır.

Sayın Başbakana sorumuz şudur: PKK terörüyle mücadele eden bu topraklarımızı siz de Cumhurbaşkanı gibi yeniden kazanılması gereken, kaybedilmiş topraklar olarak mı görüyorsunuz? Kanlı örgütün atılması için verilen mücadelenin zemin bulduğu memleket köşelerinde gerideki bin yılda verdiğimiz şehitlerin vatanlaştırdığı bu kutlu beldeler ne zaman vatan olmaktan çıktı ki bugün verdiğimiz şehitler yenilemiş olsun? Bugün bir beka ve yeniden vatanlaşma sorunuyla karşı karşıya isek bu ülkenin geleceğine dönük bu derece ciddi tehditlere maruz bırakanlar bu kişiler değil midir? Düne kadar “bölgesinde sözü geçen ülke” denilerek övünülen Türkiye’den, şimdi beka seviyesinde tehlikelerle kuşatılmış olduğu söylenen Türkiye’ye nasıl ve kimlerin sapmalarıyla girildiğini sorgulamayalım mı?

Değerli milletvekilleri, bu zorlu sürecin mutlaka dış aktörleri vardır ve bunlar, öteden beri devletimiz ve milletimiz üzerinde emeller beslemektedir. Bu nedenle, Orta Doğu’yu iç savaşa ve yıkıma götüren ve ülkemizdeki terörü azdıran sebeplerin idare merkezlerini başka ülkelerde elbette arayalım ama onların bizim hakkımızda kötü düşünmeleri tek başına bir anlam ifade etmez, bu her devirde olagelmiştir, olmaya devam edecektir. Asıl sormamız gereken sorular şunlar olmalıdır: Bu tarihî emeller hangi boşluktan yararlanarak neden şimdi karşımıza çıkmıştır? Bu odaklar kendilerini harekete geçiren fırsatları nereden ele geçirmişlerdir? Bu emellerin uyanmasına neden olan stratejik zafiyet kimlerin yanlışıyla ortaya çıkmıştır? Türk milletinin varlığına yönelik saklı duran tarihî emelleri yattığı yerden dürte dürte uyandıran hangi zihniyetin temsilcileridir? Oyun kurucu olacağım derken bırakınız yedek oturmayı sahaya bile giremeyip top toplayıcı hâline gelenler kimlerdir ve bu tuzağa nasıl düşmüşlerdir? Eğer bir akıl ve vicdan tutulması yaşanmıyorsa bütün bu soruların işaret ettiği fail, AKP hükûmetleri ve yönetici kadrolarıdır. On beş yıllık küresel gelişmeleri doğru okursanız Türkiye bu iktidarla beraber zaten büyük bir oyunun içindedir. 1920’lerde Türklüğün direnişiyle yarım kalan bu tarihî projenin doksan yıl sonra zemin ve hayat bulması için oluşan denklemde 7 şey gerçekleşmeliydi.

İlki: Irak’ın çözülmesi ve takatsiz kalması.

İkincisi: Suriye’nin yıkılması ve dağılması.

Üçüncüsü: Orta Doğu’daki Kürt kartının kullanılması.

Dördüncüsü: Türkiye’ye yönelik güvenlik ve terör tehdidinin oluşturulması.

Beşincisi: AKP’nin bu küresel projede muharrik olarak kullanılması.

Altıncısı: Türkiye'nin millî kimlik, güvenlik ve ülke şuurunun tahrip edilmesi.

Yedincisi: Emperyalist mihrakların barış adına müdahalede katalizör olması.

Bunların tamamı bugün gerçekleşmiştir. Bugün AKP Hükûmeti, yalnız yaptıklarıyla değil yapmadıklarıyla da sürecin ilerlemesinde küresel güçler için en nadide parçadır. Bu itibarla, AKP’nin bugün içine düştüğü bataktan kurtulmak adına kendisine kalkan olarak Sevr hayallerini, Şark meselesini, dış güçleri, yabancı mihrakları seçmiş olması, biri HDP olan iki aktörlü senaryonun başaktörü, esas oğlan olduğu gerçeğini örtemeyecektir. Bu nedenle, ülkemizdeki çözüm sürecini, PKK’yla müzakereyi, Suriye’deki gelişmeleri, Irak’ın durumunu kapsayan iç ve dış politikaları oluşturan zihniyeti bir büyük senaryonun çok parçalı yapısı içerisinde yorumlamak gerekir.

Elbette en önemli tehlike bölücülük ve bölücü terördür. Unutulmasın ki PKK ve siyasi uzantıları, kökü ve kumandası dışarıda emperyalist projelerin iş birlikçileridir, taşeronlarıdır. Hükûmetin gerideki yıllarda bölücülüğü hukuken tescillenmiş odaklarla yakından muhabbeti, birbirleriyle yarış içinde olmaları bilinmeyen bir şey değildir. AKP ve HDP’nin İmralı canisinin yıkım listesini müzakere ederek Dolmabahçe Sarayı’nı kullandıkları ve devlet ile milletin birlik ve bütünlüğüne kasteden bir manifesto yayımladıkları da hepinizin malumudur. Şimdi, dün kucaklaştıkları bu dostlarının bugün bir teröristin cenazesini ziyaret ettiği ortaya çıkmış olduğu için dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istiyor olmalarından mutluluk duyarız. Silahlı teröristlerle mücadele ederken politik terörist ve yapılarla hukukun kudretini göstererek de mücadele etmek gerekir. Yüce Mecliste böyle bir zihniyetin ve yapının yeri olamaz. Cumhurbaşkanının bu çıkışı ümit ederiz ki bilinen, ikircikli tavrının yeni bir örneği değildir. Peki, AKP kadrolarının 40 bin kişinin katili olmuş mahkûm bir teröristbaşının dirisine yaptıkları hürmeti ve hücresinde gösterdikleri muhabbeti, teröristleri devlet töreniyle karşılamalarını nasıl cezalandırmak gerekecektir? (MHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, AKP kadrolarının PKK ve bölücü terör ve bölücülüğe yaklaşımını esastan tanzim eden ana parametreler bu zihniyetin kurtulamadığı ön yargılarıdır. Bu kadrolar cumhuriyeti kurulduğu yıldan bu yana antitezleri gibi algılamışlar, Türk merkezli oluşan millet ve Türkiye merkezli oluşan devlet teşekkülüne ve muasırlaşma projelerine haklı veya haksız muhalefet ederek bugünlere gelmişlerdir. Bunlar Anadolu’daki büyük Türk milletinin bin yılını inkâr ederek cumhuriyetle teşekkül ettirilmiş yapay bir cemiyet gibi ele almışlardır. Devletin beka anlayışına aykırı düşmeye başlayan bu zihniyet, devlet erkinin kendini koruma adına aldığı tedbirlerle birlikte sistemle çatışır olmuş, giderek rejim muhalifi hâline gelmiştir. Bunlara göre, devlet geride kalan yıllarda ne yapmış ise hepsi lanetlenmiş, yapılmayanlar denenerek doğru bir yol bulunacağı sanılmıştır. Bunların tamamını 1991 yılındaki Erdoğan raporunda görmeniz mümkündür. PKK’yla mücadeleye bakış da bu tarihsel ön yargıların sonucunda değiştirilmiştir. Sözüm ona, bölücülük ve terörle mücadele o güne kadar alınan zorlayıcı tedbirlerin sonucuymuş gibi algılanarak terörle çatışmaktan vazgeçip “barış” denilen teslimiyet ve müzakere gerektiren bir süreç denenmiştir. AKP kendi ideolojik mücadele tarihinden anlamsız bir analoji yaparak terörün mevcudiyetini millet mefhumunda ve devlet yapısında aramış ve bunun sembolleri olan Türk’e ve cumhuriyete aykırı düşmüştür.

Bu projenin önünün açılması için iki ana unsurun ortadan kaldırılması gerekmiştir. Bunlardan birincisi ve en önemlisi, alt kimliklerin önünde engel sanılan millet ve milliyet mefhumu ile bin yıllık kardeşlik hukukudur. Bu tercih onları kaçınılmaz olarak millî kimliğe yönelik ağır tahribat denemelerine götürmüştür ama milletin vicdanında milliyet hissi o kadar köklü zemin bulmuştur ki millî tarihimizin sembollerine sığınmak zorunda kalmışlardır. Böyle bir yıkıcı tasavvurun hayat bulabildiği bir toplumun alt katmanlarında, içlerinde kuvvetli ama birbirleri arasındaki bağları zayıflamış olan alt kimliklerin kümelendiği kompartımanlarının bulunması kaçınılmazdır. Üstte ise dil ve inancın, ülkü ile kültürün ve vatanın buluşturduğu çok kuvvetli Türk milleti aidiyeti değil ama yalnızca coğrafyanın bağlamaya çalıştığı “Türkiyelilik” kavramı öne çıkarılmıştır. AKP’nin henüz “çözüm” denilen sürecini başlatmadan önceki yıllarda telaffuz ederek toplumu psikolojik olarak yıkıma hazırladığı ana tema işte budur, bu taarruzlarıdır. Bu pek çok alanda yaşadığımız algı operasyonudur, o tarihlerde de uygulanmıştır. Nitekim, bu emelin icrası olarak bölücülüğün meşru siyasi amaç sayılmaya başlanması, her konuşmada etnik kimliklerin sıralanması, terörü, teröristi, isyanları aklama çabaları, millî tarihimizi karalama kampanyaları, Mehmetçik’in, askerliğin, şehadetin, gaziliğin sorgulanması, teröristlere “sayın” denmesi gibi algı operasyonlarının hazırlıkları olmuştur.

AKP’nin yıkımın ön hazırlıklarını yaptığı bu süreçte, hançeri saplamak istediği millî kimlik olduğu için, o dönemde Türk millî kimliğinin en sadık savunucusu ve buna yönelecek tehdidin önündeki tek engel olan Milliyetçi Hareket Partisini doğrudan hedef almış olması bu yüzdendir. Ardından ve eş zamanlı olarak, dirileceği planlanan kimliklerin özgürce kendilerini ifade etmesine engel olacağını düşündükleri üniter devlet yapısı ve bunu düzenleyen anayasal güvenceler hedef alınmıştır. Bunun içinse anayasal vatandaşlığın millî kimlikle yer değiştirmeye zorlandığı bir propaganda dönemi başlamıştır. Artık, yıkım aktörleri, sürecin diğer ayağı olan devleti de sorgulatmaya başlamışlar, Türkiye'nin, etnik olarak ayrışırsa demokrat olacağı, millî birlik ve kimlik yıkılırsa demokratikleşeceği gibi söylemlerle isyanların meşru bir hak, bastırmanın ise zulüm addedildiği bir kampanyaya yönelmiştir. Nihai hedef, tek millet ve tek devlet esasına dayanan Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik, bütünlük ve birlikte yaşama anlayışının yeniden tanımlanması, çok kimlikli, çok milletli, çok kültürlü, parçalı bir devlet yapısına evrilmesidir.

Millete, cahiliye dönemi zihniyetiyle, kabile gözüyle bakan anlayış, farklılıklarımızın zenginlik olduğu iddiasıyla ayrılıkları körüklemiştir. Oysa müştereklerin artırılmasıyla gelecek üzerine ittifak sağlanabilir. İşte, bu yüzden de Milliyetçi Hareket Partisi, AKP’nin yıkım mühendisliğinin açık hedefi ve algı operasyonu odağı hâline gelmiştir. Bugünlerde karşımızdaki özerklik, hendek, mayın, bomba, şehit, gazi gibi acı tablonun girizgâhı maalesef böyledir, unutmamak gerekiyor.

Muhterem milletvekilleri, PKK terörünü, baskı altında olduğu varsayılan kitlenin haklı tepkisi gibi görme yanlışına düşüldüğü anda, bu bakış tarzı AKP’yi bambaşka noktalara götürmüştür. Bu anlayış Kandil kadrolarına yeni cinayetler işleyebilmeleri için yeni ufuklar açmıştır. Yıkım aktörlerini bu temel yanlışa götüren faktör, terör örgütü değil de sivil toplum kuruluşu zannedilen PKK’yı haklı ve masum görme zafiyeti olmuştur. Hatta, terörün demokrasinin bir sorunu gibi olduğunu, bunun yansıması olduğunu, bugünlerde çok sevdikleri tabirle, PKK’yı “silahlı muhalif” gibi görmüş olmaları, taleplerinin karşılanması hâlinde silah bırakacaklarına dair onları büyük bir yanlışa sürüklemiştir.

Bir taraftan “Terör örgütü demeyeni muhatap almayız.” derken PKK paçavrası taşıyanlarla üst üste yapılan toplantılar yıkım sürecini başlatmıştır. PKK’yı meşrulaştırma demek olan çözüm süreci kaçınılmaz olarak onunla ittifak yapılmasını gerektirmiştir. PKK’yla görüşmeler başladığı anda inisiyatif Hükûmetten uzaklaşarak örgütün eline geçmiştir. Bu el değiştirme sonucunda da ardı ardına gelen terörist taleplerinin yasalaşması için AKP seferber olmuştur ve PKK maşalarının talepleri “demokratik çözüm” adı altında birer birer hayata geçirilmeye başlanmıştır. Müzakereler tıkandığı anda basılan karakollarda şehit Mehmetçiklerimiz veya polislerimiz üzerinden yeni pazarlıklar başlatılmıştır. Hükûmet, terör tehdidi ile siyasi çözüm arasında kanlı bir kapana girerek seçeneksiz kalmıştır. PKK’yla yapılan iş birliği örgüte siyasallaşma, toplumsallaşma ve meşrulaşma hedefinde yeni kapılar açmıştır.

“Çözüm” denilerek girilen tuzakta çırpınan AKP hükûmetleri döngüye düşerek terörle mücadeleyi düşük dozda tutmaya başlamışlardır. Hükûmetin tanıdığı serbestiyet ortamını alabildiğine kullanan teröristler için heykeller dikilerek çözüm süreci anıtlaştırılmıştır. Girilen müzakerelerle bölücü taleplere cesaret verilmiş, terör üzerinden pazarlık yapmaları hâlinde yeni haklar elde edeceklerine dair umut verilmiştir. AKP zihniyeti başlattığı yıkım sürecindeki vebali dağıtmak için paydaşlar aramış, sanatçılardan, sporculardan, iş adamlarından yıkım kumpanyaları oluşturmuştur.

PKK’yla masaya oturma süreci Hükûmetin önüne yeni bir mecburiyet getirerek Kuzey Iraklı Kürt yöneticiler de yıkımın aracısı yapılmıştır. Hükûmet ve yıkım ekibi çözülmeyi topluma dayatmak için salon salon gezerken meydanı boş bulan teröristler dağlardan mahallelere inmiştir. AKP’nin talimatını uygulayan valiler, yolları kazan, hendekler açan, bombalar döşeyen teröristleri görmezden gelmişlerdir. Ne üzücüdür ki yaklaşık on yıllık yıkım sürecinin memleketimize maliyeti, binlerce can kaybı, on binlerce mağdur insan, yıkılmış, yakılmış evler, arabalar, okullar, resmî kuruluşlardır; diriltilmiş terör örgütü, cüret kazanmış bölücülük, israf edilmiş yıllardır; kardeşliği zedelenmiş toplum, terörün ağına düşen insanlar, kimliği örselenmiş milletimiz, birliği sarsılan Türkiye’dir.

Hâlâ yıkım sürecini övmeye devam eden İçişleri Bakanının Plan ve Bütçe Komisyonunda açıkladığı rakamların dehşetine bakınız. Silvan, Varto, Derik, Dargeçit, Sur, Cizre ve Silopi’de, yalnızca 7 ilçede kaldırılan veya kapatılan barikat ve çukur sayısı -lütfen dikkat buyurunuz- 2.040 adettir. Bakanın açıklaması böyle. Bu işi bugün yapması için bir taşerona verseniz altı ayda sağlayamaz ama göz yumulan teröristler belediyeleriyle el ele tutuşarak gerçekleştirmiş ve valiler uyutulmuştur. Rakamlar dikkat çekici. 2.313 bomba düzeneği imha edilmiş, 800 adet uzun namlulu Bixi, vesaire, vesaire. Saymakla bitmiyor.

Şimdi, Sayın Bakan aralık ayının sonunda 3 bin teröristin öldürüldüğünü söylüyor. Şimdi, Bakanın ortaya koyduğu bu tablo karşısında, bu sayıda teröristin bertaraf edilmiş olmasına, bu miktarda mühimmatın ele geçmiş olmasına mı sevinelim, yoksa dehşet verici sayılara ulaşmış silah ve patlayıcılar bu evlere taşınırken, sayıları binlere ulaşan hendekler kazılırken, PKK terör örgütü memleketimin sokaklarında müstahkem mevziler yaparken Hükûmetin üç maymunu oynamış olmasına mı üzülelim? İşin içinden çıkamadık.

Bugün askerimizle, polisimizle, korucularımızla ev ev operasyon yaptıklarına bakmayın; eğer 7 Haziranda milletin bunlara verdiği ders olmasaydı, terörist yapılanmasına göz yuma yuma “Durmak yok, yollarına devam et.” diyeceklerdi. Silah ve bombalarıyla dağdan inerek ellerini kollarını sallaya sallaya evleri mesken tutmuş binlerce terörist mevzilenirken -soruyorum sizlere- bu yerler Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde miydi? Evet, bizim vatan köşelerimizdi. Bu illerin valileri yok muydu? Vardı. Bu ilçelerde kaymakamlar yok muydu? Onlar da vardı. Üstelik bunları İçişleri Bakanı atamıştı. Peki, bütün bunlar var idiyse, o hâlde yıllarca süren ihanet tahkimatı yapılırken bu saydığımız memurları görmezden getiren sebep ne olabilir?

Sayın Meclisin değerli üyeleri, ben failleri biliyorum, milletimiz de artık biliyor, inanıyorum sizler de biliyorsunuz. Talimatın kaynağı “açılım” denilen yıkımı sürdürmekte kararlı olan AKP Hükûmeti ve bakanlarıdır. Bu muazzam yığınak bölgeye yapılırken valinin, kaymakamın, polisin, jandarmanın, MİT’in olduğu yerde olmayan neydi? “Ne yoktu ki bunlar oldu?” derseniz, zahmet buyurmayınız sayın iktidar vekilleri, ben sizlerin yerine cevap vereyim: Olmayan şey Hükûmetti arkadaşlarım, Hükûmet! (MHP sıralarından alkışlar)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Burada da yok, şimdi de yok zaten Hükûmet.

OKTAY VURAL (Devamla) - Olmayan şey millî bir iktidardı; olmayan şey dik duruş, onurlu bakış ve inançtı; olmayan şey vatan şuuru, yüksek ahlak, izan ve idrakti.

ERKAN HABERAL (Ankara) – Hâlâ yok! Hâlâ yok!

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Hâlâ yok!

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Fiberglas, fiberglas onlar!

OKTAY VURAL (Devamla) - Biliyorsunuz ve şahitsiniz, yakın zamana kadar bunlar partimizin muhterem mensuplarının Sivas’ın ötesine geçemediğini söylüyor, sözüm ona partimize meydan okuyorlardı. Artık sustular. Niye? Şimdi yaşanılanlara bakıldığında PKK kuşatması altındaki mahallelere kimlerin giremediği ortaya çıktı da ondan. Gidemeyen Hükûmet, gidemeyen AKP’nin bakanları, gidemeyen AKP’nin valileri.

Bu vesileyle, bir kez daha ifade edelim ki, canları pahasına kahramanca görev yapan polisimizi, askerimizi, korucularımızı gözlerinden öpüyoruz, hepsini tebrik ediyoruz. Hayatlarını milletimizin esenliği uğruna kaybeden şehitlerimize rahmet diliyoruz. Bu rezaleti milletimize yaşatanlara da buğuz ediyoruz. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başbakana tavsiyemizdir: Biliyoruz, yıkım sürecinin ilk sayfaları açılırken kendisinin önemli bir katkısı yoktu, bunun esas müellifi başkalarıydı. Gel, bu defteri kapat ve tarihî bir vebale artık ortak olma. Sürecin bittiğini ilan et ve tarihe geç. Başkent Ankara vizyonuyla hareket et. Dik dur, onurlu ol, eğilme.

Sayın milletvekilleri, dile getirdiğim karanlık süreç adım adım ilerlerken Milliyetçi Hareket Partisinin gösterdiği millî duruş milletimizin malumudur. Bu konuda Sayın Genel Başkanımızın söylediklerinin ve partililerimizin duruşunun tarihî belgeleri her dileyenin birkaç saniyede ulaşabileceği yakınlıktadır. Bunları incelemenizi tavsiye ediyorum.

Bu belgeleri açtığınızda göreceğiniz gerçekler şunlardır:

AKP, PKK terörünü bir asayiş meselesi, hatta dönemsel bir terör eylemi olarak hafife alırken, bizler Türkiye’ye yönelik açık bir saldırı olarak yorumladık ve sorunun bir millî beka meselesi olduğunu söyledik.

AKP, teröristi özgürlükleri kısıtlandığı için eline silah almaktan başka çaresi kalmamış muhalifler gibi yorumlarken, bizler Türk milletine ve Türk vatanına yönelik küresel bir düşmanlığın fitne unsuru olarak baktık.

AKP “çözüm” denilen nafile girişimlerini ısrarla sürdürürken, bizler bu siyasetin felaket getireceğini, teröristin sırtının sıvazlanarak, ricacılar bulunarak, masalara oturularak değil, tedbirler alınarak silahın bıraktırılabileceğine inandık.

AKP, terörü “Kürt sorunu” olarak tanımlarken, bizler PKK’nın bir toplum temsilcisi değil, bölücü, küresel bir taşeron olduğunu söyledik.

AKP, terörün nedenini masum bir kimlik talebi olarak algılayıp millî kimliği zedeleyecek girişimler başlatırken, bizler bu gidişatın PKK’yı meşrulaştıracağını, millî birlik adına dönüşü olmayan bir yola sürükleyeceğini söyledik, uyardık.

AKP, PKK’yla müzakere sonunda Cudi’de yediverenler, Ağrı’da çiğdemler, Munzur’da kardelenler toplayacağını müjdelerken, bizler “Tuttuğunuz yol yanlıştır, gaflettir, ihanettir. Örgütü yok edemezsiniz. Toplayacak olduklarınız kır çiçekleri değil, maalesef ki aziz şehitlerimizin mübarek naaşları olur.” dedik.

Bu itibarla yalnızca bu sonuçlar bile tarihsel sapmada göz göre göre ısrar etmiş olmanın milletimize ödettiği, çıkardığı faturanın çok acı bir özetidir. İnat ettiniz uyarmamıza rağmen. Peki, çözüm sonucunda, çözüm denilen yıkımla muradınız olan, silahı bırakabildiniz mi, bıraktırabildiniz mi? Hayır. Beklediğiniz şekilde, teröristleri ülke toprakları dışına çıkarabildiniz mi? Bu da hayır. Aklıevvel birilerinin hesabıyla silahlarını derinlere gömdürebildiniz mi? O da hayır. Bu hesapların hiçbiri tutmamıştır.

Sorarım sizlere: Eğer o günlerde biz kandan besleniyor idiysek bugün bomba sesleriyle lütfen uyanarak teröristle başlattığınız mücadelenin anlamı nedir? Biz o gün anaların ağlamasını istiyor idiysek bugün bölgede arttırılan güvenlik tedbirlerine ve ağlayan şehit analarına ne diyorsunuz? AKP zihniyeti bir türlü çöpe atamadığı kokuşmuş yıkım projelerini yeniden ısıtıp çözmek için buzdolabında koyacak yer ararken son sekiz ayda kahraman polis ve askerimizden 326 şehit vermişiz, 364 sivil vatandaşımız ölmüş; 326 şehit, yüzlerce yaralı. Özürle, pişmanlıkla, çark ederek kurtulmanız mümkün değildir. Bakıyorum da Mehmetçik’in, polisimizin şehadetleri için de “Canım, bu mesleklerinin fıtratında var. Buralar yan gelip yatma yeri değildir.” diyemiyorsunuz çünkü bu dehşet tablosunun “açılım” dediğiniz sürecin getirdiği akıbet olduğunu siz de gayet iyi biliyorsunuz. Ey AKP, ey Hükûmet, ey saray; şimdi her aziz şehidin ardından, bırakınız gözlerini, yürekleri ağlayanlar kimlerdir? Aziz şehitlerimizin elleri öpülesi, nur yüzlü, muhterem analarının gözyaşı yok mu?

Değerli milletvekilleri, mağlubiyetin mukadder olduğu bu kirli ilişkilerde teslimiyetçi kadroları yenilgiye uğratan 4 önemli zirve noktası olmuştur. Bu dördünün de kaçınılmaz olarak stratejik sonuçları ve yıkımı görülecektir.

Bunlardan birincisi, Süleymaniye’de konuşlanmış askerlerimizin başına, 4 Temmuz 2003 tarihinde Amerikalı askerlerin çuval geçirmesi rezaletidir. Olay semboliktir ama aslında başına çuval geçen, dönemin AKP Hükûmetidir. Bu olayda siz bunu sineye çektiğiniz gün, Irak’taki Türkmen soydaşlarımızı kaybetmiş oldunuz.

İkinci kritik teslimiyet noktası, İslam dünyasının imhası demek olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin taşeronluğunu yüklendiğiniz 9 Haziran 2004 tarihindeki G8 toplantısıdır. Burada, BOP Eş Başkanlığı yaftasını gururla boynunuza asmış, dönüşünüzde de grup toplantısında müjdelemiştiniz. Bu olayla siz taşeronluğu kabul ettiğiniz anda İslam dünyasına zulmün çarkları dönmeye başlamıştır.

Üçüncü önemli kavşak noktası, 19 Ekim 2009’da foyanızın tam anlamıyla ortaya çıktığı, PKK terörist mangasının Habur sınırında Hükûmetinizce karşılama ve kucaklaşma merasimidir. Bu olayla, siz, yüzlerce teröristin mahallelere sızarak hendek kazmaları için dağdan şehre inişini başlatmıştınız.

Yaptığınız dördüncü stratejik sapma ise 22 Şubat 2015’te, muhterem ecdadımızın Anadolu’nun fethinin ve birliğinin sembolü olan Süleyman Şah’ın aziz naaşının Suriye’deki kabrinden apar topar kaçırılmış olmasıdır. Bu olayla, siz, Suriye’de artık ciddiye alınamayacağınız sürecin kapısını da aralamış oldunuz.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin dış politikası içler acısı. Propaganda malzemesi yapılarak övülen başarılı, hükümran bir Türkiye’nin müjdecisi olan “sıfır sorun” yerinde yeller esiyor. Bu zihniyete göre, kendilerinden önce gelen hükûmetler uyguladıkları politikalarla etrafımızda düşmanlık kuşağı oluşturmuşlardı. AKP de sıfır sorunla dostluk ve barış çemberi kuracaktı. Sayın Davutoğlu 2000 yılında henüz danışman iken dış politikamızı belirleyecek prensipleri şöyle ifade etmişti: “Güvenlik ve özgürlük arasındaki denge, komşularla sıfır sorun, çok boyutlu dış politika, proaktif bölgesel dış politika, yeni bir diplomatik stil ve ritmik diplomasi.”

Elbette bu saydıklarından hangisinde ne kadar başarılı olduğunuzu, ne kadar ayazda kaldığınızı anlatmak için bu görüşmenin süresi dışında… Ama özetleyelim: Bölgede güvenlik kalmayınca özgürlüğe zaten sıra gelmedi. Her komşuyla sorun yaşayınca zaten komşular sıfırlandı. Küresel projelerin bağlacı olunca dış politikada boyut da kalmadı. Bölgede ön almak isterken kuyruğun sonuna razı olundu. Bir kişinin aklına teslim edilen yeni stil diplomasi ise yerlerde sürünüyor. Gelelim, geleneksel ritmik diplomasiye. Bunlar ortalıkta... Yani sizler ortalıkta diplomatik bir ritim görebiliyor musunuz? Kimin çalıp kimin oynadığının belli olmadığı bu curcunadan bir ritim bulup çıkartabiliyorsanız buna vereceğiniz isim “kıvırtma diplomasisi” olmalıdır. (MHP sıralarından alkışlar) “Esad kardeşim”den “katil Esed”e, “dostum Obama”dan “ey Amerika”ya, “…”(x)ten “İsrail’e muhtacız.”a, “Şanghay Beşlisine alın.” dediği Putin’den “yalancı Putin”e yalpa yapa yapa duvara toslanmıştır. Bugün Suriye’yle düşman, İran’la gergin, Yunanistan’la mayhoş, Irak’la sorunlu, Amerika’yla sıkıntılı, Rusya’yla kavgalı, İsrail’le platonik, Avrupa’yla güvensiz ve tutarsız ilişkiler Türkiye gerçeği olarak karşımızdadır. Birleşmiş Milletlerde sözümüz geçmiyor, NATO keyfine göre yaklaşıyor, Avrupa Birliği ciddiye almıyor, durum bu. Yıllar önce “yeni diplomatik stil” denilen bu olsa gerek.

Muhterem milletvekilleri, bu tutarsızlıklar ilk kez olmuyor. AKP’nin siyasi sicili tutarsızlıklar üzerine kuruldu. Dün 2009 yılında bu salonda mayınları temizletmek için bas bas bağırdığınız Suriye sınırındaki araziye şimdi kalkmış beton duvar çekmeye çabalıyorsunuz. Düne kadar diz kırarak yan yana oturduğunuz, elini öperek saygıda kusur etmediğiniz yol arkadaşınızı işler tersine dönünce “Haşhaşi” ve “virüs” diye suçlayabiliyorsunuz. Dün bir mezarlıkta dikilmiş terörist heykelini, sırf çözüm süreci baltalanmasın diye fiberglastan yapılmış basit bir heykel olduğunu söyleyip önemsemezken bugün operasyonların acı sonuçlarını açıklamak zorunda kalıyorsunuz.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Heykeltraş arkada.

OKTAY VURAL (Devamla) – Dün büyük bir örgütlü tezgâh sonucunda bu ülkenin askerleri, polisleri, gazetecileri, yazarları kelepçelendiği günlerde “Türkiye bağırsaklarını temizliyor.” derken bugün “Bir kumpasın içindeymişiz, aldatıldık.” diyebiliyorsunuz. Dün Libya’da iç savaş başladığında NATO’ya “NATO’nun Libya’da ne işi var?” derken bugün Suriye’ye yana yakıla NATO’dan medet umuyorsunuz. Dün “Devletin muhatabı Öcalan değil, millet; terör örgütüyle masaya oturduğumuzu söyleyenler şerefsizdir.” derken bugün “Memurları İmralı ve Oslo’ya ben gönderdim.” diyebiliyorsunuz. Dün Hükûmetin bir bakanı “Öcalan’ın düşünceleri bizi bağlamaz.” derken bir sene sonra yıkım sürecinden sorumlu bakanınız “Öcalan’ın mesajı bizim de düşüncemizdir.” diyebiliyor. Dün siyasete girmeleri için refakat ederken, yıkım ortağınız HDP’yle saray salonlarında bölünme projelerinde müzakereler yaparken bugün yıkımın yöntemi konusunda ayrı düştüğünüz masalardan ağız dalaşı yapıyor, “Ne işleri var bunların Mecliste?” diyebiliyorsunuz. Dün düzmece belgelerle çok sayıda insan yargılanırken “Bırakın yargı görevini yapsın.” derken yargı ayakkabı kutularınıza dayanınca adalet ve hukuku baltalayıp sarmal olduklarınızdan paralel devlet icat edebiliyorsunuz. Dün bölgeyi kan gölüne çevirmiş IŞİD’e “öfkeli çocuklar” derken bugün sınırımızdan defetmek için müttefik arıyorsunuz. Dün “Ezber bozuyoruz.” deyip iç tehdit tespitlerinin, eski yönetimlerin sanal korkularının eseri olduğunu iddia ederken bugün bu tehditlerin bir gerçek olduğunu itiraf ediyorsunuz. Burada şunun cevabını arıyoruz: Bunlardan hangisi sizsiniz? Dünkü mü, bugünkü mü? Dün ne dediyseniz, ne yaptıysanız hepsini yalanladınız. Bugün söylediklerinizi de yarın yalanlamayacağınızın garantisi var mı? Ya o zaman yanlış yapıyordunuz ya şimdi yanlış yapıyorsunuz. O zaman yanlış yaptığınızı itiraf ediyorsanız o hâlde o gün yalan söylüyordunuz. Bugün doğru yaptığınızda ısrarcıysanız o hâlde önünüzdeki birkaç seneyi bile göremeyecek kadar stratejik körlük içindesiniz. Unutmayın ki muvazaalar daima tehlikelidir. Size getirdiği kolaylıkları yarın imkânsızlıklarla millete ödettirmek isterler, aklınızı başınıza alın.

Değerli milletvekilleri, demokrasi, toplumun iç dinamiklere müdahil olabileceği, sosyokültürel ve sosyopolitik yükselişin, dolayısıyla, milletleşmenin getirdiği bir mükâfattır. Tepeden inme demokrasi olmayacağı gibi darbeyle de demokrasi olmaz. Bu nedenle, demokrasi ve özgürlükleri halkına bahşeden bir şahsın aranması, ancak totaliter zihniyetin, ilkel toplumların ürünüdür. Hürriyetsiz demokrasi olmaz. Demokrasi, bilinçle yükselişe geçmiş bir halkın talebiyle oluşur, birisinin ikramıyla, lütfuyla oluşmaz. Unutmayalım ki ileri, demokratik bir yönetim ancak milletleşmiş toplumların ulaşabildiği değerdir. Bu yüzden, millet altı sosyolojik yapıların demokratik yönetime ulaşması veya yaşatması pratikte mümkün olmamıştır.

Demokrasiyi sadece sandık, sadece oy, sadece Meclis gibi gören bir anlayışın örneklerini Orta Doğu sultanlıklarının vitrininde görebiliyoruz. Dün de öyleydi, maalesef bugün de öyledir. Bu itibarla, adına Arap Baharı denilerek alkışlanan ama bugün Arap fırını olan halk ayaklanmalarından demokratik devlet beklemek hayalciliktir. Bu toplumların arkasındaki geri sosyolojik aidiyetleri buluşturarak milletleşmeye yükseltmeden demokrasinin doğmayacağını bilmek için uzman olmaya gerek yoktur; insanlık tarihine bakınız. Bizim, yıllardır, AKP zihniyetine, “Demokratik olacağız.” diyerek alt kimlikleri kaşımasının millî kimliğimize yapacağı tahribatı anlatırken uyarılarımızdan biri de bu siyasal yönetim hassasiyetimize yönelik olandı.

Bugün, her kötülüğün adresi gibi gösterilen 82 Anayasası’nı değiştirmek için seferberlik başlatanların, sıra yönetim şekline gelince 12 Eylül diktatörlüğünün yetkilerini isteyerek devlet başkanlığına talip olmalarını akılla, ahlakla, siyasetle izah etmek mümkün değildir. Doğru olan, önemli tecrübeler edindiğimiz sistemi kaliteli ve etkin hâle getirerek millî irade vasıtasıyla yöneticileri çıkarmaktır ancak AKP’nin denemeye çalıştığı modelde, bir vesileyle zuhur etmiş bir reis adayına münasip bir sistem ve ona tabi olacak bir ahali aranmaktadır. Kimsenin kendisini aşiretçi zihniyetin üst yapısı olarak devlet reisi, yüce Meclisi de ihtilalin Danışma Meclisi yapmaya hakkı yoktur, haddi de değildir.

Muhterem milletvekilleri, İslam ülkelerinde Batı destekli ayaklanmalar sonucunda indirilen diktatörlüklerin arkasından yaşanan çöküşleri hepimiz biliyoruz, yaşıyoruz. İslam ülkelerinde, toplumsal dönüşümü sağlamadan, kök salmış feodal, dinî, etnik reisin mevcudiyetini kendi halklarına sorgulatmadan sonuç almak mümkün değildir; mutlaka siyasal bir millet kavramına ulaşmaları gerekmektedir. Medeniyet havzamızda bir barış ve huzur girişimine Türkiye önderlik etmelidir.

Bizi en yakından etkileyen husus Suriye’deki gelişmelerdir. Suriye’de rejim meselesi bir iç savaşa dönüştürülmüştür. İsrail’in 1995 yılında kendi güvenliği için gördüğü bu vekâleten savaşın muharriki kim olmuştur biliyor musunuz? Buna cevap veremiyorsunuz. Evet, bugün, maalesef “vekâleten savaş” dedikleri bir savaşın muharriki olan AKP Hükûmeti, aslında bu savaşın aslının İsrail’in güvenliği için yapıldığını sizlere söylemiyor. Süreçte inisiyatif alınmadı. Rusya’nın müdahalesinden sonra çaresizliğe, ABD’nin PYD’ye yardımıyla da âcziyete düşüldü. Gelişmeler Türkiye'nin kontrolünden çıktı ve kaotik mecrasında seyretmeye başladı. Düne kadar, ülkelerinde kendi kaynaklarıyla hayatlarını iyi kötü idame ettiren 2,5 milyon Suriyeli, katliam ve saldırılardan kaçarak aramıza katıldı; ülkemizin bir yerlerinde, bizim imkân ve kaynaklarımızı kullanarak yaşamaya çalışıyor ama bir de ülkenin güvenlik ve esenliğini sarsmaya çalışan terör boyutu vardır. Suriye’de birbirine dost veya düşman ne kadar grup varsa bunların tamamı memleketimiz üzerinde kendilerine müzahir, hatta militan insanlar bulmuştur. Bunların Suriye içinde birbirlerine olan husumetleri yetmezmiş gibi, bizim topraklarımızda da çatışarak düşmanlıklarını Türkiye’ye taşımışlardır. Bu karmaşa, bugün, kimin, nerede, nasıl patlayacağı belli olmayan, başkentimize kadar uzanan canlı bomba saldırılarını başlatmıştır.

Adına “PYD” denilen Suriye PKK’sına, iç savaş çıktığından bu yana Hükûmetin bakışı başka, uygulaması başkadır. Bir taraftan, bu yapının Kürtlerin temsilcisi olmadığı, terör örgütü olduğu sürekli vurgulanmıştır. Elbette, biz bu tutumun ve sözlerin arkasındayız ve doğru buluyoruz ama işin garibi şudur: “PYD” denilen bu yapılanma o gün ortaya çıkmış değildir, bunlar Esad kardeşinizle dost iken de vardı, o araziyi tutmuşlardı, o tehdit o gün de vardı. Siz, Suriye’de çatışmalar başlamadan önce Hükûmetin PYD’ye yönelik bir tepkisini gördünüz mü? Ben görmedim. PYD’nin bu coğrafyadan atılması için Esad kardeşleri nezdinde bir girişimde bulundular mı? Hayır. 2012 yılında dönemin Başbakanı, Suriye’nin kuzeyindeki PYD’yi kastederek “Kuzeyde oluşacak yapılanma bizim için bir terör yapılanmasıdır.” demiştir; doğrusu da budur. Evet, o günlerde, bu gazete manşetlerinde “Müdahale ederiz.” diyenler sizlersiniz, “Suriye’de yapılanırsa müdahalede bulunuruz, müdahale hakkımız.”; yıl 2012. Neredesiniz ya, neredesiniz?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Yok.

OKTAY VURAL (Devamla) – Neredesiniz? Uyuyorsunuz, yan gelip yatıyorsunuz. Bunları söylerken geçmişinize bir bakın.

Başbakan “Kobani’nin düşmesini istemeyiz.” demiş, hain, terörist ilan edilen PYD’nin yöneticisi 2014 yılının Ekim ayında Ankara’ya gelmiş ve görüşme yapılmış, PYD’ye bakış aniden değişmiş. O güne kadar “PKK’nın ikizi” tanımlanan örgüt, Hükûmet nezdinde artık siyasi temsilci olmuş. Dönemin Başbakan yardımcısı, PYD’nin PKK gibi olmadığını, HDP gibi PYD’nin de siyasetle ilgilendiğini söylemişti. Ne olmuştur da PYD’yi terörist PKK’nın devamı görürken iki yıl içinde çark etmişsiniz?

Değerli milletvekilleri, Suriye içinde iç savaşta arka çıktığınız taraflar üzerindeki hesaplar tutmamıştır da ondan; “IŞİD” denilen bela 2014 Eylülünde sınırımıza dayanmıştır da ondan; çünkü o devirde heyet üstüne heyet ağırlayan İmralı canisinin şantajlarına boyun eğmek zorunda kalınmıştır da ondan.

Suriye Kürtlerini temsil etmediği söylenen PYD’nin başı olan adamla siyasi müzakerelere girilmiş, Kobani’nin nasıl kurtarılacağının pazarlıkları yapılmıştır. Başbakan, Kobani’deki teröristlere selam bile göndermiştir. Ardından, Irak’a, peşmerge ordusuna mensup silahlı adamlar, tıpkı Habur’da olduğu gibi, Hükûmetin eskortluğunda, 2014 Ekiminde, Cumhuriyet Bayramı’nda ülkemize girmiş, Suriye’ye geçiş yapmıştır. İbretle izledik, bir taraftan “terörist” diye suçladınız, sonra müzakere masasına oturdunuz.

Şimdi size soruyorum: Siz ağır silahlı peşmergeleri Suriye’ye sokarken, Türkiye’den karadan sokarken, ABD, PYD bölgesinin mühimmatını havadan atmıştır.

Şimdi soruyorum: Bunların birbirinden farkı nedir? Maalesef bugün ABD ile Rusya, beraber ve birlikte PYD’yi destek noktasına kadar gelmiş ve PYD Fırat Nehri’nin batısını yoklamaya başlamıştır ve Cumhurbaşkanı, Başbakan, Fırat’ın batısına geçilmemesini ihtar etmiştir. Bizler, bu uyarının yerinde ama çok gecikmiş olduğunu düşünüyoruz ancak başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Başbakanın da sık sık dile getirmeye başladıkları “Fırat’ın batısı” kavramının bir tehlikeyi doğurmakta olduğu uyarısını da yapmak isteriz. “Fırat’ın batısı” diye diye tekrar ettiğiniz sınırın doğusunda kalan topraklardaki PYD hâkimiyetini bu sloganla meşrulaştırmış oluyorsunuz. Bir sınırı telaffuz ettiğiniz takdirde, sınırın bir tarafında hak iddia ederken diğer taraftan da kullanım hakkını onlara teslim etmiş oluyorsunuz. İşte, Büyük Atatürk’ün “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır.” sözünün ardındaki yüksek akıl budur.

Özetle, Hükûmet bu sözüyle, Fırat’ın doğusunu gözden çıkarmış ve PYD’ye terk etmiştir. Şimdi, ondan arta kalan Cerablus-Azez arasında uçuşa kapalı bölge oluşturmaya çabalıyor. Peki, bugün IŞİD kontrolündeki bu bölgeyi bu unsurlardan kim temizleyecek? Mademki obüslerle caydırıcılık sağlanıyor idiyse IŞİD kontrolündeki bu alanda bu tedbiri kullanmaktan neden kaçınıyorsunuz? Sayın Başbakan, Suriye’nin toprak bütünlüğüne hâkim olamamasını Türkiye’nin çabalarına bağlarken IŞİD ve PYD’nin hâkimiyetini kolaylaştırdığını itiraf etmiş olmuyor musunuz yani bugün IŞİD ve PYD’nin bulunduğu bölgelerde egemenlik hakları elde etmesini meşru görmüş olmuyor musunuz? Eğit donat fiyaskosu, ondan sonra, maalesef, yurtlarını savunmak zorunda kalan bir avuç Türkmen genci kalıyor zor durumda. Her sıkıştığı anda MİT tırlarını kullanarak sahte Türkmen siyaseti üretmek AKP’nin bu konudaki vebalini ortadan kaldırmaya yetmemektedir. Esad’la kol kola kaldığınız günlerde Türkmenlerin hak ve özgürlüklerini niye dile getirmediniz? Türkmenler, maalesef, özgür Suriye kurma çabalarınızın başladığı 2012 yılından önce de bin yıldır aynı yerdeydiler. Türkmenler, Bayır’da, Bucak’ta, Halep’teydiler, Rakka’da, Lazkiye’de, Şam’daydılar, Golan’da, Hama’da, Humus’taydılar, yalnızca burada değil, Irak'ta Kerkük’teydiler, Musul’da, Telafer’de, Erbil’deydiler, Altınköprü’de, Tuzhurmatu’daydılar. Varsa bir suç hesabını sorun, engel olan yoktur. Konuyu, tırları ısıtıp ısıtıp Türkmenlere olmayan ilginizin belgesi gibi ağzınıza sakız yapmayın, Türkmen varlığının malzemesi yapmayın. Çünkü siz, Türkmen soydaşları, 10 Nisan 2003’te Kerkük ve Musul’da Türkmen kayıtlarının bulunduğu tapu ve nüfus dairelerini peşmergelere yağmalattığınız anda terk ettiniz; siz, Türkmenleri, 4 Temmuz 2003’te Irak’ta Süleymaniye’de çuval geçirildiği anda terk ettiniz; siz, Türkmenleri, Ayn El Arap’ı kurtarması bahanesiyle Kürt peşmergelerini sınırımızdan geçirerek Suriye’ye soktuğunuz gün terk ettiniz. Maalesef, bugün tek gerçek, Türkmenlerin yerinden yurdundan edildiğidir. Bu konuda da ciddi bir kararınız varsa arkanızda olacağımızı açıklamak isterim. Türkmen soydaşlarımızı yaşadıkları tarihî coğrafyalarda koruyabilmek için, sadece Esad rejimine değil, her muhasım güce karşı en caydırıcı tedbiri alın; Irak’ta ve Suriye’deki yapılanmanın içinde siyasi bir denge unsuru olmasını sağlayın.

Değerli milletvekilleri, toplumun yarısını yanına alıp diğer yarısıyla kavgalı bir iktidarın “millî güç” dediğimiz bütün unsurları seferber etmeden, toplumun küskün diğer yarısını ikna etmeden kalıcı başarılar elde etmesi düşünülemez. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, ülkemizin menfaatine olduğuna inandığımız her siyaseti canıgönülden destekleriz. Bu itibarla bizler, Türkiye’nin geleceğini şekillendirmek isterken olmazsa olmazlarımızı sıralamak isteriz. Türkiye’mizde vücut bulmuş büyük Türk milleti ve üzerinde şekillenen aziz cumhuriyetimiz, bu coğrafya ve beşeriyetin bizlere tarihî mirası ve emanetidir. Bin yıllık var olma mücadelesi, bu muazzam kudreti, bu coğrafyanın üzerinde şekillenmiş jeopolitik gerçekler üzerine inşa etmiştir. Ana coğrafya bin yıldır aynıdır, bu coğrafyadaki başat millet aynıdır, bu milletin ittifak ettiği devlet aynıdır. Tarihsel anlamda bizi Selçuklu, Osmanlı, Türkiye yapan kudretin altyapısında bu üç muhteşem değer vardır. Eğer yanlış hesap yapar da coğrafya, millet veya devletten birinin konumunu ya da yapısını değiştirmeye kalkarsanız ya coğrafyayı ya milleti ya da devleti kaybedersiniz. Bunlardan birini kaybetmemiz hâlinde diğerlerini de kaybetmemiz mukadderdir. Bunlardan birini dönüştürmeye çalışırken diğerlerini de dönüşümün tahribatından kurtarmanız mümkün değildir. Bu üçlü, bizim, insanlığın en büyük imparatorluklarından birini kurmamıza vesile olmuştur, dünyanın ilk millî bağımsızlık savaşını yedi düvele karşı bu ülkemin evlatlarının vermesini sağlamıştır ve Türkiye’mizde şekil bulmuş bu üç kutlu değer, bölgedeki bütün mazlum toplumların kurtuluş ve yükseliş güvencesidir. Özetle “devlet”, “millet” ve “ülke”, üzerinde ucuz politika denemeleri yapacağınız içi boş kavramlar değildir. Varlığımızın sigortası olan üç değere karşı üretilmiş küresel projeler asırlardır zemin ve zaman kollamaktadır. Bunun için bunlar üzerinde mühendisliği sürdürecekseniz ayağınızı denk alın. Önce büyük Türk milletinin millî kimliği üzerindeki tahribat arayışınızı durdurun. “Türk”, tarihin asırlardır bu vatanda yoğrulmuş beşeri varlığının unvanıdır. Tarihin yazdığı bu ismi Anayasa’dan çıkarmaya çalışmak kimsenin haddi değildir, hatırınızdan çıkartmayın.

Kimlik üzerinde başlattığınız tahriklerin neden olacağı toplumsal ayrıştırma politikalarını sona erdirin. Korkmayın, cumhuriyet size rağmen kurulmuş değildir, sizin de devletinizdir. Geçmişteki dönemsel yönetimlerin olumsuzluklarını devlette aramayın, saygı duyun. Sakın aldanmayın, bedeli kanla yazılmıştır. Bu coğrafyada yaşayan milletin teminatı millî devlettir, hesaplaşmaya yeltenmeyin Sayın Başbakan. Cumhuriyetin kurucu felsefesi Millî Mücadele’nin mükâfatıdır. Varsa eksiklerini tartışın, kusurlarını görüşün ama yıktığınız takdirde bin yılın mirasını tahrip ettiğinizi bilin.

Komşu coğrafyalarda atacağınız adımları küresel çekim alanından muaf tutun. Ankara jeopolitiğinin taşlarını yerinden oynatmayın. Uluslararası ilişkilerde başka başkentlerin çekim alanından uzaklaşın. Nerede Türk, nerede Müslüman ve nerede insan varsa elbette ilgilenin ama başka başkentlerin pencerelerinden değil, dünyaya Ankara’dan, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bakın. (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

İflas etmiş ideolojiniz yerine millî birlik ve bütünlüğümüzü odağına alan, millî menfaat ve millî güvenliğimizi hedefleyen politikalara dönün. Adına “çözüm” dediğiniz yıkım projesini derhâl durdurun ve bu yanlıştan dönün, döndüğünüzü de ilan edin. Yaptığınız yanlışlarla dirilttiğiniz terörün yok edilmesi için kapsamlı bir terörle mücadele stratejisi geliştirin ve bizimle paylaşın. Bu kararları görmeden bizim vereceğimiz tek destek, kahraman güvenlik güçlerimizin siyasetinizin yanlışlarını düzeltmek uğruna verdikleri cansiparane mücadelelerine olacaktır. Allah hepsinin yardımcısı olsun.

Bu vesileyle, 2016 yılı bütçe görüşmelerinin milletimize hayırlar getirmesini dileriz. Bugün yaşadığımız acılar ve sorunlar AKP’nin on dört yıllık serencamıdır. Bunlarla yüzleşmek için aynaya bakabilmeleri hâlinde, üstat Necip Fazıl’ın bu dizeleri sizi tarif etmeye yetecektir:

“Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;

İşte yakalandık, kelepçelendik!

Suratımda her suç bir ayrı imza,

Benmişim kendime en büyük ceza!

Nur topu günlerin kanına girdim.

Kutsi emaneti yedim, bitirdim.

Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.

Bakamam, aynada, aynada vicdan;

Beni beklemeyin, o bir hevesti;

Gelemem, aynalar yolumu kesti.”

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, AKP Hükûmetinin on dört yıllık serencamını dikkate alarak bu bütçesine olumsuz oy vereceğimizi belirtiyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Oktay Vural, teşekkür ediyorum.

Sayın Baluken, bir beyanınız mı vardı?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Vazgeçtim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki efendim.

Efendim, birleşime otuz dakika ara veriyorum.

Teşekkür ederim.

Kapanma Saati: 20.06

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.41

BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN

KÂTİP ÜYELER: Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet mevcut.

Efendim, ilk konuşmacı, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Ahmet Yıldırım.

Buyurun efendim. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.

Sayın Başkan, herhâlde seyircisiz oynama cezası alınmış bir maç gibi şu anda Genel Kurul.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Bizim bileceğimiz bir şey ya, siz konuşun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Yani olmazsa İç Tüzük'ün 72’nci maddesine göre çalışmanın devamı veya şeyine karar verirsek oylamaya herkes gelir.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Yok, gerek yok.

BAŞKAN – Sayın Yıldırım, naklen yayın var ya, hem de güzel bir saatte.

Buyurun efendim.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Evet, teşekkürler Sayın Başkan, sağ olun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – 78 milyon izliyor!

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şüphesiz her parti açısından ve özellikle bir bütçeyi hazırlayan siyasi iktidarlar açısından bütçeler, bütçe yasa tasarıları hükûmetlerin faaliyetlerine meşruiyet kazandırmak için siyasal, ekonomik ve önemli yönetsel belgelerdir. Bütçeler aynı zamanda sosyal sınıflar arasındaki bir mücadelenin de alanı anlamına gelmektedir. Egemenler ile yöneten sınıflar arasındaki en önemli ekonomi ve maliye politikası araçlarıdır. Ayrıca bütçe yasa tasarıları hükûmetlerin emek, demokrasi, sosyal hak ve özgürlükler, insan hakları, farklı etnik kimlikler, inançlar ve farklı cinsiyetlere eşit yaklaşım konularındaki duruşlarının en önemli göstergeleridir. Bu temelde, gerek geçici gerekse merkezî yönetim bütçesi anlamında ilişkileri itibarıyla dört hafta boyunca devam etmiş torba yasalarla birlikte değerlendirildiğinde 2016 yılı merkezî yönetim bütçesi yaklaşık iki buçuk aylık bir çalışmanın ürünü olarak bugün Genel Kurula indirilmiştir.

Sayın Başkan, özellikle bugün bütçe görüşmeleri üzerine siyasi partilerin konuşmaları başlamadan önce usul üzerine başlattığımız tartışmada ifade ettiğimiz üzere, tekrar belirtmek isterim ki, şu anda Genel Kuruldaki görüşme aşamaları da aynı komisyon gibi, komisyon raporları, komisyon raporlarına eklenen muhalefet şerhleri gibi aynı sürecin devamıdır. Düşünün, burada söylenen her şey Meclis zabıtlarına geçmekte, tutanaklardaki yerlerini almaktadır. Bizim günlerden, haftalardan beri ifade ettiğimiz veya gerek iktidar gerekse muhalefet partisinin diğer hatipleri tarafından burada ifade edilen her husus aynen Plan ve Bütçe Komisyonu raporuna eklenen yazılar gibi aynı sürecin devamını ifade etmektedir. Buradan bakıldığında, bizim burada söylediğimiz ve zabıtlara geçen her şey komisyon raporuna da muhalefet şerhimiz olarak eklenmek durumundadır çünkü aynı sürecin birer parçalarını ifade etmektedir. Şimdi, düşünün, ben burada her şeyi ifade edeceğim ama burada ifade ettiklerimin tutanağa geçmesi hususunda bir engel yok ama komisyon raporuna geçmesiyle ilgili bir problemin ön plana çıkarılmasını anlayabilmek mümkün değildir.

Öncelikle 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı’na dair düşüncelerimi ifade edeceğim; daha sonra da bu konudaki yasal mevzuata, anayasal mevzuata ve İç Tüzük’e aykırılıkla ilgili bölümlere dair de söylemlerimi rezervde tutmak üzere süreye göre bunlara da tekrar değinmeye çalışacağım.

Evet, 2016 yılı bütçesi, aslında önceki yıllarda AKP iktidarının hazırlamış olduğu bütçe yasa tasarılarına benzer bir biçimde, ifade etmek gerekir ki fakiri değil zengini, emeği değil sermayeyi, kadını değil eril zihniyeti, çevre ve ekosistemi değil doğanın talanını, yerelliği değil merkezî vesayeti güçlendiren, çoğulculuğu değil tekçiliği önceleyen bir özelliğe sahiptir veya en iyi hâliyle burada saydığımız dezavantajlı grupları avantajlılara karşı koruma amacı taşımayan, böyle bir içeriğe sahip olmayan bir bütçe yasa tasarısı olarak karşımızdadır. Ya değilse, ülkemizde özellikle fakirin zengine karşı korunması, emeğin sermayeyle arasındaki makas açısının kapatılması, kadının dezavantajlı konumdan özellikle erkek egemen sisteme karşı korunmasını önceleyen, çevresel, ekolojik ve ekosistemi koruyan, yerelliği, yerel demokrasiyi, yerel bütçelemeyi ön plana çıkaran, çoğulculuğu esas alan bir bütçe olmasını canıgönülden arzulardık, ancak şunu söyleyelim ki bazı hususları muhalefet partilerinden hatipler de dile getirdiler, ana muhalefet partisinin Genel Başkanının dile getirmiş olduğu hususu çok kısaca geçeceğim ama notlarım arasında vardı diye söyleyeyim.

Bakın, Komisyon aşamasında, Cumhurbaşkanlığı bütçesi görüşülürken, Cumhurbaşkanının Sayın Genel Sekreterine çok açık sorduk: “Yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın müştemilatıyla birlikte, tefrişatıyla birlikte maliyetinin 5 milyar dolar olduğu tevatürü orta yerde dolaşmaktadır. Bu yanılgılı bir ifade olabilir ama bunu düzeltmekle yükümlü olan sizlersiniz.” Çok açık sorduk, cevap vermek istemedi, ısrar edince Sayın Genel Sekreter şu cümleyi kullandı: “Oranın inşaatı başladığında, sarayın inşaatı başladığında Başbakanlık binası olarak düşünüldüğü için, Başbakanlık bütçesinden karşılanmıştır. Bunu biz Cumhurbaşkanlığı olarak bilemeyiz.”

Burada bulunan Komisyonumuzun değerli üyeleri de buna şahit oldular ve Komisyon tutanaklarına da geçti. Daha sonra beş Başbakan Yardımcımız ayrı ayrı geldiler ve her birine ayrı ayrı sorduk. Hiçbiri bugüne kadar Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın müştemilatı, tefrişatıyla ilgili bir cevap verebilmiş değil, biz de merakla bekliyoruz.

Bir de Komisyon görüşmeleri esnasında şunu öğrenmiş olduk: Bakın, “Orası yapılmaya başlandığında Başbakanlık binası olarak düşünülmüştü.” derken, aslında şunu ifade ediyor: Orası Cumhurbaşkanlığı ya da Başbakanlık için değil kişi için yapılmış çünkü Sayın Erdoğan eğer bugün Başbakan olarak kalmış olsaydı orası Başbakanlık binası olarak kullanılacaktı. Orası bir kamu binası olarak değil veya bir kamu kampüsü olarak değil, bir kişinin kullanımı için özel tasarlanmıştır, yapılmıştır, en azından Cumhurbaşkanının Sayın Genel Sekreteri tarafından böyle ifadelendirilmiştir.

Bir diğer husus…

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) – Tapusunu üzerine mi aldı?

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Ya, şimdi Hükûmet adına konuşulacaktır, siz gelir… Hükûmet adına cevap verilir.

Bakın, ben kendi yorumumu eklemeksizin bana verilen cevapları sizlerle paylaşıyorum değerli arkadaşlar. Tapusunu şüphesiz üzerine almıyor ama tapusunu üzerine aldığı… Madem öyle, banka hesaplarına geçirdiği şüphesiz farklı meblağlar vardır.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Hayda!

AHMET YILDIRIM (Devamla) – O zaman arkadaşınıza söyleyecektiniz.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Yakıştı mı şimdi?

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Adam gibi konuş!

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Bakın, bugüne kadar burada ifade edilen birçok…

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Bu davalık olur, düzelt, bu davalık olur.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – …17 ve 25 Aralıktan bugüne kadar rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla ilgili hiçbir araştırma önergesinin kabul edilmemiş olması…

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Bu davalık, bunu değiştir, düzelt.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – …adı geçen bakanların hiçbir şekilde yargılanmasını kolaylaştıracak bir tavrı siyasi iktidarın takınmamış olması bizim bu konudaki kuşkularımızı artırmıştır.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Hepsi de yargılandı.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Hepsi yargılanabilir durumda.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şunu ifade edelim: Sayın Bakan Komisyondaki bütçe sunuşunda da bugün de ifade etti, evet, 2002’den beri AKP iktidarı döneminde millî gelir artmaktadır ama millî gelirin artmış olması değişen dünya koşullarıyla ilgili zaten alabildiğine doğal olan bir durumdur. Ancak, millî gelirin artmış olması direkt kişi başına düşen millî gelire yansıtmış olmak sonucunu doğurmaz. Örneğin, Kalkınma Bakanlığının 2015 Programı’nın 130’uncu sayfasındaki ifadeyle, 2005 ile 2014 arasındaki on yılda büyümenin yıllık artış oranı ortalama yüzde 4,3 iken kamu işçilerinin reel ücretleri binde 2 azalmış. Bu, Kalkınma Bakanlığının 2015 Yılı Programı’ndaki 130’uncu sayfadan bir alıntıdır. Aynı şekilde, yıllık ortalama yüzde 4,3 artan büyüme hızına karşılık, bakın, özel sektör işçilerindeki artış ise sadece binde 5’tir.

Bunun yanı sıra, zenginlerin daha ne kadar zenginleştiğini birazdan rakamlarla ve tablolarla ifade etmeye çalışacağım. Ama şunu ifade edelim ki 2002 yılından bugüne kadar millî gelirin artmış olması, kişi başına düşen millî gelirin arttığı anlamına gelmiyor. Çünkü, kişi başına düşen millî gelir, değerli milletvekilleri, alabildiğine teorik bir yöntemle hesaplanmaktadır. Artan millî gelir ülkedeki nüfus sayısına bölünerek kişi başına düşen millî gelir hesaplanmaktadır. Ama artan millî gelirle birlikte zenginlerin payı artıyor, çalışan emekçilerin veya işsizlerin payı azalıyorsa burada söz konusu millî gelirin bütün yurttaşlarımıza yansımadığı, bu temelde de bunun “kişi başına düşen millî gelir” olarak adlandırılamayacağı… Adlandırılsa adlandırılsa ancak “kişi başına düşmeyen millî gelir” olarak adlandırılır. Çünkü, şuradaki şu tablodan da çok rahat görebileceğimiz üzere, bakın, tabloda 2002 yılında Türkiye’deki en zengin yüzde 1’lik dilimin payı, toplam servet bölüşümü içerisinde yüzde 39,4 idi, geri kalan yüzde 99’un servet bölüşümündeki payı ise yüzde 66,6 idi.

Geliyoruz 2014’e. 2002’de yüzde 39,4 olan yüzde 1’lik zengin kesimin servetteki payı 2014’te yüzde 54,3’e çıkmış, buna karşılık geri kalan yüzde 99’luk nüfusun servet bölüşümündeki payı sadece ve sadece yüzde 45,7’ye düşmüştür. Bu tablo da göstermektedir ki millî gelir yıllık olarak ne kadar artarsa artsın teorik olarak bunu 78 milyon insana -bu tablonun da gösterdiği üzere- bölemeyiz. Bu temelde de, kişi başına düşmeyen millî gelir zenginler lehine makası alabildiğine açmaktadır.

Yine, değerli milletvekilleri, bu, özellikle, uluslararası bir finans kurumunun, dünyadaki servet bölüşümünün en adaletsiz ülkeler sıralamasıdır. Ve dünyadaki bütün ülkeler içerisinde servetin en adaletsiz bölüşüldüğü 6’ncı ülke Türkiye’dir. Düşünün ki, Hong Kong, Filipinler, Tayland, Brezilya’da bile servet, yurttaşları arasında daha adil bölüştürülmektedir.

Bu temelde, özellikle zenginin daha fazla zenginleştiği, fakirin daha fazla fakirleştiği, ülkedeki millî gelir artsa bile zenginler ile fakirler arasındaki makasın, maalesef, kapanmak bir yana, AKP iktidarı döneminde daha fazla arttığı on dört yılı yaşamış bulunmaktayız.

Bunun yanı sıra, bakın, zengin zenginleşmiş, fakir fakirleşmiş ama bu sadece yurttaşların sınıfsal dağılımı açısından böyle değildir. Bölgesel açıdan da aynı durumu ifade eden bizatihi bir Kalkınma Bakanlığının verisini sizlerle paylaşayım. Kalkınma Bakanlığı 2011 yılında -hepimizin bileceği üzere- SEGE diye kısaltılan Sosyal ve Ekonomik Gelişmişlik Endeksi’ni açıkladı. Bu endekse göre 81 ilin sıralaması ve bölgesel derecelendirilmesi yapıldı. 81 il içerisindeki son 16 ilin tamamının Doğu ve Güneydoğu Anadolu illeri içerisinde bulunduğunu üzülerek ifade etmek isterim. Ve benim seçim çevrem Muş 81’inci sırada; AKP iktidara geldiği zaman, o dönem yapılmış bir skalada 69’uncu sırada olan Muş 81’inci sıraya gelmiş. Bu SEGE verilerini hazırlayan Sayın Bakan Cevdet Yılmaz’ın kenti de, aynı dönem içerisinde, bölgesel ayrımcılık üzerinden şekillenen bir ekonomi politik saikiyle asla iyileşmemiş, son on altı içerisindeki yerini almaktan kurtulamamıştır. Buradan hareketle, zengin ile fakir arasındaki uçurum büyüyor, bölgeler arası eşitsizlik artıyor. Bu konuda geliştirildiği düşünülen ve ifade edilen tedbirler makası daraltmamakta, daha fazla açmaktadır.

Bakın, 2015 verileriyle ilgili, Sayın Bakanlığın da bize sunduğu verilerden hareketle, 2015’teki gelirin yüzde 84’ü vergilerden temin edilmektedir. Peki, gelirin yüzde 84’ünün vergilerden elde edildiği bütçemizle ilgili bunların dağılımı nasıl? Sadece yüzde 29’u kâr ve sermayeden gelmekte -bakın, sadece yüzde 29’u kâr ve sermayeden gelmekte- bunun yanı sıra -ısrarla çıkarılmasını istediğimiz servet vergisinin iktidar tarafından çıkarılmadığını da göz önünde bulundurursak- verginin sadece binde 2’si servet unsurlarından gelmekte, yüzde 69’u ise KDV ve ÖTV’den gelmektedir. Bunlar, Sayın Bakanlığın bizatihi bize sunmuş olduğu veriler. KDV ve ÖTV’nin, özellikle de emekçi kesimden ve sabit gelirliden, kamu emekçilerinden, işçilerden, memurlardan ilk ve en kolay yöntemle kesildiğini az biraz ekonomiyle ilgili bilgi sahibi herkes bilir. Bunun yanı sıra, servet vergisiyle ilgili olarak ifade etmek isterim ki neden zenginden kazandığı ölçüde daha fazla verginin alınabileceği bir vergi sistemi yasalaşmıyor? Bu konuda bütün muhalefet partileri ısrarla bunu Komisyon sürecinde dile getirmesine rağmen tatmin edici somut bir cevap alabilmiş değiliz.

Yine, 2015’te vergilerin payı bir önceki yıla göre yani vergilerin payı 2015’te 2014’e göre yüzde 15,6 artarken kâr ve sermayenin payı yani işverenden, zenginden, varsıllardan alınması gereken pay vergi oranının yüzde 3,5 altında kalarak sadece yüzde 12,2’de kalmıştır.

Bir diğer husus: Sayın Bakan, özellikle vergi hazırlama sürecinde katılımcılığı esas aldıklarını söyledi. Burada Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri var. Allah aşkına, sağlıkla, eğitimle, ulaştırmayla, çevreyle, çalışmayla, sosyal güvenlikle bir bütün olarak hangi bakanlığın bütçesi Komisyonda görüşülürken herhangi bir sivil toplum örgütü, meslek örgütü veya sendika davet edildi? Bir tek Sağlık Bakanlığının bütçesine Türk Tabipleri Birliğinin Genel Sekreteri geldi, onun da -arkadaşlar iyi bilirler- sözü yarıda kesildi. Böyle hazin bir durumu yaşadık. Ondan sonra katılımcılık… Eğer eğitim diyorsanız, meslek örgütleri, sendikalar gelsin. Katılımcılığı esas alıyorsanız, Sağlık Bakanlığının bütçesi görüşülürken eczacılar, diş hekimleri, doktorlar, meslek örgütleri ile bütün sendikal örgütlenmeler gelsinler, bütçeyi güçlendirecek sözlerini söyleyebilsinler. Katılımcılık olacaksa böyle olacaktır.

Yine, eğitimle ilgili bir iki hususa dikkat çekmek istiyorum. Bütün vekillerin ve bizi izleyen halkımızın huzurunda ifade etmek isterim ki AKP iktidarının övünmekle en fazla meşgul olduğu husus, kendi dönemlerinde eğitime ayrılan payın, bütün bütçe içerisindeki en yüksek pay olduğudur. Bütçede en fazla payın, eğitime ayrıldığı hususu, inanın bir şehir efsanesidir. Bunu da rakamlarla ifade edeceğim, hem de değerli milletvekilleri, Maliye Bakanlığının rakamlarıyla ifade edeceğim.

Bakın, Millî Eğitim Bakanlığının başlangıç ödeneği ile gerçekleşen ödenek hiçbir zaman eş değer olmamış, hep ekside kalmıştır. Nasıl ekside kalmıştır? Örneğin, 2013 yılında Millî Eğitim Bakanlığına 47,5 milyar lira ödenek ayrılmış, bu, başlangıç ödeneğidir, gerçekleşen ödenek 38,7 milyar lira. Yüzde 18 hangi bakanlığa aktarıldı? 2014 yılında 55,7 milyar lira olan Millî Eğitim başlangıç ödeneği, gerçekleşme itibarıyla 43,3 milyarda kalmış ve eksi yüzde 29’da kalmıştır. Şimdi diğer bakanlıklara aktarılıyor. Peki, aynı yıllarda, bakın, Millî Eğitim Bakanlığının 2013’te eksi yüzde 18, 2014’te eksi yüzde 29. Millî Savunma Bakanlığının 2014 yılında başlangıç ödeneğiyle gerçekleşen ödenek yüzde 39 artarak sonuçlanmış. Aynı şekilde Başbakanlığın yüzde 101 artmış; 989 milyon lira ödenek ayrılmış; 1,88 milyar lira gerçekleşen ödenek olmuş. Ondan sonra neymiş? Eğitime en fazla ayrılan pay, bütçe içerisinde, AKP iktidarı döneminde olmuş. Bu, bir şehir efsanesi. Bunun hiçbir zaman dönem içerisinde karşılığı olmadı değerli arkadaşlar.

Bakın, bu, aslında çok küçük bir hileyi ele vermektedir: “Biz başlangıç ödeneğinde eğitimi yüksek gösterelim, kamuoyuyla böyle paylaşalım; halkımızla, uluslararası toplumla, Avrupa Birliği kamuoyuyla böyle paylaşalım ama bunun yanı sıra şunu da göz ardı etmeyelim: Oradan diğer savunma, güvenlik, emniyet bölümlerine aktarırız ama kamuoyuyla nasıl paylaşacağız? Başlangıç ödenekleri üzerinden paylaşacağız.”

Millî Eğitime sıra gelmişken bir diğer husus: Bakın, Millî Eğitim bütçesinin 2015 yılında toplam harcamalarının personel gideri ile sosyal güvenlik giderleri toplam yüzde 79,9’dur. Hani en fazla pay ayrılıyor ya… Zaten kamudaki personelin yüzde 41’i Millî Eğitimde ve ayrılan payın yüzde 80’i personele gidiyor. Peki, Millî Eğitim bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay nedir? 2002 yılında yüzde 17,18; giderek azalmış tedricî olarak. 2009 yılında eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 4,57’ye düşmüş, bugün, 2016 yılında ise hedeflenen yatırım payı yüzde 8,3’tür. Hani, eğitim yatırımları artıyordu? Zaten personel sayısının fazla olması nedeniyle personel ve onların sosyal güvenlik giderlerinden başka bir şeye hizmet etmiyor.

Bir diğer husus, OECD ülkeleri içinde eğitim kademelerine göre öğrenci başına yapılan yıllık eğitim harcamaları. Bakın, son sırada Türkiye. OECD ülkeleri içerisinde eğitimde öğrenciye düşen payın en düşük olduğu… Örnek vereyim, biz Almanya’dan, İspanya’dan, Fransa’dan vazgeçtik, örneğin, Polonya’nın öğrenci başına düşen payı dolar bazlı olarak 2 kattan daha fazla, Güney Kore’nin, Şili’nin, Meksika’nın bizden çok fazla. Ondan sonra, eğitime ayrılan payın en yüksek olduğu iddiasında bulunuyoruz biz.

Şimdi, burada, bazı hususlara dikkat çekmeye devam ederek konuşmamı toparlamaya çalışacağım. 2015 yılı itibarıyla İşsizlik Fonu’nda biriken para 102 milyar TL, eski deyimle 102 katrilyon. Peki, gerçek anlamda işini kaybetmekten kaynaklı olan emekçilerimize ödenen ne kadar? 10 milyar lira. Düşünün, İşsizlik Fonu için topladığımız paranın sadece ve sadece yüzde 10’unu bu amaçla kullandık, geri kalan yüzde 90’ının bir kısmını belki savunmaya aktardık ama Hükûmet yetkililerinin bizatihi açıklamasından biliyoruz, duble yollara harcandı.

Bir de bu yıl torba yasada çıkan bizim “güvencesiz” olarak adlandırdığımız kadınların yarı zamanlı çalışma hakkında, sanırsınız ki doğumdan sonra altı aya kadar izin alıp yarım gün çalışabilir olma pozisyonu tam maaş alma üzerinden realize oluyor. Böyle bir şey yok. Bir defa, yarım gün çalışan, doğum yapmış kadın emekçiler yarım maaş alacak. Peki, primler? Çalıştığı süreninkini zaten işveren ödeyecek, geri kalanı İşsizlik Fonu’ndan karşılanacak. Burada yine sermayenin yükünü azaltan bir skandal karara bir torba yasa içerisinde geçirilen maddeyle imza atmış bulunmaktayız.

Söylenebilecek çok husus var, mesela Komisyonda Sağlık Bakanlığı sunumu yapılırken övünülen şey neydi biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Övünülen şey, artan hasta sayısı, artan acile giriş yapma sayısı. Yani, toplumun hasta olduğunun, hastalığın toplumsal olarak yaygınlaştığının itirafı gibi bir sunum yapıldı bize ama önleyici tedbirler üzerinden, hasta sayısının azaltılması üzerinden bir sunum dinlemeyi çok arzulardık biz.

Bir diğer husus, Tarım Bakanlığı. Ana Muhalefet Partisinin Sayın Genel Başkanı ifade etti, kendine yetebilirlik bitti, dışa bağımlılık arttı gerek tarımsal gerekse hayvansal ürün açısından. Öyle ki hububat ithalatı bile yapar duruma düştük, organik tarım yok. Bir de bir eğitimci eşi olarak söyleyeyim, eskiden beri aralık ayında Yerli Malı Haftası kutlanır. Birkaç öğretmen arkadaşa da sordum, artık biz çocuklarımıza “yerli malı” deyince hamburger ve Coca Cola getiriyorlar! Ülkenin toplumsal algı olarak çocuklarımıza tezahürü bu şekilde yansıyor. Düşünün, yerli malı, Coca Cola ve hamburgere kadar düştü.

Bir diğer husus, şimdi, Sayın Bakan, üzüntümüzü ifade edelim, muhalefet şerhimizin yasaya, Anayasa’ya, İç Tüzük’e aykırı olarak komisyon raporuna eklenmemiş olması, bazı skandal cümlelerle yazılan bir yazı neticesinde bize ulaştı. Ne diyor Komisyon Başkanı biliyor musunuz? “Nesnel gerçeklik yoktur.” Nesnel gerçeklik neye tekabül eder? Herkesin her şeyi aynı düşünmesine tekabül eder. Siyasi partiler, öznel düşünceyi ifade eder Sayın Komisyon Başkanı. “Nesnel gerçeklik.” dediğiniz, 1946’da sona eren tek partili dönemde kaldı. Ben niye sizinle aynı şeyi yazayım oraya? Sizinle aynı şeyi yazmış olsam, o zaman sizinle aynı partide zaten siyaset yapardım. Farklı partiler bunun için var, seçimler bunun için var, farklı toplumsal olay ve olgulara farklı bakmamızdan kaynaklı düşüncelerimizi politik hatta yansıtmamızdan ötürü var. Ne demişiz? Bakın, AKP’yi ve siyasi iktidarı töhmet altında bırakmaksızın açığa çıkan bir durumu ifade etmişiz: “Çıplak kadın bedenleri teşhir edildi.” Yalan mı? İktidar, şüphesiz, ülkeyi yönettiği için bundan sorumludur ama açın, muhalefet şerhimizi bir daha okuyun; bunu ne AKP’ye ne siyasi iktidara dönük bir ifade olarak kullandık. Ne demişiz? “Güvenlikçi ve savaş bütçesi.” İşte, açıkladık: “İçişleri, Millî Savunma Bakanlığının giderek artan bütçesi…” Ne demişiz, muhalefet şerhinde rahatsız oldukları? “Roboski katliamı.” Peki, ne deseydik? Ne deseydik?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – “Uludere kazası.”

AHMET YILDIRIM (Devamla) - “Operasyon kazası” mı deseydik? Ne deseydik? “Uludere hayata döndürme operasyonu” mu deseydik?

HASAN TURAN (İstanbul) – Türkiye ile Lüksemburg’u karıştırıyorsun.

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Katliam, katliamdır. Bombalanan uçaklarla 35 çocuğumuz katledildi, bunun adı, dünyanın her yerinde “katliam”dır. Niye rahatsız oluyorsunuz bundan?

Bir de şöyle ifade etmek isterim: Bakın, biz buraya sadece olanları yazdık Sayın Komisyon Başkanı, olanları yazdık. Aklıma şey geliyor; 1937’de İspanya Hükûmeti, Picasso’ya -Alman uçakları tarafından bombalanan Guernica’yı- “Biz, Paris’te Dünya Fuarı’nda sergilemek istiyoruz, bir tablo çizer misiniz?” diyor. Picasso, iki ay boyunca çalışıyor, bir tablo açığa çıkarıyor ve sergileniyor, sergilenme esnasında da -meşhurdur, bilirsiniz- bir Alman general ziyaret ediyor, şunu söylüyor: “Bunu sen mi yaptın?” “Hayır, siz yaptınız, biz resmettik.” Picasso resmetmişti, biz de sizin yaptığınızı neşrettik buraya. Başka da bir şey yok. Biz mi yaptık onları?

Bir diğer husus: Bakın, bu işler böyle sadece kitap yazmakla olmuyor. Jean-Paul Sartre diyor ki: “Savaşta ölen bir tek çocuk karşısında benim bütün kitaplarımın ve bilgilerimin hiçbir anlamı yoktur.” Veya şunu söyleyelim: Şiddet ile özgürlük ters orantılıdır. “Bir toplum ne kadar özgür olursa güç ve şiddet kullanımı o kadar azalır.” Noam Chomsky söylüyor.

Özgürlük ve şiddet arasındaki dengeyi yitirmiş bu ülke gerçekliğinde özgürlüklerin, toplumsal barışın, demokrasinin bütçede yaşam bulacağı, zenginler ile fakirler arasındaki makasın…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yıldırım, bir dakikada toparlayın lütfen.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - …zenginler ile fakirler arasındaki makasın kapandığı, emekçilerin zenginler karşısında ezilmediği, kadının eril zihniyet karşısında şiddet görmediği, şu güzel ülkenin doğasının, ekolojisinin sermayenin hırsı için talan edilmediği, aynı şekilde çocuklarımız ve gençlerimizin gerçek anlamda eğitimdeki payının arttığı, toplumsal çılgınlığımızın bir toplumsal hastalığa dönüşmediği bir ülke özlemiyle, bütçenin bütün ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

Efendim, şimdi söz sırası…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, sayın konuşmacı, konuşmasında Sayın Cumhurbaşkanına ilişkin olarak “Banka hesaplarına geçirdiği meblağlar…” diye talihsiz bir laf etmiştir. Bir milletvekili, bir vatandaş olarak, milleti temsil eden makama ve kişiye ilişkin bu haksız, bu yersiz, bu ispatı herhâlde kendisinden beklenilecek olan suçlamaya ilişkin sataşmadan söz istiyorum.

AHMET YILDIRIM (Muş) – Ne alakası var?

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Evet, Levent Bey…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, bakın, burada bütçeyi tartışıyoruz. Bütçenin başlangıcında da Sayın Naci Bostancı konuştuktan sonra aynı hususları devam ettirdiniz. Burada cevap verecek olan makam Hükûmettir.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Hatta Cumhurbaşkanlığıdır.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Naci Bostancı, AKP grup başkan vekilidir. Kendisi konuşmasını yapmıştır. Biz kendisiyle ilgili, kendisinin partimize olan pek çok sataşmasında dahi söz almadık çünkü yine arkadaşlarımız konuşacaktı ama burada muhatap bugün Hükûmettir. Yani, böyle bir usul açamazsınız burada.

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) – Cumhurbaşkanıyla ilgili Hükûmet mi konuşacak?

LEVENT GÖK (Ankara) – Böyle bir usul açarsanız, ben de usul tartışması açarım.

BAŞKAN – Levent Bey, zatıaliniz grup başkan vekilisiniz.

LEVENT GÖK (Ankara) – Aynı tablo olmaz, burada Hükûmet verecek cevabı.

BAŞKAN – Bakınız, zatıaliniz grup başkan vekilisiniz, bir partiyi temsil ediyorsunuz. Grup başkan vekilleri söz istediklerinde öncelik tanıyoruz; bu, teamül olarak zaten devam ediyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bu, farklı bir şey ama bakın…

BAŞKAN – Hayır efendim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Az önce de yaptınız aynı şeyi!

BAŞKAN – Efendim, bir parti adına söz isteniyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ben o zaman da itiraz ettim, o zaman da itiraz ettim yani siz… Elbette, burası Hükûmetin eleştirileceği bir yer.

BAŞKAN – O ayrı.

LEVENT GÖK (Ankara) – Hükûmetin her eleştirisinde AKP grup başkan vekilinin kalkıp konuşması olabilir mi? “Cumhurbaşkanı” diyor… Hükûmet ne güne duruyor?

BAŞKAN – O ayrı efendim, o ayrı ama böyle bir söz isteme hakkının da olduğu kesin.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bakın, Sayın Başkanım, yanlış yapıyorsunuz!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Levent Bey, siz de o zaman konuştunuz.

MUSA ÇAM (İzmir) – Partili Cumhurbaşkanı mı var?

LEVENT GÖK (Ankara) – Sabahki oturumda da yanlış yaptınız, şimdi de yanlış yapıyorsunuz çünkü muhatap Hükûmet, Hükûmet cevap verecek.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Efendim, her şeyden önce, ben bu ülkenin bir vatandaşıyım, vatandaşı.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Naci Bostancı, her şeyde kalkıp konuşuyor, sataşmadan dolayı söz alıyor, böyle bir şey olmaz.

BAŞKAN – Hükûmet zaten gereken cevabı verir fakat burada bir grup başkan vekilinin talebini ben yerine getireceğim.

Naci Bey, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, Cumhurbaşkanına sataşmadan dolayı söz istiyor, olabilir mi böyle bir şey?

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Böyle bir usul olabilir mi Sayın Başkan?

BAŞKAN – Lütfen efendim, lütfen…

LEVENT GÖK (Ankara) – Tutumunuz hakkında usul tartışması açarız biz.

BAŞKAN – Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanından bahsediliyor ve bir grup bunun için konuşmak istiyor, ben de grup başkan vekiline söz veriyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Olur mu öyle bir şey ya! Böyle bir şey olmaz Sayın Başkanım.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

6.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı'nın, Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhurbaşkanına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; burada grup başkan vekilleri gerekli gördüklerinde…

LEVENT GÖK (Ankara) – Olur mu canım! Burada bütçeyi görüşüyoruz Naci Bey ya!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – …bir sataşma iddiasında bulunduklarında, söz istediklerinde teamül olarak veriliyor.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Ama size olunca…

LEVENT GÖK (Ankara) – Size olan sataşma nedir? Size ne sataşma yapılmıştır?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Levent Bey, siz de defalarca geldiniz, bütün arkadaşlar geldiler. Lütfen…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, Naci Bey’in nesine sataşıldı? Olur mu öyle bir şey?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bakın, bu işin bağlamı var, bağlamı, bağlamı var Levent Bey.

LEVENT GÖK (Ankara) – Böyle bir usul yok.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Burada Sayın Yıldırım konuşurken Sayın Cumhurbaşkanına ilişkin olarak…

LEVENT GÖK (Ankara) – E, tamam, Hükûmet cevap verir ona.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – …külliyeyi kendisi için yaptırdığını, Cumhurbaşkanı ya da Başbakan, ne olacaksa kendisinin orada oturacağını söyledi.

LEVENT GÖK (Ankara) – Siz, Cumhurbaşkanı ile partinizin bağını kestiniz mi, kesmediniz mi Sayın Naci Bostancı? Cumhurbaşkanı, yürütmenin başında, kalkar Hükûmet cevap verir.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Dinler misin.

Arkadaşımız da dedi ki: “Tapusunu kendisi mi almış?” Buna sinirlendi Sayın Yıldırım ve hem arkadaşımıza, bir nevi, hem de grubumuza had bildirme kastıyla, bakın, kasıt önemli…

AHMET YILDIRIM (Muş) – Niyet okuyorsunuz Naci Bey ya!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – …bu kasıtla, “Olabilir, tapusunu almamış olabilir ama banka hesaplarına geçirdiği meblağlar var.” dedi. Bunu söylerken aslında grubumuza yönelik, kendisine laf atılmasına karşı öfke sebebiyle, tecziye amaçlı bir konuşma yaptı, işin böyle bir tarafı var.

Şimdi, ben Sayın Yıldırım’dan bu ifadesi dolayısıyla, gelip burada, Sayın Cumhurbaşkanı hangi banka hesabına, ne zaman, kaç lira geçirmiş, nedir bu meblağlar; açıklamasını beklerim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Başbakandan bekliyoruz onu.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Eğer açıklamazsa Sayın Yıldırım’ın bu açıklamama hâli karşısında, isminin önüne eklenecek sıfatı kendisi biliyordur.

Arz ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Evet, buyurun Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, Halkların Demokratik Partisinin Cumhurbaşkanıyla ilgili yapmış olduğu konuşmadan dolayı bir sataşma olmuştur. Ben de Cumhurbaşkanının ülkemizin başkanı olması sıfatıyla, sataşmadan dolayı söz istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Evet, Ahmet Bey...

AHMET YILDIRIM (Muş) - Öfke ve tecziye duygusuyla konuştuğumu iddia ederek bana sataştı. Sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN - İsminizden bahsedildi.

Buyurun efendim…

LEVENT GÖK (Ankara) - Ondan sonra mı bana vereceksiniz efendim? Ben de sataşmadan dolayı söz istiyorum. Naci Bey'e hangi hukukla verdiyseniz...

BAŞKAN - Bir parti adına söz istiyorsunuz, vereceğim efendim, iki dakika, efendim...

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - İspatlamazsan şerefsizsin! İspatlamazsan eğer şerefsizsin!

7.- Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım'ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

AHMET YILDIRIM (Muş) - Bak, asla o kavramı burada ağzıma almayacağım ve sana karşı kullanmayacağım, sana iade ediyorum.

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - İspatlamazsan şerefsizsin!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Ya, şunu dışarı atın ya!

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Sana iade ediyorum!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sensin şerefsiz! Sensin şerefsiz!

BAŞKAN - Ahmet Bey...

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - Cumhurbaşkanının banka hesabını ispatlamazsan şerefsizsin!

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Naci Bey, lütfen susturun, çok daha ağırını söylerim ben.

BAŞKAN - Sayın Yıldırım lütfen... Sayın Yıldırım...

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - Cumhurbaşkanının banka hesabını ispatlamazsan şerefsizsin!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Kürt düşmanı, HDP düşmanı! Alçak adam! Hep aynı şeyi yapıyorsun.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Şerefsiz sensin, tamam mı!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – En büyük şerefsiz sensin!

BAŞKAN - Ahmet Yıldırım Bey...

Hüseyin Bey, lütfen...

AHMET YILDIRIM (Devamla) – Ayıp! Utanmıyor musun ya! Yakışıyor mu senin ağzına?

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - Eli kanlı teröristsin sen!

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Bir milletvekilinin ağzına yakışıyor mu? Utanmıyor musun?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Hayır, bütün HDP konuşmalarında bu böyle yapıyor ya.

AYHAN BİLGEN (Kars) – “Tape”lerde hepsi var zaten!

HÜSEYİN KOCABIYIK (izmir) - Cumhurbaşkanına hakaret ediyorsun burada, utanmıyor musun sen?

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Utanmaz sensin!

BAŞKAN - Hüseyin Bey, rica ediyorum...

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - Devletin başkanı... Sen kimin adamısın?

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) – Seni milletvekili yapmış, belli.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Sayın Başkan, ayıp bir şey ama ya!

BAŞKAN - Hüseyin Bey, lütfen buyurun.

Ahmet Bey, benim istirhamım şu: Genel Kurula hitaben konuşun lütfen.

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Beyefendi, lütfen siz de oturunuz.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Lütfen, yeniden başlatır mısınız?

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - Sayın Başkan, Cumhurbaşkanına hakaret ediyor.

BAŞKAN - Lütfen oturunuz efendim

Buyurun Ahmet Bey.

İki dakika, rica ediyorum...

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Öncelikle hiçbir zaman ağzıma almayı kendime de şu Meclisin huzurunda da söylemeyi yediremeyeceğim cümleyi size iade ediyorum, bir. (HDP sıralarından alkışlar)

HİLMİ BİLGİN (Sivas) - İspatla, ispatla!

AHMET YILDIRIM (Devamla) - İkincisi: Naci Bey, keşke sözlerimi iyi dinleseydiniz. Ya değilse, ben bu iddialarımı gündeme getireyim dedim, iki.

Üçüncüsü, sataşan arkadaşınızı susturmayı da göreviniz gereği keşke biraz bilseydiniz.

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - Ülkemin Cumhurbaşkanına iftira ediyorsun, ülkemin Cumhurbaşkanına iftira atamazsın.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Cumhurbaşkanının kendi ağzından söyleyeceğim. Şu alyansı çıkardı siyasete girdiği zaman, dedi ki: "Sermayem bu."

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) - Öyle bir şey yok, yalan söylüyorsun!

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - Yalan söylüyorsun, öyle bir şey yok.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - "Biliniz ki bundan fazla bir mal varlığım olursa demek ki çalmışımdır." 3 milyar dolar nereden geldi?

Arz ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından "İspatla" sesleri, gürültüler)

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - Şerefsiz!

YUSUF BAŞER (Yozgat) - İspatlasaydın.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) - İspata gel, ispata.

BAŞKAN - Buyurun Levent Bey.

iki dakika, lütfen...

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Yalancı! Şerefsiz!

HÜDA KAYA (İstanbul) – Kime el sallıyorsun sen? Kime el sallıyorsun? İndir elini, indir. Elini sallama öyle.

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Gerçekler sizi rahatsız ediyor.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ya sen bir çık dışarı. Dışarıda şey yapalım…

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Karışma!

BAŞKAN – Levent Bey, buyurun.

8.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhurbaşkanına sataşması nedeniyle konuşması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidardaki AKP Hükûmetinin… (AK PARTİ ve HDP sıraları arasında karşılıklı laf atmalar, gürültüler)

Sayın Başkan, önce bir sessizliği sağlayın lütfen.

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Ülkenin Cumhurbaşkanına hakaret ediyor. Yazıklar olsun! Siz kimin adamısınız?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Otur! Elini sallama öyle! Artistlik yapma!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayalım ve mehabeti bozmayalım ve hatibi dinleyelim efendim. Lütfen sataşmayalım.

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Bu ülkenin insanları değilsiniz siz!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bu ülke, senin gibi insanlardan utansın! Sen, bu ülkenin insanı değilsin!

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Naci Bey, bunlar senin eserin.

HİLMİ BİLGİN (Sivas) – İspatlayın! İspatlayın!

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Siz, bu ülkenin insanı değilsiniz.

BAŞKAN – Siz de Hüseyin Bey… Beyefendi… Hüseyin Bey, rica ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sen, ırkçı faşistin tekisin!

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Terörist! Şerefsiz!

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Çamur! Kulise gel, kulise.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Sensin, sen! Terörist sensin! Aynen iade ediyoruz. Sensin!

BAŞKAN – Beyefendi… Hüseyin Bey, Ahmet Bey, lütfen… Lütfen… Hatibi dinliyoruz. Meclisin mehabetini lütfen bozmayalım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Biz bütün konuşmacıları dinledik. Sayın Başkan, bütün siyasi parti gruplarının hatiplerini bize ters gelen bütün söylemlerine rağmen büyük bir saygıyla dinledik ama burada oturan, ismini de bilmediğim bu milletvekili, bu yasama döneminin başından itibaren HDP’nin yaptığı bütün konuşmalara yerinden ağır hakaretlerle sataşan birisidir. Ya HDP konuştuğunda dışarı çıksın….

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Hepiniz defolun, gidin bu Meclisten!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Çünkü biz de kendisini görmekten memnun değiliz…

BAŞKAN – Böyle bir şey yok efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – …ya da oturup burada asgari siyasi bir nezaket göstersin. Aksi bir tutum ahlaksızlıktır. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – İdris Bey, teşekkür ediyorum.

Levent Bey, lütfen buyurun…

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Sayın Cumhurbaşkanına hakaret edemezsin. Cumhurbaşkanına hakaret etme… (HDP sıralarından gürültüler)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Ya yetti be! Bu ne ya!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Gel, Genel Kurulda şov yapma, çık dışarı!

LEVENT GÖK (Devamla) – Arkadaşı bir susturun efendim.

BAŞKAN – Hüseyin Bey… Beyefendi, zatıalinizi tanıyorum, nezaketinizi biliyorum ama lütfen, rica ediyorum…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Onun nezaketi mi! Sefil ya, sefil…

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Sayın Başkan…

AHMET YILDIRIM (Muş) - Saygısız adam!

BAŞKAN – Efendim ayrı. Bu, devam eder böyle. Lütfen, buyurun yerinize.

HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) – Anayasa’nın 103’üncü maddesi Cumhurbaşkanını tarif ediyor. Sizler Anayasa’nın 103’üncü maddesini okuyunuz.

BAŞKAN – Anlıyorum ama yerinize oturunuz.

Levent Bey, buyurun beyefendi.

LEVENT GÖK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada iktidardaki partinin Meclise sunmuş olduğu bütçeyi görüşüyoruz. Bu bütçe, Mecliste kabul edildikten sonra hepimizin bütçesi olacak ve buna göre harcamalar yapılacak ve ülke kendi işleyişini sürdürecek. Burada bütün partilerin, herkesin bütçe üzerinde söz alması ve başlayan bugünkü bu görüşmelerden itibaren Hükûmeti ve yürütmeyi eleştirmesi en doğal haklarıdır. Bu doğal haklara riayet etmeden, Cumhurbaşkanı seçildiği andan itibaren partisiyle ilişiği kesildiği, Anayasa hükmü olan bir Cumhurbaşkanının eleştirildiği her noktada AKP grup başkan vekiline söz vermek usule, teamüllere ve Anayasa’ya aykırıdır.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Aynen…

LEVENT GÖK (Devamla) - Sayın Naci Bostancı, Cumhurbaşkanı seçildiği andan itibaren partinizle bağı kesilmiştir ama siz, gösterdiğiniz reflekslerle Cumhurbaşkanına hâlen AKP’nin bir üyesi gibi davranarak Cumhurbaşkanına haksızlık ediyorsunuz.

HURŞİT YILDIRIM (İstanbul) – Genel Başkanımız…

LEVENT GÖK (Devamla) - Cumhurbaşkanı artık bağımsız olmalıdır, Anayasa’ya uygun davranmalıdır. Zaten Cumhurbaşkanının sizin savunmanıza ihtiyacı yok; o, her gün, her saat onlarca televizyon kanalı önünde herkese, muhalefet partilerine her gün en ağır eleştirilerde bulunuyor. Bırakın da burada beş dakika yapılan eleştirileri Hükûmet cevaplandırsın.

Hükûmet burada niye var? Siz, Hükûmetin önüne geçerek AKP Grubu adına konuşma yapıyorsunuz. Burada cevap vermesi gereken, Hükûmettir çünkü Cumhurbaşkanı, gerektiği zaman Bakanlar Kuruluna başkanlık eder tıpkı önceki gün yaptığı gibi. Ama burada partisiyle bağı kesilen bir Cumhurbaşkanını AKP Grubunun bu kadar sahiplenmesini de gerçekten anlayabilmiş değilim. Cumhurbaşkanı, hepimizin Cumhurbaşkanı olmalıdır. Keşke olabilse, keşke olabilse… Ama burada yapılacak her türlü eleştiriyi cevaplandıracak olan makam Hükûmettir, arkamdaki Hükûmettir.

Sayın Başkan, böyle bir usul yok. Bir daha böyle konularda AKP grup başkan vekiline her verdiğiniz sözden dolayı ben de söz hakkı talep edeceğim. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Siz hakaret ettiğiniz sürece biz cevap vermeye devam edeceğiz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gök.

HİKMET AYAR (Rize) - Sen istediğin gibi konuşacaksın Cumhurbaşkanına hakaret etmek için, cevap vermeyeceğiz! Var mı böyle bir şey?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Levent Bey, benim buradaki yapmış olduğum değerlendirmeyi bağlamından saptırarak…

BAŞKAN – Yerinizden lütfen, mikrofonunuzu açayım.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

11.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı'nın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, aslında, emin olun, söz almak, kürsüye çıkmak arzusunda değilim, bu kasıtla da davranmıyorum. Benim Sayın Cumhurbaşkanıyla ilgili olarak burada getirilen eleştiri değil, hakarete ilişkin cevap talebim, AK PARTİ’nin bir vekili olmaktan öte, bu ülkenin bir vatandaşı, bu Mecliste bir vekil olma çerçevesinde bir taleptir.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sabah da yaptınız aynı şeyi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı, Levent Bey’in de çok yerinde söylediği gibi, herkesin Cumhurbaşkanı olarak o makamdadır. Kendisine ilişkin farklı eleştiriler olsa bile, sonuçta halk tarafından seçilmiş, bu milleti temsil eden ve herkesin Cumhurbaşkanıdır. Sözlerine ilişkin farklı değerlendirmeler olabilir ama kitapta yazılan budur, fiiliyatta da budur.

Burada HDP’li arkadaş, Sayın Yıldırım -ki konuşmasının büyük bir kısmını aslında ilgiyle de dinledim- esasen kendisi bir akademisyen, sahip olduğu nezaket dolayısıyla da böylesine bir öfkeyle araya niçin böyle bir şey kattı, onu anlamakta da zorlanıyorum ama cevap vermesi gereken şuydu: “Banka hesaplarına meblağ geçirme” diye bir iddiada bulundu. Asıl cevap vermesi gereken buydu, bu cevabı vermedi, geldi başka bir şey anlattı.

Şimdi, işin hukuki tarafına bakılırsa o iddiasını ispat etmesi gerekirdi, bunu yapmadı, siyasi polemiğe devam etti. Ben bu polemiğe devam etmeyeceğim. Herhâlde buna ilişkin değerlendirmeler farklı mecralarda yapılır. Hukuk var bu ülkede, o çerçevede değerlendirilir diye düşünüyorum.

Arz ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum.

Bildiğiniz gibi, kürsü masuniyeti var. Kürsü masuniyeti, hukuki yönden olan mesuliyeti ortadan kaldırmaz ama konuşmasında serbesttir, zarardîde olan kişi, tazminat isteyebilir, hakkını arayabilir; bunlar tabiidir.

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) – Başkan, yol mu gösteriyorsunuz?

BAŞKAN – Bir başka tabii husus şudur: Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, hepimizin, cumhurun, bu Türkiye Cumhuriyeti’nin başkanıdır; kendisine saygı göstermek mecburiyetimizdir ve saygımız sonsuzdur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Olmalı, olmalı.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 118) (Devam)

2.- 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297), 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2014 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/32), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 208 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/33), 2014 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/34), 2014 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/35), 2014 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/36), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan Kalkınma Ajansları 2012 Yılı Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/28), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2013 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/31), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2014 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/37) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 119) (Devam)

BAŞKAN – Efendim, şimdi söz sırası, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili ve Diyarbakır Milletvekili Sayın İdris Baluken’de.

Buyurun Beyefendi. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2016 Merkezi Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı üzerine Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Partime oy veren 5 milyonu aşkın yurttaşıma ayrımcı bakan, ırkçı yaklaşan milletvekillerini ayrı tutarak Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de AKP’nin bütçe yapma yöntemleriyle ilgili cümlelerimiz, her yıl kendini tekrar eden değişmez bir gelenek hâlinde burada ifade edilmektedir. Her yıl yapılan memleket bütçesi, bir tek partinin bu ülkenin adına karar vermesi şeklinde ilerlemekte, bütçe hakkı, katılımcılıktan, demokratiklikten ve hesap verilebilirlikten son derece uzak normlarla, maalesef, Komisyondan Genel Kurula sevk edilmektedir. Sadece bu normlar değil, Sayıştayın dış denetiminin daraltılmasıyla da, yerleşik hukuki uygulamalar da AKP tarafından tamamen devreden çıkarılmıştır.

Değerli milletvekilleri, 2016 merkezî yönetim bütçesi, Türkiye’de daha önce yapılmış tıpkı diğer bütçeler gibi bir çatışma ortamında, bir savaş mantığıyla hazırlanmıştır. Bu çatışma süreci, bütçenin bütün planlamalarına sirayet etmiş, bütçe yapma hakkının demokratik işletilmesi her zamanki gibi söz konusu bile olmamıştır. AKP Hükûmeti, bütçeyi bir taraftan güncel çatışma koşullarına göre hazırlamış, diğer taraftan da kendi ideolojik formasyonunun kodlarını tamamen bu bütçe planlamasına yedirmiştir. Oysaki bizler, Türkiye’de çoğul demokrasiyi esas alan, toplumsal kimliklerin çeşitliliğini esas alan, özgürlükleri genişleten ve demokratikleşmeye dayanan bir bütçeleme yapılmasını her yıl olduğu gibi bu yıl da yine buradan, bu kürsüden savunuyoruz. Türkiye halklarının ihtiyacı olan barış bütçesi yerine, bir savaş bütçesinin getirilmiş olmasını Türkiye halklarına yapılmış en büyük haksızlık ve çok büyük bir talihsizlik olarak değerlendiriyoruz.

Değerli milletvekilleri, uzun süredir AKP Hükûmeti, büyük bir siyasi güç zehirlenmesi yaşıyor. On üç yıllık, on dört yıllık bir iktidar dönemi boyunca AKP Hükûmeti elde etmiş olduğu devletin gücüyle muktedirleşmiş ve maalesef, iktidarın güç hastalığına tıpkı diğer hükûmetler gibi bu süreç içerisinde pervasız bir şekilde savrulmuştur.

2002 yılında Avrupa Birliğine göz kırpan bir hükûmet 2006 yılında bugün mahkûm ettiği, paralel devlet yapılanması olarak tanımladığı Gülen Cemaati’yle birlikte yoldaşlık yapmış, o yoldaşlık hukuku bittiğinde de güncel savaş konseptini geçmiş yılların Ergenekon yapılarıyla, gladyo yapılarıyla bugün sarmaş dolaş bir şekilde maalesef devam ettirmektedir. Yani tam bir siyasi pragmatizm, yapay düşman yaratarak tam bir oportünist yaklaşım üzerinden AKP Hükûmeti kendi iktidarını devam ettirmenin çabası içerisindedir. Ancak rahatlıkla belirtebiliriz ki savaşa, zora, güce, devletin elindeki muktedir yetkiye dayanan her hükûmet gibi AKP Hükûmeti için de artık sonun bitişini müjdeleyen bitiş çanları, tehlike çanları yüksek bir volümle çalmaya başlamıştır.

Biz net olarak ifade ediyoruz: Dünün mazlumu olarak halka gidip halktan oy isteyenler bugün maalesef diğer hükûmetleri de aşacak bir zalim noktaya, bir zalim aşamaya gelmiş durumdadırlar. Yıl dönümü vesilesiyle birkaç gün sonra bu Mecliste de yoğun bir şekilde tartışılacak 28 Şubat darbesinden şikâyet edenler, bugün o darbeci, cuntacı yapılarla kol kola yürümekte herhangi bir beis görmüyorlar.

Ancak her zulüm yapan hükûmette olduğu gibi, bir yalnızlaşma, bir kendi içine doğru kapanma, içeride ve dışarıda hızla iflasa doğru giden bir süreçle AKP Hükûmeti karşı karşıya kalmıştır. Gerek Türkiye halkları nezdinde gerekse uluslararası kamuoyu ve uluslararası sermaye nezdinde artık AKP sonrasının birtakım senaryoları tartışılmaya başlanmış, AKP içerisindeki çatlaklar yüksek sesle bütün kamuoyunda ciddi bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır.

HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Hayal görüyorsun, hayal.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bakın, bugün ortaya çıkan tabloyla AKP içerisinde bir taraftan saraya yakın bir kanat, sarayın tek adam, tek parti anlayışını savunan bir kanat bir siyasi hat üzerinde dizilmişken diğer taraftan olası bir başkanlık sisteminde kendi yetkilerinin de tamamen devreden çıkacağını bilen Başbakan ve ona yakın, gidişattan rahatsız olan bir kanadın varlığı siyasetle ilgilenen bütün herkesin malumudur.

Yine aynı şekilde, daha önce bu partide Genel Başkanlık yapmış, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış, Başbakan Yardımcılığı yapmış Sayın Gül ve Sayın Arınç öncülüğünde de yeni bir siyasi kanadın AKP içerisindeki bu çatlamadan, bu zorlanmadan dolayı bir arayış içerisinde olduğunu bütün Türkiye kamuoyu ve bütün dünya kamuoyu tartışmaktadır. Koca çınarların altında gün yüzüyle buluşmamış olan hakikatler tek tek dökülmeye başlamakta. Havuz medyasında ve sosyal medyada yandaş yazarlar, trol ve troliçeler arasında acımasız bir iktidar savaşı, çetin bir iktidar savaşı baş göstermeye başlamıştır.

Bir kanat “Ekonomi iyi değil, dış politika allak bullak, paralelle mücadele bir paranoyaya dönüştü.” derken bir diğer kanat hâlâ Orta Doğu’da ve küresel dünyada oyun kurucu olduğunu sanmaya devam etmektedir. Çatlayan bu yapı içerisinde parti organları ve Bakanlar Kurulu listeleri için bile günlerce liste savaşları yapılmakta, güç savaşları yapılmakta, delege imzalarıyla desteklenmiş gölge Genel Başkan ya da gölge Başbakan sopası gerektiğinde aba altından sıkça uzatılmaktadır.

Kürt illerinde inisiyatif tamamen gladyo, Ergenekon, JİTEM ve kontrgerilla yapılarına verilmiş, oradaki yapılar Bakanlık yetkililerinin de şahitlik ettiği telefon görüşmelerinde “Biz Başbakandan talimat almıyoruz.” deme cüretini maalesef gelinen aşamada göstermeye başlamışlardır.

Bakın -keşke Sayın Başbakan burada olsaydı da sorsaydık ama eminim ki izliyordur ve not alıyordur- az önce haber bültenlerine düşen bir haberi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu bahsettiğim çatlamanın geldiği düzey açısından son derece ibret vericidir. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, bugün yaptığı bir açıklamada “Kesin bir dille ifade edebilirim ki yeni bir anayasa için erken seçim yapılmayacak.” diyor. Bakın, Cumhurbaşkanı da demiyor, Cumhurbaşkanının sözcüsü diyor. Şimdi, biz, erken seçim yapma yetkisinin hangi koşullarda Cumhurbaşkanında olduğunu biliyoruz. Şu anda o koşulların hiçbirisi yok. Üç koşul var, bu ülkede erken seçime Cumhurbaşkanının karar vermesi, ülkeyi erken seçime götürmesi için: Bir, yeni seçilmiş bir Mecliste Başkanlık Divanı teşekkül ettikten sonra kırk beş gün içerisinde hükûmetin kurulmamış olması. İki, Başbakanın istifası ya da -Allah korusun- ölmesi durumunda kırk beş gün içerisinde bir hükûmetin kurulmaması. Üç, hükûmetin bir gensoru önergesi neticesinde güvensizlik oyu alarak düşmesi.

Bakın, bu açıklama bugün yapılıyor, tesadüfi değil. Bugün, bir hükûmet için en hayati olan bütçe yasa tasarısı Meclise geldiğinde, yani bütçe yasa tasarısı Meclisten geçmeyince hükûmeti bile düşürecek gelişmelerin yaşanabileceği bir günde Cumhurbaşkanlığı sözcüsü çıkıp “Biz erken seçimle ilgili herhangi bir karar almayacağız.” diyerek, bizce, hem AKP Grubuna hem Hükûmete hem de özellikle Başbakan Davutoğlu’na buradan açık bir mesaj veriyor. Hükûmeti düşürebileceğini ve isterlerse yeni anayasa için erken seçime götürebileceklerini açık bir şekilde Başbakana bir mesaj olarak, bütün kamuoyuna iletiyor.

Bakın, bu parçalanma ve ayrılık, AKP’deki bu zorlanma durumu o kadar ayyuka çıktı ki, işte, bütün kamuoyunun vicdanını rahatsız eden Erdem Gül ve Can Dündar’ın tahliyesinde bile Cumhurbaşkanının danışmanları paylaştıkları mesajlarda “Diğer kanadın adamları bu tahliyeyi gerçekleştirdi.” şeklinde yorumlar yapmaya başladılar. Oysaki, Erdem Gül ve Can Dündar’ın tutuklanması zaten büyük bir ayıptı, zaten hem içeride hem dışarıda, kamuoyunda büyük bir infial yaratmıştı. Onlarla birlikte içeride olan gazetecilerin durumu, basın özgürlüğünün durumu çok büyük bir tartışmayı beraberinde getirmişti. Böyle bir durum varken bile bu işi yargı içerisindeki siyasi kanatların, güç odaklarının bir iktidar hesabı üzerinden değerlendiren bir anlayışı biz, tam da bu zorlanmanın, bu parçalanmanın bir tezahürü olarak görüyoruz.

Basın özgürlüğüne değinmişken, özellikle Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliyesini büyük bir memnuniyetle, büyük bir coşkuyla karşıladığımızı ifade etmiştik ama Türkiye'de basın özgürlüğüyle ilgili karne, bugün dâhil olmak üzere, maalesef her geçen gün daha kötüye gidiyor.

Bakın, bugün bu tahliyelere sevinen Türkiye kamuoyu ya da basın camiası, Azadiya Welat gazetesi muhabiri Rohat Aktaş’ın Cizre’deki vahşet bodrumlarında katledilmesinin ve Urfa’da defnedilmesinin acısını yaşamıştır.

Yine, tamamen hukuki saiklerden uzak siyasi bir kararla IMC TV’nin ekranları karartılmış, Kürt illerinde devreye konulan savaş konsepti ve katliam gerçeğiyle ilgili bütün gerçekler AKP eliyle susturulmaya çalışılmıştır. Yani, özetle, geldiğimiz tabloda, tıpkı Anavatanlar gibi, tıpkı Doğru Yollar gibi, şişirilmiş bir balonun artık yavaş yavaş sönmeye başladığı, hiç su almaz denilen bir geminin su almaya başladığı bir dönemi yaşıyoruz ve bu şişirilmiş gemide su almaya başlayan kamarada bulunan eski kıtalar, lüks kamarada oturan tuzu kurulara karşı bir isyan bayrağını da artık açık bir şekilde çekmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, işte bütün bu anlattığım süreç, Kürt meselesi başta olmak üzere, Türkiye'nin temel meseleleriyle ilgili çözüm üretmeyen, güçle, zorla, savaşla, baskıyla, sindirmeyle çözüm anlayışını dayatmaya çalışan bütün hükûmetlerin karşılaştığı bir süreç olarak Türkiye tarihinde önümüze çıkıyor. Kürt meselesini çözmeyenin çözüldüğü dönemleri hepimiz biliyoruz. AKP için de şimdi, çözmediği Kürt meselesi AKP içerisinde büyük bir çözülmeyi beraberinde getirmiştir.

Değerli arkadaşlar, Kürt meselesiyle ilgili birkaç tarihsel hususa değinmek istiyorum. Tarihini iki yüz yıl öncesine götürdüğümüz ancak günümüzdeki formasyonuyla yüz yıllık bir sorun alanı olarak tanımladığımız Kürt sorunu, bugün her ne kadar da inkâr edilse, hem sosyolojik hem tarihsel hem ekonomik hem siyasi bir sorundur. Bu sorun, sadece Türkiye’nin değil, hem Orta Doğu’nun hem de küresel sistemin merkezinde bulunan bir sorundur, 40 milyonu aşan bir halkın varlığının tanınıp tanınmaması sorunudur ve Kürt sorunu gelmiş olduğu aşamayla da demokrasi, özgürlükler ve insan haklarıyla birlikte, birlikte yaşadığı halklarla iç içe geçmiş, temel hak ve özgürlükleri yakından ilgilendiren bir sorundur.

Bizim ülkemizin tarihinde bu meselenin başlangıcı, cumhuriyet tarihinden itibaren ele alırsak, buradaki 1921 Büyük Millet Meclisinin kurucu iradesinin reddi ve 1921 Anayasası bir kenara bırakılarak 1924 Anayasası’nın tekçi ve asimilasyoncu zihniyetinin devreye girmesiyle beraber maalesef bugünlere kadar gelmiştir. Bütün tarihe baktığımızda, hep bir imha ve asimilasyon konsepti karşısında bir itiraz ve direniş diyalektiğini çok rahatlıkla görebilirsiniz. Bugün, o nedenle, bu meseleyle ilgili cesur hamleler yapmak, cesur çıkışlar yapmak, kendi iç barışını, bu mesele başta olmak üzere, temel meseleleri çözerek sağlamak ve Orta Doğu’daki, küresel sistemdeki genel siyaset dengesinde de öncü bir rol almak, öncü bir pozisyon almak şeklinde tanımlayabiliriz.

Şu anda “Kürt meselesi” dendiğinde tüyleri diken diken olan AKP Hükûmeti de aslında, 2005 yılında dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından “Kürt sorunu benim sorunumdur.” demek suretiyle hem bir sahiplenme hem de bir çözüm perspektifi sunma noktasına gelmişti. Aynı Başbakan, 2010 yılında yani beş yıl sonra da 73 milyon insan için “Türkiye Cumhuriyeti üst kimliği” tanımını yaparak Kürt sorununun var olduğunu ve mutlaka çözmeye kararlı olduğunu açık bir şekilde vurgulamıştı ancak aradan beş yıllık bir zaman geçmesine rağmen, bu meselenin çözümüne dair herhangi bir yasal ve anayasal düzenleme yapılmamasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut yasalarında, Anayasa’sında, mevzuatında tek bir yerde bir “Kürt” kelimesi bile geçmemesine rağmen, aynı Başbakan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla yapmış olduğu konuşmalarda Kürt sorununu inkâr etmiş, “Kürt sorunu” diye bir sorunun olmadığını açık bir şekilde vurgulamıştı.

Tabii, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre düşünen AKP’li milletvekilleri ve AKP’li yazarlar da büyük bir zorlama yaşamış, 2005 ve 2010 yılında “Kürt sorunu vardır ve çözülmelidir.” dendiğinde Kürt meselesiyle ilgili birer “author bilge” rolüne soyunmuş, gittikleri her platformda meseleyi çok detaylı bir şekilde ele almış, masaya yatırmış ama Erdoğan çark edip “Kürt sorunu yoktur.” demeye başladığında da bütün hafızalarını “reset”leyip “Kürt sorunu yoktur.” üzerinden yeni bir kampanyaya maalesef başlamışlardır ve üzülerek belirtmek istiyoruz ki bu inkârdan sonra Sayın Başbakan Davutoğlu da 1930’lu yıllara atıf yapacak bir jargonla meseleyi Şark meselesi olarak ele almış ve “Şark meselesi artık bitmiştir.” cümlesini maalesef kullanmıştır.

Tabii, bütün bunları sadece Kürt halkı için kullanmıyoruz; bu ülkede yaşayan bütün halklar, bütün etnisiteler, bütün kimlikler, bütün dinler, bütün inançlar için bir anayasal sözleşme ve yapılacak yeni bir demokratik yasal düzenlemeyle, ilgili temel meselelerin çözülebileceğine inanıyoruz.

Bu ülkede hâlâ yaşayan Ermeniler, Asuri Süryaniler, Keldaniler, Araplar eğer Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre “Türk” olarak tanımlanıyorsa, burada temel sorunu çözme adına, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını bütün yurttaşların sahiplenmesi adına ciddi bir sorun olduğu kanaatindeyiz.

Yine, inançlar bağlamında düşündüğümüzde, Alevi halkımız başta olmak üzere, bütün dinlerin ve inançların, kendi inançlarının gereği olan düzenlemeler anayasal güvenceye kavuşturulmamış, cemevleri hâlâ ibadethane statüsünde görülmemiş, bununla ilgili hiçbir yasal düzenleme yapılmamış, burada oturan Hristiyan milletvekillerine de Hükûmete yakın, yandaş medya aracılığıyla maalesef nefret suçu saçan manşetler pervasız bir şekilde atılabilmiştir. Biz bütün bunların bu Mecliste tartışılması gerektiğini düşünüyoruz.

Temel meselenin, halkın karar alma süreçlerine katıldığı öz yönetim süreçleriyle ilgili, bütün dünyada uygulanan yerinden yönetim anlayışlarının katı ceberut devlet anlayışına karşı hayata geçirilmesiyle ilgili olduğu kanaatindeyiz. Bakın, Kürt sorununu kabul ettikleri dönemde AKP’ye yakın yazarlar ve AKP milletvekilleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan bölgesel yönetimlere karşı çıkmadığı için, öz yönetim taleplerine karşı çıkmadığı için ateşli bir şekilde savunmuşlar ama Cumhurbaşkanının reddiyesiyle birlikte öz yönetimden bahsetmek şu anda mevcut AKP politikaları açısından ya mezara ya zindana gönderilmenin bir gerekçesi hâline getirilmiştir. Çözüm süreci yürürken Erdoğan 2003 yılında Osmanlı’dan örnek vererek, tarihimize atıf yaparak Osmanlı’da Lazistan eyaletinin varlığından bahsetmiş, Kürdistan eyaletinin varlığından bahsetmiş, güneye inince aynı şekilde farklı eyaletlerin varlığından bahsetmiş ve bu modelden korkanları, buna karşı çıkanları tarihi bilmeyen büyük bir cehalet olarak bütün Türkiye kamuoyuna sunmuştu. Yine, bu özellikle öz yönetim başlığında savunmuş olduğumuz seçilmiş valiyle ilgili temel perspektifini de “Seçilmiş belediye başkanını kabul ediyorsunuz da seçilmiş valiye niye karşı çıkıyorsunuz?” şeklinde açık bir şekilde Erdoğan ifade etmişti.

Tabii, bütün bunlar özellikle yaşadığımız bu çatışmalı süreçte ve sahaya sürülen savaş konseptinde rahat tartışılamıyor. Oysaki biz iki buçuk yıllık çözüm süreci boyunca bu ülkedeki çatışmadan kaynaklı bütün ölümleri durdurmuştuk. Halkların Demokratik Partisi olarak burada yaptığımız her konuşmada ve gittiğimiz her platformda en ağır şekilde eleştirdiğimiz siyasilere de o iki buçuk yıllık süre içerisinde kurtarmış oldukları her can için teşekkür etmiş, onların cesaretlenerek, bu işi mutlaka bir kalıcı barışa götürerek bu ülkede çatışma gündemini artık bir kenara bırakması gerektiğini ifade etmiştik ama maalesef AKP Hükûmetinin ve Erdoğan’ın -Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın- Başkanlık sistemiyle ilgili siyasi hesapları ve Orta Doğu’da Kürtlerin bir statü elde etmemesi üzerine yapmış oldukları yanlış politik hesaplar hem içerideki barışımızı maalesef bugünkü kan deryası ortamına geri çevirmiş hem de Suriye ve Orta Doğu’da iflas eden bir politikayı yeniden gündemleştirmiştir.

Çözüm sürecini kimin bitirdiği tartışmalarına çok fazla girmeyeceğim ama “Çözüm sürecinin ancak filmini çekerler.”, “Ya istikrar ya kaos dedik, millet kaosu seçti.”, “400 vekili verin, bu işi huzur içinde çözelim.” diyenler, Türkiye’nin yönetim sisteminin fiilen değiştiğini, mevzuatın mülki amirler tarafından bir kenara bırakılması gerektiğini söyleyenler sanırım çözüm sürecinin ruhu olan demokratikleşmeyle ilgili nerede olduklarını, hangi noktada olduklarını da açık bir şekilde ortaya koymuşlardı.

Bakın, çözüm sürecinin bütün sorunlu alanlarına rağmen biz süreci 28 Şubat Dolmabahçe mutabakatına kadar getirmeyi başardık. O mutabakat ilan edildiğinde sadece Türkiye’de değil, Orta Doğu’da ve bütün dünyada barışa dair büyük bir umut ve büyük bir heyecan uyanmıştı. Bütün Orta Doğu’nun, bütün dünyanın gözü Türkiye’nin üzerindeydi, kalıcı barış ve Orta Doğu’ya model olacak yeni bir ülke vizyonuyla ilgili bir çıkış üzerineydi. Ancak, savaş konsepti devreye girdikten sonra, özellikle 7 Haziran seçiminde halk iradesine yönelik bir darbe yapılıp 1 Kasım seçimleri dayatıldıktan sonra, maalesef, bu bahsetmiş olduğumuz Türkiye’nin ilgi odağı olma durumu tamamen ortadan kaybolmuş, ölümlerle, kanla, çatışmayla anılan bir ülke pozisyonuna düşmüşüz. Şimdi, bu çatışma ortamında, Dolmabahçe mutabakatına alternatif olarak Sayın Başbakan tarafından Mardin’de ilan edilen birlik, demokrasi ve huzur paketi, bırakın Orta Doğu’da heyecan yaratmayı, bırakın dünyada bir umut yaratmayı, Mardin esnafında bir gündem yaratmayı bile başaramıyor. Böylesi bir realiteyle, böylesi bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Sorun, çözüm sürecinin yerine çöktürme planının ikame edilmesidir. O nedenle, bu yanlış sonuçtan bir an önce vazgeçilmelidir. Tekrar müzakere masasına geri dönülmeli, Dolmabahçe mutabakatında 10 maddeyle tanımlanan o demokrasi manifestosunun bütün ilkeleri cesur bir şekilde burada tartışılmalıdır diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlar, geldiğimiz aşama itibarıyla bu Meclisten sıkça dile getiriyoruz. Sadece Silopi’de, Cizre’de, Sur’da vahşet bodrumunda ve cehennem binalarında yaşanan, insanlığa karşı işlenen suçlar bile savrulmuş olduğumuz noktayı açık bir şekilde ortaya koyuyor. Varto’da, Cizre’de, Şırnak’ta işkence edilerek çıplak bir şekilde teşhir edilen kadın bedenleri AKP Hükûmetinin nereye savrulduğunu açık bir şekilde ele veriyor. Zırhlı araçların arkasında sürüklenen gençlerin bedenleri ya da cenazesi günlerce defnedilmeyen çocukların, yaşlı anaların mevcut durumu savrulmuş olduğunuz yörüngenin, rotanın ne kadar insanlıktan uzaklaştığını açık bir şekilde bize gösteriyor. O nedenle, içeride, arkada viraneye dönmüş yerleşim yerleri, geride asker, polis, sivil, gerilla, binlerce insanın cenazesinin olduğu bir kan tablosunun üzerinde bu bütçe görüşmelerini yapıyoruz. Bu tablonun ülkemize yakışmadığını, buradan bir an önce bir çıkışın, barış temelinde yeni bir cesur hamlenin gerektiğini ifade etmek istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, içeride bu yanlışlar yapılırken dış politikada Rojava’da, Suriye’de, Orta Doğu’da da, maalesef, AKP Hükûmeti Kürtlerle birlikte yüz yıl boyunca sürecek stratejik bir ortaklık yerine IŞİD, El Nusra, Ahrar el-Şam benzeri çetelerle iş birliğini tercih etmiş ve maalesef, ülkemizi büyük tehlikelerin, büyük badirelerin eşiğine getirmiştir. PYD’yle ilgili her gün suçlayan açıklamalar yapmak yerine, bir zamanlar olduğu gibi PYD’yle diyalog kanallarının zorlanması gerektiğini ve Kürtlerle hem iç barış hem de dış politikada etkin bir pozisyon temelinde yeni bir stratejik ortaklığın temelinin atılması gerektiğini en iyi bu Hükûmet biliyor. Çünkü çözüm süreci boyunca konuştuğumuz en önemli iki konu başlıklarından biri buydu. Birincisi Türkiye’de silahlı mücadele yerine demokratik siyasi mücadelenin tamamen ikame edilmesi, ikincisi Türkiye’nin Orta Doğu’da, Rojava’da, Suriye’de Kürtlerle birlikte yüz yıllık yeni bir stratejik planlama içerisine girmesiydi ama maalesef her iki planda da AKP Hükûmeti gereğini yerine getirmediği için büyük bir kaosun, büyük bir yangının ortasındayız.

Bakın, bugün PYD’yi suçlayanlar özellikle Süleyman Şah Türbesi’nin taşınması sırasında var olan süreci de maalesef son derece nankör bir şekilde gelip bu Meclis kürsüsünden inkâr ediyorlar. O türbenin nasıl taşındığını en iyi bu Hükûmet sıraları biliyor. Salih Müslim’in Türkiye’de olduğu bir sırada, bizim milletvekillerimizin de dâhil olduğu bir süreçle birlikte, PYD’nin ortaklığıyla birlikte o türbenin taşınması ve Türk askerinin vahşi IŞİD çetelerinin elinden ya da kanlı bıçaklarından kurtarılarak güvenli bir bölgeye taşınması hiçbir şekilde bir siyasi tartışma konusu, bir ucuz polemik konusu olmamalıdır, bu önemli bir ortaklaşma adımı olarak değerlendirilmelidir. PYD’yi bugün terörist olmakla suçlayanlar aslında PYD’nin Suriye’de IŞİD, El Nusra, Ahrar el-Şam’ın da dâhil olduğu cihadist örgütlerle birlikte hareket etmesini istemiş, bunu sağlayamadıkları için de, oradaki çete yapılanmaları ile PYD bir ortaklaşma sağlayamadığı için de PYD üzerinden “Bir terörist örgüttür.” algısını maalesef bütün uluslararası alanda yaymaya çalışmışlardır. Oysa, o dönem PYD cihadist örgütlerle iş birliğini kabul etseydi arkadaşlar, bu Hükûmet PYD’ye Ankara’da temsilcilik açmaya, Mürşitpınar Sınır Kapısı’nı da ticaret kapısı yapmaya hazırdı. Şimdi gelinen bu yanlış aşamadan, PYD’yi suçluyarak, PYD’nin cihadist örgütlerle iş birliği yapmaması üzerinden bir politik tutum belirlemek, olsa olsa Türkiye’ye orta ve uzun vadede büyük zararlar verme dışında hiçbir işe yaramaz.

Bakın, bu suçladığımız Rojava yönetimleri ve PYD’yle ilgili, Rojava anayasasını her birinizin açıp okumasını öneririm. İddia ediyorum, bizim 12 Eylül cuntacı Anayasası’nın yüz gömlek üzerinde olan o anayasa bütün demokratik hukuk devletlerinin hemen hemen tamamından yapılan alıntılarla, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin anayasaya yedirilmesiyle birlikte örnek alınacak bir anayasadır. Dil, kimlik, din, inanç, etnisite açısından çoğul anlayışı, çoğul demokrasiyi anayasal güvence altına almış olan yepyeni bir nefes borusudur. Tekçi bir anlayışa karşı çoğul bir geleceğin olabileceğini ortaya koyan bir yapıdır.

Bakın, sadece Tel Abyad’ın Halk Meclisi bileşenlerini buradan saydığımda ne demek istediğimi anlarsınız. Hani, etnik temizlik yapmakla suçluyorsunuz ya PYD’yi ya da Rojava yönetimlerini, bakın, Tel Abyad (Gire Spi) Halk Meclisinde 103 Arap, 17 Kürt, 7 Türkmen ve 5 Ermeni üye bulunmaktadır. Biz, bu çoğul anlayışı yermek yerine, bu çoğul demokrasiyi yerden yere vurmak yerine, örnek alınacak bir anayasal yaklaşım, bir yönetim anlayışı olarak değerlendiriyoruz.

AKP’nin dış politikayla ilgili tutarsızlıklarını defalarca buradan ifade ettik. Mısır’la ilgili gelinen aşama ortada, darbeci denen Sisi’yle aynı hat üzerinde buluşma…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Sayın Başkan, toparlamak için iki dakika ek süre rica edeceğim.

BAŞKAN – Efendim, lütfen, iki dakikada toparlar mısınız.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – …terör devleti denen İsrail devletiyle yeni bir yakınlaşma sürecinin içerisine girilmesi, Şanghay Beşlisi üzerinden çıkılan yol ve oradan “Hain Putin!”, “Hain Rusya!”, Rusya’yla görüşenleri vatan hainliğiyle suçlama noktasına gelinmesi, bütün bunları saatlerce burada sıralasak bitiremeyiz. Ancak, özellikle AB ve ABD özgünlüğünde diplomatik mütekabiliyet anlamında gelinen aşamayı her bir milletvekili gözünün önüne getirmelidir. Öyle bir noktaya geldi ki, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın yapmış olduğu açıklamalara artık ya Dışişleri Bakanının sözcüsü ya Savunma Bakanının sözcüsü cevap veriyor. Bakın, bu yanlışlardan, bu anlayışlardan hızla sıyrılmak gerektiğini buradan biz ifade etmek istiyoruz.

Özellikle yeni anayasa tartışmalarının olduğu bir dönemde AKP’nin başkanlık sistemi dayatmasının Türkiye'nin temel meselelerine asla çözüm getirmeyeceğini, toplumsal kutuplaşmayı, toplumsal gerilimi, toplumsal çatışmayı artırma dışında herhangi bir işe yaramayacağını ifade etmek istiyoruz. Yerinden yönetim anlayışı, ademimerkeziyetçi yapı, öz yönetime dayalı modellerin hayata geçmesiyle birlikte Türkiye'nin temel meselelerinin yeni anayasada rahatlıkla çözüme kavuşabileceği kanaatindeyiz. O nedenle, Anayasa Uzlaşma Komisyonunda masayı dağıtan anlayışınızı da hiçbir şekilde kabul etmediğimizi ifade etmek istiyoruz.

Yani, özü itibarıyla, bütün bu yaşadığımız sorun alanlarından bir çıkış şansı vardır, bir umut vardır. Umut olmadan, çıkışa inanmadan siyaset yürütmenin kendisi zaten kendi inandırıcılığını kaybetmeyle eş değerdir. O nedenle, biz Hükûmete bu savaş politikaları ve savaş bütçeleri yerine barış politikası ve barış bütçeleri öneriyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Bu nedenle de, AKP’nin getirdiği bu merkezî bütçe yasa tasarısına Halkların Demokratik Partisi olarak olumsuz oy kullanacağımızı ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Baluken.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir dakika, efendim…

Efendim, müzakerelerimizin devamında, şahıslar adına lehinde Sayın Orhan Miroğlu var ve aleyhinde Sayın Mehmet Günal var. İkisi arasında Başbakanın konuşması olacak fakat bir ara vermeden evvel, grup başkan vekillerinin söz talebi var. Buradaki kayda göre, önce Sayın Bostancı.

Buyurun efendim.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

12.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı'nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Baluken Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın Bey’in “Yeni anayasa için erken bir seçim olmayacak.” şeklinde bir ifadede bulunduğunu…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bütün haber sitelerinde var.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – …bunu açıkça sahip olunmayan bir yetkinin gasbı anlamında değerlendirdi. Sayın Kalın’ın söylediği “Yeni anayasa için bir erken seçim öngörmüyorum.”

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hangi yetkiyle söylüyor Sayın Başkan, onu soruyoruz ya!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Yani, kendisinin mevcut şartlar çerçevesinde yorum olarak söylediği sözü, sanki Sayın Kalın’ın külliyenin de ruhaniyetinden bir nevi hareketle, tavrından hareketle, ilhamla…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yani Cumhurbaşkanı bile öyle bir yetkiye sahip değilken sözcü nasıl böyle bir açıklama yapar?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – …bu şekilde davranacağı şeklinde yorumlamasını yanlış bilgiye dayandırıyorum. Bir kere, bunu tashih etmek için söz aldım.

İkincisi: Sayın Baluken AK PARTİ’nin içindeki kanatlardan, ekiplerden, eğilimlerden vesaire bahsetti. Bunlar on dört yıldır söylenir.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Hepsi de doğru çıktı Hocam, ayıp ediyorsun ya!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ben Sayın Baluken’e on dört yıllık AKP gerçekliğiyle, AK PARTİ gerçekliğiyle yüzleşmesini, bunun yerine düşsel fantezilere kaçmamasını hatırlatmak isterim.

Arz ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Gök, buyurun efendim.

13.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin sarf etmiş olduğu bazı ifadelere ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

BAŞKAN – Rica ederim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ben de aynı konuda söz aldım.

Şimdi, tabii, Türkiye’de anayasal kurumların görevleri belli, Anayasa’da kimlerin neler yapabileceği belli. Benim okuduğum Anayasa’da, anayasayı Türkiye Büyük Millet Meclisi yapar, gerekli şartlar oluşursa referanduma gidilir ya da gidilmez, o ayrı bir konu ama anayasa yapım sürecinin gerçekleşeceği yer Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, kimseden de talimat almaz ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, üzerine hiçbir vesayet organını da tanımaz çünkü hepimizin görev yaptığı bu Parlamentoda, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” denilen bir ortamda görev yaparken Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin bugün ifade ettiği “Gerekirse başkanlık sistemi ve Anayasa, birlikte referanduma gidilebilir.” tarzındaki söylemi, erken seçim olup olmayacağı konusundaki değerlendirmeleri, tam da bu anlamda Türkiye Büyük Millet Meclisinin üzerine bir ipotek koymaktır.

Sayın Bostancı’nın görüşünün tam da tersidir benim ifade ettiklerim. Böyle bir telaffuzun yapılamayacağı gerçeğinin, bence, bizlerden öte altını kalın harflerle çizmesi gereken makam zatıalinizin bulunduğu Meclis Başkanlığıdır.

Siz, şimdi, bence, Sayın Meclis Başkanı kalkıp bir kükremelisiniz. “Burası Meclistir, Meclisin üzerine hiçbir irade tanımıyoruz, Mecliste yapılacak, gerçekleşecek oylamalar ve tasarruflar üzerinde kimsenin ipotek koymasına izin vermeyeceğiz.” diyeceğiniz cesur bir çıkışa ihtiyaç var.

Biz, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin bu açıklamalarını çok talihsiz, siyasetin ve Meclisin vesayet makamı olarak algıladığı bir anlayış olarak görürüz…

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Ortak bir deklarasyon yayınlayalım.

LEVENT GÖK (Ankara) – …ve şiddetle reddederiz ama esas çıkışı yapması gereken, Meclisin saygınlığını koruması gereken zatıalinizin bulunduğu Meclis Başkanlığıdır.

Bu bakımdan, sizin diyecekleriniz bizim için çok önemlidir, ben de sizin bu konuda görüş bildirmenizi istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Ben, bu husustaki kanaatimi şu konuşmalar bittikten sonra arz edeceğim.

Buyurun Sayın Vural.

14.- İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin sarf etmiş olduğu bazı ifadelere ilişkin açıklaması

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Aslında, Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kalın, gerçekten kendisine çok kalın gelecek sözler söylemiş. Yani, bu demokrasiye ve millî iradeye yöneltilmiş bir hakarettir. Yani şimdi, kalkıp kesin bir şekilde seçim olmayacağına ilişkin bir irade beyanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkisini ve iradesini gasbetmek değil midir?

Sayın milletvekilleri, sizler temsil etmiyor musunuz milletin iradesini? Bu adam kendini ne zannediyor! Bu Meclis sarayın Meclisi mi, milletin Meclisi midir? (MHP sıralarından alkışlar)

Dolayısıyla, Sayın Başkan, siz “Cumhurbaşkanına saygım sonsuz.” derken Türkiye Büyük Millet Meclisine de saygısızlık yapan bu hadsize haddini bildirmenizi istirham ediyorum. Millet egemenliğine hiçbir darbeci zihniyetin müdahale edemeyeceğini ve bu milletin iradesinin hiçbir zaman vesayete alınamayacağını kendisine ihtaren, kürsüden, bütün milletvekilleri adına hitap etmenizi ve kınamanızı istirham ediyorum.

Öte yandan, burada grup başkan vekilinin kullandığı ifadeler… Kullandığınız ifadelere dikkat ediniz. Ruhaniyeti bir saraya nasıl atfedebiliyorsunuz? (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Böyle bir şey olabilir mi ya! Bu ne rezalettir ya!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Aa, öyle değil.

OKTAY VURAL (İzmir) – Böyle bir şey olabilir mi ya! Elinizi vicdanınıza koyun. Saraya ruhaniyet atfediyor. Böyle olmaz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Dinlemedin galiba Sayın Vural. Dinlemedin galiba, dinlemedin.

OKTAY VURAL (İzmir) – Siyaset yapacaksanız siyaset yapın. Dinimize, manevi değerlerimize müdahale etmeyin.

Herkes haddini bilsin.

Teşekkür ederim.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Böyle bir şey yok!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

15.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, yani bu konuyla ilgili Sayın Bostancı’nın yaptığı açıklamadan sonra tekrar bir izahata ihtiyaç var.

Bakın, ben Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın yapmış olduğu açıklamayı kürsüden okudum, aynen şöyle diyor: “Kesin bir dille ifade edebilirim ki yeni bir anayasa için erken seçim yapılmayacak.”

RECEP ŞEKER (Karaman) – Ne var bunda?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Şimdi, birincisi: Erken seçim yapıp yapmama yetkisi bir kere Cumhurbaşkanının kendisinde değil.

İkincisi: Kendisi Cumhurbaşkanının sözcüsü olarak, nasıl, erken seçimle ilgili halkın iradesini, milletin iradesini, Parlamentonun iradesini hiçe sayan böyle, pervasız bir yaklaşım ortaya koyar?

Cumhurbaşkanının hangi şartlarda ülkeyi erken seçime götüreceği Anayasa’da yazılmış. Yani, ya Başbakan istifa edecek ya Allah korusun başına bir şey gelecek, vefat edecek ya da gensoru neticesinde Cumhurbaşkanı ve Hükûmet düşecek, Cumhurbaşkanı ondan sonra ülkeyi erken seçime götürür.

Şimdi, böylesi bir realite ortadayken Cumhurbaşkanının sözcüsü şunu mu demek istiyor yani “Cumhurbaşkanlığı isterse Hükûmeti düşürebilir, isterse ülkeyi erken seçime götürecek bir yetkiyi kullanabilir ama şu an için kesinlikle bu yetkiyi kullanmayacak.” mı demek istiyor?

Buna, en başta Sayın Başbakan olmak üzere, Hükûmet ve Meclis Başkanı olarak sizin de son derece net bir açıklama yapmanız, bu tutumu da halkın, milletin iradesi adına açık bir şekilde kınamanız gerekiyor.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Efendim, şahsımla ilgili beyanlarınız var. Malumualiniz, İç Tüzük’te şöyle bir hüküm var, bir daha, tekrar bakalım:

“MADDE 64– Genel Kurula başkanlık eden Başkan veya Başkanvekili, asıl konu görüşülürken ve oylanırken hiçbir surette görüşünü açıklayamaz."

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bu, Parlamento yetkisinin gasbı ya!

LEVENT GÖK (Ankara) – Asıl bu ama.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bu tartışmalardır Sayın Başkan. İlgisi yok ya bunun! Bu tartışma değil ki.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Hocam, sahadan kaçma ya!

BAŞKAN – İkincisi: “Başkan veya başkanvekilleri, görevlerinin yerine getirilmesinin gerektirdiği hâller dışında tartışmalara katılamazlar; kişisel savunma hakları saklıdır.” Buna dayanarak fikrimi ifade etmek istiyorum.

AYHAN BİLGEN (Kars) – Meclisin şahsiyeti…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkanım, Parlamento yetkisinin...

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Zaten, burada tartışılan konu o değil ki! Meclis dışından…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Parlamentonun hakkını hukukunu savunacak Meclis Başkanı.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Levent Bey. Ne vardı efendim? Daha ben virgüldeyim Beyefendi. Müsaade edin…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Parlamento yetkisinin gasbı var; millet iradesini tanımamaktır Başkan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Fikrini belirtecek.

BAŞKAN – Ve ben görüşümü, bu noktada ismim de geçtiği için açıklamak istiyorum.

Bir kere, bu Meclistir anayasayı yapacak olan, değiştirecek olan, anayasal bir hükümdür, bu kesin. Kimsenin bunda ihtilafı olamaz, yanlış bir düşüncesi olamaz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Seçim kararını da alacak olan, onu da söyleyin Başkan.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Seçim, seçim!

BAŞKAN – Dolayısıyla, yetki burada olduğuna göre, bunun üzerine konuşmanın veya “Karşı bir fikir varmış.” demenin bir yeri yok.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Seçim kararını kim alır Sayın Başkan?

BAŞKAN – Anlamadım?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Erken seçim kararını da bir izahata kavuşturun.

BAŞKAN – Efendim ben devam edeyim. Niye bu kadar acele ediyorsunuz? Söyleyeceğim efendim.

Şimdi, “İpotek koymak…” Kim diyor, kim koyabilir?

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Cumhurbaşkanı.

BAŞKAN – Bu Meclisin üzerine kimse ipotek koyamaz.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Şöyle sesin bir gür çıksın ya!

BAŞKAN – Tarihe karışmış bazı hadiseler var, koyanlar var ama artık yok, bitti.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Saray koyamaz mı?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Nasıl? Saray var(!)

BAŞKAN – Hâkimiyet milletindir kayıtsız şartsız, ferdi manada, beşeri manada. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Çok inançsız alkışlar bunlar.

BAŞKAN – Şimdi…

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Yarın çağırır saraya!

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Saray dâhil mi?

CELAL DOĞAN (Gaziantep) – Burayı 5 defa kapattılar Başkan, farkında değilsin yani.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, Meclis Başkanına böyle talimat mı verilir, konuşurken söz kesilir mi böyle?

BAŞKAN – Efendim, devam ediyorum. Müsaade eder misiniz…

Sayın Vural, bir beyanınız var: “Kendisine çok kalın gelecek” Bunu lütfen, geri alın; değişiktir yorumu çünkü.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Aa!

BAŞKAN – Size bir gün denirse kabul eder misiniz?

MEHMET METİNER (İstanbul) - Son derece çirkin, yakışıksız! Ama, kendisine çok yakışıyor.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Aklınıza ne geldi Başkan!

BAŞKAN - Ne demek “Kendisine kalın, çok kalın gelecek.”? Bir.

İki…

OKTAY VURAL (İzmir) - Siz, önce Meclisin mehabetini korumak için konuşsanız! Siz Kalın’ı korumak için mi konuşuyorsunuz Sayın Meclis Başkanı?

BAŞKAN - Ne diyorsunuz, ne? Bir dakika…

MEHMET METİNER (İstanbul) - Size çok yakışıyor! Size çok yakışıyor!

OKTAY VURAL (İzmir) - Yani, siz Cumhurbaşkanı sözcüsünün sözcüsü müsünüz?

BAŞKAN - Ben Cumhurbaşkanının da, Türkiye Cumhuriyeti’nin de …

OKTAY VURAL (İzmir) - Hayır, siz Meclisin…

BAŞKAN - …bu Meclisin de Başkanıyım. Ve haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır, susmam! (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) - Bravo(!) Alkış(!) Alkış(!) Bravo(!) [MHP sıralarından “Bravo(!)” sesleri, alkışlar(!)]

BAŞKAN - Artı… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) - Kalkın ayağa, kalkın!

BAŞKAN - Oktay Bey…

OKTAY VURAL (İzmir) - Kalkın!

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Ne hâllere düştüğünüzün farkında değilsiniz!

BAŞKAN - Oktay Bey…

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Kalın sizin iradenize hakaret ediyor.

BAŞKAN - Oktay Bey, yılların siyasetçisisiniz, yılların grup başkan vekilisiniz. Bakınız, bakınız…

OKTAY VURAL (İzmir) - O zaman düzeltiyorum, çok kalın gelmiştir!

BAŞKAN - Ne efendim?

OKTAY VURAL (İzmir) - Çok kalın gelmiştir!

BAŞKAN - Olabilir, size de kalın gelebilir.

OKTAY VURAL (İzmir) - Çok kalın gelmiştir!

BAŞKAN - Bazı zamanlar gelebilir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bir de “Bu adam…” demeyin böyle, ne olur! Yani, kaba ve incitici, daha nasıl olur? Geçiyorum.

İbrahim Kalın Bey’i yakından tanırım, kendisini yetiştirmiş, çok kıymetli ve değerli bir bürokrattır. Lütfen, insanlarımızı böyle, kum torbasına çevirmeyelim.

MUSA ÇAM (İzmir) - Allah size bağışlasın! Allah size bağışlasın!

BAŞKAN - İbrahim Bey… (MHP sıralarından gürültüler)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, şahsına bir şey demiyoruz.

BAŞKAN - Bakın, efendim, bitiriyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Ben bitireyim efendim.

OKTAY VURAL (İzmir) - Ya, Sayın Başkan, ben Meclis iradesine ilişkin ifadesi karşısında…

BAŞKAN - Ben onu söyleyeceğim…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Erken seçimle ilgili irade beyan edemez.

OKTAY VURAL (İzmir) - …sözünüzü kullanın diyorum.

BAŞKAN - Ben karıştırmam kimseyi.

OKTAY VURAL (İzmir) - Siz Meclisi temsil edin!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Biz şahsiyetine bir şey demiyoruz, erken seçim iradesi beyan edemez.

BAŞKAN - Söyleyeceğim onu.

OKTAY VURAL (İzmir) - Siz Meclisi temsil edin! Meclisi temsil edin, sarayı değil!

BAŞKAN - Ediyorum… Ediyorum efendim…

OKTAY VURAL (İzmir) - Sözcünün sözcüsü olmayın!

BAŞKAN - Siz oturun lütfen. Ben size, sözünüz şık değil dedim, benim kanaatim.

OKTAY VURAL (İzmir) - Efendim, benim sözüm adresine varmıştır.

BAŞKAN - Olabilir.

OKTAY VURAL (İzmir) - Evet!

BAŞKAN - Ama yalnız…

OKTAY VURAL (İzmir) - Evet, boyundan büyük sözler söylemesin!

BAŞKAN - Ayrı keyfiyet.

Bir diğer…

OKTAY VURAL (İzmir) - Türkiye Büyük Millet Meclisine hakaret etmeye kimsenin hakkı yoktur, haddi de değildir! (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Bir diğer hususu söylüyorum…

LEVENT GÖK (Ankara) - Sayın Başkan…

OKTAY VURAL (İzmir) - Bu kadar açık seçik! Kim olursa olsun haddini bildirmek bizim görevimizdir, en başta da sizin görevinizdir!

BAŞKAN - Ben kendi görevimi biliyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) - Yapmıyorsunuz!

SUAT ÖNAL (Osmaniye) - Millet bildirmedi mi haddinizi?

LEVENT GÖK (Ankara) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Levent Beyciğim, bir dakika.

OKTAY VURAL (İzmir) - Yapmıyorsunuz!

BAŞKAN - Efendim, bir diğeri: 2011 yılında Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu, yirmi beş ay çalıştı; 19.500 sayfa bilgi, belge birikti. Toplumun her kesiminden, kurumlardan, kurullardan, şahıslardan beyanlar geldi, görüşler geldi. Yani, Anayasa hakkında görüş beyan etmek ne zamandan beri bir suçtur da Meclise karşı hakarettir? Yapmayın böyle!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Anayasa değil, erken seçim Sayın Başkan.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – “Erken seçime niye karar veriyor?” diyor.

BAŞKAN – O da şahsi… Kendi şahsi görüşünü herkes söyleyebilir.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Şahsi görüşü olamaz, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü olarak konuşuyor ya!

BAŞKAN – Zaten öyle yapacağız, bir konsensüs böyle sağlanacak. Dolayısıyla...

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Siz pek anlamamışsınız konuyu.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, görüş değil bu, “Erken seçim yapılmayacak.” diyor.

BAŞKAN – Efendim?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Net hüküm vermiş, hüküm; “Erken seçim yapılmayacak.” diyor.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – İrade beyan ediyor.

BAŞKAN – Onu yazan…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Erken seçim yapılacak ya da yapılmayacakla ilgili bir görev ve yetkisi var, biz mi bilmiyoruz? Anayasa dışında…

BAŞKAN – Efendim, acaba öyle mi dedi, yoksa temenni mi etti, bilmiyorum ama neticeyi söylüyorum. [MHP sıralarından gülüşmeler, alkışlar(!), “Bravo(!)” sesleri]

OKTAY VURAL (İzmir) – Bravo, bravo(!) Alkışlayın şimdi(!)

BAŞKAN – Rica ederim Oktay Bey. Nezakete bakınız!

İdris Bey…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bakın, cümle aynen şu Sayın Başkan: “Kesin bir dille ifade edebilirim ki yeni bir anayasa için erken seçim yapılmayacak.”

İbrahim Kalın Türkiye’de erken seçim yapılıp yapılmayacağının kararını verebilecek bir yetkiye sahip midir, değil midir?

BAŞKAN – Efendim, hiç yetkisi olabilir mi? Nasıl beyanda bulunduğunu kendisi açıklar herhâlde.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – İşte, bunu açıklayın diyoruz. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diyorsak…

BAŞKAN – Evet, bu kesin, bu kesin…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yani, onunla ilgili bir açıklama yapmanız lazım.

BAŞKAN – …kimse bunu çiğneyemez, o günler geçti, vesayet bitti, bu kesin.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – İşte, bu konuda bir açıklama yapmanız lazım.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sizden güçlü bir ifade bekliyoruz Başkan.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – İbrahim Kalın dâhil mi, Cumhurbaşkanı dâhil mi?

BAŞKAN – Dolayısıyla, arkadaşlar, ben şunu söylüyorum: Meclisin yetkisinde olan bu anayasa için herkes fikrini söylemekte serbesttir. Zaten, o yüzden bir site mevcuttur, herkes görüşünü bildiriyor, gene de bildirecek, bunda bir şey yok, alınacak bir hadise de yok.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Herkes Meclisin sorumluluğunu üstlenemez.

BAŞKAN – Dolayısıyla, benim kükremem, “Vay, nasıl yaptın?” demem o kadar garip ki! Herkes fikrini söyleyecek efendim.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – “Vay!” demeyin, güçlü bir şekilde iradenizi koyun.

BAŞKAN – Buyurun Levent Bey.

16.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin vesayetçi ifadelerini bütün partilerin ortak bir deklarasyonla kınaması gerektiğine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım, şimdi, tabii, bulunduğunuz konumda, AKP’den önerilip seçilen bir Başkan olmanız sıfatınızın sizi kimi zaman zorladığı durumların olduğu muhakkak, bu da onlardan bir tanesi ama biz çok net olmalıyız ve çok da cesur olmalıyız; Hükûmet de olmalı, siz de olmalısınız ve AKP Grubu da olmalı. Şimdi, burada çok farklı bir durum var. Bir Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Genel sekreter değil, önce konumunu bir öğren ya!

LEVENT GÖK (Ankara) – ...Türkiye’nin önündeki bir gündem maddesiyle ilgili görüş belirtiyor. Bu görüş, Meclisimizde bulunan bütün 4 partiyi ilgilendirdiği gibi, Hükûmeti ilgilendiriyor ve Meclis Başkanlığını ilgilendiriyor.

Şimdi, ben AKP Grubuna sesleniyorum değerli arkadaşlar.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Bizden yana sıkıntı yok, siz rahat olun. Siz kendi işinize bakın.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bu Türkiye'de anayasa yapımını ve seçim gibi konuları siz Hükûmetinizle Sayın Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığını yaptığı Hükûmetle mi tartışacaksınız, yoksa Cumhurbaşkanlığındaki Recep Tayyip Erdoğan’la mı? Buna bir karar verin. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Ne alakası var? Niye sulandırıyorsunuz?

MEHMET METİNER (İstanbul) – Biz birbirimizin aynısı gibi düşünüyoruz.

LEVENT GÖK (Ankara) - Sizin lideriniz kimdir? Lideriniz Recep Tayyip Erdoğan mıdır? Lideriniz Ahmet Davutoğlu mudur? Bir kere buna bir karar verin. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MEHMET METİNER (İstanbul) – Sizin dolduruşunuza gelmeyiz. Hadi oradan!

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Bunu sen sorgulayamazsın!

MEHMET METİNER (İstanbul) – Biz birbirimiz gibi düşünüyoruz.

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – İşiniz sulandırmak.

LEVENT GÖK (Ankara) - Ayrıca, Sayın Başkan, ben burada, üzerinde hiçbir vesayet tanımadığını ifade etmek için toplanmış bulunan bütün partilerden ortak bir deklarasyon bekliyorum. Böyle bir vesayetçi anlayışa karşı hep birlikte, gelin, imzayla karşı koyalım, siz de başında, bizleri destekleyin.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Deklarasyon işine girme ya!

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) - Sen onu düşünme, sen onu düşünme!

LEVENT GÖK (Ankara) – Bu, Meclise kurulan bir kumpastır. Meclisin üzerinde bir vesayettir.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Biz birbirimizin aynısını düşünüyoruz. Bizden yana bir sıkıntı yok.

LEVENT GÖK (Ankara) – Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bunu reddediyoruz. AKP reddeder mi, onu görmek istiyoruz. Hükûmet reddeder mi, görmek istiyoruz. Meclis Başkanı reddeder mi, görmek istiyoruz. Bütün partilere çağrımız: Ortak bir deklarasyonla bu talebi reddedelim ve herkese görevini bir kez daha hatırlatalım. Bunu öneriyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bostancı.

17.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı'nın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, Sayın İbrahim Kalın yabancı basın mensuplarının “Erken seçim var mı?” şeklindeki sorusuna “Erken seçim olmayacak, zaten takdir Meclisindir.” diye cevap veriyor.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hiç öyle bir şey yok.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Bu işin tutanakları ortada olmadan, yalan yanlış bilgilerle böylesine “Meclisi bir araya getirelim, deklarasyon yayınlayayım.” filan demenin mantığı var mı? Ben Sayın Levent Gök’ten beklerdim ki ne demiş, ne dememiş bir anlayalım, eğer hakikaten iddia edildiği gibi tutanaklarda -ki bunların tutanakları var- varsa hayhay, kimse meclisin üzerine Meclise ait bir yetkiyi kullanamaz ama dememişse bir bardak suda da fırtına koparmayalım.

Arz ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum.

Ben bir temennimi de ifade etmek isterim. Bu 26’ncı Dönem inşallah, bir taçla taçlanacak. Güzel, herkesin kabul edeceği bir anayasaya kavuşacağız. Bendeniz, 4 parti liderine bugün birer mektup gönderdim, tekrar ilgilerini rica ettim ve çalışmaya devam edelim dedim. Gönlüm ister ki günün şartlarına, bir hukuk devleti hesaplarına uygun bir anayasayı yapalım.

MUSA ÇAM (İzmir) – Bu İbrahim Kalın ne olacak, ne olacak? İbrahim Kalın’ın sonu ne olacak? Ne olacak Kalın’ın sonu?

BAŞKAN - Bu arada, yine herkes, kurum, kuruluş, şahıs, herkes görüşünü bildirebilir, bildirmelidir ve katkı sağlamalıdır. Böyle bir dönemi inşallah, yaşayacağız.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 118) (Devam)

2.- 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297), 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2014 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/32), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 208 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/33), 2014 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/34), 2014 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/35), 2014 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/36), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan Kalkınma Ajansları 2012 Yılı Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/28), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2013 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/31), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2014 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/37) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 119) (Devam)

BAŞKAN – Ben şimdi sözü Sayın Miroğlu’na vereceğim.

Lehinde konuşmak üzere, Mardin Milletvekili Sayın Orhan Miroğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 2016 yılı bütçesinin lehinde görüşlerimi ifade etmek için huzurunuza çıktım. Hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Doğrusu, söz aldığım bu saatler, Meclisin bir hayli gerildiği saatler oldu yani bir konuşmacının arzu ettiği bir şey değil bu. Kafamda, tabii… Özellikle doğu ve güneydoğuda -ben Mardin Milletvekiliyim- tabii, bu bütçenin ortaya koyduğu veriler bakımından, inşa süreci dediğimiz, özellikle bu hendek meseleleri ve çatışma sürecinden sonra bölgede ortaya çıkan farklı tabloya deva olabilecek yanlarıyla ilgili konuşmak isterdim. Galiba, bundan ziyade, burada demin tanık olduğumuz birçok konuyla ilgili görüşlerimi ifade edeceğim. Ama, tabii, bu bütçenin her şeyden önce hayırlı olmasını diliyorum.

Dün, Devlet Su İşlerinde bir brifing aldım Mardin Milletvekili olarak, özellikle GAP ve Ilısu Barajı’yla ilgili. Doğrusunu isterseniz çok büyük bir heyecan duydum ama birtakım şeylere de üzüldüm. Çünkü, şunu gördüm ki bu hayata geçirdiğimiz önemli yatırımların imalatı sırasında, imalat sürecinde devlet çok büyük güvenlik harcaması yapıyor. Şöyle bir rakam vereyim istiyorum: Ilısu Barajı’nın bize maliyeti yani proje maliyeti 1 milyar euro civarındadır ve şu an, bu maliyete yüzde 5 oranında yani 50 milyon euro gibi bir parayı devlet güvenlik harcamaları olarak ayırmak durumundadır. 2017 yılında da bu proje inşallah tamamlanacaktır ve bölgenin çehresi sosyal, siyasal ve hatta kültürel bakımdan büyük bir değişikliğe uğrayacaktır.

Değerli arkadaşlar, burada, tabii, tanık olduğumuz bu tartışmalarla ilgili birkaç şey söylemek isterim. Benden önceki değerli konuşmacılar, özellikle Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik, burada, davet edildikleri zaman, “Buyurun, ispat edin.” denildiği zaman, bir ispat değil ama o ithamı sürdüren ve çok bildik, tanıdık Türkiye’deki belirli siyasi aktörlere ve bu arada tabii ki Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a karşı itibarsızlaştırma, kişilik katli yapma gibi bir tutumu sürdürdüler. Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki: Recep Tayyip Erdoğan bu hareketin, bu siyasi hareketin lideridir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve burada, bu Meclis çatısı altında eğer Sayın Cumhurbaşkanı ifade edilecekse… Evet, hakikaten, arkadaşlarımız doğru söylüyorlar, görüşlerini her gün kamuoyuyla paylaşan, toplumun çeşitli kesimleriyle paylaşan bir Cumhurbaşkanıdır. Bu yönlü eleştiriler, elbette ki Meclisin kabul edebileceği eleştiriler de olur ve bunu çok makul bir biçimde bu ortamda konuşuruz. Ama, böyle yapılmıyor, çok klasik, çok bildiğimiz, Türkiye’de bilgi kirliliği üzerinden, dezenformasyon üzerinden birtakım şeyler söyleniyor.

Bir de ben, tabii yani doğrusunu isterseniz Recep Tayyip Erdoğan’a karşı, Sayın Cumhurbaşkanına karşı dünyada yürütülen bu kampanyaların sebebini çok iyi anlayabiliyorum. Ama, kendi tabanı bile zaman zaman gündeme getiriyor ve diyor ki: “Ya, biz HDP olarak neden Recep Tayyip Erdoğan’a karşıyız?” Bunu buradaki arkadaşlarımıza soran çok sayıda HDP’li seçmen vardır inanın. Ama, bu sorunun cevabını da bu arkadaşlarımız hiçbir zaman veremediler ve veremiyorlar da. Neden yani Recep Tayyip Erdoğan’ın günahı ne? İnkâr politikalarını sona erdirmesi mi? Bugün, Kuzey Irak’la ilgili politikalarda, oradaki Kürt çıkarlarının savunulmasında çok himaye edici bir siyasi lider olması mı? Peki, bu hareketin oradaki iz düşümleri ne yapıyorlar? Kürdistan’ı bölmeye çalışıyorlar. Evet, Irak Kürdistanı’nı bugün, bu hareket bölmeye çalışıyor ama Türkiye orada birlikçi bir politika izliyor. Bu mudur yani Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın günahı? Kürt kimliğinin önündeki engelleri kaldırması mıdır? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) İnkâr sürecini bitiren politikalara imza atması mıdır?

Çözüm sürecini -evet, muhasebesini de hep birlikte yapalım tabii- başlatan ve Türkiye’de Kürt meselesiyle ilgili birçok tabuyu sona erdiren, özellikle muhafazakâr, demokrat kesimin ciddi bir zihinsel değişim yaşamasına yol açan fikirleriyle Recep Tayyip Erdoğan’ın acaba Kürtlere ne zararı oldu da bu arkadaşlarımız her sözünü ettiklerinde mutlaka bir kuşatma, bir itibarsızlaştırma söylemiyle karşımıza çıkıyorlar?

Bugün, burada ikinci bir hadise yaşandı ve ben bu hadiseyi bir linç girişimi olarak düşünüyorum. Evet, İbrahim Kalın arkadaşımız, bir statü sahibidir, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri değildir ama Sayın Gök, sözcüsüdür ve bir sözcü olarak bu ülkede Anayasa’yla ilgili, başka meselelerle ilgili fikirlerini paylaşma özgürlüğüne en az burada bulunan herkes gibi, toplumda bulunan herkes gibi hakkı olan birisidir. Ne demiş? Yani, demin grup başkan vekilimiz de ifade etti, o söylenen metnin içinden bir şey çıkarıp sanki bir erken seçim olmayacak gibi bir karar çıkarmış tek başına ve bu kararın altına imza atmış gibi bir hava yaratıldı burada. Bu bir linç girişimidir.

Sayın MHP grup başkan vekilinin ifade ettiği sözleri ben dinlerken doğrusu çok üzüldüm. Yani “Kalın gelir.” ne demek? Bu Meclise yakışıyor mu böyle bir şey ama kalın…

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Meclis Başkanı söylerken de üzüldün mü? Aynısını Meclis Başkanı söyledi, ona da üzüldün mü?

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Bir saniye… Bir saniye… Bir saniye...

OKTAY VURAL (İzmir) – Bu sözler sana hakaret be!

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Bir dakika arkadaşlar...

Sizin bir kongre gerilimi içinde olduğunuzu anlayabiliriz (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Millet düşmanı olduğunu millet biliyor. PKK’ya “Terör örgütü değildir.” diyen kimdi! Alkışlıyorsunuz bir de.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Ama, bu gerilimi tutup başkalarına yönelik, hiç hak edilmeyen…

OKTAY VURAL (İzmir) – Bir de alkışlıyorsunuz!

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Biraz nefes alın, biraz nefes alın, biraz nefes alın!

OKTAY VURAL (İzmir) – Bir de alkışlıyorsunuz. PKK’ya “Terör örgütü değildir.” diyen kimdi?

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Biraz nefes alın, biraz nefes alın.

BAŞKAN – Sayın Vural, yerinize oturun lütfen.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yerimizdeyiz, yerimizde.

BAŞKAN - Müdahale etmeyin. Lütfen, müdahale etmeyin. Mehabeti bozmayın.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, siz bozmayın.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Miroğlu.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Neyse… Bugün bu gerilim devam edecek.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Miroğlu.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, Meclisin mehabetini bozuyorsunuz.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) - İnşallah, arkadaşlarımız kongrelerini yaparlar ve Meclise bu gerilimi taşımazlar.

Değerli arkadaşlar, biz bir savaş bütçesi yapmıyoruz. Bu kavramlar, hakikaten 70’li, 80’li yıllara ait kavramlar. Biz demokratik süreçle birlikte Türkiye’de…

Değerli arkadaşlar, Sayın Baluken, demin, üstüne basa basa, sürekli “savaş bütçesi” dedi, “savaş mantığıyla hazırlanmış bir bütçe” dedi. Asla böyle bir şey yok. Savaş bütçesi yapmıyoruz biz. Bedirhanilerin ve Mem û Zin’in yaşadığı şehir olan Cizre’yi yakıp yıktınız, yeniden inşa ediyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Nusaybin’i, beş bin yıllık Nusaybin’i yine yakıp yıktınız, desteklediğiniz hareket yakıp yıktı. Nusaybin’in beş bin yıllık tarihini iade edeceğiz, Nusaybin’i de inşallah yeniden inşa edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sur’u, dokuz bin yıllık tarihe sahip Sur’u ne hâle getirdiniz. Gerçekten de ibret verici bir durumdur.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Kim getirdi?

ORHAN MİROĞLU (Devamla) - Evet, biz Sur’u da inşa edeceğiz. Bu bir savaş bütçesi değil; bu bir inşa bütçesidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Değişen ne AK PARTİ’dir -çözüm sürecinin tarihine giderek söylemek istiyorum- ne de Sayın Cumhurbaşkanıdır ama değişen sizsiniz, dönüp kendinize bakınız.

Arkadaşlar, ya, ortada bir strateji var. “Devrimci halk savaşı stratejisi” dediniz ve kendi programınızı unuttunuz. Benim bildiğim ve hatırladığım kadarıyla HDP’nin programında “öz yönetim” falan değil, “demokratik özerklik” ifadesi kullanılırdı. Demokratik Toplum Örgütünün de aynı şekilde programlarında bu geçiyor. Peki, bu öz yönetim nereden çıktı? Bu öz yönetim, evet, KCK sisteminin Türkiye’de Kürtlerin yaşadığı bölgeye öngördüğü bir sistemdir. Peki, ne oldu da bu sistemi tekrar hayata geçirmek için bu kadar kanlı bir çatışmayı göz önüne, şeye aldınız?

Değerli arkadaşlar, hep şunu söylüyorlar bize: “Yani, Suriye önemliydi, Suriye’de Kürtlerin bir statüsü var, Türkiye bu statüyü tanımadı.” Asla böyle bir durum söz konusu değil. Türkiye Orta Doğu’da, Kürtler demokratik haklarını nerede kullanıyor olurlarsa olsunlar, o demokratik hakların kullanılmasına her zaman saygı duydu ama peki, PYD’ye dönüp baktığımızda Suriye Kürtlerini ne kadar temsil ediyor bu örgüt?

AHMET YILDIRIM (Muş) – Yüzde 100.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Hareketin liderinin kardeşinin yani Salih Müslim’in kardeşinin gözüyle PYD’nin Suriye’de Kürt temsiliyeti sadece yüzde 10’dur, belki yüzde 15, belki yüzde 20 ama bu gücü kim verdi PYD’ye? Rojava bölgesini kim teslim etti PYD’ye? Esad rejimi teslim etti. Şimdi, siz tutup Recep Tayyip Erdoğan’a karşı bu kadar söylem geliştiriyorsunuz ama Orta Doğu’da ilişki kurduğunuz güçler, evet, Baasçılardır. O Baasçılar ki Irak’ta bütün Kürtlerin katliamında imzası olan güçlerdir, Suriye’de de Baba Esad’dan başlayarak bu katliamlar dizisine devam eden güçlerdir.

Değerli arkadaşlar, PKK ve PYD’nin bugün aynı merkezden yönetiliyor olması büyük bir sorundur ama sadece Türkiye için değil, bölgede yaşayan bütün Kürt halkı için büyük bir sorundur. Bu örgüt Irak’ta bölücülük yapıyor, Süleymaniye ve Erbil arasındaki merkezî ilişkileri kesinlikle bu örgüt ve bağlaşıkları…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – …Celal Talabani’nin liderliğini yaptığı…

BAŞKAN – Lütfen, toparlar mısınız Sayın Miroğlu bir dakika içinde.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Peki efendim, teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bütçenin özellikle doğu, güneydoğudaki inşa sürecine katkıda bulunacağına yürekten inanıyorum.

HDP’li dostlarımıza da şunu tavsiye ediyorum: Siz eğer tekrar müzakere masasına dönülmesini istiyorsanız, muhatabınızı müzakere masasına dönmesin diye zayıflatmak için başvurduğunuz şiddet ve terör eylemlerinden bir an önce vazgeçiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çok basit bir yol var bunun için. PKK’ye çağrı yapmak yetmiyor; gideceksiniz, Diyarbakır’da, Mardin’de halkınızla toplantı yapacaksınız ve tıpkı Kızıltepe halkının aldığı karar gibi, hendek politikalarını sona erdirdiğinizi, bu politikaları desteklemeyeceğinizi, siyasi özgürlüğünüzü ve özerkliğinizi PKK’nin bu stratejisine heba etmeyeceğinizi söyleyeceksiniz; bu kadar basittir. O zaman, evet, her şey konuşulabilir, bu Meclis çatısı altında da konuşulur, başka mekânlarda, başka oturumlarda da konuşulur.

Bütçenin, özellikle, halka, bütün Türkiye’ye hayırlı olmasını diliyorum. Bir inşa bütçesi yapıyoruz, herkese hayırlı olmasını diliyorum.

Saygılarla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Miroğlu.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Üçü birden kalkıyor, üçü birden!

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akçay.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

18.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, kürsüde konuşan sayın konuşmacı tarafından partimize yönelik olarak ifade edilen çiğ sataşmayı cevap vermeye değer görmüyorum ancak kınıyorum.

Ayrıca, Cumhurbaşkanı sözcüsü şahsın ifadelerine yönelik AKP Grubunun da bir açıklama yapmaktan ısrarla kaçınmasını yadırgadığımı ifade etmek istiyorum. Çünkü, bu ifadeler açık seçik ortaya çıkmıştır, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine açıkça, bir sözcü tarafından âdeta ipotek konulmaya çalışılmıştır. İnşallah, kürsüde Sayın Başbakan buna da bir açıklık getirir, verecek bir cevabı da vardır diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Baluken, buyurun.

Açıyorum mikrofonunuzu.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açıyorum efendim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, hayır, ben sataşmadan söz isteyeceğim, kürsüden kullanmak istiyorum.

BAŞKAN – Hangi sataşma efendim?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hem ismimi zikrederek hem de grubumuza defaatle açık sataşmalarda bulundu Sayın Miroğlu.

BAŞKAN – Buyurun, yerinizden… Açayım mikrofonunuzu, aynı hesap efendim. Gördünüz, bütün grup başkan vekillerine öyle yaptım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, İç Tüzük’te sataşmayla ilgili Parlamentoda ortaya konmuş, çıkmış teamül belli; 69’a göre her söz istediğimizde kürsüyü kullanıyoruz. Dolayısıyla, kürsüden kullanmak istiyorum.

BAŞKAN – Hayhay, kullanın da…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın başkan vekili kürsüyü kullanmak istemedi ama benim grup başkan vekili olarak talebim var.

BAŞKAN – Efendim, hayır, tercih edebilirsiniz. Ben de teklif ettim size. “İlle buradan.” diyorsanız, buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Evet, rica ediyorum.

BAŞKAN – İki dakika içinde rica edeyim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yani aslında hem grubumuza hem şahsıma var, bilmiyorum tabii…

BAŞKAN – Efendim?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hem grubumuza hem şahsıma sataşma var.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Şaka yaptı, şaka!

BAŞKAN – İki dakika efendim.

Buyurun Sayın Baluken.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

9.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'in, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına ve Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Hayır, aslında, doğrusunu söylüyorum hem şahsıma sataştı hem grubumuza sataştı, hakkaniyetli yaklaşım dört dakika vermekti. Hani niye konuşmamızdan korkuyorsunuz, onu da anlayabilmiş değilim. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Sayın Miroğlu’nun söylediği cümlelerin, kendisine gelen bilgilerin ne kadar doğru olduğunu bilebilmek için Miroğlu’nun Mardin ziyaretindeki o fotoğraflarına bir bakmak lazım. Sen, Nusaybin’i yakan yıkan, Cizre’yi yakan yıkanlarla gidip orada ziyaretler yaparsan buraya da gelip yalan yanlış bilgiler verirsin. Cizre’yi, Nusaybin’i, Sur’u yıkmak için PKK’nin tankları mı vardı?

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Cizre’yi, Nusaybin’i siz yaktınız; ben oradaydım.

BAŞKAN – Sayın Miroğlu, lütfen müsaade edin…

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Sen oraya gittiğinde o binaların tanklarla yıkıldığını, ağır zırhlı araçlarla yıkıldığını görmedin mi?

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Elini sıktığım insanlar yakmadı, siz yaktınız!

BAŞKAN – Sayın Miroğlu, karşılıklı konuşmayınız.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bir zamanlar Tansu Çiller çıkıp “PKK’nin helikopteri var.” yalanını uydurduğunda tarih önünde rezil oldu, şimdi de çıkıp burada, aynı şekilde…

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Bunun hesabını vereceksiniz! Lahey’de yargılanacaksınız!

BAŞKAN – Sayın Miroğlu… Orhan Bey…

İDRİS BALUKEN (Devamla) – … “Cizre’yi, Sur’u, Nusaybin’i onlar yıktı.” demek en büyük yalandır.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Cizrelileri perişan ettiniz. Ben Esad’ın elini sıkmadım, Türk askerinin elini sıktım; anladın mı?

BAŞKAN – Orhan Bey, karşılıklı konuşmayınız.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Ape Musa mezarında rahat yatmıyor. Ape Musa mezarından kalksa seni Mardin’e kadar kovalardı.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Baştan sona bütün söyledikleriniz yanlıştır, yalan, yalan!

BAŞKAN – Sayın Baluken, lütfen Genel Kurula hitap ediniz.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, diğer taraftan, bu, Esad’la ilişkiler meselesi…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Yalanı siyasete dönüştürdünüz.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Ya, Esad Kürtleri öldürürken, Kamışlı’da katliam yaparken siz burada Esad’la boğaz turları yapıyordunuz, ortak Bakanlar Kurulu toplantısı yapıyordunuz. Biz hiçbir zaman Esad’la bir ilişki geliştirmedik.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Siz bir gün Esed’i eleştirdiniz mi?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – PYD de ilk günden, “Türkiye’yle her türlü ilişkiye hazırız.”

MEHMET METİNER (İstanbul) – Esed’in Şebbihası oldunuz, Şebbihası! Hayret bir şey ya!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – “Bizi herhangi bir güçle muhatap almayacak şekilde, Türkiye üzerine düşeni yapsın.” teklifini yapmıştır, bunu Hükûmet yetkilileriniz de bilir, Başbakan da bilir.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Esed’in Şebbihası oldunuz orada!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bir taraftan PYD’ye düşmanlık yapacaksınız, bir taraftan oradaki Kürtlerin statüsünü boğmaya çalışacaksınız, sonra çıkıp onları Esad’la iş birliğiyle suçlayacaksınız.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Kürt düşmanı Esed’le yoldaşlık yapıyorsunuz ya! Bir de Kürtlükten bahsediyorsunuz.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – İnsaf diyorum, insaf diyorum!

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Baluken.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Sayın Başkan…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Levent Bey, buyurun efendim.

Müsaade edin efendim.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim…

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Efendim, bir suçlama yaptı. Ben Mardin’e gitmişim, güvenlik güçlerinin elini sıkmışım, o güvenlik güçleri de o Nusaybin, Cizre’de şey yapmış…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Esedullah timleriyle neler yaptığını gördük.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Gök’ten sonra size söz vereceğim efendim.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Peki, tamam.

BAŞKAN – Buyurun Levent Bey.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

19.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin sözlerinin hem 4 parti hem Hükûmet hem de Meclis Başkanı açısından kabul edilemez olduğuna ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Türkiye’de çivisi çıkartılan bütün kurumların ve kuralların yerlerine oturmasını istiyoruz. Bu ülkenin Başbakanı kim, bu ülkenin Hükûmeti kim, bu ülkenin Meclisi kim? Ama bütün bunları tartışırken bir de bakıyoruz ki Cumhurbaşkanlığı makamından ve onun sözcüsünden gelen sözlerin, bugün, hem burada bulunan 4 parti açısından hem Sayın Başbakan ve Hükûmet açısından hem de Meclis Başkanı açısından yenilir yutulur cinsten hiçbir yanı yoktur. Bu Meclis vesayeti kabul etmez.

Sayın Başbakan, siz burada olmadığınız dakikalarda grubunuza dönerek aynen şunu söyledim: Sizin lideriniz kim? Recep Tayyip Erdoğan mıdır, yoksa Sayın Ahmet Davutoğlu mudur? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MEHMET METİNER (İstanbul) – Sizi ilgilendirmiyor. Siz kendi işinize bakın. Bizim liderimiz de genel başkanımız da bellidir.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ancak az önce konuşan Sayın Orhan Miroğlu…

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Kendi liderine bak sen!

MEHMET METİNER (İstanbul) – Bu nasıl bir saygısızlıktır ya!

BAŞKAN – Müsaade edin efendim… Bir dakika…

LEVENT GÖK (Ankara) – …Recep Tayyip Erdoğan’ın lideriniz olduğunu ifade etti. Şimdi böyle bir tablo gerçekten vahim bir tablodur. Biz, Sayın Başbakanı anayasal kurum içerisinde bir yerde tutmaya çalışırken kendi parti grubunun başka bir yerde tutmasını anlayamıyorum.

Bizi anlamadıysanız sadece şunu söylüyorum değerli AKP’li kardeşlerim ve Sayın Hükûmet…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Kendi işinize bakın siz!

LEVENT GÖK (Ankara) – …Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı ve lideri tektir, o da Kemal Kılıçdaroğlu’dur. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gök, teşekkür ediyorum.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Bizim liderimiz de bellidir, genel başkanımız da.

BAŞKAN – Kanaatler muhteremdir, şahsa aittir, şahsidir, anlayış göstermek lazım ama herkes şahsın kendi kanaatine katılmak zorunda değildir.

Buyurun Sayın Miroğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İki dakika efendim.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

10.- Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu'nun, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Değerli arkadaşlar, şimdi, Sayın Bayülgen…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Baluken.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – …benim Mardin’de bir ziyaret sırasında güvenlik güçlerimizin elini sıktığımı şey yapan bir fotoğraf… O bir fotoğraf. Orada o fotoğraf çekildi. Biz, tabii ki yaptığımız ziyaretlerde valiliği ziyaret ederiz, emniyet müdürlüğümüzü ziyaret ederiz. Emniyet müdürlüğü de bir ziyaretti. O askerlerin elini, evet, çok gönülden…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – “Türk’sen övün, değilsen itaat et.” yazıyorlar onlar.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Siz, bakın, dinleyin lütfen, dinleyin…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sen beni dinledin mi? Sen beni iyi dinledin değil mi? Sabahtan beri laf atıyorsun.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Bakın arkadaşlar, şunu söylemek isterim: O askerlerin elini sıkarken, evet…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Asker değil onlar.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – …o askerlerin omuzlarında taşıdıkları Kürt çocukları, sizin yarattığınız cehennemden kaçırdıkları Kürt çocukları geliyordu aklıma… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Asker değil onlar.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – …O askerlerin ve polislerin elini sıkarken sizin cehenneminizden kaçırdıkları, omuzlarında, sırtlarında taşıdıkları yaşlı Kürt ve Türk kadınları geliyordu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ben Orhan Miroğlu’yum, ben demokratım ve ben bir Kürt’üm ama siz Esad’ın elini sıkan bir siyasi geleneğin içindesiniz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Nerede elini sıkmışız? Zavallısın!

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Esad’ın bir birimisiniz. PYD, Esad’ın en önemli danışmanlarından birinin söylediği gibi, Esad’ın ordusunun bir birimidir. Bunun saklanacak bir yeri kalmadı Sayın Bayülgen. Kürtlere, sadece Türkiye Kürtlerine de değil, Erbil’deki Kürtlere, Mahabad’daki Kürtlere, Rojava’daki Kürtlere bu hareket tarih önünde hesap verecek, bunu da hiç unutmayın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Seni vuranlardan hesap sor önce, Ape Musa’yı katledenlerden hesap sor; sonra konuş. Utan! Utan! Ape Musa’nın kemikleri sızlıyor.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Evet, siz İran’daki savaşı mollalarla ittifak ettiğiniz için durdurdunuz. Niçin? İran’a Kürdistan Demokrat Partisinin peşmergelerinin gitmesine bile izin vermiyor oradaki militanlarınız. Kürdistan Demokrat Partisinin peşmergeleri İran’da Kürtlerin çıkarları için İran’a gitmek istediklerinde sizin rejiminizi, sizin oradaki yandaşlarınızı karşılarında buluyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Miroğlu.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Erbil’i böldünüz. Bu hareket bölücü bir hareket olarak geçecek Kürt tarihine. Sizin söyleyecek hiçbir sözünüz kalmadı. Siz, inanın, eğer Esad bir gün Lahey’de yargılanırsa onunla beraber yargılanan kadroların içinde de bulabilirsiniz kendinizi. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Miroğlu.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Hanımefendi.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, gündeme devam edelim lütfen.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Hatip grubumuza, partimize yönelik ciddi hakaretlerde bulundu, o yüzden söz hakkı istiyorum. (AK PARTİ sıralarından “PYD’ye söyledi, sen PYD misin?” sesleri)

BAŞKAN – İki dakika için rica edeyim ama yeni bir sataşmaya meydan vermeyiniz lütfen.

11.- Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel'in, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben hatibe sormak isterim: Daha üç gün önce Dilşah Ak Nusaybin’de katledildi. (AK PARTİ sıralarından “Siz öldürdünüz!” sesi) Bir dinleseniz… Sonra açıklama nasıl yapıldı?

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – 400 silahlı militan soktunuz Nusaybin’e. Niçin soktunuz o militanları Nusaybin’e?

AHMET YILDIRIM (Muş) – Ya, otur yerine!

Sayın Başkan…

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Panzerde arıza gerçekleşmiş, o yüzden yaşamını yitirmiş. Yanındaki 10 yaşındaki çocuğu da yaralanmış. (AK PARTİ sıralarından “Siz yaptınız, siz!” sesi) Ne kadınların haklarından konuşmayı düşünüyorsunuz? Daha Cizre’de çıplak bedeni sergilenen bir… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Hükûmet bunun hâlâ cevabını bize vermemiştir.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – PKK’nın öldürdüğü kadınlardan bahset!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Daha Taybet ananın cenazesi hâlen yerdedir ve biz bunların hesabını hem uluslararası hem de ulusal düzeyde hukuk açısından soracağız.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – PKK’ya da bir şey söyle! Terörün öldürdüğü kadınlardan da bahset!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Bunların hepsinin hesabını AKP Hükûmeti verecektir.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – Kadınlardan bahset PKK’nın öldürdüğü! Kadından bahset, kadından!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Bodrumda yaktığınız insanların hesabını vereceksiniz.

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) – Size en büyük hesabı bu milletin Kürtleri soracak!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Siz Giremira’daki Musa Anter’in kemiklerini sızlatmayın, sızlatmayın. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – PKK’nın kapattırdığı okullardan bahset! Ben gittim gördüm okullardaki çocukları. Cizre’dekilerden bahset!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Biraz daha onurlu olun, onurlu bir siyaset yürütün.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – PKK’ya iki kelime söyleyin, bir defa, Allah rızası için!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Kişiliğinizle, onurunuzla ayakta dik durun. Neyseniz o olun. Geçmişiniz neyse bugün de aynı olun bizim gibi.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – PKK’ya da iki kelime et!

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Ben aynıyım, aynı; değişen sizsiniz! Esad’ın, Kürtlerin cellatlarının elini sıkan sizsiniz. Ben değişmedim, aynıyım ben; siz değiştiniz!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Partimizin ilkeleri doğrultusunda geçmişte ne isek bugün de aynısını gerçekleştiriyoruz.

AKP Hükûmeti 2016 yılında büyük bir katliam gerçekleştirmiştir.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) – PKK’nın katlettiği insanlardan bahset!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) – Bu katliamın bütün parçaları şu anda Antep’tedir, Mardin’dedir, Nusaybin’dedir, Cizre’de ve Şırnak’tadır. Bunların hepsinin hesabını hepiniz verip yargılanacaksınız diyorum, teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

HALİS DALKILIÇ (İstanbul) – Size en büyük hesabı bu milletin Kürtleri soracak, bu milletin Kürtleri!

BAŞKAN – Sayın Grup Başkan Vekili Çağlar Demirel, teşekkür ederiz.

Buyurun Sayın Akçay.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

20.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yine biraz evvel kürsüde konuşan AKP konuşmacısı -ki kendisinin daha evvelden “PKK terör örgütü değildir.” şeklinde bir ifadesini, sözünü de hatırlıyoruz- biraz önceki konuşmasında da yine “Siyasi özerkliği hendeklere feda etmeyin.” minval türünden… Şimdi tutanakları da istedim.

Ayrıca “Askerin elini Kürt çocuğunu sırtında taşıdığı için sıktım.” diyor. Terörün zulmüne uğramış insanları siz etnik kökenine göre ayırıp…

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Böyle bir şey demedim, çarpıtmayın ya!

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Aynen öyle söyledin işte, aynen öyle.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Aynen o şekilde. Daha da var sözünün devamı.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – En azından buna saygı duyun ya! Ayıp!

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Buna göre mi ayırıyorsunuz? Bu sorunlu bir anlayıştır ve söz konusu olan, terörün zulmüne uğrayan bir insandır ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. İnsanlara yapılan muamele etnik kökenine göre mi takdir ediliyor?

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Türk askeri herkesi taşır, herkesi.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – O nedenle bu anlayışı da kabul edilemez buluyorum.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum.

Şimdi söz sırası…

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Lütfen…

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Efendim, sataşma var, üstelik iftira var.

BAŞKAN – Orhan Bey…

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Ben böyle bir şey söylemedim, sayın hatip iftira etti. İzin verirseniz…

BAŞKAN – Bu beyanlarınız da gene zapta geçti Orhan Bey.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Efendim?

BAŞKAN – Zapta geçti beyanlarınız.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Hayır, ne zaman zapta geçti efendim? Şimdi, benim yani sanki ben…

BAŞKAN – Peki, son olarak, bir dakika için lütfen buyurun.

Yeni bir sataşmaya lütfen meydan vermeyelim, mahal vermeyelim.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Efendim, yerinden konuşsun.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sataşmalık bir şey yok ki tutanağa bakın Sayın Başkan, tutanağa bakın, varsa o zaman konuşsun.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

12.- Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu'nun, Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın yaptığı açıklaması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Arkadaşlar, demin MHP adına konuşan arkadaşımız, hakikaten yani ya beni dinlememiş. Ben böyle bir şey söylemedim. Ben Mardin Milletvekiliyim ve elbette ki bir askerin ya da bir polisin elini sıktığım zaman Mardin’de yaşadığım hadiseler, Diyarbakır’da yaşadığımız, gördüğümüz şeyler, bunu hatırlamam kadar normal bir şey olabilir mi? Tabii ki ben o askerimizin elini sıkarken o cehennemden kaçırdığı Kürt çocukları aklıma gelecek, ne var bunda?

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Taşıdığının etnik kökenini nereden çıkardın?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Niye etnik kökene atıfta bulunuyorsun?

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Ben “O askerler o çocukları kaçırdılar, kurtardılar…”

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Hah, “çocuklar” de işte “çocuklar.”

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Söz konusu olan insandır, vatandaştır.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – “…kadınları kurtardılar, onun için ellerini sıktım.” mı dedim ya? İnsaf ya! Bu nasıl milliyetçilik, bu nasıl milliyetçilik, bu nasıl vicdan? Yapmayın yani!

Şimdi, Diyarbakır Milletvekiliyiz…

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Ya, vicdansızlığını bize mi yöneltiyorsun?

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Bir saniye…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sen kim oluyorsun da milliyetçiliğe dil uzatıyorsun?

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Ya bırak ya!

OKTAY VURAL (İzmir) – Sen kim oluyorsun da milliyetçiliğe dil uzatıyorsun?

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Bu, milliyetçiliğin tarihinde…

BAŞKAN – Orhan Bey, Genel Kurula hitap edin lütfen.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Milliyetçilik her şeyden önce vicdan sahibi olmak demektir.

BAŞKAN – Orhan Bey…

OKTAY VURAL (İzmir) – “PKK terör örgütü değildir.” diyen sen değil misin? Bir de alkışlıyorlar!

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Kürsüde bir söyle bakalım.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Bırak ya, bırak ya! Batırdın bu partiyi, batırdın bu partiyi.

OKTAY VURAL (İzmir) – Söyle bakayım, hadi.

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşım, ben Musa Anter’in hatırasına çok sadığım, hâlâ sadığım ama sadık olmayanlara dönüp bak lütfen. Kim o hatıralara sadık, kim değil?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ORHAN MİROĞLU (Devamla) – Musa Anter bugün yaşasaydı “Nusaybin’e 400 tane silahlı insanı sokun.” demezdi.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Seni Nusaybin’e kadar kovalardı, merak etme.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun Orhan Bey. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

Evet, Oktay Bey.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, burada yaptığı konuşmada, o askeri Kürt çocuğunu taşıdığı için elini… Kontrol mü ettin? Kontrol mü ettin? Ne biliyor, ne biliyor ya! (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Elinizi vicdanınıza koyun, orada o sivillerin hangi kökenden olduğunu kim biliyor? Bizim askerimiz kökenine göre davranmaz, Türk vatandaşının güvenliğini korur! Bu kadar açık ve net.

BAŞKAN – Amenna. Teşekkür ediyorum açıklamanıza.

OKTAY VURAL (İzmir) – Etnik kimliklere göre, bir siyaset bu kadar bu noktalara getirilir mi ya? Kafasındaki kabileci zihniyeti, ırkçı zihniyeti buraya yansıtmasının tipik bir örneğidir.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Tutanaklara bakın ya!

BAŞKAN – Açıklamanıza teşekkür ediyorum.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın hatip askerin, polisin vatandaşın hizmetinde olduğunu vurgulamıştır; mesele budur.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Helal olsun, çok iyi bir açıklama (!)

OKTAY VURAL (İzmir) – Ha, işte, gördün mü!

BAŞKAN – Efendim, bu kadarla bu mevzuları bitirelim, Sayın Başbakanı dinleyeceğiz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hadi itiraf et! Sataşmadan dolayı söz istiyor! Sayın Bostancı sataştı Miroğlu’na, söz istiyor!

BAŞKAN – Oktay Bey, bu kadarla bitiriyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 118) (Devam)

2.- 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297), 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2014 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/32), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 208 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/33), 2014 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/34), 2014 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/35), 2014 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/36), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan Kalkınma Ajansları 2012 Yılı Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/28), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2013 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/31), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2014 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/37) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 119) (Devam)

BAŞKAN – Efendim, söz sırası şimdi Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu Bey’de, Hükûmet adına konuşacaklar. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Konya) – Sayın Başkan, millî idareyi temsil eden değerli milletvekillerimiz, ekranları başında bizi izleyen saygıdeğer vatandaşlarım; sizleri saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum.

Millet iradesinin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden bütün vatandaşlarımıza huzur ve mutluluk diliyorum.

Bu aziz toprağı bize vatan kılan şehit ve gazilerimize minnet ve şükranlarımı ifade ediyorum.

2016 yılı merkezî yönetim bütçemizin şimdiden ülkemize, milletimize, insanlığa hayırlı olmasını diliyorum.

Sözlerime başlarken Komisyon çalışmaları esnasında ve bugünkü Genel Kurul görüşmelerinde eleştiri, öneri ve uyarılarıyla 2016 bütçemize katkıda bulunan herkese, bütün milletvekillerimize teşekkür ediyorum. Aynı şekilde Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımıza ve üyelerine, Maliye Bakanımıza ve ekibine ve bütün milletvekillerimize şükranlarımı ifade ediyorum. Bütçemiz hayırlı ve bereketli olsun. 2016 senesi Türkiye’ye huzur ve saadet getirsin.

Bugünün Hocalı katliamının yıl dönümü olması hasebiyle Hocalı şehitlerimizi de rahmetle yâd ediyorum. Can Azerbaycan’a buradan, onların Meclisinden, Türkiye Büyük Millet Meclisinden selamlarımı ve ebedi kardeşlik dileklerimi iletiyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Vatanları vatanımızdır, vatanımız vatanlarıdır; kaderleri kaderimizdir, kaderimiz kaderleridir; her zaman omuz omuza olacağız.

Bu vesileyle -belki biraz sonra tam gününe gireceğiz ama yarın geçmiş Başbakanlarımızdan Profesör Doktor Necmettin Erbakan Hocamızın da 5’inci ölüm yıl dönümü- selefim olan bütün başbakanları, rahmete kavuşmuş bütün başbakanlarımızı ve rahmetli Profesör Necmettin Erbakan Hocamızı bir kez daha Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden hürmetle yâd ediyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Şimdi, bize yakışan bir üslupla, eski bir gülbankten günümüze yansıyan bir sesle “Vakitler hayrola, hayırlar feth ola, şerler def ola.” diyerek söze başlayalım ve kadim geleneğimize uyarak her işte olduğu gibi burada da söze başlarken “Haydi bismillah!” diyelim. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Bu milletin çok güzel bir geleneği vardır. Ahilik geleneği mucibince biz her sefer rızk kapımızı besmeleyle açarız. Bütçe de bütün bir milletin rızk kapısıdır; bereketli olsun, hayırlı olsun ve geleceğe dönük olarak güzel hizmetlerin vesilesi olsun. Emeğimizi, alın terimizi, gayretimizi Allah’a ısmarlarız; gayret bizden tevfik Allah’tan. Bugün de bütçemizi ülkemizin, milletimizin hayrı için, bereket ve selamet için besmeleyle arz ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün dünya bugün tarihî bir kırılmanın eşiğinde. Ciddi bir dönüşüm süreci içindeyiz. Bir taraftan, modern dönemin en derin, en kapsamlı ekonomik kriziyle boğuşuyoruz bütün bir dünya olarak. 2008’de yaşanan ekonomik kriz, bütün şiddetiyle, dehşetiyle kıtaları, ülkeleri kıskacına almış durumda. Diğer taraftan, yüz yıl önce çizildiği düşünülen Orta Doğu ve Balkanlar düzeni çatırdıyor. Çevremizde jeopolitik depremler yaşanıyor. Çevremizde en az 6 ülkede fiilî olarak merkezî yönetimlerin kontrolü yok. Büyük bir ekonomik depremin ve yanı başımızda büyük bir jeopolitik depremin ortasında, merkezinde bu iki büyük meydan okumaya karşı üç asli, temel değerimize dayanıyoruz:

Birinci değerimiz insanımız. Biz, 78 milyon olarak… Ve bu kürsüden biraz önce maalesef nezaket sınırlarını aşan tartışmaları da geride bırakarak bütün insanlarımıza sesleniyorum: Bizim, çok zengin doğal kaynaklarımız yok, petrol ya da doğal gaz gibi; bizim, bazı devletlerin sahip olduğu şekilde sömürge döneminden kalan büyük sermaye birikimlerimiz de yok ama bizim bir değerimiz var, o da insanımız, o da 78 milyonun kardeşliği üzerinde ortaya çıkan insan potansiyelimiz. Bu insanlar bizim insanlarımız, her biri tek tek bizim insanımız, her birinin kaderi tek tek bizim kaderimiz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kaderi, insanlarımızın topyekûn kaderinden bağımsız değildir. Bizim en büyük servetimiz, kıymetimiz insanımızdır. Bu nedenle, bütçemizin odağı da insanımızı teşkil ediyor; eğitimden sağlığa, sosyal güvenlikten ulaştırmaya kadar bu insanî sermayemizi zenginleştirecek adımlar atıyoruz.

İkinci büyük değerimiz, demokrasimiz, bu Meclis; demokrasimizin nihai tecelligâhı olan bu Meclis. Demokrasiyi, bize büyük bir güç olarak, en büyük güç olarak armağan edenleri ve özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı bize armağan edenleri bir kez daha yâd ederek söylüyorum: Bu Meclis her ne suretle olursa olsun mutlaka bu milletin nihai kaderini belirleyen en yetkili merci olmaya devam edecektir. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Bu vesileyle, hain, hunharca yapılan Ankara saldırısı sırasında, grup başkan vekillerimizin temaslarıyla, hemen yanı başımızda bombalar patlamış olmasına rağmen Meclisimizin açık kalmasını sağlayan bütün milletvekillerine de bugün teşekkür ediyorum. Siz, hep birlikte o gün bir prensip ortaya koydunuz, bir destan yazdınız. Polatlı’ya yaklaşan düşman askerlerine karşı Birinci Meclisin çalışması gibi, ne olursa olsun Türkiye'de, bu Meclis her hâlükârda çalışacak ve her hâlükârda milletin kaderini belirlemeye devam edecektir. Bir daha bu Meclise, kimse, hangi gerekçeyle olursa olsun kilit vuramayacak, ara veremeyecek. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Rahmetli Adnan Menderes’i de bir kez daha rahmet ve hürmetle anıyorum. Onun Meclisinden bugüne kadar yaşanan bütün sıkıntılardan sonra, buradan, bu kürsüden bütün bir milletim adına sesleniyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi ebediyen bu milletin kaderini belirleyen nihai merci olarak açık kalacak ve hiçbir terör, şiddet, hiçbir tehdit bu Meclisin iradesini ipoteğe alamayacak.

Üçüncü asli değerimiz ise coğrafyamız ve tarihimiz. Çok, çok zor bir coğrafyadayız ama aynı zamanda çok kıymetli bir coğrafyada. Hepimizin bunun kıymetini bilmemiz gerekir, hepimizin bu zorluğu da takdir etmemiz gerekir ama bu zorluğun getirdiği büyük nimetleri de. Onun için tarih bizim civarımızda akıyor. Tarih, insanlık tarihi bundan sonra bu topraklarda ve bu toprakların etrafında şekillenecek. Ya bir özne olarak kendimizi tarihin merkezine koyup bu tarihi şekillendirecek gücü, kudreti göstereceğiz ya da bir köle zilleti yaşayacağız. Ne olursa olsun, etrafımızda hangi jeopolitik deprem yaşanırsa yaşansın, bütün bir Meclis adına, sadece AK PARTİ Grubu adına değil, bütün bir Meclis adına diyorum ki: Bu coğrafyaların kaderinde biz özne olmaya devam edeceğiz, biz bu coğrafyaların kaderinden ayrıştırılmayacağız. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Bu sebepten, bütçeyi sadece teknik bir süreç olarak değil, bu değerlerimizi gözeten, insanımızı, demokrasimizi, tarihimizi, coğrafyamızı gözeten, büyüten bir araç olarak görüyoruz.

2002 yılında 119,6 milyar olan merkezî yönetim bütçemizin 2016 yılında 570,5 milyar Türk lirası olmasını öngörüyoruz. Dikkatinizi çekiyorum, 2016 bütçemiz 2002 bütçemizin tam 4,7 katı büyüklüğündedir, neredeyse 5 misli. Eğitim ve sağlığa bütçeden ayırdığımız payın toplamı 204 milyar lira. Bu da bizim insanımıza verdiğimiz değeri gösteriyor. Bu sene bütçemizde eğitime ayırdığımız pay 109,3 milyar. 2002’de, biz iktidara geldiğimizde toplam bütçe 119 milyardı. İnsanımıza kıymet vermek ona ayırdığımız kaynakla ölçülür.

Biz on üç yıldır yaptığımız her bütçede sadece ve sadece insanımızı odağa aldık, sadece ve sadece insanımızın refahını, mutluluğunu esas aldık. İnsan odaklı, vatandaş odaklı, adalet odaklı bir siyaset takip ettik. İç politikada, dış politikada, ekonomide, sosyal politikalarda insanı, hayatı, adaleti esas aldık. Biz, zulme uğrayan kim olursa olsun, etnik ve mezhebî kimliğini sormadık, “Sen Türk müsün, Kürt müsün, Arap mısın; Müslüman mısın, Hristiyan mısın; Sünni misin, Şii misin, Nusayri misin, Alevi misin?” demedik, hepsine bağrımızı açtık.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Hepsini sayıyorsunuz yani.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Biz sonsuza kadar bu topraklarda bir arada ve birlikte olacağız.

Demokrasinin tıkanmış kanallarını açmak üzere 2002’de iktidara geldik ve o gün bugündür hukuk ve adalet yolunu genişletiyoruz, o gün bugündür devlet ile vatandaşı birbirine yakınlaştırmaya çalışıyoruz. Biz kimsenin hayatına müdahil olmadık, olmayacağız. İdarede vesayeti, sokak çetelerini, paralel yapıları, gayrimeşru bütün aktörleri reddediyoruz. Biz gücümüzü, karanlık yapılardan değil, milletimizin ak alınlarından, secdeye gittiğinde bize dua edilen o ak alınlarından alıyoruz. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Enerjimizi milletten alıyoruz, gücümüzü milletten alıyoruz, hesabımızı da sadece ve sadece millete veririz.

Geride bıraktığımız bir yıl zorlu bir süreçti. Geçen sene burada seçime hazırlanan bir ülkenin Başbakanı olarak huzurunuzdaydım. İki seçim yaptık bir yıl içinde; gururla, vakarla tekrar huzurunuzdayım. Bu iki seçim dönemince yaşanan bütün tıkanıklıklara, zorluklara rağmen bu ülkeyi bir an dahi sahipsiz, bir an dahi hükûmetsiz bırakmadık. 7 Haziranda tek parti olarak iktidara gelemeyeceğimiz anlaşıldığında birileri ellerine kına yaktılar, birileri mutluluktan uçtular “Kaos geliyor.” diye; tekrar üzerinde duracağım. 7 Haziran akşamı AK PARTİ’nin demokrasi balkonundan verdiğim sözü, sizler adına verdiğim bütün sözü bugün yerine getirmiş olmanın gururunu taşıyorum. O zaman demiştim ki: Kim ne plan yaparsa yapsın, biz bu ülkeyi sahipsiz, bu devleti Hükûmetsiz, bu milleti geleceksiz bırakmayız. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Sorumluluktan kaçmadık. Anayasa “Seçime gitmek gerekir.” dediğinde, biz buradayız dedik; birileri terör için terör maşalarını devreye soktuğunda, biz buradayız, Ankara’dayız dedik ama Anayasa’mız, beğenmesek de hepimizin üzerinde yemin ettiğimiz Anayasa’mız “Seçim Hükûmeti kurmak bir zarurettir.” deyip bütün partilere çağrı yaptığında bu çağrıya bir tek AK PARTİ Grubu ses verdi: “Biz buradayız, burada olacağız, burada kalacağız.” dedi. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Anayasa partilere “Gelin Hükûmete temsilci verin.” dediğinde, herkes kaçacak -neredeyse- delik aradı. Gelmediler, meydana çıkmadılar, mertçe Ankara’da bir sorumluluğu üstlenme görevi ve cesareti göstermediler.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Mektupları yanlış adrese gönderdin.

OKTAY VURAL (İzmir) – Çözüm ortaklarınızla neredeydiniz? (AK PARTİ sıralarından “Dinle” sesleri)

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ama biz, her hâlükârda bu milletin kaderini hiç kimseye teslim etmeyeceğimizi gösterdik. Hamdolsun, milletimiz bunu takdir etti. Milletimiz kaçanları da gördü, kendisi için elini taşın altına koyanları da gördü.

OKTAY VURAL (İzmir) – Aynen öyle(!)

MUSTAFA KÖSE (Antalya) – Ayıp ya, ayıp!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Milletimiz hamaset yapanları da gördü, gece gündüz kendisi için koşanları da gördü.

Şimdi huzurunuzdayım ve huzurunuzdan, Meclisimiz adına, hepimiz adına, bütün Meclis adına milletime bir teşekkürü borç biliyorum. Ne zaman 1 Kasımdan bu yana uluslararası bir platforma çıksam başım dik; sadece AK PARTİ Genel Başkanı olarak değil, yüzde 85 katılımla bir demokrasi dersi vermiş bir milletin Başbakanı olarak başım dik. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Ve Meclis olarak bütün Meclisi tebrik ediyorum çünkü bu Meclis, yine modern demokrasilerde görülmeyen bir orana, yüzde 97,5 temsile sahip. Demokrasi tarihimizin en yüksek temsili de bu Mecliste. Bunun için de bütün partileri ve bu partilere oy vermiş seçmenleri tebrik ediyorum ama özel bir tebrikim, özel bir gururum var: Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük seçmen oyunu alıp bu koltukları dolduran ve ülkemizin her bir yerini temsil eden yüzde 49,5 oyla tekrar millî iradeyi bu Mecliste yansıtan AK PARTİ Grubuyla gurur duyuyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) AK PARTİ Grubu farklıdır. Neden farklıdır biliyor musunuz? Üslubuyla, nezaketiyle, onlar ayrı ama sayısal bir fark var. Bakın, bazı rakamları sizlerle paylaşacağım: 1 Kasım seçimlerinde 22 milyon 959 bin 394 vatandaşımız bize oy verdi; bu, alınan en yüksek oy şu ana kadar. 7 coğrafi bölgemizin tamamında AK PARTİ 1’inci oldu. 81 şehrimizin 63’ünde, 970 ilçemizin 740’ında ve 396 beldemizin 290’ında 1’inci parti olduk. AK PARTİ’nin yüzde 50’nin üzerinde oy aldığı şehir sayısı 44 yani Türkiye’nin şehirlerinin yarısı AK PARTİ’ye yüzde 50’nin üzerinde destek vermiştir. Buna karşılık Cumhuriyet Halk Partisi 22 şehirde yüzde 10’un üzerinde oy alamamıştır, MHP 24 şehirde yüzde 10’u geçememiştir, HDP ise -hani Türkiyelileşecek diye ümitle beklediğimiz, bir gün bu şuura ulaşırlar diye- 58 şehirde yüzde 10’u geçememiştir, bunların 34’ünde ise yüzde 3’ü bile geçememiştir. Şimdi, bu Meclise baktığımızda bütün Türkiye’yi temsil ediyor ama ben sadece dönüp AK PARTİ Grubuna baktığımda Muğla’dan Artvin’e, Van’dan Edirne’ye bütün Türkiye’yi temsil eden tek partiyi görüyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Şimdi, gerçekten, inşallah, bu önümüzdeki Genel Kurul tartışmaları nezih, nazik bir şekilde sürer ama Sayın Kılıçdaroğlu -kendisine yakıştıramadığım ve bir daha da ümit ederim ki olmayacak diye düşündüğüm bir şekilde- hitap ederken şöyle hitap etti: “Bunlar, bunlar, bunlar…” “Bunlar” dediği Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Ben kendisine bu konuşmam esnasında sadece “Ana Muhalefet Partisi Lideri” diye hitap edeceğim, başka bir söz kullanmayacağım, ümit ederim bir ders alır. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Ama daha önemlisi ne dedi biliyor musunuz? “Bunlar Türkiye’yi yönetemez, bunlar Türkiye’yi yönetemiyor.” Sayın Kılıçdaroğlu, Türkiye’yi kimin yöneteceğine millet karar verir. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Ve bu millet kararını 1 Kasımda verdi, 1 Kasımda verdi bu millet kararını. Size baktı, bize baktı; diğer partilere baktı, bize baktı; on üç yıla baktı, cumhuriyet tarihinin bütününe baktı; “Bu ülkeyi idare etse etse AK PARTİ idare eder.” dedi, bize emaneti verdi. Size de böyle seyretmek düştü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Milleti anlamayan, milletten emanet alamaz.

Şimdi, bu vesileyle, yeri geldiği için; bakınız, ben, herhangi bir arkadaşımın benim yanımda bir başka genel başkana nezaketsiz bir üslupla soru sormasına izin vermem. Zaten arkadaşlarımız böyle bir şey yapmaz -ben sizleri biliyorum- ama grup başkan vekiliniz döndü, “AK PARTİ’nin lideri kim?” diye sordu ben buradayken, siz buradayken. Haddi değil, bu soru onun haddi değil. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Böyle bir şey söylemek istemezdim ama madem ki kapıyı siz açtınız, buyurun, meydan burası; evet, AK PARTİ siyasetinin on üç yıllık başarı hikâyesinin efsanevi kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta alkışlar)

Ve ben, on üç yıllık genel başkanlık görevinden sonra, kurucu liderlikten sonra parti liderliğini kendisinden ilk olağanüstü kongremizde -bizde öyle sık sık kongreye ihtiyaç kalmaz- “vefa kongresi” adını verdiğim, benim kendisine ithafen “Bu bir veda değil, vefa kongresi.” dediğim kongrede onurla delegelerimizin tamamının oyunu alarak partinin yeni lideri olarak seçildim. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta alkışlar)

Şimdi, şunun için bunu söylüyorum: Ben, partimin bütün delegelerinin oylarıyla efsanevi bir kurucu liderden liderliği devraldım, liderliğin gereğini her an yaparım. Benim liderliğe gelişimde kaset oyunları olmadı, olmayacak. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Böyle bir şey olmaz, hakaret bu!

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Hak ettiler!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ben, hiçbir zaman, onurla devraldığım, sadece siyasi dostluk anlamında değil, dünyevi ve uhrevi kardeş gördüğüm bir liderden “Aman ondan bahsetmeyin.” diye daha önceki genel başkanlar hakkında da konuşulmasına izin vermem. Ben onurla bir görev aldım, onurla yapıyorum, günü geldiğinde de bir başka kardeşime onurla devredeceğim. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Aramızdaki fark bu.

Bizde az kongre yapılır, vakti geldiğinde, yeri geldiğinde yapılır. Ama şimdi, arkadaşlar çok zorladılar, dolayısıyla şimdi sormak vakti değil mi? Hani Türkiye’yi biz yönetemiyoruz ya iddiaya göre, bakın, iki ayda yaptıklarımı biraz sonra sayacağım, ne vaatleri yerine getirdik. Sadece şunu söyleyeyim istatistiksel olarak: Hani, 10 Aralıkta ilan ettim, bir hafta sonradan itibaren bir aylık, üç aylık, altı aylık, bir yıllık programlar. Elhamdülillah, son istatistiği söylüyorum: Üç aylık verdiğimiz sözlerin iki ayında şu ana kadar vaatlerimizin yüzde 82’sini, reformlarımızın yüzde 50’sini yaptık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Vaatleri sayacağım. Peki, iki aydır Cumhuriyet Halk Partisi neyi tartışıyor? Acaba, bu Meclisin ilk başkanı olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün resmi bir odadan indi mi inmedi mi, ona karar verecekler. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Siz bırakın, kurultay oyunları oynamaya devam edin, biz ülkeyi yönetmeye devam edeceğiz. Grup başkan vekilimizin dediği gibi, inşallah, 14’ten 41’inciye kadar da, daha sonrasına kadar da bu emanet elden ele onurla taşınacak. Kimse de bir önceki genel başkana, liderine saygısızlık yapmayacak, kimse de bir sonrakine emaneti devrederken gözü arkada kalmayacak. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Ayrıca, şunu da gerçekten bu Meclisin nezaketine, zarafetine yakıştıramıyorum: Cumhurbaşkanımız, yüzde 52 oyla milletten destek alarak gelmiş bir Cumhurbaşkanı. Eleştirebilirsiniz beni eleştirdiğiniz gibi ama bu vakıayı kimse örtbas edemez. Naci Bey ilk konuştuğu için eleştirdiler, aslında öngördü; hani, külliye tartışması; onlar “saray” diyor, biz “külliye” diyoruz.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Ruhaniyeti de var.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Şimdi, bakın arkadaşlar, bu külliye, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi milletin malıdır. Biz hiçbir yere babamızdan miras gelmedik. Cumhurbaşkanımız bir reisin, bir kaptanın oğlu; ben bir esnafın oğluyum. Bizde aristokrat yollardan gelenler yok, biz milletten güven ala ala bu yolları katettik. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Ve bir gün gelecek, Cumhurbaşkanımız da kendisinden sonraki Cumhurbaşkanına orayı onurla devredecek. Şimdi, fark şu: Siz, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, kendiniz cesaret edemediniz, meydana çıkamadınız, bir çatı aday buldunuz, bir işe yaramadı. Şimdi size söylüyorum: Külliyeyi tartışmaktansa 2019 seçimlerine iyi hazırlanın, bu sefer cesaret gösterin, kendinize güvenin, meydana çıkın, kazanın seçimi, orada siz oturun, bu kadar basit. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Şunu öğrenmeniz lazım: Siyaset cesaret işidir, siyaset er kişinin… “Er kişi” derken hanımları ayırt ederek söylemiyorum, bizde er kişi gerçek anlamda yüreği olan kişidir, hanım veya erkek.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Hanım değil, kadın.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - 2014’te meydana çıkmaktan korktuysanız vebali niye Cumhurbaşkanımızda ya da başkalarında ararsınız? Çıkın meydana, işte buradayız. 2019’a da yeterli süre var, hazırlanın. Dolayısıyla, bunları…

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Kongreleri biterse…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ha, kongreden vakit bulurlarsa tabii, olur. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)

1 Kasım seçimlerinde milletimizin engin sağduyusu tezahür etmiştir. Yüksek bir katılımla 1 Kasım seçimlerinden sonra kendimizi ülke hizmetine adadık ve bu hizmetten de bir nebze geri durmadık, durmayacağız. 64’üncü Hükûmet olarak önceliğimiz, demokrasimizi, ekonomik istikrarla birlikte geliştirmektir. İnsan onurunu esas aldık.

Bakın, hani, Türkiye’yi yönetme tartışması bağlamında -bu listeyi artık hepiniz ezberlediniz ama milletimize bir kez daha söyleyeyim, özellikle de Sayın Kılıçdaroğlu duyar da bu sefer belki nasıl yönettiğimizi görür diye söylüyorum- sadece son iki ayda yerine getirdiğimiz vaatlerimiz, yüzde 82’sini yerine getirdik:

Emek ve değer üreten, alınlarını öptüğüm işçilerimizin asgari ücretini 1.300 liraya çıkardık. Çıkardık mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ülkemize büyük katkılar yapmış saygıdeğer büyüklerimize, emeklilerimize yılda 1.200 lira zam yaptık. Biz, öyle seçim beyannamelerinde yapacağız, edeceğiz demeyiz. “Yapacağız.” dedik mi yaparız, sonra da “Yaptık.” deriz, elhamdülillah. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ekonomimizin omurgası olan esnafımıza 30 bin Türk lirası faizsiz kredi vermeye başladık.

Çiftçimiz için yemde ve gübrede KDV’yi kaldırdık, bu iki aylık. Genç çiftçilere proje karşılığı 30 bin lira karşılıksız destek veriyoruz.

Muhtarlarımızın, emniyet görevlilerimizin, askerî personelimizin özlük haklarında hayati düzenlemeler, iyileştirmeler yaptık.

Geleceğimizin teminatı gençlerimize hayatın birçok alanında kolaylıklar sağlayan düzenlemeler yaptık. Okuyan gençlerimizin lisans bursunu 400 liraya yükselttik. Şimdi, bir öğretmen olarak, bir hoca olarak söylüyorum, iftihar ediyorum, biz iktidara geldiğimizde 45 liraydı burs, şu anda 400 lira; 90 liraydı yüksek lisans bursu, şu anda 800 lira; 115 liraydı doktora bursu, şu anda 1.200 lira. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Dedik ya, ahilik geleneğiyle, besmeleyle açtınız mı Meclisi ya da rızık kapınızı, Allah bereketlendirir. Biz duayla açarız ve on dört yılda, Türkiye, petrol, doğal gaz, vesaire keşfetmedi, hiçbir şey keşfetmedi. Ne yaptık biliyor musunuz? Milletimizin bize verdiği her bir vergiyi -hani, siz vergi diyorsunuz- namusumuz bildik, namusumuz, her bir kuruşunu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Onun için biriktirdik, bunları gerçekleştirdik.

İş kuracak gençlerimize 50 bin Türk lirası hibe…

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – El insaf! Çelik kasa…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bakın Sayın Kılıçdaroğlu, kusura bakmayın ama bir şeyi söylemek zorundayım, ümit ederim, bundan sonra özen gösterirler. Siz çok ağır ifadelerle konuştunuz. Ben, dün milletvekillerimize bir mesaj gönderdim “Sayın Kılıçdaroğlu konuşurken ne derse desin kimse müdahale etmeyecek.” dedim. Grup başkan vekillerimiz dolaştı, bunu duyurdular, siz konuşurken tek bir müdahale olmadı. Siyasi liderlik sadece sözle olmaz; siyasi liderlik, liderlik yaptığı insanlara sözünü geçirmekle olur. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Şimdi, yan tarafınızdaki arkadaşa söylüyorum: Siyasi liderlik, her şeyden önce, dönüp grubuna “Sus!” dediğinde susabilmesidir ve aynı şekilde bir disiplin içinde hareket edebilmesi, nezaket ve nezahet içinde hareket edebilmesidir. Söz söylemek gerektiğinde bu grubumuz mertçe çıkar, söyler, sözünü esirgemez, hiçbir sınır da yoktur. Ama bir başka genel başkan konuşurken nezaketsizlik yapılmasına izin verildiğinde buna “liderlik” denmez.

Önümüzdeki dönemde de geriye kalan bütün vaat ve reformlarımızı hayata geçireceğimizden kimsenin şüphesi olmasın. Bu çerçevede, önümüzdeki günlerde, siyasi etik kanunu, siyasetin finansmanında şeffaflığın artırılması, Alevi vatandaşlarımızın taleplerinin karşılanması, darbe dönemlerinden kalan antidemokratik hükümlerin mevzuattan kaldırılması, taşeronların kamuda istihdam edilmesi gibi reformlarımızı da Meclise sevk etmeyi hedefliyoruz.

Bu arada, torba yasa konusu… Evet, düşüncem, samimi kanaatim budur. Ama o zaman gelin, size bir teklifte daha buluyorum –zaten ziyaret ettiğimde söylemiştim- derhâl İç Tüzük'ü değiştirelim, birlikte değiştirelim. Bu Meclis zaman kaybedebilecek bir Meclis değil. Dünyada ekonomik kriz varken, etrafımız ateş çemberiyken…

Bakın, evvelsi gün, çarşamba gecesi –ben dakika dakika takip ediyorum- engellemeler yüzünden, bugün de gördüğümüz engellemeler sebebiyle sadece 1 madde geçebildi bu Meclisten. Eğer Meclis ana odağını engelleme yerine yasa çıkarmaya yöneltirse torba yasaya da gerek kalmaz, herhangi başka bir uygulamaya da. Onun için, gelin, İç Tüzük'ü hep beraber değiştirelim, yeni bir İç Tüzük'te istediğiniz kadar söz hakkı olsun ama engelleme, blokaj olmasın. Millet bizden bu Meclisin çalışmasını bekliyor. Meclisin etkin bir şekilde çalışması için gereken her şeyi yapmaya hazırız. Bu çerçevede, bizim 14’üncü bütçemiz bu, inşallah daha nice bütçeleri birlikte hazırlayacağız. Biz, bu on dört yıl içinde tutmayacağımız sözleri vermedik, verdiğimiz sözlerin de tamamını gerçekleştirdik.

Milletin kaynaklarını yine millete seferber ettik. 2016 bütçemiz, 2002 bütçemizin 4,7 katı demiştim, Türkiye son on dört yılda güçlendi ve önemli bir küresel güç hâline geldi.

Şimdi, bütçemizin anatomisine, kısaca çerçevesine bakarsak: En büyük payı yine eğitime ayırıyoruz. 2002 yılında 11,3 milyar Türk lirası olan eğitim bütçesini 2016 yılında 109,3 milyar Türk lirasına çıkartıyoruz. Böylece eğitime ayrılan kaynak 2002 yılında yüzde 9,4’ten 2016 yılında yüzde 19,2’ye çıkarıldı yani eğitimin payını 2 misli artırdık.

2016 yılında ikinci büyük harcama kalemi sağlık harcamaları. Kamu sağlık harcamalarına ayrılan kaynak bu sene 95 milyar Türk lirası, 2015 yılına göre yüzde 18 artırıldı. Sadece bu iki sahaya, eğitime ve sağlığa 204,3 milyar Türk lirası ayırdık ki bu, 2002 yılı bütçesinin neredeyse 2 misli ve eğitim ve sağlığın payı yüzde 36.

Bugün sunduğumuz 14’üncü bütçe, daha üç ay önce gidilen bir seçimden yüzde 50 oy alarak emaneti devralmış bir Hükûmetin bütçesi olarak geleceğe yepyeni vaatler ve güçlü bir perspektifle 2019’a, 2023’e Türkiye’yi hazırlama bütçesidir. 62’nci Hükûmetin bütçesinin programını burada sunarken “Sekiz aylık bir Hükûmet değil.” demiştim, Rabb’im takdir etti, daha sonra 63’üncü Hükûmeti de kurmak durumunda kaldık, anayasal Hükûmeti; şimdi, 64’üncü Hükûmeti kurduk, onun bütçesindeyiz. Biz hiçbir bütçeyi, hiçbir programı bir yılla, bir dönemle sınırlamayız; ufkumuz ta derinlere kadar gider, bastığımız adım ise toprağın köküne kadar iner, köküne kadar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yere ne kadar sağlam basarsak gözlerimiz ufku o kadar kuvvetli tarar.

Şimdi, gelin, bazı rakamları siz zikrettiğiniz için, karşılaştırma yapalım, AK PARTİ iktidarları döneminde nereden nereye geldik. 1993-2002 yılları arasında toplam ortalama büyümemiz yüzde 3. O sırada dünyada, modern dönemde dünya ekonomisinin gördüğü en yoğun genişlemenin olduğu, parasal sistemlerin, finansal kaynakların da ekonominin de büyüdüğü bir dönemdi; yüzde 3 büyüyebildik. 2003-2016 yılları arasında ise yüzde 4,7 oranında büyüdük ki dediğim gibi modern dönemin sanayi devriminden bu yana yaşanan en büyük krizinin hâlâ içindeyiz.

2007-2015 yılları arasında istihdam, işsizlikten bahsedildi. 2007-2015 yılları arasında bütün çevre ülkeler ve Avrupa ülkeleri işsizlikten kırılırken biz 6,4 milyon istihdam ürettik. Sadece geçen sene, 2015’te, iki seçime rağmen ve etrafımızda bütün bu krizlere rağmen, 1 milyon vatandaşımızı iş sahibi yaptık.

Peki, ne oluyor? Çünkü Türkiye'nin nüfusu dinamik, daha çok insan iş gücü olarak piyasalara giriyor, istihdam oranımız da yüzde 40,4’ten yüzde 46’ya yükseldi.

Mali disiplin: On dört yıldır her konuda disiplinliyiz zaten ama mali disiplin konusunda dünyanın takdirini kazanıyoruz. Sizden takdir beklemiyoruz ama herkes biliyor ki 2002’de bütçe açığımız yüzde 11’di, şu anda yüzde 1,2 ve geçen sene itibarıyla da devlet bütçe kalemleri arasında gider-gelir dengesini sağlama başarısını da gösterdik. Bu tabloyla 28 Avrupa Birliği üyesi içinde 6’ncı durumdayız.

Kamu borç stoku yüzde 74’tü biz devraldığımızda, şimdi yüzde 33,5. Avrupa Birliği üyelerinde bu kamu borcu stoku yüzde 88, avro bölgesinde yüzde 94, OECD’de yüzde 90, Türkiye'de sadece yüzde 33,5. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Bankacılık sektörü: 1997-2002 yılları arasında -ki aranızda o dönemin mimarları da bulunuyor, onlara da sorabilirsiniz- batan 22 bankanın maliyeti 30,2 milyar Türk lirasıydı. Bütün bu maliyeti karşıladık. Bankacılık sistemini güçlendirdik, bankacılık sisteminin gücünü gösteren tek, en önemli kriter sermaye yeterlilik oranıdır, bu da yüzde 15,5; G20 ülkeleri arasında en iyi üç beş ülkeden biriyiz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Bari bir teşekkür edin 57’nci Hükûmete Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi, 2002’den 2015’e bazı rakamları milletimiz de tekrar duysun diye zikredeceğim, nereden nereye geldik.

Üniversite: Bir akademisyen olarak gurur duyuyorum, 76 üniversitemiz vardı biz iktidara geldiğimizde, şu anda 193 üniversitemiz var. 249 bin derslik yaptık.

Havalimanımız: 26 havalimanı vardı, hava yolunu kullanmak bir ayrıcalıktı, bir sınıf atlamaktı; biz, hava yollarını halkın yolları yaptık, 26 havalimanını 55’e çıkardık. Eğer bazı barbarlar olmasaydı, büyük bir onurla açtığımız Yüksekova Havalimanı da bugün barışı, insanları birbirine buluşturan bir havalimanı olarak çalışacaktı ama o barbarlara rağmen Yüksekova’yı da bütün doğu ve güneydoğuyu da havalimanlarıyla bundan sonra dünyaya bağlamaya kararlıyız. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Yolcu sayımız 34,4 milyon idi 2002’de, 2015’te hava yolunu kullanan sayısı 182 milyon.

Bölünmüş yol, 6 binden 18.179’a çıktı. Arkadaşlar, yani bunları unutuyoruz, bölünmüş yollara sahip il sayısı sadece 6’ydı, şimdi 75. Sadece 6 ilde bölünmüş yol vardı, şimdi 75 ilde bölünmüş yol var. İnşallah, yakında 81’i tamamlarız. Biz başladığımız işi hiç yarım bırakmadık, yarım bırakmayız.

Ankara- Eskişehir-İstanbul, Ankara-Konya hattındaki hızlı trenden 24 milyonluk bir nüfusun istifade ettiğini söyleyelim. İnşallah gün gelecek, hani 2001’de, o dönemlerde iktidarda olanların “Torunlarımız bile görmüyor.” dedi hızlı treni biz gördük, torunlarımız bu hızlı trenin Kars’tan Edirne’ye, Urumçi’den Londra’ya gittiğini görecekler; biz bunu yapacağız, Asya ile Avrupa’yı biz bağlayacağız. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Dev projeler… Gururla ifade ediyorum, Marmaray, Avrasya, dünyanın en yüksek asma köprüsü olma özelliğine sahip üçüncü köprü, dünyanın en büyük havalimanı olacak olan üçüncü havalimanı, körfez geçişi, Ordu-Giresun, Avrupa’da bir ilk; bütün bunları şu anda vaktimiz yetmeyeceği için saymıyorum ama siz karşı çıksanız da bu yollardan eminim konfor içinde gidiyorsunuz ve bir gün herhâlde bir kadirşinaslıkla “Allah bu yolları yapanlardan razı olsun.” da dersiniz, ümit ederiz. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Siz belki demeseniz de eminim, diğer partilere oy veren İstanbullu hemşehrilerimiz, Marmaray’dan her geçişte, bize oy vermeseler bile, mutlaka bir hayır duası ediyorlardır. Bir gün onların oylarını da alırız. Bana seçimden önce soruldu: “Ne kadar oy bekliyorsunuz, yüzde kaç?” Dedim ki: Yüzde kaç oy söylersem söyleyeyim, seçmene haksızlık ettiğimi düşünürüm. Sanki şöyle bir kanaat hasıl olur: Ben bazı seçmenlerimizin gönlüne giremem gibi bir kanaat. Bizim için iki seçmen vardır: Bir, bugün AK PARTİ’ye oy verenler; bir, yarın verecek olanlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Onun için, buradan bütün seçmenlere, hangi partiye oy vermiş olursa olsun, bize oy vermeyenlere de özellikle sesleniyorum: Hukukunuz, şerefimizdir. Hiç kimsenin hukukunun çiğnenmesine izin vermeyiz. Bize oy verebilirsiniz, vermeyebilirsiniz ama biliniz ki sizin hukukunuz bizim şerefimizdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yine, gelelim istatistiklere: Yoğun bakım yatağı, bütün Türkiye’de 869’du biz iktidara geldiğimizde, sadece 869, 3 haneli. Şimdi 12.489 yoğun bakım yatağına sahip hastanelerimiz, 5 haneli. Bazı illere gidildiğinde, MR cihazının olmadığı, imkânların hiç bulunmadığı illere… Şimdi gururla ifade ediyorum, Dışişleri Bakanı olarak birçok şeyle gurur duymuştum ama en çok da Somali’de bir çölün ortasında yaralanan bir TİKA mensubunu birkaç saat içinde helikopterle merkeze, oradan da ambulans uçağımızla Ankara’ya getirip ameliyata almamız; işte dedim, büyük devlet bu. Millet bu büyük devleti hissediyor, dünya bu büyük devletin ayak seslerini hissediyor. Biz yüreğimizde bunu yaşatıyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakınız, organize sanayi bölgesi… Organize sanayi bölgesi sayısı 65’ti biz iktidara geldiğimizde, şimdi 166. Sayın Kılıçdaroğlu AR-GE’ye çok önem verdiklerini, bunun için çaba sarf etmek gerektiğini söyledi. Bir rakam söyleyeyim de içi şenlensin. Biz iktidara geldiğimizde toplam teknoloji geliştirme bölgesi sadece 2’ydi, şimdi 63. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Elektrik enerjisi 31.846 megavattı, şimdi 73.148 megavat.

Bu arada, Sayın Kılıçdaroğlu’nun, tabii, ben bir hususiyetini daha fark ettim, istatistikler aralığı çok fazla. “78-80 milyon” dedi nüfusumuzla ilgili; onu anladım. “Enerji bağımlılığı konusunda da yüzde 50’lerden -Rusya’ya bağımlılığı kastediyor- yüzde 60’lara, 70’lere, 80’lere çıkabilir.” Ya, bunun tek bir rakamı yok mu Allah aşkına? Yüzde kaçtan kaça çıkacaksa söyleyelim, bu kadar geniş aralıkla konuşulmaz ki. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Enerji santralleri: Yüz yılda 300 santral yapılmıştı, bizden önce, yüz yıl. On üç yılda biz 1.181 santral yaptık, enerji santrali.

Doğrudan yabancı yatırım: 1984-2002 arası, yani yirmi sekiz yılda 19,8 milyar geldi Türkiye’ye, on sekiz yılda. 2003-2015’te ise on iki yılda 165 milyar doğrudan yabancı yatırım geldi, 10 mislinden fazla. 2014 yılında -bakınız, hani “Türkiye ekonomisi nereye gidiyor?” diye soranlara cevaben söylüyorum- 12,8 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım gelmişti, 2015 yılında 16,6 milyar. Hem bir taraftan seçimle uğraştık -bütün illerimizi dolaştım, 81 vilayeti dolaştım 7 Haziranda, ondan sonra 1 Kasımda da bir tur daha attık bazı vilayetlerimize- bu arada da dünyaya Türkiye’yi anlattık. 1 Kasımdan sonra, bir taraftan terörle mücadele ediyoruz, bir taraftan dünyayı dolaşarak yabancı yatırımcı çekmeye çalışıyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki bu ülkede tek boyutlu düşünenler hiçbir şeye çözüm bulamazlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bizim zihnimiz, gönlümüz her an meşgul olacak.

Müteahhitlerin yurt dışında aldıkları müteahhitlik hizmetleri: 1974-2002 yıllarında, yirmi sekiz yılda 46 milyar; 2002-2015 yıllarında, on üç yılda 273 milyar, bizim dönemde. İhracat 36 milyardan 143,9 milyara; bütün bu etrafımızdaki ülkelerin çökmesine ve ihracat pazarlarımızın daralmasına rağmen ihracat “volume”, hacim anlamında yüzde 1,4 arttı geçen sene. İnşallah kısa zamanda da toparlayacağız.

Dış ticaret açığı 2014’te yüzde 25,2 oranında düştü. Cari açık -ki en temel meselemiz- 32,2 milyar dolara geriledi ve yüzde 26,1 oranında düştü; millî gelire oranı da yüzde 5,8’den yüzde 4,4’e düştü. 2002’de biz bu ülkeyi düşük orta gelir ülkesi olarak almıştık, şimdi üst orta gelir ülkesi oldu, inşallah yakında üst gelir grubuna da sokacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Satın alma gücü, millî gelir oranlarında en önemli faktörlerden biri. Şimdi, bakınız, bizim satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen millî gelirimiz Avrupa Birliği ortalamasının yüzde 35’iydi biz iş başına geldiğimizde, şimdi yüzde 53’ü. Dolayısıyla, biz ülke ekonomisini bir uçurumdan, bir kuyudan aldık, aydınlık bir yola, aydınlık bir ortama taşıdık, taşımaya da devam edeceğiz.

Şimdi, yine bazı rakamlarla ekonomik boyutu bu anlamda bağlamak istiyorum. İktidarlarımız döneminde asgari ücreti yüzde 606,1 artırdık ve 1 Ocak 2016 tarihinden itibaren net 1.300 liraya çıkardık. Böylece, asgari ücreti 2002’den bu yana yüzde 126,3 oranında reel olarak artırdık. En düşük memur maaşını, aile yardımı ödeneği de dâhil, yüzde 503,5 artırarak 2.365 liraya çıkardık. En düşük memur maaşlarında da böylece reel artış yüzde 93,5. Emeklilerimize ilk yılında 75 lira ila 100 lira arasında seyyanen zam yapmıştık, geçen sene de 2015 yılı Temmuz ayında SSK ve BAĞ-KUR emeklilerimizden bin liranın altında aylık alanlara 100 lira, bin liranın üstünde alanlara da 1.100 lirayı geçmeyecek şekilde 100 lira verdik. Ayrıca, 2016 yılında, 1 Kasımdan önce söz verdiğimiz şekilde, hepsine tekrar seyyanen 100 lira zam yaptık. Ancak, bunlar yetmez, biz halkımıza en müreffeh şartları sağlamayı boynumuzun borcu biliriz.

İnsanımıza önem verdiğimiz, insan kaynağımızı güçlendirdiğimiz bu bütçe dışında ikinci önemli hususa gelmek isterim: Demokrasimiz. Demokrasi bizim en büyük gücümüzdür. Belki ekonomik krizlerle, zor şartlarla karşılaşabiliriz ama aşarız; cari açığı kapatabiliriz ama demokrasi açığını kapatamayız. Arkadaşlar, bizim iktidar olduğumuz dönemlerde demokrasimiz hiçbir zaman açık vermedi, açık vermeyecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, bakınız, demokrasimizin belki de 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinden sonra, 28 Şubat postmodern darbesinden sonra gördüğü en büyük tehdit, 20 Temmuz 2015’te yani 7 Haziran sonrasında Türkiye'de bir boşluk doğdu, hükûmet boşluğu, “Tek parti hükûmeti yok.” düşüncesiyle aynı anda 3 barbar terör örgütünün düğmeye basmasıyla başlayan dönemdir, en büyük tehditlerden biri.

20 Temmuzda Suruç’ta canlarımızı alan DEAŞ saldırısı yapıldı, aynı gün PKK Adıyaman’da 1 askerimizi şehit etti. 21 Temmuz, DHKP-C İstanbul’da silahlarla sokağa çıkmaya cüret etti. 22 Temmuz, hani şimdi Cizre’de devleti suçlayanlar var ya, onlara dönüp, bir şey söylemeyip bize saldıran ana muhalefet partisi var ya, o günlerde hepsi yeni bir ayaklanma çağrısı yapan PKK’ya karşı suspustular. İşte, şimdi, çok konuşan ve sanki bu olaylarda hiç payı yokmuş gibi olan HDP’lilere sesleniyorum: Sizin eş başkanlarınız ile bütün partileri dolaşırken size de gelip 15 Temmuzda oturup konuştuğumuzda söylemiştim: “Bakın, ne yapmak istediğinizi görüyoruz. Ateşle oynamayın. Bu milletin sabrını taşırmayın.” diye konuşmuştuk. Ben orada o görüşmeyi yaparken Kandil’den isyan çağrıları geldi, “Silahlanın.” çağrıları geldi. 20 Temmuz-23 Temmuz arası Ceylânpınar’da 2 polisimiz haince, kalleşçe, alçakça enselerinden vurulup şehit edildiğinde herhâlde susmamızı bekliyorlardı. Biz 23 Temmuz günü alınması gereken kararı aldık. Mademki bu ülkeye meydan okunmuştur, meydan okuyan kim olursa olsun, bulundukları inlerde cezalandırmak bizim boynumuzun borcudur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Demokrasinin esası meşruiyettir, meşruiyetin makamı da yüce Meclistir. Hem Mecliste olacaksınız hem de Cizre’de, Sur’da, o aldatılmış masum çocukların cesetleri üzerinde bir piyonca, bir başka ülkenin piyonları şeklinde bir rol üstlenen terör baronlarının sözcülüğünü yapacaksınız. Bu olmaz. Herkes yerini, yurdunu, konumunu tespit etmek durumunda ve o günden bu güne şöyle dediler, hatırlayacaksınız, bizi tanımadıkları için, kendileri gibi olduğunu zannettikleri için: “Bu, yeni bir seçimi kazanmak için yapılan bir manevradır, bir taktiktir.” diye düşündüler kendilerince ve “1 Kasımdan sonra bu durur, onun için yapıldı.” dediler, savaş kışkırtıcılığı… İşte, gördünüz, 1 Kasımdan sonra da 2 Kasım günü halkından yüzde 50 destek almış, Kürt vatandaşlarımızın desteğini de almış bir Başbakan olarak aynı talimatı verdim: “23 Temmuzdaki talimatımız geçerlidir bütün güvenlik birimlerimize. Bu ülkenin dağları, ırmakları, vadileri, şehirleri, kasabaları, sokakları temizleninceye kadar bu mücadeleye devam edeceksiniz.” dedim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakınız, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir demokratik ülke, kendi sınırları içinde bırakın bir ilçeyi, bir sokağı, bir evin içinde dahi gayrimeşru bir silaha izin vermez. 2013’te çözüm süreci ki Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakan olarak onurla başlatmıştı, “Baldıran zehri içmeye hazırım.” demişti, “Bütün asimilasyon veya eski retçi politikaları reddederek yola çıktık.” demişti, biz de aynı şeyleri söylüyoruz. Kim bu ülkenin tek bir insanına yan gözle bakarsa, sen Türk’sün, sen Kürt’sün, sen Sünni’sin, sen Alevi’sin derse o yan gözü oyarız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hiç kimseyi bir diğerinden ayırt etmeyiz.

Ama, 2013 Nevruz’unda “Biz silahları bırakacağız, bütün Türkiye’den silahlı unsurlar çekilecek.” dedikten sonra 2015’te silahlanma çağrısı yapmanızın gerekçesi nedir? Kim size bu talimatı verdi? Hangi güçlerin, piyonların bir parçası oldunuz? Sonunda söyleyecektim ama şimdi söyleyeyim: Biz bu coğrafyayı dedelerimizden geçici bir şekilde emanet almadık, kıyamete kadar emanet aldık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve eğer demokratik ortamda bir şey söyleyeceksiniz -gururla söylüyorum- bu kürsüde her şey ifade ediliyor. On beş sene önce söylemeyi, kapalı bir odada sessizce kendi kendinize söylemekten bile çekindiğiniz şeyleri bu kürsüde açık yüreklilikle söyleyebiliyorsunuz. Kim getirdi bu ülkeye bu demokrasiyi? Biz getirdik. Sonuna kadar da koruyacağız, burada bu kürsünün dokunulmazlığını sonuna kadar koruyacağız. Herkes fikrini söyleyecek, hiçbir sınır olmayacak.

Ama, 29 canımızı alan bir haine, o can bedenleri… Ben gittim, hem GATA’da hem Kocatepe’de o ailelerin ellerinden tuttum. Türkiye'nin her köşesindendiler; kimisi Sünni, kimisi Alevi, kimisi Türk, kimisi Kürt. Bazı aileler o bedenleri…

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Niye söylüyorsun; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Sayın Başbakan? 5 oldu bu ya!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOLU (Devamla) - Toplu olarak dahi bedenlerini göremeyecek kadar o bedenleri parçalayan bir caninin taziye ziyaretine gitmek nedir biliyor musunuz? Bütün insanlığı katleden birini kutsamaktır. Biz buna sessiz kalır mıyız? Peki, buna ana muhalefet partisi sessiz kalacak mı? Sayın Kılıçdaroğlu bizi eleştiriyor. İşte söylüyorum, bizim, evet, patlama olduğu andan itibaren yaptığımız her açıklamayı baştan sona okuyun, parça parça okuyup bağlamından koparmayın benim ya da arkadaşlarımın yaptıklarını, bu yakışmaz. Ama, patlama akşam altıda olmuşsa ertesi gün on ikide, benim on birde Genelkurmay Başkanına verdiğim bütün istihbari bilgiler doğrudur. Türkiye’ye “Salih Neccar” ismiyle girmiş olan ve parmak izi belli olan şahıs, aynı şahıstır daha sonra bu cinayeti işlediğini ailesi üzerinden itiraf edenle. Ama, şunu soruyorum Sayın Kılıçdaroğlu’na: Bu hikâyeyi burada anlatırken niye PKK’yı PYD’den ayırt ettiniz, “Başka bir terör örgütü.” dediniz? Niye dönüp Türkiye’ye bu caniyi sokan ve gidip de orada YPG militanlarıyla birlikte yetişmiş bu caninin karşısında “YPG de, PKK da aynıdır.” deme cesaretini göstermiyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bakın, terör örgütü dahi sahiplenmedi bu cinayeti, “TAK” diye bir başka alt örgüte verdi, HDP’nin meşru siyasetçi olması gereken milletvekili gitti sahiplendi.

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) - Salih Müslim, Salih Müslim.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – İşte, bunlar hepimize ders olmalıdır. Teröre karşı tek vücut olmadıkça bu ülkenin hukukunu koruyamayız. DEAŞ terörünü PKK teröründen, YPG terörünü diğerinden ayırt ederek bu ülkede insanımızın hukukunu koruyamayız.

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Devlet terörünü de konuşalım.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri, demokrasimizi taçlandırmamızın bir diğer yolu da yeni bir anayasayı birlikte yazmamızdır. Seçimlerden sonra hem terörle mücadele ettik hem demin zikrettiğim ekonomik reformları, tedbirleri, gerekeni yaptık, vaatleri yerine getirdik hem de anayasa sürecini başlattık. Değerli genel başkanları ziyaret ettiğimde ümitlenmiştim, bu sefer herhâlde bu iş olacak dedim çünkü her iki başkan da yani Sayın Bahçeli ve Sayın Kılıçdaroğlu “Evet, 12 Eylül anayasasına biz de karşıyız, gereğini birlikte yapalım.” dediler. Sayın Kılıçdaroğlu “Darbe hukukunu da tümden temizleyelim.” dedi. Buyurun dedik, hazırız fakat daha 2’nci toplantısında Komisyonun CHP hemen çark etti. Gerçekten alışkanlıklar değişmiyor, değişmiyor. CHP’yi değiştirmek çok zor, kalıplaşmış, illa ve mutlaka darbe anayasasına öyle veya böyle sahip çıkacak dolaylı olarak. Şimdi tekrar çağrıda bulunuyorum: Hiç birbirimize sınır koymayalım, siz istediğinizi söyleyin bizim arkadaşlarımız istediklerini söylesinler; özgürlükçü, katılımcı, güçler ayrılığı prensibine dayanan, insan hak ve özgürlüklerine saygılı yepyeni bir anayasayı beraber yazalım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Diğer partilere teşekkür ediyorum, CHP’ye ayak uydurmadılar, ayak oyununa gelmediler ve Komisyonun devamı için beyanda bulundular. Sayın Meclis Başkanımız -zannediyorum- tekrar bir çağrıda bulanacağı kanaatini bize serdetmişti. Ümit ederim ki bu çağrıya herkes cevap verir, bir araya geliriz, siz parlamenter sistem dersiniz, biz başkanlık sistemi deriz, özgürce tartışırız ama sansürle bu iş olmaz. Siz “Başkanlığı burada tartıştırmayız.” derseniz bir sansürcü zihniyettir. Biz parlamenter sistemi tartışmayız diyor muyuz? Gelin her şeyi tartışalım, yeter ki öyle bir anayasa yazalım ki gelecek nesiller 26’ncı Dönem milletvekillerini hayırla yâd etsinler. Biz buna hazırız. Ha, darbe hukukunu temizlemek anlamında ise bu çok daha kolay, biz bunun gereğini yaptık, yapıyoruz. 2007 yılında 1.085, 2010 yılında darbe döneminden kalan 17 genelgeyi iptal ettik. Şimdi de gerekli taramaları yaptık, 457 adet kanun ile 35 adet kanun hükmünde kararnameyi taradık. Efendim, elimizde envanter hazır, Anayasa gibi değil; 330 gerektirmiyor, çok daha kolay. Gelin, iki ayrı komisyon kuralım, anayasa yoluna devam ederken darbe hukukunu da tümüyle temizleyelim bu ülkeden. Öyle temizleyelim ki kimse bir daha “darbe” kelimesini bile telaffuz etmeye cesaret bulamasın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama, tabii, bir ümitleniyorum, sonra Sayın Kılıçdaroğlu buraya geliyor, Mısır’daki darbeyi neredeyse savunurcasına “Türkiye ile Mısır arasında ne problem var ki ilişkiler bozuluyor?” diyor. Biz Mısır’da demokrasiyi savunduk, Mısır halkının iradesini savunduk, biz Mısır’da aslında 27 Mayısta asılan Adnan Menderes’i savunduk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü biliyoruz ki demokrasi, ancak çevre ülkelerdeki demokrasilerle birlikte yeşerir.

Buradan da dış politikayla ilgili yaklaşımımıza gelmek istiyorum. Eleştiriler yöneltiliyor, amenna, burası eleştiri makamıdır, biz de milletimize ve milletin temsilcilerine her türlü hesabı veririz. Üç temel prensibimizi, Dışişleri Bakanlığım döneminde de, şimdi de, Cumhurbaşkanımızın bütün Başbakanlık döneminde de dış politikada hâkim olan üç referansımızı zikretmek isterim. Birincisi, çok boyutlu dış politika, hiç terk etmedik.

Bakın, şimdi, objektif şeyler söyleyeceğim; öyle subjektif şeylerle değil, sadece zirveleri vereceğim. Son, Ekim 2015’ten gelecek sene Ekim 2016’ya kadar olan zirveler: Ekim 2015’te Dünya Göç Zirvesi İstanbul’da yapıldı. Kasım 2015’te G20 Zirvesi Antalya’da yapıldı. Avrupa Birliği-Türkiye Zirvesi, on dört yıldan sonra ilk defa toplanan zirve Kasım 2015’te Brüksel’de yapıldı. Mart 2016’da, inşallah 7 Martta Türkiye-Avrupa Birliği Zirvesi’ni tekrar yapacağız. Nisan 2016’da İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi İstanbul’da yapılacak. Mayıs 2016’da insanlık tarihinin ilk Dünya İnsani Zirvesi İstanbul’da yapılacak, Ekim 2016’da Dünya Enerji Zirvesi İstanbul’da yapılacak; Botanik EXPO 2016’ya da ev sahipliği yapacağız. Botanikten göçe, insani zirveden Avrupa Birliğine, ekonomiye, her şey Türkiye’de konuşuluyor. Her yere biz ulaşıyoruz. Bu açıdan bakıldığında, hani bir yalnızlık iddiası alıp gidiyor. Ben durmuyorum, Cumhurbaşkanımız durmuyor davetlere yetişmekten ya da birilerini ağırlamaktan. Bu nasıl yalnızlık anlamadık? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye yalnız kalmadı, kalmaz ama birileri kendilerini millet nezdinde yalnızlığa mahkûm ediyorlar.

Bakınız, dünyada 252 temsilciliğimiz var ve dünya 6’ncısıyız, 5 daimî üyeden sonra biz geliyoruz artık. Yine, Afrika’da, Latin Amerika’da… Afrika’da 12 büyükelçiliğimiz vardı, şimdi 29 büyükelçiliğimiz var. Bunların detayları herkesçe malum.

İkinci boyut: İnsani ve vicdani boyut, değer boyutu. Bakın, beni çok duygulandıran iki hatıramı nakledeceğim ki bu Meclisin taşıdığı önem, bu ülkenin taşıdığı önem bir kez daha… 7 Hazirandan sonra, birkaç gün özellikle Bosna’dan, özellikle Somali’den, özellikle Filistin’den, özellikle Suriyelilerden, değişik liderlerden mesajlar geldi. Bazıları ağlayarak telefonda şunu söylediler: “Daha önce başımız sıkışırsa bizi kollayacak olan, aç kalırsak -Somali’de olduğu gibi- bize kucak açacak olan, -Suriye’de olduğu gibi- kimyasal silahlardan kaçarken sığınacağımız bir Türkiye var diyorduk, şimdi bizim hâlimiz ne olacak?” dediler. 1 Kasım günü aynı insanlar, hemen hemen dünyanın değişik bölgelerinde, aynı gönül coğrafyasında, bir Suriyeli ilim adamının deyişiyle söylüyorum, “Türk kardeşlerimiz oylarını elleriyle sandıkta kullandı, biz avuçlarımızı Rabb’imize açıp öyle oy kullandık.” dediler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Arkadaşlar, bu anlamda yurt dışındaki Araplar, Türkmenler, Somalililer, Kürtler hepsi bizim soydaşımız, hepsi bizim tarihdaşımız, hepsi bizim kardaşımız, beşeriyet kardaşımız. Artık Türkiye Cumhuriyeti devleti sadece belli sınırlar içinde olan bir ulus devlet niteliğinin çok ötesine taşınmıştır. Al bayrağı gözü gördüğünde kendi bayrağı gibi ona yakarıp onu öpen Somalililer varken, o bayrağın altına sığınmak için kilometrelerce yolu aşıp “Bir an önce kendimi Türkiye’ye atayım.” diyen Suriyeliler varken, Gazze’ye gittiğimde, o bayrağı bombalar altında bağrına basıp “Bu benim bayrağım.” diyen Gazzeliler varken bu kale düşmez, bu bayrak inmez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Dünya böyle, dünya böyle ama Sayın Kılıçdaroğlu beş senedir aynı şeyi söylüyor, “Durup dururken Suriye’yle niye düşman olduk?” diyor. Sanki durup dururken, yahu, Sayın Kılıçdaroğlu, Suriye’de 400 bin insan öldü, 6 milyon mülteci oldu, 12 milyon insan aç biilaç, Halep’ten eser kalmadı; hâlâ siz tekrar tekrar “durup dururken” diyorsunuz. Saatiniz bir yerde durmuş ama tarihin saati durmuyor, akıyor, biz bu akışı takip edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ve üçüncüsü: Gönül coğrafyalarımızda bu anlamda, arkadaşlar, bu yıl sembolik bir yıl. Gönül coğrafyamızda etkimizi, insani diplomasiyle birlikte etkimizi artıracağız. Birçoğumuz Çanakkale destanını biliriz de -2015’te 100’üncü yılını kutladık- Kutülamare’yi unutmuşuzdur; 29 Nisan 2016, Kutülamare’nin 100’üncü yıl dönümü. Kutülamare, Bağdat’ın güneyinde, şimdi, “Kut vilayeti” denilen yerde işgalcilere karşı Orta Doğu halklarının tümünün, Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Hristiyanların, Yezidilerin topluca işgalcilere karşı kazandığı son zaferdir ve orada omuz omuza bu toprakların onurunu korudu bu ecdat. Aynı günlerde, Sykes-Picot haritası çizildi bir yerlerde ve şehirlerimiz parçalanarak, bölünerek bağrımıza hançerler saplandı. Şimdi, Mardin konuşmasında da…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Başbakan, iki dakikada tamamlar mısınız.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Mardin konuşmasında da zikrettim, bütün bu gönül coğrafyası tarih boyunca iki grup gördü; birleştirenler ve parçalayanlar. Alparslan birleştirdi, Selahaddin birleştirdi, Sultan Selim, İdrisi Bitlisi birleştirdi, Çanakkale birleştirdi, Kutülamare birleştirdi. Parçalayanlar mı? Moğollar parçaladı, Haçlılar parçaladı, sömürgeciler parçaladı, şimdi de sömürgecilerin piyonları tekrar parçalamak istiyorlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz de diyoruz ki, işte bu yüce Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında, İstiklal Savaşı’nı verirken mazlum milletlerin son ordusu olarak verenlerin torunları olarak söylüyoruz: Kim, Sykes-Picot’nun parçaladığı o haritaları daha küçük parçalara bölerek kardeşi kardeşten ayırt etmek, Diyarbakır’ı Bursa’dan -Ulu Camilerini- ayırt etmek, Hakkâri’yi Edirne’den koparmak isterse 78 milyon olarak her birimiz son nefesine kadar onlara “Dur.” deriz, modern Moğollara, modern Haçlılara, yeni sömürgecilere izin vermeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Herkes safını belirlemelidir. Bu ülkenin çocuklarını barikatların arkasında ölüme mahkûm edenler, Kandil’den değil, Türkiye'ye düşman birtakım başkentlerden talimat alanlar… Kandil sadece bir üstür, istasyondur, talimatlar başka yerden gelir, Kandil birilerine iletir, onlar yapar. Onlara karşı, bilinsin ki biz bölmek isteyenlere inat, birleştireceğiz; biz, nefret dili geliştirmek isteyenlere inat, muhabbet dili söyleyeceğiz. Yunus Emre’nin güzel Türkçesiyle, Fakiye Teyran'ın güzel Kürtçesiyle, “sevda” diyeceğiz, “aşk” diyeceğiz, “muhabbet” diyeceğiz, “birlik” diyeceğiz, “kardeşlik” diyeceğiz, “kıyamete kadar kardeşlik” diyeceğiz. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

2016 bütçemizin hayırlı olmasını diliyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Başbakan.

Buyurun Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başbakanı büyük bir dikkatle dinledik. Kendisinin her türlü serzenişine karşın grubumuzun büyük bir sükûnetle kendisini dinlediğini kendisi de biliyor. Ancak Sayın Başbakanın yapmış olduğu açıklamalarda Genel Başkanımıza ve partimize yönelik… (Gürültüler)

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Önce Sayın Başbakan bir liderlik göstersin de bir sustursun, bir duyalım. Liderlik göstersin.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başbakan, bir liderliğinizi gösterip grubu susturursanız sevinirim çünkü benim söyleyeceklerimi sizin de duymanız gerekiyor.

BAŞKAN – Sayın Gök, lütfen buyurun efendim.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Duyamıyoruz.

LEVENT GÖK (Ankara) – Cumhuriyet Halk Partisine ve Genel Başkanımıza yapmış olduğu sataşmalardan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Üç dakika, rica edeyim.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

13.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakanın az önce yapmış olduğu konuşmaları büyük bir dikkatle dinledik. Grubumuz, kendisini olması gereken bütün nezaketiyle, büyük bir saygıyla dinledi ama anlaşılıyor ki Cumhuriyet Halk Partisinin bu olgunluğu dahi Sayın Başbakanın, Cumhuriyet Halk Partisine olan büyük düşmanlığını bir ölçüde dahi tolere etmemiştir.

FEVZİ ŞANVERDİ (Hatay) – Geç onu, geç, geç!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Liderinizi dinleyin, sataşmayın.

LEVENT GÖK (Devamla) – Bütün konuşmacılarınızın her konuşmasında ve Sayın Başbakanın bütçeyi anlatırken dahi yarım saat konuşmasında Cumhuriyet Halk Partisini aklından bir türlü çıkartamaması, belleklerinde, kafasında Cumhuriyet Halk Partisini asla düşünmeden bir adım atamaması, Cumhuriyet Halk Partisinden ne kadar korktuğunu gösteriyor. [AK PARTİ sıralarından gülüşmeler, alkışlar(!)] Ne kadar korktuğunu gösteriyor.

Sayın Başbakanın üç sorumuza cevap vermesini bekliyorum. O kadar çok konuşacak konu var ki, şimdi, Sayın Başbakan, Genel Başkanımıza bir terör örgütünün sözünü, ismini niye söylemiyorsunuz diye söz etti. Genel Başkanımız büyük bilinçle hiçbir terör örgütünün reklamını yapacak şahsiyette değildir. Hiçbir şekilde… (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – “Arkadaşlar” dedi ama.

LEVENT GÖK (Devamla) – Ama bakın, PYD söz konusu olunca, 25 Haziran 2015’te Salih Müslim’e “Kobani’ye buradan selam ediyorum, Kobani’deki her arkadaşımın alnından öpüyorum.” diyen acaba kimdir? Sayın Ahmet Davutoğlu’dur. (CHP sıralarından alkışlar)

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Evet.

LEVENT GÖK (Devamla) –Salih Müslim’e kırmızı halı seren kimdir? Sayın Başbakan, Salih Müslim’e Türkiye Cumhuriyeti pasaportu verdiniz mi? Bunu bir açıklar mısınız lütfen buradan? Konuşmalarınızın nereye gittiğinin lütfen farkında olun.

Genel Başkanımız çok net iki soru daha sordu ama lider olmayı burada bize öğretmeye kalkan Sayın Başbakan kaçak saraydan korktuğu için kendi bütçesindeki harcamaları burada açıklayamadı.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Saygısızlık yapma! Saygısızlık yapma!

LEVENT GÖK (Devamla) – Çok net sorular sorduk, hiçbir cevap alamadık Sayın Başbakan. Sarayın maliyetini niçin açıklayamadınız?

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Maliye Bakanı açıkladı.

LEVENT GÖK (Devamla) - Bütün belgeler elinizde, bütün bilgiler elinizde. Saraya harcanan parayı burada niçin açıklayamadınız?

MEHMET METİNER (İstanbul) – Ömrün saygısızlıkla geçiyor senin ya!

LEVENT GÖK (Devamla) - Genel Başkanımız altını çizdi ve size sordu ve siz bir tek cümle dahi söyleyemediniz çünkü kendi bütçenizden ne kadar para harcadığınızı söylemeyecek kadar saraya bağımlısınız.

İkincisi: Libya’dan aldığınız, Kaddafi’den aldığınız, Cumhurbaşkanının aldığı ve bağışladığını söylediği 250 bin doları nereye bağışladınız?

MEHMET METİNER (İstanbul) – Sana ne?

LEVENT GÖK (Devamla) – Bunu anlatın bize. Ben bunu takip etmek zorundayım ama Sayın Başbakan Genel Başkanımızın bu net soruları karşısında ağır bir yenilgiye uğramıştır. (CHP sıralarından alkışlar; AK PARTİ sıralarından “Hadi be!” sesleri, gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET METİNER (İstanbul) – Milletten yediğiniz tokatları unutmadınız ya! Ömrünüz yenilgilerle geçti sizin ya!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan…

BAŞKAN – Biliyorum, biliyorum…

Sayın Baluken, buyurun efendim.

Üç dakika, buyurun Beyefendi.

14.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'in, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Bu niye ayrıldı ya!

AHMET YILDIRIM (Muş) – Bu ne tahammülsüzlük?

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Süreyi yeniden başlatmanızı rica edeceğim.

BAŞKAN – Evet, lütfen… Tabii, tabii…

Buyurun Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Evet, bu kadar, kürsüden hakaret edip sonra cevapları duyma tahammülünü bile göstermeyen Davutoğlu’na bu yakışırdı.

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) – Kaçtı, kaçtı!

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Şimdi, değerli milletvekilleri, ben bu Başbakanı her izlediğimde ses tonuyla, mimikleriyle, inanmışlığı ama yapaylığıyla Cüneyt Arkın’ın “Dünyayı Kurtaran Adam” filmini hatırlıyorum. Gerçekten dünyayı kurtardığını sanan bir filmde her şeyi ortaya koyduğunu sanan birisi o filmi izleyen herkesi gülmekten kırıp geçiriyor.

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – 2 başkanınız var, eş başkanlarınız nerede? Teröristlerin cenazelerine mi gidiyorlar?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Davutoğlu’nun da tavrı… (Gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Baluken, bir dakika efendim…

Sayın milletvekilleri, lütfen, efendim, oturunuz ve hatibi dinleyelim, lütfen sükûneti muhafaza edelim.

Buyurunuz Beyefendi.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bakın, değerli milletvekilleri, Ankara patlamasından hemen bir gün sonra, yirmi dört saat geçmeden, dünyayı kurtaran adam edasıyla yine kameralar karşısına çıkıp “Biz yirmi dört saat geçmeden saldırıyı yapan kişiyi bulduk, arka planını açığa çıkardık. Bununla ilgili bütün emniyet ve istihbarat yetkililerini kutluyorum.” demişti değil mi?

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Doğru, doğru, hepsi doğru. Yalan mı çıktı?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – O gün vermiş olduğu isim “Salih Neccar, YPG’ye mensup ve Suriye yurttaşı.” demişti değil mi?

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Bırak ismi, bırak ismi! PYD, PKK bağlantısı yalan mı çıktı?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Aynı bilgileri yine Cumhurbaşkanı da çıkıp bütün dünya kamuoyunun gözünün içine baka baka söylemişti ama şimdi, bu kürsüden, dünyayı kurtaran adam bugün gelip, o saldırıyı yapanın Salih Neccar değil, TAK’ın açıkladığı Abdulbaki Sömer olduğunu itiraf etmiş oldu.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Aynı adam. Aynı adam olduğunu hepiniz biliyorsunuz, aynı adamdan bahsediyoruz.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Yani burada, kendi kendisini tekzip eden, bütün dünya önünde içine düşmüş olduğu skandaldan kurtulmaya çalışan bir liderin nasıl çırpındığını gördük. Bütün bu taziye gündemi vesaire, bunun üzerinden yürütülen linç de bu uluslararası skandalı kapatmaya yönelik bir linç olarak değerlendirilmeli.

Bakın, bu, çözüm sürecini bitirme meselesi, kendisinin yaptığı açıklamalar var, “Selahattin Demirtaş Mecliste ‘Seni başkan yaptırmayacağız.’ dediği anda çözüm sürecinin bitiş işaret fişeğini çakmış oldu.” diyor. Yine, Başbakan Yardımcısı “’Seni başkan yaptırmayacağız.’ çıkışıyla çözüm süreci bitti.” diyor. 5 Nisandan itibaren, çözüm sürecinin mimarı olan Sayın Öcalan’ın üzerinde tecrit var. Yine, 22 Temmuzlara gelmeden, bu savaş konseptlerine gelmeden Meclise getirmiş olduğunuz iç güvenlik paketleri, Millî Güvenlik Kurulunda almış olduğunuz kararlar var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Dolayısıyla bütün bu realiteler ortadayken burada Davutoğlu’nun gelip içine girdiği bu kaostan sıyrılma çabasını sadece gülerek karşılıyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bostancı.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Baluken eleştirinin de ötesine geçerek kişisel olarak…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Hiciv yaptı, hiciv.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hiciv yaptım.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – …hicvi aşan, şimdi kullanmak istemediğim sataşmada bulunmuştur.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır canım!

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Hicivdir efendim.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – “Dünyayı Kurtaran Adam edası” vesaire…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sinemayı, sinema sanatçısını ve filmi asla kötülemeyiz biz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bu açık bir sataşmadır ve şahsiyat yapmaktır.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşbih ve hicivdir.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – O çerçevede sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Bostancı, eğer siz de kabul ederseniz, aleyhteki konuşmadan sonra size söz vereyim.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Tamam.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 118) (Devam)

2.- 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297), 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2014 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/32), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 208 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/33), 2014 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/34), 2014 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/35), 2014 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/36), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan Kalkınma Ajansları 2012 Yılı Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/28), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2013 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/31), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2014 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/37) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 119) (Devam)

BAŞKAN – Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal, bütçenin tümü üzerinde, aleyhte, şahsı adına.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, sükûneti sağlar mısınız? Bakın herkes ortalıkta geziyor. Böyle Genel Kurul olmaz, dinlesinler.

BAŞKAN – Lütfen yerlerimize oturalım.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; beni dinleyen milletvekillerini saygıyla selamlıyorum… (MHP sıralarından alkışlar)

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Aleykümselam.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – …dinlemeyenleri de kuliste çay içmeye yolluyorum arkadaşları. Ama gerçekten ben hayal kırıklığına uğradığımı, bu son konuşmacı olarak hepinizin adına, baştan söylemek istiyorum. Çünkü Sayın Başbakan konuşmasına başlamadan önce hemen elime konuşma metnini aldım, ilk sayfalara baktım, gayet güzel. Geleneklerimizden, örfümüzden, âdetimizden güzel bir başlangıç yapacağız diye açıkçası düşündüm ve ben de konuşmamda yine Sayın Başbakanın da memleketi olan Konya’nın bütün dünyaya haykıran sesi Mevlâna’nın, Hacı Bektaş Veli’nin, Yunus Emre’nin sözleriyle başlayıp öyle devam edeyim istiyordum ama ben gerçekten bu konuda hayal kırıklığına uğradım çünkü Hükûmet programındaki konuşması Sayın Başbakanın beni biraz umutlandırmıştı. Bugün gerçekten öyle bir şey bekliyordum ama otuz dokuz dakika kalıncaya kadar, tam yirmi altı dakika boyunca sadece hamasi, popülist şeyler duydum. Saate dikkatli baktım arkadaşlar. Yani bütün insicamım bozuldu Sayın Başkanın çok kullandığı tabirle, konuşacaklarımın hepsi birbirine girdi. Ben gerçekten yani gerçekten üzüldüm.

Sayın Başbakan da aynı şekilde, bir taraftan yapmayalım derken 6-7 defa yeniden etnik kökenleri söyledi. Bu nasıl bir anlayıştır, ben anlamıyorum. Yani yapmıyorum derken “Şunu, şunu demiyorum.” diyor. Şimdi ben de “Şunu, şunu demiyorum.” diye başlasam, “Bunları demeyeceğim ben Sayın Başbakan için.” desem siz hepiniz birden ayağa kalkıyorsunuz yani şartlı cümlede bile ayağa kalkıyorsunuz. Böyle bir şey olabilir mi, kaç defa birden böyle…

Aynı şekilde, yine, bakanların yaptığı gibi Sayın Başbakan da “2002” diye başlıyor, yine bir yere gidiyor. Ya burada biz… Madem ki bu üslubu kullandınız, Türkiye’nin sorunları var diyorsunuz, bunları çözelim diyorsunuz. Peki, nasıl olacak? Yani bu ayrıştırıcı dille, burada rövanşist bir şekilde, ona onu söyleyeyim, buna bunu söyleyeyim veya benimle ilgili bir sürü dedikodu çıkıyor, kendimi ispat edeyim… Ben bu hâletiruhiye içerisinde bir şey yapabileceğimizi zannetmiyorum arkadaşlar.

Ben çok farklı şeylerle Komisyonda… Bütün bakanlarımız buradalar, hepsine söylediğim şuydu: Gelin… Burada birçoğu duruyor. Bazıları çıktı Sayın Başbakanla. Hep söylediğiniz, efendim “yapısal önlem karakterimiz” diye Sayın Başbakanın konuşmasında da yazdığınız şeyleri gelin beraber yapalım diyecektim. Ama şimdi bu anlayışla neyi nasıl yapacağız, anlamıyorum.

“Vaatlerimizden yüzde 82’sini yaptık.” diyor. El insaf ya! O zaman hiç vaatte bulunmamışsınız siz. En başta söylediğiniz “Asgari ücreti yüzde 122 reel artırdık.” dediğiniz şeyin bin liradan 1.300 liraya çıkanını muhalefetin baskısıyla yapmadınız mı? Ben soruyorum Sayın Başbakana, bu sözler ona ait değilse özür dileyeceğim. TÜSİAD’a gidip haziran seçimleri öncesinde bizim 1.400 lira, CHP’nin 1.500 lira dediği asgari ücretle ilgili “Ya, devlette asgari ücretle çalışan kişi yok ki, bunun yükü size, niye itiraz etmiyorsunuz?” diyen kimdi? Başka birisi miydi? Bin liradan 1.300’e çıkanı zaten muhalefetin zoruyla yapmışsınız, o da yeni olmuş. Şimdi, değerli arkadaşlar… “Bu para nereden bulunacak?” diyor. “Hedeflerimizi yazdık.” Hedefleriniz ne oldu? Sayın Cevdet Yılmaz orada, yukarıda da konuştuk, dedi ki: “Biz sözümüzü tuttuk.” Şimdi, bakalım, sözünüzü tutmuşsunuz sözde. 2011 yılı seçim beyannamesinde 2015 yılı hedefiniz gayri safi yurt içi hasılada 1 milyar 76 milyon, 2011 seçim beyannamesinde verdiğiniz söz vatandaşa. Geçen yılki orta vadeli programdaki hedefiniz 850 milyar dolar, son OVP’deki gerçekleşme tahmininiz 722 milyar dolar. Şimdi, verdiğiniz söz 1.076, geçen seneki hedefiniz 850, bu sene gerçekleşme tahmininiz 722; neyini tuttuğunuzu ben artık size ve vatandaşlara bırakıyorum. Bu hedefin neresi tutmuş? Aynı şekilde kişi başına gelir hedefiniz, sözünüz, vatandaşa taahhüdünüz 2011 seçim beyannamenizde 14 bin doların üzerinde, geçen yılki OVP’de 10.900’e düşmüşüz, şimdi 9.200’e. Hani verdiğiniz sözlerin hepsini tutuyordunuz?

Birkaç tane sadece örnek vererek geçeceğim çünkü çok fazla şeyler var. Yine, bakıyoruz –bu hedeflerden başlamışken- değerli arkadaşlar, kişi başına gelirle ilgili bunlar eğer tutmuyorsa -2016, 2018, hiçbirisi tutmuyor- 2023 hedeflerimiz de maalesef bugünden kadük olmuş durumda.

Şimdi, Sayın Başbakanın en çok güldüğüm şeylerinden bir tanesi de “Her kuruşun hesabını veririz, her bir kuruşu namusumuz biliriz.” diyor. Yani gerçekten şaşırdım. Sayın Maliye Bakanı burada, sayın bakanlar burada, hepimiz defalarca sorduk, ben tekrar soruyorum: Vergi Uzlaşma Komisyonunda, Merkezî Uzlaşma Komisyonunda üç yıldır en fazla vergi borcu silinen kimdir, söylesin. 420 küsur milyar Cengiz İnşaat’ın vergi borcunun silinip silinmediğini 500 sefer sorduk, burada henüz cevap verilmedi, kavgaya getirildi. Yani soruyorum ben, tekrar soruyorum: Bakalım sahip çıkmış mısınız?

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) – Kendiniz soruyorsunuz, kendiniz hüküm veriyorsunuz.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Şimdi, Sayın Bostancı -ben de kendi kendime otururken- bir hesap yaptı, 14’ten 41’e geçti -arkadaşlardan belki burada olmayanlar vardır- 41 kere maşallah diye. Şöyle oturdum, yazdım, çizdim, 14’e ekledim, çıkardım olmadı, 41’i tutturamadım, 42 çıkıyor.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – 14’ü tersten okuyacaksın.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - 14’e 3 ekledim, 17 oldu; 14’e 11 ekledim, 25 oldu; 17 ve 25’i topladım 42 oldu, bir türlü 41 çıkmıyor. 42 kere maşallah size 17, 25’ten dolayı. 42 kere, 41 değil, ben bir tane artırmış olayım. (MHP sıralarından alkışlar) Enteresan ama ikisinin farklarını topladım ya 11 artı 3 o da 14 çıkıyor, on dördüncü yılda. 42 kere maşallah size, 42 kere maşallah size.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Hocam, sağ ol, sağ ol.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Ya başka hesap uzmanları var, ona sor.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Ama benim hesabım Sayın Hocam kadar derin değil onun için bir fazla çıkarıyorum yani kusura bakmasın.

Şimdi, Sayın Başbakan diyor ki: “Bankacılık sektörünün maliyetlerini…” Yani burada bari insaf dedim artık yahu, hani her şeyi söylüyor da. “Bankacılık sektörünün maliyetlerini biz üstlendik.” diyor. Ya Bankacılık Kanunu 1999 yılında çıktı. Bütün o reformlar yapıldı. Sermaye yeterlilik rasyosuyla ilgili, bankalarla ilgili, kamu bankalarıyla ilgili, Merkez Bankasıyla ilgili; bugün vatan haini, faiz lobisi diye suçladığınız, başkanın şu anda size karşı dik durabilmesinin kanunu Mayıs 2001’de çıktı arkadaşlar.

MUHAMMET BALTA (Trabzon) – Bankalar battıktan sonra mı? İçi boşaldıktan sonra mı?

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Biz bankaları batıran hükûmetten sonra temizledik, kanunu çıkardık, temiz bir şekilde size koyduk, siz de yabancılara devrettiniz hepsini.

MUHAMMET BALTA (Trabzon) – Bankalar temizdi zaten, içi boştu.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar, Sayın Başbakan diyor ki: “Sağlıkla ilgili 12.500 kişi yoğun bakım yatağı…” bilmem ne. Ya daha yeni şehir hastaneleriyle ilgili Sağlık Bakanı söyledi. Yani bir taraftan –enteresan bir şey var arkadaşlar bakın- anahtar teslimi, fabrika yapıyorsunuz, diyorsunuz ki: “Vatandaşın parası yok, devlet yapsın, biz kiralayalım.” Öbür taraftan, “Bizim paramız yok, vatandaş şehir hastanesi yapsın, biz onu kiralayalım.”

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Ya millet ölümcül oldu.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Yani vereceğiniz de yandaş, kiraladığınız da yandaş. Şimdi bunun neresine inanalım, ben anlamıyorum.

Bütçenin ekinde son gün kabul edilen önerge var, arkadaşlar hatırlamıyorsa onu söyleyeyim. Bir taraftan önümüzdeki yirmi beş yılı milyarlarca lira ipotek altına alıyorsunuz, sonra “Biz sağlıkta şunu yaptık.” Ben anlamıyorum, gerçekten yadırgadım. Yani açıkçası, asgari ücretin de ötesinde, burada Sayın Başbakanın söylediklerinde konuşulacak çok şey var yani yabancı sermayeyle ilgili de bir şeyler söylüyor. Ben size, ilgili bakan arkadaşlarıma tekrar soruyorum buradan: 2000 yılında İzmir’deki bir otomotiv fabrikasından bu yana Türkiye'de yeni kurulan 1 milyarlık bir yatırım var mı yok mu? Burada bakanlar söylesin, ben de bilmek istiyorum. 1 milyarlık taze bir yabancı sermaye geldi mi? AVM dışında, konut dışında ve belli yatırımları devralma dışında böyle bir şey geldi mi, açıkçası bunu da merak ediyorum. Ama, en komik olan da benim daha çok dikkatimi çeken siyasi konulardaki söyledikleri de gerçekten enteresan -az önce Sayın Gök bir kısmını söyledi ama- diyor ki: “Hiçbir ülke sınırlarında silaha izin vermez.” Allah Allah! Yani, az önce hep beraber alkışladığınız Sayın Cumhurbaşkanlığının web sitesinde hâlâ duruyor, diyor ki: “Biz, bunları, silahları gömecekler derken her yere silah depolamışlar. Valilere ‘Ellemeyin.’ demiştik, komutanlara ‘Ellemeyin.’ demiştik ama bu adamlar silah depolamış.” Kendisi söylüyor. Sayın Başbakan nasıl bunlara ulaştı? Cumhurbaşkanlığının web sitesinde duruyor Sayın Başkan.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen efendim.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Toparlıyorum.

Şimdi, burada tartıştık. Geçen yıldı daha, geçen yılın bütçesindeydi. Komisyon üyesi arkadaşlarım biliyor. Burada bir sürü şeyler söyleniyor, YPG, PKK, şu bu diye devam ediyorsunuz. Ya, 29 Ekimde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş gününde o topraklardan geçerken ve de “bazı unsurlar” dediğimde -itiraz eden vekilimiz şu anda yok- Kandil’den birileri “kürdistan’dan çıktık, kürdistan’dan geçtik, Kürtlere yardıma gidiyoruz.” dediğinde sesi çıkmayan İçişleri Bakanımız buradaydı, o da gitmiş... Yani, “Kobani’ye selam olsun.” diyen Sayın Davutoğlu’ydu. Bakın, “Obama’ya ben teklif ettim bu işlerin geçişini ve eğit donatı.” diyen de Sayın Erdoğan’dı. Ben gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Biz başka bir ülkede mi yaşıyoruz? Yoksa Sayın Başbakan Dışişleri Bakanlığı alışkanlığıyla gezerken bazı şeyleri göremiyor mu, ben gerçekten merak ediyorum.

Değerli arkadaşlar, açıkçası, bir de sürem bitmeden son bir şeyi daha söylemek istiyorum: Başkanlık sistemi, Anayasa tartışmasında Sayın Başbakan çok güzel, sizin de alkışladığınız bir şey söyledi ama ben galiba ya hafızamı kaybettim ya kulaklarım yanlış duyuyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Ama, işte bir bakın, bir kontrol edin de birazdan dinletirim isterseniz.

Sayın Başbakan seçimden sonra dedi ki, kendim bizatihi kulaklarımla, görüntülü olarak duydum: “Milletimizin iradesi parlamenter sistem lehine tecelli etmiştir, başkanlık tartışması bitmiştir.” diyen de Sayın Davutoğlu’ydu. Ama, şimdi demek ki bir sıkıntı var ki tekrar, mecburen buralara dönmek zorunda kalıyor. Açıkçası, bu şartlarda bir şeyler yapmamız mümkün değil arkadaşlar. Gelin, bırakın bu kayıkçı kavgalarını, hamaseti.

Ben yine baştan yapmak istediğim yere dönüyorum, yine oraya dönüyorum. Hep birlikte bu yapısal önlemleri çıkaralım, gelin, hep birlikte bir yapısal önlem komisyonu kuralım, gerekirse Plan Bütçeye getirin. Sanal gündemlerden vazgeçip ülkemizin ihtiyacı olan önlemleri alalım diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Günal.

Söz evvela sizde, buyurun efendim.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Efendim, hiçbir şey demeden “Buyurun.” denmez ki. Niye, ne istiyor?

BAŞKAN – Sataşma olarak istedi Beyefendi.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Efendim, açıklayın onu. “Buyurun.” diye bir usul mü olur?

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Neyle ilgili? Kim sataştı?

BAŞKAN – Sataşma olarak istedi.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Efendim, söylesin.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Kim sataştı Sayın Başkan?

BAŞKAN – Sataşmaları buradan veriyoruz.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, söylemek zorundasınız. Niçin söz veriliyor efendim? Neden söz veriyorsunuz? Bunu izah etmesi gerekiyor.

BAŞKAN – Daha evvel söyledi ya Beyefendi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Söyledim, söyledim, konuştum.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Hayır, nasıl sataştık Sayın Başkan?

BAŞKAN – Söyledi ya Beyefendi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Daha öncesinde konuştum.

BAŞKAN – Allah Allah!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Söz aldım ya.

BAŞKAN – Söz istediğinde söyledi, oradan konuştu.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sataşmadan dolayı mı?

BAŞKAN – Evet efendim.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Daha önce izin aldı, “Sonra.” dedi.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – “Konuşmadan sonra söz vereyim.” dedi.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Ben anlamadım, ben sataşmadım ki. Ben sadece “Onun kadar iyi değilim.” dedim Başkanım.

ÖMER ÜNAL (Konya) – Sataşmadan söz istedi, ayakta uyuyorsun, haberin yok.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

15.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı'nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; Sayın Günal konuşmadan önce gerekçesini söylemiştim, evet.

Şimdi, bu saatte mukabelen çok sert sözlerle Genel Kurulu germek niyetinde değilim ama kişisel benzetmeler ve şahsiyetle uğraşmalar uygun değildir Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, bizim öyle bir amacımız yok.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – O konuda çok ilham verici sözler söyleyebilirim ama söylemek istemiyorum, gerçekten, yapmamak lazım, bunu belirtiyorum.

İkincisi: Sayın Günal TÜSİAD’a yönelik olarak Sayın Başbakanın “Niçin bu konulara ilişkin itiraz etmiyorsunuz, tartışmıyorsunuz?” beyanını söyledi. Doğrudur çünkü asgari ücrete ilişkin bir açık artırma furyası vardı kardeşim.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – 5 bin bile verdiler ya!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Açık artırma furyası… 1.500 lira, 1.800 lira, 2 bin küsur lira… Sayın Başbakanın kastettiği bu furyaydı, furya!

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Rüşvette var açık artırma.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Elbette onlar konuşmayacak mı? Konuşacaklar, söylediği bu.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Bizim söylediğimiz doğru mu değil mi, onu söylesene.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Üçüncüsü: Sayın Başbakan buradaydı, Meclisteydi, bütçesini savundu ve her zaman da gerekli olduğunda Meclise geliyor.

Sayın eş başkanları hiç görmüyoruz. Bekleriz Sayın Baluken.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Onlar başka yerde, başka yerde!

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Talimat alıyorlar.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Onlar da bizi dinlesinler, söyleyeceklerimizi dinlesinler.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Onlar gelip hakaret edip kaçmıyorlar.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Hakaret yok, eleştiri var, eleştiri.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hakaret edip kaçmıyorlar. Başından beri gelmiyorlar. Biz de onları temsilen buradayız.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Hayır, eleştiri var.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Katliamın olduğu yerdeler.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bu hakaret ve eleştiri meselesi, öyle anlaşılıyor ki anlaşamayacağımız bir konu.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Evet. Birine bir şey söylemişsen cevabını dinlersin, nezaket onu gerektirir.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Şu YPG’nin terör örgütü meselesine gelince, Sayın Kılıçdaroğlu’nun beyanı var.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Var.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bakın, burada. T24’te: “YPG terör örgütü değildir.” demiş 2014 tarihinde.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Siz ağırladınız ya kırmızı pasaportla.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Altında devam ediyor: “Ama böyle olduğunu görürsek zaten açık bir şekilde tavır alırız.” demiş. Tamam, tavır alması da önemli ama böyle de bir beyanı var.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Naci Bey, siz ağırladınız. Hükûmet ağırlamış, ne diyorsunuz.

LEVENT GÖK (Ankara) – Pasaport veriyordunuz.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Hükûmet ağırladı kırmızı pasaportla.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Yani şunu söylüyorum: Siyasetler gelişmelere, duruma, bölgedeki olup bitenlere bakar ve tavır alır. YPG bugün bir terör örgütüdür.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Siz de terör örgütünü kırmızı pasaportla ağırladınız o zaman.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bu terör örgütü olma vasfını da, öncelikle ve başlangıçta, oradaki Kürtler üzerindeki faşizan, tahakkümcü, şiddet dolu uygulamalarıyla ortaya koymuştur. Bu, son derece açıktır.

Değerli arkadaşlar, 2016 bütçesi için bir başlangıç günü oldu. Ümit ederim ki Meclisin o çok söylenen mehabetine uygun bir tarzda konuşmalar bundan sonra yine bugün olduğu gibi devam eder.

Bu temennimle birlikte saygılarımı arz ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bostancı.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim, daha evvel zannediyorum Oktay Bey’in söz talebi var.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Tabii, tabii.

BAŞKAN – Oktay Bey…

OKTAY VURAL (İzmir) – Yerimden kısa bir söz talebim var efendim.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

21.- İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, teşekkür ediyorum.

Şahsı adına söz alan, daha önce “PKK terör örgütü değildir.” diyen milletvekili konuşmasında “Bu programda -HDP programı- ‘öz yönetim’ değil, ‘demokratik özerklik’ ifadesi vardı.” diyor, ondan sonra da yani “Özerkliğinizi PKK’nın bu stratejisine heba etmeyeceğinizi söyleyeceksiniz.” demek suretiyle müzakereye çağırıyor. Bundan da anlaşılmıştır ki demokratik özerklik bazında bir kabul önceden var, dolayısıyla müzakerenin amacı ve hedefinin bir özerklik statüsünü oluşturmak olduğunu bu şekilde ifade etmiş oluyorlar, tutanaklarda yer alan bu şekliyle bunu tutanaklara geçmesi açısından ifade etmek istedim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben de teşekkür ediyorum.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) – Öyle bir şey söylemedi!

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Tabii, tabii, safınızı belli edin, safınızı! Sayın Başbakan “Herkes safını belirlemeli.” diyor, siz belirlememişsiniz safınızı!

MEHMET METİNER (İstanbul) – Kurban olduğum Allah’ım akıl dağıtırken neredeydiniz?

BAŞKAN - Özgür Bey, buyurun efendim. Mevzu efendim?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkanım, efendim, mevzu şudur: Sayın Başbakan konuşması sırasında Sayın Genel Başkanımızı grubuna hâkim olamamak, liderlik gösterememekle suçladı. Derhâl tutanakları talep ettik.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Levent Bey cevap verdi.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Tutanaklar ancak elimize ulaştı ve bu konuda tutanaklar üzerinden grubumuza ve Genel Başkanımıza yapılan sataşma konusunda söz hakkı istiyoruz efendim.

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) - Levent Bey konuştu.

BAŞKAN – Efendim, demin grup adına Sayın Levent Gök konuştular.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, Sayın Levent Gök, Sayın Başbakanın Genel Başkanımıza yapmış olduğu sayısız itham ve hakarete varan söylemlerin birkaçına cevap verdi.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Bugün hiç konuşmadı ya, dili şişti, iki dakika konuşsun Sayın Başkan.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Ancak tutanaklar olmaksızın doğrusunu bilemeyeceğimiz bir konuda tutanak talep ettik, tutanak ulaştı, bu konuda söz hakkı talep ediyoruz.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Kişisel heveslerinizle boğdunuz bizi ya! Allah’ım, Ya Rabb’im ya!

BAŞKAN – Peki, Sayın Özel, üç dakika için söz veriyorum. Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET METİNER (İstanbul) – Dilin şişti senin bugün Özgür Başkan, hiç konuşmadın ya! Hadi konuş bakalım!

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

16.- Manisa Milletvekili Özgür Özel'in, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 118 sıra sayılı 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 119 sıra sayılı 2014 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Gecenin bu vaktinde, özellikle on bir-on iki gün sürecek önemli ve Türkiye açısından çok önemli bir maratonun, Meclis açısından da en önemli görevlerden bir tanesinin ilk gününde, merak etmeyin, yeni bir sataşmaya falan sebebiyet verecek değilim.

Biz bu kürsüde Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanını dinledik. Sayın Başbakan, Genel Başkanımızın konuşmasını dinlediler, her iki lider birbirini dinleme nezaketini gösterdi. Ancak Sayın Başbakan, konuşmasının yarım saatlik bölümünün sonunda bizim grubumuzdan bir arkadaşın kendi masasında birazcık yüksek sesle söylediği bir sözden sonra döndü “Ben talimat verdim, grubumuza haber yolladım. Grup başkan vekilleri sıra arasında gezdiler, hiç kimse laf atmadı ama Sayın Kılıçdaroğlu grubuna hâkim olamıyor. Liderlik, söylediği sözün grupta karşılık bulmasıdır.” dedi. Derhâl tutanakları talep ettik. Biz öyle düşünmüyorduk. Tutanaklar geldi.

Sayın milletvekilleri, değerli grup başkan vekilleri, sizden rica edeceğim bu iki tutanağı Sayın Başbakana yarın ulaştırmanızı. Ben bunu özel kalemi vasıtasıyla da yapabilirim ama sizin elinize daha çok yakışır. Sayın Kılıçdaroğlu’nun kontrol edilmiş tam tutanağı, 10 sayfa. 10 sayfada, Sayın Fuat Köktaş, Samsun, “Sen bildiğinin farkında değilsin.” diyerek başlıyor, Maliye Bakanı Sayın Naci Ağbal “2000’de de böyleydi, 1999’da da böyleydi, bilmiyorsun.” diye devam ediyor. Hüseyin Bürge, İstanbul Milletvekiliniz yine, “Aynı şahıs o efendim.” diye sesleniyor. Ejder Açıkkapı tekrar Genel Başkanımıza “Aynı şahıs o, aynı şahıs.” diye bağırıyor. Ardından Hüseyin Filiz de, Çankırı, “Hiçbir şey yok mu, hiçbir şey yok mu?” diye söylüyor ve toplam 5 farklı kişi 7-8 kez sataşmış. Sayın Genel Başkanınızın -Sayın Başbakanın- 22 sayfalık, o sözü söyleyene kadarki tutanağını aldık. Bir tek tepki gösterdiği Aykut Erdoğdu’nun “El insaf! Bu hakarettir.” lafı var. Bülent Bey de “Hak ettiniz, hak ettiniz.” diye cevap vermiş. Bunun dışında o ana kadar Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan tek bir milletvekilinin tutanağa girmiş bir beyanı yoktur.

Şimdi, Sayın Başbakan grubunu ne kadar tanıyor, grubuna ne kadar hâkim, ne kadar lider, o değerlendirmeleri kendisi buna bakınca yapar ama…

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Grubun sayısı…

ORHAN KARASAYAR (Hatay) – Grupların sayıları eşit değil Özgür Bey, biz sizin 4 katınızız.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - …Cumhuriyet Halk Partisi Avrupa’nın en eski, dünyanın en sayılı siyasi geleneklerinden, partilerinden birisidir. Sayın Başbakana sözünün eri olması konusunda Cumhuriyet Halk Partisini daha yakından tanımasını tavsiye ederiz.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özel.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Sayın Başkanım…

OKTAY VURAL (İzmir) – İstikşafi görüşmeler kâfi gelmemiş anlaşılan efendim, öyle gözüküyor.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkanım…

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın Miroğlu, nedir efendim?

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Sayın Oktay Vural benim yaptığım konuşmaya atıfta bulunarak yanlış bir…

BAŞKAN – Oturduğunuz yerden dinleyebilir miyim?

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Efendim?

BAŞKAN – Oturduğunuz yerden mikrofonunuzu açayım.

Buyurun Sayın Miroğlu.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Efendim, benim demin yaptığım konuşmayı Sayın Oktay Vural ısrarla yanlış yorumluyor. Buna dair ben cevap hakkımı kullanmak istiyorum. Yani, bir yandan HDP’nin, bir yandan da MHP’nin böyle hücumlarına uğramak herhâlde benim kısmetim diyelim yani, bu gece bana nasip oldu.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Taca atma topu, taca atma!

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Ama hiç değilse Sayın Oktay Vural’ın bu söylemlerini nereye dayandırmak istediğini açıklamak istiyorum lütfen.

BAŞKAN – Anlıyorum, mümkün değil mi oturduğunuz yerden?

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Mümkün efendim, mümkün oturduğum yerden.

BAŞKAN – Buyurun lütfen, devam ediniz efendim.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

22.- Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu'nun, İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Şimdi, efendim, ben HDP’nin geleneğinden gelen siyasi hareketlerin demokratik özerklik diye bir programları olduğunu söyledim. Bu gayet normal. Bizim ülkemizde federasyonu savunan partiler var. Yani, bunu söylemenin ne şeyi var anlayamadım. Buradan yorum yaparak ve HDP’yi herhangi bir müzakereye falan davet etmiş değilim.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Tutanak burada, tutanak.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Tam tersine, ben çok açık, altını çizerek, eğer HDP müzakere gibi bir şeyi hedefliyorsa bunun yolunun bu hendekler meselesinde doğru bir tavır almasından geçtiğini söyledim ama Sayın Oktay Vural benim niyetimi okuyor.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Tutanağı oku, tutanağı!

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Yani, ben, bakın, işte, ne güzel, HDP’nin programında demokratik özerklik var…

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Tutanak ortada, tutanak. Uydurma!

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Bunu bir eleştiri olarak söylüyorum ben HDP’ye, diyorum ki: “Arkadaşlar, sizin siyasi programınızda demokratik özerklik var ama siz KCK’nin söylemi olan, KCK’nin hedeflediği bir programla karşımıza çıkıyorsunuz, bu doğru bir tavır değil.”

OKTAY VURAL (İzmir) – Ha “Demokratik özerklikle gelin.” diyorsun.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Söylemek istediğim bu ama şunu da ifade etmek istiyorum, Sayın Oktay Vural’la bu polemiğin asıl sebebi şudur, burada bütün Meclis de bilsin…

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Masaya dönmenin yolunu gösteriyorsunuz.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Lütfen dinleyin!

Joe Biden’le görüşen bütün partilerden -MHP hariç- milletvekillerinin arasındaydım, HDP’den, Cumhuriyet Halk Partisinden arkadaşlarımız vardı.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – MHP kabul etmedi, “hariç” değil.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) –Sayın Oktay Vural talihsiz bir açıklama yaptı, “Görüşmecilerin düşük profilli olması nedeniyle ben Biden’le görüşmedim.” dedi. Ben de bunun üzerine bir yazı yazdım ve doğrusu sitem ettim. Yani, belli ki o yazımı hiç unutmamış Sayın Oktay Vural.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Tutanakta onlar yok, tutanakta!

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Ben yine kendisiyle ilgili aynı şeyi söylüyorum. Türk milliyetçiliği üzerine, evet, epey kafa yormuş biriyim ama Sayın Oktay Vural’ı ne bir makalesi ne de özgün bir düşünüşüyle bu Türk milliyetçi tarihinin içerisinde göremiyorum, kusura bakmasın, göremiyorum ne yapayım, gayret etsin belki görürüm.

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Sana göstermek gibi bir düşüncemiz yok bizim.

BAŞKAN – Evet…

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Sen otoriter misin, sana neyi göstereceğiz biz?

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Gündeme geçelim Sayın Başkan, oylamamız var.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, gözleri olup da görmeyene, kulakları olup da duymayana ne denir. Allah için “PKK’ya terör örgütü değildir.” diyen sen değil misin?

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Ya, yapma şunu.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bu dökülen kanları PKK dökmüyor mu, PKK öldürmüyor mu?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Bunlar çok ucuz şeyler, çok ucuz.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, izin vermeyin lütfen.

OKTAY VURAL (İzmir) – Vicdanın sızlamıyor mu senin?

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Ben size başka bir gerekçeyle ifade etmek için söylüyorum.

BAŞKAN – Oktay Bey, teşekkür ederim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Müzakere masasına, HDP’li dostlarını müzakere masasına davet eden sen değil misin?

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Bak, Baluken cevap verecek şimdi.

OKTAY VURAL (İzmir) – Başbakan davet ediyor. Saflarınızı belirleyin, safınızı belirleyin. Ya bölücülükten yana olacaksın ya bütünlükten yana olacaksın; ya demokrasiden ya terörden.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) – Sakin ol, sakin ol.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hadi oradan!

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Günal, bir söz isteğiniz mi var?

OKTAY VURAL (İzmir) – Sen ne anlarsın Türk milliyetçiliğinden, sen Biden’in memurusun.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkanım, az önce Sayın Bostancı benim konuşmamla ilgili cevap verirken MHP’nin ve muhalefet partilerinin asgari ücreti açık artırmaya çıkardığını ve Sayın Başbakanın böyle bir şey söylemediğini benim konuşmamla ilgili yanlış bilgi verdi. Bunlarla ilgili buradan, tutanaktan okumak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun, iki dakika…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – İki dakika yeterli.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

17.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal'ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET GÜNAL (Antalya) – İki dakika yeterli.

Sayın Bostancı, aynen okuyorum…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Baş başa görüşelim.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – O ayrı.

Aynen okuyorum: “Davutoğlu, AKP Genel Merkezinde genişletilmiş il ve belediye başkanlıkları toplantısında konuştu.” Yerini de söylüyorum. “TÜSİAD’a çağrıda bulunuyorum, ona bağlantılı medya kuruluşları çıksınlar istatistiksel hesap versinler, asgari ücret 1.500 lira olursa kaç iş yeri kapanır, bunun hesabını versinler. Konuşacaklarsa açıkça konuşsunlar. Bu ücretleri siz belirlediniz, biz belirlemedik.” diyor. Yani, yukarısında da başka bir haber, 2015 Mayıs ayı…

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Tamam.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Hayır, siz demin ne dediniz peki o zaman “Tamam.” da?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – “Açık artırmaya çıktı.” dedik.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Milliyetçi Hareket Partisi 1.400 lira önermiştir. O 1.400 lirayı hesaplarken de o gün açlık ve yoksulluk sınırı hesabına göre 1.396 lirayı hedef almıştır, bunun kaynağının nereden görüleceğini de, nasıl hesaplanacağını da, tamamını bir model çerçevesinde sunmuştur.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – 1.500 liranın altındaymış.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Öyle açık artırma falan değildir. Bizim söylediğimiz 1.400. Siz onu söylerken muhalefet bastırmasaydı 1.300 lira ne seçim beyannamenizde vardı ne dile getiriyordunuz. Geldiniz, muhalefet söyleyince… Haa, Allah razı olsun, yaptınız ama yetmez, 1.300 yetmez. Söyleyin bunu, itiraf edin “Arkadaşlar söylemeseydi vallahi bizim aklımızda yoktu.” deyin, biz de itiraz etmeyelim. Onun için…

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Millet bize oy verdi, bırak bunları.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, biz bunu söylerken hiçbir yerden ezbere okumuyoruz, yalanlanmamış, kendi toplantınızın tutanağı. Bakın, diyorum, il başkanları ve belediye başkanlarıyla yeniden konuşmuş, TÜSİAD üyelerini ziyaret etmiş, onlara demiş ki: “Niye itiraz etmiyorsunuz? Niye karşı çıkmıyorsunuz?” Şimdi de bir de kalkıyorsunuz… Ya, şunu deseniz seslenmeyiz: Bir toplumsal talep geldi, muhalefet buna sözcü oldu, biz de haklı bulduk, bütçenin yettiği kadarıyla 1.400-1.500 dediler ama 1.300 yaptık, milletimize helal olsun. Biz de diyelim ki: Size helal olsun. (AK PARTİ sıralarından “Helal olsun.” sesleri) Onun için, böyle yaparsanız da o zaman göstermek zorunda kalıyoruz.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Millet bize inandı, Allah razı olsun.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Mehmet Günal.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Baluken, sizden sonra oylamaya geçeceğiz.

Nedir mevzu efendim?

Buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

23.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'in, Türkiye’de siyaset yapmayla ilgili özgür bir ortam olduğuna dair algı yaratılmaya çalışıldığına ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, yerimden çok kısa bir açıklama yapacağım.

BAŞKAN- Lütfen.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Gerek Başbakan gerekse de AKP’li hatipler Türkiye’de siyaset yapmayla ilgili çok özgür bir ortam olduğuyla ilgili sürekli bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Demokratik özerklik projesinin de burada özgürce tartışılabildiğini ifade ediyorlar. Sayın Başbakan da “Bu kürsüde konuşulmayacak hiçbir şey kalmadı.” dedi.

FARUK ÖZLÜ (Düzce) – Evet, öyle.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Bu, tamamen yanlış bir bilgidir. Bizim demokratik özerklik projemizin olduğu seçim beyannamesi yasaklandı Sayın Başkan. Seçim bildirgemiz toplatıldı, “demokratik özerklik” diye ağzını açan her bir arkadaşımız cezaevlerine gönderiliyor. Sadece son birkaç ay içerisinde 2 binin üzerinde arkadaşımız gözaltına alındı, binin üzerinde arkadaşımız tutuklandı. 25 belediye başkanımız “öz yönetim” dediği için, “demokratik özerklik” dediği için tutuklandı.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Silahla öz yönetim ilan edilir mi ya!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Dolayısıyla, sanki Türkiye’de böyle bütün siyaset kanalları açıkmış, düşünceyi ifade, örgütlenme özgürlüğü önündeki, siyaset yapma özgürlüğü önündeki bütün engeller kaldırılmış gibi bir algı yaratmak Genel Kurulu ve kamuoyunu yanıltmaktır.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, ben de teşekkür ediyorum.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 118) (Devam)

2.- 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297), 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2014 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/32), Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 208 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/33), 2014 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/34), 2014 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/35), 2014 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/36), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan Kalkınma Ajansları 2012 Yılı Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/28), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2013 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/31), 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu Uyarınca Hazırlanan 2014 Yılı Kalkınma Ajansları Genel Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/37) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 119) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.

2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Böylece, 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi, sırasıyla her iki tasarının da 1’inci maddelerini okutuyorum:

2016 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ BÖLÜM

 

Gider, Gelir, Finansman ve Denge

Gider

MADDE 1- (1) Bu Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 560.782.309.000 Türk lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 68.938.657.000 Türk lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 3.790.619.000 Türk lirası,

ödenek verilmiştir.

2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI

Gider bütçesi

MADDE 1- (1) 20/12/2013 tarihli ve 6512 sayılı 2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 428.396.493.000 Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 48.647.481.000 Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 3.003.844.000 Türk Lirası, ödenek verilmiştir.

(2) Kanunların verdiği yetkiye dayanarak yıl içerisinde eklenen ve düşülen ödenekler sonrası merkezi yönetim kesin hesap gider cetvellerinde gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin 2014 yılı bütçe giderleri toplamı 434.265.539.080,16 Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2014 yılı bütçe giderleri toplamı 65.356.039.101,10 Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların 2014 yılı bütçe giderleri toplamı 2.962.157.182,46 Türk Lirası,

olarak gerçekleşmiştir.

(3) 2014 yılı merkezi yönetim konsolide bütçe gideri toplamı 448.752.336.790,94 Türk Lirasıdır.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 164’üncü maddesi uyarınca bütçe kanunu tasarısı ile kesin hesap kanunu tasarısının görüşmeleri birlikte yapılacağından okunmuş bulunan 1’inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2016 yılı merkezî yönetim bütçeleri ile 2014 yılı merkezî yönetim kesin hesaplarının görüşülmesine yarınki birleşimde başlanacaktır.

Tekraren, hayırlı çalışmalarla hayırlı neticelere ulaşmamızı niyaz ediyorum.

Alınan karar gereğince, programa göre, kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için 27 Şubat 2016 Cumartesi günü yani yarın saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Teşekkür ederim.

Kapanma Saati: 00.33



(x) 118 ve 119 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri bu Birleşim Tutanağı’na eklidir.

(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.