TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

37’nci Birleşim

10 Şubat 2016 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

 

İÇİNDEKİLER

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Şırnak’ın Cizre ilçesinde şehit olan Fatih Yaşar ve Arif Subaşıoğlu ile bütün şehitlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yaralılara acil şifalar dilediğine ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, kendisine geçmiş olsun dileğinde bulunanlara teşekkür ettiğine ilişkin konuşması

3.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Meclis Başkanlığının, soru, araştırma ve genel görüşme önergelerinde İç Tüzük ve Anayasa’ya uygun denetim yaptığına ve Meclis çalışmalarında partiler arasında ayrım yapılmadığına ilişkin konuşması

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Uğur Dilipak’ın, 12 Şubat Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 96’ncı yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi’nin, Ankara ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman’ın, cezaevlerinde yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi’nin yaptığı gündem dışı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

2.- Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi’nin, Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın usul görüşmesinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

4.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

6.- İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın, Konya Milletvekili Abdullah Ağralı’nın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

7.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

8.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

9.- İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

10.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması ve yaptığı açıklaması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

VII.- AÇIKLAMALAR

1.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, son iki gün içerisinde kaybedilen 6 şehide Allah’tan rahmet dilediğine, Sultan II. Abdülhamid’in 98’inci ölüm yıl dönümüne ve Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’ya geçmiş olsun dilediğinde bulunduğuna ilişkin açıklaması

2.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’ya geçmiş olsun dilediğinde bulunduğuna ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Kürt ve terör sorununu bitirmek için ne lazım geliyorsa yapması gerektiğine ilişkin açıklaması

3.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’ya geçmiş olsun dilediğinde bulunduğuna, AKP Hükûmetinin sahaya sürmüş olduğu savaş konseptinin can almaya devam ettiğine, çatışmalarda yaşamını yitiren bütün yurttaşlara Allah’tan rahmet dilediğine, Cizre’de bazı binalarda mahsur kalan yaralıların bir an önce hastanelere nakledilmesi gerektiğine ve 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Garı’nda yapılan katliamı 4’üncü ayında bir kez daha lanetlediğine ilişkin açıklaması

4.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’ya geçmiş olsun dilediğinde bulunduğuna, 9 şehide Allah’tan rahmet dilediğine, terör örgütünü güçlendirecek her türlü politik söylemden uzaklaşmak gerektiğine, terör örgütlerinin üniversitelerde kargaşa çıkarmaya devam ettiğine ve eğitim kurumlarında bu konuda önlem alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, HDP Grubunun vermiş olduğu soru, araştırma ve genel görüşme önergelerinde İç Tüzük ve Anayasa’ya aykırı bir durum olmamasına rağmen Meclis Başkanlığınca iade edilmesi nedeniyle denetim görevlerini yapamaz hâle geldiklerine ve Meclis Başkanlığının bu konuyla ilgili Genel Kurulu bilgilendirmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

6.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

7.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Önergeler

1.- Başkanlığın, Ordu Milletvekili Seyit Torun’un Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifasına ilişkin önerge yazısı (4/11)

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ve 27 milletvekilinin, Ege’de antlaşmalarla kurulan düzenin yeniden tesisi ve muhafazası maksadıyla izlenecek uzun vadeli devlet politikasının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/87)

2.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ve 26 milletvekilinin, şeker üretimi ve arzında istikrarı sağlamak için gerekli politikaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/88)

3.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ve 26 milletvekilinin, Türkiye’nin ve KKTC’nin münhasır ekonomik bölgeleri üzerindeki asli haklarının korunması için yapılması gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/89)

IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, HDP Grubunun soru, araştırma ve genel görüşme önergelerinin Meclis Başkanlığınca iade edilmesiyle ilgili bir işlem yapmamasının İç Tüzük hükümlerine uygun olup olmadığı hakkında

X.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, 9/2/2016 tarihinde Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ve arkadaşları tarafından, “Cizre’nin Madımak’ı” olarak tanımlanan olayın araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 10 Şubat 2016 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 6 Şubat 2003 tarihli 32’nci Birleşimi ve 1 Mart 2003 tarihli 39’uncu Birleşiminde gerçekleştirilen kapalı oturumlara ilişkin tutanaklar ile tutanak özetlerinin, İç Tüzük’ün 71’inci maddesine göre yayımlanmasının Genel Kurulun onayına sunulmasına ilişkin önerisi

XI.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Plan ve Bütçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

XII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/540) (S. Sayısı: 97)

XIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran’ın, 6284 sayılı Kanun kapsamında koruma talebinde bulunan kadınlara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/189)

10 Şubat 2016 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.01

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye)

----- 0 -----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37’nci Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içinde Başkanlığa bildirmelerini rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.06

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.24

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Mücahit DURMUŞOĞLU (Osmaniye)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Açılışta yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi yoklama işlemini tekrarlayacağım.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve süreyi başlatıyorum.

Buyurun.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Şırnak’ın Cizre ilçesinde şehit olan Fatih Yaşar ve Arif Subaşıoğlu ile bütün şehitlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yaralılara acil şifalar dilediğine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, dün gece Şırnak’ın Cizre ilçesinde şehit olan Fatih Yaşar ve Arif Subaşıoğlu’na ve bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Ailelerine, yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum, yaralılara da acil şifalar temenni ediyorum.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluş yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Uğur Dilipak’a aittir.

Buyurun Sayın Dilipak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Gündem dışı ilk sözümü de vermiş oldum bu çalışma döneminde.

Buyurun.

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Uğur Dilipak’ın, 12 Şubat Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 96’ncı yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; Kahramanmaraş’ımızın 12 Şubat 1920 tarihinde düşman işgalinden kurtuluşu hakkında gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Sayın Başkanım, size de hayırlı görevler diliyorum.

Değerli arkadaşlar, Kahramanmaraş’ta bundan doksan altı yıl önce başörtüsüne el uzatan Fransız askerine karşı Sütçü İmam’ın gereken cevabı verip 2 Fransız askeri öldürmesiyle başlayan büyük direnişin adıdır Kahramanmaraş. Sütçü İmam’ın başlattığı direniş Kurtuluş Savaşı’nın âdeta bir meşalesi olmuştur. Yani Kahramanmaraş tek vatan, tek millet, tek bayrak altında tek yürek olmanın sembolü olmuştur.

Diğer bir kahraman, Rıdvan Hoca ise kalede düşman bayrağını görünce “Kalede düşman bayrağı varken hür olamayız. Hür olmayan bir memlekette cuma namazı kılınmaz.” diyerek bu kutlu direnişin meşalesini yakmıştır ve galeyana gelen halk kalesindeki düşman bayrağını indirdikten sonra cuma namazını ancak kılabilmiştir. Bayrak, bağımsızlığımızın sembolüdür.

Kadın kahramanlarımızdan, kocası Millî Mücadele’de şehit düşmüş Senem Ayşe, komşusunda düşman cephaneliği olduğunu öğrenince kendi evini, bir saniye bile düşünmeden ateşe vererek vatanın bağımsızlığı için bu milletin her şeyi feda edeceğini tüm dünyaya göstermiştir.

Sütçü İmam, Senem Ayşe, Rıdvan Hoca, Aslan Bey, Ali Sezai Efendi gibi diğer kahramanlarımızın destansı öyküleri anlatılmakla bitmez.

Millî Mücadele’den sonra Kahramanmaraş’ımıza bu kutlu çatı altında İstiklal Madalyası vermek için isim istendiğinde Maraşlıların cevabı çok açık ve nettir: “Maraş’ta savaşa katılmayan hiçbir fert yoktur.” derler ve bu cevap üzerine 5 Nisan 1925 yılında şehrimize kırmızı şeritli İstiklal Madalyası verilerek bu yüce çatı altında onurlandırılmıştır.

Ülkemizin maruz kaldığı terör olaylarına karşı Sütçü İmam, Senem Ayşe ve Rıdvan Hocanın ruhu iyi bilinmelidir. Bugün AK PARTİ olarak tek bayrak, tek vatan, tek millet arzumuzu doksan altı yıl öncesinden aldığımızı belirtmek isterim.

Kahramanmaraş’ın kurtuluş mücadelesine baktığımız zaman, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Alevi’siyle Sünni’siyle bu milletin bağımsızlık mücadelesinde et ve tırnak olduğumuzu belirtmek isterim.

Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Diyarbakır Müftüsü Hacı İbrahim Efendi, Van Müftüsü Şeyh Masum Efendi, Norşinli Şeyh Muhammed Ziyaeddin Efendi, Urfa Müftüsü Hasan Efendi ve Şeyh Müslüm Efendiler gibi doğu ve güneydoğuda vatan için tek yürek ve tek bir millet olan milletimizin kemiklerini asla sızlatmayacağız, sızlatmak isteyenlere de dün olduğu gibi, bugün de asla müsaade vermeyeceğiz.

Yakın zamanda güneydoğuda vatan savunmasında şehadet şerbeti içen Kahramanmaraşlı şehidimizin amcasının dediği gibi “Vatan varsa şehit vardır, şehit varsa vatan vardır.” sözü doksan altı yıl önceki aynı ruhla hareket ettiğimizin göstergesidir.

Üç beş kendini bilmezin sözde öz yönetim çağrılarını asla kabul etmeyeceğiz. Onların çukur siyasetine asla prim vermeyeceğiz. 1990’lı yıllarda buzdolabına konulmuş, buzu çözülünce de yeni Türkiye’den haberi olmayanlara sesleniyorum: Elinde silahı olanları milletimiz asla muhatap kabul etmeyecektir. Onları savunanları da bu millet asla affetmeyecektir, bu böyle bilinmelidir.

Ayrıca, cennet mekân Abdülhamid Han’ı, vefatının 98’inci yıl dönümünü idrak ederken rahmetle anıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Devamla) – Ulu Hakan’a “Kızıl Sultan” diyenler bugün kurucu Genel Başkanımıza, Recep Tayyip Erdoğan’a “diktatör” diyenlerle aynı zihniyetin ürünleridir.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dilipak.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Devamla) – Bu söylemleri üretenler milletimize saygısızlık yapmaktadır.

BAŞKAN – Sayın Dilipak, teşekkür ederim.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Devamla) – Bu tip söylemler, en hafif ifadeyle, haddini bilmezlik olarak değerlendiriliyor.

Yüce Meclisimizi, yerli ve millî olan tüm milletvekillerini saygıyla selamlıyor, tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize uzun ömürler diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dilipak.

Gündem dışı ikinci söz, Ankara’nın sorunları hakkında söz isteyen Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi’ye aittir.

Buyurun Sayın Hakverdi. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi’nin, Ankara ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Ankara) – Sayın Başkan, sayın Divan üyesi arkadaşlarım, sayın vekil arkadaşlarım, Genel Kurulumuzun emekçileri ve Genel Kurulumuzun basın emekçileri; hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Şimdi, Ankara’nın en büyük sorunu bana göre 1 kişi, ismini söylemeye gerek yok. Şimdi, başkentte yaşıyoruz ve metro gece 23.00’te kapatılıyor. Düşünün, dünyada hangi başkentte metro gece 23.00’te kapatılır? Bizim metromuz gece 23.00’te kapatılıyor. Yine, bizim başkentimizde bir EGO otobüsü kaldırımda yürüyen 12 yolcumuzu biçerek öldürdü. Hangi başkentte görülür böyle şeyler? Yine, bir de bizim bitmeyen Keçiören metromuz var biliyorsunuz. Geçenlerde evlenen bir çift arabasının arkasına aynen şu yazıyı yazdırmış, demişler ki: “Aşkımız Keçiören metrosu gibi hiç bitmesin.” Düşünün yani metronun hâlini.

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Bir de Çankaya’dan da bahset, daha iyi…

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Devamla) – Arkadaşlar, lütfen zamanımdan çalmayın, duyulmuyorsunuz çünkü.

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Sen duydun ya, mesele yok.

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, ben Meclis Divanı kâtip üyesiyim, tarafıma da kırmızı plakalı bir araç tahsis edildi ve geçenlerde yapılan ulaşım zamlarını protesto etmek için aracımla Mamak ilçesinden, Şahintepe’den, Şirintepe’den ve Tuzluçayır’dan Kızılay’a 3 tur yaptım. Durakta bulunan yolcuları aldım, Kızılay’a bıraktım, 3 tur yaptım. Bu turun bedeli ne biliyor musunuz? Bu turun bedeli 30 kilometre, 8,20 kuruş. Ya, bu araba benim değil, sizin hiç değil, halkın arabası ve halkın arabasıyla bir farkındalık yaratmak için halkı 3 tur taşıdım. Bunun maliyeti 8,20 kuruştur. Peki, bunun üzerinden bu şehri yöneten beyefendi bir “tweet” attı, dedi ki: “Araba senin değil, devletin, benzin devletin. Sen nasıl böyle bir şey yaparsın?” Şimdi, peki, o insanları AKP mitinglerine taşıdığınız otobüsler senin babanın malı mıydı? (CHP sıralarından alkışlar) Senin babanın malı mıydı da benim vergimle AKP mitinglerine kişi taşıdın? Geçtik, peki geçtik, eyvallah.

Peki, Sayın Cumhurbaşkanınız, 200 bin dolar ile kendi o özel zırhlı makam aracını Şili’ye götürdü. Yani 600 milyar para.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Sırtında mı taşıyacaktı?

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Devamla) - Kimin cebinden yaptı bu işi arkadaşlar, kimin cebinden yaptı? Benim vergimle yaptı.

Peki, Vietnam’da bir genç iş adamımız öldü geçen hafta. Sağlığında çok mücadele ettik getirtilmesi için, devletimiz getirmedi, cenazesini getirdi buraya. Arabanız mı önemliydi, benim vatandaşım mı önemliydi? Niye oraya harcamadınız? Benim vergimle götürdünüz, ben helal etmiyorum. Ve şunu söylüyorum: Halkın vergisiyle alınan araçla halkı taşımaktan ben onur duyarım.

O gün, eylem yapacağımı duyan beyefendi vızır vızır otobüs seferlerini artırmış. O gün halkımız rahat etti, ne güzel. Eğer bunu yapacağını bileyim, her gün, her gün halkımızı rahat ettirmek için ben o eylemi yaparım, yapmaya da devam ederim.

Evet, sonuç itibarıyla ben şunu söylüyorum arkadaşlar: Bütün kullandığınız araçlar aslında halkımızın, halkın imkânlarını kullanıyorsunuz ve devleti kendiniz sanıyorsunuz. Devlet, siz değilsiniz; devlet eşittir AKP değildir. O yüzden, halkın bana verdiğini sonuna kadar halka tahsis edeceğime şimdi buradan tekrar tekrar söz veriyorum. Bu refahınız, bu bolluğunuz elbet bir gün bitecek. Güvendiğiniz padişahınız, o da bir gün elbet devrilecek.

Genel Kurulunuzu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Çakır, buyurun.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan, değerli konuşmacı grubumuzu kastederek “Güvendiğiniz padişahınız” demek suretiyle olmayan bir şey söylüyor hakaretamiz bir şekilde. 69’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun, iki dakika. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi’nin yaptığı gündem dışı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmacı arkadaşımız, değerli hatip “Güvendiğiniz padişahınız, bir gün o da iktidardan düşecektir.” dedi. Yani, bu bir söz değil, bir laf değil esas itibarıyla ama yine de kayıtlara geçiyor. Bu ülkenin nasıl yönetildiğini herkes biliyor, bu ülkede bir padişah yok; padişahlık 1923’le birlikte sonlandı. Bu ülkede cumhuriyet var, bu ülkede demokrasi var, bu ülkede seçim var; tabiatıyla, gelen seçimle gelir, giden seçimle gider. Bunu söylemeye bile hacet yok, eskilerin deyimiyle izahtan varestedir.

Öte taraftan, değerli arkadaşımızın arabasıyla kimi taşıdığı bizi çok ilgilendirmez ama yani bunun sahici bir şey olmadığı, Ali Haydar Bey, çok açık bir şov olduğu da ortadadır. Yani, siz o araçla taşısanız taşısanız 8-10 kişiyi taşırsınız, iyi de edersiniz de yani o araç size onun için mi tahsis edildi bilmiyorum. Ama, bence araçla mahalleler arasında şov yapmak yerine, bence Ankara başta olmak üzere -konuşmanızın girişinde yaptığınız gibi- toplu taşımasına ilişkin katkı sağlayabiliyorsanız bu daha hayırlı, daha verimli bir çaba olur diye düşünüyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Ankara) – Efendim, şov yapmakla suçladı beni.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Doğru söylüyor.

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Ankara) – Ben sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Peki, iki dakika, gelin.

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Ankara) – İsmimi kullanarak şov yapmakla suçladı.

BAŞKAN – Peki, iki dakika, buyurun.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Tabii, tabii, öyle dedim yani.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Şov yapma ama.

2.- Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi’nin, Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Ankara) – Arkadaşlar, şimdi bulunduğunuz yerden bağırıyorsunuz ya, inanın duyulmuyor televizyonlardan. O yüzden, sadece hatibe müdahale etmiş oluyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın konuşmacı, siz lütfen Genel Kurula hitap edin.

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Devamla) – Ama ben mesela söyleyeyim, “Şov yapma.” diyorsunuz, “Şov yapma.” diyorsunuz ya gelirken bile...

BAŞKAN – Meclisin düzenini ben sağlayabilirim. Siz konuşmanıza devam edin lütfen.

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Devamla) – Hayır, devam ediyorum efendim. İki dakika süremi kullanıyorum.

Şimdi “Şov yapma.” diyorsunuz ya, bağırdığınız inanın duyulmuyor, “Şov yapma.” diye bağırdığınız duyulmuyor ama ben, kameraman arkadaşların, mesela bağıran arkadaşlarımı çekmesini isterim. Niye isterim? Ben kefilim, buradan durdukları yerden bana bağırdılar ki, Sayın Başbakana benim ricamdır -belki gücü yeter yetmez ama- hatta Cumhurbaşkanına ricamdır: “Evet, bu arkadaş buradan bana çok büyük tepki gösterdi, hem de bağırdı, lütfen arkadaşı terfi ettirin.” Böyle bir talebim olabilir, yoksa ulaşmıyor, ulaşmıyor, ne derseniz ulaşmıyor arkadaşlar.

Şov yapma konusuna gelince: Çok net bir şey söylüyorum, bakın, ne yaparsak yapalım, bu zamlara karşı ne yaparsak yapalım havuz medyanızda yer almıyor ama böyle bir eylem yaptığımızda bir farkındalık yaratıyorsunuz ve havuz medyanız dahi şöyle veya böyle bu eylemi gösteriyor. Niyetim şov yapmak değildir, niyetim haksız zamları geri aldırmaktır çünkü kaşıkla verdiniz, kepçeyle alıyorsunuz.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Kendi aracınızla taşısanıza o zaman. Sayın Vekilim, kendi aracınızla taşıyın, madem hizmet yapıyorsunuz.

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Devamla) – Niyetim, bir farkındalık yapıp bu zamları geri aldırma çabasıdır, şov yapma değildir.

Genel Kurulunuzu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hakverdi.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Kendi aracınızla taşıyın o zaman ya.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Şahsıma “Terfi ettirilmek için bir hareket yapıyor.” şeklinde ithamda bulundu. Onun için söz istiyorum.

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Ankara) – Yok, kimseye söylemedim ben.

ATİLA SERTEL (İzmir) – Terfi etmek mi istiyorsunuz? Terfi mi etmek istiyorsunuz?

BAŞKAN – Anlamadım.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Terfi etmek gibi, yalakalık göstermek gibi bir işlem yaptığımı düşünerek…

BAŞKAN – O kelimeyi kullanmadı.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Ama terfi ettirilmek için bir çalışma…

ATİLA SERTEL (İzmir) – “Terfi etmek” diyor efendim, “terbiye” demiyor, “terfi etmek” diyor.

BAŞKAN – Ben zabıtlara bir bakayım, öyle bir duyumum olmadı. Zabıtlara bakayım, size söz vereceğim sonra.

ATİLA SERTEL (İzmir) – Kötü bir şey değil, kötü bir şey değil, terfi etmek iyi bir şey.

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

3.- Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman’ın, cezaevlerinde yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması

BAŞKAN – Gündem dışı üçüncü söz, cezaevlerinde yaşanan sorunlar hakkında söz isteyen Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman’a aittir.

Buyurun Sayın Adıyaman. (HDP sıralarından alkışlar)

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Genel Kurulun değerli emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ’ın ocak ayında yaptığı açıklamaya göre şu anda Türkiye cezaevlerinde 159 bin tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Şimdi, Ceza İnfaz Kanunu ve ilgili yönetmelik ve genel çağdaş ceza hukukunun temel prensibi, hükümlülerin, suç işlemişlerin cezaevinde yattıkları süreç içerisinde onların yeniden topluma kazandırılması ve rehabilitasyonlarının sağlanmasına yöneliktir. Tutuklular ise henüz suçluluğu mahkemece ortaya konulmamış, davaları devam eden, esasen prensip olarak, hukuk prensibi açısından suçsuz kabul edilen insanlardır.

Şimdi, tabii, değerli arkadaşlar, elimde Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı ile Özgürlükçü Hukukçular Derneğinin 24 sayfadan ibaret, sadece Marmara Bölgesi’ndeki cezaevlerine yönelik bir raporu bulunmakta. Bu raporu hazırlayan arkadaşlar bire bir bu cezaevlerine giden, hemen her gün cezaevlerinde müvekkilleri olan, her gün farklı cezaevlerine giden ve bire bir hükümlü ve tutuklularla görüşen avukatlar. Dolayısıyla, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerini en yakından bilen, en yakından takip eden hatta bu hak ihlallerini ilgili merciler önüne götüren hukukçular.

Tabii, rapor 24 sayfa olduğundan dolayı tek tek hak ihlallerini burada beş dakikalık zaman süreci içerisinde ifade etmem mümkün değil ama şunu açıkça ortaya koymak lazım: Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı bir süre önce kaymakamlarla yaptığı toplantıda “Mevzuatı bir tarafa bırakın, kendi düşüncelerinize, kendi kanaatlerinize göre karar verin ve uygulayın.” dedi. Şimdi, bunu kaymakamlara söyleyen Sayın Cumhurbaşkanının bu söylemi âdeta bir talimat gibi bürokrasinin tüm kademelerinde karşılık bulmakta, dolayısıyla Ceza İnfaz Kanunu ve ilgili yönetmelik olmasına rağmen, maalesef cezaevlerinde de cezaevi idareleri mevzuatı bir kenara bırakıp kendi subjektif duygularıyla, kendi ideolojileri veya kendi inançları doğrultusunda tutuklu ve hükümlüler üzerinde uygulamalar gerçekleştirmekte, bu hükümlü ve tutukluların mevzuattan doğan hiçbir hakkı maalesef pratiğe geçirilmemektedir.

Dolayısıyla, hem hasta tutsakların hem normal yaşamına devam eden tutsakların yönetmelikten ve kanundan doğan temel hakları bugün Türkiye’de ayaklar altına alınmış durumdadır. Hasta tutsaklar hastanelere götürülmemektedir. Yine, infazı yaklaşmış, tahliyeleri yaklaşmış hükümlülerin infazlarının yakılması adına birtakım bahanelerle, birtakım gerekçelerle disiplin suçları kapsamında cezalandırılmakta, infazları yakılmakta.

Daha da önemlisi, değerli arkadaşlar, kanun ve yönetmelik açık olmakla beraber, İmralı Adası’nda bulunan Sayın Abdullah Öcalan da bu mevzuattan yani kanun ve yönetmelikten yararlanma hakkı bulunmasına rağmen 4 Nisan 2015 tarihinden beri akrabalarıyla, yakınlarıyla hiçbir şekilde görüştürülmemektedir. Kendi ailesi ve kendi müdafileriyle görüşme hakkı kanundan doğan, kanunda düzenlenmiş bir hak ama fiilen, İmralı Adası’nda özel bir statü, özel bir hukuk uygulanmakta, mevcut yasa dahi ihlal edilmekte, dayanağı olmayan, tamamen subjektif, tamamen politik gerekçelere dayanan bir uygulamayla özel bir tecrit hukuku, özel bir İmralı hukuku uygulanmaktadır.

Anlaşılan o ki Sayın Cumhurbaşkanının verdiği talimat, bizim yaşamımızın her alanında hukuku rafa kaldırıp tamamen keyfî, mevzuattan yoksun, talimat esaslarına dayalı ve politik görüşlere dayalı bir hukuk sistemiyle karşı karşıyayız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Adıyaman.

Sayın milletvekilleri, söz için sisteme giren sayın milletvekillerimiz var, bir açıklama yapma zorunluluğum hasıl oldu.

Şu anda henüz gündeme geçmedik ve gündem dışı bölümünü görüşüyoruz İç Tüzük’ün 59’uncu maddesine göre. İç Tüzük’ün 59’uncu maddesinin birinci fıkrasında “Başkan en fazla üç kişiye söz verir.” denilmektedir. Bu nedenle, sisteme giren arkadaşlara söz veremeyeceğim ama çalışmalarımızın seyri esnasında 60’a göre söz isteyen, söz talebinde bulunan sayın milletvekillerinin bu taleplerini elbette ki takdire alacağım.

Teşekkür ederim.

Şimdi, söz almak isteyen grup başkan vekilleri varsa onlara söz vermek istiyorum.

Sayın Çakır, buyurun.

VII.- AÇIKLAMALAR

1.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, son iki gün içerisinde kaybedilen 6 şehide Allah’tan rahmet dilediğine, Sultan II. Abdülhamid’in 98’inci ölüm yıl dönümüne ve Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’ya geçmiş olsun dilediğinde bulunduğuna ilişkin açıklaması

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben öncelikle iki gün içerisinde kaybetmiş olduğumuz 5 şehidimize Cenab-ı Hak’tan rahmetler diliyorum. Konya Seydişehir’den Yüzbaşı Fatih Yaşar, Kocaeli Gölcük’ten Arif Subaşıoğlu, Adana’dan Tayfun Yüce, Sivas Hafik’ten Osman Yurt, Şanlıurfa’dan Abdülkadir Oğuz ve Balıkesir’den de Hasan Talay isimli güvenlik görevlilerimizi, askerlerimizi ve polislerimizi kaybettik, şehit verdik, hepsine Allah’tan rahmet diliyorum. Yine diliyor, dua ediyor ve ümit ediyoruz ki bir an evvel bu çatışma son bulsun, ülkemiz huzur ve sükûn bulsun, şehitlerimiz gelmesin, insanlarımız hayatını kaybetmesin.

İkinci olarak da bugün Sultan II. Abdülhamid’in ölüm yıl dönümüdür, 1918’de kaybettik ve 98’inci ölüm yıl dönümüdür. Bunu şunun için söylüyorum: Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı İmparatorluğu’nun en netameli döneminde, son döneminde bugün günümüze ışık tutacak şekilde hem şahsıyla hem de döneminde otuz üç yıl gibi uzun bir dönemde yaşanılan olaylar itibarıyla bizim için son derece laboratuvar görevi gören bir kişilik ve bir döneme tekabül etmektedir. Zira bugün yaşamış olduğumuz sorunların önemli bir kısmını aynı dönemde o zaman da, o dönemde de yaşıyorduk. Aynı şekilde bir kişilik olarak kendisi bugün modern cumhuriyetin temellerini inşa eden birçok kurumun, eğitim kurumları, hukuk kurumları vesaire, hepsinin temelinin yine aynı dönemde atıldığını ifade etmeliyiz. Ancak maalesef, Abdülhamid’i konuşmak, “Kızıl Sultan”, bazen “Ulu Hakan” dikotomisinden kurtularak sahici bir Abdülhamid portresi çıkarmak mümkün olmamıştır. Sevinerek görmekteyiz ki son on yıllarda, özellikle son çeyrek asırda resmî tarihçiliğin de dışında yapılan gayriresmî tarihçilik içerisinde Abdülhamid sağdan ve soldan, bütün kesimlerden hakkıyla çalışılmaya başlanmış ve hak ettiği yer yavaş yavaş verilmiştir. Kendisini rahmetle anıyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır.

Sayın Altay, buyurun.

2.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’ya geçmiş olsun dilediğinde bulunduğuna ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Kürt ve terör sorununu bitirmek için ne lazım geliyorsa yapması gerektiğine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ederim..

Sayın Başkan, öncelikle, sizin uzun süre aramızda olamamanıza neden olan rahatsızlığınızın hemen hemen tümüyle geçmiş olması bizi sevindirdi. Sağlıklı, mutlu, uzun bir yaşam diliyorum. Geçmiş olsun diliyoruz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim, sağ olun, hep beraber.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkan, artık bu Parlamentoda her gün açılışta şehit haberleriyle ilgili üzüntü ve taziye dilemek istemiyoruz. Aynı şekilde, bölgeden gelen, kimi kadın, çocuk sivillere yönelik temel hak ve özgürlükleri ihlal edici bir mahiyette kamunun yaklaşımı da Türkiye’yi germekte, Türkiye’de doğusuyla batısıyla bir bütün olarak huzur ortamını, huzur iklimini, toplumsal barışı olumsuz etkilemektedir. Dün, bizdeki bilgi, 7 Hazirandan bu yana 270 şehidimizin olduğu şeklindeydi. Bugünkü bilgilerle 6 şehidimiz daha var, 276. Bu daha ne kadar sürecek? Türkiye Büyük Millet Meclisi taziye çadırı değildir. Burada elbette taziye diliyoruz, Allah’ım rahmet eylesin. Şehitlerimiz, bizim inancımıza göre de ölü değillerdir şüphesiz ama onların geride bıraktıkları anneler, babalar, yetimler… Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu olaya el koyması için ne kadar daha şehit gelecek bunun cevabını bekliyoruz. Elbette Hükûmetten bekliyoruz, elbette sizden bekliyoruz, şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisini yöneten Başkan olarak sizden bekliyoruz. Bu sorunun ne dağda, ne bayırda, ne adada, ne ovada, ne şurada, ne burada çözülemeyeceği artık belli olmuştur. Biz bu uyarılarımızı yıllardır yapıyoruz. Bu sorun büyük bir sorundur. Bu sorun her geçen gün biraz daha büyümektedir ve bir an önce, sorunu çözme ehliyetine tek sahip, tek muktedir olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün siyasi parti gruplarını ve Başkanlığı göreve davet ediyorum. Tekrar altını çiziyorum, Büyük Millet Meclisi her gün taziye dilenen bir çadır olmaktan çıkmalı, bu trajediyi, bu Kürt sorununu ve bu terör sorununu bitirmek için ne lazım geliyorsa onu yapmalıdır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim Sayın Altay.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna da şahsımla ilgili dileklerinden dolayı ayrıca teşekkür etmekteyim, sağ olun.

Sayın Baluken…

3.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’ya geçmiş olsun dilediğinde bulunduğuna, AKP Hükûmetinin sahaya sürmüş olduğu savaş konseptinin can almaya devam ettiğine, çatışmalarda yaşamını yitiren bütün yurttaşlara Allah’tan rahmet dilediğine, Cizre’de bazı binalarda mahsur kalan yaralıların bir an önce hastanelere nakledilmesi gerektiğine ve 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Garı’nda yapılan katliamı 4’üncü ayında bir kez daha lanetlediğine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben de öncelikle, geçirmiş olduğunuz rahatsızlıktan dolayı bir kez daha geçmiş olsun dileklerimizi grubumuz adına iletmek istiyorum. Hayırlı şifalar diliyorum.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim, sağ olun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, müzakere masasının devrilmesiyle birlikte AKP Hükûmetinin sahaya sürmüş olduğu savaş konsepti maalesef can almaya devam ediyor. Gün geçmiyor ki yüreğimizi yakan ölüm haberlerini almayalım, gün geçmiyor ki bu ülkenin dört bir tarafında yaşaması gereken, ailelerinin yanında olması gereken genç insanlarımızın cenazelerini kaldırma durumunda kalmayalım. Ben HDP’nin, Halkların Demokratik Partisinin ayrım yapmadan, sahaya sürülen bu savaş konseptinden dolayı yaşanan bu çatışmalarda yaşamını yitiren bütün yurttaşlarımıza buradan Allah’tan rahmet, ailelerine de başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum.

Tabii, bu savaş konseptiyle ilgili son derece önemli trajediler yaşanıyor. Birkaç gündür burada, Meclis Genel Kurulunda da özellikle Cizre ve Sur’daki duruma dikkat çekmeye çalışıyoruz. Cizre’de maalesef, insanlığı katleden büyük trajedilere bugün bir yenisi daha eklendi. 2 bodrum katıyla ilgili mevcut durum henüz netleşmemişken bugün Cizre’den bize ulaşan yaralı bir yurttaş, bir başka binada 45 kişinin mahsur kaldığını ve hastaneye nakledilmeyi beklediğini ifade etti. Ancak o binaya yapılan bombalamalar sonucunda orada bulunan 20 yurttaşın yaşamını yitirdiğini, 25 yurttaşın da hem 112 hem 155’i arayarak hastaneye nâkil taleplerini ilettiğini ifade etti. Bu nakil taleplerine rağmen, kendileriyle kurmaya çalıştığımız irtibatlarda hâlâ binanın kuşatma altında olduğu ve ağır bir ateş altında olduğu bilgisi bize ulaştı. Tabii, son derece endişeliyiz, kaygımız büyük.

Ben burada, Meclis tutanaklarına geçsin diye de, şu anda orada sağ olduğundan emin olduğumuz ve hastaneye nakletme iradesini devlet yetkililerine aktaran, bunu kayıt altında tutan bu yurttaşlarımızın ismini paylaşmak istiyorum: Derya Koç -ki bizim, HDP Milas İlçe Eş Başkanımızdır- Fatma Demir, Lokman Bilgiç, Murat Keskin, Sinan Kaya, İbrahim İverendi, Fırat Malgaz, Orhan Tunç, Meryem Akyol, Mürsel Dalmış, Star Öztürk, Murat Tunç, Abdulselam Turgut, Emek Aydın, Mesut Özer, Abdullah Özgür, Agit Aydın, Barış Ağadır, Sahip Edip ve soyadını yazamadığımız Ferhat adındaki bir yurttaşımız şu anda o bahsetmiş olduğumuz binada hastaneye nakledilmeyi bekliyorlar.

Sayın Başkan, bir hukuk devletinin, evrensel kriterlerle kendisini bağlamış bir sosyal devletin yapması gereken şudur: Hastaneye nakledilmeyi, bu iradeyi kendisine iletmiş olan yurttaşları oradan sağlıklı bir şekilde alır, hastaneye nakleder, tıbbi bakıma ihtiyacı olanlara gerekli tıbbi müdahaleyi yapar. Orada hukuki açıdan, devlet açısından sıkıntılı durumu olan vatandaşlar varsa da onlarla ilgili adli tahkikatını yürütür.

Maalesef, her iki bodrum vahşetinde bu yapılması gerekenler şu saate kadar yapılmamıştı. Umarız ki bize iletilen bu üçüncü trajediyle ilgili kötü bir sonuçla karşılaşmayız. Buradan telefonlarımıza çıkmayan Hükûmet ve devlet yetkililerine de oradaki ateşi bir an önce durdurup bu yurttaşların hastaneye nakilleriyle ilgili süreci işletmelerini beklediğimizi ifade etmek istiyorum.

Diğer taraftan, Sayın Başkan, biliyorsunuz, 2015 yılının Ekim ayının 10’uncu gününde “Barış istiyoruz.” şiarıyla Ankara’daki Sıhhiye istasyon meydanında toplanmak için bir araya gelen yüz binlerce yurttaşımıza yönelik IŞİD’li çeteler tarafından -ki devlet içerisindeki yetersizlikler, ihmaller ya da kasıtlar neticesinde hazırlanan zemin doğrultusunda- çok alçakça, vahşice bir saldırı gerçekleşmişti ve 101 yurttaşımız yaşamını yitirmiş, 400’den fazla yurttaşımız da yaralanmıştı. Bugün 4’üncü ayında anıyoruz. Yaralı yakınları ve hayatını yitirmiş olan yurttaşlarımızın yakınları bugün yine Ankara Garı’nın önünde anmayı yaptılar. Biz bir kez daha bu katliamı lanetliyor, bu katliamın arka planıyla ilgili etkin soruşturma süreçlerinin hızla yürütülerek tekrar böylesi katliamlarla yüz yüze kalmamamız gerektiği çağrısını buradan vurgulamak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Ayrıca, sağlığımla ilgili sarf ettiğiniz sözlerden dolayı da içtenlikle teşekkür ederim.

Sayın Vural, buyurun.

4.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’ya geçmiş olsun dilediğinde bulunduğuna, 9 şehide Allah’tan rahmet dilediğine, terör örgütünü güçlendirecek her türlü politik söylemden uzaklaşmak gerektiğine, terör örgütlerinin üniversitelerde kargaşa çıkarmaya devam ettiğine ve eğitim kurumlarında bu konuda önlem alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de sizlere geçmiş olsun dileklerimi ifade etmek istiyorum.

Hoş geldiniz.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim, sağ olun.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bu bakımdan, inşallah, bundan sonraki süreç içerisinde sağlıklı bir şekilde hep beraber burada birlikte oluruz.

BAŞKAN – Hep beraber.

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, tabii, maalesef, çözüm ve açılım sürecinin, müzakere sürecinin güçlendirdiği, PKK’nın kirlettiği il ve ilçelerimizi terör örgütünden temizlemek için güvenlik güçlerimizin mücadelesi devam etmektedir.

Ama, maalesef, her gün şehit haberlerimiz var. Maalesef, 9 şehidimiz var: Adana’dan Polis Memuru Tayfun Yüce, Balıkesir’den Uzman Erbaş Hasan Talay, Van’dan Polis Memuru Osman Yurt, yine Van’dan Er Vedat Dolançay, ayrıca Şırnak’ta Devlet Memuru Ahmet Arttı ve Diyar Oslu, Kayseri’den Polis Memuru Mehmet Güngördü, Koceli’den Er Arif Subaşıoğlu ve Konya’dan nihayet Yüzbaşı Fatih Yaşar rahmetli olmuştur. Allah rahmet eylesin, başımız sağ olsun, gerçekten acımız büyük.

Bu süreç içerisinde terörle bu kadar amansızca mücadele ederken birinci çözüm sürecinin geldiği bu safhayı dikkate alarak, gerekli dersleri çıkartarak sözde ikinci çözüm paketleriyle terör örgütünün siyasi amaçlarına ulaşabileceği yolunda cesaretlendirilmesinin de terörle mücadeleyi akamete uğrattığının bir ders olarak, bir ibret olarak ele alınması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Terör örgütüyle mücadelenin, terörle mücadelenin Anayasa’yla hiçbir alakası yoktur, yerel yönetimlerle hiçbir alakası yoktur. Terör örgütünü, bu yönüyle bakıldığında, bu şekilde güçlendirecek her türlü politik söylemden uzaklaşmanın gerekli olduğunu düşünüyorum, bu çerçevede de Hükûmeti uyarıyorum.

Sayın Başkan, tabii, maalesef daha önce Ege Üniversitesinde bölücü terör örgütünün yuvalanmasının meydana geldiği ortam içerisinde Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nu şehit edenler, onları koruyan ve kollayanlar sürecini maalesef yaşadık. Üniversitelerimiz bilimin, eğitimin, öğrenimin devam etmesi gereken yerler ama üniversitelerde özellikle bölücü terör örgütünün saldırıları devam ediyor. Bu çerçevede, bölücü terör örgütünün daha önce Ege Üniversitesinde, şimdi Dokuz Eylül Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulunda sahneye çıktığını ve bahçeye gece yarısı bırakılan el yapımı 4 patlayıcıdan 3’ünün infilak ettiğini dikkate aldığımızda, bunlar, açıkçası üniversitelerimizi bu şekilde terörize eden unsurlar maalesef korunuyor, kollanıyor. Bu bakımdan, İzmir Ülkü Ocakları da bununla ilgili üniversite yönetimine, Emniyet Müdürlüğüne gerekli önlemlerin alınması gerektiğini ifade etti.

Tekrar uyarıyoruz: Bakın, terör örgütleri üniversitelerde kargaşa çıkartmaya, buraları terörize etmeye devam ediyor, bunları takip ediniz, bunları enterne ediniz. Oradaki insanlarımız eğitim görmek istiyor, öğrenim görmek istiyor. Doyasıyla, bugün o yörelerimizi bu şekilde gerçekten terörize eden bu unsurlar üzerinde, sorumluları ortadayken hem üniversite yönetiminin hem İzmir Emniyetinin gerekli duyarlılığı yaparak bunlarla ilgili ivedilikle gerekli takipleri yapmasının ve terör örgütünün bu zeminleri kullanarak gençlerimizi açıkçası terörize etmesinin önünün kesilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. Bu çerçevede, İzmir Ülkü Ocakları da hukuk çerçevesinde bu mücadeleyi yapacaklarını ve gerekli uyarıları bu konuda sorumlu olan yöneticilere ilettiklerini ifade ediyor. Ben de Meclis kürsüsünden bu eğitim öğrenim kurumlarına, hem yöneticilerine, hem emniyet görevlilerine buralarda terör örgütü faaliyetlerini yürütenlerle ilgili etkili bir mücadele sürdürülmesi ve tekrar Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun şehadetine götürecek süreçlerin yaşanmaması için gerekli önlemlerin alınması gerektiğini ifade ediyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim sağlık dileklerinizle ilgili olarak.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Çakır, bir şey mi söyleyecektiniz?

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Bir şey ekleyeceğim Sayın Başkan izin verirseniz.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Hem dün hem de bugün sağlığınızla fazlaca konuşup sizi yoracak kadar ve bundan hamdolsun duymuş olduğumuz memnuniyeti ifade ederken konuşmamın başında biraz ihmalkârlığıma, biraz da acemiliğime verin lütfen…

BAŞKAN – Estağfurullah.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – …tekrardan geçmiş olsun demeyi ihmal ettim, tekrardan geçmiş olsun diyorum, aramıza hoş geldiniz diyoruz.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Bundan sonraki yaşamınızda da sağlık, afiyet, esenlik diliyoruz.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim sevgili arkadaşlar.

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, kendisine geçmiş olsun dileğinde bulunanlara teşekkür ettiğine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Evet, bir rahatsızlık geçirdim görme duyusuyla ilgili olarak ama geldi, geçti, bitti, gitti. Bundan sonra, inşallah, kardeşlik hukuku çerçevesi içinde hep birlikte sağlıklı, sıhhatli bir çalışma sürdürebiliriz ve yaşayabiliriz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ben hepinizi sevgiyle selamlıyorum, gerçekten çok yakın ilginizi gördüm, parti ayrımı olmaksızın bu ilgiyi gördüm, bu beni çok mutlu etti. Dediğim gibi, sağlıklı, iyi niyetli, kardeşlik hukuku çerçevesinde birlikte iyi şeyler üretebileceğimiz bir dönem diliyorum.

Çok çok teşekkür ediyorum ve sevgilerimi sunuyorum.

NURETTİN YAŞAR (Malatya) – Hoş geldiniz Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Gündeme geçiyoruz.

“Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” vardır.

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Önergeler

1.- Başkanlığın, Ordu Milletvekili Seyit Torun’un Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifasına ilişkin önerge yazısı (4/11)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ordu Milletvekili Sayın Seyit Torun’un Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifasına ilişkin yazı 10/02/2016 tarihinde Başkanlığımıza ulaşmıştır, bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutacağım. Meclis araştırması önergeleri 500 kelimeden fazla olduğu için önergelerin sadece özetleri okunacaktır ancak önergelerin tam metni Tutanak Dergisi’nde yer alacaktır.

Buyurun:

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ve 27 milletvekilinin, Ege’de antlaşmalarla kurulan düzenin yeniden tesisi ve muhafazası maksadıyla izlenecek uzun vadeli devlet politikasının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/87) (X)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi'ndeki bazı coğrafi formasyonların (EGAYDAAK-Ege Denizi’nde Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan'a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar) hukuki statüsü ve bu formasyonlar üzerindeki egemenliğin hangi ülkeye ait olduğu hususunda çok boyutlu önemli bir sorun mevcuttur. EGAYDAAK’la ilgili egemenlik sorunu Yunanistan'ın ismen kendisine antlaşmalarla devredilen adalar üzerindeki haklarını aşarak Anadolu sahillerinden itibaren "üç deniz mili" dışında kalan bütün ada, adacık ve kayalıkları sahiplenme arzusundan doğmaktadır. Kardak krizinde net olarak ortaya konulan askerî ve siyasi irade on üç yıldır ülkeyi yöneten Hükûmet tarafından devam ettirilmemiş, Hükûmet tarafından da açıkça kabul edildiği üzere, hukuki olarak egemenlik hakları bize ait olan EGAYDAAK'ları Yunanistan fiilî olarak işgal etmiştir. Yunanistan tarafından anlaşmalarla egemenlik durumu tespit edilmemiş ada, adacık ve kayalıklarla ilgili yaratılan fiilî durumun tespiti ve fiilî durumun ortadan kaldırılması için gerekli yöntemlerin belirlenmesi, Yunanistan'ın oluşturduğu fiilî durumlara ve oldubittilere karşı alınması gereken önlemlerin tespit edilmesi, EGAYDAAK konusundaki siyasi iradenin açıkça ortaya konulması, Ege'de antlaşmalarla kurulan düzenin yeniden tesisi ve muhafazası maksadıyla izlenecek uzun vadeli bir devlet politikasının tespit edilmesi, egemenlik hakkımızın ve ülke menfaatlerimizin korunması için alınması gereken önlemlerin araştırılması ve gerekli politikaların üretilmesi amacıyla, Anayasa'nın 98’inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereği, Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

Saygılarımızla. 02/12/2015

1) Haluk Pekşen                                                       (Trabzon)

2) Ali Şeker                                                             (İstanbul)

3) Gülay Yedekci                                                      (İstanbul)

4) Atila Sertel                                                          (İzmir)

5) Ahmet Akın                                                          (Balıkesir)

6) Ali Yiğit                                                               (İzmir)

7) Hüseyin Yıldız                                                      (Aydın)

8) Murat Bakan                                                        (İzmir)

9) Şerafettin Turpcu                          (Zonguldak)

10) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                   (İstanbul)

11) İbrahim Özdiş                                                    (Adana)

12) Kamil Okyay Sındır                                             (İzmir)

13) Özkan Yalım                                                       (Uşak)

14) Musa Çam                                                          (İzmir)

15) Gürsel Erol                                                        (Tunceli)

16) Erdin Bircan                                                       (Edirne)

17) Mehmet Göker                             (Burdur)

18) Gamze Akkuş İlgezdi                                          (İstanbul)

19) Mahmut Tanal                              (İstanbul)

20) Ünal Demirtaş                             (Zonguldak)

21) Yaşar Tüzün                                                       (Bilecik)

22) Kadim Durmaz                             (Tokat)

23) Zülfikar İnönü Tümer                                          (Adana)

24) Haydar Akar                                                       (Kocaeli)

25) Mustafa Tuncer                            (Amasya)

26) Devrim Kök                                                        (Antalya)

27) Okan Gaytancıoğlu                                             (Edirne)

28) Aytuğ Atıcı                                                         (Mersin)

Gerekçe Özeti:

Ege Denizi’nde sadece 24 tanesi 100 kilometrekareden büyük 1.800 kadar kara parçası bulunmaktadır. 1830 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altında kalan Ege adaları, Yunanistan'ın bağımsızlık süreciyle birlikte Trablusgarp, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan gelişmelerle Türk hâkimiyetinden fiilen çıkmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi nedeniyle yaşanan temel sorunlardan birisi de bazı coğrafi formasyonların (EGAYDAAK-Ege Denizi’nde Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan'a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar) hukuki statüsü ve bu formasyonlar üzerindeki egemenliğin hangi ülkeye ait olduğudur. Yunanistan'ın antlaşmalarla egemenliği kendisine devredilmeyen kara parçaları üzerinde hak iddia etmesiyle ada, adacık ve kayalıklar sorunu ortaya çıkmıştır.

Hâlen 152 adet EGAYDAAK'ın, diğer deniz yetki alanlarının paylaşımı oranlarını değiştirecek yönde büyük etkileri vardır. Çünkü bu kayalıkların kara suları vardır, kara suları olduğu için de hava sahası vardır. Kıta sahanlığı ve üzerlerinde ekonomik bir faaliyet varsa adaların kendilerine ait münhasır ekonomik bölgeleri de vardır. Dolayısıyla, son yirmi yıldır gündemde bulunan söz konusu ada/adacıkların egemenlik tartışması esasen çok boyutludur. Hâlen yürürlükte olan 6 mil kara suyu rejimine göre, bu ada, adacık ve kayalıkların oluşturduğu kara suları alanı Ege'nin yaklaşık yüzde 6’lık kısmını oluşturmaktadır. Ege'de Yunanistan'ın kara sularının yüzde 38,66; Türkiye'nin yüzde 7,5 olduğu düşünüldüğünde, yüzde 6'lık ilave payın ne kadar önemli olduğu izahtan varestedir.

Yunanistan'da Ege'deki hükümranlık hakları ve bu kapsamda EGAYDAAK’lara yönelik politikalar devlet politikasıdır ve hükûmetler değişse de Megali İdea kesinlikle değişmemektedir. Ülkemizin hak ve menfaatlerini istismar eden Yunanistan'ın tek taraflı devlet uygulamalarına hak ettiği reaksiyon, hükûmetler tarafından kararlılıkla gösterilmediği takdirde ülkemizin geleceği tehlikeye girerken, halkımızın refahı adına kaybedilecek hak ve menfaatler çok ciddi boyutta olacaktır.

Ege'de egemenliği antlaşmalarla Yunanistan'a devredilmemiş adalar vardır. Bunların egemenliği Osmanlı İmparatorluğu'ndan halefiyet yoluyla Türkiye Cumhuriyeti'ne geçmiştir. Lozan ve Paris Antlaşmalarıyla oluşan dengeyle egemenlikleri Yunanistan'a devredilen adalar dışında kalan ada, adacık ve kayalıklar üzerinde esasen var olan Türkiye Cumhuriyeti egemenliğini hiçe sayan uygulamaların kabul edilmesi mümkün değildir.

Yunanistan tarafından anlaşmalarla egemenlik durumu tespit edilmemiş ada, adacık ve kayalıklarla ilgili yaratılan fiilî durumun tespiti ve fiilî durumun ortadan kaldırılması için gerekli yöntemlerin belirlenmesi, Yunanistan'ın oluşturduğu fiilî durumlara ve oldubittilere karşı alınması gereken önlemlerin tespit edilmesi, EGAYDAAK konusundaki siyasi iradenin açıkça ortaya konulmas, Ege'de antlaşmalarla kurulan düzenin yeniden tesisi ve muhafazası maksadıyla izlenecek uzun vadeli bir devlet politikasının tespit edilmesi, egemenlik hakkımızın ve ülke menfaatlerimizin korunması için alınması gereken önlemlerin araştırılması ve gerekli politikaların üretilmesi amacıyla bir Meclis araştırmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

2.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ve 26 milletvekilinin, şeker üretimi ve arzında istikrarı sağlamak için gerekli politikaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/88) (X)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye şeker pancarından şeker üretmek yerine NBŞ kotasını artırarak şeker pancarından şeker üretimini engellemekte, dolayısıyla şeker pancarı üretim alanlarını daraltmaktadır. NBŞ üretim kotasının artırılması ise mısır ham maddesinin ithalatını gerekli kılmaktadır. Ülkemizde üretilip, ülkemiz ekonomisine, çiftçisine, tarımına katkı yapan şeker pancarı tarımını kısıtlarken mısır imalatının önünü açacak NBŞ kotasının artırılması hangi ülke yararına iktisat politikası üretildiğinin de sorgulanmasını gerektirmektedir. Türkiye'nin şeker üretim politikalarının değerlendirilmesi, şeker pancarı üretimine getirilen kotaların ekonomiye verdiği zararların tespiti, NBŞ üretimi kotasının artırılmasının hem ekonomik hem de sağlık açısından vereceği zararların incelenmesi, şeker pancarı üretimine getirilen kotaların tarım sanayileşmesine verdiği zararların araştırılması, gelişmiş ülkelerin güdümünde uygulamaya konulan tarım politikalarının ülke besin güvenliğine ve ekonomisine yaptığı zararların tespit edilmesi, ülkemizin uzun dönemli çıkarları lehine şeker üretimi ve arzında istikrarı sağlamak için gerekli politikaların üretilmesi amacıyla, Anayasa'nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereği, Meclis araştırması açılmasın arz ederiz. 02.12.2015

Saygılarımızla.

1) Haluk Pekşen                                (Trabzon)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu               (İstanbul)

3) Gülay Yedekci                               (İstanbul)

4) Gürsel Erol                                    (Tunceli)

5) Mustafa Tuncer                              (Amasya)

6) Atila Sertel                                    (İzmir)

7) Hüseyin Yıldız                               (Aydın)

8) Murat Bakan                                  (İzmir)

9) Şerafettin Turpcu                           (Zonguldak)

10) İbrahim Özdiş                              (Adana)

11)Kamil Okyay Sındır                       (İzmir)

12) Özkan Yalım                                (Uşak)

13) Ahmet Akın                                  (Balıkesir)

14) Erdin Bircan                                (Edirne)

15) Mehmet Göker                             (Burdur)

16) Gamze Akkuş İlgezdi                    (İstanbul)

17) Mahmut Tanal                              (İstanbul)

18) Ali Şeker                                     (İstanbul)

19) Musa Çam                                   (İzmir)

20) Ünal Demirtaş                             (Zonguldak)

21) Yaşar Tüzün                                (Bilecik)

22) Kadim Durmaz                             (Tokat)

23) Zülfikar İnönü Tümer                    (Adana)

24) Haydar Akar                                (Kocaeli)

25) Devrim Kök                                  (Antalya)

26) Okan Gaytancıoğlu                       (Edirne)

27) Aytuğ Atıcı                                   (Mersin)

Gerekçe Özet :

Türkiye'de şeker pancarı üretimine 1998 yılından sonra kota uygulanmaya başlanırken 2001 yılında yürürlüğe giren Şeker Kanunu’yla şeker üretimi ve arzında istikrarı sağlamak amacı adı altında, üretilecek ve pazarlanacak şeker miktarlarına ayrıntılı kotalar getirilmiştir. 2015/7530 karar sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla 2014-2015 pazarlama yılında nişasta kökenli şekerler için Şeker Kurulu tarafından 250 bin ton olarak belirlenen kotanın yüzde 30 oranında artırılması kararlaştırılmıştır.

Ülkemizde şeker pancarı üretimine, şeker üretimine ve iç pazara verilebilecek şeker miktarına kotalar getirilmesi ve nişasta bazlı şeker (NBŞ) üretiminin kota dâhilinde de olsa önünün açılmasına onay verilmesi, şeker pancarı üreticisi çiftçiler ve şeker pancarı fabrikaları üzerinde ciddi sorunlar yaratırken NBŞ kullanımının toplum sağlığı üzerinde yaratacağı risklerde çok önemli bir diğer sorunu oluşturmaktadır. Şeker Kanunu uygulamaları sonucunda Türkiye'de şeker üretiminin geriletilmesi, ithalata bağımlı kılınması, üretimde NBŞ'lerin önünün açılması Türk tarımı ve sanayileşmesi açısından hayati derecede önemli bir konudur.

Türkiye'de şeker pancarı ekim alanları yıllar itibariyle azalıp 2013-2014 döneminde 288 bin ha olurken ABD 467 bin ha, Rusya 890 bin ha, Almanya 357 bin ha, Fransa 361 bin ha alan şeker pancarı ekmiştir.

Pancar veya kamıştan üretilen şekere “sakaroz” denilirken mısırdan üretilen şekere “nişasta bazlı şeker (NBŞ)” denilir. NBŞ'nin izoglukoz (HFCS) ya da glukoz şurubu olmak üzere iki türü bulunmaktadır. Dünyanın en büyük NBŞ üreticisi ABD, dünya NBŞ üretiminin yarısından fazlasını gerçekleştirmektedir. ABD’nin dünyanın bir numaralı mısır üreticisi olarak üretim ana maddesi mısır olan NBŞ'nin bir numaralı üreticisi de olması çok doğaldır. 2012 yılında ABD 22 milyar 233 milyon 636 bin dolar değerinde 273 milyon 820 bin 066 ton mısır üretmiştir. Aynı zamanda ABD dünyanın bir numaralı mısır ihracatçısı olarak 2012 yılında 13 milyar 982 milyon 404 bin dolar değerinde, 45 milyon 888 bin 272 ton mısır ihraç etmiştir; benzer şekilde ABD NBŞ'nin de bir numaralı ihracatçısıdır. Türkiye'de mısır üretimi mısır talebini karşılamadığından 2012/13 döneminde 1 milyon 544 bin 531 ton, 2013/14 döneminde 1 milyon 261 bin 330 ton mısır ithalatı gerçekleştirmiştir. Mısır ve NBŞ üretimi ve ticaretinde en yüksek paya sahip olan ABD'nin, dünya şeker piyasasını kendi ekonomi politikalarına ve üstünlüklerine göre de yönlendirmekte olduğu çok açıktır.

Türkiye, şeker pancarından şeker üretmek yerine NBŞ kotasını artırarak şeker pancarından şeker üretimini engellemekte, dolayısıyla şeker pancarı üretim alanlarını daraltmaktadır. NBŞ üretim kotasının artırılması ise mısır ham maddesinin ithalatını gerekli kılmaktadır. Ülkemizde üretilip ülkemiz ekonomisine, çiftçisine, tarımına katkı yapan şeker pancarı tarımını kısıtlarken mısır ithalatının önünü açacak NBŞ kotasının artırılması, hangi ülke yararına iktisat politikası üretildiğinin de sorgulanmasını gerektirmektedir.

Genetik yapısı değiştirilmiş mısırın insan sağlığı üzerinde yarattığı riskler söz konusu iken mısırdan üretilen NBŞ'lerin sağlığa verdiği zararların daha büyük olduğu yönünde çok ciddi tartışmalar bulunmaktadır. Mısır ithalatı ve NBŞ üretiminin ekonomiye verdiği zararların dışında, insan sağlığı üzerinde yaratacağı riskler çok daha önemli olmaktadır.

Türkiye'nin şeker üretim politikalarının değerlendirilmesi, şeker pancarı üretimine getirilen kotaların ekonomiye verdiği zararların tespiti, NBŞ üretimi kotasının artırılmasının hem ekonomik hem de sağlık açısından vereceği zararların incelenmesi, şeker pancarı üretimine getirilen kotaların tarım sanayileşmesine verdiği zararların araştırılması, gelişmiş ülkelerin güdümünde uygulamaya konulan tarım politikalarının ülke besin güvenliğine ve ekonomisine yaptığı zararların tespit edilmesi, ülkemizin uzun dönemli çıkarları lehine şeker üretimi ve arzında istikrarı sağlamak için gerekli politikaların üretilmesi amacıyla bir Meclis araştırmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

3.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ve 26 milletvekilinin, Türkiye’nin ve KKTC’nin münhasır ekonomik bölgeleri üzerindeki asli haklarının korunması için yapılması gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/89) (X)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) tek taraflı olarak deniz yetki alanları belirleme, ruhsat verme ve denizde hidrokarbon arama, çıkarma faaliyetleri Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki kıta sahanlığı alanlarıyla çakışmaktadır. GKRY'nin İsrail, Lübnan ve Mısır başta olmak üzere diğer ülkelerle geliştirdiği ikili ilişkiler ve antlaşmalarla çıkarlarını maksimize etmesine karşı Türkiye'nin etkili bir politika geliştirememesi, Türkiye'nin hareket alanını daraltıp yalnızlaştırırken egemenlik haklarından doğan çıkarlarını da koruyamaz duruma düşmesine neden olmuştur. Akdeniz'le ilgili MEB haritaları incelendiğinde Türkiye'nin MEB alanı neredeyse yok görülmektedir. Türkiye'nin deniz yetki alanlarındaki egemenlik haklarını koruması için gerekli askerî ve siyasi irade hâlihazırda hâlen gösterilmemektedir. Türkiye'nin Akdeniz'deki deniz yetki alanlarındaki her türlü ekonomik potansiyelinin belirlenmesi, Türkiye'nin Doğu Akdeniz havzasında hukuki hakkı olabilecek hidrokarbon varlığı olan bölgelerin tespit edilip değerlendirilmesi, Doğu Akdeniz'deki doğal kaynaklar üzerindeki haklarımıza yapılan müdahalelerin incelenip önlenmesi; GKRY'nin tek yanlı olarak ısrarla sürdürdüğü deniz yetki alanları belirleme, ruhsat verme ve denizde hidrokarbon arama, çıkarma faaliyetlerini durduracak etkili politikaların belirlenmesi; Türkiye'nin ve KKTC'nin MEB'si üzerindeki asli haklarının korunması için gerekli önlemlerin tespit edilmesi ve uygulanmaya konulması, deniz yetki alanlarımızdaki egemenlik haklarımızın korunmasında gözlemlenen zafiyetin giderilmesi, deniz yetki alanlarının sınırlandırılması hususunda bölgesel ortaklıkların geliştirilmesi ve Türkiye'nin MEB çıkarlarının korunması için gerekli politikaların üretilmesi amacıyla, Anayasa'nın 98’inci ve TBMM İç Tüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereği, Meclis araştırması açılmasını arz ederiz. 01/12/2015

Saygılarımızla.

1) Haluk Pekşen                                    (Trabzon)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                   (İstanbul)

3) Gülay Yedekci                                    (İstanbul)

4) Gürsel Erol                                        (Tunceli)

5) Hüseyin Yıldız                                   (Aydın)

6) Kamil Okyay Sındır                            (İzmir)

7) Atila Sertel                                        (İzmir)

8) Ali Yiğit                                             (İzmir)

9) Şerafettin Turpcu                               (Zonguldak)

10) Ahmet Akın                                      (Balıkesir)

11) Murat Bakan                                    (İzmir)

12) İbrahim Özdiş                                  (Adana)

13) Erdin Bircan                                    (Edirne)

14) Mehmet Göker                                  (Burdur)

15) Özkan Yalım                                    (Uşak)

16) Gamze Akkuş İlgezdi                        (İstanbul)

17) Mahmut Tanal                                  (İstanbul)

18) Ali Şeker                                         (İstanbul)

19) Musa Çam                                       (İzmir)

20) Ünal Demirtaş                                  (Zonguldak)

21) Kadim Durmaz                                 (Tokat)

22) Zülfikar İnönü Tümer                        (Adana)

23) Haydar Akar                                     (Kocaeli)

24) Mustafa Tuncer                                (Amasya)

25) Devrim Kök                                      (Antalya)

26) Okan Gaytancıoğlu                           (Edirne)

27) Aytuğ Atıcı                                       (Mersin)

Gerekçe Özet:

Denizlerin doğal kaynakları ve zenginliklerinin işletilmesi için kıta sahanlığı (en fazla 350 deniz mili) ve münhasır ekonomik bölge (MEB) (en fazla 200 deniz mili) çerçevesinde deniz yetki alanlarının belirlenmesi, egemenlik haklarının ilanı ve korunması ülkemizin güvenliği, refahı ve çıkarları açısından çok önemli bir konudur. Kıta sahanlığı deniz yatağı ve yer altının mineral ve diğer canlı olmayan kaynaklarını kapsarken MEB deniz yatağının üzerindeki suların, deniz yatağının ve bunun toprak altının canlı ve canlı olmayan doğal kaynaklarının kullanımını kapsamaktadır. “MEB” kavramı daha kapsayıcı olduğundan dolayı, ülkeler kıta sahanlığı yerine artık MEB üzerine yoğunlaşmışlardır. Ülkeler MEB alanlarını ilan ederek denizlerdeki egemenlik haklarını belirlemektedirler.

GKRY Hükûmeti 26 Ocak 2007 tarihinde kabul ettiği bir yasayla ilan ettiği 13 adet petrol arama ruhsat sahası bölgesinde, 16 Şubat 2011 tarihinde petrol arama lisansı için ihale sürecine başlamıştır. GKRY'nin çeşitli şirketlere Akdeniz'de hidrokarbon arama ruhsatları vermeye başlaması, hem Türkiye'nin hem de KKTC'nin hak ve çıkarlarının hiçe sayılmasıdır. GKRY'nin tek taraflı olarak deniz yetki alanları belirleme, ruhsat verme ve denizde hidrokarbon arama çıkarma faaliyetleri Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki kıta sahanlığı alanlarıyla (sözde 1, 4, 5, 6 ve 7 no.'lu sahaların bir kısmı) çakışmaktadır. GKRY, Türkiye'nin kıta sahanlığını ihlal ederken KKTC'nin iradesi de hiçe sayılarak KKTC'nin 22 Eylül 2011 tarihinde TPAO'ya verdiği G ve F ruhsat sahalarını da yasa dışı olarak işletmek istemektedir.

GKRY'nin sözde MEB bölgesinde ilan ettiği 13 adet ruhsat sahasının toplam yüz ölçümü 70 bin kilometrekaredir. 1, 4, 5, 6 ve 7 no’lu parseller Türkiye'nin kıta sahanlığının 7 bin kilometrekarelik kısmıyla çakışmaktadır. GKRY'nin egemenliği altındaki alanın yaklaşık 5.896 kilometrekare olduğu düşünüldüğünde, Türkiye'nin deniz egemenlik alanına yapılan saldırının büyüklüğü daha net anlaşılacaktır.

GKRY'nin ilan ettiği MEB, Mısır, İsrail ve Lübnan’la yaptığı deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmaları ve ruhsatlandırdığı bölgeler birlikte dikkate alındığında, Türkiye'nin MEB alanını yok farz etmeye yönelik politikaların yürürlüğe konulmasına ciddi bir karşı tavır alınmamıştır ve hâlen bu konudaki siyasi iradesizlik devam ettirilmektedir. Akdeniz'le ilgili MEB haritaları incelendiğinde Türkiye'nin MEB alanı neredeyse yok görülmektedir.

Türkiye'nin deniz yetki alanlarındaki egemenlik haklarının korunması için gerekli askerî ve siyasi irade hâlihazırda hâlen gösterilmemektedir. Türkiye'nin Akdeniz'deki deniz yetki alanlarındaki her türlü ekonomik potansiyelinin belirlenmesi ve MEB'inin ilan edilmesi, Türkiye'nin Doğu Akdeniz havzasında hukuki hakkı olabilecek hidrokarbon varlığı olan bölgelerin tespit edilip değerlendirilmesi, Doğu Akdeniz'deki doğal kaynaklar üzerindeki haklarımıza yapılan müdahalelerin incelenip önlenmesi; GKRY'nin tek yanlı olarak ısrarla sürdürdüğü deniz yetki alanları belirleme, ruhsat verme ve denizde hidrokarbon arama, çıkarma faaliyetlerini durduracak etkili politikaların belirlenmesi; Türkiye'nin ve KKTC'nin muhtemel MEB'i üzerindeki asli haklarının korunması için gerekli önlemlerin tespit edilmesi ve uygulanmaya konulması, deniz yetki alanlarımızdaki egemenlik haklarımızın korunmasında gözlemlenen zafiyetin giderilmesi, deniz yetki alanlarının sınırlandırılması hususunda bölgesel ortaklıkların geliştirilmesi ve Türkiye'nin muhtemel MEB çıkarlarının korunması için gerekli politikaların üretilmesi amacıyla bir Meclis araştırmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, biraz önce Sayın Dilipak’ın sataşmadan dolayı söz istemesi üzerine tutanakları getirteceğimi belirtmiştim. Sayın Dilipak burada yok ama kayıtlara geçmesi anlamında kısa bir açıklama yapacağım.

Sayın Hakverdi’nin -sözlerini okuyorum- “Evet, bu arkadaş buradan bana çok büyük tepki gösterdi, hem de bağırdı. Lütfen arkadaşı terfi ettirin.” diye bir beyanı var ama somut bir kişiye yönelik, isim zikredilerek sarf edilen bir cümle değil. Ayrıca, daha sonraki konuşmasında -tutanaklardan okuyorum- Sayın Hakverdi’nin “Yok, kimseye söylemedim ben.” şeklinde bir beyanı var. Dolayısıyla sataşmadan dolayı Sayın Dilipak’ın özelinde söz verme durumu hasıl olamamaktadır diye kayıtlara geçmesini istedim.

Evet, Sayın milletvekilleri, Halkların Demokratik Partisi…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, HDP Grubunun vermiş olduğu soru, araştırma ve genel görüşme önergelerinde İç Tüzük ve Anayasa’ya aykırı bir durum olmamasına rağmen Meclis Başkanlığınca iade edilmesi nedeniyle denetim görevlerini yapamaz hâle geldiklerine ve Meclis Başkanlığının bu konuyla ilgili Genel Kurulu bilgilendirmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, şimdi, elimde bir dosya var. Bu dosya, uzun süredir aslında burada da birkaç defa tartıştığımız bir sorunla ilgili. Özellikle yeni Meclis Başkanımızın İç Tüzük’ün veya Anayasa’nın gerektirdiği durumlarda onları referans alarak soru önergelerini ve araştırma önergelerini değerlendirme yerine, daha çok kendi kişisel görüşleri, siyasi görüşleri ve ideolojik bakışı doğrultusunda değerlendirilmesi nedeniyle grubumuza tekrar iade edilen önergelerden oluşuyor. Buraya bir kısmını getirdim, buraya sadece grubumuza iade edilen önergelerin bir kısmını ben getirdim.

Şimdi ortaya öyle bir durum çıkıyor ki biz, Halkların Demokratik Partisi olarak halkımızın bize vermiş olduğu denetim görevini yapamaz duruma geliyoruz. Elimdeki önergelerin hiçbirinde İç Tüzük’e ya da Anayasa’ya aykırı en küçük bir ibare yok, daha çok Meclis Başkanının kişisel görüşlerine aykırı birtakım cümleler olmuş olabilir; öyle düşünüyoruz. Daha önceden hem Genel Kurulda dile getirdiğimizde hem Başkanlık Divanında bu konu dile getirildiğinde belli bir hassasiyetin gösterileceği ifade edilmişti.

Bakın, ben birkaç örnek okumak istiyorum size: “Sivil yurttaşların yaşam hakkı ihlal edilmiş.” denildiği için araştırma önergesi grubumuza iade edilmiş. Burada birkaç örneği özellikle ifade edeyim ki yani varmış olduğumuz bu aşamanın en azından vahameti anlaşılsın.

Bir başka önergede “Bu yasaklar sırasında 78 sivil yurttaşımız yaşamını yitirmiştir.” Cümle aynen bu. “78 sivil yurttaşımız yaşamını yitirmiştir.” ifadesi iade sebebi olarak iletilmiş.

Yine bir başka araştırma önergesindeki “Hukukun Anayasa üzerinden bizzat Cumhurbaşkanının ağzıyla askıya alındığının açıklanması.” bir iade gerekçesi olarak gösterilmiş.

Yine bir başka önergede, soru önergesi vermişiz, 8 numaralı soruyu iade sebebi olarak göstermiş. Soru şu: “Mürşitpınar Sınır Kapısı’ndan resmî izinle Türkiye’ye giriş yapan 6 yaralı YPG’linin Ankara’da tedavi görürlerken gözaltına alınarak Ahrar el-Şam kontrolündeki Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan esir olarak teslim edilmesi konusunda hâlen Hükûmetinizden bir izahat alınamamış olması bu savaş suçunu kabul ettiğiniz anlamına mı gelmektedir?” sorusu. Bu, uluslararası kamuoyunda da yankı uyandıran bir konu. Buraya AFAD’ın kimlik kartıyla gelen 6 Rojavalının, onların savaşmış olduğu güçlere teslim edilmesiyle ilgili bir husus.

Yine aynı şekilde…

BAŞKAN – Sayın Baluken, sanıyorum bütün önergelerde benzeri ifadeler var. Talebinizi öğrenebilir miyim?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, yani bu ibarelerinin hiç birinde İç Tüzük’e ya da Anayasa’ya aykırı bir durum yok. Özellikle grup olarak da biz bu önergeler iade edildikten sonra bir daha böyle bir durum yaşanmasın diye hassasiyet de gösteriyoruz ama buna rağmen, işte “Sivil yurttaş yaşamını yitirmiştir.” cümlesi üzerinden bile eğer önergelerimiz iade ediliyorsa burada, Halkların Demokratik Partisine “Kendi yapmış olduğunuz tespitler ya da görüş açınız doğrultusunda bu Mecliste çalışma yapamazsınız.” mesajı verilmek isteniyor. Arkanızdaki yazıda “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” diyor. Biz de kayıtsız şartsız egemenliği taşıyan milletin oylarıyla buraya gelmiş milletvekilleriyiz ve grup olarak da iktidar partisinin yanlış uygulamalarıyla ilgili denetim görevimizi yapmak üzere buradayız. Şimdi, Meclis Başkanının bu şekilde keyfî tutumuyla karşılaşacaksak bu durumda bizim gerçekten bu Mecliste çalışacak bir alanımız kalmayacak demektir.

Ayrıca -diğerlerine artık girmeyeyim ama- şöyle de bir örnek vereyim size: Bir araştırma önergemiz de Sayın Başkan, 15/12/2015 tarihinde ve 22/12/2015 tarihinde 2 kez Genel Kurulda görüşülmüş ancak Genel Kurulda görüşülen önerge daha sonra tekrar iade edilmiş. Şimdi, bu, tamamen Meclis Başkanının keyfî uygulamasıyla ilgili bir durum. Diğer siyasi partilerin de bu konuda zaman içerisinde bazı şikâyetleri vardı ve yine, onlar da burada dile getirdiler.

Ben bu durumla ilgili oturuma ara vermeniz gerektiğini, Meclis Başkanını ya buraya davet ederek grup başkan vekilleriyle görüşmelerini sağlamanız gerektiğini ya da bunların İç Tüzük’e ve Anayasa’ya aykırı olmadığı hâlde neden iade gerekçesi yapıldığının bilgisini size iletip sizin de Genel Kurulu bilgilendirmeniz gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde, dediğim gibi, biz burada denetim görevimizi yapamayacak duruma geleceğiz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baluken.

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

3.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Meclis Başkanlığının, soru, araştırma ve genel görüşme önergelerinde İç Tüzük ve Anayasa’ya uygun denetim yaptığına ve Meclis çalışmalarında partiler arasında ayrım yapılmadığına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın Meclis Başkanı elbette ki her türlü araştırma önergesinde veya yazılı sorularda İç Tüzük’ün 67’nci Anayasa’nın 138’inci maddesine uygun bir denetim yapmakta. Mutlaka yaptığı denetim sonunda iade ettiği yazılar varsa gerekçesini de belirtmektedir. Bunu sadece kendi grubunuza yönelik bir tavır olarak algılamamanızı öneririm çünkü şimdiye kadar 23’üncü Yasama Döneminde Başkanlığa sunulan 1.113 araştırma önergesinden 7’si, daha sonra 24’üncü Yasama Döneminde 3.355 araştırma önergesinden 38’i Anayasa ve İç Tüzük’te belirtilen şartları taşımadığından iade edilmiş. Yine 26’ncı Yasama Döneminde ise bugün itibarıyla Başkanlığa sunulan 494 araştırma önergesinden 59’u iade edilmiştir. Elbette ki, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Bunun ifadesinde Meclis pratiğinde bir parti anlamında bir ayrım yapılacağına ve yapıldığına inanmak istemem, böyle de algılanmasını da istemem, böyle bir kasıt olmadığına da inanırım, düşünürüm.

Dediğim gibi Sayın Meclis Başkanı, bunu, İç Tüzük’ün ve Anayasa’nın kendine emrettiği kurallar çerçevesinde değerlendirmektedir. Bu konu sizin açınızdan bir sorun ise eğer, Meclis Başkanıyla elbette bu konuyu görüşebilirsiniz. Çalışma ekonomisi açısından ben görüşmelere devam edeceğim. Siz bu süre içinde veya daha sonraki bir zaman diliminde burada dile getirdiğiniz sorunları Meclis Başkanımızla paylaşabilirsiniz. Talepleriniz kayda da geçti zaten. Sanıyorum hasıl olan amaca ulaşılmıştır kayda geçmesiyle diye düşünüyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkanım, hayır.

BAŞKAN – Buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Şimdi, biz bu konuda Meclis Başkanıyla görüşmeler yaptık zaten. Başkanlık Divanında da bu konu, Başkanlık Divanı üyesi olan vekillerimiz tarafından dile getirildi. Ancak bu konuyla herhangi bir ileriye doğru gidişle ilgili olumlu bir gelişme yaşanmadı. Yani neredeyse HDP’nin vermiş olduğu her soru önergesi veya araştırma önergesi artık iade edilecek bir noktaya geldi.

Şimdi, ben size açık cümleleri okuyorum, hani İç Tüzük ve Anayasa gerekçesine dayandırıyorsunuz ya: “Bu yasaklar sırasında 78 sivil yurttaş yaşamını yitirmiştir.” Bu cümlenin neresi İç Tüzük’e aykırı, neresi Anayasa’ya aykırı. Ya da demin, yine okuduğum “Sivil yurttaşların yaşam hakkı ihlal edilmiş.” Bugün reddettiği bir gerekçede “Kolluk güçleri ve mülki amirler ambulansa izin vermemiştir.” ibaresi geçtiği için bir gerekçe oluşturuyor. İç Tüzük’e ve Anayasa’ya dayanmayan, kendi kişisel görüşlerine dayanan bir iade durumu söz konusudur.

BAŞKAN – Anladım Sayın Baluken, bunları söylediniz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Dolayısıyla, bunu netliğe kavuşturmanız lazım.

BAŞKAN – Bunları söylediniz biraz önceki konuşmanızda ama siz de gayet iyi biliyorsunuz ki şu anda Meclisi, Genel Kurulu yönetme durumunda olan şahsımın yani benim, Meclis Başkanlığı tarafından iade edilen araştırma önergesi ve genel görüşme talepleri konusunda yapabileceğim bir işlem yok şu anda.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Biz talebimizde ısrarcıyız Sayın Başkan. Eğer tutumunuzda bir değişiklik olmazsa usul tartışması açacağım.

BAŞKAN – Tutumumda bir değişiklik yok çünkü benim yapabileceğim bir işlem yok.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – O zaman tutumunuz hakkında usul tartışması açılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Zaten bunun için, usul tartışması açmak için herhâlde beni bir işlem yapmaya zorladınız ama İç Tüzük’le ilgili olarak bu konuda benim yapabileceğim herhangi işlem olmadığını siz de gayet iyi biliyorsunuz. Tabii ki usul tartışması açarım bu konuda ama usul tartışmasına yer olduğunu da düşünmüyorum.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Lehte…

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Lehte…

OKTAY VURAL (İzmir) – Lehte…

BAŞKAN – Lehinde, Sayın Vural.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Lehte…

BAŞKAN – Lehinde, Sayın Bostancı.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Aleyhte…

BAŞKAN – Aleyhte, Sayın Altay.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Aleyhte…

BAŞKAN – Aleyhte, Sayın Baluken.

Usul tartışması açtım.

Lehte ilk konuşma Sayın Oktay Vural’a ait. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz, üç dakika süreniz var.

IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, HDP Grubunun soru, araştırma ve genel görüşme önergelerinin Meclis Başkanlığınca iade edilmesiyle ilgili bir işlem yapmamasının İç Tüzük hükümlerine uygun olup olmadığı hakkında

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, bu usul tartışmasına aslında bakıldığında, sizin yaptığınız bir uygulama söz konusu değil. Eğer Danışma Kuruluna müstenit olan bir araştırma konusuyla ilgiliyse ki daha önce bizde oldu, bu Danışma Kuruluna getirdiğimiz ve görüşülmesini istediğimiz araştırma önergemizi iade ettiği için Danışma Kurulu önerimiz havada kalmıştı. Bunun üzerine bir usul tartışması açmak durumunda kalmıştık ama burada Başkanlığın yapacağı ilave bir işlem yok. Bu durumda bu işlemlerle ilgili Meclis Başkanlığının iradesi söz konusu. Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemi ya da sizin bu gündemle ilgili bir konuyu öne almak ya da geriye bırakmak gibi hususlarla ilgili bir işlem yapmadığınız için, açıkçası sizin bu konuda -bu tutumun- karar verebilecek durumda olmadığınızı ifade etmek istiyorum. Bu konuda müspet bir tavır içinde olsanız ne yapacaksınız, elinizde hangi imkân var? Dolayısıyla bu, hukuken imkânsız bir süreç. Bu usul tartışması sonucunda hangi yanlışı göreceksiniz, nasıl düzelteceksiniz? Bunu yapmanız mümkün olmadığına göre, usul tartışmasının açılmasının gerekli olmadığı kanaatindeyim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Aleyhte olmak üzere, Sayın Baluken’e söz vereceğim.

Süreniz üç dakika, buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, burada ifade ettiğimiz konu son derece önemli bir konu. Yani, bir siyasi partinin bütün araştırma önergelerini, soru önergelerini sudan gerekçelerle bir Meclis Başkanı eğer reddediyorsa, o siyasi partinin denetim görevine doğrudan müdahale ediyorsa bu durumun mutlaka düzeltilmesi gerekir. Nitekim, ifade ettiğim gibi, hem kendisiyle yapılan kişisel görüşmelerde hem de Başkanlık Divanında bu konu gündeme getirildiğinde yani bize vermiş olduğu tatmin edici bir yanıt yok. Burada okuduğum cümlelerin hangisinin İç Tüzük’e ve Anayasa’ya aykırı olduğuna dair bize iletilmiş olan bir geri dönüş yok.

Burada içinizde bulunan herhangi bir milletvekili de çıkıp işte “Bu yasaklar sırasında 78 sivil yurttaş yaşamını yitirmiştir.” cümlesinin İç Tüzük’e ve Anayasa’ya aykırı olduğunu düşünüyorsa, böyle bir bilgiye sahipse onu da dinlemeye hazırız. Ama burada Meclis Başkanı tamamen ideolojik davranıyor, Meclis Başkanı olduğunun bilincinde değil. Parlamento Dergisi’ne röportaj vermiş manşetten, yeni anayasanın başkanlık sistemine dayanması gerektiğini söylüyor. Böyle bir şey olabilir mi? Anayasa Uzlaşma Komisyonunda çalışmaların başında olan kişi, bir siyasi partinin anayasa teklifiyle ilgili doğrudan görüş belirten bir konuya değiniyor.

Diğer taraftan, bizim HDP Grubu olarak, HDP milletvekili olarak sahada yaşadığımız sayısız sorun var, hepsini kendisine ilettik. Ayrımcı yaklaşımlar var, parti olarak neredeyse artık hiçbir görevimizi yapamayacak durumla karşı karşıya olduğumuz bir ayrımcılık var ama hiçbiriyle ilgili bir tutum geliştirmiyor.

Bakın, altı ayı aşkın bir süredir vekillerimiz cezaevlerine gidemiyorlar. Utanç verici bir durum. Yani, CHP’den, MHP’den, AKP’den herhangi bir milletvekili bir cezaevini ziyaret etmek istediği zaman ona onay çıkıyor, HDP’den bir milletvekili cezaevlerine gitmek için başvurduğu zaman dilekçelere cevap verilmeyecek şekilde reddediliyor. Meclis Başkanına iletiyoruz “İlgili bakanlarla görüşüp niye bu durumu düzeltmiyorsun?” diyoruz ama maalesef, ortada, Meclis Başkanlığının taşıdığı ağırlığa denk düşecek, tarafsızlığa denk düşecek hiçbir tutum yok. Milletvekillerimiz darbediliyor, öldürücü müdahalelere maruz kalıyor, evleri basılıp, işte, orada yaşam hakları tehdit ediliyor, Meclis Başkanına iletiyoruz, hiçbir gelişme yok. Dolayısıyla, bunlarla ilgili durumun düzeltilmesi açısından burada ifade ettik. Doğru olan yaklaşım da Başkan, sizin oturuma ara verip Meclis Başkanından bilgi almanız, HDP ve Genel Kurulu bu konuda bilgilendirmenizdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Umarım ki bu tutumunuzu değiştirirsiniz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Tutumumun lehinde Sayın Naci Bostancı konuşacak.

Buyurun Sayın Bostancı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; esasen sizin yönetiminize ilişkin herhangi bir problem yok, bu çerçevede 63’e göre bir usul tartışması açılması manasız. İç Tüzük’ün 67’nci maddesine göre, Sayın Başkan kendisine gelen, Meclise intikal eden önergelere ilişkin bir düzenleme yetkisine sahip, bu yetkisini de kullanmış. Bu yetkisini sistematik bir şekilde HDP'nin önergelerine karşı kullandığı iddiası boşlukta bir iddiadır çünkü her gün sizin önergelerinizi burada dinliyoruz, her gün dinliyoruz Sayın Baluken, her gün burada sizin önergeleriniz üzerine tartışıyoruz. Dolayısıyla iddianız ile Meclisin her günkü zabıtları ve gündemi çelişiyor.

İkincisi: Egemenlik kayıtsız şartsız milletin. Elbette milletin ve burada Meclis o millet iradesini temsil ediyor ama bu şu anlama gelmiyor: Aklımıza estiği gibi davranırız, aklımıza estiği gibi burada uygulamalar yaparız. Öyleyse Anayasa niye var, İç Tüzük niye var, yasalar niçin var?

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Söylenenlerin hangisi Anayasa’ya aykırı?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Yasalar bir irade kullanılırken kim kullanırsa kullansın o iradenin nasıl şekilleneceğine ilişkin kuralları gösterir, elbette kurallar olacak. Eğer son zamanlarda sizin önergelerinize ilişkin bir problemin ortaya çıktığını düşünüyorsanız bunu biraz da Meclisteki dilinize, önergelerinizin içeriğine, burada kullandığınız üsluba ilişkin bir problem var mı diye düşünmeniz uygun olur. Şimdi gelip buraya “AKP’nin dayattığı savaş konsepti…” diye başlarsanız bir kere ben bunu şiddetle reddederim, bunu bir eleştiri olarak da görmem. Çünkü, bu açıktan açığa, sanki PKK’ ile AK PARTİ karşılıklı siyasi rekabet içerisinde “Ey AK PARTİ’ye karşı olan muhalifler, siz de safınızı belirleyin.” diyen bir çağrıdır. Burada açıkça yaşanan, terör örgütünün bu millete Kürt’üyle, Türk’üyle meydan okumasıdır ve bu meydan okumaya karşı bu devlet elbette cevap verecektir. Ne adına? Millet adına. Cevap veren bu devlet, sizin de çeşitli suçlamalarınızla karşılaşan bu devlet sizin de bir parçası olduğunuz, burada temsil ettiğiniz devlettir. O bakımdan benim HDP’ye tavsiyem -birbirimize tavsiyelerde bulunuyoruz ya- kendinizi o çukurların arkasına atmayın. Türkiye'nin başka yerlerine de açılın, söylediğiniz sözler milyonlarca insan tarafından nasıl anlaşılıyor, lütfen buna da biraz dikkat edin Türkiyelileşme iddianız hâlen varit ise, geçerli ise.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Usul tartışması bitsin, vereceğim söz size.

Aleyhte Sayın Altay, buyurun.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Yani Meclis Başkanının aleyhinde, sizin değil.

Geçti mi tutanaklara?

OKTAY VURAL (İzmir) – Ama Meclis Başkan Vekilinin uygulamalarıyla alakalı.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Buyurun.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Baluken’in müşteki olduğu konu bizim de defaatle Meclis Başkanlığına hem söz hem yazılı olarak başvurduğumuz konulardan.

Buradaki herkesin, Meclis Başkanı da buna dâhil, orta yerdeki Anayasa’ya ve İç Tüzük’e uyması gerekir. Kimse kaynağını Anayasa’dan almadığı bir yetkiyi de kullanmaya kalkmamalıdır hangi koltukta oturursa otursun. Şimdi, bizim de geçmişte Meclise verdiğimiz bazı araştırma önergeleri -Meclis Başkanının kendisinin de baktığına inanmıyorum- Meclis bürokratları tarafından, Kanunlar tarafından şu veya bu sakıncalarla, çekincelerce -sakıncadan çok çekinceyle- sanıyorum Başkana getiriliyor, Başkan da bir koruma güdüsüyle belli tasarruflarda bulunuyor. Geçmiş zamanda da geçmiş başkanlarda da bunun örneğini çok gördük ama bu Sayın Başkan da bu örnek pik yaptı, had safhaya çıktı.

Buradan Sayın Başkana bir tavsiyem var. Sayın Başkan bir koruma güdüsü içine girecekse -ki bu olabilir- Sayın Başkanın koruma güdüsü içinde hareket edeceği iş hukukun üstünlüğüyle ilgilidir, insanın ve milletin menfaatiyle ilgilidir. Sayın Başkanın, Hükûmeti, Cumhurbaşkanını, hatta -ne söylediğimi bilerek söylüyorum- devleti koruma iç güdüsüne girmesine gerek yok.

Bu kürsü özgür bir kürsüdür. Kürsü masuniyeti diyoruz, kürsü dokunulmazlığı diyoruz. Şu var şimdi, uygulamada şu oluyor: Kürsüde her şey serbest, yazılı olan araştırma önergesi, soru önergeleri bir denetime sahip. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının görevleri İç Tüzük 14’te tanımlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri de Anayasa 87’de tanımlanmıştır. Kimse işgüzarlık yapmasın. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanın yaptığı, açık söylüyorum, bir işgüzarlıktır. Buna hakkı da yoktur, haddi de yoktur. Ben bir araştırma önergesi vererek, bir soru önergesi vererek bir konuyla ilgili, bir yetkiliyle, bir makam işgal eden biriyle ilgili laf ederim. “Efendim 138.” Bu 138’i de herkes kafasına göre yorumluyor. 138’i herkes iyi okusun. 138 sadece yargı yetkisinin kullanılmasıyla ilgili bir tahdit getirmiş. Yoksa bir konu mahkemelik oldu diye bu konuda herkes ağzına fermuar çekecek değil.

Bu vesileyle şunu da söylemem lazım: Bu Parlamentoda bir uygulama birliğine de ihtiyaç var. Her oturumu yöneten Meclis başkan vekilinin kendi kafasına göre, kendi perspektifine göre Genel Kurulu -sizin için söylemiyorum bunu- bir sevk ve idare yetkisi yok.

“60’a göre söz” meselesi, çok tatsız bir hâl almıştır. Bir başkan vekili 50 kişiye söz verirken bir başkan vekili hiç kimseye söz vermemektedir. Elbette bu konudaki tasarruf oturumu yöneten başkan vekiline aittir ama bu konuda bir orta yol bulunamaz mı? Burası milletin Meclisi. Milletin vekilleri gelmiş, burada, memleketin dört bir yanındaki yangınla ilgili, şikâyetle ilgili, sıkıntıyla ilgili derdini Hükûmete anlatacak Hükûmeti bulabilirse. Hükûmeti de Mecliste bulmak mümkün değil. Hükûmeti de Parlamentoya daha saygılı olmaya davet ediyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Size sataşmadan dolayı…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, Sayın Bostancı konuşması sırasında bizim bütün önergelerimizin, konuşmalarımızın İç Tüzük’e, Anayasa’ya aykırı olduğunu burada bizzat müşahede ettiğini söyleyerek sataştı. Ona cevap vereceğim.

BAŞKAN – “İç Tüzük’e aykırı” demedi de...

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Öyle dedi, onu kastetti.

BAŞKAN – “Burada konuşuyorsunuz zaten, anlatıyorsunuz her şeyi.” dedi.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – “Zaten biz de tanıklık ediyoruz.” dedi.

BAŞKAN – Buyurun, iki dakika verelim.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın usul görüşmesinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biz önergeye ne yazacağımıza, burada nasıl konuşacağımıza Sayın Bostancı’dan ya da AKP’li yetkililerden müsaade alarak karar verecek değiliz. Öyle olmuş olsaydı herhâlde aynı siyasi partide olurduk. Tam tersine, burada ifade ettiğimiz bütün o konuşmaların tamamını, belli ölçüde, demokratik geleceğimizle ilgili, halklarımızın bir arada yaşamasıyla ilgili duymuş olduğumuz kaygıdan dolayı son derece hassasiyetle ortaya koyuyoruz.

“AKP’nin savaş konsepti” demişiz, rahatsız olmuşsunuz. Yalan mı?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Yalan.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – İki buçuk yıl boyunca biz çözüm süreci masasında bu ölümlerin tamamını engellemedik mi? Çatışmalardan kaynaklı tek bir ölüm o süreç içerisinde yaşandı mı? Peki, o çözüm süreci masasında, eğer resmî müzakerelere geçilirse, bir izleme heyeti adaya geçerse bir hafta içerisinde kırk yıllık çatışma bitecek şeklinde anlaşmış mıyız? Devletin kayıtlarına bakabilirsiniz. Ama bir hafta barışa uzak bir mesafedeyken birisi çıkıp “İzleme heyeti olmaz.”, “Masa yok.”, “Taraf yok.”, “Çözüm yok.”, “Kürt sorunu yok.” deyip sonra kamuoyuna ifşa edilen çöktürme planlarını sahaya sürerse bunun adı nedir? Savaş konseptidir işte. Öyle, terörle mücadele söylemleriyle halkı kandıramazsınız.

Bakın, üç gündür burada ifade ediyoruz, Bodrum’da bekleyen yaralı ve cenazelerin hastaneye nakli bir terörle mücadele konusu mudur? Böyle bir şey var mı? Sosyal hukuk devletiyseniz yapmanız gereken şey bellidir, hastaneye taşırsınız, soruşturmalık olanı soruşturursunuz. Ama burada, mevzuatı bir kenara bırakın, mevzuatı takmayın, biz rejimi değiştirdik, peşinden Anayasa gönderin diyen bir zihniyet varsa kusura bakmayın, burada mevcut konseptin adı da tam da bahsettiğimiz savaş konseptidir, Kürt halkına karşı yapılmış bir savaş konseptidir.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bostancı, buyurun.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın konuşmacı, AK PARTİ’yi Kürt halkına karşı savaş konsepti içinde bir iktidar olarak tanımlamıştır, bu açık bir sataşmadır.

BAŞKAN – Buyurun, iki dakika…

4.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; insaf ve vicdan gerekir. Türkiye’de kimlik, kültür meselelerini demokratik ve özgürlükçü bir zeminde çözmek için siyasi risk adına ne varsa bunu göze alarak siyasetinin en temel kuralı şeklinde sahaya çıkan AK PARTİ’dir. Daha önce hiçbir siyasi grup, hiçbir siyasi çevre buna cüret edememiştir. Yeter ki rızaya dayalı bir şekilde bu ülkede birlik ve kardeşlik olsun, her şey demokratik zeminde konuşulsun, her şey demokratik bir şekilde teşekkül eden iktidar ilişkileri üzerinden, Meclis üzerinden yürüsün; AK PARTİ’nin durduğu yer burasıdır. Evet, çok çeşitli girişimler oldu, nihayet 2013’ten sonra, o siyasi ilişkileri de üstlenen birisi diye hitap ettiğiniz kişi “Değil kolumu, gövdemi koyarım.” diyerek bu işin öncülüğünü yaptı Sayın Baluken, biliyorsunuz.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Şimdi ne yapıyor?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Böylesine yapan bir insan, böylesine yapan bir siyaset, bir anlayış eğer temmuz ayında bu terörist kalkışma karşısında, devletin kudreti marifetiyle halka, bu ülkeye yönelik bu tehdidin karşısında duruyorsa sorulması gereken soru şudur: 2013’te siyasi risk üstlenerek çözüm sürecini başlatanlar hangi tehdit ve tehlikeyi görerek şimdi bu yönteme müracaat etmek durumunda kaldılar? Haklı, haysiyetli, doğru soru budur.

AK PARTİ milletle kucaklaşmaya devam edecek. Bu millete, Kürt’üyle, Türk’üyle meydan okuyan teröre karşı da gereken cevabı verecektir.

Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Vural…

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, aslında, tabii, terörle mücadele bir siyasi partinin yürüttüğü mücadele değildir; açıkçası, siyasi çözüm arayışlarının kirlettiği il ve ilçelerimizi temizlemek için devletimizin güvenlik güçlerinin yürüttüğü bir mücadeledir.

Haysiyetli bir soru daha sormamız lazım: Bu terör örgütü bu ilçelere, bu illere gelirken, hendekleri kazarken, bu kadar silahı, bu kadar kurşunu getirirken, valilere “Operasyon yapmayın.” talimatı verenler ya da bu süre içerisinde bu silahları görmezden gelenler bu haysiyetli soruyu aynaya bakarak kendilerine sorması gerekmiyor mu? Ben de bu haysiyetli soruyu bütün milletim adına soruyorum. Hiç olmazsa bu sorunun da kendilerine yöneltilmesi gerekir. Türkiye’de terörle mücadeleyi kimse bir halka yönelik mücadele değil, aksine, o yöredeki halkı bizar eden terör örgütüne karşı devletin egemenliğini, milletin egemenliğini kullanarak meşru bir şekilde kamu düzenini sağlamaya, aziz milletimizin ve devletimizin birliğini, bütünlüğünü korumaya yönelik bir mücadele olduğunu ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Baluken, şu işlemimi bir bitireyim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, sataşma var da. Sayın Bostancı, yaptığım konuşmanın insaf ve vicdandan yoksun olduğunu ifade etti. Çok ağır bir sataşma, ona cevap vereceğim.

BAŞKAN – Buyurun, iki dakika…

Lütfen başka sataşmalara neden olmayınız, işlemi bitireceğim çünkü.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – “İnsaf ve vicdan gerekir.” dedim, “yoksun” demedim.

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sizin insafınız Cizre’deki bodrum katlarının enkazı altında kaldı, vicdanınız da yine o enkazların altında duruyor. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir ülke, hiçbir devlet bir bodrum katında mahsur kalmış olan insanları hastaneye nakletmeyle ilgili on sekiz gün boyunca, on gün boyunca canlı yayınla diri diri ölüme gönderecek bir süreci yürütmez, böyle bir işlemi kabul etmez. Dolayısıyla, bu tablo ortadayken, demin ifade ettim, 3’üncü bodrumun haberi bize gelmişken, o insanlar can çekişiyorken buraya gelip bize insaftan ve vicdandan bahsetmeyin; o insafınızı ve vicdanınızı Cizre’nin orta yerinde, enkaz altında bıraktınız.

NİHAT ÖZTÜRK (Muğla) – Çukur kazanlara söyleyin onu.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Biz tabii ki iki buçuk yıllık süre içerisinde bu kürsüden her konuştuğumuzda, bugün en ağır eleştirdiğimiz siyasi liderlere de teşekkür ettik, “Allah razı olsun.” dedik. Niye o doğrudan bu yanlışa gelindiğini sorguladık. Bugün de aynı noktadayız.

Bakın, çok merak ediyorsanız söyleyeyim yani. Bu süreci, masayı bozmasının, masayı tekmelemesinin iki sebebi var. Birincisi: HDP parti olarak seçime girmeye karar verdi, başkanlık yolu kapatıldı. “Seni başkan yaptırmayacağız.” söylemi çözüm masasının devrilme gerekçesi yapıldı.

NİHAT ÖZTÜRK (Muğla) – Sizin elinizde mi yani? Sizin elinizde mi başkan yaptırmamak? Sen mi karar vereceksin başkan olup olmayacağına?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – İkincisi ise Suriye’deki denklemde Kürtlerle ilgili, Kürtlerin statüsüyle ilgili Rojava’da olumlu gelişmeler yaşandı. İki tane temel sebebi var, hiç öyle uzaklara falan gitmenize gerek yok. Bir siyasi partinin en doğal hakkı olan, parti olarak seçime girmesi ve karşıt olan bir siyasi partinin projesiyle ilgili net bir siyasi tutum ortaya koyması eğer bir barış sürecinin pazarlığı hâline getiriliyorsa orada sorunlu bir yaklaşım var demektir, orada barışla ilgili bir samimiyet yoktur demektir diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Baluken’in “’Seni başkan yaptırmayacağız.’ dediği için bu işler başladı.” iddiasını şiddetle reddediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Başbakan diyor, ben demiyorum.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Başbakan söyledi.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Davutoğlu diyor, iki gün önceki açıklaması. Yalçın Akdoğan diyor, biz demiyoruz. Siz kendi siyasetçilerinizi takip edin.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Sayın Baluken…

IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER (Devam)

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, HDP Grubunun soru, araştırma ve genel görüşme önergelerinin Meclis Başkanlığınca iade edilmesiyle ilgili bir işlem yapmamasının İç Tüzük hükümlerine uygun olup olmadığı hakkında (Devam)

BAŞKAN – Biraz önce bir usul tartışması yaşadık. Ben bununla ilgili olarak tutumumda ısrar ediyorum. Meclis Başkanıyla her zaman görüşme olanağına sahipsiniz, bununla ilgili bir ara vermeyi düşünmüyorum.

Yalnız, söylemek istediğim iki nokta var. Bunlardan bir tanesi, İç Tüzük’ün 63’üncü maddesi usul tartışmalarını düzenlemektedir. Ne deniliyor? “…gündeme veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma usullerine uymaya davet, bir konuyu öne alma veya geriye bırakma gibi usule ait konular, diğer işlemlerden önce konuşulur.” deniliyor.

Şimdi, bazı talepler oluyor burada, grupların talepleri oluyor. Bu taleplerde, Genel Kurulu yöneten Meclis başkan vekilinin İç Tüzük’ten kaynaklanan herhangi bir yetkisi yok. Meclis başkan vekili bunu söylediği zaman da bu tutumdan dolayı usul tartışması açılıyor. Kanımca, bu anlamdaki usul tartışmaları bu maddenin ruhundaki samimiyetle bağdaşmıyor, bunu belirtmek isterim.

Bir şeyi daha söyleyeceğim Sayın Altay’a: Evet, bir uyum sağlamamız gerekiyor Meclis başkan vekilleri. Bunu tam düşündüğüm sırada dile getirdiniz. En yakın zamanda bunu halletmeye çalışacağım. Ben girişim yapacağım bu konuda.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Kalp kalbe karşıdır Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şimdi, Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, Halkların Demokratik Partisinin Danışma Kurulu önerisi 9 Şubat tarihinde verilen 967 sıra numaralı bir araştırma önergesi.

BAŞKAN – Evet.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ben bu araştırma önergesini istedim ama bana gelen 984; 10 Şubat 2016 tarihli araştırma önergesi. Dolayısıyla bu konuda müstenit olan araştırma önergesi hangisidir? 984; o 10 Şubat 2016, burada gündeme getirilmesi istenen 967; 9 Şubat.

BAŞKAN – Orada bir düzeltme yapılmış, paraflı bendeki örnekte Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bende yok.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Bendeki 966; 3 tane oldu.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sizde 966, burada “967” diyor, bende 984 var.

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Bizde de öyle.

BAŞKAN – Bende de 984 var. Bu düzeltilmiş, 9 Şubat “10 Şubat” olarak, paraflı olarak imzalanmış Sayın Vural. Benim elimdeki metin de bu.

OKTAY VURAL (İzmir) – Danışma Kurulu önerisinde mi?

BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisi, evet.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bizde öyle bir şey yok efendim. 9 Şubat, 967 yazıyor orada. 967 değiştirilmiş mi?

BAŞKAN – Benim elimdeki paraflıda 984 sıra numaralı var, paraflı.

OKTAY VURAL (İzmir) – 984 o zaman bu. 984 mü, 967 mi, 966 mı? Çünkü biz buna göre konuşacağız da.

BAŞKAN – Fotokopide çıkmamış. Fotokopisi de burada Sayın Vural, fotokopisi de burada.

OKTAY VURAL (İzmir) – Anlıyorum. Bizde yok efendim o.

BAŞKAN – Buyurun, inceleyebilirsiniz benim elimdekini.

OKTAY VURAL (İzmir) – O zaman 984’se…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Bize de bir tane yollayalım Sayın Başkan, bizde de yok.

BAŞKAN – 984, 10 Şubat 2016. Tamam?

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, tamam.

BAŞKAN – Tamam. Fotokopisi de aslı da burada, bakabilirsiniz istediğiniz zaman.

Buyurun.

X.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, 9/2/2016 tarihinde Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ve arkadaşları tarafından, “Cizre’nin Madımak’ı” olarak tanımlanan olayın araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 10 Şubat 2016 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 10/2/2016 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                      İdris Baluken

                                                                                                                        Diyarbakır

                                                                                                                 Grup Başkan Vekili

Öneri:

9 Şubat 2016 tarihinde Şırnak Milletvekili Sayın Faysal Sarıyıldız ve arkadaşları tarafından verilen (984 sıra numaralı) "Cizre'nin Madımak'ı” olarak tanımlanan olayın araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırma önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere, bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 10/2/2016 Çarşamba günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin lehinde ilk konuşmacı İstanbul Milletvekili Sayın Hüda Kaya.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HÜDA KAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın vekiller; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bugün 10 Şubat, Ankara katliamında kaybettiğimiz değerli dostlarımızın, arkadaşlarımızın dördüncü ayı. Hepsini rahmetle anıyorum.

Sayın Başkan, sayın vekiller; yine, daha önce de grup başkan vekilimizin de belirttiği gibi, acil bir bilgi olması hasebiyle Cizre’den ikinci bodrum vahşetiyle ilgili bir bilgiyle başlayacağım.

“Cizre’de yeni bir vahşet bodrumu daha ortaya çıktı.” Bu bir son dakika haberi. Okumuş olmalısınız ama burada tekrar edeceğim, paylaşacağım. “Sur Mahallesi’nde bulunan bir evin bodrumunda mahsur kalan yaklaşık 50 kişiden 20-25 kişinin devlet güçlerinin saldırıları sonucu katledildiği öğrenildi. Sağ kalan diğer yaralıların da katledilmek istendiğine dair bilgiler geliyor. Olay, söz konusu bodrumda mahsur kalan kişilerden biri olan HDP Milas eski İlçe Eş Başkanı Derya Koç’un babasını telefonla arayarak haber vermesiyle ortaya çıktı. Koç’un aradığı babasına ‘Şu anda burada mahsur kalan 20-25 kadar arkadaşımızı yakarak katlettiler. Diğerlerini de infaz etmeye çalışıyorlar.’ dediğini öğrenmiş bulunuyoruz.”

Hani çözüm sürecini, masaya bir tekme attıktan sonra “Çözüm sürecinin artık belgeselini çekerler.” diyenler, evet, bu vahşet bodrumlarının belgeseli çekilecek ama sizlerin bu yüz karası zulümlerinin de belgeseli tarihe bir kayıt olarak düşecek.

Daha önceki hitaplarında da konuşmalarında da uyardığımı hatırlıyorum; saltanat hırsınıza, iktidarda kalma savaşınıza lütfen artık Allah’ı ve Kur’an’ı alet etmeyin arkadaşlar.

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Ölen askerlerimizi ne yapalım…

HÜDA KAYA (Devamla) – Bugün Kürt halkının Filistin’den, Türkiye Cumhuriyeti’nin de iktidarın dostumuz olarak ilan ettiği İsrail’den bir farkı olmadığını görüyoruz. Yaşanan savaş, katliamlar, gasbedilen haklar, yalanlar, mazeretler, gerekçeler, psikolojiler, toplumsal refleksler bire bir, aynen yaşanmaktadır. Yaşanan savaş, Türkiye toplumu İsrail toplumu gibi hissizleştirilmeye, duyarsızlaştırılmaya çalışılıyor; sahte, küçük, basit gerekçelerle çocukların katliamına bir mazeret olarak görme vicdansızlığına mahkûm edilmek isteniyor. Gerçekten, bir kez daha ortaya çıkıyor ki Türkiye toplumu için bir, bütün Orta Doğu halkları için İsrail’den daha büyük bir tehdit vardır, o da İsrail’leşmedir. İktidar İsrail’leştiği için bugün İsrail’e “dostumuz” diyebilme durumuna gelmiştir.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Hüda Hanım, yapmayın Allah aşkına! İnsan vicdanını bu kadar askıya almaz yani yapmayın.

HÜDA KAYA (Devamla) - Bir kez daha vurguluyorum ki Kürt illerindeki sorun ne terördür ne hendektir ne operasyonlar ne savaştır; hak sorunu vardır, insanlık sorunu vardır, gasbedilen haklar sorunu vardır; örgüt de hendek de savaş da sadece sonuçlardır. Saltanat savaşını İslam’a yamamaya çalışan iktidar İslam için değil, İslam’a karşı bir savaş yürütmektedir.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Zerre kadar vicdanınız varsa bu konuşmayı yapmazsınız.

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Başörtüsü mücadelesi verdiğiniz günleri unuttunuz mu?

HÜDA KAYA (Devamla) - “Allah sizi barışa çağırıyor.” diyor Kur’an, İslam zaten barış demektir; vatan, bayrak, saltanat yoktur Kur’an’da.

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Başörtüsüyle kürsüde konuşup sonra devleti suçluyorsunuz.

HÜDA KAYA (Devamla) – “Vatan, millet, devlet, saray, saltanat, iktidar” gibi İslam dışı kavramların mücadelesini verenler mi dinden, imandan bahsedebilir; yoksa “hak, adalet, barış, özgürlük” kavramlarıyla, tamamı Kur’ani kavram olan bunlarla mücadele edenler mi haktan bahsedebilir? Artık bu din sömürüsüne bir son vermenin zamanı geldi, geçiyor. Ya, hodri meydan diyorum arkadaşlar, Kur’an hakem olsun burada.

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Hodri meydan!

HÜDA KAYA (Devamla) - “Müslüman’ım.” diyen, “Referansım Kur’an.” diyenlere sesleniyorum: Kur’an hakem olsun; kimin gerçekleri, sözleri, referansları meşrudur, haktır, tartışalım, görelim. DTK’nın sonuç bildirgesiyle ilgili saldırdığınız günlerdeki o konuşmamda da ifade etmiştim; bu taleplerden, isteklerden, beyanlardan tek bir tanesine karşı hak olmayan, meşru olmayan bir delil gösterin demiştim ve ben de size hak vereyim dedim, yanlış yoldayız diyelim dedim ama bir tane gösteremiyorsunuz, sadece “yalan” diyebiliyorsunuz. Bu hak ve meşru olan beyana, taleplere saldıran hakka ve barışa saldırmış olur. Hak da barış da Allah’ın ismidir, bunu sizler de biliyorsunuz. Barış isteyenlere savaş açmak, Allah’a savaş açmaktır. Anlayın bunu.

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Yanlarında neden silah var, neden?

HÜDA KAYA (Devamla) - Bugün, muhafazakârlarından dindarına, İslamcısına, Türkiye İslami camiasının anlaması gereken çok acı gerçekler vardır ey İslamcı arkadaşlarım. Türkiye kurucu rejimleri, güçleri tarafından; Ergenekoncular, darbeciler tarafından kullanılır hâle geldiniz hepiniz.

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Sen, sen?

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – İki tarafı da kullanıyorsun. Sen kim tarafından kullanılıyorsun Hüda Hanım, ona cevap ver?

HÜDA KAYA (Devamla) - 28 Şubatın yıl dönümü geliyor. Herkes 28 Şubat mağduriyeti edebiyatı etmeye başlayacak. Arkadaşlar, “28 Şubat bin yıl sürecek.” diyenler haklı çıktı.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Yazıklar olsun, başka bir şey demiyorum sana. Sana yazıklar olsun!

HÜDA KAYA (Devamla) - Bugün 28 Şubatlar hâlâ devam ediyor ve siz bu darbecilerin maşası hâline geldiniz.

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – 28 Şubat devam etse siz orada konuşamazdınız.

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – Sana yazıklar olsun! Yazıklar olsun sana, başka bir şey söylemiyorum.

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Siz bizim sayemizde oradasınız.

HÜDA KAYA (Devamla) – Bugün, darbeciler, Ergenekoncular, İslami camiayı kullanarak gerçek darbelerini gerçekleştirmişlerdir. Bugün gelip Mecliste konuşmak dışında siyaset kanalları…

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) – İnsaftan ve vicdandan yoksun bir kadını dinlemeyeceğim.

HÜDA KAYA (Devamla) - …vekillere, partilere kapalı hâle gelmiştir.

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Hikâye anlat, hikâye.

HÜDA KAYA (Devamla) - Meclis işlevsiz hâle getirilmiştir. Sarayda Türkiye tarihinin tüm kirli, derin yapıları ittifak kurmuş ve Hükûmetinizi vitrine koyarak, kullanarak darbeyi meşrulaştırmışlardır.

Türkiye’nin din alimleri, kanaat önderleri, hoca efendileri saray istedi diye, çözüm süreci, barış iktidarın ve sarayın işine yarıyorken barış için hutbeler verdiler, fetvalar düzdüler. Şimdi ne yapıyorlar? İktidar ve saray savaş istiyor diye, Kur’an’ın en temel hakikatlerinden olan barış ve adalet, hakikat yok mu oldu? Yok mu olması gerekiyor? Çatışma yokken, kan akmıyorken barış demek hakkı haykırmak demek değildir, kahramanlık değildir, erdemlilik değildir. İçinde bulunduğumuz ülkede akıl almaz vahşetler yaşanıyorken, her gün bir katliam haberleriyle uyanıyorken barışı haykırmak, hakkı haykırmaktır. Budur kahramanlık, budur erdemlilik.

“Kadınların vatani görevi çocuk doğurmaktır.” diyenlerin vatani görev olarak çocukları katlettiği bir zamandayız, daha ne kadar susacaksınız?

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Bodrumdaki teröristleri kurtaramayınca herhâlde böyle konuşmalar yapıyorsunuz burada.

JÜLİDE SARIEROĞLU (Ankara) – Yazıklar olsun!

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın lütfen.

HÜDA KAYA (Devamla) – Evet, Kemal Bülbül’ün birkaç mısrasıyla bitireceğim.

“Kürdistan’da gezer cani gölgeler

Kimi “güneydoğu” kimi “bölge” der

Baran, Havin, Berfin hepsi bilgeler

Çocuğun kalbinde irfan vuruldu

 

Tarifi mümkün mü, bu nasıl acı

Adaletten öte yoktur ilacı

Bitkiyi, böceği, taşı, ağacı

Kökünü kazıdı, hayvan vuruldu

 

Cizre küle döndü, Nusaybin yandı

Direniş bitmiyor, cellât usandı

Nemrut bile şaşa kalıp utandı

Mehtap katledildi, nuran vuruldu

 

Aman dileme haaa uymaz yakarış

Surlara tırman da Amed’e karış

Ey bülbüli şeyda yıkıldı barış

Yürek diyorlar ya ordan vuruldu”

Saygılarımla. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin...

ADNAN BOYNUKARA (Adıyaman) – Beğeni aldınız sizi izleyenlerden.

HÜDA KAYA (İstanbul) – Bu gerçekler hepinizin yüzüne gelecek, karşı karşıya geleceğiz.

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Hiçbir zaman.

BAŞKAN – Sayın konuşmacı, lütfen karşılıklı konuşmayın.

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) – Dilsiz ol ama yalancı olma Hüda Hanım, hiç yakışmıyor.

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin aleyhinde ilk konuşmacı Konya Milletvekili Sayın Abdullah Ağralı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

NURSEL REYHANLIOĞLU (Kahramanmaraş) – Yalanlarla milleti kandırmaya çalışıyorsunuz.

HÜDA KAYA (İstanbul) – Evet, bu yalanı yüzünüze getirmek için, maskelerin farkına varmanız için sundum.

ADNAN BOYNUKARA (Adıyaman) – Yalancı olmayın!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...

HÜDA KAYA (İstanbul) – Yalanları ortaya döküyorum, yalanlarınızı ortaya döküyorum.

BAŞKAN – Sayın konuşmacı kürsüye geliyor sayın milletvekilleri.

HÜDA KAYA (İstanbul) – Keşke o yalanları fark edebilseniz.

BAŞKAN – Sayın Ağralı, buyurun, sizi dinliyoruz.

NURETTİN YAŞAR (Malatya) – Yalana Allah’ı alet etmek günahtır.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...

HÜDA KAYA (İstanbul) – Evet, Kur’an-ı alet etmeyin, Allah’ı alet etmeyin yalanlarınıza.

BAŞKAN – Sayın konuşmacı kürsüde, lütfen...

Buyurun.

ABDULLAH AĞRALI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP’nin Meclis araştırması aleyhine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, bugün Diyarbakır Sur’da şehit olan Seydişehirli hemşehrim Yüzbaşı Fatih Yaşar ve tüm şehitlerimize rahmet diliyorum; ailelerine, yakınlarına sabırlar diliyorum.

Bugün burada, yaklaşık iki aydır kamuoyunda yürütülen terörle mücadelede yaşananlarla ilgili bazı gerçekleri vermek istiyorum. Daha önce kendini İslam Balıkesir olarak tanıtan şahıs, 30 Ocak Cumartesi günü saat 07.21’de yaralıların olduğu iddia edilen bodrum katından aradığını söyleyerek Şırnak 112 Komuta Kontrol Merkeziyle irtibata geçmiş; şahıs ifadesinde, bulunduğu binanın bodrum katında 16 yaralının bulunduğunu, bunlardan 7’sinin durumunun ağır olduğunu, toplam 6 cesedin bulunduğunu ve bunun yanında sağlıklı 9 kişinin olduğunu belirtmiştir. Bu görüşmelerden sonra, 07.34, 07.42, 07.43, 08.05, 09.08 saatlerinde aynı kişiyle toplam 6 görüşme olmuştur. Bu görüşmeler üzerine Sağlık Bakanlığımız kriz masası oluşturmuş ve Sayın Şırnak Valisi, Cizre Kaymakamımızla telefon bağlantısı kurulmuş; Bakanlığımız kriz sorumlusu, Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yönetilen tüm süreç, konuşmalar 155 Polis Hattı, olay yeri görüntüleme ve insansız hava aracıyla kayıt altına alınmıştır. Bu süreç de HDP’li sayın milletvekili arkadaşlarımızın bilgisi dâhilinde yürütülmüştür.

Görüşmeler sırasında olduğu beyan edilen yaralıların toplu tahliyesine karar verilmiş, bölgeye 10 ambulans, 30 sağlık personelinin intikali sağlanmıştır. Yine, şeffaflık açısından 1 adet Şırnak Belediyesine, 1 adet Cizre Belediyesine ait hasta nakil aracı, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) üyesi 3 sağlık personeli gönüllülük esasıyla sürece dâhil edilmiştir.

Sabah 07.21’de başlayıp akşam 15.30’a kadar süren bu süreçte tüm güvenlik ve sağlık önlemleri alınmış, yaralıların tahliye olmaması için hiçbir gerekçe bırakılmamıştır. Olay yerine 10 adet 112 ambulansı, 30 kişilik sağlık ekibi, 1 adet helikopter ambulans, 1 adet uçak ambulans görevlendirilmiş; Cizre Devlet Hastanesi, Şırnak Devlet Hastanesi bölge devlet hastaneleri ile Ankara merkezdeki devlet hastaneleri hazır hâlde tutulmuştur. Ayrıca, 1 adet 112 ambulansımız ve Şırnak Belediyesine ait 1 adet hasta nakil aracı iddia edilen adrese yaklaşık 150-200 metre mesafede sokağın girişine konuşlandırılmıştır. Bu ekiplerimiz yaralıların çıkması için yaklaşık altı saat beklemişlerdir. Tarif edilen bodrum katının önünde 3 mayınla tuzaklanmış barikatlar nedeniyle ambulansın bölgeye ulaşması engellenmiştir. Bu durum da yine HDP’li milletvekili arkadaşlarımızın bilgisi dâhilindedir.

HDP’li milletvekili arkadaşlarımız bodrum katında göçük olduğu iddiasıyla, Cizre Belediyesinden 2 görevlinin olay yerine gidip tespit yapmaları ve yardım etmelerini istemiştir. Cizre Belediyesinin görevlendirdiği 2 görevlinin ve onların yanında SES Sendikası üyesi 2 sağlık personelinin -kendilerinin gönüllü olmasına istinaden- tarif edilen adrese gitmelerine müsaade edilmiştir. Bu kişilere gidilecek yolun güvenli olmadığına ilişkin bilgilendirme yapıldıktan sonra eve gidip gitmeyecekleriyle ilgili karar için yaklaşık bir saat beklenmiştir. Kendi istekleriyle, olay yerinin güvenli olmaması kaygısıyla gitmeme kararı vermeleri üzerine bu süreçten vazgeçilmiştir.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Zaten uyardıktan sonra olay yerine…

ABDULLAH AĞRALI (Devamla) – Bunun üzerine, HDP milletvekilleri 3’üncü talep olarak 5 yaralının annesinin iddia edilen adrese gönderilmesini istemiştir. Bu kişilerin profesyonel sağlık hizmeti veya kurtarma hizmeti vermesinin mümkün olmayacağı açık olduğundan müsaade edilmemiştir.

Bu yönetilen tüm süreçte, var olduğu iddia edilen yaralıların tahliyesinin yapılması için devlet olarak tüm çabalar bütün şeffaflıkla gösterilmiştir. HDP milletvekillerine, ağır yaralılar gelmiyor ise hafif yaralılar veya sağlam oldukları söylenen kişilerin tahliye edilmesi önerilmiştir fakat onunla ilgili bir gelişme olmamıştır. Yaralı olduğu iddia edilen yerde verilen bilgilerin doğruluğundan emin olunmasa da bu kavşakta şu anda bir ambulans bekletilmektedir.

Sokağa çıkma yasağının başladığı 14 Aralık 2015 tarihinden itibaren Şırnak ilinde hasta hizmetleri, hastane hizmetleri büyük bir özveriyle gerçekleşmektedir ve bu konuda da sağlık hizmetlerini -bütün can güvenliklerine rağmen- yürüten bütün sağlık hizmet çalışanlarını, meslektaşlarımı tebrik ediyorum.

Şimdi, arkadaşlar, şunu söylemek lazım: Dünyanın neresinde acaba zırhlı ambulans vardır, bunu soruyorum. Dünyanın neresinde zırhlı ambulans yapma ihtiyacı doğar? Eğer bir ambulansa, sağlık çalışanlarına ateş ediliyorsa, o arkadaşlara roket atılıyorsa, evet, o insanları oradan çıkarmak adına devlet zırhlı ambulans yapar.

İkincisi: Arkadaşlar, şimdi siyaseti bir tarafa bırakalım; kaybedilen canlar hepimizin canları. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın dağınıklığı, bölünmüşlüğü ve parçalanmış durumda olduğu bir dönemde hakikaten ülkemiz tarihî bir süreçten geçiyor. Adı konulmamış bir savaş hâli var bu coğrafyada. “Üçüncü dünya harbi” denilebilecek kadar geniş bir coğrafyada cereyan eden bu savaş hepimizi etkilemektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda birbiriyle savaşanların tamamı bugün aynı cephede ancak bu sefer cephenin gerisinde savaşıyorlar. Tek düşmanları var, İslam coğrafyası. Savaş taktiklerini değiştirdiler; bir Anadolu deyimiyle, çayın taşıyla çayın kuşunu vurmaya çalışıyorlar.

Bugün Kürtlerle Türklere, Alevilerle Sünnilere, bütün bu emperyalist emelleri bertaraf etmek için çok tarihî bir görev düşüyor. Barışı, kardeşliği bir daha bu topraklardan ayırmamak üzere koruma altına alma zamanı gelmiştir. Dün Malazgirt’te, Kudüs’te, Çaldıran’da, Çanakkale’de, Maraş’ta, Antep’te, Urfa’da, Sakarya’da kardeşlik destanı yazan bu halkların torunlarına ayrılık şarkılarını kim yazdırabilir, bu mümkün mü?

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Bu savaş politikalarınızla siz yazdırırsınız.

ABDULLAH AĞRALI (Devamla) – Biz, bizi bölmek isteyen, çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz; ayrıştırmak isteyenlere karşı inatla birleşeceğiz. Yine Cumhurbaşkanımızın sözü: “Bizi birbirimizden ayırmak kimin haddine? Bizim kardeşliğimize kastetmek kimin haddine? Bizi birbirimize düşürmek, düşman eylemek kimin haddine?” Terörü, savaşı, ölümü kutsayanlara karşı biz inatla barışı, kardeşliği, birliği, beraberliği, insanı yaşatmayı savunacağız. “Bayrak şairimiz” Arif Nihat Asya’nın dediği gibi, bu ülkedeki kavga Türk ile Kürt’ün kavgası değil, hilal ile haçın kavgasıdır. Hilalin altında toplanalım, haçın altında değil. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Tarih bizlere Fatih’in torunlarıyla Selahaddin’in torunları olma dışında bir rol biçmemiştir. Bunun dışında bizlere rol biçmek isteyenleri hep beraber elimizin tersiyle itmedikçe bu topraklara barış ve huzur gelmeyecektir.

Dün büyük düşünerek üç kıtaya hükmedenlerin torunları bugün küçük meselelere takılıp gölgesinden korkan bir kadere mahkûm olamazlar. Bu topraklar üzerinde, evet, Türk vardır, Kürt de vardır, Arap da vardır, Çerkez de vardır ancak altında toplandıkları çatının adı Türkiye’dir; bu topraklar üzerinde Sünni vardır, Alevi vardır ancak altında toplandığımız çatının adı İslam’dır.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Girme mezhep işine.

ABDULLAH AĞRALI (Devamla) - Evet arkadaşlar, son olarak şunu söylemek istiyorum: ABD, Rusya, Batı, bu coğrafyada gidicidir, kalıcı olan bizleriz. Sonunda bölgenin halkları kalacak, bizler baş başa kalacağız. Geçmişte Saddam’dan, Kaddafi’den ve diğerlerinden ders almamız lazım. Kime güvenip hesap yaptılarsa ölümleri de onlardan oldu.

Evet, güzel bir atasözümüz var: “Su gider, kum kalır.” Biz baş başa kalacağız.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bizce de ders alın, Saddam’dan, Kaddafi’den ders alın.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – İhtiyacınız var, siz alın, evet.

ABDULLAH AĞRALI (Devamla) - Şimdi, şunu da söyleyelim: Biz hakikaten siyaset yapabiliriz, AK PARTİ’yi eleştirebiliriz, doğrudur ama insanlarımızı devlete düşman etmeyelim. Bu devlet hepimizin devleti. Bir devlet olmadığı zaman insanın başına ne gelecekse… Kürtleri hepimiz görüyoruz, Suriye’deki durum ortada; Kürt olmak, Türk olmak, Arap olmak, Sünni olmak, Şii olmak bir anlam ifade ediyor mu? Yani, güzelliklerimizi kaybetmeden aklımızı başımıza almayacak mıyız?

Ben şunu da söyleyeyim: Evet, Kürtlerin haklarını savunuyoruz. Şimdi, Kürtlerin evini yok edenler, hastanesini yıkanlar, okulunu bombalayanlar, evini gasbedenler, malını talan edenler, sanatçısını linç edenler, bunları da görüyoruz; düşünürünü hain ilan edenler, iş adamlarını haraca bağlayanlar, kızlarını dağa kaldıranlar, çocuklarını uyuşturucu madde bağımlısı hâline getirenler sonradan çıkıp da “Biz Kürtleri seviyoruz...” Ya, Allah aşkına, eğer sevmek böyleyse Kürtlerden nefret etseydiniz ne olurdu acaba? Soruyorum size: Gerçekten, ne olurdu acaba?

ZİHNİ AÇBA (Sakarya) – Bu iş altı ayda mı oldu ya? Son altı ayda mı oldu bu dediklerin.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – On senedir böyle konuşuyordunuz.

ABDULLAH AĞRALI (Devamla) - Onun için arkadaşlar, şimdi uzatmayacağım.

Sizleri büyük üstat Nuri Pakdil’in söylemiyle selamlıyorum: Bizler antisavaş, antiterör, antibölünmeye karşı; barış, kardeşlik, birlik ve beraberlik ruhuyla dolu… Sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaya.

HÜDA KAYA (İstanbul) – Sataşma olduğundan dolayı cevap hakkı istiyorum.

BAŞKAN – Ne demiştir sataşma olarak size?

HÜDA KAYA (İstanbul) – Şimdi, Haçlılar ve hilal saflarını söyleyerek...

BAŞKAN – Efendim?

HÜDA KAYA (İstanbul) – Bizlere Haçlılar altında toplanmış gibi bir ithamda bulundu.

BAŞKAN – Size mi bulundu, kendisiyle ilgili mi söyledi?

HÜDA KAYA (İstanbul) – Evet, bize bulundu.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Konuşmanın tamamı zaten sataşma içeriyor.

BAŞKAN – Buyurun, iki dakika…

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

6.- İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın, Konya Milletvekili Abdullah Ağralı’nın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

HÜDA KAYA (İstanbul) – Sevgili arkadaşlar, burada -Allah da biliyor ya- mesele, ne iktidara ne Cumhurbaşkanına ne AKP’ye, partiye ne de sizlerden pek çoğuyla öyle böyle hukukum olan değerli arkadaşlarıma sataşmak, kin dökmek, hakaret etmek değil amacım.

Bakın, dün grup sözcünüz AK PARTİ sıralarından “Kerbelâ’yla kıyas etmek ne büyük bir talihsizliktir.” demişti. Bugün, biraz önceki konuşmacı, bizi güya Haçlılar ve hilal taraftarları gibi böyle bir kamplaşmaya ayırıyor. Demek ki AKP tarafı, Hükûmet, bugünkü iktidar, saltanat hilal taraftarları olanlarının safı; bu iktidara, bu saltanata muhalefet eden, eleştiren, haksızlık ve zulümleri ortaya koymaya çalışanlar da Haçlıların safı öyle mi? Artık bu demagojileri bırakın. Dün Hazreti Hüseyin’i, Kerbelâ’yı sahiplenen grup sözcünüz talihsizlik olarak nitelerken Kerbelâ’ya biz sahip çıkarken, arkadaşlar şunu düşünelim: İmam Hüseyin saltanatçılığa, tek tipçiliğe, hırsızlığa, ahlaksızlığa, yolsuzluğa, adaletsizliğe, infazlara, haksızlıklara karşı çıktığı için; tek tipleştirme, saltanatçılık olmasın diye, halkların adaleti, özgürlüğü yok olmasın diye ayağa kalktı.

NURETTİN ARAS (Iğdır) – Halkların kardeşliği için kıyam etti.

HÜDA KAYA (Devamla) – Bugün İmam Hüseyin yaşasaydı bu saltanata karşı da mücadele edecekti. Onun mücadelesi tek tipçiliğe karşı olmak idi. Konuşmalarınızda Kerbelâ’yı kendinize hiç alet etmeyin, Sütçü İmam’ı kendinize alet etmeyin. (HDP sıralarından alkışlar)

X.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- HDP Grubunun, 9/2/2016 tarihinde Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ve arkadaşları tarafından, “Cizre’nin Madımak’ı” olarak tanımlanan olayın araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 10 Şubat 2016 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin lehinde son konuşmacı İstanbul Milletvekili Sayın Engin Altay.

Buyurun Sayın Altay. (CHP sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; keşke ülkede bu son günlerde, özellikle 7 Hazirandan sonra -esasen 1984’ten beri süregelen- bu acı yaşanmasa da biz bu polemikleri ve bu konuşmaları yapmasak. Benim burada yapacağım on dakikalık konuşma çok, eminim, ne iktidar partisi grubunu ne HDP grubunu ne de MHP grubunu memnun etmeyecek. Bu da aslında -bu sorun da otuz yıldır sürdüğüne göre. bizim çok haklı olduğumuzu, doğru bir noktada olduğumuzu; son zamanlarda çok can yakıcı bir hâle gelmesinin sebebinin de bizim başından beri getirdiğimiz doğru öneri ve önermelere uyulmadığının maalesef bir sonucu.

Ben az 10 defa söylediğim bir şeyi 11’inci defa burada söylemek istiyorum: Hiçbir hak talebi teröriste masumiyet, terörizme meşruiyet sağlamaz. Önce bunun altını çizmemiz lazım. Bütün şehitlerimize, bugün haberini aldığımız 6 şehidimiz dâhil, Allah’tan rahmet diliyorum. Ancak, bununla beraber hiçbir güvenlik kaygısı da temel hak ve özgürlüklerin gasbedilmesine dayanak olmaz; ne o, ne o. Bu iki mantıkla da sorun çözülmez, sorun büyür. Türkiye bu hâle niye geldi? Türkiye’nin bir bölgesinde hiç kimsenin tasvip etmeyeceği, kabul edemeyeceği, bütün vicdanları sızlatan bu olaylar niye yaşanıyor? Ben demin yerimden söz aldığımda da bunu söyledim ve bu işi çözecek tek kuvvetin, tek mercinin bu iş üzerinden siyaset yapması; siyaset devşirmeye, seçime yönelik oy hesapları, saray hesapları, başkanlık hesapları, oy konsolidasyonlarına yönelik hamleleri Türkiye’ye yakışan hâller değildir, bu Meclisi oluşturan partilere yakışan bir durum değildir. Devlet, elbette terörle mücadele edecek. Bunu yaparken bütün partilerin “ama…”sız “fakat…”sız teröre karşı net bir duruş sergilemeleri de bir zorunluluk ama bununla beraber bu coğrafyanın 1984’te “üç beş çapulcu” diye nitelendirilerek başlayan ve bin yıllık kardeşliğimizi yok etme noktasına getiren bir Kürt sorunu vardır, inkâr edilemez. Bu sorunun da mutlaka ama mutlaka çözülmesi lazım. Devleti idare edenlerin bölgedeki ahalinin tümünü “potansiyel PKK’lı” diye algılaması bu sorunu büyütmekten başka hiçbir işe yaramaz, bu yanlıştır. Arada kalmış insanların hâline şüphesiz, HDP milletvekillerinin gösterdiği kadar refleks göstermesek de en az onlar kadar üzülüyor ve acıyoruz.

Masumiyet, her şeyin üstünde, belki de kutsal olarak çok saygıdeğer bulunması gereken, öyle algılanması ve herkesin korumak için üzerine titremesi gereken bir durumdur. Kimsenin buna hakkı olduğunu düşünmüyorum. Elbette, iki şeyi Türkiye karıştırdığı için, özellikle bu Hükûmet -gene yok- karıştırdığı için bu hâle geldi Türkiye. Terör örgütü başka bir şey, Kürt halkı başka bir şey. Eğer bunun ayırdında olabilseydi Türkiye, Türkiye Büyük Millet Meclisi; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmete “Bir dakika kardeşim, bu işi burası çözer; senin keyfine göre, senin gece gördüğün rüyaya göre Kürt politikası belirlenmez.” diyebilseydi, bugün bu yaşadıklarımızı inanıyorum ki yaşamamış olurduk, en azından minimize edilmiş olurdu.

Bulunduğumuz coğrafyayla ilgili yeni değil, yüz yıl değil, yüzlerce yıldır bu coğrafya üzerinde kirli emelleri olan başka güçlerin olduğu bir vakıa, bir gerçek ama bu coğrafyada bu coğrafyayla ilgili kirli emellere kim, ne zaman, nerede, ne kadar, nasıl alet oldu? Bu sorunun cevabını bulmak bu Meclisin namus borcudur. Meclis, kanun yapma fabrikası değildir; Meclis, yürütme organının parmak kaldırıp indirme makinası değildir. Bunu bir hakaret diye söylemiyorum, bunlar işin doğasında biraz var. Elbette, çoğunluk partisi Hükûmetten gelen tekliflere daha müspet olacak, buna bir itiraz yok ama bu kürsüde hepinizin ettiği bir yemin var. Bu yemine sadakat hepimizin öncelikli konusu olmalı. Burada, hepimizin siyasi gelecek kaygıları, siyasi ikbal beklentileri çok insani ve normaldir ama bu kadar insani ve normal olan bir şey daha vardır: Vatan sevgisi, millet sevgisi, insan sevgisi, hukuka saygı, hukukun üstünlüğüne saygı. Bu konuda yüreklerin suskun olduğunu Türkiye Büyük Millet Meclisinde üzüntüyle görüyorum.

Birkaç soru sormak istiyorum Meclise: 2002’ye, hatta 2004’e kadar 1999’daki ateşkes çerçevesinde sıfır terör vardı, dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye'nin yönetimini devraldığında sıfırdı terör. PKK’nın kronolojik gelişimine bakın, yanlış bilmiyorsam, 1974’te filan kurulmuş olması lazım. Hangi dönemde çok büyüdü? İnsan kaynağı olarak, lojistik güç olarak, potansiyel olarak, halk desteği olarak PKK hangi dönemde büyüdü? Bana cevap vermeyin ama ne olur bu akşam bu sorunun cevabını bir düşünün. Terör örgütü diye nitelendirdiğiniz… Halkın oyuyla seçilmiş milletvekillilerini teröristlerle kucaklaştığı için Meclisten atmaya kalktınız. Ama PKK’nın lideriyle kim masaya oturdu? Kim oturdu? Bu sorunun cevabını da bu akşam bir düşünün. (CHP sıralarından alkışlar)

Şehirlere, kasabalara silah, bomba, mühimmat, insan kaynağı depolanırken Türkiye'yi kim yönetiyordu? Türkiye'nin Başbakanı kimdi? Ben bir gün söyledim, “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulundu.” dedim. Aynen öyle oldu. “Çözüm sürecinde yığınak yapıldı.” dendi; silah, cephane, bomba, nitrat, C4, aklınıza ne gelirse… Peki, o günün Başbakanının bunda kusuru yok mu? O silahlarla, o bombalarla, o patlatılan bombalarla ölen polisin, askerin kanında bu ülkeyi o gün yöneten Başbakanın hiç vebali yok mu? Bu soruların cevaplarını bu akşam bir düşünün isterseniz.

NURETTİN YAŞAR (Malatya) – CHP'nin?

ENGİN ALTAY (Devamla) - “Tek devlet”, “Tek vatan”, “Tek millet” kolay öyle meydanlarda söylemek. Bölgede vergi dairesi kurulurken, asker alma dairesi kurulurken, bölgede mahkeme kurulurken o dönemde Türkiye'nin sorumlusu kimdi? Yürütmenin başı kimdi? Bunun da cevabını bir düşünün.

NURETTİN YAŞAR (Malatya) – Engin Bey, bugün ne diyorsun?

ENGİN ALTAY (Devamla) – Sizi kastetmiyorum.

NURETTİN YAŞAR (Malatya) – Bugün ne diyorsunuz? Bugün ne diyorsunuz?

ENGİN ALTAY (Devamla) – Bu hendekler buranın ürünüdür, bu sıraların ürünüdür bu hendekler. Bunu da bence bir düşünün.

Bu sürede sizi uyaran olmadı mı? Oldu. “Çözüm süreci”, “millî birlik ve kardeşlik” diye başlattığınız sürecin haftasında “Gizli ajandanız olmasın.” dedi Cumhuriyet Halk Partisi, “Samimi olun.” dedi.

NURETTİN YAŞAR (Malatya) – Bugün ne diyorsun, bugün?

ENGİN ALTAY (Devamla) – “Meclise bilgi verin.” dedi, “Altından kalkamayacağınız bir taahhütte bulunmayın.” dedi. Size yol gösteren de oldu ama siz size gösterilen yola kulağınızı tıkadınız. Size gösterilen, size karşı verilen sese yüreğinizi kapattınız ve şuraya geldik, aha burada söylüyorum, burada söylüyorum: Oslo, İmralı ve Dolmabahçe tutanakları açıklanmadan bu Mecliste, gerekirse kapalı oturum yapmak kaydıyla, bu sorun bitmeyecek. Ne söylediğimi bilerek söylüyorum. Bu tutanaklar açıklanacak; Oslo, İmralı, Dolmabahçe tutanakları açıklanacak. Türkiye Büyük Millet Meclisine bu işin hesabı verilecek. Neye evet dendi, neye hayır dendi bu milletin vekilleriysek hep beraber bunu bilmek bizim en doğal hakkımız, en insani hakkımız, en ahlaki hakkımız, en vicdani hakkımız. (CHP sıralarından alkışlar) Bunun da altını çizmek istiyorum.

Biz dedik ki, CHP’nin çözümü 3’tü, şimdi 4 oldu: Oslo, İmralı, Dolmabahçe tutanakları açıklanacak, bir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir toplumsal barış ve mutabakat komisyonu kurulacak. Bir ortak akıl heyeti oluşturulacak. Ve Türkiye modeli bir gerçekleri araştırma komisyonu, kurulu -neyse- kurulacak. Özetle: Bu kan akmasın, bundan sonra akan her damla kandan Türkiye Büyük Millet Meclisi birinci elden sorumludur.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Altay.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bostancı, sizi dinliyorum.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın konuşmacı terörle mücadele yürütülürken bölgedeki herkesi PKK’lı olarak gören bir anlayışla bu işlerin yürütüldüğünü iddia etmiştir.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Evet, evleri bombalıyorsunuz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bu, açık bir sataşmadır; bu çerçevede söz talep ediyorum.

BAŞKAN - Buyurun, iki dakika… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Hükûmet cevap versin, sen Millî Savunma Bakanı mısın?

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay Başkanı!

BAŞKAN – Parti politikası.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ha, siz kabul ediyorsunuz yani. AKP’nin hendeklerin sorumlusu olduğunu kabul etti, tutanaklara geçsin.

BAŞKAN – Onu kabul etmedim, başka bir şeyi kabul ettim, siz anladınız onu.

Buyurun.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

7.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; AK PARTİ’nin Hükûmetine ilişkin bir eleştiride bulunuyorsunuz, burası da AK PARTİ Grubu Sayın Altay.

Ben şunu anlamakta zorlanırım: Sayın Altay esasen güzel bir konuşma yaptı, katıldığımız ve katılmadığımız hususlar var.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Herkesin katıldığı yerler var, evet.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Ama terörü reddedip “Hiçbir hak silah gücüyle istenmez.” deyip ondan sonra da “saray oyunları” filan diyerek bu işleri oraya bağlamak çelişkidir Sayın Altay. Sizin keskin zekânız buradaki çelişkiyi görmeliydi. Burada yaşanan, saray oyunları vesaire değil, temmuz ayından sonra hem bölgedeki gelişmelerden yelkenlerini dolduracağını zanneden hem de siyasal istikrarsızlıktan nemalanacağını ümit eden bir terör örgütünün girişimidir. Orada sen de olsan, bir başkası da olsa bu ülkenin birliğini ve geleceğini düşünen her siyasi iktidarın ahlaki ödevi bu ülkedeki halkın, onun kamu düzenini sağlamak için gereken tedbirleri almaktır. Bu, oyun, entrika filan değildir. Gereken yapılmıştır, bundan sonra da yapılmaya devam edilecektir.

Bölgedeki herkesi PKK’lı görmek… Sayın Altay, burada vekiller var bölgeden gelen, onlar da mı PKK’lı?

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Şehirler boşalıyor, 130 bin nüfuslu şehirler boşalıyor ya!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Şimdi, PKK’lı olarak görülenler o hendeklerin, o çukurların arkasında ellerinde silahla var olan teröristlerdir. Onun dışında kimseyi PKK’lı olarak gördüğümüz yoktur, kimseye öyle bir yaklaşımımız yoktur.

“Meclis” dediniz. Çözüm komisyonu kurduk hatırlarsınız, yoktunuz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – O değil, bir dakika…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Yoktunuz Sayın Altay, “Meclis” diyorsunuz.

Hüda Hanım, size de bir çift lafım var. Siz burada konuşurken… Hani, lüks bir restorana girersiniz, duvarda başaklar asılıdır, orayla kontrast teşkil eder.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Siz lüks restorandaki duvara asılı başaksınız.

Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ayıp, ayıp!

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkan, polemik yapmak istemem. Aslında diğer söylediklerine cevap vermeyi de düşünmedim ama biz…

HÜDA KAYA (İstanbul) – Hayır, hayır, siz bitince ben…

BAŞKAN – Sayın Kaya, Sayın Altay’a söz verdim.

HÜDA KAYA – Tamam, sonra da ben rica edeceğim.

BAŞKAN – Sayın Altay, buyurun.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – “Mecliste çözüm komisyonu kurduk, yoktunuz.” diyerek bizi izleyen kamuoyuna yönelik olarak Cumhuriyet Halk Partisinin gütmediği bir politikayı güttüğümüz anlamında bir söz ifade etti.

BAŞKAN - Buyurun.

Teşekkür ederim açıkladığınız gerekçeden dolayı ayrıca. Tam Tüzük’e uygun bir açıklamaydı da o yüzden.

8.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Bostancı, ne söylediğimizi biliyoruz, siz de biliyorsunuz. Tabii, siz daha iyi demagoji yapabiliyor olabilirsiniz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Estağfurullah.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Herkesin bildiği bir şey var: Sizin o kurduğunuz komisyon, Mecliste kurulan Millî Eğitim Komisyonu, Sağlık Komisyonu gibi Parlamentodaki temsil oranına göre kurulmuş bir komisyondu. Bu şekilde, böyle bir komisyonu kurmaya gerek yok; o temsil oranı burada var zaten, bak, Parlamentonun yarısı sizde zaten. Biz dedik ki: “Geçmiş dönem kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu gibi -bu bir ülke meselesi, bir millî mesele, önemli bir sorun- her parti…” Anayasa Uzlaşma Komisyonuna niye her partiden eşit üye aldınız da bu sorunu çözmek için üye sayısının yarıdan fazlasını alıyorsunuz?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Bütün komisyonlar nasıl kuruluyor Sayın Altay?

ENGİN ALTAY (Devamla) - Oldu canım, böyle bir şey yok. Samimi olun, dürüst olun.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Samimiyiz.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Biz onun için size 4 Ocak 2011’de “Dürüst ve samimi olun.” dedik. Böyle bir komisyon kurmadınız. Bizim öngördüğümüz, benim burada iddia ettiğim komisyon kurulsaydı, can başüstüne, her türlü riski alarak biz o komisyona girerdik. Böyle bir komisyonun kurulması için de hâlen ısrar ediyoruz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Efendim, Sayın Kaya’ya söz vereceğim, bir talebi var. Sizin de ayrıca bir talebiniz mi var?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Yani, talebimi size sunayım, ona göre siz değerlendirin.

Sayın Bostancı demin Hüda Hanım’la ilgili “Lüks restoranda asılmış olan başak buğdayısınız.” demek suretiyle grubumuza lüks restoran, Hüda Hanım’a da buğday başağı benzetmesi yapmıştır.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Hayır, hayır, öyle değil. O bir metafor.

BAŞKAN - Şimdi, bir dakika Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - İki ayrı sataşma çıkıyor.

BAŞKAN - Hayır, hayır.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sizin lüks restoran olmadığınızı biliyoruz.

BAŞKAN - Sayın Baluken, şimdi, çok açıkça söylemek gerekirse 2 kâtip üye arkadaşımla da bunu konuştuk. Ben şimdi Sayın Bostancı’ya söz vereceğim, ne söylemek istediğini yerinden lütfen açıklasın, ona göre sizin…

HÜDA KAYA (İstanbul) - Ben buğday başağıyım gibi anlıyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Hayır, hayır. Sataşma kesin.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Hanımefendide sıra bence.

BAŞKAN - Söz hakkınız baki Sayın Kaya.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Bizim hem grubumuza hem Hüda Hanım’a…

BAŞKAN - Hayır, hayır, bir dakika, durun siz şimdi. Sayın Kaya’ya söz hakkı vereceğim.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Ne anladınız ya, ne anladınız?

BAŞKAN - Bir açıklama yapsın çünkü sataşma olup olmadığını kâtip üyeler de anlayamadı. Herkes kendine göre bir yorum yaptı.

Doğrusunu öğrenmek için size bir dakika süre veriyorum, buyurun.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

6.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Esasen sürem olsaydı maksadımı daha geniş bir şekilde anlatabilirdim.

Tabii ki HDP Grubu lüks bir restoran değil, Hüda Hanım da bir demet başak değil. Gören göz, akıl bunu görüyor.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Biz de onu anlamadık yani.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Kastım: Hüda Hanım’ın HDP Grubuyla keskin bir kontrast teşkil eden diskurudur. Yeşil başörtüsüyle, sürekli İslam’a ve Allah’a referans veren konuşmasıyla, geneliyle oluşturduğu kontrasta işaret etmek için bunu belirttim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – İslam senin tekelinde mi? Ne biçim konuşuyorsun?

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sizin tekelinizde mi o? Ne biçim şey ya?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Bir efekt olduğunu, efekt olduğunu belirtmek için.

BAŞKAN – Anladım.

Sayın Kaya…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bütün gruba sataştı Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bir dakika, bir dakika, bir dakika durun, hep beraber konuşacağız.

Sayın Kaya, talebiniz nedir, talebiniz?

HÜDA KAYA (İstanbul) – Talebimiz: Buğday başağı… Bu sataşmaya cevap vermek.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – “Efekt” işte, “efekt” diyor, daha ne desin.

BAŞKAN – Sayın Baluken, ben Sayın Kaya’yla görüşüyorum. Biliyorsunuz ki kural gereği sormak ve kayda geçirmek zorundayım.

Buyurun Kaya, iki dakika.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Bir simülasyon.

BAŞKAN – Hocam, başka simülasyon bulamadınız mı? Bakın biz de tartıştık, burada ne olduğunu anlamadık.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

9.- İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

HÜDA KAYA (İstanbul) – Tekrar merhaba değerli arkadaşlar.

Değerli sözcümüz “buğday başağı” benzetmesi yapınca -7 Haziran seçimleri öncesiydi, zannedersem ya Urfa ya Antep oralarda bir yerde- Bilal Erdoğan’ın bir sözünü bana hatırlattı, HDP’ye çatayım dedi gariban. Dedi ki: “Bu parti çiçekler, böcekler partisine dönmüş.”

Arkadaşlar, biz zaten ekolojiyi politika yapmış olan bir partiyiz. Buğday da biziz, çiçek de biziz, böcek de biziz, toprak da biziz, kadın da biziz, yeşil de biziz. Biz zaten bu partiyiz.

Aynı zamanda, bir de yine şu boyuttan, her zaman söylediğim gibi, hayatımın tek referansı olan inançlarımdan aldığım öğretilerle cevap vereyim. Sevgili Peygamber’imiz Medine’de tam bir çiçek, böcek toplumu kurmuştu. Medine’de tek adam, tek dil, tek bayrak, tek vatan edebiyatı yapmadı. Yahudi’si de özerkti, Hristiyan’ı da özerkti; inananı da, inançsızı da, hepsi özerk. Kendi renkleriyle, dilleriyle kendi yöneticilerini seçen bir renk toplumu, bir barış toplumu, bir medeniyet toplumu kurmuştu. İşte, bizim referansımız bu. Bizim partimizde de Hristiyan’ımız var, Ermeni’miz var, Alevi’miz var, Sünni’miz var; dindarımız, sosyalistimiz, Arap’ımız, her çevreden insanımız var; inananı var, inanmayanı var. Ama temel kaide nedir? Peygamberim’in ifadesiyle, benim sözümle, kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi siz de başkasına yapmayın. Bunu yaparsak insan oluruz arkadaşlar.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaya.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bostancı, buyurun.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, siz önce bana söz vermiştiniz.

BAŞKAN – Pardon.

Evet Sayın Baluken, talebiniz nedir?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Aynı gerekçeyle grubumuza sataşma oldu.

BAŞKAN – Şimdi, bakın…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yani, şöyle bir benzetme var Sayın Başkan… Tabii, Naci Bey herhâlde muhakeme gücünü çok kullanamıyor. Biz benzetmeyi size sunarken zaten şunu kastetmeye çalıştık: Yani, sanki HDP’de siyasal İslam geleneğinin görülmesi bir efekt olarak, özellikle bir proje olarak kullanılmış gibi bir sunum yaptı, nitekim açıklamasında da bunu doğruladı. Dolayısıyla, HDP’ye direkt bir sataşmada bulundu ama o anlamadığı için lüks restoran ve buğday başağını…

BAŞKAN – Yalnız “HDP’ye karşı bir sözüm yok.” diye bir beyanda bulundu.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Var!

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Hayır…

BAŞKAN – Müsaade edin arkadaşlar, çözeceğiz, konuşarak çözeceğiz.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, partimize açık sataşma var. Hayır, ne demek yani? İslam kendilerinin tekelindeymiş de…

BAŞKAN – Hayır, öyle bir şey söz konusu elbette olmamalıdır.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – HDP İslam dışı bir oluşummuş da…

BAŞKAN – Hayır, hayır!

Sayın Baluken, bir dakika, bir Naci Bostancı’ya yerinden söz vereceğim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – “Türbanlı bir milletvekilini efekt olarak kullanıyor.” kastı yaptı, açık bir sataşmadır.

BAŞKAN – Sayın Baluken, Sayın Naci Bostancı’ya yerinden bir dakikalık söz vereceğim, açıklama yapsın, ısrar ederseniz bir düzeltme yapabilir belki sözüne bilmiyorum.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – “Düzelteyim.” deyince daha da kötüsünü yapıyor.

BAŞKAN – Israr ederseniz size sataşmadan dolayı söz vereceğim.

Sayın milletvekilleri, lütfen…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ne demek yani, şimdi, Sayın Başkan, demin…

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Sayın Başkan, her konuştuğumuzu tercüme mi ettireceğiz burada?

BAŞKAN – Evet, öyle yapacağım.

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Her konuşulan tercüme mi edilecek? Böyle bir usul var mı?

BAŞKAN – Ha, evet, öyle yapacağım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, demin, hilal ve haç hattı çizildi yani grubumuza dönerek hilal hattı ve haç hattı ile bunu bir mücadele alanı olarak belirttiler.

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Anlama zorluğu mu var? Anlayamıyorlar!

BAŞKAN – Dikkatli konuşun, dikkatli konuşun, bu Meclisi ben yönetiyorum, hakaret etmeyin lütfen. Sakin gidiyoruz, İç Tüzük’ü uygulatmak zorunda bırakmayın beni lütfen.

Buyurun Sayın Baluken, özür dilerim, sözünüzü kestim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yani din ve inanç üzerinden atıflar yapan ve son derece yakışıksız olan değerlendirmeler var. Buna cevap vermemiz lazım.

BAŞKAN – Sayın Bostancı, buyurun, size bir dakika açıklama veriyorum, sizin söz hakkınız saklı Sayın Baluken.

Buyurun.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

7.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, burada kullanılan bir metafordur. Metafor, sembolik olarak bir durumu anlatır. Hüda Hanım biraz önce de konuşurken “Benim referansım Peygamber Efendimiz’in kurmuş olduğu sistem.” dedi. Ben de HDP’nin hiçbir programında, hiçbir öğretisinde “Bizim temelimiz, dünya görüşümüz böyledir.” görmedim. Bu bakımdan Hüda Hanım’ın varlığı ve iddiasıyla HDP’nin bir siyasi parti olarak organizasyonu arasındaki kontrasta işaret ettim, hepsi budur. Herhangi bir tahkir yok, buradan çıkartılacak herhangi bir sataşma yok. Kontrast, kontrast, çelişki, söylediğim budur.

BAŞKAN – Sayın Baluken, ısrarcı mısınız?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ben sataşmadan söz isteyeceğim.

BAŞKAN – Buyurun iki dakika.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

10.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması ve yaptığı açıklaması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Temel sorun şudur: Şu anda AKP’nin temsil ettiği anlayış, gerek etnisite gerek din, inanç, kimlik açısından tekçi bir anlayıştır. Yani referansını İslam’ı Türkleştiren bir anlayıştan alan, aslında İslam’ın özüyle de çok fazla ilgisi olmayan Diyanet üzerinden kurulmuş bir devlet dini üzerinden toplumu yeniden dizayn etme anlayışıdır. HDP buna karşı çıkıyor. HDP bu tekçi anlayışa karşı çoğul kimliği, çoğul demokrasiyi esas alan bir proje olarak ortaya çıktı. Hüda Hanım belirtti, içimizde siyasal İslam geleneğinden gelen çok kıymetli arkadaşlarımız olduğu gibi sosyalist gelenekten, sol gelenekten gelen arkadaşlar da var. Türk arkadaşlar olduğu gibi, Kürt, Arap, Ermeni, Asuri, Süryani arkadaşlar da var. Dikkat edin, bakın bu tabloyu bir de Suriye’ye bir denkleştirin, Suriye’yle bir özdeşleştirin. Orada da aynı tekçi anlayış ve aynı çoğul demokratik kimlik mücadelesini görürsünüz. Buradaki AKP zihniyetinin oradaki yansımasını eminim ki siz benden daha iyi biliyorsunuz. Oradaki halkların tamamını tekleştirmeye çalışan zihniyet neyse dinimizle ilgili, inancımızla ilgili yapmış olduğunuz değerlendirmenin zihniyeti de, Sayın Bostancı, aynıdır, sizi şiddetle kınıyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Bostancı...

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Baluken’in AK PARTİ’yi tek tipçi anlayışla suçlayan iddiasını reddediyorum. Tek tipçilik totaliter yönetimlerde olur. Türkiye’de demokrasi var. Demokrasinin olduğu bir ülkede bu tür işler olmaz. Bakın, Parlamento burada.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

X.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- HDP Grubunun, 9/2/2016 tarihinde Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ve arkadaşları tarafından, “Cizre’nin Madımak’ı” olarak tanımlanan olayın araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 10 Şubat 2016 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin aleyhinde son konuşmacı Adana Milletvekili Sayın Seyfettin Yılmaz olacak.

Buyurun Sayın Yılmaz. (MHP sıralarından alkışlar)

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyaset fikrî takip ve tutarlılık ister, devlet adamlığı da ciddiyet ister. On dört yıldır bu ülkede Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı var. Şu andaki kayıkçı kavgasına baktığımızda ne siyasi fikrî tutarlılığı ne de devlet adamı ciddiyetini görmek mümkün değil.

İktidara geldikten sonra bu ülkede Genelkurmay Başkanından albaylara, generallere kadar askerler içeriye alınırken diyordunuz ki: “Allah bizi bu askerlerle savaşa sokmamış, çok şükür.” Aradan belli bir süre geçti, “Askerlere kumpas kuruldu.” dediniz. Yine, on iki yıl boyunca Fethullah Gülen Hareketi’yle kol kola Adalet ve Kalkınma Partisi olarak yürüdünüz. Hatta bu ülkenin Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı “Ne istediler de vermedik?” diyen en tepedeki kişidir. “Hasretine dayanamıyorum, gel artık.” diyen de bu ülkenin Başbakanıdır ama on iki yıl sonra “Ya, biz tanımamışız, bunlar paralelmiş, bunlar Amerika’nın adamıymış, bunlar devleti ele geçiriyormuş.” dediniz. HSYK’yla ilgili değişiklik yapıldı, Savcı Zekeriya Öz’ü içinizdeki milletvekilleri dahi tavanlara çıkardınız, “Heykelleri dikilecek.” dediniz, “İşte, cumhuriyetin savcısı budur.” dediniz, bu ülkenin Başbakanı altına zırhlı aracı verdi, sonra “Vatan haini savcı.” dediniz. Esad’a “Kardeşim Esad.” diyerek Bodrum’da tatil yaptı bu ülkenin Başbakanı ama sonra “Kardeşim Esad” “Kalleş Esad” hâline geldi.

Şimdi gelelim konumuza: 1 Kasımdan beri, 1 Hazirandan beri, 22 Temmuzdan beri 300 asker, polis vatan evladı şehit oluyor. Her gün vatan evlatları şehit oluyor. “Baldıran zehri içerim.” diyenleri arıyorum. “Bu ülkenin dağlarında çiçek açacak.” diyenleri kürsüye davet ediyorum. “Çaylarında balık tutulacak.” diyenleri kürsüye davet ediyorum. Evet, “baldıran zehri içeriz.” diyenler baldıran zehri içmediler ama bu ülkenin fakir fukara vatan sevdalısı genç evlatları şehadet şerbetini içti, içmeye devam ediyor.

Ben iyi hatırlıyorum, 2005 yılında burada Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekilleri, grup başkan vekilleri… Şimdi, HDP’yle kayıkçı kavgası yapıyorsunuz, birbirinize laflar söylüyorsunuz. Biz, bugün sizin söylediklerinizin birçoğunu söylerken bu kürsüden, sizin söylediklerinizi, bakın, AKP Grubu grup başkan vekilleri, oradan bize diyordunuz ki: “Sizi gidi morg bekçileri, şehit gelmiyor diye rahatsız oluyorsunuz.” diye laflar atıyordunuz. Bunların hepsi bu Meclis tutanaklarında var. Şimdi, oluk oluk şehit kanı akıyor. Altı ay içerisinde bu vatanın 300 evladı şehit oldu. Bunun sorumlusu PKK terör örgütüdür, buna yol açan AKP Hükûmetidir; bu kadar net ifade ediyorum. Çünkü bu uyarıları yaptık değerli arkadaşlar, burada teker teker saydık.

Şimdi süreci bir değerlendirelim Allah rızası için. PKK terör örgütü nedir? PKK terör örgütü 1978 yılında Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurulduğunda kuruluş amacında ne diyordu? “Marksist, Leninist kürdistan devleti kurmak.” 1978’den bugüne kadar bu hedefinden asla şaşmadı. 1990’lı yıllarda PKK terör örgütü yine Türkiye’de eylemlerini azdırmıştı. Ama o zamanın Hükûmeti, askeri, polisi, Özel Harekâtı PKK terör örgütüyle etkin bir mücadeleye girdi. 1999 yılına gelindiğinde PKK terör örgütünün beli kırılmıştır. PKK terör örgütü artık Türkiye’de eylem yapamayacak noktaya gelmiştir. Kandil Dağı’nda, oraya sığınmış, sınırlardan geçerek nokta olarak yapabildiği eylemler vardır. Ama 2005 yılında bu ülkenin Başbakanı nereden kulağına üflendiyse “Kürt açılımı” diye, “Kürt sorunu” diye bir sorun çıkardı. 2005 yılından sonra uyguladığınız politikalar ortadadır değerli arkadaşlar ve bu grup, Adalet ve Kalkınma Partisinin grubu bunları savunmuştur.

Şimdi, bu ülkede bir arkadaşımızın, bir kardeşimizin, bir vatandaşımızın bırakın şehit olmasını, hangi etnik kökenden gelirse gelsin, burnunun kanamasına dahi rıza göstermeyiz her birimiz. Ama “Barış getireceğiz.” dediniz, “Analar ağlamasın.” dediniz. Ağlamasın, barış gelsin. Kim buna karşı? Ama kim sizin muhatabınız? 35-40 bin kişinin katlinden sorumlu bebek katili Abdullah Öcalan’ı muhatap aldınız, siyasi aktör hâline getirdiniz. Hatta o zamanın gazete manşetlerine bakın: “Abdullah Öcalan beş vakit namaz kılıyormuş.” Abdullah Öcalan, bebek katilidir, terör örgütünün lideridir, nokta. Bu gerçeği değiştiremezsiniz. Ama siz ne yaptınız? Bütün Kürt kökenli vatandaşların yegâne temsilcisi gibi PKK terör örgütünü ve onun elebaşı, çete başını siyasi muhatap hâline getirdiniz. O bölgede PKK terör örgütüne taraf olmayan, onların fikriyatına karşı çıkan, devletin birliğinden yana yer alan birçok vatandaşımızı PKK terör örgütünün kucağına ittiniz, evet, siz ittiniz. Açıkça söylüyorum. Çünkü muhatap olarak PKK terör örgütünü aldınız siz. Orada yaşayan Kürt kökenli vatandaşımız Hakkâri’de, Şırnak’ta, Cizre’de oturduğu yerde dedi ki: “Demek ki PKK terör örgütü haklıymış ki devlet, AKP Hükûmeti, tüm, hepimizin muhatabı olarak PKK terör örgütünü muhatap alıyor.”

Siz, bu görüşmeleri yaptınız, Dolmabahçe’de mutabakata vardınız. Koştura koştura bebek katilinin ayağına, İmralı’ya heyetler gönderdiniz, Oslo’da pazarlık yaptınız, Büyükşehir Yasası’nı Oslo’da PKK’lılarla yaptığınız görüşmeler neticesinde getirdiniz. “Aman, barış sürecine bir şey gelmesin.” dediniz, “Aman, bir şey gelmesin.” dediniz. Dediniz mi? Dediniz. Burada onlarca konuşmanız var, inkâr edemezsiniz. Biz bu kürsüden ne dedik? Dedik ki: “Yanlış yoldasınız, yanlış gidiyorsunuz. Bir katil terör örgütüyle pazarlık yapamazsınız, bunların nihai hedefi Türkiye’yi bölmek, ayrıştırmaktır, terörle masaya oturulmaz, katille masaya oturulmaz, suçlularla masaya oturulmaz.” Bunu söylediğimizde hiçbiriniz ciddiye almadınız. Bu süreç içerisinde bugün Başbakan, Cumhurbaşkanı itiraf ediyor. Diyor ki: “Biz bu çözüm sürecini yürütürken silahlar yığılmış. Çözüm sürecini PKK terör örgütü bir güçlenme mekanizması hâline getirmiş.” Ya, kusura bakmayın, siz bu ülkenin Başbakanısınız, siz bu ülkenin Cumhurbaşkanısınız, siz köylü Mehmet ağa değilsiniz, bu ülkeyi yönetme sorumluluğunu bu aziz millet size vermiş, gereğini yapmak zorundasınız. Siz bu görüşmeleri yaparken PKK terör örgütü orada silahlandı, yığınaklar yaptı, birçok genci dağ kadrosuna kattı. Dağdaki teröristlerin birçoğunu şehirlere indirdi. Bugün Şırnak’ta, Cizre’de, Hakkâri’de yaşananlar onlardır. Dağdaki terörü şehirlere indirdiniz, şehirlerin tamamı kuşatıldı. Peki, ben size soruyorum: Ey AKP Grubu, ey Hükûmet; bu hendekler kazılırken, bu yolların altına mayınlar döşenirken, bu uzun namlulu silahlar PKK’lı teröristlerin eline geçerken, roketatarlar PKK’lının eline geçerken, Şırnak’ta, Cizre’de şehirlerin merkezinde bunları yaparken bu Hükûmet neredeydi Allah rızası için? Ne yapıyordu? Asker 980 tane operasyon izni istiyor, valilere verdiniz ve valilere talimat verdiniz, “Aman dokunmayın, PKK terör örgütü mensupları yol kessin, sırtlarındaki silahlarla gezsin, aman dokunmayın.” Bunları bu Hükûmet söyledi değerli arkadaşlar, sizin Hükûmetiniz söyledi. Bugün uyguladığınız politikalar neticesinde altı ay içerisinde 300 vatan evladı şehadet şerbetini içti. Geçen hafta evlerindeydim o şehitlerin -buradan duygu sömürüsü falan yapmayacağım- hepsi gariban Anadolu çocukları. Birileri beş yıldızlı otellerde, saraylarında sefa sürerken bu vatanın evlatları şehit şerbetini içtiler. Şimdi, Sur’da seksen gündür… 1 milyonluk güvenlik kuvvetine sahip Türk askeri ve polisi Sur’a giremiyor diye propaganda yapılıyor ve Türk askeri, polisi katliamcı olarak her gün burada anılıyor. Türk askeri ve polisi katliamcı olsaydı bırakın seksen günü altı saat içerisinde Sur’un tamamına hâkim olurdu. Ama iğneyle kuyu kazar gibi oradaki vatandaşlarla teröristi ayıracak şekilde kahraman askerimiz ve kahraman polisimiz orada mücadele ediyor.

HDP’ye de bir çift lafım var: Artık, PKK terör örgütüyle aranıza mesafe koyun. Bin yıldır bu ülkede kardeşçe yaşıyoruz. Bu ülkeyi kurarken yüzbinlerce şehit verdik. Bu ülkeyi de hiç kimseye ayrıştırmayacağız, buna hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Türk milleti, Türk devleti ilelebet bir ve beraber yaşayacaktır.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.56

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.13

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

2.- CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 6 Şubat 2003 tarihli 32’nci Birleşimi ve 1 Mart 2003 tarihli 39’uncu Birleşiminde gerçekleştirilen kapalı oturumlara ilişkin tutanaklar ile tutanak özetlerinin, İç Tüzük’ün 71’inci maddesine göre yayımlanmasının Genel Kurulun onayına sunulmasına ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu, 10/02/2016 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince, Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

 

                                                                                        Engin Altay

                                                                                          İstanbul

                                                                                  Grup Başkan Vekili

 

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun, 6 Şubat 2003 tarihli 32'nci Birleşimi ve 1 Mart 2003 tarihli 39'uncu Birleşiminde gerçekleştirilen kapalı oturumlara ilişkin tutanaklar ile tutanak özetlerinin, İç Tüzük’ün 71’inci maddesine göre yayımlanmasının Genel Kurulun onayına sunulması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisinin lehinde ilk konuşmacı olarak Ankara Milletvekili Sayın Haluk Koç konuşacak.

Buyurun Sayın Koç. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET HALUK KOÇ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün grup önerisi olarak keşke getirmeseydik, keşke İç Tüzük 71, Anayasa 97’de yer aldığı şekliyle 1 Mart 2003 ve 6 Şubat 2003’te gizli görüşme olarak yapılan görüşmelerin tutanakları, kendi doğal akışı içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tarafından açıklanabilseydi.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda 5 Mart 2013’te on yıl dolduktan sonra Cumhuriyet Halk Partisinin bir girişimi olmuştu. Bunu da ne hikmetse, Genel Kurul reddetmişti o tarihte.

Sizi biraz geriye götürmek istiyorum: 6 Şubat 2003; 2002 seçimleri olmuş, 58’inci Hükûmet kurulmuş, Sayın Recep Tayyip Erdoğan yasaklı olduğu için Parlamentoya girememiş, Sayın Abdullah Gül, Hükûmetini kurmuş ve Irak’ta -daha sonrasında yaşayacağımız Büyük Ortadoğu Projesi’yle ilgili gelişmelerin hiçbiri yokken- Amerika Birleşik Devletleri’nin “kitle imha silahı var” teziyle, olmayan bir zeminde, bir meşruiyet yaratma gayretiyle -Irak’a müdahale açısından söylüyorum- bir süreç İkinci Körfez Savaşı lehine oluşturulmaya çalışıldı. Bütün bunları biliyoruz, belki 57’nci Hükûmet döneminde konulan direnç, rahmetli Ecevit’in, MHP’nin ve ANAP’ın oluşturduğu Hükûmetin direnç göstermesi, Türkiye’yle müttefiklik arayan unsurların yeni Hükûmet döneminde taleplerinin yoğunlaşmasına yol açtı ve Türkiye üzerinden Irak’a harekâtı bir askerî strateji olarak benimsediler.

6 Şubat tarihli tezkere, Türkiye’deki çeşitli limanların, çeşitli kavşak noktalarının Amerikalı uzmanlara olası bir askerî harekâtın karargâh ülkesi olarak Türkiye’yi seçerek buralarda altyapı hazırlamaya dönük çalışmalara zemin hazırlayacak bir müsaade istemiydi.

O zaman Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekiliydim, beş yıl Grup Başkan Vekili olarak görev yaptım. O 6 Şubat tezkeresinde grup adına kapalı oturumda ben söz almıştım -Sayın Abdullah Gül de burada oturuyordu- ve 1991 yılındaki tezkerede Sayın Abdullah Gül’ün söylediklerini AKP Grubuna anlatmaya çalıştık ve bunları Sayın Abdullah Gül’ün adıyla söyledim, çok iyi hatırlıyorum ve “Sayın Gül, karar verin, siz hangi Abdullah Gül’sünüz, 57’nci Hükûmetin bu tezkereyi Meclise getiren Başbakanı Abdullah Gül mü, yoksa 1991’de bu ifadeleri söyleyen Refah Partisinin Grup Başkan Vekili Kayseri Milletvekili Abdullah Gül mü? Bir karar verin hangisi olduğunuza ki grubunuz ona göre bu tezkere için oy kullanacak.” demiştim. Çelişkiler içinde bir AKP vardı. O tezkere kabul edildi. Hemen ertesinde, 1 Mart 2003’te çok daha ciddi bir tezkere geldi, 62 bin Amerikan askerinin kendi hukukuyla Türkiye topraklarında konuşlanması ve Türkiye sınırından Kuzey Irak’a geçiş yaparak Mehmetçik’in Necef çöllerine kadar sürecek bir maceranın içine atılması talebi.

Değerli arkadaşlarım, bu tezkere, biliyorsunuz, o gün katılanların salt çoğunluğunu sağlamadığı için daha fazla oy almasına rağmen kabul edilmemiş oldu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihe damga vuracak, gerçekten Gazi Meclis sıfatını hak eden onurlu bir duruşu, AKP’den de 99 arkadaşın ret oyu vermesiyle, bütün dünyaya, bütün dünya parlamentolarına ilan etti. Yani, Türkiye belli ekonomik vaatlerle, ekonomik birtakım menfaatlerle bir hukuksuz savaşın karargâh ülkesi de cephe ülkesi de olamaz kararı, bu Mecliste 1 Martta çıktı.

Değerli arkadaşlarım, o gün oturumu yöneten Sayın Bülent Arınç’ı saygıyla hatırlamak istiyorum ve Meclisi yöneten tüm Meclis Başkanlarının… Sayın Arınç’ın o gün usul tartışması açılmasındaki -o bölümler açık oturumdur, merak eden arkadaşlarımız varsa o bölüme bakabilirler- oradaki yorumu, usul tartışmasını kabul edişi ve usul tartışmasında süre sınırlaması yapmaması son derece önemlidir. Onun gerekçesini kendi konuşmasında veriyor zaten. Orada, usul tartışmasında Sayın Önder Sav’ın konuşması tarihî bir konuşmadır ve ondan sonra -esas tutanaklar açıklanırsa- kendisi burada -bir dönem birlikte çalışmaktan onur duyduğumu da ifade edebilirim- Cumhuriyet Halk Partisinin daha önceki Sayın Genel Başkanı Deniz Baykal’ın orada yaptığı konuşma, bu Meclisin tarihine de, şanına da, onuruna da tüm -siyasi parti grubu gözetmeden söylüyorum- herkes adına vekâlet verilen bir konuşmadır. Keşke açıklansa da -biraz sonra ona da değineceğim, açıklanmaması için ne gerekçe var, onu da anlamak mümkün değil- herkes bunu görsün, bilsin. Birazdan değineceğim, Sayın Cumhurbaşkanının Güney Amerika dönüşü birtakım tartışmaların içine girerek 1 Mart oturumuyla ilgili bazı ifadelerde bulunması, bazı eski çalışma arkadaşlarını töhmet altında bırakması, her şey açığa çıksın; kim ret oyu vermiş, kim evet oyu vermiş, bütün bunlar bilinsin. On üç yıl geçti, ne söylenmiş, ne gelişmeler olmuş, kimler haklı çıkmış, kimler haksız çıkmış, bütün bunları tarihin bize yaşattıklarının önünde hep beraber görme imkânımız olsun.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanı şunu ifade ediyor: “1 Martta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz.” diyor o konuşmasında. “1 Mart geçseydi, Türkiye masada olacaktı.” diyor. Hiçbir şekilde Türkiye bu denklemin içinde yer almayacaktı, bu, çok net ve açık. Söylemlere bakın, klişe söylemlerimiz vardı: “Irak’ın toprak bütünlüğü önemlidir.” Irak’ın toprak bütünlüğü kalmadı değerli arkadaşlar, Irak, fiilen 3 parçadır. Irak’ın kuzeyinde federal Kürt yönetim bölgesi oluşturulur iken, burada açıklıkla söylüyorum, hiçbir etnik unsur ayırt etmeden söylüyorum, ama orada yaşayan Türkmen soydaşlarımızın, Telafer’de ve Kerkük’te önce demografik uzaklaştırmaya tabi tutuldukları, ondan sonra üzerlerindeki tüm tapu kayıtlarının tarumar edildiğini, yani mülkiyet hakkı bakımından bile azınlığa düşürüldüklerini hepimiz gördük, yaşadık ve bugün Irak, fiilî olarak 3 parçadır, bunu görüp kabul etmek gerekir.

Suriye’de aynı şarkılar söylendi. “Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağlıyız.” Hatta bir ara Kuzey Irak benzeşmesi olmasın diye “kuzey Suriye” söyleminden vazgeçildi. “Suriye’nin kuzeyde Türkiye’ye komşu olan bölgesi.” diye konuşuldu birçok açıklamalarda. Bugün geldiğimiz duruma bakın, çeşitli haritalar var; “muhalif unsur” olarak tarif edilenlerin egemen olduğu parça, Esad güçlerinin egemen olduğu parça, IŞİD denen, Baas rejimi yıkıldıktan sonra işte “birkaç öfkeli Sünni gencin oluşturduğu yapı”nın bugün geldiği manzara ortada ve orada YPG’nin, PYD’nin tuttuğu alan ortada ve karşımıza çok parçalı bir Suriye çıkıyor. Esas aktörlerin devreye girmesiyle, ana aktör olarak Rusya’nın, Hizbullah’ın ve İran’ın devreye girmesiyle de esas, vekâlet savaşı dönemi sona erdi ve Türkiye’yi tehdit eden çok ciddi tablo karşımıza çıkmaya başladı.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, “Suriye’de bu iş ancak bir yere kadar böyle gider.” diyor Sayın Cumhurbaşkanı. Ufku nasıl gördüğümüze bir bakalım: Ufku değil, iki adım önümüzü göremedik biz Suriye konusunda. Yapıcı eleştirilerin hepsine göz kapattınız, bunu koalisyon görüşmeleri sırasında da dile getirdik, Sayın Başbakanla olan bire bir uzun süreli görüşmelerde de dile getirdik. İnatla, Sayın Başbakan, kendi dünyasında gezinmeye devam ediyor. Kendisine saygım var, bir akademisyen olarak da saygım var, zor bir noktada görev yaptığını da görüyorum, iki arada bir derede ama bir konuşmaya başlıyor, Oğuz boylarıyla beraber önce Ahmed Yesevi’nin kanatlarında biraz Turan ülkesinde dolaşıyoruz, ondan sonra geliyoruz Selahaddin Eyyubi’yle Kudüs önlerine gidiyoruz, Alparslan’la Malazgirt’e geliyoruz, bir kere de bu dünyada, bu topraklarda verilmiş en kutsal, en mukaddes ulusal kurtuluş savaşını referans olarak veremeyen bir Başbakanı görüyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, evet en mukaddes, en kutsal ve en haklı savaş bu topraklarda yaşanan. Bunu örnek veremeyecek bir Başbakanı tahayyül edemiyorum.

Şimdi, Suriye’de tüm iddialarımız boşa çıkmış, hiçbir ağırlığımız kalmamış ve politikalarıyla çatışmalara taraf olmuş ve bu yaşanan ahlaksız savaşın maddi, manevi faturasına ortak olmuş bir dış politika sorumluluğu altındayız. Kızabilirsiniz, görüntü budur, bütün dünyanın algılaması da budur. Şimdi Suriye’ye askerî müdahaleden bahsedebiliyoruz. İşte tam zamanı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET HALUK KOÇ (Devamla) – Şu 1 Mart 2003’ün bütün tutanakları açıklansın. Bunun gizli kalmasında hiçbir gerekçe, sizler için de bir gerekçe yok. Hem Sayın Cumhurbaşkanı da…

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Koç.

AHMET HALUK KOÇ (Devamla) – Toparlıyorum efendim.

BAŞKAN – Lütfen…

AHMET HALUK KOÇ (Devamla) – Müsaade ederseniz…

BAŞKAN – Estağfurullah.

AHMET HALUK KOÇ (Devamla) – Kırk yılda bir çıktım, bir dakika verirseniz mikrofondan da bitirebilirim.

BAŞKAN – Lütfen buyurun.

AHMET HALUK KOÇ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Onun için, neden karşı çıkılıyor anlamak mümkün değil. Yasal süresini doldurmuş bir prosedür, bir yazım karışıklığından 71’inci madde “açıklanabilir” hükmü koymuş ve Danışma Kurulu kararıyla Genel Kurula bırakmış. Hâlbuki on yıl dolduktan sonra, bu, çok rahatlıkla açıklanabilir. Burada saklanacak, gizlenecek bir şey yok. Bakalım, Sayın Deniz Baykal ne demiş? Önder Sav’ın konuşmasını öğrenebilirsiniz. Diğerleri ne demiş? Hükûmet ne demiş? Ne gerekçeler konmuş? Yaşananlar var ve oylama var. 99 arkadaşın bir kısmını tanımaktan mutluluk duydum AKP içinde ve hâlâ da ilişkilerim devam ediyor, ismen söylemeyeyim ama bir tek Ertuğrul ağabeyi, Sayın Yalçınbayır’ı söyleyebilirim. Bursa’ya gittiğimde hâlâ evine uğrayıp kahve içme hukukum var. Kendisinin ifadeleri var, diğer arkadaşlarımızın var. Suriye karışıklığının arifesinde 1 Mart 2003’ü bir görelim. Bu Parlamentonun bir deneyimi var. Bunu saklamakta, gizlemekte hiç kimseye fayda yok.

Ben açıklanması lehinde görüş belirttim Sayın Başkan. Hepinize teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Koç.

Sayın Vural, siz mi konuşacaksınız, Sayın Özdağ mı?

OKTAY VURAL (İzmir) – Ben konuşacağım.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisinin aleyhinde ilk konuşmacı Sayın Oktay Vural, İzmir Milletvekili.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, gruplara, her gruba söz hakkı düştüğü için aslında bu 1 Mart tezkeresi konusuyla ilgili bu tutanakların açıklanmasının ben doğru olduğunu düşünüyorum ama bugün Cumhuriyet Halk Partisinin verdiği 1 Mart tezkeresiyle ilgili görüşme tutanaklarının açıklanması… Aslında o günden bugüne gelince, Türkiye’nin Irak politikası nereye gitti, ona bakmak lazım. Dolayısıyla, aslında, Türk dış politikasının iflas etmiş bir Irak politikasıyla karşı karşıya olduğumuzu arz ediyorum.

Bu konu nereden çıktı? Sayın Cumhurbaşkanı “1 Mart tezkeresi geçmeliydi. Dolayısıyla, yanındaydım. Gizli kulisler attılar. O insanların kimler olduğunu araştırır bulursunuz. Maalesef, biz kendi arkadaşlarımızın yanlışıyla baş başa kaldık.” diyor ve “Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz.” demek suretiyle 1 Mart tezkeresinin, kendi partisi içerisinde birtakım insanların gizli pazarlıklar yaptığını ifade ederek reddedildiğini söylüyor. Doğrusu, bu, son derece önemli. Bu pazarlıkları kim yaptı? Hangi odaklarla yaptı? Muhatapları kimlerdi? Bu bakımdan, Sayın Cumhurbaşkanı böyle bir ifadeyi neden bugün kullandı? Bütün bunların açığa çıkması lazım.

Gönül ister ki, bu Parlamentoda hepimiz, hep beraber, birlikte, Türkiye’nin dış politikasını bütün boyutlarıyla masaya yatıralım. Nereden nereye geldik? Bugün kadim Türk dış politikası hangi eksen kaymasına uğramıştır? Bu eksen kaymasının maliyetleri nelerdir? Bunları ortaya koymamız lazım.

Eğer millî bir dış politika takip edeceksek, dışarıda bu politikayı destekleyecek millî güç unsurlarının bu politika hakkında bilgi sahibi olması lazım. Bizler, Türkiye'nin millî bir dış politikasını desteklemek, takip etmek istiyoruz ama bugün huzurlarınızda, maalesef, böyle millî bir dış politika olmadığı gayet açık ve net.

Hemen şu konuya gireyim: Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki: “Irak’a girmeliydik. Yanındaydım.” Fakat acaba bundan önce ne söylemiş? Dolayısıyla, bunları dikkate almak lazım. Dün, Irak’a girilmemesini, acaba kendisi nasıl ifade etmiş? Bakıldığında…

(Hatip, elektronik cihazla bir ses kaydı dinletmeye başladı)

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Başkanım, böyle bir usul var mı?

BAŞKAN – Sayın Vural, lütfen, konuşmanızı Genel Kurula göre yapınız. Ben, size söz verdim Sayın Vural.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sizi dinlemek istiyoruz Başkanım.

OKTAY VURAL (Devamla) – Evet.

BAŞKAN – Sayın Vural, ben size söz verdim, lütfen…

(Hatibin elektronik cihazla bir ses kaydı dinletmeye devam etmesi)

OKTAY VURAL (Devamla) – Girmedik…

BAŞKAN – Sayın Vural, ben size söz verdim, lütfen…

OKTAY VURAL (Devamla) – Yani Irak’a girmeme iradesi; o zamanın Sayın Başbakanının iradesi “Biz Irak’a girmedik.” diyor. E şimdi, siz kendi iradenizle girmedik diyorsunuz, “1 Mart tezkeresinde ben olsaydım alırdım….” E 1 Mart tezkeresinde olmadı da 20 Martta tezkere geçti, 7 Ekimde tezkere geçti. Elinizi tutan mı vardı?

Yani bugün karşımızda iflas etmiş bir Irak dış politikası var. Kitle imha silahlarından arındırılması gerekir ki dönemin Sayın Genel Başkanı olarak gittiğinde kendileri açıkça şunları söylemişlerdi: “Evet, Irak’ın kitle imha silahlarından arındırılması gerekir, biz de destekleyeceğiz.” demişti. CSIS’te yaptığı konuşmada aynen bunu söylüyor. “Irak’ın kitle imha silahlarından arındırılması gereklidir, gerekli destek verilecektir.”

Peki, Colin Powell ne dedi? “Bu bir istihbarat yalanıydı.” dedi. Peki, Blair? Bu istihbarat yalanına dayalı olarak adım attığı için özür diledi. Şimdi, Türkiye'nin verdiği destek hangi istihbarata dayalı bir destektir ve Türkiye'nin Irak politikasının maliyeti ne olmuştur?

Bakın, Türkiye'nin kadim Irak politikası, toprak bütünlüğü, siyasal bütünlüğü, doğal kaynakların tüm Iraklılara ait olması, Türkmen varlığının, diğer etnik gruplar hangi haklara sahip ise o Türkmen varlığının bu haklara sahip olmasını temin etmek ve Irak’ta Türkiye'nin güvenliğini tehdit edecek bir yapılanma olmamalıdır.

Şimdi baştan alalım: Irak’ta PKK terör örgütünün güvenli bölgesi var mı? Var. Oradan yönetiliyor mu? Yönetiliyor. Peki, oradan yönelen tehditler can ve mal kaybına sebebiyet veriyor mu? E, veriyor. Neredesiniz peki? Türkiye yok. Türkmen varlığı… Peki, bugün Türkmenlerin diğer etnik gruplarla aynı siyasi haklara sahip olduğunu iddia edebilir misiniz? Kerkük’ün özel statüye bağlı olması gerektiği 2005 yılına kadar geçici anayasa çerçevesinde kayıt altına alınmıştı ama anayasa yapıldıktan sonra Kerkük’ün Irak’ın kuzeyine bağlanmasının referandumla yapılması mümkün hâle getirildi. Ne oldu? Kerkük’ün özel statüsü dahi ortadan kayboldu ve bugün, maalesef, Irak’ın kuzeyinde, Suriye’de de Türkmenlerin siyasi varlığı tehdit altında.

Irak’ın doğal kaynakları tüm Iraklılara ait olmalıdır, enerji kaynakları. Türkiye ne yaptı? Merkezî Hükûmeti aşarak Irak’ın kuzeyindeki yönetimle doğrudan doğruya enerji anlaşmaları yaptı. Dolayısıyla, bunları yaparak aslında fiilen Irak’ın 3’e bölünmesinin gerekçeleri hazırlandı. Bu yönüyle bakıldığında, Netanyahu’nun daha önce söylediği “Biz bağımsız bir Kürdistan’ı destekleriz.” ifadesinden sonra Hüseyin Çelik’in AKP Sözcüsü olarak “Biz de destekleriz.” ifadesi, Irak’ın bütünlüğünün bozulmasına ilişkin bir sürecin de açıkçası Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından öngörüldüğünü ortaya koyuyor. Irak’ın toprak bütünlüğü de yok.

Ben soruyorum şimdi: Irak dış politikası millî midir? Hiçbir millîliği yoktur. Oradan tehdit geliyor, Irak’ın bölünme süreci devam ediyor, Türkmen varlığı maalesef tehdit altında. Şimdi, bu süreçlere geldiğimiz zaman, Sayın Cumhurbaşkanının “Irak’ta düşülen hata” ifadesiyle Türkiye Cumhuriyeti devleti maalesef Irak’ta sahip olduğu gücü kullanmamıştır.

2004 yılında Sayın İlker Başbuğ “Eğer biz müdahale edersek orada yapılanmanın maliyetini artırırız, Amerika Birleşik Devletleri de bu maliyeti dikkate alır ve oranın yapılanmasında söz sahibi oluruz.” demişti. Ne oldu? Hiçbir müdahale yapmadınız. 2007 yılına kadar Irak’la ilgili hiçbir tezkereyi terör örgütüyle müzakere kapsamında dahi gündeme getirmediniz ve bu yönüyle bakıldığında, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu coğrafyada oynadığı oyunu bozacak hiçbir adım atılmadı. Bu bakımdan, kadim olarak Sayın Başbakanın Sykes-Picot Anlaşması’nı referans vermesi ile bu coğrafyanın emperyal güçler tarafından bölünme ve paylaşılma süreci aslında Büyük Ortadoğu Projesi’nin siyasi amaçlarından biriydi. 22 İslam ülkesinin siyasi coğrafyasını değiştiren bir proje, maalesef, Türkiye tarafından bir eş başkanlık statüsüyle yürütülecek noktaya geldi.

Bugün her bir meseleyi ele alabiliriz ama bugün burada bir parti seviyesinden değil, ben isterim ki Türkiye’nin menfaatleri açısından bu konuları tartışalım, Türkiye’nin menfaatlerini temin edecek konular bakımından Irak politikasını değerlendirelim. Ama ne böyle bir millî politikanın oluşumunda Meclisin rolü var ne siyasi partiler arasında bir uzlaşma ve diyalog arayışı var. Onun için, 2003 yılında at pazarlığı diye başlanan, ondan sonra söylenen o ki Ertuğrul Yalçınbayır’ın “Bu tezkereye onay vermezsek memurların maaşlarını bile ödeyemeyiz.” tehdidiyle milletvekillerinin iradesini etkileme gayretleri, daha sonra Dubai’de imzalanan 1 milyar dolarlık, 8 milyar dolarlık kredi olmak üzere yapılan bir anlaşmayla -Irak’a müdahale etmeme garantisini veren bir anlaşmayla- bakıldığında, maalesef, Türk dış politikası yabancı devletler tarafından rehin alınmıştır.

O bakımdan, bu tutanakların açıklanması kadar… Ben Hükûmete defalarca çağrıda bulundum. Gelin, bu dış politikayı, her bir dış politika unsurunu -Türkiye’nin Irak’la, Suriye’yle, İslam coğrafyasıyla ilişkileri olmak üzere- gelin, bu sorunları burada tartışalım. Millî bir dış politikada hep beraber, birlikte olmamız gerekiyorsa olalım. Bu bakımdan, zikzaklarla değil, bu dış politikaları hep beraber, birlikte, millî menfaatlerimiz doğrultusunda olduğu zaman ancak destekleriz. Ben bugün Türkiye’nin Irak politikası olarak, bu eksende, bu geldiği sonuçlar itibarıyla, maalesef, yeterince ders alınmadığını görüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OKTAY VURAL (Devamla) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Size de bir dakika vereyim.

Buyurun.

OKTAY VURAL (Devamla) – Dolayısıyla, Joseph Biden’ın Senatoda kabul ettiği ”three state” formülü olarak Irak’ın 3’e bölünmesi projesi; aynı zamanda yine Princeton Üniversitesinde Şimon Peres ve Hillary Clinton’ın bir araya geldiği toplantıda Suriye’nin Şii, Kürt ve Sünni olarak 3’e bölünmesi; Juppe’yle Davutoğlu’nun yaptığı anlaşma, Juppe-Wright planlarını dikkate aldığımızda, Türkiye maalesef -Sykes Picot Anlaşması’yla birlikte Türkiye’nin içini ilgilendiren Sevr Anlaşması dâhil olmak üzere- bu süreçlerde yabancı güçlerin işlerini kolaylaştıracak adımlar atmış, Türkiye’nin millî güç unsurlarını kendi millî menfaatleri doğrultusunda sevk ve idare etmeyerek millî güvenliğimizi ve millî menfaatlerimizi haleldar etmiş durumdadır.

Dolayısıyla Irak’ta yapılan şey bellidir. Irak’ta bir devlet yapısı çöktüğü zaman terör örgütü unsurlarının nasıl orada cirit attığını dikkate alanlar, bu durumda bu coğrafyada yapılacak her türlü girişimin aslında devlet dediğimiz bir yapıyı çökertmeden bir dönüşümü sağlamak üzere kurgulanması gerektiğini düşünmüşlerdir. Gönül isterdi ki Türkiye bir kaba gücün değil, yumuşak gücün tarafı olarak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OKTAY VURAL (Devamla) – …bu coğrafyada İslam’ın barışını, huzurunu temsil edecek bir politika takip etseydi. Maalesef o politikadan uzak olduğunu görüyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vural.

OKTAY VURAL (Devamla) – Ve millî bir dış politika oluşturma konusunda da Hükûmete çağrıda bulunuyorum.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim ben de.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisinin lehinde son konuşmacı olarak Iğdır Milletvekili Sayın Mehmet Emin Adıyaman konuşacak.

Buyurun Sayın Adıyaman. (HDP sıralarından alkışlar)

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin 1 Mart tezkeresinin tutanaklarının açıklanmasına ilişkin önerisi hakkında grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii, 1 Mart tezkeresinden bu yana yaklaşık on iki yıl gibi bir zaman geçti. Elbette biz de 1 Mart tezkeresi sürecinde neler görüşüldü, hangi siyasi parti hangi kaygılarla ret veya olumlu oy verdi, o dönemdeki koşullar neydi, neler tutanaklara geçti, kim ne söyledi, açıklanmasını ve kamuoyunun bilmesi gerektiğini biliyoruz.

Değerli arkadaşlar, 2003 yılına gittiğimizde, Irak’ın tekçi, üniter, tek mezhep ve tek kimlik üzerine inşa olmuş Baas milliyetçiliği 1990’lı yıllara gelindiğinde yaklaşık 1,5 milyonu aşkın Şii’yi ve Halepçe dâhil olmak üzere sadece 1986 ile 1988 arası 186 bin Kürt’ü katletmişti. Bununla yetinmeyen faşist zihniyetli, tekçi, ırkçı Arap milliyetçiliğine dayanan Baas rejimi Kuveyt’i işgal etmişti ve akabinde Birinci Körfez Savaşı’nı ve daha sonraki gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Irak’ta Şiiler, Sünniler ve Kürtler bir realite, bir gerçeklik. Az önce ifade ettiğim gibi, tekçi anlayışa dayalı Baas iktidarının yaptığı katliamların, inkârcı ve tekçi anlayışının doğal sonucu olarak Irak parçalanacaktı; iç savaş çıkacaktı veya Amerika müdahale edecekti. Nitekim Amerika da 2003 yılında Irak’a müdahale kararı aldı.

Şimdi, o tarihe döndüğümüzde bu yüce Mecliste 1 Mart tezkeresi reddedildi. Neydi o günkü kaygılar bir hatırlayalım, niye reddedildi? Bu Meclis, Saddam Hüseyin’in kara kaşına kara gözüne mi hayrandı? Değildi. Peki, neydi redde götüren kaygı? Değerli arkadaşlar, iki temel faktör vardı: Biri, Amerika Birleşik Devletleri’nin İskenderun’dan Hakkâri’ye kadar bütün sınır hattında 65 bin askerini ve hava kuvvetlerini konuşlandıracağı, dolayısıyla bunun Türkiye’nin bağımsızlığını tehlikeye düşüreceğiydi. İkinci önemli şey, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu tezkerenin geçmesi hâlinde Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına yardım edeceğiydi. Tamamen bu kaygıyla, bu anlayışla, bu “Kürt devleti oluşmasın.” refleksiyle yetmiş, seksen yıldır Türkiye’de devam eden, nerede olursa olsun, Türkiye’nin sınırları dışında dahi olsa Kürt kimliğine tahammülsüzlüğün bir ifadesiydi ve bu şekilde reddedildi. Bu nedenledir ki o dönemde AKP’den, MHP’den, CHP’den, özellikle bu kaygı üzerinden, milliyetçi, ulusalcı kaygılarla reddedildi.

Peki, o günden bugüne ne oldu Irak’a ilişkin politika? Kırmızı çizgilerle, Kürtlerin orada bir statü, bir hak elde etmesine ısrarla karşı çıkan, o dönemden bugüne aynı çizgiyi devam ettiren AKP Hükûmeti, sonraki yıllarda, Irak’ta oluşan Kürdistan federal bölgesini, tam bir iş birliğiyle, bir ekonomik pazar alanı veya işte, en yakın müttefik olarak görmeye başladı.

Şimdi, aynı senaryo, aynı anlayış maalesef on iki yıl sonra, şimdi de Suriye’nin kuzeyindeki Kürt hareketinin, Kürt halkının elde ettiği statüye yöneliktir. Şu anda da “1 Marttan ders çıkardık, 1 Marttaki hataya düşmeyeceğiz.” diyen Sayın Cumhurbaşkanının aslında altını çizmek istediği şey: “Biz 1 Mart tezkeresini reddederek Kuzey Irak’ta bir Kürt oluşumuna sebebiyet verdik ama biz Suriye’de bir Kürt oluşumuna, bir Kürt statüsüne izin vermeyeceğiz, öyle bir hataya düşmeyeceğiz.”

Değerli arkadaşlar, Orta Doğu’nun gerçekleri, Orta Doğu’daki demografik yapı, sosyokültürel yapı, politikaları nasıl belirlersek belirleyelim, dış politikaları bu realiteler üzerine inşa etmediğimiz takdirde -daha önceki konuşmalarımızda da ifade ettiğimiz gibi- ancak iflasla, ancak Arap çöllerine dönmekle biter. Şimdi, şu gerçeği Hükûmet hâlâ görmemektedir: Orta Doğu’ya, Osmanlı hinterlandına Türkiye'nin açılabilmesinin, Türkiye'nin dış siyasette güç elde edebilmesinin tek yolu var, o da Kürtlerle ittifak yapmaktır. Nasıl ki bugün Irak’ta var olabilmek için, Bağdat’taki Merkezî Hükûmete karşı Irak’ta varlığını, politikasını devam ettirebilmek için Kuzey Irak’taki Kürdistan federal devletiyle, bölgesiyle iş birliği yapmak zorundaysa, o olmaksızın Irak’ta bir güç olamayacaksa, İran’a karşı Irak’ta tek bir söz geçiremeyecekse aynı şey Suriye için de geçerlidir. Suriye’de de, Kürtlerle ittifak yapmaması, Kürtlerle eşitlik, hak, hukuk ve statülerinin tanınması üzerine bir dış politika inşa edememesi durumunda Türkiye, tıpkı şu anda varmış olduğumuz durum gibi, denklem dışında kalacaktır ve nitekim, Suriye’deki Kürtlerle düşmanlık üzerine, inkâr üzerine ve kırmızı çizgiler üzerine inşa edilen dış politikada Türkiye, gerek Rusya gerek ABD gerek İran ve diğer bölge ülkeleri karşısında denklem dışı kalmış durumdadır. Ve bu yanlış dış politikayla, maalesef, AKP Hükûmeti, Suudi Arabistan Krallığı, Kuveyt Emirliği, Birleşik Arap Emirliği gibi aslında demokratik olmayan, dünyada çok da prestiji olmayan ülkelerin iş birlikçisi, onlardan medet umar bir konuma düşmüş bulunmaktadır.

Değerli dostlar, Suriye’nin kuzeyinde Kürtler sadece tekçi bir yapıyla, tek bir kimlikle değil, çoğulcu din anlayışı, kültürel farklılıklar, farklı etnisitelerden oluşan ve her bir halkın kendi aidiyetiyle, kendi kültürü ve benliğiyle var olduğu, gönüllü ve eşitliğe dayalı bir beraberlikle inşa edilmiş ve kendi aralarında imzalamış oldukları toplumsal sözleşmeyle de bu çoğulcu yapıyı güvence altına almış bir statü, bir yapı elde etmişlerdir. Bu gerçeği, bu durumu tespit etmeden, bunu kabul etmeden, salt hamasi söylemlerle, inkârla, retle Suriye’de ve doğal olarak Orta Doğu’da Türkiye’nin bir dış politika geliştirmesi, bir güç olması düşünülemez. Dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisinin önerisinde belirttiği üzere, 2003 yılı 1 Mart tezkeresinde görüşülen konuların ve arka planının nelerden ibaret olduğu, hangi saik ve gerekçelerle bu tezkerenin geçirilmediği veya bu dönemde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Devamla) – Sayın Başkan, tamamlayayım.

BAŞKAN – Size de bir dakika verelim bu defaya mahsus olmak üzere. Sayın Koç’la birlikte başladık, diğer konuşmacılara da aynı uygulamayı yapalım. Ek bir dakika süre veriyorum size, buyurun.

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Devamla) – Peki.

Değerli arkadaşlar, biz de bu tutanakların açıklanmasını ve yüce Mecliste, o dönemin şartları içerisinde, hangi partinin, hangi milletvekilinin ve hatta Parlamento dışından görüşlerin, bilgilerin ortaya çıkmasını ve kamuoyunun da doğal olarak on yıllık zamanı tamamlayan bu kapalı Meclis görüşmelerindeki görüşleri bilmesinin doğal hakkı olduğunu düşünüyoruz.

Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Adıyaman.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisinin aleyhinde son konuşmacı olarak Kırıkkale Milletvekili Sayın Ramazan Can konuşacak.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Öncelikle, şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Sur’da Kırıkkaleli Bahattin Seçkin ve Mahmut Yağlı kardeşimiz yaralanmıştır, kendilerine Mevla’dan acil şifalar temenni ediyorum.

Yine, değerli Meclis Başkan Vekilimiz Ayşe Nur Bahçekapılı’yı aramızda görmekten son derece mutluyum. Sağlık ve esenlikler diliyorum efendim.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim, sağ olun.

RAMAZAN CAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1 Mart tezkeresiyle ilgili, o dönem itibarıyla, buradaki atmosferi yaşamış, o oylamaya katılmış az sayıda milletvekilinden biriyim. Netice itibarıyla, 1 Mart tezkeresinde bir oylama yapıldı ve oylamanın sonucunda toplantı yeter sayısı içerisinde yani oylamaya katılan 533 milletvekili içerisinde -burada sayılar da var- 250 ret, 264 kabul, 19 çekimser oy kullanılmıştır. Toplam oy kullananları 2’ye böldüğümüzde, artı 1, 267 milletvekiline ulaşılamadığından dolayı tezkere kabul edilmemiştir.

Netice itibarıyla, o tarihte yapılan tezkere sonucundaki oylamada burada değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmeler hukuki değerlendirmeler de olabilir, siyasi değerlendirmeler de olabilir. Kapalı oturum tutanaklarının hukuki olarak açıklanabilmesi Anayasa 97’de “Görüşmelerin açıklığı ve yayımlanması” başlığında yer almış, “Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzük hükümlerine göre kapalı oturumlar yapılabilir, bu oturumlardaki görüşmelerin yayımı Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararına bağlıdır.” denilmektedir. Yine aynı şekilde, İç Tüzük 70’inci maddede düzenlenmiş, kapalı oturumlarla ilgili “Başbakanın veya bir bakanın veya bir siyasi parti grubunun yahut yirmi milletvekilinin yazılı istemi üzerine kapalı oturum yapılabilir.” diyor. Aynı 70’inci maddenin beşinci fıkrasında “Kapalı oturum sırasındaki görüşme hakkında, kapalı oturumda bulunanlar ve bulunma hakkını haiz olanlar tarafından hiçbir açıklama yapılamaz. Bunlar devlet sırrı olarak kalır.” denilmektedir.

Yine 71’inci madde de kapalı oturum tutanaklarıyla ilgili düzenlenmiştir; ikinci fıkrada “Kapalı oturum tutanakları ve özetleri, kapalı oturum tarihinden itibaren on yıl geçtikten sonra yayımlanabilir. Bunların daha önce veya daha sonra yayımlanması hususunda Genel Kurul, Danışma Kurulunun teklifi üzerine işaret oyuyla karar verir.” denilmektedir.

Yani, netice itibarıyla, Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisindeki talebi hukuken karşılanabilir bir taleptir. Tabii ki aynı zamanda, bu hukuki gerekçeleri haiz toplantı kararlarının açıklanmasıyla ilgili siyasi karar da verilmesi lazımdır. Eğer bu konudaki kapalı oturum tutanaklarının açıklanmasında siyaseten bir değerlendirme yapılacaksa bunu partiler kendi yürütme organlarında değerlendireceklerdir ve Genel Kurulda bunu oylama şeklinde dile getirebileceklerdir.

Netice itibarıyla, “1 Mart tezkeresi” diye adlandırılan, aslında 25/2/2003 tarihinde verilmiş 850 sayılı Başbakanlık Tezkeresi’dir. Dönemin Irak’a ilişkin gelişmeleriyle ilgili, 6 Şubat 2003 tarihli kapalı oturumda aslında bir görüşme yapılmış, Irak’la ilgili hadiseler o kapalı oturumda tartışılmış. Netice itibarıyla, 6 Şubat 2003 tarihindeki oturumdan sonra ABD’ye mensup teknik ve askerî personelin üç ay süreyle Türkiye’de bulunmasıyla ilgili ileride bir toplantı yapılması kararı alınmıştır. 19 Şubat 2003 tarihinde, NATO, Türkiye’ye destek verilmesi anlamında bir anlaşma yapmıştır.

Yine, Türkiye'nin millî birliğini ve toprak bütünlüğünü hedef alan terör unsurlarının bölgedeki yuvalanmalarından, Irak’taki durumun Türkiye için teşkil ettiği tehdidin öneminden de bahsedilmiştir.

Netice itibarıyla, Irak’ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin korunması ve Türkiye’mize gelebilecek muhtemel zararlar da değerlendirilerek 17-18 Şubat 2003 tarihinde Avrupa Birliği üyesi ülkeler de, zirve toplantısında alınan kararda, bunu bir destekleme mahiyetinde açıklamıştır.

Netice itibarıyla, 58’inci Hükûmetin, bu mülahazalar karşısında, gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı Hükûmetçe belirlenecek şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine ve bu kuvvetlerin gerektiğinde, belirlenecek esaslar dairesinde kullanılmasına; ikinci fıkrada, uluslararası meşruiyet kuralları çerçevesinde en fazla 62 bin askerî personelin, 255 uçak ve 65 helikopteri aşmamak kaydıyla hava unsurlarının üç aylık bir süre zarfında Türkiye’de bulunmasına; gerek Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına çıkması gerekse dışarıdaki silahlı güçlerin Türkiye’de üç ay kalmasına yönelik tezkeresi gündeme gelmiş ve burada ciddi derecede tartışılmıştır. Memleketimizin menfaati, devlet geleneklerimiz de değerlendirilerek burada milletvekillerinin bağımsız iradesiyle bir sonuç ortaya çıkmıştır. Bu sonucun takdiri siyasi olarak -üzerinden on yıl geçmiş- kamuoyunca değerlendirilmiştir.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Tamam, tutanakları açıklayın diyor.

RAMAZAN CAN (Devamla) - Hukuken tutanakların açıklanmasında bir beis yoktur, siyasi desteğe ihtiyaç vardır diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Edildi.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Çoğunluktayız Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.56

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.08

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

XI.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Plan ve Bütçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN - Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

XII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/540) (S. Sayısı: 97) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Dünkü birleşimde tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı ve maddelerine geçilmesi kabul edilmişti.

Şimdi, birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm, 13’üncü maddeyle ihdas olunan Ek Madde 1 ve Ek Madde 2 dâhil, 1 ila 14’üncü maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Necmettin Ahrazoğlu konuşacaktır.

Sayın Ahrazoğlu, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET NECMETTİN AHRAZOĞLU (Hatay) – Sayın Başkan, öncelikle, size “Geçmiş olsun.” diyorum.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim, sağ olun.

Buyurun.

MEHMET NECMETTİN AHRAZOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 97 sıra sayılı adı kısaca “AR-GE” olan Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü hakkında Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, Hatay sınırına yakın olan Bayır Bucak Türkmenleri’yle ilgili birtakım bilgileri size aktarmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün, Bayır Bucak Türkmenleri zor şartlar altında, bir yandan PYD, bir yandan Rusya, bir yandan da IŞİD kuvvetlerine karşı üç koldan savaş vermektedir. Ülkemizi yakından ilgilendiren bu durumda Türkiye’nin sessizliği karşısında Türkmenler orada yalnız bırakılmıştır. Bugün, yapılan görüşmelerde Türkmenler, Kızılayın, Ülkü Ocaklarının ve diğer toplum kuruluşlarının yardımlarına minnet duyduklarını ancak bu yardımların yeterli olmadığını, daha doğrusu makarnadan, çadırdan başka da yardımlar beklediklerini açıkça ifade etmektedirler. Bugün, Halep’in kuzeyi ile Türkmenlerin arası kesilmiş, Türkmen tugaylarına birçok yerde saldırılar olmuş, bir yandan Rusların uçak saldırıları, bir yandan da IŞİD’in ve PYD’nin kuzeyden ve güneyden saldırmalarıyla maalesef, Türkmenler yerlerinden yurtlarından edilmiş durumdadır. Türkmenler bizlerden yardım beklemektedirler, her türlü yardıma da açık olduklarını çok açıkça ifade etmektedirler. Kobani’ye, Ayn El Arap’a selam gönderenlerin Türkmenlere de hiç olmazsa gözünün ucuyla bakması beklenmektedir. Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisini de duyarlı olmaya ve Türkmenlere yapılan bu soykırımı, yerinden etme hadisesini kınamaya davet ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün görüşeceğimiz ve kısaca “AR-GE” olarak adlandırılan kanun tasarısına bu ülkenin geleceğine, kalkınmasına, toplumun refah düzeyinin yükselmesine inanan hiç kimsenin karşı çıkması mümkün değildir.

Bu kanun tasarısının metninde kısaca ülke ekonomisinin uluslararası düzeyde rekabet edebilir bir yapıya kavuşturulması ve ülkemizi muasır medeniyet seviyesine ulaştırma yolunda kamunun olduğu kadar özel sektörün de yoğun çalışma ve gayret göstermesi gerektiği belirtilmektedir. Bu amaçlar doğrultusunda hazırlanan tasarı, yüksek katma değerli ürünlerin üretilmesini sağlamak ve desteklemek, AR-GE insan kaynağı kapasitesini artırmak, bilgiyi ticarileştirmek, teknoloji ve yenilikçi şirketlerin ortaya çıkmasını ve gelişmesini desteklemek, üniversite-sanayi iş birliğini geliştirmek ve kurumsallaştırmak, AR-GE ve yenilik ekosistemini güçlendirmek gibi pek çok konuyu dikkate almaktadır.

Değerli milletvekilleri, ülkelerin rekabet gücünü ve gelişmişlik ölçüsünü belirleyen temel faktörlerin başında, hiç şüphesiz ülkenin mevcut teknolojik seviyesi gelmektedir. Ne yaparsak yapalım, ne kadar destek verirsek verelim, kendinize ait olan, kendinizin geliştirdiği ürün veya teknoloji olmazsa, montaj yöntemiyle bu seviyeyi yükseltmek mümkün olmayacaktır.

Araştırma ve geliştirme faaliyetleri, her türlü ön yargıdan kurtularak ve imkânları zorlayarak yapılmalıdır. Bunları yaparken de iktidar taassubuyla ve her şeyi en iyi ben bilirim edasıyla değil, muhalefet milletvekilleri ve siyasi parti gruplarının da aklın, bilimin ve pratik tecrübelerin ışığında ortaya koyduğu görüş ve düşünceleri hiçbir komplekse kapılmadan dikkate alınmalı ve istifade edilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 yılında kabul edilen 5746 sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanunun görüşmelerinde, Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin “Bugün görüşmekte olduğumuz ve geç kalan bu tasarıyı biz, esasen olumlu fakat dar kapsamlı bulmaktayız.” şeklindeki dikkate alınmayan eleştirileri sonucunda, çok değil, yedi, sekiz yıl sonra tekrar kanun tasarısının hazırlanması eleştirilerimizin ne kadar haklı olduğunu ortaya koymuştur.

2000 yılında, 57’nci Cumhuriyet Hükûmeti tarafından Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu hazırlanmış, 26 Haziran 2001 tarihinde de kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Gelişmiş ülke örneklerinde olduğu gibi, sanayicimiz ile araştırmacılarımızı birlikte çalıştırmaya özendiren bu kanunla ülkemizde çok sayıda teknoloji geliştirme bölgeleri kurulmuştur. Ancak, giderek artan destekleme çabalarına rağmen, Türkiye'de AR-GE harcamalarının hem gayrisafi millî hasıladaki yeri hem de ürün maliyeti içindeki payı olması gereken düzeylere maalesef, ulaşamamıştır. Dünya Ekonomik Forumu’nun açıkladığı 2015-2016 Küresel Rekabet Raporu’na göre, ülkemizin makroekonomik ortam ve kurumsal yapılanmadaki bozulma sonucu, 140 ülke arasında bir önceki yıla göre 6 basamak gerileyerek 51’inci sıraya düşmesi bunun en belirgin örneğidir. Anılan raporda da görüleceği gibi, ülkeler global büyümedeki yavaşlama ve yüksek işsizlikle mücadele etmek için verimliliklerini ve inovasyona sundukları destekleri artırmak zorunda kalmışlardır. İnovasyona sunduğu destekle öne çıkan İsviçre, Singapur ve Amerika Birleşik Devletleri 140 ekonomi arasında da en üst sırada yer almaktadır. Asıl önemlisi ise Türkiye’nin 2014 yılı itibarıyla satın alma gücü paritesine göre yaklaşık 800 milyar dolarlık bir gayrisafi yurt içi hasıla büyüklüğüyle 140 ülke arasında 18’inci, pazar büyüklüğüyle 16’ncı sırada olması ve nüfus sıralamasına göre de 19’uncu sırada olmasına rağmen, rekabet gücü sıralamasında 51’inci, inovasyon sıralamasında ise 60’ncı sırada olması bu güzel ülkeye ve çalışkan Türk milletine hiç yakışmamaktadır. Bilimsel yayın sayısı bakımından da Türkiye’nin dünya sıralamasındaki yerinin son sekiz, dokuz yıldır değişmemesi, daha üst seviyelere çıkmaması da bir diğer ülke gerçeği olarak karşımızda durmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AR-GE faaliyetlerinin bir sonucu olan patent başvuruları ve tescillerine de baktığımızda da acı durumu görmekteyiz. Türk Patent Enstitüsünün 2015 yılı raporlarına göre, 2014 yılında 4.861 yerli patent başvurusunun 1.251’i tescil edilirken aynı yılda 7.514 yabancı patent başvurusunun 7.279’unun tescil edilmesi, üzerinde çok düşünülmesi gereken acı bir gerçektir. Yani, ülkemizde yapılan AR-GE çalışmalarının büyük bir çoğunluğunun patent tesciline dahi değer bulunmaması AR-GE çalışmalarının yanlış anlaşıldığının bir diğer göstergesidir. Türkiye’nin yüzde 1,01 olan AR-GE’ye ayrılan oranı 2023 yılında yüzde 3 yapmak istemesi erişilebilir bir hedef olmaktan çok uzaktır ve geçmiş yıllara bakarak “inşallah” demekten başka da bir şey aklımıza gelmemektedir.

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak seçim beyannamelerimizde ve parti programlarımızda da belirttiğimiz gibi, dışa açık ve rekabetçi bir yapı içerisinde dünya ekonomisiyle bütünleşerek bölgesel ve küresel gelişmelerin önde gelen belirleyicileri arasında yer alınmasını, bilgi çağının gereği olarak bilgi üretiminin desteklenmesini…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NECMETTİN AHRAZOĞLU (Devamla) – …bilgiye hızlı ve kolay ulaşımın sağlanması suretiyle bilginin en etkin tarzda kullanılmasının gerçekleştirilmesini, kolay kazanç sağlayan ranta dayalı bir tüketim ekonomisi yerine teknolojik gelişmeyi, yenilikçiliği, verimliliği ve istihdamı esas alan bir üretim ekonomisinin oluşturulmasının gerektiğini söylüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ahrazoğlu.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Filiz Kerestecioğlu konuşacak.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Bu sabah, 10 Ekim Ankara katliamının 4’üncü ayı nedeniyle Ankara Garı’nda ailelerle beraberdik. O ailelerin acısı ancak adalet duygusu birazcık tamir edilebilirse hafifleyebilir; bu nedenle bu katliamı unutmadığımızı ve unutturmayacağımızı her ay ve her zaman burada ifade edeceğiz, umarız adalete gerçekten ulaşmaları mümkün olur.

Ben, dün reddedilen bir önergemle ilgili söze başlamak istiyorum değerli milletvekilleri, Grubumuzun önergesiydi. Grup başkan vekilimizin başta belirttiği gibi, gene aslında aynı hadsizlikle reddedilen önergelerden birisi, çocuklarla ilgili; Türkiye'de çatışma sürecinde yaşanan çocuk ölümlerinin ve çocukların bu süreçte gördükleri zararın tespit edilmesi ve giderilmesi yönünde gerekli çalışmaların yapılması amacıyla verdiğim bir önergeydi ve bu önergede, bölgedeki vekillerimizin aktardığı, partimizin derlediği bilgilerle, Hümanist Büro ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı raporlarına göre “Çocuklar operasyon, çatışmalar ve gösteriler sırasında vurularak, sivil alanlarda bulunan mühimmatın patlaması sonucu, hasta olmalarına rağmen sokağa çıkma yasakları sebebiyle hastaneye götürülemedikleri için…” diye devam ederek ve “…polisten kaçarken apartmandan düşerek, polis tarafından dövülerek ve açılan ateşle vurularak yaralandı, hayatlarını kaybettiler.” şeklinde devam eden bir önerge. İç Tüzük’ün 67’nci maddesi kapsamında görüldüğünden, “Polis tarafından dövülerek ve açılan ateşle vurularak yaralandı ve hayatlarını kaybettiler.” ifadesi İç Tüzük’ün 67’nci maddesine aykırı görüldüğünden reddedildi.

Arkadaşlar, bu ülkede arkadaşımız Metin Göktepe kimin tarafından öldürüldü? Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan, Nihat Kazanhan, bunlar kim tarafından öldürüldü? Kim yaralanmış oluyor biz bu ifadeleri kullandığımız zaman? Polis tarafından öldürüldüler bu insanlar. Dolayısıyla, ben Mecliste gerçekten düşünce ve ifade özgürlüğünün aslında, bu önergelerin reddedilmesiyle ciddi bir şekilde ihlal edilmiş olduğunu düşünüyorum.

Aynı şekilde, avukatlık yaptığım onca yıl boyunca cezaevlerini ziyarete gidebildiğim hâlde, milletvekili olarak cezaevlerini ziyarete gidemiyorum. Bunun da ayrı bir ayrımcılık ve ihlal olduğunu düşünüyorum. Avukatlıkta en azından mesleki dayanışma vardı. Siz bunu içinize sindirebiliyor musunuz? Bu şekilde, düşünce ifade edilen ve beğenilmeyen önergelerin reddedilmesini, bir milletvekilinin verdiği önergenin reddedilmesini ya da cezaevlerini ziyarete gidememesini meslektaş olarak -asgarisinden- içinize sindirebiliyor musunuz? Ben açıkçası sindiremezdim.

Evet, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüştüğümüz kanun tasarısı yüksek katma değerli ürünlerin üretilmesini sağlamak ve desteklemek, AR-GE insan kaynağı kapasitesini artırmak gibi hedefleri önüne koyuyor. Hedefler arasında bir konu da bilgiyi ticarileştirmek. Türkiye’de ödemeler dengesi açığı, ara ve sanayi mal ithaline dayanıyor. Reel sermaye yani sanayi sermayesi gitgide erimekte. Sıcak paraya dayalı bir ekonomimiz var yani üretmiyoruz, tüketiyoruz. Hane halkı borçlanması artıyor, reel yatırımlar inşaat alanında yani uzun süreli istihdam yaratmayacak alanlarda yapılıyor. Sanayide var olan yatırımlar katma değeri düşük, ucuz iş gücüne dayalı tekstil ve ara mal üretimi gibi sektörlerde yoğunlaşıyor.

Peki, söz konusu kanun tasarısı bu derdimize çözüm olacak mı? Sınai üretim yapan kamu işletmelerini birer birer, sanki başka türlüsü mümkün değilmiş gibi, zarar ettikleri gerekçesiyle kapatan, Türkiye’yi ucuz emek reklamlarıyla yabancı sermayeye pazarlayan, temel bilimleri kâr etmediği iddiasıyla neredeyse üniversitelerin dışına atacak bir Hükûmet böylesi bir sanayi ve teknoloji atılımını hakikaten başarabilir mi?

Esasen, kanun tasarısına hâkim görüş ne Türkiye’ye ne AKP Hükûmetine özgü. Dünyanın pek çok yerinde, özellikle Türkiye gibi çevre ve yarı çevre ülkelerde IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların önerdiği bu model ciddi direnişle karşılandı. Eğitimin ticarileşmesi, bilgi üretiminin yalnızca kâr getirecek sermayeye endekslenmesiyle birlikte uygulamaya konulan dönüşüme pek çok ülkede öğrenciler direnişle karşılık verdiler.

“Üniversite-sanayi iş birliği” diye anılan, üniversiteleri “özerklik” söylemini kullanarak piyasa mekanizmalarına doğrudan bağlayan söz konusu politikaların asıl hedefi ise özel sermayenin omuzlarından külfetli AR-GE yatırımlarının maliyetini almak, bu maliyeti vergi veren herkese ödetmek, öğrenciler ve akademisyenler dâhil üniversite kaynaklarını sermayenin sınırsız kullanımına açmaktı. Böylece, şirketler rekabet şanslarını yükselten araştırma faaliyetleri için daha esnek ve düşük maliyetli bir yol buldular. Üniversite ve akademisyenin misyonu değişti. Toplum yararı, yerini firma gibi işleyen üniversite ya da araştırmayı finanse eden işletmenin yararına bıraktı. Bu müdahalenin endişe verici bir diğer sonucu ise gerçekleştirilen projelerin üniversiteye gelir getirdiği oranda değerli sayılması. Söz konusu model bilimsel, teknolojik araştırma konularının belirlenmesinde ülke ve toplum ihtiyaçlarını değil, sermaye kuruluşlarının gündelik kâr hesabını merkeze koyuyor. Bu durumda, akademisyenler, bilimsel yaratıcılıktan ve düşünce ufkunun sınırlarını toplum yararına genişletmekten uzaklaşarak sermayenin ilgi gösterdiği, kısa sürede patent alabilecekleri alanlara yönelmeye başladılar ve âdeta birer girişimciye dönüşüyorlar. Sanayinin çıkarının üniversitelere böylesi hâkim olması, üniversitede üretilen bilginin içeriğini, güvenilirliğini ve bilgiyi üreten insanların motivasyonlarını, yönelimlerini, hatta kişiliklerini bile etkiliyor. Oysa, önce bilgi ve sonrasında da katma değeri yüksek ürünler üretmenin tek yolu, temel bilimlere önem vermek, üniversitelerin giderlerini kamu bütçesinden sağlayarak üniversitelerin gerçekten özerk olmasını temin etmek ve üniversite içi demokratik bir yapının oluşmasını sağlamaktır. Fakat, ne yazık ki bugün, sermayenin müdahaleleri ve Hükûmet politikalarıyla çoğu fakülte, bölüm ve ana bilim dalları gereksiz hâle getiriliyor, sermaye için üretilen bilim kalitesizleştiriliyor. Söz konusu kanun teklifiyle kendi bilimini üreten bir ülke değil, ancak ufak araştırma kurumlarımızla merkez ülke sermayelerinin taşeronu, ancak uluslararası firmaların yürüttüğü üretim operasyonlarının düşük maliyetli uygulayıcıları olabiliriz ve elbette, kamu harcamalarını sermayenin lehine harcamak ancak gelir ve varlık uçurumunu büyütür.

Bugün, Türkiye'nin dört bir yanında onlarca üniversite açılıyor. Kapıda “üniversite” yazıyor ama içeride yapılanlar pek de üniversite tanımına uygun değil. Bu, aslında gençlerin umutlarıyla oynamak. Yükseköğretim mezunu işsiz oranı gün geçtikçe artıyor. Resmî makamlar üniversite mezunları arasında işsizlik oranını yüzde 10 civarında gösteriyor. Fakat iş aramaktan umudunu kesenleri ve güvencesiz kısa dönemli işlerde çalışanları, eksik istihdam edilenleri yani yetenekleri ve eğitimlerine denk düşmeyen işlerde çalışan gençleri de hesaba kattığımızda bu oran çok daha büyüyor. Birçok üniversitede onlarca polis bekliyor. Eğer öğrenciler demokratik bir eylem yapmaya kalkarsa bu polis sayısı yüzleri buluyor. Sermayeden ve siyasi baskılardan bağımsız bir gelenek büyütecek akademisyenler, örneğin barışa imza atanlar hedef alınıyor.

Tahsin Yücel yakın zamanda kaybettiğimiz değerli yazarımız, kendisiyle ütopyalar üzerine bir tartışma yapma fırsatı da bulmuştum, 2006 yılında yazdığı “Gökdelen” adlı kitabında, yargının özelleştiği bir distopyayı kaleme almıştı. Bugün üniversiteler özelleştirilirken aslında bir gün gerçekten yargının da özelleştirildiğini ve sermaye lehine birtakım girişimler yapıldığını görmek çok da bize yabancı olmayacak gibi geliyor. O nedenle, bilimin ve üniversitelerin özelleştirilmesi gibi yargının da özelleştirildiğini görmeden, daha demokratik, bilim üreten üniversiteler ve özgür bir yargı için mücadele etmemiz gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kerestecioğlu.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Sonuç olarak, kâr zarar hesabıyla bilime bakan bu kanunun herhangi bir yarar getirmeyeceğini düşünerek biz bu yasaya olumlu bakmadığımızı ifade ediyoruz.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Tacettin Bayır konuşacak. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Bayır.

CHP GRUBU ADINA TACETTİN BAYIR (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 97 sıra sayılı Komisyon Raporu üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Komisyon görüşmelerinde de bazı çekincelerimiz olmasına rağmen tasarıya genel hatlarıyla katıldığımızı ve bu doğrultuda katkı vereceğimizi belirtmiştik. Nedeni şuydu: Çok Değerli Sanayi Bakanımız tasarıyla ilgili Komisyonda bizleri bilgilendirirken, diğer siyasi partilerin de seçim vaatlerini incelediklerini ve bu doğrultuda bir tasarı hazırlamaya çalıştıklarını belirtmişlerdi, dolayısıyla bu bizi çok mutlu etti. Evet, Türkiye için önemli bir kanun tasarısıydı bu. Muhalefet milletvekilleri olarak, önerilerimizin iktidar partisiyle birlikte yapılmasından dolayı memnun olmuştum. Komisyonda tasarı maddelerinin görüşülmesi sırasında 30 maddeden 27’nci maddeye kadar bütün önerilerimizin reddedilmesi üzerine yapmış olduğum bir konuşmada bu yemeği birlikte pişirmeyi teklif etmiştim ve sağ olsunlar, o önerimizden sonraki önerdiğimiz üç öneri de kabul edildi. Keşke 1’inci maddede yapsaymışız böyle bir konuşmayı. Yani, ülke menfaatine, ülke yararına, sanayici ve iş adamı adına yapılabilecek her tür katkıda, birlikte yapmanın tadına birlikte varabileceğimizi o komisyon çalışmasında gördüğümüzü düşünüyorum.

Bu anlamda, sevgili arkadaşlar, hepinizin de bildiği üzere, ülkemizin AR-GE karnesi gelişmekte olan ülkelere kıyasla oldukça düşüktür; küresel rekabette AR-GE yatırımının, yüksek teknolojinin ve yüksek katma değerli ürün tasarımı ve ihracatının değeri ise oldukça ortadadır. Bu ortamda ülkemizin bilgi sermayesine, insan odaklı kalkınmaya ve katma değeri yüksek ürün tasarımına ihtiyaç duyduğu kaçınılmazdır. Belki bu kanun tasarısı bunun önünü açmak adına bir adım olarak kabul edilebilir ama asıl olan uygulamadaki başarısıdır. Yani, Hükûmetin bu tasarı üzerindeki tasarruflarını nasıl kullanacağı ve yöneteceği önemli olacaktır.

Sayın milletvekilleri, bir iş adamı olarak, tasarının bir de girişimci yönüyle irdelenmesinden yanayım. Yani, şunu söylemek istiyorum: Türkiye’den kaçan girişimcinin yani sermayenin geri dönüşü için nelerin yapılması gerektiği konusunda yasama faaliyeti yapanların biraz daha kafa yorması gerektiğine inanıyorum. Tabii ki beyin göçü de önemli ama sermaye olmayınca AR-GE’nin olamayacağı, üretimin olamayacağı ve de istikrarın sağlanamayacağı bilinmelidir. Sevgili arkadaşlar, Türkiye’deki genç beyinler neden gidip başka ülkelerde AR-GE çalışması yapıp şirketler kuruyorlar? Neden bu ülkeler bu genç beyinlere cazip geliyor, hiç düşündünüz mü?

Değerli arkadaşlar, benim için bu göçün birinci nedeni, ülkemizde olmayan imkânların bu ülkeler tarafından gençlere sunuluyor olmasıdır. Bunun yanında, bu ülkeler şirket kurmayı oldukça kolaylaştırmış, insanları vergi prosedürleriyle uğraşmaktan kurtarmış bir ekonomik yapıya sahip ülkelerdir. Tercih edilen ülkelerde vergi oranları adaletli ve yeni şirketlere ciddi vergi kolaylıkları sağlamaktadır. Dolayısıyla, bu ülkelerde üretim ve yaratılan istihdamdan daha adil vergiler alınmaktadır.

Bir de kendi memleketimizin hâline bakalım. Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra, başka bir sorunumuz yokmuş gibi bir başkanlık dayatmasıyla karşı karşıya geldik. Yani, illa “Ben başkan olursam bu ülkeye istikrar gelir.” diye önümüze konuldu, “Her şey güllük gülistanlık olur.” dendi. Bu söylem, kesinlikle kabul edilebilir, doğru bir söylem değildir. Hele hele, geçtiğimiz hafta doğu ve güneydoğudaki bazı iş adamlarını kabul eden Sayın Başbakanın “Siz mevzuatı boşverin, siz benim dediğimi yapın.” dediği kaymakamlardan sonra, Cumhurbaşkanından sonra Başbakanın da bu ülkede doğu ve güneydoğuda yatırım yapması için sanayici ve iş adamlarımıza çağrı yaptığı aklıma gelince o yaptığı açıklamaya bir anlam veremedim. Yaptığı açıklama aynen şuydu: “Biz, doğu ve güneydoğuda bazı iş adamlarının mezarlıklara çekilerek onlara işkenceler yapıldığını, PKK tarafından haraca bağlandığını biliyorduk.” Ben 55 yaşındayım, cumhuriyet tarihinde, bir başbakanın “Sanayici ve iş adamlarına işkence yapıldığını biliyorduk ve onlardan PKK’nın haraç aldığını biliyorduk.” dediğine ilk kez şahit oluyorum sevgili arkadaşlar.

Şimdi, bir taraftan siz bakan olarak, sanayiciye ve iş adamına “Gelin, doğu ve güneydoğuda iş yaratın, iş yeri kurun, açın, istihdam sağlayın.” diyeceksiniz, diğer taraftan Sayın Başbakan çıkacak, sizi zora sokacak. Şimdi, bu, katma değer yaratan sanayicilerimiz ve iş adamları “Yahu sen devlet olarak bana sahip çıkmıyorsun ki, benim can güvenliğimi sağlamıyorsun ki ben hangi mantıkla gidip de doğuda, güneydoğuda yatırım yapayım?” diye sormaz mı bu iş adamları? Ve siz sadece ve sadece çözüm sürecine zarar gelmesin diye “O gün bu iş adamlarına yapılan işkenceye, o gün PKK’nın aldığı bu haraçlara göz yumduk.” nasıl dersiniz Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak, bunu nasıl anlatacaksınız? (CHP sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Yazıklar olsun.

TACETTİN BAYIR (Devamla) – Yani, burada hem “PKK’yı bitireceğiz.” diyorsunuz hem de sadece çözüm sürecine zarar gelmesin diye orada iş adamlarından haraç alınmasına göz yumuyorsunuz. Böyle bir şey kabul edilebilir bir durum değildir arkadaşlar. Biz, buna inanmıyoruz, Türkiye’de iş adamına, üretenine sahip çıkamayan bir iktidar sadece doğu ve güneydoğuda AKP’nin oyunu artırmak adına iş adamlarının dağa çıkarılmasına, PKK’nın haraç toplamasına engel olamıyorsa, bugünkü durumun tek sorumlusu bugünkü iktidardır. Bence Başbakanın bu ifadeleri özrü kabahatinden daha büyük diye ifade edilebilir. Anlaşılan o ki validen, kaymakamdan en üst makama kadar yetkilerinin devleti ayakta tutmak adına değil, AKP’yi ayakta tutmak adına kullanılmasına göz yummuştur bu iktidar. (CHP sıralarından alkışlar) Tablo böyleyken, bakın bakalım, istikrarın olduğu genç yatırımcı ve AR-GE personelini çeken Avrupa ülkelerinde başkanlık sistemi dayatması ya da iş adamlarından haraç alınmasına, dağa çıkarılmasına göz yuman bir yönetim anlayışı yoktur, hiçbir Avrupa ülkesinde yoktur. Bu dayatma ve yanlış AKP politikalarının sonucu olarak ülkemizin geldiği hâl pek de iç açıcı değildir sayın milletvekilleri. Bu durumdan bizler de, sizler de mutsuzsunuz bunu biliyoruz.

Sevgili arkadaşlar, büyüme hedefi tutmamış, enflasyon tahminleri allak bullak olmuş, işsizlik çift haneli rakamlara gelmiş, gelir seviyesi adaletsiz, orta sınıf yok olmak üzere, yanlış dış politika tercihleri nedeniyle sınır komşularından hiçbirisiyle dostluğu kalmamış, milyonlarca Suriyeli göçmenin sorunu, IŞİD denilen baş belası ve şehir merkezlerinde yaptığı katliamlar ve de en kötüsü her gün doğu ve güneydoğu illerimizden gelen şehit haberleri; buyurun da siz bu ülkede AR-GE yatırımı yapın, beyin göçünü engelleyin ve istikrarı yakalayın; vallahi, hepimizin işi doğrusu çok zor.

Evet, değerli milletvekilleri, tasarıyla ilgili kendi seçim bölgem olan İzmir’le ilgili de bir iki değerlendirmede bulunmak istiyorum. Sevgili arkadaşlar, bazı çekincelerimiz olmasına rağmen olumlu baktığımızı komisyon görüşmelerinde belirtmiştik.

Sayın milletvekilleri, sizlerin de bildiği gibi İzmir ihracat ve turizm alanında ülkemiz ekonomisine katkı veren önemli bir kent konumundadır. Vergi geliri tahsilinde Türkiye’de ilk 3’e giren bir büyükşehir AR-GE ve projeler bakımından ne hikmetse geride kalmıştır. Acaba burada yapılan yanlışlık nedir? Bir İzmirli olarak, milletin temsilcisi olan siz sayın vekillerime soruyorum: Siyasi tercihleri nedeniyle bugüne kadar AKP hükûmetleri tarafından cezalandırılmaya mı çalışılıyoruz? Cezalandırılmaya çalışılan bir kent İzmir. Umarım böyle düşünmüyorsunuzdur.

Sayın milletvekilleri, bugüne kadar İzmir’de beklenenden daha az sayıda AR-GE merkezinin olması en temel nedenlerden bir tanesidir. Diliyoruz ve temenni ediyoruz ki, önümüzdeki süreçte AR-GE sayısını İzmir’de daha da çoğaltırız. Yani çok sayıda büyük firmayı bünyesinde barındıran İzmir’e, Ekim 2004 itibarıyla Sanayi Bakanlığının verilerine göre sadece 5 sektörde 11 firmanın AR-GE merkezi kurmuş olması yeterli değil, hatta üzücüdür. Bu anlamda hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bayır.

Şahsı adına, Yozgat Milletvekili Abdulkadir Akgül konuşacak.

Buyurun Sayın Akgül.

ABDULKADİR AKGÜL (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine sabırlar diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, AR-GE her kurumun, her kuruluşun, her işletmenin yapması gereken olmazsa olmazıdır. Rekabet gücünün ülkelerin ekonomik kalkınmışlığının ve toplumsal refah seviyesinin bir göstergesi hâline geldiği 21’inci yüzyılda tüm ülkeler kıyasıya bir yarış içindedirler, hedef dünya ekonomisinden aldıkları payı artırabilmektir. Bu da ancak bilgi ve teknoloji, üretim, küresel rekabete uygun katma değeri yüksek ürünler üretmekle mümkündür. Bakanlığımız ülkemiz ekonomisini ileri bir seviyeye taşıyarak hedef ve amaçlarını geliştirecek şekilde görev alanıyla ilgili sahalarda çok önemli faaliyetler yürütmektedir. Küresel pazarlara hitap edecek bu yapının kurulması için gerekli teknoloji bölgeleri, AR-GE merkezleri, teknoloji transfer ofisleri gibi yapısal arayüzler oluşturmuştur. Bu durumda Sayın Bakanımıza ve bu kanunda emeği geçen tüm arkadaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, kanun gerçekten de ülkemiz için çok çok önemli bir kanundur. Özellikle de küçük işletmeler ve işletmelerimiz açısından da önemli bir hususa yön vermektedir. Zaten komisyonumuzda da tüm komisyon üyelerinin aşağı yukarı görüş birliğine vardığı bir şekilde geçmiştir.

Değerli arkadaşlar, buraya gelmişken bazı hususlarda da bilginize arz edeceğim kısımlar vardır, söz konusu küçük işletmeler olunca. Sayın Başbakanımızın daha önce seçim beyannamesinde ve seçim esnasında söylemiş olduğu, küçük esnaf ve sanatkârları desteklemek için vermiş olduğu vaatlerden bir tanesi olan 30 bin liralık faizsiz kredi seçimden hemen sonra yürürlüğe girmiştir ve bugüne kadar da aşağı yukarı 10 bin esnaf ve sanatkâr bundan faydalanmıştır. Tabii, başlangıçta Halk Bankası ve kooperatifler aracılığıyla verilen bu kredinin birtakım masrafları olmuştur. Bu masraflar dört yıl boyunca sağlanacak bu kredinin istihbaratıyla ve diğer dosya masraflarıyla ilgiliydi ve aşağı yukarı 1.500 lira civarında bir masraf vardı. Sayın Başbakanımızın talimatıyla bu 250 lira kooperatiflere ve 250 lira da Halk Bankasına verilmesiyle devam etmişti. Yine esnaflarımızdan gelen ricalar doğrultusunda dünden itibaren tamamen 30 bin liralık verilen bu kredi masrafsız hâle gelmiştir yani bugün kooperatifler de, Halk Bankası da bunu tam manasıyla hiçbir para almadan, karşılık almadan yürürlüğe koymuştur. Aşağı yukarı tahmin edilen…

ÖZKAN YALIM (Uşak) – Müracaat eden 100 kişiden ancak 5 kişiye veriliyor Sayın Vekil.

ABDULKADİR AKGÜL (Devamla) – Efendim, bugüne kadar 10 bin kişiye verilmiştir. Şu anda 75 bin kişinin müracaatı vardır. 75 bin kişinin müracaatı da sonuçlandırılacaktır ancak bu rakamın 200 binleri, 300 binleri aşmasını bekliyoruz. Bu da büyük bir kaynak ve külfet gerektirmektedir.

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) – Var mı o kaynak, para var mı?

ABDULKADİR AKGÜL (Devamla) – Aşağı yukarı, tahminlerimiz, 3 milyarın üzerinde bir kaynak gerektirecektir. Zannedersem, efendim, diğer kredilerde şu ana kadar verilen para 16 milyar liradır yani eski parayla 16 katrilyon liradır. 16 katrilyon -milyar- lirayı veren bu Hükûmetimiz 3 milyarı da verecek güçtedir. İnşallah en kısa zamanda bunlar da sağlanacaktır.

Tabii, değerli arkadaşlar, özellikle, önemli olan, ülkemize faydalı hizmetler yapabilmek -bunun faydaları varsa hem muhalefet tarafından hem iktidar tarafından desteklenmesi gerekmektedir- yanlışları varsa, eksikleri varsa da muhalefet tarafından bunun dile getirilmesidir.

Aynen biraz önce olduğu gibi, değerli arkadaşımızın konuşmasında “Hep çözüm sürecinden bunlar kaynaklandı, bunlar kaynaklandı...” Elbette ki her bir şeyin karşılığında bir külfeti olacaktır ama değerli arkadaşlar, terör dünün hadisesi değildir; terör Türkiye’de yılların hadisesidir ve her yol denenmiştir. Çözüm süreci de bunlardan bir tanesidir ancak Türkiye kendi birlik ve beraberliği, devletin bölünmez bütünlüğü için kendi mücadelesini verecek ve bunu sonuna kadar yapacak güçtedir. Kendi vatandaşlarına zarar gelmeden, kendi vatandaşlarında herhangi bir noksan olmadan terörü de bitirecek güçtedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akgül.

ABDULKADİR AKGÜL (Devamla) – İnşallah en kısa sürede de sonuçlanacaktır.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına ikinci konuşmacı olarak İstanbul Milletvekili Sayın Engin Altay konuşacak.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkan, İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’e devrediyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Adıgüzel. (CHP sıralarından alkışlar)

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının geneli hakkında konuşacağım.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak tasarının geneline olumlu bakıyoruz fakat bir endüstri mühendisi olarak ben doktora sonrası araştırmalarda gelir vergisi istisnasından faydalanılmasında endüstri mühendislerinin, işletme branşında okuyanların, mimarların ve psikoloji ve sosyoloji branşlarında çalışma yapanların da eklenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Diğer taraftan, söz konusu tasarıya baktığımızda, ülkemizi gelecekte teknolojik açıdan küresel rekabeti ön plana çıkartacak ve güçlendirecek bir yaklaşım öngörmediğimizi düşünmekteyim çünkü mevcut tasarı sadece işin ekonomik tarafına odaklanmış durumda. Aslında eğitim, özgürlük, bilimsel ve yaratıcı düşünce kısmı çok daha önemli.

Hepinizin bildiği üzere, doğal kaynaklar, jeopolitik konum, tarımsal zenginlikler artık bir ülkenin kalkınması için yeterli olmuyor. Ülkelerin kalkınması bilgi sermayesine, bilişime, AR-GE’ye, katma değeri yüksek ürünlere yapılan yatırımlarla ve alınan sonuçlarla doğrudan ilişkilidir. Türkiye’nin uluslararası piyasalarda yarışabilmesi ancak katma değeri yüksek ürünler üretebilmesiyle mümkündür fakat bulunduğumuz nokta itibarıyla hedeften oldukça uzak olduğumuzu görüyorum. Öyle ki dünyanın en büyük 18’inci ekonomisi olmakla övünüyoruz fakat ülkemizin ileri teknoloji firmaları borsasında tek bir şirketi bile yok. Sizlere Selçuk Şirin’den aldığım küçük bir örneği vermek istiyorum.

Hepiniz WhatsApp kullanıyorsunuz, hepimizin akıllı telefonları var. WhatsApp, basit bir bilgisayar uygulaması ve birkaç yıl önce 19 milyar dolara satıldı. Başka bir deyişle, 53 kişinin çalıştığı, beş yıl önce kurulan basit bir uygulama olan WhatsApp, cumhuriyet tarihimiz boyunca kurduğumuz ve devlet himayesiyle koruduğumuz, on binlerce çalışanı olan, binlerce gayrimenkulü, uçağı, gemisi olan ve siz tarafından umursamazca satılan TÜRK TELEKOM’dan, TÜPRAŞ’tan ve Petrol Ofisinden çok daha yüksek bir değere satıldı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sormak istiyorum: Bizden neden bir WhatsApp çıkmıyor? Çünkü WhatsApp, kaliteli ve eşitlikçi bir eğitim sisteminden, teknolojiye erişimden, bilimsel özgürlükten ve hepsinden öte ifade ve düşünce özgürlüğünden çıkar.

Değerli milletvekilleri, gelin, hep birlikte karnemizi gözden geçirelim. İstatistiklere göre en önemli zenginliğimiz olarak övündüğümüz genç nüfusumuz ne yazık ki kaliteli ve eşitlikçi eğitim hizmetinden yararlandırılmıyor, eğitim sistemine ulaşamıyor. PISA testi sonuçlarına göre, Türkiye 65 ülke arasında okuma becerisinde 42’nci sırada, matematikte 44’üncü, fende ise 43’üncü sırada yer almakta. Şimdi, buradan son on üç yılda 12 kez eğitim sisteminde değişiklik yapan ve 5 bakan değiştiren iktidara sormak istiyorum: PISA sıralamasında ilk 40’a bile girmeyi başaramadığımız mevcut eğitim sistemiyle yeni küresel ekonomide rekabet gücünü nasıl yakalayacağız?

Başka vahim bir tablo teknolojiye erişim konusunda ortaya çıkıyor. Dillere destan FATİH Projesi, bugünlerde ağzınıza pek almadığınız FATİH Projesi. Okulları teknoloji merkezi hâline çevirecektiniz, bugün okullarda 45 öğrenciye 1 bilgisayar düşüyor.

Öte yandan, bilimsel özgürlüğün, düşünce özgürlüğünün olmadığı bir yerde katma değeri yüksek ürünler üretmek neredeyse imkânsız. AKP iktidarının dayattığı tek sesli ve itaatkâr yükseköğretim yapısı üniversiteleri siyasi baskı altında tutmaktadır. Son aylarda tanık olduğumuz üzere, yıldırma ve baskı politikalarıyla akademisyenler susturulmaya çalışılmakta, bilimsel özgürlükler hiçe sayılmaktadır. Hepinizin bildiği üzere, 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle Türkiye Bilimler Akademisi ve TÜBİTAK’ın bilimsel ve kurumsal özerkliği yok sayılmıştır.

Gençler işsizlikle mücadele etmektedir. OECD rakamlarına göre 15-29 yaş arası gençlerin yüzde 31,3’ü ne eğitim görüyor ne çalışıyor ne de staj yapıyor. Gençler umutsuzluğa itiliyor. On dört yıllık AKP iktidarı döneminde yalnızca özgürlükler ve adalet sistemi değil aynı zamanda gençlerin gelecek umutları da yok sayılmıştır. AKP’nin, insanı ve doğayı hiçe sayan ranta dayalı ekonomi modeliyle Türkiye'nin uluslararası arenada rekabet edebilmesi mümkün değildir. Sizin uyguladığınız ve uygulamakta ısrar ettiğiniz kalkınma modeli yalnızca yeni nesil yandaş milyonerler yaratılmasına katkı sağlar, ne yoksulluğa ne de işsizliğe çare bulur.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Adıgüzel.

Sayın milletvekilleri, şimdi on beş dakika süreyle soru-cevap işlemini yapacağız. Sisteme giren sayın milletvekilleri var. Yedi buçuk dakika soru sormak için süremiz var. Sırasıyla başlıyoruz.

Sayın Tanal, buyurun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkanım, İstanbul ili Beykoz ilçemizde Devlet Hastanesi var. Ancak Beykoz Devlet Hastanesinde her branşta yeteri kadar doktor yok. Aynı şekilde Şile ilçemizde yine Devlet Hastanesi var. Şile ilçesinde her branşta doktor olmadığı için gelen tüm hastalar İstanbul’a sevk ediliyor.

Ayrıca, Şile ile İstanbul arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesinin otobüs duraklarının levhası olduğu hâlde otobüsler çalışmıyor.

Sayın Bakanım, Şile ile İstanbul arasında otobüs durakları tabelası olduğu hâlde İstanbul Büyükşehir Belediyesinin otobüsleri ne zaman çalışacak? Halkımız mağdur. Halk otobüsleri çalışıyor. Halk otobüsleri de zamanında geçmiyor, çok pahalı. Şile’de sürekli belediyeyi kazandığınız için yani bunu bir fırsat mı biliyorsunuz, halkı bu kadar mağdur etmeye ne hakkınız var. Bununla ilgili bir çalışmanız olacak mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim ben de.

Sayın Çamak…

HÜSEYİN ÇAMAK (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakana soruyorum.

Türkiye Muharip Gaziler Derneği Mersin Şubemizden aldığım bir mektup üzerine gazilerimizin mağduriyetlerini dile getirmek isterim. İstiklal Savaşı, Kore Savaşı ve Kıbrıs Savaşı’na katılan ve 2005 sayılı Kanun’la gazi olan kişilerin 2007 yılına kadar tüm hakları eşit iken 2016 yılı itibarıyla sosyal güvencesi olan gazilerimize 606 lira 48 kuruş, sosyal güvencesi olmayan gazilerimize ise 1.224 Türk lirası şeref aylığı bağlanmıştır. Hâl böyleyken, aynı uğurda, aynı mevzuda, aynı ruhla savaşan kahramanlar arasında ayrılık olup gaziler arasında üzüntüye ve ayrımcılığa ortam yaratılmıştır. Derhâl bu adaletsizliğin giderilmesi konusunda gereğinin yapılmasını talep ediyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Aydın…

ERKAN AYDIN (Bursa) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; bildiğiniz üzere seçim bölgem Bursa’da dört dağ ilçesi olan Orhaneli, Keles, Büyükorhan, Harmancık’la ilgili daha önce verilen kanun teklifleri olmasına rağmen ilçe bazında teşvik kapsamına alınması gündemdeyken, yıllardır birçok hükûmet de söz vermiş olmasına rağmen bu hayata geçmedi. Kamuoyunda ve yerel basında son günlerde çıkan haberlerde bu konuya ilişkin bir hazırlık yapıldığı yazılıp çiziliyor. Varsa, bu konunun içeriği ve neler yapılması planlandığını öğrenmek istiyorum.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Yalım…

ÖZKAN YALIM (Uşak) – Teşekkür ederim Başkanım.

Sayın Bakanım, Uşak’taki doksan yıllık şeker fabrikası Türkiye’nin ilk şeker fabrikasıdır. Şu anda yaklaşık 150 civarında geçici işçi çalışmaktadır. Maalesef, taşeronla anlaşıp bu geçici işçilerin tamamının dışarı çıkarılması yani işten çıkarılması söz konusudur. Bu, sadece Uşak’la ilgili olandır. Toplamda Türkiye’deki bütün şeker fabrikalarında aynı kategoride yaklaşık 3 bin kişi de işsiz kalmakla karşı karşıyadır. Gereğinin yapılmasını, en azından bu, şu andaki geçici işçilerin tekrar işlerinde kalması için gerekenin yapılmasını istiyorum.

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Sayın Bektaşoğlu…

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Fetullahçı terör örgütüne finansal destek sağladığı gerekçesiyle el konulan ve hâlen kayyum tarafından yönetilen Koza İpek Grubuna ait Koza Altın İşletmeleri AŞ firması siyanürlü altın rotasını bu kez de Karadeniz’in cennet yaylalarına çevirmiştir. Firmanın maden araması yapacağı alan Giresun iline bağlı yaylalar diyarı Dereli ilçesinin Yavuzkemal beldesinin Konuklu köyü sınırlarının içinde olup 12 köye yakın, 37 hektar bir ormanlık alandır. Böylesine önemli bir turizm değeri olan bir alanda siyanür gibi havaya, suya, toprağa anında karışan ve insan sağlığı ve çevre zararları bilimsel olarak kanıtlanmış bir kimyasal maddenin kullanılacak olması ilimizde infial yaratmıştır. Halkımızın, sivil toplum ve çevre örgütleri, yörede yaşayan yurttaşlarımızın, belediye başkanlarımızın karşı çıktığı bu şirketin ruhsatını iptal ederek yaylalarımızı ve insanlarımızı siyanür zehri cinayetine kurban olmaktan kurtarmanızı bekliyoruz.

“Terör örgütü” diye suçlanan bu örgütün şirketlerine el koyup geçmişte, hele de böylesine zararlı projeleri devlet olarak sunmanın ne anlama geldiğini takdirlerinize bırakıyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Arslan…

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sayın Bakan, iş dünyası, piyasanın tıkalı olması nedeniyle büyük bir sıkıntı içindedir. Esnafımız iş yapamaz durumdadır. Sanayici üretim maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle rekabette zorlanmaktadır. Üretimin artması düşmüştür, ihracatımız düşmüştür. İşte, bunların hemen artması, üretimin daha iyi bir noktaya taşınması, ihracatın da arzu edilen hedeflere ulaşabilmesi için Bakanlığınız olarak herhangi bir tedbir düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim ben de.

Sayın Dilipak…

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, özellikle sabahki konuşmamda biraz düşük kalmıştı konuşmam, onu tamamlamak üzere söz almış bulunuyorum.

BAŞKAN – Soru sormanız gerekiyor yalnız.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Tamam, soru da sorarız Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Peki, onu da yapın bakalım hadi.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Ölümünün 98’inci yılında cennetmekân Abdülhamit Han’ı rahmetle anıyor, ona “Kızıl Sultan” diyenlerin bugün ülkemizin seçilmiş Cumhurbaşkanına da “diktatör” diyenlerle aynı zihniyetin ürünü olduklarını biliyoruz. Bu tip söylemler en hafif ifadesiyle hadsizliktir. Bunu böyle belirtmek istedim.

Özellikle de şu anki AR-GE Kanunu’nun ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dilipak.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Sağ olun, teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Adıyaman…

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Iğdır Üniversitesinde öğrencilere yönelik hak ihlalleri, fiziki ve psikolojik baskılar kaygı verici bir biçimde artmaktadır. Anayasa’da güvence altına alınmış ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında kampüs içerisinde veya dışarısında ifade ettikleri demokratik hak taleplerine, sözlü ve fiziki şiddet, tehdit, psikolojik baskı gibi son derece hukuksuz ve gayriresmî uygulamalarla karşılık verilmektedir. Demokratik hak ve taleplerini dile getiren öğrencilerin, geleceğin öğretmenleri, mühendisleri, yöneticileri ve siyasetçileri olduğu nazara alındığında bu bağlamda; Bir: 16 Kasım 2015 tarihinden bu yana kaç öğrenciye idari ve cezai soruşturma açılmıştır ve bu soruşturmaların gerekçesi nedir?

İki: Güvenlik elemanları hangi hukuki gerekçelere dayanarak öğrencilere hakaret ve tacizde bulunuyorlar?

Üç: Bu tür polisiye ve idari baskılarla öğrencileri kriminalize eden, yaşam alanlarını sınırlayan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Adıyaman.

Son soru, Sayın Ahrazoğlu.

MEHMET NECMETTİN AHRAZOĞLU (Hatay) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, ülkemizdeki demir çelik üretiminin yüzde 40’ını gerçekleştiren Hatay’da sektörde 18 bin işçi çalışmaktadır. Devletin şirketler üzerindeki büyük baskısı neticesinde sektör rekabet edemez duruma gelmiştir.

Sektörle ilgili herhangi bir iyileştirme programınız var mıdır? Sektörü destekleyecek misiniz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, buyurun.

Yedi buçuk dakika var cevap süreniz için.

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkanım teşekkür ediyorum.

Soruların çok büyük bir kısmı yasayla veya en azından benim Bakanlık konularımla ilgili değil. Bu açıdan eğer uygun görürseniz soruları ilgili bakanlıklara iletelim, ilgili bakanlıklardan arkadaşlarımız sorulara gerekli cevapları versinler.

Sayın Tanal’ın, Sayın Çamak’ın, özellikle Sayın Aydın’ın bu ilçe bazlı teşvik Kalkınma Bakanlığının konusu.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Uzun şasi ne olacak Sayın Bakan?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Yalım’ın şeker fabrikaları konusu bizim Bakanlığımızda değil, Maliye Bakanlığıyla ilgili bir konu.

Sayın Bektaşoğlu’nun yine aynı şekilde konu bizim Bakanlık konumuz değil.

Sadece Sayın Arslan’ın sorusuna özellikle cevap vermeyi arzu ederim: Şu anda Türkiye'de üretim azalmıyor, aksine, dün sanayi üretim rakamları açıklandı, aralık ayı sanayi üretimi yüzde 4,5 arttı ve son çeyrekteki sanayi üretimi de arındırılmamış rakamlarda yüzde 7,6 arttı ki bu, dünyadaki en yüksek rakamlardan bir tanesi ve inşallah Türkiye'nin 2015 büyümesi de yüzde 4’ün üzerinde olacak. Bütün bu rakamlar ile artık aralık ayı rakamı da gelince Türkiye aslında dünyada yüzde 4’lük büyümeyi yakalayan, kendi ölçeğindeki ülkelerden, işte Çin, Hindistan’dan sonra gelen birkaç tane ülkeden biri. Dolayısıyla, Türkiye’de üretimin azaldığını söylemek çok…

KAZIM ARSLAN (Denizli) – İhracat?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – İhracat şu anda pariteden dolayı tüm dünyada azalıyor. Amerika’nın ihracat kaybı yüzde 15’lerde. Şu son on ayda yani 2015’in on ayında Almanya’nın ihracat kaybı yüzde 14,7. Bazı ülkeler var ki ihracat kayıpları yüzde 20’lerin üzerinde. Türkiye’nin ihracat kaybı şu anda yüzde 8,6. Bu da miktar bazında değil, daha çok pariteden kaynaklanan bir azalmadır. Şu anda bütün dünya doların değer kazanmasından dolayı aynı sıkıntıyı yaşıyor ama Allah’a hamdolsun şimdilik miktar bazında Türkiye’nin bir ihracat kaybı yok ama değer bazında bir ihracat kaybı var. Bu sadece Türkiye’nin sorunu değil, tüm Avrupa’nın ve genelde bütün gelişmekte olan ülkelerin ortak sorunu. Bu açıdan, olaya sadece dolar bazında ihracata odaklanarak yaklaşmamak daha doğru, miktar bazına odaklanmak daha doğru. Ama şunu ifade edeyim: Bugün zaten görüştüğümüz kanun tasarısı, Türkiye’de özellikle katma değeri yüksek ürüne odaklanmak için çıkarmayı arzu ettiğimiz bir kanun.

Şimdi AR-GE reform paketinden sonra -daha önce sizlerle Komisyonda da paylaştık- üretim reform paketiyle ilgili hazırlıklarımızı da sürdürüyoruz. 16-17 Ocakta, 200’ün üzerinde katılımcıyla geniş bir çalıştay yaptık. Dün, TOBB’da sanayi odaları başkanlarıyla yine bir toplantı yaptık. Önümüzdeki süreçte bir üretim reform paketini de inşallah Meclis gündemimize getirmeye arzu ediyoruz.

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Maliyetler nedir Sayın Bakan?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) - Bir başka konu, patent yasasını inşallah en kısa sürede Meclis gündemine getirmek istiyoruz. Türkiye’de özellikle AR-GE ekosistemini güçlendirmek açısından TÜBİTAK’ın yeniden yapılandırılması konusunu Meclis gündemine getirmek istiyoruz. Tüm bunlar, Türkiye’de üretimin hem nicelik hem de nitelik olarak artmasına yönelik Bakanlığımızın yaptığı çalışmalardır. Bu çalışmaların çok detayı var ama takdir edersiniz ki bu kadar kısa süre içerisinde bu detayları paylaşmamız mümkün değil.

Sayın Dilipak’a teşekkür ediyorum. Özellikle…

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sayın Bakan, maliyetlerle ilgili bir düşünceniz var mı?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Maliyetlerle ilgili zaten hem Sayın Başbakanımız hem Sayın Maliye Bakanımız, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcımız ve ilgili bakanlarımız sürekli açıklama yapıyor. Asgari ücretle ilgili, biliyorsunuz, yükün bir kısmının kamu tarafından, devlet tarafından paylaşılmasına yönelik açıklama yapıldı. Türkiye’de istihdamı, sanayi ve üretimi desteklemekle ilgili 2 Nisan 2015 tarihinde Sayın Başbakanımız bizzat bir paket açıkladı. Şu anda, önümüzdeki süreçte yine bu çalışmalar devam edecek; ki, şu anda konuştuğumuz kanun zaten burada özellikle AR-GE ve inovasyona yönelik faaliyetlerde devlet desteklerini artırmaya yönelik bir kanundur. Dolayısıyla, şu anda Hükûmet tüm yönleriyle bu açıdan üreticiyi desteklemeye devam ediyor. Bundan sonra da bu gayret içerisinde olmaya devam edeceğiz.

Sayın Adıyaman’ın bahsettiği öğrencilerin demokratik hak taleplerine karşı şiddete başvurulması veya bastırılması konusunda, ben bu görüşe kesinlikle katılmıyorum. Türkiye’de bir hukuk düzeni vardır. Herkes hukuka uygun gösteri yapmak durumundadır, hak talebini ortaya koymak durumundadır. Bu, Anayasa’yla teminat altına alınmıştır ancak kanunlar bunun nerede, ne zaman ve nasıl yapılabileceğini ortaya koymaktadır. Eğer kanuna aykırı hareket eden bir kamu görevlisi varsa o, ismen bildirilir ve onunla ilgili gerekli takibat yapılır. Eğer suç işlemişse gereken yapılır ancak bir genellemenin doğru olmayacağını düşünüyorum.

Sayın Ahrazoğlu’nun özellikle çok isabetle sorduğu soru demir çelik sektörüyle ilgili. Demir çelik sektöründe devletin bir baskısı var mı? Bizim, Bakanlık olarak bir baskımız var ama ne bu, biliyor musunuz?

Sayın Ahrazoğlu, Türkiye, maalesef dünyanın tam tersine gidiyor demir çelikte. Dünyada cevherden üretim yüzde 70’tir, hurdadan üretim yüzde 30’dur. Türkiye’de cevherden üretim yüzde 28’dir, hurdadan üretim yüzde 72’dir. Bu, sürdürülebilir bir şey değil. Ben Bakanlık görevini devraldığım günden itibaren demir çelik sektörümüzde, gelin, bu dengeyi kuralım ilk etapta bunu yüzde 50-yüzde 50 seviyesini getirelim… Bununla ilgili çok yoğun çalışmalar yaptık. Hatta en son şunu yaptık: Demir çelik sektörünün profesyonellerini Uzak Doğu’ya gönderdik bizim Bakanlıktaki ekiple beraber. Gidin, Çin nasıl yapıyor, Güney Kore nasıl yapıyor, Japonya nasıl yapıyor… Düşünebiliyor musunuz, Japonya’da demir cevheri yok, kok kömürü de yok, Japonya üretimini cevherden yapıyor, hurdasını da Türkiye'ye satıyor. Bu, sürdürülebilir bir şey değil. Dolayısıyla bu konuyla ilgili Bakanlık olarak çok yoğun bir çalışma yapıyoruz ve inşallah, hedefimiz, ilk etapta demir cevheri hurda oranını yüzde 50-yüzde 50’ye getirmek, ondan sonra da dünyanın yakaladığı yüzde 70-yüzde 30 seviyesine gelmek. Bununla ilgili Bakanlıkta özel bir çalışma grubumuz var, özel bir ekibimiz var ve kesinlikle bu konunun üzerinde günbegün duruyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkanım, cümlemi tamamlayayım müsaade ederseniz.

BAŞKAN – Sayın Bakan, cümlenizi bitirin, bir dakika vereyim.

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Yani öyle, her sektör diye bakmıyoruz. Bizim güçlü olduğumuz bir sektör, eğer bu sektörü biz geleceğe yönelik dünyayla rekabet edecek şekilde yeniden yapılandıramazsak o zaman bu sektörde ciddi açmazlarla karşı karşıya kalırız. Bu noktada devletin bir baskısı varsa sadece dünyayla paralel gitme baskısıdır, onun dışında kesinlikle bir baskı söz konusu olamaz.

Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Saatimiz şu anda 19.10, birleşime bir saat ara veriyorum.

Kapanma Saati:19.10

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.11

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon burada. Hükûmet burada.

Şimdi, tasarının maddeleri üzerinde görüşme açacağız.

Tasarının 1’inci maddesi üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesinde yer alan “ve diğerleri için yüzde 80’i” ibaresinin “diğerleri için yüzde 85’i” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

         İdris Baluken                           Mahmut Toğrul                   Mehmet Emin Adıyaman

           Diyarbakır                                Gaziantep                                     Iğdır

       Behçet Yıldırım                            Hüda Kaya

           Adıyaman                                  İstanbul

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan (1/540) esas numaralı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesinde geçen “yüzde 95’i” ibaresinden sonra gelmek üzere “diğer alanlarda” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

          Mehmet Necmettin Ahrazoğlu                Emin Haluk Ayhan                Kamil Aydın

                           Hatay                                          Denizli                           Erzurum

                        Celal Adan                                   Ruhi Ersoy                     Mustafa Mit

                          İstanbul                                      Osmaniye                          Ankara

                       Nuri Okutan

                           Isparta

BAŞKAN – Okunan önergeye komisyon katılıyor mu?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI ZİYA ALTUNYALDIZ (Konya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Erzurum Milletvekili Sayın Kamil Aydın konuşacak.

Buyurun.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, geçmiş olsun dileklerimle sizi ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Çok teşekkür ederim, sağ olun.

Buyurun.

KAMİL AYDIN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1’inci maddeyle ilgili konuşmak üzere huzurlarınızdayım.

Malumunuz, biraz da eğitim amaçlı, eğitim menşeli birtakım şeyleri, aksaklıkları dile getirmek istiyorum.

Efendim, siyasi partiler birtakım tüzüklere göre programlarını hazırlar, bir beyanname hazırlar ve seçimlerde de vaatlerini ortaya koyar, buna göre de bir yol haritası çizer ve iktidar olduklarında da bu yol haritasına uygun bir şekilde icraatta bulunurlar. Ama, maalesef, son on dört yıldır, Hükûmetimizin özellikle eğitim ağırlıklı icraatlarına baktığımızda büyük bir tutarsızlık olduğunu çok net bir şekilde görmekteyiz. Bunu hem bir eğitimci olarak müşahede etmiş biri olarak söylüyorum hem, efendim, eğitimin 3 önemli paydaşından öğretmen, öğrenci ve veli noktasında, 3 paydaşın da ortak tecrübelerine dayanarak birtakım şeyleri ifade ediyorum.

Maalesef, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, siyasi tarihimizde en fazla bakan değişikliği Millî Eğitimde yaşanmış. Bugüne kadar, sanıyorum 73 civarında bir bakan değişikliği olmuş ve en son, en uzun iktidar nasip olmasına rağmen AKP’nin iktidarı döneminde de Millî Eğitimde 5 bakan değiştirilmiş. Ve normalde, aslında bakanların, parti programlarında vaat ettikleri ilkeler doğrultusunda bir şeyler yapması gerekirken, maalesef, bu niyeyse bizde her bakan genel parti perspektifinin dışına çıkarak kendi özel bir uygulama sistematiğini geliştirmeye çalışıyor ve uyguluyor. Efendim, bunun da büyük bir tutarsızlık ve büyük bir bedel ödettirdiğini çok net bir şekilde görmekteyiz.

Efendim, değerli bir hocamız derdi ki: “Geri kalmışlık bir bütündür, parçalanamaz.” Bu aksaklık, Türk eğitim sistemindeki aksaklık özellikle son on üç yılda bir bütünlük arz etmektedir. Yani, ilköğretimde de aksaklıklar yaşamışız, ortaöğretimde de aksaklıklar yaşamışız, maalesef bunun yansıması olarak yükseköğretimde de aynı aksaklıkları yaşadık ve yaşamaktayız. Bunlardan çok tipik olanı, sınav sistematiğinin sürekli değişkenlik arz etmesi, yani çocuklarımız bir sınavkolik hâline getirildiler. Efendim, ortaöğretimde bir bakıyorsunuz, SBS’den OKS’ye, oradan TEOG’a, üniversite eğitimi noktasına gelen gençlerimizle ÖSS’den ÖYS’ye, LYS’ye kadar gidiyor. Bunu lisansüstü sınavlarla da çoğaltabiliriz. Burada sanki bir deneme yanılmaya tabi tutuluyoruz ama bunu, bu sıkıntıları izah ederken de mazeretlerimiz çok ilginç; Sayın Bakan dün -hakikaten hayretle karşıladım- 1997’ye atıf yaparak “Efendim, o dönemdeki meslek liselerinden dolayı, yapılan değişiklik katsayıdan dolayı.” demek hakikaten ipe un sermektir biraz. 1997’de doğan çocuklar inanın geçen seçimlerde oy kullandılar, 18-19 yaşındaki çocuklarımız. Yani, bir gelişme yapılırken çok uzun bir iktidar süresince niye bir şeyler yapılmadı, niye eğitimimiz geliştirilmedi?

“Her ile bir üniversite” çok iyi bir, kulağa hoş gelen bir söylemdi ama bu açılan üniversiteler inanın işsizliği daha da çok tetikledi. Birçok bölümlere tercihler yapılmadı. Birçok yerde açılan üniversiteler matruşka bebekler gibi aynen iç içe geçmeye başladılar. Yani, bir ilde üç tane, dört tane üniversite var ama hepsinde aynı fakülteler, aynı bölümler, aynı disiplinler var ve bu gerçekten, gençlerimizin bu sefer umutlarını da yitirerek üniversiteye gitmesini engellemiş bulunmaktadır.

Şimdi, böyle bir istihdam sıkıntısı olan ülkede, çok iyi hatırlıyorum bir Aksaray mitingiydi, dönemin başbakanı pankart açan gençlere aynen şöyle demişti: “Üniversite kapıları ekmek kapısı değil.” Evet, doğrudur, bu Amerika için doğru olabilir, bu gelişmiş Batı ülkeleri için doğru olabilir ama bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için bu haksızlıktır. Elbette ki ekmek kapısıdır çünkü bu çocuklara üniversite kapısını vadederken belirli miktarda iş, aş vadettik, bunları inkâr etmemek durumundayız. Elbette ki istihdam sağlayacağız ama istihdam noktasında maalesef bir gelişme söz konusu olmadığı için, evlatlarımız, çocuklarımız artık uzaktan eğitim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMİL AYDIN (Devamla) – …örgün öğretimin yanı sıra, gece, ikinci öğretim gibi, 2 üniversite, 3 üniversite okuyan kardeşlerimize dönüşmüşlerdir. Bu çocukların umutlarıyla oynamayın.

BAŞKAN – Sayın Aydın, teşekkür ederim.

KAMİL AYDIN (Devamla) – Evet, bitireyim lütfen.

Dolayısıyla, radikal bir çözüm öneriyorsak bugün Cumhurbaşkanının kendi ifadesiyle “Eğitimde artık kaliteye odaklanacağız.” Yani buna “günaydın” denir. Bugüne kadar eğitimde kaliteye odaklanmadık mı, kantite miydi bugüne kadarki sorunumuz? Evet, açılan üniversitelerden anlaşıldı ki bugüne kadar Hükûmetimiz kantiteye odaklanmıştı ama bugün nihayet çark ettik, dedik ki: “Bundan sonra kaliteye odaklanacağız.” O zaman ortak akılla hareket edeceğiz. Bu yüce Mecliste, nasıl bir kaliteli eğitim geliştireceğimizi hep birlikte tartışacağız diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesinde yer alan “ve diğerleri için yüzde 80’i” ibaresinin “diğerleri için yüzde 85’i” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Mahmut Toğrul (Gaziantep) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI ZİYA ALTUNYALDIZ (Konya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Önerge üzerinde Gaziantep Milletvekili Sayın Mahmut Toğrul konuşacak.

Buyurun Sayın Toğrul. (HDP sıralarından alkışlar)

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve Genel Kurulun sevgili emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, bu arada geçmiş olsun dileklerinde bulunuyorum.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim Sayın Toğrul.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Ben aslında soru-cevap kısmında da yerimden söz istemiştim ama süre darlığından söz verilmedi.

Sayın Bakana açıkça buradan şunu sormak istiyorum: Sayın Bakan, bu ülkenin bilimde, sanayide gelişmesi için bir temel bilimler politikası var mıdır? Örneğin, fen fakültelerinin yeniden yapılandırılması konusu gündeminizde var mıdır? Daha da önemlisi, Türkiye'nin bir bilim politikası var mıdır? Bu soruların cevabını lütfen sizden istiyorum.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, bugün üzerinde konuştuğumuz teklif aslında araştırma, geliştirme ve tasarım faaliyetleriyle ilgili ve bunun önemli ölçüde bilimsel ölçüm ve ödüllendirme işini yapacak olan kurum TÜBİTAK. Şimdi, TÜBİTAK’la ilgili düşünüldüğünde hemen aklımıza şöyle bir şey gelmeli: TÜBİTAK’ın ülkenin en parlak bilim insanlarının bir araya geldiği, bilimi her yönüyle tanıtmak ve bilim insanlarını desteklemek için faaliyetler yürütmek ve biriktirdiği uzmanlıkla toplumun, kamu idaresinin ihtiyaçlarına cevap verecek çözümler sunduğu düşünülebilir. Değerli arkadaşlar, ancak durum böyle değil. Biliyorsunuz, kadrolaşma skandalları, yöneticilerinin görevden el çektirilmesi, yetersizliği kamuoyunca tartışmalı olan, sorgulanan yöneticilerin atamalarıyla maalesef TÜBİTAK gündeme gelmektedir. Bildiğiniz üzere, 17-25 Aralık sürecinde, kamuoyunda, çok miktarda dijital verilerin değerlendirilmesi sürecinde TÜBİTAK’la ilgili çok çelişkili şeyler ortaya çıktı. Dönemin bakanı şunu söylemişti o dönem: TÜBİTAK’ın analizlerinde, üzerinde montajlar olduğu, üzerinde oynandığı şeklinde görüş belirtmişti ve daha sonra, bildiğiniz üzere, TÜBİTAK’ın tüm yönetimi altüst edilerek yeni bir yönetim atandı ve atanan yönetim daha önceki incelemelerin tam tersine sonuçlar vermeye başladı.

Şimdi, TÜBİTAK’ın bu hâli aslında birçok kurumda AKP döneminde yaşanıyor. TÜBA’da yaşanıyor, YÖK’te yaşanıyor ve diğer birçok kurumda aşağı yukarı aynı sonuçlar yaşanıyor. Tabii, TÜBİTAK’ın bu hâli, her iktidarın kendi ideolojisi doğrultusunda toplumun en temel hakkı olan bilgi edinme, bilimsel faaliyette bulunma ve öğrenme hakkına müdahale anlamına geliyor. Yine, iktidarın ideolojisiyle uyuşmayan kadroların tasfiyesiyle başlayan ve sonra evrim konusunda yaşanan bir sansür süreciyle karşı karşıya kaldık. Birçok kitabın toplatılması gündeme geldi.

Değerli arkadaşlar, bildiğiniz üzere, basında da çok yer aldı, 50 bin kitap için toplatma kararı verildi. Bu kitaplar yerellik ve kültürel uyum kriterleriyle, dikkatinizi çekiyorum, yerellik ve kültürel uyum kriterleriyle değerlendirilecek. Eğer aşamazsa bu kriterleri 50 bin kitap imha edilecek.

Değerli arkadaşlar, şimdi, adında bilim ve teknik olan böyle bir kurumun kitapları subjektif bir değerlendirmeyle yerellik ve kültürel uyum değerlendirmesi ne kadar bağdaşıyor? Bu 50 bin kitabın imha edilme süreci nasıl yaşanacak, kim, neye göre değerlendirecek, hangi akla göre değerlendirecek? Her gelen iktidar kendisine göre bir değerlendirme süreci işlerse ve bilimsel kriterleri esas almazsa TÜBİTAK nasıl olacak da değerli arkadaşlarım, böyle AR-GE çalışmalarını şekillendirecek, yönlendirecek ve yönetecek. Bu gerçekten tüm kurumlarımızda yaşanan ciddi bir sorundur.

Önümüzdeki süreçte TÜBA’da yaşananlara da değineceğim, YÖK’te yaşananlara da değinmeye çalışacağım çünkü AKP iktidarı döneminde, tamamen bağımsız, özerk yapıda olması gereken bu kurumlar bir rant alanına, bir kadrolaşma alanına çevrildi ve kendilerine göre dünyayı yorumlamak suretiyle birtakım kararlar alıyorlar ve önümüzdeki süreçte bu maddelerle ilgili fonların kullanılmasına da işte bu yandaş kadro karar verecek. Şimdi, böyle bir yandaşlık sonucu verilecek olan fonların…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - …sağlıklı ve tarafsız olacağına nasıl inanacağız? Bunu Genel Kurulun bilgisine sunuyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Toğrul.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.24

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 20.34

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul ve arkadaşlarının önergesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulanamamıştı.

Şimdi, önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum...

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı istiyorum, yok şu anda, lütfen. Kâtiplere sormuyorsunuz. Çok bariz olarak yok Başkanım.

BAŞKAN – “Karar yeter sayısı vardır.” dedim, maddeyi oyluyorum.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Dediniz. Maddede de istiyorum.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı istiyorsunuz, tamam.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Evet ama yani keyfî olarak “Var.” diyorsunuz Başkanım, çok bariz, yok yani.

BAŞKAN – Tamam, elektronik yaparız Sayın Altay, öyle yaparız.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Tamam, elektronik yap ama yani ben...

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter sayısı vardır.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sormuyorsunuz bile Sayın Başkan, böyle keyfîlik yapamazsınız, olmaz öyle şey.

BAŞKAN – Sordum, sordum. Söylediler, sormadan söylediler.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Nasıl var ya, 100 kişi yok burada ya!

BAŞKAN – “Vardır.” dedik, geçti.

97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon burada, Hükûmet burada.

1’inci maddeyi oylarınıza sundum, kabul edildi madde.

2’nci maddede iki adet önerge vardır, önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 1/540 esas numaralı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesinde geçen “tabi” ifadesinin “bağımlı” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Emin Haluk Ayhan                      Mehmet Necmettin Ahrazoğlu                         Muharrem Varlı

         Denizli                                                Hatay                                                Adana

  Yusuf Halaçoğlu                               Fahrettin Oğuz Tor                               Mehmet Erdoğan

        Kayseri                                        Kahramanmaraş                                         Muğla

  Mevlüt Karakaya

         Adana

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

              İdris Baluken                         Mehmet Emin Adıyaman                            Behçet Yıldırım

                Diyarbakır                                         Iğdır                                               Adıyaman

             Mehmet Toğrul                                 Hüda Kaya                                       Müslüm Doğan

                 Gaziantep                                       İstanbul                                                İzmir

BAŞKAN – Okunan son önergeye Komisyon katılıyor mu?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI ZİYA ALTUNYALDIZ (Konya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde İzmir Milletvekili Sayın Müslüm Doğan konuşacak.

Buyurun Sayın Doğan. (HDP sıralarından alkışlar)

MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 97 sıra sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde konuşmak üzere söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, Alevi inancı ve öğretisinde çok önemli bir yer bulan Hızır orucu bugün ikinci oruç olarak tutulmaktadır, bugün ikinci gündür. Bu kutsal günde ülkemizdeki kardeşliğin, barışın yeniden tesis edilmesini diliyorum Hakk’tan ve orucumuzun Hakk nezdinde kabulünü diliyorum.

Değerli milletvekilleri, partimiz grubu bu kanun tasarısındaki 2’nci maddeye katılmakla birlikte, yasa tasarısının yapısal bir değişikliğe neden olabilecek yeni şeyler içermediğini ifade etmek istiyorum. Mevcut iktidarın günümüze kadar AR-GE alanında önemli bir gelişme katetmediğini üzülerek ifade etmek isterim. Bunun en güzel örneğinin AR-GE harcamalarında ayrılan bütçede açıkça görüldüğünü de görmekteyiz. Burada esas olan sorun aslında AR-GE’nin geliştirilmesi, insan anlamında, kaynağın artırılması anlamında laik, demokratik, bilimsel bir eğitimden uzak kalınması AR-GE’nin de insan kaynağı kapasitesini artırmasına olanak vermemektedir. Çünkü, bugün ülkemizde gerçekten laik, demokratik, özerk ve bilimsel bir eğitimden uzak durulmaktadır. Maalesef üniversitelerimizde de bilimsel eğitimden uzaklaşılmış, egemen ulus ve egemen mezhep anlayışlarına dayanan siyasal İslam’ın egemen olduğu bir eğitim sistemiyle karşı karşıyayız. Her hükûmet programında maalesef millî eğitim programlarımız, millî eğitim politikalarımız değişir ve doksan üç yıldır da bu millî eğitim politikası bir türlü oturtulamadı.

Hükûmet yetkilileri her ile üniversite açtıklarını ve çok başarılı olduklarını, her ilimizde üniversite olduğunu söylemektedir, övünmektedirler ama bugün laik ve demokratik bir eğitimden, bilimsel eğitimden uzak olduğu için bu üniversitelerde bilimsel bir eğitim verilememekte ve esas olarak da gelişmişlik ve bilimsellik üzerine eğitimin çok geri bir noktada olduğunu burada ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün Türkiye’de dünya ölçeğinde ilk 500 üniversite arasına giren kaç tane üniversitemiz olduğunu biliyorsunuz; bu, bir ölçü olmayabilir ama bilim adamı titizliğinden uzak kaldıkça, bilimsel eğitimden uzak kaldıkça AR-GE çalışmalarının da çok işe yarayacağını düşünmüyoruz. Bilimsel eğitimin verilmediği, demokratik üniversitelerin olmadığı yerlerde AR-GE çalışmalarının da çok başarılı olacağını düşünmüyoruz.

Eğitim hizmetinin metalaşmasına neden olan bu düşünce, genel olarak eğitimin içeriğinin dönüşmesine, bilimsel özgürlüğün, kurumsal özerkliğin ve demokratik işleyişin tamamen ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Devleti tabulaştıran ve yurttaşa karşı devleti koruyan siyasal akıl sebebiyle özerk ve demokratik bilimsel eğitimden uzaklaşılmaktadır. Yurt dışında başarı elde eden bu Türkiyeli bilim insanlarının da burada hakkını vermek gerekiyor; onları saygıyla buradan karşılıyoruz. Bu ülkede özgür ve bilinçli ve bilimsel bir eğitime verdikleri katkıdan dolayı da ayrıca tekrardan kutlamak istiyorum.

Türkiye’de bilim, teknoloji ve inovasyon politikasının ayrımının çok iyi yapıldığını düşünmüyorum. Örneğin, ABD’de 1960’larda en başta bilim politikası vardır, sonra çok sağlam bir sanayi politikası, sonra teknoloji, sonra inovasyon politikaları gelmektedir. Gelişmiş ülkeler bu evrimsel süreçlerin yaşanması gerektiğine inanmış. Sanayi politikası olmadan şu anda inovasyon politikası üzerinde de konuşmamızın çok da gerçekçi olmadığını düşünüyoruz. Bilimsel öğretimin, üretimin ve özgür eleştirisel düşüncenin geliştirilebilmesi için herkesin bilgiye ve kaynaklara özgürce erişebilmesi sağlanmalı, araştırma altyapısı geliştirilmeli, bilgiye ulaşmanın sınırlandırılmadığı bir ortam hayata geçirilmelidir diye düşünüyoruz.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Yoklama…

Sayın Altay, Sayın Özkan, Sayın Tarhan, Sayın Arslan, Sayın Atıcı, Sayın Pekşen, Sayın Kayan, Sayın Erdem, Sayın Sarıhan, Sayın Sarıbal, Sayın Akkaya, Sayın Turpcu, Sayın Nurlu, Sayın Topal, Sayın Çamak, Sayın Bektaşoğlu, Sayın Akar, Sayın Tanal, Sayın Tekin, Sayın Çıray.

Üç dakika süre veriyorum ve süreyi başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.47

YEDİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.58

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37’nci Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – 97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde İzmir Milletvekili Müslüm Doğan ve arkadaşlarının önergesinin oylamasından önce istem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi yoklama işlemini tekrarlayacağım.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve süreyi başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Yapılan ikinci yoklamada da toplantı yeter sayısı bulunamadığından, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 11 Şubat 2016 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 21.02



(X) (10/87) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin tam metni tutanağa eklidir.

(X) (10/88) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin tam metni tutanağa eklidir.

(X) (10/89) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin tam metni tutanağa eklidir.

(x) 97 S. Sayılı Basmayazı 9/2/2016 tarihli 36’ncı Birleşim Tutanağı’na eklidir.