TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                  36’ncı Birleşim

                                                                                               9 Şubat 2016 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Çanakkale Milletvekili Bülent Öz’ün, Çanakkale’deki termik santrallere ilişkin gündem dışı konuşması

2.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 47’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz’ün, Erzurum’da kış turizmine ilişkin gündem dışı konuşması

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Düzce’nin Hecinler köyündeki atık su tesisinin Melen Çayı’nı kirlettiğine ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığından bu kirliliği önlemesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

2.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, tüm siyasi partileri yeni anayasa yapım sürecine destek vermeye davet ettiğine ilişkin açıklaması

3.- Bursa Milletvekili Erkan Aydın’ın, sağlık politikalarındaki yanlış uygulamaların sonuçlarına ilişkin açıklaması

4.- İzmir Milletvekili Müslüm Doğan’ın, Sivas Çaltı Çayı Vadisi’ndeki kirliliği önlemek için Çevre ve Şehircilik Bakanlığının acilen bir proje yapması gerektiğine ilişkin açıklaması

5.- Isparta Milletvekili Nuri Okutan’ın, 9 Şubat Sigarayı Bırakma Günü’ne ilişkin açıklaması

6.- Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil’in, Bursa’ya yapılan yatırımlar ile vergi ödemeleri arasında büyük bir fark olduğuna ve bunun sebebini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

7.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, fındık üreticilerinin sorunlarına ilişkin açıklaması

8.- Adana Milletvekili İbrahim Özdiş’in, Meclis Araştırma Hizmetleri Başkanlığının üniversite mezunu işsizlerle ilgili raporuna ilişkin açıklaması

9.- Kahramanmaraş Milletvekili Fahrettin Oğuz Tor’un, BAĞ-KUR’lu esnafın sorunlarına ilişkin açıklaması

10.- Ankara Milletvekili Erkan Haberal’ın, ortak millî değerlerle oynanmaya kalkışılması hâlinde Milliyetçi Hareket Partisinin bunlara karşı demokratik zeminlerde sonuna kadar direneceğine ilişkin açıklaması

11.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, bütün çağrılarına rağmen uzun süredir devam eden sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili Parlamentoda hiçbir şey yapılmadığına, Cizre’de bir binada bulunan 62 yurttaşın katledilmesiyle ilgili bilgilerin kendilerine ulaştığına ve Halkların Demokratik Partisi olarak bu konunun peşini bırakmayacaklarına ilişkin açıklaması

12.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 47’nci, Osman Bölükbaşı’nın ölümünün 14’üncü yıl dönümlerine ilişkin açıklaması

13.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 47’nci yıl dönümüne ve sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerde barış ve huzurun temin edilmesi konusunda gerekli çabaların sarf edildiğine ilişkin açıklaması

14.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 47’nci yıl dönümüne, Meclisten bir karar çıkmadan Cumhurbaşkanının savaş söyleminde bulunmasını Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine bir saygısızlık olarak değerlendirdiğine ve terör tehdidine yönelik çıkarılmış bir tezkereyle Suriye’ye savaş ilanına karar verilemeyeceğine ilişkin açıklaması

15.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

16.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın 97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde yapılan soru-cevap işlemi sırasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

17.- Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonunda, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde, Akdeniz Parlamenter Asamblesinde, Akdeniz İçin Birlik Parlamenter Asamblesinde, Asya Parlamenter Asamblesinde, Ekonomik İş Birliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesinde, Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci Parlamenter Asamblesinde ve İslam İş Birliği Teşkilatı Parlamento Birliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grupları oluşturmak üzere Başkanlık Divanınca uygun bulunan üyelerin isimlerine ilişkin tezkeresi (3/487)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun, Yahudi Düşmanlığına Karşı Parlamento Komitesi (PCCA) tarafından 13-15 Mart 2016 tarihlerinde Almanya Federal Cumhuriyeti’nin başkenti Berlin’de düzenlenecek olan Yahudi Düşmanlığıyla Mücadele Parlamentolararası Koalisyon (ICCA) Konferansı’na katılması hususuna ilişkin tezkeresi (3/488)

3.- Başbakanlığın, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının, bölgede seyreden Türk bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/2/2013, 16/1/2014 ve 3/2/2015 tarihli 956, 984, 1008, 1031, 1054 ve 1082 sayılı Kararlarıyla birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 10/2/2016 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/463)

 

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 20 milletvekilinin, aile hekimlerinin ve hastanelerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/84)

2.- HDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin katledilmesi olayının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/85)

3.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ve 25 milletvekilinin, yolsuzluğun önlenmesi ve etkili bir mücadele için gerekli politikaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/86)

 

 C) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, (2/322) esas numaralı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/17)

 

 

 

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün, Malatya Milletvekili Taha Özhan’ın (3/463) esas numaralı Başbakanlık tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Malatya Milletvekili Taha Özhan’ın, İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün yerinden sarf ettiği bazı ifadeleri ve sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün, Malatya Milletvekili Taha Özhan’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

6.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Osmaniye Milletvekili Ruhi Ersoy’un HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

7.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Kars Milletvekili Yusuf Selahattin Beyribey’in HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

8.- Düzce Milletvekili Fevai Arslan’ın, İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın doğrudan gündeme alınma önergesi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

9.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Düzce Milletvekili Fevai Arslan’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

10.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Edirne Milletvekili Erdin Bircan’ın doğrudan gündeme alınma önergesi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

11.- Siirt Milletvekili Kadri Yıldırım’ın, Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın 97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

 

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, Şırnak’ın Cizre ilçesi Cudi Mahallesi'nde 23 Ocak 2016 günü bulundukları mahallelerin ağır saldırı altında olması nedeniyle bir bodrum katına sığınmış bulunan 31 sivil yurttaşımızın durumuyla ilgili olarak kamuoyunun bilgilendirilmesi ve olayın tüm boyutlarıyla ortaya konulması amacıyla 9/2/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin  Genel Kurulun 9 Şubat 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

 

 

VIII.- KANUN  TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/540) ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 97)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Genişletilmiş Bilgi Değişimi Yoluyla Uluslararası Vergi Uyumunun Artırılması Anlaşması ve Eki Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/310) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 6)

 

 IX.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde “kürdistan” adıyla herhangi bir idari veya coğrafi birim bulunmadığına ve bu ifadenin tarihî bağlamından koparılarak farklı bir şekilde kullanılmasının doğru olmadığına ilişkin konuşması 

 

X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, hasta mahkûmlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/151)

 

2.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun, İzmir'deki futbol kulüplerinin stat konusunda yaşadıkları sorunlara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/239)

 

3.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun, Bakanlık hizmet binalarına ve yapılan kiralamalara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/241)

 

4.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun, İzmir'e yönelik proje ve yatırımlara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/242)

 

5.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun, Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar bünyesinde bulunan araçlara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/243)

 

6.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, gençlere yönelik politikalara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/244)

 

7.- Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek'in, yurtlarda görev yapan özel güvenlik görevlilerinin maaşlarını alamadıkları iddialarına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/245)

 

8.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen'in, Trabzon Akyazı Stadı inşaatına ilişkin Başbakandan sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/346)

 

9.- Antalya Milletvekili Çetin Osman Budak'ın, kamu kurumlarının olanaklarının YURTKUR yerine TÜRGEV'e tahsis edilmesine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/438)

 

10.- Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, stadyum koltukları ve aydınlatmaları için yapılan ihalelere ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/440)

 

11.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman'ın, üniversite öğrencilerinin barınma sorununa ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/441)

 

12.- Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan'ın, Erzurum'da bir öğrencinin kaldığı yurttan atıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/590)

 

13.- İstanbul Milletvekili İsmail Faruk Aksu'nun, üniversite öğrencilerinin yurt sorunlarına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/591)

 

14.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Kredi ve Yurtlar Kurumuna başvuran öğrenci sayısına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/592)

 

15.- Kocaeli Milletvekili Saffet Sancaklı'nın, Rusya Futbol Federasyonunun Türk futbolcularla ilgili almış olduğu bir karara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/691)

 

16.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Manisa'da bankalara olan borçları nedeniyle haklarında icra takibi başlatılan esnafa ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/836)

 

17.- Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü'nün, Tekirdağ'daki spor salonlarının fiziksel koşullarına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/881)

 

18.- Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü'nün, kırsal kalkınma çerçevesinde hayata geçirilecek hibe programına Trakya'da bulunan illerin dahil edilmemesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1151)

 

19.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, İŞKUR'un yapısına ve faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı (7/1174)

 

20.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Niğde'deki hava kirliliğine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı’nın cevabı (7/1186)

 

21.- Zonguldak Milletvekili Şerafettin Turpcu'nun, Zonguldak'ta yaşanan hava kirliliğine ve yapılan denetimlere ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı’nın cevabı (7/1187)

 

22.- Ankara Milletvekili Erkan Haberal'ın, TOKİ'nin faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı’nın cevabı (7/1189)

 

23.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu'nun, 2010-2015 yılları arasında Edirne'de kredi borçlarından dolayı mağdur olan çiftçilere ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1199)

 

24.- Manisa Milletvekili Özgür Özel'in, kanatlı eti üretimine yönelik işletmelerin sağlanan cazip kredilerle kontrolsüz şekilde arttığı iddiasına ilişkin sorusu ve sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1202)

 

25.- Adana Milletvekili Mevlüt Karakaya'nın, Adana'da tarıma yapılan desteklemelere ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1203)

 

26.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu'nun, Edirne'de son yıllarda azalan hayvancılık faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1261)

 

27.- Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz'ın, şap hastalığı ile mücadeleye ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1262)

 

28.- İstanbul Milletvekili İsmail Faruk Aksu'nun, ziraat mühendislerinin istihdam sorunlarına ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1263)

 

29.- İstanbul Milletvekili İsmail Faruk Aksu'nun, ekilen ve dikilen tarım arazilerindeki azalmaya ilişkin sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1264)

 

30.- Eskişehir Milletvekili Cemal Okan Yüksel'in, İşsizlik Sigortası Fonu'nun kullanımına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı (7/1328)

 

31.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Niğde'deki Darboğaz Göleti'nin işletilmesinde yaşanan sorunlara ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/1380)

 

32.- Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, bir milletvekilinin Cumhurbaşkanlığı bünyesinde başdanışman olarak görevlendirildiği iddiasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın cevabı (7/1403)

 

33.- Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran'ın, Batman'ın Sason ilçesinde İŞKUR tarafından gerçekleştirilen işe alımlara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı (7/1439)

 

34.- Kayseri Milletvekili Çetin Arık'ın, otizmli çocuklara yönelik spor eğitimlerine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın cevabı (7/1448)

 

35.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadar olan dönemde Niğde'yi temsil eden milletvekilleri ile ilgili bilgilere ilişkin  sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın cevabı (7/1485)

 

36.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba'nın, Adıyaman'da İŞKUR tarafından yürütülen TYP kapsamında yapılan istihdamlarda belediyeler arasında adaletsiz davranıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı (7/1517)

 

37.- Kocaeli Milletvekili Tahsin Tarhan'ın, İşsizlik Sigortası Fonu'nun son beş yıldaki kullanımına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı (7/1519)

 

38.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın, yeni halkla ilişkiler binasındaki kuaför salonunda kadın personel çalıştırılması talebine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın cevabı (7/1590)

 

39.- Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal'ın, milletvekillerine dağıtılması öngörülen dizüstü bilgisayarlara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın cevabı (7/1807)

40.- Aydın Milletvekili Metin Lütfi Baydar'ın, Türkiye'den Suriye'ye silah sevkiyatı yapıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/529)

 

9 Şubat 2016 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.02

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36’ncı Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Çanakkale’deki termik santraller hakkında söz isteyen Çanakkale Milletvekili Bülent Öz’e aittir.

Buyurun Sayın Öz. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Çanakkale Milletvekili Bülent Öz’ün, Çanakkale’deki termik santrallere ilişkin gündem dışı konuşması

BÜLENT ÖZ (Çanakkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çanakkale’de halkı zehirlemeye devam eden termik santraller ile “Bu kadar zehir size yetmez, yeni zehir bacaları inşa edilmeli.” denilerek projelendirilen termik santrallerle ilgili gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, dünyanın oksijen cenneti Çanakkale, termik projeleriyle insanlarımızın sokağa maskesiz çıkamayacağı bir cehenneme dönüştürülüyor. Aynen bu şekilde Çanakkale halkı da bundan sonra maskeyle dolaşmak zorunda kalacaktır.

(Hatibin yüzüne maske takması)

BÜLENT ÖZ (Devamla) - Dünyanın bütün gelişmiş ülkeleri, halklarını zehirleyen, başta kömür olmak üzere fosil yakıta dayalı teknolojilerden uzaklaşırken biz ülke olarak neden dört elle havayı, suyu, toprağı, insanı, yaşamı hiçe sayan bu projelerde ısrar ediyoruz, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum, neden çocuklarımızın geleceğini çalıyoruz.

Değerli milletvekilleri, hâlihazırda Lâpseki’de 1, Biga’da 2, Çan’da 1 termik santral elektrik üretimine devam etmekte ve Biga’da 3’üncü termik santral inşaatı tamamlanınca sayı 5’e çıkacaktır. Bunlara ek olarak, Biga Ovamızda 3, Çan’da 1, Lâpseki’de 1 olmak üzere 5 proje ön lisans almıştır. Biga’da 1, Lâpseki’de 1, Ezine’de 1, Gelibolu’da 1 proje daha değerlendirme aşamasındadır. Ayrıca ÇED süreci devam etmekte olan, yine Biga’da 2, Lâpseki’de 2 ve Yenice Çırpılar’da 1 olmak üzere 5 proje daha bulunmaktadır. Yazık değil mi arkadaşlar bu Çanakkale’ye, Çanakkale halkına? Toplam 19 termik santral bir kentin sırtına yüklenmektedir. Bu projeler tamamlanınca yılda en az 30 milyon ton ithal kömür Çanakkale’de yakılacaktır. İthal kömüre dayalı mevcut enerji politikalarının maliyeti uzun vadede jeotermalden, güneşten, rüzgârdan daha ucuz mudur ki biz ülke olarak bu Vandalizm’e teslim oluyoruz, hem de ülkemizin en güzide koylarına, ormanlık alanlarına bu zehir saçan bacaları konduruyoruz?

Önemli bir enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji potansiyeline sahip Türkiye’nin önümüzdeki on beş yıl içerisinde rüzgâr, güneş, jeotermal başta olmak üzere yenilenebilir enerjiyi öne çıkaran bir enerji politikası izlemesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 13’üncü maddesi kısaca “Mutlak tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında kullanılamaz.” der. Bu işleri yaparken, daha on yıl önce hükûmetleriniz döneminde çıkardığınız bu yasaya bari uymanız gerekmez mi? O nedenledir ki 9 Ocak 2015 tarihinde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Mehdi Eker “Sulu mutlak tarım arazisi özelliği gösteren Biga Ovası’nda termik santral ve sanayi tesisi yapılma imkânı bulunmamaktadır.” diye yazı yazıp altına imza atmıştır. Arkadaşlar, söz konusu Biga Ovası’nda Sayın Bakanın ifade etmekte sakınca görmediği arazi özellikleri değişmemiştir. Biga Ovası hâlâ tarımsal değeri olan tarım arazisidir. Sadece tarım arazileri değil, orada yaşayan yurttaşlarımız da bundan etkilenecek, tıpkı Yatağan Termik Santrali’nin onlarca kilometre çevresinde yarattığı tahribatın fazlası Çanakkale’mizde gerçekleşecektir.

Değerli milletvekilleri, şu an Çanakkale’de çalışmakta olan ve inşa hâlindeki kurulu güç 3.845 megavattır, ön lisans almış kömür termik santralleri 3.325 megavattır, ön lisans başvuru aşamasındaki kömür termik santralleri 4.392 megavattır, ÇED süreci devam eden kömür santralleri 4.720 megavattır. Çanakkale tek başına 16.282 megavatlık termik santral kurulu gücüne ulaşacaktır. Türkiye’nin şu anki kurulu kömür termik santralinin 15.087 megavat olan gücünü bile geçmektedir.

Arkadaşlar, biz bu katliama dur demez isek 16.324 megavatlık enerji ithal kömürle üretilecek ve Çanakkale bir ithal kömür cehennemine dönüşecektir. Bölgenin ihtiyaçları, tarımsal potansiyeli ve sağlık istatistikleri göz önünde bulundurulmamıştır. Gelin, Çanakkale’yi cehenneme çevirecek bu projelere dur diyelim; gelin, ülkemizi kendi ellerimizle kirletmeyelim; bundan sonra Çanakkale halkı da bu maskeyle dolaşmak zorunda kalmasın.

Teşekkür ediyorum; saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öz.

Gündem dışı ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisinin 47’nci kuruluş yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen İzmir Milletvekili Oktay Vural’a aittir.

Buyurun Sayın Vural. (MHP sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz beş dakikadır.

2.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 47’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi, bundan kırk yedi yıl önce, 9 Şubat 1969 yılında bu ülkenin, bu milletin köklerinden doğup yükselmiş bir hareket olarak Türk siyasi tarihindeki şerefli yolculuğuna başlamıştır. Bu şerefli yolculuğun bir ferdi olmanın gururuyla partimizin yıl dönümü münasebetiyle söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisinin bu meşakkatli yolculuğunda ömürlerini veren dava arkadaşlarımızın, ülkü ve gönül erlerinin hayatta olanlarına uzun ömür, başta Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey olmak üzere, öbür âleme irtihal eden dava arkadaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Milliyetçi Hareket Partisi kırk yedi yıllık tarihiyle, siyasal duruşuyla demokrasimizin, çok partili siyasi hayatın çınarlarından biridir. Milliyetçi Hareket Partisi, mazi ile ati arasındaki kopmaz bağın, millet ile devlet arasındaki çelik halatın, inancımız ve kimliğimizle muhteşem terkibin, bu ülkeye karşılıksız duyulan sevginin adıdır. Milliyetçi Hareket Partisi, bu topraklar üzerinde tekevvün eden bir irade olarak sadece bu toprakların değil, aynı zamanda tüm Türk medeniyet havzasının sedası olmuştur. Merhum Başbuğumuz Türkeş Bey’in ifade ettiği gibi, Milliyetçi Hareket Partisi, Türk milleti tarafından kurulmuş ve onun tarafından geliştirilen bir eser olarak Türk milletinin sinesinde kırk yedi yıllık şerefli mücadelesini sürdürmektedir.

Partimiz bugüne kadar pek çok çetin yoldan geçmiştir. Partimiz kapatıldı, kadrolarımız dağıtıldı, zindanlarla imtihan edildik, idam sehpalarına yürüdük, fişlendik, kumpaslar kuruldu ancak inandığımız yoldan, davamızdan asla vazgeçmedik; hiçbir vesayete, hiçbir baskıya karşı boyun eğmedik, dik durduk, eğilmedik. Bizi, millet aşkından, vatan sevdasından, devlet bekasından hiçbir şey vazgeçiremedi.

Değerli milletvekilleri, 1969 yılındaki Adana’daki ilk kurultayımızda “Hür ve mesut insanların barış ve refah yurdu, büyük, kudretli, müreffeh Türkiye’yi inşa edeceğiz.” diyerek, Türk milletinin önüne çıkarılan engelleri, onu çaresizliğe, yokluğa utançla boyun eğmeye mahkûm eden ve kader kabul edilen neticeyi, sefaleti, cehaleti, istibdadı yenmek kararlılığında olacağımızı söyleyerek yola çıkmıştık. İşte, çıktığımız bu yolculuk, Türk milletinin yüzyıla damgasını vuracağı günlere doğru başlatılan kutlu yürüyüşün adı olmuştur. Bu yolculuk, yufka yüreklerle çetin yolların aşılmayacağını bilenlerin onurlu ve kararlı yürüyüşünün sedası olmuştur. Bu yolculuk, vatanımızın insanına, toprağına, havasına, suyuna, dününe, bugününe ve geleceğine sahip çıkanların yürüyüşünün şanlı tarihi olmuştur.

Bizler, dün olduğu gibi bugün de “Türk-İslam ülküsü” kavramı ile inançlarımızla kimliğimiz arasındaki kaçınılmaz bağı tekrar etmekten “millî devlet, milliyetçi Türkiye” kavramıyla siyasal duruşumuzdan, dik baş, tok yarın ve mutlu yarın diyerek sosyal hedefimizden geri durmadık, durmayacağız. Siyasi hayatının her döneminde milletimize yabancı, iliştirilmiş, gayri millî unsurlarla mücadele etmiş bir hareket olarak, aynı kararlılığı göstermekten kaçınmayacağız.

Milliyetçi Hareket Partisi, programıyla, idealleriyle, hedefleriyle yalnızca Türk milletinin değil, müşterek kültür dairesinde yaşayan mazlum milletleri yaşadığımız bu küresel kaos ve kargaşadan kurtaracak bir anlayışın da, iddianın da, idrakin de yegâne temsilcisidir. Bu anlayış, elbette milletten kabileye, cemiyetten cemaate, üst kimlikten alt kimliğe, millilikten yerelliğe, toplumsallıktan yalnızlığa, birlik olmaktan bireyselliğe, vatandaşlıktan kulluğa dönüştüreceklerin karşısında olmayı da gerektirmektedir. Bu nedenle, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizler demokrasimizi, millî devletimizi, cumhuriyetimizi, milletimizin varlığını ve birliğini dün olduğu gibi bugün de sarsılmaz bir imanla savunmaya devam edeceğiz.

Sayısal temsilimiz ne olursa olsun siyasal ağırlığımız ve duruşumuz millet nezdinde son derece etkili olmuş, her zaman milletin gönlünde müstesna bir yere sahip olmuşuzdur. Milliyetçi hareketin Türk milletinin gönlündeki ağırlığı ve varlığını tecelli ettiren, coğrafyayı vatana dönüştüren, devleti ebet müddet anlayışına sahip çıkan, devletimizin kuruluş mücadele ve ilkelerini hayata geçiren millî ve manevi değerlere sahip çıkan birlik, adalet, hürriyet anlayışı içerisinde millî egemenliğe ve millî iradeye dayalı demokratik siyaseti benimseyen ülkümüzdür.

Bu vesileyle, demokrasi mücadelesinde Milliyetçi Hareket Partisinin daha nice şerefli yıllara aynı şevk, aynı heyecan, aynı coşkuyla ve aynı ruhla erişmesini temenni ediyorum. Allah yâr ve yardımcımız olsun.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Vural.

Gündem dışı üçüncü söz, Erzurum’da kış turizmi hakkında söz isteyen, Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz’e aittir.

Buyurun Sayın Deligöz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

3.- Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz’ün, Erzurum’da kış turizmine ilişkin gündem dışı konuşması

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bar şehri, kar şehri, dadaşlar diyarı Erzurum’un kış turizmi hakkında söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Millî birlik ve kardeşliğimiz için mücadele ederken şehit düşen yiğitlerimizi rahmetle anıyor, yakınlarına ve tüm Türkiye'ye başsağlığı diliyorum.

Sağlığına kavuşup görevine başlamış olan Sayın Devlet Bahçeli’ye de sağlıklı ve hayırlı ömürler diliyorum.

Tarih boyu medeniyetlerin beşiğidir Erzurum; Palandöken kadar heybetli, bereketli ovası kadar mütevazidir. “Benim yavrum annesiz büyür ama vatansız büyümez.” diyerek cepheye koşan kahramanlık abidesi Nene Hatunların, Abdurrahman Gazilerin, Sümmânî Babaların, Alvarlı Efelerin, İbrahim Hakkı hazretlerinin şehridir Erzurum. Anadolu’nun kendisidir Erzurum.

Kış turizmi, yayla turizmi, kültür ve inanç turizmi artık sektör içinde önemli bir yer tutmaktadır. Ekonomik refah yükseldikçe tatil alışkanlıkları da çeşitlendiği gibi, yaz ve kış olgusu artmaktadır. Erzurum bu manada hem kültür hem tarih hem de kış turizmi için en önemli bir potansiyeli içinde barındırmaktadır. Erzurum, kültürel zenginliği, coğrafyası ve doğal güzellikleriyle Anadolu’nun incisidir. Palandöken, Konaklı ve Kandilli kayak tesislerinin bulunduğu Erzurum, buz salonları ve atlama kuleleriyle de kış turizmine hizmet etmektedir. Ekim ayında yağan karla başlayan kayak mevsimi mayıs ayına kadar yaklaşık altı ay sürmektedir. Dünyanın en uzun ve en dik pistleri arasında yer alan Palandöken Kayak Merkezi 2 bin metreden başlayıp 3.176 metreye kadar rakım farkı oluşturmaktadır. Tüm pistlerde aynı anda 12 bin kişi kayak yapabilmektedir. Palandöken’de otellerin yanı sıra birçok özel ve kamuya ait tesis de bulunmaktadır. Ulaşım çok kolay olup havaalanına 15 kilometre, şehir merkezine sadece 4 kilometrededir. 120 metrelik uzunluğuyla, hilal şeklinde görüntüsüyle atlama kuleleri, Erzurum 2011 Dünya Olimpiyat Kış Oyunlarının sembol tesislerinden birisidir; 5 adet “curling” yarışma alanı, bin kişilik “curling” merkezine sahiptir; erkekler için 3 bin kişilik, kadınlar için ise 500 kişilik 2 adet buz hokeyi salonu vardır. 2011 yılında 25’inci Dünya Üniversiteler Arası Kış Oyunlarına ev sahipliği yapan Erzurum, Türkiye ve dünya kış turizminin yeni cazibe merkezlerindendir. Ayrıca, Erzurum, 2017 Avrupa Gençlik Kış Olimpiyatlarına ev sahipliği yapacaktır; Avrupa’nın 50 ülkesinden 17 yaş altı sporcuların yarışacağı dünyanın en büyük olimpik kış sporları organizasyonlarından birisidir. Erzurum’un kış turizminin başkenti olarak ilan edilmesi Erzurum halkının Hükûmetimizden de talebidir. İnşallah, bu konuda adımlar atılacaktır.

Değerli milletvekilleri, şunu söylemeden geçemeyeceğim: 7 Şubat 2012’de milletimize yapılmış olan darbe girişiminin Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın feraseti ve dirayetiyle sonuçsuz kalmasının yıl dönümünde, darbeye yeltenenleri ve darbe zihniyetini kınıyorum. Şunu herkes bilmelidir ki, Erzurum Kongresi’nde karara bağlanmış olan “Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür, parçalanamaz.” ilkesi hâlen geçerliliğini sürdürmektedir.

Başta Meclis Başkanımız ve siz değerli milletvekillerimizi Erzurum’un güzelliklerini yerinde görmek ve yaşamak için Erzurum’a davet ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İyi günler diliyorum arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Deligöz.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce, sisteme giren sayın milletvekilleri var; Meclisimizin geçen hafta da çalışmaması münasebetiyle, bugüne mahsus olarak, sisteme giren ilk on sayın milletvekiline İç Tüzük 60’a göre pek kısa söz vereceğim.

Söz vereceğim milletvekillerini öncelikle anons etmek istiyorum: Sayın Tanal, Sayın Özkan, Sayın Aydın, Sayın Doğan, Sayın Okutan, Sayın İrgil, Sayın Bektaşoğlu, Sayın Özdiş, Sayın Tor ve Sayın Haberal.

Evet, Sayın Tanal, buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Düzce’nin Hecinler köyündeki atık su tesisinin Melen Çayı’nı kirlettiğine ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığından bu kirliliği önlemesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Düzce ilimizin merkeze bağlı Hecinler mevkisi var. Bu Hecinler köyünde, Hecinler mevkisinde Düzce Belediyesi tarafından yapılan bir katı atık tesisi var. Bu katı atık tesislerinde, orada biriken tüm pis lağım suları, olduğu gibi gelen temiz kaynak sularla birleşerek Melen Çayı’na dökülmektedir. Takdir edersiniz, İstanbul’un su ihtiyacı Melen Çayı’ndan karşılanmaktadır ve bu pis lağım sularının Melen Çayı’na karışması nedeniyle hem güvenli su olayını, sağlığını bozmakta hem tarımı tehdit etmekte, büyük bir risk oluşturmaktadır.

Bunun için Çevre ve Şehircilik Bakanlığının derhâl devreye girerek bu su kirliliğinin önlenmesini, Düzce halkının bu mağduriyetinin, İstanbul’da yaşayan ve İSKİ’yle su kullanan vatandaşlarımızın mağduriyetinin giderilmesini talep ediyorum.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Sayın Özkan…

2.- Denizli Milletvekili Cahit Özkan’ın, tüm siyasi partileri yeni anayasa yapım sürecine destek vermeye davet ettiğine ilişkin açıklaması

CAHİT ÖZKAN (Denizli) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Bilindiği üzere, otuz üç yıldan beri yeni anayasa arayış sürecimiz devam etmektedir. AK PARTİ hükûmetleri olarak, yeni, sivil, demokratik, katılımcı bir anayasa milletimize en büyük hizmet vaadimizdir. Mevcut Anayasa’mız hiçbir şekilde sivil, demokratik hak ve özgürlükleri güvence altına almadığı gibi, anayasal güvenceleri, ekonomik kalkınmayı ve refah ülkesi olma yolunda mücadelemizi de tesis etmeyeceği açıktır. Bu bağlamda, milletimizin bu arzusunu yerine getirmek üzere, yeni anayasa arayışımızda tüm siyasi partileri Anayasa Uzlaşma Komisyonumuzun göreve başladığı süreçte yeni anayasa sürecimize destek vermeye davet ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Aydın…

3.- Bursa Milletvekili Erkan Aydın’ın, sağlık politikalarındaki yanlış uygulamaların sonuçlarına ilişkin açıklaması

ERKAN AYDIN (Bursa) - Sayın Başkan, üzgünüm ki tüm eleştirilerimize ve uyarılarımıza rağmen sağlık politikalarındaki yanlış uygulamalar ağır sonuçlar vermeye devam etmektedir. Bunun bir yansıması da Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesinde gerçekleşmektedir. Fakültenin Çocuk Cerrahisi bölümünde kadro olmasına rağmen, Bakanlığın kadro vermemesinden dolayı gece acil hizmetindeki hastalar dört çeşit çocuk hastanesine gönderilmektedir. Özellikle çocuk hastalar için böylesi bir durum ağır bir sağlık sorunudur. Sağlık Bakanlığının çıkardığı son yasalar nedeniyle de öğrenciler çocuk cerrahisi gibi bölümleri tercih edememektedirler. Bakanlığın bu konu üzerinde acilen bir çözüm bulmasını talep ediyorum.

Saygılarımla.

BAŞKAN - Sayın Doğan…

4.- İzmir Milletvekili Müslüm Doğan’ın, Sivas Çaltı Çayı Vadisi’ndeki kirliliği önlemek için Çevre ve Şehircilik Bakanlığının acilen bir proje yapması gerektiğine ilişkin açıklaması

MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) - Sayın Başkan, Sivas ili Divriği ilçesi ve Kangal ilçesi arasında Çaltı Çayı’nın oluşturduğu büyük, 40 kilometre uzunluğunda bir vadi var. Bu vadide Çaltı Çayı ve demir yolu zaman zaman birbirini keserek tarihî köprüler ve muhteşem bir doğa söz konusudur. Bu Çaltı Çayı Vadisi’ne 40 köyün kanalizasyonu ve demir çelik atıkları akmaktadır. Şehircilik Bakanlığının acilen burada bir proje yapması lazım. Ekolojik dengeyi bozmamak üzere acil bir durum söz konusudur.

Arz ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Okutan…

5.- Isparta Milletvekili Nuri Okutan’ın, 9 Şubat Sigarayı Bırakma Günü’ne ilişkin açıklaması

NURİ OKUTAN (Isparta) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

9 Şubat günü Sigarayı Bırakma Günü. Hâl böyleyken bugün ülkemizde sigaraya bağlı olarak ölen vatandaşlarımızın yüzde 85’i bulduğu… Yine, kronik bronşitlerin yüzde 75’ini, kalp ve damar hastalıklarında da yüzde 25’ini sigaraya bağlı olarak kaybetmekteyiz. Hâlbuki, yine, dünyada 4 milyon kişi sigaraya bağlı hastalıklardan vefat etmektedir. Ülkemizde de 100 bin kişi sigaraya bağlı hastalıklardan vefat etmektedir. Hâl böyleyken yasakların etkin şekilde uygulanmadığı ortadadır. Ben hem Hükûmeti hem ilgili bakanlıklarımızı ve görevlileri yasakları uygun şekilde, etkin şekilde uygulamaya davet ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın İrgil…

6.- Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil’in, Bursa’ya yapılan yatırımlar ile vergi ödemeleri arasında büyük bir fark olduğuna ve bunun sebebini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

CEYHUN İRGİL (Bursa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Bursa, Türkiye'nin en gelişmiş ekonomisine sahip 2’nci kenti ancak Bursa, vergi gelirlerinde büyükşehir belediyelerine göre 16’ncı sırada bütün 30 büyükşehir arasında. Bütünşehir yasasıyla birlikte Bursa’nın aldığı pay düştü. Bursa’nın 2015 bütçesinden aldığı pay 582 milyon lira ancak Bursa halkının ödediği vergi 13 milyar lira. Çeşitli defalar Hükûmet tarafından Bursa’ya milyarlık yatırımlar yapıldığı söylendi. Peki, yatırımlarla vergi ödemeleri arasında neden böylesi bir fark var. Daha önce Kalkınma Bakanına sormuştuk “Bursa’ya yapıldığını söylediğiniz bu yatırımlar nelerdir?” diye. Şimdi de yeni bütçe döneminde Maliye Bakanına soruyoruz: Bursa’ya bu yapılan haksızlık değil midir? Bu haksızlık düzeltilecek mi?

BAŞKAN – Sayın Bektaşoğlu…

7.- Giresun Milletvekili Bülent Yener Bektaşoğlu’nun, fındık üreticilerinin sorunlarına ilişkin açıklaması

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Karadeniz’i yakından ilgilendiren bir konuyu dile getirmek istiyorum. Tatil süresince seçim bölgem, fındığın başkenti Giresun’daydım. Giresun, tabiri caizse kan ağlıyor çünkü tek geçim kaynakları fındık ve fındık fiyatları maalesef yerlerde sürünüyor. Sadece Giresun değil, Karadeniz’in illeri âdeta felaketi yaşıyor. Üreticiler, fındık ticareti yapanlar, fındık geliriyle iş yapan esnaflar mağdur durumda. Defalarca dile getirmemize rağmen, soru önergesi vermemize rağmen, Başbakanı, ilgili bakanları göreve çağırmamıza rağmen, maalesef bir ses seda çıkmadı. Buradan bir kere daha seslenmek istiyorum: Hani, TMO’yu veya FİSKOBİRLİK’i devreye sokacaktınız? Ne oldu? Sezon başından bu yana manipülasyonlarla fındık fiyatı 6 lira birden düştü. O malum yabancı firma elinizi kolunuzu mu bağladı? Fındığın yeni Zapsu’su Ferraro mu? Hükûmet bu duruma daha ne kadar seyirci kalacak? Bu ülkenin millî ürünü olan fındığa ne zaman sahip çıkacaksınız? Bıçak kemiğe dayandı, haberiniz olsun.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özdiş…

8.- Adana Milletvekili İbrahim Özdiş’in, Meclis Araştırma Hizmetleri Başkanlığının üniversite mezunu işsizlerle ilgili raporuna ilişkin açıklaması

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

İki gündür basında yer alan, Meclis Araştırma Hizmetleri Başkanlığının bir raporuna değinmek istiyorum.

Üniversite mezunlarında -işsizlik verilerine göre- 2000 yılında 143 bin olan işsiz sayısı 2015 yılında 774 bine yükselmiştir. Bu durumda, şu an her 4 işsizden 1’inin üniversite mezunu olduğunu görüyoruz. Bu acı tablonun sorumluları kimlerdir? Seçim propagandası yaparken “Her ile bir üniversite kuracağız, kontenjanları artırdık. Bizim dönemimizde üniversite mezunu kişi sayısı arttı.” derken bu mezunlara istihdam sağlayacak ne yaptınız? İnsanlar ellerinde diplomayla işsiz kalıyorlar. Bu yanlış politikayı ne zaman düzelteceksiniz? Bir ülkede kalkınmanın artması üniversite mezunlarının artmasıyla değil, bu mezunlara istihdam sağlayacak sektörler yaratmakla gerçekleşmez mi? Bu konuda Hükûmetimizden bir açıklama bekliyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Tor…

9.- Kahramanmaraş Milletvekili Fahrettin Oğuz Tor’un, BAĞ-KUR’lu esnafın sorunlarına ilişkin açıklaması

FAHRETTİN OĞUZ TOR (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz günlerde -MHP seçim beyannamesinde de yer aldığı üzere ve MHP olarak da desteklediğimiz gibi- bazı tasarılar kanunlaşmış, asgari ücret artırılmış, işverenlere teşvik getirilmiş, gelir ve maaşlar, aylıklar artırılmıştır.

Seçim çevrem Kahramanmaraş’tan telefon eden bir esnaf odası yöneticimiz “Bize teşvik yok mu? Zaten primimizi, vergimizi ödeyemiyoruz veya zor ödüyoruz. Hükûmet yükümüzü artırarak ne yapmak istiyor?” şeklinde sorular sormaktadır. Asgari ücret artırılarak sigortalılara, teşvikle işverenlere, aylık ve gelir artışlarıyla emeklilere yeterli olmasa da iyileştirmeler yapıldığı hâlde, maalesef, BAĞ-KUR’lulara yönelik en küçük bir iyileştirme yapılmamıştır, milyonlarca BAĞ-KUR’lunun sadece primi yüzde 30 artmıştır. Büyük kısmı geçim zorluğu içinde olan BAĞ-KUR’lu esnafımıza herhangi bir iyileştirme yapılmayarak adil davranılmamıştır. BAĞ-KUR’luların artan prim yükünü biraz olsa azaltma yönünde bir çalışma yapılması gerekmez mi? Esnafımızın beklentisi budur.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Haberal…

10.- Ankara Milletvekili Erkan Haberal’ın, ortak millî değerlerle oynanmaya kalkışılması hâlinde Milliyetçi Hareket Partisinin bunlara karşı demokratik zeminlerde sonuna kadar direneceğine ilişkin açıklaması

ERKAN HABERAL (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başbakan tarafından Mardin’de bölücülerle siyasi müzakere çağrıları yapılmış, 10 maddelik eylem planı kamuoyuyla paylaşılmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki Türk millî kimliğiyle oynamak, etnik kimlikleri okşayarak siyasi rant sağlamak ve bölücü terörün siyasi gündemine ve hedeflerine hizmet edecek zorlamalar içine girmek Türkiye'nin karşısına bir çıkmaz yol olarak çıkacaktır. İç gerginlikleri bir çatışma noktasına taşıyacak böyle bir gafletin adı, anlamı ve sonucu ateşle oynamaktır. Bizim en halisane temennimiz Sayın Başbakanın ve Hükûmetin, Milliyetçi Hareket Partisinin ve temsilcisi olduğu Türk milletinin kırmızı çizgilerini bir an önce görmeleri ve bu yoldan dönme basiretini göstermeleridir. Türkiye'yi seven herkesin arkasında durması gereken bu kırmızı çizgilerin çiğnenmesi ve ortak millî değerlerimizle oynanmaya kalkışılması hâlinde herkes çok iyi bilmelidir ki Milliyetçi Hareket Partisi bunlara karşı demokratik zeminlerde sonuna kadar direnecektir.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sisteme giren sayın grup başkan vekilleri var, iki dakika süreyle söz vereceğim.

Öncelikle, Sayın Baluken, buyurun, sürenizi başlatıyorum.

11.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, bütün çağrılarına rağmen uzun süredir devam eden sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili Parlamentoda hiçbir şey yapılmadığına, Cizre’de bir binada bulunan 62 yurttaşın katledilmesiyle ilgili bilgilerin kendilerine ulaştığına ve Halkların Demokratik Partisi olarak bu konunun peşini bırakmayacaklarına ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, uzun süredir devam eden hukuk dışı sokağa çıkma yasakları Sur’da 69’uncu gününde, Cizre’de 58’inci gününde, Silopi’de de geceleri devam etmek üzere 58’inci gününde maalesef aynı şekilde devam etmektedir. Tüm bir kenti abluka altına alıp sokağa çıkma yasaklarıyla tüm halka yönelik bir cezalandırma mekanizması uzun süredir Kürt illerinde devreye konmuştur. Bu konuda bugüne kadar Parlamentoda yapmış olduğumuz bütün çalışmalara ve çağrılara rağmen Parlamento kılını kıpırdatmamış, özellikle son iki hafta içerisinde yaşamış olduğumuz siyasi tarihimizin en utanç verici sayfalarına da bizzat bu Parlamento ortak olmuştur. Maalesef geçen hafta Türkiye siyasi tarihinin en ağır, en utanç verici katliamlarına tanıklık etmiş bulunuyoruz. Cizre’nin orta yerinde bir vahşet bodrumunda hastaneye nakledilmeyi bekleyen 31 yurttaşımızın akıbetleriyle ilgili bir gelişme beklerken yine aynı sokakta bulunan ve top atışlarıyla yanan bir binada bulunan 62 yurttaşımızın katledildiğiyle ilgili son derece vahim bilgiler tarafımıza ulaşıyor. Nitekim, devletin resmî yayın organında da ilk gece bu yönlü alt yazılar yazılmış ve orada bir operasyon yapılarak, hastaneye nakledilmeyi bekleyen oradaki yaralı ve sivillerin etkisiz hâle getirildiği belirtilmiştir. Bütün bu insanlık dışı uygulamalar yapılırken de bu Meclis tatilde olmanın utancını yaşamıştır. Bu Meclis, en fazla çalışması gereken, yaşam hakkını, sağlık hakkını, insan haklarını en fazla koruması gereken bir haftada milletvekilleriyle, parti gruplarıyla tatil mesaisi yaparak bu ülkenin siyasi tarihinde çok büyük bir vebal altına girmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, bir ek süre verirseniz toparlayayım.

BAŞKAN – Sayın Baluken, bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Biz Halkların Demokratik Partisi olarak Türkiye siyasi tarihinin en ağır katliamları arasına geçecek olan Cizre’deki bu katliamı planlayanları, yapanları, hayata geçirenleri buradan kınıyoruz ve tarihe karşı, insanlığa karşı mutlaka hesap vereceklerinin hatırlatmasını burada bir kez daha yinelemek istiyoruz. Unutulmamalıdır ki insanlık tarihini elinde gücü bulunduran, katliam yapanlar değil, haklı mücadeleleriyle bu katliamcılara karşı direnenler belirlemiştir. HDP olarak bu işin peşini sonuna kadar bırakmayacağımızı, gerek ulusal gerek uluslararası kamuoyunda da, bu katliamı hayata geçirenleri tarih önünde hesap verecek bir konumda mutlaka adaletin önüne çıkaracağımızı ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Akçay…

12.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 47’nci, Osman Bölükbaşı’nın ölümünün 14’üncü yıl dönümlerine ilişkin açıklaması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bugün, Milliyetçi Hareket Partisinin 47’nci kuruluş yıl dönümüdür. 9 Şubat 1969 tarihinde yapılan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Kongresi Türk siyasetinin en köklü partilerinden biri olan Milliyetçi Hareket Partisinin doğuşunu müjdeleyen bir dönüm noktası olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi, sevdalısı olduğumuz Türk milletinin binlerce yıllık milliyetçilik düşüncesinin siyasal programıyla Türk milletinin hizmetindedir. “Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben.” diyen bir anlayışın kurumsal yapısıdır. Milliyetçi Hareket Partisi, Türk milletinin gönlünde kökleşmiş bir siyasi harekettir. Milliyetçi Hareket Partisi, kırk yedi yılda hiçbir zaman günlük siyasetin dehlizlerine düşmemiştir, öngörüleri her zaman doğru çıkmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi her meseleye dün, bugün, yarın perspektifiyle bakmaktadır. Millî bekanın en ağır tehdit sürecinden geçtiği bugünlerde milliyetçi hareketin, Türk milleti ve Türk devleti için önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi, tarihimizden aldığı güç ve inançla kararlı, onurlu ve ilkeli duruşuna devam edecektir. Bu duruş, kırk yedi yılda hareketimize gönül vermiş, emek vermiş, bu uğurda can vermiş aziz kahramanların mirasıdır. Bu vesileyle, Başbuğumuz Alparslan Türkeş başta olmak üzere, milliyetçi harekete aşkla hizmet eden tüm şehitlerimizi ve ebediyete intikal eden ülküdaşlarımızı rahmet ve minnetle anıyor, bugün milliyetçi hareketin yaşayan hafızaları olan kıymetli büyüklerimizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

Ayrıca, 6 Şubat 2016 tarihi de siyasi tarihimize zekâsı ve çok özgün hitabet yeteneğiyle damga vurmuş Osman Bölükbaşı’nın vefatının 14’üncü seneidevriyesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika, tamamlayalım Sayın Akçay.

ERKAN AKÇAY (Manisa ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bölükbaşı, Türk siyasetindeki ahlaklı duruşun da mihenk taşlarından birisidir. Türk demokrasisi için, Türk devlet nizamı için üstün bir çaba göstermiştir. Türkiye’de çok partili hayata geçiş sürecinde muhalefet anlayışının gelişmesindeki en büyük paylardan biri, şüphesiz, ona aittir.

Siyaset tarihine usta bir hatip olarak damga vuran Bölükbaşı, nüktedan ve humor sahibi duruşuyla da yıllar ötesine mesajlar bırakmıştır. Örneğin, şu sözler ona aittir: “Adam vardır kırık sandalyede bir Fatih, bir Kanuni gibi oturur; adam vardır en parlak sandalyede bir yığın saman gibi oturur.” Türk siyasal yaşamının gelişmesinde büyük pay sahibi olan, partimizin de kurucuları arasında yer alan merhum Osman Bölükbaşı, Türk siyasetinin saygın isimlerinden birisi olarak her zaman sevgi, saygı ve takdirle anılacaktır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Çakır…

13.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 47’nci yıl dönümüne ve sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerde barış ve huzurun temin edilmesi konusunda gerekli çabaların sarf edildiğine ilişkin açıklaması

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de sözlerime öncelikle MHP’nin 47’nci kuruluş yıl dönümünü tebrik etmek suretiyle başlamak isterim. MHP’nin Türk siyasi hayatına ve Türk demokrasisine daha nice katkılar vermesini temenni ederim ve yine aynı vesileyle, kurucu lideri Alparslan Türkeş’i de rahmetle anarım.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmalarda da yer verildiği gibi, ülkemiz, son günlerde kritik bir süreçten geçmektedir. Hiç kuşkusuz, gün geldiğinde siyasi tarih bunları kaydedecektir. Ülkenin bekasıyla ilgili bir sorunla karşı karşıyadır ülkemiz, bu anlamda terörle mücadele etmektedir, meşru hakkını kullanmaktadır, yasal hakkını kullanmaktadır ve bölgede kimi yerlerde sokağa çıkma yasakları uygulanmaktadır. Bu sokağa çıkma yasakları, durduk yerde ortaya çıkmış, uygulanmış kararlar değildir. Biz bazen sadece sonuçlar üzerine bir konuşma yapıyoruz, nedenlerini görmezden gelir gibi yahut görmezden gelerek birtakım çıkarımlarda bulunuyoruz. Kaldı ki sokağa çıkma yasağının kaldırılmasıyla ilgili, AİHM’e yapılmış kimi müracaatlar müteaddit defalar reddedilmiş ve AİHM tarafından da nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin meşru müdafaasını yaptığı, terörle mücadele ettiği konusundaki yaklaşımı bir anlamda tescil edilmiş, teyit edilmiştir. Hiç kuşkusuz, bu gelişmelerin ivedi bir şekilde sonlanması, bölgede ve ülkede huzur ve barışın kaim kılınması, hâkim kılınması, 78 milyon Türkiye vatandaşının, hepimizin, ivedi bir şekilde beklentimizdir. Bu bakımdan Parlamentonun üzerine elbette büyük bir yük düşmektedir ve Parlamento bu konuda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ilave süre veriyorum, tamamlayalım lütfen.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

…söylenenin aksine, görevini yerine getirmektedir, sorumluluğunun bilincindedir ve bu bilinçle hareket etmektedir.

O bakımdan biz de parti olarak, partimiz olarak bölgede aynı şekilde Hükûmetimiz olarak çok ciddi bir çaba içerisindeyiz. Hem bölgeye yapılan ziyaretler itibarıyla hem bölgede bir taraftan çukurların kapatılması, bariyerlerin kaldırılması, terörist unsurların tasfiye edilmesi suretiyle belli ilçelerde ve genel olarak bölgede olabildiği kadar hızlı bir şekilde tekrar barış, huzur ve sükûnun temin edilmesi konusunda gerekli çabalar sarf edilmektedir. İnanıyoruz, ümit ediyoruz ve diliyoruz ki ve dua ediyoruz ki bir an evvel bölgede ve ülkemizin tamamında barış ve kardeşliğin, huzurun en kısa sürede kaim olması, hâkim olması için hep birlikte elimizden geleni yapacağız ve bunun böylece gerçekleşeceğine olan ümidimizi, inancımızı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – …koruyoruz ve bu konuda da elimizden geleni yapacağımızı bir daha söylemiş oluyoruz.

Tekrar teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.

Sayın Altay…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Peşinen üç dakika ver de Başkan, arada şey olmasın madem.

BAŞKAN – Peki.

14.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluşunun 47’nci yıl dönümüne, Meclisten bir karar çıkmadan Cumhurbaşkanının savaş söyleminde bulunmasını Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine bir saygısızlık olarak değerlendirdiğine ve terör tehdidine yönelik çıkarılmış bir tezkereyle Suriye’ye savaş ilanına karar verilemeyeceğine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Öncelikle ben de Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluş yıl dönümünü tebrik ediyorum. Milliyetçi Hareket Partisi camiasına, yöneticilerine, sayın milletvekillerine başarılar diliyorum. Sayın Devlet Bahçeli’ye de tekrar geçmiş olsun diyorum.

Sayın Başkan, her şeye rağmen hâlen parlamenter demokratik sistemle yürüyen bir ülkeyiz. Türkiye’de Anayasa’da yazılı olan kaide ve kurallar içinde hiç kimsenin, kaynağını Anayasa’dan almadığı bir yetkiyi kullanma hakkı yoktur, görevi ve konumu ne olursa olsun. Anayasa’mızın 87’nci maddesine göre, savaş ilanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin uhdesinde olan bir iştir. Cumhurbaşkanı da olsa kimsenin Meclisten böyle bir karar çıkmadan kimi ülkelere yönelik savaş naraları atmasını yadırgadığımı ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine bir saygısızlık olarak değerlendirdiğimi belirtmek isterim. Öte yandan, zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir.

Suriye politikası, Adalet ve Kalkınma Partisinin dış politikasızlığı nedeniyle, öngörüsüzlüğü nedeniyle içinden çıkılmaz bir hâl almıştır zaten. Sayın Cumhurbaşkanı, 1 Mart tezkeresinde bir yanlış yapıldığını ve Suriye sürecinde bu yanlışın tekrarlanmayacağını belirtmek suretiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 1 Mart 2003 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun içindeki 100 civarındaki sayın milletvekilinin vatansever, barışsever duruşunu da hiçe saymıştır, onu küçümsemiştir. Ben, böyle bir hâl olursa bu Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan tıpkı 2003’te olduğu gibi 100’den daha fazla sağduyu sahibi milletvekili çıkacağına ve Sayın Cumhurbaşkanının bu maceralarına geçit vermeyeceğine inanıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Öte yandan, Hükûmetin şunu bilmesini isterim: Terör tehdidine yönelik olarak çıkarılmış bir tezkereyle, komşu ülkemiz Suriye’ye yönelik bir savaş ilanı kararı verilemez. O tezkere, her şeye rağmen, içi her ne kadar muğlak da olsa Türkiye’ye yönelik terör tehdidini önlemeye yönelik bir tezkeredir. Şunu da belirtmemiz lazım: Anayasa 87’ye göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi yetkisini hiç kimseye devretmeyecek, “Yurtta sulh, cihanda sulh” diskuruyla Türkiye, dış politikada yönünü ve yolunu çizmeye devam edecektir. Ama, üzülerek görüyorum ki dün kendine “BOP’un Eş Başkanıyım.” diyenler, bugün Riyad ittifakının taşeronluğuna soyunmuştur, bu da Türkiye’ye yakışmamaktadır.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonunda, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde, Akdeniz Parlamenter Asamblesinde, Akdeniz İçin Birlik Parlamenter Asamblesinde, Asya Parlamenter Asamblesinde, Ekonomik İş Birliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesinde, Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci Parlamenter Asamblesinde ve İslam İş Birliği Teşkilatı Parlamento Birliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grupları oluşturmak üzere Başkanlık Divanınca uygun bulunan üyelerin isimlerine ilişkin tezkeresi (3/487)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 2’nci maddesine göre, Türkiye-AB Karma Parlamentosu Komisyonu, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, Akdeniz Parlamenter Asamblesi, Akdeniz İçin Birlik Parlamenter Asamblesi, Asya Parlamenter Asamblesi, Ekonomik İş Birliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi, Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci Parlamenter Asamblesi, İslam İş Birliği Teşkilatı Parlamento Birliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grupları oluşturmak üzere aynı kanunun 12’nci maddesi uyarınca Başkanlık Divanınca uygun bulunan üyelerin isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                    İsmail Kahraman

                                                                           Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                          Başkanı

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Türkiye Delegasyonu Üyeleri :

Cengiz Aydoğdu                                (Aksaray)

Hüseyin Şahin                                   (Bursa)

Cahit Özkan                                      (Denizli)

Zehra Taşkesenlioğlu (Erzurum)

Ahmet Berat Çonkar    (İstanbul)

Markar Eseyan                                  (İstanbul)

Ravza Kavakcı Kan      (İstanbul)

Mehmet Muş                                      (İstanbul)

Burhanettin Uysal       (Karabük)

İsmail Emrah Karayel (Kayseri)

Recai Berber                                     (Manisa)         

Şaban Dişli                                       (Sakarya)

Mehmet Kasım Gülpınar                     (Şanlıurfa)

Burhan Kayatürk                                (Van)

Niyazi Nefi Kara                                (Antalya)

Onursal Adıgüzel                               (İstanbul)

Selina Doğan                                    (İstanbul)

Ali Şeker                                           (İstanbul)

Nurettin Demir                                  (Muğla)

Özkan Yalım                                      (Uşak)

Feleknas Uca                                    (Diyarbakır)

Mithat Sancar                                    (Mardin)

Osman Baydemir                               (Şanlıurfa)

Kadir Koçdemir                                 (Bursa)

Arzu Erdem                                       (İstanbul)

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türkiye Delegasyonu Üyeleri:

Asıl Üye

Talip Küçükcan                                  (Adana)

Şaban Dişli                                       (Sakarya)

Erkan Kandemir                                 (İstanbul)

Serap Yaşar                                      (İstanbul)

Mehmet Babaoğlu       (Konya)

Suat Önal                                          (Osmaniye)

Emine Nur Günay                              (Eskişehir)

Markar Eseyan                                  (İstanbul)

İbrahim Mustafa Turhan                     (İzmir)

Leyla Şahin Usta                               (Konya)

Ahmet Haluk Koç                               (Ankara)

Ayşe Gülsün Bilgehan                        (Ankara)

Deniz Baykal                                     (Antalya)

İlhan Kesici                                       (İstanbul)

Utku Çakırözer                                  (Eskişehir)

Ertuğrul Kürkcü                                 (İzmir)

Filiz Kerestecioğlu Demir                   (İstanbul)

Ekmeleddin Mehmet İhsanoğlu           (İstanbul)

Yedek Üyeler:

Osman Aşkın Bak                               (Rize)

Yasin Aktay                                       (Siirt)

Mehmet Kasım Gülpınar                     (Şanlıurfa)

Burhanettin Uysal                              (Karabük)

Burhan Kayatürk                                (Van)

Ahmet Berat Çonkar                           (İstanbul)

Taha Özhan                                       (Malatya)

Şirin Ünal                                         (İstanbul)

Lütfiye İlksen Ceritoğlu Kurt               (Çorum)

Vedat Bilgin                                      (Ankara)

Metin Lütfi Baydar                             (Aydın)

Hişyar Özsoy                                     (Bingöl)

Feleknas Uca                                    (Diyarbakır)

Mehmet Günal                                   (Antalya)

Akdeniz Parlamenter Asamblesi Türkiye Delegasyonu Üyeleri:

Hasan Özyer                                      (Muğla)

Yılmaz Tezcan                                   (Mersin)

Atay Uslu                                          (Antalya)

Mustafa Akaydın                                (Antalya)

Altan Tan                                          (Diyarbakır)

Akdeniz İçin Birlik Parlamenter Asamblesi Türkiye Delegasyonu Üyeleri:

Ali Ercoşkun                                      (Bolu)

Fevzi Şanverdi                                  (Hatay)

Serap Yaşar                                      (İstanbul)

Ahmet Sorgun                                    (Konya)

Ceyhun İrgil                                      (Bursa)

Serdal Kuyucuoğlu                             (Mersin)

Altan Tan                                          (Diyarbakır)

Asya Parlamenter Asamblesi Türkiye Delegasyonu Üyeleri:

Burhan Kayatürk                                (Van)

Burhanettin Uysal                              (Karabük)

Kemalettin Yılmaztekin                      (Şanlıurfa)

Barış Karadeniz                                 (Sinop)

Garo Paylan                                      (İstanbul)

Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi Türkiye Delegasyonu Üyeleri:

Alim Tunç                                          (Uşak)

Recai Berber                                     (Manisa)

Bülent Kuşoğlu                                  (Ankara)

Ziya Pir                                             (Diyarbakır)

Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci Parlamenter Asamblesi Türkiye Delegasyonu Üyeleri:

Asıl Üye:

Cengiz Aydoğdu                                (Aksaray)

Hakan Çavuşoğlu                               (Bursa)

Hüseyin Bürge                                   (İstanbul)

Aykut Erdoğdu                                   (İstanbul)

Ali Atalan                                          (Mardin)

Yedek Üye:

Zehra Taşkesenlioğlu                         (Erzurum)

Azmi Ekinci                                       (İstanbul)

Mahmut Kaçar                                   (Şanlıurfa)

Filiz Kerestecioğlu Demir                   (İstanbul)

İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği Türkiye Delegasyonu Üyeleri

Orhan Atalay                                     (Ardahan)

Halil Özcan                                       (Şanlıurfa)

Hacı Ahmet Özdemir                          (Konya)

Eren Erdem                                       (İstanbul)

Mehmet Ali Aslan                               (Batman)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç adet önerge vardır, önergeleri ayrı ayrı okutacağım. Üçüncü sırada okutacağım Meclis araştırması önergesi, 500 kelimeden fazla olduğu için önerge özeti okunacaktır. Ancak önergenin tam metni tutanak dergisinde yer alacaktır.

Buyurun.

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 20 milletvekilinin, aile hekimlerinin ve hastanelerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/84)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aile hekimlerinin ve hastanelerin sorunları tespit edilerek bu sorunlara etkili ve kalıcı çözümler bulunabilmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                  (İstanbul)

2) Ahmet Akın                                                       (Balıkesir)

3) Namık Havutça                                                  (Balıkesir)

4) Mahmut Tanal                                                   (İstanbul)

5) Erkan Aydın                                                      (Bursa)

6) Ömer Fethi Gürer                                              (Niğde)

7) Gülay Yedekci                                                   (İstanbul)

8) Candan Yüceer                                                 (Tekirdağ)

9) Burcu Köksal                                                    (Afyonkarahisar)

10) Sibel Özdemir                                                 (İstanbul)

11) Ali Haydar Hakverdi                                        (Ankara)

12) Gamze Akkuş İlgezdi                                       (İstanbul)

13) Zeynel Emre                                                   (İstanbul)

14) Gürsel Erol                                                     (Tunceli)

15) Onursal Adıgüzel                                             (İstanbul)

16) Didem Engin                                                   (İstanbul)

17) Melike Basmacı                                               (Denizli)

18) Özkan Yalım                                                    (Uşak)

19) Tekin Bingöl                                                   (Ankara)

20) Musa Çam                                                       (İzmir)

21) Ünal Demirtaş                                                 (Zonguldak)

Gerekçe:

Sağlık Bakanlığının sağlık hizmetlerini toplumun ihtiyaçlarına göre planlaması ve elindeki kaynakları etkili, ekonomik ve verimli kullanması gerekmektedir. AKP Hükûmetinin 2002-2014 yılları arasında sağlık politikası, devleti özel şirket, vatandaşı ise müşteri olarak gören bir zihniyettir.

İl, ilçe ve semtlerde ikamet eden vatandaşların hangi tedavileri gördüğü, hangi sağlık kuruluşlarına başvurduğu istatistiki verilerden yola çıkarak sağlık hizmetlerinin planlanması gerekmektedir. Hastanelerde acil servislere yığılmaların önlenmesi de semt polikliniklerinin sayısının artırılması ve acil servislerin açılmasıyla mümkündür.

Hastanede acil servislerde yığılmalar, sağlık sistemindeki genel düzensizliğin somutlaşmış hâlidir. Sağlık sistemindeki esas sorun, sağlık hizmetlerinin kalitesinin daha büyük hastaneler yaparak çözülebileceği düşüncesidir. Türkiye'deki sağlık sistemi semtlerin ihtiyaçlarına göre ve semt polikliniği sağlık merkezleri üzerine kurgulanmalıdır. Yataklı tedavi ve ayakta tedavi uygulayan sağlık kuruluşlarının birbirinden ayrılması gerekmektedir. Aile hekimliklerinin koruyucu sağlık hizmetlerini, semt polikliniklerinin ayakta tedavi hizmetlerini, hastanelerin yataklı tedavi hizmetlerini sunması faydalı bir işbölümü oluşturacaktır. Bu çerçevede, yeterli sayıda semt polikliniği kurulduktan sonra hastanelerde ayakta tedavi hizmetleri kaldırılmalıdır. Semt polikliniklerine aşırı yığılma olması durumunda hastanın aile hekimliklerine ya da hastanelere sevki suretiyle sorun aşılabilecektir.

Tıp fakültelerindeki öğretim görevlilerinin akademik kariyerlerine göre maaş ve özlük haklarının yeniden düzenlenmesi bir zorunluluk hâlini almıştır.

Performans sistemine sağlık kuruluşlarında tedavi gören vatandaşların sağlık personelinden memnun kalması da bir ölçüt olarak eklenmelidir. Sağlık kuruluşlarında tedavi gören vatandaşların sağlık personelinden memnun kalması performans ölçütü olarak personelin maaş ve ücretlerine yansıtılmalıdır.

Aile hekimi iş yeri kirası, stopaj, elektrik, su parası, temizlik parası, çalışan maaşı gibi ticarethane benzeri giderleri hesaplamaya ve ödemeye mahkûm edilmiştir. Acil servislerdeki yığılmalar ve nöbet tutacak doktor bulunamaması Hükûmetin yanlış sağlık politikalarının bir sonucudur.

AKP Hükûmetinin sağlık politikalarını yanlış planlamasının faturası aile hekimlerine, doktorlara, öğretim görevlilerine kesilmek istenmektedir. Aile hekimliğinin kuruluş amacından saptırılarak, Bakanlığın taşeron çalışanı hâline getirilmeye çalışılması sorunları çözmeye yetmeyecektir. Sağlık hizmetlerinin sınıflandırılması, sınıflandırmaya uygun sağlık personelinin yetiştirilmesi ve görevlendirilmesi, sevk zincirine uyulmasının sağlanması, hastanelerde acil serviste çalışan sağlık personeline ek ücretlendirme sağlanması, ayakta tedavi hizmetleri ile yataklı tedavi hizmetlerinin ayrı sağlık kuruluşları tarafından verilmesi sağlık sisteminin yapısal sorunlarının çözümünde etkili olabilecektir.

2.- HDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin katledilmesi olayının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/85)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Diyarbakır Baro Başkanı Sayın Tahir Elçi'nin katledilmesi olayı, katledilmesine zemin sunan hedefleştirici süreç ve bu süreçte yer alan dahiliyetlerin araştırılması ve bu katliama zemin sunanların açığa çıkarılması amacıyla, Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ve teklif ederiz.

                                                                                                                    İdris BALUKEN

                                                                                                             HDP Grup Başkan Vekili

                                                                                                                        Diyarbakır

Genel Gerekçe:

Diyarbakır Baro Başkanı Sayın Tahir Elçi, 28/11/2015 tarihinde, Sur ilçesindeki Dört Ayaklı Minare’nin önünde uğradığı saldırı sonucu katledilmiştir. Yaşamını insan hakları mücadelesi üzerinden yaşatma felsefesine dayandıran Tahir Elçi'nin katledilmesi, hukuki açıdan bir soruşturmanın konusuyken, siyasi açıdan değerlendirilmesi kaçınılmaz bir saldırı girişimidir.

Tahir Elçi, Sur ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasakları sırasında zarar gören Dört Ayaklı Minare’nin tarihsel miras olduğu ve her ne şartta olursa olsun korunması gerektiği üzerine basın açıklamasına katılmıştı. Katledilmeden hemen önce Dört Ayaklı Minare’nin önünde yaptığı açıklamada, Türkiye halklarının geçmişlerine ve geleceklerine sahip çıkması gerektiğini ve bunu da barış politikaları izleyerek gerçekleştirmeleri gerektiğini söylemiştir. Tahir Elçi yaptığı son açıklamada "Tarihî bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış kadim bölgede, insanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz; savaşlar, çatışmalar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz." ifadelerini kullanarak erdemli yaşamının son mesajını da barış ve kardeşlik erdemi üzerine vermişti.

Tahir Elçi, faili meçhullerin azmettiricilerinin ve faillerinin bulunması ve cezalandırılması mücadelesine hayatını adamıştır. Bu yönüyle, faili meçhulleri gerçekleştirdiği bilinen ve bugün AKP iktidarına açık destek veren bazı derin yapıların hedefindeydi. Bu hedefte olma durumu, konuk olarak katıldığı bir televizyon programında kullandığı "PKK bir terör örgütü değildir." ifadesiyle linç rejimine dönüştü. Gerek siyasi iktidarın havuz medyası gerekse de iktidarla dirsek temasında olan 90’ların derin yapılarına yakın çevreler bu linç rejimine her gün su taşıdılar. Nitekim bu programdan sonra hakkında adli soruşturma açılması da siyasi iradenin linç rejimine katkısı şeklinde yorumlanmıştı. Linçlerin yaygınlaşması sonrasında yaptığı bir açıklamada, ölüm tehditleri aldığını ifade etmişti. Tahir Elçi'nin katledilmesiyle sonuçlanan süreç, 19 Ocak 2007 tarihinde katledilen Ermeni aydın Hrant Dink'in katledilmesi sürecine benzer şekilde ilerlemişti.

Diyarbakır Baro Başkanı hayatını insan hakları ve hukuk mücadelesi üzerine kurmuştu. Hukuk mücadelesini faili meçhullerin aydınlanması ve faili meçhulleri gerçekleştirenlerin cezalandırılması merkezli yürütmüştür. Kendisi katledildikten sonra ortaya çıkan siyasi iradenin tavrı, bu katliamı aydınlatmaktan çok, çelişkili açıklamalar ve çarpıtmalar yoluyla manipüle etmeye yöneliktir. Nitekim yandaş basın kuruluşları ve yandaş yazarlar da bu manipülasyon sürecine destek vermek için her türlü ahlaksız haberi yapmakta, yazılar yazmaktadır. Ancak Tahir Elçi'nin miras bıraktığı bu mücadele alanı hem paydaşları, meslektaşları ve aynı dünya görüşünü paylaşan siyasal anlayışlar tarafından sürdürülecek hem de kendisinin katledilmesinin “Ankara'nın derin dehlizlerinde” kaybedilmesine izin verilmeyecektir.

Diyarbakır'ın ortasında katledilen insan hakları savunucusu Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin katledilmesi ile ilgili yargısal süreç adli makamların görev alanında iken, hem siyasi boyutları hem de linç rejimi sonucu katledilmiş olması yüzünden bu olayla ilgili TBMM'nin devreye girmesi zorunlu bir görev niteliğindedir. Bu kapsamda, Diyarbakır Baro Başkanı Sayın Tahir Elçi'nin katledilmesi olayı, katledilmesine zemin sunan hedefleştirici süreç ve bu süreçte yer alan dâhiliyetlerin araştırılması ve bu katliama zemin sunanların açığa çıkarılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasını talep ediyoruz.

3.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ve 25 milletvekilinin, yolsuzluğun önlenmesi ve etkili bir mücadele için gerekli politikaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/86) (X)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kamu görevlilerinin özel çıkarları için yetkilerini kötüye kullanması, ülkelerin ekonomik ve sosyal yönden gelişmelerine de engel olmaktadır. Kamu kaynaklarının kötüye kullanılması ve sömürülmesi ile ortaya çıkan yolsuzluk kurumsal yapıyı, ahlaki değerleri, adalet anlayışını zayıflattığı gibi, sürdürülebilir kalkınmayı ve hukukun üstünlüğü ilkesini de tehlikeye sokmaktadır. Devletin uluslararası birçok taahhüdüne rağmen Türkiye, 2014 yılı Uluslararası Şeffaflık Örgütü Yıllık Yolsuzluk Algı Endeksi’nde, yolsuzluğun en az görüldüğü ülkeler sıralamasında 5 puanlık sert bir düşüş göstererek 53’üncü sıradan 64’üncü sıraya gerilemiştir. Yolsuzlukla etkin mücadele edilmesi ve yolsuzluğun önlenmesi için AB Raporu'nda ifade edilen var olan sorunların araştırılması; yolsuzluğun önlenmesi ve yolsuzlukla mücadelenin daha etkin ve verimli kılınmasına yönelik önlemlerin belirlenmesi; üst düzey yolsuzluk davalarında, kovuşturma sürecinin ve kolluk birimlerinin bağımsızlığını güçlendirmesi için gerekli tedbirlerin tespit edilmesi; yolsuzluk suçları için caydırıcı yaptırımlar öngören ve bu yaptırımların etkili biçimde uygulanmasını sağlayan uluslararası mevzuatın incelenmesi; güncel yolsuzlukla mücadele stratejisi ve eylem planının oluşturulması; yolsuzluğun önlenmesi konusunda bağımsız bir yolsuzlukla mücadele birimi kurulması için gerekli araştırmanın yapılması; yolsuzluğun önlenmesinden sorumlu kurumlar arasında koordinasyon eksikliğinin tespiti ve geliştirilmesi için gerekli tedbirlerin belirlenmesi; özellikle üst düzey davalar olmak üzere, yolsuzluk davalarındaki soruşturmalara, kovuşturmalara ve mahkûmiyet kararlarına ilişkin bir izleme mekanizması kurulmasının gerekliliğinin tespiti; yolsuzluğun önlenmesi ve etkili bir mücadele için gerekli politikaların üretilmesi amacıyla Anayasa'nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereği Meclis araştırması açılmasını arz ederiz. 4/12/2015

Saygılarımızla.

 1) Haluk Pekşen                                                      (Trabzon)

 2) Gürsel Erol                                                         (Tunceli)

 3) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                    (İstanbul)

 4) Şerafettin Turpcu                         (Zonguldak)

 5) Murat Bakan                                                       (İzmir)

 6) İbrahim Özdiş                                                     (Adana)

 7) Kamil Okyay Sındır                       (İzmir)

 8) Ahmet Akın                                                         (Balıkesir)

 9) Musa Çam                                                          (İzmir)

10) Gülay Yedekci                                                    (İstanbul)

11) Selina Doğan                                                     (İstanbul)

12) Erdin Bircan                                                       (Edirne)

13) Mehmet Göker                             (Burdur)

14) Özkan Yalım                                                       (Uşak)

15) Gamze Akkuş İlgezdi                                          (İstanbul)

16) Mahmut Tanal                                                    (İstanbul)

17) Ali Şeker                                                           (İstanbul)

18) Ünal Demirtaş                                                    (Zonguldak)

19) Kadim Durmaz                             (Tokat)

20) Atila Sertel                                                        (İzmir)

21) Zülfikar İnönü Tümer                                          (Adana)

22) Haydar Akar                                                       (Kocaeli)

23) Mustafa Tuncer                            (Amasya)

24) Devrim Kök                                                        (Antalya)

25) Okan Gaytancıoğlu                                             (Edirne)

26) Aytuğ Atıcı                                                         (Mersin)

Gerekçe Özeti:

Kamu görevlilerinin özel çıkarları için yetkilerini kötüye kullanması, ülkelerin ekonomik ve sosyal yönden gelişmelerine de engel olmaktadır. Kamu kaynaklarının kötüye kullanılması ve sömürülmesiyle ortaya çıkan yolsuzluk kurumsal yapıyı, ahlaki değerleri, adalet anlayışını zayıflattığı gibi, sürdürülebilir kalkınmayı ve hukukun üstünlüğü ilkesini de tehlikeye sokmaktadır. Yolsuzluk, demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü sorunu hâline gelmekte, cezasızlık ve dokunulmazlık kültürü yaratmakta, hukuki ve toplumsal değerlerin iyice aşınmasına neden olmaktadır.

Türkiye, Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi ve Uluslararası Ticari İşlemlerde Yabancı Kamu Görevlilerine Verilen Rüşvetin Önlenmesi Hakkında OECD Sözleşmesi'ni imzalamış ve onaylamıştır. Türkiye ayrıca, 1 Ocak 2004 tarihinden beri, Avrupa Konseyinin söz konusu sözleşmelerinin takip mekanizması olan "AK Yolsuzluğa Karşı Avrupa Devletler Grubu”na (GRECO) üyedir.

Türkiye, taraf olduğu Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi'ne göre, hukuk sisteminin temel ilkelerine uygun olarak, toplumsal katılımı teşvik eden ve hukukun üstünlüğü, kamusal işlerin ve kamu mallarının düzgün yönetimi, dürüstlük, saydamlık ve hesap verilebilirlik ilkelerini yansıtan, etkin ve eş güdümlü yolsuzlukla mücadele politikaları geliştirmek, uygulamak ve sürdürmekle yükümlüdür.

Devletin uluslararası birçok taahhüdüne rağmen Türkiye, 2014 Yılı Uluslararası Şeffaflık Örgütü Yıllık Yolsuzluk Algı Endeksi’nde, yolsuzluğun en az görüldüğü ülkeler sıralamasında 5 puanlık sert bir düşüş göstererek 53’üncü sıradan 64’üncü sıraya gerilemiştir.

AB 2015 Yılı Türkiye Raporu'nda, yolsuzluğun yaygın olmaya devam ettiğine; yürütmenin, kamuoyunca bilinen yolsuzluk davalarının soruşturma ve kovuşturma aşamalarına usule aykırı olarak etki ettiğine; basın organlarının üst düzey yolsuzluk davaları iddialarıyla ilgili olarak araştırma komisyonunun vardığı sonuçları yayımlamasını yasaklandığına; yolsuzluklarla ilgili soruşturmalar, kovuşturmalar ve mahkûmiyetlere ilişkin performansın hâlâ yetersiz olduğuna; başta imtiyazlar ve kamu-özel ortaklıkları olmak üzere, kamu alımları, arazi yönetimi, enerji, inşaat ve ulaştırma alanlarının yolsuzluğa özellikle açık olmaya devam ettiğine; yolsuzluk ve örgütlü suçlara ilişkin davalarda mali soruşturmaların sistemli olarak yapılmadığına; cezaların caydırıcı olmadığına ve mahkemelerin temel yolsuzluk suçlarına ilişkin kararların açıklanmasını geriye bıraktığına; siyasetçilerin devam eden yolsuzluk soruşturmaları üzerinde baskı uygulamayı sürdürmeleri nedeniyle, hâkim ve savcılar ile diğer kolluk görevlileri üzerindeki siyasi etkinin ciddi endişe yarattığına; HSYK'nın ve kolluk görevlilerinin bağımsız olmayışının yanı sıra, mevcut yasal çerçevenin etkili yolsuzluk soruşturmalarının önünde engel teşkil ettiğine; Kamu İhale Kanunuyla getirilen birçok istisna nedeniyle kamu ihalelerinin özellikle yolsuzluğa açık olduğuna; muhalif gazetelerin, Hükûmetin düzenlediği etkinliklerde akreditasyonlarının defaaten reddedildiğine dair çok önemli vurgular yapılmıştır.

Yolsuzlukla etkin mücadele edilmesi ve yolsuzluğun önlenmesi için AB raporunda ifade edilen var olan sorunların araştırılması; yolsuzluğun önlenmesi ve yolsuzlukla mücadelenin daha etkin ve verimli kılınmasına yönelik önlemlerin belirlenmesi; üst düzey yolsuzluk davalarında, kovuşturma sürecinin ve kolluk birimlerinin bağımsızlığını güçlendirmesi için gerekli tedbirlerin tespit edilmesi; yolsuzluk suçları için caydırıcı yaptırımlar öngören ve bu yaptırımların etkili biçimde uygulanmasını sağlayan uluslararası mevzuatın incelenmesi; güncel yolsuzlukla mücadele stratejisi ve eylem planının oluşturulması; yolsuzluğun önlenmesi konusunda bağımsız bir yolsuzlukla mücadele birimi kurulması için gerekli araştırmanın yapılması; yolsuzluğun önlenmesinden sorumlu kurumlar arasında koordinasyon eksikliğinin tespiti ve geliştirilmesi için gerekli tedbirlerin belirlenmesi; özellikle üst düzey davalar olmak üzere, yolsuzluk davalarındaki soruşturmalara, kovuşturmalara ve mahkûmiyet kararlarına ilişkin bir izleme mekanizması kurulmasının gerekliliğinin tespiti; yolsuzluğun önlenmesi ve etkili bir mücadele için gerekli politikaların üretilmesi amacıyla bir Meclis araştırmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

A) Tezkereler (Devam)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun, Yahudi Düşmanlığına Karşı Parlamento Komitesi (PCCA) tarafından 13-15 Mart 2016 tarihlerinde Almanya Federal Cumhuriyeti’nin başkenti Berlin’de düzenlenecek olan Yahudi Düşmanlığıyla Mücadele Parlamentolararası Koalisyon (ICCA) Konferansı’na katılması hususuna ilişkin tezkeresi (3/488)

3/2/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Yahudi Düşmanlığına Karşı Parlamento Komitesi (PCCA) tarafından 13-15 Mart 2016 tarihlerinde Almanya Federal Cumhuriyeti'nin başkenti Berlin'de düzenlenecek olan "Yahudi Düşmanlığıyla Mücadele Parlamentolararası Koalisyon (ICCA) Konferansı”na İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu'nun katılması hususu, 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 9'uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                               İsmail Kahraman

                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

 

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Anayasa’nın 92’nci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

3.- Başbakanlığın, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının, bölgede seyreden Türk bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/2/2013, 16/1/2014 ve 3/2/2015 tarihli 956, 984, 1008, 1031, 1054 ve 1082 sayılı Kararlarıyla birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 10/2/2016 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/463)

4/2/2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde vuku bulan korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri hakkında 2008 yılından bu yana kabul edilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı’yla bir yıl için verdiği, bilahare 2/2/2010 tarihli ve 956 sayılı, 7/2/2011 tarihli ve 984 sayılı, 25/1/2012 tarihli ve 1008 sayılı, 5/2/2013 tarihli ve 1031 sayılı, 16/1/2014 tarihli ve 1054 sayılı ve 3/2/2015 tarihli ve 1082 sayılı Kararlarıyla birer yıl süreyle uzattığı izin çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurları konuşlandırılmak suretiyle, bölgede seyreden Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele harekâtına aktif katılımda bulunulması sağlanmış, bu alanda Birleşmiş Milletler sistemi içinde ve bölgesel ölçekte oynadığımız rolün ve görünürlüğümüzün pekiştirilmesi temin edilmiştir.

Anılan bölgelerde meydana gelmeye devam eden korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle uluslararası toplumca mücadele edilebilmesine cevaz veren Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararlarının süresi son olarak 10/11/2015 tarihli ve 2446 sayılı Karar’la bir yıl daha uzatılmıştır.

Bu kapsamda, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla Hükûmete verilen ve son olarak 3/2/2015 tarihli ve 1082 sayılı Karar’la 10/2/2015 tarihinden itibaren bir yıl uzatılan izin süresinin, anılan kararlarda belirlenen ilke ve esaslar dâhilinde, 10/2/2016 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasını Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca arz ederim.

                                                                                               Ahmet Davutoğlu

                                                                                                    Başbakan

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, okutulan Başbakanlık tezkeresi üzerinde Sayın Bakanın maddi hatadan kaynaklanan bir düzeltme talebi vardır, onu alıyorum önce.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkanım, Başbakanlık tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen tezkerenin ikinci paragrafında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararı “2446” olarak sehven yazılmıştır, bu kararın “2246” olarak düzeltilmesi gerekmektedir.

Arz ederim.

BAŞKAN – Kayıtlara geçmiştir.

Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim.

Konuşma süreleri, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.

Şimdi tezkere üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Hükûmet adına, Millî Savunma Bakanı Sayın İsmet Yılmaz; gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın Ümit Özdağ, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Ertuğrul Kürkcü, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ardahan Milletvekili Sayın Öztürk Yılmaz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Taha Özhan; şahıslar adına, İstanbul Milletvekili Sayın Dursun Çiçek, Düzce Milletvekili Sayın Faruk Özlü.

Şimdi, ilk söz Hükûmet adına Millî Savunma Bakanı Sayın İsmet Yılmaz’a aittir.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde vuku bulan deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle mücadele kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının yurt dışında görevlendirilmesine ilişkin yüce Meclisin 3 Şubat 2015 tarihli ve 1082 sayılı kararıyla Hükûmete verilen bir yıllık izin süresinin uzatılması maksadıyla verilen tezkere vesilesiyle huzurlarınızda bulunuyor, bu vesileyle yüce Meclisi ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; değişen tehdit algılamaları, güvenlik stratejileri ve küreselleşen dünyanın karşılıklı ekonomik bağımlılık olgusu, başta yerküremizin yaklaşık dörtte 3’ünü kaplayan deniz alanları olmak üzere, tüm ulusların kullanımına açık ulaşım yollarının açık tutulmasını gerekli kılmaktadır. Bu kapsamda, dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 90’ının deniz taşımacılığıyla gerçekleştirildiği göz önüne alındığında günümüzde denizlerin önemi ülkelerin güvenliği ve ekonomik kalkınması açısından daha da artmıştır.

Deniz taşımacılığı, demir yolu, hava yolu ve kara yolu taşımacılığından çok daha ucuz ve ekonomiktir. Bu nedenle deniz taşımacılığı dünya ticaretinde önemli bir paya sahiptir. Ancak, deniz taşımacılığındaki artan ticaret hacmi, istikrarsız bölgelerde risk ve tehditleri de beraberinde getirmiştir. Özellikle tezkerenin konusunu oluşturan Aden Körfezi, Somali kara suları açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde cereyan eden deniz haydutluğu ve silahlı soygun olayları, uluslararası ticareti ve dolayısıyla da bölgesel ve küresel güvenliği tehdit etmeye başlamıştır.

Deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri sadece can ve mal emniyetini tehdit etmekle kalmayıp seyrüsefer serbestisini de kesintiye uğratmakta, deniz taşımacılığı ve uluslararası ticareti de olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Ayrıca, bu eylemler, Somali ile Afrika ülkelerine yapılan insani yardımların deniz yoluyla intikalini de güçleştirmektedir. Bu nedenle de sorun çok daha büyük bir güvenlik sorunu hâline dönüşmektedir.

Aden Körfezi ve Somali açıklarında Somali’nin egemenliği altında bulunan deniz alanlarını yeterince kontrol edememesi, siyasi istikrarsızlık sonucu oluşan hükûmet ve otorite boşluğu, ekonomik sorunlar ile modern teknolojik imkânlara sahip olan deniz haydutlarının açık denizlerdeki geniş bir sahada faaliyet göstermeleri ve söz konusu haydutların tutuklanıp yargılanması konusunda karşılaşılan sorunlar bu deniz haydutluğu ve silahlı soygun olaylarının artmasının başlıca nedenleri olarak sayılabilir.

Deniz haydutluğuna yönelik çözüm anahtarının karada olduğu değerlendirilmektedir. Çözüm, Somali’nin istikrarlı bir devlet hâline gelmesi, iç düzeninin sağlanması, refah ve huzura kavuşmasıyla mümkündür. Bu minvalde uluslararası toplumun kapsayıcı bir yaklaşımla müşterek hareket etmesi ve etkin tedbirler alması gerekmektedir.

Ülkemiz bu çerçevede, deniz haydutluğuyla mücadelede sürdürdüğü çabaların yanı sıra Somali’ye de yardıma devam etmektedir. Somali, ülkemizin ilgisinden sonra dünyanın gündemine gelmiş bir ülkedir. Bu çerçevede insani yardım, kalkınma ve altyapı projeleri ile siyasi uzlaşma çalışmalarına, askerî ve güvenlik alanlarında yapılan çalışmalara Türkiye olarak destek vermekteyiz. Bu kapsamda, Somali Silahlı Kuvvetlerinin teşkilat, eğitim öğretim, askerî altyapı ve lojistik sistemlerinin iyileştirilmesi ile eğitim desteği ve yardımı sağlamak maksadıyla Somali’de bir Türk görev kuvvetinin teşkil edilmesi kararlaştırılmıştır.

Türk görev kuvvetinin göreve başlamasıyla birlikte Somali’de üst düzey yönetim kademesini oluşturacak potansiyeli haiz kadroların yetiştirilmesi, Somali Silahlı Kuvvetlerinin harekât kabiliyeti kazanarak ülkede güvenliği tesis etmesi ve istikrarın sağlanmasıyla Türkiye'nin yakın coğrafyasında istikrarlı bir ülke hâline gelmesi ve ortaya çıkan durumların millî menfaatler çerçevesinde değerlendirilmesi hedeflenmektedir. Türk görev kuvvetinin karargâh eğitici grubu, emniyet grubu ve millî destek birliğinden oluşan birinci grubunun bu yılın temmuz ayında Somali’de konuşlanması planlanmakta olup bu doğrultuda çalışmalara devam edilmektedir.

Tüm bunlara ek olarak ülkemiz, Somali’ye insani yardım ve kalkınma alanında yaklaşık 400 milyon ABD doları yardım yapmıştır. Türkiye, uluslararası toplumla birlikte, iş birliği hâlinde Somali’deki çok boyutlu faaliyetlerini kararlılıkla sürdürmektedir.

Tüm tehdit ve tehlikelere rağmen bu bölge dünya ticaretinin önemli bir halkasını oluşturmaktadır. Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Aden Körfezi, Arap Denizi ve mücavir bölgelerden yıllık ortalama 22 bin adet ticaret gemisi geçiş yapmaktadır. Bu geçişler, dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 14’üne, dünya petrol ihracatının yüzde 26’sına karşılık gelmektedir. Tüm bunların yanında, Avrupa’ya gelen petrolün yüzde 30’u, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’ya giden toplam petrol ve petrol ürünlerinin yüzde 18’i de bu bölgeden geçmektedir.

Türk dış ticareti açısından da bölge hayati önemi haizdir. Bu bölgeden geçen ticaret gemileriyle gerçekleştirilen Türk dış ticaret hacmi 80 milyar ABD dolarıyla toplam ticaret hacmimizin yüzde 20’sini oluşturmaktadır. Bölgeden geçiş yapan Türk Bayraklı veya Türkiye bağlantılı ticari gemi sayısı yıllara bağlı olarak artış göstermektedir. 2010 yılında geçiş yapan gemi sayısı yaklaşık 280 iken, 2014 yılında bu sayı 952 olarak gerçekleşmiştir. Görüldüğü üzere söz konusu eylemlerin vuku bulduğu deniz alanları da, uluslararası deniz ticaretinin başlıca güzergâhlarından biri de Türk ticaret gemileri ve Türk mürettebatlı yabancı bayraklı gemiler tarafından da yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.

Deniz haydutluğu, uluslararası deniz hukukunda ve 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde uluslararası bir suç olarak tanımlanmaktadır. Aynı sözleşmeye göre, açık denizde veya herhangi bir devletin yargı yetkisine tabi olmayan deniz alanlarında deniz haydutluğunun önlenmesi amacıyla tüm devletlerin azami ölçüde iş birliği yapmaları öngörülmüştür. Bu temel hukuki çerçeveye uygun olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 2008 yılından günümüze kadar alınan toplam 12 kararla, Somali hükûmetiyle iş birliği içinde olmak kaydıyla, Birleşmiş Milletler üyesi ülkelere gerekli tüm önlemlerin alınması bakımından yetki verilmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin aldığı kararlarla, söz konusu hukuka aykırı eylemlere karşı ortak mücadeleye yönelik olarak uluslararası toplumun yakın iş birliği ve eş güdüm yapmasını kolaylaştıracak meşruiyet zemini güçlendirilmiştir. Bu kapsamda, bölgede deniz haydutluğuyla mücadele faaliyetleri, hâlihazırda NATO, Avrupa Birliği, ABD önderliğindeki Birleşik Deniz Kuvvetleri ve müstakil hareket eden devletlere ait gemiler olmak üzere çok geniş bir uluslararası koalisyon tarafından yürütülmektedir. Ayrıca, deniz haydutluğuna karşı, 1 Ocak 2009 tarihinden bu yana, ABD önderliğinde, ana karargâhı Bahreyn’de bulunan Birleşik Deniz Kuvvetleri bünyesinde Birleşik Görev Kuvveti 151 teşkil edilmiştir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin söz konusu kararlarına istinaden, Türk Deniz Kuvvetleri unsurlarının Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde deniz haydutluğu ve silahlı soygunla mücadele etmek üzere görevlendirilmesi maksadıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca, 10 Şubat 2009 tarihli ve 934 sayılı Karar alınmıştır.

Somali Cumhuriyeti’nin 2009 yılında aldığı karar, Türk gemilerine Somali ana karası açıklarındaki tüm sularda deniz haydutluğu ve silahlı soygun olaylarına karşı fark gözetmeksizin müdahalede bulunma yetkisi vermektedir.

Söz konusu yetkilere dayanarak, hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin hem de Somali Cumhuriyeti’nin vermiş olduğu yetkilere dayanarak, Türk Deniz Kuvvetleri, 25 Şubat 2009 tarihinden itibaren, bölgede sürekli olarak, asgari 1 fırkateynini deniz haydutluğu ve silahlı soygunla mücadele maksadıyla görevlendirmektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10 Şubat 2009 tarihli ve 934 sayılı Karar’ıyla Birleşik Görev Kuvveti 151 ile birlikte NATO Okyanus Kalkanı Harekâtı emrinde dönüşümlü olarak görevlendirdiği fırkateynleri vasıtasıyla deniz haydutluğuyla mücadele faaliyetlerine destek sağlanmaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı çerçevesinde bölgede görevlendirilen deniz kuvvetleri unsurları, deniz haydutları ve silahlı soygun icra eden kişilere yönelik, Somali toprakları üzerinde herhangi bir kara harekâtında görevlendirilmemektedir.

Ülkemiz bugüne kadar deniz haydutluğuyla mücadele harekâtına dönüşümlü olarak 1 fırkateyn ile 22 dönem destek vermiştir. Ayrıca, 2011 ve 2014 yıllarında, Türk Deniz Görevi Grubu aktivasyonu kapsamında 5 fırkateyn, 1 korvet ve 1 akaryakıt gemisiyle 2 dönem, 2015 yılında ise 3 fırkateynle toplam 5 dönem deniz haydutluğuyla mücadele harekâtına destek sağlanmıştır.

Birleşik Görev Kuvveti 151’in komutası daha önce 4 kez ülkemiz tarafından üstlenilmiştir. Böylece ülkemiz, NATO’daki görevleri dışında bir Birleşmiş Milletler görevinde ilk defa denizde çok uluslu bir gücün komutanlığını da yürütmüştür. Ayrıca, Türk Kızılayı adına Somali’ye insani yardım malzemesi taşıyan 6 ticari gemiye, bölgede bulunan fırkateynlerimiz tarafından deniz haydutluğu ve silahlı soygun riski bulunan bölgelerde refakat ve koruma sağlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; harp gemilerimiz tarafından Temmuz 2009’dan bu yana bu görev başarıyla yerine getirilmektedir. Alınan önlemler neticesinde, Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde son bir yıl içerisinde Türk Bayraklı, Türk bağlantılı herhangi bir ticari gemi saldırıya uğramamıştır. Bölgede icra edilen askerî harekât ve ticaret gemilerinin aldığı koruyucu tedbirler sayesinde Mart 2010 tarihinden bu yana Türk Bayraklı, Türkiye bağlantılı herhangi bir ticari gemi kaçırılmamıştır. Öte yandan, bölgede alınan güvenlik önlemlerinin bir sonucu olarak, deniz haydutluğu ve silahlı soygun faaliyetlerinin kısmen Afrika’nın batısına kaydığı, özellikle Gine Körfezi’nin deniz haydutları ve silahlı soyguncuların hedefi hâline geldiği görülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Aden Körfezi ve Somali açıklarında deniz haydutluğu eylemleri azalmış olmakla birlikte devam etmektedir. Bu eylemlerden Türk ve Türkiye bağlantılı ticaret gemileri de zarar görmektedir. Söz konusu eylemlerin özellikle muson yağmurlarının daha az olduğu dönemlerde, mart, nisan, mayıs ve eylül, ekim, kasım aylarında artış gösterdiği de gözlemlenmektedir. Bu nedenle, NATO tarafından, daimî olarak bölgede faaliyet yapılması yerine tercihen haydutluk faaliyetlerinin artış göstermesinin beklendiği dönemlerde varlık gösterilmesine karar verilmiştir. Stratejik önemi her geçen gün artan bölgeye yönelik politikamız doğrultusunda, bölgeden geçiş yapan Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticaret gemilerinin emniyetinin etkin şekilde muhafazasının, bölgeye yönelik yapılacak insani yardım faaliyetlerine destek sağlanmasının, Birleşmiş Milletler sistemi içerisinde ve bölgesel ölçekte etkinlik ve görünürlüğümüzün sürdürülmesi maksadıyla, deniz haydutluğu ve silahlı soygunla mücadele için, NATO tarafından da karar verildiği üzere, muson geçiş dönemleriyle sınırlı olmak üzere, NATO ya da millî harekâtlar kapsamında belirlenecek dönemlerde bölgede varlık gösterilmesinin bir gereklilik olduğuna inanmaktayız.

Bu kapsamda, gerek tek başına bir güç olarak gerekse üyesi olduğu uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla geniş bir yelpazede, barışçıl, ilkeli ve etkin bir güvenlik politikası izlemekte olan ülkemiz, bugün üzerinde konuştuğumuz deniz haydutluğuyla mücadelede uluslararası toplumun müşterek hareket etmesini, uluslararası etkin tedbirlerin alınmasını ve uygulanmasını da desteklemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Suriye’de bir insani dram yaşanmaktadır, Türkiye'nin bu konuya yaklaşımı da ortadadır. Sayın Cumhurbaşkanımızın üzerine aldığı Anayasa’nın 103’üncü maddesinde belirtilen Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini koruma görevini hukuk devleti içerisinde yerine getireceğinden hiç kimsenin şüphesi olmasın, Türkiye bir hukuk devletidir.

Bu düşüncelerle, Anayasa’nın 92’nci maddesi gereğince, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının, 10 Şubat 2009 tarihli ve 934 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla belirlenen ilke ve esaslar dâhilinde başlatılan ve son olarak 3 Şubat 2015 tarihli ve 1082 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla 10 Şubat 2015 tarihinden itibaren bir yıl süreyle uzatılan deniz haydutluğu ve silahlı soygunla mücadele görevinin Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde 10 Şubat 2016 tarihinden itibaren bir yıl süreyle bir kez daha uzatılması için gerekli yetkinin verilmesi hususunda huzurlarınızda olan Hükûmet tezkeresine desteğinizi talep eder, bu vesileyle yüce Meclisi bir kez daha saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yılmaz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkanım, Sayın Bakanımız buradayken, tüm 80 milyonumuzu ilgilendiren bir husus var.

Sayın Bakanım, bize bu tezkerenin ekinde bulunan Bakanlar Kurulu kararında “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararlarının süresi 10 Kasım 2015 tarihli, 2446 sayılı Kararı’yla bir yıl uzatılmıştır.” demişsiniz, doğru. Şimdi, biz bunun, sözleşmenin tarafı olduğumuz için bizim de burada Meclis olarak size verebileceğimiz yetkinin bu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bir yıl… Yani 10 Kasım 2016’da süre bitiyor; burada Meclisin yani yasamanın, Parlamentonun o tarihe kadar yetki vermesi lazım. Burada size Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin vermediği bir yetkiyi fazladan bir üç ay daha teklif etmiş oluyorsunuz. Bunun farkındayız, bilginiz olsun, bu Parlamentonun da dikkatini çekiyorum.

Hepinize saygılarımı sunuyorum.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Verelim mi, vermeyelim mi?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bence vermeyelim, üç ayı vermeyelim fazladan; bu, hukuksuz.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Tanal, Birleşmiş Milletlerin dayanak kararının süresini uzatmıyoruz, zaten daha önce 10 Şubat 2015 tarihinde verilen bir süreyi, onun üzerinden bir yıllık süre uzatıyoruz. Dolayısıyla, bir mahzuru yoktur yani.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – 2017’ye erteleniyor Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ben teşekkür ediyorum.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Başbakanlık tezkeresi, Meclis Başkanlığı tezkeresi değil yani.

BAŞKAN – Gruplar adına ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Ümit Özdağ’a aittir.

Buyurun Sayın Özdağ. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

MHP GRUBU ADINA ÜMİT ÖZDAĞ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkeler askerî güçlerini, ordularını önceliklerine göre kullanmalı, konuşlandırmalıdırlar. İçinden geçtiğimiz dönemde Türkiye ağır askerî ve terörist tehditlerle karşı karşıya olan bir ülkedir. Önümüzdeki aylarda ülkemize yönelik askerî ve terörist tehditlerde artış olacaktır. PKK terör örgütü ilkbaharda hem kırsal alanda hem de değişik kent merkezlerinde bugün yaşananlardan çok daha kapsamlı eylemler yapmaya hazırlanmaktadır. Önemli ilçe merkezlerine büyük miktarda PKK’lı terörist sızması başlamış durumdadır. Büyük şehirlerde de PKK’nın sansasyonel eylemler yapmak üzere çalışmalarını sürdürdüğünü, bazı şehirlerimizde -kısa zaman içerisinde- ses getirecek eylemler yapmaya çalıştığını biliyoruz. Yabancı istihbarat servislerinin elemanlarının da ülkemizin değişik kentlerinde örtülü operasyonlar gerçekleştirmek için çalışmalar yaptığına dair bilgiler mevcuttur.

Özetle, Türkiye ağır bir askerî tehdit ve güvenlik tehdidiyle karşı karşıya olan bir ülkedir. Eğer AKP Hükûmeti hızla sıkıyönetim kararı almaz ise Sayın Davutoğlu’nun Mardin’de açıkladığı sözde terörizmle mücadele paketinin hiçbir sonuç alması mümkün değildir. Bugün yapılmakta olanlar da bir terörizmle mücadele değil, sadece bir asayişi sağlama hareketidir. Davutoğlu’nun açıkladığı paketin 1’inci maddesi, “psikolojik bölüm” diye nitelendirdiği bölüme baktığımızda da ne yazık ki Davutoğlu’nun Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna bakış açısı ile Abdullah Öcalan’ın Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna bakış açısı arasında büyük benzerlikler vardır.

Değerli milletvekilleri, PKK’nın kent unsurlarının hızla tutuklanması, kentlere sızmaların derhâl engellenmesi gerekiyor. İlkbaharı beklemeden de Türk Silahlı Kuvvetlerinin kırsalda kapsamlı askerî operasyonlara başlaması gerektiğini düşünüyoruz.

Suriye iç savaşının Rus askerî müdahalesinden sonra kazanmış olduğu dinamikler, PKK’nın oluşturmuş olduğu tehdidi daha da artırmaktadır. PKK PYD, Suriye ordusu, Hizbullah ve Rusya, Deyrizor’da sıkışan bir Suriye birliğini kurtarmak ve Haseke ile Deyrizor arasındaki irtibatı kurmak için El Şeddadi adlı kasabaya ortak bir operasyon düzenleme kararı almışlardır. Arap kaynakları artık, bu operasyondan açık şekilde bahsediyorlar. Şimdi, bunun önemi ne, biliyor musunuz? PKK, ilk kez, Rus ordusunun desteklediği Suriye ve Hizbullah birlikleriyle birlikte ortak bir çalışma yapacak.

Öte yandan, son günlerde, Suriye’ye yönelik bir askerî müdahaleden bahsedilmeye başlandı. Sayın Erdoğan “Irak’ta yaptığımız hatayı Suriye’de tekrarlamayacağız.” ifadesini kullandı. Televizyonlarımızda da “Suriye’ye bir askerî müdahalede bulunursak neler olur, hangi sonuçlar ortaya çıkar?” şeklinde tartışmalar yapılmaya başlandı. Ama, biz bunları tartışırken sanıyor musunuz ki Suriye’de de hiçbir şey tartışılmıyor, Suriye Genelkurmay Başkanlığı, Rus Genelkurmay Başkanlığı büyük bir rahatlık içerisinde Türkiye’deki bu tartışmaları izliyorlar ve Türkiye’ye karşı hiçbir tepki geliştirmiyorlar. Hâlen “Nuh-1” ve “Nuh-2” adlı iki planın tartışıldığını görüyoruz. “Nuh-1” ve “Nuh-2” planlarının temel amacı ve hedefi şu: Türkiye’den Suriye’ye yönelik bir askerî harekât olması durumunda, Rus desteğiyle Suriye ordusu Türkiye’deki büyük barajlara füze saldırısı yapmayı ve barajları yıkmayı hedefliyor.

Ayrıca, NATO müttefikimiz Amerika Birleşik Devletleri, PKK PYD örgütünü -PKK’yı kastetmiyorlar, “PYD” diyorlar- terör örgütü olarak tanımamakta ısrar ediyor ve bunun ötesinde, askerî iş birliği yapıyor ve diplomatlarıyla da muhatap alıyor; askerî yardım yapıyor PYD’ye, PYD’nin ileri askerî teknolojileri ve teknikleri öğrenmesini sağlıyor ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı PYD’nin terör örgütü olmadığını ileri sürüyor. Oysa, 23 Aralık 2015’te Amerika Birleşik Devletleri’nde senatörlere ve Temsilciler Meclisi üyelerine bilgi vermek için çalışan Kongre Araştırma Servisindeki Jim Zanotti adlı Kongre Araştırma Servisi üyesinin hazırlamış olduğu raporda PYD’den PKK’nın kardeş örgütü diye bahsediliyor. Şimdi, buradan soruyoruz, Amerikan Dışişleri Bakanlığı da açıklasın: Acaba, Kongre Araştırma Servisi bilinçli olarak Amerikalı senatörlere ve Temsilciler Meclisi üyelerine yanlış bilgi mi veriyor, yoksa Kongre Araştırma Servisi senatörlere ve Temsilciler Meclisi üyelerine doğru bilgi veriyor da Amerikan Dışişleri Bakanlığı PYD’nin terör örgütü olmadığını söylerken dünya kamuoyuna yanlış bilgi mi veriyor?

Şimdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Obama’ya “Ya PKK ya Türkiye; kiminle müttefiksin, karar ver.” diye seslendi. Amerikan Dışişleri Bakanlığı da hemen cevap verdi: “PYD’yi terörist örgüt olarak görmüyoruz.” Şimdi, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak merakla bekliyoruz: AKP Hükûmeti ne yapacak? Amerikalılar İncirlik’ten IŞİD’i vururken PYD’yle de iş birliği yapıyorlar. Bakın, bunun altını çiziyorum, acaba Hükûmetten kimse var mı? Sayın Bakan, siz buradasınız, doğru. Amerikalılar İncirlik’i kullanarak PKK terör örgütüyle iş birliği yapıyorlar ve diyorlar ki…

ŞAMİL TAYYAR (Gaziantep) – Genel Kurula hitap etsin Sayın Başkan.

ÜMİT ÖZDAĞ (Devamla) – Hayır, hayır, Genelkurmaya hitap etmiyoruz, AKP Hükûmetine hitap ediyoruz. Genelkurmay burada bizim muhatabımız değil. Neden muhatabımız değil? Çünkü Genelkurmay…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – “Genel Kurul” diyor.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – “Genel Kurul” Sayın Özdağ, “Genel Kurul…”

BAŞKAN – “Genel Kurula…” diye söyledi efendim.

ÜMİT ÖZDAĞ (Devamla) – “Genel Kurul…” Pardon, yanlış anladım sizi.

Ama, ben Bakana tekrar döneceğim. Çünkü Sayın Bakan, burada zor bir görevle karşı karşıya; bir taraftan İncirlik’ten PYD’ye yardım edildiğini biliyor ve Sayın Bakan aynı zamanda bir şeyi daha biliyor: Türkiye içerisinde PKK eylemleri Ayn El Arap’tan yönetiliyor ve Ayn El Arap’tan Türkiye’ye sızan silahlar var…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Kobani.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Ayn El Arap.

ÜMİT ÖZDAĞ (Devamla) – …teröristler var ve biz, Hükûmetin bir şey yapmasını bekliyoruz. Ne yapacaksınız?

Bugün, Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları ile Arap Denizi’nde korsanlığa karşı görevli olan savaş gemilerinin görev süresinin uzatılıp uzatılmayacağını konuşuyoruz. Sayın Bakanı dikkatle dinledim, notlar aldım. Deniz haydutluğunun engellenmesi çok önemli. Somali’de Silahlı Kuvvetlerimizin bir görev gücü oluşturması ve Somali Silahlı Kuvvetlerini eğitmesi çok önemli. Umarız, bu askerî misyon bir siyasi misyonla da güçlendirilir muhakkak.

Aynı zamanda, bu tür operasyonlara katılmak, değerli milletvekilleri, Deniz Kuvvetlerimize okyanus deneyimi sağlıyor; yabancı deniz güçleriyle ilişki sayesinde Deniz Kuvvetlerindeki subayların daha iyi ve gelişmiş bilgilere sahip olması, hem öğretmeleri hem öğrenmeleri sağlanıyor. Ancak, Aden’e savaş gemisi yollayan Türkiye, Türkiye sınırından 35 kilometre ileride olan Süleyman Şah Türbesi’ni koruyamıyor, askerlerini oradan geri çekiyor. Binlerce kilometre ileriye savaş gemisi yolluyoruz, 35 kilometre ilerimizden, hem de İstiklal Harbi sırasında, hem de Sakarya Savaşı sırasında korumak için asker yolladığımız yerden, IŞİD’den korkarak asker çekiyoruz ve IŞİD’den korkmak da bir fayda sağlamıyor çünkü IŞİD geliyor, Ankara’da Ankara katliamını yapıyor.

Peki, nasıl gidiyoruz Süleyman Şah Türbesi’ne? PYD’nin yol göstermesiyle. PYD’yle teması kim ayarlıyor, bu teması ayarlaması için kim kimden ricada bulunuyor? Bunları biliyoruz, bu Meclisin tutanaklarında var. Ve şimdi, PYD terörist örgüt ama o terörist örgüt yol da gösteriyor Türk Silahlı Kuvvetlerine.

Savaş gemilerimizi Aden’e yollayacağız ancak Irak’a yolladığımız askerlerimizi geri çekiyoruz. Şimdi, bu askerlerimizin orada olması millî menfaatlerimizin gereğiyse neden çekiyoruz? Millî menfaatlerimizin gereği değilse neden yolladık? Aden’e yollayalım savaş gemimizi ama bir yere askerimizi yolladığımız zaman, iki hafta sonra, Obama telefon ettiğinde geri çekmeyelim.

Mesela, Katar’da askerî üs kurma kararı aldık. Kurulacak üsse -Sayın Bakan beni düzeltir muhtemelen- 3 bine yakın asker yolluyormuşuz. Neden askerî üs kuruyoruz Katar’da, kime karşı askerlerimiz savaşacak? Türk askerinin Katar için ölmesini gerektirecek bir millî menfaatimiz var mı? Basra Körfezi her an büyük istikrarsızlıklara sahne olabilir. Mezhep geriliminin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Neden en ön safta Türk askeri Katar’da bulunsun? Yani, şimdi, sayın vekiller, oğlunuzun Katar Emiri için ölmesini ister misiniz? Eğer oğlunuzun Katar Emiri için ölmesini istemezseniz, neden başkasının çocuklarını Katar Emiri için yollayalım?

Doğu Akdeniz’de büyük bir deniz gücü yığılması var ve Suriye iç savaşının nereye doğru gittiğinin belirsiz olduğu bir dönemde, AKP Hükûmetinin Türk Deniz Kuvvetlerinin konuşlandırılması konusunda önceliklerini tekrar gözden geçirdiğine inanmak istiyoruz. Hâlen Suriye iç savaşı devam ediyor. Bazı analizciler, bu hızla devam etmesi durumunda, Rus hava desteğiyle Suriye ordusunun, Hizbullah, Iraklı Şii militanlarının çok kısa bir süre içinde muhalif cepheyi çökerteceğini, Halep’i alacağını ve ondan sonra Rakka’ya yöneleceğini düşünüyor. Ancak, Rus ordusunun bu hızlı ilerlemesinin bölgeye başka güçlerin müdahalesini doğuracağı da ifade ediliyor. Eğer böyle bir müdahale olursa, sadece Suriye büyük bir savaş alanı hâline dönüşmeyecek, Doğu Akdeniz de büyük bir savaş alanı hâline dönüşecek. AKP Hükûmetinin Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığıyla birlikte kapsamlı bir değerlendirme yapmış olması gerekir. Yani, Doğu Akdeniz’de bu kadar ülkenin filosu yığınak yapmışken, acaba Türk Silahlı Kuvvetlerinin Aden’e gemi yollaması önceliğimiz midir? Bunu değerlendirmiş olması gerektiğine inanıyoruz ve bu çerçevede, Milliyetçi Hareket Partisi, AKP Hükûmetinin Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları ve Arap Denizi’nde korsanlığa karşı görevli olan savaş gemilerimizin görev süresinin uzatılması talebine “evet” diyecek ancak altını çizerek ifade ediyoruz, bu değerlendirmelerin kapsamlı bir şekilde yapılmış olduğuna, Sayın Bakan, inanmak istiyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özdağ.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Ertuğrul Kürkcü.

Buyurun, söz sırası sizde. (HDP sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz yirmi dakikadır Sayın Kürkcü.

HDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; partimiz bu tezkerenin uzatılmasına karşıdır. Bu tezkerenin uzatılmasını istemiyoruz çünkü hiçbir tezkerenin uzatılmasını istemiyoruz. Türkiye’nin uluslararası ilişkiler çerçevesinde askerî zora, emperyalist paktlara, uluslararası saldırgan yapılara dâhil olmasını, buralarda eşitsizlik ve zulmün bir aracı olmasını, komşu halklara ve hiçbir halka şiddet uygulanması için Türkiye’nin üniforma giydirilmiş yoksul işçi ve köylü çocuklarının alet edilmelerini istemiyoruz.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin de bu görevleri yerine getirmektense Türkiye’nin yeniden kuruluşu bakımından olumlu bir rol oynayabileceği bir konum kendisine belki benimseyebileceğini, o nedenle sivil halkın, Türkiye’nin sivil yaşamının güçlenmesi ve derinleşmesi bakımından üzerine düşenleri düşünmeye vakti olmasını ümit ediyoruz.

Bakanın konuşmasını dikkatle dinledim. Bu tezkerenin uzatılması ve Türkiye’nin Aden Körfezi’ndeki Amerikan görev gücü Combined Task Force 151’e bir askerî destek sunması bakımından niçin bir gerekliliğin devam ettiğini bize anlattığını düşünmüyorum. Yani ne oldu? 2009’dan beri bu Task Force bu bölgede faaliyet hâlindedir, Türkiye 2010’dan beri tezkerelerle buraya askerî destek vermektedir. Ne olmuştur? 2010’da ne olmuştur? 2011’de ne olmuştur? 2012’de, 2013’te, 2014’te, 2015’te ne olmuştur ki de 2016’da yeniden, buraya kuvvet aktarımında bulunacağız?

Aslında, Hükûmetin Meclisi bilgilendirme, yapıp ettiklerinin hesabını Meclise verme konusundaki isteksizliği, hesap vermeme alışkanlığı bu durumda da sürüyor. İşte “Deniz ticaret hacmi şöyledir, çok fazla gemi Süveyş Kanalı’ndan geçmektedir dolayısıyla asker göndermemiz gerekmiştir.” Bu ikisi arasında bir illiyet bağı kurulamaz, şundan ötürü kurulamaz. Bu Task Force-151’e şu ülkeler asker veriyorlar: Avustralya, Pakistan, Güney Kore, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık. Avustralya’yı, Pakistan’ı ve Güney Kore’yi anlayabiliriz, onlar Hint Okyanusu ve Pasifik Okyanusu’nda çıkar sahibi, doğrudan doğruya bu deniz alanıyla ilişki hâlindeki ülkeler. Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’ı anlayabiliriz, onlar da dünya hâkimiyeti peşinde koştukları için burada sancak gösteriyorlar. Peki, Türkiye’ye ne oluyor? Örneğin, diğer Akdeniz ülkeleri, İtalya, Yunanistan, İspanya; diğer Kuzey Afrika ülkeleri, örneğin Mısır, Süveyş Kanalı doğrudan doğruya kendisinin olduğu hâlde, niçin burada asker bulundurmuyor? Bu sorunun Türkiye açısından ekstra bir yanıtı olması lazım. Ne olabilir bu? Bir askerî zorunluluk, örneğin, bizim deniz filomuzun İtalya’nınkinden çok daha güçlü, Yunanistan’ınkinden çok daha güçlü olması dolayısıyla daha çok çıkarın burada tartışma konusu olması da iddia edilemez. Aslında, bunu iktisadi ve askerî gereklilikler açıklamaz, bunu sadece ve sadece bir ideolojik gereklilik açıklar. Bu, stratejik derinlik perspektifinin dış politikadaki tezahürlerinden biri dahadır. “Stratejik derinlik” dediğiniz şeyin aslını şu oluşturur: Eski Osmanlı hinterlandında her fırsattan istifade, bayrak göstermek. O yüzden, bu fırsatın çıktığı her yere temsilî asker göndermek -şöyle ya da böyle- ama Osmanlı çıkarlarının takipçisi olmak aynı zamanda Osmanlı hâkimiyetini de şu ya da bu şekilde anıştırmayı, onun gittiği yoldan gitmeyi gerektirir ve bingo! 2015 yılında Türkiye Somali’de bir askerî üs de kurmaya karar vermiştir çünkü Somali ticareti içerisinde Türk etkinliği durmaksızın artmaktadır.

Şimdi, dolayısıyla, bütün bunları haydutları önlemek için, haydutlara çok karşı olduğumuz için, haydut sevmediğimiz için, haydutlar dünyaya zarar verdiği için değil, tam tersine bir hâkimiyet perspektifinin parçası olarak yaptığımızı söyleyip ondan sonra bu hâkimiyetten ne umulduğunu bu Meclise anlatmak gerekir. Aynı hâkimiyet projesi, Katar’a bir askerî üs ve 3 bin asker aktarımını da içeren bir plan çerçevesindedir ve bunları bağdaştıran şey, bir Sünni askerî güç oluşturulması bakımından Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte girişilen ilişkiler çerçevesindedir. O yüzden, Somali'de haydutlukla mücadele için bulunduğumuzu inandırıcı bir biçimde hiç kimseye anlatamayız.

İkincisi, bu “haydut” dedikleriniz kim? “Haydut” dedikleriniz, Somali dağıldığı için, Somali Devleti ya da Somali Hükûmeti, Somali'nin halkını korumakla ilgili olan güç diye bir şey ortada bulunmadığı için, Somali'nin başlıca geçim kaynağı olan deniz, denizden çıkan bütün deniz canlıları ve balık Somali'nin geçimlik ve ihracat için başlıca üretim kaynağı olduğundan, kendi sularını korumak, kendi denizlerini korumak, kendi geçim kapılarını korumak için bizzat yoksul balıkçıların oluşturdukları savunma güçleriyle başladı bu iş. Yani sizin “haydutluk” dediğiniz şeyin temelinde, aslında bütün haydutlukların temelinde olduğu gibi ezilmişlik ve yoksulluk vardı. Bu insanlar kedilerini koruyan bir güç olmadığı için kendilerini korumak üzere bu mücadeleye giriştiler. O yüzden de bütün bu “korsan” denilen güçlerin hepsinin adlarının içerisinde Somali halkının savunması, Somali'nin çıkarlarının savunması gibi adlar var.

Özetle diyeceğim, “haydut” dediğiniz Somaliliyi kazıyın, altından bir yoksul balıkçı çıkar. Dolayısıyla, Türkiye, yoksul balıkçıların kendi sularını korumak için, büyük ülkelerin büyük teknelerine karşı kendilerini müdafaa etmek için kurarak başladıkları ve elbette, sonunda zıvanasından çıkmış olan ama eninde sonunda bir sahici insani sebebe dayanan bu haydutluğun sebepleriyle değil, sonuçlarıyla ilgilenmek de çözümün değil, sorunun bir parçası olarak aslında, sorunu bir kere daha içinden çıkılmaz hâle getirmektedir. Bu nedenle, Halkların Demokratik Partisi, bu açıdan da böyle bir görev gücünde yer alınmasının aslında sorunu büyüttüğü kanaatiyle Türkiye’nin ordusunu, donanmasını buradan çekmesi talebindedir.

Başbakanımız der ki: “Türkiye, Somali’de çatışan taraflar arasında bir aracı rol de oynayacaktır.” Dağılan Somali’de bugün 3 tane kuvvet merkezi var; bu üç merkezden biriyle Türkiye ilişki hâlinde, diğeri El Şebab’ın kontrolü altındaki bölgelerdir, öbürü de “Puntland” denilen, esasen “korsan” dediğiniz insanların daha çok bulundukları bölgelerdir. Şimdi, hikmeti daha çok anlaşılıyor Sünni denkleminde yer almanın, aynı zamanda, El Şebab ile Mogadişu Hükûmeti arasında bir aracı rol oynamanın ki “El Şebab” dediğimiz şey El Kaide’nin yerel bir yansımasıdır.

Bütün bunlar arasında, herhangi bir ufku olmaksızın girişilmiş ilişkilerin bir parçası olarak burada bir deniz görev gücü oluşturuyoruz. Bu stratejik derinliğin nelere mal olduğunu, stratejik bir derinlikten çok stratejik bir çukura dönüşmüş olan bu stratejinin nelere mal olduğunu dün kamuoyuna yayınlanan Avrupa Birliği heyetleri ile Cumhurbaşkanı arasındaki görüşmenin tutanaklarından çok iyi gördük.

Suriye’yle niçin ilgileniyoruz? Orada din kardeşlerimizin canı yandığı için, değil mi, gerekçesi odur. Orada Suriye Hükûmeti kendi yurttaşlarına kötü muamele ettiği için onları koruyoruz, onları esirgiyoruz, onlar korunsun diye IŞİD’e bile destek veriyoruz, onları burada himaye ediyoruz ve Avrupa’ya göç etme sırası geldiğinde Avrupalı hükûmetlerle pazarlık masasına oturuyoruz. Bütün bu iddiaların, insani iddiaların hepsini çürüten bu korkunç pazarlığın tutanaklarını okumayı herkese tavsiye ediyorum. Cumhurbaşkanı, Avrupalılara meydan okuyor, diyor ki: “Bir tek çocuğun cenazesiyle değil, 10-15 bin cenazeyle Ege kıyılarında karşı karşıya kalırsınız kapıları açarsam. Otobüslere bindirip gönderirim onları Bulgaristan, Yunanistan kapılarına, gününüzü görürsünüz. Yılda 3 milyar vereceksiniz, bir seferde 3 milyar yetmez.”

Şimdi, böyle bir tartışmanın stratejik bir derinlik içerdiğini kim söyleyebilir? Kim bütün bunların din kardeşleriyle ilişkinin bir fonksiyonu olduğunu bize anlatabilir? Aslında Türkiye de, öteki ülkeler de, Avrupa da, hepsi çımçığ devlet çıkarları, çımçığ maddi menfaatler üzerine, bütün insanların ortak ilgisini çekebilmek için, bir ortaklık duygusu yaratabilmek için uydurdukları gerekçelerin arkasında, bildiğimiz hâkimiyet planlarını yürütüyorlar.

Sevgili arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu aklı yürütmelidir. “Devletimize lazım olur. Bütün bu itirazlardan sonra, günün birinde bize de lazım olur, biz de devlet olabiliriz, o yüzden donanmamızı Aden Körfezi’ne göndermeye karşı çıkmayalım.” diyerek bu işleri idare edemez çünkü bir kere “Devlet çıkarının Silahlı Kuvvetler tarafından temsili.” diye bütün meseleler gerekçelendirilmeye başlandığında iç politika da elinizden kaçar gider.

İç politikanın elimizden nasıl kaçıp gittiğini, Meclisin elinden nasıl kaçıp gittiğini Cizre’de, Sur’da, Silopi’de uygulanan vahşet siyasetiyle, vahşet harekâtlarıyla hep birlikte görüyoruz.

Tutalım ki PKK bir isyan başlattı, tutalım ki bir şiddet olayı gerçekleşti. Bu şiddet olayıyla başa çıkmak için Meclis Başkanlığına verdiğimiz soru önergesi Başbakanlığa iletilmedi. Başbakana sorduk çünkü bu harekât planıyla ilgili çok önemli bir bilgi, çok önemli bir haber Türkiye medyasının, daha çok da sosyal medyasının, İnternet’in çeşitli kanallarında yayınlandı.

“Çöktürme Harekât Planı” adı verilen bir plan var elde. 2014 Eylülünde Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığınca hazırlanarak Genelkurmay Başkanlığına sunulan, Genelkurmay Strateji Plan Dairesi Strateji Şube Müdürlüğünün “Çöktürme” adını verdiği, “gizli” ibareli bir eylem planı yürürlüktedir. Bu eylem planının hakikaten olup olmadığını, Cizre’de, Sur’da, Silopi’de gördüğümüz manzaranın bazı sorumsuz unsurların değil, bizzat devletin derununda, en ciddi askerî planların yapıldığı yerde yapılıp yapılmadığını aydınlatmasını Hükûmetten istedik. Savunma Bakanımız burada, tekrar da önünde soruyorum. Ve Meclis Başkanlığına gönderdiğimiz bu soru önergesi “Onu soramazsın, bunu soramazsın.” diye bize iade edildi.

Sevgili arkadaşlar, sizin görevlendirdiğiniz memurlar sizin sorduğunuz soruları, soru önergelerini Meclis Başkanı adına size iade ediyorlar “Öyle soru soramazsın.” diye. Öyle soru sorarım, şimdi burada sorduğum soruları okuyacağım:

1) Hükûmetiniz Eylül 2014’te Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına bir savaş simülasyonu eylem planı hazırlığı talimatı vermiş midir? Ki bu eylem planı şununla özet olarak ifade edilebilir: Ablukaya alınan yerleşkelerde yaşamsal alanlar tahrip edilerek geri dönüş koşulları ortadan kaldırılacak, kitlesel imhalar, tutuklama ve boşaltmalarla yerleşkeler huzura kavuşturulacaktır. Yapılacak bastırma operasyonlarında 10 ila 15 bin imha, 8 bin civarı yaralı, 5-7 bin arası tutuklama, bombalanmış küçük ve büyük yerleşim alanlarında 150-300 bin civarı insanın yer değiştirmesinin planlanmakta olduğuna dair bir harekât planından söz ediyoruz. Soruyorum: Bunun için Hükûmet bir talimat verdi mi?

2) Eylül 2014 sonrasında veya öncesinde düzenlenen MGK toplantılarında yukarıda sözü edilen eylem planı üzerinde görüşme yapıldı mı? Yapılmışsa bu görüşmenin içeriği nedir?

3) Eylül 2014’te Kürt sorununun çözümü hedefiyle barış ve müzakere sürecinin henüz süregitmekte olduğu bilinmektedir. Yukarıda iddia edilen planın çözüm süreci içinde hazırlanmasının sebebi nedir? Hükûmetin ve Genelkurmayın müzakere sürecinde bu çapta bir imha planı hazırlığı içinde olduğu, müzakereyi PKK lideri Abdullah Öcalan’la doğrudan yürüten devlet heyetinin bilgisi dâhilinde midir?

4) Basında, yukarıda sözü edilen planın güncellenerek Hükûmetiniz tarafından onaylanıp yürürlüğe konulduğu iddia edilmektedir. Bu iddialar doğru mudur? Eğer doğruysa bu karara ne zaman varılmıştır? Bu karardan AKP milletvekillerinin haberi var mıdır? Bu planla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu olan partilerin bilgilendirilmemesinin nedeni nedir?

5) Yukarıda yer alan planın içeriğiyle günümüzde Cizre, Nusaybin, Silopi, Sur, Dargeçit ve Silvan ilçelerinde devlet güvenlik güçleri tarafından uygulanan yöntemlerin tıpatıp örtüştüğü görülmektedir. Gerek sivil kayıpların yüksekliği gerekse yöntem ve strateji açısından söz konusu ilçelerde uygulamaya konulan devlet pratiğiyle yukarıda sözü edilen çöktürme eylem planı arasındaki bu tam uyum hangi sebepten kaynaklanmaktadır?

6) Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonlarına bilgi veren uzmanlar, Kürtlerin haklarını elde etme hedefiyle silahlı mücadele yürüten PKK’nin savaşçı sayısının 3 ila 5 bin arasında olduğunu bildirmişlerdir. Sözünü ettiğim komisyonlar çözüm süreci sırasında Mecliste kurulmuş olan ve birinin Başkanlığını da yanlış bilmiyorsam Sayın Naci Bostancı’nın yaptığı komisyondur. Söz konusu çöktürme planının 10 bin ila 15 bin imha, 8 bin civarı yaralıyla sonuçlanması öngörüldüğüne, PKK savaşçılarının önemli bir bölümünün de Türkiye toprakları dışında konuşlandığı bilindiğine göre Hükûmetinizin bu planla emri altındaki silahlı güçlerin binlerce sivil yurttaşımızın yaşam hakkına son vermesini göze aldığı anlaşılmaktadır. Sivillere yönelik, hiçbir yasaya, uluslararası anlaşmalara ve taahhütlere, demokratik ölçütlere sığmadığı açıkça ortada olan bu plana Hükûmetiniz hangi gerekçeyle onay vermiştir? Bu şiddette bir harekâtın gerçekleştirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi vermek, sıkıyönetim ya da olağanüstü hâl ilan etmek gereği neden duyulmamıştır?

7) Raporda yer alan, yapılacak bastırma operasyonlarında şu kadar imha, şu kadar yaralı, şu kadar yer değiştirme planlandığı ifadesi doğruysa bu planlanan eylemlerin tehcir ve soykırım tanımlarına uyduğu gözlenmektedir. Bu eylemlerin insanlık suçu olduğu ve Türkiye'nin, Soykırımı Önleme Uluslararası Sözleşmesi’nin imzacılarından biri olduğu düşünüldüğünde bu sözleşmeden kaynaklı uluslararası yükümlülüklerinizi karşılamak için Hükûmetiniz tarafından hazırlanan veya hazırlanmakta olan bir eylem planı da var mıdır?

8) Söz konusu plan Hükûmetinizin bilgisi dışında olmakla birlikte gerçek ise Türkiye Cumhuriyeti’nin bağrında Kürt soykırımını hedefleyen bir örgütün kurulmuş olduğu anlaşılacağına göre Hükûmetiniz bu suç örgütüne karşı harekete geçmek üzere nasıl bir hazırlık öngörmektedir?

9) Türkiye’nin de imzacısı olduğu 1949 Cenevre Protokolleri’ne ek 2 no.lu Ek Protokol’ün ülke içindeki silahlı çatışmaları düzenleyen 1’inci maddesinin “devletin silahlı güçleri ile muhalif ya da başka, örgütlü ve sorumlu bir kumanda altındaki silahlı güçler arasındaki silahlı çatışmalar” bahsinde çatışmanın tarafları bakımından somut yükümlülükler içerdiği bilinmektedir. Bunların arasında, sivillerin korunması, kültürel varlıkların ve kutsal mekânların korunması, işkence ve insan onuruyla bağdaşmayan muamelelerin yasaklanması gibi hususlar yer almaktadır. Buna göre hem yukarıda sözü edilen eylem planı hem de Cizre, Nusaybin, Silopi, Sur, Dargeçit ve Silvan ilçelerinde gerçekleştirilen operasyonlarda bu protokole uyulması planlanmış mıdır?

İki soru daha var fakat onları okumayacağım.

Şimdi şunu sormak istiyorum: Demek ki siyasetin icrası bakımından askerî vasıtalara başvurduğunuzda, hatta askerî vasıtalara başvurduğunuz zaman siyasetin icrasını doğrudan doğruya askerî vasıtalara ve askerî kurumlara devrettiğinizde elinize geçecek olan şey bundan başka bir şey değildir. Silahlı Kuvvetleri burada birinci dereceden sorumlu ya da suçlu göremeyiz, sadece tek bir sebeple, kararı alan ve bu kararın alınması için harekete geçen onlar olmadığı için, yoksa bu planın uygulanması sırasında onlar da bunlara itiraz edebilirlerdi, onlar da bunların aslında Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu ifade edebilirlerdi, bunu yapmadılar ama Hükûmet bunu yaptı. Eğer yapmadıysa burada çıkıp söylensin “Biz yapmadık.” diye. O zaman ben soruyorum: Silvan’da, Cizre’de, Nusaybin’de, Silopi’de bu sivilleri öldüren kimdir ve bu sivillerin ölümüyle övünen kimdir, çıksın Meclise hesap versin. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gruplar adına üçüncü söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz’a aittir.

Sayın Yılmaz, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin, Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıklarında, Arap Denizi ve mücavir bölgede Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının bir yıl süreyle daha görevlendirilmesi konusunda Meclise getirmiş olduğu tezkere konusunda Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu tezkere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararları, akabinde Avrupa Birliğinin görev gücü ve NATO’nun görev gücü çerçevesinde şekillenmiş bulunmakta ve Türkiye de buraya aktif bir şekilde katkı yapmaktadır. Dolayısıyla, grubumuz adına bu tezkereye biz onay vereceğiz.

Bununla birlikte, bu görev gücünün bulunduğu bölgeye baktığımız zaman, özellikle Kızıldeniz’in iki yakasında, bir tarafında Yemen, iç savaş yaşıyor, bir yıldır korkunç bir iç savaş yaşıyor, şu anda paramparça olmuş durumda; diğer tarafında ise Somali, yine keza, büyük bir terör tehdidi altında, El Kaide bağlantılı El Şebab terör örgütünün yoğun tehdidi altında. Yemen’de de keza, Hutilerle yeni cumhurbaşkanı arasındaki sürtüşme, akabinde El Kaide’nin o bölgeye hâkim olması, yeni bir Sünni bölgenin yaratılması, bu bölgede de çalkantılı bir siyasi durum ortaya çıkarmıştır. Bizim, bu bölgedeki ticaret akışının, doğudan batıya, batıdan doğuya giden ticaret akışının güvenliğini sağlamamız ve buraya destek olmamız, uluslararası toplumla birlikte hareket etmemiz tabii bir şey, dolayısıyla bu tezkereyi destekleyeceğiz.

Biliyorsunuz, eski dünyada, bu güzergâh, özellikle Kızıldeniz ve Babülmendeb Boğazı çok uzunca bir süre Baharat Yolu’nun ana güzergâhıydı, bugün de aynı kritik önemini korumaktadır.

Hükûmetin bu tezkeresine okey verirken dış politikayla ilgili başka konularda bizim ciddi kaygılarımız ve çekincelerimiz var. Müsaadenizle onları paylaşmak istiyorum.

Öncelikle Suriye eksenli konuşmak istiyorum. Türkiye, Suriye’de bugün Türkiye-Suriye denkleminin hem askerî olarak hem siyasi olarak dışına itilmek istenmekte ve önemli ölçüde itilmiş durumdadır. Obama yönetimi başa gelirken iki cephede yani Afganistan ve Irak’ta savaşı sonlandıracağını belirtmişti ve o dönem kendi iç kamuoyundan büyük bir destek almış ve seçimleri kazanmıştı. Bugün, Obama yönetiminin gitmesine, görevi bırakmasına yedi, sekiz aylık bir süre kaldı. Afganistan’daki askerî güç çekildi ama hâlâ devam ediyor çekişme, Irak’taysa IŞİD belası Irak’ı sardı. Üstüne üstlük Suriye’yle ilgili süreç, Suriye’deki iç savaş olanca hızıyla devam ediyor. Obama yönetiminin bu süreç içerisinde Suriye’deki savaşı sonlandırma konusunda işi sağlam tutacağını şahsen düşünmüyoruz. Seçim atmosferine girildi Amerika’da.

Dolayısıyla, bu savaşın başlamasında o dönemdeki Amerika’nın tutumu ile şu andaki Amerika’nın tutumu arasında ciddi bir fark ortaya çıkmış durumda. Amerika Birleşik Devletleri Suriye’deki iç savaş başlamadan önce Esad’ın koşulsuz olarak gönderilmesini istiyordu, Türkiye de aynı noktadaydı ve hatta Türkiye’ye -tırnak içerisinde- gaz veriyordu. Amerika Birleşik Devletleri ve Batı, Esad’ın birkaç haftada, daha sonra olmayınca birkaç ayda, olmayınca birkaç yılda gideceğini o zaman seslendiriyordu. Bugün 5’inci yılına giriyoruz ve Suriye’deki iç savaş olanca hızıyla devam ediyor. Peki, değişen ne oldu? Değişen, Amerika’nın Suriye politikasında kritik değişiklikler oldu bizi etkileyen. Biz Amerika ve Batı’yla Suriye politikasında ters düştük, iki konuda ters düştük: Bir, özellikle, IŞİD’in Suriye’ye yerleşmesi, IŞİD’in Irak’a yerleşmesinden sonra, Amerika için Esad’ın gönderilmesi birinci öncelik olmaktan çıktı. Evet, Esad’ın gönderilmesinden mutlu olurlar belki ama şu anda Esad’ın gönderilmesinden ziyade, IŞİD’in temizlenmesi öncelikli strateji oldu, Türkiye için ise hâlâ Esad’ın gönderilmesi birinci strateji; burada biz ters düştük.

İkinci ters düştüğümüz konu, bizim için, Türkiye için bütün gücümüzle lanse ettiğimiz PYD konusu. Hükûmet her defasında PYD’yle ilgili süreci anlatırken PYD’yi terör örgütü olarak belirtmekte ancak Amerika Birleşik Devletleri PYD’yi arazide kendisine destek veren en önemli kritik müttefik olarak görmekte. Bizim ikinci ters düştüğümüz nokta, Amerika’yla, PYD konusu. Dolayısıyla, başlangıçta, bizim Batı’yla olan ittifakımız, Suriye konusunda, bugün iki konudan dolayı ciddi darbe almıştır. Diğer taraftan, Suriye iç savaşı başladığında Esad köşeye sıkışmıştı, çok dar bir alanı kontrol ediyordu. Nüfus olarak her ne kadar önemli bir nüfussal bölge elinde olsa da toprak olarak daralmıştı, yüzde 30’u kontrol ediyordu. Bugün, Esad, özellikle, Rusya’nın 30 Ekimdeki bombardımana başlamasıyla birlikte çok büyük bir alan kazandı, Esad’ın toprakları yüzde 18 daha arttı ve Esad bugün, muhalifleri köşeye sıkıştırmıştır. Bugün, muhalifler darmadağın. Bugün, Rusya’nın bombardımanıyla arazide Esad’ın eli güçlenmiştir, yarın tekrar Cenevre masasına oturdukları zaman Esad ekibinin diplomatik olarak da eli güçlenmiştir.

Gelişim çizgisine baktığımız zaman, şu anda bizim gördüğümüz, Esad Suriye’nin nüfus olarak yüzde 75’ini kontrol ediyor, topraklarının ise çok büyük bir bölümünü kontrol ediyor, birkaç şehir dışında tamamen Esad’ın kontrolüne geçmiş durumda. Bölgede çok ciddi, radikal toprak değişiklikleri oldu kontrol açısından.

Bakınız, normalde biz, muhaliflerin, bizim desteklediğimiz, İstanbul’da yedirip içirdiğimiz, toplantılar düzenlettiğimiz, planlar yaptırdığımız muhaliflerin Şam’a yürümesini beklerdik ama muhalifler bugün Türkiye’ye kaçıyor, muhalifler Türkiye’ye kaçıyor. Diğer taraftan, Esad’ın çekilmesini ve muhtemelen birkaç ülkeye, örneğin, Rusya’ya sığınmasını beklerdik, Esad Şam’da daha sağlam oturuyor. Suriye üniter bir yapıydı, üniter yapı olarak kalacağını düşünüyorduk, sadece Esad’ın değişeceğini düşünüyorduk ve Esad dışındaki bütün Baas sisteminin kalacağını, kalmasa bile Suriye’nin üniter olarak devam edeceğini düşünüyorduk, bugün Suriye paramparça oldu. Yarın Esad bütün topraklarda kontrolü sağlasa bile Suriye birlikte kalamayacak, yeni dinamikler çıktı. Bizim, müzakere heyeti olarak Riyad eksenli Yüksek Müzakere Heyetini Cenevre’ye gönderdiğimizde gördük ki aralarında bir anlaşma bile yok doğru dürüst, yamalı bohça gibi, birinin söylediğini diğeri tasvip etmiyor, böyle bir muhalefetten bahsediyoruz biz. Bu muhalefetin Cenevre’de Esad’ın karşısında bir başarı elde etmeyeceği zaten gidişinden belliydi.

Şimdi ne oluyor? Rusya tekrar Halep ile Türkiye arasındaki koridoru kesti. Bir harita göstermek istiyorum size, bakınız, bu haritada Halep çevrelendi, Halep ile Afrin arasında -doğudan Ruslar vurarak Afrin’le birleştirdi- çok dar bir alan kaldı. Muhtemelen Halep düşüyor. Biliyorsunuz, Halep’in yarısı şu an itibarıyla Esad rejiminin, diğer yarısı muhaliflerin elindeydi. Halep’ten büyük bir göç var, bir kısmı kuzeye gidiyor, bir kısmı batıya gidiyor, Halep boşalıyor. Muhtemelen, böyle giderse, Rusya bombardımanı devam ederse Halep de düşüyor. Biz, Emevi Camisi’nde Cuma namazına giderken Suriye ordusu Türkiye sınırına dayandı, 3-5 kilometre kaldı.

Biz basında ne görüyoruz birkaç gündür? Diyorlar ki: “1 Mart tezkeresinde yapılan hatalar Suriye’de tekrarlanmayacak.” Yani ne demek isteniyor? Suriye’ye bir müdahale imasında bulunuluyor. Peki, biz bu müdahaleyi yaptığımızı varsayalım ve Suriye’ye girdiğimizi varsayalım, Amerika bizi desteklemiyor, iki konuda da bizimle ters düşmüş. Batı’nın bütün önceliği mülteciler olmasa Suriye’nin yüzüne bile bakmayacak. Kime güvenerek biz bu harekâtı yapacağız? NATO Anlaşması’na göre, kendi topraklarımıza dönük bir saldırı olması hâlinde NATO bizi koruyabilir. Peki, biz dışarıya çıktığımız zaman, orada bir çatışmaya maruz kaldığımız zaman NATO’nun gelip bizi koruyacağını mı zannediyoruz?

Avrupa Birliğinin Türkiye'yi mülteci kampına dönüştürme politikasına bir an önce son vermeliyiz. Çok aşağılık bir dil kullanıyorlar. 3 milyar euro para veriyorlar diye bütün burayı mülteci kampına çeviriyorlar. Kavimler Göçü mü bu ülke? Onun için, gerekirse bu parayı iade etmek lazım, başlarına çalmak lazım ve bunu iade edip almamak lazım çünkü biz bağımsızlıktan gelen bir ülkeyiz. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Biz 3 milyar euroyla kendi vicdanımızı, haysiyetimizi, duruşumuzu satmamalıyız. Kaldı ki bu parayı bize doğrudan da vermiyorlar. Bunu, Birleşmiş Milletler kanalıyla vermek istiyorlar, başka ajanslar kanalıyla vermek istiyorlar, “cash” olarak getirip Türkiye’ye vermiyorlar. Dolayısıyla, bizim bu konuda da doğru dürüst bir politika takip etmemiz lazım. Mültecilere indirgemememiz lazım bizim AB’yle ilişkilerimizi. Sanki mültecilere iyi bakmazsak AB politikamızda ciddi bir sekte olacakmış gibi, zaten sekte var. Biz mültecileri niye bir daha ön şart yapmak istiyoruz, yeterince ön şart varken?

Bir başka konuya değinmek istiyorum. Amerika’yla, Batı’yla sadece Suriye konusunda ters düşmüyoruz, Irak konusunda da ters düşüyoruz. Nereden anlıyoruz? Başika’dan anlıyoruz. Biz Başika’ya asker gönderirken Amerika Birleşik Devletleri’nin tutumunu görmedik mi? Amerika Birleşik Devletleri Irak’a bizim müdahil olmamızı istemiyordu ve dolayısıyla orada bocaladık çünkü politika açısından küresel bir politika oluşturulurken dünyadaki genel gidişat, eksen de takip edilir, tek başına hareket edilmemesi gerekiyor. Bu konuda maalesef biz yeterince gündemi okuyamadık ve Amerika’nın tepkisini de değerlendiremedik.

Şimdi, Amerika seçime gidiyor. Amerika’nın Suriye’de bir çözüm yapıp seçime gideceğini düşünüyor muyuz? Suriye kaos içerisinde kalabilir. Peki, elde ne var? Elde kalan tek diplomatik çözüm var, o da zayıf, cılız. Bu diplomatik çözümü çalıştıracak kim? Amerika ve Rusya, büyük ülkeler, Batı ve bizler ama bu diplomatik çözümün şu anda şartları da ortadan kaldırılıyor arazideki gelişmelerle. Ve öyle bir noktaya getiriliyor ki Esad oturduğu zaman daha güçlü bir şekilde oturacak ve muhalifler daha cılız bir şekilde oturacak ve dolayısıyla bazı şartlar diğer tarafın koşulları dinlenmeden bertaraf edilerek dikte edilmeye çalışılacak. Dolayısıyla, bu konuda da, bizim, diplomatik çözüm konusunda da işi sağlama almamız gerekiyor.

Diğer bir konu Rusya’yla ilişkiler. Biz normalde Rusya’yla bu uçak düşürme hadisesinden sonra Suriye’de çok büyük bir alan kaybettik. Bugün Suriye’de uçak uçuramıyoruz. Niye uçuramıyoruz? Çünkü bir kaza hâlinde Rusya’yla karşı karşıya geleceğimizden korkuyoruz ve bu durumda bizim desteklenmeyeceğimiz hissi hâkim, Türkiye’nin yalnız kalacağı hissi hâkim. Nereden anlıyoruz? Suriye’deki mevcut durumdan anlıyoruz. Türkiye desteklenmeyecek, zaten desteklenmiyor. Desteklense bu zamana kadar, dört buçuk yıl bu savaş sürerken siz uluslararası toplumdan, Amerika’dan, Avrupa Birliğinden doğru dürüst bir adım atıldığını gördünüz mü? Peki, ne oluyor? Hükûmet yalnız, bütün yumurtaları Suudi Arabistan ve Katar’ın sepetine koymuş. Biz Suudi Arabistan ve Katar’la Suriye’de yeni bir sistem oturtmaya çalışıyoruz. Suudi Arabistan ve Katar kimleri destekliyor, hangi grupları destekliyor? Bu 17 kişilik Yüksek Müzakere Heyetini destekleyen, onun arkasında 116 kişi vardı; söyleyeyim birkaç tanesi: Ahrar El Şam. Kimdir Ahrar El Şam? Tekfiri, Selefi, Suriye’de İslam devleti kurmak isteyen silahlı bir grup. Ceyş el İslam kim? O da aynı şekilde, Suriye’de İslam devleti kurmak isteyen, silah zoruyla kurmak isteyen bir oluşum, bir terör örgütü esasen. Bakınız, “silahlı muhalif” deniyor. Ama, sonuçta yapı itibarıyla bu insanlar Suriye’ye mi demokrasi getirecek? Suudi Arabistan’ın kendi içinde demokrasisi mi var ki bunu Suriye’ye getirsin? Suriye, bizim, Osmanlı zamanındaki en önemli, Şam, ön önemli vilayetlerimizdi. Şam halkı küstü, Halep halkı küstü, bizim Humus’taki, Hama’daki halk küstü Türkiye’ye. Çünkü Türkiye burada askerî müdahaleye ve zorla bir rejim değişikliğine öncülük etti ve küstürdük bütün Orta Doğu halklarını.

Biz 1 Mart tezkeresine onay vermediğiniz için Irak’ta güçlüydük. Irak halkı bizi 1 Mart tezkeresini burada, Mecliste gömdüğümüz için destekliyordu. (CHP sıralarından alkışlar) Ama şimdi yeni tezkerelerden bahsediyoruz. Kime karşı yapıyoruz biz bunu? Müslüman bir halka karşı, yönetimi zalimmiş diye. Kimler ölecek orada? Bizim bu tür maceralardan uzak durmamız gerekiyor. Kesinlikle askerî çözümle bu işin halledilmeyeceğini artık anlamamız gerekiyor. Hiç kimse samimi değil, Türkiye böyle bir kaygan ortamda Orta Doğu’ya, Şam’a, başka yerlere asker gönderdiği zaman geri çıkışı olmayan bir maceranın içerisine girecek. Biz bu tür bir şeye kesinlikle karşı olacağız.

Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’nin tezlerini destekledi mi? Biz “uçuşa yasak bölge” dedik, destekledi mi? “güvenlikli bölge” dedik, destekledi mi? Onu desteklemeyen askerî müdahaleyi mi destekleyecek? Amerika Birleşik Devletleri bu konuda, Suriye konusunda maalesef bizimle doğru dürüst bir politika takip etmedi; biz bunu biliyoruz. Ama artık bunun da ifşa edilmesi gerekiyor. Giden bir yönetim, yeni gelecek başka bir yönetim ve muhtemelen Suriye dosyası onun elinde olacak.

Bizim dış politikadaki bu yalnızlığımızın kırılması lazım; onun için yeni bir dil, yeni bir lisan, yeni bir anlayış gerekiyor. Aynı düzenle sürekli başarı kazanıyoruz hikâyeleriyle bu işin gitmeyeceği belli. Suriye politikası çöktü; artık itiraf etme zamanı, gerçekle yüzleşme zamanı, buradan bir çıkış bulma zamanı. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye'nin sınırına, Halep düştüğü zaman 600 bin kişinin geleceği söyleniyor. Başlı başına bu bile bir başarısızlık. Nerede konaklayacak bunlar? Türkiye'nin 3 milyon Suriyelisi var, neredeyse 1 milyon Iraklısı var. 10 milyar dolar para harcamışız biz. Kimseyi de memnun edemiyoruz. Ne yapacağız böyle? O zaman bütün sınırlarımızı açalım, dünyanın neresinde bir zulüm oluyorsa buna merhamet abidesi olarak Türkiye’nin mi hep şey yapması gerekiyor, hiçbir politikamız yok mu başka bizim sınır kapısı açma dışında?

Dolayısıyla, bu konuda gerçekçi olalım, birbirimizi kandırmayalım, bu ülke bizim, burası bizim vatanımız. Bu gelen insanların ne olduğu bile belli değil, hiçbir arama tarama yok. Kim bunlar? Nerede kalacaklar bunlar? Yarın, bunların terörist olmadığını kim iddia edebilir? (CHP sıralarından alkışlar) Güvenlik soruşturması mı yaptınız bunlara? Basit bir mahalleden diğer bir mahalleye giderken ikametgâh alıyorsunuz, başka şeyler alıyorsunuz. Bunlar elini kolunu sallayarak sahil kentlerine geldiler. Biz âdeta Kavimler Göçünü yaşıyoruz bu ülkede, her taraf Suriyeli kaynıyor ve bir çözüm var mı? Yok. Cenevre’deki görüşmelerde Türkiye masadan esasen dışlandı.

Şimdi, Uluslararası Suriye Destek Grubunun toplantısı olacak. En azından bir konu gündeme getirilebilir; o da, bizim canımızı direkt yakan, Suriye’de barış olduktan sonra Türkiye’deki Suriyelilerin geri dönüşüne ilişkin bir de yazım gerekiyor, bir plan gerekiyor. Bu konuyla ilgili hiçbir yazım yok. Sanki ilelebet Türkiye’de kalacaklarmış gibi bunlar takdim ediliyor. Bizim kaynaklarımız sınırlı. Biz kendi vatandaşımıza vermediğimiz ücretleri, kendi vatandaşımızdan esirgediğimiz kaynakları bu kadar hoyratça bütün Suriyelilere sorumsuz bir şekilde veremeyiz. Dolayısıyla, bu konuda sağlam durmalıyız biz ve mutlaka ve mutlaka uluslararası toplumla artık toparlanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz.

Rusya Suriye’yi işgal etmiştir. Tartus’da, Latakia’da bunların limanları var, üsleri var, Şam’da, Humus’ta, Hama’da askerî birlikleri var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) - Rusya, Suriye hava sahasının çok büyük bir bölümünü kontrol ediyor. Neden bunu yapıyor? Çünkü şundan yapıyor: Bir stratejisi var, Türkiye’ye bir öfkesi var, dinmeyen bir öfkesi var. Şunu demek istiyor: Ben bütün muhalifleri yok edeceğim ama sizi, Esad rejimini IŞİD’le ve El Nusra’yla tercihe bırakacağım kimi tercih ediyorsunuz diye. Uluslararası topluma dikte etmek istediği bu ve büyük bir oyun oynanıyor burada.

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, süreniz dolmuştur.

Teşekkür ediyoruz.

ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) – Bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) - Bizim bu konuda mutlaka ve mutlaka dış politikayı tamamen gözden geçirmemiz gerekiyor. Bir parti anlayışıyla ben bu konuşmayı yapmıyorum, bunu bir vatandaş, bir yurtsever olarak yapıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gruplar adına dördüncü ve son konuşma Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Taha Özhan’a aittir.

Buyurun Sayın Özhan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA TAHA ÖZHAN (Malatya) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Somali açıklarında korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara verdiği desteğin uzatılmasına ilişkin tezkereye dair söz almış bulunuyorum.

Malumunuz, konumuz Aden Körfezi’ndeki korsanlık ve haydutluk ve soygun faaliyetleri olmakla birlikte, ana ekseninin Somali’nin de oluşturduğu, bizim de Somali’deki varlığımızdan dolayı Somali tartışmasının da ciddi bir kısmında yer aldığı bir meseleyi, bir tezkereyi görüşüyoruz aslında. Öncelikle tezkereye geçmeden Somali’ye dair birkaç ufak hatırlatma yapmak istiyorum.

Somali, tabii, çok büyük acılarla anılan, sadece iç savaşta yarım milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği, bu iç savaş yetmiyormuş gibi ardından da özellikle 2010’da ortaya çıkan açlık, kıtlık ve hastalık sonucunda takriben 250 binden fazla, 300 bine yakın olduğu tahmin edilen insan kaybının yaşandığı, gerçekten tam anlamıyla çökmüş bir devlet ve ülke tablosunun ortaya çıktığı Somali’den bahsediyoruz. Dolayısıyla, Somali’yle Türkiye’nin kurduğu ilişkinin zemininde her şeyden önce bu insanlık dramı yatıyor.

Özellikle 1991’de iç savaşın başlaması, ardından aşiretler nezdinde bu savaşın yoğun bir şekilde, kanlı bir şekilde devam etmesi ve 2007’ye ulaşıldığında El Şebab’ın ortaya çıkışı, 2009 yılında geçici hükûmetin kurulması ama Mogadişu’nun büyük bir kısmının Şebab kontrolünde kalması gibi çok büyük bir kriz “background”u olan bir ülkeden bahsediyoruz. Özellikle 1993 sonrasında BM ve diğer uluslararası kuruluşlar ülkeyi tamamen terk ettiler ve Somali kaderiyle baş başa bırakıldı. 2011 yazında başlayan kuraklık -2010 sonrasında- ve açlık sonrasında ilk kez ülkeye bir umut ışığı doğdu, bu da o dönem Başbakanımız şimdiki Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın 19 Ağustos 2011 tarihli ziyareti tam anlamıyla bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra Türkiye Somali’de büyükelçilik açtı, yardım faaliyetlerine başladı, birçok farklı sektörde doğrudan insani krizi azaltmaya çalışacak şekilde faaliyetlerini sürdürdü. Bu faaliyetler neticesinde Şubat 2012’de Birleşmiş Milletler Somali’de açlık krizinin ortadan kalktığını bildirdi. En azından çok temel bir insani kriz alanı ortadan kalkmış oldu. Türkiye aynı dönemde altyapı faaliyetlerine başladı, yollar, okullar, hastaneler, su kuyuları ve temel ihtiyaçları hedefleyen birçok alanda ciddi katkılar sunuldu. Türkiye'nin gitmesiyle beraber Somali’ye ilgi de arttı. Bu ilginin iyi niyetli veya kötü niyetli olmasından bağımsız Somali’ye en azından başka unsurların da ulaşmış olması bile Somali’ye ve bölgeye bir hareketlilik getirdi. Bu hareketlilik neticesinde de Somali, ilk kez -kabul edilebilir bir çok sorunu olsa da- derli toplu bir kurumsal altyapıyı yeniden ortaya çıkarmaya başladı. Türkiye, bu siyasi süreçlerin tamamını destekledi, 2012 Haziranında İstanbul’da yapılan uluslararası konferans sonucu siyasi süreç geçici hükûmetten kalıcı hükûmete geçmiş oldu. Ağustos ayında da yeni meclis seçildi, eylülde de yeni cumhurbaşkanını seçtiler.

Türkiye, Somali’yle “defacto” bağımsızlık ilan eden Somaliland arasında ciddi anlamda barış sürecini başlattı. Bir taraftan insani kriz giderilmeye çalışılırken diğer taraftan da daha büyük bir iç çatışmanın önünü açacak bir yol en azından yönetilmeye çalışıldı. Bu dönem boyunca ülkede yasal hükûmetin etki alanı arttı, Şebab neredeyse tüm ülkede olan hâkimiyetini kaybetti ve 1990’larda başlayan deniz korsanlığı da aynı şekilde bu dönemde azalmaya başladı. Özellikle de Deniz Kuvvetlerimizin katıldığı Uluslararası Deniz Gücü sayesinde -ki bu tezkerenin konusunu oluşturuyor- bu azalmaya açık bir şekilde şahitlik ettik.

Deniz haydutluğu ve korsanlık sorunuyla ilgili kısa bir değerlendirme yapacak olursak -burada da zaten zikredildi- Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Aden Körfezi, ülkemizin öncelikle ticari çıkarları bakımından büyük önemi haizdir. Anılan bölgede Türk bandıralı, bağlantılı ticaret gemileri yoğun bir şekilde bulunmaktadır ve söz konusu geçişler Türk ticaret dış hacminin yaklaşık 80 milyar dolarına, yani yüzde 20’sine denk gelmektedir ve bu sayı -2010 ila 2015 arasında bir mukayese yaptığımızda- yüzlü sayılardan binli sayılara ulaşmış bulunmaktadır.

Aynı şekilde, ABD ve Avrupa’ya doğru giden enerji nakliyatının da çok ciddi bir kısmı bu bölgeden geçmektedir. Dolayısıyla, korsanlık ve deniz haydutluğu eylemlerinin vuku bulduğu bu deniz alanları uluslararası deniz ticaretinin başlıca güzergâhlarından biri olup Türk ticaret gemileri ve mürettebatları açısından da önemli bir geçiş noktasıdır. Aden Körfezi’nde ve Somali karasularında ve açıklarında, Hint Okyanusu’nda seyreden ticari gemilere yönelik deniz haydutluğu, korsanlık ve silahlı soygun eylemleri sayıca azalsa da bir uluslararası güvenlik meselesi olarak hâlâ gündemdeki yerini korumaktadır. Anılan bölgedeki deniz haydutluğu, korsanlık ve silahlı soygun eylemleri, bölgede icra edilen askerî faaliyetler ve ticari gemilerin aldığı koruyucu tedbirler neticesinde büyük ölçüde önlenmeye başlamıştır ve bölgede son bir yıl içerisinde en azından Türk Bayraklı bağlantılı veya yabancı herhangi bir ticari gemi saldırıya uğramamış, 2010 yılından bu yana da hiçbir ticari gemimize bir kaçırma saldırısı olmamıştır. Söz konusu bölgede deniz haydutluğuyla mücadele faaliyetleri, NATO’nun Okyanus Kalkanı Harekâtı, AB’nin Atalanta Harekâtı ve ABD önderliğindeki Birleşik Deniz Kuvvetleri ve millî kontroldeki gemiler vasıtasıyla 4 ayaklı bir şekilde sürdürülmektedir. Mecliste, burada da zikredildi, 10 Şubat 2009 tarihli ve 934 sayılı Karar’la, 17 Şubat 2009 tarihinden itibaren Birleşik Deniz Kuvvetleri bünyesinde oluşturulan Birleşik Görev Kuvveti-151 (CTF 151) ve NATO’nun Okyanus Kalkanı Harekâtı emrinde dönüşümlü olarak görevler icra edilmektedir. Görevlendirilen firkateynlerle uluslararası toplumun bu mücadelesine katkı verilmektedir. Türk Deniz Kuvvetleri, 25 Şubat 2009 tarihinden itibaren bölgede sürekli askerî bir fırkateyni bu deniz haydutluğuna karşı da bulundurmaktadır. 2015 yılında ise, Körfez ülkeleri seyrine iştirak eden TCG Büyükada ile Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya seyrinin 125’inci yıl dönümü faaliyetine iştirak eden TCG Gediz tarafından Deniz Haydutluğu ile Mücadele Harekâtı’nda 4 dönem destek sağlanmıştır. Aynı şekilde, Türk Kızılayının da Mogadişu’da insani yardım taşıyan ticari gemilerine refakat ederek bir insani yardım görevine de eşlik etmektedir. Deniz haydutluğuyla mücadele kapsamında, Birleşik Görev Kuvveti-151 emrinde icra edilen Deniz Haydutluğu ile Mücadele Harekâtı’na 7 Ağustos-27 Aralık 2015 tarihleri arasında da TCG Gemlik iştirak etmiştir. Dönemsel olarak Birleşik Görev Kuvveti-151’in komutanlığının ülkemizce üstlenilmesiyle, tarafımızdan, NATO dışında ilk defa denizde çok uluslu bir koalisyon gücünün komutanlığı yürütülmüştür. Bu, hem güvenlik gerekçesiyle hem de kapasite artırımı gerekçesiyle önemli bir gelişmedir. Deniz Kuvvetleri unsurlarımızın söz konusu görevlendirmelere ilaveten Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından bölgeden geçiş yapan Türkiye bağlantılı ticaret gemilerinin faaliyetleri yakından takip edilmekte, geçiş yapan ticaret gemileri yürürlükteki koruyucu tedbirler uygulanarak emniyetli seyir yapmaları konusunda bilinçlendirilmektedir ve ayrıca, bölgede harekât icra eden yabancı harp gemileriyle yakın iş birliği içerisinde bulunarak Türk Bayraklı, Türkiye bağlantılı ticaret gemilerinin korunması ve desteklenmesi için tavsiyelerde bulunulmakta ve bölgedeki askerî faaliyetler, deniz haydutluğu tehdit durumu, alınması gereken tedbirler ile güncel gelişmeler hakkında Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığınca denizcilik sektörüne bilgilendirilmeler ve uyarılar yapılmaktadır.

Bölgedeki Deniz Kuvvetleri unsurlarımızca deniz haydutlarına karşı 2009 Temmuz ayından bugüne kadar icra edilen 26 operasyonda toplam 179 deniz haydudu etkisiz hâle getirilmiş, çeşitli ülkelere ait gemilere koruma ve refakat de sağlanmıştır. Aden Körfezi ve Somali açıklarında alınan güvenlik önlemlerinin bir sonucu olarak korsanlık faaliyetlerinin son dönemde Afrika’nın batısına, özellikle de Gine Körfezi’ne kayma eğiliminde olduğu görülmektedir.

Geçtiğimiz süre zarfında Aden Körfezi’nde ve Somali açıklarında seyreden, ülkemizle bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin sağlanması maksadıyla askerî önlemlerin yanı sıra sivil planda da somut, bütünleyici adımlar atılmıştır. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığımızca Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın katkılarıyla bölgede seyredecek Türkiye Bayraklı veya bağlantılı ticari gemilerle ilgili bilgilerin kaydettirileceği Deniz Haydutluğu Bilgi Sistemi de kurulmuş, böylece sahada konuşlu Deniz Kuvvetleri unsurlarımızla ticari gemilerimiz arasında elektronik eş güdüm ve bilgi paylaşımı platformu da oluşturulmuştur.

Aynı şekilde, yine, Bakanlıkla, yani Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığıyla, olası korsanlık saldırılarından kaçınmak veya vuku bulmaları hâlinde bunları imkânlar nispetinde püskürtmek amacıyla Uluslararası Denizcilik Teşkilatı bünyesinde hazırlanan en iyi uygulama kuralları güncellenerek Türk denizcilik sektörüne en geniş şekilde hizmete sunulmuştur.

Deniz haydutluğu, korsanlık ve silahlı soygunla mücadelede uluslararası iş birliğinin geliştirilmesine özel bir önem atfeden ülkemiz, bu alandaki çabaları başından beri desteklemiş, Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği ve Uluslararası Denizcilik Teşkilatı bünyesinde yürütülen çalışmalara aktif olarak katkıda bulunagelmiştir.

İcra edilmekte olan deniz haydutluğu, korsanlık ve silahlı soygunla mücadele faaliyetlerinin uluslararası meşruiyeti, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2008 yılından bu yana aldığı ve her defasında bir yıllık dönemler itibarıyla denizde müdahale yetkilerini yenilediği kararlarla tesis edilmiştir. Uluslararası toplumun Somali açıklarında korsanlık, deniz haydutluğuyla, bu ülkenin karasularını da kapsayacak şekilde yürüttüğü mücadelenin temel hukuki dayanağını oluşturan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararlarının süresi 10 Kasım 2015 tarihli 2246 sayılı Karar’la bir yıl daha uzatılmıştır.

Diğer taraftan, Somali Cumhuriyeti’nden de 13 Ocak 2009 tarihli kararla Türk gemilerine, Somali ana karası açıklarındaki tüm sularda deniz haydutluğu, silah soygun olaylarına karşı fark gözetmeksizin müdahalede bulunma yetkisi verilmektedir. Somali Cumhuriyeti tarafından söz konusu yetki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin her yıl kabul ettiği uzatma kararıyla yenilenmektedir.

Bu vesileyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı çerçevesinde bölgede görevlendirilen Deniz Kuvvetleri unsurlarının deniz haydutları ve silahlı soygun icra eden kişilere yönelik Somali toprakları üzerinde herhangi bir kara harekâtında görevlendirilmediği de bilinmelidir.

Ülkemiz, Güvenlik Konseyinin 1851 sayılı Kararı çerçevesinde korsanlıkla etkin mücadele amacıyla oluşturulan Somali Açıklarında Korsanlıkla Mücadele Temas Grubu’na kurucu üye olarak katılmıştır. Ayrıca, söz konusu temas grubu tarafından Somali açıklarında korsanlıkla mücadele eden devletlerin inisiyatiflerini destekleme amacıyla tesis edilen emanet fonuna da katkı sağlamıştır. Bu çerçevede, 2013 yılında kurul üyeliği yapmıştır.

Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; Hükûmetimizin getirdiği, Başbakanlıktan gelen tezkereyle korsanlık, deniz haydutluğuyla mücadelede sürdürülen bu çabalara paralel olarak Somali’ye yardımlar da hız kesmeden devam etmektedir çünkü korsanlık meselesinin çözümü ancak Somali’nin iç düzeninin sağlanması, refah ve huzura kavuşmasıyla mümkün olabilecektir. Bu gerçekten hareketle, kapsamlı stratejiye dayanan bir Somali politikası yürütülmektedir. İşin aslı, kapsamlı bir Somali politikası olan ve bunu hayata geçiren dünyadaki tek ülke de son beş yıldır Türkiye’dir. Altyapı projeleri, kalkınma projeleri, konuşmamın başında zikrettiğim gibi, hayata geçmiştir. Kasım 2011’de yeniden büyükelçiliğimizin açılması, Mart 2012’de Türk Hava Yollarının Mogadişu seferlerine başlaması, Somali’nin yalnızlığının kırılmasında ve uluslararası toplumla bütünleşmesinde çok ciddi adımlara dönüşmüştür. Aynı şekilde, Hargeisa Başkonsolosluğumuz da 1 Haziran 2014’te faaliyete geçmiştir. Somali’de yeni dönemin önceliklerini devlet kurumlarının inşası, temel kamu hizmetlerinin sağlanması, yeniden imar, kalkınma ve güvenlik kurumlarının yapılandırılması, ulusal uzlaşmanın sağlanması ve aynı şekilde mültecilerin de eve dönüşlerinin güçlendirilmesi olarak görmek gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün gündemimizde bulunan Somali açıklarındaki korsanlık faaliyetleri kadar benzer bir korsanlık faaliyeti de sınırımızın hemen öbür yanında hayata geçmektedir hem de çok vahşice çok daha büyük katliamlara imza atacak şekilde. Başta Baas rejimi olmak üzere Rusya ve İran’ın sürdürdüğü katliamlar Halep çevresinde yoğunlaşmış, Halep ve mücavir bölgelerde yaşanan katliam ve terörün Aden Körfezi’nde yaşananlardan çok daha vahim olduğunun altını çizmek isterim.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sizinkiler yapıyor ya.

TAHA ÖZHAN (Devamla) – Somali açıklarında kriz için bir araya gelmeyi başaran uluslararası aktörlerin Suriye’deki insanlık krizi için de sessiz kalmamaları beklenirdi. Maalesef, son beş yıldır bu kriz her geçen gün biraz daha büyürken bu sessizlik korunmuştur. Yaşanan katliamlar neticesinde Suriye’de, kabaca, aktör sayısını 2’ye indirgemeyi hedefleyen bir akıl yürütülmektedir. Rusya’nın başı çektiği, Afganistan’dan, Pakistan’dan, Lübnan’dan Şii milislerin, Irak’tan Şii milislerin öncülüğünü yaptığı, İran’ın da tam destek verdiği büyük bir katliam harekâtı Suriye’de beş yıldır kendisini farklı formlarda sürdürmektedir. Eğer bu başarılı olursa Rusya’nın ve İran’ın bundan hedeflediği şey, Suriye’de sadece Esed ve DAİŞ’in ortada kaldığı, aktör sayısının 2’ye indiği oldukça kanlı bir manzaranın ortaya çıkarılma girişimidir. Bunun da yapılabilmesi için Suriye’de zaten 15-16 milyona inmiş yani 10 milyona yakın insanın ülke içinde veya dışında mülteci konumuna düştüğü bir manzaradan çok daha sert bir şekilde sivillerin büyük ölçüde ülkeyi terk edeceği ve nüfusun daha da azalacağı ve sadece DAİŞ ile Esed yönetiminin, Baas rejiminin ayakta kalacağı ve dünyayı da bu ikisinden birisine tercih etmeye zorlayacağı oldukça ilkel bir strateji hayata geçirilmeye gayret edilmektedir.

Bu tehlikeli girişimin varacağı tek yer, Esed rejiminin de, DAİŞ terörünün de bölgeye çok daha sert bir şekilde yansıması, bölgeyi çok daha sert bir şekilde sıkıntı içine çekmesinden ibaret olacaktır. Bugün bu stratejinin hayata geçmesini doğrudan veya dolaylı bir şekilde izleyen veya desteklen aktörlerin tamamı, yarın bu iki aktörle baş başa kalındığında çok daha büyük bir bölgesel krizle –nasıl El Kaide’yle mücadelede krizi dağıtarak birkaç ülkeden ibaret olan sorunu şu an 100’e yakın ülkede uğraşılması gereken bir meseleye dönüştürdülerse- başta bölgemiz olmak üzere küresel bir soruna dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır.

Suriye’de kısa vadeli kazanımların peşine düşenler, bir asır önce aynı sahnelerin yaşandığını ve hatta bazı unsurların etnik ve sekter, otonom, devlet görünümlü yapılarla Sykes-Picot’tan nasiplendiğini bilirler. Ama şunu da bilmeleri gerekir ki, bir asır önce ortaya çıkan etnik, sekter, otonom veya devletçik yapıların hiçbirisi beş altı yılı, yedi yılı geçen ömürlere sahip olmamışlar çok daha büyük katliamların, bölgesel krizin ve yabancılaşmasının önünü açmışlardır. Bir asır önce Sykes-Picot bölge halklarına ne vaat ettiyse ve ne yaptıysa bugün de Mezopotamya’da kan ve zülüm üzerine inşa edilecek sömürgeci her bölgesel düzen aynı şeyi vaat edecektir.

Lakin geldiğimiz noktada bu düzene nöbetçi olma konusunda bütün aklını ve ahlakını yitirmiş aktörlerin marifetiyle bu kanlı sürecin hayata geçtiğini görüyoruz. Biraz önce zaten Rusya’yı, İran’ı ve onun müzahir unsurlarını saydık ama benzer şekilde Baas rejimi altında en büyük zulümlere maruz kalmış olan Kürtler de, PKK terör örgütü eliyle maalesef kirletilmiştir. Esed rejiminden en büyük zulmü görmüş olan Kürtler, PKK marifetiyle bir de Baas rejiminin iş birlikçisi yaftasını sırtlarında hissetmişlerdir. Suriye’deki Kürtlerin bir kısmının yaşadığı bölgedeki bir örgütten ibaret olan PKK, son beş yıl içerisinde aynı anda Rusya’nın, Amerika’nın, İran’ın ve Baas rejiminin destekleriyle, önce kendisine destek vermeyen Kürtleri bölgeden uzaklaştırmış, ardından da diğer unsurlarla oldukça etnik bir çatışmanın içerisine girerek kendisine açılan alan üzerinde yürümeye devam etmiştir. Bu yolun bir çıkış yolu olmadığı, dediğim gibi, yüz yıl önce de ortadaydı, şimdi de ortada. Üzücü olan, Suriye’nin en mazlum, kimliksiz halkı konumunda olan Kürtlerin bir de PYD marifetiyle bölge halklarıyla arasına giren derin yabancılaşmadır.

Burada demagojiler yapıldı, çukurdan bahsedildi. Çukurdan bahseden hatibin HDP Grubundan olması da ayrıca manidar. Stratejik bir çukurdan bahsedildi. Milyon kere yalanlanmış, açıktan düşmanlık içerisinde olduğu örgütün eylemleriyle de ispatladığı IŞİD’e destek verildiğini çok rahat bir şekilde telaffuz etti. Âdeta bir yerli muhbir tadında dışarıdan Türkiye’ye konuşan bir hatibi burada dinledik, üzülerek dinledik.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Ne diyorsun sen ya?

TAHA ÖZHAN (Devamla) – Sizden bahsediyorum.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Öyle bahsedemezsin, ahlaksız!

TAHA ÖZHAN (Devamla) – Üzülerek dinledik.

Buradaki her şey, tabii, kayıtlara geçiyor, ileride tarih bunların hepsini yargılayacak, buradaki ifadelerin hepsi aynı şekilde kayıtlara geçiyor.

Türkiye, IŞİD’e destek vermemektedir. DAİŞ terör örgütü, Türkiye’yi açık bir şekilde düşman olarak ifade etmektedir, Türkiye içerisinde katliamlara imza atmıştır. Türkiye de bu terör örgütüyle mücadele etmektedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) DAİŞ’in eğer bir ortağı varsa, Baas rejimiyle doğrudan iş birliği içerisinde olan ve şu an birbirlerine sadece 3 kilometre uzakta olan ama bir tek mermi sıkmayan, Rusya önderliğinde Kürtlere de bölge halklarına da zulmeden PYD’nin kendisidir.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kürkcü.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sataşma var.

BAŞKAN – Tam olarak ne dedi? Sormam gerekiyor İç Tüzük’e göre.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – “Muhbir konuşması yaptı." dedi.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kürkcü.

İki dakika süre veriyorum, lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün, Malatya Milletvekili Taha Özhan’ın (3/463) esas numaralı Başbakanlık tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Şimdi, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde üyelerin, doğru bildiklerini hiç kimseden korkmadan, hiçbir şeyden sakınmadan üyelerle konuşmaları kadar ahlaki, tutarlı bir şey olamaz. Burada düşüncelerimizi ifade ettiğimiz için, Türkiye’yi yönetenlerin Türkiye’yi yanlış yönettiklerine dair kanaatlerimizi içeride dışarıda, uluslararası forumlarda ya da Türkiye Büyük Millet Meclisinde tekrar ettiğimiz için herhangi bir ahlaki kayıtla burada suçlanmamız mümkün değildir. Nesi muhbirliktir söylediğimiz şeyin? Ne olmuştur? Dünyanın bilmediği, NATO’nun bilmediği, Amerika’nın bilmediği, Moskova’nın bilmediği, El Kaide’nin bilmediği neyi burada açıklamışızdır da bu sıfatla anılabiliyoruz? Aklımızdan geçeni, kalbimizden geçeni dosdoğru söylüyoruz; beğenirsin, beğenmezsin ama bütün bunlarla ilgili olarak hiç kimseyi hak etmediği bir biçimde suçlamaya kimsenin yetkisi yok.

İkincisi: IŞİD’le iş birliği meselesi sadece bizim tarafımızdan söylenen bir mesele değildir. Türkiye’nin bütün uluslararası forumlarda tartışmak zorunda kaldığı, zamanında gereğinden fazla açık ilişki sürdürüldüğü, zamanında, aslında “Özgür Suriye Ordusuyla sürdürüyoruz.” denilen bütün ilişkilerin Özgür Suriye Ordusu dağıldıktan sonra IŞİD’le ilişkilere dönüştüğü; buradan doğan bütün ticari ilişkilerin, askerî ilişkilerin, insani yardım ilişkilerinin IŞİD’in eline geçtiği ve Türkiye’nin uluslararası forumlarda IŞİD’le iş birliği yapmakla, bizim, Türkiye Büyük Millet Meclisinde olduğundan çok daha fazla suçlandığı açıkça ortadadır. O yüzden, bütün bunları Hükûmet olmanın diyeti olarak dinleyeceksiniz, hiç kimseye de hakaret etme hakkı vermez Hükûmet olmak. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şahıslar adına ilk söz, İstanbul Milletvekili Dursun Çiçek’e aittir.

TAHA ÖZHAN (Malatya) – Ahmet Bey…

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Çiçek.

Sayın Özhan.

TAHA ÖZHAN (Malatya) – Ben konuşurken de “ahlaksız” dendi, biraz önce de ahlak tartışması yaptı, söz istiyorum. Sayın hatip biraz önce de…

BAŞKAN – Sayın Özhan, şu anda kürsüdeki konuşmasında size herhangi bir sataşmada bulunmadı.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Yerinden Sayın Başkan.

TAHA ÖZHAN (Malatya) – Sayın Başkan, biraz önce de yerinden, ben kürsüde konuşurken söyledi, biraz önce de aynı şekilde ahlak kavramını kullanarak bir tartışma yaptı.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Tutanaklara geçti Başkanım.

BAŞKAN – Tutanaklara geçmiştir. Ben gene tutanakları isteyip bakayım Sayın Özhan.

TAHA ÖZHAN (Malatya) – Biraz önce de ahlak tartışması yaptı, kürsüden de yaptı ahlak tartışmasını. Sayın hatip biraz önce de ahlak tartışması yaptı.

BAŞKAN – Sayın Özhan, lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim, yeni bir sataşma olmasın, lütfen.

İki dakika süre veriyorum.

Buyurun.

2.- Malatya Milletvekili Taha Özhan’ın, İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün yerinden sarf ettiği bazı ifadeleri ve sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

TAHA ÖZHAN (Malatya) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; grupları adına söz alan hatibin dile getirdiği konuşmalar ne benim açımdan, ne de bu Meclis açısından ne de Türkiye’de bu işleri takip edenler açısından hiçbir orijinalliği olmayan fikirlerden ibarettir. Kalite tartışması yapmak için bunu söylemiyorum, şundan dolayı söylüyorum: Biz bu fikirleri uzunca yıllar, özellikle son beş yıldır, zaten farklı mecralardan fazlasıyla duyuyoruz. Bunlar büyük ölçüde tercüme cümlelerdir. IŞİD’le bağlantı, DAİŞ’le bağlantı... Özünde, aslında böyle bir İslamofobik zeminin de olduğu…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ne alakası var ya, ne alakası var? IŞİD’le İslam’ı mı özdeşleştiriyorsun?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sen IŞİD’i savunmaya mı çıktın oraya?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – IŞİD’le ilişki deyince İslamofobi mi oluyor?

TAHA ÖZHAN (Devamla) – Dinlersen öğreneceksin, dinlersen öğreneceksin.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ayıp ya! Bu kadar saptırılmaz ya!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyelim.

TAHA ÖZHAN (Devamla) – Müsaade ederseniz söyleyeceğim.

BAŞKAN - Sayın Özhan, Genel Kurula hitap edin siz de.

TAHA ÖZHAN (Devamla) – Bunların hepsini biz, İngilizce olarak belli kaynaklardan, Suriye krizinin başlamasıyla beraber zaten okuyorduk. Burada yapılan şey, bunların sadece kötü bir tercümesidir. Kötü tercümelere de ihtiyacımız yok. O kaynaklardaki birkaç dili anlayabilecek kapasitesi bu Meclisin fazlasıyla var, Türkiye’deki her unsurun var. Ama dediğim gibi, dışarıda bunu oldukça satılabilir bir şekilde kullanabilirsiniz, müşteri bulabileceğinize zerre şüphe yok. Ama sadece şöyle bir sorun var: Mal arzı fazlası var; artık bu o kadar çok piyasaya sürüldü ki ne bu lafların bir ciddiyeti kaldı ne bu suçlamaların bir ciddiyeti kaldı. Açıkça bir siyasal mitomani, yalan söyleme hastalığı. Biz, bu yalan söyleme hastalığını tedavi etme durumunda değiliz, sizi kendinizle baş başa bırakıyoruz. Bu suçlamaları defalarca yaptınız ama benim söylediğim basittir, burada bunun yerlisini dinlemek bize çok bir orijinallik katmıyor, biz bunu yabancılardan zaten yeterince dinliyoruz.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – En büyük yalanı siz söylüyorsunuz, en büyük yalanı.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Kürkcü…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Söylenenleri duydunuz, tekrar edeyim mi? “Yalan söyleme hastalığı…”

BAŞKAN – Buyurun efendim, size de iki dakika veriyorum.

Lütfen artık bu tartışmayı bitirelim, yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

Buyurun.

3.- İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün, Malatya Milletvekili Taha Özhan’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Şimdi, ben bu sözleri burada ilk defa söylemiyorum, Irak tezkeresi tartışılırken de bütün bunları benden dinlediniz, isterseniz tutanaklara bakın. Türkiye, IŞİD’le olan düşmanlık iddiasını ortaya koyabilecek hiçbir pratik yaptırım içerisinde değil idi, hâlen de değildir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Amerika Birleşik Devletleri'nin basınçları altında Suriye’ye yönelik bir müttefik harekâtı planladığında bu Güvenlik Konseyi kararına karşı çıkılamayacağından içinde IŞİD’in de sözünün geçtiği ama Suriye'deki bütün unsurların terörist kapsamında sayıldığı bir tezkere bu Meclisten geçti. O tezkere tartışmalarında da bunu söyledim. En azından bu tezkere bile, gerçekte bir tek kuvvete, IŞİD’e yönelmiş olan Güvenlik Konseyi kararını 6’ya bölerek, 6’ya dağıtarak IŞİD üzerindeki baskının altıda 5’ini üzerinden kaldıran bir karardı. Bunu o zaman da konuştuk. Bizim kendi aklımız, kendi fikrimiz var; kendi canımız, kendi çıkarlarımız var. Bunlar sizinkiyle aynı değil, o yüzden size itiraz ediyoruz. İtirazlarımız gerçektir, canımızın yandığı gerçektir. Sizin siyasetinizden memnun olmayan Türkiye'nin geri kalan büyük çoğunluğuyla aynı şekilde bu siyasete karşıyız. Bütün bunların yalancılıkla ne alakası var? Yoksulluk yalan mı, hırsızlık yalan mı, 17-25 yalan mı? Bunların hepsi hakikat. (HDP sıralarından alkışlar)

TAHA ÖZHAN (Malatya) – Yalan tabii ya!

EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) – Hepsi yalan, hepsi yalan!

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bunların hepsi hakikat. Hepiniz duydunuz sevgili arkadaşlar, bunların hepsini hepiniz duydunuz. “Oğlum, sende ne var?” Duymadınız mı? Duydunuz. O nedenle, bunlardan memnun değiliz, bunlara itiraz ediyoruz. Bunlara itiraz ettiğimiz için, bunları beğenebilir ya da beğenmeyebilirsiniz ama bunlar yüzünüze karşı söylendiği için…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – …mutlu olmalısınız. Arkanızdan söylenenleri bir duysanız. (HDP sıralarından alkışlar)

NİHAT ÖZTÜRK (Muğla) – Bir de siz arkanızdan söylenenleri duysanız. Sizin arkanızdan neler söyleniyor biliyor musun sen?

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

3.- Başbakanlığın, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının, bölgede seyreden Türk bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/2/2013, 16/1/2014 ve 3/2/2015 tarihli 956, 984, 1008, 1031, 1054 ve 1082 sayılı Kararlarıyla birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 10/2/2016 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/463) (Devam)

BAŞKAN – Şahıslar adına ilk söz, İstanbul Milletvekili Dursun Çiçek’e aittir.

Buyurun Sayın Çiçek. (CHP sıralarından alkışlar)

Sizin süreniz on dakikadır.

DURSUN ÇİÇEK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde yaptığı görev süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca bir yıl uzatılmasına yönelik olarak ortaya konan askerî ve siyasi ihtiyaçlar Millî Savunma Bakanı ve grup sözcüleri tarafından ayrıntılı olarak ifade edilmiştir. Burada esas görev, korsanlık, deniz haydutluğu, silahlı soygun eylemleri hakkında 2008 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10 Şubat 2009 tarihli Kararı’yla yedi yıldır uygulanan bir görevin devam ettirilmesidir. Tabii, bu görevin -otuz bir yıl Deniz Kuvvetlerinde görev yapmış biri olarak ifade etmek istiyorum- Deniz Kuvvetlerine en büyük katkısı uluslararası alanda, harekât alanında eğitim ve tecrübe yönüdür. Dolayısıyla, bu açıdan ele alındığında birleşik bir harekâtta Deniz Kuvvetleri personeli bu görevle üst seviyede tecrübe kazanmaktadır. Bu görevin diğer önemli unsurları, bayrak gösterme, Türk ticaret yollarının açık bulundurulması ve Deniz Kuvvetlerinin bölgede görev yapan fırkateynle ilgili bilgilerin, iletişim bilgilerinin ticaret gemilerine verilmesi suretiyle Türk ticaret gemilerinin bölgede emniyetli bir şekilde seyrinin sağlanmasıdır. Tabii, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama görevi yapan Meclis Silahlı Kuvvetlere, Hükûmete görevler verecektir, ancak görev verdiği kadar da millî ordusunu, Deniz Kuvvetlerini koruyacaktır, kollayacaktır, destekleyecektir.

Dolayısıyla, bu kapsamda bir gerçeği ifade ederek sözlerime devam etmek istiyorum. Yargıtay 9. Ceza Dairesinde onaylanan, Balyoz davası olarak bilinen davada 237 subayın 134’ü denizci, 41’i havacı, 38’i karacı, 24’ü jandarma. Ki bu bir darbe davası, darbe davasında Deniz Kuvvetlerinin rol alması, darbe görevlerinde bulunması hayatın olağan akışına aykırıdır. Yani Balyoz davasının sanıklarının yüzde 57’si denizcidir.

İşte, burada da hâkim ve savcı cübbesi giymiş, “yargıç” diye adlandırılan hukuk haydutları vardır. Bu hukuk haydutlarını güçlendiren, siyasi destek veren bu Hükûmetin, Anayasa gereği Deniz Kuvvetlerine, Silahlı Kuvvetlere sahip çıkması, hak ve hukukunu koruması temel bir görevdir.

Şimdi, davalara bakıyoruz, ön planda denizciler. Niye denizciler? Çünkü Deniz Kuvvetleri, emperyalistlerin Karadeniz’e çıkmasına engel olmaktadır; Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarının paylaşımında Kıbrıs Türklerinin haklarını korumaktadır; millî gemi, millî yazılımlarla emperyalizmin uşaklığına itiraz etmektedir. Bu süreçte, yetişmiş insan gücü, Deniz Kuvvetlerinde yetişmiş insan gücü altı yılda tasfiye edilmiştir. Buna da şu anki siyasi iktidar seyirci kalmıştır, hatta bazı bölümlerini azmettirmiştir bu Mecliste yasalar çıkararak.

Türk Silahlı Kuvvetleri bu Meclisin verdiği görevler kapsamında yıllardır Balkanlarda, Kafkaslarda görev yapmaya devam etmektedir, güneydoğuda terörle mücadelede şehitler vermektedir. Ancak sıra bunların hak ve yetkilerinin, özlük haklarının geliştirilmesine geldiğinde bu Mecliste yeterli bir destek görememektedir.

Millî Savunma Komisyonunda da görev yapan bir milletvekili olarak şunu ifade etmek istiyorum: Güvenlik ihtiyacı en az yeme içme ihtiyacı kadar birincil bir ihtiyaçtır, bunun önemini ancak kaybettiğimizde anlarız.

Dolayısıyla biz grup olarak bu tezkereye olumlu destek verirken, özellikle Meclise karşı, silahlı kuvvetleri sefere, göreve hazırlama görevi olan Hükûmeti, Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik hak ve çıkarların korunması konusunda daha aktif görevler almaya, daha istekli olmaya davet ediyoruz. Bu konuda, bu davalarda mağdur edilen binlerce, yüzlerce Türk askerinin hukuk şehidi verilen bu davalardaki mağduriyetlerinin giderilmesi için Meclise getirilecek yasaların, düzenlemelerin bir an önce gündeme getirilmesini ve Mecliste kabul edilmesini talep ediyoruz.

Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çiçek.

Şahıslar adına ikinci söz Düzce Milletvekili Faruk Özlü’ye aittir.

Buyurun Sayın Özlü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

On dakikadır süreniz.

FARUK ÖZLÜ (Düzce) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurları Aden Körfezi’nde korsanlara karşı yürütülen uluslararası bir mücadeleye destek vermektedir. Bu desteğin bir yıl daha uzatılmasını içeren Başbakanlık tezkeresi hakkında şahsi görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Aden Körfezi’nde, Somali kara sularında ve açıklarında, Hint Okyanusu’nda seyreden ticari gemilere yönelik deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri önceki yıllara oranla sayıca azalmış olsa da bir uluslararası güvenlik meselesi olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Söz konusu bölgede deniz haydutluğuyla mücadele faaliyetleri hâlihazırda NATO’nun Okyanus Kalkanı Harekâtı, Avrupa Birliğinin Atlanta Harekâtı, Amerika Birleşik Devletleri önderliğindeki Birleşik Deniz Kuvvetleri ve millî kontroldeki gemiler vasıtasıyla olmak üzere 4 ayrı çerçevede yürütülmektedir. Bugün Aden Körfezi’nde Türkiye, Amerika, İngiltere, Almanya gibi NATO ülkelerinin yanı sıra Çin, Rusya, Japonya gibi diğer küresel güce sahip ülkeler de görev yapmaktadır.

Sayın milletvekilleri, deniz yoluyla taşımacılık hava yoluna göre 14, kara yoluna göre 7, demir yoluna göre ise 3,5 kat daha ucuzdur. Deniz taşımacılığının kilit noktalarında meydana gelen deniz haydutluğu faaliyetleri ihracatlarını ve ham madde ihtiyaçlarını bu yollardan sağlayan ülkeleri tedirgin etmektedir. Bunun yanında, haydutluk faaliyetlerinin sigorta şirketlerini de etkilemesi sigorta primlerinde astronomik artışlara neden olmaktadır. Bu sebeple deniz yollarının güvenliğinin büyük önem arz ettiği izahtan varestedir.

Aden Körfezi dünya deniz taşımacılığının yüzde 14 ve denizden yapılan petrol taşımacılığının yüzde 26’sının geçtiği dünyanın en önemli su yollarından birisidir. Ayrıca Orta Doğu petrollerinin Avrupa ve Amerika kıtalarına taşındığı, Çin ve Hindistan gibi büyük ekonomilerin ham madde ve enerji ihtiyaçlarının görüldüğü stratejik bir su yolu niteliği taşımaktadır. Gemilerin Aden Körfezi’ni, dolayısıyla Süveyş Kanalı’nı kullanmayıp Ümit Burnu’ndan dolaşması, dolaşmayı denemeleri hâlinde ekonomik ve zamansal kayıpları oldukça artmaktadır. Bu nedenle, Aden Körfezi’nin ticari gemiler için hayati öneme sahip olduğu düşünülmektedir.

Sayın milletvekilleri, Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nden yıllık ortalama 22 bin ticari gemi geçiş yapmakta, bu geçişler 1,8 trilyon dolarla dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 14’üne; 315 milyar dolarla dünya petrol ihracatının yaklaşık yüzde 26’sına karşılık gelmektedir. Avrupa’ya gelen petrolün yüzde 30’unun, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’ya gelen toplam petrol ve petrol ürünlerininse yüzde 18’inin bu bölgeden geçtiğini söyleyebiliriz.

Türk dış ticareti açısından da bölge hayati öneme haizdir. Bu bölgeden geçen ticaret gemileri Türk dış ticaret hacminin 78 milyar dolarla yüzde 20’sini oluşturmaktadır. Bölgeden geçiş yapan Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemi sayısı yıllara sari olarak artış göstermektedir. Söz konusu eylemlerin vuku bulduğu deniz alanları uluslararası deniz ticaretinin başlıca ana güzergâhlarından biri olup Türk ticaret gemileri ve Türk mürettebatlı yabancı bayraklı gemiler tarafından da yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.

Sayın milletvekilleri, deniz haydutluğu tehdidinin çözüm anahtarı karadadır. Çözüm, Somali’nin iç düzeninin sağlanması, refah ve huzura kavuşturulmasıyla mümkün olabilecektir. Bu minvalde, uluslararası toplumun kapsayıcı bir yaklaşımla müşterek hareket etmesi, etkin tedbirler alması ve uygulaması gerektiği değerlendirilmektedir.

Ülkemiz, bu çerçevede, deniz haydutluğuyla mücadelede sürdürdüğü çabalara paralel olarak Somali’ye yardımlarını hız kesmeden devam ettirmekte, kapsamlı bir stratejiye dayanan bir Somali politikası yürütmektedir. Somali’yi uluslararası gündemin bir parçası hâline getirmek, insanî yardım, kalkınma ve altyapı projeleri, siyasi uzlaşma, güvenlik ve askerî alanlarda destek vermek söz konusu stratejinin ana unsurlarını oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, millî savunma politikalarında kolektif savunmaya ayrı bir önem vermektedir.

Türkiye, güçlü ordusuyla daha çok ülkenin iş birliği yapmak istediği bir ülke hâline gelmiştir. Giderek artan oranda askerî eğitim ve iş birliği, Barış İçin Ortaklık Programı ve çok uluslu barış gücü teşkili faaliyetleri ile barışı destekleme harekâtlarında aranan bir ülkedir. Bu kapsamda, Birleşmiş Milletler, NATO ve Avrupa Birliği çatısı altında icra edilen harekâtlara önemli katkılar sağlamaktadır.

Türkiye, hâlihazırda uluslararası boyutta pek çok görevi icra etmektedir; Lübnan, Afganistan, Mali, Kosova, Somali, Aden Körfezi ve Bosna Hersek bu ülkelerden bazılarıdır.

Deniz haydutluğu, denizlerin insanlar tarafından ticari ulaşım amaçlı kullanılmaya başlanmasından bu yana sürekli var olagelmiştir. Korsanlık, günümüzde şiddetini artırarak uluslararası deniz ticaret yollarında ve deniz ticaretinde önemli bir tehdit hâline gelmesiyle her yıl milyarlarca dolar ekonomik zarara sebep olmaktadır. Ayrıca, Somali ve bölgedeki diğer ülkelere yapılan insani yardımların deniz yoluyla intikalini de güçleştirmesi nedeniyle konu küresel bir güvenlik sorununa dönüşmüş bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bölgedeki Deniz Kuvvetleri unsurlarımızca deniz haydutlarına karşı 2009 Temmuz ayından bugüne kadar icra edilen operasyonlarda onlarca deniz haydudu etkisiz hâle getirilmiş, çeşitli ülkelere ait gemilere koruma ve refakat sağlanmış ve yapılan saldırı girişimleri engellenmiştir. Bölgede görev icra eden fırkateynlerimizce Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticaret gemilerinin yanı sıra, Türk Kızılayı adına insani yardım taşıyan gemilerin emniyetli geçişlerinin sağlanması için de her türlü tedbir alınmakta ve gerekli koordinasyon sağlanmaktadır.

Türkiye-Somali ilişkileri Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanan bir tarihî geçmişe sahiptir. 2011-2014 döneminde Somali’ye çok kapsamlı yardımlar yapıldığını ifade etmek isterim. Örneğin, Somali’ye yapılan hastane 25 Ocak 2015 tarihinde açılmıştır. Bu hastaneye Cumhurbaşkanımızın adı verilmiştir.

Türkiye, Somali’nin geleceğinin şekillendiği bu dönemde de Somalili kardeşlerimizin yanında yer almaya, onları desteklemeye ve yeniden ayağa kaldırmaya yönelik çalışmalarına devam edecektir. Bir taraftan korsanlıkla mücadele ederken, diğer taraftan deniz haydutluğunun sebeplerini ortadan kaldırmaya çalışmalıyız.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’mızın 92’nci maddesi gereğince, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının 10 Şubat 2009 tarihli ve 934 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla belirlenen ilke ve esaslar dâhilinde başlatılan ve son olarak 3 Şubat 2015 tarihinde bir yıl süreyle uzatılan deniz haydutluğu ve silahlı soygunla mücadele görevinin Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerinde 10 Şubat 2016 tarihinden itibaren bir yıl süreyle bir kez daha uzatılması için gerekli yetkinin Hükûmetimize verilmesinin uygun olacağını ifade ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özlü.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi Sayın Bakanın yaptığı düzeltmeyi de dikkate alarak tezkereyi oylarınıza sunacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tezkere kabul edilmiştir. Hayırlı uğurlu olsun.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.12

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.34

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36’ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, Şırnak’ın Cizre ilçesi Cudi Mahallesi'nde 23 Ocak 2016 günü bulundukları mahallelerin ağır saldırı altında olması nedeniyle bir bodrum katına sığınmış bulunan 31 sivil yurttaşımızın durumuyla ilgili olarak kamuoyunun bilgilendirilmesi ve olayın tüm boyutlarıyla ortaya konulması amacıyla 9/2/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin  Genel Kurulun 9 Şubat 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 09/02/2016 Salı günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                  İdris Baluken

                                                                                                    Diyarbakır

                                                                                             Grup Başkan Vekili

Öneri:

9 Şubat 2016 tarihinde Diyarbakır Milletvekili Grup Başkan Vekili İdris Baluken tarafından verilen 966 sıra numaralı Şırnak’ın Cizre ilçesi Cudi Mahallesi'nde 23 Ocak 2016 günü bulundukları mahallelerin ağır saldırı altında olması nedeniyle bir bodrum katına sığınmış bulunan 31 sivil yurttaşımızın durumuyla ilgili olarak kamuoyunun bilgilendirilmesi ve olayın tüm boyutlarıyla ortaya konulması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırma önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 9/2/2016 Salı günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Önerinin lehinde ilk söz Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’e aittir.

Buyurun Sayın Baluken. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grup önerimiz üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, geçen hafta milletvekilleri olarak, Meclis olarak tatilde olduğunuz süre içerisinde Türkiye siyasi tarihinin en trajik katliamları maalesef Cizre içerisinde yaşandı ve Meclis tatil olmadan hemen önce de biz o katliam riskiyle ilgili yapmış olduğumuz çalışmaları ve bütün ülkemizin demokratik geleceğiyle ilgili önümüzde bulunan riski burada, defalarca bu kürsüden paylaştık, Meclisin bu olaya mutlaka müdahil olması gerektiğini, Cizre içerisinde yaşanacak toplu katliamlardan sonra önümüzdeki süreç açısından artık toparlayacak bir zemin bulamayacağımızı ısrarla bu kürsüden belirttik ama maalesef bütün ısrarlarımıza rağmen milletvekilleri, Parlamento grupları, bu bir haftalık süre içerisinde Cizre’de tarihimizin en trajik katliamları yaşanırken tatile gitmeyi, tatil yapmayı tercih ettiler.

Geçen hafta Cizre içerisinde 21’inci yüzyılın Kerbelâsı ve 21’inci yüzyılın Madımak katliamı AKP Hükûmeti eliyle, maalesef, tarih kayıtlarına geçmiştir. Bu her iki katliam da on sekiz günlük süre içerisinde âdeta canlı yayınla bütün Türkiye halklarına izlettirilmiş, Türkiye halklarının demokratik tepkileri, yürütülen dezenformasyon kampanyalarıyla köreltilmek suretiyle maalesef, göz göre göre insanlar diri diri ölüme yollanmıştır.

Bugün burada bu konuşmayı yaparken de hicap duyuyorum. Eğer o gün gerekli tedbirler alınmış olsaydı, Meclis gerekli inisiyatifi almış olsaydı, bir Meclis komisyonu Cizre’deki bodrum katlarında neler yaşanıyor diye gidip yerinde durumu tespit edip oradaki yaralı ve cenazeleri hastaneye nakletmeyle ilgili bir süreci başarmış olsaydı bugün biz bu grup önerisiyle buraya gelmiyor olacaktık.

O süreci kısaca hatırlatayım size: “Vahşet bodrumu” adını verdiğimiz Cizre’deki bodrumda 30’a yakın yurttaşımızın, ki sonradan sayının 31 olduğunu belirledik ve birçoğunun da yaralı olarak orada beklediğini, bizimle sağlamış oldukları iletişimle de hastaneye nakledilmek istendiklerini ifade ettik. Bunun için özellikle İçişleri Bakanlığı nezdinde sayısız girişimlerimiz ve görüşmelerimiz oldu. Maalesef, İçişleri Bakanlığının bize vermiş olduğu yanıt yani devletin ve Hükûmetin harekete geçeceğine dair yanıt 23 Ocak ile 27 Ocak arasında hiçbir şekilde iletilmedi. 27 Ocakta bizler 3 milletvekili olarak İçişleri Bakanlığına gidip orada gerekli bütün siyasi, diplomatik görüşmeleri yaptıktan ve sonuç almadıktan sonra, orada açlık grevine başladıktan sonra 28 Ocak tarihinde İçişleri Bakanı gece on ikide heyetimizle görüşmeye geldi ve gece on ikiden ikiye kadar 2 kez Başbakanla telefonla görüşerek İçişleri Bakanı “Bakan olarak Başbakanın talimatını da şu anda sizin yanınızda iletiyorum, yarın bu meseleyi tamamen çözeceğiz.” dedi. Bizler de tabii, İçişleri Bakanı ve Başbakanın talimatı devredeyken, “Ne pahasına olursa olsun o yaralı ve cenazeler mutlaka hastaneye nakledilecek.” sözü bize iletilmişken bunu hem Cizre yereline hem de Parlamento grubumuza aktardık. Ve ilk defa 28 Ocak tarihinde belediye ambulansının -ki altını çizerek söylüyorum, Sağlık Bakanlığı ambulansı değil- olay yerine 1 kilometreden daha yakın bir mesafeye geçişine izin verildi. 150-200 metre mesafeye yanaşan belediye ambulansı -Başbakanın talimatı olduğu için olacak ki- 11 kez aynı girişimde bulundu ama maalesef 11 kez de tek taraflı bir ateşle, güvenlik güçlerinin orada yarattığı bir çatışma mizanseniyle o ambulansların bodrum katında, vahşet bodrumunda bulunan yaralı ve cenazeleri alması engellendi. Böyle olduğu için akşam saatlerinde biz tekrar İçişleri Bakanlığı ve devlet yetkilileriyle temas kurduk. Nasıl oluyor da bir Başbakan talimat veriyor, bir İçişleri Bakanı “Mutlaka halledeceğiz” diyor ama orada yaratılan mizansenle, ki birçoğunun telefon kaydını Bakanlık yetkililerine dinlettik, “Biz Başbakanı tanımıyoruz, biz Bakanı tanımıyoruz, burada bütün süreci yöneten biziz.” cevabıyla ambulansların yaralı ve cenazeleri almasına engel olunuyor. Buna bu saate kadar herhangi bir Hükûmet ya da devlet yetkilisinin vermiş olduğu tatmin edici bir cevap yok.

Sonra, gece saatlerinde bize dönüp, Başbakan, o direnç çıkaran merkezlerin Ankara’da bulunan genel koordinasyonlarıyla görüştü -ki bunun içerisinde Genelkurmay Başkanlığı da var- “Yarın yani 30 Ocak itibarıyla da mesele kesin çözülüyor.” dediler. 30 Ocak tarihinde Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Şırnak Valiliği ve Cizre Kaymakamlığının da içerisinde konferans iletişim imkânı sağladığı bir kriz masası kuruldu ve biz kriz masasıyla, yaralılarla ve sağlık ekipleriyle 3 milletvekili olarak sürekli canlı telefon bağlantısıyla o süreci sonuca götürmeye çalıştık. Kriz masası ve yaralılarla yaptığımız görüşmelerde yaralıların alınma şekli ve yöntemiyle ilgili bir ortaklaşma da sağladık ancak kriz masası bize “‘Yaralılar bu saatte bina dışına çıkabilir.’ onayını bekleyin.” dediği süre içerisinde yaralılarla olan telefon bağlantımız sırasında binaya, belki de insanlık tarihinin en vahşi operasyonlarından biri yapıldı. Patlama sesleri, silah sesleri, oradaki yaralıların çığlık sesleri, sadece bizim tarafımızdan değil, aynı anda, iletişim hâlinde olduğumuz kriz masasına ve Başbakan Yardımcısına dinletildi. “Hemen müdahale ediyoruz.” demelerine rağmen silah sesleri ve patlama sesleri susmadı ve bir saatlik süre içerisinde irtibatımız kesilen yaralılarla tekrar iletişim sağladığımızda “Enkaz altındayız, hareket edemiyoruz, nefes alamıyoruz.” dediler. Otuz iki dakikalık o ses kayıtlarını yayınlasak Türkiye’de infial olur. “Sadece kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla kısa bir süreli olarak vermiş olduğumuz o ses kayıtları, istenirse bizim tarafımızdan ilgili savcılıklara verilebilir.” açıklaması yaptık ama maalesef onunla ilgili hiçbir gelişme olmadı.

Süreç, SES ve TTB ekiplerinin oraya gitmesi için yaptığı girişimler, oradaki gençlerin analarının bina önüne kadar gitmesine rağmen oradaki güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınması, eş başkan ve vekil heyetlerimizin oraya gitmesine izin verilmemesi, en son yine benim de dâhil olduğum bir heyetin Cizre’ye 40 kilometre öteden geri çevrilmesiyle maalesef bir katliam boyutuna ulaştı.

Biz, vahşet bodrumuyla ilgili bir gelişme beklerken, 4 Şubat tarihinde, bir sokak ötedeki bir binadan, “Cizre Madımak’ı” olarak adlandırdığımız bir binadan bize ulaşan bir yaralı, top atışıyla büyük bir yangın olduğunu, içeride 30’un üzerinde insan bulunduğunu, tamamının silahsız olduğunu ve ölüm tehlikesi olduğunu bize bildirdi. Sonrasında, sayılarının 62 olduğunu öğrendiğimiz “O insanların kurtarılması için itfaiye gönderilsin, sağlık ekipleri, kurtarma ekipleri gönderilsin.” girişimlerimizin hiçbirine cevap verilmedi ve aynı binadan bizi arayan kişi ertesi sabah o yangın binasında, o cehennem binasında 9 yurttaşın yanarak yaşamını yitirdiği, 25 kişinin de ağır yaralı olduğu bilgisini iletti. Ona rağmen, yine “İtfaiye ekipleri ve kurtarma ekipleri gitsin.” dedik ama maalesef gönderilmedi. O sürecin tamamını burada artık aktaramayacağım ama en son, TRT’nin 9 Şubat tarihindeki bir alt yazısında bodrum katlarına operasyon yapıldığı ve 60 teröristin etkisiz hâle getirildiği ifade edildi. Sonra, İçişleri Bakanlığı, Başbakan ve Anadolu Ajansı o olayı yalanladı ancak maalesef ki, Genel Kurulla paylaşıyorum, TRT’nin yazmış olduğu o alt yazı doğru çıktı. “10 kişi yaşamını yitirdi.” şeklinde yapılan açıklama, demin Cizre yereliyle yapmış olduğumuz görüşmede belediye ambulanslarının bugün taşımış olduğu 27 cenazeyle birlikte kendi kendini tekzip eden bir pozisyona girmiş oldu. Yani göz göre göre, Türkiye halklarının gözünün içine baka baka Kürt halkına bir Kerbelâ katliamı, bir Madımak katliamı Cizre içerisinde AKP Hükûmeti tarafından yaşatıldı. Korkarım ki…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Sayın Başkan, bir ek süre alabilir miyim?

BAŞKAN – Sayın Baluken, kürsüden hiç vermedim. Siz tamamlayın, sonra gerekirse yerinizden veririm, hiç vermedim çünkü, adil bir yönetim sergileyelim dedik.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Korkarım ki, önümüzdeki süreç açısından, bu AKP eliyle ortaya konulan bu katliamın yarattığı travmaları, yarattığı tahribatları artık onarma açısından son derece zorlu bir süreçle karşı karşıyayız. Hiç kimse şunun rahatlığı içerisinde olmasın: Cizre’de insanlar yanacak, Cizre’de, Sur’da her türlü hukuksuz, insan haklarını ihlal eden uygulamalar yapacağız ve bu ülkede de hiçbir şey olmamış gibi bir demokratik gelecek kuracağız. Bunun için maalesef, kullanabileceğimiz önemli süreleri heba ettik ve katliamlarla karşı karşıya kaldık. Şu anda o bodrum katlarında nelerin olduğunu araştırma açısından bu Meclisin oraya gidip bir araştırma yapması, bütün o sürecin tamamını kayıt altına alması ve Kürt halkına karşı işlenen bu katliamlarla ilgili bir özrü bütün dünya kamuoyuna duyurulacak şekilde yapması dışında hiçbir şansa sahip değiliz.

Biz, bu önergeyi de buradan bir çözüm beklentisi içerisinde olduğumuz için değil, artık pamuk ipliğiyle bağlı olan gelecek kaderimiz açısından Meclisin bu çalışmasının önemli olduğu, devlet adına, hükûmet adına işlenmiş olan bu katliamla ilgili Kürt halkından özürle ilgili bir sürecin işlemesi gerektiği açısından getirdik. Genel Kurulda umarım ki buna destek verirsiniz, umarım ki demin ifade ettiğim gibi -konuşmakta da zorlanıyorum- daha büyük tahribatlar olmadan bu sürecin bütün gerçeklerini bu Meclis bir an önce açığa çıkarır diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Baluken.

Sayın Çakır…

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan, Sayın Baluken’in konuşmasındaki “AKP eliyle 20’nci yüzyılın Kerbelâsı’nı yaşattınız.” sataşması çok ağır bir sataşmadır, 69’dan söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çakır.

Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeden iki dakika süre içerisinde meramınızı ifade edin.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öncelikle güneydoğuda olup biteni, daha spesifik olarak Cizre’de bir bodrum katında olup biteni Türk siyasi tarihinin en büyük katliamlarından birisi olarak tanımlamak, doğrusunu söylemek gerekirse hakkaniyetsizliktir.

Elbette orada ölen insanların ölmesini kimse arzulamaz, arzulamayız ama daha önemlisi, Sayın Baluken’in “20’nci yüzyılın Kerbelâsı”, “21’inci yüzyılın Madımak’ı” şeklinde yapmış olduğu teşbih, benzetme, bence çok talihsiz bir benzetmedir.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Yaralıları infaz ettiniz, yaralıları!

COŞKUN ÇAKIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, biz Kerbelâ’yı çok önemsiyoruz. Kerbelâ bizim için azizdir. Kerbelâ’da şehit olan serdarı şüheda Hazreti Hüseyin bizim için azizdir. Onların onurlu direnişi bizim için aziz, değerli ve kıymetlidir. Eğer Hazreti Hüseyin’le ve arkadaşlarıyla, oradaki, güneydoğudaki, Cizre’deki bodrum katındaki insanların içinde bulunmuş olduğu durumu karşılaştırıyorsak çok ciddi bir hata yapıyoruz, çok büyük bir hata yapıyoruz, o aziz şehitlerin de hatırasına, bana göre, ihanet ediyoruz. O bakımdan, değerli arkadaşlar, bunun altını çizmek isterim.

Ayrıca, Madımak benzetmesini de Kerbelâ benzetmesi gibi şiddetle reddediyorum, kabul etmiyoruz. Çünkü, orada da masum insanlar ölmüştür. Onu da o şekilde kınamıştık, aynı şekilde söylüyoruz.

İdris Bey burada bir konuşma yaptı, kendince oradaki olup biteni hikâye etti. Şimdi, birazdan bizim arkadaşımız da orada olup biteni başıyla sonuyla hikâye edecek, anlatacak. Göreceksiniz, tablonun aynı olmadığını göreceksiniz. Ben onun için ona girmek istemiyorum, sadece buna değinmek istedim.

Kerbelâ bizim için azizdir ama güneydoğuda olup bitenler kesinlikle Kerbelâ’yla karşılaştırılamaz.

Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın hatip konuşması sırasında oradaki durumu çarpıtarak hikâyeleştirdiğimi ifade etti, açıktan sataştı, birçok sataşma var.

BAŞKAN – Sayın Baluken, lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

Buyurun.

5.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Cizre’de olan durum şu: Cizre’nin en ana, işlek caddesine 200 metre ötedeki bir bodrum katta yaralı ve hastaneye kaldırılmayı bekleyen insanlara tam on sekiz gün boyunca bir yaşam koridoru açılmamıştır, 200 metre ötedeki o insanlara bir damla suyun iletilmesine izin verilmemiştir. O insanlar bizle iletişim kurduklarında “Bir damla su bulamıyoruz.” çığlığını bütün Türkiye kamuoyuna duyurmak istemişlerdir. Bir damla suya muhtaç eden zihniyet, Kerbelâ’da katliam yapan zihniyetin ta kendisidir. Hiçbir devlet hiçbir gerekçeyle “Ben 200 metre öteye bir yaşam koridoru açamıyorum.” diyemez. Olabilir, siz oradaki insanların tamamını katletmek istiyor olabilirsiniz, tamamını öldürmek için karar almak istiyor olabilirsiniz ama bu süre içerisinde o insanlara bir şişe suyun gitmesini engellemenin hiçbir izahatını burada yapamazsınız.

Yine aynı şekilde, 4 Şubat tarihinde, yanan bir bina içerisindeki 62 insanın bilgileri bizdedir. Telefon kayıtlarını çıkarsınlar. O telefon kayıtlarının tamamında “İtfaiye gitmezse o insanlar yanacak, hepsi devlet eliyle, Hükûmet eliyle ölecek.” denmiştir. Bunu söylememize rağmen orada, o bodrumda bulunan insanların yangın sonucu cehenneme çevrilmiş o binada ölümüne rıza gösterildi. Ölmeyenleri de işte TRT alt yazısının geçtiği o günde bodruma yapmış oldukları bir katliam operasyonuyla maalesef infaza tabi tuttular. Ortada öyle 10 ölü falan yok, size söylüyorum işte. Belediye ambulansları demin o binadan, cehennem binasından, Cizre Madımak’ından 27 cenazeyi daha taşıdılar. Başbakanın, İçişleri Bakanının, ilgili yetkililerin yalanlarına alıştık ama ölüm üzerine artık yalan söyleme ahlaksızlığını bir kenara bırakmanız gerekiyor.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, Şırnak’ın Cizre ilçesi Cudi Mahallesi'nde 23 Ocak 2016 günü bulundukları mahallelerin ağır saldırı altında olması nedeniyle bir bodrum katına sığınmış bulunan 31 sivil yurttaşımızın durumuyla ilgili olarak kamuoyunun bilgilendirilmesi ve olayın tüm boyutlarıyla ortaya konulması amacıyla 9/2/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin  Genel Kurulun 9 Şubat 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi aleyhinde ilk söz Osmaniye Milletvekili Ruhi Ersoy’a aittir.

Buyurun Sayın Ersoy. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

RUHİ ERSOY (Osmaniye) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; lehte veya aleyhte, insan milletvekili sıfatıyla söz alır, burada, süresi içerisinde bir şeyler söyler, söyledikleri sözler zaman kadar tarihi ve geleceği de ilgilendirir. Bu bilinçle Milliyetçi Hareket Partisi hareket eder ve her bir sözcüsü ne kadar süreyle olsun o kadarlık zaman dilimi içerisinde tarihe not düşmek ve geleceğe mesaj vermek ister.

Öncelikle şunu ifade etmek isterim: Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri, polisi, güvenlik güçleri kökünü Türk kültüründen ve İslam ahlakından almış bu vatanın, bu milletin çocuklarıdır; hiç kimseye bilerek ve isteyerek zulmetmez. Hele hele “Su istiyorum.”, hele hele “Kan istiyorum, can istiyorum, hayatımı kurtarın.” diyenlere de asla kayıtsız kalmaz. Bu işin arka planında farklı birtakım programların olduğu bir hakikat ama ne hikmetse Hükûmet bu hakikati milletin gözünün önüne samimiyetle serip aktaramıyor. Birileri de bu kürsüden sürekli bunun propagandasını yaparak, temiz dil kullanmanın çok ötesinde Türk devletini, Türk askerini, Türk polisini âdeta katliamcı gibi sunmaya çalışıyor.

Bakın, aziz milletvekilleri, çok detayına girmek istemiyorum ama Çanakkale’de Yarbay Hasan Paşa ve köpeği Canberk’in hikâyesini hatırlatmak isterim. Yarbay Hasan Paşa ile Canberk’in arasındaki münasebet, o cephede askerlerin hastalıklı bir köpeği kovalamasını gören komutanın inip ona su vererek, onu tedavi ederek şefkat göstermesiyle başlar. Kendisine bağlılık ifade etmeye başlayan, adına Canberk dedikleri bu köpeği daha sonra tüm kışla bir maskot olarak görüyor ve onlarla beraber aynı ruhu teneffüs ediyor. Bir gün bir vuruşmada Yarbay Hasan Paşa hunharca şehit ediliyor. Şehadetinin de arka planında, kurtarmak için elini uzattığı bir düşman askerinin “Hayattaysa onu tedavi edecektim.” anlayışıyla yüzünü çevirdiğinde, maalesef hançerlenerek şehadet şerbetini içiyor ve o köpeğin sadakati, üzerine örtülmüş bayrağın altına girerek onunla beraber derdinden can vermesiyle… Çanakkale’de Yarbay Hasan Paşa’nın -Canberk ayak ucunda- mezarı bugün birlikte görülebilecek tarihî hakikat.

Bu, tek başına bir mitoloji ya da efsane değil, yaşanmış belgelerle anlatılan bir hakikat. İşte, Türk askerinin ve Türk polisinin bu hakikatten beslenerek hareket ettiğinin ifadesi, terörle mücadelede “Habersiz ve izinsiz çayınızı, şekerinizi kullandık.” diye bıraktıkları bedelden yaşlıları sırtına alarak PKK’lı teröristlerin elinden kurtarmak isteyen görüntülere kadar o şefkati, o samimiyeti Türk güvenlik güçleri bölgede gösterebilmekte. Bu haksız tutum karşısında, bu işin böyle olduğunu iddia edenlerin uzantıları İnsan Hakları Örgütünün 20 Ocak 2016 tarihli basında yayınlanan belgesiyle beraber, YPG’nin, PKK’nın ve PYD’nin dahi nasıl uluslararası anlamda etnik temizlik yaptıklarıyla ve bölgeyi arındırmak için -özellikle PYD’nin- insan hakları ihlaliyle ilgili 8 Eylül 2015 tarihli raporu da bunun devamı niteliğindedir. Şimdi, bu raporlar -sadece duyguyla, fikirle- Türk devletinin kurmaylarının, Türk devletinin istihbaratının raporları değil, bunu merak edenler birazcık kaynak taradıklarında Uluslararası Af Örgütünün raporları olduklarını görürler. Siz çocukları önünüze bariyer olarak, engel olarak koyacaksınız, arkasına saklanıp uluslararası güçlerden alınan desteklerle, silahlarla Türk askeri, polisi hizmet getirirken onlara suikast düzenleyeceksiniz.

Aziz milletvekilleri, saldırı, savaş ve çatışmada birtakım terimler vardır. Bugün itibarıyla baktığınızda, şehadet şerbetini içen askerimiz, polisimiz, uzman çavuşumuz saldırırken değil, savunurken hunharca şehit edilmişlerdir. Diğer tarafta, benim ülkemin bir vilayetinde, bir ilçesinde, şehrinde terörle mücadele değil kamu düzenini tesisle alakalı güvenlik güçleri görevde. Güvenlik güçlerinin bu iradesinin sonuna kadar yanındayken kendi şehir merkezine terörü bu kadar indirmiş ve indirilirken de göz yummuş olan siyasi iradeye, iktidara da bunlardan ders alarak yeniden hatalar yapmaması hatırlatması yapmak istiyoruz. Londra’dan Mardin hattına acaba yeni bir açılım sürecinin serüveni mi taşınıyor? “Kadim medeniyetler”, “Mezopotamya çocukları” söylemleriyle aziz ve büyük Türk milletinin, Türklük gurur ve şuuru İslam ahlak ve faziletiyle şereflenmiş ve bu topraklarda bin yıllık hikâyesini örmüş yüce Türk milletinin arasına acaba yeni siyasal hendeklerin kazınmasının temelleri mi oluşturuluyor? Yeni görüşmelerin arka planında kimler neler peşindeler, bunları da sormadan, bu sorguları da yapmadan edemiyoruz.

Bununla beraber, samimiyetle bu işin bitmesini isteyenler, terörle, teröristle arasına gerçekten bir hendek kazarlar ve sen ordasın, ben buradayım diyebilirlerse; ey çocuklar, siz bu memleketin ekmeğini yer, bu memleketin mekteplerinde okur, bu memlekette kariyer yapma haklarına sahip olur ve samimiyetle eğitiminize devam ederseniz bu memlekette hiçbir sorununuz olmaz. Aksi takdirde, bu çocuklara “Bu hendek kazma oyununun arka planında siz alet ediliyorsunuz, bu alet edildiğiniz konu yarın başınıza büyük işler açacaktır.” nasihatleri verilemezse bu mesele, ayrışımcı, ayrıştırmacı, 1960’ların Marksist proletarya söylemleriyle eylemi yap, gerillanın eylemine saklan, kendine aidiyet ve taraftar oluştur, oluşturduğun taraftarlar üzerinden bir kimlik inşa et, inşa etmiş olduğun kimliği siyasal zemine taşı; bunlar artık tamamlanmış, misyonunu bitirmiş işlerdir. Dolayısıyla, terör örgütünün sözcülüğünü yapmaya kalkanlar, silahla arasına mesafe koymazlar, teröristle arasına mesafe koymazlar, sürekli tek taraflı meselenin “insan hakları, çocuk hakları, kadın hakları, ölümler” gibi kavramların arkasında çok daha farklı işlerin yapılmasına zemin oluşturacak iş birliği içerisinde olurlarsa siyaseten flu görülmeyi de hak ederler, siyaseten sadece ve sadece Anayasa’nın verdiği seçme ve seçilme haklarından faydalanıp Türk Ceza Kanunu’nun ve diğer müeyyidelerin diğerini tanımayarak otoriter bir anlayış içerisinde hareket ederlerse burada büyük bir hata yapmış olurlar. Bu hatanın sürdürülebilir olmadığını, aziz, mukaddes büyük Türk milletinin ve Türk devletinin “devleti ebet müddet” olduğunu... Lütfen... PKK terör örgütü ile bölge halkımızın birbirinden ayrıştırıcı dilini kullanarak “Siyasi programları, sosyal programları uyguluyoruz.” diyen Hükûmet, tekrar aynı hataya düşerek PKK’lı teröristleri muhatap alarak, yeni açılımların zeminini oluşturarak bu konuyu çözeceğini zannediyorsa bu memlekette daha çok kan akmasının zeminini oluşturur. Bu hatada olduğu emarelerini göstermeye çalışan ya da onun ipuçları konumunda olan birtakım hamlelerden biz iyi kokular almıyoruz, bu konuda ciddi ve yüksek sesle hatırlatmalar ve uyarılar yapmak istiyoruz.

Bu memlekette, gelen şehidin acısı kadar, şehit sayılarının ve şehitlerin haberlerinin gelmesinin sıradanlaşması da o kadar acıdır ve bu manada, şehadet haberlerinin sıradanlaşmamasını bekliyoruz. Az önce, Cizre’de bir asker ve bir polisimizin şehit olduğu haberini yine içimiz yanarak duyduk, bunlar sıradanlaşmasın lütfen. Bu meseleyi bitirmek için mücadele veren güvenlik güçlerimize Allah güç versin. Eğer onlar gerçekten hakkı, hukuku, adaleti, halk ile teröristi ayırt etmeselerdi bu mesele bir gecede biterdi. Bütün bu fedakârlıklar belki de o Mehmetçik’in, o emniyet gücünün, o polisin şehadetinin sebebi, vatandaşı ayırt etmek için hukuka uygun mücadeledir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RUHİ ERSOY (Devamla) – Bu kadar müsaadeli ve müsamahalı yaklaşırken bu yaklaşımlar istismar edilerek tekrar bir açılım süreci ihanetini başlatırlarsa bu hesabı veremeyecek noktaya gelirler. Siyasi irade ve onun temsilcisi, iktidar temsilcisi değerli milletvekillerinin bu hakikati lütfen yüksek sesle kendi gruplarında dillendirmelerini diliyor, siyasal gündemle, Köşk ile sarayın, Sögütözü ile Beştepe’nin kavgasının arasında ideolojik gerilimleri yaşayarak kendi siyasal ikbal ve istikballeri adına kaygılar ve buluşmalar yapanlar, kendi jenerasyonları ve ekiplerini kendi iktidarına taşıma mücadelesi verenler hangi gruptan ve kategoriden olurlarsa olsunlar, iktidar partisi içerisinde her şeyden önemlisi bu konuda, vatan, millet, terörle mücadele konusunda ortak paydada olsunlar diyor, yüce Meclisi saygı, sevgiyle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önerinin lehinde…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Konuşan sayın hatip, grubumuzu, birkaç kez terör örgütünün uzantıları… Ya da kirli propaganda yapmakla suçladı, sataşmada bulundu.

BAŞKAN – Sayın Baluken, hiç grubunuzun ismini zikretmedi yalnız.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Çok açık bir şekilde, buradan, bu kürsüden “Oradaki yaralılara su verilmediğini iddia edenler” şeklinde bize sataştı.

BAŞKAN – Siz o şekilde algılıyorsanız, buyurun.

İki dakika süre veriyorum.

Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

6.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Osmaniye Milletvekili Ruhi Ersoy’un HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Biz, hiçbir zaman, burada hiçbir değeri kutsallaştırıp suçların üstünü örtme anlayışı sergilemedik ama maalesef, buradaki siyasi parti gruplarının birçoğu, bölgede yaşanan ağır insanlığa karşı suçlarla ilgili birtakım ritüelleri kutsallaştırıp burada tartışılmasının önüne geçme yolunu defalarca seçtiler. Bize göre suçsuzluk, suç işlememe, hesap vermeme durumu sadece yüce Allah’a aittir. Onun dışında, burada “Türk askeri, Türk polisi katliam yapmaz, suç işlemez, şunu yapmaz.” demenin herhangi bir geçerliliği yoktur. Hele hele bizim gibi acılı bir coğrafyadan gelen insanlar kendi dedelerinden duydukları Şeyh Sait kıyamı sırasında -ki sizin sıralarınızda da onların torunları şu anda oturuyor- Dersim katliamı sırasında, Ağrı Zilan katliamı sırasında, Roboski katliamı sırasında kimin katliamlar yaptığını, kimin ne suçlar işlediğini çok iyi biliyorum. Ki o dönem o katliamı yapanlar, onları yöneten komutanların anı kitaplarında o bölümü yazamayacağız diyecek kadar ağır insanlık suçları işlemişlerdir. Bugün de Cizre’de olan durum aynıdır. Bugün, Cizre’de, sizlerin bile bilmediği birtakım paramiliter çeteler katliam yapıyorlar. Esedullah timleri kimdir? Cundullah timleri kimdir? Başbakanı tanımıyorum, bakanı tanımıyorum, burada bütün yetki bendedir diyen kimdir ise bu katliamı yapan da onlardır. Evet, orada on sekiz gün boyunca bir damla suyun o yaralılara ulaştırılmasına engel olunmuştur.

RECAİ BERBER (Manisa) – Silahlarla mı engel olundu?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bu konuda Cenevre Sözleşmesi açıktır. Türkiye’yi de bağlayan kriterlerdir.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Tünellerden su gelmedi mi, tünellerden?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Hiç kimse 60 yaralının, 31 yaralının infaz edilme durumunu, katledilme durumunu -ki hepsinin isim bilgileri bizdedir- buraya getirip farklı şekilde meşrulaştırmasın. Tarih önünde, insanlık önünde, vebali de, hesabı da ağırdır diyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akçay.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Tutanaklara girmesi bakımından ifade ediyorum. Biraz evvelki konuşmacımız Sayın Ruhi Ersoy’un kürsüde ifade ettiği terör örgütüyle ve terör eylemleriyle arasına mesafe koymayanlar tezi ve hükmü sayın grup başkan vekilinin kürsüde yapmış olduğu konuşmayla da, dolaylı da olsa, teyit edilmiştir; bu mesafe yine konulamamıştır.

Bunu, tutanaklara geçmesi bakımından ifade ediyorum.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, Şırnak’ın Cizre ilçesi Cudi Mahallesi'nde 23 Ocak 2016 günü bulundukları mahallelerin ağır saldırı altında olması nedeniyle bir bodrum katına sığınmış bulunan 31 sivil yurttaşımızın durumuyla ilgili olarak kamuoyunun bilgilendirilmesi ve olayın tüm boyutlarıyla ortaya konulması amacıyla 9/2/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin  Genel Kurulun 9 Şubat 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Evet, Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi lehinde ikinci söz Tunceli Milletvekili Gürsoy Erol’a aittir.

Buyurun Sayın Erol. (CHP sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – “Gürsel” Sayın Başkan.

BAŞKAN – Pardon, Gürsel Erol. Kusura bakmayın.

GÜRSEL EROL (Tunceli) – Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; cumhuriyetin, demokrasinin, laikliğin, hoşgörünün ve barışın kenti olan özgürlükler şehri Tunceli’nin milletvekili olarak hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

1 Kasımda seçilmiş yeni bir milletvekili olarak da ilk konuşmamı Mecliste yapıyorum. Milletvekilliğimizin, 26’ncı Dönemin tüm milletvekillerimize hayırlı olmasını diliyorum; ailemize, kendimize, ülkemize hayırlar getirmesini diliyorum ve ben 26’ncı Dönem Parlamentosunun siyasal sorumluluğunun, tabii ki her dönem, her Parlamento döneminin kendine göre siyasal sorumluluğu farklıdır ama 26’ncı Dönemi, Parlamentonun siyasal sorumluluğunun daha ağır veballer altında sorumluluk taşımamızla birlikte yürüteceğimiz bir süreç olarak görüyorum.

Bu gösterdiğim resmi sanıyorum hepiniz merak etmişsinizdir. Sizlere 1919 yılında yaşanan bir olayı anlatacağım. Ben çünkü öneriyle ilgili lehte söz istedim. Lehte konuşmama gelmeden önce, benim Tunceli’de nasıl bir kültürden geldiğimi ve nasıl bir kültürün bireyi olarak hangi aileden geldiğimi bilmeniz açısından bu bilgiyi vermekte yarar görüyorum.

Değerli milletvekillerim, yıl 1919, İstanbul sarayı Elâzığ Valisi Ali Galip Paşa’dan Atatürk’ün Erzurum Kongresi’nden Sivas’a geçerken Dersimli milisler tarafından yolunun kesilip suikast düzenlenmesini ister. Bunun üzerine, Elâzığ Valisi Ali Galip Paşa Ferhatuşağı Reisi ve Rus harbinde Ruslara karşı sivil milislere albaylık rütbesiyle savaşan Diyap Ağa’yı çağırır. Diyap Ağa yaşı itibarıyla Elâzığ’a gidemez, küçük kardeşi Haydar Ağa’yı gönderir. Haydar Ağa Elâzığ Valisi Ali Galip Paşa’yla görüştükten sonra Dersim’e geri döner ve ağabeyi Diyap Ağa’ya bilgi verir. Fakat dönerken yanında Ali Galip Paşa yüklü bir miktarda altın vermiştir. Görüşmenin ve altınları almanın gerekçesi, Atatürk Erzurum’dan Sivas’a geçerken yolunun kesilerek suikast sonucu öldürülmesi. Diyap Ağa kendi aşiretindeki milisleri yanına alarak Atatürk’ün Erzurum’dan Sivas’a geçerken yolunu keser. Fakat bu istihbarat bilgi Atatürk’e daha önceden gitmiştir ve Atatürk’ün emir subayı “Paşam, Dersimli milisler yolumuzu kesti. Çatışalım mı?” diye sorduğunda Atatürk “Dersimlilerden bize zarar gelmez. Çatışmayın.” diye talimat verir. Onun üzerine Diyap Ağa Atatürk’ün aracının yanına giderek Atatürk’ün arabasının kapısını açar ve aldıkları altını Atatürk’e verir. “İstiklal Savaşı’nda sizin buna ihtiyacınız var. Bu altınları biz size suikast düzenlemek için aldık ama İstiklal Savaşı’nda kullanasınız diye size getirdik.” diyerek altınları Atatürk’e verir ve Atatürk’e aynen şu ifadeyi kullanır: “Paşam, bizim dışımızda da yerel milislere para ve altın verilmiş olabilir. Başka milisler de size suikast düzenleyebilir. Size Sivas’a kadar eşlik etmek isteriz.” Ve Sivas’a kadar eşlik eder. Daha sonra, Meclis açıldığı zaman Atatürk Diyap Ağa’yı -o günkü adıyla Dersim Milletvekili olarak- ilk kurucu Meclis üyeliğine Dersim Milletvekili olarak çağırır ve Diyap Ağa Dersim’i temsilen Ankara’ya Meclise gelir.

Diyap Ağa’nın -Meclis tutanaklarında vardır- yalnızca iki konuşması vardır. Birincisi, Yunan ordusu Polatlı sınırlarına geldiğinde başkentin Ankara’dan Kayseri’ye taşınmasıyla ilgili Meclise önerge verilir. Bu önerge üzerine görüşmeler olur ve kargaşa çıkar. Diyap Ağa söz isteyerek “Beyler, biz buraya savaşmaya mı, kaçmaya mı geldik?” der, ulusal mücadeleye -verdiği ruha ve katkıya- destek vererek başkentin Ankara olarak kalmasını sağlar. (CHP sıralarından alkışlar) İkinci konuşması, yine Parlamentoda... İstiklal Savaşı döneminde ülkenin dört bir tarafında etnik kimliği ne olursa olsun -Kürtler, Türkler, Lazlar, Çerkezler- herkes o Parlamento yapısında var. Kürtlükle ilgili bir mesele açıldığında Diyap Ağa ikinci defa söz alır ve “Beyler, dinimiz bir, diyanetimiz bir, mezhebimiz bir, Kur’an’ımız bir, Peygamber’imiz bir, biz kardeşiz ve bu ayrılık ne?” diye sorar.

Bunları anlatmamdaki gerekçe şu: Değerli, sayın milletvekillerim, ben Atatürk ve cumhuriyet geleneğinden gelen bir ailenin bireyiyim. Diyap Ağa benim büyük dedem yani anne tarafından dedem. Ben Diyap Ağa’nın torunuyum. Tabii ki bu cumhuriyetin değerlerine sahip çıkmak, kurucu değerlere sahip çıkmak, ülkenin üniter devlet yapısına sahip çıkmak; bunlar benim aileden gelen hem ahlaki hem siyasi sorumluluklarımdır.

Bakın, 7 Haziran seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi Tunceli’den milletvekili çıkaramadı, 2-0 HDP almıştı. 1 Kasımda ben aday oldum ve siyasi tablo 1-1 oldu ve HDP’ye karşı orada inanılmaz bir siyasi mücadele verdim çünkü eğer bugün bu Parlamento çatısı altında her siyasi düşünce varsa ve insanlar siyasi düşüncelerini özgürce burada savunabileceklerse, gündeme getirebileceklerse bizim de her düşünceye ve her özgürlüğe saygı duymamız lazım.

Niçin bu önergeyle ilgili lehte söz aldım? Değerli milletvekilleri, kamu kendi kamu düzenini korumakla sorumludur yani devlet kendi kamu düzenini korumak zorundadır ama aynı zamanda şunu da unutmayalım: Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir yani sizin, hukuk normlarını, hukuk üstünlüğünü görmezden gelerek bir bölgede, insanların, sivillerin yaşadığı bir bölgede yalnızca polisiye tedbirlerle “Terörle mücadele ediyorum.” mantığınız doğru bir mantık değil.

Bakın, içinizde bir sürü teknik adam vardır. Eğer devlet bir bölgede baraj yapmaya karar vermişse o bölgeyi istimlak eder, kamulaştırır, mal sahiplerinin parasını öder ve o bölgeye barajı yapar. Eğer devlet bir bölgeden yol geçirecekse, o yol üzerinde eğer arsa varsa, tarla varsa, ev varsa kamulaştırır, bedelini öder ve o yolu oradan geçirir. Devlet eğer bir bölgede terörle mücadele edecekse, eğer o bölgenin sivil halkının da o bölgede olmasını istemiyorsa devletin o köyleri ve mahalleleri boşaltma yetkisi vardır ve bana göre de doğrudur ama o insanların olduğu ortamda çatışma yaratma hakkına sahip değildir ve o insanları boşaltırken de kendi kaderlerine terk etme hakkına da sahip değildir.

Bakın, Türkiye’de şu anda 3 milyon Suriyeli var ve 600 bin Suriyelinin geleceğini konuşuyoruz. Bunu ne adına yapıyoruz değerli milletvekilleri? İnsanlık adına. Son derece doğru, tabii ki sahip çıkacağız. Peki, bir tarafta Suriye’deki göçmenlere insanlık adına sahip çıkarken kendi yurttaşlarımızın barınmaları, o insanlarımızın yaşamlarını devam ettirebilmeleri için altyapıyı sunmadan onların yaşadığı yerde nasıl silahlı bir mücadeleyle o insanların yaşamlarını tehdit edebiliriz?

Zamanım az kaldı, bir istatistiki araştırma sonucunu size ileteceğim. Ben bir istatistiki araştırma yaptım sayın milletvekilleri: 1 terör örgütü mensubunun ölü ele geçirilmesinin devlete maliyeti 7 milyonla 10 milyon arasında değişiyor ve yine, bir aileden 1 terör örgütü mensubunu öldürdüğünüz zaman aynı aileden 3 kişinin o terör örgütüne katılma eğilimi var. Demek ki silahla bu iş çözülmez. Bakın, MSP ve CHP iktidarı döneminde, 1974 yılında biz 52 günde Kıbrıs’ı aldık, 52 günde. 480 şehidimiz var Kıbrıs’ta. 1984-2016… 9.700 şehidimiz var, 800 milyar dolar kaybımız var ve bugün -1984’te, olayların başladığı- aynı noktadayız. Yani söylemek istediğim: Bu ülkede Kürt sorunu varsa çözümün silahla olması mümkün değil. Demokratik kurallar içerisinde, hukukun üstünlüğü… Ve her şeyden önce bu Parlamentoda konuşurken birbirimizi anlayarak, birbirimizi dinleyerek bu sorunun çözümüyle ilgili fikir üretmeliyiz. Ben HDP’li arkadaşlarımla siyasal olarak asla aynı şeyleri düşünmüyorum ama hak veriyorum. Çünkü kendi seçim bölgelerinde yaşadıkları halkın çaresizliğini, doğal olarak, o acıyı yaşadıkları için burada gündeme getirmekte haklılar.

Değerli milletvekillerim, o bölgede yaşamadan, o bölgedeki insanların ölüm korkusunu yaşamadan… Ölüm korkusu tek taraflı değil. PKK’nın da ölüm korkusunu, baskısını yaşıyor, aynı zamanda kontrol dışı güvenlik güçlerinin de ölüm korkusunu yaşıyor. Bunları yaşamadan o bölgeyi algılamak, anlamak çok zor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜRSEL EROL (Devamla) – Bize düşen görev, bu süreçte Türkiye’de üniter devlet yapısı bozulmadan, cumhuriyetin temel değer yargılarından hiçbir şekilde taviz vermeden bu sorunun çözümüyle ilgili fikir üretmektir, düşünce üretmektir. Ben o bölgenin bir milletvekili olarak, bir siyasi sorumluluğu üstlenen bir milletvekili olarak bu konuşmayı yapmaktan kaynaklı, beni dinlemenizden dolayı hepinize teşekkür ediyorum. İlk konuşmam olduğu için biraz heyecanlı olmuş olabilirim. Hepinizden de özür dileyerek, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önerinin aleyhinde ikinci ve son söz Kars Milletvekili Yusuf Selahattin Beyribey’e aittir.

Buyurun Sayın Beyribey. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz on dakikadır.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, saatler önce Cizre’de şehit olan iki kardeşimiz için rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Ayrıca bu vatan için canlarını feda eden şehitlerimize rahmet diliyor, gazilerimize de minnet ve şükranlarımı arz ediyorum.

HDP grup başkan vekilinin vermiş olduğu Meclis araştırması önergesi üzerinde aleyhte söz almış bulunmaktayım. Aleyhte olmamın sebebi, HDP, Meclisi çalıştırmama üzerine, hayalî araştırma önergeleriyle açıldığı günden bugüne kadar her gün oyalayarak devam ediyor.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Hadi ya!

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Her gün oyalayarak devam ediyor, AK PARTİ'nin yapmış olduğu hizmetleri gölgelemek istiyor; ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin televizyondan gösterdiği süreç içerisinde, özellikle ajitasyonlarla, algı operasyonlarıyla toplumda bilgi kirliliğine sebebiyet veriyor.

Maalesef üzülerek söylüyorum, HDP yandaşları kendileri çalıp kendileri oynamak istiyorlar, algı operasyonlarıyla da halkın birlik ve beraberliğini bozmak istiyorlar; vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüyle ilgili yandaşlık etmek istiyorlar gibi algılıyorum. Bu konuların bu kadar ön plana çıkmasının altında da, özellikle Cizre’deki hadisenin ön plana çıkmasının altında da yine bir algı operasyonu.

Kendileri de anlattılar sayın vekilin, 30 Ocak günü HDP milletvekilleri, devletin kaymakamı, görevliler hep beraber orada tam sekiz saatlik bir mesai harcadılar. Bu sekiz saatlik mesainin içerisinde görüşmeler oldu. Buraya ambulanslar gitti, ayrıca 10 tane ambulans, helikopter uçak, ayrıca ambulans uçak, ayrıca Cizre’den ve Şırnak’tan 2 tane hasta taşıma aracı gitti, ayrıca SES Sendikasından gönüllü vatandaşlar gitti. Görüşmeler oldu -görüşmeler de başından sonuna kadar kayıtlı zaten, tarihte bir gün bunları göreceğiz- bu görüşmelerin hepsinde başlangıçta çıkmak istenmedi. Daha sonra dediler ki: “O zaman yaralılar çıksın.” Ta 150-200 metreye kadar yanaşıldı, yine çıkılmadı, en sonunda orada bir senaryoyla bombalar patladı. Ben senaryo olduğu, algı operasyonu olduğu için söylüyorum. Bombalar patladı, şunlar, bunlar… Oysaki o sırada insansız hava aracıyla… Ve her türlü kayıtlar ortada ama kapalı odada. Şimdi ben burada, içinizde bağırsam, “İmdat, ben ölüyorum, susuz kalıyorum, yanıyorum.” desem, dışarıdakiler görmezlerse ne algılarız?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ya, cenaze taşınıyor, cenaze. Ne algısı? Ne diyorsun? Ayıp, ayıp ya!

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Efendim, çatışmalar sırasında -biraz evvel söyledim- canlarımız şehit oldu, tabii ki ölenler olacak çatışmalarda, sen bununla ilgili istersen… Ben ülkemi evim gibi görüyorum. Evimizi ve çocuklarımızı hepimiz… Çocuklarımızdan bir tanesi camımızı kırsa ne yaparız? “Oğlum, yapma, eyleme.” deriz, camımızı takarız, yoksa soğuktan donacağız. İki saat sonra kapıyı kırsa ne yapacağız?

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – E, sonra da öldüreceksin anlaşılan.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Daha yüksek sesle diyeceğiz ki: “Oğlum, oğlum, yapma, bundan hepimiz zarar görüyoruz.” Aradan biraz daha geçse, üç saat sonra da mutfakta yangın çıkarsa ne yapacağız? Gideceğiz, yapacağımız tek şey, yangını söndüreceğiz, sonra da oğluna diyeceksin ki: Oğlum, bu evi terk et…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Hadi ya!

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Ne anlatıyorsun?

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – …veya kolundan tutacağım, götüreceğim, hapishaneye attıracağım, adliyeye teslim edeceğim; tek yolu bu.

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) – Ama öldürmeyeceğiz.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Ama öldüreceksin değil mi?

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Onun için evimize sahip çıkmak durumundayız…

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Baştan öldürerek mi?

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – …onun için evimize iyi bakmak durumundayız, onun için birilerine çanak tutmamak da durumundayız.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Senin çocukların için çok üzülüyorum ya.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Ben soruyorum birilerine, önerge veren sevgili arkadaşımıza soruyorum: Çukurların o ilçelerde ne işi var? Sur’da ne işi var, Cizre’de ne işi var, Silopi’de ne işi var?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – İşte siz insanları öldürdüğünüz için açıyorlar?

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Barikatların ne işi var? Bunları ben mi yaptım, Hükûmet mi yaptı, AK PARTİ Hükûmeti mi yaptı, devlet mi yaptı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani, bunları konuşurken, burada konuşurken kolay; bunları kimlerin yaptığını da bilmek, burada söylemek zorundayız.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Göz yumdunuz, yol verdiniz. Niye baştan mâni olmadınız?

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Onun için, orada ambulanslar -olay orada kalmıştı- gidecek, en sonunda 2 tane gönüllü SES Sendikasından, 2 tane de belediyeden şahıs gönüllü olarak gitmek isterler. Bir saat konuşulur, bir saat sonra “Can güvenliğimiz yok.” diye giderler ve tam sekiz saat, saat yedi buçuktan saat 15.30’a kadar orada kalırlar ve bir türlü çözülemez.

Bu benim kanaatimdir, grubumun da değil, benim kanaatimdir; ben şöyle düşünüyorum: Birileri senaryo yazıyorlar. Orada birilerini susuzluktan öldürüyorlar, açlıktan öldürüyorlar veya birilerini bilerek öldürüyorlar. Onların suçunu Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik güçlerinin üzerine yüklemektir. Başka şekilde…

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Yazıklar olsun be, yazıklar olsun!

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Ben de böyle düşünüyorum; siz düşünüyorsunuz, ben de böyle düşünüyorum diyorum.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Bizler düşünce göremiyoruz, üzgünüm.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Onun için, burada, ben, özellikle…

MİZGİN IRGAT (Bitlis) – Burası bir düşünce kulübü değil, hakikatleri dile getirelim.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Özellikle Hükûmetin bu olayla ilgili elinden geleni yaptığını görüyoruz. Özellikle, Hükûmet, oradan çıkan insanlarımızın evlere yerleştirilmesi, her türlü yardım, ev kirası verilmesi, gıda yardımı… Her türlü yatırımı yapıyoruz, yardım ediyoruz; yetmedi, bunlarla ilgili taahhüdümüz var, yarın masraflarıyla, şunlarıyla, zararlarıyla da mutlaka ve mutlaka her türlü Hükûmetimiz destek verecektir.

Bu vatan bizim vatanımız, bu topraklar bizim topraklarımız, hepimizin. Ayrı gayrımız yok. Ben dedim ya, ben burayı ailem olarak görüyorum. Bu ailenin çocuklarının da, herkesin…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Biz senin ailen falan değiliz.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Ben ailem olarak…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Biz kabul etmiyoruz.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Siz görmeyebilirsiniz ama ben ailem olarak görüyorum, herkesi kardeşim olarak görüyorum ve onun için de bu konuda…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bizi öldürüp ailemiz olamazsın sen.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – …ülkeyi bölmek, parçalamak isteyenlerle ilgili her ülkenin refleksleri vardır. Fransa’da hadiseler oldu, refleksi yok muydu?

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sizin yakmak gibi bir refleksiniz var.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Bütün askerî birliklerini meydanlara döktüler, yetmedi. Her gün televizyonlarda görüyoruz; Amerika’sında, Almanya’sında sorgulama bile yok. Sokağa… Ben böyle bir şey olsun istemiyorum, onu da peşin söyleyeyim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Refleks mi diyorsun?

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Bundan yana değilim, Bundan yana değilim.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Bir tane vatandaşı oradan çıkarabildiniz mi? Bir tane vatandaş var mı oradan çıkardığınız?

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Neticede şu noktaya gelmek istiyorum değerli arkadaşlar: Tabii ki buradaki arkadaşlarımız bunlarla mesajlar vermek isteyecekler, Türkiye’de bilgi kirliliğiyle, müfteri laflarla insanları yönlendirmeye çalışacaklar ama ben herkese diyorum, bu ülkenin birliğe, beraberliğe ihtiyacı var. Biz AK PARTİ olarak ülkemizin birliği ve beraberliği, vatandaşlarımızın sağlığı, güvenliği için, normal vatandaşların sağlığı ve güvenliği için elimizden geleni yapacağız.

Biz, birilerinin insanları dağlara götürüp çadırlarda sabahlara kadar işkence çektirdiklerini biliyoruz; biz, birilerinin para topladığını biliyoruz; biz, birilerinin, sanki devlet, güvenlik güçleri yok gibi kontrollere kalkıştıklarını görüyoruz. Hiçbir rejim bunları kabul etmez değerli arkadaşlar, hiç kimse kabul etmez!

Onun için, ben sözlerimi de fazla uzatmadan, bu önergenin aleyhinde olduğumu ifade ediyorum, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın hatip konuşması sırasında…

HALUK İPEK (Amasya) – Sen her konuşmacıdan sonra söz istiyorsun, olmaz böyle bir şey ya.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ya, sana mı soracağız.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken, dinliyorum ben sizi.

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Yalan söylemesin hiç söz almayalım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, konuşması sırasında bizi hayalî araştırma önergeleri vermekle, Meclisin işleyişini bloke etmekle ve gerçekleri saptırarak algı yaratmakla suçladı.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

İki dakika lütfen.

Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

7.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Kars Milletvekili Yusuf Selahattin Beyribey’in HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Demin ifade etmeye çalıştım, bu ambulans mizansenini bütün milletvekilleri bilsinler. Ayın 23’ü ile 28’i arasında hiçbir Sağlık Bakanlığı ambulansı, vahşet bodrumun olduğu binaya 1 kilometreden daha yakın bir mesafeye geçmemiştir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Ayın 29’unda, “Başbakan talimatı var.” dedim ya, o tarihten sonra belediye ambulansı o bölgeye 150-200 metre yanaştıktan sonra, kriz masasının direktifiyle Sağlık Bakanlığı ambulansı ilk kez ayın 30’unda o binaya 150-200 metre mesafeye gitmiştir.

Sizin dediğiniz şey de doğrudur, evet, ortak…

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Sizin mizanseninizden sonra…

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Mizansendir işte, mizansendir, onu söylemeye çalışıyoruz.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Sizinki mizansen yani.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Silah sesleri, patlama sesleri, yaralıların “Enkaz altındayız.” çığlıkları geldikten sonra biz oraya hızla enkaz kaldırma ve kurtarma ekiplerinin gönderilmesi gerektiğini söylediğimizde ona izin vermediler.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Bu da mizansen işte!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – “2 sağlık görevlisi ve 2 Belediye Meclis üyesi kendi yaşamlarını tehlikeye atacak şekilde kendileri bütün riskleri alıyor.” dediğimizde de, oraya gittiklerinde tehdit edilip, silahlar konuşturulup bir çatışma mizanseni yaratılıp “Hadi, sıkıysa gidin.” durumuyla karşı karşıya kaldılar.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Çalışma mizanseni içeride, doğru diyorsunuz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bakın, daha sonra enkaz altında kaldığı söylenen insanlara, Sağlık Bakanlığı ambulansları -o sizin görüntülerden izlediğiniz şey var ya, basın mensupları oraya on dakika götürüldü- enkaz altındakilere “Size yardım edeceğiz, yürüyerek gelin.” mizanseni on dakikada tamamlandı, sonra da o ambulanslar da basın mensuplarıyla birlikte oradan çıkma ahlaksızlığını gösterdiler.

VURAL KAVUNCU (Kütahya) – Niye yaralılar gelmedi?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bu ülkenin Sağlık Bakanı Cizre’ye gittiğinde 100’e yakın insan ölümle pençeleşiyordu.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Yaralılar niye gelmediler?

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bakın, bir hekim olarak söylüyorum, utanç duyuyorum, Hipokrat’ın yeniden yaşama dönme şansı olsa…

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Sen doktor olamazdın! Geriye gelseydi sen doktor olamazdın!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – …bu Sağlık Bakanını Ankara’dan Cizre’ye kadar sopayla kovalar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bir hekimin buna girmesi, bir hekimin yaşam hakkıyla değil, savaş bakanlığı pratiğiyle ilgilenmesi hekimlik açısından utanç vericidir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Sen doktor olamazdın! Hipokrat yemini gerçek olsaydı sen doktor olamazdın!

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Sana mı soracak?

MİZGİN IRGAT (Bitlis) – Sana soruyor! Sen nesin?

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, Şırnak’ın Cizre ilçesi Cudi Mahallesi'nde 23 Ocak 2016 günü bulundukları mahallelerin ağır saldırı altında olması nedeniyle bir bodrum katına sığınmış bulunan 31 sivil yurttaşımızın durumuyla ilgili olarak kamuoyunun bilgilendirilmesi ve olayın tüm boyutlarıyla ortaya konulması amacıyla 9/2/2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin  Genel Kurulun 9 Şubat 2016 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Sayın Başkan, bu konuyla ilgili bir dakikalık bir söz talebim var.

BAŞKAN - Ne için söz istiyorsunuz?

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Bu konularla ilgili söz talebim var.

MİZGİN IRGAT (Bitlis) – Oylamayı geçtik, neyin sözünü istiyor?

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, zaten grubunuz adına bu öneri üzerinde konuşan arkadaş oldu ve 60’a göre de ben vermiyorum.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Sayın Başkan, anladım da…

BAŞKAN - Tutanaklara geçsin diyorsanız buyurun.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Sayın Başkan, bakın, Türkiye Büyük Millet Meclisini yönetiyorsunuz. Orada bu karda, kışta, kıyamette, orada yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımız dâhil olmak üzere, ülkenin güvenliğiyle ilgili canını ortaya koyuyor, her gün şehitlerimiz geliyor ama bu mücadeleyi veren asker ve polisimiz, sizin yönettiğiniz Türkiye Büyük Millet Meclisinde katliamla suçlanıyor, buna bir cevap vermiyorsunuz.

2 tane bakan orada oturuyor. Sabahtan beri bakıyorum, önündeki bir şeye bakıyor.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Hükûmetsin. Olaylarla ilgili de bilgi versin.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Hükûmetsiniz siz, bu mücadeleyi veren asker ve polisin katliamla suçlandığı bir yerde bu Hükûmetin Bakanı orada neyle meşgul olabiliyor? Neyle meşgul oluyor bu Hükûmetin Bakanı?

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, bunların hepsine gerekli cevaplar verilmiştir, tutanağa geçmiştir.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Çıkıp da bir tanesine cevap versin. Bir saattir bakıyorum, bir şey okuyor orada.

BAŞKAN – İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – “Daha çok şehitler vereceğiz.” demiştir Bakan. Çıkıp da Hükûmet adına iki kelam etmiyorlar.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Biz cevabımızı verdik Değerli Başkan.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Orada oturup önüne bakıyor. Oturma bari orada!

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, idare amiri olduğunuzu unutmayın lütfen!

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Ben idari amiriyim de ama asker katliamla suçlanıyor, Bakan orada oturuyor. Bakan ne yapıyor orada?

BAŞKAN - Gerekli cevaplar gerektiği zaman veriliyor. Biz de gerekirse veririz, diğer gruplara da söz hakkı düştüğü zaman verirler.

Önergeyi okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, (2/322) esas numaralı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/17)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2/322 esas numaralı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’min Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 37’nci maddesi uyarınca doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ve talep ederim.

                                                                                                 Mahmut Tanal

                                                                                                     İstanbul

BAŞKAN – İç Tüzük 37’ye göre teklif sahibi, Sayın Mahmut Tanal, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)

Beş dakikadır süreniz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, İç Tüzük’ün 37’nci maddesi uyarınca Meclis Genel Kuruluna getirmiş olduğumuz kanunun maddesi… Takdir edersiniz değerli arkadaşlar, hep kadın cinayetlerinden şikâyetçiyiz. “Özgecan yasası” dediğimiz, kadın cinayetleriyle ilgili Türk Ceza Kanunu’nun 82’nci maddesine şöyle bir fıkra eklenmesini talep ettik: “Kasten öldürme suçunun, sırf kadın saikiyle işlenmesi hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suça karşı indirim hâlleri uygulanmaz.” Buradaki amaç, kadınlara yönelik suçların cezalarının artırılarak bu tür suçların işlenmesini en aza indirgemektir. Tabii, dışarıda konuştuğumuz zaman, birebir diyaloglarda, birebir ilişkilerde dört siyasi partiden de “Biz kadın cinayetlerine karşıyız.” deniliyor. “Gerçekten kadın saiki nedeniyle eğer bir suç işlenmişse müebbet hapis cezası verilsin, hafifletici nedenlerin hiçbirinden de yararlanmasın.” diyoruz. Peki, o zaman, eğer, biz, gerçekten bu düşüncemizde samimiysek, dürüstsek, topluma karşı hakikate aykırı beyanlarda bulunmuyorsak o zaman gerçekten bu Türk Ceza Kanunu’nun 82’nci maddesine… Kadın cinayetlerinin bu kadar ayyuka çıktığı, bu kadar yüksek sayıda her gün işlendiği bir ortamda, bununla mücadele etmenin yolu Parlamentoda bu yasanın geçmesine bağlı. Bu bir turnusol kâğıdıdır. Yani, kadın cinayetlerine kimler taraftar, kimler taraftar değil; ülkemizde kadın cinayetlerinin kimler işlenmesini istiyor ve bunu teşvik ediyor, manevi destek veriyor, kimler destek vermiyor. Bu yasa bunun oylanması.

Değerli arkadaşlar, ben umuyorum ve diliyorum ki, burada sağduyu kazanacak. Bu kanun teklifimizin burada herhangi bir siyasi partiye bir getirisi, vesairesi yok; bu insanlık için yapılan bir şey. Bu toplumun yüzde 50’si kadın, yüzde 50’si erkek, bizi doğuran insan da bir kadın değerli arkadaşlar.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – O komiser bizi doğuran bir insandı işte.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Suçla mücadele için…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – O kadın komisere yaptın sen bunu.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Suçla mücadele için…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – O, kadın değil miydi he?

MAHMUT TANAL (Devamla) – Suçla mücadele için bunun yapılması lazım.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Samimi olacaksın, samimi.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Başkan, susturacak mısınız?

BAŞKAN – Sayın Çavuşoğlu…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Senin kadın komisere yaptıklarını unutmadık biz; samimi olacaksın.

BAŞKAN – Sayın Çavuşoğlu, lütfen…

MAHMUT TANAL (Devamla) – Süreyi de eğer hesap ederseniz mutlu olurum.

BAŞKAN – Süreye karışmıyorum.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Ve komiser de kadındı.

BAŞKAN – Sayın Çavuşoğlu…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Samimi değil Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Siz Genel Kurula hitap edin.

Buyurun Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Değerli arkadaşlar…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Bir kadın komisere tacizde bulunan bir insan bu.

BAŞKAN – Sayın Çavuşoğlu, lütfen ama…

MAHMUT TANAL (Devamla) – Utanmaz, yalancı insansınız. Eğer, kim öyle bir hadiseye neden olmuşsa ahlaksız ve şerefsizdir, bunu ispatlamayan da şerefsizdir, laf atan da. (CHP sıralarından alkışlar)

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Cevabı verdi sana.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, burada bu tür ahlaksızlıklarla hep mücadele eden, adaletin, hukukun üstünlüğünün timsali olmuş olan bir insanım ben. Bu tür ahlaksızlıklar… Bize ne çamur kalır…

Değerli arkadaşlar, ben hafta içerisinde Düzce’deydim.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Önce İzmir’e gitseydin keşke.

MAHMUT TANAL (Devamla) - Düzce’de, Düzce Belediyesi Düzce halkının -gayet rahat- çöplerini şu şekilde boş bir alana, “Hecinler köyü” denilen bir köy alanına boşaltıyor.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Önce İzmir’i gidip görseydin, İzmir’i,

MAHMUT TANAL (Devamla) - Bu Hecinler köyünde pis lağım suları da Melen Çayı’na akıyor, Melen Çayı’na.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – İzmir’i gördünüz mü?

MAHMUT TANAL (Devamla) - Melen Çayı’ndan, aynı zamanda İstanbul’a İSKİ vasıtasıyla su temin ediliyor.

Değerli arkadaşlar, bu Melen Çayı’na sadece Düzce’nin değil, aynı şekilde Kaynaşlı Belediyesinin, aynı şekilde Gölyaka Belediyesinin… Burada, hem Küçük Melen’e hem Büyük Melen’e akan pis lağım suları İstanbul’a içme suyu olarak gönderiliyor.

Daha ötesi var, aynı zamanda, Düzce’deki entdüstriyel kullanılan o pis sular aynı şekilde yine Melen Çayı’na aktarılıyor. Burada, Melen Çayı’na Düzce’de akan bu pislik, bu lağımlar… Halkın sağlığıyla oynanıyor. Türk Ceza Kanunu’nun 181’inci maddesi uyarınca, bu, suç.

Bana yerinizden laf atacağınıza gidin, Düzce’deki belediyenizle konuşun; gidin, Kaynaşlı’daki belediyenizle konuşun; gidin, Gölyaka’daki belediyeyle konuşun.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Siz de İzmir’e gidin. İzmir Büyükşehir çöpünü nereye döküyor?

MAHMUT TANAL (Devamla) - Düzceli halk milletvekilini tanımıyor. “Biz 3 tane milletvekili seçtik, keşke oy vermez olaydık.” diyorlar. “Bu milletvekillerimiz nerede?” diyorlar. (CHP sıralarından alkışlar) Bakın, gazetelere çıkıyor, gazetelere. Halk sizi arıyor, ilanla arıyor. İlanla Düzce milletvekillerini arıyor halk. Onun için, benim sizden ricam…

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – İzmir Büyükşehir Belediyesinde çöpler nereye dökülüyor?

MAHMUT TANAL (Devamla) - Bana laf atacağınıza, Düzce’deki vatandaşın kaldığı koşulları nasıl düzeltebiliriz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TANAL (Devamla) - …oradaki sağlık koşullarını nasıl düzeltebiliriz…

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Ne oldu 1 Kasımda? Düzce 3-0.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Oradaki o pis kokuyu nasıl giderebiliriz? Gelin, Düzce’nin adına konuşun, Düzce’nin adına.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Kendim gittim, gezdim. İzmir Büyükşehire git sen. İzmir Büyükşehir çöpünü nereye döküyor? Aydın Büyükşehir nereye döküyor? Git bak.

BAŞKAN – Sayın Tanal, süreniz dolmuştur.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Sayın Başkan, süreme ekleme yapabilirseniz…

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tanal.

Buyurun lütfen.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Bak, burada Düzce Milletvekili.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) - Önce İzmir Büyükşehiri araştır.

FEVAİ ARSLAN (Düzce) – Sayın Başkan…

BAŞKAN- Sayın Arslan, buyurun. Ne için söz istediniz?

FEVAİ ARSLAN (Düzce) – Sataşma dolayısıyla…

BAŞKAN – Ne söyledi?

FEVAİ ARSLAN (Düzce) – Defalarca Düzce Belediyesi ve çöpünden bahsedildi. Vekillere…

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – “Vekiller nerede?” dedi.

BAŞKAN - “Milletvekillerini tanımıyor.” dediler.

İki dakika süre veriyorum.

Buyurun.

Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

8.- Düzce Milletvekili Fevai Arslan’ın, İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın doğrudan gündeme alınma önergesi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

FEVAİ ARSLAN (Düzce) – Evet, Düzce çok konuşuldu, Düzce’nin çöpü konuşuldu ve Düzce’nin milletvekilleri konuşuldu.

Düzce’nin milletvekillerini Düzce çok iyi tanır, ki 4’üncü defa 3-0 yaptı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu kenara koyalım.

Bir kere, çöpümüzün durumu bellidir. Çöp şu anda bahsedilen araziye dökülmüyor, başka bir yere depolanıyor, bu arazinin resmî prosedürü bittikten sonra da aynı yere depolanmaya düzenli olarak devam edecek. Bunu bilgilerinize sunarız. Siz kimden bilgi aldıysanız bir daha kontrol edin Sayın Tanal.

Hepinize saygılar sunuyorum, hayırlı akşamlar diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arslan.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Tanal, buyurun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bana sataştı Sayın Başkan.

FEVAİ ARSLAN (Düzce) – Bir şey demedim ya.

BAŞKAN – Sayın Tanal, ne dedi Allah aşkına?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın, mahkeme kararı elimde. “Size kim bilgi vermişse yanlış bilgi vermiş, siz gidin orayı bir daha kontrol edin.” dedi. Zamanım olmaması nedeniyle… Çektiğim fotoğrafların hepsi burada benim elimde. Bizzat oraya gidip yerinde tespit yapan bir arkadaşınızım.

Onun için sizden istirham ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Tanal, peki, yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim lütfen.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum, sağ olun.

9.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Düzce Milletvekili Fevai Arslan’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli arkadaşlar, tabii, benim sayemde Düzceliler milletvekillerini kürsüde görüyorlar. (CHP sıralarından alkışlar) Onun için, hakikaten yemin dışında bugüne kadar bu arkadaşlarımız kürsüye çıkmadı.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Onlar sahada görüyorlar zaten. Dört dönemdir 3-0 oluyor.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Bakın, Değerli Başkanım, şimdi, burada Sakarya 2. İdare Mahkemesinin 2015/1154 sayılı Mahkeme Kararı var. O çöplerin atıldığı yeri eğer bilmiş olsaydınız… Orasının ÇED raporu iptal edildi, “Atılmaması gerekir.” deniyor. Vatandaş orada otuz gündür nöbet bekliyor nöbet. O nöbete giden bir arkadaşınızım. Benimle birlikte gelebiliyor musun? Halkın arasına çıkabilir misiniz orada?

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Zaten halkın arasında ya.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Bakın, halk orada…

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Dört seçimdir 3-0 oluyor, sandığa gömüyorlar hâlâ konuşuyorsun ya, Allah Allah!

MAHMUT TANAL (Devamla) – Bakın, bu sizin havuzunuz. Boş araziye çukur açmışlar.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Aday ol Düzce’den, Düzce’den aday ol.

MAHMUT TANAL (Devamla) – Membranları havuz diye döşetmişler, bu boş havuz denilen, membran denilen yere de… Hortumları o dağdan gelen ve Melen Çayı’na boşalan yere bırakmışlar.

Değerli arkadaşlar, günde 8 veya 9 tane köpek ölüyor orada köpek, o suyu içiyor ve ölüyor ve bizim gideceğimizi duyan Düzce Valisi orada ölen köpekleri toplattı.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Bir de İzmir’e git, İzmir’e.

MAHMUT TANAL (Devamla) - Ve biz gittiğimizde yine 8-9 tane köpek vardı ölen, oradaki vatandaş şunu söyledi: “Bunlar sadece bugün ölen köpeklerdir.” dedi.

Değerli arkadaşlar, orada köylü mağdur, vatandaşın sağlıyla oynanıyor. Sadece içme suyunun kirlenmesi değil, vatandaş o suyla arsasını, tarlasını, sebzesini, meyvesini suluyor. Orada gıda güvenliği kalmıyor, orada su güvenliği kalmıyor. Gelip bana burada çatacağına “Sayın Vekil, teşekkür ederim, İstanbul’dan geldin, bizim sorunlarımızla ilgilendin.” demenizi beklerdim ben. (CHP sıralarından alkışlar) Yani gerçekten, bunun siyasi partisi olmaz ki. Onun için, sizden rica ediyorum, isterseniz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TANAL (Devamla) – …Sayın Vekilim, sizinle birlikte o köylü vatandaşlarımızın arasına gidelim, bir gece de orada nöbet bekleyelim. Bu nöbete var mısınız?

Teşekkür ediyorum.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Haydi bakalım!

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan…

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – 1 Kasımda sandığa gömdüler be. Dört seçimdir 3-0 oluyor, konuşuyorsun. Yüzde 17 bile alamıyorsunuz.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) Önergeler (Devam)

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, (2/322) esas numaralı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/17) (Devam)

BAŞKAN – İç Tüzük 37’ye göre -bir milletvekili- söz talebinde bulunan Edirne Milletvekili Sayın Erdin Bircan.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın Bircan’a söz vereyim Hakan Bey, sonra dinleyeceğim sizi.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sataşma vardı Sayın Başkan, niye söz vermediniz sayın vekile?

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bircan.

Süreniz beş dakikadır.

ERDİN BİRCAN (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Ceza Kanunu’nun 82’nci maddesinin değiştirilmesi için Mahmut Tanal arkadaşımızın verdiği kanun teklifinin yasalaşmasını istiyoruz. Kadın cinayeti rakamları durumun ne kadar büyük bir facia olduğunu gösteriyor. Adalet Bakanlığının ve Bianet’in verilerine göre, 2002-2015 arası kadın cinayeti sayısı maalesef, 5.406’dır. Adalet Bakanının 2009’da verdiği bir soru önergesi yanıtına göre, 2002’den 2009’a kadın cinayeti artışı yüzde 1.400’dür, üstelik bu rakama kaza ya da intihar süsü verilenler, zehirlenme gibi gösterilenler, intihara zorlananlar dâhil değildir. Yüzde 1.400 cinayet artışı, on üç yılda 5.406 kadının öldürülmesi nasıl bir felakettir, farkında mısınız? Bu felaketi ancak AKP başarabilirdi.

Kadını yok sayan, kadını bir birey olarak kabul etmeyen, onu bir kuluçka makinesi gibi gören zihniyet, bu cinayetin failleridir. Her yeni cinayette, kadın cinayeti işleyenlere verilen cezalarda hafifletici nedenler bulanların, cezaların caydırıcılığını yok edenlerin sorumluluğu vardır.

Bu teklifle, kadın cinayeti işleyenlerin indirimlerden yararlanması engelleniyor ve ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla kadın cinayeti işlenmesinin önüne geçilerek büyük bir caydırıcılık sağlanıyor.

Kadınlar, onları çok seven eşleri, sevgilileri, babaları, kardeşleri tarafından öldürülmektedir. “Ya benimsin, ya toprağın.” diyen bu hastalıklı zihniyete karşı AKP’nin mücadele etmesini de bekleyemezsiniz, çünkü bu zihniyetin kardeşi, AKP’nin “Ya bendensin, ya düşmansın.” zihniyetidir. “Biz bu yola kefenimizle çıktık.” akıl fukaralığı, tam da “Ya benimsin, ya toprağın.” diyerek kadınları öldürenlerin siyasi karşılığıdır.

AKP iktidarında, kadın cinayetleri gibi işçi cinayetlerinde, doğa katliamlarında da patlama yaşandı, Gezi’de gencecik fidanlarımızı AKP şiddetine kurban verdik.

Size bir cinayet de kendi seçim bölgem Edirne’den söyleyeyim. Edirne’nin ve Türkiye'nin en güzel yerlerinden olan Saros Körfezi’nde taş ocakları açılıyor, doğa katlediliyor, binlerce yıldır var olan güzellikler orada üç beş kişinin kazancı uğruna, maalesef yok ediliyor, tahrip ediliyor, doğaya karşı suç işleniyor. Ergene zehir akıyor, AKP bu anlamda da maalesef çevresine ölüm saçıyor. Devlet, kendi eliyle vatandaşına karşı suç işliyor, kendi toprağına karşı suç işliyor, turizm bölgesi ilan ettiği yerde taş ocakları açıyor, vatandaşının yaşam alanlarını yok ediyor. Ayrıca, AKP kadınların en rahat yaşayabildiği illerden olan Edirne’ye de düşmanlık yapıyor. İyi olan, güzel olan ne varsa da maalesef, onlara karşı düşman. “Kız mıdır, kadın mıdır, bilmem.”, “Ben zaten kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum.”, “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek.”, “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur.” gibi özlü sözlerinizi de unutmadık. Dünyanın öteki ucunda bile korumaları kadın bir cumhurbaşkanına, kadınları döven bir cumhurbaşkanına sahibiz. Bu kafanın kabuklarını açarsanız içinden Suudi beyni çıkar.

Gülen kadına, hamile kadınların sokaklarda yürümesine -söyleyemezsiniz de- kadınların çalışmasına düşmansınız, düşünen insana da düşman olduğunuz gibi. Bu düşünce, dokunduğu yeri kurutur “Sevdim.” dediğini öldürür, bunu da kendisine hak görür. Bunun için, AKP on üç yıldır ülkemizin başına binbir bela açmakta, doğayı ve insanları maalesef katletmektedir.

REŞAT PETEK (Burdur) – Siz Ay’da mı yaşıyorsunuz?

ERDİN BİRCAN (Devamla) – Zihniyet sorunu oldukça sorunlar da felaket olur.

Bugün gelinen duruma bakın. Her taraftan tel tel dökülüyoruz. Sınırlarımız yok. Kadınlar her gün öldürülüyor, en güzel yerlerimiz parsel parsel satılıyor. Bir sürü gizli kapaklı işten birilerinin cebi dolarken yurttaşlarımız canından, insanımız toprağından ediliyor.

CHP bu hastalıklı zihniyetin panzehridir, antizehridir, tedavisidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERDİN BİRCAN (Devamla) – Ülkemizi de, halkımızı da bu zihniyetten kurtaracağız.

Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi “Şuna kani olmak lazımdır ki dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.”

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bostancı, buyurun.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Değerli konuşmacı AK PARTİ’yi “kadın düşmanı, kadın cinayetlerinin faili siyaset” olarak tanımladı. Bu açık ve haksız bir saldırıdır. Bu çerçevede 69’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Sataşmadan iki dakika süre veriyorum. Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

Buyurun Sayın Bostancı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

10.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Edirne Milletvekili Erdin Bircan’ın doğrudan gündeme alınma önergesi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; kıymetli arkadaşımız 2002’den bu yana AK PARTİ’nin almış olduğu oylar içerisinde kadınların oranına bir baksaydı bu kanaatleri burada serdetmezdi her şeyden önce. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İkincisi: Bakın, Türkiye'de şehirlerde yaşayanlar yüzde 92’ye ulaştı, köyde yaşayanlar yüzde 8. AK PARTİ iktidara geldiğinde 70’e 30 civarında bir oran vardı. Köyde yaşayan insanların içinde oranın hayat şartları itibarıyla, çalışma şartları itibarıyla en çok ezilenler kadınlardır eğer köyü biliyorsanız.

ERDİN BİRCAN (Edirne) – Köyleri yok ettiniz, insanlar göç etti.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - AK PARTİ Türkiye'yi modernleştirirken, kadınıyla erkeğiyle bu insanlar daha medeni ve modern ortamlarda yaşarken kadının da kamusal hayata katılımını sağlayan siyaset AK PARTİ’dir. Şimdi gelip burada AK PARTİ’ye laf çakacağım diye “kadın düşmanı, eşitliğe karşı” gibi esasen feministlerin de herhangi bir şekilde itibar etmeyeceği…

ERDİN BİRCAN (Edirne) – Rakamlar var.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bakın, eğer biraz feminizm okumuş olsaydınız feministlerin de bu tür laflara ne kadar karınlarının tok olduğunu bilirdiniz. Mesele eşitlik mi, yoksa kadınların daha fazla kamusal hayata katılmalarını teşvik yönünde politikalar mı? Bütün bu tartışmaların çok zengin bir arka planı vardır. AK PARTİ’yi eleştirebilirsiniz ama böyle haksız, yersiz, polemikçi ve bu mantıkla giderseniz “Hazreti İsa’yı da AK PARTİ çarmığa germişti.” diyecek kadar gerçeklikten kopacak bir anlayışla eleştirilerinizi kimse dinlemez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkan…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Birleşime 20.30’a kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.52

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.35

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Özcan PURÇU (İzmir), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36’ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince, sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

VIII.- KANUN  TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/540) ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 97) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon Raporu 97 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Tasarının tümü üzerinde gruplar adına ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’ındır.

Buyurun Sayın Ayhan. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

MHP GRUBU ADINA EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesine ilişkin 97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın geneli üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini arz etmek üzere söz aldım. Bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk sanayisinin bu sıkıntılı döneminde, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca hazırlanan görüşmekte olduğumuz bu tasarıda, yüksek katma değerli ürünlerin üretilmesini sağlama ve destekleme, AR-GE insan kaynağı kapasitesini artırma, bilgiyi ticarileştirme, teknoloji ve yenilikçi şirketlerin ortaya çıkmasını ve gelişimini destekleme, üniversite sanayi iş birliğini geliştirme ve kurumsallaştırma, AR-GE ve yenilik ekosistemini güçlendirmenin amaçlandığı belirtilmektedir.

Öncelikle, Sayın Bakan, teşekkür etmek istiyorum; gerçekten, ben şimdiye kadar komisyonlarda bu kadar uyumlu bir bakanla karşılaşmadım. Teşekkür ediyorum, ne bilgi istediysek verdiniz; bilgiler yeterliydi, yeterli değildi... Hele kanunlarda etki analizi yapan bir bakanlıkla, buna talimat veren bir bakanla karşılaştığım için de mutluluk duyduğumu ifade ediyorum. Bunlar işin müspet tarafı. Hatta biz size söz verdik, engel olmayacağız dedik, yetiştireceğiz dedik; biz söz verdik, biz yerine getirdik ama AKP sizi bir hafta geciktirdi. Bunu samimiyetle söylüyorum, demek ki bakan olarak bile bazı şeylere engel olmak mümkün olmuyor. Ama arada kullandığımız dönemde, yani sizin o boşluğa “Evet.” dediğiniz dönemde de biz tasarıyı inceleme fırsatı bulduk. Şimdi bunu inkâr etmemek lazım, işin müspet taraflarını söylemek lazım.

Bu kanun tasarısıyla, Türkiye’nin, teknoloji üretimini artıracak, yüksek katma değerli üretim yapısına geçişini destekleyecek kapsamlı ve yeni bir tasarıdan ziyade, mevcut AR-GE Kanunu ile ilgili kanunlarda kısmi ve ilave değişikliklere gidildiği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, doktora, yüksek lisans ve lisans mezunları için gelir vergisinde birtakım imkânlar sağlıyorsunuz. Bilimsel yarışmalarda başarılı öğrenciler için birtakım imkânlar sağlıyorsunuz. Tasarım ve yenilik projeleri ile üniversite sanayi iş birliği... Bu da var. İhtisas teknoloji geliştirme bölgelerinde bulunan girişimcilerin Katma Değer Vergisi Kanunu kapsamındaki teslim ve hizmetlerini KDV’den istisna tutuyorsunuz. AR-GE projelerinde yurt dışından yapılacak alımların gümrük vergisi ve fonlardan muafiyetini söylüyorsunuz. Kamu İhale Kanunu’nda “sanayi katılımı” ibaresinin “off-set” ibaresini de kapsadığı gerekçesiyle bu ibarenin yürürlükten kaldırılmasını şey yapıyorsunuz. Rekabet öncesi iş birliklerinde proje bedelinin yüzde 50’sine kadar olan kısmının geri ödemesiz olarak desteklenmesi; AR-GE, yenilik ve tasarım alanındaki yabancılara verilen çalışma izinlerinin Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun kapsamında öngörülen sürelere tabi olmaksızın süresiz çalışma izni düzenlenmesi… Ve buna benzer gidiyor.

Şimdi, biz buna muhalefet şerhi yazdık. Muhalefet etmeyeceğiz ama özellikle tasarım konusunda muhalefetin görüşlerini dikkate almadığınız için üzüntülerimi ifade etmek istiyorum. Bu hakikaten daha mükemmel bir şey olsun, gecikme de olmasın diye biz bu işi yapmaya çalışıyorduk. Fakat bu kadar müspet ifadelerden sonra Bakanlığı, AKP’nin sanayi politikasını eleştirmeyeceğiz diye bir olay yok, bir kere bunu yapacağız. Buna ilave olarak şimdi, bu, sanayinin bugün içine düştüğü durumu kurtarmaz Sayın Bakanım. Bugün bu tedbirleri alsanız bunun etkilerini, implikasyonlarını ne yapamazsınız? Sağlayamazsınız.

Ben Komisyonda söyledim, açık, net şekilde de ifade ettim, ne dedim? Şimdi genelini konuşuyoruz, bu genel gerekçe sakat dedim. Neden genel gerekçe sakat dedim? “2023 hedeflerine uygun olarak” diyorsunuz. Şimdi “2023 hedeflerine uygun olarak” dediğiniz zaman orada bir sıkıntı var. Neden? Sayın Bakan, 2023 hedeflerinde millî gelir 2 trilyon dolar. Bugün millî gelir 700 milyar dolar. Geldiğinizden beri 400 milyar dolar artırdınız. Kaç senede? On dört senede. Öyle değil mi?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – 600 artırdık, 600.

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – İktidarda bulunduğunuz on dört senede. On üç de…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – On üç bitti.

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Bitti, on dört senede bu kadar arttı ama geriye kalan altı senede 1,6 trilyon dolar ne artıracaksınız? Millî geliri artıracaksınız. Ya, bunu el âlem okuyor, bu sıkıntılı, bunu değiştirin. Bakın, yanınızda -beraber çalıştık- Sanayi Komisyonu Başkanımız var, ihracatta o da çalıştı. Şimdi, ihracata baktığınız zaman ne diyorsunuz? “500 milyar dolar hedefimiz.” Sayın Bakan, 3 katını artırdınız, tamam, söylediniz “Şu kadar artırdık, bu kadar artırdık.” Geldiğinizden beri, on üç seneden beri artırdığınız ihracat 100 milyar dolar.

HÜSEYİN ŞAHİN (Bursa) – Kötü mü?

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Yok, iyi.

Yanlış yapıyorsunuz diyorum. Neden? Şimdi, on üç senede artırdığınız 100 milyar -siz pek laf atmazdınız ama bakın, burayı iyi dinleyin- kalan altı senede…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – İthalattan haberi yok!

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Yok, yok.

Kalan altı senede 350 milyar dolar taahhüt ediyorsunuz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Palavra atıyor.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Ayinesi iştir kişinin…

HÜSEYİN ŞAHİN ( Bursa) – Bir hedef ya!

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Bakın, hedef ile hayal arasında dünya var, hayal kurmayın. Bu hedef sizden önce konuldu.

HÜSEYİN ŞAHİN ( Bursa) – Hedef koyuyoruz, hedef!

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Bak, sevgili kardeşim, bu hedef sizden önce konuldu. Siz o hedefe ulaşamazsınız çünkü o işi bilmiyorsunuz.

HÜSEYİN ŞAHİN ( Bursa) – Çalışırsak olacağını…

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Bakın, ne diyorum, şimdiye kadar on üç senede ne ürettiniz? 300-400 milyar dolar ilave millî gelir hatta istatistiğin size tanıdığı imkânlarla, bundan sonraki altı senede de 1,6 trilyon dolar.

Sayın Bakanım, hayalci olmamak lazım, ele güne de rezil olmamak lazım. Diyoruz ki: İhracat geldiğinizden beri on üç sene de ne arttı? Kabaca artan 100 milyar dolar, hadi 110 milyar dolar; geriye kalan altı sene için 350 milyar dolar. Bakın, size ben müspet şeyleri söylüyorum. Siz insan içine çıkıyorsunuz. Biraz sonra sanayi stratejisiyle de ilgili konuşacağım.

Sayın Bakanım, yeri geldi konuşayım. Sanayi stratejinizi istedim, teşekkür ettim ve böyle bir şeyin hakikaten olması lazım geldiğine de inandım. Ben orada görüşürken veya siz bize kahvaltı verdiğinizde sayın müsteşara imalat sanayinin millî gelir içindeki payını, sanayi sektörünün payını sordum, söyledi. Ben hayretler içinde kaldım. Ya, iyi niyetle söyledi, bunda da yazıyor, adam başka bir şey söyleyemez netice olarak. Ama şu var Sayın Bakanım: 2016 yılı Programı; bu, sizin Bakanlar Kurulu kararınızın eki. Bunu niye söylüyorum Sayın Bakanım? Artışları sabit fiyatla verirsiniz de yüzdeler cari fiyatla bakılır. “Ya, Haluk Bey, biz öyle de bakıyoruz, istatistik yapmış.” falan dersiniz; değil, bakın, bu sizin imzanızın altında bir şey. Kaçıncı, 13’üncü sayfası mıydı, neydi? Pardon, yanlış bakmayayım, 9’uncu. İsterseniz göndereyim, bakın, bir tablo var, nasıl vermişler bir bakın ve bunun arkasında cari fiyatlı olan her şey yüzde olarak dağıtılıyor, sabit fiyatla dağıtılmıyor. Şimdi, siz bu sanayi stratejisini icabında çevirip nereye gönderiyorsunuz? Yurt dışına falan. El âlem bakacak, Türkiye’ye yatırım yapacak, bunları düzeltelim.

Bunları ben tenkit etmiş olmak için falan söylemiyorum, bu işlerin içinde bulunmuş bir insan olarak söylüyorum, hakikaten üzülüyorum. Yani siz samimi olarak… Bakın, bir etki analizi istedik, Allah razı olsun, önümüze etki analizi geldi. Doğrudur, yanlıştır yani bir kısmına baktık, değerlendirdik, müspet karşıladık; bir kısmını da müspet karşılamadık, onu ayrı değerlendiririz. Hele şu 2009 Programı’nda dört beş sene üst üste yayınlanan bir sanayi bölümü var, Allah nasip eder, hani bütçesi falan bana düşerse sizin Bakanlığın ona ayrıca gireceğim çünkü o birkaç bürokratın da başını yedi biz konuşurken.

Ya, siz Türkiye Cumhuriyeti’nin Hükûmetinin Bakanısınız, bir tane Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti var, biz de Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleriyiz ve biz sizi tenkit etmekten zevk almayız, keşke her iş doğru düzgün olsa.

Şimdi, baktığınız zaman, nereden bakarsanız bakın, burada problem var ama ben size samimi olarak bir şey söylemek istiyorum Sayın Bakanım: Türkiye’de Türk sanayisi iflasın eşiğinde. Siz çırpınıyorsunuz araba yapacağım diye, hakikaten gayret gösteriyorsunuz ama sıkıntılı. Nereden diyorum sıkıntılı? Şimdi, birçok şirket iflas erteleme peşinde, başladı. Bakın, Denizlili Ekonomi Bakanı bildi; 7 Haziran seçimlerinden önce -gerçi o bizim şeyleri iyi bilmedi, okumadığı için belki de- asgari ücret şu kadar dediğimizde iş adamlarına fabrikada dedi: “Vallahi billahi iflas edersiniz.” İşçilere de hani “İsyan edin.” demedi belki ama benzer şeyler söyledi. Bakın, bugün sizin hesabını kitabını yapmadan verdiğiniz rakam, biz onun hesabını kitabını yapmıştık. Hem siz bütçeden ilave para çıkarıyorsunuz, öyle değil mi işverene vermek zorunda kalıyorsunuz, vermeyi taahhüt ediyorsunuz? Buna ilave olarak da başkasını suçladığınız şeyi yapmak istemenize rağmen problem ortaya çıkıyor. Burada da bir buna bakmak lazım.

Bakın, TÜSİAD’ın Başkanı Haluk Dinçer o zaman -bu sizin çözüm sürecinde de ortağınız, o yatırımları falan yağdıracaklardı oraya, gezdiler, gittiler- ne diyor, biliyor musunuz? Sanayinin ekonomi içindeki payının son on beş yılda olağanüstü gerilediğine dikkat çekiyor “Bu son derece tehlikeli bir gelişme. Sanayisi güçlü olmayan hiçbir ekonomide sürdürülebilir bir ekonomiyi yakalamak mümkün değil.” diyor, bunu bu söylüyor.

Şimdi, gelelim Odalar Borsalar Birliğine, TESK’e. Siz bunlarla diyalog içinde olmadınız, tabi kıldınız; açık söylüyorum. Burada, Odalar Birliğinin elindeki bütün imkânları almak için birkaç tane genç bakan vardı, elinden geleni yaptı, biz direndik. Odalar Birliği ile TESK’in Başkanının mensuplarının problemlerini çözmesine siz yardımcı olmadınız, onlar istediği kadar desin. Siz ne yaptınız? TESK Başkanını, TOBB Başkanını PKK’ya karşı Türk milletinin yüreğini yufkalaştırmak için alana sürdünüz, akil adam yaptınız. Bize geldiğinde, Sayın Genel Başkanımız ifade etti, söyledi bunları. TÜSİAD’a da söyledik.

Bakın, ya bütün bunlar oluyor da MÜSİAD memnun mu, değil mi diye bakalım. Onların yaptırdığı araştırmalara bakıyoruz -gelelim, inşallah şurada notlarımın içinde kolayca bulurum diye baktım- onlarda da çok büyük şikâyetlerin olduğunu ne yaptık? Gördük, tespit ettik. Hah, buldum. MÜSİAD üyelerinin yüzde 82’si kurdan olumsuz etkilenmiş, yüzde 50’si 2015’i kötü kapatmış, yüzde 40’ının yurt içi satışları düşmüş, 2016’da yüzde 52’si yatırımları artırmayı düşünüyor. Düşünüyor da yapabilecek mi, yapamayacak mı? Bütçeye baktığınız zaman, kamu kesimine baktığınız zaman o yatırımları falan buralarda ne yaparız? Görüşürüz. Onlar gerçekten önemli meseleler.

Şimdi, bugün Turizm Bakanını gördüm, yanında da eski Tarım Bakanı vardı. Turizm Bakanının dün bir konuşmasını gördüm. “Meraları turizme açacağız.” diyor. Eski Tarım Bakanına dedim ki meralara turistleri götürecekmiş. Ya, turizm ölüyor Antalya’da ya, sizin uyguladığınız politikaların neticesinde. Orada sanayiye de bu problem yaratıyor, finans sektörüne de problem yaratıyor.

HASAN SERT (İstanbul) – Sayın Vekilim, biz dinlemek istiyoruz, bu tarafa dönerseniz daha iyi olur.

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Siz hiçbir şey bilmiyorsunuz, yurt dışında okumuşsunuz da.

HASAN SERT (İstanbul) – Sorun değil, ben yurt dışında okumadım, hocalık yaptım.

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Orada Komisyonda söylediniz, gittiniz, geldiniz. Hiçbir şey bilmiyorsunuz. Biz ciddiyetsiz dediğimiz zaman…

HASAN SERT (İstanbul) – E siz o tarafa bakıyorsunuz.

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Burası da Genel Kurul, bizim muhatabımız da Hükûmet.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Hocam, arada bize de bakın ama yani.

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Ya beğenmiyorsunuz Bakanı, rahatsız mı oluyorsunuz?

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Son derece memnunuz ama arada bizi de ciddiye alın diyoruz.

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Teessüf ederim; şimdi, Bakanı ciddiye almamı kıskanıyorsunuz galiba.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Yüzde 10’unda buraya bakın.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Muhatabınız Genel Kurul, burada.

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Bakan Genel Kurulun dışında mı kardeşim ya, Bakan Genel Kurulun dışında mı?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyelim.

Sayın Ayhan, siz de Genel Kurula hitap edin lütfen.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Müdahale etmiyoruz ki kendi kendine müdahale ediyor.

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Genel Kurul dışında değil ki Sayın Bakan ya!

BAŞKAN – Tamam, müdahale etmeyin.

Buyurun.

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Sayın Başkan, biz ne yaptığımızı biliriz ya! Tamam… (MHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bir sürü problem; büyük şeyler gitmiş, gümlemiş, şirketler sıkıntılı bir vaziyette. İmalat sanayisinin millî gelirdeki payı yüzde 18’den 2014’te 15,8’e düşmüş.

Şimdi, bunu sadece biz söylemiyoruz. Aynı zamanda başka şeyler de söylüyor baktığınız zaman ekonomiyle ilgili birimler. Siz bunların bazılarıyla iyi oluyorsunuz bazılarıyla kötü; istediğinizi yaparsınız.

Şimdi, iş adamları mesela diyor ki: “Önceliğimiz artık ekonomi falan değil.” Diyarbakır mevduatı en çok düşen il. Bakın, ülkenin bir parçası. Ben batıdan bir ilin milletvekiliyim. Diyarbakır’da kapasite yüzde 25’e kadar düşmüş. “Borcundan dolayı sicili bozulmayan kimse hemen hemen kalmadı.” diyor. Batıda da böyle bu ha, sadece orada değil. Şimdi, “Habur’un kapatılması işletmeleri iflas noktasına getirdi.” Stokta üretim de olmuş. “Mal koyacak yerimiz kalmadı.” diyor. Elektrik üretim, tüketimi çakıldı.

Siz Sanayi Bakanısınız. Denizli’deki sanayiciye, ödenmeyen elektriğin parasını niye ödettiriyorsunuz Denizli’deki sanayiciye? Rekabet edecek bu adam, sizin yüzünüzden edemiyor. Ha bire o mevzuatı uzatıp duruyorsunuz, alamıyorsunuz. Yandaşa özelleştirme yapıyorsunuz. Buradan ilan ediyorum, sizi şikâyet ediyorum.

Bakın, Özince diyor ki o bile: “Tasarrufsuz yatırım olmaz.” Tasarruf kalmamış, millet yatırım yapamıyor. O yatırım rakamlarının detayını, inişlerini, çıkışlarını falan vakit olsa da bir konuşsak. Ne yapacaksınız bilmem. Hakikaten çok sıkıntılı.

Sizinle böyle konuşmamızı bile kıskanıyorlar. Böyle bir şey olabilir mi?

Bakın “Yeni bir büyüme hikâyesine ihtiyaç var.” diyen çoğalmaya başladı. Ülkemizde zaten büyüme oranları, finans sektörünün gelişme imkânları, jeopolitik gelişmeler diye bakıldığında öyle çok büyük gelişmeler vaat edecek bir durum yaşanmıyor. Bu tasarı da bunu sağlamaz. Biz muhalefet şerhinde, özellikle tasarım konusunda söylememize, ayrı bir kanun olarak çıkaralım dememize rağmen buna muhalif olmamıza rağmen destekleyeceğiz Sayın Bakan; açık, net… Hiçbir şeyimiz yok. Yapın… Yani memlekette taş taş üstüne koydunuz da muhalefet “Niye koyuyorsunuz?” diye sizden hesap mı sordu ya? Biz sizinle hasbihâl ederiz diye buradakiler bunları kıskanıyor. Bunu iyi kötü millet takip ediyor, sanayici takip ediyor. Böyle bir şey var.

Bakın, Komisyona sizden önce 3 tane tasarı geldi; Sayın Başkan biliyor, diğerleri de biliyor. Bir tanesi, işte, Pakistan’la ilgili bir anlaşma, bir tanesi Gürcistan, bir tane de… Ciddiyetsiz bu iş dedim. Bir tanesi tasarının geri çekiliyor, ikisine bakan tenezzül edip gelmiyor. O zaman, ciddiyetsiz dediğimiz zaman da… Arkadaşlar hem tasarıyı okumadan geliyorlar hem de bize müdahil olmaya çalışıyorlar. Ya, otur gece, iki satır oku da bize muhalefet et; bizim söylediğimizin yanlış olduğunu söyle, tasarıya katkıda bulun. Engelledik mi biz?

Daha burada benim çok söyleyeceğim şey var. Ben, hakikaten sizin iş birliğinize memnun oldum, gerçekten memnun oldum. Ben kolay kolay da methetmem. Yani iş doğru oluyor, yanlış oluyor ayrı ama en azından iyi niyet var, gayret var.

Bu şey meselesinde de, cari fiyatla, sabit fiyatla gösterilir meselesinde de… Hakikaten Sayın Bakanım, onu bir ince düşünün. Bu sizin imzanızın eki, o da sizin strateji belgeniz. El âleme karşı… Bir şey olursa biz de Türkiye Cumhuriyeti’nin milletvekiliyiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyesiyiz; birisi bir şey derse, ciddi bulmazsa biz üzülürüz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) - Muhalif olmamıza rağmen, destekleyeceğiz, müspet oy vereceğiz. Bir an önce çıksın. Yapabilirseniz memlekete katkı, takdirinizi de burada ifade ederiz.

Teşekkür ederim. Saygılar sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ayhan.

İkinci söz, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul’a ait.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yine, Genel Kurulun sevgili emekçileri, sizleri de saygıyla selamlıyorum.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca hazırlanan, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik içeren kanun tasarısına dair grubum adına söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan; Bakanlığınızın ismi “sanayi” ile başlamıyor, “Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı” diyor. Şimdi, değerli arkadaşlar, bu yasa görünürde AR-GE’yi geliştirmeye, AR-GE’ye katkıda bulunmaya, AR-GE yapanlara çeşitli imkânlar sağlamaya dönük bir yasa gibi görünmekte. Ancak, araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin en önemli noktası, onu yapabilecek nitelikte yetişmiş insan gücüne ihtiyaç duymasıdır. Şimdi “Sanayi Bakanlığı” denmiyor, “bilim” deniyor.

Dünyada sanayinin, teknolojinin, AR-GE’nin ve tasarımın gelişmesi aslında bir evrimsel süreç izler. Bu evrimsel sürecin başında önce bilgi üretecek ortamınız olacak, bir fikriniz olacak, bu fikri bilgiye dönüştüreceksiniz, bunu daha sonra bilimsel bir bulguyla destekleyerek teknolojiye dönüştüreceksiniz, ardından, teknolojiden sonra AR-GE ve tasarıma yöneleceksiniz. Oysa tasarıya baktığımızda, binanın bilgi yönü, teknolojiyi üretecek olan yönü yok ama tepeden bir bina inşa ediyoruz. Nasıl tepeden bir bina inşa ediyoruz?

Şimdi, değerli arkadaşlar, bilimsel bilgiyi Türkiye’de üniversiteler üretir. Üniversitelerde de “bilim” denince akla temel bilimler gelir. Türkiye’de temel bilimlerin durumuna bir göz attığımızda, neredeyse temel bilim yapamaz bir ülke konumundayız. Özellikle 2007’de AKP’nin üniversiteleri ele geçirmesinden bu yana üniversitelerde temel bilim çöktü. “Temel bilim” deyince akla fizik, kimya, matematik, biyoloji gelir; mühendislikler, tıp ve diğer alanlar buradan üretilen bilginin teknolojiye dönüştürülmesini sağlar. Şimdi, bilimsel bilginin olmadığı, bilimsel bilginin üretilemediği bir ülkede; bir bilim politikasının olmadığı, bilim politikasından sonra sanayi politikasının olmadığı ve oradan, teknoloji politikasının olmadığı bir ülkeye siz bir AR-GE ve tasarım politikası dizayn ediyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, temel bilimler; fizik, kimya, matematik, şu anda fen fakültelerinde verilen bu eğitim artık verilemez hâle gelmiştir. Temel bilimlerde, şu anda Türkiye’de Samsun’dan güneye bir dikme indiğinizde doğudaki fen fakültelerinin tamamı, batıdakilerin de önemli bir kısmı -yani birkaç üniversite hariç- öğrenci dahi alamaz duruma gelmiş ve sadece oralarda öğretim üyesi var ama öğrencisi yok, bilimsel üretim yapacak ortamı yok. Böyle düşündüğünüzde… Şimdi, siz bir ülke düşünün ki bilimini üretecek insanlar yani o ülkede eğitimden en az nasibini alanlar bu fakültelere gelecekler, ki önemli bir kısmı kontenjanlarını 5’e, 10’a, 15’e düşürmelerine rağmen tercih yapamadıkları için öğrenci alamaz duruma gelmiş ve kapatılmakla yüz yüze gelmiş, fiilî olarak aslında kapanmış. Şimdi, eğitimden en az nasibini alan toplumsal kesimlere, öğrencilere “Gelin, bana bilgi üretin, bilim üretin.” diyorsunuz.

Şimdi, Komisyonda da bunu tartışmıştık, Sayın Bakan bilimsel makalelerimizin 4 kat arttığını ifade etmişti. Doğrudur, bilimsel makalelerimiz 4 kat arttı. Komisyonda da dile getirmiştim. Sayın Bakan “Bu makalelerin etki değeri yani ‘impact’ faktörü, artmış.” demişti. Ben özellikle tekrar inceledim, artan makale sayısına rağmen, 4 kat artmasına rağmen etki değeri düşmüştür Sayın Bakan, oransal olarak düşmüştür. Yani, siz bir makale üretiyorsunuz, bu makaleniz okunmuyor, başkaları tarafından onlara bir atıf yapılamıyor, sadece ve sadece bir kâğıt kalabalığı yapıyorsunuz.

Fen fakültelerinin öğrencileri hem niteliksiz yetişmekte hem de zaten iyi eğitim almamış olan öğrencileri aldığı için bilimsel olarak nitelikli insan gücü yetiştirme şansımız yok.

Şimdi, AR-GE faaliyetlerini kim yapacak Sayın Bakan? AR-GE faaliyetlerini bilimsel niteliği, uzmanlığı gelişmiş olan insanlar yapacak. Peki, bu yoksa AR-GE faaliyeti aslında yapılıyormuş gibi olacak. Kâğıt üzerinde, aslında bu yasa kadük bir yasa değerli arkadaşlar. Bu yasayı temeli olmayan bir bina gibi düşünün. Bu yasa mevcut duruma bir değişiklik getirmeyecek, mevcut durumu değiştirmeyecektir.

Bugün üniversitelerimizin geldiği duruma baktığımızda, “her ile bir üniversite” demek, maalesef, orada bilimsel bilginin geliştiği, üretildiği anlamına gelmiyor. Devlet, üniversiteleri tamamen siyasi ve ekonomik kaygılar güderek, kendi iktidar amaçları doğrultusunda bir araç gibi kullanıyor. Bugün bölgemizdeki üniversitelerin tamamı, her biri ayrı ayrı bir gruba ihale edilmiş, bir kadrolaşma aracı hâline dönüştürülmüş ve ne bilimsel, teknolojik donanımı olan yerler ne de bilgi üretebilecek koşullara sahip olan yerler. Bilimsel bilgiyi üretmek için değerli arkadaşlar, paranın olması gerekmez. Para önemlidir, önemsizdir demiyorum ama her şey parayla değildir. Bilimsel bilginin üretimi bir fikriyat işidir. Bir fikriniz olacak, bu fikrinizi uygulama alanınız olacak, deneme alanınız olacak, tekrarlama şansına sahip olacaksınız. Bu tekrarlanabilir bilgi daha sonra bir bilimsel bilgiye, bulguya dönüştüğünde teknolojiye uygulanacak ve teknoloji AR-GE ile en iyi noktaya, tasarımla en iyi noktaya taşınacak. Şimdi, üniversitelerinizin araştırma yapma koşullarının olmadığı; fikirlerin tamamen devletin erki doğrultusunda şekillendiği; özgür, bilimsel üretim ortamının olmadığı bir yerde bilimsel gelişmişlikten, bilimsel bilgiden bahsetmek mümkün değil değerli arkadaşlar.

Yine, Komisyonda dile getirmiştim değerli arkadaşlar, Birleşik Arap Emirlikleri veya Suudi Arabistan bir zamanlar tüm önemli bilim insanlarını bir araya getirip, işte, ben de bilimde rekabet edeyim diye bir alan kurdu. Fakat, bilimsel bilginin üretim koşulları olmadığı için, maalesef, bugün Suudi Arabistan’ın da, Birleşik Arap Emirlikleri’nin de durumu aşağı yukarı bilimde bizim gibidir; bilimi üreten değil, teknolojiyi üreten değil, dışarıdan alan.

Türkiye’nin sanayi ihraç mallarına baktığımızda da değerli arkadaşlar, üst düzey gelişmiş bir teknoloji ihracımız yok. Bizim ağırlıklı olarak düşük ve orta teknolojiye dayalı ürünler ihracımızı oluşturuyor ve bu, toplam ihracatımızın içerisinde yüzde 2’dir. Hani zaman zaman kendimizi gelişmekte olan ülkelerle kıyaslarız ya, örneğin Çin gibi, örneğin Güney Kore gibi, örneğin Brezilya gibi. Değerli arkadaşlar, bu oran Çin’de yüzde 28, Güney Kore’de yüzde 29, Brezilya’da yüzde 11’dir. Şimdi, bilimsel bilgi üretme koşullarının olmadığı bir ülkede, üniversite öğretim üyelerinin özgürce düşüncelerini ifade edemedikleri ve tamamen devletin ideolojisi çerçevesinde şekillenen bir ortamda bilimsel bilgiden bahsetmek mümkün değildir. Bugün, öğretim üyelerimiz ülkemizde yaşanan bir savaşa, ülkemizde yaşanan katliamlar zincirine ortak olmayacaklarını ifade ettikleri için, “Bu ülkede çocuklar ölmesin.” dedikleri için, “Bu ülkede insanlar ölmesin, bu ülkede savaş dursun.” dedikleri için maalesef, bildiğiniz üzere, Sayın Cumhurbaşkanının emriyle, YÖK’ün talimatlarıyla, rektörlerin açtığı soruşturmalarla karşı karşıya kaldılar ve 1.128 öğretim üyesi hakkında çeşitli soruşturmalar açıldı, çeşitli cezalar verildi, bir kısmı sorgusuz sualsiz kapı önüne konuldu.

Değerli arkadaşlarım, şimdi böyle bir ortamda YÖK, daha fen fakültelerini yani bilim üretecek fakültelerini dizayn edememişken bir suçlu mahkemesi midir, fikir suçlarını inceleyen bir mahkeme midir ki Sayın Cumhurbaşkanının talimatı doğrultusunda derhâl soruşturma açılıyor, rektörler harekete geçiyor ve öğretim üyeleri kapı önüne konuluyor sorgusuz sualsiz? Sabahın köründe öğretim üyelerinin kapısına polisler, savcılar dayanıyor. Bunlar ne yapmışlar peki, ne ifade etmişler? Bunlar sadece ve sadece “Yaşanan suça, insanların ölümüne biz ortak olmayacağız.” demişler.

Şimdi, değerli arkadaşlar, böylesi bir ortamda maalesef, bilimsel bilgiden bahsetmek, teknoloji ve sanayinin gelişmesinden bahsetmek, orada da AR-GE faaliyetleri ve tasarım faaliyetlerinin sonuç vereceğinden bahsetmek mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, bir başka önemli şey: Dünyada bilimin bir literatürü var. Bu literatürü, biz, evet, içeride faşizan yöntemlerle baskılayabiliriz ama dünyanın kullandığı literatürü değiştiremeyiz. Bugün, bu kanuna yazdığımız muhalefet şerhinin bir yerinde “kürdistan” kelimesi geçiyor diye maalesef, kitapçığa konulmadı değerli arkadaşlar. Muhalefet şerhimizin şu kitapçıkta mutlak olması gerekiyordu çünkü Komisyonda da yazdığımız raporun içeriğine baktığınızda da ne kadar nitelikli eleştiri yaptığımız apaçık ortadaydı.

Değerli arkadaşlar, Kürt ve kürdistan bir gerçekliktir. Siz, bunu içeride baskılayabilirsiniz, yasaklayabilirsiniz, ama zaman zaman kendiniz de kullanıyorsunuz, işinize geldiği zaman alkışlayabiliyorsunuz. Örneğin, Sayın Cumhurbaşkanı “kürdistan” dediğinde, güneydoğu, doğu tarifi yaptığında “kürdistan” dediğinde, Karadeniz’in doğusuna “lazistan” dediğinde, AKP sıralarındaki arkadaşların tamamı alkışlayabiliyor ama biz ifade ettiğimizde maalesef işte görüşlerimizin kitapçıkta yer alması engelleniyor. Bunu engelleyebilirsiniz ama biz bunları, bu fikirlerimizi burada söylemeye devam edeceğiz.

Şimdi, bir diğer nokta: Değerli arkadaşlar, sanayi, bilim, teknoloji ne içindir? Bir ülkenin kalkınması, bir ülkenin zenginleşmesi ve hakça, adilce paylaşımı içindir. Bugün, baktığımızda, şu anda kürdistanda yürütülen savaşta, oradaki üniversitelerde bilim yapma ortamı var mıdır? AR-GE dediğinizde, aklınıza sadece İstanbul, Ankara mı gelmektedir? Siz, bu Meclis kürdistan illerini temsil etmiyor mu? (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bu Meclis Diyarbakır’ı, Van’ı, Şırnak’ı temsil etmiyor mu? Her ile bir üniversite açtığınızda sorun bitti mi? Ve o üniversiteleri ne hâle getirdiniz biliyor musunuz? Her birini bir gruba devrettiniz, orası sadece bir örgütlenme alanı olarak gelişti.

Bakın, biraz önce öğrencilerin tercihlerinden bahsetmiştim. Öğretim elemanı istihdamı, memur istihdamı tamamen yandaşlık politikası üzerine oturtulmuş durumdadır. Benim öğretim üyeliği yaptığım fakültede kendilerine yakın olan bir öğretim elemanına doktorası bittikten sonra kadro vermek istediler, bir ilan verdiler, “Kriyojel alanında doktora yapmış olmak” dediler, meslek yüksekokuluna atadılar. Aynı ilanla bir yıl sonra eczacılık fakültesine ilan açıldı, yine, “Kriyojel alanında doktora yapmış olmak” diye eczacılık fakültesine alındı.

Şimdi, bu kadar yandaş örgütlenme, bu kadar bilimsel nitelikten yoksunluk, bu kadar adam kayırma, adama göre iş bulma –işe göre adam değil, adama göre iş bulma- politikasıyla siz AR-GE’de nereye varabilirsiniz ki değerli arkadaşlar? Bugün üniversitelerin durumu içler acısıdır. Temel bilim yoktur, fizik, kimya, matematik bu ülkede yerle bir edilmiştir. Fen fakülteleri, kağıt üzerinde bilim üreten fakültelerimizdir –biraz önce söyledim- neredeyse tercih edilemez durumdan kaynaklı olarak kapatılmakla yüz yüze kalmıştır.

Değerli arkadaşlar, “Her ile bir üniversite” dediklerinde -biliyorsunuz, daha önce üniversite açmanın temel şartı fen fakültesi olmasıydı- her üniversiteye bir fen fakültesi açıldı, kadrolar 35-40’tayken bir gecede YÖK’ün kararıyla 80’lere taşındı. Bilim adamı olacak fizik, kimya, matematik mezunlarının ortalıkta sayıları artmaya başladı, daha önce öğretmenlik hakları varken bu hakkı ellerinden aldık ve tamamı işsiz kaldı. Bugün -bir bilgidir- işsizlik oranının yüzde 25’i üniversite mezunudur. İşte, bunların ağırlıklı kısmı da değerli arkadaşlar, üniversitelerin fizik, kimya, matematik bölümlerinden mezun olanlar. İş bulamadıkları için uzman çavuş olmakta, polis olmakta ve savaşa sürülmekte ve maalesef, bu çatışmalı ortamdan kaynaklı olarak ölmekteler.

Değerli arkadaşlar, bugün, bu Komisyonun bir üyesi olan arkadaşım Faysal Sarıyıldız, maalesef, aylardır burada yasama faaliyetlerine katılmıyor. Cizre’de bir vahşet bodrumu yaşanıyor, biz haftalardır anlatmaya çalışıyoruz ve “Orada insanlar ölüme terk edildi.” diyoruz ama bir türlü sizin vicdanınıza ulaşamadık. Sizin vicdanınızda… İnsanların ölümünü, bir Kerbelâ’nın yaşanmasını, bir Madımak’ın yaşanmasını maalesef, günlerdir söylememize rağmen engelleyemedik. Bugün bölgede yaşanan bir Kerbelâ’dır, bir Madımak’tır ve bunun sorumlusu AKP Hükûmetidir, AKP’nin bizatihi kendisidir. Siz oradaki vatandaşlarımızı ölüme terk ettiniz. Bakın, Sayın Başbakan büyük medya patronlarını pazar günü Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde ağırladı ve orada medyaya bir ayar çekildi. Bu katliam biliniyordu, bu katliamın bu şekilde bir psikolojik etkiyle yer almaması, kamuoyuna duyurulmaması, üstünün kapatılması konusunda medyaya ayar çekildi. TRT bir gün kendiliğinden sanki “60 ölü var.” dedi, sanki kamuoyunun, Hükûmetin bilgisi dâhilinde değilmiş gibi davranılıyor.

Değerli arkadaşlar, TRT’ye aldığınız çaycı bile…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - …Hükûmetin yandaşıdır, bunu hepimiz biliyoruz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Evet.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Şimdi, böyleyken, TRT kendi başına çıkıp bu açıklamayı yapmadı.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Evet, doğru söylüyor.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Anadolu Ajansı başka bir şey söylüyor, TRT başka bir şey söylüyor. Ve kaygımız odur ki orada onlarca, 60’ın, 70’in üzerinde insan katledilmiştir, bir infiale neden olmamak üzere bunlar parça parça kamuoyuyla tanıştırılmaktadır, bu şekilde kamuoyunun öfkesi dindirilmeye çalışılmaktadır. Siz bu öfkenin, bu ateşin altında kalacaksınız.

BAŞKAN – Süreniz dolmuştur Sayın Toğrul.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Yol yakınken bundan vazgeçmenizi istiyoruz ve barıştan başka çıkar yol yoktur diyoruz.

Saygılarımla. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gruplar adına üçüncü söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Kazım Arslan’a aittir.

Sayın Arslan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

CHP GRUBU ADINA KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

97 sıra sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın geneli üzerine grubum adına, Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım.

Değerli arkadaşlarım, bir sitemimi, bir üzüntümü buradan söylemek istiyorum. Biraz önce, yine bu Mecliste “kürdistan” lafı edilerek, hem Meclise hakaret edildiği hem de Türkiye Cumhuriyeti’ni gerçekten bölgeler olarak dikkate almadan bu sözcüklerin kullanılarak gerginliğin her gün biraz daha artırıldığı bir konumu yaşıyoruz.

Şimdi, biz, burada Türkiye Cumhuriyeti’nin milletvekilleriyiz. Bizi milletvekilleri olarak seçen bu milletin Meclisinde “kürdistan” lafının tekrar tekrar edilmesinin bir faydadan ziyade zarar vereceğini açıklıkla belirtmek istiyorum. Elbette ki bu kürsü her şeyin söylendiği bir kürsü, her türlü düşüncenin açıklandığı bir kürsü ancak bu tür, gerginliği artıran, toplumu ayrıştıran ve kendilerine göre bölge yaratan bir sözün kullanılmayacağı bir kürsü olarak kullanılmasını özellikle istirham ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, öncelikle şunu ifade edeyim: Bu Komisyonun getirmiş olduğu bu tasarıya, genelde muhalefet şerhimiz olmasına rağmen, olumlu bakıyoruz. Bu nedenle, Cumhuriyet Halk Partisi olarak sanayileşme, eğitim, bilgi ve teknoloji politikasının belkemiğini oluşturan AR-GE’yle tasarım faaliyetleri konusunda Meclis gündemine getirilen tüm çalışmaları önemsiyoruz ve destekliyoruz.

Genç nüfusumuzdan yola çıkarak, gıda ve su kaynaklarımıza kadar, coğrafi imkânlarımıza kadar, ham maddeye yakınlığımıza kadar, sanayi, bilişim, hizmetler, tarım ve hayvancılık için AR-GE’nin ne kadar çok önemli olduğunu bir kez daha söylemek istiyorum. Bu nedenle, AR-GE ve tasarım alanında bir adım atılmasını, tasarıya dair mali etki analizlerinin dağıtılmasını da önemli buluyoruz, bu da yapılmıştır. Ne var ki mali etki analizlerinin yapılmasının, konunun uzmanı olan Plan Bütçe Komisyonunda da bir alt komisyonda tartışılmamasını da bir eksiklik olarak belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısındaki çoğu maddenin içeriğine katılıyoruz ancak yatırım ve üretim sorunlarını kapsayacak bir şekilde çözüm sunmadığı, özellikle eğitim alanında ciddi boşluklarının olduğu ortadadır. Çünkü AR-GE’yi yapacak elemanların yetiştirilmesi yönünde bir çalışma yapılmadığı gibi, ülkemizde fen bilimlerinden uzak bir şekilde yapılan eğitimin bu çalışmaya katkı yapamayacağını özellikle belirtmek istiyorum.

Tasarı, gelecekte ülkemizi teknolojik olarak küresel rekabette ön plana çıkaracak vizyoner bir yaklaşım taşımamaktadır. Hükûmet, AR-GE alanında aslında çok daha önce bitirmesi gereken işlere bugün gecikmeli olarak ancak başlayabilmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bugünkü küresel rekabetin, yaratıcı düşünceye, yüksek teknoloji tasarımına, markalaşmaya, katma değerli üretime yatırım yapan AR-GE ve tasarım faaliyetlerini büyüten üniversite, devlet ve özel sektör iş birliği modeline dayanmasını savunuyoruz.

Refah seviyesi yüksek bir toplumun temelinin insan ve üretim odaklı kalkınma modeli olduğunu biz seçim bildirgemizde de açıklıkla belirttik. Yirmi yıllık hedefimizi de bu şartlar, bu taslaklar çerçevesinde ortaya koyduk. Bu büyüme modelinde hukuku etkin kılmış, adil rekabete dayalı bir piyasa düzeninin yaratılması, AR-GE’de kapsamlı, vizyoner projeler yer alması çok önemlidir. Bunların yapımı ve devamı için de bir hukuk devletinin sürekli bir şekilde adaleti en iyi şekilde gerçekleştiren bir yapıda olmasının ve yargının da bağımsız ve tarafsız olarak görev yapmasının önemli olduğunu burada bildirmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, bugün dünya haritasında ulus devletlerin sınırları kadar markaların hangi ülkelerden çıkıp hangi coğrafyalara yayıldığı da önem kazanmaktadır. Ancak, bugün bunu kazandırabilmiş değiliz. Dünyaya marka değerleri sayesinde hızla yayılabilen birçok devlet küresel piyasalara hazırlanan şirketlerini AR-GE ve tasarım alanlarında doğrudan destekleyerek sağlamaktadır. Bugün gelişmekte olan ülkelerde özellikle otomotiv, ilaç, bilgisayar, yazılım alanlarında bilgiyi ve teknolojiyi tasarımla buluşturan sanayileşme modelinin temelinde AR-GE yatırımları için sağlanan kolaylıklar yatmaktadır. Kamu yatırımlarının görece azaldığı bilgi teknolojileri AR-GE tasarım faaliyetlerinde özel sektörün ve beceri bazlı yeni eğitim sisteminin öne çıktığı dünyada ülkemizde de öne çıkarılması gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 33 maddeden oluşan bu tasarıdaki bazı maddelerin kısa vadede AR-GE yatırımlarına katkı sağlayabileceğini düşünüyoruz. Tasarıda öngörülen destek ve teşvikler, iş tanımları, sosyal güvenceler, vergi muafiyetleri ve sanayi sektöründeki faaliyetleri gösteren firmalar, kişiler ile devletin ve üniversitelerin iş birliği adına olumlu yönler taşımaktadır. Ancak, yatırımı, üretimi, istihdamı, ihracatı artıracak bir çalışmayı bu tasarıda fazlasıyla göremiyoruz. Tasarının araştırmacılara, tasarımcılara, AR-GE personeli şirketlere ve akademisyenlere kolaylık getiren maddeleri Cumhuriyet Halk Partisinin uzun süredir ısrarla savunduğu AR-GE politikasının kısa vadeli bir devamı niteliğinde görünmektedir. AR-GE gibi gelişmekte olan ülkelerin çok detaylı biçimde ele alması gereken bir konu, bu tasarıda daha çok TÜBİTAK’ın vereceği bursa, üniversite akademisyenlerinin döner sermayeden alacakları ücrete, doktora yapan AR-GE çalışanının vergi muafiyetine sıkıştırılmış görünmektedir. Üniversitelerin mali, idari ve bilimsel özerkliği bulunmadığı ülkemizde bu şekildeki çalışmaların, üniversite-sanayi iş birliğinin ne denli gerçekleşeceği şüpheli görünmektedir.

Tasarıda AR-GE güvenliğine yeterli yer ayrılmamıştır. Araştırma ve tasarım faaliyetlerinin korunmasına, sektörde rekabeti bozacak biçimde paylaşılmasının engellenmesine bu tasarıda yer verilmemiştir. Buna da yasada yer verilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun da dikkate alınmasını istiyoruz.

Dünyada gelişmekte olan ülkeler küresel piyasalara açılımı genç kuşağın yeni bir vizyonla eğitilmesinden başlatırken konuya neredeyse tüm bakanlıkların ortak yetki alanı olarak bakılmaktadır, bizde de o şekilde olması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi olarak… Şirketlerin değer zincirinde katma değeri yüksek üretim aşamasına geçmesi için AR-GE faaliyetlerinin üretim odaklı, yatırım odaklı, tasarım odaklı süreci kapsayacak şekilde yürütülmesinde çok büyük fayda olacaktır. AR-GE’yi birçok sektörün ana birleşimi olarak görüyor; gıda, su, enerji, teknoloji, bilişim alanlarında araştırma ve geliştirme projelerinin desteklenmesini yaşamsal önemde sayıyoruz.

Bugün et ve samanın bile ithal edildiği bir ülkede yaşıyoruz. Dünyaya, belli ürünler dışında, yüksek katma değeri olan mal maalesef satamıyoruz. Tarımda, sanayide ve hayvancılıkta AR-GE açıklarımıza kapsamlı bir şeklide çözüm bulacak ve dünyada bu alanda söz sahibi olacak bir sistemi oluşturmak zorundayız.

Dünyada petrol fiyatlarının -on üç yıl öncesine göre- varili 160 dolardan 30 dolarlara, 40 dolarlara düştüğü bugünkü dönemde hâlâ petrol fiyatları, doğal gaz, akaryakıt fiyatları yerinde duruyorsa, en azından 1/4 oranına düşürülmesi gerekirken, sanayideki maliyetlerin aşağıya çekilmesine fayda sağlaması, daha çok üretimin olması, daha iyi rekabetin olması, daha çok üretimin olması noktasında bir çalışmanın, katkının olması gerekirken maalesef bunu göremiyoruz ve bu noktada Sanayi Bakanlığının tedbirlerini almasını istiyoruz. Biz, bu kapsamda ürün ve süreç tasarımının AR-GE faaliyetleri kapsamına dâhil edilmesini, yerli kaynakların, yerli üretimin, yerli sanayinin desteklenerek ülkemizin ihtiyaçlarına yönelik sanayileşmenin bir an önce daha çok, daha iyi bir şekilde gerçekleşmesini istiyoruz çünkü değerli arkadaşlarım, artık Türkiye bu kadar dış ticaret açığıyla yıllarca yaşamını sürdüremez, bunları borçlu olarak sırtında taşıyamaz. Onun için öncelikle ihracatımızı ithalatı karşılayacak düzeylere getirecek bir çalışmanın, bir altyapının, bir sanayileşmenin, üretimin, ihracatın mutlak surette ülkemizde gerçekleşmesini bekliyoruz.

Sayın milletvekilleri, biz AR-GE’nin temeline eğitimi alırken bugün dünyanın hazırlandığı yeni sistemle uyumlu biçimde ilkokuldan başlanarak nitelikli eleman yetiştirme, teknik, meslek okulların öne çıkarılarak ara elemanın yetişmesi, nitelikli elemanın yetişmesi, daha iyi ürün temin edilmesi, daha çok üretilmesi konusunda bir çalışmanın yapılmasına mutlak ihtiyaç vardır. Dünyada tartışılan Sanayi Devrimi’nin yeni eğitim anlayışına baktığımızda, beceri, problem çözme, sorumluluk alma, yaratıcı düşünmeyi birleştirerek kuşağın ileride meslek seçiminde nitelikli eleman olmaya, vasıflı AR-GE alanına yönelmeye doğru çalışma yapacağı bir olanağı, bir eğitimi mutlak surette vermek zorundayız. Bunun için, uzun vadeli planlar yapılmadan AR-GE Yasa Tasarısı’nın eğitim ayağını ihmal etmek büyük bir boşluk yaratacaktır. Fen derslerini öne çıkarmadan, temel eğitimi bir kenara iterek AR-GE’den gelecekte çok fazla yararlanma imkânımızın olamayacağını da söylemek istiyorum. Bunun için, eğitimi ihmal etmeyerek, AR-GE Kanun Tasarısı içinde organize sanayi bölgesine bakanlıktan yetki devrini tartışmak, yüksek teknolojili ürün ve yüksek katma değer yatırımlarını uzun vadede gerçekleştirmek zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, bu yasa tasarısı içindeki bazı olumlu maddelere karşın AR-GE alanında dünyadan oldukça geri olduğumuzu ve bu alanı geç fark ettiğimizi, bu alana geç müdahale ettiğimizi açıklıkla belirtmek isterim. Bizdeki AR-GE harcamalarımıza baktığımızda gayrisafi hasılamızın içinde payı yüzde 1’dir. Avrupa Birliği ülkelerine baktığımızda yüzde 3 civarındadır. Demek ki bizim bu yüzde 3’ü yakalayabilmemiz için daha iyi eleman yetiştirmek, daha iyi imkânlar oluşturmak ve bunun altyapısını iyi bir şekilde geliştirmek ve AR-GE’den, tasarımdan daha iyi, daha çok yararlanmak durumundayız.

Kasım 2015 verileriyle, sektörler itibarıyla toplam AR-GE harcaması içinde özel sektörün payı yüzde 49,8’dir, kamunun payı ise yüzde 9,7’dir, üniversitelerin payı ise yüzde 40,5’tir. 10 bin çalışan başına düşen tam zamanlı AR-GE personeli sayımız sadece 45 iken, tam zamanlı araştırmacı sayımız maalesef 35’te kalmıştır. Ülkelerin AR-GE ve teknolojilerinin düzeyini, üniversite, YÖK, TÜBİTAK’ın performansını gösteren bir başka veriye göre, ülkemiz bilimsel yayın sıralamasında dünyada 18’inci sıradadır. 1 milyon kişi başına düşen bilimsel yayın sayısı maalesef 325’tir. Bir yıl içinde alınan patent sayıları bakımından da durumumuz pek parlak değildir. Ülkemizde alınan her 100 patent izninin 85’i yabancı patenttir. Katma değerli ürüne, markalaşmaya, yerli üretim ve tasarıma olan ihtiyacımız her geçen gün arttığı hâlde hâlâ bunların üzerinde fazlasıyla durulmadığı görülmektedir. Hükûmet bu tasarıyla bugün öylesine gecikmiştir ki on üç yıldır AR-GE ve teknoloji alanında rekabet ettiğimiz ülkeler bizi çoktan sollarken, eğitim düzenlerini, sistemlerini buna göre ayarlarken biz maalesef burada geriden takip etmek durumunda kalmış bulunmaktayız.

İçinde bazı olumlu maddeler taşıdığını biraz önce söylemiştik ancak bu tasarı eğitimle ve kapsamlı bir sektörel reformla buluşmadığı sürece maalesef amacına ulaşamayacaktır. Ülkemiz AR-GE, inovasyon, yenilikçi üretim, yüksek teknolojili ürün açısından OECD ülkelerinin ortalamasının oldukça altında bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği ilerleme raporunda ve Dünya Bankası raporlarında Türkiye yenilikçi üretim bakımından eleştirilmekte, yüksek teknoloji ürünlerinin ihracatımızdaki payının yüzde 2 düzeyinde kaldığı belirtilmektedir. Yükseköğretim harcamalarında ve üniversite-sanayi iş birliğinde OECD ortalamasının altındayız. Böyle bir tablo karşısında AR-GE çalışmalarından ne kadar sonuç alabileceğiz, bunu gelecekte göreceğiz.

Değerli arkadaşlarım, değerli dostlar; biz tüketen değil, üreten bir ülke olmak zorundayız. Üretmek için de yatırımı öne çıkarmak ve bununla birlikte istihdamı artırmak ve bununla birlikte ihracatı artırmak suretiyle ülkemizin hem sanayileşmesine hem daha gerçekçi bir kalkınma yapmasına olanak sağlayacak bir yapıyı oluşturmak durumundayız.

Bu düşüncelerle hepinizi tekrar sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Demin kürsüde konuşan sayın hatip, HDP’nin “kürdistan” kelimesini kullanarak Meclise hakaret ettiğini söyledi. Tabii, aslında, ağır bir cevabı gerektiren bir sataşma ama gecenin bu saati itibarıyla biz bunu tarihsel, toplumsal, coğrafik ve sosyolojik bilgi yetersizliğine atfedelim ve kürsüden bir cevap verelim.

Grubumuza sataşmadan söz istiyoruz.

BAŞKAN – Sayın Baluken, iki dakika süre veriyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Kadri Yıldırım cevaplayacak.

BAŞKAN – Sayın Yıldırım, buyurun.

İki dakika süre veriyorum. Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

11.- Siirt Milletvekili Kadri Yıldırım’ın, Denizli Milletvekili Kazım Arslan’ın 97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

KADRİ YILDIRIM (Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Tabii, AK PARTİ’li sayın hatip…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – CHP’li, CHP’li!

KADRİ YILDIRIM (Devamla) – …“Kürdistan” ismini kullanmayı Meclise hakaret ve milletvekillerine hakaret olarak nitelendirdi. Bunun manası şudur: “Kürdistan” ismini bu Mecliste kullanan Atatürk, bu millete ve bu Meclise hakaret etmiştir. Bunun anlamı şudur: “Kürdistan” ismini bu Mecliste kullanan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu Meclise ve Meclistekilere hakaret etmiştir. Her şeyden evvel, sizi Cumhurbaşkanımıza sahip çıkmaya davet ediyorum ve bu aynı zamanda, Selçuklu Sultanı Sultan Sencer’e de, bana göre, bir hakarettir çünkü 1157 yılında vefat eden Sultan Sencer, tarihte ilk defa Kürdistan eyaletini resmî bir şekilde tesis etmiştir ve bu aynı zamanda, Sultan Selim’e de bir hakarettir çünkü kendisi Amasya görüşmelerinde İdris-i Bitlisî’yle birlikte konuşurken diyor ki bir maddesinde: “Kürdistan sınırlarını Kürt beylerine bağlı güçler savunacaktır ve Osmanlı devleti bir dış saldırıyla karşı karşıya kalırsa Kürdistan beyleri bu güçleriyle Osmanlı devletinin yanında yer alacaktır. Kürt beyleri de bir dış saldırıyla karşı karşıya kalırsa şayet Osmanlı ordusu da onların yanında yer alacaktır.” Diyorum ki: İşte, Kürt-Türk kardeşliğinin gerçek antlaşması ve gerçek belgesi budur, bu belge 21’inci yüzyılda da bizim Kürt-Türk kardeşliğini garantiye alacak en güzel antlaşmadır, en güzel belgedir, hep birlikte bu belgeye sahip çıkalım.

Saygılarımı sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yıldırım.

IX.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın, Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde “kürdistan” adıyla herhangi bir idari veya coğrafi birim bulunmadığına ve bu ifadenin tarihî bağlamından koparılarak farklı bir şekilde kullanılmasının doğru olmadığına ilişkin konuşması 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, daha önce de benzer bir açıklama yapmıştım ben. Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezî ve mahallî idare yapılanmasının esasları Anayasa’nın 126’ncı ve 127’nci maddelerinde açıkça düzenlenmiştir. Bu esaslar dâhilinde, Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde hâlihazırda mevcut “kürdistan” adıyla herhangi bir idari veya coğrafi birim bulunmamaktadır. “Kürdistan” ifadesinin bağlamından koparılarak tarihî ve coğrafi bir terim olarak kullanılmasından ziyade, Türkiye sınırları içindeki bir bölgeyi, ayrı bir egemen, hukuki ve siyasi varlık biçiminde gösterir şekilde zikredilmesi de doğru değildir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3’üncü maddesine göre “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” Yine, Anayasa’nın 14’üncü maddesinde “Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılmayacağı” belirtilmektedir. Dolayısıyla, tarihî bağlamından koparılarak farklı bir şekilde bunun kullanılmasının doğru olmadığını bir kez daha ifade ediyorum.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bunu nereden çıkardınız Sayın Başkan?

KADRİ YILDIRIM (Siirt) – Niyet okuyorsunuz, kimsenin böyle bir niyeti yok.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

15.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Tutanaklara geçmesi açısından bir şeyler söylemem lazım.

Her şeyden önce, sizin Meclis Başkanı olarak orada yapmanız gereken şey, Genel Kurulu İç Tüzük doğrultusunda idare etmek.

BAŞKAN – Tamam, Anayasa ve İç Tüzük’e göre yönetiyorum ben.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – İç Tüzük’ün hiçbir yerinde “kürdistan kelimesi kürsü konuşmalarında kullanılamaz.” diye bir ibare yok. Burada kürdistan kelimesini kullanan milletvekillerimizden hiçbirisi de devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüyle ilgili farklı bir görüş ifade etmediler. Siz oradaki kürsüden milletvekillerinin niyetlerini okuma gibi olağanüstü başka bir yeteneğe sahipseniz bunu ifade edin. Bizim söylemiş olduğumuz realite, tarihsel, coğrafi, toplumsal, sosyolojik hangi açıdan ele alırsanız alın bu ülkenin bölünmesiyle ilgili değil; tam tersine, bu ülkenin bütünleşmesini sağlayacak olan, Selçuklu ve Osmanlı tarihinden de örneklediğimiz son derece yalın ve gerçek olan bir realitedir. Bunun ötesinde, sizin vekillerimizin konuşmasıyla ilgili, dediğim gibi, niyet okuma, birtakım sonuçlar çıkarma ve -bu kaçıncı oldu çünkü- o kürsüden durmadan bir Anayasa tanımı yapma tutumunuzun doğru olmadığı kanaatindeyiz. Sizin yapmanız gereken şey, milletvekillerinin burada İç Tüzük’e uygun konuşup konuşmadığıyla ilgili hususları gözetmektir.

BAŞKAN – Evet, ben de İç Tüzük’e uygun konuşmaya davet ediyorum aynı şekilde.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sizin kişisel yorumunuzdur bu.

BAŞKAN – Anayasa’nın 126 ve 127’nci maddesini açın, bakın. Merkezî yapılanma ile mahallî idareler yapılanması çok net bir şekilde tanımlanmıştır, iller, bölgeler vardır ve bu açıdan baktığınızda da şu anda mevcut durum itibarıyla “kürdistan” adıyla herhangi bir coğrafi birimin olmadığı açıktır. Bunun tarihî, sosyolojik ve coğrafik bağlamından koparılmasını ben eleştiriyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – O bağlamından koparıldı gibi bir durum yok.

BAŞKAN – Bu bağlamdan koparılmadan… Tabii ki geçmişte olabilir ama şu anda mevcut yapı içerisinde ayrı bir egemen bölgeymiş gibi, ayrı hukuki ve siyasi bir varlık gibi…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Nereden çıkardınız onu? Kim dedi yani? Hayır, kim söyledi?

BAŞKAN – Böyle bir anlamaya, böyle bir manaya yol açabilecek tarzda ifade edilmesinin doğru olmadığını ifade ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ayrı bir egemen bölge gibi kim kullandı? Hayır, söyler misiniz ayrı bir egemen diye kim kullandı?

BAŞKAN – Dolayısıyla, Baluken, ben tamamen Anayasa ve İç Tüzük’e uygun olarak hareket ediyorum ve bu bağlamda da tüm milletvekillerinin burada 67’ye göre temiz bir dil kullanmasını, kaba ve yaralayıcı sözler kullanmamasını…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ne demek temiz bir dil Sayın Başkan? Kürdistan kelimesi kaba ve yaralayıcı bir ifade falan değil.

BAŞKAN – Bakın, bir kısmı yaralayabilir bu ifadeler. Artı, Anayasa’da böyle coğrafik bir yerin olmadığını da çok açık bir şekilde ifade ediyorum ben size.

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Trakya var mı, Anadolu var mı, Kilikya, Kapadokya, bunlar yasak mıdır Sayın Başkan? Ne biçim bir tanımlama? Beynimizi mi okuyorsunuz, ruhumuzu mu okuyorsunuz?

BAŞKAN – Evet, teşekkür…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, siz 1924 Anayasa’sının inkâr, imha ve asimilasyon ruhuyla konuşuyorsunuz.

BAŞKAN – Hiç alakası yok.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Şu anki 12 Eylül anayasasının darbe hukuku üzerinden kişisel yorumunuzu yapıyorsunuz. Kürt demiyorum, Kürt kökenli bir milletvekili olarak da…

BAŞKAN – Evet, Kürt’üm ben.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - …bunu yapmanızı ayrıca son derece hicapla karşıladığımızı; tarihsel, toplumsal, bilimsel, sosyolojik ve coğrafik realiteye uymayla ilgili bir yükümlülüğün sizin için de geçerli olduğunu hatırlatıyorum.

BAŞKAN – O konuda uyuyoruz. O realiteyle ilgili bir... Ama şu anki günümüzdeki anayasal yapıya ve bu realiteye uymak da hepimizin asli görevidir.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Arkadaşımız bahsetti, yani bu ülkenin Cumhurbaşkanı da bu Meclis çatısı altında kürdistan realitesini bu bahsettiğim tarihsel gerçekliği üzerinden değerlendirmeler yapmış…

BAŞKAN – Onda problem yok, tarihsel gerçeklikle ilgili…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Aksini iddia edenleri de cehaletle suçlamıştı. O nedenle sizin bu tutumunuzu gözden geçirmeniz ve keyfinize göre değil, İç Tüzük’e göre oturumu yönetmeniz gerekiyor.

BAŞKAN – Ben tamamen Anayasa ve İç Tüzük’e göre davranıyorum.

Teşekkür ediyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Tavrınız doğrudur Sayın Başkan.

VIII.- KANUN  TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/540) ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 97) (Devam)

BAŞKAN – Şahıslar adına ilk söz Eskişehir Milletvekili Harun Karacan’a aittir.

Buyurun Sayın Karacan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz on dakikadır.

HARUN KARACAN (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizi 2023 hedeflerine, insana ve insanla var olan bilim ve teknolojiye yatırım yapan, bunların ticarileşmesine ortam sağlayan bilgi tabanlı bir ekonomi modeli taşıyacaktır.

Bizim kalkınma stratejimizin özünü; daha donanımlı, daha yenilikçi ve girişimci, bilgi üreten ve bunu yüksek katma değere dönüştüren insanımız ve işletmelerimiz oluşturacaktır.

İşte bu yüzden önümüzdeki dönemde, imalat sanayisinde yenilikçi ve yüksek teknolojili sektörlere dayalı dönüşümü gerçekleştirmek, girişimcilik kapasitemizi güçlendirmek ve nitelikli istihdam altyapımızı oluşturmak öncelikli hedeflerimiz olacaktır.

14 Ocakta Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan AR-GE reform paketinde 6 temel amaç vardı.

Bunlar, tasarım faaliyetlerini desteklemek, AR-GE yatırımlarını özendirmek, nitelikli üretim yapısına geçilmesini sağlamak, katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesini sağlamak, AR-GE personelinin niteliğini ve istihdamını artırmak, AR-GE faaliyetlerini ticarileştirmek, teknoloji şirketlerini ortaya çıkarmak ve desteklemek, üniversite-sanayi iş birliğini geliştirmek ve kurumsallaştırmak, AR-GE ve yenilik desteklerinin etkin koordinasyonunu sağlamak ve ekosistemi güçlendirmektir.

Bu amaçlar doğrultusunda hızlı ve etkili bir şekilde çalışılarak kanun tasarısı oluşturuldu.

Bu kanun tasarısı, 64’üncü Hükûmet Programı’mızdan, 10’uncu Kalkınma Planı ve Öncelikli Dönüşüm Programlarından, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu kararlarından, sektörel strateji belgelerinden, AR-GE Reform Paketi Çalıştayı’ndan, kamu-üniversite-sanayi iş birliği toplantılarından ve meslek ve iş dünyası kuruluşları raporlarından yararlanılarak katılımcı bir anlayışla hazırlandı.

Bu kanun tasarısının hazırlanmasında yoğun emek harcayan başta Bilim ve Teknoloji Bakanımız Sayın Fikri Işık Bey olmak üzere, Bakan Yardımcımız, Müsteşarımız, genel müdürlerimiz ve Bakanlığımızın tüm bürokratlarına teşekkür ederim.

Bu kanun tasarısı ortak akılla, istişare edilerek hazırlandı ve yüce Meclisimize sunuldu. Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda da görüştükten sonra kanun tasarısı olarak Genel Kurulumuza geldi.

Ben de Komisyonun bir üyesi olarak, bu kanun tasarısının Komisyonda görüşülmesi sırasında katkı sağlayan, görüş bildiren tüm milletvekili arkadaşlarımıza ve emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Kanun tasarısıyla AR-GE ve tasarım alanında ülkemizin önünü açacak pek çok reformu hayata geçirmiş oluyoruz. Size kısaca bu reformların birkaçından bahsetmek istiyorum.

Bu kapsamda, görüşmekte olduğumuz tasarısının kanunlaşmasıyla tasarım faaliyetleri AR-GE faaliyetleri gibi desteklenecektir. Teknoloji geliştirme bölgelerinde gerçekleştirilecek tasarım faaliyetleri de AR-GE faaliyetleri gibi destek ve muafiyet kapsamına alınmaktadır.

AR-GE merkezi kurmak için gerekli en az AR-GE personeli sayısını sektörler itibarıyla farklılaştırma 30 olarak belirlenmiş personel sayısını 15’e düşürme yetkisi Bakanlar Kuruluna verilmektedir.

Siparişe dayalı AR-GE ve tasarım faaliyetleri de destek kapsamına alınmaktadır.

Firmaların ortak proje yapmalarını sağlamaya yönelik Rekabet Öncesi İş Birliği Proje modelinin hayata geçirilmesi amacıyla bu türden projelere vergisel destekler sağlanmakta ve hibe verilmektedir.

AR-GE ve tasarım merkezlerinde çalışan AR-GE ve tasarım personeline sağlanan gelir vergisi istisnası oranları artırılmaktadır.

Teknoloji geliştirme bölgeleri ile AR-GE ve tasarım merkezlerinde çalıştırılacak nitelikli yabancı uyruklu AR-GE ve tasarım personelinin istihdamı da ayrıca kolaylaştırılmaktadır.

Temel bilimler mezunlarının AR-GE merkezlerinde istihdam edilmesi hâlinde maaşlarının brüt asgari ücret kadarlık kısmı iki yıllığına Bakanlık tarafından karşılanacaktır.

İhtisas teknoloji geliştirme bölgeleri hayata geçirilerek, öncelikli ve stratejik sektörlerde (bilişim, sağlık, biyoteknoloji, nanoteknoloji, savunma, uzay, havacılık vb.) odak AR-GE yapılarının kurulması sağlanacaktır.

Teknoloji geliştirme bölgelerinde yer alan ve teknogirişim sermayesi desteği ile kurulan firmalara doğrudan girişim sermayesi sağlanarak bu sermaye yatırımında bulunan firmalara vergi indirimi kolaylığı getirilmektedir.

Kamu alımlarında iş bitirme belgesi yerine geçen Teknolojik Ürün Deneyim Belgesi kapsamı genişletilerek yerli teknoloji firmalarının kamu alımı yoluyla desteklenmesi de ayrıca sağlanacaktır.

AR-GE yenilik ve tasarım projeleri kapsamında dışarıdan temin edilen ürünlere gümrük vergisi istisnası getirilmektedir.

Yenilikçi iş fikirlerine sağlanan teknogirişim sermayesi desteğinin 100 bin TL olan üst limitinin 5 katına kadar çıkarılması ve mezuniyet sonrası beş yıllık sürenin de on yıla uzatılması sağlanacaktır.

Üniversite-sanayi iş birliği faaliyetlerinde bulunan öğretim üyelerinin bu faaliyetleri sonucunda elde ettikleri gelirlerden gelir vergisinin kesilmemesi, döner sermaye kesintisinin yüzde 15’le sınırlandırılması, öğretim üyesine yüzde 85’inin ödenmesi sağlanacaktır.

Öğretim üyelerinin AR-GE ve tasarım merkezlerinde kısmi süreli ya da sürekli çalışabilmelerinin sağlanması, bu sayede elde ettikleri gelirin teknoloji geliştirme bölgelerinde olduğu gibi döner sermaye kapsamı dışında tutulması sağlanacaktır.

Bakanlık tarafından AR-GE ve yenilik projelerinin izleme, değerlendirme ve denetim süreçlerinde görevlendirilen öğretim üyelerinin de ücretleri iyileştirilmektedir.

KOSGEB tarafından görevlendirilen öğretim üyelerine ödenen ücretler döner sermaye kapsamı dışında da tutulmaktadır.

Bakanlık tarafından yürütülen destek programları (San-Tez, Teknogirişim, Teknopazar) bağlı ve ilgili kuruluşlara devredilerek benzer programlar arasında uyum ve koordinasyon sağlanmaktadır.

Kamu destekli projelerde görev alan bursiyerlere sigorta imkânı sağlanmaktadır.

OSB’lerde kurulan teknoloji geliştirme bölgelerinin yapı uygulama projelerinin onayı ile ruhsat ve izin işlemleri artık OSB idarelerince yapılacaktır.

Teknoloji geliştirme bölgelerinde bölge yönetici şirketi mülkiyetindeki taşınmazların emlak vergisinden muaf tutulması da sağlanmıştır.

KOSGEB temsilcisi de Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Değerlendirme Kuruluna alınmıştır.

Belirli ulusal ve uluslararası bilimsel yarışmalarda ilk 3’e girenlere, ilgili dallarda lisans programlarına yerleştirilmeleri aşamasında ek puan verilerek başarılı gençlerimizin daha iyi bir eğitim almaları da sağlanacaktır.

Birazdan madde madde üzerinden geçeceğimiz bu kanun tasarısıyla ülkemizin 2023 AR-GE hedeflerine ulaşmasına katkı sağlayacak ekosistemi de sağlamış olacağız. AR-GE ve tasarım alanında hem kamunun hem akademinin hem de iş dünyasının önünü açmış olacağız. Bu üçlü yapının daha çok iş birliği yapmasını sağlamış olacağız. Birlikte düşünmelerini, istişare etmelerini ve birlikte çalışmalarını sağlayacak ortamı da ayrıca oluşturmuş olacağız.

Sayın Başbakanımızın söz verdiği gibi, 64’üncü Hükûmetimizin 2016 Eylem Planı’nda altı ay içinde gerçekleşecek reformlardan biri olan AR-GE kanun tasarısını vadettiğimiz süreden daha önce gerçekleştirmiş bulunuyoruz.

Bununla da yetinmeyeceğiz. Hemen, hızlı bir şekilde, üretim paketini içeren kanun tasarısını, patent kanun tasarısını da yüce Meclisimizin huzuruna getireceğiz çünkü bizim derdimiz ülkemiz, ülkemizin daha çok gelişmesi, kalkınması ve zenginleşmesidir.

İş dünyasından yüce Meclise gelmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum ki: Siz yeter ki Türk özel sektörünün önündeki engelleri kaldırın. O zaman iş dünyası zaten durmadan koşar, ülkemizi hak ettiği noktaya ulaştırır, ülkemizin özel sektörünün gücünü ve potansiyelini tüm dünyaya gösterir.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Karacan.

Şahıslar adına ikinci ve son söz, Kocaeli Milletvekili Tahsin Tarhan’a aittir.

Buyurun Sayın Tarhan. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 97 sıra sayılı AR-GE Kanun Tasarısı, birinci bölüm hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Bakan, bu tasarıyı Bakanlıkta bürokratlar tarafından hazırlattınız, sürece bizi dâhil etmediniz. Biz, halkın temsilcileri olarak buraya geldik. Bu nedenle, tasarı hakkında bilgilendirilmeli ve söz sahibi olmalıydık. Tasarı, Komisyon toplantısından bir gün önce dağıtıldı. Sadece muhalefet milletvekilleri değil, iktidar milletvekillerinin de tasarıyla ilgili hiçbir bilgisi yoktu. Komisyonda görev yapan her milletvekilinin farklı uzmanlık alanları var; sanayici var, avukat var, uzman var, işletmeci var, eğitmen var. Hepimiz, uzmanlıklarımızla ilgili, bu tasarıya katkı koyabilirdik.

Yıllardır “sanayiyi teşvik” adı altında gündeme getirilen uygulamalar hiçbir işe yaramadı çünkü ekonomik politikalar üretime değil, ranta dayalıydı, inşaata dayalıydı. Samimi, şeffaf ve gerçekçi olmalı.

İhracatın büyüklüğünü gündeme getirecekseniz nüfusumuzun ne kadar arttığını da gündeme getirmeliyiz, büyümenin bu süreç içerisinde ne kadar olduğunu da gündeme getirmeliyiz, özellikle işsizliğin ne kadar arttığını da görmeliyiz, yoksulluğun gün geçtikçe ne kadar arttığını da görmeliyiz, bütün olarak görmeli ve bu şekilde değerlendirmeliyiz.

Türk sanayi üretimi son yıllarda düşüşte. Ekonomi politikaları inşaata ve ranta dayalı. “AR-GE” adı altında yıllardan beri bütçeden pay ayrılıyor ama bu payın sanayiye katkısının ne olduğunu hiç tartışmadık. AR-GE için bütçeden ayrılan pay da binde 1 civarlarında, siz diyorsunuz.

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Yüzde 1.

TAHSİN TARHAN (Devamla) – Yüzde 1.

Bunu yüzde 3’e çıkaralım, sanayiyi destekleyelim. Ama biz şunu söylüyoruz: Yetkileri bakanlara değil, bakanlıklara değil, bu işi bilenlere devredelim. Kime? KOSGEB’e devredelim, TÜBİTAK’ımız var, bilgi merkezimiz, buraya devredelim; Bakanlık ve Hükûmet de denetim görevi alsın. Bunu gündeme getirmeye çalışıyoruz.

Sevgili arkadaşlar, komisyon görüşmelerinde Sayın Bakana “Bütçemizden yeterli pay ayrılmadığı zaman ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumuzda “Ek bütçe yapıyoruz.” dedi. “Ek bütçe” deyince Sayın Bakana ben şunu soruyorum. Sayın Bakanım, özellikle size soru önergesi verdim Saab’la ilgili, cevap alamadım. Tekrar milletvekillerimin huzurunda size soruyorum: Sayın Bakanım, Çin malı, başarısız olmuş, hurdaya çıkmış bir platforma 40 milyon euro verilir mi? Yine, bu Hükûmetin önceki 2 bakanının Bakanlığın kapısından sokmadığı Saab’ta nasıl bir değişiklik oldu da kıymetli oldu? Neye göre teklif aldınız? Bilirkişiler kimlerdi? Başka firmalardan teklif aldınız mı? İhale yapıldı mı? Yerli araç üretimi için pazar araştırması yapıldı mı? Yatırım ve işletme sermayesi hesaplandı mı? Dünyada devlet olarak otomobil üretimi yapan kaç ülke var? Acaba özel sektör mü desteklenmeliydi diye soruyorum. Muhalefet partisi milletvekili olarak soruyu soruyoruz, yanıt alamıyoruz.

Saab’ın -sahici- kendisi 2000-2010 yılları arasında yalnızca toplam 677 adet sattı, 2010’da ise sadece 2 adet, bir kez daha söylüyorum, 2 adet satıldı. Nasıl bir protokolün altına imza atıldı da Saab gibi batık bir marka platformunun fikrî mülkiyetine 120 milyon lira verildi? 120 milyon liraya Türkiye’de 12 tane fabrika kurabilirsiniz. Sayın Bakanım, size soruyoruz yanıt alamıyoruz, anlatıyoruz, anlatmakta ısrar ediyorsunuz ama bir türlü bize cevap vermiyorsunuz ve bizi tatmin etmiyorsunuz. Ve bize kısaca şu cevabı veriyorsunuz: “Millî otomobile karşı mısınız?” Hayır, karşı değiliz ama biz iddia ediyoruz, Çin malı bir hurdaya 40 milyon euro yani 120 milyon TL verilmez.

Siz bu projeyi gerçekleştiremezsiniz. Neden gerçekleştiremezsiniz? Bu platform benzinli araçlara göre eski bir model. Eğer siz bu platformdan bir araç yapacaksanız, çalıştım, fotokopi olan, böyle neye benzediği belli olmayan bir araç ortaya çıkarırsınız. Çünkü, sizin basın açıklamalarınızda görüyorum. Siz diyorsunuz ki: “Biz elektrikli bataryalı araç üreteceğiz.” Bu platformdan elektrikli bataryalı araç çıkmaz, çıkmaz. Çünkü, bu platformu değiştiremezsiniz. Sevgili milletvekilleri, bir santim boyutunda oynayamazsınız, bir santim. Rengini değiştirirsiniz, dört kapısını üç kapıya düşürebilirsiniz, deri koltuk yapabilirsiniz, değişiklik yaparsınız ama boyutunu değiştiremezsiniz. Onun için, bu platformdan elektrikli bataryalı araç çıkmaz. Çünkü, uluslararası, teknolojisi gelişmiş bütün otomobil firmaları denedi, başarısız oldu. Buna Mercedes dâhil. Bu platformlardan elektrikli araç çıkmadı. Sadece BMW’nin 3i serisi başarılı oldu. O da platformunu değiştirerek başarılı oldu. Eğer siz “Bu platformdan biz bataryalı araç çıkaracağız.” diyorsanız, size göstereyim, aynen şöyle bir şey çıkar. Yani iki santim arkadan, dört santim önden şekilde ortaya böyle bir şey çıkar. Yani kasayı değiştirirsiniz, ortaya böyle bir araç çıkar.

Sayın Bakanım, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak millî otomobile karşı değiliz, gerekirse fikirsel anlamda destek verelim. Eğer Türkiye’de bir millî otomobil ortaya çıkaracaksak üniversite, sanayi, özel sektörle birlikte bir araya gelip bir proje üretiriz, bunun maliyetini, yatırım bedelini, tanıtım bedelini ortaya koyarız, bunu da devlet olarak, hükûmet olarak destekleriz, özel sektörün önünü açarız. Biz otomobilde başarılıyız. Zaten yüzde 85’i yerli otomobilimiz var ama siz ısrar ediyorsanız ben size söyleyeyim: Sizin istediğiniz otomobili ben yirmi yıl önce yaptım, Anadol taksileri kestim, kamyonete çevirdim. Alın bu da yerli otomobil. Bugün Ford Cargo yapıyor, otomobilin yüzde 80’ini, yüzde 85’ini yerli olarak üretiyor. Bunun adını da “yerli” koyabilirsiniz. Ama Sayın Bakanım sizin düşündüğünüz gibi bu platformdan yerli oto çıkmaz. Onun için, biz halkın parasını boşa harcamanızı istemiyoruz.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, yirmi dakika süreyle tümü üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sürenin yarısı sisteme giren sayın milletvekillerine ait, geri kalan yarısında da Hükûmeti temsilen ilgili bakan cevaplandıracaktır.

Şimdi, sisteme giren sayın milletvekillerine sırasıyla söz veriyorum.

Sayın Arslan…

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sayın Başkan, sanayide ve üretimde nitelikli eleman sıkıntısı had safhadadır. Bunu gidermek için özellikle mesleki ve teknik okulların daha fazla açılarak, bu okullarda nitelikli eleman yetiştirilmesi ve bu ara elemanlar sayesinde üretimin daha iyi bir noktaya taşınacağı düşüncesini arz etmek istiyorum. Bu konuda bir hazırlığınız var mıdır?

Bir de Sayın Bakandan… Denizli’de ve başka illerde hayvancılık yapan ve süt üretimi yapan birçok üreticimiz bugün süt alıcılarının ürünlerini iki ay sonra almayacakları noktasında bir beyanda bulunmuşlardır. Bu sütler, yarın üretildikleri zaman, alındıkları zaman hangi şekilde ve nasıl değerlendirilecektir? Bu konuda bir hazırlık var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Ümraniye-Üsküdar arasındaki metro açılışı ne zaman olacak?

İkinci sorum: Düzce’de büyük bir hava kirliliği var. Halkımız Düzce’nin hava kirliliğinden şikâyetçi. Düzce’deki hava kirliliğiyle ilgili bir çalışmanız var mı?

Üçüncüsü: Düzce ili Hecinler köyünde belediyenin yapmış olduğu katı atık tesisi var. Adına “katı atık tesisi” deniliyor ama -bağışlayın- sizin de memleketinize giderken orada bir izlemenizi, bir tespit yapmanızı istirham ederim. İki tane bekçi kulübesi var, bir tane de oraya bir tartı makinesi koymuşlar, adına “tesis” deniliyor. Dünya kadar paranın harcandığı söyleniyor. Bu paralar nereye gitti?

Ayrıca, o köyde oturan tüm vatandaşlarımız pis kokudan rahatsız, sağlık anlamında rahatsız. O pis sular da Melen Çayı’na dâhil ediliyor, Melen Çayı’na katılıyor ve Melen Çayı’na katılıp İstanbul’a…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kayışoğlu…

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, Mudanya’nın Çepni köyünde köylülere tebligat yapıldı 2/B arazileriyle ilgili ve bedeller çok yüksek belirlenmiş. Köylüler şaşkın ve mağdur durumdalar. Başka köylerde gerçekleşen bedellerle kıyaslandığında çok adaletsiz bir şekilde belirlendiği ortaya çıkıyor ve köylüler atalarından, dedelerinden kalan bu toprakları o bedeller nedeniyle satın alamayacaklarını, bu toprakların peşkeş çekileceğini düşünüyorlar. Bu mağduriyeti gidermek için bir şey yapacak mısınız?

İkincisi, Nilüfer ilçemizde -katılımcı bir şekilde yönetim anlayışı olmadığı için maalesef Büyükşehir Belediyesinin- Kayapa bölgesi -özellikle su havzası olan bir bölge- çöp depolama alanı olarak belirlenmiş ve ne bölge halkına soruluyor ne de çevreyle ilgili, gelecekle ilgili kaygılar ön planda tutuluyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Haberal? Yok.

Sayın Aydın…

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Sayın Bakan, Türkiye'nin birçok ilinde olduğu gibi maalesef Erzurum ilimizde de Büyükşehir Belediyesinin, en basit ifadeyle, mevzuatı uygulama ihmalleri sonucu toplu konut faciaları yaşanmaktadır. “New City” adı altında 2010’lu yıllarda başlatılan bir toplu konut ve dönüşüm projesi maalesef yarıda durdurularak özellikle İmar İskân Evleri’nden boşaltılan fakir fukara insanlar mağdur edildi. Bunlar Meclis yollarında gidip geliyorlar. Ve en son Sayın Başbakanımız da bir söz vermiş miting öncesi, demiş ki: “Sizin sorununuzu halledeceğim. Ben belediye başkanına gerekli direktifleri verip bunun halledilmesi için çalışmalarını isteyeceğim.” Bunun takipçisi olmanız açısından bu mesajın iletilmesi noktasında yardımlarınızı istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Erdem…

ARZU ERDEM (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, 60’ıncı Hükûmet Programı’na baktığımızda, AR-GE harcamalarının millî gelir içerisindeki payını 2013 yılına kadar yüzde 2 olarak belirlediniz. Ancak 2015 yılı sonuna kadar AR-GE harcamaları yüzde 1,02 olmuştur, yani hedefe ulaşılmamıştır. Şimdi ise tasarıda 2023’e kadar AR-GE harcamalarının millî gelirdeki payının yüzde 3’e, yani 3 katına çıkarılacağını belirtiyorsunuz. On üç yılda yapamadığınızı sekiz yılda yapabileceğinizi iddia ediyorsunuz. Ben de Bakanlığınıza sormak istiyorum: Siz bu artışı gerçekleştirebileceğinize inanıyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Okutan…

NURİ OKUTAN (Isparta) – Sayın Bakanım, Isparta ili teşvik sistemine göre 2’nci derecede iller arasında yer almaktadır. Dolayısıyla, teşvikten yeterince istifade edemediği için yatırımlar durmuştur, hatta diğer illere kaymaktadır. Hâlbuki, 2012 yılı Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı 81 İl Durum Raporu’nda ilk sorun olarak, Sanayi Sektörüne Yönelik Güncel Sorunlar ve Çözüm Önerileri bölümünde 1’inci madde olarak, Isparta’nın teşvik sisteminde 2’nci bölgeden 3’üncü bölgeye ya da 4’üncü bölgeye çıkarılması gerektiği rapor edilmiştir. Belki zatıâliniz gelmediniz ama diğer bakanlarımız geldiğinde de aynı şeyi ifade ettiler ama bir türlü bu düzeltme gerçekleştirilmemiştir. Bunu ne zaman düzelteceksiniz?

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Düzce ilimiz tarihî anlamda, kültürel anlamda gerçekten tarihî bir şehrimiz. Orada tarihî yerler restore edilmiyor ve yerle bir edilmiş durumda. Düzce’deki bu tarihî yerler ne zaman restore edilecek? Bir çalışmanız var mı?

Bir başka soru: Yine, Düzce ilimizde Hecinler köyüne dökülen o pis atıkların üzerine dozerlerle gidiliyor ve o sular Melen Çayı’na akıyor. Melen Çayı’na akınca -İstanbul’un tüm suları Melen Çayı’ndan alınıyor- burada İstanbulluların sağlığıyla oynanılmıyor mu? Bu İstanbulluların sağlığı bu kadar ucuz mu? Bu, aynı zamanda Ceza Kanunu’nun 181’inci maddesi uyarınca suç teşkil ediyor. Bakanlık olarak bu konuda harekete ne zaman geçilecek? Bu aynı zamanda gıda güvenliğini de tehdit ediyor çünkü o sulamayla, o sularla sebzeler sulanıyor, meyveler sulanıyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ilıcalı…

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) – Sayın Bakanım, seçim bölgem Erzurum’da -3 büyük şehir dışında ilk- bir çağrı merkezi kurulmuştu ve bugün binlerce kişi çalışıyor. İstihdama ve bölge ekonomisine katkısı büyük. Şimdi orada kapasiteyi artırma çalışmalarımız varken, Erzurum 2’nci Organize Sanayiyi çağrı merkezi olarak oluşturmayı düşünür müsünüz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tezcan…

YILMAZ TEZCAN (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Kanser dünya genelinde giderek artan bir sağlık problemidir ve toplumlarda önemli bir sosyoekonomik yüke, bireylerde de maddi ve manevi kayıp ve zorluklara yol açmaktadır. Bunun yanı sıra kanserin önemli bir kısmının önlenebilir olması bu konuya verilen önemin de giderek artmasına yol açmıştır. 4 Şubat Dünya Kanser Günü nedeniyle, farkındalık oluşturmak için kansersiz günler diliyorum. AK PARTİ Hükûmeti olarak ilk defa bu konuda çok önemli farkındalıklar oluşturduk; özellikle “dumansız hava sahası” ve “obeziteyle mücadele.” Özellikle kanserle ilgili AR-GE çalışmalarının artırılması konusunda, kanser ilaçlarıyla ilgili AR-GE çalışmalarının da artması konusunda Değerli Bakanımızdan destekler bekliyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi soruları cevaplandırmak üzere Hükûmet adına Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sayın Fikri Işık’a söz veriyorum.

Buyurun Sayın Işık.

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkanım, ben de sorularıyla katkı sağlayan milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Öncelikle Sayın Arslan’ın sanayideki nitelikli eleman sıkıntısı görüşüne ben de yüzde yüz katılıyorum. Bugün Türkiye'de bir paradoks yaşıyoruz; bir tarafta işsizlik problemimiz var, bir tarafta da işçisizlik problemimiz var, bir tarafta gençlerimiz iş bulamamaktan şikâyetçi olurken, diğer tarafta da sanayimiz, üretimimiz, hatta zaman zaman hizmet sektörümüz nitelikli eleman bulamamaktan yakınıyor. Ama bu işin temelinde ne var derseniz, maalesef, o 28 Şubat kafasının meslek liselerine katsayıyla vurduğu darbe var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ne alakası var?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Evet, çok net…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Hayret bir şey!

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Bakın, siz iyi bir eğitimcisiniz, onu bilirim, birlikte…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – İyi bir eğitimciyim, hâlâ…

KAZIM ARSLAN (Denizli) – Sayın Bakanım, bugüne bakalım Allah aşkına ya!

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Altay iyi bir eğitimcidir, bilirim, beraber milletvekilliği de yaptık, ama değerli arkadaşlar, bakın, şuna dikkat edin, Türkiye'de 28 Şubat sürecine kadar gerçekten endüstri meslek liseleri ve meslek okulları çok nitelikli öğrenci alıyordu. 28 Şubat sürecinde imam-hatiplerin önünü kapatmak için tuttular meslek liselerine üniversite sınavında çok katı bir katsayı getirerek meslek lisesine olan talebi bir anda kırdılar ve insanlar düz liselere doğru yönelmeye başladı. O düz liselere yönelen öğrenciler de liseden sonra üniversiteye girdiler ama üniversiteyi bitirdikten sonra çok büyük bir kısmı, maalesef, işsizler ordusuna katıldı. Hâlbuki endüstri meslek liselerinin çok büyük bir kısmı, hatırlarsanız, 28 Şubat sürecinden önce sınavla öğrenci alıyordu ve aldığı öğrenciler ister üniversiteye gidiyordu -katsayı adaletsizliği yoktu- isterse sanayiye, üretime veya diğer hizmet alanına kayabiliyordu. Fakat 28 Şubat sürecinde alınan bu karar, maalesef, endüstri meslek liselerinin ve genelde de meslek okullarının kapısına kilit vurdu. Şimdi…

KAZIM ARSLAN (Denizli) - Sayın Bakanım, özür dilerim, on dokuz sene geçmiş aradan.

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) - Geliyorum. Müsaade ederseniz, soru bende, soruyu cevaplayayım.

Burada biz 4+4+4’te endüstri meslek liselerinin ve meslek liselerinin önündeki katsayı engelini kaldırdık. Şimdi, endüstri meslek liselerine ve genelde de meslek liselerine olan talep yoğunlaştı ve arttı ancak bu ara dönemde oluşan nitelikli eleman ihtiyacını biz, artık biraz İŞKUR’la birlikte, diğer kurumlarla birlikte biraz daha hızlı bir şekilde aranan eleman oluşturmaya yönelik sertifika programlarıyla, kurslarla kapatmaya çalışıyoruz. Ama bu noktada attığımız çok önemli adımlar da var. Bunlardan en önemlisi: Organize sanayi bölgeleri içerisinde endüstri meslek liselerinin kurulmasını teşvik ediyoruz. Biliyorsunuz, şu anda da 66 tane endüstri meslek lisemiz var organize sanayi bölgelerinin içinde. Orada her bir öğrenci başına devlete maliyetin 1,5 katı kadar ücreti biz organize sanayi bölgesinin yönetimine veya okul yönetimine veriyoruz: “Yeter ki burada siz öğrencileri kendi ihtiyaçlarınıza göre yetiştirin.”

İkincisi: Şimdi, sağ olsun Emin Haluk Ayhan Bey gösterdi, o yeni sanayi strateji belgemizde artık organize sanayi bölgelerinin içinde meslek yüksekokullarının kurulmasını da teşvik ediyoruz. Bu noktada önemli bir adımı da inşallah yakında hayata geçireceğiz. Bununla da yetinmeyeceğiz, Almanya’yı Almanya yapan o üniversite-sanayi iş birliğini özellikle ülkemizde çok yoğun olarak hayata geçirmek için de, işte, hem bu AR-GE reform paketinde hem de inşallah önümüzdeki süreçte gelecek üretim reformu paketinde üniversite-sanayi iş birliğini artık son derece güçlü şekilde destekleyeceğiz. Orada mühendislik doktorasını ve uygulamalı yüksek lisansı da özellikle getireceğiz. Artık “Yüksek lisansta ders aldım, efendim, bir de tez yazdım, yüksek lisansı aldım.” yetmeyecek, yüksek lisans yapan öğrencilerimiz de, doktora yapan öğrencilerimiz de bizzat sanayinin içinde çalışacak. Buna yönelik çok önemli düzenlemeleri de inşallah önümüzdeki süreçte hayata geçireceğiz.

Bu, özellikle süt üreticilerinin durumuyla ilgili -benim alanım olmadığı için- müsaade ederseniz, ilgili bakan arkadaşlarımızdan bilgi alarak size yazılı olarak cevap verelim.

Sayın Mahmut Tanal’ın sorduğu soruların hiçbiri benim Bakanlığımla ve özellikle de bu AR-GE paketiyle ilgili olmadığı için Sayın Tanal’a da ilgili arkadaşlarımızdan bilgi alıp biz yazılı cevap verelim.

Yine, Sayın Kayışoğlu’nun Mudanya’nın Çepni Köyü’ndeki 2/B fiyatlarıyla ilgili sorduğu soruya şu anda benim cevap verme imkânım yok çünkü konuyu detaylı olarak bilemiyorum. Ama, bizim buradaki hedefimiz 2/B arazilerinin, özellikle yıllardır zilyetinde olduğu insanlara makul bir fiyatla verilmesidir, Hükûmetimizin genel politikası budur. İnşallah, bu noktada eğer bir aşırılık varsa bunu ilgili arkadaşlarımız mutlaka dikkate alacaktır, değerlendirecektir ama takdir edersiniz ki bir komisyon marifetiyle fiyatları belirliyorlar. İnşallah makul çözümler oluşur.

Bu Nilüfer ilçesindeki çöp depolama alanları... Şu anda Türkiye’nin önemli sorunlarından biri çöp depolama alanları ve artık bu işin daha modern, daha teknolojik yöntemlerle çözülmesinin gerektiğine inanıyorum ben. Artık yakma tesislerinin ve çöpten enerji üretilmesinin büyükşehir belediyelerimiz tarafından daha ciddi olarak gündeme alınmasını Bakanlık olarak özellikle istiyoruz.

Sayın Aydın’ın Erzurum’da toplu konutla ilgili sorusunu not aldım, onu ben ilgili arkadaşlarımıza aktarırım.

Sayın Erdem’e AR-GE paketiyle ilgili soru sorduğu için özellikle teşekkür ediyorum. AR-GE harcamalarının 2023’te yüzde 3’e ulaşacak olmasına inanıyor musunuz? Değerli arkadaşlar, bütün gayretimiz bu yönde. Bakınız, daha 1960’larda açlık çeken Güney Kore bugün gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 4’ünü AR-GE’ye harcıyor. Türkiye bu konulara çok geç başladı. Türkiye en değerli yılları, 1960’lı yılları, 1970’li yılları, 1980’li yılların bir kısmını, 1990’lı yılları maalesef bu konulara ayırmadı. Bu konularda gereken adımlar atılmadığı için Türkiye şu anda bunun ciddi derecede sıkıntılarını yaşıyor. Ama geçmişe takılmak durumunda değiliz, ağlayarak zaman kaybetmek durumunda değiliz. İşte, bu AR-GE reform paketini de bunun için Meclis gündemine getirdik, şu anda çok ciddi destekler içeren, çok ciddi reformlar içeren maddeleri bunun için getiriyoruz.

Bakınız, arkadaşlarımız “Bu tasarı yenilikler içermiyor.” dedi, çok büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Arkadaşlarımızın eleştirilerine saygı duymakla birlikte bunun çok büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum.

Şu anda ilk defa bu paketle tasarım merkezlerini de AR-GE merkezi gibi destekliyoruz. Değerli arkadaşlar, bir örnek verdim: Bugün Türk gömleğinin 26 dolara satıldığı yerde eğer İtalyan gömleği 98 dolara satılıyorsa bunun arasındaki tek fark marka ve tasarımdır. Bunun için biz tasarım ofislerini AR-GE merkezi gibi destekleyecek kanun tasarısını Meclisimize getirmiş olduk. Bu çok ciddi bir reformdur. Sektörel farklılıklara göre AR-GE merkezi sayısının değiştirilmesi, siparişe dayalı, özellikle KOBİ’lerin AR-GE ve tasarıma yönelmesi, bu bir reform değil midir? Bu, Türkiye’de ilk defa uygulayacağımız bir şey. AR-GE merkezlerinin dışında geçilen AR-GE’nin devamı süreçlerini destek kapsamına almak bir reform değil midir? Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu yabancı araştırmacıların Türkiye’de çalışma şartlarını kolaylaştırmak bir reform değil midir? Temel bilimlere destek vermek, istihdamını artırmak temel bilimlere bir reform değil midir? Bunun için, özellikle ihtisas teknoparklar bir reform değil midir? Doğrudan girişim sermaye desteği vermek bir reform değil midir? AR-GE’yle ilgili alanlara gümrük vergisi istisnası getirmek, size soruyorum, bir reform değil midir? Üniversite-sanayi iş birliğini güçlendirecek döner sermaye kesintisini yüzde 15’le sınırlamak ve üniversite hocalarından gelir vergisi almamak bir reform değil midir? Bilişimde, yazılımda standartları belirlemek ve akreditasyon sistemini getirmek bir reform değil midir?

Evet, biraz önce bir arkadaşımız ifade etti: “KOSGEB’e ve TÜBİTAK’a yetki devri yapın.” E, zaten bu kanun tasarısında biz KOSGEB’e ve TÜBİTAK’a yetki devri yapıyoruz. Organize sanayi bölgelerimize yetki devri yapıyoruz. Bunlar, değerli arkadaşlarım, çok önemli reformlardır. Teknoloji geliştirme bölgelerinden emlak vergisini kaldırmak bir reform değil midir? Teknoloji geliştirme bölgelerinde gerektiğinde kiraya üst limit getirmek bir reform değil midir? AR-GE merkezlerinde içerik denetiminin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından gerçekleştirilmesi bir reform değil midir? Bütün bunlara baktığımız zaman, gerçekten önemli bir reform paketini bugün görüşüyoruz.

Sayın Ilıcalı’nın sorusu: “2’nci OSB’yi çağrı merkezi olarak düşünür müsünüz?” Bizim organize sanayi bölgelerimiz üretimle sınırlıdır Sayın Ilıcalı. Üretimin dışında herhangi bir konuda organize sanayi belgelerinde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Çünkü organize sanayi bölgelerinde bizim üretim dışında herhangi bir şeyi destekleme imkânımız yok ama çağrı merkezleriyle ilgili farklı destek mekanizmaları geliştirilebilir.

Sayın Okutan’ın özellikle Isparta’nın 2’nci bölgede olduğunu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz doldu.

Mikrofonu açalım arkadaşlar, bitirsin Sayın Bakan.

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkanım, son bir iki cümleyle tamamlayayım.

Özellikle Isparta’nın bu konudaki sorununu biliyoruz ama takdir edersiniz ki iller belirli kriterlere göre bölgelere ayrılıyor. Isparta bu kriterler sonucunda 2’nci bölgeye ayrılmıştır. Sadece Isparta’ya özel bir düzenleme yapmanın mümkün olmadığını biliyoruz ama şimdi Isparta’yı da rahatlatacak, İzmir’i de rahatlatacak, efendim belki Bursa’da, Kocaeli’de, Tekirdağ’da, Türkiye'nin sanayide gelişmiş illerini de rahatlatacak ama Türkiye'nin de ihtiyacı olan bir düzenlemenin birinci kısmını hayata geçirdik. Yüksek teknolojili ürünlerin üretiminde Türkiye'nin her yeri 5’inci bölge, her yeri. Ve çok büyük bir sevinçle ifade edeyim: 2 Nisan 2015 tarihinde Sayın Başbakanımız bu teşviki açıkladı ve geçen İzmir’e gittiğimde baktım, pek çok yabancı firma İzmir’de üretimle ilgili çalışmalara başlamış. Aynı şey Bursa için de geçerli, Tekirdağ için de geçerli. Bir adım daha atıyoruz: Orta yüksek teknolojide de Türkiye'nin her yerine 5’inci bölge desteği vermekle ilgili çalışmalarımız sürüyor. İnşallah, bunu da başardığımız zaman, o zaman sadece bölgesel teşviklerden yararlanmak isteği yerine teknoloji tabanlı bir sanayileşmeyi Isparta’da hayata geçirmenin gayreti içerisinde hep birlikte oluruz.

Sayın Başkan, aslında Sayın Tarhan’a benim bir cevap verme ihtiyacım var ama şu anda zannediyorum zaman sıkışıklığı var ama Sayın Tarhan’ın aktardığı bilgilerin çok çok önemli bir kısmının yanlış ve eksik bilgi olduğunu özellikle ifade edeyim. İnşallah, önümüzdeki süreçte zaman olursa onları aktarma imkânım olacak.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

NECİP KALKAN (İzmir) – Temel bilimlere cevap verseydin Hocam, temel bilimler.

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Verdim, cevabı verdim.

BAŞKAN – Sayın Altay, sisteme girmişsiniz. Sayın Altay’ın mikrofonunu açın.

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

16.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın 97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde yapılan soru-cevap işlemi sırasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum öncelikle.

Tabii, Sayın Bakan hem siyasetçi hem bir devlet adamı. Bakan olunca devlet adamı da olunuyor. Buradaki milletvekilleri de, siyasetçiyiz hepimiz. Sayın Bakan bu cevabı size çok gördüm, onu söylemem lazım. Sayın Kazım Arslan size “Nitelikli ara eleman sorunumuz var. bu konuda neden daha iyi olmadı?” benzeri bir soru sordu. Sizin cevabınızdan şu anlaşıldı: “1997’ye kadar Türkiye’de çok nitelikli ara eleman vardı, 1997’de bu katsayı gelince nitelikli ara eleman üretimi durdu, şimdi 2011’den sonra biz inşallah bunu çözüyoruz.” Sayın Başkanım, buna kargalar güler, çok özür dilerim. Ben size bir şey hatırlatayım yalnız, bir şey hatırlatayım: Katsayı kalktıktan sonra meslek liseleri ve imam-hatipleri tercih noktasında çok kötü götürüyorsunuz. Siz imam-hatipleri de mahvettiniz. Son TEOG sınavında 227 bin kontenjan boş kaldı ve boş kalan kontenjanların tamamı meslek lisesi ve imam-hatip liseleridir. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Altay.

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Çok kısa bir açıklama yapayım.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Yeni bir polemik, hadi bakalım.

BAŞKAN – Polemiğe girmeyelim lütfen.

Sayın Bakan…

17.- Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Altay, ben bu konularda, özellikle, polemik olsun diye veya bir siyaset yapalım diye konuşmam ama şunu kabul etmek durumundayız: 1997’ye kadar iyi kötü, ağır aksak giden bir meslek eğitimimiz vardı.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Vardı da, ne hâlde? Nitelikli ara eleman ne hâlde?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Bu, 1997’de…

Bakınız, şu anda Parlamentoda bulunan arkadaşlarımızın bile önemli bir kısmı meslek lisesi mezunu ama pek çok arkadaşımız meslek lisesini bitirdikten sonra üniversiteyi tercih etmiş, hatta meslek lisesi teknik bölümünden mezun olup sosyal bölümleri tercih eden pek çok arkadaşımız var. Neden? O dönemde katsayı uygulaması yoktu.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Yahu, şunun katsayıyla ilgisi yok. Ayıptır ya, ayıptır ya!

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Şimdi katsayı uygulamasıyla meslek liselerinin önüne kalın bir duvar çekildi.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Şimdi niye bu kontenjanlar boş kaldı acaba?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Ve zaten ağır aksak giden meslek eğitimine ağır bir darbe vuruldu. Biz bugün bunun çok ağır sonuçlarını görüyoruz ve sanayi olarak biz bunu yaşıyoruz. Burada, bugün atılan, 2012’de atılan bu katsayı uygulamasının kaldırılmasının sonuçlarını da daha birkaç sene görmekte zorlanacağız.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – 1997’den önce katsayı mı vardı Sayın Bakan, 1997’den önce katsayı mı vardı? Yapma Allah aşkına!

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – 1997’den önce ağır aksak yürüyen bir meslek eğitimi vardı Sayın Altay.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Milleti de yanlış bilgilendiriyorsunuz! 227 bin kontenjan boş kalmış, 227 bin! Vallahi el insaf ya! 227 bin boş kontenjan var, niye dolduramadınız?

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkan, ben teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

VIII.- KANUN  TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/540) ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 97) (Devam)

BAŞKAN – Böylece, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 22.32

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 22.34

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Özcan PURÇU (İzmir)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36’ncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

97 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Genişletilmiş Bilgi Değişimi Yoluyla Uluslararası Vergi Uyumunun Artırılması Anlaşması ve Eki Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/310) ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Genişletilmiş Bilgi Değişimi Yoluyla Uluslararası Vergi Uyumunun Artırılması Anlaşması ve Eki Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/310) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 6)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Bundan sonra da Komisyonun olmayacağı anlaşıldığından, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 10 Şubat 2016 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Hayırlı akşamlar diliyorum.

Kapanma Saati: 22.36



(X) (10/86) esas numaralı Meclis Araştırma Önergesi’nin tam metni tutanağa eklidir.

(x) 97 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.