TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                 25’inci Birleşim

                                                                                          7 Ocak 2016 Perşembe

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın, sokağa çıkma yasaklarına ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Osmaniye Milletvekili Suat Önal’ın, 7 Ocak Osmaniye’nin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen’in, Adana ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, 9/1/2013 tarihinde Paris’te, 4/1/2016 tarihinde Silopi’de Kürt kadın siyasetçilerin katledilmesine ve sokağa çıkma yasağı uygulanan yerlerdeki cenazelerin defnedilememesine ilişkin açıklaması

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve 23 milletvekilinin, ŞÖNİM’ler ve devlete bağlı sığınaklardaki koşulların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/51)

2.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, kadına yönelik şiddetin aile içindeki yansımalarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/52)

3.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, kadın cinayetlerini teşvik eden bir mekanizmaya dönüşmüş ceza indirimlerinin sonuçlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/53)

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel ile Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, derin devlet yapılanmalarının Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı coğrafyadaki güncel uzantılarının deşifre edilmesi, açığa çıkarılması ve toplum ile hukuk önünde yargılanması amacıyla 30/12/2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 7 Ocak 2016 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

2.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptıkları konuşmaları sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

5.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

6.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in 2 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

7.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

8.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın 2 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

9.- İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın, Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

10.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın, 9 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

11.- Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın, Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

12.- İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner’in, Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın, 9 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

13.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

IX.- KANUN TASARI  VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Somali Federal Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/307) (S. Sayısı: 4)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Genişletilmiş Bilgi Değişimi Yoluyla Uluslararası Vergi Uyumunun Artırılması Anlaşması ve Eki Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/310) (S. Sayısı: 6)

3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Gürcistan Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/312) (S. Sayısı: 7)

4.- Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/303) (S. Sayısı: 2)

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri Alanlarda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/308) (S. Sayısı: 5)

6.- Türkiye Cumhuriyeti ile Macaristan Arasında Dostluk ve İşbirliği Antlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/313) (S. Sayısı: 8)

7.-  Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/315) (S. Sayısı: 9)

8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Nijer Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/316) (S. Sayısı: 10)

9.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Sierra Leone Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/299) (S. Sayısı: 13)

10.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Güney Sudan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/300) (S. Sayısı: 14)

 

X.- OYLAMALAR

1.- (S. Sayısı: 2) Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

2.- (S. Sayısı: 9) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

 

XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, İstanbul'un Beykoz ilçesinde çıkan orman yangınına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı  önergesi (7/302)

2.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun, Bakanlık hizmet binalarına ve yapılan kiralamalara,

İzmir'e yönelik proje ve yatırımlara,

Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar bünyesinde bulunan araçlara,

İlişkin soruları ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/304) (7/305) (7/306)

3.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın, Artvin Cerattepe'deki bir bölgede çok sayıda ağaç kesileceği iddiasına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı  önergesi (7/505)

4.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın, orman yangınlarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/506)

5.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, Niğde'nin Bor ilçesine bağlı bir köyde tarımsal amaçlı su kuyusu açılmasına izin verilmemesine ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/507)

6.- Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen'in, orman hastalıkları ve zararlıları ile mücadeleye ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/508)

7.- İstanbul Milletvekili Yakup Akkaya'nın, TBMM bünyesinde görev yapan personelin sendikal haklarına ve bu hakların kullanımı ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Ahmet Aydın’ın cevabı (7/628)

8.- Ankara Milletvekili Murat Emir'in, Ankara'nın Çubuk ilçesine bağlı bazı köylerde küçükbaş ve büyükbaş hayvan yetiştirilmesinin ASKİ tarafından yasaklandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/1032)

7 Ocak 2016 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL (Kütahya), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

------0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25’inci Birleşimini açıyorum.

(HDP sıralarından pankart gösterilmesi)

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için beş dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını görevli personel aracılığıyla beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.06

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.19

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL (Kütahya), Emre KÖPRÜLÜ (Tekirdağ)

------0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Açılışta yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi yoklama işlemini tekrarlayacağım.

Yoklama için beş dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, sokağa çıkma yasakları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’ya aittir.

Buyurun Sayın Kaya.

Süreniz beş dakikadır.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçtik, hatip kürsüye davet edildi; lütfen, uğultuyu keselim.

Buyurun Sayın Kaya.

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın, sokağa çıkma yasaklarına ilişkin gündem dışı konuşması

HÜDA KAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın vekiller; saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, inancımızda bir ilke vardır, biliyorsunuz: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” der Sevgili Efendimiz ve bu komşu için ne inanç ayrımı vardır ne dil ne renk ayrımı vardır. Komşu kim olursa olsun komşuluk hukuku çerçevesinde, eğer yanı başımızda bir insan, bir aile, bir halk aç yaşıyorsa, aç yatıyorsa diğer insanların tok yatması insanlık adına utanç vericidir ve inancımız adına da bir vebaldir aynı zamanda. Bugün bizler, Türkiye'nin batısında yaşayan halklar sistemin, belki Türk olmamızın, belki yaşadığımız şehirlerde doğmuş olmamızın getirileriyle yaşarken fakat bir taraftan ötekileştirdiğimiz, bir algı yönetimiyle “teröristler, ötekiler” diye itham edilen halklar bugün açlık feryatlarıyla çığlıklar atıyorlar.

En az 50 cenaze şu anda defnedilmemiş, defnedilemiyor, günlerdir izin verilmiyor ki Allah’ın yarattığı toprak ananın bağrına konulabilsinler. Sadece Sur’da 3 gencin cesedi on beş gündür sokak ortasında, yerel yöneticiler izin vermiyor defnedilmelerine, yanlarına yaklaşılmasına izin vermiyor. Bu gençlerin aileleri günlerdir açlık grevi yapıyorlar. 75-80 yaşındaki kadınların, annelerin, açlık grevinde, evlatlarının cenazesini alıp sadece toprağa defnedebilmek için günlerdir açlar. 75-80 yaşındaki kadınların, annelerin, açlık greviyle evlatlarının cenazesine ulaşmak mücadelesini verdiği bir ülkede yaşamaktan utanıyorum arkadaşlar.

Aynı zamanda, cenazelere yapılan bu işkence, sorumsuzluk, duyarsızlık devam ettiği gibi, en eften püften meselelerde, ağaçta, ormanda, yeşillikte fetvalar düzen Diyanet neden sesini çıkarmıyor? Diyanet Başkanına çağrıda bulunuyorum. İnancımız adına, Peygamberin, neye inanırsa inansın, hangi dine inanırsa inansın bütün insanların cenazesine, tabutuna, mezarlığına ve bütün canlıların ölümlerine, cesetlerine karşı gösterdiği saygıyı unutmayalım arkadaşlar. Biz inancımızın ilkeselliğiyle bir anlam kazanabiliriz. Eğer sadece etikette kendimizi bir inanca ithaf ederek ama o inancın ilkelerine taban tabana zıt bir pratikle bizler Allah’ın yüzüne nasıl bakacağız, lütfen bir sorgulayın ve empati yapın. Aynı zamanda Şırnak’ta 19 cenaze bekliyor, Silopi’de 5 cenaze bekliyor, Cizre’de 25’ten fazla cenaze hâlâ defnedilmesine izin verilmemiş durumda.

HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) – Onlar niye ölmüş acaba?

HÜDA KAYA (Devamla) - Günlerdir Silopi’den telefonlar alıyoruz arkadaşlar, günlerdir arıyorlar, açlık çığlıkları yapıyorlar. Konuşmamın başında dediğim gibi “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” der Efendimiz. Yahudi de olsa, ateist de olsa, Hristiyan da olsa, kim olursa olsun; Kürt, Roman, Alevi, komşumuz aç ise 80 milyonluk bu ülkenin insanları olarak bizler bunun hesabını verme durumundayız. Bakın, günlerdir gelen telefonlarla insanlar un istiyor, çocuk maması istiyor, makarna gibi temel gıda ihtiyaçları istiyor. Bakanlıktan valiliklere, kaymakamlıklara kadar tüm yerel yöneticilerle görüşmeye çalışıyoruz fakat tek bir tanesi Allah adına, vicdan adına, insanlık adına dönebilmiş değil, olumlu cevap vermiş değil. İnsanlar, beş on aile, gelen tank saldırılarına karşı evlerin bodrumlarında, bir arada soğukta yaşıyorlar, aç ve susuz hâldeler. Lütfen vicdanlarımızla tekrar…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) – Bakın yanlış söylüyorsunuz, yanlış. Sabah Bakanımızla birlikteydik, oraya bir isteniyorsa beş gönderiliyor, onu biliyor musunuz?

HÜDA KAYA (Devamla) - …bu çağrıya cevap verin. Aynı zamanda…

Bitti mi süre?

BAŞKAN – Bitti Sayın Kaya, teşekkür ediyoruz.

HÜDA KAYA (Devamla) – Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gündem dışı ikinci söz, Osmaniye’nin düşman işgalinden kurtuluş yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Osmaniye Milletvekili Suat Önal’a aittir.

Buyurun Sayın Önal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz beş dakikadır.

2.- Osmaniye Milletvekili Suat Önal’ın, 7 Ocak Osmaniye’nin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

SUAT ÖNAL (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 7 Ocak Osmaniye’nin kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümü üzerine gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Genel Kurulu ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Osmaniye’nin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümü bugün Osmaniye’de yine büyük bir heyecan ve coşkuyla kutlanıyor. Kahraman ecdadımızın, birçok olumsuzluğa rağmen âdeta yedi düvele karşı verdiği mücadele sonunda iman gücüyle kazandığı zaferi bugün bir kez daha minnet ve şükranla anıyoruz.

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'nin hemen akabinde Anadolu haçlı ruhuyla işgal edilmiş, Kahramanmaraş, Gaziantep ve Şanlıurfa önce İngilizlerin, ardından da Fransızların kontrolüne girmişti. Fransızlar daha sonra Mersin, Adana, Hatay ve Osmaniye'yi de işgal etmişler, bu işgal esnasında genç-yaşlı, kadın-erkek demeden masum insanları vahşice katlederek ağıtlara da konu olan mezalimi sergilemişlerdir. Her zaman esaret yerine şehadeti, zillet yerine izzeti tercih eden aziz ecdadımız tüm Anadolu’da olduğu gibi Osmaniye’de de kahramanca işgalcilere karşı mücadele ederken, Kurtuluş Savaşı’nın Osmaniye’deki kahramanlarından Rahime Hatun, Saim Bey, Palalı Süleyman, Hasan Çavuş, Muhammed Hoca, Borazan Mehmet, Nacar Ökkeş ve arkadaşları âdeta “Esaret zincirine gelemez bu asil millet, şehitlik rütbe bize/ Cennet vatanımıza göz dikenler, elbet sonunda gelir dize./ Dünya âlem bilsin ki sarsılmaz çelikten imanımız var/ Sabrımız taşmaya görsün, bu dünyayı ederiz size dar.” diye haykırarak düşmanları, işgal kuvvetlerini yurdumuzdan kovmuşlardır.

Değerli milletvekilleri, ecdadımız o kıtlık günlerinde bir oldu, birlik oldu, tefrikaya girmeden yaşlı-genç, kadın-erkek, kız-kızan hep birlikte savaştılar. Merhum Mehmet Akif Ersoy’un “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez/ Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” dediği gibi yürekleri bu vatan için, bu ezan için, şanlı bayrağımızın semalarda ebediyen dalgalanması için bir çarptı ve bu aziz vatanı bize canlarıyla, kanlarıyla bedel ödeyerek miras bıraktılar. Kurtuluş Savaşı’ndaki destansı mücadelede nasıl ki Antep’in “gazi” unvanını, Maraş’ın “kahraman” unvanını, Urfa’nın da “şanlı” unvanını hak ettiği gibi Osmaniye de yiğit insanlarıyla milletin gönlünde “yiğit Osmaniye” unvanını kazanmıştır.

Değerli milletvekilleri, şu da unutulmamalıdır ki: Anadolu’yu yurt tuttuğumuz 1071 Malazgirt Zaferi’nden beri ülkemize göz diken ve bizleri bölüp parçalayarak yok etmeye çalışan şer güçler ve onların taşeronları elbette bugün de boş durmamakta ve ülkemizin birliğini, beraberliğini bozmaya yönelik organize faaliyetlerine devam etmektedirler. Millet olarak bugün de bize düşen Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle ecdadımıza yakışır bir şekilde tüm etnik unsurlarıyla Türk milleti olarak kurtuluş mücadelesindeki birlik ve beraberliğimizi her zaman muhafaza etmek ve tefrikaya düşmemektir.

Bu vesileyle bugün Kurtuluş Savaşı’nın meşalesini yakan başta Gazi Mustafa Kemal ve aziz silah arkadaşları ile tüm şehit ve gazilerimizi bir kez daha minnet ve şükranla anıyor, Osmaniyeli hemşehrilerimizin ve tüm aziz milletimizin kurtuluş bayramını tekrar kutluyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Önal.

Gündem dışı üçüncü söz, Adana ilinin sorunları hakkında söz isteyen Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen’e aittir.

Buyurun Sayın Türkmen.

Süreniz beş dakikadır.

3.- Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen’in, Adana ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

ELİF DOĞAN TÜRKMEN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Osmaniye’nin 7 Ocak, Adana’mızın 5 Ocak kurtuluş bayramını kutluyorum.

Yiğit Adanalıların 5 Ocak 1922’de yazdıkları kahramanlık destanı bizi bugünlere getirdi. Ancak, Adana’nın şimdi başka kahramanlık destanlarına ihtiyacı var. Adana ilimizin sorunları hakkında konuşmak üzere gündem dışı söz aldım.

Adana 1990’lı yıllara kadar sanayi ve tarımıyla öne çıkan illerden biriydi. Bugün işsizlikte 13,2; sosyoekonomik gelişmişlikte 16’ncı sırada. Vasıfsız göç alan Adana nitelikli göç veriyor ve bu konudaki istatistik eksi 11.619. Bir zamanların fabrikatör şehri olan Adana… TÜİK 2011 verilerine göre sanayi için Türkiye ortalaması 27,5 iken Adana ve Mersin 21. Türkiye, ekonomisini ve sanayisini geliştirebilmek için İstanbul gibi bölge ekonomileri yaratmak zorunda. Bunu yapabilecek İstanbul’a alternatif tek bölge Adana’nın merkez olduğu Çukurova ve Adana yılda 3 kez hasat almasına rağmen ne yazık ki tarımsal üretimde kötü bir noktada. Sanayinin en stratejik ürünü olan pamuk Adana’da bitmiştir. Mısır ekiminin teşviki, pamuk ithalatındaki ek maliyetlerin bulunmaması pamuk ekim alanlarının mısıra kaymasına yol açmıştır. Pamuk ithalatına harcanan paranın bir kısmı teşvik için ayrılırsa yalnızca Adana değil tüm Türkiye kazanacaktır. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Rusya’yla aramızda başlayan kriz de Adana ekonomisine ayrıca bir fatura ödetmekte. Rusya pazarına yapılamayan narenciye ihracatı nedeniyle bugün üreticilerimiz tahsilat zorluğu çekmekte, çeklerini ödeyememekte, kredisini ödeyememekte ve üretim maliyetini de karşılayamamaktadır. Kaybeden yalnızca çiftçi değil değerli milletvekilleri, hasat işçileri, paketleme tesislerinde çalışan işçiler de işsiz. Çukurova bölgesinin ve Adana’nın temel ihtiyacı yerli ve dış pazara dönük, katma değeri yüksek üretim.

Teşvik sistemi, Adana’nın sanayi anlamında da gelişimini engelleyen bir sistem. Adana, ikinci bölge kapsamında ancak Adana’nın Kozan’ı, Adana’nın Tufanbeyli’si, Saimbeyli’si, Feke’si, İmamoğlu, tuvaleti, suyu, yolu olmayan ilçelerimiz ve bunlar ne yazık ki teşvikte ikinci bölge olarak değerlendiriliyor. Demek ki teşvik konusunda Adana için farklı bir sistem geliştirmek gerekmekte.

Yine sanayicilerimizin bir ihtiyacı var, yaygın eğitim. Şu anda Adana Organize Sanayi Bölgesi ne yazık ki kalifiye eleman bulamamakta. Bunun da önünü kesmenin yolu, yaygın eğitimi yeniden kalifiye eleman bulacak şekilde düzenlemek.

Adana’ya Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği bir söz vardı, Ceyhan Enerji ve İhtisas Bölgesi’ni hayata geçirmek. O gün bugündür bir adım yol katedemedik. Keza Çukurova Havalimanı için iki seçim müjde verildi Adana için, hâlen yapılan hiçbir şey yok.

Şu anda, bütün bunları bırakın, Adana her gün ciddi anlamda elektrik kesintileriyle uğraşırken ne yazık ki enerji dağıtım şirketi bu konuda en ufak bir girişimde bulunamıyor.

Adana’da üretimde ayakkabı üreticileri tüm Türkiye değil, dünyaya ihracat yaparken Sarıyakup gibi bir mahalleye sığınmış durumdalar ve bunlar buradan taşınmadığında ne yazık ki çok ciddi sorunlarla karşı karşıya gelebilecekler. Bütün bunlar çok özet ama Adana’nın tarımda ve sanayideki kan kaybını gösteriyor.

Değerli milletvekilleri, Adana, tıpkı Türkiye gibi tüm partilerin, tüm siyasi görüşlerin temsil edildiği bir şehir. Bu, Adana için bir zenginlik. “Aslolan Adana” diyen Adana’nın 14 milletvekili ve bakanı birlikte olursa Adana kalkınacak ama Türkiye’nin aynası olan Adana’nın kalkınması aynı zamanda Türkiye’nin kalkınmasını getirecektir.

Bu nedenle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Türkmen.

Gündeme geçmeden önce, Sayın Baluken sizin bir söz talebiniz olmuş.

Buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, 9/1/2013 tarihinde Paris’te, 4/1/2016 tarihinde Silopi’de Kürt kadın siyasetçilerin katledilmesine ve sokağa çıkma yasağı uygulanan yerlerdeki cenazelerin defnedilememesine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi 9 Ocak 2013 tarihinde Paris’in orta yerinde, Avrupa’nın merkezinde 3 Kürt kadın siyasetçi Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez Türkiye’deki bağlantılarının da iyice teşhir olduğu uluslararası bir komplo sonucu, bir suikast sonucu katledilmişlerdi. Maalesef bu acımasız cinayetleri, katliamı andığımız bir hafta içerisinde de bu sefer Silopi’de yine 3 Kürt kadın siyasetçi, 3 devrimci kadın bilinçli bir şekilde, planlı bir şekilde infaz edilerek katledildiler. DBP Parti Meclis Üyesi arkadaşımız Seve Demir, Silopi Halk Meclisi Eşbaşkanı Pakize Nayır ve KJA Üyesi Fatma Uyar arkadaşlarımız şahsında geliştirilen bu siyasi cinayetlerle kadınlar başta olmak üzere bugün bütün Kürt illerinde yürütülen savaş politikalarına karşı direnen tüm halkımıza acımasız bir mesaj verilmek istenmiştir. Biz bu katliamları yapanları, bunu planlayanları, bu katliamın talimatını verenleri, bütün sorumluları buradan bir kez daha şiddetle ve nefretle kınıyor, halklarımıza bu acımasız katliamların bir an önce hesabını soracağımızın sözünü bir kez daha yinelemek istiyoruz. Paris’te 3 çiçeği dalından koparmak isteyenler çözümün ve kalıcı barışın baharını ertelemek istemişlerdi, Silopi’de de yine 3 fidanı aramızdan alanlar barışın baharını engellemek isteyenlerdi. Buradan halkımız bilsin ki, evet, çiçekleri katledebilirler, çiçekleri dalından koparabilirler ama barışın baharını asla engelleyemezler, asla engelleyemeyecekler.

Değerli Başkan, demin gündem dışı söz alarak konuşan Değerli Hatibimiz de, Grup Üyemiz Hüda Kaya da bahsetti. Şu anda Silopi, Sur, Cizre ve Şırnak Devlet Hastanelerinde defnedilmeyi bekleyen 50 cenaze var. Bu, ülkenin en büyük utancıdır. Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar, iki haftayı aşkın bir süredir 50’yi aşkın cenazenin defnedilmeyi beklediği belki de hiçbir dönem yaşanmamıştır. Devlet, bu yaklaşımla, katletmiş olduğu insanların gömülme hakkını, defnedilme hakkını bile hiçe saydığını ortaya koyuyor. Bugüne kadar yaptığımız bütün görüşmeler sonuçsuz kaldı. Burada gündemleştirdiğimiz bütün konuşmalar, maalesef, Hükûmet yetkilileri, devlet yetkilileri tarafından dikkate alınmadı. Verilen cevap, bu sabah itibarıyla, Adalet Bakanlığının yayınlamış olduğu bir yönetmelik oldu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, toparlamam lazım.

BAŞKAN – Toparlayın Sayın Baluken, lütfen.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bu sorunu çözmek için bir gün, birkaç saat, bir hafta, her neyse, cenazelerin defni için sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması gerektiğiyle ilgili çözüm önerilerimize, maalesef, Adalet Bakanlığı, bu sabah yayınladığı utanç verici bir yönetmelikle cevap vermiştir. Yayınlanan yönetmeliğin içeriğiyle, bundan sonra, ailelerin izni olmadan mülki amirler tarafından, valilikler tarafından, izinsiz bir şekilde cenazelerin kaçırılarak defnedilmesinin yolu açılmıştır. Biz bu zihniyeti 90’lı yıllardan tanıyoruz. Kefenlenmemiş, namazı kılınmamış, toplu şekilde defnedilen, gömülen cenazelerin gerçekliği, Adalet Bakanlığının bugün yayınladığı yönetmeliklerle bir kez daha gündemleştirilmek, güncellenmek isteniyor. Bu anlayışı, bu zihniyeti kınıyoruz. Hükûmete ve devlete buradan bir kez daha bu cenazelerin defnedilmesi için insani yaklaşım çağrısını yinelemek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç adet önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu Demir ve 23 milletvekilinin, ŞÖNİM’ler ve devlete bağlı sığınaklardaki koşulların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/51)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

ŞÖNİM’ler ve devlete bağlı sığınaklardaki koşulların araştırılması amacıyla, Anayasa’nın 98’inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla teklif ederiz.

1) Filiz Kerestecioğlu Demir             (İstanbul)

2) Pervin Buldan                              (İstanbul)

3) Meral Danış Beştaş                      (Adana)

4) Behçet Yıldırım                            (Adıyaman)

5) Berdan Öztürk                              (Ağrı)

6) Dirayet Taşdemir                          (Ağrı)

7) Sırrı Süreyya Önder                      (Ankara)

8) Ayşe Acar Başaran                       (Batman)

9) Mehmet Ali Aslan                         (Batman)

10) Saadet Becerekli                        (Batman)

11) Hişyar Özsoy                              (Bingöl)

12) Mizgin Irgat                                (Bitlis)

13) Altan Tan                                   (Diyarbakır)

14) Çağlar Demirel                           (Diyarbakır)

15) Feleknas Uca                             (Diyarbakır)

16) İmam Taşçıer                             (Diyarbakır)

17) Nimetullah Erdoğmuş                 (Diyarbakır)

18) Nursel Aydoğan                          (Diyarbakır)

19) Sibel Yiğitalp                             (Diyarbakır)

20) Ziya Pir                                      (Diyarbakır)

21) Mahmut Toğrul                           (Gaziantep)

22) Abdullah Zeydan                        (Hakkâri)

23) Mehmet Emin Adıyaman              (Iğdır)

24) Erdal Ataş                                  (İstanbul)

Gerekçe:

Türkiye'de, 2015 yılı başından bugüne kadar 255 kadın, kocaları, eski kocaları, sevgilileri, eski sevgilileri, abileri, babaları, erkek akrabaları ya da hiç tanımadığı erkekler tarafından öldürüldü. Üstelik bu rakam yalnızca basına yansıyan kadın cinayetlerinden gazetecilerin derlediklerini kapsıyor. Adli makamlardan saklanan, basına yansımayan, kaza veya intihar süsü verilen cinayetlerin de yaşandığını ve tablonun çok daha endişe verici olduğunu biliyoruz.

6284 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden bu yana üç buçuk sene geçti. Yine Türkiye, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin (İstanbul Sözleşmesi) imzacısı ve Anayasa'nın 90. maddesi gereğince usulüne uygun olarak tarafıdır. Fakat ne yazık ki, izleme raporlarından edindiğimiz bilgilere göre, 6284 sayılı Kanun'un ve uluslararası sözleşmelerin gerekleri yerine getirilmemektedir.

Avrupa Parlamentosu'nun 1998'de çıkardığı tavsiye kararına göre her 7 bin 500 kişilik nüfus için sığınma evlerinde 1 kişilik yer olmalı. İstanbul Sözleşmesi de yeterli sayıda, uygun ve kolayca ulaşılabilir sığınağın hazırlanmasını sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri almakla Türkiye'yi yükümlü kılmıştır. Oysa, Bakanlığınızın Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı'nın sığınma merkezlerine ilişkin sorularına verdiği 27/07/2015 tarihli yanıta göre, Türkiye'de toplam 132 sığınaktaki toplam kapasite 3.402’dir. Yani yaklaşık her 23 bin kişilik nüfus için sığınma evlerinde bir kişilik yer var. Türkiye gibi kadına yönelik şiddetin yoğun biçimde yaşandığı bir ülkede, ulaşılabilir sığınak sayısının minimum standardın üzerine çıkarılması gerekirken Belediye Kanunu'nun eski hâlinde yer alan 50 bin nüfuslu belediyelerin sığınak açmasını öngören madde, yeni Belediye Kanunu’yla 100 bin kişiye çıkarılmıştır.

Üstelik 6284 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle açılan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) Yönetmeliği’nde, şiddete uğrayan kadınların güçlendirilmesi hedefinden bahsedilmesine rağmen söz konusu merkezlerden hizmet alan kadınlarla yapılan görüşmelere dayanan raporlara göre kadınlar sığınaklarda önemli sorunlar yaşamaktadır. Pek çoğu derin travmalar yaşayarak, evlerini, sosyal çevrelerini arkalarında bırakarak sığınağa yerleşen kadınlara sığınak personeli belirli ilkelerle yaklaşmalıdır. Örneğin 1990 yılında kurulan Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfında "Hiç kimse hiçbir kadının şiddeti provoke ettiğini ya da hak ettiğini düşünmez. Kadına yönelik şiddeti üreten toplumsal önyargıların, değerler sisteminin sorgulanması amaçlanır."

Oysa Bakanlığınıza bağlı sığınaklarda, “güvenlik” adı altında kadınların iletişim olanaklarının kısıtlandığını, sığınağa giriş-çıkış saatlerinin kısıtlı olması nedeniyle iş veya ev aramak gibi konularda zorluklar yaşadıklarını, can güvenliği riski yaratacağı gerekçesiyle çalışmalarına izin verilmediğini, kadınların sığınaktan sonra bir hayat kurmak konusunda çıkışsız hissettiklerini, sığınak çalışanlarının davranışları konusunda sıkıntı yaşadıklarını, çalışanların ihtiyaçlarını keyfî olarak karşıladığını ve hakarette bulunduklarını belirten kadınların ifadeleri Mor Çatının hazırladığı 6284 Sayılı Kanun Uygulamaları İzleme Raporu'na yansımıştır. Birçoğu aşağılandıklarından, üstelik kanunda belirtilmesine karşın psikolojik, maddi ve ayni destek alamadıklarından, sığınakların yalnızca kendileri için konaklama işlevi gördüğünden, güçlendirici çalışmalarda bulunulmadığından bahsetmişlerdir. Ne var ki Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, biz feminist kadınlarca kurulduğu günden beri fiilî olarak sığınakların ancak aile değil kadın odaklı çalışarak, aileyi koruyan değil kadınları güçlendiren ve özgürleştiren bir eksende destek vererek ve dayanışmayı esas alarak kadınların hayatlarında olumlu etki bırakabileceklerini biliyoruz.

ŞÖNİM’ler ve devlete bağlı sığınaklardaki koşulların araştırılması amacıyla Anayasa’nın 98’inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla teklif ederiz.

2.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, kadına yönelik şiddetin aile içindeki yansımalarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/52)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kadına yönelik şiddet; cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır.

Bu tanımdan görüleceği üzere, Türkiye, kadına yönelik şiddetin en yoğun olarak aile içinde yaşandığı ülkelerin başında gelmektedir. Kadına yönelik şiddetin aile içindeki yansımalarının araştırılması, ev içi şiddetin engellenmesine yönelik mevcut düzenlemelerin kapsamlı bir şekilde incelenmesi amacıyla Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederiz.

Çağlar Demirel

Diyarbakır

HDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya toplu hareketlerin tümü olarak tanımlanmakla birlikte, kadına yönelik şiddet; Birleşmiş Milletler Genel Meclisi tarafından 1993 yılında kabul edilen Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi Bildirgesi'nde "Cinsiyete dayalı olarak gerçekleşen, kadınlarda, fiziksel, cinsel, psikolojik, herhangi bir zarar ve üzüntü sonucunu doğuran veya bu sonucu doğurmaya yönelik özel veya kamu yaşamında gerçekleşebilen her türlü davranış, tehdit, baskı veya özgürlüğün keyfi olarak engellenmesidir." şeklinde tanımlanmaktadır.

Dünyada her 3 kadından 1'i hayatında en az bir kez aile içi şiddete maruz kalıyor. G20 üyesi Türkiye'de bu oran diğer gelişmiş devletlere oranla çok daha yüksektir. Türkiye genelinde kadınların neredeyse yarısı şiddete maruz kalmaktadır. Uzmanlara göre ülke genelinde eşi veya eski eşi tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların oranı yüzde 39; yaşadıkları fiziksel şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı ise yüzde 48,5'tir. Herhangi bir sivil toplum örgütüne ve polis, savcılık dâhil hiçbir kuruluşa başvurmayanların oranı ise ne yazık ki yüzde 92'dir.

Türkiye'de bu konudaki yasal düzenlemeler ise yetersiz kalmaktadır. Mart 2012'de yürürlüğe giren 6284 sayılı Yasa her ne kadar tamamlayıcı nitelik taşısa da bazı eksiklikleri mevcuttur. Örneğin yasada aile koruması ön plana çıkmakta ve kişilik hakları ikinci plana atılmaktadır. Yani yasa kadın sorunundan çok aile birliğiyle, ailenin bekasıyla ilgilenmektedir. Yasa aynı zamanda sığınma evlerinin ülke genelindeki yetersizliğine değinmediğinden ve bu probleme bir çare aramayışından ötürü eksiktir. Yasanın kadına şiddeti önleme ve aileyi koruma adına ayırdığı bütçenin kısıtlı olduğu da söylenebilir. Bu da Türkiye'nin kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin ne kadar isteksiz ve duyarsız olduğunun bir göstergesidir.

Kadına yönelik şiddeti yalnızca fiziksel şiddete indirgemek yanlış olur. Kadınlar özellikle aile kurumu içinde psikolojik, cinsel ve ekonomik anlamda da şiddete maruz kalmaktadır. Devlet organlarının kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik etkin bir çalışması olmadığı gibi, yargı organlarının şiddet mağduru kadının mağduriyetini katlayacak şekilde failler lehine yasal indirimler uygulaması sorunun katlanarak büyümesine hizmet etmektedir.

Ne yazık ki günümüzde kadına karşı şiddet konusunda duyarlı birkaç sivil toplum örgütü dışında, toplumdan ciddi bir ses yükselmemektedir ve bu durum normalleştirilmeye çalışılmaktadır. Mevcut düzenlemeler özellikle aile içinde kadına karşı şiddeti önleme konusunda yetersiz kalmaktadır ve bu hâliyle kadınların mağduriyetini artırmaktadır. Bu nedenlerle kadına yönelik ev içi şiddetin kapsamlı bir şekilde incelenmesi, çözüm yollarının araştırılması için bir araştırma komisyonu kurulması elzemdir.

3.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in, kadın cinayetlerini teşvik eden bir mekanizmaya dönüşmüş ceza indirimlerinin sonuçlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/53)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kadın cinayetlerini teşvik eden bir mekanizmaya dönüşmüş ceza indirimlerinin sonuçlarının araştırılması, kadına yönelik şiddetin sonlanması için yapılması gereken hukuksal ve fiili düzenlemelerin tespit edilmesi amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederiz.

                                                                                                                                   Çağlar Demirer

                                                                                                                                      Diyarbakır

                                                                                                                           HDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Türkiye'de kadına yönelik şiddet her boyutuyla giderek daha da artmaktadır. Eril zihniyetin sistematik bir politikası olan kadına yönelik şiddet toplumsal bir şiddet olarak ortaya çıkmaktadır. AKP döneminde 2002-2015 yılları arasında ulaşılabilen bilgilere göre 7.427 kadın katledilmiştir. Cinsiyetçiliğin ve militarizmin en ağır şekilde yaşandığı 2015 yılında kadın cinayetleri de artan militarist ortama paralel bir şekilde yükselmiştir. Kadınların sistematik bir şekilde öldürüldüğü adı konulmamış bu savaşta, kadın cinayetleri 2015 yılında en yüksek seviyeye çıkarak son 10 ayda 346'ya ulaşmıştır. Aynı dönemde 271 transfobik nefret cinayeti işlenmiştir.

Sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere sivil insanlar öldürülmektedir. Yaşanan bu süreçte yaratılan militarist ortam eril zihniyetin güçlenerek sadece çatışmaların olduğu yerlerde değil Türkiye'nin her yerinde kadın cinayetlerinin artmasına sebep olmaktadır. Kadın örgütlerinin verilerine göre, artan militarizmle birlikte kadın cinayetlerinde ateşli silah kullanımı ve sayısında artış olmuştur. AKP'nin kadını yok sayan, kadını ikincil gören, kadını aileye ve eve hapsetmeye çalışan politikaları, zihniyetin kalıplarını kabul etmeyerek sokaklara çıkan ve mücadele eden kadınları hedef almaktadır. Varto'da Kader Kevser Eltürk'ün bedenine yönelik saldırı, eril zihniyetin kadın düşmanı politikalarını en açık şekilde sergilemiştir. Kadınları hedef alan uygulamalar, yasalarla güvence altına alınarak, erkek katillerin korunmasına ve hatta kadın cinayetlerinin özendirilmesine neden olmaktadır.

Türkiye'de kadın cinayetlerinde uygulanan Türk Ceza Kanunu'nun 62’nci maddesiyle iyi hâl indirimi düzenlenmiş olup, fail yararına cezayı hafifletecek "takdiri" nedenlerin bulunması hâlinde cezada indirime gidilmesi hüküm altına alınmıştır. İyi hâl indirimi hukuken TCK'da düzenlenirken Türkiye'de kadınların katledilmesinin meşrulaştırılması ve cezasızlık politikasının yürütülmesi için bir araç hâline gelmiştir. Hâkimin takdirine bırakılan durumlarda, yargıda yer alan eril bakış açısıyla birlikte, kadınları öldüren erkeklerin korunması yönünde takdir kullanılması kaçınılmaz olmaktadır. Yasal güvence olsa dahi uygulanan ceza indirimleriyle, kadın cinayetlerinin artarak devam etmesine hizmet etmektedir. Kadın cinayetlerinden basına yansıyanların neredeyse hepsinde ceza indirimlerinin uygulandığı bilinmektedir. Kadınların "tayt giymesi", erkeğin mahkemede "takım elbiseli" olması gibi gerekçelerle verilen indirimler kadın cinayetlerinin özendirilmesi ve erkeklerin yasalarca cesaretlendirilmesi demektir.

Dolayısıyla, kadın erkek eşitliğinin sağlanması için yasa değişiklikleri yeterli değildir, eril zihniyetin köklü bir şekilde dönüşmesi, sistematik bir şekilde yürütülen cinsiyetçi politikaların son bulması ve toplumsal olarak kadın özgürlüğüne dair dönüşümün yaşanması gerekmektedir. Ancak bu zihniyet dönüşümüyle birlikte, pratikte kadınların katledilmesini teşvik eden yasaların değişmesi önemli bir adım olacaktır. Kadınları katleden erkeklerin ödüllendirilmesine sebep olan ceza indirimlerinin önüne geçilmesi en aciliyet taşıyan konu hâline gelmiştir. Bu amaçla kadın cinayetlerini teşvik eden bir mekanizmaya dönüşmüş ceza indirimlerinin sonuçlarının araştırılması, kadına yönelik şiddetin sonlanması için yapılması gereken hukuksal ve fiili düzenlemelerin tespit edilmesi için bir araştırma komisyonu kurulmasını önermekteyiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Buyurun:

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel ile Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, derin devlet yapılanmalarının Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı coğrafyadaki güncel uzantılarının deşifre edilmesi, açığa çıkarılması ve toplum ile hukuk önünde yargılanması amacıyla 30/12/2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 7 Ocak 2016 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 07/01/2016 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük‘ün 19‘uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

İdris Baluken

Diyarbakır

Grup Başkan Vekili

Öneri:

30 Aralık 2015 tarihinde Diyarbakır Milletvekili Grup Başkan Vekili Çağlar Demirel ve Diyarbakır Milletvekili Grup Başkan Vekili İdris Baluken tarafından verilen (425 sıra numaralı) "Derin devlet yapılanmalarının Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı coğrafyadaki güncel uzantılarının deşifre edilmesi, açığa çıkarılması ve toplum ile hukuk önünde yargılanması" amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırma önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 07/01/2016 Perşembe günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi lehinde ilk söz Mardin Milletvekili Mithat Sancar’a aittir.

Süreniz on dakikadır.

Buyurunuz Sayın Sancar. (HDP sıralarından alkışlar)

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri gündemden hiç düşmeyen bir kavram ve konu derin devlet. Maalesef, bugün de aynı ağırlığıyla gündemimizde yerini koruyor. “Nedir bu derin devlet?” diye sorduğunuzda, önce bir zihniyettir. Hukuk tanımayan, kendi yarattığı devlet menfaatlerini her şeyin üstünde tutan, tuttuğunu iddia eden, bunlar tehlikeye düştüğü zamanlarda her türlü yönteme başvurmayı mübah sayan bir zihniyettir. Hukuku, kendi çıkarlarına dokunduğu zaman, kendi tayin ettiği devlet çıkarlarını korumadığını düşündüğü zaman devre dışı bırakan bir zihniyettir. İlla, mutlaka içeride bir yasa dışı örgütlenmeye, devlet içinde bir yasa dışı örgütlenmeye gitmesine de gerek yoktur. Bizatihi devletin görünen kurumlarını hukuka bağlı olmayacak şekilde işletmek de bu derin devlet zihniyetinin bir yansımasıdır. Derin devlet zihniyetinin pek çok örneğini, örgütsel yansımalarını da gördü bu ülke. Gladyoları tartıştı, gladyoları konuştu; Ergenekon’u konuştu, konuşuyor; JİTEM’i konuştu, konuşuyor ama konuşmak bunlarla baş etmeye, bunları tasfiye etmeye yetmiyor. Bunları tasfiye etmek ne demek? Türkiye’yi çağdaş anlamda bir demokratik hukuk devleti hâline getirmek demektir. Türkiye’yi kurallara bağlı, hukuka bağlı, devletin bütün organlarının hukukla kayıtlı olduğu bir düzene, bir sisteme kavuşturmak demektir. Kararların burada alındığı bir demokratik parlamenter sisteme dönüştürmek demektir. Bunu yapmadığınız zaman, burada karar aldığınızı sanırsınız ama asıl kararları başka yerlerde alırlar ve siz kendinizi Hükûmet sanırken o kararları elinize tutuştururlar, o kararları icra etmekle görevlendirirler. Siz istediğiniz kadar millî iradeyi temsil ettiğinizi, millet adına hareket ettiğinizi iddia edin, eğer bu yapıyı ve zihniyeti tasfiye etmezseniz, o yapı ve zihniyet sizi kendi aracı hâline hızla getirir.

Çoğu iktidar, derin devlet yapılanmalarını, gladyoyu, çeşitli örgütleri, Ergenekon’u, JİTEM’i kullandığını sanır. Kendi iktidarını sürdürmek için onları tetikçi gibi kullandığına inandırır kendini. Ama ilk başta size bu inancı veren o yapılanmalar kısa süre sonra birden sizi kendi tetikçileri hâline getirirler; karar mercileri onlardır, irade onlardadır, siz onların basit tetikçileri hâline getirilirsiniz.

Türkiye tarihinin yakın dönemlerinin derin devlet konusundaki en çarpıcı olayı Susurluk kazasıdır şüphesiz. Susurluk kazasında ilk defa bu kadar çıplak bir şekilde karşımıza çıktı bu derin devlet yapılanması. “Derin devlet” dediğimiz zaman sadece kendi içinde, resmî olmayan ya da yarı resmî birimler, kişiler kullanan bir örgütlenme kastetmiyoruz. Bir kere bu yola girdiğinizde her türlü ilişkiye, her türlü kirli kişiyle ilişkiye de girmeye bir süre sonra mecbur kalırsınız, Susurluk bize bunu göstermişti. Derin devlet zihniyeti devam ettiği müddetçe kirli ilişkilerden kaçamazsınız, bir süre sonra o kirin, o batağın tam ortasında ya da en derininde bulursunuz kendinizi.

Tabii, şaşırtıcı olan, AK PARTİ’nin derin devlet konusunda kurulduğundan ya da Hükûmet olduğundan bu yana izlediği çizgidir, ibret verici bir çizgidir. 1997’de 28 Şubat darbesinin ardından derin devlete söylemediğini bırakmayanlar, derin devletten kurtulmak gerektiğini iddia edenler adım adım iktidara yerleştikçe, iktidarlarını sağlamlaştırdıkça derin devletin söylemlerini, dilini ve yöntemlerini kullanmaya başladılar. Derin devleti tasfiye etmek adına yola çıkanlar, bugün derin devletin bütün terimlerini ve bütün yöntemlerini rahatça kullanıyorlar, burada derin devlete ilişkin her sözümüze birden, devletin sahipleri refleksiyle tepki gösteriyorlar, sadece Mecliste değil, Hükûmette de öyle yapıyorlar, Cumhurbaşkanı da aynı şeyi yapıyor. Dönün bakın dün kullanılan sözlere “Ya devlet başa ya kuzgun leşe!” Bunu size, sizlere, sizlerin temsil ettiği sosyolojiye onlarca kez söylediler, yüzlerce kez söylediler; sizi şeriatçı, sizi devlete karşı bir tehdit olarak gösterdiler ve size karşı da “Ya devlet başa ya kuzgun leşe!” sloganını kullandılar. Bunun ne anlama geldiğini hâlâ vicdanını koruyanlar çok iyi bilirler. Bunun anlamı şudur: “Biz istediğimizi yaparız, güvenlik kuvvetlerine de istediği yetkiyi veririz, güvenlik kuvvetleri dışında resmî olmayan örgütler de kurarız ve iktidarımızı sürdürmek için her türlü yolu mübah görürüz.” Makyavelizmin doruğudur bu, kirliliğin kaçınılmaz olduğu bir yoldur bu. Bu yolun çıktığı tek yer var; ünlü bir siyaset bilimci bu yolun çıktığı noktayı iki kavramla ifade ediyor: Kan ve kir. Kanlı ve kirli bir durağa, bir istasyona kaçınılmaz olarak bu tren sizleri götürür eğer bu zihniyete sarılmaya, bu zihniyeti savunmaya devam ederseniz.

Bugün sokağa çıkma yasağı uygulanan yerlere bakın. “Esedullah timleri” diye imza atan kişiler var orada görev yapan. Kimdir bunlar diye soruyoruz, haftalardır soruyoruz, neden açıklamıyorsunuz? Kimleri istihdam ediyorsunuz orada? Devletin ilkokullarında, devletin diğer resmî binalarında “JÖH” ve “PÖH” diye imza atan, “Jandarma Özel Harekât” ve “Polis Özel Harekât” diye imza atan, Kürtlere ırkçı küfürler eden, orada intikam anlayışıyla, intikam hırsıyla bulunduklarını gösteren gruplar var; kimdir bunlar? Nasıl oldu da bu noktaya gelebildiğinizi lütfen sorun kendinize. Nasıl oldu da derin devletin dilini bu kadar kolay benimsediniz ve derin devletin devamını bugün başka örgütlerle, esedullahla, Jandarma Özel Harekâtta yuvalanan birimlerle, Polis Özel Harekâtta yuvalanan birimlerle sürdürüyorsunuz?

Eğer derin devletin trenine binmişseniz, önce hukuku kaldırırsınız. Bu yolun devamında, 3-5 kilometre ya da 3-5 istasyon sonra aklınızı devre dışı bırakırsınız. Sonra, diğer durakta geleceğiniz istasyon, vicdanınızı askıya almaktır.

İnkâr edeceksiniz, bunları söyledik diye bizlere kızacaksınız ama dönün ve yüzleşin. Bakın, derin devlet bu ülkeye, derin devlet zihniyeti bu tür ülkedeki insanlara hangi acıları miras bıraktı, hangi tahribatları yarattı ve bugün hangi bedelleri ödetiyor bize?

Evet, biz bunların araştırılması için önerge verdik, geçmişte de önerge verdik, şimdi yine veriyoruz. Eğer gerçekten bunların bulunmadığına inanıyorsanız, eğer siz “Derin devleti sahiplenmedik, biz demokratik devletin savunucusuyuz.” diyorsanız bu önergeye “evet” oyu kullanın.

Gelin, birlikte araştıralım. Daha önce Meclis bunun güzel örneklerini verdi: Susurluk Komisyonu kurdu; bütün zorluklara rağmen, pek çok faili meçhul cinayetin belgelerini, bilgilerini ortaya çıkaran faili meçhul cinayetler komisyonu kurdu. Şimdi bu kadar büyük tahribatlar yaşanırken, bu kadar ağır insan hakları ihlalleri yaşanırken, bu kadar ağır insanlık suçları işlenirken Meclisi devre dışı bırakmak, bizatihi derin devlet zihniyetini yükseklere çıkarmak demektir, o bayrağın taşıyıcılığını bugün sürdürmek demektir. O nedenle, gelin, bu karanlığı böyle bırakmayalım. Karanlıkta bıraktığımız sürece, siz derin devleti kullanarak iktidarınızı korumaya aldığınızı sanırken derin devlet sizi kendi tetikçisine, kendi oyuncağına çevirecektir. Gelin, bunları birlikte araştıralım. Meclis harekete geçsin. Hiçbir derin devlet yapılanmasına, hiçbir kirli zihniyete izin vermeyecek bir yolu birlikte kuralım. Bu Meclis bunu başarabilir, buna inanıyoruz, yeter ki vicdanına kulak versin değerli milletvekilleri. Bu yolda bugün irade göstermezseniz, yarın vicdanlı insanların bu konudaki iradesini bastıramayacağınıza da inanıyorum ve bu duygularla sizleri selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sancar.

Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi aleyhinde ilk söz, Ankara Milletvekili Murat Alparslan’a aittir.

Buyurun Sayın Alparslan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

MURAT ALPARSLAN (Ankara) – Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. HDP’nin görüşülmekte olan grup önerisi aleyhine partim adına söz almış bulunmaktayım.

Değerli arkadaşlar, bu ülke, bu millet, bu devlet şanlı bir tarihe, köklü bir medeniyete, zengin bir kültüre sahip kadim bir devlet geleneğinden gelmektedir; maalesef, bugüne kadar çok ağır bedeller, acı tecrübeler yaşamıştır, bedeller ödemiştir tarihinde. Biz hep, kurulduğu günden itibaren “Hâkimiyet, bilakayduşart milletindir.” ilkesi mucibince Meclisimizi, devletimizi, çalışmayı arzu ettik ve onun gayreti içerisinde olduk. Ama maalesef, zaman zaman millet iradesi üzerinde egemenlik kurmaya çalışanların, milletin iradesine ipotek koyanların, ayağına pranga bağlayanların olduğunu da üzülerek gördük.

İşte AK PARTİ, adına ister vesayet denilsin ister çete denilsin ister kirli tezgâh ve tertip denilsin, millet iradesi ve egemenliği üzerinde oluşturulmaya çalışılan her türlü, bu tür tahakküm altına almaya çalışma gayretlerine karşı dik bir duruş ortaya koymuştur. Daha önceden var olan, milletin devleti için var olduğu gerçeğini bir tarafa bırakarak “Devlet, millet içindir.” düsturuyla siyaset üretmiş, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” diyerek her türlü işinde, eyleminde insanı, bireyi esas almıştır. Meseleleri tartışırken, değerlendirirken olgusal yaklaşmak, meselelere objektif bakmak böyle kolaycı ve toptancı bir yaklaşımdan öte, tamamen bilgi üzerinden değerlendirmeler yapmak daha iyi tahliline ve anlaşılmasına da sebep olacaktır.

Maalesef, Türk siyaset tarihinin en büyük zaman kesimlerinden birini derin devlet tutsak almıştır. Derin devlet belki devletin ta kendisi değildir ancak o devletin veya devletin herhangi bir kurumunun içerisinde kümelenmiş gayrimeşru, hukuk dışı, illegal yapılanmaların hukuk dışındaki, yetkilerini aşmak suretiyle ortaya çıkardıkları ve oluşturdukları çetelerdir, illegal yapılanmalardır.

AK PARTİ, işte yakın tarihimizde belki ülkemizin en büyük sorunlarından biri olan bu derin devlet yapılanmasının ana damarlarından vesayet kurumuna ciddi bir karşı duruş ortaya koymuş ve derin devletle büyük bir mücadele başlatmıştır. Bu kapsamda yasal düzenlemeler yapılmış, pek çok alanda anayasal, yasal, uluslararası mevzuat da taranmak suretiyle uluslararası örgütler ve standartlar da dikkate alınarak pek çok değişiklik yapılmıştır.

Yine, AK PARTİ döneminde, darbeleri araştırma komisyonu kurulmak suretiyle bu derin devlet yapılanmaları üzerinden millet iradesi üzerine tasallut olan güçlerle bir mücadele süreci başlatılmıştır.

Bilgi Edinme Yasası çıkarılmak suretiyle daha şeffaf, daha anlaşılabilir bir devlet yapılanması öngörülmüştür.

İnsan Hakları Kurumu oluşturulmuştur.

Ve yine, işkenceye sıfır tolerans bir şekilde getirilmek suretiyle işkenceyle mücadele yapmak, işkenceye bir şekilde karışmış kamu görevlilerinin yargılanmasını sağlamak için zaman aşımı da kaldırılmak suretiyle büyük bir reform ortaya konulmuştur. Tabii bunlar yapılırken devletin özgürlükçü anlamda hem kurumsal hem de bireysel bir rahatlatma ortamı sunma gayretleriyle beraber, güvenlik tedbirlerinin de bir dengede yürütüldüğünü çok net bir şekilde görüyoruz.

Maalesef, derin devlet, PKK üzerinden sivil siyaset alanını daraltma gayreti içerisindedir. AK PARTİ’yle ilk defa başlatılan bu mücadelelerle bu tür oluşumlarla da ciddi bir mücadele yapılmaktadır. İşte bunları konuşurken hamasetten uzak, slogandan uzak, belki retorik yapmadan meseleleri tahlil etmek ve bu bağlamda yaklaşmak, belki anlamamıza ve çözümleri oluşturmamıza da daha ciddi bir katkı sunacaktır.

Değerli arkadaşlar, tabii ki bu millet, bu ülke, bu devlet geçmişte pek çok kirli tuzakların karanlık dehlizlerinden geçmiş, pek çok olayla milletin iradesi ipotek altına alınmaya çalışılmış, milletin bir şekilde menfaati değil, daha farklı karanlık ve şer odakların bir şekilde istekleri ve arzuları üzerinden bir devlet nizamı oluşturulmaya çalışıldığı dönemler olmuştur. Ancak AK PARTİ’yle beraber, başta vesayet kurumları olmak üzere, vesayet kurumlarını da kullanan illegal yapılanmalar ve terör örgütleriyle büyük bir mücadele yapılarak başarılı adımlar atılmış ve atılmaya da devam edilmektedir.

Derin devlet yapılanmasının en büyük ilacı, hiç tereddütsüz, katılımcı, güçlü, çoğulcu bir demokrasidir. Bizler demokrasimizi ne kadar güçlendirirsek, demokrasimizin standartlarını ne kadar uluslararası standartlara getirirsek bu tür karanlık güçlerle ve illegal yapılanmalarla mücadelemiz de o derece başarılı olacak ve millet, iradesine, egemenliğine daha hâkim bir şekilde, geleceğini çok daha rahat inşa edecektir. İşte bunun için de değerli dostlar, her türlü tavrımızda, her türlü iş ve eylemlerimizde millî olmak, millî bir duruş sergilemek son derece önemlidir çünkü millet iradesine oynanan oyunları bozabilmek için de millî ve yerli bir duruş ortaya koymak suretiyle milletin diliyle konuşabilmeyi, milletin gözüyle meselelere bakabilmeyi, milletin gönlüne dokunabilmeyi ve milletin hassasiyetlerini öne alabilmeyi başarabilmek durumundayız.

O sebeple, değerli dostlar, biz, milletin iradesi üzerine oynanan oyunları bozmak ve o kirli senaryoları boşa çıkarmak için de her zaman milletin hizmetkârı olmayı, milletin güçlenebilmesi, demokrasimizin çıtasının ve standartlarının daha da yukarı taşınabilmesi için ciddi bir gayret ortaya koyuyoruz. Belki, devlet içerisindeki ve devlet kurumları içerisindeki bu yapılanmaların uluslararası birtakım taşeronlarla birlikte iş birliği yaparak özellikle PKK ve paralel yapıyı da bir maşa olarak kullanmak suretiyle bir vesayet oluşturmak, bir nümayiş çıkarmak, halkı kin ve nefret üzerinden kamplara bölmek, kaos çıkarmak, birtakım sıkıntılar oluşturmak suretiyle bizim bin yılı aşkın sürede oluşan kardeşlik hukukumuzu bozma çalışmalarına topyekûn karşı durmak, her türlü siyasi angajmanlarımız, meselelere yaklaşımlarımızdaki her türlü farklı tavırlarımız ve tandanslarımız bir tarafa, çok daha bütüncül, barışçıl ve kardeşlik hukukunu öne çıkaran bir tavrı yerli ve millî olarak ortaya koymak durumundayız.

İşte bugün, Yasin Börü kardeşimizin duruşmasının da yapıldığı bir günü hep beraber yaşıyoruz. Bundan belki yıllar önce, 6-7 Ekim olaylarıyla başlayan ve ülkemizi yine bir karanlık buhrana çekmek gayretleriyle ortaya çıkan bu kaos planlarının da işte bu derin devlet yapılanması ve kendi içerisindeki derin devlet yapılanmasının da maşası ve oyuncağı olan PKK ve belki eş güdümlü bir şekilde paralel yapılanmanın da iş birliğiyle ortaya çıkardığı bu kaos sonrasında, başta Yasin Börü olmak üzere Hüseyin Dadak, Hasan Gökgöz, Riyad Güneş kardeşlerimiz de maalesef, şehit oldular, vefat ettiler. Başta bu isimler olmak üzere, tüm derin devlet yapılanmalarının ve terörün mağdurlarına da rahmet diliyorum. Hiç tereddütsüz, yapanın yanına kâr kalmayacak ve bu olaylara karışan herkes mutlaka, devletin hukuk ve adalet önüne çıkarması suretiyle karşılığını bulacak ve cezasını çekecektir.

Değerli dostlar, kıymetli arkadaşlar; bizler “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” lafzının altında çalışan bir Meclisin mensuplarıyız. İşte, bu düstur mucibince her birimiz her daim millet için siyaset üretmek, milletin hizmetkârı olmak, millet iradesi ve egemenliği üzerinde her türlü tasalluta ve tavassuta karşı durmak, bu anlamda da her daim millî olmak, yerli olmak, bir ve beraber olmak durumundayız. Bunu başardığımız takdirde, son derece güçlü ve büyük ülke olma yolundaki adımlarımızı daha somut atacak ve inşallah, çok daha iyi günlere hep beraber gideceğiz.

Ben hepinizi tekrar saygıyla selamlıyor ve HDP grup önerisi aleyhinde olduğumuzu ifade ederek saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Alparslan.

Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi lehinde ikinci söz, Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’a aittir.

Buyurun Sayın Akar. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Derin devlet hakkında HDP Grubunun vermiş olduğu araştırma önergesi üzerine söz almış bulunuyorum.

Tabii, derin devlet Türkiye’nin sadece bir bölgesinde değil, Türkiye’nin tüm bölgelerinde özellikle 1950’den sonra uygulanan bir yöntem.

Biraz evvel AKP adına konuşan konuşmacı da burada bir derin devletten söz ederken -derin devlet zamanın her aşamasında olmuştur- karşısındaki, beraber siyaset yaptıkları, birlikte Türkiye’yi dizayn ettikleri iş birlikçilerini “derin devlet” olarak tanımlıyor. Tamam, onlar derin devlet, onları anladık da siz bu iş birliğini yaparken derin devletin neresindeydiniz, bunu da sormak en doğal hakkımız diye düşünüyorum.

26’ncı Dönem 17 Kasımda açıldı. 17 Kasımdan bugüne kadar, birinci önceliğimiz Türkiye'nin problemlerini çözmek olmalı diye düşünüyorum. Türkiye'nin problemlerini evet çözeceğiz ama Türkiye'nin problemlerinin sadece terörden ibaret olmadığını hep birlikte biliyoruz.

Nedir Türkiye'nin problemleri? İşsizlik problem, Roman kardeşlerimizin yaşam koşulları bir problem, Türkiye’de 4/C’ler, 4/B’ler problem, yine, üretimin olmaması problem, yoksulluk problem. Birçok problemden söz etmek mümkün.

Peki, çözülmüş mü bu problemler? On üç yıllık, on dört yıllık AKP iktidarları döneminde çözülmüş mü? Bunların hiçbirinin çözülmediğini, tek tek maddeler hâlinde konuşursak göreceğiz; ona değinmeyeceğim. Mesele, en önemli mesele terör. Terörü konuşuyoruz 17 Kasımdan bu yana. HDP önergeler veriyor, araştırma önergeleri veriyor, işte AKP’nin oylarıyla reddediliyor ama birlikte yola çıkmıştınız, 24’üncü Dönemde birlikte barış süreci başlattınız, İmralı süreci başlattınız, Kandil süreci başlattınız ama şimdi birbirinizi öyle bir dille yeriyorsunuz ki bu barışı yakalamak bu dille mümkün değil; ne AKP’nin diliyle mümkün ne HDP’nin diliyle bu barışı yakalamak mümkün değil arkadaşlar.

Eğer Türkiye Büyük Millet Meclisinde biz barışı yakalayamıyorsak, AKP, MHP, CHP, HDP barışı yakalayamıyorsak bilin ki sokakta da barış olmayacak demektir arkadaşlar.

Onun için de ne yapmamız gerekiyor? Burada bir millet olmamız gerekiyor önce. Milletin subjektif tanımına bakalım, okumak istiyorum; hocamlar gibi ben sosyolog değilim, onun için de okuyarak daha net olur diye düşünüyorum: “Aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği, ortak gelecek ideali olan topluluklardır.” diyor millet.

Şu hâlimize bakın, 17 Kasımdan bu yana veya öncesine bakın.

AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Maalesef.

HAYDAR AKAR (Devamla) - Biz bir millet miyiz? Basit, 4 tane kategoriye ayırayım hemen: Sekülerler, muhafazakârlar, Kürt milliyetçileri, Türk milliyetçileri.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ne alakası var! Biz milliyetçi falan değiliz.

AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) – İşine bak sen, işine!

HAYDAR AKAR (Devamla) - Bunlar aynı anda aynı duyguyu hissetmiyorlar, aynı ortak tarihi yaşamaktan uzaklaşmışlar. Onun için, Ankara’da 102 vatandaşımız öldüğünde Konya’da ıslıklıyorlardı. 10 Kasımı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak hep birlikte, ona bir vefa borcu olarak anarken bir başka grup da 10 Kasımı kurtuluş olarak görüyor bu ülkede ve ülkenin Cumhurbaşkanı, 10 Kasımı kurtuluş olarak görenleri baş tacı edip onu piyasaya pazarlıyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Şimdi, nasıl geldik bu hâle? 2002’den bu yana, AKP iktidarları dönemindeki ötekileştirme, AKP iktidarları tarafından mezheplere yapılan vurgu, ırklara yapılan vurgu bizi bu hâle getirdi. Evet, bu kürsü sadece Türklerin ve Kürtlerin kürsüsü değil arkadaşlar…

AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Mezurayla kafatası ölçtünüz! O tarihe git bak, o tarihe.

HAYDAR AKAR (Devamla) – Susar mısın lütfen! Sus lütfen!

Bu kürsü Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan tüm etnisitelerin kürsüsüdür. Bunlardan biri de benim.

AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Milletin kürsüsü.

HAYDAR AKAR (Devamla) – Bu ülkede sadece Kürtler ve Türkler yaşamıyor. Bunu bilerek bu kürsüye geldiğinizde, ortak problemlerimizi çözmek üzere öneriler getirmekte fayda olduğunu düşünüyorum.

AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Bravo! İnşallah!

HAYDAR AKAR (Devamla) – Şimdi, 1984’ten bu yana bunları yaşıyoruz. Aynı AKP grubu, 24’üncü Dönemde, bizi barışa düşman olmakla, barışı sabote etmekle, barışı istememekle suçluyordu, şimdi yeni grupta tam farklı şeyler söylüyorlar. Bütün yeni AKP grubu milletvekili arkadaşlara sesleniyorum: Lütfen, 24’üncü Dönemdeki arkadaşlarınızın bu kürsüden yaptığı konuşmaları, gazetelere vermiş oldukları beyanları, nasıl o “İmralı” diye, “Kandil” diye taktığınız… Tarihte bir ilk; benim çok hoşuma gitti, bir arkadaşım söyledi, bir ada adıyla anılması, bir dağ adıyla anılması olayların, ilk defa burada oluyor. Nasıl övgüler yağdırdığınızı, nasıl devlet adamı rolleri biçtiğinizi hepimiz biliyoruz ama 1984’ten bu yana, defalarca bu ülkede barış veya ateşkes yapıldı, defalarca bunlar bozuldu, hiç kimse… Şimdi, sonuçlarını konuşuyoruz, ölen kardeşlerimizi konuşuyoruz, ölen annelerimizi konuşuyoruz, ölen çocuklarımızı konuşuyoruz, ölen askerlerimizi, polislerimizi, güvenlik güçlerimizi konuşuyoruz. Niye bu noktaya geldiğimiz konusunda en ufak bir yorum yapmıyoruz bu kürsüden; konuşmuyoruz, nasıl çözeceğimizi de söylemiyoruz. Sadece yaptığımız iş, yermek ve sonuç olarak önümüze konan şeyleri konuşmak, konuşmak. Tarihten ders almadığımız görülüyor. Bugün gazetelerinize bakıyorum: O 8 tane havuz medyası, milyon dolar verilen gazeteleriniz aynı olaydaki ölü sayısını bile farklı gösteriyor aynı 1984’te, aynı 1989’da olduğu gibi. Ne diyorlar biliyor musunuz? “Kandil’i yerle bir ettik.”, “Teröristlerin kaçacak deliği kalmadı.”, “Şu kadar oldu, bu kadar oldu.” 50 bin kişi kaybettik, kaybetmeye devam ediyoruz. Demek ki 1989 ağzıyla, demek ki 1990’lı yılların ağzıyla bu işlerin çözülmediğini, çözülmeyeceğini hepimiz beraber fark etmek zorundayız, görmek zorundayız. Bunu gördüğümüz gün, çözülmeyeceğini gördüğümüz gün bu işi başaracağız, tekrar birlikte yaşamı inşa edeceğiz diye düşünüyorum.

Bakın, 1989’dan iki örnek vermek istiyorum. O gün köylerde insanlar, sivil insanlar öldürülüyordu, o gün bu Mecliste araştırma önergeleri veriliyordu. Örneğin, Yoncalı köyü. “Hakkâri’de Bir Mevsim” filminin çekildiği köy, bu köy. Sivil köylüler öldürülüyordu çünkü o tarihteki PKK’nın uygulamaları neydi? Yurt dışından geliyor, yurt içinde eylem yapıyor, daha çok kırsalda yapıyordu; şimdi şehirde yapıyor. Yine, 1989’da Derebaşı’ndaki sivil vatandaşların, sivil köylülerin öldürülüşünü söylemek istiyorum. Bugünden ne farkı var? O gün köylerde öldürülüyordu sivil vatandaşlar, bugün şehirlerde öldürülüyor. Devletin görevi, hukuk devletinin görevi sivil vatandaşların yaşam hakkını sağlamaktır.

AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Aynen öyle.

HAYDAR AKAR (Devamla) – Eğer bir devlet sivil vatandaşlarının, çocuğunun, evladının, annesinin anayasal olan yaşam hakkını savunamıyorsa bir bölgede, bilin ki orada egemenliğini kaybetmiş demektir, egemenliğini terk etmiş demektir.

AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Aynen öyle.

HAYDAR AKAR (Devamla) – AKP hükûmetleri döneminde nasıl kaybetti egemenliğini, nasıl terk etti egemenliğini devlet? Söyleyeyim: Evet, barış yapılmalı, hep de söyledik bunu ama yapacağınız yöntemin yanlış olduğunu söyledik, yerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu söyledik, bunların hepsini söyledik ama siz ne yaptınız? Alandan çekildiniz, emniyet güçlerine, askerinize, valinize “Aman ha, dokunmayın.” dediniz. Dünyada örneklerine bakın, bu kürsüden defalarca verildi. Sri Lanka hariç her tarafta, devletler barış sürecinde, müzakere sürecinde alandan çekilmezler, o günkü anayasalara, yasalara aykırı bir eylem varsa onun cezasını verirler, hukuk kanalıyla verirler. Siz alanı terk ettiniz.

Bakın, siz alanı terk edince ne oldu: Bir, insan kaynaklarını güçlendirdiler. Sadece Kocaeli Üniversitesinde 2015’te 284 öğrenci PKK’ya katıldı.

Niye katıldı arkadaşlar? On üç yıldır, on dört yıldır devleti siz yönetmiyor musunuz? Eğer siz yönetiyorsanız, bu öğrencilerin, üniversitedeki öğrencilerin, yöredeki gençlerin PKK’ya niçin katıldığını ve gerçekleri anlatmak, o gerçekleri tespit ederek onların çözümlerini de üretmek zorundaydınız. Neredeydiniz siz bunu yaparken? PKK lojistik desteğini artırırken, mühimmat stokunu artırırken siz neredeydiniz?

AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Seksen senedir sen neredeydin? Onu konuş, onu!

HAYDAR AKAR (Devamla) - Siz neredeydiniz, siz? Sen şoförlüğünü yapmaya devam et! Anlamazsın sen bu işlerden!

AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – On üç yıllık merhamet hareketini değil, seksen yıllık CHP’yi konuş.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, kürsüdeki hâtibe müdahale etmeyelim.

HAYDAR AKAR (Devamla) – Şimdi, 1968’den beri 648 tane terör örgütü üzerinde inceleme yapılmış. 648 terör örgütünün yüzde 40’ı polisiye yöntemlerle, yüzde 7’si askerî yöntemlerle, yüzde 43’ü de siyasi anlaşmalarla çözülmüş, yüzde 10’u da teröristlerin zaferiyle sonuçlanmış. Polisiye ve askerî yöntemle çözülenlere baktığınızda, bunların 3-5 kişilik gruplardan, aktivistlerden oluşan, arkasında halk ve siyasi destek olmayan terör örgütleri olduğunu görüyorsunuz. Demek ki bunun yöntemi silahla çözüm değil.

Buradan Hükûmete sesleniyorum, buradan HDP’ye de sesleniyorum, buradan bütün gruplara sesleniyorum: Bu ülkede Kürt’üyle, Türk’üyle, Gürcü’süyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle birlikte yaşayacaksak ve bunları, ırklarımızı asla konuşmayacaksak çözümü burada üretmek zorundayız. Eğer burada çözüm üretemezsek bilin ki bu ülkede barış olmaz, bilin ki bu ülkede kardeşlik olmaz.

Bu gerçeklikten yola çıkarak inşallah, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet Halk Partisinin önerdiği şekilde bu çözümü üretir ve kardeşçe yaşamaya devam ederiz diyorum.

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi…

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan…

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Sayın Başkan, açık bir sataşmada…

BAŞKAN – Söz sizde ama Sayın Akçay. Dilerseniz, zaten, şu anda söz sırası sizde.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bizim de söz talebimiz var Sayın Başkan. Sataşma var.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Evet, kürsüye çıkacağım ama on dakikalık süremizin üç, beş dakikasını herhâlde cevaba ayıracak değilim Sayın Başkan.

Lütfen, sataşmadan dolayı önce iki dakikalık süreyi vermenizi istirham ediyorum.

BAŞKAN – Vereyim de, ne dedi tam olarak? Ben özür diliyorum, onu…

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Efendim, yani, HDP'ye dönerek “Kürt milliyetçileri…”

ERKAN HABERAL (Ankara) – Ülkücü olmaya karar vermiş Haydar Bey!

ERKAN HABERAL (Manisa) – “Türk milliyetçileri” diye bir ayırıcı ve kamplaştırma söylemi geliştirdi, bir sataşmada bulundu.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Haydar, herkese sataştın!

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akçay, iki dakika süre veriyorum.

Lütfen, başka bir sataşmaya meydan vermeyelim.

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, bizim kimseye sataşma niyetimizin olmadığını biliyorsunuz Sayın Başkan. Sayın Akar, konuşmasında âdeta tam bir ötekileştirme ve ayrımcılık yapar gibi, kamplaştırmaya yönelik ifadelerde bulundu. İfadesini fevkalade yanlış ve maksadını aşan bir ifade olarak değerlendiriyorum. Sayın Akar konuşmasında Cumhuriyet Halk Partisinin altı okundan birinin milliyetçilik olduğunu sanırım unutarak konuştu, onu da hatırlatmak istedim ki milliyetçilik ırkçılığın panzehiridir. Biz, Türk milleti olarak tasada, kıvançta ortak, beraber ağlayan, beraber gülen milletin evlatlarıyız.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak -adını aldığımız kavram olduğu üzere- milliyetçiliği merkezine alan ve millet merkezli siyaset yapan bir siyasi partiyiz. Ve size büyük Atatürk’ün “Türklük” tanımı da hatırlatırım ki biz Türk milliyetçileri ve Milliyetçi Hareket Partililerin de Türklük tanımı bu şekildedir. Bizim milliyetçilik anlayışımızda, Türk milliyetçiliği anlayışımızda asla ırklara, etnik gruplara vesaire -veya mezhebi, her ne olursa olsun- ayrımlara yer yoktur, milliyetçiliği birleştirici bir unsur olarak görürüz.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – O da aynı şeyi söyledi Sayın Akçay, aynı şeyi söyledi.

ERKAN AKÇAY (Devamla) – Bu düşüncelerle hepinize saygılar sunarım.

Konuşmama da biraz sonra gelirim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akçay.

Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, aynı gerekçeyle; bizi de Kürt milliyetçiliğiyle suçladı.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken, iki dakika da size süre veriyorum.

Lütfen, meramımızı anlatırken tekrardan yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

2.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, sataşmaya çok açık bir konu ama mümkün olduğunca sataşmadan cevap vereyim.

Biz, asla Kürt milliyetçisi olmadık, bundan sonra da herhangi bir milliyetçiliği asla savunmayacağız. Bizim açımızdan, bir insanın kendi etnisitesini, kendi ana dilini belirleme hakkı olmadığı, onun Yaradan tarafından kendisine lütfedilen bir özellik olduğunu belirttiğimiz çizgide yürüttüğümüz siyaset her zaman geçerlidir. Bir insan Kürtlüğüyle, Ermeniliğiyle, Türklüğüyle ne övünebilir ne de ondan utanabilir, ancak ortada bir halkın dili, kimliği, kültürü, inancı yasaklanıp asimile edilmeye çalışılırsa, ona karşı verilen mücadele katliamla cevaplandırılmaya çalışılırsa, tabii ki ona karşı mücadeleyi en meşru insani mücadele olarak görürüz ve bakış açımız da böyledir.

HDP, bugün Türkiye'de tekçi anlayışa karşı çoğul demokrasiyi savunan, bütün çoğul kimlikleri savunan tek partidir. O tekçi kimliğin nasıl oluştuğunu siz çok iyi bilirsiniz, bütün herkesi Türkleştirmeye çalışıp, Sünni Hanefi -ki onlara da uymayan- bir devlet dinine bütün Türkiye halklarını mahkûm etmek isteyen bir zihniyetin nereden geldiğini siz çok iyi bilirsiniz ve biz, buna karşı bütün halkların ve inançların kendi kimlikleriyle özgürce, anayasal sözleşme altında güvence altına alınmasını savunuruz.

Bu sıralara baktığınızda, Kürt’ü, Türk’ü, Arap’ı, Asuri Süryani’si, Ermeni’si, Alevi’si, Sünni’si, sosyalisti, siyasal İslam geleneğinden gelen milletvekillerini görürsünüz; sıralarda oturan anlayış neyse bizim savunduğumuz anlayış da odur. Biz insanız, resmî dilimiz de insancadır, hangi halk ezilirse, kimliğimiz o olur, resmî dilimiz o olur. Bugün Kürt eziliyorsa, evet, Kürt’üz, resmî dilimizi de Kürtçe olarak tanımlarız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Ermeni eziliyorsa Ermeni’yiz, dilimiz Ermenicedir. Bu sonuna kadar da böyle devam edecek.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz…

BAŞKAN – Sayın Akar…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Açıklama yapmayım herhâlde!

BAŞKAN – Buyurun ama söz alayım bari, yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Tamam, peki, yeni bir sataşma yok.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sataşma yok efendim.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) –Ben size sataşmadım ki siz sataşmadan söz aldınız.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Ya sataştın, açıkça sataştın Haydar Bey!

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Ya işte söyledin, tekzip etmeye çalış yani “Ağzımdan çıktı.” de.

BAŞKAN – Sayın Akar, lütfen…

Buyurun.

Süreniz iki dakikadır.

3.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in sataşma nedeniyle yaptıkları konuşmaları sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın milletvekilleri, ben her iki gruba da sataşmadım aslında, bir tespit yaptım. Gerçekten bugün Türkiye'nin geldiği… Bana göre dört milletçikle kategorize ettim, aslında daha da çok olduğunu düşünüyorum. Bunu daha da artırabiliriz.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – 36, 36!

HAYDAR AKAR (Devamla) – Eğer biz bu milletçikleri birleştirip millet hâline dönüştüremezsek sonumuz gerçekten kötü, o; bir.

İki: Türk…

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Milliyetçiliğin ne olduğunu bilmiyorsun Haydar Bey ya!

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Ya Nutuk’u oku Nutuk’u! Nasıl CHP’lisin, Nutuk’u oku!

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Ayrıca tartışalım, kuliste tartışalım ama lütfen yani…

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Hayret bir şey ya!

HAYDAR AKAR (Devamla) – Evet, evet.

Şimdi, benim tanımlamış olduğum milliyetçilik ve Atatürk’ün tanımlamış olduğu milliyetçilik…

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Millet oluşmasaydı devlet olmazdı.

HAYDAR AKAR (Devamla) – …Türkiye milliyetçiliğidir; ırka dayanmayan bir milliyetçiliktir, Türkiye milliyetçiliğidir.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Aynen!

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Bizde ırka mı dayanıyor peki?

HAYDAR AKAR (Devamla) – Bunun içerisinde biz de varız. Atatürk milliyetçiliği bu. Biraz evvel okumuş olduğum millet kavramından yola çıkarak Türkiye milliyetçiliğinden bahsediyorum.

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – MHP’nin milliyetçiliğinin tespiti sana mı kaldı?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – O zaman “Türkiye milleti”ne niye karşı çıkıyorsunuz?

HAYDAR AKAR (Devamla) – Bunun içerisinde Türkler, Kürtler, Gürcüler, Ermeniler, Türkiye’de yaşayan tüm topluluklar mevcut. Bunu bir demagoji, bir şey hâline getirmenize gerek yok. Realite bugün bu. Biz yan yana oturduğumuz arkadaşlarımızla, televizyon kameraları kapandığında beraber çay içebildiğimiz, arkada birtakım anlaşmalar yapabildiğimiz arkadaşlarımızla vatandaşın önünde birbirimizi üstünlük sağlayacak şekilde ötelersek, itelersek ve hakaret edici unsurlarla konuşursak bu milletin bir arada yaşama şeyini bekleyemeyiz.

Yine, HDP’yi de ben suçlamadım. HDP içerisinde hangi halklardan insanların olduğunu, arkadaşların olduğunu da çok iyi biliyorum. Bu konuda bir tereddüdüm yok. Ama ne zaman Türkiye partisi olacaksınız, o zaman halkların olması yetmiyor, ne zaman işte Roman kardeşlerimin problemini, Karadeniz’deki çay taşıyan kardeşimin problemini de konuşacaksınız, oradaki sıkıntıları konuşacaksınız, işte o zaman hep beraber olacağız. Ne zaman beraber hendeklere karşı çıkacağız, ne zaman sivil insanların ölümüne karşı çıkacağız, ne zaman askerimizin ve güvenlik güçlerimizin ölümlerine hep birlikte karşı çıkacağız, ne zaman bireysel hak ve özgürlükleri beraber savunacağız, o zaman bu işleri başarmış oluruz diyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akar.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın hatip yine bizi Türkiye partisi olmamakla suçladı. İşte “Şunları yerine getirirseniz o zaman Türkiye partisi olursunuz.” dedi. Sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Onu kamuoyu takdir eder ama siz buyurun, gene, iki dakika sataşmadan söz verip…

Sayın milletvekilleri, lütfen, istirham ediyorum, yani artık böyle bir kayıkçı kavgasına da götürmeyelim bu işi.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teessüf ederiz Sayın Başkan.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ya, bunu yapmayın.

BAŞKAN – İstirham ediyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Neyse, Sayın Baluken konuşsun.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

İki dakika süre veriyorum.

4.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın hatibin, tabii, yaptığı konuşma tutanaklara geçti. Anayasa’yla ilgili çalışmalar başladığında da o konuşmanızı inşallah uzlaşma komisyonundaki arkadaşlarınıza ileteceğiz. Sizin belirtmiş olduğunuz “Türkiye milleti” tanımı maalesef kurumsal olarak bugüne kadar CHP’nin savunmuş olduğu bir tanım değil.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Atatürk ulusalcılığı, Türkiye milliyetçiliği ya.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – En azından, 2013 yılında kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonunda da Kürt’ü, Türk’ü, Laz’ı, Çerkez’i, herkesi kapsayan ve bu Meclisin ilk tutanaklarında da “Türkiye ahalisi” olarak, “Türkiye milleti” olarak tanımlanan o öneriye Cumhuriyet Halk Partisi karşı çıktı. O nedenle, umarım ki kurumsal olarak o noktaya gelmişsinizdir.

Ben milliyetçi olmadığımızı ifade etmiştim. Hiçbir HDP’li vekilden “Bir Kürt dünyaya bedeldir. Sahip olduğunuz kudret damarlarınızda dolaşan asil kanda mevcuttur. Ne mutlu Kürt’üm diyene!” gibi cümleler duymazsınız. Bundan da bütün Türkiye’nin kurtulması, bundan sıyrılması gerektiğini düşünüyoruz.

Biz şu anda yürüttüğümüz siyasetle tek Türkiye partisiyiz. Bizim dışımızda Türkiye partisi olan bir siyasi parti şu anda yok. Türkiye partisi olacağız derken biz orada Kürt katledildiği zaman sırtımızı döneceğiz falan demedik. Tam tersine, Şırnak’ın acısını, Hakkâri’nin acısını İstanbul duyduğu zaman ancak biz Türkiyelileşebiliriz dedik ve bugün de söylediğimizin arkasındayız. Türkleşeceğiz demedik Sayın Vekil, Türkiyelileşeceğiz dedik. Bugün de yürütmüş olduğumuz siyaset, bu ülkede bir zulüm tarihinin bitirilmesi, bir demokrasi anlayışının yerelden başlayarak bütün ulusal demokrasiye dönüşmesiyle ilgili son derece değerli bir mücadeledir. O nedenle, bizimle ilgili konuşurken lütfen cümlelerinizi dikkatli seçin diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel ile Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, derin devlet yapılanmalarının Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı coğrafyadaki güncel uzantılarının deşifre edilmesi, açığa çıkarılması ve toplum ile hukuk önünde yargılanması amacıyla 30/12/2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 7 Ocak 2016 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi aleyhinde ikinci ve son söz Manisa Milletvekili Erkan Akçay’a aittir.

Buyurun Sayın Akçay. (MHP sıralarından alkışlar)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, bu tartışmalar aslında güzeldir fakat kürsü konuşma saatlerinin çok kısıtlılığı nedeniyle inşallah bu tartışmalara kuliste daha derinlikli olarak devam ederiz. Aslında önemli konulardır.

Ben konuyu çok fazla uzatmak istemem, yalnız, bütün arkadaşlarıma Milliyetçi Hareket Partisinin programına, seçim beyannamelerine ve söylemlerimize boş vakitlerinde bir göz atmalarını özenle salık veriyorum değerli arkadaşlar.

Şimdi, “Türkiye milleti” diye bir kavramı biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak hukuki bakımdan, sosyolojik olarak, coğrafi bakımdan, siyasi ve diğer hususlar bakımından doğru bulmayız, bu farklı bir kavramı ifade eder.

Ben grup önerisiyle ilgili olarak konuşmama, öncelikle, mütevazı yemek sofrasında çocuklarıyla ve torunlarıyla birlikteyken, sofranın başında, evine atılan alçakça bir roketle şehit edilen -öyle temenni ediyorum- hayatını kaybeden 3 çocuk annesi Melek Alpaydın Hanım’a rahmet dileyerek başlamak istiyorum.

Şimdi, dün aldığım bir bilgiye göre de bu Melek Alpaydın Hanımefendi’nin hayatını kaybetmesine sebep olan hadisede, bu vakadan birkaç gün evvel terör örgütü mensuplarına “Memleketin huzurunu bozdunuz, buradan çekin gidin.” dediği için öldürüldüğü iddiası söz konusudur, arkadaşlarımdan aldığım bilgi de bu yöndedir. Fakat, şimdi devleti konuşuyoruz değerli arkadaşlar. Tabii, bu olayı bütün boyutlarıyla, gerçekliğiyle ortaya çıkaracak olan nedir, kimdir? İlk akla gelen devlettir ve hukuktur. Öncelikle devlete düşen… Elbette, Melek Hanım’ın hayatını kaybetmesine sebep olanları bulup yargının önüne getirmesi gereken devlet ve kurumlarıdır.

Bir ünlü siyasetçimizin sözünü hatırlıyorum, “Derin devlet nedir?” diye sorduklarında “Derin devlet, normal devletin raydan çıkmış hâlidir.” şeklinde ifade ediyor. Yani, devletin hukuk dışına kaçması olarak da ifade etmek mümkündür. Ancak, değerli arkadaşlar, soruya şöyle başlayalım isterseniz, bir tartışma konusu da olsun: Acaba ortada bir devlet mi var ki derini olsun diyebilirim. Eğer ortada bir sığlık varsa bu sığlıktan bir derinlik zaten çıkmaz. Elbette, devlet var, Türkiye Cumhuriyeti devleti var, kurumları var, kuralları var ancak, değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti bir devlet olarak kurumlarıyla, kurallarıyla yeterince ve doğru bir şekilde işletilmiyor. On üç yıldır, devlet bilinci olmayan bir iktidar tarafından yönetilmektedir Türkiye. Derin devletten… Aslında, bir de “paralel devlet” eklendi buna. Derin devlet kavramı, tartışmaları bir tarafa, bir de paralel devlet tartışmalarını da masaya yatırmak lazım.

Hafızalarımızı yoklayalım: Devlet, saadet demektir, huzur demektir, refah demektir, güvenlik demektir, adalet demektir. Ve bugünümüzü hatırlayalım: Devletsiz ve ordusuz milletler ayak altında eziliyorlar değerli kardeşlerim. Tarihte de böyle olmuştur, bugün de böyledir. Devletsiz ve ordusuz milletler ayak altında ezilmeye mahkûmdurlar. İşte Suriye, Irak, Libya ve dünyanın pek çok yerinde yaşananlar ve Balkanlarda yaşananlar devletsizliğin ve ordusuzluğun bir sonucudur. Bunun işleyişinin hukuk içerisinde etkili ve güçlü bir hâle getirilmesidir aslolan ve hepimize düşen görev. Devlet ve ordu zaafa uğramışsa maalesef şu olur değerli arkadaşlar; Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’nin mısralarını hatırlayalım, pek çok arkadaşımız elbette bilecek, diyor ki:

“Aziz-i kavm idik a’dâ zelil kıldı bizi,

Esir-i bend-i bela vü sefil kıldı bizi;

Bi-gayri hakkın atıp habse bir nice eyyam,

Mudik-i ye’s ü sitemde alil kıldı bizi.”

Günümüz Türkçesiyle: “Vaktin yücesi aziz bir kavim idik, düşman bizi zelil eyledi yani hor, hakir tuttu. Belaya uğrayıp esir etti ve sefil kıldı bizi. Günlerce haksız yere hapsederek, ümitsizlik içinde sitemde sıkıştırarak hasta kıldı bizi.”

Buradan ilham alarak Arif Nihat Asya’nın da bu devlet kavramına götüren fevkalade mısraları vardır. Bir yerinde şöyle diyor:

“Sormayın, sormayın fakat; şimdi.

Hangi eller, sefil kıldı bizi?

Ser-nigûn oldu tahtımız, Tanrım;

Aziz-i vakt idik, a'dâ -yani düşman- zelil kıldı bizi!” diyerek devam ediyor.

Değerli arkadaşlar, devlet hukuk demektir, devlet töre demektir. Tarihimiz itibarıyla sürekliliğe baktığımızda “Devleti ebet müddet” kavramı içerisinde, devletin ezelden ebede yürüyüşünü süreklilikle, hukukla, töreyle, gelenekle, görenekle yürütebiliriz. Devlet saadettir dedik, devlet adalettir, devlet güvenliktir, devlet huzurdur. Devlet, kurum ve kurallarıyla işleyen bir mekanizmadır. “Devlet benim.” diyenler, kendisini devlet zannedenler önce devleti bozarlar ve istismar ederler, devleti ve milleti zelil kılarlar.

Tabii, derin devletten, bu “derin devlet” denilen faaliyetlerden, hukuksuzluktan vatandaşın şikâyet etmeye hakkı vardır. Ancak hukuku, her türlü insanlığı, değeri altüst ederek elinde silah terör faaliyeti yürütenlerin bu kavramları hiç gündeme getirmeye bile hakları olduğunu düşünemiyoruz. Maalesef, değerli arkadaşlar, yönetim anlayışı şu gün itibarıyla sakattır. Devlet, devlet gibi yönetilmiyor.

Adalet ve Kalkınma Partisi on üç yıldır tek başına bir iktidar gibi davranmıyor, davranamıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi, her ne kadar sandıktan AKP olarak tek başına yetkiyi almışsa da on üç yıldır bir cemaatler, tarikatlar, bir kısım çıkar grupları ve unsurlar eliyle bir koalisyon ve ittifak hâlinde bu Hükûmetini yürüttü ve yolların kesiştiği yerde kol kola yürüyen, çıkar sağlayan iktidar, yollar ayrıldığında yaka paça birbirine düşman bir hâle geldi bu kendi oluşturduğu paralel yapılar nedeniyle.

Önce cemaati, sonra bu KCK, PKK yapılanmasını da hatırlayalım. Geçtiğimiz bir yıldır Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan da bir “paralel yapılanma” olarak ifade etti ve aynı şekilde şikâyet etmeye başladı. “Bizi kandırdılar.” Kim kandırmış? Cemaat kandırmış. Oslo’da kandırmışlar. “Ne istediler de vermedik?” dediler, sonra hainlikle suçladılar. “Hainlik” derken devlete, millete hainlik yaptıklarını filan düşünmeyin, kendilerine, kendi iktidarlarına bir ihaneti düşündüler ve paralel bir devlet yapılanması hâlen devam etmektedir, bu paralel devlet yapılanması zihniyetinden hâlâ uzaklaşılmış değildir.

Bu “derin devlet” kavramını eğer açıklığa kavuşturmak istiyorsak, öncelikle bu geçtiğimiz salı günü Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli’nin Hükûmete yönelttiği, yeni anayasada PKK’ya bir ümit verilmiş midir ve şu anda yaşanan şehir çatışmalarının maksadı yeni anayasa pazarlıklarını kızıştırmak için midir ve AKP, PKK ile görüşmekte midir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERKAN AKÇAY (Devamla) – ...ve Oslo’da PKK’ya bir federasyon sözü verilmiş midir, soruları cevabını bekliyor.

Ayrıca, 2 Haziran 2015 tarihinden bu yana en az 5-10 platformda dile getirdiğimiz 5 soru daha henüz cevabını bulamamıştır. Yani bu mektuplaşma hadisesi olmuş mudur Öcalan ile Sayın Erdoğan arasında ve günübirlik giriş çıkışlar olmuş mudur, Kandil’e kriptolu telefon gitmiş midir, gibi hususlar cevabını beklemektedir.

BAŞKAN – Sayın Akçay, süreniz doldu.

Teşekkür ediyoruz.

ERKAN AKÇAY (Devamla) – Bu sorulara cevap bulursak bu “derin devlet” kavramı biraz daha vuzuha kavuşur diye düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Çakır…

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan, Sayın Akçay konuşmasında “Ülkeyi devlet birliğinden yoksun bir iktidar partisi yönetmektedir.” demiştir. Bunu sataşma sayıyoruz ve söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çakır, iki dakika.

Lütfen, yeni bir sataşmaya meydan vermeden…

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

5.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben sayın grup başkan vekilimizin bunu kastetmediğini diliyorum, umuyorum. Elbette devlet bilincinden yoksun değiliz, devlet bilincimiz fevkalade yüksek ve yerindedir. Fakat devletin fonksiyonu meselesi, kadim zamanlardan beri tartışılmaktadır. Bir örnek vermem gerekirse bizim hangi devlet anlayışından bahsettiğimize, 19’uncu yüzyıl düşünürü Sadık Rıfat Paşa’nın meşhur bir lafı vardır “Milletler devletler için mahluk değildir, devletler milletler için mevcuttur.” şeklinde, tam da özetlediği şey budur. Yani esas olan, devlet dediğimiz organizmanın, devlet dediğimiz cihazın millete hizmet ettiği anda, hizmet ettiği surette bir kıymetiharbiyesinin olduğudur. Yoksa, kuru kuruya, bir devletin elbette bu anlamda savunulacak tarafı yoktur.

Yine aynı şekilde, hepimizin iyi bildiği Cumhuriyet Dönemi’nden bir örnek vermek gerekirse, Kemal Tahir’in kavramsallaştırmış olduğu bir “kerim devlet” kavramı vardır. Tam da bizim onun içini doldurmak üzere devlete yüklemiş olduğumuz bir anlam vardır. Yani, ceberut devleti değil, halkına eziyet eden, halkına hizmet etmeyen devleti değil; aksine, halkına hizmet eden, halkını her şeyin üstünde tutan devleti yani kerim devleti kastediyoruz. Bizim devletten anladığımız budur, devlet bilincimiz de budur. Bunu söylemek istedim.

Teşekkür ederim.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çakır.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekilleri Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel ile Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken tarafından, derin devlet yapılanmalarının Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı coğrafyadaki güncel uzantılarının deşifre edilmesi, açığa çıkarılması ve toplum ile hukuk önünde yargılanması amacıyla 30/12/2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 7 Ocak 2016 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

On dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.51

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.09

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

------0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisinin oylaması sırasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi öneriyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan 4 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Somali Federal Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Somali Federal Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/307) (S. Sayısı: 4)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan 6 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Genişletilmiş Bilgi Değişimi Yoluyla Uluslararası Vergi Uyumunun Artırılması Anlaşması ve Eki Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Genişletilmiş Bilgi Değişimi Yoluyla Uluslararası Vergi Uyumunun Artırılması Anlaşması ve Eki Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/310) (S. Sayısı: 6)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3'üncü sırada yer alan 7 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Gürcistan Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Gürcistan Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/312) (S. Sayısı: 7)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

4’ncü sırada yer alan 2 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

4.- Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/303) (S. Sayısı: 2) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon Raporu 2 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde gruplar adına söz isteyen Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Hatay Milletvekili Hilmi Yarayıcı.

Buyurun Sayın Yarayıcı.

Süreniz yirmi dakikadır. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HİLMİ YARAYICI (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2 sıra sayılı uluslararası anlaşma üzerinde söz almış bulunmaktayım.

Bu anlaşmayla ilgili, grubumuzda uygun görüş var, destekleyip “evet” oyu vereceğimizi şimdiden söyleyeyim.

Biz ülkemiz ve halkımız yararına olan her şeyi destekleriz ancak maalesef, halkın yararının iktidar tarafından gözetildiğini söylemek çok zor. İlan edilen sokağa çıkma yasakları ve yaşanan çatışma ortamıyla ülke âdeta yangın yerine dönmüştür. Biz bu yangını yerinde görmek üzere İstanbul Milletvekilimiz İlhan Cihaner’le birlikte Diyarbakır’a gittik. Burada sivil toplum örgütleri, belediye başkanı, vali, vatandaşlarımız ve tüm kurum başkanlarıyla görüştük. İnanın, gördüklerimiz ve dinlediklerimiz karşısında dehşete düşmemek elde değildi. 2015 yılının 16 Ağustos gününden bu yana yaygın bir şekilde sokağa çıkma yasakları uygulanmaktadır. Bu süreçte başta Diyarbakır olmak üzere 17 yerleşim yerinde 55 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, doğrudan doğruya 1 milyon 300 bin vatandaşımız bu durumdan etkilenmiş. Dolayısıyla, nüfusun tamamı ekonomik, sosyal, siyasal açıdan bu durumdan etkilenmiştir.

Çatışmasızlık ortamının sona erdiği 24 Temmuzdan 29 Aralık 2015 tarihine kadar İnsan Hakları Derneği verilerine göre 58’i çocuk olmak üzere toplam 379 sivil vatandaş ve güvenlik görevlisi ne yazık ki hayatını kaybetmiştir. Bu ölüm ve yaralanmalar gün geçtikçe hızla artmaktadır.

Çatışmaların yaşandığı bölgelerden son dört ayda 200 bin -sadece Sur ilçesinde iki haftada 22 bin- vatandaşımız yerinden yurdundan göç etmek zorunda kalmıştır.

Bölgede ekonomi durmuş, işsizlik almış başını gidiyor. Sur’da aynı dönemde 361 iş yeri kapanmış, 41 iş yeri başka bölgelere taşınmış ve en az 5 bin çalışan ne yazık ki işsiz kalmıştır. Bu durumda, kapanan ve kiralarını ödeyemeyen, sosyal güvenlik primlerini ödeyemeyen esnaflardan bahsediyoruz.

Kendi vatanlarında mülteci konumuna düşürülen insanlarımız, kendilerine Suriyeli mülteciler kadar dahi değer verilmemesine kahroluyorlar. En acısı da insanlarımız, vatanlarında hastanelere gidebilmek için bile beyaz bayraklar taşımak zorunda kalmışlardır.

Dünya savaşlarında dahi cenazeye saygı gösterilirdi. Çanakkale Savaşı’nda cenazelerin kaldırılıp gömülmesi için savaşa gün içerisinde ara verildiği hikâyelerini hepimiz biliyoruz. Görüştüğümüz vatandaşlarımızın en büyük yakınmalarından birisi de cenazelerinin çatışma ortamlarından alınamaması, alınsa dahi ne yazık ki defnedilememesiydi.

Bölgede ekonomi durmuş, işsizlik almış başını gidiyor. Kadim dostunuz İsrail’le yakınlaşmanızın bir ürünü müdür bilemem ama bölge hızla Gazze’leşmektedir. Sur’da, Cizre’de ve daha birçok yerde kent merkezlerinin tanklar ve ağır silahlarla bombalanmasını ekranlardan ne yazık ki her gün izlemekteyiz. Vatandaşlarımız, tank ve top atışlarıyla kendilerinin toptan hedef alındığını ve ötekileştirildiklerine inanıyorlar. Bu sese kulak vermediğiniz sürece bir halkı toptan kaybetmek üzere olduğunuzu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.

Çatışmaların yaşandığı son dört ayda en az 58 çocuk öldü. Çocuklardan söz ediyoruz, gözlerine bakmaya doyamadığımız çocuklarımızdan ve bu çocukların büyük bir çoğunluğu ya evlerinin önünde, ya bir parkta, ya bir gösteride, ya evlerine isabet eden bir tank mermisiyle öldürülüyorlar. Tıpkı Berkin Elvan gibi Sur’da 12 yaşındaki Helin Şen de ekmek almaya giderken bu şekilde öldürülmüştü.

Sizleri bilmem ama artık çocuklarıma her sarıldığımda evladının cesedini buzdolabında saklayan anneler, cesedinin hemen yanında duran babalar, vurulan çocukların görüntüsü geliyor aklıma ve içimi tarifsiz bir acı kaplıyor ne yazık ki. Çocuklarıma sarılamıyorum artık, buna gözünü, kulağını kapatan iktidarı gördükçe de insanlığımızdan utanır hâle geldik.

Bir eğitimci olarak söylüyorum, çocuklarda nasıl bir travma bıraktığınızın farkında mısınız? Unutmayın, bugün hendeklerin arkasında olan çocuklar 1990’lı yıllarda faili meçhul cinayetlerde kurban giden, köylerinden göç ettirilmek zorunda kalan insanlarımızın çocuklarıdır. Sürekli, güvenlikçi politikalarınız ne yazık ki iflas etmiştir. Her seferinde aynı şeyi yapıp sürekli farklı sonuçlar beklediniz, hiçbir zaman geçmişle yüzleşmediniz. “Analar ağlamasın.” derken de samimi değildiniz, samimi olsaydınız analar çocuklarının cenazelerini buzdolaplarında saklamak zorunda kalmazlardı. Aslında hiçbir zaman dünün muktedirlerinden farkınız yoktu, olsaydı Çorum’u, Maraş’ı, Sivas’ı, 1990’lı yıllarda yakılan Lice’yi, Cizre’yi, 15 bin faili meçhul cinayetin dosyasını açardınız. Bugün de samimi değilsiniz, daha dün Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan diyor ki, Bütün kurumlarda bulunan memurlara ilişkin de elinin tersiyle itebilecek ve topyekûn savaş açacak bir yaklaşımla, bir şiddet diliyle “Bunları bertaraf etmeliyiz.” Dolayısıyla, bu dil, size hiçbir şey kazandırmadı ve kazandırmayacak.

İncelemelerimizde, hendeklerin arka planında sizin bu savaşa bakışınızın izlerini gördük. Artık kimse yargınıza ve hukukunuza inanmıyor. Hiçbir canın değeri, Cumhurbaşkanınıza edildiğini iddia ettiğiniz hakaretler kadar önemli değil ne yazık ki. 16 yaşındaki bir çocuğu Cumhurbaşkanına hakaretten tutuklayabiliyorken, bir gece yarısı evinde oturan Dilek Doğan’ın sabaha karşı katili olan polisi elini kolunu sallayarak gezerken tutuklama gereği dahi görmüyorsunuz. Bütün bunların kırılmalara yol açtığının farkında değil misiniz? Bölgede yaşanan duygusal kopuşun farkında değil misiniz? Emin olun, bu şiddet ortamı böyle sürdükçe yarın barışacak kimseyi bulamayacaksınız.

Evet, hendekle bir sonuç alınamayacağının farkındayız. Bu açılan hendeklerin bir an önce kaldırılmasını da istiyoruz ve mutlaka çatışma dışında bir çözümün mümkün olduğuna inanıyoruz. Bu çözümün adresinin de Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu her fırsatta dile getirdik. Artık, bu güvenlik odaklı siyasetinizi bir yana bırakıp farklı çözümler üretmenizin zamanı gelmedi mi? Açılan hendekleri tankla, topla kapatabilirsiniz ama gönüllerde oluşan hendeği kapatacak bir silah henüz icat edilmedi. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

“Çıkar boynundan at o ipi çocuk!

Salıncaklar mı yok sana?

Kalk hadi o soğuk betondan,

Yatacak başka yer mi yok sana?

Annemi verdim, babamı verdim, en sevdiklerimi verdim ölüme de;

Ben bu yaşımda gitmenin böylesini görmedim.

Kırılan bir boyun gibi orta yerinden kırıldığını ömrün...

Görmedim Âdemoğlunun dalından koparılır gibi koparıldığını...

...ve böylelikle umut etme kabiliyetimizi aldılar elimizden.

Ne diyeyim, dilerim ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden çaldıkları umut!

Dünya adaletsiz çocuk!

Dünya zorba.

Elbet eşitleneceğiz o gün kıyamda.

Bu kekeme, toz ve duman sözlerimi iyi belle, bahara kalmaz, gelirim yanına.”

Teşekkür ederim. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yarayıcı.

Gruplar adına ikinci söz, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’e aittir.

Buyurun Sayın Baluken. (HDP sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz yirmi dakikadır.

HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu sözleşme hakkında fikirlerimi belirtmeden önce, sanatçı kişiliğiyle gerçekten takdir ettiğim, yüreğindeki insan sevgisini, türkülere yansıtmış olduğu barış çığlığını hep yüreğimde hissettiğim Hilmi Yarayıcı’nın burada yapmış olduğu konuşmanın her satırının altına imza attığımı ve kendisini kutladığımı burada ifade etmek istiyorum.

Burada, bir sanatçı milletvekili, vicdanlara seslenmek istiyor, yıllardır sanatla yapmak istediğini bugün bu Meclis kürsüsünden yapmak istiyor. Biz yıllardır burada bu kürsü üzerinden bu vicdanları ayaklandırmaya, vicdanları yeniden insani özle buluşturmaya çalışıyoruz ama maalesef karşımızda etten bir duvar dışında başka herhangi bir şey görmüyoruz ve böyle olduğu için de maalesef ülkemizin kronik yaraları, ağır yaraları her geçen gün kanamaya devam ediyor. Korkarız ki bu kanamaya yönelik bir önlem alınmazsa biz artık bu hastayı kurtarma adına çok geç kalmış olacağız. O nedenle, buradaki bütün milletvekillerinin burada dile getirilen her cümleye kulak kabartması, reddetmeden önce bir kere düşünme zahmetine katlanması, düşündükten sonra bir araştırma çabasına girmesinin çözüm açısından son derece önemli olduğunu ifade etmek istiyoruz.

Bugün Genel Kurul başlarken de ifade ettim ben. Maalesef, iki gün önce Silopi’de 3 barış çiçeği daha katledildi. 3 Kürt kadın siyasetçisi saatlerce yapmış olduğumuz görüşmelere rağmen, yerde yaralı olarak hastaneye kaldırılmayı beklediklerini bilmemize rağmen, bu konuda yapmış olduğumuz bütün görüşmelere rağmen çok bilinçli bir şekilde önce silahla infaz edildiler, sonra da sağlık hakları gasbedildiği için, hastaneye kaldırılmadığı için maalesef infaz edildiler. Buradan, bu kürsüden bir kez daha ben Seve Demir’i, Pakize Nayır’ı, Fatma Uyar’ı ve onların şahsında bütün demokrasi, özgürlük ve barış şehitlerini bir kez daha rahmetle, saygıyla anıyorum.

9 Ocak Paris katliamında yapılmak istenen şey, maalesef Silopi’de de devreye konuldu. Çözümden, barıştan, özgürlükten, demokrasiden korkanlar, Paris’te nasıl cinayet işledilerse, Paris’te nasıl ellerini kana buladılarsa Silopi’de de maalesef aynı şeyi yaptılar ve en acı olan şey de şu anda bunu yapan zihniyete sahip olanlar, sahada, tetik başlarında aynı işi yapmaya devam etmekteler ve bizler de çığlıklarımızla maalesef sadece seyirci kalma durumuna düşüyoruz.

Bu Meclisin bir an önce bundan sıyrılması gerekiyor. Bu Meclisin 21’inci yüzyılın kaldıramayacağı bir insanlık utancıyla ilgili bir an önce bir inisiyatif alması gerekiyor. Burada uyduruk uluslararası sözleşmeleri görüşeceğimiz günlerden geçmiyoruz. Bugün sabah sekizden bu saat itibarıyla, bu saate kadar Cizre’ye tam 40 obüs topu düştü, 40 havan topu düştü ve Cizre’de şu anda ikisi ağır olmak üzere onlarca yaralı, tıpkı Seve gibi, Fatma gibi, Pakize gibi hastaneye kaldırılmayı bekliyorlar ama maalesef, yapmış olduğumuz bütün girişimlere rağmen tıpkı 3 kadın arkadaşımız gibi, yaralanan o insanlarımız ölüme terk edilmiş durumda. Havan topları Cizre’de sivil yerleşim alanlarını, mahalleleri dövmeye devam ediyor. Bu Meclis burada hangi uluslararası sözleşmeyi konuşabilir? Bu yangını söndürmeden, bu yarayı iyileştirmeden burada yapacağınız hangi görüşmenin herhangi bir samimiyeti olabilir?

Deminden beri cenazelerle ilgili konuşuyoruz. Bu ülkede on beş gündür defnedilmeyi bekleyen 50 cenaze var. Hangi birimizin vicdanına sığar? 19’u Şırnak Devlet Hastanesinde, 26’sı Cizre Devlet Hastanesinde, 5’i Silopi’deki mahallelerde henüz hastane ortamına bile getirilmemiş şekilde, 3’ü Sur’un mahallelerinde çürümeye terk edilmiş şekilde cenaze varken biz hangi uluslararası sözleşmeyi konuşabiliriz?

70 yaşındaki bir ana, vücudundaki bütün hastalıkların ağırlığıyla kendi bedenini açlık grevine yatırmış. Kendi evladının cenazesini almak için 70 yaşındaki bir anayı açlık grevine yatmak zorunda bırakmış bu devlet, bu Hükûmet ve bu Meclis, maalesef bu insanlık trajedisini izlemeye devam ediyor. Öyle 90’lı yıllar kıyaslaması falan artık geçti, yaşanan şey 90’lı yıllar falan değil. O dönem OHAL vardı, şimdi bütün Kürt illerinde var olan bu hâl, OHAL’i çoktan geçti. Yaşanan bütün bu uygulamalar maalesef 30’lu yıllardaki, 25’li yıllardaki Dersim katliamı döneminde, Şeyh Sait kıyamı dönemindeki katliamlar boyutuna ulaştı.

Bakın, cenazelerle ilgili sayısız görüşmeler yaptık. Şunu söylüyoruz: Bir saat, iki saat, bir gün, üç gün, neyse, şu sokağa çıkma yasaklarını kaldırın, insanlar cenazesini defnetsin. Burada sayın hatip ifade etti, Çanakkale Savaşı sırasında, bırakın Çanakkale’yi, insanlığın var olduğu dönemdeki bütün savaşlar sırasında cenazelerin defni için müsaade edilir, ateşler durdurulur, cenazeler defnedildikten sonra taraflar tekrar savaş meydanına geri dönerler ama maalesef, yaptığımız bütün görüşmelere rağmen bugüne kadar bu cenazelerin defni için bir saatlik bir müsaadeye bile izin verilmedi. Neyi konuşacağız burada? Bize verilen cevap: Adalet Bakanlığının bu sabah yayımlamış olduğu bir yönetmelik. Utanç verici… Ailelerin müsaadesi olmadan bundan sonra cenazelere mülki amirlerin el koyma yetkisini vermiş! Yani on beş gündür Şırnak’ta, Cizre’de, Silopi’de defnedilmeyen cenazeleri bundan sonra valilik ve emniyet yetkilileri ailelerinin haberi olmadan kaçırıp, götürüp toplu olarak defnedecekler. Bu mudur çözümünüz? Biz, bu çözümü 1990’lı yıllarda çok gördük.

Ben kendim de, kendi en yakınımın cenazesini bu şekilde kefensiz, namazsız arkadaşlarıyla birlikte toplu şekilde defnedildiği çukurdan çıkarıp bir mezar yerine kavuşturmuş bir milletvekili olarak söylüyorum. Bu acının ne anlama geldiğini her birimizin hissetmesi lazım. Bunu hissetmeden bu ülkede hiçbir sorunu çözmemiz mümkün değil. Çözüm, bu Adalet Bakanlığının insanlığa utanç vesikası olarak geçilecek yönetmeliği değil, bir an önce bu ülkede normalleşmeyi sağlayacak, bu ülkedeki temel sorunları giderecek olan birtakım çözüm mekanizmalarını bir kez daha devreye koymaktır.

Bakın anlatıyoruz, inanmıyorsunuz. Cizre’de, Silopi’de, Şırnak’ta yaşanan sayısız dramı burada ifade etmeye çalıştık ama bir türlü o ön yargıları geçemedik. Size birkaç gün önce katledilen Hediye Erden’in oğlunun bize iletmiş olduğu bir mesajı ileteyim. Mehmet Suphi Erden, Hediye Erden’in kendi evinde tank atışlarıyla, top atışlarıyla yaralandığını öğrendikten sonra yapmış olduğu girişimleri bizimle paylaştı. Diyor ki: “Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği ilk günden itibaren, evimizin bulunduğu alan, zırhlı araçlar tarafından taranırken tanklardan yapılan top atışlarına maruz kaldı. Evimizde mermi izleri hâlen durmaktadır. Annem ve kardeşim, sürekli beni arayarak hayatlarının tehlikede olduğunu belirtiyorlardı. Yaşanan bu durum üzerine her gün 155’i ve Cizre İlçe Emniyet Müdürlüğünü ve karakolu arayarak evimize yönelik atışların durdurulmasını, ailemin hayatının tehlikede olduğunu aktardım. İlçe Emniyet Müdürlüğünü günlerce en az bir günde 5 kez aramak zorunda kaldım. Polis 155 dışında ilçe emniyeti ve polis karakoluna ait ‘0486 616 19 19’ ve ‘0486 616 30 05’ numaraları sürekli arayarak ailemi bulundukları yerden tahliye etmek istediğimi, onların ölmek üzere olduğunu ifade ettim.”

Bakın, bize inanmıyorsanız, bu telefon numaralarını söylüyorum değerli milletvekilleri, isterseniz not almak için bir kez daha telefon numaralarını okuyayım, inceletin. Annesi ölmek üzere olan Mehmet Suphi Erden bu telefonlarla ne görüşmüş? Niye önlem alınmamış? Niye o insanlar yaralı olarak oradan çıkarılmamış? İncelemek sizin sorumluluğunuzda değil mi, bu Hükûmetin sorumluluğunda değil mi? Ölüme terk edilmişse, bir evladın kendi annesinin ölümüne seyirci kalmasıyla ilgili böyle bir süreç gelişmişse orada hangi vicdandan, hangi insanlıktan bahsedeceğiz? Bize karşı laf yetiştirmekte sıkıntı yok. Saatlerce burada birbirimize laf yetiştiririz, kavga ederiz, bağırır çağırırız ama sorunu çözmüyor. Sorun, bu katledilen insanlığı bir kez daha gün yüzüne çıkarmaktan, maalesef, geçiyor. Bugüne kadar, maalesef, bununla ilgili tek bir çözüm geliştirilmedi. Çözüm geliştirilmediği gibi çözümsüzlüğü derinleştirilecek olan yöntemlerle tehdit ediliyoruz. Biz bunları dile getirdiğimiz için, güya dokunulmazlıklarımızın kaldırılması gerekiyormuş.

Cumhurbaşkanı dün talimat üstüne talimat yağdırıyor; yargıya talimat veriyor, Meclise talimat veriyor, kimseden de ses çıkmıyor. Bu ülkede yargı bağımsız mı, Meclis bağımsız mı, bu Meclisin bir iradesi var mı? Tek bir cümle duymuyoruz. “Temizleyin.” diyor; “Meclisi temizleyin, belediyeleri temizleyin, kamu kurumlarını temizleyin, okulları temizleyin, hastaneleri temizleyin, ev ev temizleyin…” Neyi temizliyorsun? Bugüne kadar temizleyenler hangi sonucu aldılar? Dersim’de “Temizleyelim.” diyenler, sonraki yıllarda yazdıkları anı kitaplarında özür dileyerek “Hayatımın o kesitini yazamayacağım. Tüm okurlarımdan bu anlamda özür diliyorum.” demediler mi? Sorun eğer temizlemekle oluyorsa, sorun dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla oluyorsa bakın size öneriyoruz, sadece dokunulmazlıkları kaldırmayın, bu Meclisin bahçesine 59 darağacını dikebilirsiniz. Bizim boynumuz da, canımız da bu uğurda canını vermiş Şeyh Sait’ten, Seyit Rıza’dan daha değerli değil; 3 aylık Miray bebekten, 70 yaşında cenazesi bekleyen Taybet anadan daha değerli değil. Bütün samimiyetimle söylüyorum: Çözülecekse sorun, dokunulmazlıklarla kalmayın, Meclis bahçesine 59 darağacı kurup bu 59 insanın tamamını darağacına götürebilirsiniz. Bunlar bugüne kadar denenmiş ve bu sorunu daha çetrefilli hâle getirmiş çözümsüzlük önerilerinden başka bir şey değildir.

Biz dokunulmazlıklarla ilgili bugüne kadar görüşlerimizi ifade ettik. 550 milletvekilinin tamamının dokunulmazlıklarının kaldırılmasından yanayız. Kürsü dokunulmazlığı dışında hiçbirimiz dokunulmazlık zırhının arkasına saklanarak siyaset yapmayız. Teklif ediyoruz: Getirin, 550 milletvekilinin tamamının, hatta Cumhurbaşkanının da dokunulmazlığını kaldıralım. Bu Meclis bunu sağlasın. Her birimiz yargılanalım. Bakın, bütün mahkemeler sizin denetiminizde, yargı sizin elinizde, olabildiğince siyasallaşmış ama ona rağmen biz bundan korkmuyoruz, “Getirin.” diyoruz. Bizim zaten fiiliyatta bir dokunulmazlığımız yok. Buradan dile getirirken zorunuza gidiyor. Ama ben, miting alanında, 50 metre ötesinde bomba patlamış bir milletvekiliyim; Silvan’da üzerine gerçek mermilerle kurşun saçılmış bir milletvekiliyim; yanımda bulunan 55 yaşındaki bir insanı kaybetmiş bir milletvekiliyim. Tesadüfen yaşıyoruz. Bunun dokunulmazlığı falan söz konusu değil. Her gün, görüyorsunuz, suikastlar, sayısız suikast ihbarları imzalıyoruz. Suikastlardan ölümcül müdahalelere, sokak ortası işkencelerden itibarsızlaştıran linç kampanyalarına kadar her şeyi üzerimizde deniyorsunuz zaten. Dolayısıyla, buna maruz kalmış milletvekillerini ya da parti grubunu, getirip, böyle dokunulmazlıklar üzerinden tehdit ederek bir çözüme ulaşamazsınız. Rasyonel akla ihtiyacımız var. Hep beraber bu rasyonel aklı bir an önce devreye koymalıyız, devreye koymaya ihtiyacımız var.

Bakın, bu dokunulmazlıklar meselesine konu olan şey: Demokratik özerklik. Geçen gün de kürsüden ifade ettim: Biz demokratik özerkliği yeni söylüyor falan değiliz; parti programımızda var, parti tüzüğümüzde var, Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunmuşuz, seçim meydanlarında yapmış olduğumuz konuşmalarda var, kürsüden yapmış olduğumuz konuşmalarda var. Bu, bir ülkeyi bölme projesi falan değil; tam tersine, bunu ülkede çoğul demokrasiyi geliştirecek, yerinden yönetim anlayışıyla ulusal demokrasiyi geliştirecek bir proje olarak görüyoruz, bir idari sistem değişikliği olarak görüyoruz. Aynı şeyi Cumhurbaşkanı söyleyince, hatta kendisi değiştirdiğini söyleyince bir şey yok; “Ben rejimi değiştirdim.” diyor, “Yönetim şeklini değiştirdim.” diyor, arkadan “Bana anayasa gönderin, anayasa yetiştirin.” diyor; ona yönelik bir şey yok ama HDP’nin getirmiş olduğu çözüm teklifine yönelik bu şekilde bir linç kampanyası var.

2004 yılında AKP Grubunun getirmiş olduğu yerel yönetimlerle ilgili yasal düzenlemeyi buradan ifade etmiştim. Umarım birileriniz merak edip, açıp bakmıştır. Eğer açıp bakmışsanız, o dönem getirmiş olduğunuz o düzenlemenin bizim söylediğimiz yerinden yönetim, demokratik özerklik projesiyle ne kadar örtüştüğünü de görmüş olursunuz. Eğer dokunulmazlık kaldırılacaksa, eğer bununla ilgili bir yasal süreç işletilecekse o dönem bütün milletvekillerinizle -Başbakan kimdi bilmiyorum ama- Başbakan dâhil olmak üzere, hepsiyle ilgili o yasal sürecin işletilmesi gerekiyor.

Bakın, 2014’te getirdiğiniz o reform tasarısında Sağlık, Sanayi, Bayındırlık, Kültür ve Turizm, Tarım, Orman, Gençlik ve Spor Bakanlıklarının taşra örgütleri ve yetkilerinin yerel yönetimlere devredilmesini, bırakın önermeyi ya da tartışmayı, buraya getirip yasalaştırmışsınız. Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa’ya aykırı olduğu için geri gönderilmiş. Şimdi gelip bizim sunmuş olduğumuz çözüm projemizi hangi irade üzerinden, hangi gerekçe üzerinden bu şekilde mahkûm etmeye çalışıyorsunuz? Tam tersini yapmanız lazım, tam tersini yapmanız lazım. O dönem eğer bu ülkedeki demokratikleşme yolunun oradan geçtiğini düşünüyorsanız, bu dönem de her bir gruptan gelecek en aykırı fikri alarak rasyonel bir akılla bir çözüm projesine kavuşturmanız gerekiyor; biz sorunlarımızı ancak böyle çözebiliriz.

Diyalog kanallarının kapalı olduğu yerlerde insanlar çözüm için gözünü Meclise dikmezler. Maalesef 7 Hazirandan sonra bu Parlamentonun iradesine bir darbe yapıldığı için şu anda sokakta kan gölü, sokakta âdeta bir cenaze tarlasıyla karşı karşıyayız. 7 Hazirandan sonra bu Parlamento açık olsaydı, kapısına kilit vurulmasaydı, ortaya çıkan halk iradesine saygı duyulsaydı, o anlamda çoğul bir anlayışı öngören yeni bir siyasi perspektif ortaya konulsaydı bugün buradaki yaklaşımların birçoğu, sorun alanlarının birçoğu olmazdı. Ama diyalog kanalları kapandığı için şu anda, maalesef, insanlar artık bizim de, sizin de, herhangi bir milletvekilinin de söylediği söze güvenmiyorlar, itibar etmiyorlar. Bu Meclisin çözüm adresi olduğuna Türkiye’de artık maalesef kimse inanmamaya başladı. Bu durumdan bir an önce çıkmamız lazım.

Bakın, biz diyalog kanallarını açmayla ilgili çabalarken siz ne yaptınız? Bugüne kadar bütün sekter yaklaşımlara rağmen barış iradesini ortaya koyan ve çözüm sürecini Dolmabahçe mutabakatına kadar getiren Sayın Öcalan’ın tecrit koşullarını ağırlaştırdınız. Sekiz aydır tecrit altında olan, insanlık dışı, hukuk dışı, ahlak dışı bir şekilde ailesiyle, avukatlarıyla, siyasi heyetlerle, akil insanlarla, gazetecilerle görüştürülmeyen bir liderin âdeta İmralı’daki o işkence sistemi içerisinde yok olmasının önünü açtınız. Şimdi, İmralı’da üzerinde mutabakata vardığımız ve devlet heyetinin ve Hükûmetin de kabul ettiği sekretaryayı dağıtıyorsunuz. Yani tecrit içerisinde Sayın Öcalan’a çözüm direnişi nedeniyle âdeta yeni bir beton çukur tehdidi yöneltiyorsunuz. Buradan ancak çözümsüzlük çıkar, buradan ancak kaos ve savaşın derinleşmesi çıkar. Çözüm, İmralı’da tekrar beton çukurları gündemleştirmekte değil, İmralı’daki çözüm masasını tekrar ayağa kaldırmaktadır.

İmralı’daki o süreç devam ederken bu ülkedeki birçok sorunun nasıl çözüldüğünü, oluk oluk akan kanın nasıl durduğunu benim anlatmama gerek yok, her biriniz canlı tanıksınız. Dolayısıyla, Dolmabahçe mutabakatında bütün dünyanın gözü önüne bakarak nasıl ki kamuoyuna birtakım taahhütlerde bulunup sonra vazgeçtiyseniz, şimdi de müzakere mekanizmalarını reddederek barışla ilgili değil, savaşla ilgili bir çaba içerisinde olduğunuzu göstermeye devam ediyorsunuz. Bu yol yol değildir, bu yol çözümsüzlük üretir, bu ülkeyi çözümsüzlüğe doğru götürür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bir an önce bu yoldan hepinizi çıkmaya davet ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Baluken.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bostancı…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın konuşmacı, “Yargı sizin elinizde. Meclisin bahçesine 59 darağacı kurun isterseniz.” gibi hak etmediğimiz, Meclisin hak etmediği sataşmalarda bulunmuştur.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bostancı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İki dakika süre veriyorum.

Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim lütfen.

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

6.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in 2 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; aslında uluslararası sözleşmede böyle bir bağlamın dile gelmesi kanaatimce uygun değil ama kürsü özgürdür, herkes her fikrini söyleyebilir. HDP’nin fikirlerini de biliyoruz esasen.

Temel mesele şu: Bir ülkede terörist bir meydan okuma var ise devlet buna karşı ricacı olmaz. Demin bir arkadaş da söyledi: “Hendeklerin kapatılmasını biz de istiyoruz.” Biz de istiyoruz, kapatılsın ama kapatmıyorlar. Devlet, meşru şiddet kullanma tekeline sahip bir organizasyon olarak halkın can ve mal emniyetine ilişkin yükümlülüğünü, o ahlaki ödevini yerine getirmek zorundadır. Terörizmin meydan okumasına karşı devlet sessiz kalamaz, ricacı olamaz, temenni edemez, gereken tedbiri alır. Terörizmin olduğu yerde de tabii ki her şey birbirine girer. Devletin asli görevi, en az maliyetle, mümkünse, yapılabiliyorsa hiç kimse canını kaybetmesin, teröristler dâhil, onların da hayatlarına itina göstererek bu işi bitirmektir. Ama bu mümkün olmadığı için ne yazık ki dramatik sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Öncelikle bunu belirteyim.

İkincisi: Bu ülkede, Mecliste dokunulmazlıkların nasıl kalkacağı meselesi hukuken biliniyor. Gerekli şartlar oluşursa dokunulmazlıklar gündeme gelir, Meclis değerlendirir. Ama bunun ötesinde “59 darağacı kurun.” şeklindeki bir meydan okuma, esasen mevcut olanın ötesinde biraz tansiyonu yükseltme girişimi gibi bir bağlama oturur Sayın Baluken, öyle değerlendirilir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Üçüncüsü: Yerinden yönetim meselesi sık sık gündeme geliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Elbette teknik bir konu olarak bunlar konuşulabilir ama “yerinden yönetim” deyip de belediyelerin birtakım araçlarını hendek açmak için kullanıyorsanız o yerinden yönetim olmaz artık, o başka bir şey olur. Biz “yerinden yönetim” adı altında bu ülkede başka işlerin yapılmasına rıza göstermeyiz. Ama, teknik olarak zamanı geldiğinde, bu ülkede herkes emniyet içinde bu işlerin hakikaten halkın çıkarına, yerinden kararlı olabileceğine kanaat getirirse onlar olur. Ama, insanların kafasının arkasında “yerinden yönetim” deyip başka bir fikirler olmayacak.

Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bostancı.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Bostancı konuşması sırasında tansiyonu yükseltmek için ajitasyon yaptığımı ifade etti. Dolayısıyla, şahsıma sataştı.

BAŞKAN – Buyurun, iki dakika, lütfen.

Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

7.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum.

Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Aslında konuşmamın bütününü Sayın Bostancı dikkatle dinledi ama tansiyonu yükseltmekten çok tansiyonu düşürmeye yönelik bir konuşma olduğunu sanırım çözemedi. Ben, burada dokunulmazlıklarla ilgili tansiyonu yükseltecek bir şey söylemedim, tam tersine dokunulmazlıklarla ilgili olması gereken çerçeveyi de ortaya koydum. HDP vekillerinin zaten dokunulmazlıklarının olmadığını ve her birimizin zaten her gün ölüm tehdidi altında olduğunu ifade ettim. 550 milletvekilinin tamamının dokunulmazlıklarının kaldırılması durumunda burada hangi siyasi tavrı göstereceğimizi de açık bir şekilde ortaya koydum.

Bu hendekler meselesini öyle polemik konusu yaparak şeyden falan kaçmayın. Yeryüzünde hiçbir devlet “Ben insanları öldürmeye gidiyorum, ben katliam yapmaya gidiyorum.” söylemiyle elini kolunu sallayarak operasyonel süreçler başlatmaz, hepsinin bir gerekçesi vardır.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Yapmayın Baluken, neyin ne olduğunu siz de biliyorsunuz, siz de biliyorsunuz; yapmayın.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Ya bir isyanı gerekçe gösterir ya “terörizm” der ya “kalkışma” der, bütün bunların tamamını sizin bilmeniz lazım.

Bu ülkede son süreçte yaşanan Diyarbakır’daki katliam, Suruç katliamı, yine, Diyadin’den başlayan provokasyonel süreçlerin hiçbiri hendekler varken olmadı, Roboski katliamı hendekler varken olmadı. Ben Dersim katliamı dönemini örnek gösterdim. O dönemin gerekçelerine, o dönemdeki katliamların gerekçelerine bir bakmanızı özellikle rica ediyorum. Bugün siz bu kürsüden ne ifade ettiyseniz, o dönemin muktedirleri de aynı gerekçelerle, maalesef, o katliamları ülke tarihimize bir utanç sayfası olarak geçirdiler. Dolayısıyla, burada tansiyonu artırma değil, tam tersine…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – …o tansiyonu düşürerek rasyonel akılla bir çözümün derdinde olduğumuzu bir kez daha ifade ediyorum.

Saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/303) (S. Sayısı: 2) (Devam)

BAŞKAN – Gruplar adına üçüncü söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Kamil Aydın’a aittir.

Buyurun Sayın Aydın. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın tümü üzerine MHP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlamadan önce yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Siyasetin en üst düzeyde ve en rafine şekilde yapılması gerektiğine inandığım bu yüce Mecliste, özellikle gerçek konuya, gerçek gündeme geçmeden önce, üslupla ilgili, bugüne kadar, yeni bir milletvekili olarak edindiğim izlenimler ışığında bir iki noktaya değinmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; dün, özellikle Sayın Başkana, uyarı davranışından dolayı -Anayasa’dan ve İç Tüzük’ten aldığı güçle, yetkiyle bir uyarıda bulundu- bu uyarıda bulunduğu için kendilerine dün konuşacak olsaydım dün teşekkür edecektim ama bugün teşekkür ediyorum.

Efendim, uyarınızın içeriği şuydu: “Sayın milletvekilleri, bu yüce Mecliste konuşurken birbirinizi kırıcı, incitici, zedeleyici birtakım söylemlerden uzak durunuz.” Haklısınız, doğru; birbirimizi kırıcı, incitici, üzücü söylemlerden uzak durmalıyız. Bu nedir? 20’nci yüzyılın sonlarına doğru tiyatroda bir teknik gelişti “agitprop” diye, ajitasyon propaganda. Maalesef, bu yüce Mecliste, zaman zaman, Türkiye’nin her ilinden seçilip gelmiş ve Türkiye’nin her bölgesinin sıkıntılarını dile getirmek gibi bir sorumluluk üstlenmişken burada tamamen bir ajitasyon propagandaya tabi tutarak birtakım söylemleri geliştirmek, bazen incitici oluyor.

Ben burada sizin uyarınıza bir şey daha ilave etmek istiyorum, haddimi aşıyorsam özür diliyorum. Efendim, burada incinen sadece milletvekilleri değil; bu üsluptan, bu tarzdan, tamamen hamaset yüklü bu söylemlerden inanın birtakım değerlerimiz de inciniyor; başta genç cumhuriyetimiz bundan çok inciniyor, bütün değerlerimiz bundan çok inciniyor.

Şimdi, söylenenleri biraz somutlaştırmak istiyorum: Efendim, bugüne kadar, sürekli, artık, inanın herkesin zihinaltına yerleştirdiği birtakım kavramlar yanlış kullanılarak, birtakım yanlış okumalar yapılarak gerçekten, biz Meclisin olması gereken işlevinden biraz uzaklaşıyoruz. Efendim, büyük bir ekseriyetle özellikle etnisiteye vurgu yapıyoruz. Bakın, mütemadiyen biz bunu ifade ettik, okuduk, okutmaya çalıştık, kendimiz kaynaklardan bilgi edinmeye çalıştık. Efendim, sürekli bölgesel isimler… Aslında her bölgemizde her etnik grupta insan yaşamış olmasına rağmen… Çoğunluk, azınlık olabilir; nüfus olarak, efendim, Çerkez etnik grubu daha fazla olabilir, Laz daha az olabilir, Türkmen daha az olabilir, Gürcü daha az olabilir, Kürt daha az olabilir; bir başka bölgede de tam tersi ama buralara hiçbir zaman “kürdistan”, “lazizstan”, “çerkezistan”, “abazistan” deme hakkımız yoktur. Arkadaşlar, gerçekten, bu cehaletten bir an önce kurtulalım. Bakın, dünyadaki uluslaşma sürecinden bir bahsetmek gerekirse, örnek vereceğim, hem kendi sürecimizden hem de dünya kamuoyunda birçok şeyini örnek gösterdiğimiz Amerika Birleşik Devletleri’nden ve İngiltere’den.

Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti devleti gerçekten, bakın, çok sıkıntılı süreçlerden geçerek bir bağımsızlık savaşı vermiş ve Türkiye’de yaşayan bütün etnik gruplar bir araya gelerek bir devlet kurmuşlar, bir Meclis kurmuşlar ve bunun adına da “Türkiye Cumhuriyeti devleti” demişler ve burada yaşayan bütün tebaanın da Türk milleti olduğunu söylemişler.

Efendim, bu nasıl oldu? Şimdi, Amerika, İngiltere nasıl millet oldu? Amerika Birleşik Devletleri’ne, 1776’ya kadar İngiltere’nin sömürgesi olan bir coğrafyaya Avrupa’daki farklı uluslardan temsilciler gitti ve orayı kolonileştirdi, 13 tane koloni yaptı. Daha sonra, 1776’dan sonra, bu koloniler bir araya gelerek bağımsızlıklarını ilan ettiler ve anlaşarak bir devlet kurdular. Dolayısıyla, eyalet sistemi mi dersiniz, kolonilerin bir araya gelerek ortak bir federatif yapı oluşturması mı dersiniz, bunun oluşumu budur. Bunun içinde her türlü unsur vardır çünkü kuruluş felsefesi budur, onun için de başkanlık sistemini kendilerine idari bir yöntem olarak kabul etmişlerdir.

İngiltere, efendim, Romalılardan başlayarak Norman istilası da görmüş, Roma istilası da görmüş, Cermen istilalarını da görmüştür ama hiçbiri etkili olamamış. Cermen kabilelerinden… “Anglosakson” dememizin nedeni de o. Bakın, Angluslar, Saksonlar, Juteslar -geçen gün bir iki tanesini saydım, 20’nin üzerinde sayabilirim- bunlar bir araya gelip içinde merkez güç olan Anglosaksonlar etrafında birleşerek bugünkü İngiltere’yi kurmuşlardır yani “England” demişlerdir, aslında “Cermen”dir. Yani, England “Land of Anglus” demek, tamam mı? Buradaki İngiltere böyle oluşmuştur, yoksa tek bir soya, tek bir etnik gruba bağlı değildir.

Efendim, İrlanda’yı örnek veriyorlar. İşte, bu İngilizler daha sonra işgalci, yayılmacı politikalarının bir sonucu olarak Britanya Adası’nı da İrlanda Adası’nı da işgal etmişlerdir. Ayrı bir ada; burada, efendim, köken de ayrı, ulus da ayrı, kültür de ayrı, inanç da ayrı. Burayı istila edip büyük krallık hayalleri kurmuşlardır ve zamanla Güney İrlanda bağımsızlığını almıştır. Hatta İrlandalılar Hristiyanlık Katolisizmden Protestanizme geçişi niye reddetmiştir biliyor musunuz? Bugün herkes orada bir mezhep savaşı zannediyor, hayır efendim. İrlanda’yı tarihler şöyle tarif eder: İrlanda İngiltere’nin ilk kolonisidir yanı başında olduğu için ve onların getirdiği mezhebi kabul etmemişlerdir, Katolik kalmışlardır. Güney zamanla bağımsızlığını almıştır, kuzey hâlâ daha o krallığın hegemonyası altındadır.

Bugün bizim birlik, beraberlik, kardeşlik hukukumuzla oluşturduğumuz cumhuriyette yaşadığımız birtakım sıkıntıları çok rahat bir şekilde konuşarak, bir araya gelerek cumhuriyetin kuruluş felsefesine halel getirmeden çözeceğimiz şeyleri, tutuyoruz, efendim, İrlanda modeline eşit getiriyoruz. Ne alakası var? Sizin, bizim kardeşlerimizi sorun hâline getirdiğiniz, adına “Kürt sorunu” dediğiniz… Bu, inanın küçültücü bir ifadedir. Kürt, sorun olmaz bu ülkede; Laz, sorun olmaz; Çerkez, sorun olmaz; sorun olursa eğer terör sorunu olur, işgalci zihniyet sorunu olur. Dolayısıyla, buradan nereye geleceğiz?

Efendim, kullanılan kavramlardan yine devam ediyorum: “Soykırım”, “etnik temizlik”, efendim, “kutuplaşma”, “oluk oluk kan aktı”, “bu doksan yıllık zulüm…” Ya, kürsüye kim geliyorsa inanın utanıyorum, üzülüyorum da aynı zamanda, yeise kapılıyorum. Kim geliyorsa “doksan yıllık zulüm”, “oluk oluk kan aktı…” Ya, bizim cumhuriyetimiz evet, çok genç bir cumhuriyet ama niye böyle haksızlık ediyoruz; niye böyle yanlış, bilgisiz, belgesiz, mesnetsiz, tarihî olayları çarpıtarak birtakım söylemler geliştiriyorsunuz? Bakın, bu tekniğin adı belli: İşte, “Yüzüklerin Efendisi” filminden hatırlarsınız -bir kitaptır özü- fantastik bir kurgudur, böyle fantastik kurgulardan vazgeçin. Birbirimize yaranmak, birbirimize mesaj vermek, insanlara şirin görünmek, bir yerlere şirin görünmek için böyle fantastik kurgular yapmayın.

Oluk oluk kan aktığını görmek istiyorsanız bakın, Amerika 1776’da bağımsızlık ilan ediyor, 1860’larda öyle korkunç bir –bakın, bizden daha uzun soluklu bir demokrasiden bahsediyorum, lütfen mukayeseleri sağlıklı yapın- iç savaş yaşıyor ki işte oluk oluk kan orada akıyor. Kuzey-güney savaşından dolayı yüz binlerce zenci katlediliyor. Bugün geldiği nokta itibarıyla, Amerika’da Memphis eyaletinde bir İnsan Hakları Müzesi var, tavsiye ederim, vaktiniz olur, yolunuz düşerse lütfen gidip gezin, görün. Martin Luther King’in katledildiği bir otelin müzeye dönüştürülmüş hâlidir. O müzede, o soykırım müzesinde ne vardır biliyor musunuz? Ben gördüm, belgeli gördüm. Efendim, 1944 Amerika Birleşik Devletleri’nde üniversiteye giden ilk zenci; ilk zenci gittiğinde büyük olaylar çıkıyor ve büyük kargaşa, onlarca insan katlediliyor. Efendim, Amerika Birleşik Devletleri’nde ilk zencinin beyaz bir kızla ya da zenci bir kızın beyaz bir erkekle görüldüğü yer. Tarih tarih… İlk halk otobüsüne biniş tarihi, ilk kafeteryada oturma tarihi.

Şimdi bakın, soykırım arıyorsanız, ikircikli bir yapı arıyorsanız, oluk oluk kan arıyorsanız ne olur kendi tarihinizde aramayın. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, hatta Türk devlet geleneğinde soykırım yoktur, oluk oluk kan yoktur; hatalar vardır, eksikler vardır, yanlış uygulamalar vardır. Bir örnek vereyim. Hepimizi incitir tabii ki. Nedir bu yanlışlıklar? Uygulayanlardan kaynaklanan birtakım yanlışlıklar vardır ama Peyami Safa üstat diyor ki: “Efendim, yolcu hatalıysa yolun günahı ne?” Şimdi, benim bürokrat olarak ya da siyasi bir figür olarak yaptığım bir hatadan dolayı -yolcu misali- yolu niye suçluyoruz? O zaman, bugün Batı’nın biliyorsunuz son günlerde üzerimize gelirken kullandığı en önemli argüman İslami terör. Hadi buyurun, hepinize soruyorum, maşeri vicdanlarınıza hitap ediyorum: Kabul ediyor musunuz? İslami terör diye bir şey olabilir mi? İslam, terör olabilir mi? İslam ile terörü bağdaştırabilir miyiz? Hayır. Ben rahatsızım, sizi bilmiyorum, beni incitici bir kavram. Benim bu değerlerime hakareti ben kabul etmiyorum. İşte bakın, o zaman ama İslam adına terör yapan var mı? Var, değil mi? Ama İslam’ın hükmü değil, İslam onu emretmiyor. O kendine öyle bir görev addedip “İslam” adını kalkan olarak kullanıp terör estiriyor.

Efendim, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de şahıslardan kaynaklanan birtakım yanlış uygulamalar, hatalar olabilir ama Allah aşkına, bir de dolu taraftan bakın, yani şu anda yüce Meclisteyiz, şu bayrağın gölgesinde konuşuyoruz, yani “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diyen, efendim, bir kurucu irade var. Bu kürsüden, bakın, siyaset adına, özgürlük adına, demokrasi adına her şeyi söyleyebiliyoruz. Niye bu haksızlığı yapıyoruz bu cumhuriyete ve bu milletin değerlerine? Ne olur bu kürsüye çıkınca… Eskiden birbirimizin Laz, Gürcü, Çerkez olduğunu “Nereden geliyorsun hemşehrim?” diye tanışmak amaçlı sorardık. Şimdi, ayrışmak amaçlı konuşuyoruz. Bu kürsüye gelen önce onu söylüyor. O zaman, ben, bu âcizane kardeşinizden bahsedeyim. Yani 1972 Gümülcine doğumlu bir kardeşimiz 83’te Ankara serüvenine başlıyor. 1963 Erzurum doğumlu bu kardeşiniz de Erzurum’dan başlıyor Ankara serüvenine. Çok zor şartlar. Biri Bursa’da, gayet iyi şartlarda, iyi imkânlarda büyüyor. Biri Erzurum’da eksi 30 derecelerde, altı ay kış altında, tek sobanın yandığı evde, bir odada 3 kardeşiyle birlikte okumaya çalışıyor. Daha sonra devletinin, o cumhuriyetinin, o milletinin…

Bakın, devlet-millet ayrımına da yanlış referanslarla gitmeyin lütfen. Devlet nedir biliyor musunuz? Devlet, milletin organize olmuş hâlidir. Ayrıştırmayın. Millet olmazsa devlet olmaz. Devlet olmazsa milletin de bir hükmü olmaz. İşte, bugün, Suriye’de örneğini gördüğümüz gibi.

Biz de kendi kıt imkânlarımızla, isyan etmeden, bağırmadan çağırmadan, şükrederek, çalışarak çabalayarak, haddimizi aşmadan gayret ettik. İşte 83’te Bursa’dan Ankara yoluna çıkan arkadaşım ile 63’te çıkan Kamil Aydın, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisinde buluştular. Bakın, Gümülcine doğumlu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde en üst kademede, Türkiye'nin seçilmiş 550 milletvekilinden biri.

Soruyorum size: Bu bir kazanım değil midir? Allah aşkına bu bir ayrışma mıdır? Bu bir ikircikli politikanın sonucu mudur? Bu bir oluk oluk kan akmanın ifadesi midir? Bu, bölgeleri etnik kutuplaştırmalara götürmenin ifadesi midir? Asla.

Onun için, değerli milletvekilleri, gerçekten üst kimliğimizi, şemsiye kavramımızı tamamen etnik bir gruba, ırki bir kökene vurgu yapmadan kucaklayıcı olan bu kavramı, artık çok fazla indirip kaldırıyorsunuz, irdelemeyin lütfen, irdelemeyin. Mozart’ı kaldırıp bir marş daha yazdırmayın. Bu millet var. Dün de vardı, bugün de var, yarın da var olacak. “Türk Marşı” demiş adına Mozart. Shakespeare eserinde “Türkler” demiş. Yani Batı kabul etmiş. Ta, 12’nci yüzyılda Venedik kaynaklarında olan bir milleti, olan bir coğrafyayı, lütfen, bugün pazarlık konusu yapmayalım siyasetimize mahkûm ederek. Buna hep birlikte sahip çıkalım, eksiklerimizi bu eksende tamamlamaya çalışalım. Onun için, söylemlerimizi oluştururken…

Âcizane bir şey daha ifade edeyim: Ben yirmi yıl eleştiri dersi anlattım. Bugün eleştiride çok önemli kurallar vardır. Bakın, her bakmak görmek değildir, her okumak anlamak değildir, her dinlemek de duymak değildir. Biz, bakıp görmeliyiz, görene kadar bakmalıyız, duyana kadar dinlemeliyiz, görene kadar seyretmeliyiz. Görüp, duyup, anlayıp anladığını, gördüğünü, duyduğunu ifade etmektir eleştiri. Bunu yaparken de objektif olmalıdır. Bu, uzmanlık da gerektirir. Şimdi, biz de siyasi söylemlerimizi oluştururken duyarak, görerek, anlayarak bir şeyleri, sebep-sonuç ilişkisi kurarak geliştireceğiz. Yoksa, hamaset dolu nutuklardan öteye gitmez. Burada kurumsal yapımız da incinir.

Dolayısıyla, başta Genel Başkanımız olmak üzere, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak kendimize böyle bir üslup takındık çünkü politika bir yönüyle de -etimolojik kavramsal analizini yapmak gerekirse- çok yüzlülüğü ifade eder, “Politics.” Politika çok yüzlülüktür, Allah korusun. Biz, burada politika yapmayalım, biz burada siyaset üretelim, çözüm üretelim. Hep birlikte, ülkenin millî menfaatlerini pergelin bir ayağı gibi sabit tutalım, diğer ayağını da evrensel değerlerle donanmış bir şekilde ülkemizin 21’inci yüzyıla uygun bir siyasetini oluşturalım.

Bu nedenle, evet, uluslararası ilişkilerde elbette ki ebedî dostluklar, müttefiklikler olmaz. Ne vardır? Ülkelerin menfaatleri söz konusudur, millî çıkarları söz konusudur. Şimdi, bakıyoruz, bugüne kadar geldiğimiz nokta itibarıyla, efendim, bir Arap rüzgârı, bir Büyük Ortadoğu Projesi fırtınasına kapıldık, gittik. Bir anda, bölgeye şekil vermeye çalışırken bölge bize şekil vermeye başladı. Yavaş yavaş, baktık ki yangın evde başlamış. Şimdi, böyle bir dış politika olur mu?

Bakın, değerli milletvekilleri, biz Şam’da cuma namazı kılma hayalleri kurarken Diyarbakır’da Ulu Cami’de bin üç yüz yetmiş altı yıl sonra ilk defa cuma namazı kılamadık. Dün İsrail bayraklarını Bayezid Camisi önünde yakarken, “…”(x)leri söylerken bugün “İsrail’e ihtiyacımız var.” noktasına geldik. Efendim, Mursi’li, Rabia’lı Mısır serenatları yaptık ama Sisi’yle Suudi Arabistan Kralı aracılığıyla görüşmelere girdik. Azerbaycan bizim dost, kardeş ülkemiz. Hatta hamaseten söyledi yetkililerimiz “Biz tek millet, iki devletiz.” Peki, niye Bursa’daki maçta o ay yıldızlı bayrakları çöpe attık? Niye incittik, niye? ASALA örgütünde aktif görev almış Sarkisyan efendiye yaranmak için. Böyle bir dış politika olmaz.

Bakın, dedik ki ülke çıkarları gündemde olacak, pergelin bir ayağını sabit tutmazsanız çizeceğiniz daire sağlıklı olmaz. Dış siyaset de budur, daireyi sağlam çizmek için pergelin bir ayağı sabit olacak. O da nedir? Millî çıkar ve menfaatlerdir, bunları pazarlık konusu yapamayız. Değerleri sürekli değişken hâle getirmeyeceğiz. Değerlerimiz bellidir, bu değerlerin aşındırılmasına ben karşıyım.

Bir iki tane de içeriden örnek vereyim isterseniz. Bakın, mehter bizim büyük bir değerimizdi. Üzüldüğüm için söylüyorum, bugün stadyumlarda amigoların, seyircilerin sanki bir enstrümanı hâline getirilmiş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMİL AYDIN (Devamla) – Hâlbuki o mehterden Mozart etkilenmiş, Türk Marşı’nı yapmıştı. Statlarda bizim onu hafife indirgemememiz gerekir.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.

KAMİL AYDIN (Devamla) – Bakın, sema gösterileri bizim manevi, uhrevi bir değerimizken bugün düğün salonlarında kakara kikirili sohbetlere meze olmaktadır. Başörtülü kardeşlerimize piyango çekilişleri yaptırıyoruz. Bu değerlerin aşınmaması lazım. Önce içeride sağlıklı, millî, ayakları üzerinde duran bir siyaset ve bunun da uluslararası yansıması olan dünya siyasetine ulaşmamız lazım diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.08

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.30

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL (Kütahya), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

------0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

2 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Tasarının tümü üzerinde şahsı adına ilk konuşmacı Antalya Milletvekili Mustafa Akaydın.

Buyurun Sayın Akaydın, süreniz on dakikadır. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle hepinizin yeni yılını kutluyorum ve 2016 yılının Meclisimize, ülkemize barış, demokrasi, adalet ve insan hakları getirmesini, nasip etmesini diliyorum.

Değerli arkadaşlar, pek tabii ki Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına biz de Dışişleri Komisyonumuzun kararlarına uyuyoruz, bunu da ayrıca belirtmek istiyorum.

Sayın Baluken’i sırasında göremiyorum ama bir önceki oturumda konuşulan, tartışılan bazı konularda kişisel fikrimi beyan etmek istiyorum. Biz Atatürk’ün kurduğu bir partinin temsilcileriyiz, Atatürk’ün deyişlerinin tamamının arkasındayız ama şunu bilmenizi isterim ki değerli HDP’li arkadaşlarım, “Damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur istediğiniz kudret.” lafının hiçbir şekilde ırkçılıkla alakası yoktur. Çünkü ulu önder Atatürk’ün milliyetçilik söylemleri Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bütün etnik kökleri kapsayan, aynı havuzda toplayan, hepsini aynı asil kanın mensubu gören bir zihniyettir, bunu özellikle belirtmek istiyorum.

Ve şunu söyleyeyim: Görüşlerinizin birçoğuna katılmamakla beraber eğer bu Meclise dokunulmazlığınızla ilgili bir madde gelirse en şiddetli karşı çıkanlardan birinin de ben olacağımı bilmenizi isterim değerli arkadaşlarım.

Değerli arkadaşlar, ben, özellikle bugün sabah ajanslarda gördüğüm çok mutlu bir haberi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Özellikle AKP’li milletvekili arkadaşlarımı kutluyorum çünkü gördüğüm kadarıyla, ilgili kurullar 3 belediye başkanı adayını yolsuzluk, nüfuz ticareti yapmak gibi suçlardan dolayı disiplin kuruluna vermiş. Bunun iyi bir başlangıç olmasını diliyorum, bundan sonra da sadece muhalefet belediye başkanları için değil, AKP’li belediye başkanları için de bunların sürdürülmesini diliyorum. Ama bir şey daha rica edeceğim sizden; kurunun yanında yaşı da yakmışsınız çünkü Yaşar Yakış’ın söylemleri bence dış politikayla ilgili en güzel AKP’li söylemleriydi, buna da açıkça üzüldüğümü beyan etmek istiyorum. Dilerim daha büyük götüren belediye başkanlarınız için de bu uygulamaları devam ettirirsiniz. Çünkü bunu ben söylemiyorum, Sayın Bülent Arınç söylüyor -geçen seneki söylemlerinden söylüyorum- kimi kastettiğimizi de biliyorsunuz, onların da aynı şekilde değerlendirilmesini diliyorum değerli arkadaşlarım.

Değerli arkadaşlar, 21’inci yüzyıl, “bilgi toplumu” denen bir toplum tipini öne çıkarmakta olup doğal olarak bilgiyi ve onun olmazsa olmazı eğitimi dayatmaktadır, bilgiye dayalı ekonomik gelişmeyi öngörmektedir. Her ne kadar ülkemizde son yıllarda terör, işsizlik, adaletsizlik, insan hakları ve ekonomi sorunları ilk sıraya yükselse de biliyoruz ki eğitimsizlik bütün bu sorunların temelinde yatmaktadır ve ancak eğitim sorunu olmayan toplumların beşeri sermayesi güçlüdür. Biz de beşeri sermayemizi güçlendirebilmiş olsaydık biraz önce bahsettiğim sorunlar Türkiye için de minimuma inerdi diye düşünüyorum.

Ben bu konuşmamda sizlere özellikle yükseköğretimden bahsetmek istiyorum; dünyada 200, Türkiye’de 5,5 milyon öğrencisi olan yükseköğretimden, son yirmi yılda dünyada en hızlı büyüyen sektörden ve bunun Türkiye’deki sorunlarından. Türkiye’de yükseköğretimin ciddi yapısal sorunları vardır. Bunun başında eğitimin siyasallaşması ve dünyada 1990’lı yıllarda birçok ülkede başarılmış olan yükseköğretim reformlarının Türkiye’de henüz ele bile alınamamış olması gelmektedir. 2002 yılı sonunda AKP iktidarı tarafından sunulan acil eylem planını isterseniz şöyle bir hatırlayalım. Birçok acil reformun tamamlanma zamanı gösterilerek TBMM gündemine alınacağı iddia edilmiş, bu arada Yükseköğretim Kurulunun yeniden yapılandırılacağı, üniversite özerkliğinin sağlanacağı vadedilmişti. Bu eylem planı maddelerinin çoğunluğu gerçekleştirilmediği gibi Yükseköğretim Kuruluna da hiç dokunulamadı. Çünkü yükseköğretim sorunlarını sadece türbana indirgeyen ve bunun üzerinden siyasi mağduriyet, siyasi sömürü yapan bir siyasi iktidarımız vardı. Yükseköğretim Kurulu Başkanını da değiştirip istediği rektörleri de atayınca bütün diğer sorunları da görmezden geldi.

2008’de göreve atanan rektörlere ağır hakaretler eden -altını çizerek söylüyorum- ve dönemin taze YÖK Başkanı olan Yusuf Ziya Özcan’ı sizlere hatırlatmak istiyorum, hani şu ha bire mikrofon kazalarına takılan Yusuf Ziya Özcan’ı. Başarısızlığı tescillenip dört yıl sonra Varşova’ya büyükelçi atanarak gözden uzaklaştırıldı Sayın Başkan. Şimdi Fransızlara sosyal medyadan “veledizina” diyerek diploması tarihine bir utanç vesilesi olarak geçiyor. Bunu, yüzüm kızaracağı için onun özgün kelimeleriyle ifade etmedim, Arapçasını kullandım değerli arkadaşlarım. Zaten zoraki büyükelçi, Polonya’ya atandığı gün ülkeye ilişkin düşüncelerini soran bir gazeteciye “İnternet’ten baktım, Chopin’in memleketiymiş.” diyerek hem kendini hem de ülkemizi rezil etmiştir. Arkadaşlar, Polonya’nın büyükelçisiyle Ankara’da karşılaşırsanız, bizler kadar aksansız Türkçe konuşmasına bile şaşırmazsınız. Çünkü Polonyalılar Türkiye’ye yollayacakları diplomatları aramızdaki beş yüz yıllık dostluğu onurlandıracak şekilde yetiştirirler. Bu yüzden olay çok acı bir skandaldı ama AKP Hükûmetinin sayısız dış politika skandalları arasında biraz sönük kaldı doğrusu.

Üniversiteler konusuna dönersek, on dört yıl içinde üniversite sayımız 50’den yaklaşık 200’e çıktı ama üniversitelerde kalite son derece düşük. Elli yıl önce Türkiye’den her konuda çok geride olan Güney Kore ise eğitim ve bilim alanında yaptığı atılımlarla Türkiye’yi her yönden çok geride bıraktı. İrlanda’yı, Güneydoğu Asya ülkelerini de bu cümlenin içine sokmak mümkün. Bizde ise 2008’den sonra üniversitede kaliteli insan gücü açığı hızla büyüdü. Dünyada bilimsel atıf sayılarında yılda 160 bin olan rakamımız 55 bine kadar düştü. Şimdi diyeceksiniz ki “Yayın sayısında dünya 20’ncisiyiz.” Doğru ama bilimsel yayınlarımızın büyük çoğunluğu C grubu dergilerde görünüyor, üstelik bunlara para ödeyerek yayın sayısını yükselten sözde bilim insanları türedi.

Kalitesi bu süreç içinde düşmeyen, bu yüzden en övünülecek okullarımızdan olan ODTÜ -dikkatinizi çekiyorum- geçen hafta, İngiltere’deki bir kuruluş olan Times Higher Education’ın sıralamasında, ilk defa Türkiye'de ilk 100’e 85’incilikle giren bir üniversitemiz oldu ama AKP iktidarı onu da yok etmek için var gücüyle çalışıyor. Üstelik, sadece bir bilim grubunun kampüsündeki kıymetli arazileri yağmalayıp, beton yığını çirkin, zevksiz villalar inşa etmek için yıkmak istiyorlar. Sayın Genel Başkanımızın sözünü bir kez daha hatırlatıyorum: “Siz ODTÜ’yü yıkamayacaksınız.” Fakat, siz iktidardan düştüğünüzde, dillere destan kaçak sarayınızı ODTÜ’deki öğrencilerimize konferans salonları ve laboratuvarlar olarak tahsis edeceğiz değerli milletvekilleri. (CHP sıralarından alkışlar)

NECİP KALKAN (İzmir) – Vah vah vah!

MUSTAFA AKAYDIN (Devamla) – Sayın milletvekilleri, yükseköğretim ivedilikle -siz gülmenize devam edin de dinleyin yeter- ve her türlü siyasi baskının ötesinde yeniden ele alınmalıdır. 2007 yılında üretilen YÖK Strateji Raporu, TÜSİAD’ın geçmiş raporu ve Avrupa Üniversiteler Birliğinin 40 tane Türk üniversitesini bizatihi inceleyerek kurguladığı değerlendirme raporları ısrarla okunmalıdır. Ülke genelinde bir yükseköğretim şûrası toplanmalıdır. Bunun alakadarları olarak şûraya rektörler, Millî Eğitim Bakanlığı, işçi konfederasyonları, TÜSİAD, TOBB, TÜBİTAK, ayrıca yükseköğretim öğrencileri ve velileri katılmalıdır. Yükseköğretime ayrılan kaynak gayrisafi millî hasılanın yüzde 2’sine, AR-GE’ye ayrılan kaynak hızla yüzde 3’e çıkarılmalıdır. ODTÜ, Bilkent, İTÜ, Boğaziçi, Sabancı, Koç, Hacettepe gibi dünyada ilk 500’e giren üniversitelere özel AR-GE destek bütçeleri verilmelidir. Üniversiteye giriş sistemi değiştirilmeli, eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır. Doktora öğrenciliği özendirilmelidir, bu konuda dünyanın en geri ülkelerinden biriyiz arkadaşlar. Batılı ülke istatistiklerinin dörtte 1’i kadar nüfusa oranla doktoralı, yükseköğretimli insan sayımız. Üniversite özerkliği bakımından da dünyanın en geri kalmışları arasındayız. 8 tane bunun internasyonel kriteri var; Japonya’yla beraber Türkiye sonuncu. Bu konuda düzenlemeler yapılmalı, üniversite bütçelendirilmesi torba bütçe olmalı, akademik atamalar tamamen liyakate dayalı olarak yapılmalıdır.

Bu arada, gene geçen haftaki haberlerden bir alıntı: Bingöl Üniversitesi Rektörünün 5 akrabasını üst düzey kadrolara atamakla AKP’nin nepotizm yani kayırmacılık politikasının tipik bir örneğini verdiğini hatırlatmak isterim. Bu küçük olay bile Hükûmetinizin bilim ve yükseköğrenimden ne anladığının bir göstergesidir.

Değerli milletvekilleri, dünya treni, uygarlık treni hızla ilerliyor ama biz eğitimde yerimizde sayıyoruz. Treni kaçırmayalım, bu, yüce Meclisimizin iradesine düşüyor. Orta gelişmişlikten kurtulmak ve kişi başına millî geliri 30-40 bin dolarlara yükselmiş bir ülke olmamız için olması gereken tek kural eğitim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akaydın.

MUSTAFA AKAYDIN (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum sabırla dinlediğiniz için. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Tasarının tümü üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.

Sisteme giren üç arkadaşımız var, soru-cevap işlemi yapacağız sırasıyla.

Sayın Tanal…

Sayın Bektaşoğlu’na söz verelim şimdi.

Sayın Bektaşoğlu, buyurun.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Sorum Sayın Sağlık Bakanına olacaktı, onun için Sayın Bakanımızın Bakanımıza iletmesi ricasıyla… Giresun’umuzun Teyyaredüzü mevkisinde, Karayollarından alınan arazi üzerine 2011 yılında inşasına başlanan 150 yataklı Giresun Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesinin sözleşme gereği yirmi iki ayda tamamlanması öngörülmesine rağmen hâlâ inşaatı tamamlanamamıştır. TOKİ’nin sorumluluğunda yürütülen hastane inşaatında, geçen bu dört yıllık sürede bugüne kadar 2 müteahhitlik firması çeşitli nedenlerle işi terk yapmış, hâlen 3’üncü müteahhit çalışmalarını sürdürmektedir. Hastanenin ne zaman tamamlanacağı belli değildir. Şu anda Giresun’da kadın ve çocuk sağlığı ve doğum hizmetleri elli yıllık bir hastane tarafından hizmetini sürdürmektedir. Bu sorunu dile getirirken TOKİ’nin rant olmayan, sadece kamu hizmeti içeren inşaatlara bakış açısını, iş bitirimindeki imkân, kabiliyet ve yetersizliğini, Hükûmetin kadın ve çocuk sağlığına gösterdiği duyarsızlığı takdirlerinize sunuyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Topal…

SERKAN TOPAL (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Yaşanılan savaş nedeniyle Hatay’ın yaşadığı ekonomik ve sosyal sıkıntılar yetmiyormuş gibi, ticaretin bitirilmesi, turizmin bitirilmesi yetmiyormuş gibi, artık hemen hemen her gün elektrik kesintileri de yaşanmaya başladı. Hatay her gün karanlık içerisinde kalmaya mahkûm ediliyor. Defalarca uyardık, defalarca söyledik, ilgili kişilere sorunu ilettik. Yurttaşlarımız her gün telefonlar açtı, dert yandı “Bu sorunu çözün.” dedi. İnsanlar Hatay’da karanlıkta, her gün elektrikleri kesiliyor.

Ey Hükûmet, ey ilgili Sayın Bakan; bu sorunu çözmeyi düşünmüyor musunuz? Hatay bu ülkenin şehri değil mi? Hataylılar bu ülkenin evlatları değil mi?

İnsanlar size isyan ediyor. İsyan ettiklerinde de, söz söylediklerinde de üzerlerine TOMA’lar mı göndereceksiniz? Bu durumun sorumluları kimler?

Ben buradan bir kez daha Hükûmete sesleniyorum, Sayın Bakana sesleniyorum: Bir an önce Hatay’ın elektrik problemini çözün, Hatay’a üvey evlat muamelesi yapmayın. Sayın Bakanı derhâl göreve davet ediyorum. Eğer bu sorunu bir an önce çözemeyeceklerse de o görevi bıraksınlar, bu görevi layıkıyla yapacak insanlara bıraksınlar.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Şimşek…

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Sayın Bakanım, öncelikle hayırlı uğurlu olsun diyorum, başarılar diliyorum.

350 kilometrelik sahil şeridine sahip olan Mersin’de Kazanlı-Tarsus Sahil Bandı Projesi’nin eksikliklerinin giderilerek bir an önce gündeme alınmasını, ayrıca Gülek-Karboğazı’ndaki kayak turizmiyle ilgili olan bölgenin Bakanlığınızca yapılmasını, yapılmıyorsa da Büyükşehir Belediyesine devredilmesini ve Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılmasını, ayrıca Mersin’in mutlaka turizmde öncelikli teşvik kapsamına alınmasını ve bu kadar güzel denizi olan, sahili olan bir kentin mutlaka Antalya’yla yarışabilecek bir düzeye getirilmesini bekliyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, şu anda benim elimde görüşülmekte olan sıra sayı numarası 2 var. Siz de dikkatlice incelediğiniz zaman -geçmişte grup başkan vekiliydiniz- bu şekilde, mühürlü, altta atıflı, dipnotlu hiçbir zaman önümüze bizim uluslararası sözleşmeler de gelmedi, kanun teklifi de gelmedi. Bu 26’ncı Dönemde bu şekilde, mühürlü, dipnot atıflı olarak bu yeni bir uygulama mıdır ve bugüne kadar… Tabii, İç Tüzük’te bir değişiklik olmadı, Anayasa’da bir değişiklik olmadı, bu nasıl bir uygulama, ben bunu öğrenmek isterim; bir.

İkincisi: Yine sözleşmede kamulaştırma ve tazminatla ilgili hüküm var. Burada “Kamulaştırma bedeli gecikmeksizin, gecikme olmaksızın derhâl ödenecektir.” ibaresi var.

Şimdi, biz kendi vatandaşımıza Kamulaştırma Kanunu’nda “gecikmeksizin derhâl ödenme” maddesini getirmediğimiz hâlde, uluslararası sözleşmelere bunu getirip diğer firmalara bir avantaj, bir imtiyaz tanımıyor muyuz? Bu yani sanki yabancı firmaları, vatandaşımızdan hukuksal…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TANAL (İstanbul) - … anlamda daha korunaklı bir duruma getirip, eşitlik ilkesi ihlal edilmiyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Sarıbal…

ORHAN SARIBAL (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öncelikle, bu Parlamentonun gerçekten bağımsız ve bu Parlamentoda bir Hükûmet olduğunu biliyoruz. Sayın Başbakanın, Sayın Cumhurbaşkanına itiraz etmesi gerektiğini düşünüyorum. Sayın Cumhurbaşkanı yasama ve yargı anlamında yaptığı baskıyı ve yaptığı dayatmayı lütfen bıraksın, kendi görevine dönsün; birincisi budur.

İkincisi de Bursa’da maalesef             AKP’li Büyükşehir Belediye Başkanı yaptığı büyük yanlış yatırımlar sonucu halkı zam zulmüne boğmuştur. Stadyum ve benzeri yapılarla kentteki halkın cebine ortak olmuş, maaşına ortak olmuş durumdadır. Bu yüzden, zamları bir an önce geri alması -ulaşım üzerinden yaptığı zamları hızlıca geri alması- gerekmektedir. Buradan Bursa milletvekillerini ve Büyükşehir Belediyesini göreve çağırıyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Soruları cevaplandırmak üzere Hükûmet adına Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mahir Ünal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Süre daha var Sayın Başkan, bir soru daha vardı.

BAŞKAN – Sistemdekiler bitti; Sayın Bakandan sonra süre kalırsa tekrar söz vereceğim.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) –Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Öncelikle, Giresun’la ilgili sayın vekilimizin sorduğu 150 yataklı kadın doğum hastanesi konusu Sayın Sağlık Bakanımızla, Hatay’daki elektrik kesintisiyle ilgili hususu Sayın Enerji Bakanımızla paylaşacağım ve bunlara yazılı olarak cevap vereceğiz. Aynı şekilde, Mersin’le ilgili ve kayak turizmiyle ilgili soru soran sayın vekilimin de sorusunu yazılı olarak cevaplandıracağız.

Sayın Tanal’ın mühürlü olmasıyla ilgili sorduğu soruya ilişkin olarak; uluslararası sözleşmeler Dışişleri Bakanlığı, ilgili bakanlıklar ve Başbakanlığın resmî mührüyle gelmektedir. Basımevi tarafından aslına uygun olarak basıldığı için mühür sıra sayısında yer almaktadır. 24’üncü Yasama Döneminde basılan sıra sayılarında mühür vardır, önceki dönemlerde yoktur.

Yine, Bursa Büyükşehir ve ulaşımla ilgili sayın vekilin sorduğu soruya da yazılı olarak cevap vereceğiz.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Kamulaştırmayla ilgili Sayın Bakanım… Burada kamulaştırma maddesi…

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Kamulaştırma ve tazminat ilgili bölüme de yine… Şimdi, kamulaştırma hükümleri, bugüne kadar, yatırımların karşılıklı teşvik ve korunması anlaşmalarında da bulunan ve Türk yatırımcılarına da karşı ülkede, Kore’de aynı imkânı sunan metinlerdir. Bu, mütekabiliyet ilkesine tabi olduğu için burada yer verilmiştir Sayın Tanal.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum.

Buyurun:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE KORE CUMHURİYETİ ARASINDA SERBEST TİCARET ALANI TESİS EDEN ÇERÇEVE ANLAŞMA KAPSAMINDA YATIRIM ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) 26 Şubat 2015 tarihinde Seul’de imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşması”nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’e aittir.

Buyurun Sayın Gürer. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

CHP GRUBU ADINA ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2 sıra sayılı, (1/303) esas numaralı uluslararası anlaşmayla ilgili söz aldım. Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti arasındaki serbest ticaret anlaşmasına CHP Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi belirtiyor, yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu vesileyle, ilimiz Niğde’nin bu anlaşmadan nasibini almasını diliyorum. Çünkü, Niğde iline son yıllarda gelmeyen yabancı ülke yatırımı kalmadı. Hayali olarak söylenen bu yatırımların ilkini, 2007 yılında, Almanların Anadolu’daki en büyük gübre fabrikası kurulacağını valimiz açıklamış, gazetelere manşet olmuştu. O gün bugündür Niğde’ye gübre fabrikasıyla ilgili temel atılmadı. 2011 yılında bu kez “Çinliler geliyor.” diye ulusal basında da manşet olan haberlere rastladık. Niğde iline bir yıl içinde 5, beş yıl içinde 200 fabrika yapılacaktı. Aradan geçen beş yıl süresince hâlâ Çinliler temel atma durumuna gelemediler ama geçtiğimiz günlerde baktım, yine Niğde Belediye Başkanımızı ziyarete gelmişler, herhâlde bir dönem için de daha bu şekilde vaatlerde bulunacaklar. (CHP sıralarından alkışlar) Japonlar kasaba kuracaktı; Niğde bekliyor, hâlâ bir Japon kasabası kurulmadı. Ama Niğde’ye İtalyanlar geldi, en iyi yaptığımız iş elmacılıktı, elma tarlaları kurdular, şimdi elma üretiyorlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Niğde, on bin yıldır kesintisiz yaşamın olduğu, Afrika’dan Avrupa’ya giden ilk insanın Anadolu’da ayak izinin bulunduğu bir kent. Hititlerden günümüze farklı uygarlıkların izini taşıyan Niğde 2 kez de farklı dönemlerde başkent olmuş. Tarihte, Güzel Atlar Ülkesi, pehlivanlar yurdu; Cumhuriyet Dönemi’nde aydınlar kenti olarak biliniyor ama ne yazık ki Niğde göç veren, sorunları çözüm bulmayan il durumunda. Nevşehir’e yılda 3,5 milyon turist gelirken Niğde’ye yılda 100 bin turist gelmiyor. Oysa, Niğde’nin her köyünde tarihin izleri var. Yazılı soru önergeleriyle, Turizm Bakanımıza bu konuda, Niğde’nin tarihî ve turizm değerlerinin öne çıkması konusunda sorular da yönelttim.

Niğde’nin tarımda da önemli bir yeri var. Patateste ve elmada, Niğde, ülkemizin ilk sırasında yer alıyor. Ne yazık ki patates çok üretildiği zaman hep sorun. Bu yıl da 800 bin ton ürün var. Şu an, ürün depoda çürümek üzere. Geçmişte yurt dışına satışı yapılıyordu, bu dönemde komşu ülke kalmayınca patatesi yurt dışına satamadık. Öyle olunca depoda çürümeyle karşı karşıya kalmış durumda. Bu ürünün değer bulması için bölgede öncelikle aracısız satış olanağının yaratılması, ardından da bölgeye entegre üretim tesislerinin yapılması gerekiyor.

Keza elma üreticilerimiz de elmada 400 bin tonluk bu yılki rekolte sonucunda ürünlerinin bir kısmını elma suyu fabrikalarına verdiler ama onların da bazıları ödeme yapmadığı için perişan duruma düştüler. Diğer elma da depoda, satılamıyor. Oysa, büyük şehirlerimizde elma ve patates fiyatları üst düzeyde. Bununla ilgili aracısız ürün satışı gerçekleşse hem üretici ürettiğini maliyetinin üstünde bir fiyatla satabilecek hem de tüketicimiz daha ucuz fiyatla bu ürünleri almış olacak.

Bu yıl, yurt dışından gelen fasulye nedeniyle fasulye üreticimiz de mağdur. Fasulye de şu anda satın alınmadığı için depolarda bekliyor.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Niğde ilinin garip bir olayı daha var. Niğde ili, Avrupa Birliği Kırsal Kalkınma Projesi kapsamına alınmadı. 46 il alındı. Konya ve Bursa’nın alındığı yerde, Niğde, Konya ve Bursa’dan daha zengin gösterilerek bu kapsama alınmadı. Bunu da hem Niğdelilerin hem de ülkemizin istatistikleriyle ilgili ilginç bir veri olarak bilgilerinize sunuyorum. Niğde’de yıllarca doğru bilgilendirme yapılmadığı için, tarım alanları kıraç olduğundan ekim yapamayan çiftçilerimiz vardı. Sonra yabancılar geldi, bu alanları yabancılar aldı, şimdi, oralara bahçe yaptılar. Hemşehrim diyor ki: “Kendi toprağımda beni amele yaptılar.” Şu anda o bahçeler de elma bahçeleri oldu ama ne yazık ki benim hemşehrimin elinden toprak çok ucuza gitti. Toprak çok ucuza gittikten sonra da kendisi orada amele olarak çalışmak durumunda bırakıldı.

Niğde’nin kıraç topraklarının sulanamaması en büyük sorun. Ama Niğde’den çıkan Ecemiş suyu, Seyhan üzerinden Akdeniz’e akıyor. Yıllardır bu suyun Niğde’ye, ovaya verilmesi isteniyor. Ne yazık ki bu konuda da yapılan projeler yaşama geçmedi. O anlamda da Niğde’nin sulama suyuyla ilgili sorunu devam ediyor. Bunun yanında, elektrikle su çıkarılıyor. Tarlalara elektrikle çıkarılan su verildiği için her yıl elektrik parası ödemede çiftçiler büyük sıkıntı yaşadığından hem üretim maliyeti artıyor hem de üretici daha fazla masrafla ürün üretmek durumunda kalıyor.

Niğde’de havaalanının temeli 1996 yılında atıldı. O günden bu yana Niğde havaalanı bekliyor. Bu dönem yapılacağı söyleniyor. İnşallah gerçekleşir. Bunu umut ediyor ve diliyorum.

Tıp fakültesi de yirmi yıldır söyleniyor. Rektörle görüştüğümde de tıp fakültesinin gerçekleşeceğini ifade etti. Niğde’de kalp krizi geçiren ya da beyin kanaması geçirenin doğruca gönderildiği yer Kayseri. Kayseri’de de yatak olmadığı için, hastanın yatacağı yer olmadığından hastalarımız mağdur durumda, bir kısmı yollarda ölüyor.

Niğde-Bor arasında Akkaya Barajı var. Büyük bir çevre sorunu yaşanıyor. Yanında üniversite bulunuyor. Üniversitenin bulunduğu bu yerin içindeki kirlilikten dolayı kokusundan geçilemediği gibi, çevrenin ötesinde, insan sağlığı açısından da büyük tehlike arz ediyor. Gelen bakanlarımızın hepsi bunun temizleneceğini söylediler ama hâlâ bu sorun çözümlenmedi.

Her seçim öncesi Niğde’de bir de petrol çıkıyor. Sürekli “Niğde’de petrol, hayırlı olsun.” diyorlar. Seçim bitiyor, petrol gidiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Petrolün olduğu yerlerde de şu anda çalışma durdurulmuş, böyle bir şeyin olmadığı belirtiliyor.

Niğde’de dericilik önemli bir meslek kolu. Niğde’nin Dericilik Yüksekokulu’na iki yıldır öğrenci alınamıyor, öğrenci bulunamıyor. Bunun yanında, yurt dışı satımı yapan dericilerimiz kapasitelerini yüzde 30’a düşürdüler çünkü, yurt dışında komşuluk ilişkimiz kalan ya da ürün satacağımız neredeyse ülke kalmadı. Komşularla sıfır sorun politikasından sıfır komşu politikasına erince bizim dericilerimiz de mağdur durumda.

Köy okullarımız kapalı, sağlık ocaklarımız kapalı, trilyonluk yatırımlar çürümeye terk edildi. Göç nedeniyle hemşehrilerimiz başka şehirlere göç ediyor, köyler boşalıyor. Bir ülkede eğer köyler boşalıyorsa, üretim o köyde bitiyorsa ülkenin geleceği mutlaka karanlığa doğru gidiyordur. Bu bağlamda, mutlaka köylerimizde yeniden üretimin artırılması gerekiyor.

Niğde’nin Bor ilçesinde yalnızca 20’ye yakın el sanatı vardı. Keçiboynuzundan yapılan bıçaklarımız ünlüydü. Çin’den gelen bıçaklarla ne yazık ki bugün, o bir iki tane kalan ustamızın dışında, meslek ölüyor. Keçecilik bitti; dericilik zor durumda; diğer el sanatlarımız da yok olmak üzere. Bunların hepsine sahip çıkılmasını diliyorum.

Her ürüne gelen zamların yanında emekliye, BAĞ-KUR’luya verilen 100 liralık ödenti de, ne yazık ki, daha birinci ayında ellerine maaşları geçmeden tükenmiş durumda. Bu konuda da hemşehrilerimiz bizleri arıyor, diyorlar ki: “Bunları dile getirin.” Onların, bir yerde, vesilesi olalım. Emekli, BAĞ-KUR, işçi ve memur aylıklarının bu zamlardan sonra yeniden değerlendirilmesini öneriyorum.

İşsizlik bölgemizin en önemli sorunlarından biri. Bunun yanında, son günlerde bazı sanayi kuruluşları işçileri çıkarmaya başladılar. Önemli bir kuruluşumuz 116 işçimizi işten attı, burada da sıkıntılarımız var.

Yine, “toplulaştırma” adıyla köylerimizde tarlalarda birleştirmeler uygulanıyor. Bunda da haksızlık yapıldığı yönünde köylerden çok yoğun şikâyet alıyoruz.

Kısaca, yurt dışıyla yaptığımız anlaşmaların Niğde’mize de faydası olmasını istiyoruz çünkü Niğde, İç Anadolu’da, çevresindeki illere göre en sahipsiz il konumundadır. Aksaray, Nevşehir Niğde’den ayrıldığı hâlde bugün Niğde’yi geçmiş durumdadır. Adana’nın, Konya’nın, Kayseri’nin arasında Niğde, tarihe bakıldığı zaman, cumhuriyet öncesinde Kayseri’yle denkken bugün en geri il durumundadır.

İlimizin sorunlarının mutlaka değerlendirilmesini istiyoruz. Yatırımcıların bölgemize gelmesinden öte, yapılanların da Niğde adına düşünülmesini ve sahiplenilmesini diliyoruz.

Kültür Bakanımıza Niğde’nin turizm değerleriyle ilgili çok sayıda soru yönelttim. Umarım ve dilerim, önümüzdeki süreçte Niğde turizmden gerekli payı alır.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Gürer.

Gruplar adına ikinci söz, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Batman Milletvekili Mehmet Ali Aslan’a aittir.

Buyurun Sayın Aslan. (HDP sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz on dakikadır.

HDP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ASLAN (Batman) – Sayın Başkan, Sayın Divan ve Sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Hemen, unutmadan söyleyelim, madem Kültür Bakanı burada, Mardin Kalesi’nin turizme açılmasıyla ilgili her seçim öncesi vaatler veriliyor. Tabii, ne zaman açılacak diye artık soramayacağım çünkü şu anda orada insanlar evlerini terk etmiş durumda, turizm bitmiş durumda. Bırakın yerli turizmi, yabancı turizmi, oradaki Arap halkı, Kürt halkı, Süryani halkı, Ezidi halkı göç etmektedir. Bir dönemler yurt dışından gelip köylere yerleşen Süryaniler, Ezidiler şu anda tekrar Avrupa’ya kaçmış durumdadır. Dolayısıyla, şu anda artık kaleyle uğraşacak vaktimiz kalmamıştır.

Evet, dün yarıda kalmıştı sözlerimiz ama ben… Büyük dahi, büyük adam Bediüzzaman Saidi Nursi veya Saidi Kürdi -her iki soyadını da kullanmıştır eski Said ve yeni Said döneminde- 1923’te Meclis açılışında demiştir ki: “…”(x) “Ey mebuslar, ey gönderilmişler; hepiniz büyük bir güne gönderiliyorsunuz.” Ve akabinde şunu söylemiştir: “Bu dünyayıdeniye şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki sizi işba etsin, sizi tatmin etsin ve sizin için maksudubizzat olsun.” Ve yine sonrasında demiştir ki: “Bu halkın fıtratına muvafık bir cereyan veriniz, yoksa sayiniz hebayen gider.” Fıtrata uygun nedir? Allah’ın yarattığı şekliyledir. Diliyle, kültürüyle, diniyle, mezhebiyle, tarihiyle, DNA’larıyla kendini yönetime Allah’ın yarattığı şekilde katmadır; fıtrata uygun cereyan budur.

Ve biz evet, 2016’ya girdik. Biz dileriz ki, ben dilerim ki 2016’ya biz yine Bakara Suresi 208’inci Ayet’in emri ve telkinlerinin gereğini yerine getirmekle girelim ve yaşayalım, yaşatalım.

(Hatip tarafından Bakara Suresi’nin 208’inci Ayeti’nin okunması)

MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) - “Ey iman edenler! Topluca hepiniz barışa ve selamete giriniz, şeytanın adımlarına uymayınız, o sizin aranızı açan apaçık bir düşmandır.”

Şimdi, burada hepimizin kendisine pay çıkarması gereken mesajlar vardır. Bütün kutsal kitaplar bütün insanlığa hitap eder. Dolayısıyla da bu hitap bütün insanlığadır ama bizler ayrıca muhatabız çünkü çok önemli, çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Lütfen empati yapalım. Herkes elini vicdanına koyup şunu yapsın: Örneğin batıda bir mahallemize biri gidip “Kürt’sen övün, değilsen itaat et. Ne mutlu Kürt’üm diyene.” diye yazarsa biz çocuğumuzu, mahallemizi ona emanet eder miyiz? Herkes bu sorunun cevabını lütfen samimi bir şekilde versin. Ben vermem, ben o Kürt’e güvenmem.

NURETTİN YAŞAR (Malatya) – Ben de vermem, güvenmem.

MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) – Siz de vermezsiniz. Teşekkürler.

Peki “Türk’sen övün, değilsen itaat et.” diyen ve altında kurumsal kimliğini yazan, yani hangi, Jandarma Özel Harekât, Polis Özel Harekât ve TEM (Terörle Mücalede)… Sayın Başkan, siz de görün. Ve bunu yazanlar da gazetelere poz verdiği hâlde, kurumsal kimliği verdiği hâlde, bizler nasıl olur da oradaki Kürt kardeşlerimizi, Arap kardeşlerimizi, Süryani kardeşlerimizi, Ezidi kardeşlerimizi kalkarız da etnisitesini kutsayan ve bütün mihengi etnisite olan bir zihniyete teslim edebiliriz? Bunun vicdanına, bunun adalet, bunun merhamet duygularına güvenebilir miyiz?

Yine, “Türk’ün gücünü göreceksiniz.” diye Silvan’da Selahattin Eyyubi Camisi’nin, tarihî caminin üzerine yazılmış ve bunlar poz vererek yazmış. Tarihî eserlerin üzerine yazı yazmak üç yıl, tahrip etmek üç yıldan başlıyor. Ama her ne hikmetse bunlar görülmüyor. Yine, “Kan koksun buram buram.” diyen bir zihniyet var.

Ve bakın, siz, ilmel yakin biliyorsunuz ki televizyonlardan, basından izliyorsunuz, sizinki ilmel yakindir ama biz aynel yakin ve hakkel yakin görüyoruz. Biz orada yaşıyoruz. İnanmayın. Bakın, gerçekten basın sizin önünüze ne koyuyorsa siz o dille konuşuyorsunuz. Bakın, krallar bile tebdilikıyafet yapıp ülkenin farklı bölgelerinde gezmişlerdir, halkın sorunlarını dinlemişlerdir. Bir zahmet, eğer bize inanmıyorsanız, siz de tebdilikıyafet yapın, raporlarınızı, fotoğraflarınızı çekin ve bize gelin deyin ki: “Siz doğru söylememişsiniz.” İşte, bakın, niye bizzat biz bu fotoğraflarda yer alıyoruz? Orada olduğumuzu ispat etmek için, yoksa kendimizi göstermek için değil.

Yine, “Esedullah” deniyor, “Esedullah timi” deniyor. Yani, bir din savaşına çeviriyorlar. Kendini orada Müslüman gören, İslam adına sevap işlediğini düşünen ve karşı halkı inançsız hatta kâfir gören bir zihniyetin vicdanına o halkı nasıl teslim edersiniz?

HALİS DALGILIÇ (İstanbul) – Orada okuduğun ayetler bizi bağlıyor, başkasını da bağlıyor mu?

MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) – Hepimizi bağlıyor, hepimizi bağlıyor.

HALİS DALGILIÇ (İstanbul) – Bizi bağlar, biz Müslümanız; onun dışında, bağlıyor mu senin muhataplarını?

MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) – Evet, bakın, Sayın Cumhurbaşkanı Başbakan iken güzel bir laf etmişti, demişti ki Soma katliamında, faciasında: “Bu ülkenin Başbakanı olarak açıkça ifade edeyim, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır.” Şu anda koyunlar değil, insanlar katledilmektedir ve bunu reddetmenin, “Ben yapmadım.”, “Sen yaptın.”, “O yaptı.” demenin hiçbir kimseye bir faydası yoktur.

Bakın, bin dört yüz yıllık İslam tarihinde hiçbir zaman cenazeler yirmi gün, otuz gün bekletilmemiştir. Hazreti Muhammed (AS) buyurmuştur ki: “Üç şeyde acele ediniz.” Biri de “Cenazenizi erken defnediniz.” emridir. Biz niye bu emri yerine getirmiyoruz? Yani, bunu yerine getirmekten aciz miyiz, devlet aciz midir? Kalkıyorlar, ölünün, cenazenin definle ilgili işlemlerini mülki idare amirine devrediyorlar. Yani, diriyken koruyamıyor ama ölüyken “Al, istediğin şekilde istediğin muameleyi yap.” diyebiliyorsunuz. Bu günahtır, yazıktır.

Evet, burada dün o talimatı gösterdim ama herhâlde fazla anlaşılmadı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı 30 Temmuzda Cizre ve Şırnak’a bunu göndermiş. Yani, en az bir hafta, on gün tartışılmış bu. “Savcının karşısına çıkmaktan korkmayın.” demiş, “Vurun.” demiş. Vallahi, savcının karşısına çıkmayabilirsiniz ama mahkemeyikübrada Allah’ın karşısına çıkacaksınız.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Hepimiz, hepimiz.

MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) – Bu ölen insanların hesabından bütün bu Meclis sorumludur. Biz burada çözmeliyiz. Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı Refahta iken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken Şark Raporu’nu yazmıştır. Orada güvenlik güçlerinin halka yaptığı zulümlerden söz etmiştir. Ve hâlâ o dönemde görev yapan insanlar şu anda oraya gönderilmiş durumdadır. Buradan Sayın Cumhurbaşkanına, Sayın Başbakana sesleniyorum: “…”(x) Vallahi billahi bu yol yanlıştır, kardeş katlidir; orada insanlar ölmektedir, öldürülmektedir. Gelin bu ölümleri durduralım, gelin helalleşelim, başka çıkar yolu yok.

Teşekkürler, sağ olun. (HDP sıralarından alkışlar)

HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) – Cenazeleri bu kadar düşüneceğinize öldürmemenin yollarını arayın, şehit etmemenin yollarını arayın Bu kadar meşgul ediyorsunuz.

MEHMET ALİ ASLAN (Batman) – Hep beraber arayalım, buyurun durduralım ve oturalım.

BAŞKAN – Sayın Aslan, süreniz dolmuştur.

Gruplar adına üçüncü söz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Erkan Haberal’a aittir.

Buyurun Sayın Haberal. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

MHP GRUBU ADINA ERKAN HABERAL (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üzülerek ifade etmek isterim ki Müsellim Ünal, Feyyaz Yumuşak, Okan Acar, Yalçın Nane, Tansu Aydın, İsmail Yavuz, Muhammet Fatih Sivri, Mehmet Koçak, Arslan Kulaksız, Ziya Sarpkaya, Mehmet Uyar, İbrahim Tanrıverdi, Hamza Yıldırım, Ömer Kağan Kandemir, İsa İpek, Serdar Kazan, Ali Gökçe, Barış Akkabak, Mansur Cengiz, Medet Mat, Mehmet Acar, Abdulkadir Pektaş, Abdulahat Araz, Muhammet Oruç, Salih Hüseyin Parça, Muhammed Onur Demir, Abdullah Ümit Sercan, Resul Kayaoğlu, Şahin Polat Aydın, Savaş Akyol, Mustafa Yahya Mertcan, Doğan Acar, Beyazıt Çeken, Barış Aybek, Fatih Gökşen, Veli Ateş, Yasin Gencer, Dursun Taştiken, İbrahim Taş, Muhammet Gürlek, Haşim Dirik, Musa Saydam, Ahmet Çamur, Yusuf Aktürk, Muhammed Tufan, Latif Adıgüzel, Metin Aydemir, Hübeyip Turan, Hakan Aktürk, Ferdi Gerekli, Barış Akın, Mehmet Halil Barkın, Recep Beycur, Ömer Erüstün, Bahadır Aydın, Emre Kaan Arlı, Ali Alkan, Mehmet Kara, Kenan Ceylan, Ahmet Bıcakçı, Ökkeş Korkmaz, Mustafa Kemal Özata, Ali Rıza Güneş, Fatih Kılbey, Tanju Akkaya, Yılmaz Dikmen, Ahmet Gılıç, İlker Narin, Olgun Kurbanoğlu, Burhan Gatfar, Yusuf Beylem, Batıkan Avcı, İbrahim Halil Aksoy, Akif Hatunoğlu, Mehmet Hüseyin Balta, Ahmet Akalın, Murat Savaş Kale, Mustafa Turanlı, Muzaffer Can Ersoy, İlker Çelikcan, Tolga Aktuğ, Özgür Yatakdere, Adnan Ergen, Uğur Yıldız, Resul Coşkun, Fatih Duru, Cihan Aksarı, Tayfun Hançer, Tuğrul Köseoğlu, Muharrem Öksüz, Cem Salih Gözen, Okan Taşan, Harun Saltalı, Deniz Göçkün, Mustafa Özdemir, Kadri Özkara, Mehmet Parlak, Yusuf Yelkenci, Fehmi Şahin, Ali Koç, Haluk Varlı, Burak Zor, Yalçın Talık, Yaşar Doğançay, Hasan Eser, İbrahim Derindere, Adem Cankurtaran, Bekir Serhat Kaya, Aydın Nazillioğlu, Gökhan Çakır, Namık Kemal Önder, Soner Yıldırım, Şahin Altmış, Mehmet Tuhal, Serkan Çölkesen, Oktay İzgi, Çağdaş Arslan, Sezgin Uludağ, Yavuz Sonat Güzel, İhsan Ejder, Ünal Darboğaz, Turgay Topsakaloğlu, Samet Çakır, Mehmet Şimşek, Onur Sönmez, Vedat Kılıçarslan, Fatih Dik, Mustafa Sağlam, Rahmi Yılan, Ömer Kılıçoğlu, Fatih Tomuşoğlu, Kemal Mermer, Uğur Uğurlu, Nurullah Yeşildağ, Gökhan Çakıcı, Sadık Özkan, Caner Çelik, Sadık Aparangil, Necmi Çakır, Beytullah Tercan, Uğur Akyer, Erdem Ertan, Hilmi Bardakçı, Hasan Aslan, Sabri Altınbaş, Altuğ Tek, Arif Demir, İbrahim Bağcı, Selim Vural, Enis Kırımlı, Serdal Toprak, Mehmet Gözüdok, Umut Tunçay, Sabri Oğlak, Ahmet Çiftaslan, Cengiz Erdur, Sezer Aydemir, Mustafa Yavaş, Ergün Karaca, Mustafa Katırlı, Mehmet Burak Demirci, Halil Karakuş, Mesut Demirkan, Haydar Çetin, Ahmet Kabukçu, Mustafa Nohut, Nuri Yazanel, Serkan Has, Yaşar Yeniören, Erdoğan Kaya, Birkan Gündüz, Samet Pişkin, Gökhan Ünaldı, Atilla Güneş, Serdar Denizer, Sıddık Uluocak, Ufuk Fesli, Kadir Kayveni, Faruk Gezen, Necati Yenikapı, Kenan Yıldız 2015 yılındaki şehitlerimizdir ve maalesef bir haftalık 2016 yılında Abdülkadir Öner, Erol Aktürk, Kenan Ardıç, Orhan Dilekçi, Musa Yüce, Mehmet Aygün ve Ramazan Emet dün itibarıyla güvenlik güçlerimiz, askerlerimiz, jandarma özel harekatımız, polis özel harekatımızdan şehit olan değerli kardeşlerimizdir. Her birinin ismini saymaya çalıştığım aziz şehitlerimizin ruhlarının şad, yerlerinin cennet olduğuna yürekten inanıyor, huzurlarında saygıyla eğiliyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi bu olanları yıllar önce görerek yetkilileri uyarmış, “Gerekli önlemleri almazsanız ülke kaosa sürüklenir.” demişti, dinlemediniz. İmralı canisi ve PKK terör örgütüyle başlatılan müzakere sürecine “Yapmayın, bu ihanet sürecidir.” dedik, haklı çıktık. “Terörle müzakere değil, mücadele edin.” dedik, haklı çıktık. “Habur rezaletine müsaade etmeyin, teröristleri davulla zurnayla karşılamayın.” dedik, haklı çıktık. “Oslo’da teröristlerle pazarlık yapacağınıza operasyon yapın, terörün belini kırın.” dedik, haklı çıktık. “Dolmabahçe bölünme manifestosudur, Türk millî kimliğini masaya yatırmayın.” dedik, maalesef yaptınız, haklı çıktık. “Devletin gücünü gösterin, terör örgütünün palazlanıp mevzisel güç kazanmasına fırsat vermeyin.” dedik, haklı çıktık. “Gerçekleri Türk milletinden saklamayın, terör bir gün hepimizi vurur.” dedik, Ankara’da patladı bombalar, haklı çıktık. Bu andan itibaren yapacak ve uygulayacak tek bir şey vardır, Milliyetçi Hareket Partisinin hakkını vermek, haklı olduğu yerde hakkını tesis etmek gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Partisinin önerilerini bundan sonra devletin ve Hükûmet yetkililerinin uygulaması şarttır. Terörün sonlandırılması için devlet bütün gücüyle asayişi sağlamak zorunda, bölgede güvenliği, dirliği, birliği tesis etmek zorundadır. Bunun için lütfen bir defa Milliyetçi Hareket Partisinin önerilerini uygulayın.

Sayın milletvekilleri, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, aziz şehitlerimiz, yüz binlerce şehidimiz, onların kurduğu bu Gazi Meclisin çatısı altında hepinizi saygıyla selamlıyor, en azından bir defa Milliyetçi Hareket Partisinin fikirlerini şu anda olduğu gibi yapmanızı bekliyorum.

Saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür Sayın Haberal.

Şahıslar adına Denizli Milletvekili Melike Basmacı. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Basmacı.

Süreniz beş dakikadır.

MELİKE BASMACI (Denizli) – Sayın Başkan, sevgili vekiller; hepinizi selamlıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma madde 1’le ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum. Tabii ki de ülkemizin lehine her kararda Cumhuriyet Halk Partimin de imzası olacaktır ama söz almışken birkaç konuya değinmek istiyorum.

Bugün ülkemizde iki savaş var; birinci savaş askerimizin, polisimizin, sivillerimizin öldüğü, canımızı acıtan, bir anne olarak nefes almamı her gün zorlaştıran kanlı bir savaş, diğeri ise çaktırmadan bizi bitiren ekonomik savaş.

İki gün önce ülkede enflasyon rakamları belirlendi; yüzde 8,8. Ben inşaat mühendisiyim. Herhâlde bilmediğim bir hesaplama var dedim ve araştırma yapmaya başladım: Zeytinyağına yüzde 108, soğana -hani o kuru soğana- yüzde 58, mercimek, nohut, kuru bakliyata yüzde 28, yumurtaya yüzde 23… Enflasyon yüzde 8,8. Su yüzde 25, elektrik yüzde 12. Ben Denizli’nin vekiliyim, bilen bilir, bizim Pamukkale diye bir ören yerimiz var. Enflasyon yüzde 8,8; ören yerine giriş kapısı zammı yüzde 40.

Sonra TÜİK kriterlerine bir bakayım dedim, nelere göre belirlenir bu enflasyon rakamları? Bir baktım, oje, mum, don lastiğiyle belirleniyormuş enflasyon rakamları, biz bilmiyormuşuz. (CHP sıralarından alkışlar) Vicdan diyorum, vicdan!

Tam on üç yıl boyunca asgari ücretliyi bir tek gün hatırlamayacaksınız, ne zaman ki Cumhuriyet Halk Partisi “Biz 1.500 lira maaş vereceğiz.” dedi, alışkanlık gereği projeyi araklayarak -çok özür dilerim, örnek alarak demek istiyordum (CHP sıralarından alkışlar)- aynı projeyi koyup ama bunu cebine bile girmeden zamlarla geri alacaksınız.

Bu kadar da değil, seçim beyannamesinde tüm emeklilere -lütfen miydi, seyyanen miydi hatırlamıyorum- “100 lira zam.” diyeceksiniz, SSK’lıya, BAĞ-KUR’luya vereceksiniz, memur emeklilerini ayrı koyacaksınız.

Sadece bu kadar da değil. Kişi başına millî gelir 9.800 dolarken G20 zirvesinden bir gün önce “Hokus pokus” diyeceksiniz ve kişi başına düşen gelir 19.800 dolar olacak. Cebinize 10 bin dolar fazladan girmediyse hepimiz kan-dı-rıl-dık.

Daha bitmedi. Hükûmet “Esat’tı, Eset’ti, Esit’ti” derken Suriye, İran, Irak pazarını kaybetti; “Çözüm süreci” derken Diyarbakır, Cizre, Silopi pazarını kaybetti; “Uçak düştü.”, “Angajmandı.” derken Rusya pazarını kaybetti. Sadece işçi, memur değil, iş adamları da bugün çok zor durumda. “Türkiye’yi 2023 yılında 500 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaştıracağız.” diyenlerin sözleri balon oldu, uçtu ve gitti. Ben on üç yıldır ülkemde olan bu düzene karşıyım. Bu adaletsizliğe, “Halk çalışsın, ağalar götürsün; ağalar yesin, halk baksın.”a çok karşıyım. Ve sizlere, bu laf, hak eden, lümpence davranışlar gösteren, “Ben dedim oldu.” diyen herkese: Yüce Mevlâna ne demiş; “İyi bak yerdeki yaprağa, bir zamanlar o da yukarıdan bakardı toprağa.” demiş.

Teşekkür ediyorum. (CHP ve MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

1’inci madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.

Soru-cevap işlemine geçeceğiz.

Sisteme giren Sayın Karadeniz, buyurun.

BARIŞ KARADENİZ (Sinop) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sinop, Kastamonu ve Çankırı için 1/100.000’lik Çevre Düzeni Planı’nın gerçek amacı, sürdürülebilen ve yaşanabilir bir çevre yaratılması, sosyal, kültürel ve mekânsal açıdan sağlıklı gelişme ve büyümesi midir acaba? Yoksa, “enerji üretim alanları” ve “enerji iletim tesisleri” adı altında, başta düşünülen Sinop İnceburun nükleer santrali olmak üzere, Erfelek, Ayancık, Gerze ve Yenikent’e yapılmak istenen termik santrallere çevre düzeni planında değişiklik yapmaya gerek duymadan ilgili kurum ve kuruluşlardan alınan uygun görüşüyle her türlü enerji üretim santrallerine imkân tanımak ve güzel Sinop’umuzu enerji çöplüğü ve rant kapısı yapmak mıdır? Sinop termik santral de istemiyor, nükleer santral de istemiyor.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Bektaşoğlu…

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum hassasiyetinize.

Sayın Bakanımıza: Tüm Karadeniz’de olduğu gibi, Giresun’da da geçtiğimiz hafta sonu giderek şiddetini artıran kar yağışı bitmesine rağmen yaşanan olumsuzluk sürmektedir. Beş gün boyunca hâlâ ulaşılamayan köylerimiz vardır. Yüzlerce köyün ana güzergâhları, bağlantı yolu kapalı durumdadır. Bu köylerimizin çoğunda maalesef henüz şu an itibarıyla elektrik yoktur, telefon görüşmeleri yapılamamaktadır. Eğitim, sağlık ve cenaze hizmetleri yerine getirilememektedir. İlimiz tam bir doğal afet anı yaşamaktadır. Bu yüzyıla yakışmayan bu olumsuz tabloyu ilgili bakanlara aktarıyorum. Mahsur ve mağdur durumda kalan bütün hemşehrilerime geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, karla mücadele çalışmasını iyi şekilde yürüten Karayollarına, özel idare ve belediye ekiplerine kolaylıklar ve başarılar diliyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Yıldırım…

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Teşekkürler Başkanım.

Sayın Bakan, Adıyaman, biliyorsunuz, bir turizm kenti ama şu anda Adıyaman’da turizm durmuş durumda. Bunun iki nedeni var: Birisi, Adıyaman’ın IŞİD’le anılıyor olması, ikincisi de devam etmekte olan çatışmalı ortam. Bu ikisinin sorumlusunu AKP hükûmetleri olarak görüyorum. Adıyaman’da şu anda Kâhta’da sıfır turistten bahsediliyor. Bu Adıyaman turizmini canlandırmaya yönelik bir projeniz var mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Soruları cevaplandırmak üzere Hükûmet adına Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mahir Ünal.

Buyurun Sayın Ünal.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Barış Karadeniz’in ve diğer vekilimizin sorduğu soruyla ilgili yazılı olarak cevap vereceğiz. Hem Enerji Bakanımıza hem de Ulaştırma Bakanımıza sayın vekillerin sorularını iletip yazılı olarak cevap vermelerini talep edeceğiz.

Sayın Yıldırım’ın sorduğu, özellikle Sayın Başkan sizi de ilgilendiren Adıyaman için turizm alanında önümüzdeki süreçte nasıl bir planlama ve gelişme düşündüğümüze dair sorusuna da aynı şekilde yazılı olarak cevap vereceğim ama şunu bilmenizi isterim: Özellikle sadece Adıyaman’ı değil Adıyaman’ı da içine alan şu anda bir bölge destinasyonu planlaması içerisindeyiz çünkü tek bir il üzerinden değil turist geldiğinde bölge illerinde hem duygu hem heyecan olarak hem de görsel, kültürel anlamda da turistin taleplerini karşılayacak bir destinasyon yönetimi çalışmamız olacak. Bu konuda da ben size etraflıca yazılı olarak bir cevap vereceğim.

Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Ben tabii ki Adıyamanlı olması hasebiyle Sayın Yıldırım’a da teşekkür ediyorum, Sayın Ünal’a da teşekkür ediyorum. Geçen gün ziyaret de ettik. Özel birtakım çalışmalar var; inşallah hep birlikte Adıyaman’la ilgili turizm konusunda gereken tüm projeleri beraberce yürüteceğiz diyorum.

Tekrardan teşekkür ediyorum.

MAHMUT TANAL          (İstanbul) – Sayın Başkan, Adıyaman deyince, benim tarihî kökenim biraz Adıyaman tarafı. Ama Adıyaman’ın bu…

BAŞKAN – Sayın Tanal, hep beraber…

MAHMUT TANAL          (İstanbul) – … çevre kirliliği açısından şehrin pis lağım suları Atatürk Barajı’na akıyor. Lütfen bir an önce arıtma tesisini kuralım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Arıtma tesisi bitmek üzere, çalışılıyor. Yüzde 97’lere ulaştı fiziki gerçekleşme, bitecek inşallah. Nemrut başta olmak üzere turizm alanında pek çok ciddi projemiz var. Sayın Bakanımız da sağ olsun geçen gün kabul etti ve takip ediyor.

Çok teşekkür ediyorum.

Sayın Demir…

NURETTİN DEMİR (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben üniversite hastanelerinin borçlarıyla ilgili bir soru sormak istiyorum Hükûmete.

1,4 milyar lira borçları olduğu dile getirilmektedir üniversite hastanelerinin ve bu borçların da üç dört yıldır ödenmediği, yani Hükûmetin devleti bu şekilde, zaaf yaratacak şekilde borçlu bırakmasına nasıl çözüm getirmeyi düşünüyorlar?

İkincisi de, üniversite hastaneleri devletin kendilerini desteklemediğini düşünüyor. Sekiz senedir SUT fiyatlarının artırılmamasına karşılık giderleri artmakta. En ağır vakalara bakan ve Türkiye’nin nitelikli kadrolarını yetiştiren üniversitelerin borçları konusunda Sağlık Bakanlığı nasıl bir çözüm düşünmektedir ya da Hükûmetin böyle bir planlaması var mıdır? Gerçekten bir üniversiteye gittiğiniz zaman, rektör ya da başhekimle görüştüğünüz zaman “Dört yıldır borçları ödeyemedik.” diyorlar ve bunun için de zaten birçok cihazların ya da ilaçların ihalelerine katılmadıklarını görüyoruz. Bunların sorunlarını nasıl çözeceksiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Adıyaman…

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Sağlık Bakanına iletilmek üzere bir sorum olacak.

Iğdır Devlet Hastanesi, Iğdır merkez ve ilçeleriyle birlikte, Doğubeyazıt ilçesi ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nden de hasta kabul etmektedir. Ancak Iğdır Devlet Hastanesinin bünyesinde bir kan merkezi bulunmamaktadır. En yakın kan merkezi Erzurum 290 kilometre ve yine, Van 225 kilometre, dolayısıyla Iğdır bölgesi ile Nahçıvan ve İran’dan, Doğubeyazıt’tan intikal eden hastalar çoğu zaman kan bulunamamaktan dolayı, hele özellikle kış koşullarında ulaşımda yaşanan sıkıntılar nedeniyle hayatlarını kaybetmektedir.

Ayrıca, bir de, benzer şekilde, Iğdır Devlet Hastanesinde yeteri doktor olmakla beraber anjiyo ünitesi bulunmamakta. Keza kalp hastaları da anjiyo gibi bir ihtiyaç doğduğunda en yakın olan Erzurum ve Van’a sevk edilmek durumunda. Bu kadar önemli bir hastalıkta belirtilen illere ulaşmaları mümkün olmamakta ve hayatlarını kaybetmektedirler. Bu konuda bir çalışmanız olacak mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Adıyaman.

Sayın Bakan, buyurun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Hem Sayın Demir’in üniversite hastanelerinin borçlarına ilişkin soruna dair sorusunu hem de Sayın Adıyaman’ın Iğdır Devlet Hastanesinin bünyesinde kan merkezi ve anjiyo ünitesinin bulunmamasına ilişkin soruyu ilgili bakanlarımıza ileteceğim ve yazılı olarak cevap verilmesinin de takipçisi olacağım.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan’a aittir.

Buyurun Sayın Sarıhan. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun, süreniz on dakikadır.

CHP GRUBU ADINA ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkan, değerli kâtip üyesi arkadaşlarım, değerli emekçi arkadaşlar ve sevgili vekil arkadaşlarım.

Şimdi, bugün 2 sıra sayılı “Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma…” üzerinde konuşuyoruz. Esas maddeyle ilgili görüşler tamamlandı. Şu an ben yürürlük maddesi üzerinde konuşacağım. Fakat bu madde üzerinde konuşurken biraz önce buraya gelirken omzuma aldığım şu beyaz tülbentten söz etmek istiyorum. Aslında düşüncelerimi işaretlerle ya da rumuzlarla ifade etmekten hoşlanan biri değilim. Ama bugün öğle saatlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisine geldiğim zaman -İnsan Hakları Komisyonumuzdaki, insan hakları üzerindeki o yoğun tartışma sürecinden sonra binaya girdiğim zaman- bir grup akademisyen arkadaşımın beyaz gömleklerle bizi karşıladıklarına tanık oldum. Onlar şu sebeple buradaydılar, öncelikle onların taleplerini bilgilerinize sunmak istiyorum. Niçin beyaz gömleklerle gelmişler ve gömleklerinin üzerinde ne vardı? Niye böyle bir örtüyü, bir tülbenti de omuzlarına almışlar? Şöyle diyorlar: “Biz aşağıda imzası olan kadınlar, özgür, demokratik, eşit ve adil barışın hüküm sürdüğü bir ülkede yaşamak istiyoruz. Bu nedenle Meclisi, Meclisin 550 üyesini, Meclisteki tüm siyasi partileri ve Hükûmeti göreve çağırmak için bugün buradayız. Meclis Göreve! Ölümleri durdurun. Silahları susturun, barışı konuşun. Çözüm masası yeniden kurulsun, müzakereler derhâl başlasın. Cizre, Silopi, Sur, Silvan, Dargeçit, Nusaybin… Kuşatma kalksın, sokağa çıkma yasakları son bulsun. Hastaneler karargâh olmasın, okullar karargâh olmasın. Beyaz tülbentlerimizi öldürmekten değil, yaşamdan yana taşa çalıyoruz. Tekrarlıyoruz: Meclis göreve!”

Aslında günlerdir buradan, bu kürsüden konuşan her arkadaşımız, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi ve HDP’den konuşan arkadaşlarımız benzer çağrıları burada sunuyorlar ve bizi göreve davet ediyorlar.

Şimdi, izninizle tam da Kore üzerine konuşurken geçmişten birkaç şeyi anımsatmak istiyorum. Benim yaşım dahi yetmedi, 1950 ve 1953 tarihleri arasında Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tamamen teslim olması üzerine, biliyorsunuz, o savaş, o ikinci emperyalist savaş Kore’yi ikiye ayırdı, Kuzey Kore ve Güney Kore olmak üzere; 38’inci meridyenden başlayarak tam olarak ikiye ayırdı. Kore bir tarafta bir başka süper gücün, diğer tarafta bir başka süper gücün yani ABD’nin ve Çin’in koruması altında ikiye ayrılmış vaziyette. Aynı halk, aynı toprakları bölüşmüş olan, aynı kaderi paylaşmış olan, aynı denizden avlanmış olan halk ne yaptı? İki ayrı ülke oldu; biri Güney Kore, biri Kuzey Kore oldu. Ben Güney Kore’ye gitmedim, gitmeyi de tercih etmiyorum ama Kuzey Kore’ye 3 defa gittim. Biraz önce şunu omzuma alırken oradaki bir kadın arkadaşımızın benim omzuma koyduğu kendi özel işlemelerini ifade eden bir örtüyü anımsadım, bunu örttü ve bana dedi ki: “Siz bizim ülkemize saldırdınız. Sizin askerleriniz geldiler, ne yazık ki burada Kore’nin iki halkı arasındaki kavganın tarafı oldular ama biz sizi seviyoruz çünkü halklar kardeştir. Halklar kardeştir ama büyük devletler, emperyalistler, çıkarcılar kardeş değildir.”

Bu sözü bir yerden daha hatırlıyor musunuz sevgili arkadaşlar? Kurtuluş Savaşı’mızdan hatırlıyor musunuz bu sözü? Kurtuluş Savaşı’mızda, Fatih’te, bir kürsünün üzerindeki değerli kadın arkadaşımızın sözlerini anımsıyor musunuz? Ne diyordu: “Arkadaşlar, halklar kardeştir, halklar bir arada yaşarlar. Düşman olan saldırganlardır, onlara karşı hep birlikte mücadele edeceğiz.” diyordu. Bu söz, önemli bir sözdü.

Bugün, şimdi, biz Güney Kore’yle bir anlaşma yapıyoruz, bir ticaret anlaşması yapıyoruz. Neoliberal politikalarımıza uygun bir anlaşma yapıyoruz. Emeğe değil, sermayeye olanak tanıyoruz. Sermaye kendi gücünü artırsın diye, ona bir olanak tanıyoruz. Ama dönüp bu tarafa bakalım: Bütün doğudaki, güneydoğudaki komşularımızla ticaretimizi bitirmişiz, ilişkilerimizi bitirmişiz.

Biraz önce Basmacı arkadaşım son derece güzel cümlelerle ifade etti ama biz ta kilometrelerce ötede bir yerde belki bir dostluk bağı kurmaya çalışıyoruz ama halkların kaderi üzerinden değil, insanlık adına değil, ticaret adına, oradan da belki belli yararlar gelebilir.

Size üçüncü bir örtü hikâyesini daha anlatacağım. Biraz önce arkadaşlar karşıdan gülümsediler “Tabii güneye gitmezsiniz, kuzeye gidersiniz.” diye. Evet, kuzeye giderim. Nerede ezilen varsa, nerede baskı altında kalan varsa, nerede yoksul varsa oraya gitmek benim görevimdir çünkü ben kendisini insan hakları mücadelesine adamış bir arkadaşınızım, benim beynim bana böyle emrediyor.

Bir yere daha gittim, Suriye’ye gittim. Suriye’de tam da savaşların henüz başlamakta olduğu zamandı. Kadın örgütleriyle, Cumhuriyet Halk Partisinden milletvekili arkadaşlarımızla gittik. Diğer partilerden arkadaşlarımız yoktu ama pek çok sayıda demokratik kitle örgütünden arkadaşımız vardı. Şam ve Halep bizim İstanbul ve Ankara gibiydi. Her şey güllük gülistanlık görünüyordu ama için için kaynamakta olan bir kazan vardı. Biz orada insanların Hristiyan, Müslüman, ne kadar birbirini sevdiklerini, birbirlerine ve topraklarına bağlı olduklarını gördük. Onlardan da bana armağan edilmiş böyle bir atkı vardı. Onu, geçen sene Meclisin önünde kadın derneğimiz adına konuşurken çıkardım ve dedim ki: “Biliyorum ki, şimdi, bu örtüyü bana armağan eden arkadaşım ya öldürülmüştür, ya göçmen olmuştur, mülteci olmuştur, belki de canını kurtarmak isterken bizim denizlerimizde yaşamını yitirmiştir.”

Şimdi, sevgili arkadaşlar, şöyle bir bakalım, burada bugünlerde hep şiirler üzerinden konuşuyoruz. Nazım’ın “Japon Balıkçısı”nı anımsar mısınız? “Japon Balıkçısı” şiirinin birkaç dizesini anımsatacağım size. Diyor ki: “Pasifik’te sapsarı bir akşamdı/ Balık tuttuk yiyen ölür/ Elimize değen ölür/ Bu gemi bir kara tabut/ Lumbarından giren ölür/Badem gözlüm beni unut/ Bu gemi bir kara tabut/ Boynuma sarılma gülüm/ Benden sana geçer ölüm/ Badem gözlüm beni unut.”

Şimdi nice badem gözlüler bizim Ege sahillerinde, arkadaşlar, birbirlerinin boyunlarına sarılırlarsa birbirlerinin sonu oluyorlar; eşlerinin, çocuklarının sonu oluyorlar. Her tarafımızdan acı fışkırıyor. Bugün 33 insan yaşamını yitirdi; bizim denizlerimizde, o güzelim denizlerimizde yaşamını yitirdi. Şimdi dönüp bakalım, başka bir yere bakalım. Deniz kenarındadır, biliyorsunuz, Kore, her yerden denize açılır, güneyi de, kuzeyi de. Bizim de böyle denize açılan ilçelerimiz, illerimiz var. Bunlardan biri Akkuş. Akkuş’u bileniniz var mı, Akkuş’u göreniniz var mı? Böyle dağ kartalı gibidir, yukarıda durur, ormana bakar. Akkuş’a bir cenaze gitti, bir şehit cenazesi gitti.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Efendim, Akkuş içeride, karada.

ŞENAL SARIHAN (Devamla) – Yukarıdan bakar, yukarıdan bakar.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Yok, deniz görmez efendim.

ŞENAL SARIHAN (Devamla) – Şehidin 60 ve 62 yaşlarındaki anne ve babasına… Ordu Belediye Başkanı ancak altı saat yürüyerek bu ölüm haberini götürebildi.

Başka yerde başka insanlar da öldüler. Biraz önce adı anıldı burada. Bu evlerin, ölüm haberlerini götürdüğümüz evlerin fotoğrafları da yansıdı. Sadece annelerin acılarını değil, onların nasıl bir yoksulluk içinde olduklarını, evlerinin ne kadar perişan olduğunu da gördük. O Aydınalp’in evinde tek bir pencere var, o pencereyi de oraya gelen kurşun açmış. Düşünebiliyor musunuz, tek penceresi olan bir ev. Bunlar analar, ölen analar. Arkadaşlar tarif ettiler, bir tepsinin yerde durduğu, bir bardağın yere düştüğü bir yer sofrası başında bir ana öldü. Bir başka ana, çocuğunu “vatan için, ülke için” inancıyla, o inançla teslim ederek yaşamını yitirdi. Bir başkası öldü, 3 kişi öldü, 3 kadın öldü, 3 siyasetçi arkadaşımız öldü -HDP’li arkadaşlar ifade ettiler- ana mıdırlar değil midirler bilmiyorum ama insan ölümleri var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ŞENAL SARIHAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, ticaretten önce insanın yaşama hakkını savunmak gibi bir sorumluluğumuz var. Bütün anlaşmalarımızın bu temel üzerinde geliştirilmesi gerekiyor.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Sarıhan.

ŞENAL SARIHAN (Devamla) – Bir dakika verebilir misiniz.

BAŞKAN – Mikrofonsuz biraz daha devam edebilirsiniz. Toparlayalım.

ŞENAL SARIHAN (Devamla) – Teşekkürler. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gruplar adına ikinci söz, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’ya aittir.

Buyurun Sayın Kaya. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

HDP GRUBU ADINA HÜDA KAYA (İstanbul) – Öncelikle, biraz önce hatip arkadaşımızın dediği gibi, bugün öğle saatlerinde Meclisimize bir grup kadın arkadaşımız sadece barış olsun diye, “Meclis göreve. Ölümleri durdurun, silahları susturun ve barışı konuşun.” diye geldiler, onları da saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın vekiller; sizleri bir kez daha selam yani barış ile selamlıyorum.

Bugün Yasin Börü’nün mahkemesi vardı. Sadece Sevgili Yasin’in değil, onun da içinde olduğu bu iktidar döneminde katledilen yüzlerce çocuk için adalet talebimizi yeniliyoruz. Bugün Yasin’in duruşması gerçekleşti fakat, biz, her bir çocuğumuzun, kaybettiğimiz her bir canımızın adaleti için takipte olacağımızı bir kez daha ifade ediyorum.

Değerli vekiller, bildiğiniz gibi Hükûmetin, İsrail devletinin Türkiye devletinin dostu olduğunu açıkladığı saatlerde İsrail Suriye’de Hizbullah komutanlarına hava saldırısı yapmıştı. Geçtiğimiz günlerdeyse Türkiye’nin İsrail’e ihtiyacı olduğu açıklamasını yapan Sayın Cumhurbaşkanının Suudi Arabistan ziyaretinin ardından Suudi rejimi, bir din âlimini, bir halk önderi olan Ayetullah En-Nemr’i konuşmaları sebebiyle idam etti. Dış siyasette büyük Türkiye’yi Suud’la, istikrarıysa İsrail’le bulmaya çalışan iktidar, iç siyasette de istikrarı bizlere ve bütün halkımıza 12 Eylülleri, 28 Şubatları yaşatan darbeci, Ergenekoncu ve derin yapılarla ittifakta buldu maalesef. İç siyasette Türkiye halklarının başına musallat olmuşlarla ittifaka “yeni Türkiye” diyen AKP Hükûmeti, Orta Doğu halklarının başına musallat olan Suudi rejimi ve İsrail’le ittifaka da stratejik derinlik olarak bakıyor. “Darbecilerle hesaplaşacağız.” denilerek gelinen iktidarlar sürecinin sonunda bugün hapishanelere baktığımızda tek bir darbecinin, tek bir Ergenekoncunun, tek bir 28 Şubat darbecisinin, 12 Eylül darbecilerinin içeride olmadığını görüyoruz. Bilakis, hapishaneler neyle dolu? İnsanca yaşamak isteyen, özgürlük ve adaletten başka talepleri olmayan fakir ve fikir erbabıyla dolduruldu.

Sayın vekiller, vakit yetersizliği sebebiyle bir önceki konuşmamda yarım kalan bir cümlemi paylaşmak istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakanın konuşmalarında ısrarla tekrarladıkları bir söylem var ki başlı başına sorunumuzun ne olduğuna bir işaret aslında. Kürt şehirlerindeki harekâtları yürüten kuvvetlerin şanlı Türk ordusu, kahraman Türk polisi olması, operasyonların Türk milleti adına Türk’ün gücü ve Türk’e itaat ettirilmesi adına yapılması sorunun hendekler ve barikatlar olmadığını, daha vahimi, on üç yıllık bu iktidarın da çözmediği ve gittikçe de derinleştirdiği bir sistem ve bir zihniyet sorunu olduğunu görmekteyiz.

Ben, inancım gereği kendime yapılmasını istemediğim tek bir şeyi bir başkasına dayatmayı zulüm olarak kabul etmişim. Ben, bir Türk olarak şu anda hangi haklara sahipsem işte Kürt halkı da bundan bir zerre fazlasını istemiyor. Bu, tam anlamıyla, bir hak davasıdır. Hak da Allah’ın isimlerinden biridir.

Hatırlarsınız, burada çok değerli geçmişte mücadelemiz olan arkadaşlarımız var, bir zamanlar İstanbul’un duvarlarına Kürtçe ve Türkçe sloganlar yazdığı için, tüm mazlum halklara adalet ve özgürlük istediği için Fatih Camisi’nde faşistler tarafından şehit edilen Metin Yüksel’in, hayatımda şiar edindiğim bir sözünü sizlerle paylaşmak istiyorum: “Hakkı müdafaa etmek en büyük ibadettir. Hakkı müdafaa yolu zaten Allah’ın yoludur. Hakkı savunmak, Allah yoludur. Hak yiyen, hakları gasbeden ve tanımayan da zulüm yolundadır.”

AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Metin, Kürtçü değildi, Metin ümmeti Müslümandı. Metin bizim kucağımıza düştü.

HÜDA KAYA (Devamla) - Dolayısıyla kimse halkların haklı hak mücadelesini, Allah’ı, Kur’an’ı, vicdanı alet ederek saldırma hadsizliğinde bulunmasın.

Sayın vekiller, tam burada size bir şey sormak istiyorum: Açıklandığından bu yana büyük hakaretlere, çarpıtmalara, saldırılara kadar büyük tepkiler gösterilen DTK deklarasyonunu önünüze alıp tamamını madde madde acaba hiç okudunuz mu? Deklarasyonda ifade edildiği gibi, bu halkın taleplerinden ve mücadelesini verdiği konulardan tek bir madde, tek bir konu İslam’a da, Kur’an’a da, vicdana da, insanlığa da aykırı değildir.

HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) – Size vahiy mi geldi?

HÜDA KAYA (Devamla) - Bu, tamamen bir barış elidir. Bir arada yaşama iradesi olarak görülmesi gereken bu deklarasyon üzerinden saldıranlara ve itiraz edenlere çağrıda bulunuyorum: Bu taleplerin insani ve İslami olmadığını iddia edenler ortaya tek bir delil getirsinler, tek bir kaynak göstersinler, kabul edeceğim. Bilakis, bunun tamamı, bu taleplerin tamamı Kur’an’ın, inancımızın, vicdanımızın onurlu bir yaşam için olmazsa olmazlarındandır.

Meşru talepleri tanımak ve gasbedilen hakları teslim etmek yerine şehirleri bombalamaya başlayanların, bu en temel insani taleplerden rahatsız olanların derdi, davası din, iman olamaz, olsa olsa devlet, iktidar ve saltanat olur. Bu çağrı, bu her insanın anasının ak sütü gibi helal olan bu talepler asla rehberi Kur’an olanları, vicdanı olanları rahatsız edemez; bu çağrı, Allah’a kul olanları rahatsız edemez ancak kula kul olanları rahatsız eder.

Biz, insanlara karşı değil, insanları kirleten zihniyetlere ve sistemlere karşıyız arkadaşlar. En kirli zulümlere batmış insanlar bile temizlenebilirler. Biz, insana ve insanlığa karşı temizlik operasyonlarından yana değiliz; insanları ve insanlığı kirleten kötü ve karanlık zihniyetlere karşı mücadeleden yanayız. Bizim için sözün bittiği yer yoktur, her zaman sözümüzü söyledik ve söylemeye devam edeceğiz; zira, biz, gücün sözüne değil, sözün gücüne inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, devam eden insan, doğa, tarih kıyımının sona ermesi zor değil. Silahların susturulmasına dair sizlerin de, bizlerin de yaptığı çağrılar, konuşmalar, yazılarımız anlamlı olmakla birlikte, akan kanın durması, şiddetin bertaraf edilmesi için atacağımız malum pratik birkaç adımla amacımıza ulaşabiliriz. Diyalog ve müzakerenin Türkiye'ye kaybettireceği hiçbir şey yoktur, yapılması gereken de budur ve siyasi çözümdür. Çözümün ne olduğunu bildiğimiz hâlde şu geçici dünya menfaatleri için çözümsüzlükte ısrar etmeyelim.

Sözün özü, masaya oturmayan, barışa ve diyaloğa yanaşmayan, müzakereyi ve mutabakatı kabul etmeyen kim ise, tarih ve vicdanlar karşısında zalim de, katil de, bu yaşananların ve yaşanacakların sebebi de, sorumlusu da o olacaktır. Halklarımız nezdinde savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmayacaktır.

Sayın Başkan, sayın vekiller; konuşmama son verirken mazlum halkların ve Müslümanların önde gelen direniş öğretmenlerinden Malcolm X’in öğretilerinden derlenme ufak bir şiirle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜDA KAYA (Devamla) – …konuşmama son vereceğim ama son verildi.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaya.

Sayın Çakır, buyurun.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan, Sayın Kaya’nın konuşmasında “Bu iktidar döneminde katledilen Yasin Börü” şeklindeki ifadesi çok açık bir sataşmadır. Söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çakır.

İki dakikayı geçmesin lütfen.

Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Sayın Başkan, katillerinden de bahsederseniz iyi olur!

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

8.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın 2 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, herkesin bir biyografisi vardır, muhtemelen benim de burada biyografime Sayın Kaya’ya karşı konuşuyor olmak geçecek, onunkine de geçecek. Kendim için bunu bir talihsizlik olarak addediyorum. Keşke böyle olmasaydı. Eğer bunun nedeni, saiki siyasetse böyle bir siyaset olmayıversin doğrusu.

Değerli arkadaşlar, evet, Yasin Börü 6-7 Ekim olaylarında, bir kışkırtmayla, bir çağrıyla başlayan olaylarda hayatını kaybetmiştir. Gencecik bir insandır, gencecik bir çocuktur ve Allah’ına kavuşmuştur. Fakat on dakika boyunca Yasin Börü’yü de merkezine alan bir konuşmada neden öldüğüne, nasıl öldüğüne, niye öldüğüne hiç değinmeden aksine aksine mefhumumuhalifinden bunu bile istismar etmek hakikaten izanla bağdaşacak bir şey değildir.

Hepinizin bildiği gibi, yine hatırlatacak olursam, sadece ve sadece bir Kurban Bayramı’nda fakir fukaraya kurban eti dağıtmak üzere bir sosyal yardım, bir içtimai faaliyet -adına ne derseniz deyin- yapmak üzere arkadaşlarıyla beraber yola çıkmış, kurban eti dağıtan gencecik bir çocuğa yapılan muameleyi burada anlatmak istemiyorum çünkü en sonunda annesi onu sadece üzerindeki bir beninden tanıyabilmiş ve yavrusu, çocuğu olduğunu kavrayabilmişti. Böyle bir olayı bugün mahkemesinin, muhakemesinin yapıldığı bir günde elbette ki ibretle anmalıyız, bundan ders çıkarmalıyız, böyle yapmalıyız. Ama bunu yapmayıp da bunu zikrederken bunu da iktidarla ilişkilendirmek, arkasından da istismar etmek, nasıl söyleyeyim bilemiyorum yani ifade edecek kelime bulamıyorum, herhâlde hem Hüda Hanım’ın hem de benim biyografime geçecek ve bu Meclis tarihi yazılırken de anlatılacak. Doğrusu buna esef duyduğumu ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın hatip konuşması sırasında partimizi kastederek “yapılan bir kışkırtma çağrısı neticesinde çıkan olaylar” diye Yasin Börü’nün katledilmesini de orayla ilişkilendirdi, sataşmada bulundu. Sayın Hüda Kaya konuşacak.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaya.

İki dakika…

Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

9.- İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın, Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

HÜDA KAYA (İstanbul) – Biraz önceki hatip arkadaşımızın Yasin Börü’ye olan hassasiyetini takdir ediyorum. Keşke bu hassasiyet dondurucuda günlerce bekleyen Cemile için de olabilseydi, keşke Berkin Elvan için de olabilseydi, Nihat Kazanhan için de olabilseydi, üç aylık Miray bebek için de keşke olabilseydi, bu kürsüde haykırabilseydiniz. Ben bu iktidar döneminde katledilen Yasin Börü demedim. Yasin Börü’nün de içinde olduğu yüzlerce çocuktan bahsettim değerli arkadaşlar.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Motamot böyle dediniz, bakabilirsiniz tutanaklara.

HÜDA KAYA (Devamla) – Ve bu ekranlarda, burada, şu anda, 80 milyon insana canlı verilen şu ekranlarda bunu konuşurken sadece Yasin Börü edebiyatı üzerinden bir demagoji yaparak, gerçekleri çarpıtarak bir yere varamayacağımızı çok iyi biliyoruz.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Vekilim, siz Yasin Börü’yü açtınız, biz Yasin Börü hususunu açmayız.

HÜDA KAYA (Devamla) – Müsaade edin lütfen. Ben sizin sözünüzü kesmedim, lütfen.

Arkadaşlar, yalanlarla gerçekler kapatılamaz. Kobani olaylarının hemen arkasından gelen günlerde biz HDP olarak kaç defa bu ölümlerin sebepleri araştırılsın diye önerge verdik. Bu Meclis bunu reddetmenin utancını yaşıyor.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Deminden beri yalan söylüyorsunuz.

HÜDA KAYA (Devamla) – Tahir Elçi’yi kimlerin katlettiği araştırılsın dedik, bunun utancını yaşıyor bu Meclis. İnfazlar araştırılsın dedik, bu Meclis bunu reddetti, sizler reddettiniz arkadaşlar. Biz gerçeklerden kaçmadık. Yasin Börü’ye bu vahşeti yapanları da, diğer masum evlatlarımıza, kadınlarımıza bu vahşeti uygulayanları da -beddua etmeyi hiç sevmem- Allah onları bildiği gibi yapsın.

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Eş başkanın darılacak ama eş başkanın darılacak.

HÜDA KAYA (Devamla) - Ben buna katılıyorum ama siz iktidar partisi çoğunluk vekilleri olarak madem Yasin Börü’yü düşünüyordunuz, gerçeklerin açıklanmasını, araştırılmasını siz neden reddettiniz?

Sözlerim bu kadar. Selamlar. (HDP sıralarından alkışlar)

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Sırtını bir yerlere dayayanlar ne yapacak, onu da söylesenize.

HÜDA KAYA (İstanbul) – Vallahi biz Beştepe’ye dayamadık.

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/303) (S. Sayısı: 2) (Devam)

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde, şahıslar adına Ankara Milletvekili Murat Emir.

Buyurun Sayın Emir. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Onu söyleyin onu, onu anlatın.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sırtını IŞİD’e dayayanlar cevaplasınlar.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Biz millete dayıyoruz sırtımızı.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Biz PYD’yi her zaman savunuyoruz, hiçbir zaman da ondan utanç duymayız, rahat olun.

HÜDA KAYA (Devamla) – Konuyu saptırmayalım.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Sırtınızı dayadığınız yere söyleyin. Onlardan izin aldınız mı konuşmak için?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Rahat olun, rahat olun, PYD insanlık onurunu kurtarıyor. Sizin desteklediğiniz IŞİD’e karşı insanlığın onurunu koruyor. Utanacağımız bir şey değil, bunu yüz defa söyledik.

MURAT EMİR (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; izin verirseniz Kore Cumhuriyeti’yle…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, hatip kürsüye çıktı, lütfen hatibe saygı duyalım.

MURAT EMİR (Devamla) – Sürem geçmiyor değil mi Sayın Başkan?

BAŞKAN – Buyurun Sayın Emir.

MURAT EMİR (Devamla) – İzin verirseniz, Kore Cumhuriyeti ile ülkemiz arasında yapılan anlaşma dolayısıyla söz almışken Kore’nin başkenti Seul’ün son yirmi yıldaki gelişmişliğini göz önüne alırsak, Ankara’nın sorunlarından bahsetmek istiyorum sizlere.

Ankara’nın büyük bir ulaşım sorunu var, metro sorunu var. 2000’li yılların başlarında temeli atılan, temeli şaşaalı törenlerle atılan metrolar 2015 yılına gelindiği zaman Sayın Melih Gökçek “Artık bir belediyenin metro yapma şansı kalmamıştır.” dedikten sonra Ulaştırma Bakanlığına yine şaşaalı törenlerle devredildi. Sayın Melih Gökçek defalarca parkları, tesisleri, köprüleri açmaya alışkın ama kendi yapamadığı metroyu Ulaştırma Bakanlığına devrederken de tören yapmayı ihmal etmedi.

Dün Sayın Başbakanla beraber, yine şaşaalı bir törenle, önümüzdeki üç yılda Ankara’da neler yapacaklarını anlattılar. Bizim için eğlenceli bir toplantı oldu o. Bakınız, okuyorum: “Ulus’un artık beklemeye tahammülü kalmamıştır ve açık söyleyeyim, hiç de başkent Ankara’nın hak ettiği bir durumda değildir.” Bu sözler kimin? Sayın Başbakanın. O sırada yirmi iki yıllık Belediye Başkanı da bu sözleri alkışladı; biz de yüzümüzde tebessümle ama kalbimizde acıyla bu anları seyrettik.

Tabii, Keçiören metrosu ise hâlâ açılmadı. On yıldan uzun bir süredir yapılacağı söyleniyor ama Keçiörenli hemşehrilerimin trafik çilesi bitirilemedi.

Sayın Melih Gökçek Keçiören’de Belediye Başkanı olduğu zaman ben Keçiören’de büyümeye çalışan bir çocuktum ve hâlâ Melih Gökçek Belediye Başkanı ve Ankara’da -üzülerek söylüyorum- parsel parsel arsa satışı dışında, rant üretimi dışında modern şehirciliğe, çağdaş şehirciliğe ait hiçbir örneği, maalesef, göremiyoruz.

Dün de açıkladılar, Ankara’ya boğaz getireceklermiş. Getirsinler, memnun oluruz. Bizim vergilerimizle oraya boğaz yapabilirsiniz, gerekliyse yapın, biz de yararlanırız ama o boğazın etrafında arsaları kime peşkeş çekeceğinizi… Buradan uyarıyorum, takipçisi olacağımızı, iki elimizin yakanızda olacağını da bilmenizi istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Metro açmakla bitmiyor. Metro saatleri akşam 10.30’da bitiyor arkadaşlar. Herkesi evinde hapsetmeye çalışan bir anlayışla karşı karşıyayız ve bir metronun 22.30’da kapanmasını asla kabul etmiyoruz.

AnkaraKart 5 liraya satılıyor Ankaralı hemşehrilerime. Düşünebiliyor musunuz, bir kamu hizmeti, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da, bir kanun maddesinde açıkça bir amir hüküm varken 5 liraya satılıyor. Buradan, hemşehrilerime bunu yargıya taşıdığımı ve Melih Gökçek 2008 yılında haksız yere aldığı o sayaç paralarını nasıl vatandaşlarımıza iade ettiyse bu 5’er liraları da iade ettireceğimizi bildirmek istiyorum. Tabii, 5 lira buradaki arkadaşlar için veya zenginleştirilmiş insanlar için düşük rakamlar gibi görünebilir ama geniş halk yığınları için anlamlı bir paradır.

7 Haziran seçimlerine giderken Sayın Bülent Arınç ifade etti, “Şu anda konuşmuyorum partime zarar vermemek için ama seçimlerden sonra, Ankara’yı nasıl parsel parsel sattığını anlatacağım.” dedi ama, tabii, her zamanki gibi çark etti. Bize inanmıyorsanız Sayın Bülent Arınç’a inanabilirsiniz.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Ona da inanmıyoruz.

MURAT EMİR (Devamla) – Keçiören’deki Osmanlı Pazarı yaklaşık yirmi gün önce yandı. Orayla ilgili henüz araştırmalar devam ediyor ama şunun bilinmesini istiyorum: Orada çok değerli bir arazi var. O arazi üzerinde yapılacak vasıf değişiklikleri, imar artışları ve oradan elde edilecek rantlardan, biz aslında bu yangının da nasıl oluştuğunu, nasıl ortaya çıktığını, kundaklanma olup olmadığını da anlamış olacağız. Bu konunun da takipçisi olduğumuzu bilmenizi isterim.

Yine aynı şekilde, cumhuriyetin ilk yıllarıyla gündeme gelen, kurulmuş olan Meteoroloji yerleşkesi şu anda imara açılıyor. Orası tarihî sit alanı niteliğindedir ve imara açılması uygun değildir. Ankara’da modern şehirciliği görmüyoruz ama rant üretimini bol miktarda görüyoruz arkadaşlar.

Tabii, Melih Gökçek’in projelerini kendisi anlatması uygundu ama Sayın Başbakanın aslında yanında olmaması gerekirdi çünkü Sayın Başbakan Sayın Gökçek’e göre yeni bir politikacıdır. Aslında, Melih Gökçek’in her seçimden önce bir sürü vaatlerde bulunduğunu biliyor olması gerekirdi. Kendisi unutmuş olabilir ama Melih Gökçek’in gerçekten 2004 yılında da buna benzer uçuk kaçık projeleri vardı. Mesela, Ankara’ya uluslararası fuar alanı yapacaktı; nerede? Gerede Havzası’na baraj yapacaktı; nerede, on iki yıl geçti? Ulusal tarihî kent projesi yapacaktı, daha dün tekrar “Yapacağız.” diye açıkladılar; nerede? Tabii, bakın, lüzumsuz projeleri de vardı, fantezileri de var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MURAT EMİR (Devamla) - 30 dönüm üzerine pelüş hayvanlardan oluşacak bir orman yapacaktı, Allah’tan yapamadı.

MEHMET METİNER (İstanbul) – O doğru, Melih’in fantezileri çok.

BAŞKAN – Süreniz bitti, teşekkür ediyoruz.

MURAT EMİR (Devamla) – Tabii, Ankara’nın sorunları beş dakikaya sığmaz.

Genel Kurula saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.

Madde üzerinde konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi on dakika süreyle soru-cevap işlemi yapacağız.

Sayın Kayışoğlu…

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

2012 yılına kadar meslek liselerine ek puan uygulaması yapılıyordu, 2012 yılında 4+4+4 yasasıyla bu ek puan uygulamasına son verildi. Yükseköğretime geçiş sınavında bu yıl ilk kez uygulanacak olan ve haberi olmayan bu öğrencilerimiz yaklaşık 900 bin civarındadır ve oldukça mağdurlar. Eğitim sistemindeki bu yapboz anlayışınız ne zaman değişecek ve çocuklarımızın mağduriyetleri ne zaman giderilecek, bunu sormak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Gürer…

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Öncelikle, Kore’yle ilgili konuşulan konu nedeniyle Kore’deki en üst rütbede şehit olan Niğdeli Şehit Nuri Pamir’i saygıyla anıyorum. Ben de onun adının olduğu bir okulda okumuştum.

Sayın Bakan, Niğde’nin Kemerhisar Tyana antik kentinde 2002 yılında başlayan bilimsel bir kazı çalışması vardı İtalyanlar tarafından sürdürülen. Aradan geçen süre içinde anlaşma bittiği için şu anda kazı durdu. Buradaki kazı alanının Efes’e eş değer bir kent olacağı, antik özellikleriyle ilgili de bölgenin en önemli yerleşim yeri olduğu, ayrıca Tyana Krallığı döneminde başkentlik yaptığı bilinen bir alan. Buradaki kazı çalışmaları tekrar başlayacak mı, devam edecek mi? Bölgede bu konuda farklı projeler geliştiriliyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, İstanbul ili Sultanbeyli ilçesi Hasanpaşa Mahallesi’nde elektrik var, muhtarlık var, yol var, cadde var, kaldırımlar var. Burası ormanlık alan olmadığı hâlde “ormanlık alan” denilip vatandaşa doğal gaz verilmiyor. “Ormanlık alan” deyip… Yol yapıldığı için, kaldırım yapıldığı için katkı payı ücreti de vatandaştan alınmış durumda, evlerine telefon da bağlanmış durumda. “Ormanlık alandır.” diye imarı verilmiyor, vatandaşın tapuları verilmiyor, vatandaşa doğal gaz bağlanmıyor. Sultanbeyli ilçemiz Hasanpaşa Mahallesi’nde oturan vatandaşlarımızın bu mağduriyeti ne zaman giderilecek? Hatta vatandaşların seçmen kâğıtları da bu adreslere gidiyor ve burada muhtarlık da veriyor; adreste sokak ismi var, cadde ismi var, mahalle ismi var ve burası “ormanlık alan” deniyor. Bu garabeti ne zaman çözeceksiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Sarıhan…

ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Bilindiği gibi metrolarda anonslar var, duraklara göre anonslar yapılıyor. Bu anonsların önemli bir bölümü de İngilizce olarak yapılıyor ve Türkçe yer isimleri fevkalade kötü bir şekilde telaffuz ediliyor. Bu konuda özellikle yolcuların yoğun şikâyetleri var. Bu şikâyetlerin giderilmesi konusunda, hem de Türkiye’de Türkçe konuşulmasının teşviki konusunda -en azından herkesin anladığı bir dil olarak- İngilizceden vazgeçme yolunda bir çalışma yapılabilecek mi? Bunun, Sayın Kültür Bakanının alanına da girdiği inancındayım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ağbaba…

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, öncelikle hayırlı olsun diyorum, başarılar diliyorum.

Tabii, siz Maraş milletvekilisiniz, Malatya’yı da yakından biliyorsunuz, sık sık da geliyorsunuz Malatya’ya.

Malatya tabii, kayısısıyla ünlü ama sadece kayısısıyla ünlü değil, hem tıp alanında hem de turizm, kültür anlamında aslında Doğu Anadolu’daki önemli kentlerden birisi.

Bizim Arslantepe Höyüğü’müz var, Türkiye için de önemli bir kazı merkezi. Bu konuda Bakanlığınızın destekleme gibi bir düşüncesi var mı? Özellikle, destekleme dışında da aslında Arslantepe Höyüğü’nün, Arslantepe’nin hem Türkiye’ye hem Avrupa’ya, dünyaya tanıtılması gerekiyor. Burası turizm açısından Türkiye’ye önemli gelir sağlayacak bir bölge. Bu konuda sizin Bakanlığınızın ilgisini ve desteğini beklediğimizi, bu konuda size inandığımızı belirtmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Haberal…

ERKAN HABERAL (Ankara) – Sayın Bakan, askerde yaralanmış, bu yaralanmaların etkisiyle sağlık sorunları ilerlemiş bir şekilde hayat mücadelesi veren ve gazi sayılmayan kardeşlerimiz, “terör mağduru” -malul sayılmayan- veya “terör yaralısı” gibi ifadelerle adlandırılmaktadır. Devleti ekonomik olarak yıpratmayacak kadar sayıları az olan bu kardeşlerimizin uğradığı hak kaybı ve mağduriyetlerinin giderilmesi için ve gururlarının onore edilmesi için “gazilik” unvanı ve malullük maaşı verilmesi düşünülmekte midir? Bu kardeşlerimiz kendilerini “Biz ne deveyiz ne kuşuz, ortada kaldık.” şeklinde ifade etmektedirler.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Soruları cevaplandırmak üzere Hükûmet adına Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mahir Ünal’a söz veriyorum.

Buyurun Sayın Ünal.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ayrıca, tebriklerini ileten sayın milletvekillerine de teşekkür ediyorum.

Ben sorularla ilgili, ilgili bakanlıklara iletilmek üzere notlarımı aldım. Dolayısıyla, değerli milletvekillerinin soru olarak ilettikleri hususları ilgili bakanlıklara ileteceğim. Kendi Bakanlığımla ilgili, hem yer isimleriyle ilgili hususu hem de Arslantepe Höyüğü’yle ilgili hususu da ilgili milletvekillerimize yazılı cevapla bildireceğim.

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Süremiz var. Sırayla söz vereceğim.

Sayın Ahrazoğlu, buyurun.

MEHMET NECMETTİN AHRAZOĞLU (Hatay) – Sayın Bakan, 2011 yılında, 2012-2015 yıllarını kapsayan Hatay Turizm Master Planı, Hatay Valiliği ve Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı tarafından yapılmıştır. Master Planı genellikle Antakya merkezinde olup, Hatay’ın Erzin-Samandağ sahil şeridini kapsamakta mıdır?

Ayrıca, Güzelyayla’daki kamuya ait -eski adıyla Soğukoluk olarak bilinen- eski turizm tesisleri bugün ne hâldedir, bunlarla ilgili turizme yönelik herhangi bir düşünce veyahut da projeniz var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Demir...

NURETTİN DEMİR (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakandan ben de yeni bir bakan olarak -inşallah diğer bakanların yaptığı gibi yapmaz- alınan yargı kararlarına uyma konusunda özen göstermesini özellikle bekliyorum.

Millî Eğitim Bakanlığı, 1.709 şube müdürünün atamasını yargı kararına rağmen yenilemiyor. Biliyorsunuz bu kararlar alındı ama Millî Eğitim Bakanlığı bu konuda herhangi bir adım atmıyor, duymamazlıktan geliyor.

Aynı şekilde, Sağlık Bakanlığı şube müdürü atamaları sözlü sınavlarıyla ilgili de iddialar var. Örnek vermek istiyorum: Sınavda, Atatürk ile ilgili sorulacak birçok soru varken Atatürk’ün köpeğinin isminin sorulması dalga geçmek değil midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkürler.

Sayın Bakan...

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Hem Hatay Turizm Master Planı hem de yine Hatay’da bulanan eski turizm tesisleriyle ilgili kapsamlı bir cevabı sayın vekilimize yazılı olarak ileteceğiz.

Sayın Demir’in Millî Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığıyla ilgili mahkeme kararlarının uygulanmasına ilişkin hususları da ilgili bakanlıklara iletip yazılı bir cevap hâlinde iletilmesinin de takipçisi olacağım.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Adıyaman...

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Başbakana iletilmek üzere bir sorum olacak.

Iğdır ilimiz 3 devletle sınırı olan bir il. Her seçim döneminde AKP Hükûmeti vaat olarak Iğdır’da, her ne kadar Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’yle kapımız açıksa da İran’la olan Boralan Sınır Kapımızın da açılacağına ilişkin vaatlerde bulunmaktadır. Özcesi, Iğdır’la İran arasında bulunan Boralan Sınır Kapısı’nın açılması düşünülüyor mudur? Bu konuda bir program var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Bakan…

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Gümrük ve Ticaret Bakanımıza konuyu ileteceğim, özellikle Boralan Sınır Kapısı’nın açılmasıyla ilgili çalışmaların olup olmadığıyla ilgili ve aynı şekilde yazılı olarak cevap verilmesinin de takipçisi olacağım.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde görüşmeler tamamlanmıştır.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Birleşime yarım saat ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.16

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.59

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL (Kütahya), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

------0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

2 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Tasarının 3’üncü maddesi üzerinde ilk konuşmacıya geçmeden önce maddeyi okutuyorum.

Buyurun:+

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertan’a aittir.

Sayın Ertan? Şu an yok.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Mehmet Gökdağ.

Buyurun Sayın Gökdağ, sizin süreniz on dakikadır. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET GÖKDAĞ (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2 sıra sayılı (1/303) no.lu Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesiyle ilgili CHP Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu uluslararası anlaşma, Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti arasında serbest ticaret anlaşmasıdır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin ekonomik, siyasi, sosyal çıkarları için değişik ülkelerle iş birliği yapmalıyız. Bu anlayıştan hareketle Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu yönlü hazırlanan tasarılara her zaman destek verdik, vermeye devam edeceğiz. Görüşülmekte olan bu tasarıya da grup olarak “evet” oyu vereceğiz.

Değerli milletvekilleri, elbette, ülkemizin menfaatleri için bütün ülkelerle iyi ilişkiler içinde bulunmalıyız; karşılıklı, sağlıklı diyaloglar kurmalıyız. Ama, öncelikle komşu ülkelerle ilişkilerimiz iyi olmalı, sağlıklı olmalı. Peki öyle mi? Maalesef, baktığımızda komşu ülkelerle ilişkilerimizin iyi olması bir yana düşmanlık duygularının giderek hâkim olduğu bir noktaya geldik; dostumuz olan bir tane komşumuz kalmamış. AKP Hükûmetinin izlediği yanlış dış politika bizi bu noktaya getirdi. Çok söyledik “Gittiğiniz yol, yanlış yoldur, dönün.”, dinletemedik.

Sayın milletvekilleri, biz komşuluk ilişkilerine çok önem veren bir milletiz. Komşumuz açken tok yatmayı kabullenmeyen bir milletiz. “Ev alma komşu al.” diyecek kadar önemlidir bizim için komşuluk ilişkisi. Ama, en uzun sınıra sahip olduğumuz ve dünya döndükçe komşumuz kalacak Suriye ile ilişkilerimizi bu anlayışa uygun yürütemedik. Komşumuzdaki yangına su dökmek yerine benzin döktük ve komşudaki yangını büyüttük. AKP’nin yanlış Suriye politikasıyla komşuda büyüyen yangın ülkemize sıçradı, belliydi bunun böyle olacağı; uyardık, dinletemedik. Peki, ne oldu şimdi, ne kazandık? Düşmandan başka bir şey kazanmadık, terörden başka bir şey kazanmadık ama çok şey kaybettik. Değerli arkadaşlar, böyle giderse daha da çok şey kaybedeceğiz. Ekonomik olarak kayıplarımız oldu, sosyal kayıplarımız oldu, siyasi kayıplarımız oldu, can kayıplarımız oldu, Orta Doğu’nun bataklığına saplandık. Ülke olarak ciddi bir göçmen sorunuyla karşı karşıya kaldık. Vekili olduğum Gaziantep, göçmen sorununu en sıkıntılı yaşayan illerin başında yaşıyor.

Değerli milletvekilleri, elbette, zorda kalan, topraklarını terk etme noktasına gelen insanların elinden tutmak, kapımızı onlara açmak, dertlerine çare olmak insani bir görev olduğu gibi devlet olarak da yapılması gereken bir davranıştır. Ancak, bunu bir devlet ciddiyeti içinde yapmamız gerekirdi. Sınırları kevgire dönmüş, girenin çıkanın belli olmadığı bir durum, devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan bir durumdur. Sorarım size “Hangi ülkeye böyle elini kolunu sallaya sallaya girilebilir, hangi ülke bunu kabul edebilir?” Hiçbir ülke. Bu konuda da zamanında uyarılarımızı yaptık. “Sınırlarımızı kontrol altına alın.” dedik. “Gelenleri sağlık taramalarından geçirerek kayıt altına alın.” dedik. “Gelen sığınmacılar nerede kalırlar, ne yerler ne içerler, ne iş yaparlar bilinsin.” dedik. Ama her zaman olduğu gibi yine dinletemedik. Kontrolsüz bir geçiş yaşandı. Ben o dönem il başkanıydım Gaziantep’te, gerçekten sınırlarımız kevgire dönmüştü arkadaşlar. Gerçekten hiçbir kontrol olmadan elini kolunu sallayan, kim olduğu belli olmayan, ne olduğu belli olmayan insanlar Gaziantep’e ve oradan da Türkiye’ye yayıldılar.

Şimdi, Gaziantep’te son zamanlarda yapılan çalışmalarla kayıt altına alınan 350 bin Suriyeli sığınmacı var. Bunun dışında, yetkililerce, 100 bin de kayıtsız Suriyeli olduğu söyleniyor. Gerçi bu kayıtsız Suriyeliyi nasıl tespit etmişler, bu da anlaşılır bir şey değil. Eğer tespit varsa o zaman kaydını yapın bari. Yani toplam 500 bin civarında Suriyeli Gaziantep’te yaşıyor. Nizip ilçemizin nüfusu kadar Suriyeli sığınmacı var, İslahiye ilçemizin neredeyse nüfusu kadar Suriyeli sığınmacı var. Bunun yaklaşık yüzde 10 kadarı kamplarda yaşıyor, geri kalanı ise şehre dağılmış bir şekilde yaşıyorlar. Bu durum şehri ekonomik ve sosyal anlamda olumsuz etkilediği gibi güvenlik anlamında da ciddi sıkıntılar yaratmaktadır. Şehirde ev kiraları yüzde 200 civarında artış gösterdi, yeni evlenecekler kiralık ev bulmakta zorlanıyor, bulanlar da ekonomik olarak karşılamakta güçlük çekiyor.

Suriyeli sığınmacılar her iş alanında iş yerleri açıyorlar, vergi yok, sigorta yok, BAĞ-KUR yok ve Gaziantepli esnafla aynı işi yapıyorlar. Bu durum haksız bir rekabet yaratıyor ve Gaziantep esnafını zor durumda bırakıyor. Örneğin ayakkabı sektörü ciddi sıkıntıyla karşı karşıya. Suriyeli ayakkabıcı esnafı Gaziantepli ayakkabıcı esnafıyla aynı iş kolunda ama Suriyelinin 3 liraya ürettiğini, Gaziantepli esnaf 5 liraya üretiyor ve satış da ona göre yüksek miktara çıkıyor ve haksız bir rekabet oluyor. Berberler sorunun giderek arttığını söylüyorlar. Diğer sektörler de bundan farklı değil arkadaşlar.

Sağlık alanında da ciddi sıkıntılar var. Türkiye’nin, Gaziantep’in gündeminden çıkmış olan hastalıklar, örneğin Şark çıbanı, kızamık, çocuk felci gibi sorunlar şu anda ciddi olarak, sıkıntı olarak karşımızda duruyor. Hastaneler hasta sayısına yetişemiyor. Bütün bu olumsuz durum şehir halkını huzursuz etmekte ve çözüm beklemektedir. Gaziantep’te böyle de, Gaziantep esnafında böyle de sığınmacılar iyi durumda mı? Hayır, gelen sığınmacılar da insani koşullardan uzak yaşıyorlar. Çoğu sığınmacı mesken özelliği taşımayan sağlıksız yerlerde barınıyor. Ağır koşullarda ucuz çalıştırılıyor. Bu koşullardan kurtulmak için ölümü de göze alıp Suriyeli sığınmacılar Avrupa’ya gitme yolları arıyorlar.

Değerli arkadaşlar, Gaziantep bu sorunla çok ciddi olarak baş başa, çok ciddi olarak sıkıntılar yaşamakta. Hükûmetten ve yerel yöneticilerden artan sorunların toplumsal olaylara neden olmadan acil çözüm beklediğini ifade ediyorlar. Yetkililerin açıkladığı ve bizim de bildiğimiz gibi Suriye’de savaş bitse de Suriyeli sığınmacıların Gaziantep’ten ve Türkiye’den gitme niyetleri yok. O hâlde oturup bu konuyla ilgili araştırma yapmalıyız, önümüze bir yol haritası çıkarmalıyız. Ben Gaziantep milletvekili olarak bu konuda bir araştırma komisyonu kurulmasını içeren önergemi Meclis Başkanlığına sundum.

Bu önerge çerçevesinde komisyonun bir an önce kurularak çözüm bulunması dileğiyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gruplar adına ikinci söz, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertan’a aittir. (HDP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Ertan, sizin de süreniz on dakikadır.

HDP GRUBU ADINA BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün bu Genel Kurulda uluslararası anlaşma hakkında kanun tasarısı görüşülüyor ancak ben de ortada hâlâ defnedilemeyen, kendi toprağıyla buluşturulamayan cenazelerle ilgili hem de bu sabah daha yayımlanan bir yönetmelikle ilgili konuşmak istiyorum.

Malumunuz olduğu üzere, bu sabah Resmî Gazete’de Adlî Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’te bir hukuk skandalına daha imza atıldı. Yönetmeliğin 10’uncu maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendine yer alan “…belediyeye teslim edilir.” ibaresi “…belediyeye veya mülkî idare amirliğine teslim edilir.” şeklinde değiştirilmiştir.

TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Teslim almıyor belediye, ne yapsın?

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Devamla) – Görevinde işlevsiz hâle getirildiği için.

Aynı bentte, “cevap verilmeyen” ibaresinden sonra gelmek üzere veya cevap verilmesine rağmen ailesi, yakınları veya yetkili temsilciliklerce 3 gün içinde teslim alınmayan ibaresi eklenmiştir. Savaşlarda bile cenazelere saygı gösterilir. Çatışmalara ara verilir ve ölen insanların bedenleri usulünce gömüldükten sonra savaş yeniden başlatılabilir. Ne var ki, uluslararası denetimden sıyrılmak için Kürt halkıyla savaşta olduğunu bile kabul etmeyen Türkiye’de aralık ayından beri Cizre, Silopi ve Sur’da devam eden sokağa çıkma yasaklarında katledilen insanların cenazeleri ailelerinden ve yakınlarından kaçırılmakta ve uzun süre ya morgda bekletiliyor ya da yaşadıkları topraklardan uzağa gömülüyor. Kendi toprağıyla buluşturulamıyor. Dün itibarıyla, Silopi’de cenazesinin defnedilmesine izin verilmeyen 5 kişi, Sur’da 3 kişi bulunmaktadır ve morglarda toplam sayı, bekleyen sayı 50 cenaze şeklindedir. Bölgeden cenazelerin bozulmaya başladığı haberleri geliyor. Sur’da yaşayan iki aile cenazeleri teslim edilmediği için cumartesi günü açlık grevine başladılar. Bölgede yakınlarını kaybeden ailelerin tek derdi devletin güvenlik görevlilerinin katledildiği yakınlarını insan onuruna yaraşır bir şekilde kendi topraklarında gömebilmek ve onlarla vedalaşabilmektir. Ancak bu hükûmet bu insani isteği bile yurttaşlarına fazla görmektedir.

Sayın milletvekilleri, bu yönetmeliğin aylardır yasaklı ilçelerde mülki idare amirleri ve kolluk kuvvetlerinin cenazeleri aileye teslim etmeyip kaçırmalarına yasal kılıf uydurmak için düzenlediği çok açıktır. Adalet Bakanlığı yönetmelikle cenazelerin teslim edileceği makam olan belediyenin yanına mülki idare amirlerini de ekleyerek ablukalar ve operasyonlar nedeniyle etkisiz hâle getirilmeye çalışılan belediyelerimizin yetkileri elinden alınmakta ve vali ile kaymakamların yasaklı ilçelerde cenazeleri gizlice gömmelerine kendilerince hukuken elverişli bir ortam yaratmış olmaktadırlar. Günlerdir bu çatının altında bu uygulamanın kanunlara, insanlığa uymadığını ifade ediyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, Adalet Bakanlığı son derece hukuksuz olan bu cenaze kaçırma olaylarını hukuki bir niteliğe büründürmek istiyor. Hukuka sığmayan bu uygulamanın insanlığa ve ahlaka, insan onuruna uymadığını bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Ne var ki hazırlanan bu yönetmelikle, ne ahlaki ne dinî ne de insani değerler gözetmeyen yönetmelikle yasaların, Anayasa’nın ve uluslararası sözleşmelerin üstüne çıkamazsınız. Kabul etseniz de etmeseniz de hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta kişilerin yakınlarını gömebilme hakkı tanınmıştır. Herkesin, ailesinin geleneklerine ve örf, âdetlerine uygun olarak onurlu bir şekilde gömülme ve toplum ve devlet tarafından nasıl görülürse görülsün, bütün medeniyetlerde kutsal bir değeri ve hatıra sembolü olan bir mezara sahip olmak hakkı vardır. Aynı şekilde, ölenlerin ardında kalan kişilerin de akrabalarını ve yakınlarını defnetme, ahlaki görevlerini yerine getirme fırsatına sahip olma ve insan niteliğini gösterme, son yolculuğuna uğurlama, kederlenme, matem tutma ve ölüyü anma hakkı vardır. Bu haklar kanunla yazılı olarak düzenlemeyi bile gerektirmeyecek kadar doğal ve tartışmasız haklardır.

Değerli milletvekilleri, bu hak tartışmasız olsa da Türkiye’deki defin hukukuna yön veren düzenlemeleri tekrar size hatırlatmak istiyorum:

En başta, Anayasa’nın “Başlangıç” bölümünde insan onurundan, 17’nci maddesinde işkence ve eziyet yasağından ve 20’nci maddesinde özel hayatın korunmasından bahsediliyor. Ölümden sonra insanların gömülmesi ya da ölen yakınları gömebilmek insan onurunun vazgeçilmez bir koşuludur.

Uluslararası hukuka baktığımızda ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını koruyan 8’inci maddesi altında incelenmektedir. Mahkeme bu konuda çok sayıda ihlal kararı vermiştir. Bu kararlarda hem ölen kişilerin hatırasına yapılan saygısızlık hem de ailelerin dinî ve toplumsal inançlarına uygun bir şekilde yakınlarıyla vedalaşmalarını engellemek ciddi bir şekilde eleştirilmiştir. Benzer şekilde, yakınlarının cenazelerini defnedemeyen kişilerin başvuruları da bu süreçte çekilen manevi ızdırap dayanak gösterilerek işkence yasağını düzenleyen 3’üncü madde kapsamında da ihlal olarak değerlendirilmektedir. Bu yönetmelik, ayrıca, cenazelerin usulünce gömülmesini engellemekle birlikte, sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği bölgelerde sivil insanların öldürülmesine yol açan hukuksuzları ortaya çıkarabilecek olan otopsi işlemlerinin de sağlıklı bir şekilde yürütülmesini önlemeyi amaçlamaktadır. Adalet Bakanlığı apar topar gömülen cenazelerin otopsileri hakka ve hukuka uygun bir şekilde yapılmadığı müddetçe yurttaşlarımızın, çocuklarımızın, arkadaşlarımızın devlet eliyle öldürüldüğünü ispat edemeyeceğimizi düşünüyor olabilir. Ancak, buradan peşinen söyleyeyim ki ablukalarda ölen 154 yurttaşımızı katleden sizin yasaklarınız ve sizin silahlarınızdır. Başbakan Ahmet Davutoğlu hiçbir sivil yurttaşın ölmediğine dair açıklamalarda bulunuyor. Sayın Başbakana soruyorum: Kendinden ve yetkisi altındaki güvenlik güçlerinden bu kadar eminse, iddialarını doğrulayabilecek otopsileri engelleme olasılığı bulunan bu yönetmeliğin çıkmasına nasıl müsaade etmiştir?

Sayın milletvekilleri, hepimizin çok iyi bildiği üzere, Anayasa’nın 90’ıncı maddesi iç hukuktaki herhangi bir düzenlemeyle çakışma olması hâlinde Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin üstünlüğünü güvence altına almaktadır. Buradan hareketle ifade etmek istiyoruz ki hazırladığınız bu yönetmelik de tıpkı bölgede yaşanan savaşı destekleyen kanunlar gibi uluslararası insan hakları hukukuna aykırıdır ve bizim nezdimizde yok hükmündedir. Bu yönetmeliğe dayanarak cenazeleri ailelerden kaçırıp onlardan habersiz, kimsesizler gibi defnetmenin hesabını verecek ve cezasını çekeceksiniz. Hiçbir zulüm, hiçbir savaş sonsuza dek sürmeyecek, illa ki yüz yüze bakacağız. O gün geldiğinde Kürt halkının yüzüne nasıl bakacaksınız? Unutmayın, böylesi düzenlemelerle kendinizi cezadan kurtarmış olduğunuzu düşünebilirsiniz ancak halkların nazarında ve vicdanında mahkûmsunuz.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Şahıslar adına Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün.

Buyurun Sayın Tüzün. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti arasındaki uluslararası anlaşmanın 3’üncü maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi de saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye ile Kore sanayileşme açısından birbirine çok benziyor. Türkiye, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Kurtuluş Savaşı sonrası bir harabeden kalkınmış bir ülke yaratmaya çalışıyor, aynı şekilde Kore de yeni bir savaş sonrası kalkınmış bir ülke yaratmaya çalışıyor. Bu benzerlik aynı ama diğer bir benzerlik var, arada elli yıllık bir süre var. Bu iki ülkenin arasındaki elli yıllık sürede ise maalesef 1960’lı yıllarda sanayileşmede birlikte yola çıktığımız Kore’yle… Dünyanın en popüler ülkesi hâline gelmesine rağmen Kore, bugün Avrupa'daki, Avustralya’daki, Asya’daki, Güney Amerika’daki gibi bütün ülkeleri kendine çekerken, gayrisafi millî hasıla ve kişi başına düşen dolarda bizden çok daha gerideyken bugün en önde, dünyanın ilk 30 ülkesi arasına girmeyi başarmıştır.

Değerli arkadaşlarım, buradaki söylemek isteğim konu şu: İki ülkenin sanayileşmesi açısından birlikte çıktıkları süreyle elli yıllık bir süreyle Türkiye ile Kore arasındaki farkın bugün geldiğimiz noktada yani 1960’lı yıllarda Güney Kore’de kişi başına düşen…

Sayın Bakanım, dinliyor musunuz?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Dinlemiyor.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Yok, dinlemiyor. Dinliyor da bir başkasını dinliyor.

YAŞAR TÜZÜN (Devamla) – Size hitaben söylüyorum Sayın Başbakan Yardımcım.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Tüzel, siz Genel Kurula hitap edin.

YAŞAR TÜZÜN (Devamla) – Genel Kurula ediyorum ama Sayın Bakanım da cevap hakkını kullanacağı için onun da dinlemesini istiyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Özür diliyorum.

YAŞAR TÜZÜN (Devamla) – Yasama olarak yürütme kurumuna böyle yetkiyi verdiğiniz müddetçe sonumuz hep böyle olacak arkadaşlar, farklı olmayacak, merak etmeyin yani bunu da bir uyarı olarak söyleyeyim arkadaşlar.

1960’lı yıllarda Güney Kore’de kişi başına düşen millî gelir 275 dolarken Türkiye'de 481 dolardı. Aynı dönemde başladı ama bugün geldiğimiz noktada maalesef Güney Kore’de kişi başına düşen millî gelir 30 bin doların üzerindeyken Türkiye hâlâ 10 bin-12 bin dolarlarda. Aramızdaki fark bu.

AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) – Niye acaba?

YAŞAR TÜZÜN (Devamla) – Size sormak lazım, on üç yıldır siz yönetiyorsunuz Türkiye'yi, biz yönetmiyoruz yani.

Değerli arkadaşlarım, iki ülke de aslında devlet destekli bir kalkınma modeli uyguluyor. Kore kalkınma planlarındaki hedefin üzerine çıkarken Türkiye ancak bunun yüzde 20’sini tutturabiliyor. Aramızdaki fark bu. Bunun sonucunda ise şimdi Kore dünya çapında rekabet edebilecek birçok markası varken maalesef Türkiye'nin bu rekabet markaları söz konusu değildir. İsim vermiyorum, reklam olsun istemiyorum ama bugün Samsung gibi bir markanın hepimizin evine küçük araçlar dâhil olmak üzere girdiğini biliyoruz. Bu nerenin ürünü? Kore’nin ürünü. Kore bizden elli yıl sonra bu hamleleri başlatmış, Türkiye'de özellikle cari açıkla bu hedeflerin kapanabileceğini bu sözleşmede inanıyorsak kuşkusuz biz de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak destek vereceğimizi, oy vereceğimizi ifade etmiştik ama maalesef Türkiye teknoloji konusunda Kore’nin çok gerisinde kalmıştır.

Değerli arkadaşlarım, evet, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz destek vereceğimizi vurguladık. Benim bölgem olan Bilecik’le ilgili de bir konuyu gündeme getirmek istiyorum. Az önce burada Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız vardı, şimdi yok ama Başbakan Yardımcımız var ve Hükûmet temsilcisi olarak burada oturuyor ve Başbakan Yardımcımızı tebrik ediyorum Sayın Bakan. Birlikte daha önceki dönemler çalıştık, Bakandınız, şimdi Başbakan Yardımcısı oldunuz. 10 Ocak tarihi Bilecik için, Bozüyük için çok önemli bir tarih Sayın Bakanım. 10 Ocak İnönü zaferlerinin başladığı bir gün. Biz üç dönemdir Metristepe’nin millî park olması noktasında kanun teklifi veriyoruz. Burada iktidar muhalefet ayrımı yapmıyorum, iktidar partisinden arkadaşımız da benzeri bir kanun teklifi verir ve Metristepe’nin millî park olmasını istiyoruz. Bu sadece Bilecik’in talebi değil, bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin talebi olmalıdır. Çünkü Türk milletinin makus tarihinin yenildiği bir kentte millî parkın yapılması bütün Bilecik halkının talebidir. Bu talebimizi biz kanun teklifi olarak sunduk, Hükûmet tarafından değerlendirilip en kısa zamanda yüce Mecliste görüşülmesini talep ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.

Sayın Tüzün’e kısmen de olsa konuyla ilgili de konuştuğu için özellikle teşekkür ediyorum.

Sayın Tanal ve Sayın Atıcı sisteme girmişler, soru-cevap işlemi yapacağız on dakika süreyle.

Sayın Tanal, buyurun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, bu görüşülmekte olan sözleşme tabii yatırıma ilişkin bir sözleşme ancak, takdir edersiniz, mahkeme kararlarının uygulanmadığı ve mahkeme kararlarının hiçe sayıldığı bir ülkedeyiz biz. Eğer bir ülkede mahkeme kararları uygulanmıyorsa o ülkede hukuk güvenliği yok anlamındadır. Bir ülkede muhalif olanlar terör örgütü suçlamasıyla, “Hükûmete darbe yaptı.” suçlamasıyla, devlet sırrını ifşa suçlamasıyla cezaevlerine atılıp susturuluyorsa yabancıların gelip bu ülkede yatırım yapacağına inanıyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Atıcı…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, sizin Mecliste bulunmadığınız dönemlerde birkaç kez sizin gıyabınızda Mersin’e yapılacak olan yatırımları sordum ve Mersin’in vergi ödemede, vergi tahsilatında 6’ncı sırada olduğunu ve yatırım alma konusundaysa 24’üncü sırada olduğunu ifade ettim. Siz de bir Mersin milletvekilisiniz ve seçim öncesinde “billboard”lara çok ciddi şekilde harcamalar yaparak Mersin’e seçildiğiniz takdirde yapacağınız yatırımları bizlere sıraladınız. Fakat, daha sonraki aşamalarda bu yatırımlarda çeşitli sorunlar olduğu ifade edildi. Acaba bu sorunlar nereden kaynaklanıyor? Bu sorunlar sizden mi kaynaklanıyor, Maliye Bakanlığından mı kaynaklanıyor, Başbakandan mı kaynaklanıyor? Bir türlü bizim havaalanımız, Mersin-Antalya yol projemiz ve turizm alanımız bitmiyor.

BAŞKAN – Sayın Şimşek…

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Sayın Bakanım, yeni görevinizde başarılar diliyorum. Şahsınızın Başbakan Yardımcısı olmasının inşallah Mersin’in makus talihini bu dönem değiştireceğine inanıyorum çünkü Mersin, bu noktada, gerçekten geçmiş dönemlerde çok acı tecrübeler yaşadı. Her dönem bir bakan gönderildi ama maalesef “billboard”lara asılan hiçbir proje gerçekleştirilmedi. Bu dönem, inşallah Adana-Mersin yolu, Mersin-Antalya yolu ve Sahil Bandı Projesi’nin bir an önce faaliyete geçirilmesini bekliyoruz. Bu noktalarda da sizden destek bekliyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Demir…

NURETTİN DEMİR (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, sizin Ulaştırma Bakanlığınız sırasında da bu konuyu konuşmuştuk. Göcek Tüneli’yle ilgili, Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu, seçimler öncesi “Müjdeler olsun, Göcek Tüneli’nden ücretsiz geçilecek.” diye pankartlar astılar ve Dalaman’ın her yerinde bunları vatandaş gördü, bunları görerek de oy verdi ancak gelin görün ki tünel geçiş fiyatına zam geldi, vatandaş kandırıldı. Geçiş ücreti 3,5 liradan 4,5 liraya çıkarıldı, yüzde 35 gibi bir zam geldi. Sayın Davutoğlu bu haberi seçim öncesinde “billboard”larda, pankartlarda duyurduğunda Muğla halkına yalan mı söyledi?

BAŞKAN – Sayın Tüm…

Sayın Yıldırım….

BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) – Teşekkürler Başkanım.

Sayın Bakanım, Adıyaman en fazla işsizlik çeken illerin başında geliyor, “ırgat kenti” adıyla anılır. En çok işsizliğin arttığını, Devlet İstatistik Enstitüsünün kayıtlarında da göreceksiniz.

23 Aralık-28 Aralık arası Adıyaman’ın 6 ilçesinde 107 geçici köy korucusu alımı için ilan çıkarıldı. Adıyaman’da binlerce işsiz varken iş imkânı olarak sadece koruculuk üzerine mi çalışma yürütüyorsunuz?

İkincisi, taşeron işçilerin kadro sorunu ne olacak? Çalıştığım hastaneden defalarca telefonlar, mesajlar aldım. Bu taşeron işçilerin kadroları ne olacak? Durumlarında iyileştirici bir çalışma var mı? Cevaplarınızı diliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Sarıhan…

ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Şunu sormak istiyorum: Seyranbağları’nda bir korsan taşıma sürüyor. Bu konuda bilgisi sorulan AŞTİ Otobüs İşletmeleri ve Acenteleri Derneği Başkanı şöyle bir açıklama yapıyor: “Altı yıl önce büyükşehir belediye meclisinden çıkan bir karar var, bu karara göre kentin altı noktasına cep terminali yapılacaktı, bu hâlâ yapılmadı.” Bu konuda, Seyranbağları’ndaki bu korsan taşımacılık da ulaşım sorunundan kaynaklanıyor ve yaşamsal bir tehdit de oluşturuyor. Acaba bu konularda herhangi bir düzenleme yapılabilecek mi? Çayyolu’nda da aynı problem devam etmekte. AŞTİ’ye kadar gitme zorunluluğu var mı yurttaşların ya da AŞTİ’ye gitmeden ceplerin açılmasıyla taşıma konusunda daha az ücretle ve daha büyük bir can güvenliğiyle düzenleme yapılabilir mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Soruları cevaplandırmak üzere, Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Lütfi Elvan’a söz veriyorum.

Buyurun Sayın Elvan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Yabancı sermaye yatırımlarına yönelik bir soru yöneltildi. Şunu ifade edeyim: AK PARTİ iktidara gelmeden önce aşağı yukarı yıllık ortalama 1 milyar dolar civarında yabancı sermaye girişi söz konusu iken AK PARTİ hükûmetleri döneminde yıllık ortalama 12 milyar doların üzerinde bir yabancı sermaye yatırım girişi gerçekleşmiştir. 2015 yılında ise yaklaşık 12,5 milyar dolarlık bir yabancı sermaye girişi söz konusudur.

Mersin’e yönelik bazı sorular oldu. Birincisi, Mersin’de şu anda söz vermiş olduğumuz projelerin tamamında -herhangi bir aksaklığa meydan vermeden, devam eden projeler başta olmak üzere- tüm çalışmalar yürüyor, herhangi bir aksaklığımız söz konusu değil, ancak sayın vekilimizin Çukurova Havalimanı’na yönelik spesifik olarak sormuş olduğu bu soruda, tek bir başvuru olması nedeniyle, bunun Ulaştırma Bakanlığımız tarafından tekrar gözden geçirilmesine yönelik bir süreç başlatılmıştır; herhâlde bir hafta, on gün içerisinde bunun net cevabını size vereceğim ama herhangi bir gecikme söz konusu olmayacak, bunun da sözünü buradan vermek istiyorum.

Diğer taraftan, Adana-Mersin yoluna yönelik soruyu cevaplandırırsam, bildiğiniz gibi, Adana-Mersin hattında Mersin iskele ve Hal Kavşağı’ndan itibaren Kazanlı’ya kadar olan bölümün yol yapım çalışmalarına başlandı; ihalesi yapıldı, ihale işlemleri sonuçlandırıldı, dolayısıyla 8 şerit hâlinde bu yol Adana-Mersin, Mersin-Adana yol yapım çalışmasına başlandı.

Diğer taraftan, Mersin-Antalya yoluna yönelik ise yoğun bir şekilde çalışmalar devam ediyor. Şu sezonda bile tünel çalışmalarımız yirmi dört saat bazlı olarak devam ediyor, üç vardiya çalışılıyor, herhangi bir aksama söz konusu değil.

Diğer yatırımlara gelince, elbette muhalefet olarak sizin temel göreviniz bunları sormak, biz de bunları teker teker, neleri gerçekleştirdik, neleri gerçekleştireceğiz, sizlere aktaracağız.

Diğer taraftan, taşeron işçilerimize yönelik bir soru yöneltildi. Bununla ilgili, biliyorsunuz 2014 yılında bir yasal düzenleme yapılmış idi. Asli hizmetler ile yardımcı hizmetler tasnifinin, ayrımının yapılıp, buna göre de asli hizmetlerde çalışacak olanların kadroya alınması söz konusu olacak idi. Bununla ilgili çalışma Maliye Bakanlığımız tarafından yürütülüyor, çalışma tamamlanır tamamlanmaz da sonucu sizlerle paylaşacağız.

Diğer bir husus, Ankara Seyranbağları’na yönelik bir soru yöneltildi. Seyranbağları hususunda tabii, spesifik bir bilgi sahibi değilim ama gerekli bilgileri Ankara Büyükşehir Belediyesinden de alıp yazılı olarak bunu cevaplandırabileceğimizi ifade etmek istiyorum.

Bir diğer soru, Mersin’e yapılacak yatırımlarla ilgili yine. Mersin’in özellikle yatırım sıralamasında 24’üncü sırada olduğu ifade edildi. Hâlbuki vergi ödemelerinde çok daha ön sıralarda olduğu söylendi. Tabii, bu 24’üncü sıra, tam olarak gerçeği yansıtmıyor çünkü bu sıralama yapılırken özellikle birden fazla ili ilgilendiren projeler, “muhtelif projeler” dediğimiz projeleri kapsamıyor ve bu, yıldan yıla da değişebiliyor. Bunu da özellikle belirtmek istedim.

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

3’üncü madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi tasarının tümünü oylamadan önce, İç Tüzük’ün 86’ncı maddesi gereğince, oyunun rengini belli etmek üzere, lehte, Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu, aleyhte ise Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can söz istemişlerdir.

Lehte olmak üzere Bursa Milletvekili Sayın Nurhayat Altaca Kayışoğlu.

Buyurun Sayın Kayışoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

2 sıra sayılı Kore Cumhuriyeti’yle serbest ticaret anlaşmasıyla ilgili olarak oyumun rengini belli etmek üzere buradayım ve diğer arkadaşlarımızın da belirttiği gibi, biz, bu tasarıyı uygun görüyoruz.

Ben aslında sizlere hukuk devletinin nasıl katledildiğinden bahsedeceğim. Bunu yaparken de maalesef hukuku katlederek yapacağım. Nedeni de Meclis İçtüzüğü’müz, yeterince demokratik mekanizmaları çalıştıran bir tüzük olmadığı için, muhalefete yeterince söz hakkını tanımayan, sorunları dile getirmemize cevaz vermeyen bir İç Tüzük olduğu için bunun üzerinden söz alıp mecburen ülkemizle ilgili sorunlardan bahsetmek zorunda kalıyoruz.

Hukuk devleti adım adım nasıl katledildi, şimdi size bir hikâye anlatacağım. Ülkemizde eksikleriyle de olsa bir hukuk devleti mevcuttu ve geçmiş iktidarlar döneminde hukuk devleti daha ileriye taşınsın diye birçok düzenlemeler yapıldı. Avrupa Birliğine uyum yasaları çıkarıldı, Anayasa’da, özellikle 2001 yılında yani bir koalisyon hükûmeti döneminde temel hak ve hürriyetlere dair değişiklikler yapıldı. Bu değişiklikler çok kapsamlı bir tasarı olarak gelmişti ve inanın ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çok çok daha ileri seviyede temel hak ve hürriyetleri düzenleyen, koruma altına alan değişikliklerdi.

Sonra ne mi oldu, 2001’deki bu düzenlemelerden sonra? 2002 yılında AKP iktidara geldi ve on dört yılda hukuk devletinin bütün ilkeleri adım adım adım yok edildi. Önce kuvvetler ayrılığı ilkesi yok edildi; yargı bağımsızlığı, masumiyet karinesi, kanun önünde eşitlik ilkesi yok edildi. Bir dönem geldi, dalga dalga operasyonlar, şafak operasyonlarıyla masum insanlar sırf muhalif oldukları için göz altına alındılar, tutuklandılar, yargılandılar. Bir dönem geldi, gerçek suçlular, kişiye özel yasalarla Anayasa’nın 10’uncu maddesi ihlal edilerek koruma altına alındı, naylon faturalara aflar çıkarıldı ve “sıkıyönetim, DGM, özel yetkili” derken adı değişse de sulh ceza mahkemeleri tarafınızdan getirildi, doğal yargıç ilkesi ihlal edildi ve iktidarda siz vardınız.

Neyse, hukuk devleti katledildi ama çok şükür kanun devletiyiz diyorduk. Çünkü, bütün bunları kanunlarla yapıyordunuz ve yargı kararları, çıkarılan kanunlarla etkisiz hâle getirildi. Örneğin Bursa’da Cargill davasını buna örnek verebilirim. Hukukun evrensel ilkelerine uygun olmayan yasalar çıkarıldı; iç güvenlik yasası gibi, büyükşehir yasası gibi. Bugünleri arayacağımızı da düşünemezdik ki öyle bir zaman geldi, kanun devletini de yok ettiniz, yönetmelik devletine geçtiniz. Ne zaman mı? 7 Hazirandan sonra.

Yasamadaki yeterli çoğunluğu kaybeden zihniyet, zorla yürütmeyi elinde tuttu ve ülkemizi, yürütmenin yetkileriyle, yönetmelik devletine geçirdi. Sadece kanunlarla kısıtlanması mümkün olan temel hak ve özgürlükler, sayenizde -örneğin toplantı ve gösteri yürüyüşü yapanın önüne engeller konulmak suretiyle- yönetmelikle düzenlendi ve birçok hak yönetmeliklerle kısıtlanmaya başlandı. “Terörle mücadele” adı altında kişilerin haklarına saldırı muhbirlikle teşvik edildi. İşin ilginç yanı, bunu kullanarak muhalifleri gözaltına aldınız ama, gerçekten, hendekleri ihbar edenlerle ilgili o dönemde hiçbir işlem yapmadınız.

Sonra, geldik ferman devletine. Evet, yürütmeyi paylaşmak zorunda kaldınız, sonra tek kişinin kararlarıyla bu ülkeyi yönetmeye başladınız. Ve son olarak bugün -bir örnek vereceğim- Bursa’da görülen bir davayla ilgili bir yandaş medya bir haber yapıyor, diyor ki: “Paralel hâkimler santrali iptal etti.” DOSAB’da kurulmak istenen termik santralle ilgili açılmış olan davada, pazartesi günü keşfi olan bu davada hâkimleri baskı altına almak için yandaş medya bu manşeti atıyor. Ve istiyorsunuz ki sizin istediğiniz kararları vermeyen hâkimler “paralel” diye damgalansın, baskı altına alınsın, bütün mahkemeler sizin istediğiniz kararları versin, bütün gazeteciler sizin istediğiniz şeyleri yazsın.

İnanın ki bu hukuk devletinin katledildiği süreci tarih yazıyor ve -Bursa’yla ilgili de söylüyorum- o mahkemeleri etki altına alsanız da Bursa halkı adına size buradan söylüyorum: Biz o termik santrali oraya yap-tır-ma-ya-ca-ğız! (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Böylece tüm konuşmalar sona ermiştir.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre vereceğim.

Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı           :237

Kabul                               :232

Ret                                   :4

Çekimser                          :1(x)

                                  Kâtip Üye                                                                      Kâtip Üye

                          Elif Doğan Türkmen                                                            İshak Gazel

                                     Adana                                                                          Kütahya

Böylece tasarı kanunlaşmıştır, hayırlı uğurlu olsun.

5'inci sırada yer alan 5 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri Alanlarda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri Alanlarda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/308) (S. Sayısı: 5)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

6’ncı sırada yer alan 8 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Macaristan Arasında Dostluk ve İşbirliği Antlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

6.- Türkiye Cumhuriyeti ile Macaristan Arasında Dostluk ve İşbirliği Antlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/313) (S. Sayısı: 8)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

7'nci sırada yer alan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/315) (S. Sayısı: 9) (x)

BAŞKAN - Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon Raporu 9 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen gruplar adına ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Saffet Sancaklı’ya aittir.

Buyurun Sayın Sancaklı. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

MHP GRUBU ADINA SAFFET SANCAKLI (Kocaeli) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, Osman arkadaşıma teşekkür ediyorum. Dedim ki arkadaşlar oy kullandıktan sonra gitmesin bir zahmet, ilk defa konuşacağım. Teşekkür ederim Osman Bey.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Hayırlı olsun. Sağ ol kaptan.

SAFFET SANCAKLI (Devamla) – Sağ olun.

Bugün sizlerle Balkan coğrafyasıyla ilgili yaşanmış ve çok acı tecrübelerle şahit olunmuş bir iki olayı paylaşmak istiyorum. Bu anlatacağım olaylar, belki bizlere günümüzde ülkemizde yaşanan ve yaşatılmak istenen kaos ortamıyla ilgili bir fikir verebilir ve daha hassas düşünmemizi sağlayabilir.

Benim atalarım, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Konya Karaman bölgesinden şu andaki Sancak bölgesine göç ettirilmiş, Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı hem yaşamak için hem de Türk’ün ve Müslüman’ın adaletini oralarda göstermek için oraya gönderilmiştir. Oradaki soyadımız “Smailagiç”tir yani Türkçesi “İsmailoğulları”. Tabii, İsmailoğulları, hepinizin bildiği gibi, Osmanlı, Balkanlardan çekilmeye başladıktan sonra, Anadolu coğrafyasına çekildikten sonra, bizler, Türkler orada kaldıktan sonra büyük eziyet çektik ve büyük baskı altında kaldık. Özellikle, benim doğmuş olduğum Sancak bölgesinde -eski ismi Yugoslavya olan- bize Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı yaşatmamak için ellerinden geleni yaptılar. Tabii, o dönemlerde yapılan baskılar sonucunda Türkiye Cumhuriyeti, soydaşlarına sahip çıkarak, kendi soydaşlarının ana vatana gelmesi noktasında anlaşma yaparak Yugoslavya’yı ikna etmiştir. Tabii, bu anlaşma yapılırken Yugoslavya’nın 2 tane şartı var. Birincisi, kişilerin herhangi bir mahkemelik durumunun olmaması. İkincisi, tüm mal varlıklarını satmak zorunda olmaları, yani, “Evet, ana vatana gidebilirsiniz ama üzerinizde hiçbir mal varlığı olmayacak.”

Tabii, yüz binlerce Türk var orada ana vatana gelmek isteyen. Herkes, malını mülkünü satışa çıkarıyor ama alan olmadığı için de satamıyorlar. Rahmetli babama ben “Bu işi nasıl çözdünüz?” diye sorduğumda, dedi ki: “Evladım, kalan komşularımız vardı, bütün mal varlığımızı komşuların üzerine yaptık, hatta tapu masraflarını da cebimizden ödedik ve cebimizde 1 lira olmadan ana vatana geldik.” Ben çocuktum, 2,5 yaşındaydım ana vatana geldiğimizde. Biraz büyüdükten sonra rahmetli babama sordum, dedim ki: “Baba, İsmailoğulları, Balkanların en büyük ailelerinin başında gelen bir ailedir. Biz o kadar malı mülkü, o kadar toprağı, o kadar araziyi nasıl bırakıp geldik, niye geldik?” Dedi ki: “Evladım, mal mülk her zaman alınır, her zaman kazanılır ama bize Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı yaşatmadıkları için biz, her şeyimizi bıraktık, özgür bir vatana, toprağımıza, al bayrağımızın altına ve ezan sesinin altına geldik. Onun için, hiç merak etme çok yakın bir zamanda gün gelir mal, mülk gene kazanılır.”

Bunları niye anlattım size? Birazdan Yugoslavya’nın nasıl dağıldığını anlatacağım da… Ben orada doğdum, hâlâ şu anda o bölgede, kanımı taşıyan, soy ismimi taşıyan, “Smailagiç” soy ismiyle yaşayan 10 binin üzerinde akrabalarım var. Bu olayları yaşadık, bir yerden okuyup da anlatmıyorum.

Yugoslavya nasıl dağıldı? 1970’li yılların ortalarında Yugoslavya’da çok güçlü bir lider var, hatırlayanlarımız var tabii, Tito. Ülkede diğer komünist ülkelere göre refah seviyesi yüksek, iyi yaşayan bir ülke. 75’li, 76’lı, 77’li yıllarda halkın arasında bir konuşma başlıyor. Bu konuşma ne? O dönemde Yugoslavya’da 7 tane etnik grup var: Boşnaklar var, Hırvatlar var, Sırplar var, Slovenler var, Makedonlar var. Bunlar ne konuşmaya başlıyor biliyor musunuz sayın milletvekili arkadaşlarım: “Bizler, evet, iyi yaşıyoruz ama bizim daha iyi yaşamak için bazı isteklerimiz olacak. Nedir bunlar? Biz ana dilimizde de kendi eğitimimizi yapalım, bayrağın yanına başka bir bayrak da koyalım, ne olacak ki, zaten huzur içinde yaşayan bir ülkeyiz. Hatta daha da mutlu oluruz bunları yaparsanız.” Tabii, bu konuşuluyor, konuşuluyor, zaman geçince Tito’nun danışmanları, yardımcıları kendisine gidip halktan böyle bir istek olduğunu söylüyor. Kendisi de diyor ki: “Peki, ne yapalım? O zaman, bir referandum yapalım.” Ve referandum yapılıyor, yüzde 90’ın üzerinde “evet” oyu çıkıyor ve bütün etnik gruplar kendi ana dillerinde istedikleri gibi eğitim, bayrağın yanına başka bir bayrak daha koyarak hayatlarını mutlu bir şekilde devam ettiriyorlar. İlk birkaç sene bir problem yok ama Tito öldükten birkaç sene sonra, 90’ın başında, Yugoslavya, 18 milyon nüfusu olan Yugoslavya, 7 parçaya bölünüp ülke 7 tane küçücük ülkeler hâline geliyor. Ve şu anda hepimiz yaşıyoruz bu 7 tane ülke ne hâlde, ne durumda.

Tabii, bu kirli senaryolar, hem dış güçlerin hem bilmem kimlerin bu senaryoları Türkiye Cumhuriyeti’nde de uygulanmak isteniyor arkadaşlar. Bizim, burada milletvekilleri olarak, halkımızı temsil eden milletvekilleri olarak çok uyanık olmamız gerekiyor. Tabii, bir ülkeyi bu hâle getirmek istiyorsan, önce millî, manevi değerlerinin yıpratılması ve bu konuda ciddi bir çalışma yapılması gerekiyor. Kimse üzerine alınmasın, kimseyi suçlamak için söylemiyorum, buraya herhangi bir polemik için de çıkmadım, hiç tarzım da değil ama bazı gerçekleri, bu son yıllarda yaşanan bazı gerçekleri de burada konuşmak istiyorum arkadaşlar.

Son yıllarda millî, manevi değerlerimiz ciddi manada yıpranmış vaziyette. Bundan on yıl önce konuşmaya bile korktuğumuz, düşünmeye bile çekindiğimiz olaylar, maalesef normal hâle gelmeye başlamıştır arkadaşlar. Birkaç tane örnek vermek istiyorum. Son yıllarda, özellikle, çok hassas olduğumuz “Türk” kelimesi, Anayasa’dan çıkarılmak istenmektedir. Türk Bayrağı, tahrik unsuru olarak görülmeye başlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti tabelaları birçok yerden kaldırılmıştır. İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmayarak saygısızlık gösterilmiştir. Andımız, okullarda yasaklanmıştır ve kaldırılmıştır. “Bayrak” şiiri, aynı şekilde, okullardaki kitaplardan çıkarılmıştır. Bu ülkenin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün büstleri yıkılmaya başlanmıştır. Camilerimiz maalesef ve maalesef propaganda malzemesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, çeşitli, uydurulmuş davalarla prestiji ve önemi ciddi manada sarsılmıştır.

Bundan birkaç sene önce Balkanlarda bir ülkeye gittiğimde, oranın Millî İstihbarat Teşkilatı ayarındaki adamını tanıyorum ben, arkadaşım; sohbet ettiğimizde -ülkenin ismini vermeyeyim, şey olmasın diye- bana dedi ki: “Saffet kardeş, ben Amerika’da on beş gün Beyaz Sarayda ağırlanan tek resmî adamım bu ülkenin tarihinde.” “Tebrik ederim, ne yaptınız orada?” dedim, “On beş gün, ülkemizin sorunlarını, geleceğini konuştuk ve dünyayı konuştuk.” dedi. “Sonra ne yaptınız?” dedim, “Sonra ülkeme gelir gelmez 2.500 kişiyi tutukladım.” “Peki, niye tutukladın?” dedim, “Hükûmeti devirmek, ülkenin düzenini bozmak istedikleri için tutukladım." dedi. “Peki, kimlerdi bunlar? Meslek grupları nedir?” dedim, dedi ki: “Asker var, polis var, gazeteci var, iş adamı var.” ve birkaç tane daha meslek saydı. Bu anlattığım hikâye, birkaç yıl öncesini hatırlatıyor mu sevgili arkadaşlar size? Yani birileri bir yerde bir oyun oynamaya başladı mı, onu da tutturdukları zaman bunu ülke ülke devam ettiriyorlar. İşte, bizim burada uyanık olmamız gerekiyor.

Tabii, bütün bunları anlattım, daha önce ana vatandan Balkanlara göç edip vatan kaybeden bir kardeşiniz, daha sonra da tekrar Balkanlardan ana vatana dönerken bir vatan daha kaybetmiş yani iki defa vatan kaybetmiş bir milletvekili arkadaşınız olarak konuşuyorum ve buradan sesleniyorum bir Türk evladı olarak: Benim artık kaybedecek başka bir vatanım kalmamıştır, benim gidecek başka bir vatanım da kalmamıştır. Son yıllarda Suriye’den gelen birçok insanı biz istihdam ettik, bakıyoruz, ediyoruz çünkü biz Türk milletiyiz, biz zor durumda olan insanlara bakarız, evimizi açarız, cebimizdeki son paramızı da veririz ama bizler eğer Türkiye’de, Allah korusun, bu duruma, bir sıkıntıya gelecek bir durum olursa ben biraz evvel dedim ya benim gidecek yerim yok, kaybedecek vatanım yok, sizlerin de yok arkadaşlar. Hiç birimizin ne kaybedecek bir vatanı var ne de gidecek yerimiz. Bizi kimse kabul etmez.

Ulu Önder Atatürk’ün kurtuluş savaşı vererek bize emanet etmiş olduğu bu Türkiye Cumhuriyeti bizim sahip çıkmamız gereken en önemli noktadır. Bunu herkes çok iyi bilsin ki Türkiye Cumhuriyeti bölünmez bir bütündür. Bunu herkes bilsin ki Türkiye Cumhuriyeti’nin 1 santimetrekaresini kimseye vermeyiz. Bunu herkes çok iyi bilsin ki şehitlerimizin kanından ilham alan Türk Bayrağı’nı gönderden indirtmeyiz, yanına da başka bayrak koydurtmayız. Bunu herkes çok iyi bilsin ki semalarda yükselen ezan sesini kimsenin susturmasına müsaade etmeyiz.

Saygıdeğer milletvekilleri, yüzyıllardır bu coğrafyada “Hristiyan dininin haçı mı, yoksa İslam dininin sembolü hilal mi?” savaşı yaşanmaktadır. Bunun kavgası yüzyıllardır vardır. Tabii, bizler İslam dininin sembolü olan hilalin etrafında toplanmış bulunuyoruz ve bu mücadeleden galip çıkmak için elimizden geleni yapıyoruz.

Tabii, Balkanlarla ilgili son bir iki örnek daha vererek konuşmamı bitireceğim. Dakikam…

BAŞKAN – Var, süreniz var.

SAFFET SANCAKLI (Devamla) – Beş dakika hediye edeceğim, alacağım olsun.

Balkanlar denince, özellikle Bosna denince akla Aliya İzzetbegoviç gelir, Srebrenitsa katliamı gelir, soykırım gelir ve eli kanlı diktatör Miloseviç gelir. Miloseviç, Sırpların lideri, Boşnak tepelerini bombalarken tepeden aşağı bakarak söylediği “Türklerden intikamımızı aldık.” sözünü de hiçbir zaman unutmadık ve unutmayacağız. Bu, bizim hep aklımıza gelir.

Balkanlara tabii ki çok seyahatleriniz olmuştur. Bugün, Bosna’da ve Sancak bölgesinde kahve içtiğimiz fincanların neden kulpsuz olduğunu biliyor muyuz arkadaşlar? Nedenini söyleyeyim, bilenlerimiz mutlaka vardır. Sırpların Çetnik selamı dedikleri, başparmak, işaret parmağı ve orta parmakla yaptıkları işaret Çetnik işaretidir.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Gösterir misin.

ERKAN HABERAL (Ankara) – Göster, göster.

SAFFET SANCAKLI (Devamla) – Göstermeyeyim.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Gösterme, görsetme.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Saffet Bey, istavroz dedikleri şey o, Çetnik işareti değil. Bakın, şu şekilde kulpu tutmaması için. İstavroz çekerler, ondandır.

SAFFET SANCAKLI (Devamla) – Teşekkür ederim, müsaade ederseniz devamını getireceğim.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Ya, bir laf atma artık, dinle yahu, Allah rızası için bir dinle.

SAFFET SANCAKLI (Devamla) – Müsaade ederseniz…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Sancaklı.

SAFFET SANCAKLI (Devamla) – Teşekkür ederim, bilmediğimiz konuları öğrenmekten de mutlu oluyoruz.

Bunu aynı zamanda istavroz çıkardıkları zaman yapıyorlar. Şimdi, tabii, bunu yaparken bizim Müslüman Türk kardeşlerimiz de… Kahveyi hepimiz içerken üç parmakla kulpundan tutup içiyoruz. Bosna Savaşı sırasında yüzük parmağını ve küçük parmağını kestiler Müslümanların, Türklerin orada, sadece o Çetnik selamını bize uygulatmak için. O yüzdendir ki Bosna’daki ve Sancak’taki bizim Müslüman kardeşlerimiz, Türk kardeşlerimiz kulpunu kırmıştır ve şöyle içerek hilal yapmıştır arkadaşlar. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Fincanın altında da bayrak vardır, yıldız vardır.

SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Teşekkür ederim.

Tabii, bunları niye anlatıyorum? Bir ajitasyon diye anlatmıyorum ama Balkanlarda bizim temsilcilerimiz, bizim oradaki kardeşlerimiz zor durumdadır. Sahip çıkmamız gerektiği noktasında anlatıyorum.

Tabii, oradaki Müslümanlara şöyle söyleniyor: İsterse Boşnak olsun isterse Makedon olsun veya Karadağlı veya Sırbistanlı, fark etmez, onları Türk olarak kabul ediyorlar. İslam diniyle şereflendirilmiş olanlara, Balkan coğrafyasında dinini değiştirmiş Müslümanlara, Türkleşmiş, Türk olmuş denmektedir ve denilmeye de devam edecektir. Durum böyleyken Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti olarak Balkanlarda yaşayan kardeşlerimizi, “Biz Türk’üz, evladıfatihanız, Osmanlı’nın son sancağı biziz.” diyen bu kardeşlerimizi bir an olsun yalnız bırakmamalıyız. Buradan sesleniyorum, Milliyetçi Hareket Partisi olarak kırk yedi yıldır dünyadaki bütün Türklerle ilgimiz, alakamız ve gözümüz nasılsa, Balkanlardaki Türk soydaşlarımızın da yanında olduğumuzun, onları hiçbir zaman yalnız bırakmayacağımızın sözünü buradan yüce Türk milleti önünde veriyorum.

Son olarak, Bosna Savaşı sırasında, Hırvatların Mostar şehrinin hâkim tepesi olan Hum Tepesi’ne devasa bir haç heykeli dikildi arkadaşlar. Bu heykel, 1992 yılında yapılan bu katliamın, Avrupa’nın ortasında yapılan bu zulmün bir simgesi olmuştur. Bu heykel dikildikten sonra, Hırvat komutan, cennetmekân Aliya İzzetbegoviç’e heykeli göstererek “Bak, biz bu haçı sizin topraklarınıza nasıl diktik. Şimdi, sizin hilalden daha yukarıda bir haçımız var, bunu kaldırmaya gücünüz yetecek mi?” diye sorar. Aliya İzzetbegoviç de şöyle der: “Hele bir gece olsun, cevabımı akşam vereyim.” Akşam karanlığı çöktüğünde komutanı çağırarak “Gel komutanım, cevabını vereyim.” der Hırvat komutana ve işaret parmağını, şehadet parmağını göğe kaldırarak tüyleri diken diken eden şu sözleri söyler: “Sayın komutan, şimdi sen de bir semaya bakıver. Şu hilali ve yıldızı görüyor musun, senin onları yok etmeye gücün yeter mi? Ne kadar yükseklere haç dikseniz de onu geçemezsiniz ve asla onu oradan indiremezsiniz. Onlar semada olduğu müddetçe biz de inşallah varlığımızı devam ettireceğiz.” der, efsane bir cevap verir. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu cümleden olarak da ben de Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır diyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, sözlerimi bitiriyorum.

Bizler halk tarafından seçilmiş milletvekilleri olarak partilerimizin adına burada bulunuyoruz, temsil ediyoruz. Elbette ki partilerimizi kollayacağız, elbette ki savunacağız. Oy oranlarımızı artırmak için elimizden geleni yapacağız ve bunun için de büyük çaba göstereceğiz ama unutmamamız gereken en önemli konu şudur: Önce vatan, önce vatan, önce vatan. Bu cennet vatan özgür olmaz ise ne partilerin bir anlamı kalır ne de bizim milletvekilliğimizin; herkesin dilinde olan bu ceylan derisi koltuklar da bir işe yaramaz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sancaklı.

SAFFET SANCAKLI (Kocaeli) – Geçmedim değil mi süremi?

BAŞKAN – Yok yok, üç dakika bir alacağınız var.

Teşekkür ediyoruz.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına ikinci söz Mardin Milletvekili Mithat Sancar’a aittir.

Buyurun Sayın Sancar. (HDP sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz yirmi dakikadır.

HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ile Romanya Arasında Savunma İşbirliği Anlaşması hakkında söz aldık ama ben de diğer arkadaşlarımın yaptığı gibi, ülke gündemiyle ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşacağım. Bunun İç Tüzük’le ilgili sebeplerini biraz önce CHP adına konuşan arkadaşımız anlattı, bu konuda halkımızın da anlayışını rica ediyorum.

“Savunma” deyince aklımıza tabii pek çok şey geliyor ama ben son günlerde çok konuştuğumuz bir konuyu biraz hafıza tazeleme suretiyle bir daha gündemimize almayı önereceğim. 1990’ların ilk dönemlerinden söz ediliyor sürekli, oraya dönüş var mı yok mu tartışması yürütülüyor. Ben size bazı verileri sunayım, orayla benzerlikler var mı yok mu onları birlikte değerlendirelim ya da kamuoyunun takdirine bırakalım.

1990’lardan söz edildiğinde tabii ilk akla gelen Çiller dönemi. 1993’te başlayan bir hükûmet dönemi var. Özellikle o dönemle ilgili bilgileri aktarmak istiyorum ki paralellik var mı yok mu, benzerlik nerededir, daha iyi görebilelim. Şunu da eklemek isterim elbette: Durup dururken sürekli benzetmeler ve kıyaslamalar yapmayı doğru bir yöntem olarak görmediğimi belirteyim yani her konuda illa bir yeri bir yere benzetmek gerekmiyor ama kıyas ve benzetmeler, bu örnekler bazen mecburen kullanılır daha iyi anlaşılmak için. Ayrıca, tabii, ortada bu kadar fazla laf varken bu iki dönem arasındaki kıyaslamalar çerçevesinde, buna ilişkin bir derli toplu değerlendirme de bu nedenle mecburi hâle geliyor.

Hatırlarsınız ya da hatırlar mısınız bilmiyorum, Çiller Hükûmeti göreve başladığında, 10 Ekim 1993’te Viyana’da bir konuşma yapmıştı Başbakan Tansu Çiller ve Bask modelinden söz etmişti, “Kürt sorununun çözümü için Bask modelini konuşabiliriz, Bask modelini tartışabiliriz.” gibi bir ifadesi vardı. Bu sözü kullandıktan sonra yine malum çevreler -bunları biraz sonra açacağım- devreye girdiler ve hemen ayar verdiler. Kısa bir süre sonra Tansu Çiller’in çizgisi de, dili de değişti, radikal bir şekilde değişti; devletçi bir çizgiye çekildi, dilini de buna göre ayarladı.

Bundan önce yaptığımız konuşmada derin devleti tartışmıştık. Bu derin devletin çeşitli organları var, çeşitli mekanizmaları var, aslında görünen devletin büyük bir kısmını onlar idare ediyor idi ve onların yönlendirmesiyle -ya da onların ayar vermesiyle- yeni bir politika izlemeye başladı Çiller ve Hükûmeti. Ne oldu? Ardından yaşananları da kısaca hatırlayalım. Sivas’ta ve Başbağlar’da katliamlar oldu. Bu katliamlar kamuoyunun gözü önünde cereyan etti. Özellikle Sivas katliamı neredeyse canlı yayınlandı ve hükûmet hiçbir şey yapmadı bunu önlemek adına. Bir süre sonra Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerinde savaş uçakları bombalar yağdırdı. 38 köylü öldürüldü. O dönemki gazete haberlerine bakarsanız Çiller’in ilk değerlendirmesinin ne olduğunu görürsünüz. Çiller “Türk Hava Kuvvetlerine ait uçaklar değildi onlar.” dedi. O zaman bu sözler üzerine bir tartışma başlamıştı “Örgütün savaş uçakları mı var acaba?” diye. Kısa bir süre sonra dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe açıklama yaptı: “Hayır, o uçaklar Türk Hava Kuvvetlerine ait idi ama o bölgede teröristler bulunuyordu, onları etkisiz hâle getirmek için bombalama yapıldı.” dedi. Ama orada bulunan, “terörist” dediği kişilerle ilgili herhangi bir delil sunmadı, sadece 38 köylünün bombalarla parçalanmış cenazeleri vardı ortada.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş de geri kalmadı, o da bir açıklama yaptı, “O uçaklarda kayışların gevşemesi nedeniyle bombalar yanlışlıkla düştü.” dedi. Evet, sonuçta, başlarda Başbakan bu bombalamayı reddediyor, inkâr ediyor; İçişleri Bakanı kabul ediyor, başka bir gerekçe söylüyor; Genelkurmay Başkanı ise bambaşka bir gerekçeyle olayın doğru olduğunu söylüyor, kabul ediyor. Yirmi yıl sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye, bu olayla ilgili, yaşam hakkını ağır bir şekilde ihlal ettiği gerekçesiyle mahkûm ediliyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine sunulan belgelerde katliamın Türk Hava Kuvvetlerine ait uçaklar tarafından gerçekleştirildiği açıkça pek çok belgeyle ortaya konuluyor.

Neyi hatırlatıyor bize bunlar? Bunlar, terörle mücadele adı altında kullanılan yöntemlerin hükûmetleri hangi noktaya doğru çektiğinin ilk önemli göstergesi biraz önce aktardığım bilgiler. Artık güvenlik bürokrasisine ve güvenlikçi zihniyete teslim olmuş bir hükûmet, katliamlar onun sorumluluğu altında gerçekleşiyor. Bunları inkâr etmek üzere çeşitli gerekçeler ileri sürüyorlar ama tarih önünde yalancı durumuna düşüyorlar; sadece katil değil, aynı zamanda yalancı konumunda yer alıyorlar tarih önünde.

Olaylar devam ediyor; Bahtiyar Aydın’ın katledilmesi olayı var, ardından gelen Lice katliamı. Bütün bunlarda da o zamanın görevlileri, bakanları kendi sorumluluklarını örtmek için binbir yalan uyduruyorlar. “Bunları teröristler yaptı.” dediler, Bahtiyar Aydın’ın suikasta kurban gittiğini, teröristler tarafından öldürüldüğünü söylediler, Lice katliamını inkâr ettiler, sonra ama bütün gerçekler ortaya çıktı. Evet, Bahtiyar Aydın da devlet içindeki bir yapılanma tarafından öldürüldü, Lice katliamını da o zamanki Özel Harekât birlikleri gerçekleştirdi. Sonra Özgür Gündem gazetesi bombalandı, basın susturulmak istendi. Her yer kontrol altına alınmak isteniyordu çünkü gerçekler ortaya çıktığında kaçacak yer bulamayacaklarını biliyorlardı.

Pek çok olay oldu, pek çok cinayet işlendi; faili meçhuller bunun en karanlık, en kara, en acılı sayfasıdır. Dönemin önemli isimlerinden biri Özel Harekât mensubu Ayhan Çarkın’ı hepiniz biliyorsunuz, yaptığı itirafları da okumuşsunuzdur. Ben sadece bir bölüm okuyacağım, bugün Hükûmetin takındığı tutumun hangi zihniyeti hatırlattığını yine takdirlerinize bırakacağım.

“Ben 1986’da güneydoğuya ilk gönderilen 320 kişilik Özel Harekât grubu içindeydim.” diyor Ayhan Çarkın. “1990’a kadar bölgede kaldım. Hepimiz kana bulanmıştık. Öyle korkunç şeyler yapıldı ki o halka... Gittiğimizde baktık, adamın biri gelmiş, çoluğun çocuğun içinde adamın birini çırılçıplak soymuşlar, milleti köy ortasında toplamış, dayak atıyorlar. Bir Kürt’ü PKK’lı diye çırılçıplak soyan bir zihniyet nedir? Bunun adı terörle mücadele değildi, bunun adı ihanetti. Ben bu halka, Kürtlere uçak kullanıldığını gördüm. Top kullanıyorsun, tank kullanıyorsun, mayınlar kullanıyorsun halkına karşı. Bu ateş hepimizi yakacak. Tırnaklarını söktük, dilini yasakladık, biz bunların hepsini yaptık. Bir özür dilememiz lazım Kürtlerden.” diye devam ediyor. “Pek çok olayı bizimkiler yaptı ve PKK’nin üzerine attılar. Mesela, Başbağlar katliamı kesinlikle Ergenekon zihniyetinin ürünüdür.” diyor. Daha sonra, katıldığı yargısız infazlarla ilgili ayrıntılı bilgiler sunuyor.

Şimdi, bugün de haftalardır süren sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili önergeler veriyoruz, burada konuşmalar yapıyoruz, bilgiler sunuyoruz. Bize verilen standart cevap: “Oradaki bütün ölümlerin sebebi teröristlerdir. Sivil ölüm yoktur, öldürülenlerin hepsi de teröristtir.” deniyor. Listeler oluşturduk, hepsini yaşlarıyla, meslekleriyle, vurulduğu yerlerle, ilgili bakanlıklara sunduk, Meclis gündemine getirdik ama yine ısrarla tek bir açıklama yapıyorlar: “Orada vurulanların hepsi terörist ve biz burada terörle mücadele ediyoruz.” Bunu lütfen hatırlayın, bu söylediğimizi lütfen hatırlayın.

HASAN TURAN (İstanbul) – Terörle mücadele yok mu?

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Terörle mücadele yapacağım diye İsrail…

HASAN TURAN (İstanbul) – Yok mu?

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Bir dinler misin, dinler misin güzel kardeşim, söyleyeyim. Terörle mücadelenin yöntemi var.

HASAN TURAN (İstanbul) – O bölgede hiç terörist yok mu?

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Söyleyeyim, söyleyeyim.

ŞAHİN TİN (Denizli) – Askerleri kim vuruyor, onu söylesene.

SAİT YÜCE (Isparta) - Kim vuruyor polisi, askeri?

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Sevgili kardeşim, bekleyin söyleyeyim size.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyin lütfen.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Terörle mücadele adı altında yapılan her şeyi meşru görürseniz…

HASAN TURAN (İstanbul) – Terörle hiç mücadele yok mu?

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Bir dakika, dinleyin.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – 1990’ları bırakın, 2016’dayız.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – … öldürülen her sivile öyle ya da böyle teröristle ilişkili derseniz İsrail’i asla kınayamazsınız. Neden? İsrail Gazze’yi niye abluka altına alıyor? Bu benzetmeyi de yapmayı tercih etmezdim ama mecbur kalınca, daha iyi anlatmak için söylemek zorundayız. Niye ablukaya alıyor? Resmî gerekçesi şu…

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Kötü misal emsal olmaz.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Dinleyin, lütfen dinleyin.

Resmî gerekçesi şu: “Orada teröristler var. Gelen gıdalar teröristlere gidiyor. Gıda adı altında teröristlere silah gönderiliyor.” diyor. Biz de diyoruz ki: Sen terörle mücadele bahanesi altında bir halkı kolektif olarak cezalandırıyorsun. Buna hakkın yok diyoruz. Başından beri aynı çizgiyi, burada aynı görüşleri ve tutumu savunuyoruz biz. Aynı şeyi Amerika’nın terörle mücadele adı altında açtığı Guantanamo Hapishanesi için de söyledik. Eğer onlar yanlışsa burada terörle mücadele adı altında yapılanlar da aynı şekilde yanlıştır, suçtur.

Hamas’ın…

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – İsrail askerlerini Kanas’la birisi vursun bakalım ne oluyor!

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Hamas’ın… Hamas’ın…

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – İsrail askerlerini Kanas’la vursunlar bakalım ne oluyor!

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Şöyle söyleyelim: Hamas’ın…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen hatibe müdahale etmeyelim.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Dinlerseniz anlatacağım.

Peki şöyle söyleyeyim: Ben size hafıza tazeleme konusunda yardımcı olmaya çalışıyorum. Biliyorum, ayna güzel bir şey değildir; eğer yüzünüze…

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Sen de bak aynaya ya!

MİTHAT SANCAR (Devamla) – …kendi yüzünüze bakmaya cesaret edemiyorsanız aynaya bakmayı istemezsiniz.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) – Sen de bak aynaya. Teröristi savunuyorsun! Sen de bak aynaya!

ŞAHİN TİN (Denizli) – Askeri kim öldürdü, onu söyle.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Bombaları kim yerleştirdi?

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Ben size bir noktada bir ayna tutmaya çalışacağım, ister bakın ister bakmayın. Ben diğer yanına da geleceğim, çözüm konusundaki görüşlerimi de söyleyeceğim ama sabrınız olursa. Eğer sabırla dinlerseniz, birbirimizi dinlemeyi becerirsek o zaman belki bir yere varırız. Derdim burada öyle basit bir polemik değil gerçekten. Sadece bu ülkede bu konulara akademik olarak da siyasi olarak da emek sarf etmiş ve kalıcı adil bir barış konusunda her zaman elinden geleni yapmış, şimdi de bunun için uğraşan bir kardeşiniz, bir arkadaşınız olarak konuşuyorum. Bunlar hoşunuza gitmeyebilir ama dinleyin. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Yapılanları takdir mi edeceğiz?

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Dinleyin lütfen, dinleyin.

Sizin herhangi bir olayla suçlanmanız hâlinde, buna karşılık “Onlar da bunu yaptı.” demeniz sizi aklamıyor. O nedenle “Bakın, biz bunu yaptık.” itirafı anlamına geliyor. “Onlar bunu yaptılar ama…” dediğiniz anda “Evet, biz de bunları yapmışız.” dedi…

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – “Onlar” dediğiniz teröristler.

ŞAHİN TİN (Denizli) – Devletine başkaldırmış, ne yapacak devlet?

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Şimdi, eğer sabır gösterirseniz…

HASAN BASRİ KURT (Samsun) – Sabır gösteriyoruz.

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Göstermiyorsunuz maalesef ama gittiğiniz yolun ne kadar kötü olduğunu sizin de çok iyi bildiğinizi biliyorum. Bu yolun çıktığı yerin ne olduğunu burada oturan vicdanlı arkadaşlarımın da Hükûmet sıralarında oturanların da, bildiğini biliyorum. Bakın, Bakanınızla da bu konuları uzun uzun konuştuk -kendisi de bilir- yanında oturan arkadaşımla da. Birlikte bu sorunların nasıl çözüleceği konusunda yurt dışı gezileri yaptık ve birlikte çok şey öğrendik, bırakın bunları paylaşalım sizinle. Kabul edersiniz etmezsiniz ama bırakın bunları sizlere aktaralım, sizler de dinleyin.

Şimdi, dün Sayın Cumhurbaşkanı bir açıklama yapıyor, “Bütün kamu kurumları temizlenecek.” diyor. Aklıma Batı Çalışma Grubu geliyor, aklıma Batı Harekât Konsepti geliyor. Bunları yaşamış insanlarsınız siz, nasıl bu kadar çabuk unutabiliyorsunuz? Devlet koltuğuna oturmak insanı birdenbire nasıl daha önce karşı çıktığını iddia ettiği bir zihniyetin diline, yöntemine, içine çekebiliyor. Şunu söylüyoruz: Tansu Çiller bütün bu suçları işledi, o hükûmet bütün bu suçları işledi, bu suçların hesabını veremeyeceğini gördüğü anda günah keçisi aradı, günah keçisi yaratıp kamuoyunu bununla oyalamak istedi. O günah keçisi de o zamanlar burada oturan bizim milletvekillerimizdi, DEP’in milletvekilleriydi. O milletvekilleri yaka paça alındı buradan, götürüldü. Daha sonra serbest bırakıldıklarında, büyük bir haksızlığa uğradıklarını o dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül de teslim etti; kendileriyle görüştü, o dönemi lanetledi, mahkûm etti. O dönemde yapılanların bu ülkede yarayı derinleştirdiğini pek çok insan gördü, toplumun büyük bir kısmı gördü. Sizin içinizden de çok insan o dönemde bunu basında da, Mecliste de dile getirdi, söyledi.

Şimdi, bütün bunları yaşamış ve bütün bunların içinde bulunmuş insanlar olarak nasıl içiniz elveriyor bugün? Bu kadar rahat aynaya nasıl bakacaksınız?

MEHMET METİNER (İstanbul) – Siz ne zaman bakacaksınız aynaya Mithat Hoca?

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Sıkıştığınızda dokunulmazlıkları gündeme getirmekle olmaz, buradan gidemezsiniz arkadaşlar. Eğer 28 Şubat bir darbe idiyse, bir cinayet rejimi idiyse, o Sincan’da yürüyen tank halkı ezmek için yürüdüyse sizler aynı yöntemleri kabul edemezsiniz, etmemelisiniz. Vicdan bunu emrediyor.

MEHMET METİNER (İstanbul) – O yöntemleri siz uyguluyorsunuz.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Vicdan bunu emrediyor, vicdan bunu emrediyor.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Sizden farklı düşünenleri siz susturuyorsunuz. Burada da demokrasiden bahsediyorsunuz.

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Eğer bunları tartışmasız, sorunsuz kabul ediyorsanız sizi tarihe ve Allah’a havale ederim.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Aynaya bakacak yüzünüz var mı ya!

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Sevgili -sürekli laf atan arkadaşımız kim bilmiyorum ama- Mehmet Metiner bu konuda en son konuşacak insan!

MEHMET METİNER (İstanbul) – Mithat Hocam, aynaya bakacak yüzünüz var mı ya! Her tarafınızdan kan akıyor ya!

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Şunu söyleyeyim arkadaşlar: Bunun çözümü bellidir.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Yavuz hırsız misalisiniz ya!

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Eğer bu çözümü istiyorsanız yöntemi denedik. Evet, çeşitli eksiklikler nedeniyle yürümeyen bir süreç…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Çözüm yöntemini siz de denediniz. Niye ısrar ediyorsunuz çözümsüzlükte?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen müdahale etmeyelim.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Niye silahı bırakmıyorsunuz? Niye silahla bir halkı tehdit etmeye çalışıyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Sayın Metiner, hatibe müdahale etmeyelim.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Sadece bir söz Metiner…

BAŞKAN - Buyurun Sayın Sancar, siz Genel Kurula hitap edin.

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Büyük bir suçluluk itirafı içinde bağırıyorsun.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Niye silahı bırakmıyorsunuz? Bırakın. Çözümsüzlükte niye ısrar ediyorsunuz?

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Söylediğin her söz suçluluğunu ele veriyor.

BAŞKAN – Sayın Sancar, Genel Kurula hitap edin.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Kürt halkına niye zulmediyorsunuz?

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Kendi içinde taşıdığın büyük suçluluğu burada bağırarak dışarı vuruyorsun.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Bölgeyi niye cehenneme çeviriyorsunuz?

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Tek yön…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Bırakın o silahları.

BAŞKAN – Sayın Metiner, lütfen…

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Onun da nasıl bırakılacağını konuşuyorduk bu masada.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Hadi oradan ya!

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Onun nasıl bırakılacağı biliniyordu.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Karşınızda çocuk var sanki.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Şimdi, Sayın Metiner’i, tabii susturamazsınız, biliyorum.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Tabii ki siz susturamazsınız.

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Çünkü içinde çok büyük suçlar biriktiği için bunları burada bize aktararak rahatlamaya çalışıyor.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Yüreğin yetiyorsa her yerde konuşuruz.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Konuşun her yerde ama bırakın biz de konuşalım.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Her yerde konuşuruz.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Bırakın biz de konuşalım; bırakın, bırakın.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ya bir dinleyin, dinleyin ya.

BAŞKAN – Sayın Sancar, Genel Kurula hitap edin.

Sayın Metiner, lütfen…

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Ama izin verirse hitap edeceğim Sayın Başkan. Bu kadar yüksek sesle bağırıldığında…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, iki dakikadır konuşamıyor sayın hatip.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan, süre vereceksiniz herhâlde.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Mithat Hocam, muhatap almadan konuşun.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Ama bitti, süre bitti ya.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Sancar, siz Genel Kurula hitap edin.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Bakın, Sayın Başkan, ben bundan önce hiçbir konuşmamda hiç kimseye sataşmadım ve hiç kimseye cevap vermedim, böyle bir tarzım da yok. Bunu burada arkadaşlarımın da teslim edeceğini sanıyorum. Bu kadar sürekli bir tacizde konuşma imkânı ben bile bulamıyorum.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) – Evet yani…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Tacizi siz yapıyorsunuz, siz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen müdahale etmeyelim. Hatibe müdahale etmeyelim, lütfen.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – O zaman, takdiri de size bırakıyorum.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Sürekli hakaret, sürekli taciz ya.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Yani şimdi süre de bitti. Ama burada bir adil yönetim gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Adil yönetim herkese, hiç kimseye uzatma yapmadığım için, hiç kimseye… [HDP sıralarından alkışlar (!)]

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Ama şöyle: Oynanmamış dakikaları ne yapacağız?

BAŞKAN - Sayın Sancar, hiç kimseye yapmadım, yoksa emin olun adil bir şekilde yönetmeye çalışıyoruz.

Teşekkür ediyoruz.

MİTHAT SANCAR (Devamla) – Teşekkür ediyorum. Ben başka bir konuşmamda bunun devamını sizlerle paylaşacağım.

Hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Metiner’e yirmi dört saat konuşun kâr etmez.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Parlamenter sistemin önündeki en büyük engel Mehmet Metiner’dir, ben bunu her zaman söylerim.

BAŞKAN – Tümü üzerinde, gruplar adına üçüncü söz…

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çakır.

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan, değerli hocamızın bu kışkırtıcı dili ve konuşması içerisindeki İsrail-Filistin benzetmesi, Guantanamo, Batı Çalışma Grubu benzetmesi açık bir tahrik ve sataşmadır. 69’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Çakır, lütfen, ikinci bir sataşmaya meydan vermeden, iki dakikalık süre içerisinde sataşmadan dolayı meramımızı ifade edelim.

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

10.- Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın, Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın, 9 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Teşekkür ederim Değerli Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Mithat Sancar, bu ülkenin yetiştirdiği önemli entelektüellerden birisidir, kıymetli bir hocamızdır, çözüm sürecinde de katkı sağlamıştır. Hususen ben yazılarından istifade etmiş birisiyim. Ancak, konuşmanın başında kurmuş olduğu dili, konuşmanın ortasında yapmış olduğu kıyaslamalarla âdeta berhava etmiştir. Ortada var olan mücadeleyi, yahut çabayı İsrail-Filistin ilişkisine benzetmesi, İsrail’in Filistinlilere yapmış olduğu muameleyle burada olup biteni benzer tutması, eş tutması bir talihsizliktir. Hele hele ABD’nin Guantanamo hapishanelerindeki olayı örnek vermesini ise anlamakta güçlük çekiyorum. Ve nihayet işi getirip de Batı Çalışma Grubuna bağlaması ise kabul edilebilir değil.

Değerli Hocam, Sevgili Hocam, hatalardan bahsedin, eksiklerden bahsedin, yapılacaklardan bahsedin, bu adaletli ve hakkaniyetli bir şey olur, ancak olup biteni bire bir zulümle -nasıl ifade edeyim- bire bir bir halkın yok edilmesiyle beraber tutmayı, eşit tutmayı eminim siz de kabul edemiyorsunuz, sadece kürsüden konuştuğunuz için böyle söylüyorsunuz. Ben hâlâ o inancımı, o kanaatimi muhafaza etmek istiyorum.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çakır.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Sancar, buyurun.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Evet, izin verirseniz bir açıklama ihtiyacı var, “kışkırtıcı dil” de bir sataşmadır sonuç itibarıyla.

BAŞKAN – Sayın Sancar, buyurun.

Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim lütfen.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Sayın Başkan, o zaman bize de sataşıldı, biz de söz hakkı istiyoruz.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, Hükûmet niye sessiz kalıyor? Yani Türkiye Cumhuriyeti’ni İsrail’le mukayese eden görüşlere elbette bir görüşünüz olacak. Hükûmet sessiz. Hükûmet ya yok, olsa da sessiz, olan Coşkun Bey’e oluyor.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Sancar bana da sataştı, ben de söz hakkı istiyorum.

11.- Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın, Tokat Milletvekili Coşkun Çakır’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Değerli arkadaşlar, çok teşekkür ederim iltifatlarınız için.

Eğer konuşmanın akışına bu kadar müdahale edilmeseydi görecektiniz ki amacım asla gerilim yaratmak değil. Ama şunu takdir edin lütfen: Ben size bir çerçeve içinde bir değerlendirme sunmaya çalışıyordum, sürekli müdahale edildi.

Şunu söylemeye çalışıyorum: Ben Türkiye'yi İsrail gibi gördüğümü söylemedim, bunlar yanlış anlaşılmalara yol açan kıyaslamalardır, bunu da dedim.

Yalnız, eğer her şeyi terörle mücadele adı altında meşrulaştırmaya kalkarsanız, bunu yapan çok devlet var, bu mantığı dikkatinize sunmaya çalıştım. Asla kışkırtma gibi bir niyetim yok, bu sözün çok ağır olduğunu, şahsen asla kabul etmeyeceğim bir söz olduğunu size söyleyeyim. Geri almanızı isteyecek değilim ama keşke kullanmasaydınız.

Çünkü cidden anlatmaya çalıştığım şu: 1990’larda tutulan yol bizi çok kötü bir yere götürdü, şimdi neredeyse tarih tekerrür ediyor. Bu yol bizi sadece çıkmaza götürür, duvara çarpmaya götürür. Hiçbirimizin duvara çarpma lüksümüz de yok, hakkımız da yok, bu duvara karşı gidişe sessiz kalmaya da hakkımız yok.

Benim sunduğum değerlendirme sizin hoşunuza gitmeyebilir, önerdiğim yolu doğru bulmayabilirsiniz ama sonuçta, konuşarak birbirimizi ikna etmekten başka çaremiz yok, çözüm için de bunun dışında bir yolumuz yok. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Yoksa burada ne öyle herhangi bir yere bir hamasi hitap gibi bir derdim var ne de Meclis kürsüsünde şov yapmaya ihtiyacım var. Sadece derdimi anlatmaya çalıştım, hepsi buydu. Keşke bu şekilde bir değerlendirme yapmasaydınız Sayın Başkan. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Metiner.

MEHMET METİNER (İstanbul) – İsmimi zikrederek sataşmada bulundu.

BAŞKAN – Sayın Metiner, karşılıklı bir sataşma oldu herhâlde ya. Bu işi, polemiği bitirelim isterseniz. Lütfen, istirham ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Grup adına söz verildi zaten!

BAŞKAN – Tümü üzerindeki görüşmeleri tamamlıyoruz…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Yani ne cürüm işlemişiz bir bakalım ya! Ne cürüm işlemişiz yani?

BAŞKAN – Sayın Metiner…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Cürüm işleyenlerin bize cürüm atfetmeleri büyük bir haksızlıktır.

İsmimi zikretti, cevap hakkımı kullanmak istiyorum.

BAŞKAN – Peki Sayın Metiner, ısrar ediyorsanız, buyurun.

İki dakika sataşmadan dolayı söz veriyorum.

Yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim lütfen.

12.- İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner’in, Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın, 9 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET METİNER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önderleri olarak kabul ettikleri şahıs “İnkâr biterse isyan biter.” diyordu. Biz inkârı bitirdik, asimilasyonu bitirdik. Biz Kürt halkı üzerindeki baskıyı ortadan kaldırdık. Bugün Kürt halkına JİTEM’den bin kat daha fazla zulmeden bir terör örgütünün siyaseten sözcülüğünü yapmak Kürt halkına ihanettir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Siz, deminden beri, burada Türkiye Cumhuriyeti devletinin, AK PARTİ Hükûmetinin Kürt halkına karşı bir savaş içinde olduğunu söylüyorsunuz. Bu büyük bir yalandır. Yüz binlerce Kürt sizin zulmünüzden kaçıyor. Rojava’da da on binlerce Kürt yerleştiğiniz yerden kaçtı. Siz Kürtlerin hakkını savunuyorsanız, Kürt milliyetçiliği yapacaksanız kendinizden farklı Kürtlere kendinize tanıdığınız hakları tanıyacaksınız. Bölgede PKK zulmü vardır, silahlı bir kalkışma vardır, mahalleler işgal altındadır, hendek terörizmine siyasi kılıf giydirilemez.

Bizim bir cürmümüz yok. Silahları bırakın. Bu ülke çatısı içinde, bu Meclis çatısı içinde her şey özgürce konuşulabiliyor. Ama hem silahla bölgeyi elinize geçirmeye çalışacaksınız, sizden farklı düşünen Kürtleri imha edilmesi gereken bir düşman gibi göreceksiniz, bir de kalkıp burada demokrasiden bahsedeceksiniz, AK PARTİ’nin cürmünden bahsedeceksiniz. O mahalleleri siz yakıp yıkıyorsunuz, Kürtleri bu kar, kış kıyamette siz göçe zorluyorsunuz. Asıl hesabı siz vereceksiniz. Kürt halkına ihanet içindesiniz. Bunun hesabını da er geç Kürt halkının yiğit evlatları sizden soracaktır.

Şimdi, sırtınızı yasladığınız o terör örgütünün elindeki silahlara güveniyorsunuz. Demin bir milletvekiliniz şunu söyledi: “Sözün gücüne güveniyoruz.” Sözün gücüne güveniyorsanız hodri meydan, silahları bırakın gelin, dağları boşaltın gelin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET METİNER (Devamla) – Sözün gücüne, siyasetin gücüne güveniyorsanız, hodri meydan! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Metiner.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – “Gelin, pazarlık yapalım, pazarlığa devam.” diyor yani!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Açık bir sataşma yaptı. Grup adına cevap vermemiz lazım.

BAŞKAN – Buyurun.

İki dakika süre veriyorum.

13.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Halkların Demokratik Partisine sataşması nedeniyle konuşması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, Metiner’i aslında burada muhatap alarak herhangi bir şey ifade etmek istemiyorum. Ancak…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Çok şükür! Muhatabınız olmadığım için mutluyum.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Evet, çok şükür. Kimin ihanet içerisinde olduğunu o halk çok iyi biliyor.

MEHMET METİNER (İstanbul) – İhaneti siz yapıyorsunuz, Kürt halkına ihaneti siz yapıyorsunuz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bizim elimizde hiçbir zaman silah olmadı. Biz bir siyasi parti olarak bu ülkede silahların susabileceğini ve kalıcı barışa gidilebileceğini çok net olarak ortaya koyduk.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Asla!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Senin burada anlattığın inkâr, imha ve asimilasyon eğer bittiyse hâlâ bu ülkede “Ana dilde eğitim böler.” diyen bir anlayışı nereye koyuyorsun?

MEHMET METİNER (İstanbul) – Asla! Ana dilde eğitim serbesttir!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Ana dilde eğitimi hâlâ kamusal alanda yasaklayan bir zihniyeti nereye koyuyorsun?

MEHMET METİNER (İstanbul) – Ana dilde eğitim serbesttir. Yalan söylüyorsunuz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Hâlâ Kürt halkının kendi yönetim süreçlerine, karar süreçlerine katılma hakkını nereye koyuyorsun?

MEHMET METİNER (İstanbul) – Kürt dilinin üstünde hiçbir baskı yoktur. Asla!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bizim burada ne söylediğimiz bellidir, ortadadır. Gazze’deki durum ile Cizre’deki durumun hiçbir farkı yoktur. Gazze’de de aynı abluka vardır, Cizre’de de aynı ablukayla…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Asla! Cizre’deki katliamın sorumlusu sizsiniz! O katliamın sorumlusu sizsiniz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Bugün, Cizre merkezinde sivil yerleşim alanlarına 40’ın üzerinde havan topu düştü. Eğer gerçekten senin Cizre’deki durumla ilgili kaygın varsa…

MEHMET METİNER (İstanbul) – O terörün sorumlusu sizsiniz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) - …gel, yarın birlikte Cizre’ye gidelim de…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Katliamın sorumlusu sizsiniz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) - …oradaki durumu görüp ondan sonra buraya gelip konuşun.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Katliamın sorumlusu sizsiniz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Burada, böyle, hamaset duygularıyla…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Hamaseti de siz yapıyorsunuz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) - …burada, gelip yaranma siyasetiyle bu işi çözümsüzlüğe doğru götürme dışında hiçbir işe yaramazsınız.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Yoksul Kürt evlatlarını ölüme yatırıyorsunuz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Bizim söylediğimiz nettir. Bu ülkenin kanayan bir yarası vardır. Bu yarada geçmiş dönemde yapılan hatalarla bir çözüm aramak, maalesef ki…

MEHMET METİNER (İstanbul) – Siz hâlâ 90’lı yıllarda yaşıyorsunuz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) - …çözümsüzlüğü daha fazla derinleştirip çözümü daha fazla ötelemekten, ertelemekten başka bir şeye yaramaz. Ancak, burada ağır olan şey şudur: Halkımız her gün bedel ödüyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET METİNER (İstanbul) - O bedeli o halka siz ödettiriyorsunuz, siz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Bu bedeli engellemek, bu bedeli ortadan kaldırmak hepimizin elindeyken…

MEHMET METİNER (İstanbul) – O katliamın sorumlusu PKK’dır ve siz onun siyasetini yapıyorsunuz!

İDRİS BALUKEN (Devamla) - …burada polemiklerle, ucuz polemiklerle zaman harcamayın diyorum.

ŞAHİN TİN (Denizli) - Hendeklerden kaçanlar nereye gidiyor? Kandil’e mi gidiyor, Türkiye’ye mi geliyor? Onu söyleyin.

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.36

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 21.49

BAŞKAN: Başkan Vekili Ahmet AYDIN

KÂTİP ÜYELER: İshak GAZEL (Kütahya), Elif Doğan TÜRKMEN (Adana)

------0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25’inci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

9 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/315) (S. Sayısı: 9) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Tasarının tümü üzerinde son konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Hüseyin Çamak.

Buyurun Sayın Çamak. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇAMAK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 9 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu anlaşmayı grup olarak destekliyor, “evet” oyu kullanacağımızı bildiriyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bu vesileyle çok önemli gördüğüm ve siz değerli milletvekillerini de haberdar etmek istediğim konuyu huzurlarınızda dile getireceğim. Mersin Milletvekili olan Sayın Bakanımızın da burada olması ve söyleyeceklerimi dinlemesi benim için bir şans oldu.

Sayın milletvekilleri, dünyada bir tehlike gerçeği olan nükleer santralleri güzel bir yapıymış gibi allayıp pullayıp bilimsel bilgilere dayanmadan, Mersin Akkuyu’da nükleer santral yapmak isteyen NGS Rus şirketi tarafından nükleer yalanlar okullarımızda anlatılmak istenmektedir. Buna karşılık, Mersin Türk Mühendis ve Mimarlar Odası, Elektrik Mühendisleri Odası, Baro Başkanlığı, Tabip Odası Başkanlığı, Jeoloji Mühendisleri Odası, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendika Başkanlığı İl Millî Eğitim Müdürlüğüyle irtibata geçerek “temiz enerji ve alternatif enerjiler” konulu sunum vermek istemişlerdir. Talepleri, okullarda öğretmenler tarafından zaten bilgilendirildikleri gerekçesiyle reddedilmiştir. Acı olan, NGS Rus şirketinin sunum talebi kabul edilirken meslek odalarımızın bilgilendirme isteklerinin reddedilmesidir.

Akkuyu NGS şirketi tarafından 23 Ekim 2015 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Mersin İl Millî Eğitim Müdürlüğüne hitaben yazılan yazıda, Mersin ili ve diğer bölgelerdeki ilkokul, ortaokul ve lise eğitimi alan öğrencilere, nükleer santrallerle ilgili, kendi uzmanlarınca bilgilendirme yapmak istediklerini belirtmişlerdir. Bunun üzerine, Mersin İl Millî Eğitim Müdürlüğünce tüm ilçe kaymakamlıklarına, konuyu tüm okullara duyurmaları için vali adına imzalı bir yazı gönderilmiştir. İlçe müdürlüklerimiz de bütün okullara bu yazıyı ulaştırmıştır. Öncelikle, Akkuyu NGS firması tarafından gönderildiği iddia edilen yazı, firmanın hiçbir yetkilisi veya çalışanı tarafından imzalanmamıştır.

Değerli milletvekilleri, yazı burada; başlık var, Mersin İl Millî Eğitim Müdürlüğüne hitaben yazılmış ama altta ne isim var ne de bir imza var. Öncelikle, imzasız bu yazıyı emir telakki eden İl Millî Eğitim Müdürlüğü, üstelik yazı ekinde olmayan ve hangi içeriğe sahip olduğunu bilmediği ve pedagojik olarak değerlendiremediği bu sunumların okullarda çocuklarımıza gösterilmesini istemiştir. Mersin ve dışındaki bölgelerde, ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine Akkuyu NGS firması tarafından nükleer konusunda objektif olmayan, taraflı, gerçeklere dayanmayan bir bilgilendirme sürecinin hayata geçirilmesinin planlandığı ortaya çıkmıştır. Ayrıca, şöyle bir gerçek daha bu yazıyla ortaya çıkmıştır: Anladığımız kadarıyla, Mersin ili dışındaki diğer bölgelerin de nükleer santralin enerji üretimi dışında ürettiği radyoaktif etkilerden etkileneceği gerçeği şirket tarafından da kabul edilerek oralarda da hazırlayıcı eğitim yapılması istenmektedir. Kaldı ki Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer santralin ÇED raporunun eksikliklerle ve yanlışlarla dolu olduğunu, bu rapora karşı meslek odalarının, çevre örgütlerinin, pek çok kişi ve kurumun da dava açtığını ve bu dava süreçlerinin devam ettiğini biliyoruz. Bu davalar sonuçlanmadan bu projenin başlayamayacağı ortadayken toplumu maniple etmek için bu yöntemlerin kullanıldığı aşikârdır. Ama, bu manipülasyonun devlet organları, hele hele Millî Eğitim üzerinden çocuklarımıza karşı yapılıyor olması da çok vahim bir tutumdur.

Sayın milletvekilleri, nükleerle ilgili dünyanın çok acı tecrübeleri mevcuttur. Bunlara örnek vermek gerekirse İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine atılan atom bombaları, Sovyetler Birliği’nde yaşanan Çernobil Nükleer Santrali’ndeki patlama, deprem sonrası Japonya’nın Fukuşima Nükleer Santrali’ndeki sızıntılar, bu verilen örneklerin etkileri dünya ölçeğinde olmuştur ve hâlen devam etmektedir.

Radyoaktivite üzerine yaptığı çalışmalarla iki farklı alanda Nobel Ödülü kazanan ve 1934 yılında ölen Marie Curie’nin evinde yaptığı deneyler sonucunda, eşyalarının ve kullandığı not defterinin hâlâ radyasyon yaydığını düşünürsek ülkemizde yapımı planlanan Akkuyu ve Sinop Nükleer Santrallerinin etkilerini hayal bile edemeyiz. Bu konunun bir an önce değerlendirilerek yanlıştan dönülmesi ve okurlarımızda bilimsel bilgiler ve gerçeklerin tarafsızca anlatılmasının sağlanması gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, santralin yapılacağı Mersin’in Büyükeceli bölgesi, turizme çok elverişli ve bakir bir alan, âdeta turizm için yaratılmış bir bölgedir. Yani burada bir turizm katliamı yaşanacaktır.

Sayın milletvekilleri, şu anda, dünyada yalnız Çin’de nükleer santral yapımı devam etmektedir. Bildiğiniz gibi, Almanya 2020’de mevcut santralleri kapatacak ve güneş enerjisine yönelmek için zaten şu anda çalışmalara başlamıştır. Almanya’nın güneşi ülkemizin onda 1’i kadar ya vardır ya yoktur. Fransa, 2050 yılında mevcut santrallerini kapatma kararı almıştır. Nükleer santrallerin öncülüğünü yapan Japonya, nükleer enerjiden geri adım atmaya başlamıştır.

Değerli milletvekilleri, “Güvenilir.” deniyor. Doğanın alt edemeyeceği bir teknoloji yoktur, nükleer santraller güvenilir değildir. Hâl böyleyken ülkemizin bu konuda ısrarcı olması kabul edilemez.

Sayın milletvekilleri, şu anda, ülkemizde yüzde 20 kayıp ve kaçak vardır. Bu yüzde 20’yi iyileştirmelerle yüzde 5’lere indirebilirsek zaten iki nükleer santrale eş değer enerji elde etmiş olacağız. Güneş enerjimiz var. Bakınız, Almanya, güneşi bizimkinin onda 1’i olmasına rağmen güneşe yöneldi; güneş enerjisi santralleri kurup ta Sudan’dan ülkesine enerji taşımaya çalışmaktadır.

HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) – Daha yeni geçtik ama, on sene sürer.

HÜSEYİN ÇAMAK (Devamla) – Bizimki kaç yılda faaliyete geçecek? On yılda geçecek. 2025’ten önce hayata geçemeyecektir.

Sayın milletvekilleri, gelin, yol yakınken Rusya’yla olan nükleer enerji anlaşmasını iptal edelim, çocuklarımıza ve torunlarımıza temiz bir ülke, temiz bir Türkiye bırakalım. Arkadaşlar diyor ki: “Enerji açığımız var.” Enerjisiz yaşayabiliriz. Çernobil olayını biliyorsunuz, şu anda, Karadeniz Bölgesi’nde -Karadenizli milletvekili arkadaşlarımız bilir- kaç yıl oldu, buna rağmen kanser vakaları, özellikle de tiroit kanserleri günden güne artmakta ve devam etmektedir çünkü radyasyonun yaptığı etki çağlar boyunca devam etmektedir. Bunu bilmeyen yoktur, bilinmesi gereken bir gerçektir.

Sayın milletvekilleri, Millî Eğitime bizim odalar, jeoloji mühendisleri yazı yazmış, mimar odası yazmış, Mersin Tabip Odası yazmış, Mersin Barosu yazmış. Bakınız, bunlar hep belge. Mademki bu Rus firması bilgilendirme yapıyor, nükleer santrallerin iyiliklerini, güzelliklerini, güzel taraflarını anlatıyor, biz de anlatalım çocuklara tarafsız bir şekilde, çocuklar kendileri karar versin ama yok. Millî Eğitim bizimkilere “Hayır, müsaade edemeyiz çünkü öğretmenleri zaten bunu anlatıyor…” Oysa bizim bildiğimiz kadarıyla, okul müfredatından da bu bilgiler tamamen çıkarılmıştır efendim.

Durum böyle arkadaşlar. Yolun başındayken bu nükleer santrallerin bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kurulmasına engel olalım.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çamak.

Şahıslar adına Malatya Milletvekili Veli Ağbaba.

Buyurun Sayın Ağbaba. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; hem bizim hem de Avrupa’nın, hatta dünyanın karşılaştığı en büyük krizlerden biriyle karşı karşıyayız. Bu sorun, hepinizin bildiği gibi, mülteci meselesi. Bu mülteci meselesinin en büyük kısmını da Suriye’den gelen göçmenler oluşturuyor. Maalesef, en çok da bizim izlediğimiz politikalar sonucunda Suriye nüfusunun tamamına yakını yer değiştirdi. 23 milyonluk Suriye’de 6 milyona yakın insan maalesef başka ülkelere göç etti, bir o kadarı da hâlâ kaçmaya çalışıyor ve nüfusun yaklaşık üçte 1’i yani 6 milyonu ise Suriye içerisinde yer değiştirdi. Türkiye’de yaklaşık 2 milyon 200 bin Suriyeli mülteci bulunmakta. Değerli arkadaşlar, bunların yüzde 55’i 18 yaş altı çocuk ve gençlerden oluşmakta, yaklaşık 1 milyon 123 bin genç ve çocuk Suriyeli göçmen bulunmakta. Bunların 663 bini okul çağında ve maalesef 400 bine yakın çocuk okula gidemiyor, okul hizmetlerinden faydalanamıyor, eğitim hakkı ellerinden alınıyor.

Tabii, sadece çocukların değil, gelen bütün Suriyeli göçmenlerin yaşamış olduğu birçok problem var. Dil problemi var, ötekileştirilme var, beslenme var, yaşam hakkı problemi var, iş problemi var. Yani, Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki durumları, maalesef, ülkelerinden çok farklı değil.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların yaşadığı 25 kampta 260 bin mülteci yaşamakta. Bu kamplarda kalanların oranı toplam mültecilerin sadece yüzde 13’ü yani gelen mültecilerin yüzde 87’si kamp dışında yaşıyor. En çok da Urfa, İstanbul, Adana, Hatay gibi illerimizde Suriyeli nüfus yaşamaktadır.

Değerli arkadaşlar, bu sorun bütün Türkiye’yi o kadar yakından ilgilendirmektedir ki 7 veya 8 il hariç Türkiye’deki bütün illerimizde Suriyeli mülteci var. Tabii, Suriyelilerin buraya gelmesindeki en büyük sebeplerden birinin bizim izlemiş olduğumuz Suriye politikası olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bu politika sonucunda cumhuriyet tarihinde yaşamış olduğumuz en büyük mülteci akınını yaşadık. Bakınız, cumhuriyet tarihinde aldığımız toplam göç 2 milyon ve bu gelenlerin tamamına yakını Türkçe biliyor, tamamına yakını nitelikli göçmen ama son dört yılda aldığımız göçmen sayısı 2,5 milyona yakın. Yani yaklaşık doksan beş yılda aldığımız göçmen sayısı 2 milyon, son dört yılda aldığımız göçmen sayısı 2,5 milyon. Tabii, Hükûmet, Suriye politikası izlerken, orada Esad’ı devirme hevesleri güderken göçün bu kadar olacağını ve bu kadar uzun süre kalacağını bilemiyordu. Biliyorsunuz, hemen Emevi Camisi’nde cuma namazı kılma hesaplarını yapıyordu ama maalesef, Suriyeliler Türkiye’de cuma namazı kılmaya başladı.

Değerli arkadaşlar, bütün araştırmalar gösteriyor ki iki yıl ve daha fazla kalan mülteciler, göçmenler başka ülkelerden kendi ülkelerine gitmiyorlar, orada kalıcı oluyorlar ve değerli milletvekilleri, AKP sayesinde Suriyelilerin döneceği bir toprak da bir ülke de artık yok.

Değerli arkadaşlar, Batı ne diyor? “Açın doğuyu, kapatın batıyı.” diyor. İşin aslı, Avrupa Birliğinin bize söylediği şey bu: “Açın doğuyu, kapatın batıyı.”

Değerli arkadaşlar, mültecilere sahip çıkmak, onlara insani yaşam koşulları hazırlamak bizim görevimiz, bunu yapmamız gerekiyor ancak bu mülteci meselesi sadece Türkiye'nin sorunu değil. Bu sorun aynı zamanda Avrupa’nın da sorunudur. Nasıl ki “Avrupa’yla ortak geçmişimiz var.” diyorsak, nasıl ki Avrupa Birliği “Ortak geleceğimiz var.” diyorsa Avrupa’ya ortak sorumluluğumuz olduğunu da hatırlatmamız gerekiyor. Avrupa bu sorundan kaçamaz, kaçmamalıdır.

Değerli arkadaşlar, bu sorunu bütün yakıcılığıyla bütün dünya hissederken ve Aylan bebeğin o cansız bedeniyle bütün dünya duyarken Türkiye yanlış bir iş yaptı. 29 Kasımda Sayın Başbakanın Avrupa Birliği görüşmesinde, Avrupa Birliğinin Türkiye’ye 3 milyar euro vereceğine ilişkin bir müzakere yapıldı. Değerli arkadaşlar, bunun anlamı çok kötü. Türkiye, bu 3 milyar euroyla Avrupa Birliğinin, maalesef, mülteci kampı olmuştur ve maalesef, değerli arkadaşlar, 3 milyar euro karşılığında Türkiye bekçi olmuştur, bekçi, Avrupa Birliğinin bekçisi konumuna düşürülmüştür. Bu, kabul edilemez; bu sorumluluk sadece bizim sorumluluğumuz değil, bu bütün dünyanın sorumluluğudur. 3 milyar euroyla, parayla bu hesap edilemez değerli arkadaşlar ve bizim kaldırabileceğimiz bir mesele de değildir bu mesele.

Değerli arkadaşlar, tabii, bu mesele konuşulurken en çok da Suriye’nin bu hâle gelmesinden sorumlu insanları da konuşmak gerekir, sorumlu politikaları söylemek gerekir. Bir taraftan doğuda savaşı körükleyeceksiniz, bir diğer taraftan sahillerde insanların ölüme gönderilmesinde göz yumacaksınız; bu, kabul edilemez. Maalesef doğuda sınır güvenliğimiz yok, batıda hiç yok.

Değerli arkadaşlar, insan kaçakçılarının cirit attığı bir ülke konumuna geldik. Artık Türkiye, tam olarak bütün Asya’nın, Afrika’nın insan kaçakçılığının merkezi olmuş durumda. Bu gerçekle hep beraber yüzleşmeliyiz değerli milletvekilleri. Mesele sadece tabii, Suriye’den gelen göçmen meselesi değil, artık bu mesele Suriyelilerle sınırlı bir mesele de değil. İnsan kaçakçılığının merkezi olan Türkiye’de artık Pakistanlı, Afganistanlı, Iraklı, Afrika ülkelerinden gelen milyonlarca mülteci bulunmakta.

Değerli arkadaşlar, bu mülteci meselesinin birkaç tane can yakıcı yanı var. Bunların en önemlisi ve başlangıcı, insanların topraklarından koparılmak zorunda bırakılmasıdır. İnsanlar günlerce süren çabalarla bazen yalın ayak yürüyerek, bazen kamyon kasalarında gizlenerek, saklanarak ülkelerinden kaçarak Türkiye’ye sığınmaya çalışıyor.

Öncelikle bir şeyi söylemek gerekiyor değerli arkadaşlar; bizim komisyonun tespitini de, bizim düşüncemizi de buradan söylemek gerekiyor. Allah kimseyi mülteci yapmasın, Allah kimseyi topraklarından koparmasın. Dünyanın en zor şeyi herhâlde insanların topraklarından koparılmasıdır. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bu sorun sadece AKP’nin sorunu da değildir ve AKP’ye bırakılmayacak kadar da ciddi bir sorundur. Bu nedenle, bu meseleye bütün siyasi partiler dikkatlerini çevirmek zorundadır, bu meseleye bütün siyasi partilerin ortak yaklaşması gerekmektedir. Biz parti olarak, değerli arkadaşlar, Genel Başkanımızın talimatıyla bir komisyon oluşturduk. Komisyonumuz Çeşme’de, Edirne’de, Urfa’da, Yozgat’ta, Muğla’da saha çalışması yaptı. Bu saha çalışmalarında bu konunun ne kadar önem taşıdığını yerinde gördük değerli arkadaşlar.

Ülkelerinden kaçarak Türkiye’ye insanlar geliyor ve buradan Avrupa’ya kaçmaya çalışıyorlar. Bu kaçma çalışmaları sırasında evlerini, yurtlarını terk eden insanlar bütün birikimlerini ve canlarını insan kaçakçılarına emanet ediyorlar. Birçoğu dolandırılıyor, birçoğu umuda yolculukta hedeflerine yaklaşamadan ölüyor, boğuluyor. Günlerden beri dünyanın gözü önünde insanların, çocukların, bebeklerin bedenleri cansız bir şekilde sahile vuruyor.

Değerli arkadaşlar, tabii ki -biraz önce söyledim- bu sorun sadece Türkiye’nin meselesi değildir, bu sorun Avrupa’nın, hatta dünyanın meselesidir ancak bu çocuklar ölüyorsa, bu çocuklar bizim sahillerimizde göz göre göre boğuluyorsa buna müdahale etmek de bizim görevimizdir; AKP’nin de görevidir, Hükûmetin de görevidir, Meclisin de görevidir.

Değerli arkadaşlar, bakın, her gün sadece üzülmekten başka bir şey yapmıyoruz. Sizin çocuklarınız var, bizim çocuklarımız var. 5 yaşında, 7 yaşında çocuklar kendi yaptıkları o şişme botlarda, şişme yeleklerde can veriyor. Suriyeliler yapmış oldukları o yelekleri maalesef kaçak olarak yapıyorlar, kendileri içlerine moloz doldurtuyorlar.

Değerli arkadaşlar, bu meselenin mutlaka Meclisin gündemine gelmesi gerekiyor ve artık üzülerek, “Yazık oldu.” diyerek, sadece Avrupa’yı suçlayarak da bu sorun çözülmüyor. Bu sorun artık Türkiye’nin bir meselesidir. Bu soruna, bu mülteci meselesine hep beraber, ortak yaklaşarak bu ölümlerin durdurulması gerekiyor, bebeklerin ölmemesi gerekiyor; insanların Çeşme’de, Dikili’de, Ayvalık’ta, Bodrum’da başıboş bırakılıp orada ölüme terk edilmemesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bakın, maalesef, Türkiye’nin izlemiş olduğu sadece bu politikalar neticesinde bölgede bu bir mesele hâline geldi. IŞİD’in işgal ettiği Telafer’den, Tuzhurmatu’dan kaçan Türkmenlerin birçoğu Kerkük’te açlık sınırıyla karşı karşıya. Yine, belki biliyorsunuz belki bilmiyorsunuz, Ankara’nın göbeğinde açlıkla, yoklukla, soğukla karşı karşıya kalan, IŞİD’den kaçan Türkmenler var, insanlar var.

Bu konuda herkesin duyarlı olması gerekiyor ve bu meseleye Meclisin de bir an önce el atması gerekiyor. Önümüzdeki günlerde partimiz de bu meseleyle ilgili bir genel görüşme talep edecek.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

VELİ AĞBABA (Devamla) – Ve derhâl bir göç bakanlığı kurulması gerekiyor. Sayın Mahmut Tanal bugün o teklifi verdi, bu teklifin de değerlendirilmesini dikkatinize sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ağbaba.

Tümü üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.

Soru-cevap için sisteme giren arkadaşlarımız var.

Soru-cevap işlemi yapacağız.

Sayın Tor…

FAHRETTİN OĞUZ TOR (Kahramanmaraş) – Sayın Bakan -bildiğiniz gibi- Yükseköğretim Kanunu ve Yükseköğretim Personel Kanunu hükümlerine gör, öğretim üyeleri sınıfı profesör, doçent ve yardımcı doçentlerden oluşmaktadır. Üniversitelerin profesör ve birinci derece doçent kadrolarında bulunanlara yaklaşık yirmi yıldan beri makam tazminatı ödendiği hâlde, aynı sınıfta görev yapan birinci derece yardımcı doçentlere makam tazminatı ödenmemektedir. Profesör ve doçentlere göre ders yükü daha ağır, diğer özlük hakları yönünden de daha geride olan öğretim üyeliğinin de ilk basamağı yardımcı doçentlere, aynı sınıf içindeki adaletsiz bu uygulamaya son vermek için makam tazminatı ödemek yönünde bir çalışmanız var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, şimdi bu sözleşme Romanya ile Türkiye arasında bir savunma sanayisi sözleşmesi. Romanya’da savunma bakanlığı mı yok? Millî Savunma Bakanlığı bizde var. “Bu anlaşmanın uygulanması için yetkili makamlar -sözleşmenin 6’ncı maddesinde- Türkiye tarafı için Millî Savunma Bakanlığı, Romanya tarafı için Ekonomi Ticaret ve Turizm Bakanlığıdır.” diyor yani dengi olan bir bakanlık mı yok, yoksa bilinçli mi yapıldı? Birinci sorum bu.

İkincisi: Yine aynı şekilde sözleşmenin 3’üncü maddesinde “Tanımlar” kısmında diyor ki bu gönderilecek olan malzemeler için “…gönderilme metoduna bakılmaksızın…” Yani, devlette böyle gelişigüzel “…gönderme metoduna bakılmaksızın…” diye bir ifade kullanılabilir mi sözleşmede yani bu ne anlama geliyor?

Yine, “Tanımlar” kısmında “misafir personel” geçiyor. Askerî personel; anladım, savunma sanayi personelini anladım, burada “sivil personel” deniliyor; buradaki sivil personelin kastı ne?

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Ahrazoğlu…

MEHMET NECMETTİN AHRAZOĞLU (Hatay) – Sayın Bakan, ülkemizde trafik kazalarında binlerce kişi hayatını kaybetmekte, on binlerce kişi yaralanmaktadır, maddi ve manevi zararlar oluşmaktadır. Trafik kazaları ölümlerinin azaltılmasıyla ilgili 2009 yılında Moskova Deklarasyonu yayınlanmış, bu deklarasyona da İçişleri Bakanı imza atmıştır. Toplantıda alınan kararlarla 2010-2020 on yıllık bir eylem planı hazırlanmış ve uygulamaya konulmuştur. Ancak Trafik Kanunu’yla ilgili bugüne kadar herhangi bir yeni düzenleme yapılmamıştır. Bununla ilgili yeni bir düzenleme çıkarılacak mıdır, ne zaman çıkarılacaktır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Aydın…

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Sayın Bakan, coğrafi ve iklim şartlarının zor olduğu bir coğrafyanın milletvekiliyim, Erzurum Milletvekiliyim. Bugün orada özel bir hastaneden bir telefon aldım. Bir akademisyen kardeşimiz diyalize giriyor; bir böbreği yok, öbür böbreği de çalışmıyor. Maalesef, çalışanlarıyla birlikte 380 civarında bir istihdamı olan hastanemizde SGK sevkleri iptal edilmiş. Burada gerçekten çalışanların büyük bir heyecanı var ve bizden ilgi bekliyorlar. Özellikle bölge idare mahkemesi de böyle bir uygulamanın durdurulması kararı almış. Herkes sizden bu konuda bir adım atılmasını bekliyor.

Bilgilerinize sunuyorum lütfen.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Sarıhan…

ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Sayın Bakanın doğrudan ilgileri içine girmiyor sanıyorum ama daha sonra yanıtlanabilir. Bu, Ankaray-Söğütözü ve Çayyolu bağlantısı, metro bağlantısı bir türlü sağlanamadı. Bu da yine, ulaşım alanında özellikle o bölgelerde oturan kişiler yönünden büyük bir sıkıntıya sebep oluyor. Acaba bu konudaki proje ne zaman tamamlanacak, bunun yanıtlanmasını rica ediyorum.

Ayrıca, Eryaman 4’üncü Etap yönünden de durum aynı. Metronun açılmış olması onlar için bir kolaylık olmaktan çıktı ve ulaşım bir eziyete dönüştü. Ankaralı yurttaşları ilgilendiren bu iki konunun ne zaman çözüleceği konusunu soruyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Lütfi Elvan soruları cevaplandıracaktır.

Buyurun Sayın Elvan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Yükseköğretim Kurulu, yardımcı doçentlerin özlük haklarıyla ilgili bir soru yöneltildi. Özlük haklarına yönelik olarak Maliye Bakanlığımız tüm kamu kurum ve kuruluşlarımızı bir bütün olarak ele almakta ve bu çerçevede değerlendirmektedir. Dolayısıyla, spesifik olarak şu anda yardımcı doçentlere yönelik herhangi bir çalışmamız söz konusu değil.

Diğer taraftan, bir başka soru, Sayın Tanal’ın sormuş olduğu soru idi. Ekonomi, Ticaret ve Turizm Bakanının karşı taraftan imzaladığını ve Türkiye tarafından ise Millî Savunma Bakanımız tarafından imzalandığını ifade etti. Şu anda bana ulaşmış olan bir bilgi yok. Belki Romanya tarafında yetki bu bakana verilmiş olabilir ama bunu bilahare Sayın Tanal’a gerekçesini de Bakanlığımızdan öğrenip aktarabiliriz diye düşünüyorum.

Sivil personel konusunda da, bu gayet normal. Askerî personelle birlikte sivil personelin de bu amaca yönelik değişik eğitim programlarına katılabilmesi, programlara katılabilmesi mümkün. Dolayısıyla, bu bir çerçeve sözleşme, bu kapsamda sivil personelin de dâhil edilmesi ilk kez uygulanan bir yöntem de değil.

Trafik Kanunu’na yönelik şu anda Hükûmetimizin herhangi bir çalışması yok ama spesifik olarak daha detaylı bilgi alabilirsem ilgili milletvekilimize daha kapsamlı bir bilgi verme imkânına kavuşabiliriz diye düşünüyorum.

Çayyolu metro bağlantısıyla ilgili olarak sorunuzu tam anlayamadım ama araç sıkıntısını mı kastettiniz?

ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Mikrofonu açabilir misiniz?

BAŞKAN – Buyurun.

ŞENAL SARIHAN (Ankara) – Çayyolu metrosu ile Söğütözü-AŞTİ metrosu bağlanacak idi ama bu bağlantı hâlâ yapılamadı. Çayyolu ile Söğütözü-AŞTİ arasında bir bağlantı kurulacağı iki yıl önce projelendirilmiş durumda idi. Bu proje, Çayyolu metrosunun açılmış olmasına karşın, hâlâ gerçekleştirilmedi ki çok önemli bir AŞTİ bağlantısına gereksinim var; aksi hâlde insanlar, örneğin Ankara’dan İstanbul’a gidip geldiği fiyatın daha üzerinde, 2 katında para ödeyerek Çayyolu’na gitmek zorunda kalıyorlar veya Eryaman’a veya diğer semtlere gitmek zorunda kalıyorlar.

Anlatabildim mi acaba efendim?

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Evet, çok teşekkür ediyorum.

Tabii, aradaki bu bağlantının sağlanmasına yönelik bir proje çalışması daha önce benim Bakanlığım döneminde yapılmış idi. Bununla ilgili en son durumu Ulaştırma Bakanımızdan alıp size aktaralım. Henüz ihalenin hangi aşamada olduğunu bilmiyorum ama proje çalışması tamamlanmış idi. O konuda da Sayın Bakanımızdan bilgi alıp size aktaralım.

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Sayın Budak…

ÇETİN OSMAN BUDAK (Antalya) – Sayın Bakan, yeni dönemde yeni göreviniz hayırlı uğurlu olsun.

7 Hazirandan önce Antalya’da adaydınız, Antalya’da seçim döneminde birlikte çalıştık.

Özellikle Antalya’yı size kısaca şöyle anlatayım: Türkiye’de ulaşılabilirlikte 17’nci il ve duble yollar açısından da Mersin-Antalya yolu, Muğla-Antalya yolu, Isparta-Antalya yolu gibi üç tane yol maalesef son derece kötü; siz gayet iyi biliyorsunuz. Kuzey ve doğu çevre yolları, batı çevre yolu, aynı zamanda 3’üncü havaalanı o zamanki taahhütlerinizdendi. Şimdi, bunlarla ilgili çok fazla Antalya’da konuşulmuyor. Bu durumda acaba bunlarla ilgili bir ihale çalışması… Ha, bir de hızlı tren -tabii ki yani çok önemli Antalya için- konusu vardı ve çok konuşulmuştu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÇETİN OSMAN BUDAK (Antalya) – Bunlarla ilgili bir çalışma var mı, tamamlanmış bir proje var mı?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Kamil Aydın’ın sorusu cevapsız kaldı Sayın Bakanım.

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Evet, çok teşekkür ediyorum.

Antalya’ya yönelik pek çok yatırımımız devam ediyor. Özellikle bu bahsetmiş olduğunuz Antalya-Mersin güzergâhındaki çalışmalar yoğun bir şekilde sürdürülüyor. Biraz önce görüşmüş olduğumuz uluslararası sözleşmede de bu konu gündeme gelmişti ki bu, AK PARTİ öncesi hükûmetler döneminde hayal dahi edilemeyen projelerin başında geliyor, sizler de biliyorsunuz. Sadece bu güzergâhta 27 tünelimiz var ve bu tüneller yoğun bir şekilde yapılmaya devam ediyor.

Diğer taraftan, Antalya’nın Isparta’yla olan bağlantısında, özellikle Antalya çıkışında çalışmalarımız devam ediyor; bunu sizler de görüyorsunuz. Diğer kara yolu çalışmalarımız da, özellikle bölünmüş yol yapılma sözü verdiğimiz alanlara yönelik proje çalışmalarımız da devam ediyor ama projesi tamamlanmış olan tüm yollarımızın ihalesine şu ana kadar çıkıldı, herhangi bir problem de söz konusu değil.

Yine, Alanya-Mahmutlar-Konya bağlantısında da özellikle “Kuşyuvası” denilen mevkiden Taşkent’e kadar olan kesimin ihalesi yapıldı. Şu anda, orada da tünel çalışmaları devam ediyor.

Diğer taraftan, yine, Antalya’yı Beyşehir’e bağlayan yeni bir hat, ana arter oluşturuyoruz biliyorsunuz, ana devlet yolu; burada da çalışmalar devam ediyor. Tünel çalışmaları da son aşamaya gelmiş durumda.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, Kamil Aydın’ın sorusuna cevap vermediniz.

KAMİL AYDIN (Erzurum) – Hayal bile edemediğimiz, Sağlık Bakanının açılışını yaptığı bir hastaneyi…

BAŞKAN – Diyalizle ilgili…

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Özel sektör fakiri olan bir memlekette –hayal edemiyoruz ya- hayal edemediğimiz bir şekilde kapatıldı. Mahkeme “Devam etsin.” diye karar aldı. Orada diyaliz hastaları şu anda mağdur durumda. Bu konuda bir cevap bekliyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, ona da bir cevap verebilirseniz.

Buyurun.

BAŞBAKAN YARDIMCISI LÜTFİ ELVAN (Mersin) – Bunun gerekçesini şu anda bilemiyorum. Dolayısıyla, Sağlık Bakanımıza da bu hususu aktaracağım.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı

MADDE 1- (1) 7 Mayıs 2015 tarihinde İstanbul’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması”nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – 1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – 3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulalarını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:

“Kullanılan oy sayısı                 : 227

Kabul   : 227(x)

                 Kâtip Üye                                               Kâtip Üye

         Elif Doğan Türkmen                                     İshak Gazel

       Adana                                                  Kütahya”

Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Şimdi 8’inci sırada yer alan, 10 sıra sayılı Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Nijer Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/316) (S. Sayısı: 10)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

9’uncu sırada yer alan, 13 sıra sayılı Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

9.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Sierra Leone Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/299) (S. Sayısı: 13)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

10’uncu sırada yer alan, 14 sıra sayılı Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

10.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Güney Sudan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/300) (S. Sayısı: 14)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Komisyonun bundan sonra da bulunamayacağı anlaşıldığından, alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmek için 12 Ocak 2016 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum; tüm milletvekillerine hayırlı hafta sonları, hayırlı akşamlar diliyorum.

Kapanma Saati: 22.31



(x) 2 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

 

(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimler ifade edildi.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

 

(x) 9 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.