TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                  5’inci Birleşim

                                                                                      8 Temmuz 2015 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- ÖLÜM, SAYGI DURUŞU VE TAZİYELER

1.- 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in vefatı nedeniyle bir dakikalık saygı duruşu

 

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Cumhurbaşkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına seçilmesi nedeniyle bakanlık görevi sona eren İsmet Yılmaz’dan boşalan Millî Savunma Bakanlığına, Mehmet Vecdi Gönül’ün, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 109 ve 113’üncü maddeleri gereğince atandığına ilişkin tezkeresi (3/4)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, 10/7/2015 tarihinde Rusya Federasyonu’nun başkenti Moskova’da düzenlenecek olan “21. Yüzyılın Güncel Uluslararası Hukuki Sorunları” başlıklı toplantıya İstanbul Milletvekili Osman Can’ın katılmasına ilişkin tezkeresi (3/6)

3.- Başbakanlığın, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü Bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2015 Tarihinden İtibaren Bir Yıl Daha UNIFIL Harekâtına İştirak Etmesi Hususunda Anayasa’nın 92’nci Maddesi Uyarınca Hükümete İzin Verilmesine Dair Tezkeresi (3/3)

 

IV.- ANT İÇME

1.- TBMM dışından Millî Savunma Bakanlığına atanan Mehmet Vecdi Gönül’ün ant içmesi

 

V.- ÖNERİLER

A) Başkanlık Önerileri

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının, Danışma Kurulunun 7/7/2015 tarihinde yaptığı toplantıda görüş birliğine varılamadığından, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının Başkan dâhil 18 üyeden kurulmasına ve görev yerleri dağılımının; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna 1 başkan vekili, 4 kâtip üye, 2 idare amiri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna 1 başkan vekili, 2 kâtip üye, 1 idare amiri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna 1 başkan vekili, 1 kâtip üye, 1 idare amiri; Halkların Demokratik Partisi Grubuna 1 başkan vekili, 1 kâtip üye, 1 idare amiri şeklinde oluşmasına ilişkin önerisi

 

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Şırnak Milletvekili Ferhat Encu’ya yapılan saldırıya ve bakanların ya da bakanlık yetkililerinin milletvekillerinin bilgi talep etmeleri durumunda cevap vermeleri gerektiğine ilişkin açıklaması

2.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, 2011’de Şırnak Uludere’de 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayların ardından yargının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve İçişleri Bakanlığının görevini yerine getirmediğine ve Başkanlık tarafından RTÜK seçimleriyle ilgili kararın bir an önce siyasi partilere bildirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

3.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, 25’inci Dönem çalışmalarının hayırlı olmasını dilediğine, Cumhurbaşkanının yeni Hükûmetin kurulmasıyla ilgili görevlevlendirme yapması ve Polis Meslek Yüksek Okulu sınavları ile okul müdürlerinin atanmalarıyla ilgili haksızlığın giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

4.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, 25’inci Dönemin, Meclis Başkanı ile seçilen tüm milletvekillerine hayırlı olmasını dilediğine ve Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken, Ankara Milletvekili Levent Gök ile İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın yaptıkları açıklamalarındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

8 Temmuz 2015 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: İsmet YILMAZ

KÂTİP ÜYELER : Geçici Kâtip Üye Fatma Gaye GÜLER (Tokat), Geçici Kâtip Üye Enise GÜNEYLİ (Mardin)

-------0-------

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.

II.- ÖLÜM, SAYGI DURUŞU VE TAZİYELER

1.- 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in vefatı nedeniyle bir dakikalık saygı duruşu

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 25’inci Dönemde, 17 Haziran 2015 tarihinde vefat eden Türkiye Cumhuriyeti’nin 9’uncu Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’in aziz hatırası önünde Genel Kurulu bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum.

(Saygı duruşunda bulunuldu)

BAŞKAN – Allah rahmet eylesin, ruhu şâd olsun.

Sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığının Millî Savunma Bakanı atanmasına dair bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Cumhurbaşkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına seçilmesi nedeniyle bakanlık görevi sona eren İsmet Yılmaz’dan boşalan Millî Savunma Bakanlığına, Mehmet Vecdi Gönül’ün, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 109 ve 113’üncü maddeleri gereğince atandığına ilişkin tezkeresi (3/4)

3/7/2015

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: Başbakanlığın, 3/7/2015 tarihli ve 69471265.300-01/7341 sayılı yazısı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına seçilmesi nedeniyle bakanlık görevi sona eren İsmet Yılmaz'dan boşalan Milli Savunma Bakanlığına, Mehmet Vecdi Gönül, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 109 ve 113’üncü maddeleri gereğince atanmıştır.

Bilgilerinize sunarım.

Recep Tayyip Erdoğan

                                                                Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- ANT İÇME

1.- TBMM dışından Millî Savunma Bakanlığına atanan Mehmet Vecdi Gönül’ün ant içmesi

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 109’uncu maddesine göre atanan ve milletvekili olmayan Millî Savunma Bakanının Anayasa’nın 112’nci maddesine göre ant içmesi gerekmektedir.

Şimdi, Millî Savunma Bakanı Sayın Mehmet Vecdi Gönül’ü ant içmek üzere kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Gönül. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

(Millî Savunma Bakanı Mehmet Vecdi Gönül ant içti) (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Hayırlı olsun.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının Başkanlık Divanının üye sayısı ve görev yeri dağılımına ilişkin bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

V.- ÖNERİLER

A) Başkanlık Önerileri

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının, Danışma Kurulunun 7/7/2015 tarihinde yaptığı toplantıda görüş birliğine varılamadığından, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının Başkan dâhil 18 üyeden kurulmasına ve görev yerleri dağılımının; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna 1 başkan vekili, 4 kâtip üye, 2 idare amiri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna 1 başkan vekili, 2 kâtip üye, 1 idare amiri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna 1 başkan vekili, 1 kâtip üye, 1 idare amiri; Halkların Demokratik Partisi Grubuna 1 başkan vekili, 1 kâtip üye, 1 idare amiri şeklinde oluşmasına ilişkin önerisi

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Danışma Kurulunun 7/7/2015 tarihinde yaptığı toplantıda görüş birliğine varılamadığından; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının Başkan dâhil 18 üyeden kurulması ve görev yerleri dağılımının; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna 1 başkanvekili, 4 kâtip üye, 2 idare amiri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna 1 başkanvekili, 2 kâtip üye, 1 idare amiri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna 1 başkanvekili, 1 kâtip üye, 1 idare amiri; Halkların Demokratik Partisi Grubuna 1 başkanvekili, 1 kâtip üye, 1 idare amiri şeklinde oluşmasını arz ve teklif ederim.

İsmet Yılmaz

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

BAŞKAN – Öneri üzerinde söz isteyen var mı? Evet, görüyorum ki yok.

Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

Teşekkür ediyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

 

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A)                                                                                                                                        Tezkereler (Devam)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, 10/7/2015 tarihinde Rusya Federasyonu’nun başkenti Moskova’da düzenlenecek olan “21. Yüzyılın Güncel Uluslararası Hukuki Sorunları” başlıklı toplantıya İstanbul Milletvekili Osman Can’ın katılmasına ilişkin tezkeresi (3/6)

7/7/2015

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

10 Temmuz 2015 tarihinde Rusya Federasyonu'nun başkenti Moskova'da düzenlenecek olan "21. Yüzyılın Güncel Uluslararası Hukuki Sorunları" başlıklı toplantıya İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Osman Can'ın katılması hususu, 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 9'uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

 İsmet Yılmaz

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın Vural, buyurun.

OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkanım, bununla ilgili talep bir Parlamento heyeti talebi midir, bir kişisel talep midir? Bu konuda Parlamentoya bilgi… Çünkü, Parlamento heyetiyse bu durumda partiler arasında bir dağılım yapılması gerekiyor. O bakımdan, bununla ilgili bilgi verirseniz… İstirham ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İsme davet vardı. Dolayısıyla, bir Parlamentoya davet yoktu. Eğer Parlamentoya davet olursa gruplardan eşit şekilde çok daha geniş bir katılım sağlarız ama bunun isme davet olduğunu belirtmek isterim.

Teşekkür ediyorum.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, isme davetse bu, Parlamentonun onayına nasıl sunuluyor? Yani bu özel davetinizle ilişkili, Parlamentoda bunun hukuksallaştırılması ne derece doğrudur?

BAŞKAN – Sayın Tanal, bu talep tabii isme değil, Dışişleri Bakanlığı tarafından bize bildirildiği için…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ama siz böyle izah ettiniz Genel Kurula. İsme davetiye Sayın…

BAŞKAN – Tamam.

İsme yapılan bir davet, Dışişleri Bakanlığı üzerinden Meclisimize gelmektedir.

Bilgilerinize sunulur.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ama bu oylanmaz Değerli Başkanım. Yani bu Parlamento… Dışişleri bu kararını kendisi idari anlamda verir. Yani siz bu işlere Genel Kurulu niçin alet ediyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bu konuda bir açıklama yapayım.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 9’uncu maddesinde uluslararası toplantılara davet konusu düzenlenmiştir. Maddenin 3’üncü fıkrasında da isme yapılan davetler ayrıca yer almıştır. Bu hükme göre: “İsim belirtilmek suretiyle uluslararası toplantılara davetlerde siyasi parti gruplarının yüzde oranlarına uygun olması kaydıyla ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının da olumlu görüşü üzerine Genel Kurulun onayıyla heyet seçilmiş olur.”

Bilgilerinize sunulur.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ama “siyasi partilerin oranlarına uygun olması kaydıyla” ibaresini okudunuz. Bu, tezkerenin içinde var mı?

BAŞKAN – Sayın Tanal, eğer çok fazla kişi olsaydı dediğiniz doğruydu, bir kişi olduğu için bu oldu.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sorun bu, sorun bu! Dediğinizle yapılan çelişkili bir durum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bu konuda usul tartışması açmak istiyorum. Bu gerçekten mevcut olan İç Tüzük’e, Anayasa’ya aykırı bir durum Değerli Başkan.

BAŞKAN – Sayın Tanal, kanuna aykırı bir durum yoktur.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bu tavrınızın aleyhine usul tartışması açmak istiyoruz.

BAŞKAN – Uygulamalara da uygundur. Daha önceki örnekler de vardır, sonucu da çıkarıp tek tek sizlere iletiriz Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Şimdi, “Uygulamalara uygundur.” derken Divana danışmanız lazım. 2 üyeniz daha var, onların fikirlerini almadan, onların iradesine ipotek koymanız hem İç Tüzük’e hem Anayasa’ya aykırı Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Tanal, böyle bir usulümüz yok Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Divanın karar alması lazım, sizin bu şekilde Divanı hiçe sayıp kendiliğinizden karar almanız gerçekten mevcut olan düzenlemelere aykırı. Bu konuda kendinize bir çekidüzen vermenizi…

BAŞKAN – Sayın Tanal, yapılan işlem hukuka, kanuna uygundur.

Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 92’nci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

3.- Başbakanlığın, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü Bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2015 Tarihinden İtibaren Bir Yıl Daha UNIFIL Harekâtına İştirak Etmesi Hususunda Anayasa’nın 92’nci Maddesi Uyarınca Hükümete İzin Verilmesine Dair Tezkeresi (3/3)

 

Sayı: 31853594-165-12-2354

Konu: Bakanlar Kurulu Prensip Kararı                  1/72015

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11/8/2006 tarihinde kabul ettiği 1701 (2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı Kararıyla bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye, Lübnan'da konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL)'ne Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi son olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/7/2014 tarihli ve 1067 sayılı Kararıyla 5/9/2014 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmıştır.

Türkiye UNIFIL'e yaptığı katkılarla barışı koruma harekatının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiştir. Bu çerçevede Türkiye'nin katkısı gerek Birleşmiş Milletler sistemi içinde, gerek bölgesel ve küresel ölçekte, gerekse kapsamlı sivil-asker işbirliği faaliyetleri vasıtasıyla Lübnan toplumunun her kesimi nezdinde görünürlüğünün artmasına, ayrıca barış ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur.

UNIFIL'in ülkemizin askeri kuvvet katkısında bulunduğu tek Birleşmiş Milletler Barış Gücü operasyonu olması da dikkate alınarak, UNIFIL Deniz Görev Gücüne katkımızın sürdürülmesinin önem arz ettiği değerlendirilmektedir.

UNIFIL'in görev süresi 31/8/2015 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin bu tarihten sonraki dönem için yenilenmesi yönünde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından Ağustos ayı içinde bir kararın kabul edilmesi beklenmektedir.

Bu hususlar ışığında ve Lübnan'la ikili ilişkilerimiz ile bölgedeki güvenlik koşulları da göz önünde tutularak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması durumunda; hudut, şümul ve miktarı Hükümetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında 5/9/2015 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Deniz Görev Gücüne iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından yapılması için Anayasa'nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesini arz ederim.

                                                                 Ahmet Davutoğlu

                                                                Başbakan

BAŞKAN – Hükûmet? Burada.

Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim. Konuşma süresi gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.

Tezkere üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:

Hükûmet adına Vecdi Gönül, Millî Savunma Bakanı.

Gruplar adına: Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tuğrul Türkeş, Ankara Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Murat Özçelik, İstanbul Milletvekili; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Emrullah İşler, Ankara Milletvekili; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sırrı Süreyya Önder, Ankara Milletvekili.

Şahıslar adına, onar dakika: Mehmet Şeker, Gaziantep Milletvekili; Şirin Ünal, İstanbul Milletvekili.

İlk söz, tezkerenin gerekçesini açıklamak üzere Hükûmet adına Vecdi Gönül, Millî Savunma Bakanı.

Sayın Bakan, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yeni seçilen Sayın Başkanımızı, yüce halkımız tarafından yasama göreviyle onurlandırılan sayın milletvekillerimizi gönülden kutluyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü, UNIFIL olarak ifade ediliyor ki United Nations Interim Force in Lebanon bünyesinde bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 5 Eylül 2015 tarihinden itibaren UNIFIL Deniz Görev Gücüne bir yıl daha katılımının devamının sağlanması hususunda Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca Hükûmete izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresinin gerekçesini açıklamak üzere huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüzyıllara dayanan ortak bir geçmişi paylaştığımız bu coğrafyanın geçmekte olduğu zorlu sürece kayıtsız kalmamızın mümkün olmadığı, bölgesel istikrar, güvenlik ve barışla bağlantılı her türlü gelişmenin iç ve dış politikamız üzerindeki yansımaları en açık şekilde görülmektedir. Bu itibarla ülkemiz, bölgesinde bir güç ve denge unsuru olarak çevresinde yaşanan sorunların çözümlenmesine, barış ve güvenlik ortamının yeniden sağlanmasına katkıda bulunmayı, bunu geniş bir bölgeye yaymayı dış politikasının öncelikli hedeflerinden biri olarak görmektedir.

Uluslararası ortamdaki faaliyetlerimizin en somut göstergesi olan ve tezkerenin konusunu oluşturan UNIFIL, 2006 yazında yaşanan İsrail-Lübnan savaşına son verilmesi ve ateşkes sağlanması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihinde aldığı 1701 sayılı kararı uyarınca Lüban’da barış tesisi ve idamesi amacıyla oluşturulan uluslararası bir güvenlik gücüdür. Ülkemizin de oluşturulmasında aktif rol aldığı bu süreçte bu irade doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının UNIFIL’e iştirak etmeleri yüce Meclisimizin 5 Eylül 2006 tarihinde 880 sayılı kararıyla onaylanmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları 2006’dan itibaren bölgede görevlendirilmiştir.

Lübnan-İsrail sınırında istikrar ve güvenliğin sağlanmasında önemli bir katkısı olan UNIFIL kapsamında denizde denetim harekâtı yapan bir fırkateyn ile muharip olmayan unsurlardan oluşan Türk İstihkam İnşaat Bölüğümüz 261 personeliyle Ekim 2006 ayından itibaren göreve başlamıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 6 Temmuz 2013 tarih ve 1045 sayılı kararı çerçevesinde Suriye’deki durum, Lübnan’daki iç dinamiklere bağlı olarak İstihkam İnşaat Bölüğünün faaliyetlerine son verilmiş ve Eylül 2013 ayından itibaren bölüğümüz Türkiye’ye intikal etmiştir. Bu tezkereyle herhangi bir kara birliğinin Lübnan’da görevlendirilmesi talep edilmemektedir.

Görev süresi boyunca Sur şehri yakınlarındaki Eş Şaatiye kasabasında konuşlanan Türk İstihkâm İnşaat Bölüğü, UNIFIL tarafından icra edilen görevler kapsamında, ana ikmal yollarının yenilenmesi ve bakımı, helikopter pisti yapımı ve bakımı, altyapıların inşaatı, var olan bina ve yapıların bakımı, yeni yapı ve sığınakların inşası ve bakımı olmak üzere birçok önemli projeyi hayata geçirmiştir. Türk İstihkâm İnşaat Bölüğümüz, UNIFIL tarafından verilen görevlerin yanında icra ettiği sivil-asker iş birliğiyle de bölge halkının takdirini kazanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; UNIFIL Deniz Görev Gücüne iştirak eden Türk Silahlı Kuvvetleri Unsurlarının görev süresi ise, son olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2 Temmuz 2014 tarihli ve 1067 sayılı Kararıyla 5 Eylül 2014 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmıştır.

2006 yılından bu yana devam eden UNIFIL Deniz Görev Gücüne katkımız, 2014-2015 döneminde fırkateyn, hücumbot, korvet ve Tuzla sınıfı karakol gemileriyle sürmektedir. Hâlihazırda harekâta Tuzla sınıfı karakol gemisi Köyceğiz ile katkı sağlanmaktadır.

Birleşmiş Milletler tarafından UNIFIL Harekâtı kapsamında, Beyrut, Limasol, Mersin Limanları UNIFIL Deniz Görev Güçlerinin kullanacağı resmî limanlar olarak belirlenmiştir. Harekâta iştirak eden ülke gemilerinin lojistik ikmalleri bahse konu limanlardan yapılmaktadır. Türk Deniz Kuvvetleri unsurları tarafından lojistik ikmal maksadıyla Mersin Limanı kullanılmakta, Beyrut Limanı gemilerimiz tarafından görev periyotlarında bir kez görev brifingi almak maksadıyla günübirlik ziyaretlere muhatap olmaktadır.

Gemimiz programa göre Birleşik Görev Kuvveti (CTF 448) Komutanı Brezilyalı Tuğamiral emrinde, tahsis edilen deniz sahasında üçer günlük periyotlarla denizde denetim harekâtı icra etmekte; akaryakıt ve diğer lojistik ihtiyaçlarını Mersin Limanı’ndan -biraz evvel de arz ettiğim gibi- karşılamaktadır.

TCG Köyceğiz’le birlikte Birleşik Görev Kuvveti emrinde 2 Bangladeş, 1 Brezilya, Alman, Endonezya ve Yunanistan gemisi bizimle birlikte görev yapmaktadır.

Ayrıca Nakura/Lübnan'da konuşlu UNIFIL karargâhında ise 2 karargâh subayımız görevlidir.

UNlFIL'de, Türkiye'nin de içinde bulunduğu toplam 38 ülkeden yaklaşık 11.500 personel görev yapmaktadır. Akdeniz havzasına komşu olmayan Almanya, Hırvatistan, Kamboçya gibi ülkelerin bile katılım sağladığı UNIFIL Harekâtına katılım sağlamamız dış politikamız ve uluslararası konjonktür açısından fevkalade önem arz etmektedir.

Sayın Başkan, değerli Meclis üyeleri; UNlFIL'in görevi, çatışmaların sona erdirilmesi ve ateşkesin izlenmesi, insani yardımların sivillere ulaştırılması, Lübnan'ın isteği üzerine sınırların güvenliği ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 -2006 tarihindeki- ve 1832 -2008 tarihindeki- sayılı Kararları gereğince yasaklanmış silah ve malzemenin Lübnan karasuları ve limanlarına girişini tespit etmek ve bu maksatla doğu Akdeniz'de ilan edilen deniz harekât sahasında sancak-varlık göstererek denizde denetim harekâtı icra etmektir.

Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerden, bahse konu kararda belirtilen görevlerin yerine getirilmesi maksadıyla, UNIFIL unsurlarını desteklemek üzere birlik tahsis etmeleri bu kararlarla talep edilmiştir. Ayrıca vurgulamak isterim ki, Birleşmiş Milletler, UNlFIL'in yukarıda ifade ettiğim görevler dışında bölgedeki unsurların silahtan arındırılması ya da başka hiçbir görevde kullanılmayacağını karara bağlamıştır. Yani görevlendireceğimiz gibi bir asayiş gücü olmayacaktır.

UNlFIL'e katkılarımız kapsamında bir diğer önemli husus, bölgede barış ve istikrarın tesisi amacıyla bulunan UNIFIL Deniz Görev Gücündeki unsurlarımıza ait masrafların geri ödenmesi konusunda, Türkiye ile Birleşmiş Milletler sekretaryası arasında mutabakat muhtırası ve yardım mektuplarının imzalanmış olmasıdır. Bu kapsamda, askerî unsurlarımızın masrafları Birleşmiş Milletler tarafından ödenmektedir, karşılanmaktadır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ülkemiz, gerek tek başına ve gerekse üyesi olduğu uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla geçmişte olduğu gibi bundan sonra da barışı destekleme harekâtlarına katkıda bulunarak bölgesinde ve dünyada istikrar ve barışın tesis edilmesinde rol almaya devam etme kararlılığındadır.

Tüm bu gelişmeler ışığında, içinde bulunduğumuz bu dönemde, Lübnan'da barış ve istikrarın korunması bakımından UNlFIL'in oynadığı rol daha da önem kazanmış olmaktadır.

Lübnan'da barış ve istikrara katkıda bulunması nedeniyle, Lübnan Hükûmeti ve Lübnan'daki tüm taraflar UNlFIL'in faaliyetlerine ve UNlFIL'in görev süresinin uzatılmasına büyük önem vermektedir.

Söz konusu gereklilikler göz önünde bulundurularak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı Kararı doğrultusunda, UNlFIL'in bir yıl olarak belirlenmiş olan görev süresinin, geçmiş yıllarda olduğu gibi, bu yıl da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından, 31 Ağustos 2015 tarihinden itibaren bir yıl süreyle uzatılması beklenmektedir.

Tüm bu yukarıda arz ettiğim hususlar çerçevesinde, ülkemizin, yaptığı katkılarla icrasında etkin rol aldığı UNIFIL Barışı Koruma Harekâtına katkısının devam etmesinin;        Birleşmiş Milletler sistemi içinde askerî kuvvet katkısında bulunduğumuz tek Birleşmiş Milletler Barış Gücü operasyonu olması sebebiyle sistem içerisindeki mevcudiyetimizin devamına, bölgemizde barış ve istikrarın korunmasına yönelik politikalarımızın sürdürülmesine hizmet etmesine; Türk Silahlı Kuvvetlerinin doğu Akdeniz'de sancak ve varlık göstermesine önemli ölçüde katkı sağladığını belirterek Lübnan makamlarının doğrudan talepleri ve bölgedeki güvenlik koşulları da dikkate alınarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, UNlFIL'in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması durumunda, hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ile 5 Eylül 2006 tarih ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla tespit edilen ilkeler kapsamında, 5 Eylül 2015 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Deniz Görev Gücüne iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesini yüce Meclisinize arz ediyorum.

Sayın Başkan ve sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyoruz.

Şimdi, gruplar adına ilk konuşmacı, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tuğrul Türkeş.

Sayın Türkeş, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Lübnan’da barışı korumak amacıyla Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL’e Türkiye’nin Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı sağlamasına bir yıl daha imkân sağlayacak düzenlemeyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bu vesileyle yüce Meclisimizin 25’inci Döneminin bu ilk çalışma gününde bu dönemin Türk milletine hayırlar getirmesini yüce Rabb’imden diliyorum. Ülkemizin ve insanlarımızın bu dönemde güven içinde, sağlıklı ve mutlu yaşamalarını temenni ediyorum. Siz saygıdeğer milletvekillerinin de hayırlı, güzel ve ülke yararına çalışmalar yapmanızı diliyor, bu vesileyle de ramazanışerifinizi de kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, 2006 yılında yaşanan İsrail-Lübnan savaşı sonrasında Lübnan’da barışın tesisi ve idamesi amacıyla Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL) oluşturulmuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 sayılı Karar’la kurulan UNIFIL’in görev süresi geçici olarak bir yıl için belirlenmiştir. Aynı kararda, bu sürenin, gerekli görülmesi hâlinde ve her yıl yeniden uzatılması da öngörülmüştür. UNIFIL’in görev süresi bu çerçevede bugüne kadar 8 kez uzatılmıştır. Bugün ise bunun 9’uncusunu müzakere etmekteyiz.

Bölgemizde barışı korumayı, Lübnan ile tarihten gelen sosyal ve kültürel ilişkilerimizi bu dönemde Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü çerçevesinde teminat altına almayı doğru bulmamız nedeniyle, geçmiş yıllarda olduğu gibi, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bu tezkerenin uzatılmasına olumlu bakmaktayız. Her yıl bölgeyle ilgili, değişik tarihlerde Türkiye Büyük Millet Meclisine gelen tezkereleri bu çerçevede değerlendiriyor, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL’de var olmanın gerekliliğine inanarak bu tezkerelere olumlu bakıyoruz.

Çok değerli milletvekilleri, Lübnan’da yaşananları ve gelişmeleri tek başına ele almamız mümkün değildir. Lübnan’da yaşananları bölgedeki gelişmelerin tümü çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir. Orta Doğu’da yaşananları bir bütün olarak görmez isek ve her olaya tek tek bakıp ülkelere münferit değerlendirmeler yapacak olursak, şüphesiz ki büyük yanlışlara sebep oluruz. Irak ve son zamanlarda da Suriye’de meydana gelen ve tüm komşularımızı tehdit eden, son yaşananlarda da gelişmeler ilerleyen süreçte Lübnan’ı da içine alabilecek boyuta ulaşabilir. Bu öngörü düne veya bugüne ait değildir. 19 Temmuz 2012 tarihinde yapmış olduğum “Yeni Lübnan Savaşı” başlıklı basın açıklamamda düşüncelerimi kamuoyuyla paylaşarak bunları ta o zaman ifade etmiştim. On üç yıldır iş başında olan ve bölgedeki olayları maalesef her seferinde yanlış değerlendiren AKP iktidarı, yaptığı yanlışlar ile hem ülkemizin sınır güvenliğini hem de iç huzurumuzu bozmuştur, aynı zamanda da vatandaşlarımızdan toplanan vergiler bu yanlışlar neticesinde çarçur edilmektedir. Ancak iktidar her zamanki kibri ve “Her şeyi ben biliyorum.” havasıyla olayları yanlış değerlendirmiş, önerilerimizi ve uyarılarımızı da dikkate almamıştır.

Değerli milletvekilleri, geçen yıl yine UNIFIL tezkeresi için Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış ve bölgeyle alakalı şu tespitlerde bulunmuştum, aynen zabıtlardan tekrar ediyorum: Bir diğer değindiğimiz nokta, oradaki bu IŞİD’in doğurduğu huzursuzluğun ardından olası bir göç ihtimaliydi. Daha üç hafta önce yetkililerle görüştüğümüzde böyle bir ihtimal olabilir diye bakıyorlardı, bugün hududa dayandılar, huduttan geçiyorlar. Bu siyasetin, bu bölgedeki siyasetin çok daha ciddi, çok daha akılcı ve çok daha kapsamlı olarak ele alınması lazım; çok daha ciddi, tekrar altını çizerek söylüyorum demiştim.

Yine, Sayın Genel Başkanımız 9 Ekim 2012 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup toplantısında “Suriye kaynaklı tehdit dalgası artık çok boyutlu, çok yönlü risk ve kaygıları içinde barındırmaktadır. Mülteci akını kontrol altına alınmalı ve Suriye’nin kuzeyinde yeni bir peşmerge yönetimi veya Kandil yapılanmasına asla müsaade edilmemelidir.” tavsiyelerinde bulunmuştu.

Milliyetçi Hareket partisi olarak yapmış olduğumuz bu uyarılarımızı dikkate almayan, on üç yıldır tek başına iktidar dönemleri boyunca “Her şeyi ben bilirim, en iyisini de ben bilirim.” zihniyeti sonucunda Türkiye bir mülteci kampına dönmüştür. Şimdi, hep bir ağızdan “Biz misafirperver bir ülkeyiz, herkese kapımızı açarız.” sözlerini duyuyorum. Tabii ki biz misafirperver bir ülkeyiz, bu konuda en ufak bir tereddüt yok ancak bu insanlar daha kaç yıl bu kamplarda hayatlarını idame ettirebilecek? Hadi, diyelim ettiler. Peki, Türkiye Cumhuriyeti bu yükü daha kaç yıl sırtında taşıyabilecek? Şu ana kadar harcandığı söylenen rakam 5,5 milyar doların üzerindedir. Biz nasıl ki mülteci akını konusunda Hükûmete uyarılarımızı ve önerilerimizi yukarıdaki gibi dile getirdiysek şimdi tartışılan Suriye’deki gelişmeler ve oluşturulacak tampon bölge konusunda da sizlere uyarılarda ve tavsiyelerde bulunmuştuk.

Bakın, 6 Ağustos 2012 tarihinde, bundan tam üç yıl önce Sayın Genel Başkanımız, düzenlediği basın toplantısında sizleri uyarıyor ve önerisini sunuyor: “Ülkemize yönelen tehditleri en aza indirmek amacıyla batı ucu Afrin’de ve doğu ucu da Kandil’i içine alacak biçimde tesis edilecek hilal şeklindeki güvenlik kuşağı bir an önce sağlanmalı ve icra edilmelidir.” Önerilerimiz ve tavsiyelerimiz dikkate alınsaydı bugün, sıkıntılarını yaşadığımız birçok konunun önüne geçmiş olacaktık. Bu önerilerimizi dikkate almak yerine, Suriye konusunda yaşanan şiddet döngüsüne gereğinden fazla angaje olmuş ve bölgesel barışı gözetici bir diyalog odağı olmak yerine, komşu bir ülkenin iç savaşında taraf olarak derin bir hataya düşülmüştür.

Değerli milletvekilleri, güney sınırımızda, tüm dünyada ibretle izlenen dış politikamız ve Orta Doğu’da örnek alınan siyasetçilerimiz sayesinde geldiğimiz nokta hiç de iç açıcı değil. Afrin ve Kobani arasındaki 90 kilometre uzunluğundaki Cerablus da terör örgütü PYD’nin kontrolüne geçecek olursa Türkiye’nin Hatay’a kadar olan tüm Suriye sınırı bu terör örgütünün kontrolüne geçmiş olacak. Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti için açık bir tehdittir ve bu tehdit göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir.

Bizler, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye’nin güvenliğini partiler üstü olarak gördük, görmeye de devam ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarında oldubittiye asla müsamaha gösterilemez, gösterilmemelidir de.

2014 yılı Ekim ayında Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen tezkere bu durumlar için vardır. Siyasi iktidar, tüm millî güç unsurlarını ve Türk Silahlı Kuvvetlerini kararlılıkla harekete geçirerek vatanımızı ve milletimizi savunmalıdır. Bunun için hiçbir devletten izin beklenmesine gerek duyulmamalı, uluslararası hukuktan doğan meşru haklar kullanılmalıdır. Biz, bu olaylar patlak verdiği andan itibaren, son derece fevri, aceleci ve radikal bir dış politikayla bir sonuç alınamayacağını, meydana gelen olayların sonucunda güney sınırımızda yeni ve yapay bir devletin temellerinin atıldığını, bölgenin demografik yapısını dile getirmiştik. Milliyetçi Hareket Partisi olarak uzunca zamandır dile getirdiğimiz bu konular, Hükûmet tarafından iftar sofralarında ve Millî Güvenlik Kurulu kararlarında dile getirilmeye başlandı nihayet. 29 Haziran 2015 tarihli Millî Güvenlik Kurulu toplantısında, bizim dediğimiz yere biraz geç de olsa gelindiğini gözlemlemekteyiz, bunu da umut verici olarak değerlendiriyoruz. Geldiğimiz bu noktada Hükûmete önerim, önümüzdeki tehditleri geçmişe nazaran çok daha akılcı ve sakin bir ruh hâliyle tahlil etmek mecburiyetini anlamalı ve ona göre hareket etmelisiniz zira millî menfaatlerimiz bunu gerektirmektedir.

Değerli milletvekilleri, Lübnan’da barışı korumak için görevini sürdürmekte olan UNIFIL Birleşmiş Milletler Geçici Gücü’ne Türkiye'nin Silahlı Kuvvetler unsurlarıyla katkı sağlamasının bir yıl daha uzatılmasını Milliyetçi Hareket Partisi olarak desteklediğimizi tekraren belirtiyor ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Türkeş, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Murat Özçelik, İstanbul Milletvekili.

Sayın Özçelik, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MURAT ÖZÇELİK (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye’nin Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Geçici Gücü’ne yapmış olduğu katkının bir yıl daha uzatılması konusunda, Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan tezkere hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına partimizin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bilvesile, yeni Meclisin ve yasama yılının, ülkemizin hayati sorunlarını çözmek ve halkımızın demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, özgürlükler, eşitlik ve refahın adaletli paylaşımı bağlamındaki beklentilerinin karşılanması bakımından yaratıcı ve verimli olmasını diliyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin uluslararası meşruiyeti haiz Birleşmiş Milletler Barış Gücü operasyonlarına katılmasını hem Silahlı Kuvvetlerimizin milletler topluluğunda olumlu görünürlüğünü artırmak, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler içerisindeki ağırlığını güçlendirmek hem de dünya ve bölge barışına hizmet etmek açısından yararlı görüyoruz. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bölgedeki tecrübesinin Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Geçici Barış Gücü için büyük değer taşıdığı tartışılmazdır. Birleşmiş Milletlerin bölge barışı için meşru zeminde yürüttüğü etkinliklerin muhakkak Türkiye’nin de faydasına olacağına inanıyoruz. Bölge meselelerinde müttefiklerimizle birlikte hareket etmemizin önemli olduğunun altını çizerken, bu tür faaliyetlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin millî menfaatlerine olumlu etkisinin öncelikli hedef teşkil etmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Bu anlamda, sadece Lübnan’ın değil, tüm Orta Doğu coğrafyasının yani komşularımızın da barış ve istikrara kavuşması ülkemiz için hayati öneme sahiptir.

Gündemin bir yandan koalisyon veya erken seçim tahminleriyle, diğer yandan da Suriye ve Irak’taki gelişmeler çevresinde döndüğü bugünlerde, dış politika bağlamında daha ilkeli ve ayağı yere basan bir yol izlenmesi gerektiğine inanmaktayız.

Suriye ve Irak’taki gelişmeler ülkemiz için çok ciddi bir tehdit teşkil etmektedir. Ne yazık ki bu iki komşumuzun şu an yaşadıkları olumsuzluklar Türkiye’nin son yıllarda izlediği yanlış ve maceracı dış politikanın bir ürünüdür. Yani, Türkiye uygulanan dış politikayla barış ve istikrar getirici özelliğini kaybetmiş bulunmakta ve kendi menfaatlerine aykırı olarak bölgede ve dünyada gün geçtikçe daha da dışlanmış bir konuma sürüklenmektedir.

Komşularımızla ilişkilerimizi düzeltmek, ortak sorunlara çözüm bulabilmek için iletişim çok önemlidir. Ancak son dönemlerde yanlış olan dış politika metotları sonucu birçok ülkeyle bu iletişimi sağlayan diplomatik ilişkilerimizin seviyesi düşürülmüş hatta topyekûn durdurulmuştur. Nitekim Mısır, Suriye, İsrail, Lüksemburg, Avusturya, Vatikan, Yemen ve Libya’daki büyükelçilerimiz çekilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla bu ülkelerle ilişkilerimiz son derece düşük seviyededir. Bölgemizdeki ciddi gelişmeler karşısında Suriye, Irak ve Mısır’la ilişkilerimizin öncelikle yeniden düzeltilmesi gerekir. Ancak bu suretle Körfez ülkelerine dönük dış ticaretimiz eski seviyeye getirilebilecektir. Türkiye’nin dışarıdaki menfaatleri sadece etkin işleyen diplomatik ilişkilerle sağlanabilir.

Değerli milletvekilleri, yakın bir geçmişte Türkiye’nin AB üyelik talebi özgürlük ve demokrasi peşindeki Arap kitleleri tarafından da yakından takip ediliyor, bu sayede siyasi ve ekonomik alanda reformlar yapılıyordu. Şu anda dini referans alan, terörü temel felsefesi olarak benimsemiş El Kaide, El Nusra, IŞİD ve Boko Haram gibi birçok örgüt Afrika’nın batısından Afganistan’a kadar, Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinin hemen tamamında bizim tahmin ettiğimizden daha güçlü bir hâle gelmiş bulunmaktadırlar. Eğer biz sorunları doğru teşhis edip bu sorunlara karşı kolektif tedbirleri müttefiklerimizle birlikte zamanlıca alamazsak, sadece komşularımız ve bundan hareketle Avrupa ve diğer Batılı ülkeler değil, tabiatıyla Türkiye de çok önemli bir terör tehdidinin etkisi altında kalacaktır.

Türkiye'nin içindeki Selefi yapılanmaların hem insan devşirme faaliyetlerinde bulundukları hem de hücreler oluşturdukları herkesin bildiği sırlardır. Önümüzdeki dönemde Türkiye'nin etkin istihbari ve güvenlik tedbirlerini alması durumunda çıkarları zarar görecek bu terör odaklarının hem Türkiye’yi hem de Batı’yı daha fazla hedef alması çok zor olmayacaktır. Bu şartlar altında İslam ülkelerine öncülük etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Biz, mademki “İslam ile terör aynı cümlede geçemez, İslam bir barış dinidir.” diyoruz, o hâlde temeli barış olan dinimizi bu terör odaklarından kurtarmak öncelikle bizim görevimizdir.

ABD ve Avrupa’nın zamanında desteklediği ılımlı İslam, yerini, maatteessüf, radikal İslam ve teröre bırakmıştır. Esas şimdi ülkemizin bu çağ dışı anlayıştan kurtulmayı isteyenlere örnek olma zamanı gelmiştir. Yani inanca ve kimliklere saygılı laik bir sistem altında dar gelirlilerin sıkıntılarına derman olacak, insan hakları ve tüm özgürlüklere sıkı sıkıya bağlı bir anlayışla rotasını çağdaş medeniyete çevirmiş bir Türkiye’yi muhafaza etmeliyiz. İşte biz Türkiye’yi böyle bir rotaya oturtarak İslam dünyasındaki din kardeşlerimize onların özlediği örneği sunabiliriz.

Eğer kendi halkımızın güvenlik içerisinde yaşamasını temin etmek istiyorsak –ki bu her çağdaş ülkenin vatandaşlarına olan asli görevidir- o zaman hep birlikte el ele vererek, özellikle Orta Doğu’da bir yandan halkların insanca yaşamalarını sağlayacak koşulları oluşturmaya gayret ederken öte yandan terörle mücadeleyi en katı biçimiyle yürütmeliyiz. İslam’ın barış dini olduğunu göstermek, silahlı terörü varoluş felsefesi olarak gören gruplarla iş birliği yapmamak, Suriye’de olduğu gibi taşeron görevini onlara vermemek anlamına gelir. Orta Doğu’ya baktığımızda, Türkiye’nin tekrar tüm dinler ve mezheplere eşit mesafede duran bir dış politika uygulamasına dönmesi ve böylece bölge istikrarına katkıda bulunması birinci önceliğimiz olmalıdır.

Yabancı savaşçılara verilen destek daha fazla çatışmaya, acıya ve Suriye ile Irak’ta milyonlarca kişinin yerlerinden edilmesi sonucunu doğuruyor. Bu nedenle Türkiye’nin yabancı savaşçıların geçiş güzergâhı olmasının önüne geçilmelidir. Hemen sınırımızın karşısında Türkmenler kadar Arapların da Kürtlerin de bizim himayemiz altında mutlu yaşamalarını sağlamamız lazım. Biz, halkların refahı için dış politikamızı ayarlamalı, bu politikaların arkasında durmalı, kendi akrabalarımızı IŞİD’e veya başka terörist oluşumlara vurdurtmamalıyız; birbirlerine saygı göstererek birlikte yaşamalarını sağlamalıyız. Kimse yadsıyamaz ki Türkiye önemli, güçlü ve büyük bir ülkedir. Türkiye, komşularımızın sınırlarımızın hemen ötesinde demokratik düzeni kurmalarına yardım edecek olursa bölge istikrarına da ciddi katkı yapmış olacaktır.

Suriye’deki nihai siyasi çözümü görmeden güvenlik koridoru veya tampon bölge gibi yaklaşımlar anlamsızdır. Nitekim Türkiye’ye güvenlik koridoru veya tampon bölge konusunda izin veren bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı veya Suriye’nin kendi topraklarında böyle bir bölgenin yaratılmasına yönelik herhangi bir rızası yoktur. Böyle bölgeler oluşturmanın yegâne amacının bir saldırıyı defetmek olduğunu da ileri sürmek imkânsızdır. Suriye topraklarında Türkiye’nin bir güvenlik koridoru oluşturması uluslararası hukuku ihlal etmek demektir ve Türkiye’yi işgalci güç durumuna düşürecektir. Kimse Türkiye’yi macera olacak işlere çekmemelidir. Oysa Türkiye, IŞİD’in insan kıyımını durdurmak için uluslararası girişimlere hız vermeli, IŞİD’e karşı mücadele için Suriye ve Irak’a kara birlikleri göndermenin haricinde, uluslararası koalisyona tam destek sağlamalıdır. Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler Irak ve Suriye’ye müdahalelerini mezhep gözetmeksizin, tüm halkların iyiliğine olacak yardımlarla sınırlamalıdırlar. Bu çerçevede, Türk Silahlı Kuvvetlerinin önü arkası belli olmayan, hedefi belli olmayan, stratejisi belli olmayan hiçbir maceranın içerisine kesinlikle itilmesi taraftarı olmadığımızın bu yüce kürsüden de bir kere daha altını önemle çiziyorum.

Değerli milletvekilleri, şu anda 2,5 milyon Suriyeli Türkiye’de bulunuyor. Türkiye’nin 5’inci büyük şehri kadar kalabalık bir nüfusa Türk halkı bakıyor. Bu insani dram ülkemiz için büyük bir yük olmaktadır ancak yurdumuza kabul ettiğimiz bu insanlara Suriye’de nihai bir çözüm gerçekleşip geri dönüş şartları oluncaya kadar bakmak bizim insanlık borcumuzdur. Hâl böyle olmakla birlikte, onları sokaklara bırakmak yerine, insani bir politikayı bir an evvel devreye sokmak da önem arz etmektedir. Suriyeli mülteciler konusunda müttefiklerimizden fazla bir dayanışma görmemekteyiz. Bunun nedeni ise mülteciler arasında bulunan ve sınırlarımıza kadar büyük bir rahatlıkla girip çıkan militanlardan ileri gelmektedir.

Şu an Türkiye için en büyük tehdidi oluşturan, Suriye ve Irak sınırlarında güvenlik neredeyse hiç yoktur. Türkiye mültecilerle birlikte, teröristlerin de cirit attığını bilerek sınır güvenliği konusundaki tedbirlerini azami ölçüde almalıdır. Türkiye, halkımızı ve müttefiklerimizi alacağı esaslı sınır güvenliği tedbirleriyle rahatlatmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Batı’daki komşumuz Yunanistan’daki gelişmeler ışığında avro bölgesinde kalmayı sürdüren ancak sıkı mali politikaları uygulamakta güçlük çeken Avrupa Birliği ülkelerinin oluşturduğu yeni bir kuşağın ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu çerçevede, bir yandan Avrupa’daki gelişmeleri izlerken diğer yandan ülkemizin özelliklerini dikkate alarak Birliğin neresinde yer almamız gerektiğini ciddi bir şekilde değerlendirmeliyiz, belirlemeliyiz. Her hâlükârda Türkiye tüm samimiyetiyle Avrupa Birliği üyeliği çalışmalarına öncelik verme politikasına geri dönmelidir. Eğer Türkiye örnek bir demokrasi olup bölgenin güvenlik ve istikrarına katkıda bulunacaksa, özgürlükleri ve adalet sistemini Avrupa Birliği ile tam uyumlu hâle getirmelidir. Zira Avrupa Birliği savaşa karşı barışı, yoksulluğa karşı refahı savunanların çok önemli bir projesidir. Bugün nefretin, şiddetin ve savaşın bir kez daha Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrupa uluslar topluluğunun kapısına dayandığı bir ortamda Avrupa Birliğinin misyonunu ve önemini bir kez daha hatırlamakta büyük fayda bulunmaktadır.

Yine, bugün baktığımızda, toplumumuzun çok geniş bir kesimi ülkemizin gidişatı nedeniyle büyük endişe duymaktadır. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini demokrasimiz, ekonomimiz ve toplumumuz için vazgeçilmez bir hedef ve bir demokrasi çıpası olarak görüyoruz. Avrupa Birliği üyeliği ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ve insani özgürlükler ve gelişmişliğe ulaşma hedefidir. Bu hedef iç politika polemiklerine kurban edilmeyecek kadar önemlidir. 77 milyon vatandaşımız daha iyi ve modern bir yaşamı hak ediyor. Avrupa Birliği ilkeleri, teknolojik yenilik, yeni kurumlar oluşturma ve yeni uluslararası ortaklık kurma kapasiteleri bakımından öncül konumlarını sürdürmektedir. Türkiye, insan haklarına, demokrasiye, eğitime, teknolojiye, kadınlara, sanata önem veren bir ailenin parçası olmalıdır. Avrupa Birliği, yakın bölgelere yönelik komşuluk, göç ve enerji politikalarına önem vermektedir, öncelik vermektedir. Türkiye’nin yeni bir genişleme sürecinde yer alması bu alanlarda ortaya koyacağı politikalara katkıda bulunmasına da bağlı olacaktır, Avrupa Birliği değerlerini içselleştirmesine ve yakın çevresinde temsil etmesine de bağlı olacaktır. Biz, Türkiye’nin bölgesinde barışın ve güvenliğin tesis edilmesi ve yeniden örnek bir ülke hâline gelmesi için ülkemizin pusulasını tekrar çağdaş medeniyet yoluna çevirmesi gerektiğine inanmaktayız. Bu anlamda, Avrupa Birliğiyle yarım kalmış üyelik sürecinin tamamlanması için gereken tüm adımlar ivedilikle atılmalıdır. Avrupa Birliğine tam üyelik gerçekleşene kadar vize, tarım destekleri ve bölgesel kalkınma alanlarında halkımızın refahı için etkin müzakereler yürütmeliyiz. Diğer yandan, yeni fasılların açılmasını sağlamalıyız.

Avrupa Birliği üyelik sürecinde ülkemizin ilerlemesi, yürütülen transatlantik ticaret ve yatırım müzakerelerinde ülkemizin hak ettiği yeri almasına da katkı sağlayacaktır. Transatlantik Ticaret ve Yatırım Sözleşmesi vasıtasıyla elde edeceğimiz saygın konum ve yumuşak güç, evrensel demokratik ilkeler çerçevesinde bölgemizde istikrarın yeniden tesisi yolunda kullanılmalıdır. Bu sayede bölge halkları ile karşılıklı çıkar kanallarının yeniden açılması mümkün hâle gelecektir.

Değerli arkadaşlarım, dış politikada öncelik yurttaşlarımızın güvenliği, huzuru ve refahıdır. Coğrafyamız fırsatlar kadar tehlikelerle doludur. Devletler zayıflamakta, aşiret ve mezhep çatışmaları tırmanmakta, suç ve terör örgütleri ülkeleri kan gölüne çevirmektedir. Ülkemizin geleceğini düşünürken bu tehlikeleri yakından izlemek ve yurttaşlarımızın güvenliğini teminat altına almak gerekmektedir. Ülkemiz, Hükûmet politikalarıyla yurttaşlarının canını tehlikeye atan değil, dünyanın neresinde olursa olsun yurttaşlarına güven veren bir aktör olmalıdır. Girişimcilerimizin meşru haklarının korunması ve yatırım olanaklarının artırılması öncelikli dış politika hedeflerimizde yer almalıdır.

Türkiye'nin farklılıkları ve çok kültürlülüğü en önemli dış politika gücüdür. AKP öncesi hükûmetler dış politikada Türkiye'nin çok boyutlu kimliğini ön plana çıkarmaya çalışmıştır. Türkiye, barındırdığı her kültürle başka bir coğrafyaya bağlanabilir. Türkiye, sahip olduğu demokrasi deneyimi, Batı’yla ilişkileri, inanç ve değerleri, laikliğiyle özgün bir ülkedir. Türkiye, farklı bölgelerin kültürel özelliklerini taşımaktadır. Bu nedenle, çevremizde bulunan ve farklı kültürlere sahip olan ülkeler Türkiye’yi kendilerine yakın hissetmektedirler. Türkiye, bütün dinî ve mezhepsel kimliklere saygılı, seküler yapısıyla Anadolu’nun kültürünün ve dinî geleneklerinin bütün bölge ülkelerine de ışık tutacağı bir istikrar odağı hâline gelmelidir.

Atatürk’ün dış politika için yön gösterdiği “Yurtta sulh, cihanda sulh.” ilkesinden hareket ederek, Türkiye'ye yeniden bölgede ve uluslararası zeminde güven verici, barışçıl ve güçlü bir ülke konumunu kazandırarak, komşularımızla barış ve iş birliği ortamı içerisinde, uluslararası alanda ise saygın bir ülke sıfatıyla ciddi, tutarlı ve istikrar getirici bir yolda ilerlemeliyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu düşüncelerle, Cumhuriyet Halk Partisi adına grubumuzun tezkereye olumlu oy vereceğini bildiriyor, Lübnan’da Birleşmiş Milletler Geçici Barış Gücü nezdinde görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri personelimize görevlerinin devamında, barış namına verdikleri çabalarında başarılar diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Özçelik, teşekkür ediyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Emrullah İşler, Ankara Milletvekili.

Sayın İşler, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA EMRULLAH İŞLER (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken, 25’inci Yasama Döneminin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diler, Meclis Başkanımızı yeni görevinden dolayı kutlarım. Bu vesileyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin başarı dolu bir dönem geçirmesini temenni ederim.

Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü’ne sağladığı kuvvet katkısının bir yıl daha uzatılması konusunda yüce Meclisimizin onayına sunulan Hükûmet Tezkeresi hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.

2006 yılında yaşanan İsrail-Lübnan savaşı sonrasında, Lübnan’da barışın tesisi ve idamesi amacıyla oluşturulan UNIFIL’in başarıyla icra ettiği görevler sonucunda Lübnan-İsrail sınırında sağlanan güvenlik ve istikrar ortamı sürmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 sayılı Karar’la kurulan UNIFIL’in görev süresi geçici olarak bir yıl olarak belirlenmiş ve bu sürenin gerekli görülmesi hâlinde her yıl uzatılması öngörülmüştür. UNIFIL’in görev süresi bu çerçevede bugüne kadar 8 kez uzatılmıştır.

Saygıdeğer milletvekilleri, ülkemiz, geniş bir bölgeye yayılma riski taşıyan İsrail-Lübnan savaşına son verilmesi amacıyla bölgesel barış ve istikrara atfettiği önem çerçevesinde 1701 sayılı Karar’la kuruluşunu takiben UNIFIL’e kuvvet katkısında bulunma kararı almıştır. Bu irade doğrultusunda, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının UNIFIL’e iştirak etmeleri yüce Meclisimizin 5 Eylül 2006 tarihinde aldığı 880 sayılı Karar’la onaylanmıştır. Bu karar sonrasında, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları Ekim 2006’dan itibaren bölgeye konuşlandırılarak görevlerine başlamışlardır. UNIFIL’e iştirak eden askerî unsurlarımızın görev süreleri UNIFIL’in görev süresine paralel olarak uzatılagelmiştir. Bu kapsamda, yüce Meclisimizin geçtiğimiz yıl aldığı karar doğrultusunda, yetkilendirmenin süresi 5 Eylül 2015 tarihine kadar uzatılmıştır. Bu defa, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince UNIFIL’in görev süresinin Ağustos 2015 sonu itibarıyla yeniden bir yıl uzatılması öngörülmektedir. Bu çerçevede, Hükûmetimiz, yüce Meclisimizin çalışma programını da dikkate alarak ülkemizin katkı süresinin UNIFIL’in Görev Yönergesi’yle eş güdüm içinde uzatılabilmesini teminen, Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca, yüce Meclisimizden vakitlice izin istemiş bulunmaktadır.

Sayın milletvekilleri, hepimizin malumu olduğu üzere, ülkemizin öncelikli dış politika hedeflerinden biri yakın coğrafyamızda barış ve istikrarın tesisidir. Bölgesel barış, güvenlik ve istikrarı ilgilendiren tüm gelişmeler dış politikamız üzerinde şüphesiz önemli yansımalara neden olmaktadır. Bu minvalde, son dönemde bölgemizde yaşanan gelişmeler ülkemizin istikrar ve esenliğinin bölge ülkelerinden ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Tabiatıyla, millî menfaat ve çıkarlarımızı yakından ilgilendiren bölgesel gelişmeler karşısında kayıtsız kalmamız düşünülemez. Bu anlayıştan hareketle, ülkemizin dış politikası, çevresinde bir barış, güvenlik, istikrar ve refah kuşağı oluşturmayı hedeflemektedir.

Değerli milletvekilleri, Suriye’de Esed rejiminin masum halka karşı çocuk, kadın, yaşlı ayrımı yapmadan uyguladığı kanlı şiddet ve baskı politikalarının, bölge istikrarına yönelik tehdidinin giderek arttığı bir ortamda tüm bölgenin istikrarı bakımından kilit önemi haiz Lübnan’da barış ve istikrarın muhafazası, bölgemizin içinden geçmekte olduğu bu hassas süreçte, hiç şüphesiz, daha da önem kazanmıştır. Esasen, Lübnan’daki gelişmeler, Suriye ihtilafının bölgesel barış ve güvenliğe yönelttiği tehdidin vahametiyle doğrudan ilintili bir seyir izlemektedir. Suriye ihtilafı boyunca Lübnan’daki etnik ve dinî gruplar arasında yaşanan dönemsel gerginlikler ve toplumsal huzuru hedef alan eylemlerde kaydedilen artış endişe kaynağı olmayı sürdürmektedir. Suriye’de rejim, Lübnan içindeki kendine yakın siyasi ve askerî unsurların da yardımıyla Lübnan’a zarar verecek tehlikeli adımlar atmaya yönelmiştir. Bölgesel gelişmelerin etkisiyle Hizbullah’ın artan ölçüde Suriye rejimine destek vermesi ve Suriye’deki iç savaşta rejimin yanında bilfiil yer alması, Lübnan’ı da Suriye’deki gelişmelere müdahil kılmaktadır. Hizbullah’ın bu dahli, gerek Lübnan’ın gerek bölgemizin güvenlik ve istikrarına yönelik ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Böyle bir dönemde Lübnan’da toplumsal ahengin korunması her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır. Bu açıdan, Türkiye olarak, Lübnan’ın kendini Suriye krizinden mümkün olduğunca uzak tutmaya özen gösteren politikasını destekliyoruz.

Ayrıca, çatışma ortamından kaçarak komşu ülkelere sığınmak durumunda kalan milyonlarca Suriyelinin yarattığı yoğun mülteci baskısı da Lübnan’ı ciddi toplumsal sınamalarla karşı karşıya getirmiştir. Bugün, Lübnan, kendi nüfusunun neredeyse üçte 1’i kadar Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmakta; dolayısıyla Lübnan, Suriye’de devam eden ihtilafın etki ve yansımalarını doğrudan ülkesinde hissetmektedir. Bu bağlamda, Lübnan’a sığınan çoğunluğu Sünni Suriyeli ve Filistinli 1,5 milyona yakın mültecinin, ülkedeki hassas mezhep dengelerini bozmasından endişe edilmektedir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin tahminlerine göre bu yılın sonunda 1,8 milyona ulaşması beklenen Suriyeli mülteci sorunu, Lübnan’ın önündeki en temel istikrarsızlık sorunlarından biri olarak göze çarpmaktadır.

Öte yandan, DEAŞ terör örgütünün son dönemde Irak ve Suriye’de giderek yerleştiği ve Yemen’de önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemde bölgesel planda vuku bulan Şii-Sünni gerginliğinin, diğer bölge ülkelerine kıyasla sosyopolitik açıdan çok daha hassas dengeler üzerine kurulu olduğu Lübnan’ın barış, huzur ve istikrarına olumsuz yansımaları olacaktır. Şüphesiz bu etkiler asgari düzeyde tutulamadığı takdirde ülkede yaşanabilecek mezhep temelli bir iç çatışma, komşu ülkeler başta olmak üzere, bölgesel ve küresel düzeyde barış ve istikrara yönelik ciddi risk ve tehditler oluşturacak, tedavisi mümkün olamayacak derin yaralar açabilecektir.

Sayın milletvekilleri, bu noktada Suriye kaynaklı güvenlik tehdidi ve bölgesel çatışma riski bağlamında elbette ki Lübnan ordusuna da önemli görevler düşmektedir. Sahip olduğu kısıtlı imkânlarla gerek bölgesel tehditler karşısında gerek ülke içinde yaşanan gerginliklerin iç çatışmaya dönüşmeden kontrol altında tutulması hususunda başarılı bir sınav veren Lübnan ordusunun bölgesel gelişmelerin beraberinde getirdiği büyük sınamalar karşısında da desteklenmesi elzemdir. Bu çerçevede, Lübnan’la ikili düzeyde yürüttüğümüz askerî iş birliği faaliyetlerimizin yanı sıra, Lübnan ordusuna destek sağlanması hususunda uluslararası platformda yürütülen çabalara da aktif katkı sağlanması önem taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin girişimi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyelerinin katılımıyla Lübnan İçin Uluslararası Destek Grubu oluşturulmuş olup ülkemiz UNIFIL kapsamında Lübnan’a sağlamakta olduğu desteğe ilave olarak başta eğitim iş birliği olmak üzere Lübnan Silahlı Kuvvetlerine vereceği somut katkılarla önümüzdeki dönemde Destek Grubunun içinde yer alacaktır.

Ülkemiz, Lübnan’la arasındaki derin tarihsel bağların ve her alanda gelişen ikili ilişkilerin yanı sıra, Lübnan’daki gelişmeleri de yakından izlemektedir. Mevcut konjonktürde Lübnan’da huzur ve sükûnetin korunması her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır. Bu çerçevede, Lübnan’da bir yılı aşkın süredir seçilemeyen yeni cumhurbaşkanının bir an önce iç uzlaşı ve diyalog yoluyla seçilmesinin Lübnan’ın çok ihtiyaç duyduğu istikrara katkıda bulunacağını düşünüyoruz.

Sayın milletvekilleri, Lübnan’ın istikrar ve refahına atfettiğimiz önem çerçevesinde bu ülkede barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik olarak ortaya koyduğumuz somut katkılar, ikili ilişkilerimizin her veçhesine olumlu etki yapmaktadır. UNIFIL’de görev yapan birliklerimizin sergilediği üstün performans, diğer katılımcı ülkeler tarafından olduğu kadar Lübnan halkı tarafından da desteklenmekte ve takdirle karşılanmaktadır. Nitekim, UNIFIL’e kuvvet katkısında bulunduğumuz 2006 yılından bu yana UNIFIL tarafından icra edilen görevler kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarınca hayata geçirilen birçok önemli proje Lübnan halkının hafızalarında yer etmiştir. Bunlar arasında, köy okullarının elektrik ihtiyacının karşılanması, köy okullarına oyun sahaları, köylere sağlık ocakları ve su depoları inşa edilmesi, yol inşaatı gibi projeler sayılabilir.

UNIFIL’e mevcut kuvvet katkımızın deniz gücüyle sınırlı tutulmasının karara bağlandığı malumlarıdır. Bu kapsamda, 1 Ekim 2014 tarihinden itibaren ülkemiz Deniz Kuvvetleri 1 adet fırkateyn, 4 adet hücumbot, 4 adet korvet ve 1 adet Tuzla sınıfı karakol gemisinden müteşekkil takvimlendirilmiş unsurlarıyla denizde denetim harekâtı icra etmektedir. Böylelikle, Türkiye, UNI FIL’e yaptığı katkılarla barışı koruma harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir rol daha üstlenmiş olacaktır.

Ülkemizin söz konusu katkıları, Türkiye'nin hem Birleşmiş Milletler sistemi içinde hem de bölgesel ve küresel ölçekte etkin bir aktör olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.

Saygıdeğer milletvekilleri, dış politika anlayışını AK PARTİ hükûmetlerini eleştirme üzerine kuranların, Türkiye'nin bölge barışının sağlanmasına verdiği katkıyı görmelerini ve anlamalarını elbette beklemiyoruz. “Yurtta sulh, cihanda sulh.” anlayışının bir gereği olarak başlattığımız komşularla sıfır sorun politikasına yönelik yapılan insafsız eleştiriler ancak akıl tutulmasıyla açıklanabilir.

AK PARTİ hükûmetlerinin takip ettiği ilkesel politikaların gereği olarak Türkiye, zalim ve halkını hunharca katleden diktatör yöneticilerle aynı safta yer almamaktadır. Türkiye, AK PARTİ hükûmetleri dönemlerinde, açlıkla terbiye edilmek üzere ölüme terk edilen Somalili mazluma bir umut, sahilde oynayan masum Filistinli çocukları öldüren İsrail’in zulmünü tüm dünya kamuoyuna duyuran bir dost, zalim Suriye rejiminden kaçan Suriyeli kardeşlerine bir ensar, başta Doğu Türkistan ve Arakan olmak üzere dünyanın herhangi bir yerinde inancı gereği zulme tabi tutulan halklara bir dayanak olmuştur. İcra ettiği politikalarının merkezine insanı koyan ve ortaya koyduğu ilkelerle hareket eden AK PARTİ anlayışının zalimlerle sorunsuz olmasını kimse bizden beklemesin. Türkiye, uygulanan bu politikalarla dost düşman herkesin takdirini kazanmış, hem bölge halkları hem de dünya halklarıyla sıfır sorunlu bir ülke hâline gelmiştir. Birilerinin bir türlü anlayamadığı sıfır sorun politikamızın, temelinde, herhangi bir aidiyet dikkate alınmaksızın halklarla kurulan dostluk ve kardeşlik bağı bulunmaktadır.

Sayın milletvekilleri, askerî kuvvet katkısında bulunduğumuz tek Birleşmiş Milletler barış gücü harekâtı niteliğindeki UNIFIL’e iştirakimizin sürdürülmesi, bir yandan uluslararası barışın korunmasına yönelik çabalar kapsamında görünürlüğümüzün artırılmasını sağlarken kapsamlı sivil asker iş birliği faaliyetleri vasıtasıyla Lübnan toplumunun her kesimi nezdinde mevcudiyetimizin perçinlenmesine de hizmet etmektedir. Şüphesiz Türk Silahlı Kuvvetlerinin üstlendiği bu misyon, bölgemizde barış ve istikrarın korunmasına yönelik politikalarımızın sürdürülmesine de önemli katkılar sunmaktadır. Bu anlayışla hareket eden Hükûmetimiz, uluslararası meşruiyeti haiz olan ve uluslararası toplumun ortak iradesini yansıtan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı Kararı’nda öngörülen amaçlar doğrultusunda Lübnan’da görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL’e kuvvet katkısında bulunmaya devam edilmesinin uygun olacağı görüşünü muhafaza etmektedir.

Yukarıda kaydettiğim hususlar ışığında, başta Suriye’deki çatışmaların yol açtığı güvenlik zafiyeti yansımaları olmak üzere, DEAŞ tehdidinin ortaya koyduğu bölgesel barış ve istikrara yönelik risk ve tehditler, mülteci sorununun bölge ülkeleri üzerinde giderek artan baskısı ve bölgesel ölçekte bir mezhep çatışmasının ciddi emarelerinin belirdiği mevcut ortamda Lübnan devleti ve halkıyla dayanışma içerisinde olduğumuzun ve desteğimizin sürdürüleceğinin vurgulanması önem arz etmektedir.

Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması durumunda hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla tespit edilen ilkeler kapsamında 5/9/2015 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Deniz Görev Gücüne iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesini yüce Meclisimizin takdirine sunuyor, hepinizi AK PARTİ Grubu adına saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın İşler, teşekkür ediyorum.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sırrı Süreyya Önder, Ankara Milletvekili.

Sayın Önder, buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Ankara) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; biz de 25’inci Yasama Döneminin bütün ülkemize ve bölge halklarına barış, demokratik siyasetin gelişmesi konusunda olumlu katkılar sunucu olmasını diliyoruz. Yeni seçilen Sayın Başkan ve seçilecek olan Başkanlık Divanına da bu duygularla başarı dileklerimizi bildiriyoruz grubumuz adına.

Şimdi, gönül isterdi ki bizden çok daha sınırlı, bizden çok daha kısıtlı askerî güç veren ülkelerin tezkere oylamalarında yaptıklarının yüzde 5’ini bu Parlamentoda yapabilseydik. Bu neye vesile olur eğer bir Birleşmiş Milletler kararı da söz konusuysa? Ülkenin dış politikasının Parlamento nezdinde hele böyle karmaşık ve kaotik süreçlerde ele alınmasına, Parlamento nezdinde gelişebilecek en geniş mutabakatların ve ortaklaşmaların sağlanmasına vesile olurdu. Burada ne oldu? Burada Sayın Millî Savunma Bakanından şunu beklerdik: Yaptığı konuşmadan aklımda kalanları söyleyeyim, yaklaşık on üç dakika Sayın Bakan konuşma yaptı; yakıtını Mersin’den alıyormuş, komutanları Brezilyalıymış ve buna benzer bir sürü gereksiz, kundağa saçak, istatistik bilgi. Bizim ihtiyacımız olan bunlar değil. 8’incisini getiriyorsunuz. Devasa bir bütçeye sahip Bakanlıksınız. Orada bir denizci de oturuyor, bir denizci sözüyle söyleyecek olursak “Hangi limana gideceğini bilmeyen gemiye hiçbir rüzgârdan hayır, bereket gelmez.” Bu sekiz senede biz oraya asker gönderdik de, Birleşmiş Milletler müdahil oldu da özelde Lübnan halkı için bu müdahalenin sonuçları ekonomik, sosyal, savaş, iç savaş boyutlarıyla, özgürlükler boyutuyla ne oldu?

Peki, biz verdik ve her sene -bu 8’incisi- onayladığımız tezkereyle Meclisi bu döneme kadar bir yasama organının sekretaryası gibi çalıştırdık. Hele bir tezkere söz konusu olduğunda “Arş yiğitler, ileri!” ruhuyla buraya çıkan herkesin defalarca bunu bir millî birlik ya da bir millî meseleymiş gibi ele almasıyla meselenin o uluslararası boyutunu, meselenin savaşı engelleyici ya da geliştirici boyutunu hiç konuşmadan buradan alayıvâlâyla sayısız tezkere geçirdik. Bu Bakanlıkça, bize bir gün “Sayın parlamenterler, siz böyle dediniz, bize bu görev ve yetkilendirmeyi yaptınız, biz de orada şöyle bir şey icra ettik. Uluslararası alanda bize faydası bu oldu, zararı bu oldu.” diye bunun sonuçlarıyla ilgili bir tek muhasebe önümüze gelebilmiş, getirilmiş değil. Bu, kabul edilebilir bir şey de değil, rasyonel de değil, faydası da yok.

Şimdi, özelinde bütün konuşmacıların içine düştükleri yanlış şöyle bir şey: Birleşmiş Milletler nezdindeki tek ortak yurt dışı katkımızmış, olmaz olsun! Yani bula bula, askeri bir sermaye gibi görüp… Vaktinde Amerikan emperyalizminin bir temsilcisi çok güzel özetlemişti: “Sizin bir tane ihraç malınız var.” ya da “En kıymetli ihraç malınız askeriniz.” demişti. Ota yosuna hâllenen ordudan bu konuda “Sen ne diyorsun kardeşim, biz ihraç malı değiliz.” diye de bir tek çıkış hatırlamıyorum. Kendi yurttaşıyla kavga etmek isteğinde bu Meclisin seçilmiş parlamenterine silah doğrultmakta çok cevval olan ordudan, dönüp “Kardeşim, sen bizi nasıl ‘ihraç malı’ diye nitelersin?” diye bir tek çıkış duymadık.

Peki, bu, dış politikanın matah bir tarafı mı, etkinliğimiz bununla mı artacak? Mesela, bu vesileyle elimize verilen dış işleri ya da millî savunma metinlerini okumak yerine, keşke biraz daha istişare edebilsek. Böylesi bir coğrafyada, siz, komşularınıza ancak demokratik bir teklif sunabildiğiniz zaman bir kudret sahibi olabilirsiniz. Peki, bu demokratik teklif nasıl sunulur? Bir mektuba yazılıp verilmez, 3-4 tane fırkateynle de gönderilmez; oradaki barbarlar çetesinden o toprağın kadim sahipleri ele geçirdiğinde bütün askerî birliğini oraya yığınak yapmakla da olmaz. Peki, neyle olur? Kendi pratiğinizle olur. Demokratik teklif böyle bir şeydir. Buraya çıkan bütün konuşmacılar bölgedeki etnik ve mezhebî farklılıklara vurgular yapmadılar mı? Bizim içinde bulunduğumuz ülke, kara parçası da böyle bir kara parçası değil mi? Peki, kendi içinizde sağlayacağınız demokratik pratik nedir? Barış içinde yaşamak. Yani nedir? Bütün insanlarınızın kendi kültürel kimliklerinden, inançlarından, sosyal düşüncelerinden dolayı emnüemân içinde olmalarını sağlamak. Siz bu pratiği sağlarsanız bölgeye, bölgedeki bütün kudret sahiplerine de, mazlumlara da bir teklif sunmuş olursunuz.

Bakanlar Kurulu da biraz susarsa… Anladık, müstafisiniz ama biraz saygı gösterin.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Mülga, mülga!

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Şimdi, burada üstelik biz bu pratikten son derece uzağız.

Sayın Dışişleri arkada, muhabbet ediyor Dışişleri Bakanı müstafi bir başka Bakanımızla.

Peki, bunun için toplandı bu Meclis. Arkadaş, Suriye sınırına bu ordunun yarısını gönderiyorsunuz. Ne Sayın Millî Savunma Bakanı ne Sayın Dışişleri Bakanı -bu on üç dakikayı- bölgeyi belki de bir savaşa sürükleyecek bir şeyde “Değerli parlamenterler, bu konuda ne yapabiliriz? Biz birçok yaptığını yanlış yapmakla malul bir siyasal hareketiz. 112 kere kendi yaptığımız kanunları değiştirdik. Acaba burada da bir yanlış yapıyor olabilir miyiz? İstişare sünnettir. Gelin, bunu bir istişare edelim.” demediler.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – İstişare ediyoruz şu anda.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – İstişare etmiyoruz, monolog yapıyorsunuz Sayın Ahmet Aydın; getiriyorsunuz bunu, herkes elinde Bakanlık metinlerini okuyor. İşte, biraz önce Sayın Bakanımız, eski Bakanımız Emrullah Bey Somali’yi saydı. Böyle bir şeyi söyleyince gerçekmiş gibi olmuyor. Siz, El Şebab’a -ki siz bu konuda birikimiyle maruf bir parlamenterimizsiniz- yardım yaptığınız zaman, halkın yüzde 80’ini kontrol eden yapıya ve onun denetimi altındaki en yoksul insanlara bir tek buğday tanesi vermediniz. Ben bunu Sayın Bekir Bozdağ’a da söyledim, o zaman hısım akraba topluluklara o bakıyordu. Siz gittiniz, onu uluslararası rejimin akredite ettiği hükûmete verdiniz ve -o da o elindeki unu, buğdayı diğerlerine biat şartıyla, “Diz çökün, size ekmek vereyim.” diye- bilerek bilmeyerek bu zulme ortak oldunuz. Oraya götürdüğünüz PR’cı magazin unsurlarıyla bu gerçekliğin üstünü örtemezsiniz.

Onun için, Sayın Ahmet Aydın, istişare etmiyoruz. Siz çıkıyorsunuz “Millet nasıl olsa bizim dediğimizi şeksiz, şüphesiz dinler. İşte, bu da alışılmış tezkere. Biz her zaman getiriyoruz, gücümüz de yetiyordu, bunu da geçiririz...” Böyle değil. Artık karşınızda, tek başına geçiremeyeceğiniz ve Hükûmetin sekretaryası gibi çalışmamakla bu ülkede demokratik süreçlerin gelişmesine katkıda bulunma ihtimali taşıyan bir Parlamento var. Bor’un pazarı geçti, Niğde de ufukta gözükmüyor; yerinizde olsam bu Meclisi ciddiye alırım ve ciddi bir şekilde bilgilendirme yaparım. Niye? Gerçekten bir buğuzla söylemiyorum; topyekûn, sizin çocuklarınız, bizim çocuklarımız, müşterek geleceğimiz buradaki basit bir hamleyle…

Sayın Başbakanın, sizin parti olarak dış politikanızın mimarı olan -pek sizin grubun da okuduğunu düşünmediğim- bu konuda geniş kitaplar yazan Sayın Davutoğlu’nun iki üç tane inşa ettiği kavram vardı: Birisi “maestroluk” -ne demekse- birisi “proaktiflik”, birisi ve en sıkı “buz dağının görünmez kısmı.” Ben o kitabı çok derinliğine, anlamaya çalışarak, bilimsel bir merakla okudum. Şimdi, “maestro” diyoruz, kardeşim, geniş bir senfoninin içerisinde usul bilmeyen, rota bilmeyen darbukatör konumuna düştünüz; nereye gidiyorsanız ahenksizlik, nereye gidiyorsanız kakofoni.

Şimdi, sıfır sorunla başladı -yani hiç bu konuda bir polemik tadında konuşmuyorum- iki tane fotoğraf: Gerçekten komşularımızla asgari ilişkilerimiz vardı, bugün nizalı olmadığımız bir komşumuz yok. Sayın Nabi Avcı, bir ara, biz muhalefet için bu benzetmeyi yapmıştı o faşist iç güvenlik yasasını görüşürken, dedi ki: “Yahu, bu kadar birbirine benzemez insanları karşımızda nasıl hizaladık pes doğrusu.” Siz de bütün komşularımızdan birbirleriyle kavgalı olanları bile bizimle kavgalı hâle getirdiniz. Bu proaktif, maestro, buz dağının görünmeyen kısmı… En önemlisini de unuttum, beni bağışlayın, Sayın Davutoğlu’na da haksızlık etmek istemem: “Sabrımızı sınamasınlar.” Sabrımız kevgire döndü, hâlâ Başbakan çıkıyor yani komikse komik değil, değilse çok komik denkleminde…

Kim ne derse desin bu ülkenin izzetine, şerefine, haysiyetine, varlığına, birliğine, bölünmezliğine dönük binlerce iş oldu; Sayın Başbakandan duyduğumuz standart bir cümle: “Sabrımızı taşırmasınlar.” Ne yaparsın? Nasreddin Hoca gibi heybeyi bozup çul yaparım. Yani inandırıcılığımızı yitirdik. Niye bütün bunlar? Kendi içimizde biz -hani etrafa telkin verirken “talkın” olarak söyleniyor ya- etrafa telkin verirken, “Birbirinizle anlaşın.” derken kendi içimizde düşmanlığı, kutuplaşmayı körükleyen bir siyaset izlediğimiz için.

Bütün üyelerin dikkatine sunuyorum, onun için, bizim hâlen şeffaf bir dış politika programımız var mı? Ülke olarak soruyorum ya, bu ülkedeki 550 vekilden birisi olarak merak ediyorum: Olurlarımız neler, olmazlarımız neler? Müttefiklerimiz kim? İnanmıyorum ama düşmanlarımız kim, rakiplerimiz kim? Böyle bir şey yok. Bir sütre gerisinde o anki altın ticaretinin, o anki örtülü ilişkilerin, o anki petrol ihtiyacının gerektirdiği bir kayganlık, bir omurgasızlık içinde geçip gidiyor.

Şimdi, bu ülkenin en yetkili ağızları bu askerimizi, hepimizin evlatlarını, hepimizin kardeşlerini Rojava sınırına dikiyorlar, “Bu bizim kırmızı çizgimizdir.” diyorlar. El insaf! Sen bundan önce Irak’taki Kürt bölgesi için de “Kırmızı çizgimizdir.” dedin, sonra neredeyse kirve oldunuz, birbirinize gidip gelmelerin hesabı bitti. Şimdi işi böyle ticarete, kötü bir pragmatizme falan endekslediğiniz zaman bir ciddiyeti kalmaz, getirdiğiniz işlerin de bir ciddiyeti kalmaz. Yerli yersiz kullanılan bir kavram var. Bu Rojava’daki saldırıyı bari bu vesileyle biz konuşmuş olalım ne Dışişleri Bakanının ne Millî Savunma Bakanının bu konuda bir izahat vermek gibi sorumlulukla hareket etmeyecekleri çıktı ortaya.

Arkadaşlar, oradaki demografik bir göç ya da yönlendirme değil; 21’inci yüzyılın kahramanlık destanı, bir barbar çetesine karşı genç kadınlar, erkekler, Kürtler, Araplar, Türkmenler ve dünyanın bütün halklarından çocuklar tarafından bir barbar ordusuna karşı 21’inci yüzyılın destanı yazılıyor; bir.

İki: Orada ulus devlet anlayışını reddederek bölgedeki tüm bu karmaşaya demokratik teklif sunan bir siyasal yapı var, bunun kıymeti bilinmiyor. Dinlerin, mezheplerin, halkların üzerinde bir yaşam modelini yani o demokratik teklif dediğimiz şeyi, Türkiye’deki çözüm sürecini de talep eden, kontrol altına aldığı bölgelerde de ırzını, namusunu, bütün tacizlere, tecavüzlere karşı canını, toprağını savunan insanlar orada pratiğe geçiriyorlar.

Çok değil, Nasır ile baba Esad’ın geliştirdiği Arap milliyetçiliği kavramında -içinizde çok değerli yeni vekiller var, onlara sorarsanız- Arap Kemeri nedir, Gire Spi ne zaman Arap toprağı olmuştur, size anlatacak -bizzat AK PARTİ’li arkadaşlara söylüyorum- çok değerli yeni arkadaşlarınız var. Arap Kemeri’nde orada Kürt ile Kürt’ün arasına iskânla, zorla Arapları koydular, Kürtlerden Köroğluları çıktı. Türkiye sınırından mayınları söktüler, o Arap Kemeri’ne döşediler, o Arap Kemeri’ni geriletmeye çalıştılar. Orada mektumluk meselesini, kimliksizleştirme meselesini sorun, size anlatsınlar. Böyle bakanlık bültenleriyle olmaz bu işler. Şu devlet dilinden; o soğuk, tekfir eden, üstten bakan devlet dilinden biraz ari tutalım hepimiz kendimizi. Önümüzde çözmemiz gereken, attığımız her adımda iç barışımızı ya tahkim edeceğimiz ya hepten tahrip edeceğimiz bir yol ayrımına götürebilecek kalibrede meselelerimiz var. Bunları kimseden duyamazsınız, bunları elinize tutuşturulan bakanlık bültenlerinde göremezsiniz. O Arap kemeri, işte “demografik göç” diyen kim olursa olsun Arap kemerinden başlayacak anlatmaya. Şimdi, oradaki PYD anlayışı, bütün bunların da üzerine çıkarak, oradaki Arap’ın da, Türkmen’in de, Süryani’nin de, Ezidi’nin de, Kürt’ün de yaşam hakkını, güvencesini aziz sayarak bir modelleme yapıyor; bizdeki ferasete bakın, PYD ile IŞİD’in bir farkı yok deyip çıkıyoruz. İşte, Meclis, artık, eğer siz, bu Hükûmetten düştüğünüzü kabul etmeyip bir an önce yeniden, tek parti iktidarınızla bir seçime daha götürelim demezseniz, bu Parlamento böyle bir işlev görecek. Sağcısıyla, solcusuyla, ulusalcısıyla, Kürt’üyle, Süryani’siyle, Ermeni’siyle, Ezidi’siyle oturacağız, müşterek geleceğimizi, birbirimize hakaret etmeden de konuşabileceğimizi, birbirimizi ikna etmeye çalışabileceğimizi, bu organın bir sekretarya gibi değil, bu memleketin en yüksek istişare organı gibi çalışabileceğini göstereceğiz.

Herkese düşen, bu seviyeyi muhafaza etmek. Herkese düşen, bu ciddiyeti ve katkı sunabilecek, geliştirebilecek sözleri burada kamusal alana taşımak. Herkese düşecek olan, artık resmî devlet ağızlarını bir kenara bırakıp çoktandır unuttuğunuz insan, insan, insan olgusuna, derekesine bunu indirip bununla ele almak, tartışmak.

Farkındasınız, seçimden bu yana çok tahkir ediliyoruz, yok sayılıyoruz. Büyük bir öz güven ve büyük bir demokratik sabırla bu işlerde bunu yapan herkesin kendine gelmesini bekliyoruz. Derdimiz, gerçekten müşterek geleceğimizdir. Bütün bu asker ihraçlarına ilkesel olarak karşı çıkacağımızı, “hayır” oyu vereceğimizi de belirtiyorum.

Sayın Divanı ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Önder, teşekkür ediyorum.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, sayın konuşmacı sataşmada bulunmuştur. Hükûmetin yürütmüş olduğu dış politikaya ilişkin “omurgasızlık” ifadesi bir sataşmadır, bir eleştiri değildir. O çerçevede söz talep ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Siz Hükûmet yetkilisi değilsiniz ya. Hükûmet değilsin.

YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) – Sen Hükûmet değilsin ki.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, ona Hükûmet cevap verir.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – AK PARTİ Grubunun Hükûmetidir efendim.

BAŞKAN – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Şahıslar adına Mehmet Şeker.

Buyurun.

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’ne yapmış olduğu katkının bir yıl daha uzatılması konusundaki tezkere hakkında söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlarım. Bu arada Sayın Bakanıma da hayırlı olsun dileklerimde bulunuyorum.

2006 yılında başlayan bu harekâtla, yasaklanmış silah ve malzemenin Lübnan kara suları ve limanlarına giriş çıkışını caydırma amacı güdülüyor. Tabii, böyle bir amaca olumsuz bakmak, eleştirel bakmak mümkün değil. Ancak, burada iki önemli noktaya değinmek gerekiyor değerli milletvekilleri. Bunlardan birincisi: Lübnan’a silah ve mühimmat girişini caydırma kararı var, burada bir sıkıntı yok ancak böyle bir karar Suriye için neden uygulanmıyor? Dört yıldır, geçtiğimiz dönem hep bundan bahsettik, niçin Suriye’ye silah girişini caydırmıyoruz, engellemiyoruz da Lübnan’a girişini engelliyoruz? Evet, engelleyelim Lübnan’a girişini ama Suriye’ye girişini de engellememiz gerekiyordu. Türkiye, Suriye’deki örgütlere silah sevkiyatının güzergâhı hâline geldi; bunu dünyada bilmeyen yok, bir tek bizim iktidarımız bilmiyor.

MUSA ÇAM (İzmir) – O yapıyor.

MEHMET ŞEKER (Devamla) - Bunlar arasında başka ülkelerden getirilen silahlar var, buradan gidenler var. Bizzat iktidarın döneminde gönderilen silahlar var ki bunlar, kayıtlarla, bütün basın mensuplarının her gün konuştuğu ve gündeme getirdiği silahlar. 2011 yılı başında -bakın, ilk kez o zaman olmuştu- Öncüpınar Sınır Kapısı’nda içinde silah ve mühimmat olan bir tır yakalandı. O dönem, geçtiğimiz dönem, 24’üncü dönem, ilk kez milletvekili olduğumuz dönemdi. Ondan sonra, 12 Ocak 2012 tarihinde içinde kimyasal maddeler, silah yapımında kullanılan, bomba yapımında kullanılan, mühimmat olan 5 tane tır yakalandı. Bununla ilgili soru önergesi verdim, dedim ki: Bu tırlar nedir; nereden geliyor, kime gidiyor; Suriye’ye gidiyorsa kim gönderiyor; bu silahların menşei nedir; bunu kim organize ediyor? Bana o zaman, İdris Naim Şahin imzalı İçişleri Bakanlığından bir cevap geldi. Cevap aynen şöyle: “Yurt yüzeyinde görülen patlayıcı madde ve şüpheli cisimlere uygulanacak esaslara ilişkin kanunun -bilmem kaçıncı- maddesine istinaden Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı ile Bakanlığımız arasında yapılan yazışmalar neticesine söz konusu patlayıcı ve kimyasal maddelerin imhasıyla ilgili sürecin Genelkurmay Başkanlığının eş güdümünde yürütülmesine karar verilmiştir.” Benim sorum “Bu silahlar nereden geliyor, kime gidiyor; Türkiye'nin içinde nasıl denetimsiz geziyor?” idi ama cevap çok ilginç değerli milletvekilleri.

Gürbulak Sınır Kapısı’ndan geçtiğini iddia ettiler, Kilis’in Öncüpınar Sınır Kapısı’ndan Suriye’ye girerken yakalanan bu tırlar, yaklaşık 10 ilden sorunsuz geçti arkadaşlar. Kontrol yok, durdurma yok, arama yok, istihbarat yok. Bunlarla ilgili defalarca soru önergesi verdim. Bu tırların nereden geldiğine, taşıdıkları silahların menşeinin ne olduğuna, Suriye’deki isyancılara gidip gitmediğine yönelik sorularım bilinçli şekilde cevapsız bırakıldı. Suçüstü yakalanan suçlu psikolojisiyle AKP iktidarı susmayı tercih etti. Bu tırlar yakalananlar, bir de yakalanamayan, yakalanamadığı için de haberdar olamadıklarımız var; bunlar da yüzlerce değerli arkadaşlar. İktidarın eliyle Suriye’ye gönderilen silah, mühimmat konusu da MİT tırları olayıyla artık kamuoyunun da bilgisi dâhilinde. İktidar, önce, bu MİT tırlarının içerisinde gıda olduğunu, silah olmadığını söyledi, bunu da tüm Türkiye’ye ve dünyaya deklare etti. “Türkmenlere yardımcı oluyoruz.” dediler. Biz, Türkmenlerle görüştük, “Şimdiye kadar Türkiye’den ne aldınız?” diye sorduk. Onların cevabı “Hiç yardım almadık.” oldu. Sonra o tırların içerisinde silah olduğuna dair görüntüler ortaya çıktı yani AKP iktidarı bütün Türk halkına -çok özür diliyorum ama- yalan söyledi. Bizi kandırdınız. Gerek başka ülkelerden gönderilen silahların Suriye’ye sokulmasında gerekse direkt silah gönderme konusunda oldukça istekli hareket eden iktidar, Suriye’de kaç Müslüman’ın kanının akmasından sorumlu olduğunu hesap etti mi acaba?

Eğer Lübnan benzeri bir faaliyet planı oluşturulsaydı yani buraya silah girmesi engellenebilseydi, bugün askerin sınırda aldığı güvenlik önlemleri karşıya geçişi, karşıdan da buraya geçişi engelleseydi belki bugün orada bu savaş olmayacaktı, Müslüman kanı akmayacaktı, kadınlar kocasız, çocuklar babasız kalmayacaktı ama maalesef bunda Türkiye’nin de çok ciddi vebali var. Suriye’ye silah, mühimmat girişi konusunda önleyici, caydırıcı tedbirler alsaydık Suriye’deki iç savaş bu kadar uzun sürer miydi değerli arkadaşlar, canından olan Müslüman sayısı azalmaz mıydı?

Değerli arkadaşlar, burada değinilmesi gereken bir diğer nokta da IŞİD konusu. Geçen yıldan beri Irak ve Suriye’de kontrol ettiği bölgeleri genişleten IŞİD militanlarının gözlerini Lübnan’a diktiği herkesin malumu. Beyrut’taki istihbarat birimleri de IŞİD’in Lübnan’da etkili olmaya çalıştığını itiraf etmekteler. Bu tezkereyle Lübnan’da bir yıl daha görev yapacak askerlerimizin IŞİD nedeniyle aldığı risk artacak. Bu risk göz önünde bulunduruldu mu? Ne tür tedbirler alındı? Bu konularda açıklama bekliyoruz.

Değerli arkadaşlar, IŞİD nedeniyle özellikle Suriye sınırındaki illerde yaşayan vatandaşlarımızın da can güvenliği ciddi risk altında. Bir yanda sınıra dayanmış IŞİD militanları, diğer yanda da dünyanın dört bir tarafından IŞİD’e katılmak üzere bu illere gelen terör örgütü sempatizanları var. Buradaki halk bunlarla yaşamak zorunda bırakılıyor. Bunlar istenirse rahatlıkla önlenebilir ve halk, yaşadığı tedirginlikten kurtarılabilir. Bakınız, çok zor değil bunları yapmak. IŞİD’e katılmak üzere Türkiye’yi güzergâh olarak kullananların başını Sudan kökenli Avrupa pasaportular çekiyor. Bunlar İstanbul veya Ankara havalimanına geldikten sonra takip edilebilirler, bunların sınır illerine gitmesi engellenebilir. Benim bildiğimi Millî İstihbarat Teşkilatı bilmiyor mu? Hartum Özel Tıp Bilimleri ve Teknoloji Üniversitesi öğrencileri yine gruplar hâlinde Türkiye üzerinden Suriye’ye geçip IŞİD’e katılıyorlar. Mart ayında 11 kişilik bir grup, haziran ayında 3 anne, 9 çocuktan oluşan bir grup, geçtiğimiz günlerde 18 veya 12 kişilik bir grup yine IŞİD’e katılmak üzere güzergâh olarak Türkiye’yi kullandı. Sonra bunların aileleri geliyorlar, hâliyle çocuklarını terör örgütünün elinden kurtarabilmek için çırpınıyorlar. Tüm bunlara ne gerek var arkadaşlar? Neden bölge halkını tedirgin ediyoruz, neden gençlerin bir terör örgütüne katılmasına göz yumuyoruz, neden bu gençlerin ailelerinin acı, tedirginlik ve belirsizlik içinde yaşamasına vesile oluyoruz? Hartum Özel Tıp Bilimleri ve Teknoloji Üniversitesi öğrencileri Türkiye’ye geldikten sonra takip altına alınırsa hem de bu gençlerin Suriye bataklığında yitip gitmesi önlenmiş olurdu ama bunları yapmadık.

Peki, Türkiye’den kaç kişi katıldı? Değerli arkadaşlar, Türkiye’den 10 bine yakın gencimiz katıldı. Kaç tanesinin öldüğünü bilmiyoruz. Sadece Gaziantep’te 22’ye yakın ailenin yakınları, çocuklarının orada hayatını kaybettiğini bizleri arayarak söyledi. Türkiye’nin değişik illerinden, çocuklarının Suriye’de öldüğünü, en azından cenazesini alıp getirebilmek için bizlerden yardım istediler. Böyle bir facia yaşanıyor. Çocuklarımız orada hayatını kaybediyor ama kimse bir şey yapmıyor. En son, HDP’nin Diyarbakır mitinginde bombayı koyduğu iddia edilen kişinin babası diyor ki: “Benim çocuğumun pasaportu yok, hiçbir şeyi yok. Ben bunun IŞİD’e katıldığını söyledim. Gittim, uğraştım, yakalandı asker kaçağı olarak ama bir işlem yapılmadı.” “Sayın Başbakandan rica ettim ‘İlgileneceğim’ dedi, ama herhangi bir sonuç elde edemedim.” dedi.

Değerli arkadaşlar, bir risk daha var şimdi. Şu anda dünyanın değişik ülkelerinden IŞİD’e katılanlar bugün, yarın çekilip kendi ülkelerine gidecekler. Türkiye’den katılan gençler de dönüp kendi ülkesine gelecekler. O zaman her ülkenin bir IŞİD’i olacak, her ülkenin bir terör örgütü olacak, buna da hazırlıklı olmalıyız, bu da çok önemli bir sorun.

Şu anda asker, orada, karşıya müdahale eder etmez, yapar yapmaz, bunlar çok ciddiye aldığım şeyler değil. Müdahale etmesine gerek yok askerin, sınırı korusun, buradan o tarafa terörist geçmesine engel olsun, silah, mühimmat geçmesine engel olsun. Kesinlikle bu sınırı koruyarak Türkiye'yi terörden, Suriye’deki insanları da ölmekten ancak böyle kurtarabiliriz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, bu üzerine düşen görevi yapmadı. Müteaddit defa söyledik ama orada kardeş kanının, Müslüman kanının akıtılmasına sebep oldu. Bu sınırı korursak, tedbir alırsak, bu sınırdaki tedbirleri artırırsak, silah karşıya geçmezse ölümler de olmaz. Onun için, Türkiye'ye Lübnan’dakinden daha büyük bir görev düşüyor.

Hepinize teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Şeker, teşekkür ediyorum.

Şahıslar adına ikinci konuşmacı Şirin Ünal, İstanbul Milletvekili.

Sayın Ünal, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü UNIFIL’e sağladığı kuvvet katkısının bir yıl daha uzatılması konusunda Yüce Meclisimizin onayına sunulan Hükûmet tezkeresi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

2006 yılında yaşanan İsrail-Lübnan savaşı sonrasında Lübnan'da barışın tesisi ve idamesi amacıyla Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL) oluşturulmuştur.

Ülkemizin de kuvvet katkısında bulunduğu UNIFIL'in başarıyla icra ettiği görevler sonucunda Lübnan-İsrail sınırında sağlanan güvenlik ve istikrar ortamı hâlâ sürmektedir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 sayılı Karar'la kurulan UNIFIL'in görev süresi geçici olarak bir yıl olarak belirlenmiştir. Aynı kararda, bu sürenin gerekli görülmesi hâlinde her yıl yeniden uzatılması da öngörülmektedir. UNIFIL'in görev süresi bu çerçevede bugüne kadar 8 kez uzatılmıştır.

Bu defa, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince UNIFIL'in görev süresinin Ağustos 2015 sonu itibarıyla yeniden bir yıl daha uzatılması öngörülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yakın coğrafyamızda barış ve istikrarın tesisi öncelikli dış politika hedeflerimizden birisidir. Bölgesel barış, istikrar ve güvenliği ilgilendiren tüm gelişmelerin dış politikamız üzerinde şüphesiz önemli yansımaları olabilmektedir. Son dönemde bölgemizde yaşanan gelişmeler, ülkemizin istikrar ve güvenliğinin bölge ülkelerinden ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu itibarla, millî menfaat ve çıkarlarımızı yakından ilgilendiren bölgesel gelişmeler karşısında kayıtsız kalmamız düşünülemez. Bu anlayıştan hareketle, Hükûmetimizin dış politikası, ülkemizin etrafında bir barış, güvenlik, istikrar ve refah kuşağı oluşturulmasını hedeflemiştir.

Suriye'de rejimin halka karşı uyguladığı kanlı şiddet ve baskı politikalarının bölge istikrarına yönelik tehdidini artırdığı bir ortamda tüm bölgenin istikrarı bakımından kilit önemi haiz Lübnan'da barış ve istikrarın muhafazası, bölgemizin içinden geçmekte olduğu bu hassas süreçte hiç şüphesiz daha da önem kazanmıştır. Bölgesel gelişmelerin etkisiyle Lübnan'daki etnik ve dinî gruplar arasında yaşanan dönemsel gerginlikler ve toplumsal huzuru hedef alan eylemlerde kaydedilen artış endişe kaynağı olmayı sürdürmektedir. Hizbullah'ın artan ölçüde Suriye rejimine destek vermesi ve Suriye'deki iç savaşta rejimin yanında bilfiil yer alması Lübnan'ı da Suriye'deki gelişmelere müdahil kılmaktadır.

Ayrıca, çatışma ortamından kaçarak komşu ülkelere sığınmak durumunda kalan milyonlarca Suriyelinin yarattığı mülteci baskısı da Lübnan'ı ciddi sınamalarla baş başa bırakmaktadır.

Ülkedeki farklı mezhep grupları arasında zaman zaman ortaya çıkan ve silahlı çatışma boyutuna varabilen gerginlikler, bugüne kadar Lübnan Hükûmetinin, Lübnan halkının ve ordusunun sağduyulu tavrı neticesinde büyümeden önlenebilmiştir. Lübnan halkının sahip olduğu ve uzun yıllara dayanan bir arada yaşama kültürünün beraberinde getirdiği toplumsal direnç, ülkenin istikrarsızlıklarının olumsuz yansımalarının mümkün olduğunca asgari düzeyde tutulmasına imkân sağlamıştır. Lübnan halkının zor zamanlarda sergilediği bu olgunluk ve dayanışma duygusunun bölgedeki diğer toplumlar açısından da örnek teşkil etmesini temenni ediyoruz. Ne var ki Lübnan toplumunun bugüne kadar başarıyla karşı koyduğu sınamalar, bölgesel dinamiklerin etkisiyle gün geçtikçe yeni boyutlar kazanmaktadır.

Bunun yanı sıra DAEŞ'in son dönemde Irak'ta kaydettiği ilerlemelerin bölgesel planda yarattığı Şii-Sünni gerginliğinin, diğer bölge ülkelerine kıyasla sosyopolitik açıdan daha hassas dengeler üzerine kurulu Lübnan'da barış, huzur ve istikrar üzerinde olumsuz etkileri olabilecektir. Bu etkilerin asgari düzeyde tutulamaması hâlinde ülkede yaşanabilecek mezhep temelli bir iç çatışma, komşu ülkeler başta olmak üzere, bölgesel ve küresel düzeyde barış ve istikrara yönelik ciddi bir risk ve tehdit oluşturacaktır. Dolayısıyla, çıkaracağımız bu tezkere ciddi önem arz etmektedir.

Değerli milletvekilleri; Türkiye, UNIFIL'e yaptığı katkılarla barışı koruma harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiştir. Bu çerçevede Türkiye'nin katkısı, gerek Birleşmiş Milletler sistemi içinde gerekse bölgesel ve küresel ölçekte gerekse kapsamlı sivil-asker iş birliği faaliyetleri vasıtasıyla Lübnan toplumunun her kesimi nezdinde görünürlüğünün artmasına, ayrıca barış ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının sürdürülmesine önemli katkılarda bulunmuştur.

Bu hususlar ışığında Lübnan'la ikili ilişkilerimiz ile bölgedeki güvenlik koşulları da göz önünde tutularak Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönünde karar alınması durumunda hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2015 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Deniz Görev Gücü’ne iştirak etmesi uygun görülecektir.

Sözlerime son verirken UNIFIL'e askerî katkıda bulunmaya devam etmemize ilişkin Hükûmet tezkeresini olumlu bulduğumu beyan ediyor, hepinize saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Ünal, teşekkür ediyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerinde görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi tezkereyi oylarınıza sunacağım.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, özür dilerim.

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın, Anayasa’ya aykırı, Anayasa’nın 6’ncı ve 7’nci maddelerine aykırı. Bunun geri alınması lazım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Başbakanlık tezkeresi kabul edilmiştir.

Hayırlı olsun.

Sayın Baluken, bir söz talebiniz vardı.

Buyurun lütfen.

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in, Şırnak Milletvekili Ferhat Encu’ya yapılan saldırıya ve bakanların ya da bakanlık yetkililerinin milletvekillerinin bilgi talep etmeleri durumunda cevap vermeleri gerektiğine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

İç Tüzük 60’a göre, Halkların Demokratik Partisinin Grup Başkan Vekili olarak söz istedim ama yaklaşık bir buçuk iki saattir sözün gelmesini bekliyorum. Bu konuda, ilk oturumunuz olduğu için demokratik bir tahammül içerisinde olduğumuzu hatırlatmak istiyorum. Siyasi parti grup başkan vekillerinin, acil bir durumla ilgili Genel Kurulu bilgilendirmesi durumunda İç Tüzük’ün ilgili maddesine göre söz isteme hakkı vardır ve Başkanlık Divanının da bunu takdir etmesi gerekir.

Dün biliyorsunuz, Şırnak’ın Roboski köyünde Milletvekilimiz Sayın Ferhat Encu’ya ve oradaki halkımıza yönelik fiilî, fiziki silahlı bir saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırıyı yapanlar, Şırnak halkının yüzde 85 oyuyla seçilmiş olan milletvekili arkadaşımıza “Eşkıyaların milletvekilisin.” demek suretiyle tarihte görülmeyecek bir eşkıyalık örneği sergilemiş durumdalar. Meclis Başkanı olarak ve Başkanlık Divanı olarak, bir milletvekiline yönelen saldırıların aynı zamanda bütün Türkiye halkının iradesine yönelmiş saldırı olarak burada mutlaka Genel Kurula hatırlatılması gerektiği ve burada bir tavrın ortaya konulması gerektiğini ifade etmek durumundasınız. Maalesef, bu saate kadar, dün milletvekiline silah doğrultan bir eşkıyalık örneği ortadayken ne Hükûmetten ne Meclis Başkanından, Başkanlık Divanından bu konuda tek bir açıklama yapılmamış, âdeta milletvekillerine yönelen bu silahlı saldırı boyutuna gelmiş olan vahim durumlar toplumumuza kanıksatılmaya çalışılmaktadır. Bu durumun kabul edilemez olduğunu ifade etmek istiyoruz. Halkların Demokratik Partisine oy veren 6 milyon insanın iradesine hakarette bulunan bu sorumluların, bu kamu görevlilerinin de bir an önce bir idari soruşturmayla açığa alınması gerektiği hususunu bilginize sunuyorum.

Bir diğer ikinci husus: Bizler burada milyonlarca oyun temsiliyle görev yapmaya çalışan milletvekilleriyiz ve acil bir durum olduğunda ilgili bakanlıkları aradığımız zaman o bakanlar ya da bakanlık yetkilileri mutlaka bizim telefonlarımıza çıkmak zorundalar bilgi talep ettiğimiz zaman bize o bilgileri ulaştırmak zorundalar. Özellikle, son bir aydır, Roboski’de 2011 yılında yapılan katliam benzeri bir arayışla ilgili büyük bir duyarlılıkla İçişleri Bakanlığı ve Şırnak Valiliği nezdinde yapmaya çalıştığımız girişimlerin hiçbirine olumlu cevap verilmiyor. İçişleri Bakanı seçim sürecinde tarafsızlık ilkesi gereği atanmış bir Bakandır, milletvekili olarak seçilmemiş, tarafsızlık ilkesini yerine getirmek üzere atanmış bir Bakandır. Bugün bu kadar acil gündemlerde bir siyasi partinin telefonuna çıkmayarak, cevap vermeyerek, emrindeki müsteşarı ve valileri de milletvekillerinin telefonlarına cevap vermeyecek şekilde talimatlandırarak tarafsızlığını yitirmiştir. Dolayısıyla, bu duruma Meclis Başkanı olarak sizin de mutlaka müdahil olmanız gerekiyor. Meclisin saygınlığını koruma, milletvekilinin itibarını koruma, halk iradesine sahip çıkma, Meclis Başkanı olarak, Meclis Başkanlık Divanı olarak İç Tüzük’te tanımlanan görevleriniz arasında bulunmaktadır. Biz bu tarafsızlığını yitirmiş İçişleri Bakanını hemen istifaya davet ediyoruz. Şırnak Valisi başta olmak üzere sorumlu olan idari ve mülki amirlerin de bir an önce açığa alınması gerektiğini burada oturan müstafi Hükûmete bir kez daha hatırlatıyoruz.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Baluken, konuyu inceleyeceğiz, birinci nokta bu.

İkinci nokta: Hiçbir vekile saldırı kabul edilemez, bunun da mazereti olmaz. İkinci nokta bu.

Üçüncü nokta da: Sayın vekillerin de herkesten daha çok hukuka saygılı olmasını bekleriz, konuyu inceleteceğimi söyledikten sonra. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ortada hukuksuz bir durum yok Sayın Başkan.

BAŞKAN – Yok, yani öyle.

Üçüncü olarak…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Ortada hukuksuz ne varsa açıklayın o zaman.

BAŞKAN – Bak, ben genel ilkeleri söylüyorum, bu olayı da inceletelim diyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Hayır, ortada hukuksuz bir şey mi var?

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) – Tamam da niye alkışlıyorlar o zaman?

BAŞKAN - Bana ne, ya bana ne! Lütfen!

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Milletvekilleri hukuksuz olarak ne yapmış, onu açıklayın?

BAŞKAN – Sayın Baluken, son olarak da Türkiye Büyük Millet Meclisinin…

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Bu tavır, bu saldırıları meşrulaştıran bir tavırdır.

BAŞKAN – Hayır, hayır, yok.

Sayın Baluken, son olarak da bütün milletvekilleri telefon açtığında her bakanın mutlaka telefonuna çıkması ve onu bilgilendirmesi yasamaya ve millî iradeye gösterilecek saygının bir gereğidir diye düşünüyorum. Dolayısıyla, İçişleri Bakanımızın mutlaka telefonunuza çıkması lazım. Bakanımızın da her milletvekiline mutlaka bilgi… Her cevaba mutlaka “Olur.” diye cevap gelmez, “Evet.” diye de gelmez, “Hayır.” cevabı da bir cevaptır. Dolayısıyla da biz bu konuyu inceleyip bir… Yoksa, milletvekiline saygısızlığın veya saldırının haklı bir sebebi kesinlikle olamaz, onu çok net şekilde söylemek istiyorum.

Sayın Gök, söz istemişsiniz.

Buyurun Sayın Gök.

2.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, 2011’de Şırnak Uludere’de 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayların ardından yargının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve İçişleri Bakanlığının görevini yerine getirmediğine ve Başkanlık tarafından RTÜK seçimleriyle ilgili kararın bir an önce siyasi partilere bildirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, Şırnak’ın Uludere ilçesinde 2011 tarihinde 34 yurttaşımızın hayatını kaybettiği olayın üzerinden geçen zaman dilimi içerisinde ne bir tek kimse yargıya intikal ettirildi ne de Uludere’de hayatını kaybedenlerin yakınlarına, en azından faillerin yargılanmaya gidişini göreceği teskin edici bir hareket sarf edilmedi. Tam tersine, bu olayın geçtiği günden bugüne kadar olan süreç içerisinde olayın kapatılmasına, unutturulmasına ve karartılmasına dönük önemli bir çaba sarf edildi. Doğaldır ki -34 tane- hepsi çocuk yaşlarındaki evlatlarını kaybeden ailelerin büyük bir travma geçirdikleri, hâlen yas tuttukları gerçeği tartışmasızdır. Uludere’de 34 gencimizin öldürülmesi Türkiye’mizin bir ortak acısı olması gerekirken üstünün kapatılmasına dönük çabalarla ne yazık ki büyük bir acı olarak terk edilmek ve unutulmaya çalışılan bir tablo olarak ortaya konulmak istenmektedir. Bu konuda ne yargı görevini yapmıştır ne Türkiye Büyük Millet Meclisi görevini yapmıştır ne de İçişleri Bakanlığı görevini yapmıştır. Ortada kapatılmaya çalışılan bir konu vardır. Dolayısıyla, böyle bir tabloda 34 evladını kaybeden Uludereli ailelerin hassasiyetlerini, onların reaksiyonlarını hoş görmek devletin çok önemli bir işlevsel görevidir. O aileleri anlamak, tam tersine, suçluları yargı önüne çıkarmak devletin göreviyken oradaki ailelerin âdeta suçlu gibi görülerek tahkir edilmesi, tecziye edilmesi kabul edilebilir bir anlayış değildir. Bu anlayışın yanında bir de bir milletvekilinin orada tartaklanması, dövülmeye tabi tutulması, üzerine gaz bombası atılması Millet Meclisimizin, başta sizin Başkanlığınızda karşı çıkması gereken bir hadisedir. Biz de bu olayı şiddetle kınıyoruz, Sayın milletvekiline yönelik bu tavrı asla kabul etmiyoruz. Orada sükûnete ve adalete ihtiyaç vardır. Bu nedenle sizin de Meclis Başkanı sıfatıyla bu konuda bir göreviniz var. Başladığınız bu ilk günkü görevinizde bu görevi de yerine getirmenizi sizden bekliyoruz.

Ayrıca, yine dün Danışma Kurulunda görüştüğümüz çerçevede -milletvekili arkadaşlarımızın bilgisine sunmak isterim- RTÜK’le ilgili değerlendirmenizi şu saat itibarıyla belki yapmış olmanız gerekir. RTÜK seçimlerinin, başkanlık seçimlerinin önümüzdeki hafta olacağı düşüncesiyle bu konudaki kararınızı bir an önce siyasi partilere bildirmeniz ve RTÜK seçimlerinin zaman geçirmeden yapılması konusundaki hassasiyetimizi ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gök, teşekkür ediyorum.

Oktay Bey, buyurun.

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU (Erzurum) – Çocukları kaçırılan Diyarbakırlı anneler için niye konuşmuyorsunuz? Onlar da genç kız, dağda… Onlar için niye konuşmuyorsunuz o zaman insan haklarıysa?

LEVENT GÖK (Ankara) – Söz alın yerinizden, öyle konuşun Hanımefendi; söz alın öyle konuşun, ne dediğinizi duymuyoruz.

ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU (Erzurum) – Söz verilmişti annelere çocuklarının dağdan indirileceğine.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Grup Başkan Vekiline oradan laf atılmaz, öğretin arkadaşlar.

LEVENT GÖK (Ankara) – Grup başkan vekiliniz var, onlar konuşurlar.

BAŞKAN – Lütfen…

LEVENT GÖK (Ankara) – Böyle karşılıklı olmaz. Daha öğreneceksiniz bunları.

BAŞKAN – Söz alan konuşsun lütfen!

Sayın Vural, buyurun.

3.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, 25’inci Dönem çalışmalarının hayırlı olmasını dilediğine, Cumhurbaşkanının yeni Hükûmetin kurulmasıyla ilgili görevlevlendirme yapması ve Polis Meslek Yüksek Okulu sınavları ile okul müdürlerinin atanmalarıyla ilgili haksızlığın giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle 7 Haziran seçimlerinde seçilen milletvekillerimize başarılar diliyorum. 25’inci Dönem çalışmalarının hayırlara vesile olmasını, bu dönemde milletimize hayırlı hizmetler yürütülmesini diliyorum.

Tabii, 7 Haziranda milletimiz görevini yaptı, 23 Haziranda da Parlamentoda milletvekillerimiz yemin etti. Parlamenter demokraside hükûmetler Parlamentoya, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumludur. Dolayısıyla, bu sorumluluk çerçevesinde eski Hükûmet istifasını vermekle birlikte yeni hükûmetin kurulmasıyla ilgili Sayın Cumhurbaşkanı daha görevini yapmamıştır. İvedilikle bu görevini yapmak suretiyle görevlendirmeyi yapması ve parlamenter demokrasinin gereği olarak Parlamentoya sorumlu bir hükûmetin kurulması konusunda da Parlamentodaki milletvekillerinin bu çerçevede bundan sonraki süreçte sorumluluklarını üstlenmesi gerekiyor. Bu çerçevede, Cumhurbaşkanının Anayasa tarafından kendisine verilen görevi ivedilikle yerine getirmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, bir konu daha var: Polis Meslek Yüksek Okulu sınavı yapılmıştır. Biliyorsunuz, bundan önce bu okullara girenler Emniyet Genel Müdürlüğünde hizmete alınmak suretiyle buna başlamışlardı ancak maalesef, bir mülakat suretiyle yaklaşık 1.803 kişi iki dakikalık mülakatlarla elenmiştir. Bu konuda vatandaşlarımızın çok önemli şikâyetleri vardır, önemli haksızlıklar yapıldığını ifade etmişlerdir. Sayın Emniyet Genel Müdürüne de bu konuyu ilettim, parlamenter arkadaşlarımıza da bu konuda mağduriyete uğramış insanlar geliyorlar, çok subjektif değerlendirmeler yapıldığını ifade ediyorlar. Bu haksızlıklara dayalı tercihlerin, subjektif tercihlerin derin bir adalet duygusunu zedelediğini ifade etmek isterim. Aksaray’da 370 öğrenci silinmiş, Samsun’da hakeza, Aydın’da… Bu bakımdan, bu konularda, Hükûmetin bu yapılan sınav ve mülakat konusunda yapılan haksızlıklar konusuna özellikle dikkat etmelerini ve incelemelerini istirham ediyorum. Objektif bir sınav olursa kimsenin diyeceği yok ama keyfî yönetimlerle bu şekilde davranmak aileleri açıkçası yıkmaktadır.

Ayrıca, biliyorsunuz, okul müdürlerinin atanması konusunda mahkemeler yürütmeyi durdurma kararı vermiş olmasına rağmen okul müdürlerinin atamalarının yapılmaması konusunda açıkçası valiliklere talimat gönderilmektedir. İvedilikle, hukuktan dönmüş bu haksızlığın giderilmesi lazım. Bu konuda özellikle geçici bir şekilde Türkiye'yi yönetmek durumunda olan Hükûmetin bu tür haksızlıkları bu dönem içerisinde yapmaması gerekiyor. Bu çerçevede birtakım atamalar yapılmaktadır, bunlar doğru değildir, Parlamentodan güvenoyu almış bir hükûmetin yapması gerekir. Bu konularla ilgili Hükûmeti ve uygulamaları uyarıyorum, Parlamentonun sizin de yönettiğiniz ilk toplantısında bu konulardaki uyarılarımızı yapmayı görev addettim.

Teşekkür ederim, saygılarımla.

(MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Vural, teşekkür ediyorum.

Sayın Aydın, buyurun.

4.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, 25’inci Dönemin, Meclis Başkanı ile seçilen tüm milletvekillerine hayırlı olmasını dilediğine ve Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken, Ankara Milletvekili Levent Gök ile İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın yaptıkları açıklamalarındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

25’inci Dönem Parlamentosunun aslında ilk görüşmelerini yeminden sonra bugün yaptık yeni seçilen Meclis Başkanımızın Başkanlığında.

Öncelikle, hem Sayın Meclis Başkanımıza hem de seçilen tüm milletvekillerine tekrar hayırlı olsun diyorum; ülkemiz ve milletimiz için inşallah hep birlikte hayırlı kararlara imza atarız ve Türkiye'nin temel problemlerini burada hep birlikte çözeriz.

Yine, tabii, bugün birkaç defa “müstafi bakan, müstafi hükûmet” ifadeleri kullanıldı. Anayasa gereği yetkili ve görevli hükûmet işin başındadır. Bunun alaycı bir şekilde müstafi hükûmet olarak adlandırılmasının da doğru olmadığı kanaatimi paylaşmak istiyorum.

Yine, Sayın Cumhurbaşkanımızın görevlendirmeyi geciktirdiği gibi bir husus dile getirildi. Anayasamız, İç Tüzük’ümüz çok açık. Hükûmet arayışları konusunda özellikle Başkanlık Divanının oluşumundan itibaren kırk beş gün içerisinde hükûmetin kurulması lazım ki Başkanlık Divanının oluşumuyla birlikte…

MUSA ÇAM (İzmir) – Kaç gün oldu, kaç gün geçti? Bir ay oldu.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Musa Çam, bir sus!

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Başkanlık Divanı henüz oluşmadı. Başkanlık Divanının oluşumundan itibaren inşallah en kısa sürede muhakkak ki bu görevlendirme yapılacak ve bu manada gereken yapılacaktır.

Şimdi, değerli arkadaşlar, biz Anayasa’ya ve İç Tüzük’e göre konuşuyoruz. Bir taraftan koalisyona uzak bir tavır sergileyip öbür taraftan da niye bir an önce bu görüşmeler başlamıyor demek de doğru bir yaklaşım değildir diye düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Dolayısıyla, Divanın oluşumundan itibaren…

Yarın AK PARTİ Grubu olarak bizler de Divanı inşallah teşekkül edip Meclis Başkanlığına bildireceğiz. Öyle zannediyorum ki yarın bütün gruplar bildirmiş olacak ve bu manada Divan oluştuktan sonra tabii ki görevlendirme yapılır ve görevlendirmeyle birlikte, kırk beş gün içerisinde, diliyoruz ve umuyoruz ülke menfaatlerini, Türkiye'nin kazanımlarını baz alan ve bu ülkenin istikrarını zedelemeden büyük projelerin devamı, reform hareketlerinin devamı adına bir an önce hükûmet kurulur diye temenni ediyor, tekrardan saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, gündemimizde yer alacak konuları görüşmek için, 9 Temmuz 2015 Perşembe günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 17.06