TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                  77’nci Birleşim

                                                                                          16 Mart 2015 Pazartesi

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- KAPALI OTURUMLAR

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin’in, Bursa iline yapılan yatırımlara ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Hakkâri Milletvekili Adil Zozani’nin, Halepçe katliamının 26’ncı yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, kozmik odanın aranmasına ilişkin gündem dışı konuşması

 

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, İstanbul Üniversitesinde Adalet ve Kalkınma Partisi teşkilatı mensupları ve yakınlarına sınavsız üniversiteye giriş imkânı tanındığı iddialarına ve YGS sınav sorularının hepsinin açıklanması gerektiğine ilişkin açıklaması

2.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Halepçe katliamının 26’ncı yıl dönümüne ilişkin açıklaması

3.- Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten’in, Halepçe katliamının 26’ncı yıl dönümüne ilişkin açıklaması

4.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, Halepçe katliamının 26’ncı yıl dönümüne ilişkin açıklaması

5.- Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın, İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

6.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun, Karabük Milletvekili Osman Kahveci’nin MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

7.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun, Muş Milletvekili Demir Çelik’in 688 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

8.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ve beraberindeki bir heyetin ülkemizi ziyaret etmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 10/3/2015 tarihli 96 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna İlişkin tezkeresi (3/1718)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonunun (KPK) 76’ncı Toplantısı’nın 19-20 Mart 2015 tarihlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 10/3/2015 tarihli 96 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna İlişkin tezkeresi (3/1719)

 

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel ve 22 milletvekilinin, tefecilik suçlarındaki artışın nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1257)

2.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz ve 23 milletvekilinin, Van depremi ardından yaşanan sorunların ve deprem konutlarındaki eksikliklerle ilgili iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1258)

3.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 milletvekilinin, gizli tanıklık uygulamalarında yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1259)

 

C) Gensoru Önergeleri

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, hayvancılık ve tarım sektörünün bitme noktasına geldiği iddiasıyla Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/49)

2.- MHP Grubu adına, Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti toprağını savunmadıkları, PKK/PYD ile IŞİD terör örgütlerini muhatap aldıkları iddiasıyla Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/50)

3.- Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz ve 19 milletvekilinin, kamu ihalelerinde kamu menfaatini korumadığı, İstanbul’da bulunan bazı mesire yerlerini rant alanı hâline getirdiği ve orman ve su varlıklarını etkin bir şekilde yönetemediği iddiasıyla Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/51)

 

Ç) Meclis Soruşturması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Umut Oran ve 57 milletvekilinin, başta Cumhuriyet Halk Partisi olmak üzere muhalefeti etkisiz kılmaya, muhalefet partisi üyelerinin parlamenter denetim haklarını engellemeye ve bunları karalamaya yönelik girişimlerde bulunduğu, muhalefeti karalayarak suç işleyen medya kuruluşları mensuplarını kayırdığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanunu’nun 114, 257, 283 ve 311’inci maddelerine uyduğu iddiasıyla Anayasa’nın 100’üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri uyarınca İçişleri eski Bakanı Efkan Ala hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/13)

 

D) Çeşitli İşler

1.- Başkanlıkça, Genel Kurulu ziyaret eden İspanya Senato Başkanı Pio Garcia-Escudero ve beraberindeki heyete “Hoş geldiniz.” denilmesi.

 

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, 6/1/2015 tarihinde Van Milletvekili Özdal Üçer ve arkadaşları tarafından, ziraat mühendislerinin istihdam sorununun araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (1283 sıra no.lu), Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- MHP Grubunun, 25/11/2014 tarih ve 2311 sayıyla Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz ve arkadaşları tarafından, Atatürk Orman Çiftliği’nin birinci derece tarihî doğal sit alanından üçüncü derece sit alanına dönüştürülmesinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

3.- CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan, pamuk sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (10/963) ön görüşmelerinin Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz’ın, Karabük Milletvekili Osman Kahveci’nin MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Hakkâri Milletvekili Adil Zozani’nin, Çorum Milletvekili Cahit Bağcı’nın (11/46) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

3.- Hakkâri Milletvekili Adil Zozani’nin, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın (11/46) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

 

X.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, kalkınma plan ve stratejilerinin oluşturulması sürecindeki görevini yerine getirmeyerek ve KOBİ’leri yeterince desteklemeyerek çevresel, ekonomik ve sosyal problemlere zemin hazırladığı iddiasıyla Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/46)

 

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

3.- Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/742) (S. Sayısı: 616)

4.- Askeri Hakimler Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1008) (S. Sayısı: 685)

5.-Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın; Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan'ın; Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Çanakkale Milletvekili İsmail Kaşdemir'in; Kimlik Bildirme Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan'ın; 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adana Milletvekili Osman Faruk Loğoğlu'nun; Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü'nün; Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekilleri Sinop Milletvekili Engin Altay, Ankara Milletvekili Levent Gök ile 4 Milletvekilinin; Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; 5490 Sayılı ve 25/4/2006 Tarihli Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ve İçişleri Komisyonu Raporları (1/995, 2/422, 2/514, 2/909, 2/1518, 2/1579, 2/1632, 2/2443, 2/2469) (S. Sayısı: 684)

6.- Konya Milletvekili Kerim Özkul ve Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ile 45 Milletvekilinin; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri (2/2616) (S. Sayısı: 688)

7.- İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Burdur Milletvekili Hasan Hami Yıldırım ve İzmir Milletvekili Aydın Şengül ile 50 Milletvekilinin; Adana Milletvekili Ali Demirçalı ve İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin'in; İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel'in; Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan'ın; İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli'nin; İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın; İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun; Kocaeli Milletvekili Haydar Akar'ın; Balıkesir Milletvekili Haluk Ahmet Gümüş'ün; Manisa Milletvekili Hasan Ören ve 2 Milletvekilinin; İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın; Manisa Milletvekili Erkan Akçay ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın; İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın; İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ile 2 Milletvekilinin; Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri (1/1006, 2/1449, 2/1511, 2/1664, 2/1670, 2/1691, 2/1788, 2/2068, 2/2182, 2/2183, 2/2205, 2/2235, 2/2295, 2/2534, 2/2541, 2/2546) (S. Sayısı: 687)

 

XII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- 688 sıra sayılı Kanun Teklifi’ne Komisyon görüşmeleri sırasında yeni maddeler ihdas edildiğinden, teklifin maddelerine geçilmesinin İç Tüzük hükümlerine uygun olup olmadığı konusunda Başkanlığın tutumu hakkında

 

XIII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’un, milletvekillerinin yasama dokunulmazlığına ilişkin konuşması

 

XIV.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, TBMM ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından satın alınan nakliye araçlarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/58603)

2.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, TBMM ile bağlı kurum ve kuruluşlar bünyesinde bulunan kiralık araçlara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/58604)

3.- Manisa Milletvekili Sakine Öz'ün, Manisa'nın ihracatındaki düşüşe ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/58981)

4.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Gümrük Birliği'ne ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/59649)

5.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlarda sosyal medya paylaşımları nedeniyle hakkında işlem yapılan kamu personeline ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/60784)

6.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, Başkanlık bünyesinde çalışan yardımcı hizmetler sınıfındaki personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/60928)

7.- Mersin Milletvekili Ali Öz'ün, Bakanlığın 2014 yılı bütçesinden yapılan harcamalara ve Mersin'e yönelik yatırımlara ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/61062)

8.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın, İstiklal Mahkemeleri zabıtları ve kayıtları ile ilgili çalışmalara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/61259)

9.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2015 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlarca satın alınan kurulum ve montaj hizmetlerine ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/61344)

10.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba'nın, fiyatlardaki ve ücretlerdeki artış arasındaki farkın borçlanmaya etkisine ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/61345)

11.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, bir ziyaretçi hakkındaki giriş yasağına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/61918)

 

16 Mart 2015 Pazartesi

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Dilek YÜKSEL (Tokat)

----0----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77’nci Birleşimini açıyorum.

 

III.- Y O K L A M A

 

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum. 

Kapanma Saati: 14.06

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.22

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77’nci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

 

III.- YOKLAMA

 

BAŞKAN – Açılışta yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi yoklama işlemini tekrarlayacağım.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, görüşmelere başlamadan önce 17 Şubat 2015 tarihli 56’ncı Birleşimde yapılan kapalı oturumlara ait tutanak özetlerinin İç Tüzük'ün 71'inci maddesine göre okunabilmesi için kapalı oturuma geçmemiz gerekmektedir. Bu nedenle sayın milletvekilleri ile Genel Kurul salonunda bulunabilecek yeminli stenograflar ve yeminli görevliler dışındakilerin salonu boşaltmalarını rica ediyorum.

Tutanak özetleri okunduktan sonra açık oturuma geçilecek ve görüşmelere devam edilecektir. Sayın idare amirlerinin bu konuda yardımcı olmalarını ve salon boşaltıldıktan sonra Başkanlığa haber vermelerini rica ediyorum.

                                                                               Kapanma Saati: 14.26

IV.- KAPALI OTURUMLAR

      ÜÇÜNCÜ OTURUM

              (Kapalıdır)

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 14.36

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77’nci Birleşiminin -kapalı oturumdan sonraki- Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Bursa iline yapılan yatırımlar hakkında söz isteyen Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin’e aittir.

Buyurun Sayın Şahin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, kapalı oturumla ilgili “Açık oturuma geçiyoruz.” dedikten sonra kapalı oturumu sonlandırmak için Genel Kurulun iradesini aramanız gerekmiyor muydu? Yani kapalı oturum netice itibarıyla. Kapalı oturuma ancak Genel Kurulun iradesiyle…

BAŞKAN – Şimdi, bugünkü yaptığımız işlem sadece tutanakların okunmasıyla ilgili Sayın Başkan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet de yani kapalı oturum netice itibarıyla. Diyor ki: “…sebep ortadan kalkınca Genel Kurul işaret oyuyla karar verir.” Yani sebep, bunun için toplandık, bu sebep ortadan kalkınca Genel Kurul iradesiyle karar verilmesi gerekmiyor muydu? O bakımdan… Çünkü bu bir kapalı oturum.

BAŞKAN – Hayır, kapalı oturumun konusu tamamlandığı için devamı niteliğinde olarak kabul edildiğinden dolayı yani işlemin tamamlanmasıyla ilgili olduğu için Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) - Öyle diyor efendim zaten. Diyor ki: “Kapalı oturumu gerektirmiş olan sebep ortadan kalkınca, Başkan…”

BAŞKAN – Sayın Şahin, lütfen yerinize oturun da isterseniz, tekrar davet edeyim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Kusura bakmayın Sayın Şahin.

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Vural, kapalı oturum tutanakları 71’inci madde: “Kapalı oturum tutanaklarının birleştirilmesinden sonra, kapalı bir oturum akdedilerek eski tutanak özeti okunur. Özetle birlikte tutanak bir zarfa konarak –neyse, o yapılan işlem- hazır bulunan kâtip üyeler tarafından hemen mumla mühürlenir ve Meclis arşivine verilir.

Kapalı oturum tutanakları ve özetleri, kapalı oturum tarihinden itibaren on yıl…” O ayrı bir konu. Yani bu işlemin tamamlanmasıyla ilgili, sadece tutanakların okunması…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan “Kapalı bir oturum akdedilerek eski tutanak özeti okunur.” diyor. Dolayısıyla onun da bir kapalı oturum olduğunu dikkate alırsak -bunu sizin doğrudan doğruya yapmanız- kapalı oturumu sonlandırmak için Genel Kurulun iradesinin aranması gerekiyor. O bakımdan diyorum.

BAŞKAN – Evet, tutanak özeti olduğu için efendim.

Teşekkür ediyoruz.

Yapılacak başka bir iş… Yani şimdiye kadar yapılan uygulamamız da bu şekilde Sayın Vural.

Evet, Sayın Şahin, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

 

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin’in, Bursa iline yapılan yatırımlara ilişkin gündem dışı konuşması

HÜSEYİN ŞAHİN (Bursa) – Teşekkür ederim Başkanım.

Çok değerli arkadaşlar, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün AK PARTİ hükûmetleri döneminde Bursa’mıza yapılan yatırımları ve devam eden yatırımları ve planlamış olduğumuz yatırımları anlatmaya çalışacağım. Yüksek müsaadelerinizle, önce ulaşım faslıyla başlamak istiyorum.

Bursa doğuda Ankara istikametine, İnegöl yolu üzerinden, duble yollarla bağlanmıştır ve zor bir vadi olan Mezit Vadisi Hükûmetimizin ve Ulaştırma Bakanlığımızın üstün gayretleriyle duble yol yapılarak milletimizin hizmetine sunulmuş, özellikle de kar mücadelesinde burada üstün gayretler gösterilerek bütün bir mevsim boyunca, kış mevsimi boyunca açık tutulmaya her daim çalışılmıştır. Kuzeyde İstanbul yolu, yine Mudanya yolu duble yol hâline getirilmiş, turizm beldesi olan Mudanya yolu 3 şeritli düzenlenerek Bursalı hemşehrilerimizin denize hızlı ve seri bir şekilde ulaşmaları sağlanmıştır. Batıda Çanakkale yolu duble hâle getirilmiş, güneyde yine yoğun trafiğin olduğu İzmir yolu duble hâle getirilmiştir. Özellikle Bursa’yı çok rahatlatan otoyolun bir parçası olan 67 kilometre uzunluğundaki çevre otoyolu 2007 yılında Çalışma Bakanımızın grup başkan vekilliği döneminde tamamlanmış ve sekiz yıldır da Bursa’ya hizmet vermektedir. İnşallah, İstanbul-Bursa-İzmir otoyolunun devreye girmesiyle daha aktif bir duruma dönüşecek ve ulaşımda Bursa merkezli bir ağ oluşturulması için hizmet verecektir.

Tabii, Bursa’yı sadece kuzeyden, güneyden ve batıdan çevre illere ve komşu ilçelere duble yollarla bağlamadık, Bursa’nın ilçelerini de birbirleriyle… A1 standardında, 12 metrelik platformlarla İnegöl-Yenişehir arası yolu, Yenişehir-İznik arası yolu genişleterek yepyeni yollar yaptık. Yine, doğuda Yenişehir’e bağlayacağımız duble yolla hem yolu 8 kilometre kısaltıyoruz hem de konforlu bir yol hâline getiriyoruz. Yine, Bursa’yı İznik üzerinden Adapazarı’na, Sakarya’ya bağlayan Mekece yolunu duble yol hâline getiriyoruz ve hemşehrilerimizin ve vatandaşlarımızın Bursa’ya ve Bursa’dan dışarıya çıkışlarında konforlu bir seyahat imkânı sağlıyoruz.

Hızlı tren inşaatımız devam etmekte. İnşallah, hedeflenen ve programlanan zamanda hızlı tren de devreye girecek. Havaalanı tekrar aktif hâle gelmiştir, 10 Mart Salı günü -geçtiğimiz hafta- tekrar, yeniden Trabzon ve Erzurum uçuşları başlamıştır, akabinde Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Muş, Ağrı, Antalya ve beklentimiz o ki Kıbrıs’a da uçuşların başlamasıdır.

Tabii, sadece ulaşım değil, sağlık alanında da birçok yatırımlar yaptık, hastanelerimizi yeniledik, modernleştirdik. İnegöl’de hizmete açtık 300 yataklı devlet hastanemizi; Kemalpaşa, Karacabey ve İznik’te bitirdik, çok yakın zamanda hizmete açacağız. Orhangazi’de ve Gemlik’te inşaatlar hızla devam etmekte, Keles ve Orhaneli’de de 20 ve 50 yataklı hastanelerin hepsini devreye aldık. Sadece yeni hastaneler yaparak insanlarımıza sağlık hizmeti sunmadık, içerisine sağlık hizmeti sağlayan son derece teknolojik yeni makineler getirerek insanımızın sağlığa kavuşmasına imkân sağladık. Aynı zamanda, Hükûmetimizin bir projesi olan ambulans helikopterlerle ve uçaklarla Bursalı hemşerilerimizin sağlık hizmetine, bir an evvel şifaya kavuşmasına imkân sağladık.

Sporda yıllardır sürüncemede bulunan 7.500 kişilik Nilüfer Kapalı Spor Salonu’nu bitirdik ve salon sporlarında Bursa’ya ve Bursalı gençlere çok büyük imkânlar sağladık. Büyükşehir Belediyemizin ve ilçe belediyelerimizin imkânlarıyla kapalı spor salonları, yüzme havuzları yaptık, yapmaya devam ediyoruz. İnşallah bu yıl Yıldırım Belediyesiyle birlikte 16 bin metrekare alanda 20 milyon liranın üzerinde yatırımla bir dev spor kompleksi, Gürsu’da sporcu fabrikası gerçekleştireceğiz.

Yine, şampiyon Bursaspor’un stadyumunu da Büyükşehir Belediyemiz ve Gençlik ve Spor Bakanlığımızın destekleriyle 44 bin kişilik kapasiteyle gerçekleştiriyoruz. Hedefimiz haziran ayı başında dünyanın da en iyi 10 stadyumu arasında bulunacak stadyumu inşallah hizmete açmak olacak.

Tabii, beş dakikalık süre hizmetleri saymaya yetmiyor. Ben özellikle Başbakanlığı döneminde Türkiye’mize büyük hizmetler eden Cumhurbaşkanımıza, şimdiki Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’na, Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç’a, Çalışma Bakanımız Faruk Çelik’e ve milletvekili arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum.

Saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı ikinci söz, kozmik odanın aranması hakkında söz isteyen Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’e aittir.

Sayın Öztürk…

Gündem dışı üçüncü söz, Halepçe katliamı hakkında söz isteyen Hakkâri Milletvekili Adil Zozani’ye aittir.

Buyurun Sayın Zozani. (HDP sıralarından alkışlar)

 

2.- Hakkâri Milletvekili Adil Zozani’nin, Halepçe katliamının 26’ncı yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bundan yirmi altı yıl önce bugün Halepçe’de, Kürdistan Federal Bölgesi’nin Süleymaniye kentine yakın bir Kürt yerleşim bölgesinde Irak Devleti’ne ait Saddam ordusunun uçakları Kürt halkına karşı bulutları zehirlediler ve Kürt halkının güneşini karartmaya çalıştılar. Bu kimyasal katliamda 5 binin üzerinde insan yaşamını yitirdi. Bebekler, annelerinin babalarının kucağında can verdi. Üzerinden tam yirmi altı yıl geçti ancak bu yara hâlâ kanıyor. Bu yaranın izleri daha Kürt halkının hafızasından hâlâ silinemedi. Öyle görünüyor ki kolay kolay da silinmeyecek izlerdir bunlar.

Halepçe, katliam nedeniyle o dönemin simge kenti oldu. Esasında iki yıl içerisinde sadece Kürdistan Federal Bölgesi’nde -5.5 milyon nüfusu olan bir bölgeden söz ediyorum- 184 bin insan katledildi. İşte, Halepçe katliamı, bu 184 bin kişinin katledildiği katliam serisinin, büyük Enfal’in doruk noktasıydı. Milyonlarca insan yerinden yurdundan göç etti. Sonra, devran döndü, Kürt halkına karşı bu büyük katliamı gerçekleştirenler Irak halkları karşısında hesap vermek durumunda kaldılar. Saddam Hüseyin idam sehpasına çıkarılacağı zaman Saddam Hüseyin’in idamını bir Kürt’e imzalatmak istediler. Bu katliam fermanını verenler o dönem Irak Cumhurbaşkanı olan Sayın Celal Talabani’den Saddam Hüseyin’in idam fermanını imzalamasını istediler ancak Celal Talabani bütün insanlığa ders mahiyetinde bir karar aldı. “Bu, Saddam Hüseyin de olsa ben o idama imza atmayacağım.” ve o idam kararına imza atmadı, “Çok zorlarsanız Cumhurbaşkanlığını bırakırım, yine de o idam kararını imzalamam.” dedi. 30 Aralık 2006’da Celal Talabani yerine bu idam kararını Maliki’nin imzaladığını hepimiz biliyoruz.

Celal Talabani niye yüz binlerce Kürt’ün kanına girmiş, katletmiş Saddam Hüseyin’le ilgili idam kararını imzalamadı? Nedeni çok açık ve bir cümleyle ifade edilebilir. Kürt halkı, Orta Doğu coğrafyasında büyük acılar yaşadı, büyük ızdıraplar yaşadı ama geleceğini asla ve asla birlikte yaşadığı halklarla hesaplaşma üzerine inşa etmedi, bu, Kürt halkının katili dahi olsa hesaplaşmak yerine yüzleşmeyi ve helalleşmeyi esas aldı. Celal Talabani böyle bir düşüncenin tezahürü olarak o gün önüne konulan Saddam Hüseyin’in idam fermanına imza atmaktan imtina etti ve tarihe bir not düştü. Sayın Talabani’nin o gün Saddam Hüseyin’in idam fermanına karşı ortaya koyduğu duruş, esasında Kürt halkının Orta Doğu coğrafyasındaki yaşam felsefesinin de bir özeti mahiyetindedir. Evet, hakikatleri biliyoruz, hakikatlerin araştırılıp gün yüzüne çıkarılmasını arzu ediyoruz ama hesaplaşmak yerine yüzleşip helalleşmeyi arzu ediyoruz çünkü Kürt halkı, Orta Doğu coğrafyasında halkların bir arada yaşamaktan başka bir seçeneğinin olmadığını biliyor ve bu felsefeye inanıyor. Sayın Talabani’nin o günkü onurlu duruşu da bunun tecellisi olmuştur, ispatı olmuştur.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bütün Halepçe katliamında yaşamını yitiren soydaşlarımızın mekânı cennet olsun. Bu tarz katliamlara yeltenenlerin de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADİL ZOZANİ (Devamla) - …eninde sonunda Hak meclisinde hak ettikleri cezayı alacaklarını bir kez daha ifade ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı üçüncü söz, kozmik odanın aranması hakkında söz isteyen Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’e aittir.

Buyurun Sayın Öztürk. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

 

3.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, kozmik odanın aranmasına ilişkin gündem dışı konuşması

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 19 Aralık 2009 tarihinde, Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’a yönelik bir suikast iddiasıyla bir soruşturma başlatıldı. Bu soruşturma kapsamında Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanlığındaki kozmik odada aramalar yapıldı.

Geldiğimiz o sıralarda herkes bir şeyler söyledi, Sayın Bülent Arınç kozmik odayı “kozmetik oda” diye karikatürize etmeye başladı ve Sayın Arınç “Tüm basın mensuplarından ricam şudur; bana sorduğunuz bu soruyu Sayın Baykal’a da sorun, Sayın Kılıçdaroğlu’na da sorun çünkü bu olayı başından beri komik bulduklarını, safsata olarak gördüklerini söyleyen bu şahıslardır.” diyor ama kendisi karikatürize ediyordu. Tabii o sırada Sayın Bülent Arınç’a Ankara’da suikast yapılacaktı ama Bülent Arınç kendisi Manisa’da idi. Yargıcı izlediği söylenen iki askerî araçta patates ve soğan torbaları çıkmıştı. Araçta bulunanlar ise aşçı ve elektrikçilerdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da “Ak ile kara ortaya çıkıyor.” demişti. Değerli milletvekilleri, o tarihte biz bu aramanın gerçekten hukuka aykırı bir arama olduğunu ısrarla söyledik ve gelinen noktada gerçekten de kozmik odaya bu dalış hareketinin aslında doğru bir şey olmadığını, Bülent Arınç’a suikastın palavra olduğunu, bu, Arınç’a suikast palavrasının gerçek amacının kozmik odaya dalmak olduğunu ve devletin kozmik odasına girerek orada devletin gizli belgelerini çalmak olduğunu şimdi geldiğimiz noktada anlamış bulunuyoruz. O tarihteki Başbakanın söylediği gibi gerçekten ak ile kara ortaya çıkmıştır.

Değerli milletvekilleri, arama, delil elde etmek için ya da şüpheliyi yakalamak için yapılır CMK 119’a göre. Ancak, askerî mahallerdeki ya da devletin gizliliğini içeren bilgi ve belgelerin bulunduğu mahallerdeki arama CMK’nın 47’nci ve 125’inci maddelerine uygun olarak yapılır. CMK’nın 125’inci maddesine göre mahkeme hâkimi, tekrar ediyorum, mahkeme hâkimi veya heyeti tarafından bu belgeler incelenebilir. Bu belgelerde yer alan ve sadece yüklenen suçu açıklığa kavuşturabilecek nitelikte olan bilgiler hâkim veya mahkeme başkanı tarafından tutanağa kaydedilebilir. O tarihteki Adalet Komisyonu sırasındaki görüşmelerde “mahkemeye karşı” ifadesinin yerine “hâkime karşı” ifadesi öneriliyor fakat bu kabul edilmiyor. Buradan anladığımız şudur: Bu olaylar sadece mahkemelerin soruşturma değil, kovuşturma bölümünde geçerlidir. Yani, soruşturma bölümünde savcı bu devlet arşivinin bulunduğu belgelere erişmek için karar talep edemez, böyle bir hakkı yoktur ve hâkim de böyle bir karar veremez, o zaman da söyledik. Ancak, suç yüklendikten sonra yani iddianameyle suç sabit olduktan sonra ve iddianame mahkeme tarafından kabul edildikten sonra mahkeme bu belgelere erişilmesine karar verebilir. Oysa, orada, Kadir Kayan isimli bir hâkim, tuttu, inat etti kozmik odaya girmek için. Hukuka aykırı bir şekilde yaptı bunu. Savcı Mustafa Bilgili de istedi. Şimdi görüyoruz ki o belge ve bilgiler çalınmış. Bundan bu hâkim sorumludur. Bu hâkim yetkisini, görevini kötüye kullanmıştır. Bu savcı sorumludur.

Ben buradan HSYK’ya çağrıda bulunuyorum. Bu hâkim ve savcıyla ve diğer ilgililerle ilgili gerekli soruşturma ve kovuşturma yapılmalıdır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ama Hükûmet istedi zaten, Hükûmet.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Daha o tarihte, 4 Ocak 2010’da, Hamdi Yaver Aktan -iyi bir ceza hukukçusu- bu hâkim ve savcının suç işlediğini söylüyor. Kozmik odayla ilgili arama kararını hâkimin veremeyeceğini, savcının da böyle bir talepte bulunamayacağını söylüyor. Şimdi geldiğimiz noktada deniliyor ki …

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – …“Ya, bunlar palavraymış.” E, tabii, palavraydı bunlar. Bu hâkim ve savcılarla ilgili soruşturma yapılmalı. Bülent Arınç da, o zaman ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bu halktan özür dilemelidir.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Vural, buyurun.

 

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, İstanbul Üniversitesinde Adalet ve Kalkınma Partisi teşkilatı mensupları ve yakınlarına sınavsız üniversiteye giriş imkânı tanındığı iddialarına ve YGS sınav sorularının hepsinin açıklanması gerektiğine ilişkin açıklaması

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Millî Eğitim Bakanı da buradayken… Kamuoyunun gündeminde olan iki konu var. Birincisi, İstanbul Üniversitesinde torpille iki yıllık yükseköğrenimden lisans eğitimi yapılmasına imkân sağlayan… Adalet ve Kalkınma Partisi teşkilatına mensup ve yakınlarının İstanbul Üniversitesindeki şeye sadece iki yıllık yüksekokul mezunu olmalarına rağmen, ikinci bir fakülte bitirmiş gibi buraya kayıt altına alındığına ilişkin, VIP torpil listesi olduğuna ilişkin hususlar. Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığı olarak bir şey yaptınız mı?

Bir de dün, gençlerimiz, çocuklarımız, açıkçası, sınava girdiler, ÖSYM sadece 20’sini açıklıyor. Acaba sınava giren öğrencilerin kendi durumlarını daha iyi takdir edebilmesi açasından şeffaf bir şekilde soruların açılması daha doğru olmaz mıydı? Yani, neden saklanıyor gençlerden? Bu bakımdan, kendilerinin puan durumunu ölçmeleri açısından da bir fırsat oluştururdu. Bu konuda, eğer, yerinizden katkı sağlayacağınız bir husus olursa memnun olurum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Baluken, buyurun.

 

2.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Halepçe katliamının 26’ncı yıl dönümüne ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, bundan yirmi yedi yıl önce bugün Irak’ta Halepçe katliamı olarak tarihe kara bir leke olarak geçen soykırım girişimi yaşanmıştır. 1986 ve 1988 tarihleri arasında Saddam Hüseyin’in güney Kürdistan’da Kürt halkına karşı düzenlediği El-Enfal Harekâtı’nın bir parçası olarak 16 Mart 1988 tarihinde Halepçe’ye zehirli kimyasal gazlarla acımasız bir saldırı gerçekleştirilmiştir. 16 Mart 1988’de zehirli gaz bombalarını taşıyan 8 savaş uçağı tarafından Halepçe’ye bombardıman düzenlenmiştir; 5 binden fazla insanımız katledilmiş, 7 binden fazla insanımız yaralanmıştır. Aslında, bu kimyasal gazlar sadece Kürt halkının, kadınlarının, çocuklarının üzerine değil aynı zamanda kendine “İnsanım.” diyen herkesin vicdanına, yüreğine yağdırılmıştır. Tüm insanlığın Halepçe’deki katliamla nefesi daralmış, göğsü sıkışmış, gözyaşı sel olup akmıştır.

Bizler, tarih nezdinde, Kürt halkına soykırım yapanları bugün tekrar kınıyoruz. Tüm Orta Doğu halklarına ve özelinde Kürt halkına bugün tekrar başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Halepçe ve El-Enfal’in Kürt soykırımı olarak tanınması gerektiğini Halkların Demokratik Partisi olarak belirtiyoruz. Bu temelde hazırladığımız kanun teklifleri Meclis gündeminde gündeme alınma sıralarını bekliyor. Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisinin de Orta Doğu barışına ve Orta Doğu halklarına karşı sorumluluğu gereği gerekli tavrı ortaya koyması gerektiğini bir kez daha ifade ediyor; tekrar, katliamda yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet, tüm Orta Doğu halklarına başsağlığı diliyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Satır, buyurun.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Halepçe katliamını ben de grubum adına tekrar lanetliyorum.

Bu konuda, müsaade ederseniz, Diyarbakır Milletvekilimiz Cuma İçten’e söz hakkımı devretmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

 

3.- Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten’in, Halepçe katliamının 26’ncı yıl dönümüne ilişkin açıklaması

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yirmi yedi yıl önce, ölümün soğuk esintisi elma kokusuna bürünerek Halepçe’yi sardı. O kokunun kaynağını aramak için yataklarından çıkan çocuklar yakın tarihin en vahşi katliamına adım attıklarından bihaberdiler. Çünkü o gün Halepçe’de Kürtlerin makûs tarihinin yeniden yazıldığı bir gündü. Bu vahşet dünyanın gözü önünde cereyan etti, ancak dünya her zamanki gibi katliama ve soykırıma sessiz kaldı. Ne yazık ki, Halepçe’deki soykırımın bir benzeri Suriye’de de hâlâ yapılıyor. Kürtleri yok etmesi için Saddam’a silah verenler aynı rolü bugün Esed için biçti. Dünyaya şirin görünme adına Saddam’ı darağacına gönderenler Esedt’e de aynı akıbeti inşallah yapacaklardır.

Son olarak, Halepçe şehitlerini rahmetle anıyor, ruhlarına Fatiha okuyoruz. Rabbim benzer acıyı insanlığa hiçbir zaman yaşatmasın.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Altay…

 

4.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, Halepçe katliamının 26’ncı yıl dönümüne ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de diğer siyasi parti gruplarının düşüncelerine katılıyorum. Halepçe katliamını Cumhuriyet Halk Partisi olarak lanetliyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, yurtta barış dünyada barış ilkesine sıkı sıkıya sarılmış bir parti olarak -kimden ve hangi sebeple gelirse gelsin- insana karşı yapılan her türlü tecavüzü, saldırıyı, şiddeti ve cana kastı telin ediyoruz, kınıyoruz. Bu vesileyle Halepçe’de yaşamını yitirenleri rahmetle anıyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Bakan, bir açıklamanız var galiba.

 

5.- Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın, İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Başkan, Sayın Vural’ın sorularına cevap vermek için söz aldım.

Dün yapılan sınavın sorularının tamamının açıklanmasıyla ilgili, şu anda mahkemede biliyorsunuz, Danıştayda bu konuyla ilgili şey var. ÖSYM’nin bu konudaki gerekçesi şöyle: “Biz orta vadede bu sınavları elektronik ortamda da yapılabilir hâle getirmek istiyoruz, tıpkı TOEFL’da vesairede olduğu gibi, belli periyotlarla bu sorularla elektronik ortamda bu sınavları yapabilir hâle gelmek istiyoruz.” diyor ÖSYM ve dolayısıyla, elimizde bir soru havuzunun birikmesi gerekiyor. Yani farklı zamanlarda elektronik ortamda yapılacak sınavlarda eşit ağırlıklı, aynı nitelikte sorular sorulabilmesini garanti edebilmek için çok sayıda sorunun havuzumuzda birikmiş olması gerekir. O nedenle bunları… Bunların üzerinde zaten bir de telif hakları var, o nedenle açıklamıyoruz ama mahkemenin bu konuda aldığı ilk karar bunların açıklanması yönünde. Danıştayın bir kararı var, onun neticelenmesinden sonra eğer nihai karar da bu yönde verilmiş olursa ister istemez açıklanacak bunlar ama arkasındaki mantık, bu soruların biriktirilerek elektronik ortamda uygulanabilir hâle gelmesi idi. Ayrıca, bireysel olarak da sınava giren her öğrenci kendi kâğıdıyla ilgili her türlü itirazı yapmak ve gerekirse ÖSYM’den kâğıdını istemek ve kontrol etmek hakkına sahip. O zaten yapılıyor, bugüne kadarki uygulamada da bireysel başvurularda bu sağlanıyor. Ama bütün soruların hemen açıklanmasıyla ilgili şu anda mahkeme sürecinin nihai kararı bekleniyor, ona göre karar verilecek.

İstanbul Üniversitesindeki olayla ilgili olarak da YÖK’ten bir çalışma yapmalarını istemiştim, onun sonucunu aldıktan sonra size daha ayrıntılı bilgi verebilirim. Yani basından bize intikal ettiği şekliyle YÖK’ün bu konuyu araştırması için gerekli bildirim yapıldı.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup bilgilerinize sunacağım.

 

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ve beraberindeki bir heyetin ülkemizi ziyaret etmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 10/3/2015 tarihli 96 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna İlişkin tezkeresi (3/1718)

                                                                                                      13/3/2015

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Avrupa Parlamentosu Başkanı Sayın Martin Schulz ve beraberindeki bir heyetin ülkemizi ziyaret etmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 10/3/2015 tarih ve 96 sayılı Kararı’yla uygun bulunmuştur.

Söz konusu heyetlerin ülkemizi ziyaretleri, 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 7’nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                               Cemil Çiçek

                                                                  Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                               Başkanı

 

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonunun (KPK) 76’ncı Toplantısı’nın 19-20 Mart 2015 tarihlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 10/3/2015 tarihli 96 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna İlişkin tezkeresi (3/1719)

13/3/2015

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonunun (KPK) 76’ncı Toplantısı’nın 19-20 Mart 2015 tarihlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 10 Mart 2015 tarih ve 96 sayılı Kararı’yla uygun bulunmuştur.

Söz konusu toplantının Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacağı, 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 7’inci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                               Cemil Çiçek

                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                               Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

 

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel ve 22 milletvekilinin, tefecilik suçlarındaki artışın nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1257)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tefecilik suçlarındaki artışın nedenlerinin araştırılarak suçun önlenmesine yönelik alınması gereken yapısal tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98 ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını saygılarımla arz ederim.

1) Alaattin Yüksel                                                     (İzmir

2) Haydar Akar                                                         (Kocaeli

3) Müslim Sarı                                                          (İstanbul)

4) Kadir Gökmen Öğüt                                               (İstanbul)

5) Orhan Düzgün                                                      (Tokat)

6) Sakine Öz                                                            (Manisa)

7) Veli Ağbaba                                                         (Malatya)

8) Ayşe Eser Danışoğlu                                             (İstanbul)

9) Nurettin Demir                                                     (Muğla)

10) Kemal Değirmendereli                                        (Edirne)

11) Kazım Kurt                                                         (Eskişehir)

12) Engin Altay                                                        (Sinop)

13) Mehmet Hilal Kaplan                                           (Kocaeli)

14) Namık Havutça                                                   (Balıkesir)

15) Turgay Develi                                                     (Adana)

16) İhsan Özkes                                                       (İstanbul)

17) Gürkut Acar                                                        (Antalya)

18) Osman Taney Korutürk                                        (İstanbul)

19) Mehmet Ali Ediboğlu                                           (Hatay)

20) Hülya Güven                                                       (İzmir)

21) Melda Onur                                                        (İstanbul)

22) Doğan Şafak                                                      (Niğde)

23) Mahmut Tanal                                                     (İstanbul)

Gerekçe:

Ülkemizde tefecilik suçu 2005'ten bu yana yüzde 792 oranında artmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının (KOM) yıllık raporlarına göre 2005 yılında 76 olay, operasyonda 171 şüpheli hakkında işlem yapılırken 2011 yılında 602 operasyon gerçekleşmiş ve 1.532 şüpheli hakkında işlem yapılmıştır.

 

2005

2006

2007

2008

2009

2010

2011

Operasyon/Olay

76

146

183

248

578

587

602

Şüpheli

171

338

431

548

1.371

1.466

1.532

 

Son yıllarda klasik tefeciliğin yanında bir de POS tefeciliği ortaya çıkmıştır. Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının 2011 yılı raporunda da dikkat çekilen bu tefecilik yönteminde, gerçekte bir ürün satışı yapılmadığı hâlde bir ürün satışı yapılmış ve satış ücreti ise kredi kartından taksitle ödenmiş gibi gösterilmektedir. Bu işlemin sonucunda, kredi kartından çekilen miktardan ortalama yüzde 5 ile 25 arasında komisyon alınarak kalan tutar nakit olarak kredi kartı sahibine verilmektedir. Bu yöntem kredi kartı faizinden daha düşük olduğu için vatandaşa cazip gelmektedir.

Nitekim son günlerde e-postalarla, kısa mesajlarla, İnternet sitelerindeki reklamlarla "Kredi kartı borcunuzu biz ödeyelim." diye çağrıda bulunan çok sayıda tefecinin türediği görülmektedir. Kredi kartı borçlarında, asgari ödeme tutarının yüzde 40'a çıkması, banka kredi kartı borcuna ödenen faizin daha yüksek olması, POS tefeciliğine olan ilgiyi artırmış durumdadır. Sonuçta kuyumculuk, kontör satışı ve benzeri faaliyetler altında tefecilik büyük bir sektöre dönüşmüştür.

Sorunun temelinde Hükûmetin uyguladığı yanlış ekonomi politikalarının olduğu muhakkaktır. İşsizliğin ve tüketimin aynı anda artması, ya hiç alınamayan ya da enflasyonun altında alınan maaş zamları vatandaşların borçlarını borçla kapatma eğilimini artırmaktadır. Nitekim ihtiyaç kredileri, kredi kartları ve kredili mevduat hesaplarının kullanımındaki büyük artış, borcun borçla kapatıldığını göstermektedir. İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odasının "Tüketici Kredileri ve Borçların Türkiye Panoraması" adlı raporuna göre, tüketici kredileri 2007'den bu yana yüzde 205 oranında artarak 89 milyar liraya; kredili mevduat hesapları vasıtasıyla kullanılan kredilerin toplam tutarı yüzde 100 artarak 4 milyar liraya ulaşırken, kredi kartı borçları ise 2007'den bu yana yüzde 114 artarak 58 milyar lirayı aşmıştır.

Öte yandan yıllara göre tefecilik suçundaki artış incelendiğinde 2009 yılında bir önceki yıla göre yüzde 233 oranında büyük bir sıçrayış olduğu görülecektir. Bilindiği gibi 2008 yılı sonundan itibaren ülkemizi de etkilemeye başlayan küresel ekonomik kriz nedeniyle 2009 yılında ülkemizde kişi başına düşen millî gelir yüzde 19 azalmış, ekonomi yüzde 4,7 oranında daralmış, kredi kartı ödemlerini yapamayanların sayısı yüzde 41 artış göstermiştir. Bu durumun halkımızın bir kısmını tefecilere yönlendirdiği anlaşılmaktadır. Bankacılık sektörü ise 2009 yılını, bir önceki yıla göre yüzde 49,6 oranındaki kâr artışıyla kapatmış; sektör 2009'da 20,1 milyar net kâr elde ederken, gelirlerinin 4 milyar 542 milyonunu, "Kredi Kartı Ücret ve Komisyonları" oluşturmuştur. Bu çarpıcı tablo tefecilik suçlarındaki artış ile kredi veren kuruluşların uygulamaları arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermektedir. Nitekim bugün Türkiye'de kredi kartı sayısı 68 milyona ulaşırken, takibe uğrayan borçlu sayısı da 2008 yılına göre yüzde 90 artarak, 4,1 milyona yükselmiştir.

Bu gerekçelerle tefecilik suçlarındaki artışın nedenlerinin araştırılarak suçun önlenmesine yönelik alınması gereken yapısal tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98 ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını saygılarımla arz ederim.

 

2.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz ve 23 milletvekilinin, Van depremi ardından yaşanan sorunların ve deprem konutlarındaki eksikliklerle ilgili iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1258)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Depremler, ülkemizde en çok kayba neden olan doğal afetlerin başında gelmektedir. Erzincan, Marmara, Kütahya derken son olarak 23 Ekim ve hemen ardından 9 Kasım 2011'de Van'da meydana gelen depremler konunun önemini bir kez daha hatırlatmıştır. Deprem sonrası sürecin iyi yönetilmesi konusunda Van depremleri olumsuz örnekler olarak tarihe not edilmiştir.

Van'daki ilk depremin hemen ardından, en basit önlemlerin alınmadığı, iktidara yakın bazı kişilerin insan canı pahasına kayırıldığı, gerçeğe aykırı depreme dayanıklı ya da kullanıma uygun izni raporlarının düzenlendiği basına da yansıyan iddialardan olmuştur. Bizzat iki haber ajansı muhabiri Sebahattin Yılmaz ve Cem Emir, 2’nci Van depreminde, bir otelde yaşamını kaybetmiştir. Otelin sahibinin yargılaması başlamış olsa da bu yargılama genel sorumluluğu ortadan kaldırmayacaktır. Bu nedenle, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının (AFAD) Van depremiyle ilgili süreçle ilgilenen merkez yöneticileri, Van'da yer alan taşra yöneticileri ve hatta kurumdan sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın bu sorumluluk zincirinde olduğu unutulmamalıdır.

Geçtiğimiz günlerde Başbakan tarafından bizzat açılışı yapılan Van deprem konutları yurttaşlarımızca sevinçle karşılanmıştır. Ancak, hemen ertesinde, özellikle Edremit'te yaşananlar bu işin siyasi olarak kullanıldığı iddialarının ortaya atılmasına neden olmuştur. Örnek vermek gerekirse: Kış soğukları başlamasına rağmen Edremit'teki deprem konutlarındaki kalorifer şebekeleri devreye girmemiştir; konteynerlerde üşüyen ve çadırlarında ısınmak için soba ateşiyle yanan yurttaşlarımızın durumu farklı bir boyuta taşınmıştır; yine bu evlerde, kalorifer şebekelerinin dışında, su şebekeleri de devreye girmemiştir.

Deprem konutları konusunda yaşanan bir başka sorun da konutların yurttaşlarımıza dağıtılma biçimindedir. Van Edremit'te 88 metrekarelik evler yapılmış ve bu konutlara ortalama 105 bin lira bedel biçilmiştir. Bodrum kattaki evlere 68 bin, üst katlardaki evlere ise 125 bin lira olarak belirlenmiştir. Bu bedelin 30 bin lirası AFAD tarafından karşılanmış, geriye kalan 75 bin liralık kısım ise hak sahiplerinin ödemesine ayrılmıştır. Bu ödeme, iki yıl ödemesiz on sekiz yıl vadeye yayılmıştır. Oysaki 28 Nisan 2012 tarih, 28277 sayılı Resmî Gazete’de  Çevre ve Şehircilik Bakanlığından yayımlanan Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak 2012 Yılı Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğ’e göre, Van'da yapılan konutlar 4’üncü sınıf A grubu yapılar kapsamında değerlendirilebilir. Bu tebliğde bahsi geçen konutların metrekare birim fiyatı 615,00 lira olarak belirlenmiştir. Başka bir ifadeyle 88 metrekarelik bir konutun ortalama fiyatı 54 bin liraya denk gelmektedir. Bu rakamın net olduğu ve brüt bir rakam hesaplamak gereği doğduğu takdirde, tek konut başına 120 metrekarelik bir inşaat yapıldığı düşünülse dahi yaklaşık fiyat 73 bin lira civarı olmaktadır. Bu durumda depremzedelere çıkarılan fiyat oldukça yüksek tutularak ya kâr edilmekte ya da faiz gideri zaten depremle büyük yara almış yurttaşlarımızdan tahsil edilmektedir. Bu yaşananlar sonucunda, özellikle Van ilimizde deprem konutları üzerinden yolsuzluk yapıldığı ve halkın mağdur edildiği iddiaları sıkça dile getirilmektedir.

Bu bağlamda; Van depremi ardından yurttaşlarımızın yaşadığı ve hâlâ çözülemeyen sorunların, deprem konutlarındaki eksikliklerin ve bunların çözüm yollarının tespiti; deprem konutlarının pahalıya mal edilerek halka satıldığı ve bu yolla iktidara yakın kişilere maddi çıkar sağlandığı iddialarının araştırılması amacıyla Anayasa'nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Ali Özgündüz                                                        (İstanbul)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

3) Mehmet Şevki Kulkuloğlu                                      (Kayseri)

4) Gürkut Acar                                                          (Antalya)

5) Celal Dinçer                                                         (İstanbul)

6) Haydar Akar                                                         (Kocaeli)

7) İlhan Demiröz                                                      (Bursa)

8) Ali Sarıbaş                                                           (Çanakkale)

9) Hurşit Güneş                                                        (Kocaeli)

10) Turgay Develi                                                     (Adana)

11) Namık Havutça                                                   (Balıkesir)

12) Doğan Şafak                                                      (Niğde)

13) Osman Kaptan                                                    (Antalya)

14) Ramazan Kerim Özkan                                        (Burdur)

15) Mehmet Hilal Kaplan                                           (Kocaeli)

16) Kamer Genç                                                       (Tunceli)

17) Ali Serindağ                                                       (Gaziantep)

18) Emre Köprülü                                                     (Tekirdağ)

19) Selahattin Karaahmetoğlu                                   (Giresun)

20) Candan Yüceer                                                   (Tekirdağ)

21) Ali İhsan Köktürk                                                (Zonguldak)

22) Mustafa Serdar Soydan                                       (Çanakkale)

23) İhsan Özkes                                                       (İstanbul)

24) Hülya Güven                                                       (İzmir)

 

3.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 milletvekilinin, gizli tanıklık uygulamalarında yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1259)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'de binlerce siyasi davada, gizli tanıklık neredeyse keyfî olarak uygulanır hâle gelmiştir ve sadece gizli tanık ifadelerine dayandırılarak insanlar cezalandırılmaktadır. Bu bağlamda gizli tanıklık uygulamalarından dolayı hukuksal olarak davalarda yaşanan sorunların araştırılması, adil yargılanma ve savunma hakkı üzerindeki etkilerinin incelenmesi, gizli tanıklığın evrensel hukuk normlarına göre nasıl düzenlenmesi gerektiğinin tespit edilmesi amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederiz.

1) Sebahat Tuncel                                                    (İstanbul)

2) Pervin Buldan                                                      (Iğdır)

3) İdris Baluken                                                        (Bingöl)

4) Sırrı Sakık                                                            (Muş)

5) Murat Bozlak                                                        (Adana)

6) Hasip Kaplan                                                       (Şırnak)

7) Hüsamettin Zenderlioğlu                                       (Bitlis)

8) Emine Ayna                                                          (Diyarbakır)

9) Nursel Aydoğan                                                    (Diyarbakır)

10) Altan Tan                                                           (Diyarbakır)

11) Adil Zozani                                                         (Hakkâri)

12) Esat Canan                                                        (Hakkâri)

13) Sırrı Süreyya Önder                                            (İstanbul)

14) Mülkiye Birtane                                                  (Kars)

15) Halil Aksoy                                                         (Ağrı)

16) Ayla Akat Ata                                                      (Batman)

17) Erol Dora                                                           (Mardin)

18) Ertuğrul Kürkcü                                                  (Mersin)

19) Demir Çelik                                                        (Muş)

20) İbrahim Binici                                                     (Şanlıurfa)

21) Nazmi Gür                                                          (Van)

22) Özdal Üçer                                                         (Van)

Gerekçe:

2008 yılında yapılan yasal değişiklikle Türkiye hukuk sistemine gizli tanıklık müessesesi girmiştir. Gizli tanıklık, adil yargılanma ve savunma hakkıyla doğrudan ilişkili ciddi ihlaller ve sınırlamalar içeren bir uygulamadır. Türkiye'de 2009 yılından bu yana devam eden “KCK” adı altında operasyonlarla tutuklanmış kişilerin davaları, yıllarca iddianameleri tamamlanmadığı için, neden yargılandıklarını bilmeden ve ortada yeterli ve güvenilir kanıt olmamasına rağmen çoğu zaman gizli tanık beyanlarına dayandırılarak yargılamalar gerçekleşmektedir. Hukuksal olarak temel hakları ihlal eden bu uygulama, aynı zamanda Türkiye'nin dolaylı olarak Kürt sorununun çözümsüzlüğüne hizmet ederek demokratikleşmenin önündeki bir engel olarak durmaktadır.

Tanığın ispat konusunda karar verecek mahkeme tarafından sözlü olarak dinlenmesi vasıtasızlık ve yüz yüzelik ilkeleri gereği ana kuraldır. Buna rağmen ceza muhakemesi hukukumuza 5271 sayılı CMK'nın 58/2-3 maddeleriyle getirilmiş bulunan gizli tanıklık kurumu, silahların eşitliği ilkesini ve adil yargılanma hakkını tümüyle ortadan kaldıran adil yargılanma hakkı açısından kabul edilemez düzenlemedir. Sanığın hiç tanımadığı yani olayla ilgisinin ne olduğunun bilinmediği, olay yerinde var mı yok mu anlamadığı bir meçhul tanığın verdiği beyanlarla mahkûm edilmesi, başta adil yargılama hakkı olmak üzere, sanık haklarını ihlal etmektedir. Nitekim AİHM de birçok kararında bu hususa vurgu yapmıştır. Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) gizli tanıklıkla ilgili, Ludi/İsviçre kararında da belirtildiği üzere, normal koşullarda kanıtların, çelişmeli iddiaların sanığın huzurunda, açık duruşmada sunulması ve tartışılması gerekir. Kural bu olmakla birlikte, istisnai olarak kuraldan ayrılma hâlinde, istisnaların da savunma hakkını ihlal etmemesi zorunludur. Savunma makamına, tanığın anlatımına karşı ifade alındığı sırada veya yargılama aşamasında itiraz imkânı tanınmalıdır. Tanığa soru sorma olanağının sanığa tanınmaması adil yargılanma hakkının ihlalidir.

Gizli tanıkların ifadelerinin şüpheli veya sanığın ve müdafinin yokluğunda alınması sonucu, savunma tarafı kimliklerinden habersiz olduğu için gizli tanığın ön yargılı ve düşmanca davranan veya güvenilmez özelliklere sahip olduklarını gösterebilme imkânından yoksun kalmaktadır. Sanığı suçlayan beyanlar, kasten uydurulmuş veya sadece hatalı ifadeler olabilir. Bu olasılıkta savunma tarafının, ifade verenin güvenilirliğini test edebilmesine veya söylediklerinin inandırıcılığı üzerine kuşku çekebilmesine imkân verecek bilgiye sahip olamayacağı için durumu aydınlatabilmesi de mümkün olmamakta, savunma makamına gizli tanığın güvenilirliğini tartışma olanağı tanınmamaktadır. AİHM, bu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine işaret etmektedir. Diğer yandan, eğer tanığın kimliğinin gizlenmesi gerekiyorsa, tanığın kimliğinin gizlenmesine neden ihtiyaç duyulduğu hususunun açıklanması ve mahkûmiyet kararının yalnızca gizli tanık beyanlarına dayandırılmaması, başka delillerle desteklenmesi de zorunludur. AİHM, 14/02/2002 tarihli Visser/Hollanda kararında, mahkûmiyet kararında gizli tanığın anlatımının ne ölçüde etkili olduğunun üzerinde durulması gerektiğine işaret etmiş, ayrıca tanığa yönelen tehdidin ciddiliği araştırılmadığı için sözleşmenin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Ceza muhakemesi hukukumuz bakımından, kaynak ülke konumunda olan Alman ceza muhakemesi hukukunda da çok zorunlu ve istisnai hâllerde gizli tanık beyanlarına başvurulabileceği öngörülmüş olmakla birlikte, sadece gizli tanık beyanlarına dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemeyeceği de kanunda açıkça düzenlenmiştir.

Sonuç olarak, gizli tanıklığın adil yargılanma ve savunma hakkını ihlal ettiği uluslararası hukuksal düzenlemelerce de kabul görmektedir. Türkiye'de binlerce siyasi davada gizli tanıklık neredeyse keyfî olarak uygulanır hâle gelmiştir ve sadece gizli tanık ifadelerine dayandırılarak insanlar cezalandırılmaktadır.

Bu bağlamda, gizli tanıklık uygulamalarından dolayı hukuksal olarak davalarda yaşanan sorunların araştırılması, adil yargılanma ve savunma hakkı üzerindeki etkilerinin incelenmesi, gizli tanıklığın evrensel hukuk normlarına göre nasıl düzenlenmesi gerektiğinin ortaya konması için bir Meclis araştırma komisyonu kurulmasını önermekteyiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Üç gensoru önergesi vardır. Önergeler daha önce bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır.

Şimdi önergeleri sırasıyla okutuyorum:

 

C) Gensoru Önergeleri

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, hayvancılık ve tarım sektörünün bitme noktasına geldiği iddiasıyla Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/49)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Hayvancılık ve tarım sektörlerinin bitme noktasına gelmesi nedeniyle Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Mehdi Eker hakkında, Anayasa’nın 98'inci ve 99'uncu, TBMM İçtüzüğü'nün 106'ncı maddeleri uyarınca gensoru açılmasını arz ederiz.

                                                                               Pervin Buldan

                                                                       Iğdır

                                                           HDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

AKP'nin neoliberal politikaları sonucunda hayvancılık ve tarım sektörleri bitme noktasına gelmiştir. Bu sektörler yapısal reformlara tabi tutulmamış, iyi finanse edilmemiş, sektörün gelişmesi için gerekli inovasyon çalışmalarından azade tutulmuştur.

Bu sebeplerden ötürü hem üreticiler ve besiciler hem de tüketiciler açısından tarım, hayvancılık ve gıda sektörleri bir yıkımla karşı karşıya kalmıştır. Bu kapsamda salt istatistiklere bakıldığında bile söz konusu sektörlerin hem tüketici hem de üretici açısından vahim tablo açığa çıkacaktır.

2002'de makarna kilogram fiyatı 0,48 TL iken 2015'te makarna kilogram fiyatı 1,55 TL, 2002'de kuru fasulye kilogram fiyatı 2,50 TL iken 2015'te kuru fasulye kilogram fiyatı 4,95 TL olmuştur. Bunun yanı sıra 2002'de nohut kg fiyatı 1,98 TL iken 2015'te nohut kilogram fiyatı 4,20 TL, 2002'de bulgur kilogram fiyatı 0,85 TL iken 2015'te bulgur kg fiyatı 2 TL, 2002'de çay kilogram fiyatı 4,70 TL iken 2015'te çay kilogram fiyatı 12,50 TL, 2002'de yumurta tane fiyatı 0,13 TL iken 2015'te yumurta tane fiyatı 0,24 TL, 2002'de ayçiçek yağı litre kilogram fiyatı 2,35 TL iken 2015'te ayçiçek yağı litre kilogram fiyatı 4,65 TL olmuştur.

AKP'den önce ve sonra kıyaslama tablosunun önümüze koyduğu bu vahim tabloya acilen üreticiler, besiciler ve tüketiciler lehinde müdahale edilmelidir. Yukarıdaki gıda fiyatlarına benzer bir durum meyve, sebze ve et ürünlerinde de geçerlidir. Etin kilosu çok değil daha ocak ayında markette 31,44 TL idi. Dana eti şu an 36 TL'den satılıyor. Kırmızı etin market fiyatı ocak ayından bu yana yüzde 20 zamlandı. Bu artış sadece iki ayın içinde oldu. İki ay gibi kısa bir süre zarfında karkas etin kilogram fiyatı 20,58 TL'den 22,58 TL'ye çıktı. Bir yıl önce dana etinin fiyatı 25,94 TL idi. Bir yılda dana etinin kilosu 10 TL zamlandı. Beş yıl içinde ise etin fiyatı yüzde 219 arttı. Nitekim son dönemde doların yükselişiyle birlikte et fiyatlarının oldukça yükseleceği ifade edilmektedir.

Ayrıca, üretici fiyatlarıyla domatesin fiyatı 1,51 TL, satışı 3,34 TL, salatalık üretici fiyatı 1,63 TL, satış fiyatı 3,81 TL, sivri biberin üretici fiyatı 2,28 TL, satış fiyatı 4,59 TL, ıspanak üretici fiyatı 0,85 TL, satış fiyatı 2,57 TL, pırasa üretici fiyatı 0,77 TL, satış fiyatı 2,35 TL, lahana üretici fiyatı 0,42 TL, satış fiyatı 1,50 TL, portakal üretici fiyatı 0,50 TL, satış fiyatı 2,25 TL.

Tablonun vahametini anlamak ve çözüm yollarını getirmek üzere yürütme organının bu departmanında iş başında olan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Eker söz konusu sektörlerin sorunlarını çözme hususunda bugüne kadar sürekli yetersiz kalmıştır. Çünkü ideolojik olarak serbest piyasa ve neoliberalizmin merkeze alınması sorunların çözümü önündeki en büyük engellerden biridir.

Hayvancılık ve tarım sektörleri bitme noktasına gelmiştir. Söz konusu iflas eşiğinden kurtarmak ve tarım, hayvancılık sektörlerini tekrar canlandırmak gerekmektedir. Bu bağlamda, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı hakkında Anayasa’nın 98'inci ve 99'uncu, TBMM İçtüzüğü'nün 106'ncı maddeleri uyarınca gensoru açılmasını talep ediyoruz.

 

2.- MHP Grubu adına, Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti toprağını savunmadıkları, PKK/PYD ile IŞİD terör örgütlerini muhatap aldıkları iddiasıyla Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/50)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ankara ve Lozan Anlaşmaları uyarınca Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti toprağını savunmayarak terk etmek suretiyle Anayasa gereğince yurt savunması görevini yerine getirmemesi, Türkiye Cumhuriyeti toprağını korumak üzere TBMM'nin aldığı 1071 sayılı Karar’ın hilafına hareket etmesi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin terör örgütü olarak kabul ettiği PKK/PYD ile IŞİD'i muhatap alması, uluslararası anlaşmaların, Anayasa, yasa ve TBMM kararı hilafına Türkiye'nin hak ve menfaatlerini korumamasından, hak ve menfaatlerimize yönelik tehditler karşısında savunma ve caydırıcılık yeteneklerini etkisizleştirdiğinden dolayı Bakanlar Kurulu hakkında TBMM'nin güveni kalmamış olduğundan Anayasa'nın 98'inci ve 99'uncu, İç Tüzük’ün 106'ncı maddeleri uyarınca gensoru açılmasını Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına arz ve talep ederim.

                                                                                                                                     Oktay Vural

                                                                                                                                          İzmir

                                                                                                                           MHP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa hükûmetleri arasında imzalanan Ankara Antlaşması’nın 9’uncu maddesi ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın 3’üncü maddesi gereğince sınırlarımız dışında bulunan Süleyman Şah Türbesi ile Süleyman Şah Saygı Karakolu’nun bulunduğu alan Türkiye Cumhuriyeti toprağı olarak kabul edilmiştir.

14 Mart 2014 tarihinde, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "O topraklar, Süleyman Şah Türbesi'nin bulunduğu topraklar uluslararası hukuk mucibince, 1921 anlaşmasınca Türk topraklarıdır ve sınır ötesindeki tek toprağımızdır. Oraya dönük olarak ister rejimden, ister radikal gruplardan, ister başka bir yerden gelebilecek her türlü saldırı aynıyla mukabele görür ve oradaki o vatan toprağının savunması konusunda da Türkiye hiçbir tereddüt göstermeden her türlü tedbiri alır." demişti.

25 Mart 2014'te dönemin Başbakanı Erdoğan da “Süleyman Şah Türbesi'ne karşı bir yanlışlık olacak olursa gereği neyse yapılacaktır. Bu topraklar bizim toprağımızdır. Bu topraklarda yapılacak bir saldırı aynen Türkiye'ye yapılmış bir saldırıdır.” demişti.

2 Ekim 2014 tarih 1071 sayılı TBMM kararıyla Bakanlar Kuruluna “Uluslararası hukuk uyarınca Türk toprağı kabul edilen Süleyman Şah Saygı Karakolu’na dönük güvenlik riski de artmıştır. Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek…, Türkiye'nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak… üzere, …Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi… bu kuvvetlerin Hükûmetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması… için, Anayasa’nın 92'nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmiştir.”

Anayasa’nın 117’nci maddesinin ikinci fıkrası aynen şöyledir: “Millî güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı, Bakanlar Kurulu sorumludur.”

Bakanlar Kurulunun hükümlerini yürütmekten sorumlu olduğu Türk Ceza Kanunu’nun 302'nci maddesi aynen şöyledir: “Devlet topraklarının… bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya… veya devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”

Bakanlar Kurulu siyasi iradeyle 22 Şubat 2015'te Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu Türk toprağını maalesef terk etmiştir. Vatan topraklarına yapılacak ter türlü tehdit ve saldırıyı bertaraf etmek yerine, sözde askerî bir operasyonla terk ettiğimiz utanç dolu bu günü, yandaş medya zafer naralarıyla manşetlerinden duyurmuş, zihinlerde “Kaçmadık, zafer kazandık.” algısı oluşturulmaya çalışılmıştır.

Ancak uygulamada vatan toprağı olduğu sözünün lafta kaldığı, o toprağın savunma konusunda da hiçbir tereddüt göstermeden her türlü tedbiri almak yerine, her türlü kaçma eylemi tercih edilmiştir.

Öte yandan Hükûmet, mücadele etmesi gereken terör örgütlerine bu operasyon hakkında bilgi vermiş, türbenin PKK/PYD'nin bulunduğu bir bölgeye getirilerek terör örgütlerine meşruiyet sağlanmasına zemin hazırlamıştır.

Bakanlar Kurulu yurt dışındaki vatan toprağını terk iradesiyle Türkiye'nin stratejik menfaatlerini haleldar etmiş ve ülkemizin savunma ve caydırıcılık yeteneğini etkisizleştirmiştir.

Türkiye'nin Anayasa, yasa ve TBMM kararları hilafına vatan toprağımızı savunmaktan vazgeçen, uluslararası meşruiyet yerine terör gruplarının müzaheretine başvuran, hak ve menfaatlerimizi koruyamayarak haleldar eden Bakanlar Kuruluna TBMM'nin güven duyması söz konusu değildir. Bu gerekçelerle gensoru önergesi verilmiştir.

 

3.- Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz ve 19 milletvekilinin, kamu ihalelerinde kamu menfaatini korumadığı, İstanbul’da bulunan bazı mesire yerlerini rant alanı hâline getirdiği ve orman ve su varlıklarını etkin bir şekilde yönetemediği iddiasıyla Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/51)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Orman ve su varlıklarımızın korunması politikalarının uygulanmasında etkin çalışmalarda bulunmayan, İstanbul'da bazı mesire alanlarını rant alanı hâline getiren ve kamu ihalelerinde kamu menfaatini koruyamayan Orman ve Su İşleri Bakam Sayın Veysel Eroğlu hakkında Anayasa'nın 98'inci, 99'uncu ve İç Tüzük’ün 106'ncı maddeleri uyarınca gensoru açılmasını arz ve talep ederiz.

                Seyfettin Yılmaz                                  Muharrem Varlı                                       Faruk Bal

                       Adana                                                Adana                                                Konya

 

          Hasan Hüseyin Türkoğlu                             Tunca Toskay                                        Alim Işık

                     Osmaniye                                            Antalya                                              Kütahya

 

                Mesut Dedeoğlu                                        Ali Öz                                       S. Nevzat Korkmaz

                 Kahramanmaraş                                         Mersin                                               Isparta

 

                Mustafa Kalaycı                                    Bülent Belen                                   Kemalettin Yılmaz

                       Konya                                              Tekirdağ                                        Afyonkarahisar

 

                Yusuf Ziya İrbeç                                     Sümer Oral                                         Emin Çınar

                      Antalya                                              Manisa                                            Kastamonu

 

              Adnan Şefik Çirkin                                   Atilla Kaya                                    Edip Semih Yalçın

                        Hatay                                               İstanbul                                            Gaziantep

 

              Emin Haluk Ayhan                               Yusuf Halaçoğlu

                       Denizli                                              Kayseri

Gerekçe:

Bakanlık kaynakları etkin kullanılmamış, özellikle kamu ihaleleri şeffaflık ve Kamu İhale Kurumu ilkeleri dışında belli odaklara yönlendirilmiştir.

Gazi Yerleşkesi’nde Orman Genel Müdürlüğüne ait tapulu arazinin Başbakanlık binası yapılması karşılığında TOKİ Başkanlığıyla protokol yapılmasına rağmen, protokoldeki maddelere uyulmayarak Orman Genel Müdürlüğü ve çalışanları mağdur edilmiş ve kiralanan binalarla kamunun menfaati korunmamıştır.

Verilen HES izinlerinde, su kaynaklarının etkin korunmasının ortadan kaldırılması ekosistemde ve orman varlığında ciddi tahriplere neden olacak uygulamalar yaparak küresel ısınma ve iklim değişikliğinin dünyamızı ve dolayısıyla ülkemizi ciddi manada tehdit ettiği ortamda keyfî uygulamalarda bulunmuştur.

Geçmişte A tipi orman içi dinlenme yeri statüsünde İstanbul halkına hizmet sunan 1.490 dönüm büyüklüğündeki park ormanı, Çevre ve Orman Bakanlığınca tabiat parkı statüsüne dönüştürülmüştür. Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca imara açılmasının önü açılmıştır. Bu vesileyle İstanbul'daki mesire alanları çevre, ağaç ve doğa katliamı yapılarak rantiyeye peşkeş çekilmektedir.

Dolayısıyla, kamu kaynaklarının etkin ve doğru kullanılmaması ve gelecek nesillerimizin en büyük güvencelerinden orman ve su kaynaklarımızı etkin bir şekilde yönetmemesi nedeniyle, Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel Eroğlu hakkında gensoru açılması talep edilmiştir.

BAŞKAN –  Bilgilerinize sunulmuştur.

Gensoruların gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmelerin gününü de kapsayan Danışma Kurulu önerisi daha sonra belirlenerek oylarınıza sunulacaktır.

Bir Meclis soruşturması önergesi vardır. Önerge bastırılıp sayın üyelere daha önce dağıtılmıştır.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

 

Ç) Meclis Soruşturması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Umut Oran ve 57 milletvekilinin, başta Cumhuriyet Halk Partisi olmak üzere muhalefeti etkisiz kılmaya, muhalefet partisi üyelerinin parlamenter denetim haklarını engellemeye ve bunları karalamaya yönelik girişimlerde bulunduğu, muhalefeti karalayarak suç işleyen medya kuruluşları mensuplarını kayırdığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanunu’nun 114, 257, 283 ve 311’inci maddelerine uyduğu iddiasıyla Anayasa’nın 100’üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri uyarınca İçişleri eski Bakanı Efkan Ala hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/13)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kamuoyunca "havuz medyası" olarak tanımlanan Ethem Sancak medya grubu tarafından 17 Şubat 2015 tarihinde son derece ağır, "iftira", "suç uydurma suçu" niteliği taşıyan yoğun bir karalama yayınına, psikolojik harekâta başlandı. Bu grubun ardından diğer yandaş medya kuruluşlarınca da sürdürülen bu karalama kampanyasıyla CHP milletvekilleri üzerinden doğrudan ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi hedef alınmaktadır. Olmayan hayali twitter yazışmalarıyla CHP'ye yönelik çok ağır suçlamalar yapılmakta, geleceğe dönük bazı karanlık senaryoların altyapıları  bugünden hazırlanmaya çalışılmaktadır.

Temelsiz, çamur at izi kalsın mantığıyla hazırlanan bu saldırı her ne kadar kamuoyunda hak ettiği karşılığı en sert şekilde görmüş olsa da alışılmış gündem değişikliği rüzgârına kapılıp siyasi tarihe bırakılmasına demokratik hukuk devleti ve parlamenter sistemin geleceği için asla izin verilmemelidir.

Bütün bu saldırıların gerçek nedenlerinden birisi de siyaset-medya arasında artık kamuoyunca da bilinen akçalı ilişkilerin yaygın olarak kullanıldığının anlaşılmasıdır. Menfaat-destek dengesine oturtulmuş ilişkilerin çok büyük boyutlarda yürütüldüğü artık açıkça anlaşılmıştır. Ortaya dökülen iddialar medya-siyaset ilişkisinin hukuk devletini, kamu düzeni ve kamu güvenliğini tehdit eder boyuta geldiği anlaşılmaktadır. Böylesi büyük bir tehdide karşı günlük siyasal tartışmalarla kayıtsız kalınması asla beklenilemez.

Siyaset gündeminin son derece gergin ve çekişmeli bir süreçten geçmekte olduğu, tartışmaların bu nedenlerle zaman zaman kamuoyunda da büyük gerginliklere yol açtığı gözlemlenmektedir. Ancak CHP milletvekillerine ve CHP'ye yönelik bu saldırının Türk Ceza Kanunu hükümleri doğrultusunda yasanın suç saydığı eylemler olarak değerlendirilmesi dışında başkaca boyutlarının olduğu da gözden kaçmamalıdır.

Bilindiği üzere 17/25 Aralık 2013 soruşturmaları sonrası ülke ve dünya gündemine yansıyan gelişmeler sorumlu bir parlamenter olarak tarafımızca Anayasa'nın ve İçtüzüğün vermiş olduğu görev ve sorumluluklar kapsamında son derece etkin bir şekilde kullanmıştır.

Yasamanın denetim görevi kapsamında yapılan çalışmaların bir bölümünün odak noktasındaki konulardan birisi de "havuz medyası" tanımlamasının doğmasına neden olan son derece vahim olaylardır. Medya, siyaset ve bürokrasi üçgeninde gelişen olaylar son derece ağır hukuksal sonuçları olan iddiaları içermektedir. Elbette bir parlamenter olarak tarihin en büyük yolsuzluk iddiaları hakkında kayıtsız kalmamız beklenemez. Nitekim yalnızca 17/25 Aralık sürecine ilişkin sorumluların yargı önüne çıkarılarak hesap vermesinin sağlanması amacıyla çok sayıda hukuki ve idari başvurularda bulunduk. Ancak bir parlamenterin görevinin gereğini yerine getirmesi, bu tür havuz medyası yayınlarıyla baskı altına alınarak engellenmeye kalkışılması asla kabul edilemez. Bir parlamenterin asli işlevini etkisiz bırakabilecek böylesine alçakça ve onursuzca bir saldırının giderek bir yöntem hâline dönüşebileceği açık bir tehlikedir. Bu nedenle her ne kadar şahsıma ve CHP'ye yöneltilmiş gibi görülen bu saldırı esasında doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisine yöneltilmiştir. Bu saldırı aynı zamanda milletvekilinin öncelikli görevi olan yasama denetiminin engellenmesi, milletvekilinin hiçbir denetim faaliyetinde bulunmaması amacıyla yapılmıştır.

TBMM'nin ve dolayısıyla milletvekilinin çalışma usul ve esasları Anayasa ve Meclis İç Tüzük’ünde belirlenmiştir. TBMM'nin başlıca görev ve yetkileri arasında, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek de bulunmaktadır. Sistemimizde gensoru, soruşturma önergesi ve soru önergesi şeklinde düzenlenmiş olan bu denetim yollarının etkin bir şekilde kullanılabildiği söylenemez. Ancak bir milletvekilinin demokratik sistemin gereği gibi işletilmemesinden kaynaklanan zorluklar arkasına saklanarak asli işlevini yerine getirmekten kaçınması da asla söz konusu olmamalıdır.

Sonuç olarak milletvekilinin ifade özgürlüğünü dahi yok eden böylesi bir saldırının tüm sonuçlarıyla son derece titizlikle analiz edilmesi, en ince ayrıntısına kadar araştırılması ve soruşturulması parlamenter sistem ve ülkemizin geleceği açısından son derece önemlidir.

17 Şubat 2015'te Akşam, Güneş ve Star gazeteleri ile başlayan, hemen ertesinde Sabah, Takvim, Yeni Şafak, Yeni Akit ve Milat gazeteleri ile süren bu saldırılarda, tüm yazıların tek bir merkezden hazırlandığı, gazetelerdeki "haberin" sunuluşu, mizanpajı, ara başlıkların dahi bire bir aynı olmasıyla bariz biçimde ortaya çıkmaktadır. Şimdilik CHP'ye yönelik olduğu görülen bu saldırının, 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde, yürütmenin tüm usulsüz antidemokratik uygulamalarına karşı çıkan tüm muhalefet partileri ve gruplara, sivil toplum kuruluşlarına yönelik bir hâl alacağı görülmektedir. Haber görünümlü bu saldırıların arkasında iktidarın bulunduğu, yazıların içerisine serpiştirilmiş bulunan "kaynağın istihbarat kurumları" olduğu izlenimiyle pekiştirilmiştir.

Cumhurbaşkanının da bu planlamaya yabancı olmadığı süreç içerisinde yaptığı, "Belgeler emniyette, bilgiler istihbaratta" açıklamasıyla ortaya çıkarken, önceki Başbakan Yardımcısı olan ve bugün Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcılığı, Parti Sözcülüğü gibi önemli bir görevi bulunan Beşir Atalay "Bunların arkası gelecek. Daha çok yazışma ortaya çıkacak" diyerek olmayan, hayalî yazışmaların planlandığını, buna dâhil  olduğunu bir anlamda itiraf etmiştir.

Kurulan bu tezgâhın suç örgütünün ortaya çıkarılarak bertaraf edilmesi, yargı önüne çıkartılacak zanlıların saptanması, kanıtların toplanması görevi ise kolluk kuvvetine ait bulunmaktadır. Kolluk kuvvetinin başındaki siyasi kişilik ise bu yayınların yapıldığı tarih itibarıyla İçişleri Bakanı Efkan Ala'dır.

Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 311’inci maddesi "yasama organına karşı suçları" düzenlemektedir. Cumhuriyet Halk Partisi, bu ülkenin kurucu siyasi partisidir, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşunda görev yapmış bir partidir. TBMM'nin, milletin iradesiyle etkin bir şekilde görev yapması hukuk devletinin temel kuralıdır. Yürütme organı ise muhalefeti, yasama organı üzerinde uyguladığı baskılarla denetim altına almaya çalışmaktadır. İktidarın, İçişleri Bakanı'nın, TCK 311'de düzenlenmiş olan eylemlerle muhalefeti, CHP'yi etkisiz kılmaya yönelik girişimlerde bulunduğu ve bunun devletin en üst organlarında planlandığı açık bir gerçekliktir. Bu baskılarla TBMM'nin bir parçası ana muhalefet, muhalefet işlevsiz kılınmaya çalışılmaktadır.

Yine TCK'nın 114'ncü maddesi "siyasi hakların kullanılmasının engellenmesini" düzenlemektedir. Bir milletvekilinin hükûmeti denetlemek adına kullanabileceği en etkili yol soru önergesi vermesidir. Ancak, hükûmete yakın medya organları (havuz medyası) aracılığıyla hükûmete karşı etkili denetim yolunu kullanan milletvekilleri aleyhine psikolojik harekât yöntemleri uygulanarak, iftira atılıp hakaret edilerek kamuoyu önünde itibarı sarsılmakta, suç uydurularak bu yolu kullanmaması, denetim yapmaması, kısacası siyasi haklarını kullanması önlenmeye çalışılmaktadır.

İçişleri Bakanı ise tüm bu yaşananları önlemek bir yana, tam tersine bu kara propaganda yayınları için çeşitli bilgileri derleyerek, komploların üretilmesini sağlayacak sahte, yanlış dezenformasyon verilerini bu kurumlara iletmektedir.

Bu kapsamda, İçişleri Bakanı yönünden, TCK'nın "görevi kötüye kullanma" suçunu düzenleyen 257'nci maddesi de çiğnenmektedir. Kamu düzeni ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olan İçişleri Bakanı, tam tersi biçimde görevini kötüye kullanmakta, istihbarat aracılığıyla izlediği, takip ettiği muhalefet partisi mensupları aleyhine çeşitli komplo iddiaları oluşturarak kara propaganda merkezlerine aktarmakta, yurttaşların lekelenmeme hakkını yok ederek insan haklarının çiğnenmesine seyirci kalmaktadır.

İçişleri Bakanı görevini kötüye kullanmanın yanında, TCK'nın "Suçluyu kayırma" başlıklı 283'üncü maddesini de çiğnemektedir. Zira iktidar yanlısı medya grubu, muhalefetin görevini yapmasını engelleme amacıyla suç uyduruyor ancak kolluk kuvveti herkesin gözü önünde gerçekleşen bu olaylara karşı tek bir adım dahi atmıyor, yaşananları görmezden geliyor yani suçluyu kayırmayı tercih ediyor.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Anayasa’nın 2’nci maddesinde tanımlandığı hâliyle bir hukuk devleti olduğu ve devletin tüm işleyişinde yasaların hiyerarşisinin gözetilerek iş ve işlemlerinin yürütüldüğü, kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin yine Anayasa tarafından güvence altına alındığı açıktır. Bu itibarla bir İçişleri Bakanı yasaları tanımıyor ise kişilerin temel hak ve özgürlükleri de güvencesiz kalmış, kamu güvenliği, kamu düzeni temelinden sarsılmış demektir. Böylesi bir kişinin gerek 3046 gerekse 3056 sayılı Yasalar gereğince İçişleri Bakanlığı gibi bir görevde bulunması kabul edilmez, bu durum büyük bir çelişkidir.

Bütün bu hukuksal ve siyasal gerçekler ışığında başta CHP milletvekillerini ve CHP'yi ancak gerçekte parlamenter demokratik hukuk sistemini işlevsiz bırakmaya ve hatta tümüyle ortadan kaldırmaya yönelik iftira ve suç uydurmaların tüm boyutlarıyla incelenerek soruşturulması, gerçeğin tüm çıplaklığıyla ortaya konulması ve sorumluların saptanması gerekmektedir.

Yukarıda belirtilen gerekçelerle eski İçişleri Bakanı Efkan Ala hakkında, Bakanlık görevini yürüttüğü sırada ve göreviyle ilgili işlerden dolayı işlediği ve cezai sorumluluğu gerektiren eylemlerinin soruşturularak maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için Anayasa'nın 100’üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 107’nci maddeleri gereğince Meclis soruşturması açılmasını arz ve teklif ederiz.

                     Umut Oran                                       Hurşit Güneş                                    Ali Rıza Öztürk

                      İstanbul                                              Kocaeli                                               Mersin

                Mehmet Haberal                          Mehmet Volkan Canalioğlu                             Ali Serindağ

                    Zonguldak                                            Trabzon                                            Gaziantep

                  Mehmet Şeker                                   Ali Haydar Öner                                     Aytuğ Atıcı

                     Gaziantep                                             Isparta                                               Mersin

                    İzzet Çetin                                        Kemal Ekinci                                       Faik Öztrak

                       Ankara                                                Bursa                                               Tekirdağ

                 Binnaz Toprak                                       Musa Çam                                         Sedef Küçük

                      İstanbul                                               İzmir                                                İstanbul

             Ayşe Eser Danışoğlu                                 Müslim Sarı                                     Hüseyin Aygün

                      İstanbul                                             İstanbul                                              Tunceli

Mehmet Hilal Kaplan                                         Sinan Aydın Aygün                             Rahmi Aşkın Türeli

 Kocaeli                                                                    Ankara                                                İzmir

Bihlun Tamaylıgil Bülent Kuşoğlu                             Ensar Öğüt

 İstanbul                                                                   Ankara                                              Ardahan

Uğur Bayraktutan Orhan Düzgün                              İhsan Özkes

 Artvin                                                                      Tokat                                               İstanbul

Faik Tunay                                                           Haydar Akar                              Mustafa Sezgin Tanrıkulu

 İstanbul                                                                   Kocaeli                                              İstanbul

Veli Ağbaba                                                    Aydın Ağan Ayaydın                                Turhan Tayan

 Malatya                                                                  İstanbul                                               Bursa

Ali Özgündüz                                                        Aytun Çıray                                 Osman Faruk Loğoğlu

 İstanbul                                                                    İzmir                                                 Adana

Ömer Süha Aldan Ali Demirçalı                           Gökhan Günaydın

 Muğla                                                                      Adana                                                Ankara

İsa Gök                                                              Erdal Aksünger                                    Osman Aydın

 Mersin                                                                      İzmir                                                 Aydın

Arif Bulut                                                            İlhan Demiröz                                       Tufan Köse

 Antalya                                                                    Bursa                                                Çorum

Melda Onur                                                           Sena Kaleli                                  Mehmet Ali Ediboğlu

 İstanbul                                                                    Bursa                                                 Hatay

Oğuz Oyan                                                          Aylin Nazlıaka                                     İlhan Cihaner

 İzmir                                                                       Ankara                                               Denizli

Kadir Gökmen Öğüt                                               Mevlüt Dudu                                      Hasan Akgöl

 İstanbul                                                                    Hatay                                                 Hatay

Durdu Özbolat Tanju Özcan                                     Gürkut Acar

 Kahramanmaraş Bolu                                                Antalya

                                                                       Mehmet Ali Susam                                           

                                                                                 İzmir                                                    

BAŞKAN – Anayasa’nın 100’üncü maddesi ve İç Tüzük’ün 108’inci maddesine göre, Meclis soruşturması açılıp açılmaması hakkında yapılacak görüşmelerin günü önergenin verilişinden itibaren bir ay içinde görüşülüp karara bağlanacak şekilde bir özel gündem hâlinde Danışma Kurulunun teklifi üzerine Genel Kurulca tespit edilecektir.

Şimdi, Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup  işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

 

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, 6/1/2015 tarihinde Van Milletvekili Özdal Üçer ve arkadaşları tarafından, ziraat mühendislerinin istihdam sorununun araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (1283 sıra no.lu), Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

16/03/2015

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 16/03/2015 Pazartesi günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

İdris Baluken

Bingöl

Grup Başkan Vekili

Öneri:

06 Ocak 2015 tarihinde, Van Milletvekili Özdal Üçer ve arkadaşları tarafından verilen (1283 sıra nolu), "Ziraat mühendislerinin İstihdam sorununun araştırılması " amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırma önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 16/03/2015 Pazartesi günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi grup önerisi lehinde söz lehinde söz isteyen Halil Aksoy, Ağrı Milletvekili. (HDP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Aksoy.

HALİL AKSOY (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubumuzun gıda, tarım ve hayvancılık alanında eğitim veren okullardan mezun olan kişilerin kamuya atanması konusunda verdiği araştırma önergesi üzerinde söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. 

Bugün 16 Mart yani Halepçe katliamının yıl dönümü. Saddam Hüseyin yönetimindeki Baas rejimi tarafından tüm dünya devletlerinin ve halklarının gözü önünde 16 Mart 1988 günü başlatılan ve üç gün süren hava saldırısında Irak Kürdistan’ındaki Halepçe kasabası ve civarı kimyasal silahlarla bombalanmış ve bu saldırıda, çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan 12 bin kişi yaşamını yitirmiştir, 14 bin 765 kişi de ağır yaralanmıştır.

Bu katliam da tıpkı Zilan’daki, Ağrı’daki, Dersim’deki, Koçgiri’deki katliamlar gibidir. Amacı da Kürtlerin kendi topraklarından sürülmesi, asimile edilmesi noktasındadır. Ne yazık ki Kürtlerin tarihinde eksik olmayan katliamlar yakın zamanda vuku bulmuştur. Roboski’de, büyük çoğunluğunu çocukların oluşturduğu 34 kişi yine savaş uçaklarından atılan bombalarla katledilmiştir. Katliamlarla yüzleşilmediği ve bundan dolayı özür dilenmediği gibi, sorumlular hakkında henüz herhangi bir girişimde de bulunulmamıştır.

Kalıcı bir barış için “yoktur” denilerek, ancak tüm sıcaklığıyla kendini her alanda hissettiren Kürt sorununun bitirilmesi için öncelikle gerek Türkiye’de gerekse de İran’da, Irak’ta ve Suriye’de Kürtlere yönelik yapılan tüm katliamların resmî bir şekilde kabul edilerek bunlar için özür dilenmesi gerekmektedir. Keza, altını çizmekte yarar var, 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesinde 7 öğrenci katledildi ve bu katiller hâlâ ellerini kollarını sallayarak aramızda gezmektedirler. Bunları da anmadan geçemeyeceğiz.

Değerli milletvekilleri, günümüzde, dünya ülkelerinin küresel politikalarının belirlenmesinde tarım, hayvancılık ve gıda kaynakları çok büyük bir öneme sahiptir.

Hâl böyleyken enerji kaynakları bakımından yetersiz ama tarım ve gıda kaynakları açısından oldukça zengin bir ülke konumunda olan Türkiye’de, tarım ve gıda alanlarında lisans, yüksek lisans, doktora eğitimi almış çok sayıda kişinin işsiz olması sorgulanması gereken bir konudur.

Ziraat mühendisleri, gıda mühendisleri, su ürünleri mühendisleri, balıkçılık teknolojisi mühendisleri, veteriner hekimleri ile tekniker ve teknisyenlerin bu ülkede işsiz kalması, başta Hükûmetin ve de Meclisin araştırması gereken önemli konular arasındadır.

Bilinçsiz üretim yüzünden insanlar et, meyve, sebze ve bilinçsiz avcılık nedeniyle de balık yiyemez duruma gelmişlerdir. Bu ise Türkiye’nin tarım sektöründe ithalata mahkûm hâle getirilmesine yol açmaktadır.

Öyle ki tarım ülkesi olan Türkiye ABD’den buğday ve turşuluk salatalık tohumu, Kanada’dan mercimek, Sudan’dan susam, Çin’den sarımsak, İtalya’dan bakla ve ıspanak, Meksika’dan nohut, Şili’den elma, Almanya’dan vişne ve kabak, Panama’dan muz, Bulgaristan’dan nar, İran’dan fasulye, İspanya’dan marul, Avustralya’dan pirinç, Norveç’ten uskumru ve somon, Uruguay ve Yeni Zelanda’dan inek, Arjantin’den bal, Fransa ve İsrail’den domates tohumu, Almanya’dan lahana tohumu, Hollanda’dan karnabahar tohumu ithal etmek zorunda kalmıştır. Yine, Burkina Faso, Angola, Eritre, Namibya, Zimbabve, Uganda gibi çok sayıda Afrika ülkeleri dâhil olmak üzere 103 ülkeden tarım ürünü ithal etmek durumunda kalmıştır. Bu nedenledir ki, Türkiye'nin, hem ithalata bağımlı hâle getirilmesinde hem de tüketilen gıdaların güvenilirliğinin sorgulamasında, söz konusu alanlarda uzman olan kişilerin çarkın dışında bırakılmaları önemli bir sorun alanını oluşturmaktadır.

Günümüz itibarıyla mesleki alanlarla ilgili eğitim veren fakültelerin sayısı eğitim kalitesi ve istihdam olanakları düşünülmeden her geçen gün artırılmış fakat kamuda ve özel sektörde aynı oranda istihdam olanakları sağlanamamıştır. Bu nedenle, söz konusu alanlarda âdeta bir işsizler ordusu ortaya çıkmıştır. Birçok meslek grubuna kamuda istihdam olanağı sağlanırken ilgili alanlarda kamu alımı çok düşük kalmış, bu kişilere âdeta üvey evlat muamelesi yapılmıştır.

Değerli milletvekilleri, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının bugüne kadar yapmış olduğu atamalarda, atanmış olan personele bir de sonraki atamalarda tekrar tercih yapma şansı verilmesi nedeniyle, zaten kısıtlı sayıda verilen kadrolar yine daha önceden atanmış olan bakanlık personelleri tarafından kullanılmıştır. Bu nedenle, söz konusu kişiler kendi branşlarıyla alakası olmayan alanlarda asgari ücretle çalışmakta, özel sektörde kendi alanlarında çalışanlar ise düşük ücretlere “Evet.” demek zorunda kalmışlardır.

Değerli milletvekilleri, üretime yön verecek ve üreticiye yol gösterecek bu kişilerin istihdamı daha güçlü, daha modern tarım ve hayvancılık için vazgeçilmez bir durum arz etmektedir. Tüm tarımsal ve hayvansal ürünlerin üretiminde görev alan ziraat mühendislerinin yokluğunda tarımsal ve hayvansal üretimden bahsetmek mümkün değildir. Yine, hayvan ırklarının ıslahı ve yetiştirilmesi, verimliliklerinin artırılması, sağlıklarının korunması gibi konular veteriner hekimlerinin yokluğunda olanaklı görünmemektedir.

Aktif balıkçı teknelerinin kıyıya çıkış noktalarında su ürünleri mühendisleri ve balıkçılık teknolojisi mühendislerinin yetersizliği, istihdam edilmemesinden kaynaklı yapılan aşırı avlanma ve diğer yasal avlanma kriterlerine uyulmaması da balıkların soylarının giderek tükenmesine yol açmaktadır.

Yine, tüketilen gıdaların güvenirliği de kamuoyu tarafından sorgulanır bir duruma gelmiştir. Gıda mühendisleri istihdamı olmadan Türkiye’de yaşanan bu gıda terörünün önüne geçilmesi de mümkün görünmemektedir. Keza, gerek gübre konusunda gerek tohumluk konusunda ve gerekse tarım araçları konusunda da Türkiye’de önemli problemler yaşanmaktadır. Bu nedenle gübre, tohumluk ve tarım ilaçları konusunda mümkün olan en geçerli yöntemlerin kullanılmasında da büyük ölçüde yarar vardır.

Değerli milletvekilleri, söz konusu meslek gruplarına mensup kişilerin istihdamının ülkenin tarım ve hayvancılık sektörüne katacağı fayda bir yana, unutulmamalıdır ki işsizlik ve yoksulluk, bireyi, toplumu ve aileleri temelden sarsan büyük bir sorun olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla, mesleki sorumluluklarını yerine getirmek için görev bekleyen söz konusu kişilerin mağduriyetlerinin bir an önce giderilmesi için gerekli adımların önemle atılmasında yarar vardır.

Şu anda tarım ve hayvancılık alanında atama bekleyen 70 bin mühendis, tekniker ve teknisyen vardır. Bunların her biri atanabilmek için sık sık bütün milletvekillerini arar durumda kalmışlar ve hâlen kendi sorunlarına bir çözüm bulunmadığı için çırpınmaktadırlar. 2013'te 5.567 kadro sözü verilmiş ancak 490 atama yapılmış. Yine, 2014'te de aynı alanda 2 bin kadro sözü verilmiş, yalnızca 4 kişinin ataması yapılmış. Bir taraftan kadro ihtiyacı olduğunu biliyoruz ama bu kadro taleplerini karşılamayan bir Bakanlıkla karşı karşıyayız.

Unutulmamalıdır ki üretici köylü, hayvancılık yapan köylü, tarımla uğraşan köylü mutlaka kendi yanında bir mühendisi, bir teknisyeni görmek istemektedir. Bunun için yoğun talepler de vardır. Bu talepler mutlaka göz önüne alınmalıdır. Bu konunun takipçisi olacağımızı bir kez da hatırlatıyor, Bakanlığın atanamayan bu arkadaşlarımızın çığlığına kulak vermesini diliyorum. Bundan sonra da mutlak suretle bu tür alımlarda veyahut da bu tür atamalarda bu gruptaki mühendis arkadaşlarımızın durumunun göz önüne alınmasında yarar vardır.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, önerinin aleyhinde söz isteyen Yunus Kılıç, Kars Milletvekili.

Buyurun Sayın Kılıç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YUNUS KILIÇ (Kars) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; HDP Grubunun tarım meslek mensuplarının istihdam problemlerinin çözümüne, dolayısıyla, bitkisel ve hayvansal üretimin artırılmasına yönelik Meclis araştırma önerisinin üzerinde söz aldım. Yüce Meclisinizi saygılarımla selamlıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, tabii bu sözü geçen meslek gruplarının tamamı -ziraat mühendisliği, gıda mühendisliği, veteriner hekimlik, bunların teknisyenleri, teknikerleri, balıkçılık mühendisleri- üretime yönelik, bitkisel üretime yönelik, dolayısıyla hayvansal üretime yönelik, dolayısıyla insanın ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik, besin ihtiyaçlarını, gıda ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik; aynı zamanda, bitki sağlığı, hayvan sağlığı, dolayısıyla, insan sağlığı ve toplum sağlığını korumaya yönelik meslek grupları. Yani tamamının amacı, insanın daha fazla gıdaya erişimini sağlayabilmek, gıda güvenliğini, güvenilirliğini sağlayabilmek, dolayısıyla insan sağlığını koruyabilmek ve bitkilerden hayvanlara, hayvanlardan insanlara ve üretim süreçleri içerisinde de yine halk sağlığının korunmasına yönelik meslek grupları.

Tabii, bu meslek gruplarının ülke içerisinde yeterince istihdam edilmesi, aynı zamanda insanımızın ihtiyacı olan temel gıda maddelerinin de daha fazla üretilmesi ve ülkemizin potansiyelinde bulunan üretim merhalelerine de bir an önce ulaşılmasını sağlayacak çok önemli bir katkı olacaktır.

Saygıdeğer milletvekilleri, ben 1982 ziraat fakültesi girişliyim. Tam o yıllarda, iki yıl orada eğitimimize devam ettikten sonra, ziraat mühendisliğinde istihdam problemleri başladı. Biz bir çıkış noktası yakalamaya çalışırken veteriner hekimlikle alakalı bir bölüme gittim ben. 1989’da tam biz mezun olmaya yakın, orada da istihdam problemleri başladı. Yani, meslektaşlarımız bizden önce, bitirir bitirmez istihdam edilirken, o yıllardan sonra artık istihdam edilemez hâle geldiler. Ne zamana kadar? 2003 yılına kadar yani AK PARTİ iktidarına kadar bu bahsedilen meslek gruplarından devlete alım tamamen durdurulmuş, önü kapanmış ve bu arada başka bir sıkıntı daha bunun üzerine ilave olmuş. O da neydi? Daha fazla fakülte açılması, daha fazla bu mesleklerden insanların yetiştirilmesi ama istihdam edilememesi. Yani, AK PARTİ iktidara geldiği zaman da zaten bu meslek gruplarında ciddi bir yığılma vardı; meslek erozyonu, etik kuralların ihlali gibi bu meslek gruplarında yaşanmakta olan ciddi sıkıntılar zaten 2002 yılında AK PARTİ Hükûmet olurken vardı. Hatta, hatırlayınız, bu meslek gruplarındaki arkadaşlarımız, ziraat mühendisleri, gıda mühendisleri, veteriner hekimleri, su ürünleri mühendisleri, balıkçılık mühendisleri, bunların tekniker ve teknisyenleri hangi alanda istihdama devlet, hükûmet imkân veriyorsa o alanlarda istihdam edilmek için müracaat ederlerdi, öğretmen olurlardı, iktisattan bir boşluk varsa oralara yerleşirlerdi, maliyeye girerlerdi, her alana geçerlerdi.

Daha sonra, AK PARTİ’nin, yavaş yavaş bu mesleklerde insanların istihdamıyla birlikte hem Bakanlığımızın hem de bağlı kuruluşların bu alanlardaki meslektaşlara açmış olduğu kapıdan yaklaşık bugüne kadar arkadaşlar -yılda ortalama 2.700’ü buluyor bunların rakamı- 6.500-7 bin civarında veteriner hekim, 11.500 civarında ziraat mühendisi, su ürünleri mühendisi, balıkçılık mühendisi ve gıda mühendisleri ve bunların teknisyenleri de -yaklaşık 10 bin civarında- istihdam edildi. Aslında bu rakamlar çok büyük rakamlar. AK PARTİ’nin iktidara geldiği yıllardan bugüne kadar olan sayıya baktığınız zaman, Tarım Bakanlığının bünyesindekinin toplamından fazla fakat meslektaşlarımızın öyle büyük bir yığılması söz konusu ki ne kadar alırsanız bir sonraki yılda eski işsizliğin üzerine bir o kadar daha geliyor.

Bakın, Türkiye’de yılda 2.700 civarında bu meslek gruplarına istihdam alanı yaratılıyor -sadece devlette olanından bahsediyorum, özel sektör ayrı- ama problem artarak devam ediyor arkadaşlar. Bunun sebebi şu: Bu “Çok fakülte, çok meslektaş ama az istihdam.” politikalarının 1980’li yıllara kadar -geriye baktığınız zaman- dayanmasıyla birlikte bu mesleklerdeki istihdam problemi azalmıyor, AK PARTİ’nin bu kadar alım yapmasına rağmen azalmıyor, artarak devam ediyor çünkü yılda mezun sayısı 6 binin üzerinde. Mesleklere göre dağıtırsanız bunu, AK PARTİ hükûmetleri yaklaşık 2.700’üne istihdam sunuyor ama 3.300 civarında her yıl mevcut olan işsizlere bir o kadar daha ekleniyor.

Peki, bu sıkıntı üretimlerimize nasıl yansıyor? Elbette bazı ülkelerin   -özellikle Uzak Doğu ülkelerine baktığınız zaman- kalkınmasında özellikle bu meslek gruplarının çok ciddi etkileri vardır. Ülkemizde de bu meşakkatli, zor tarımın içerisinde, hayvancılığın içerisinde, dağda, kırda, bayırda bu meslekleri icra eden insanların, ülkedeki bitkisel ve hayvansal üretime, dolayısıyla gıdanın teminine olan katkılarını göz ardı etmek mümkün değil. Elbette bunların istihdamda bulunmasının, ülkenin üretimlerinde, bilimsel üretimlerinde verimli, rasyonel bir üretimi sağlama noktasında oldukça önemli olduğunu bir kere baştan kabul etmemiz lazım. Yani mühendisin, veteriner hekimin bulunmadığı bir alanda yapılan üretim, tamamen halk eliyle yapılan üretim, verimleri az olan üretim, rantabl olmayan üretim, rasyonel olmayan üretim anlamına gelir.

Biz bu manada AK PARTİ hükûmetleri olarak, 3 dönemdir aşağı yukarı, yaklaşık 23 bin sadece Bakanlık bünyesine, 11 bin de bağlı kuruluşlara olmak üzere toplam on üç yılda 35 bin insan istihdam etmişiz. Yani bunu böldüğünüz zaman yılda 2.700’ün üzerinde; çok büyük bir rakam ama hâlâ, dediğim gibi, problemleri çözmeye yetmiyor. Bütçe imkânları göz önünde bulundurularak, artırılarak devam etmesi lazım. Zaten AK PARTİ’nin görüşü, niyeti de bu. Mezun olan bu insanların -bir de eğitim planlamasını da bunun içine katarak- daha fazla bu meslektaşların mağduriyetinin önüne geçilmesini sağlamak amacıyla eğitim planlamasını da buna katarak bu mesleklerden mezun olan insanları üretime daha fazla katmak arzusundadır. Yaklaşık rakamları verdiğim zaman aslında AK PARTİ’nin bu meslek gruplarının üretime katkısından da ne kadar yararlandığını anlamak mümkün.

Örneğin, araştırma önergesinde iddia edilen şeylerden bazılarına da cevap vermek lazım. İddia şudur: “Türkiye tarımda ve hayvancılıkta ithalatçı bir ülke hâline geldi.” Asla doğru değil arkadaşlar çünkü Türkiye’de ihracatın ithalatı karşılama oranı 2002 yılında yüzde 92’lerdeydi, şu anda yüzde 107 civarındadır yani Türkiye açık bir şekilde tarım ve hayvancılıkta ihracatçı bir ülkedir ve Türkiye bu alanda son on yılda, dokuz yıl art arda tarımsal hasılasını artırmış, büyümüş olan bir ülkedir; bu, son elli yılın da rekorudur, AK PARTİ iktidarlarıyla gerçekleşmiştir. Türkiye’de tarıma ve hayvancılığa verilen destek AK PARTİ dönemine gelmeden önce yılda 2 milyar lirayken bugün 11 milyar lira civarındadır ve AK PARTİ’nin hükûmetleri döneminde bunun toplam büyüklüğü 70 milyar lira yani 70 katrilyon civarındadır. Yani, emekçinin, köylünün AK PARTİ iktidarlarından almış olduğu destekler aşağı yukarı 10 kat artmıştır ve dünyada bu rakamlar kendisini şu şekilde göstermiştir: AK PARTİ gelmeden önce iktidara tarımsal hasılamızın büyüklüğü Avrupa’da 4’üncü, dünyada 11’inci sıradayken AK PARTİ’nin yapmış olduğu Hükûmet politikalarıyla beraber dünyada 7’nci, Avrupa’da İspanya’yı, İtalya’yı, Almanya’yı geride bırakarak 1’inci sıraya yerleşmiştir.

Ancak, şunu da itiraf etmek lazım: Bu meslek grupları üretime yönelik meslek gruplarıdır, emek yoğun meslek gruplarıdır, bunların okullarını bitirdikleri zaman başka alanlarda istihdam edilmelerinde büyük sıkıntı vardır. Hükûmetimizin ve insanımızın AK PARTİ’ye olan gücü, kudreti, desteği devam ettiği sürece, Hükûmetimizin kudreti devam ettiği sürece bu meslek gruplarından gerek Bakanlıkta gerek özel sektörde açılan alanlarda daha fazla çalıştırılmasına ihtiyaç olduğunu kabul etmek ve bunlara daha çok destek olmak niyetindeyiz ve bundan sonraki yıllarda da artarak bu meslek gruplarını devlette istihdam etmeye devam edeceğiz diyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, öneri lehinde söz isteyen üçüncü konuşmacı Gökhan Günaydın, Ankara Milletvekili.

Buyurun Sayın Günaydın. (CHP sıralarından alkışlar)

GÖKHAN GÜNAYDIN (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri; ziraat mühendisleri, gıda mühendisleri, veteriner hekimler, su ürünleri mühendisleri, balıkçılık teknoloji mühendisleri, tütün teknolojisi mühendisleri, teknikerler, teknisyenler… Bu arkadaşlarımızın tamamı iki yıllık, dört yıllık ön lisans ve lisans bölümlerini bitirerek, bunun için ailelerinden katkı olarak, geceler boyunca dersler çalışarak kendilerini yetiştirmiş arkadaşlar. Bu arkadaşlar işsiz bu memlekette. Bu arkadaşların işsizliğini hangi rakamlardan anlayabiliyoruz? Örneğin, şu anda, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının çalışma alanına giren alanlarda görevlendirilmek üzere 70 bin arkadaşımız kadro bekliyor. Daha genel bir rakamdan bahsedeyim. Türkiye İstatistik Kurumu diyor ki: “Yükseköğrenim görmüş gençler arasındaki işsizlik oranı yüzde 20,2’dir.” Bu ne anlama geliyor? Yani, her 5 mezundan 4’ü iş bulmuş da 1’i bulamamış. Bakın, evet, bu bir kamu istatistiği, bu bir devlet istatistiği ama şu anda bizi milyonlarca insan ve binlerce mühendis dinliyor. 5 kişiden 1’i mi işsiz yoksa 5 kişiden 4’ü mü işsiz? Acaba yaşamın gerçeği bize neyi ifade ediyor? Yani, yüzde 20 rakamının çok üzerinde, bu fakülteleri bitiren arkadaşlarımızın önemli oranda işsiz olduklarını görüyoruz. Peki, neden bu işsizlik olgusu? İşte esas cevap verilmesi gereken budur. Biraz evvel AKP milletvekilinin söylediği gibi, Türkiye tarımda hopluyor zıplıyor mu yoksa tarımda başka gerçeklerle mi karşı karşıyayız?

Bakın arkadaşlar, bilmiyorsanız rakamlara bakın, ben bunu hep söylüyorum. Size ürün söylüyorum, çıkın birinde “Doğru söylemiyorsunuz.” deyin. Buğday, arpa, mısır, soya, çeltik, bakla, mercimek, nohut, fasulye, bunların tamamında, bir kez daha söylüyorum, bunların tamamında ithalatçısınız. Bir de çıkıp buraya “Türkiye tarımda hopluyor zıplıyor.” diye konuşmalar yapıyorsunuz. Rakam veriyorum size bir kez daha. Örneğin, Fransa. “Avrupa’da 1’inciyiz.” diye atıp tutuyorsunuz, Fransa 102 milyar euroluk ihracat yapıyor, 60 küsur milyar euroluk da ithalat yapıyor; Fransa yılda 35 milyar euro tarımdan para kazanıyor. İspanya’nın, İtalya’nın tarımdan kazandıkları paralar 15-20 milyar euro düzeyinde. Sizin durumunuz ne biliyor musunuz? Siz, tarımsal ham maddede yılda net 6-7 milyar dolar açık veriyorsunuz. İnsan rakamlara bakmaz mı yahu? Bu yalanlar bu kürsülerden daha ne kadar söylenecek.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Bir bağırmadan konuş.

GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) – Ben söylüyorum size: Yılda 6-7 milyar dolar ithalata para ödüyorsunuz.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) - Niye bağırıyorsun?

GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) – Duyun diye bağırıyorum, duyun.

Buğdayı dışarıdan alıyorsun kardeşim, arpayı dışarıdan alıyorsun, mısırı dışarıdan alıyorsun, soyayı dışarıdan alıyorsun, çeltiği dışarıdan alıyorsun… Bak, bu mercimek var ya mercimek, Türkiye’nin ana ürünü bu mercimek, bu mercimeği sayenizde Kanada’dan alıyoruz, hâlâ çıkıp buralarda konuşuyorsunuz. Bu mercimeği Türkiye yirmi yıl evvel, ürettiğini depolayacak yer bulamadığı için baklava yapıyordu kardeşim. Şimdi sizin zamanınızda, gidip bir haftada gemi yolcuğuyla getirilen Kanada’dan mercimek alıyorsunuz. İnsan biraz rakama bakmaz mı yahu? Milletvekili olmuş, rakamlara bakmaz mı biraz insan?

Şimdi, anlatıyorlar “İşte, biz, tarımı geliştirdik, personel aldık, falan filan.” diye. Sevgili dostlarım, Türkiye’nin nüfusu 1980’de 44 milyondu, bugün 78 milyon, orta vadede bu memleket 100 milyon olacak. Siz, bugün, her yıl –bir kez daha söylüyorum- tarım ve gıda ithalatına 18 milyar dolar para ödüyorsunuz. Sizin, mevcut dolar kuruyla, iktidarınız döneminde tarım ve gıda ithalatına ödediğiniz toplam para 350 katrilyon liranın üzerindedir. Çıkıp buraya böyle atıp tutarak bir yere varamazsınız. İktidarınız döneminde iki Trakya büyüklüğündeki alanı Türkiye işlemekten vazgeçmiştir. Sebebi nedir biliyor musunuz? İşleyen adam iflas etmiştir, mesele bu kadar basittir. Gidin kendi bölgelerinize, çiftçiye sorun. Ha, bana söylüyor arkadaş, neymiş? Efendim, desteklemeleri artırmışmış! Ya, insaf edin, bu memlekette rafineri çıkış fiyatı 1 lira 15 kuruş olan mazotu siz çiftçiye 4 liradan satıyorsunuz. Yalnızca mazot üzerinden aldığınız vergi toplamı 10 katrilyon liradır. Yani siz çiftçiye verdiğinizi iddia ettiğiniz desteğin tamamını yalnızca mazot vergisi üzerinden ÖTV ve KDV’den geri alıyorsunuz. Siz yatlardan ÖTV almazsınız, traktörden ÖTV alırsınız, işte sizin adalet anlayışınız budur.

AHMET YENİ (Samsun) – Cem Uzan “Mazot 1 lira.” diye kaçtı.

GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) – Sağdan soldan laf atmayı bırak da çiftçinin durumuna bak, mühendisin durumuna bak. Bu insanlardan dolayı azıcık bir sorumluluk duyun.

Sevgili dostlarım, bakın, 2013 yılında bu memlekete 5.567 kadro sözü verdiniz. Ne kadar aldınız? 490 atama yaptınız. 2014 yılında 2 bin kadro sözü verdiniz, sadece 4 atama yaptınız. Mehdi Eker bu kürsüde defalarca dedi ki: “Ben Maliye Bakanlığından 2 bin kadro istedim, gelecek, atama yapacağız.” Plan Bütçe Komisyonunda Maliye Bakanı ne dedi? “Hayır, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının bizden böyle bir kadro sözü yoktur, kadro talebi yoktur.” dedi.

Ben şimdi buradan soruyorum size: Tarım Bakanına, yalan söyleyerek bu arkadaşların hayalleriyle oynamak yakışıyor mu? Ya Maliye Bakanınız yalan söylüyor ya Tarım Bakanınız yalan söylüyor. Birisi diyor ki: “Kadro istedim.”, öbürü diyor ki: “Benden herhangi bir kadro talebinde bulunan olmadı.” Bu iki bakandan birisi yalan söylüyor, hangisi? Bu çocukların hayalleriyle oynamak yakışıyor mu sizlere?

Şimdi, sevgili dostlarım, arkadaş anlatıyor, işte “Türkiye’de o kadar çok arz var ki bunları istihdam edemiyoruz.” diyor. Yükseköğretimi kim idare ediyor ya, ben mi idare ediyorum? Bu memlekette on üç yıldır iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi değil mi? Zamanınızda şakır şakır üniversite açıyorsunuz, fakülte açıyorsunuz. Diyoruz ki: “Lise açar gibi üniversite açılmaz, planlama yapılmadan bunlar yapılmaz.” Ne kadar yapmışsınız? 72 vakıf olmak üzere 186 üniversite var. Bunlarda 35 tane ziraat fakültesi var. Sadece Kilis ve Düzce öğrenci almıyor. Peki, bu 33 ziraat fakültesinde kontenjanın kaçını doldurabiliyorsunuz? Ortalaması yüzde 75. Şırnak Ziraat Fakültesi yüzde 16’yla çalışıyor, Rize Recep Tayyip Erdoğan Ziraat Fakültesi yüzde 23’le çalışıyor, Ahi Evran yüzde 30, Bilecik yüzde 30, Siirt yüzde 32, Bozok yüzde 39. Şimdi, bu ne gösteriyor? Demek ki ziraat fakültesi açarak, gerekli olmayan üniversiteleri açarak, lise gibi şakır şakır yükseköğrenim mezunu yetiştirerek aslında o insanların gelecekleriyle oynuyorsunuz. Ekonominizi canlandırmadan, planlama yapmadan bu çocukların gelecekleriyle oynuyorsunuz. Buradan yetişenler ne oluyorlar? Buradan yetişenler iş bulamıyorlar. Size 2014 yılı rakamı veriyorum: 2014 yılında 4.332 öğrenci kayıt yaptırmış, her yıl 5 bin ziraat mühendisi yalnızca ziraat fakültelerinden mezun oluyor; gıda mühendisini, veteriner hekimini, su ürünleri mühendisini, teknikeri, teknisyeni sayınız. Ben şimdi soruyorum: Tarımı öldürüyorsun, hayvancılığı öldürüyorsun, ekonomiyi sadece inşaata ve ranta dayalı bir hâle getiriyorsun ve ortalama işsizlik yüzde 10, yükseköğrenim görmüş gençler arasında işsizlik yüzde 20 ve burada “Kadro verdim.”, “Kadro vermedim.” diyerek pinpon topu gibi bu çocukların hayalleriyle oynuyorsunuz. Daha fazla oynayabilir misiniz? Ben size bir şey söyleyeceğim. Bakın, bu çocuk size sesleniyor, diyor ki: “Çanakkale Bayramiç’te yaşıyorum. Adım Cihan Arıcıoğlu, 27 yaşındayım. Trakya Ziraat’tan mezun oldum, beş yıl oldu. KPSS’ye girdim, 70 puan aldım, devlet memuru barajını geçtim. Ancak, bana iş vermediler. Altı ay evvel evlendim. Mesleğimi yapamıyorum. Günde 20 liraya çaycılık yapıyorum.” Şimdi, bu çocuğun vebali üzerinizdedir, bu çocuğun vebali akraba taallukatı işe doldurup “Kur’an’da bile akrabanızı koruyun yazıyor.” diyen yani vatandaşın evladına iş vermeyen ama kendi evlatlarına, bakan çocuklarına her türlü torpil yapan AKP Grubunun boynundadır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Mustafa Gökhan Gülşen, Kastamonu Milletvekili.

Buyurun Sayın Gülşen. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA GÖKHAN GÜLŞEN (Kastamonu) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; HDP grup önerisi aleyhine söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, HDP grup önerisinde tarım, hayvancılık ve gıda alanlarında eğitim almış veteriner, mühendis, tekniker ve teknisyenlerin istihdam sorunu hakkında Meclis araştırması açılması istenmektedir. Benden önce grup önerisi aleyhine söz alan Kars Milletvekilimiz Yunus Kılıç konuyla ilgili ayrıntılı bir şekilde açıklama yapmıştır. Yine, grup önerisi lehinde söz alan, benden önce konuşan değerli milletvekilimizin tarımsal üretim konusunda söylediği konuların tamamına, bu kürsüde, gerek Tarım Bakanımız gerek parti grubumuzdan milletvekilleri tarafından defaatle cevap verilmiştir.

Ben, grubumuzca belirlenen Meclis gündemine bir an önce geçmek için sözlerimi fazla uzatmayacağım. Ancak, bir hususu burada bildirmek istiyorum. Her meslek grubu için, her meslek grubunun kamuda istihdamı konusu ihtiyaç ve imkân dengesi gözetilerek yapılmaktadır. AK PARTİ hükûmetleri on üç yıldır ihtiyaç-imkân dengesini başarıyla yürütmektedir. Önergede adı geçen meslek gruplarına, veterinerlere, mühendislere, tekniker ve teknisyenlere olan ihtiyaç Hükûmetimizce yakinen bilinmektedir. Bütçe imkânları el verdiği ölçüde bu meslek gruplarının da istihdamı önümüzdeki dönemde sağlanmaya devam edecektir.

Bu sebeple, Meclis araştırması açılmasının aleyhinde olduğumuzu bildiriyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. ( AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi grup önerisini oylarınıza sunacağım, karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

                                                                               Kapanma Saati: 16.18

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.31

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

 

2.- MHP Grubunun, 25/11/2014 tarih ve 2311 sayıyla Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz ve arkadaşları tarafından, Atatürk Orman Çiftliği’nin birinci derece tarihî doğal sit alanından üçüncü derece sit alanına dönüştürülmesinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 16 Mart 2015 Pazartesi günü (bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                               Yusuf Halaçoğlu

                                                                                   Kayseri

                                                                                  MHP Grup

                                                                                Başkan Vekili

Öneri:

25 Kasım 2014 tarih ve 2014/2311 sayı ile TBMM Başkanlığına; Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz ve arkadaşlarınca "Atatürk Orman Çiftliğinin birinci derece tarihî doğal sit alanından üçüncü derece sit alanına dönüştürülmesinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi " amacıyla verilmiş olan Meclis araştırma önergemizin 16 Mart 2015 Pazartesi günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Seyfettin Yılmaz, Adana Milletvekili.

Buyurun Sayın Yılmaz.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi olarak vermiş olduğumuz, başkentin göbeğinde yer alan Atatürk Orman Çiftliği’nin birinci derece tarihî ve doğal sit alanı iken üçüncü dereceye dönüştürülmesinin yasal olmayan uygulamaları hakkında söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, ünlü “Ormancı” türküsünün bestecisi, devlet sanatçısı Nazmi Yükselen Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur, kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum.

Değerli milletvekilleri, sarayın yapıldığı alan, “Gazi Yerleşkesi” olarak adlandırdığımız bu alan 1954 yılında Orman Genel Müdürlüğünün tapulu yeri olarak alınmıştır. Vefakâr Türk ormancısının elli altmış yıldır, uzun süren çalışmaları neticesinde, “çorak” diye adlandırabileceğimiz, yer yer ağaçların olduğu bu alanda Türkiye'nin en güzel botanik bahçelerinden birisini oluşturacak çalışmalar Türk ormancıları tarafından hayata geçirilmiştir.

Şimdi, burası, saray yapılmadan önce ormanlarla kaplı, üzerinde sedirden ıhlamura, dişbudaktan akçaağaca, meşeden çama kadar her türlü orman varlığını üzerinde barındıran bir alandı. Yine, baykuşundan tutun, tilkisine, kargasına kadar yaban hayatının orada hayat bulduğu bir alandı ve bu alanda Türk ormancılarının teknik ve olağanüstü çalışmaları neticesinde 68’i doğal ve 65’i de egzotik olmak üzere 133 bitki türünü bünyesinde barındıran, Ankara’nın büyüyen nüfusunun olduğu bir ortamda Ankara’nın göbeğinde insanların nefes almasını sağlayan, doğal görünümüyle bir botanik bahçesi şeklinde bu yıllar içerisinde yapılandırılmıştı. Ta ki Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bu alanı görüp saray hevesine kapılmasıyla beraber kamuoyunda şu oluşmaya başladı: “İşte, Türkiye’de Başbakanlık binası yeterli değil, bu Başbakanlık binasının daha muazzam bir yere taşınması gerekiyor.” Peki, nereye taşınacak? En kolay yol, emek sarf etmeden, katkı koymadan, Türk ormancısının emeğiyle ortaya çıkan, Atatürk’ün de vasiyeti olarak adlandırabileceğimiz -bir bütünlük arz ediyor- Atatürk Orman Çiftliği’yle… Bakın, burada, 11 Haziran 1937 yılında Atatürk’ün vasiyeti var. Ne diyor vasiyetinde? Kendi uhdesinde bulunan bütün demirbaşları, malları, arsalar dâhil olmak üzere hazineye bağışlıyor. Hazine kimindir? Hazine milletindir. Bu hazineye bağışlanırken burasını hazinenin olması için devretti ama birilerinin lüks ve şatafat aşkı ortalığa çıkarak Atatürk’ün hazineye devrettiği bu alanı bir şatafat merkezi hâline getirdiler.

Değerli milletvekilleri, şimdi, burasına TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) dava açtığında Atatürk’ün vasiyeti soruluyor. Atatürk’ün vasiyeti, 54’üncü Hükûmette -rahmetli Necmettin Erbakan’ın da içinde olduğu- kararlarının tamamı devlet arşivlerine gönderilmesine rağmen… Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin müracaatı üzerine mahkemenin sorusuna karşılık bir başbakan yardımcısının kardeşinin başında bulunduğu birim Atatürk’ün vasiyetinin yok olduğunu ifade ediyor. İşte Atatürk’ün vasiyeti, yok falan değil, 11 Haziran 1937 tarihli yazılan vasiyet burada.

Değerli arkadaşlar, bu alan daha sonra ne oluyor? Değerli milletvekilleri, buraya hem Orman Mühendisleri Odası hem TMMOB dava açıyor. Biliyorsunuz, Başbakan buraya göz koyduktan sonra buna direnecek bürokrat, milletvekili, bakan nerede? “Başbakanın talimatı” diye bizim Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu Başbakandan hızlı bir şekilde “Emriniz olur.” diyerek harekete geçiyor. Birinci derece sit alanı, biliyorsunuz, inşaat yapılmasına müsaade edilmiyor. Diyorlar ki: “Burayı önce birinci derece sit alanından üçüncü derece sit alanına çevirelim.” Çünkü burası 1997 tarihinde sit alanı olarak ilan edilmiş ve burada inşaat yapılması mümkün değil. Bunu talimat kabul eden Veysel Eroğlu’nun talimatı bürokratlara iletiliyor. Peki, ne yapılacak birinci derece sit alanının üçüncü derece sit alanına dönüştürülmesi için? Kırk beş yıl bu mesleğe hizmet etmiş Orman Genel Müdürü Mustafa Kurtulmuşlu, şimdi emekli, şu 80 yaşındaki sedir ağaçlarının olduğu bu yere ne diyor biliyor musunuz? Birinci dereceden üçüncü derece sit alanına çevirecek ya. Bakın arkadaşlar, bunlar 80 yaşında. Bırakın bir kırk beş yıllık orman mühendisine, çocuğa gösterseniz bunun 70-80 yaşında olduğunu görür. Burada bunun yüzlerce örneği var. Buradaki binlerce ağacın olduğu yere, sanki buradaki ağaçlandırmalar on yılda başlamış gibi “Efendim, bu yere ağaçlar 11 yaşındadır.” diyerek bir rapor tutuyorlar, uydurma bir rapor ve bir hafta içerisinde jet hızıyla Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu buranın birinci dereceden sit alanını üçüncü dereceye çeviriyor. Böyle gayriyasal, böyle gayriahlaki bir şey olabilir mi değerli arkadaşlar? Bunun hesabının sorulmayacağını mı sanıyorsunuz? Çok net soruyorum. Bunun biz takipçisiyiz.

Şimdi, bu kaçak sarayı hafiye gibi tespit ediyorum, yarın, bir gün belgelerini de açıklayacağım. Hani “1 katrilyon 300 trilyon” diyorlar ya, rakamlar ne 1 katrilyon 300 trilyon, bunun kat kat üzerinde. Belgeleriyle beraber iki gün sonra bunları da açıklayacağım.

Sayın Başbakan hani diyordu ki: “Ya, milletin başbakanlarını yolun içinde mi karşılayalım, devletin itibarı yok mu?” Ne oldu devletin itibarına? Başbakanlık orada duruyor. Siz Başbakan olsaydınız oraya gidecektiniz, şimdi oraya saray yaptırdınız. Kaç katrilyon olduğunu iki-üç gün sonra açıklayacağım. Ve diyorlar ki: “Devletin itibarını düşünmeyelim mi?” Değerli milletvekilleri, devletin itibarı ilimle olur, erdemle olur, ahlakla olur, faziletle olur; lüksle, şatafatla itibarın olduğu bir yer görülmemiştir.

Şimdi, millet açlıktan kömür toplayarak evine ekmek götürecek, ayağında yırtık ayakkabısı olanlar bu memlekette gezecekler. (Hatip elindeki fotoğrafları göstererek) İşte burada bakın Recep amca, sırtında çuvalla  kömür taşıyarak evine ekmek götürmenin derdindeki Ayşe teyze burada. Çocuğunun cenazesini bile sırtında taşıyarak karda, yolda yürüyen insanların olduğu yerde hangi itibardan bahsediyorsunuz? Bunları görmeden saraylarla şatafatlarla itibardan bahsediyorsunuz. Ben size buradan şunu ifade etmek istiyorum: Siz sarayın içerisine Fin hamamı yaptınız, sauna yaptınız, jakuzi yaptınız, yetinmediniz havuzlar yaptınız. Orada yapılan  bir kongre sarayını bozdunuz yeniden yaptınız, milyon dolarları toprağa gömdünüz. Oranın granitlerini özel getirttiniz. Burada, Türkiye’de yetişen dişbudak yapraklı akçaağaç, mevcut olan ağaçlar varken, Almanya’nın bir kentinden, özel fidanlıktan tırlarla  buraya getirip ağaç diktiniz Türkiye’de yetişen bütün ağaçlara rağmen. Bu kadar şatafatın olduğu yerde siz hangi itibardan bahsediyorsunuz? Eğer itibar arıyorsanız, ülkenin insanlarının insanca yaşadığı ortamı sağladığınızda itibardan bahsedebilirsiniz. Çok açık söylüyorum, bugün 1.350 odalı, 5 katrilyonu geçen rakamlarla saray yaptınız, eğer itibar sarayda olsaydı Çavuşesku’nun 1.150 odalı sarayında itibar olurdu.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sen ne yaptın?

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – Sayın Bartın Milletvekili, eğer itibar olsaydı Suudi Arabistan’ın kralında itibar olurdu. Şimdi bunların hesabının sorulmayacağını mı…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Üç buçuk yıl iktidarda kaldın, kendine genel merkez yaptın değil mi? Nasıl yaptın onu?

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – Ha, sana genel merkezden de bahsedeyim.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sen kendi genel merkezinden bahset.

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – Atatürk Orman Çiftliği’nin olduğu yerde Söğütözü Millî Parkı Türkiye'nin en önemli millî parklarından birisiydi, oraya Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Merkezini oturttunuz.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sen kendi genel merkezine bak, kendi genel merkezine. Üç buçuk yılda nasıl yaptın onu?

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – Siz şimdi orada kaçak olan genel merkezin üzerinde oturuyorsunuz. Ne zaman yaptınız bunu? 2007 yılında yaptınız.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ülke kriz içindeyken üç buçuk yılda genel merkezi nasıl yaptınız? Üstüne helikopter bile iniyor.

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – Orada büyük binaların yapılabilmesi için ne lazım? Otopark ve yeşil alan lazım. Hemen Büyükşehir Belediyesi imar değişikliği yapıyor. O Sögütözü Millî Parkı, insanların içerisinde nefes aldığı, orada her türlü bitkinin, hayvanın yaşadığı bir yeri ne yaptınız? Adalet ve Kalkınma Partisinin otoparkına dâhil ettiniz. İşte, ben buradan söyleye söyleye iki üç senedir, şimdi Büyükşehir Belediyesi ile Orman Genel Müdürlüğü takas yapmış. Ha, şimdi bunlardan kurtulduğunuzu sanmayın. Ne yaparsanız yapın, bunların gün geldiğinde hesabını sormak bizim boynumuzun borcu.

Açık söylüyorum: Kim kul hakkı yemişse, kim usulsüz iş yapmışsa bunun hesabını hem yargıda verecek hem de Allah indinde verecek.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Öneri aleyhinde söz isteyen Osman Kahveci, Karabük Milletvekili.

Buyurun Sayın Kahveci. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OSMAN KAHVECİ (Karabük) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin, Atatürk Orman Çiftliği’nin birinci derece doğal sit alanıyken üçüncü derece sit alanına dönüştürülmesindeki yasal olmayan uygulamaların araştırılmasıyla ilgili grup önerisi aleyhine söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün milletimize armağan ettiği en önemli yerlerden birisi de Atatürk Orman Çiftliği’dir. Atatürk, 1925 yılında ülkemizin tanınmış tarımcılarını Köşk’e çağırır, Ankara civarında modern bir çiftlik kurmak istediğini söyler ve bu amaca uygun bir arazi aranmasını ister. Uzmanlar birçok alternatifler sunduklarında o bugünkü çiftlik yerinin bulunduğu yeri işaret eder. Ankara’nın kenarında hem batak hem de çorak olan bu yerin ıslah edilerek çiftlik yapılmasını emreder. Bunun üzerine ilk önce 20 bin dönüm arazi merhum Abidin Paşa’nın eşi Faike Hanım’dan satın alınır. Daha sonra Etimesgut, Balgat, Çakırlar, Güvercinlik, Macun, Tahar ve Yağmurbaba Çiftlikleri de satın alınır. Bu şekilde büyük ve modern bir tarım işletmesi için yeterli genişliğe, bir araziye sahip olunur ve bugünkü Gazi Orman Çiftliği kurulmuş olur.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Ne oldu, sonra ne oldu?

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tamamını kendi parasıyla aldığı bu çiftliği 1925-37 yıllarında bizzat kendisi yönetir. Daha sonra, 1937 yılında bu yeri hazineye, dolayısıyla da milletine hediye eder ve Gazi Orman Çiftliği 1938 yılında Devlet Ziraat İşletmeler Kurumuna bağlanır. 1950 tarihine kadar on iki yıl bu statüde işletilen çiftlik daha sonra 5659 sayılı  Kanun’la Atatürk Orman Çiftliği hüviyetine kavuşur. Atatürk Orman Çiftliği daha sonra, 1992 tarihinde 2436 sayılı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Kararı’yla doğal ve tarihî sit alanı ilan edilir.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Nasıl oldu da saray yapıldı?

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – Evet, bundan sonra ne oluyor? Atatürk Orman Çiftliği’nin hazineye devredildiğindeki arazisi 55.538 dekardır. Çiftliğin arazi kayıplarının ilki 1939 yılında bira fabrikasının kurulmasıyla başladı. Arkasından 39-83 yılları arasında 44 yıl içerisinde 9 tane kanun ve Devlet Ziraat İşletmelerinin Yönetim Kurulu kararlarıyla çiftlikte toplam arazi kaybı 22.282 dekardır.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Ne oldu o arazilere?

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – Kimler almış arazileri? 10 bin dönümünü Millî Savunma Bakanlığı almış.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Ne yapmış?

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – 12.222 dekar arazi hazine, Makine Kimya ve diğer kamu kurumlarına gitmiştir.

Evet, şimdi “Atatürk Orman Çiftliği” diye bağıranlar neredeyse Atatürk’ün çiftliğinin yüzde 40’ı giderken neredeydi?

HASAN AKGÖL (Hatay) – Yani yüzde 60’ını götürdün, kâr ettin! Yüzde 60’ı da ben götüreyim… 

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – Evet, yüzde 40’ı gitmiş ve bunların büyük kısmı da yerleşime açılmış.

Bakın, daha sonra, 1953-60 yılları arasında, yine Atatürk Orman Çiftliği arazisinin 868 dönümü Orman Genel Müdürlüğüne satılıyor. Dolayısıyla bugün “Gazi Çiftliği” diye konuştuğumuz alan Atatürk Orman Çiftliği’ne ait değil, Orman Genel Müdürlüğünün kamu tüzel kişiliğine ait tapulu mülküdür.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Kim satmış?

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – Atatürk Orman Çiftliği satıyor.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Kim satmış yani? O Orman Çiftliği’nin yetkilisi satamaz.

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – Atatürk Orman Çiftliği’ni, çiftliğin yönetimi satıyor, Atatürk Orman Çiftliği yönetimi satıyor.

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) – Biz satmadık.

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – Biz satmadık. Bakın, bu alan 1992 yılında Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından da birinci derece sit alanı ilan ediliyor.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Peki, sit alanına inşaat nasıl yapılıyor?

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – Orman Genel Müdürlüğü bu alana hem kamu konutlarını yapıyor hem de idare binalarını yapmak suretiyle, geri kalan kısmını da bitkilendirmek ve ağaçlandırmak suretiyle burayı hem kamu kurumu hüviyetinde hem de yeşil dokuyla kaplıyor ama Orman Genel Müdürlüğüne verildiğinde bu alan boş, çıplak bir alan.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Değil,  yanlış işte, o yanlış, o yanlış. Resimler var,  yanlış, yanlış.

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – Evet, işte, raporlar bunlar. Bunun fotoğrafları da var boş ve çıplak bir alan olduğuna dair.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Yok, değil, değil.

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – Buralar Orman Genel Müdürlüğü tarafından, boş ve çıplak bir alan olduğundan dolayı…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Değil, değil, yapmayın.

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – “Burası doğal sit alanı hüviyetinde değildir, tamamen bir suni yapıdır.”  diyerek Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma -sit- Kurulu bu alanı birinci derece doğal sit alanından üçüncü derece doğal sit alanına çeviriyor çünkü bu alan içerisinde kamu kullanımı var. Kamu kullanım amacının sürdürülebilmesi için burayı üçüncü derece sit alanına çeviriyor çünkü “Burası doğal sit değil, burada bir kamu hizmeti var, 360 tane lojman var, 17 bin-20 bin metrekarelik kamu kurumları var. Dolayısıyla da “Burada bir doğal sit alanı hüviyeti yoktur.” diyerek üçüncü derece sit alanına çeviriyor. Dolayısıyla da söz konusu yer Orman Genel Müdürlüğünün tapulu mülkü olup tasarruf yetkisi Orman Genel Müdürlüğüne aittir. Tüzel bir kurum olan Orman Genel Müdürlüğü de mülklerini bir başka kurumla takas edebilir, bunun da birçok örneği vardır. Bundan dolayı da Başbakanlıkla takas yapıyor, Başbakanlık da TOKİ’ye devretmek suretiyle takas işlemini gerçekleştiriyor. Orman Mühendisleri Odası bu takası, TOKİ’ye devir işlemini mahkemeye götürüyor. Dava 1. İdare Mahkemesi tarafından reddediliyor, Orman Mühendisleri Odası temyiz ediyor ve süreç devam ediyor. Bir başka dava Mimarlar Odasınca açılıyor. Mühendis ve Mimarlar Odasının müracaatı Ankara 1. İdare Mahkemesince reddediliyor. Ancak 10’uncu Daire bu kararı bozuyor ve süreç devam ediyor. Görüldüğü gibi bu alanda herhangi bir hukuksuzluk yoktur. Üçüncü derece sit alanı olan bu yerlerde Sit Kurulundan izin almak şartıyla imar izni verilebilmektedir. Bu çerçevede izin alınmış ve inşaat sürdürülmüştür. Sit mevzuatına ve İmar Yasası’na aykırı bir durum söz konusu değildir.

Değerli milletvekilleri, Atatürk Orman Çiftliği’nin diğer alanlarında, bakın, 1925’ten 2002 yılına kadar toplam yetmiş yedi yıllarında, ağaçlandırılmış alan 4.500 dekar. AK PARTİ iktidarında, 2002-2012 yıllarında Atatürk Orman Çiftliği’nde toplam ağaçlandırılan alan 18.500 dekar yani on yılda 4 kat Atatürk Orman Çiftliği’nde ağaçlandırma ve yeşillendirme yapılmıştır. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Evet, az önce meslektaşım burada egzotik türlerden bahsetti. Evet, elbette ki o yörenin doğasına uygun olmayan her tür egzotiktir. Bu bazen ülkenin bir başka yerinden getirilebilir, bazen dışarılardan da getirilebilir. Bundan dolayı da, orada 150 tane egzotik değil, sizin tenkit ettiğiniz o Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde 160’ın yerine 560 tane egzotik tür dikilmiştir. Lütfen bir gidip bakın oraya, ne kadar egzotik tür dikilmiştir. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Egzotik türlerin gittiğinden bahsediyorsunuz. O kadar daha, bunun 5 katı daha egzotik tür dikilmiştir.

Bir başka şeyi de burada ifade ederek sözlerime son vermek istiyorum. Ayrıca, Atatürk Orman Çiftliği’nin 1.000 dönüm arazisinde Türkiye'de ilk defa millî bir botanik parkı kuruluyor. Bütün egzotik  türlerin, bütün bitki türlerinin getirilebileceği bir millî botanik parkının da kuruluş çalışmaları şu anda Tarım Bakanlığı tarafından son aşamaya getirilmiştir. Kimse “AK PARTİ iktidarında Türkiye'de yeşil katlediliyor.” diyemez.

HASAN AKGÖL (Hatay) – Niye yapıldı? Doğru söyle. Niye yapıldı bunlar? Cumhurbaşkanına yaptınız.

OSMAN KAHVECİ (Devamla) – On yıl içerisinde dünyada en çok ağaç diken ilk üç ülkeden birisi de Türkiye'dir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu da belirtmek istiyorum.

Bu önergenin aleyhinde olacağımızı bildiriyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, Orman Çiftliği’yle ilgili Seyfettin Bey'in sözü saklı kalmak üzere ben Grup Başkan Vekili olarak bazı düzeltmeler yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Anlaşılmadı Sayın Halaçoğlu.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Seyfettin Bey'in sözü, talebi dışında özel olarak ben Grup Başkan Vekili olarak söylediklerinden düzeltme yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Hayır, söylediklerinden düzeltme olmaz da siz söz hakkı isteyebilirsiniz. Yoksa, söylediklerini düzetme gibi bir şeyiniz yok yani o şekilde söz isteme hakkınız yok efendim.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Nasıl söz isteme hakkım yok efendim?

BAŞKAN – Şöyle: Sataşma varsa söz isteyebilirsiniz. Grup Başkan Vekili olarak da söz istiyorsanız…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sataşma dışında grup başkan vekili söz isteyemez mi?

BAŞKAN – İsteyemezsiniz efendim. Sözlerini düzeltme gibi…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –  Pekâlâ o zaman…

BAŞKAN – Grup Başkan Vekili olarak isteyebilirsiniz.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Grup Başkan Vekili olarak istiyorum zaten.

BAŞKAN – Tamam, onu söylüyorum ben de.

Buyurun Sayın Yılmaz.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Sayın konuşmacı benim konuşmamda yanlış bilgi verdiğimi ifade etti.

İkincisi de “‘Bu Atatürk Orman Çiftliği’nde katliam oluyor.’ diye konuşanlar orada şu kadar katliam olurken neredeydi?” dedi. Sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Yılmaz, sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

 

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz’ın, Karabük Milletvekili Osman Kahveci’nin MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Şimdi, değerli milletvekilleri, tabii, ben konuşmacıya saygı duyarım, beraber de çalıştık, bunlar ayrı bir şey ama Allah kimseyi yanlışı savunacak noktaya getirmesin. Bunun bir yanlış…

Şimdi “Şu kadar ağaç diktik…” Bu Bakanın ağzı. Bakan diyor ki: “Milyonlarca fidan diktik.”

OSMAN ÇAKIR (Düzce) – Yalan mı söylüyor?

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – Sayın Genel Müdür de çok iyi bilir ki fidan dikmeyle orman olmaz. Bir yerde orman oluşması için kırk yıl, elli yıl, altmış yıl gerekiyor ama Sayın Veysel Eroğlu da çıktığında Afyon’da dağıttığı fidanlar için diyor ki: “Ben milyonlarca fidan dağıttım, şu kadar orman yaptık.” Ya, Allah rızası için, bütün herkes biliyor, siz de biliyorsunuz ki fidan dağıtmayla orman yetişmez, ormanın yetişmesi için emek gerekir.

Şimdi “Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na 560 tane egzotik bitki diktik.” diyoruz. Bakın, değerli milletvekilleri, objektif bakın, yanlışı savunmayın. Şu ağaçları görüyor musunuz, şu ağaçları? Bu alanların olduğu yerlerde… Bakan bana Mecliste dedi ki: “Bir tane bile ağaç kesilmeyecek. Sen devletin bakanına güvenmiyor musun? Devletin bakanı yalan mı söyler?” Şurası neresi değerli arkadaşlar, burası neresi?

RECEP ÖZEL (Isparta) – Neresi?

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – İşte sarayın olduğu yer, kesilen ağaçlar…

RECEP ÖZEL (Isparta) – Sen gittin mi saraya?

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – Evet. Gelin gidelim, eğer böyle değilse ben her şeyi veririm.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Sen gelmiyorsun ki.

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – Bakın, şu kesilen ağaçları görüyor musunuz? Bakın, bakın, şunların hepsi ormandı.

Ya, Allah rızası için, bari haksız olduğunuz yerde susmasını bilin, haksız olduğunuz yerde yanlışı savunmayın.

Şimdi, burası 1997 yılında birinci derece sit alanına dönüyor, buraya üçüncü derece sit alanı onayı veren hiçbir orman mühendisi mesleğinin gereğince bunu yapmamıştır. Bu bir siyasi baskıdır.

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – 5 milyar ağaç dikildi mi dikilmedi mi?

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – Siyasi baskıya boyun eğip de ondan sonra ormancılık mesleği adına bunu dersek mesleğimize yanlış yaparız, mesleğimize hakaret etmiş oluruz.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Hiç de değil.

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – İkinci bir husus: Altmış yılda biz mi vardık iktidarda? Biz bugün yanlışı gördük. Ormanlar katlediliyor, şatafat yapılıyor, havuz yapıyorsunuz, jakuzi yapıyorsunuz şu ağaçların yerine.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) – Yazık değil mi? Bunları söyleyeceğiz. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Yılmaz.

Buyurun Sayın Halaçoğlu.

 

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

6.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun, Karabük Milletvekili Osman Kahveci’nin MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, değerli arkadaşlar, sizin mantığınızla düşüneceksek “Şu kadar insanı öldürelim, şu kadarına da doğum yaptıralım.” gibi bir şey söylüyorsunuz siz.

Şimdi, Atatürk Orman Çiftliği arazisinin tüm alanını, geniş alanını bilebiliyor musunuz? Nereye kadar uzanıyor biliyor musunuz? Nereye kadar uzanıyor Sayın Vekil? Bakın, bilmiyorsunuz. Bilmediğiniz için diyorsunuz ki: “Şu kadar ağaç diktik.” Ağaç dikilen alan gerçekte hiç ağaç olmayan alandı ama şimdi saray yapılan yerle hiç alakası olmayan bir bölge. Siz de biliyorsunuz böyle olduğunu.

Bakın, yanlışlar...

OSMAN KAHVECİ (Karabük) – Ağaç burada olur, burada olur; ne fark eder ki?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Yanlış…

OSMAN KAHVECİ (Karabük) – Olur mu canım, biz bunun ilmini yaptık yani.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Şimdi, “Orada ağaç sonradan dikilmiş…

OSMAN KAHVECİ (Karabük) – Ha orada olmuş ha orada olmuş ağaç, ne olacak?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – …üçüncü derece hâle getirilmiş.” demeyin hiç olmazsa lütfen o bölgeler için. Orada ağaçlar önceden dikilmişti,  siz de biliyorsunuz. Şimdi “Doğru değil.” demeyenler de doğru söylemiyor.

Değerli arkadaşlar, orada, Atatürk Orman Çiftliği’nde çok büyük hatalar işlendi, daha önceki tarihlerde de işlendi. Yani onların, o hataların işlenmesi sizin aynı hatayı işlemeniz anlamına gelmez, aksine bunları düzeltmeniz gerekirdi. Mesela traktör fabrikasına yer verilmiş. Ne anlamı var? Başka yer mi yoktu Türkiye’de, orayı verdiler? Onlar da yanlıştı. Birtakım…

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Hangi traktör fabrikası var orada?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Koç’un traktör fabrikası var arkada.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Kim verdi ona?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Bakın, “Siz Orman Çiftliği’nin sınırlarını bilmiyorsunuz demem.” oradan işte. Bilmiyorsunuz. Şu anki traktör…

RECEP ÖZEL (Isparta) – Ne olacak? Çiftliği ne yapacaksınız? Ne yapalım çiftliği? Siz söyleyin, biz yapalım. Ne yapalım?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Çıkarın, başka yere atın, başka yere gönderebilirsiniz. Onun dışında, bakın, arkadaşlar, Söğütözü’ne kadar bütün, bugünkü garın bulunduğu yer, Gençlik Parkı’nın bulunduğu yer, stadyumun bulunduğu yer; hepsi orman arazisi yani Atatürk Orman Çiftliği buralar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Ve geçmiş dönemde Millî Komite diye bir komite kuruldu, Evren’den sonra, 80’den sonra. Bunların yaptıkları hatalar var, hepsi var. İlla bu hataları devam ettirmek zorunda mıydınız?

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Halaçoğlu.

OSMAN KAHVECİ (Karabük) – Başkanım…

BAŞKAN – Lütfen…

 

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- MHP Grubunun, 25/11/2014 tarih ve 2311 sayıyla Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz ve arkadaşları tarafından, Atatürk Orman Çiftliği’nin birinci derece tarihî doğal sit alanından üçüncü derece sit alanına dönüştürülmesinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, lehte söz isteyen Bülent Kuşoğlu, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum bu vesileyle.

Konu, önergede de yer aldığı üzere, öncelikle bu tarihî alanın, doğal sit alanının, birinci derece olan doğal ve tarihî sit alanının 2011 yılında ani bir kararla üçüncü derece sit alanına dönüştürülmesi; ondan sonra da yapılaşmanın önünün açılarak üzerinde bir saray yapılması. Bu açıdan bu konunun incelenmesi lazım, araştırılması lazım.

Bu alan sonuçta Ankara’nın doğal bir alanıydı, tarihî bir alanıydı, önemli bir alanıydı kent olarak da. Bu alanın birdenbire şekil değiştirmesi, bu konunun mutlaka araştırılması gerekir Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisinde belirtildiği üzere ama bunun haricinde de konunun bir kere hukuki yönü var, bakın, çok önemli olan bir hukuki yönü var, bu yönden de araştırılması gerekiyor. Tarihî bir yönü var işin, tarihe bir saygımızın olması gerekir. Kültürel yönü var, doğal bir alan, bu yönü var ve kentle ilgili, başkentle ilgili, en önemli kentimizle ilgili bir yönü var, bu yönden de araştırılması gerekir. Bütün bunlarla ilgili olarak, bir bütün olarak konuyu ele almamız, araştırmamız gerekir. Onun için, konuyu bu yönlerden de düşünmemiz lazım.

Şimdi, işin hukuki yönü şu: Hukuk her şeyin üstündedir. Geçmişte de bazı yanlışlar yapılmış olabilir, bu, mazeret değil. Ben Plan ve Bütçe Komisyonundayım, biraz önce yukarıda bazı konuları tartışıyoruz, efendim, mesela Kamu İhale Kanunu’yla ilgili olarak bir tane daha istisnai madde getirilmiş, deniyor ki: “TRT’nin Anadolu Ajansından yapacağı alımlarla ilgili olarak bir istisna daha getirelim.” Zaten alım yapabiliyor. Niye istisna getiriyoruz? “Zaten bir yığın istisna var, bir tane daha getirsek ne olur?” Böyle bir hukuk mantığı olamaz. Burada da Sayın Kahveci, dediniz ya: “Geçmişte daha önce yapılmış.” Bunlar yanlış şeylerdir. Daha sonra 2011’de yapılmasının bir mantığı yok ki, bir hukuksuzluğun üzerine başka hukuksuzlukların yapılmasının bir mantığı, gerekçesi olamaz ki, o gerekçe değil, doğru değil çünkü, geçmiştekiler de doğru değildi, bu da doğru değil. Bunlar sonuç olarak yanlış işlerdir, işin hukuki boyutuyla ilgili olarak da bizim oturmamız, bu konu üzerinde çalışmamız lazım.

Ayrıca, konuyla ilgili ne kadar dava var biliyor musunuz? 50’ye yakın dava var, konuyla ilgili olarak  aşağı yukarı bütün ilgili kuruluşlar, meslek kuruluşları dava açmışlar, konu davalık ve büyük bir hukuk garabeti ortaya çıkmış bütün bu davalar sonucunda. Geçen, birkaç ay önce konuyla ilgili olarak tartışırken Adalet Bakanı bizim Grup Başkan Vekilimiz Sayın Gök’le ilgili bir iddia üzerine burada özür dilemek zorunda kalmıştı. Biliyorsunuz, mahkemenin konuyla ilgili verdiği bir yürütmenin durdurulması kararı da var ayrıca.

Hukuk açısından da tam bir rezalet durum söz konusu olmuş, eskiden beri. Yani sadece AKP dönemi değil, geçmişten gelen bütün dönemleri ayrıca araştırmak gerekir, bu yanlışlıkların neden olduğunu, nasıl yapıldığını ortaya koymak gerekir. Sadece bir dönemle ilgili olarak değil bütün dönemlerle ilgili bunu yapmamız lazım. Başkentimizde bir 90 hektarlık alan söz konusu oluyor, burası tarihî bir alan, kültürel bir alan, başkent için bir nefes alma yeri, bu alanı biz koruyamıyoruz. Öyle veya böyle, yıllardan beri bu noktaya kadar getiriyoruz. Bunun araştırılması lazım, örnek olması lazım. Bir daha buna benzer bir hadisenin Türkiye’de tekerrür etmemesi lazım. Nasıl biz bu yanlışları yapıyoruz? Nasıl böyle bir sıkıntı söz konusu olabiliyor? Bunu hep beraber ortaya koyabilmemiz lazım.

Biraz önce Değerli Yusuf Hocam diyor ki: “Orada traktör fabrikası yapıldı.” Hakikaten yapılmaması lazım, niçin yapılır? “Bira fabrikası” dediniz, yapılmaması lazım. Bu alan çok daha farklı olarak projelendirilip günümüze aktarılabilirdi, başkent için çok daha farklı bir alan olabilirdi örnek bitkileriyle, bitki örtüsü çok değerli. Bütün bunları yapabilirdik, niçin yapmadık? Bunların araştırılması ve bize bir ders çıkarılması lazım, yol gösterici olması lazım. Bunun için…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Yeni yeri güzel Sayın Kuşoğlu, yeni yeri çok güzel yani. Sarayın yani çok güzel oldu şu anda yeri.

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) – Sarayın güzel olduğu, o konu tartışılır.

Bakın, işin bir de o yönü var. Biraz önce söyledim, devlet yönetimi boyutu da var işin. Bir devlet durup dururken böyle bir karar almaz, durup dururken bir saray yapmaz. “Başbakanlık binası yapıyorum.” diye ortaya çıkıp daha sonra dünyanın parasını… Bakın büyük projeler, o tüp geçit ya da üçüncü köprü gibi projeler kadar bedeli var bu sarayın ama ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Bakın, ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiyim, sorduğum soruya Maliye Bakanının verdiği cevap “1 milyar 370 milyon liradır.” oldu ama bunun haricinde ithalatla ilgili, yurt dışından gelen lüks mallar, içindeki granit, mermerler, içindeki mobilyalar, “Bunların ilave maliyeti nedir?” dediğimde “Onu biz bilmiyoruz, onlar ayrı kalemlerden alınmış.” demek zorunda kaldı. Yani, 1 milyar 370 milyonun çok üzerinde maliyeti olan bir bina bu ve bunu Maliye Bakanlığı bilmiyor, işin böyle bir garabeti var, devlet adabı yönü var, devlet idaresi yönü var.

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) – Türkiye’nin ihtiyacını giderecek yüz yıl.

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) – Bir devlet durup dururken “Ben Başbakanlığa bina yapıyorum.” diyecek -öyle bir ihtiyaç yok, öyle bir ihtiyacı bildiren bir rapor yok- ondan sonra, bu bina daha sonra dönüşecek, Cumhurbaşkanlığına verilecek.

Bugün gazetelerde haberler var, Cumhurbaşkanlığında çalışan kişi sayısı 2 bin 700 küsura çıkmış, 700 kişi ilave olarak konmuş. Böyle bir ihtiyaç var mıydı? Yoktu, daha dün yoktu. Eğer Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan bu seçimleri kazanmayıp da Sayın İhsanoğlu kazansaydı bu bina Cumhurbaşkanlığına tahsis edilecek miydi ihtiyaç vardır diye? Edilmeyecekti; siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum çünkü böyle bir ihtiyaç yok.

Bakın, bir devlet idaresinde, aklı başında, oturmuş devlet idaresinde, Türkiye gibi binlerce yıllık devlet geleneği olan bir ülkede bir günde böyle bir karar alınamaz. Bu çok yanlıştı. Devlet idaresi açısından da orada yapılan saray bir garabettir. Hiçbirimiz itiraz edemeyiz. Tutup “Başbakanlık için yapıyorum.” diyeceksin, ihtiyaç yokken “Yapıyorum.” diyeceksin, sonra da Cumhurbaşkanlığına tahsis edeceksin. Cumhurbaşkanlığına da değil, kişiye tahsis yapacaksın. Bu keyfî bir şeydir, böyle bir rezalet olamaz. Bunu geçmişte…

AHMET YENİ (Samsun) – Muhtarlar memnun, muhtarlar.

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) – Bakın, bizim geçmişte çok güzel örneklerimiz var, devlet yönetimiyle ilgili çok güzel örneklerimiz var; Cumhuriyet Dönemi’nde de var, geçmişte de var.

Yavuz Sultan Selim Edirne’den yol almış ordusuyla birlikte, devlet erkânı da kendisini uğurluyor. Dönüşte Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi bir grup görüyor; elleri kolları bağlanmış, götürülüyor. “Nedir, ne oluyor?” demiş Şeyhülislam Zembilli Efendi, sormuş. Demişler ki: “Bunlar ipek ticaretiyle ilgili padişahın fermanını dinlemediler. Bunların hepsi -400’ü de- boğdurulacak, idam edilecek.” “Nasıl olur?” Yani, sonuçta ipekle ilgili bir emri dinlememiş. O tarihlerde de Türkiye tabii bir ipek cenneti, Türkiye üzerinden, Türkiye’den ipek Batı’ya götürülüyor ve dengeler sarsılıyor. Padişahın böyle bir yasak kararı olmuş. Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi hemen atını sürmüş, geri çevirmiş, gitmiş Yavuz Sultan Selim’i yakalamış. At üstünde, inmeden demiş ki: “Padişahım, böyle böyle bir grup gördüm, 400 kişi. Böyle bir ferman vermişsiniz, doğru mudur?” “Doğrudur.” demiş. “Bu yanlıştır, uygun değildir.” demiş. “Mevlâna’nın dediğine göre benim böyle bir yetkim vardır.” “Yok. O, normal zamanlar için değildir, böyle bir zamanda böyle bir yetkiyi kullanamazsın.” demiş, herkesin ortasında, diğer devlet ricalinin de ortasında bunu söylemiş. “Buna benim ferman vermem, icazet vermem mümkün değildir, yanlış iş yapıyorsunuz. Bu dünyada da, öbür dünyada da vebal üzerinizedir.” demiş ve atını sürmüş, geri dönmüş. Daha sonra Yavuz Sultan Selim –tabii, büyük padişah- düşünmüş, bunun yanlış olduğuna karar vermiş ve o idam fermanını geri almış o 400 kişiyle ilgili olarak.

Devlet yönetimi, hep beraber yapılması gereken, bir geleneği olan, bir mantığı olan, mantalitesi olan konudur. Böyle, bir günde verilen kararlarla devlet yönetilmez, yönetilmemelidir. İşin devlet boyutunu gündeme getirdiğiniz için bunu anlattım.

Bunun haricinde, Ankara’yla ilgili olarak da belirteyim. Ankara Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti. Bir güzel alan ayrılmış, nefes alınabilen bir yerdi Ankara için, Ankaralıların nefes alabildiği bir yerdi. Biz orayı, öyle veya böyle bugün yok ettik. Bugün o tarafa bir de güvenlik gerekçesiyle kimse giremiyor. Bir başkentin, bir doğal alandan, bir tarihî alandan mahrum edilmesi çok çok büyük bir yanlışlıktı, bunu da yaptık.

Kent açısından büyük bir yanlışlıktı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) – …bunu da yaptık hep beraber.

Çok teşekkür ediyorum dinlediğiniz için.

Saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerinin aleyhinde söz isteyen Yusuf Başer, Yozgat Milletvekili.

Buyurun Sayın Başer. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YUSUF BAŞER (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; MHP Grubunun, Atatürk Orman Çiftliği arazisinin birinci derece tarihî doğal sit alanıyken üçüncü derece sit alanı olarak dönüştürülmesine ilişkin olarak vermiş olduğu Meclis araştırması önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, öneriyle ilgili olarak benden önce söz alan, aynı zamanda Orman Genel Müdürlüğü yapmış olan değerli milletvekilimiz detaylı bilgiler verdi. Ben tekrara girmek istemiyorum ancak bir hususun özellikle bilinmesini istiyorum, düşünün ki Atatürk Orman Çiftliği diyorsunuz ama bira fabrikası var; Atatürk Orman Çiftliği diyorsunuz, çimento fabrikası var; Atatürk Orman Çiftliği diyorsunuz, traktör fabrikası var. Değerli arkadaşlar, kaldı ki Cumhurbaşkanlığı Sarayı olarak yapılan yer saray olmadan önce, bildiğim kadarıyla, Orman Genel Müdürlüğünün hizmet binalarının olduğu bir mekândır, yine orası orman bölge müdürlüklerinin hizmet verdiği bir bina yeridir, yine orası orada çalışanların lojman olarak kullandıkları bir alandır. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, şu an oraya Cumhurbaşkanlığı Sarayı inşa edilmiştir, orası ülkemizin bir prestij makamıdır, dışarıdan gelen devlet yetkilileri de kısa süre içerisinde bu kadar güzel alana böyle bir bina yapılmış olmasından dolayı da gurur duymaktadırlar. Ben diyorum ki değerli arkadaşlar, AK PARTİ kurulduğu andan itibaren Türkiye’deki tüm sorunları çözme noktasında gayret göstermiştir, ülke insanının maddi kalkınmasını gerçekleştirmek için mücadele etmiştir, manevi yücelişinin de yollarını açmıştır.

Bu duygu ve düşünceler içerisinde MHP Grubunun vermiş olduğu önergenin aleyhinde olduğumu belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

 

III.- YOKLAMA

 

(CHP ve MHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

ENGİN ALTAY (Sinop) – Yoklama talep ediyoruz.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunacağım; yoklama talebi var, yerine getireceğim.

Sayın Altay, Sayın Hamzaçebi, Sayın Toprak, Sayın Türmen, Sayın Akar, Sayın Aygün, Sayın Kuşoğlu, Sayın Çetin, Sayın Aldan, Sayın Tamaylıgil, Sayın Kaplan, Sayın Köktürk, Sayın Gök, Sayın Varlı, Sayın Günaydın, Sayın Günal, Sayın Öztürk, Sayın Şimşek, Sayın Halaçoğlu, Sayın Halaman.

Evet, üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.17

 

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 17.33

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

 

III.- YOKLAMA

 

BAŞKAN -  Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin oylanmasından önce istem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi yoklama işlemini tekrarlayacağım.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

 

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

3.- CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan, pamuk sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (10/963) ön görüşmelerinin Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

                                                                                                      16/3/2015

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 16/03/2015 Pazartesi günü (bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                      Engin Altay

                                                                                                                           Sinop

                                                                                                             CHP Grup Başkan Vekili

 

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan (pamuk sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan) 10/963 esas numaralı Meclis Araştırma Önergesi’nin görüşmesinin Genel Kurulun 16/3/2015 Pazartesi günlü (bugün) birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen, Hasan Akgöl, Hatay Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Akgöl.

HASAN AKGÖL (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi üzerinde parti grubumuzun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Konumuz, pamuk, Amik Ovası’nın, Harran’ın, Çukurova’nın incisi olan, büyük istihdam alanı sağlayan pamuğun sorunlarının görüşülmesi. Ama ben konuşmama başlamadan da şundan net eminim; Tayyip Erdoğan’ın grubunun, burada yapacağım konuşmanın ne olduğunu bilmeden, ne yapacağını bilmeden mevcut sandalyeler ret oyu verecektir…

RECEP ÖZEL (Isparta) – Ayıp ediyorsun!

HASAN AKGÖL (Devamla) – …çünkü pamuk sorun değil, çünkü pamuğun bir problemi yok, çünkü pamukçunun bir problemi yok, çünkü pamukçu rahat, çünkü çiftçi rahat.

Bundan adım gibi eminim, talimat gelmiştir, “Cumhuriyet Halk Partisinin pamuk üzerinde vereceği grup önerisine ret vereceksiniz.” Bu, kesin. Bir tanesi de çıkar, okey verirse, kabul oyu verirse, ben o arkadaşımızın alnından öperim.

Burada, şunu söylüyorum, ürettiğimiz pamuk, ihtiyacımız olan pamuğun ancak yüzde 30’u kadardır. Peki, ne oldu da pamuk bu kadar düştü? Daha önceleri ürettiğimiz pamuk, ihtiyacımızı karşılarken, ne oldu bu kadar düştü de pamuk ithalcisi konumuna düştük? Bunu sorgulamak gerekir.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Hatay’da ön seçim var herhâlde!

HASAN AKGÖL (Devamla) – Hatay’da merkez yoklama, rahat ol! Rahat ol!

Ne oldu da bu hâle düştü, ithalatçı konumuna düştü, bunun sorumlusu çiftçi mi? Bunun sorumlusu pamuğu eken mi? Köylerdeki pamuk üreticilerinin sayısına bir bakar mısınız. 76 milyon nüfusumuzun azalması mı oldu? Yirmi iki yıl önceki, yirmi yıl önceki pamukçuyla şu andaki pamukçu arasında ne fark var? Tüm bunları göz önünde bulundurursak pamuk üreticisinin sorunlarının araştırılması gerektiğine inanıyorum.

Biz bunu 2011 seçim projemizde belirtmiştik, dedik ki: Çiftçinin girdi maliyetlerinin düşürülmesi gerekti. Neydi bunlar? Mazot, gübre, ilaçtaki KDV’nin yüzde 1’e indirilmesi gerekirdi. Ancak, çiftçi, girdilerinin düşürülmesi durumunda dış piyasayla rekabet eder hâle gelir demiştik ama dinleyen kim? Pamuk üreticisi veya diğer çiftçiler umurunda mı iktidarın? Hiç umurunda değil. Zaten çiftçiliği bırakmak için var güçleriyle ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Diğer ürünlerde çok mu farklı? Zeytinde, üzümde, tütünde çok mu farklı? Hepsinde aynı, değişen bir şey yok. Şimdi buradan çıkar iktidara ait bir arkadaşım, der ki: “Olur mu arkadaşlar? Bizim verdiğimiz destekleme şuradan şu rakama çıktı. Geçmişte şu kadar TL veriyorduk, bugün bu kadar TL’ye çıktı.” Ya, destekleme isteyen yok sizden arkadaşlar, destekleme isteyen yok. Alın desteklemeyi, kafanıza çalın. Siz yeter ki ürüne değer verin. O verdiğiniz desteklemeyi de zamanında ödemiyorsunuz. Buğday, mısır, hububat, pamuk… Mart ayının sonuna yaklaşıyoruz, tek kuruş ödeme yok. Bunlar 2014 yılının ürünleri. Hâlen bunların desteklemesi ödenmedi çiftçiye. Ondan sonra “Biz, çiftçinin yanındayız.” diyorsunuz.

Hatay’da bir sel oldu. Yaklaşık 100 bin dekar alan sular altında kaldı. Ha, Hatay’ın kaderi mi bu? Bu, kaçıncı sel? Daha önce, 2011’de biz şunu söylemiştik, 2012’deki selden sonra: ÇKS belgelerine bakmadan bunların tespitini yapın, çiftçinin zararını ödeyin. Nerede? Yok. 3-5 tane çiftçiye ödendi, o kadar. Peki, bu sene ne oldu? Bu sene aynı sel oldu. Nerede? Yok ortada. Bu sene tespite bile giden Allah’ın kulu yok. Bu sene kaç hektar altında su kalmış, ne yapmış, bakan bile yok. Umurunda değil ki çiftçi ne yapmış. Peki, bu çiftçinin ektiği ürünün ne hâlde olduğu, onun zararının karşılanması gündeminizde değil mi?

Ben verdim, bir soru önergesiyle sordum, dedim ki: Bu 100 bin hektarlık alanda ürünü batan çiftçiye ne yapacaksınız? Zararını karşılayacak mısınız, yardımcı olacak mısınız? Peki, bu çiftçinin batan ürününün yerine yeni ekmesi gereken ürün için bir yardımda bulunmayı düşünüyor musunuz? Cevap yok çünkü bu Hükûmet, çiftçiden vazgeçmiş durumda. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, elde avuçta kalan üç beş toprağı ilaçlamak için traktörün girmediği bölgeyi bari uçakla ilaçlamaya izin verin, o da yok; kalan mal da ölsün. Dolayısıyla, böyle bir Hükûmetle, böyle çiftçinin yanında olan bir Hükûmetle çalışıyoruz; vay milletin hâline.

Değerli milletvekilleri, sizi biraz geçmişe götürmek istiyorum. Şu anki Cumhurbaşkanı -geçmişteki Başbakan- yirmi iki yıl önce Bursa’da yaptığı bir konuşmada diyor ki: “Simit 1,5 -o zamanki parayla 1.500– lira, çay 1.000 lira; etti mi 2.500? 5 kişilik bir ailenin günlük masrafı 37.500. Otuz günle çarparsak, 1 milyon 125 bin.” Bunu Tayyip Erdoğan söylüyor, ben söylemiyorum. “Asgari ücret 910 bin lira.” Tayyip Erdoğan’ın ağzıyla konuşuyorum. “Nerede bunun elektriği, nerede bunun suyu, nerede bunun doğal gazı, nerede bunun kitabı, nerede bunun kıyafeti?” Bunları söyleyen, ben değilim. Diyor ki: “Ey zalim Hükûmet, siz bu vatandaşın neresindesiniz?”

Sene 2015. Simit 1,5 lira, çay 1 lira. 5 kişilik bir ailenin günlük masrafı 12,5 lira, aylık masrafı 1.125 lira. Asgari ücret ne kadar? 950 lira. Ne fark var? Sadece atılmış 6 sıfır farkı var.

Ben de soruyorum buradan, ey Hükûmet, ey zalim Hükûmet, dün böyle söylüyordun, bugün de ben söylüyorum sana: Neredesin? Bu adamın elektriği yok mu, suyu yok mu, telefonu yok mu, kıyafeti yok mu? Hükûmet neredesin? Tayyip Erdoğan’ın yirmi iki yıl önce söylediğini bugün kendisine iade ediyorum. Artı, arada bir fark var, yirmi iki yıl önce bu dediği kıstaslara uyan nüfus sayısı toplam nüfusun kaçta kaçıydı? Yüzde 20 ila yüzde 25’i arasıydı. Bugün kaçta kaçı? Sizin, Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in ağzından çıkan kelimeyle: Yüzde 80’i. Bakın, o zaman yüzde 20’yken bugün yüzde 80’i, Tayyip Erdoğan’ın yirmi iki yıl önce söylediği terimin bugüne uyarlanmışına bire bir uymaktadır. Ben de buradan Hükûmete diyorum: Ey zalim, ey zalim Hükûmet; yeter, vatandaşın yanında olun; yeter, sizi buraya getiren insanların yanında olun. Ama Tayyip Erdoğan’ın buradaki sandalyeleri bunu düşünecek kapasitede değil, bunu göremez. (CHP sıralarından alkışlar) “Grubu” da demiyorum, ben grup olarak görmüyorum burayı. Grup olsalar kendi özgür iradelerini, özgür ifadelerini bire bir ederler.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Sen de iskemlesin, iskemle!

HASAN AKGÖL (Devamla) – Aranızda çiftçi yok mu, pamukçu yok mu, esnaf yok mu? Hangi vicdanla buradan gidip, seçmeninize çıkıp hesap vereceksiniz?

RECEP ÖZEL (Isparta) – Göreceğiz, göreceğiz.

HASAN AKGÖL (Devamla) – Ama sizin verecek hesabınız yok. Siz insanların cebindeki 5 lirayı alıp verdiğiniz 1 lirayla gönüllerini görmeye çalışan bir Hükûmetsiniz. Ama bu vatandaş, size zamanı gelince bire bir dersini verecek.

Şimdi soruyorum buradan, buradan Tayyip Erdoğan’ın sandalyelerini işgal eden arkadaşlarıma soruyorum…

RECEP ÖZEL (Isparta) – İşgal mişgal, ne demek ya! Ya, biz size “muhalefetin işgalcileri” desek… Terbiyeli ol, terbiyeli!

HASAN AKGÖL (Devamla) – Burada pamukla ilgili sorunların araştırılmasına, gündeme getirilmesine, çiftçinin sorunlarının masaya yatırılmasına var mısınız, yok musunuz? Kesinlikle “Yokuz.” diyeceksiniz, “Varız.” deme şansınız yok. Bir taneniz de çıksın, “Pamuk sorunlarının burada araştırılmasına varım.” desin, kendisini göstersin. Burada bana rakamlarla desteklemelerin şuradan şuraya geldiğini, şu kadar ödendiğini anlatamazsınız. Sizin desteklemelerinize bu çiftçinin ihtiyacı yok, sizin vereceğiniz desteklemelere ihtiyacı yok. Siz, dışarıdan ithal edilen pamuğa vergi koyun, gümrük koyun, iç piyasadaki pamuk bitsin, ondan sonra ithalatı serbest bırakın diyorum ben.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sen kimin sandalyesisin?

RECEP ÖZEL (Isparta) – Kaç defa geldin sen buraya? Genel Kurulda hiç görmüyorduk seni, seçim de yaklaştı ya herhâlde, geldin.

HASAN AKGÖL (Devamla) - Dolayısıyla, ben grup önerime kabul oyu yönünde oy verilmesini talep ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sen kimin sandalyesisin?

RECEP ÖZEL (Isparta) – Hayırdır, hiç gelmedin buraya ya?

HASAN AKGÖL (Devamla) – Ben hep buradayım.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Sayın Başkanım…

RECEP ÖZEL (Isparta) – Yok, hiç gelmedin.

HASAN AKGÖL (Devamla) – Demek ki benim seçmenimin karşısına çıkacak yüzüm var. Sizden de aynı yüzü bekliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sen kimin sandalyesisin?

HASAN AKGÖL (Hatay) – Ben kendimin sandalyesiyim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Satır.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Sayın konuşmacı, “AK PARTİ Grubunu grup olarak görmüyorum, Tayyip Erdoğan’ın  işgal ettiğiniz sandalyeleri” gibi bir cümle kullandı.

HASAN AKGÖL (Hatay) – Evet, çok doğru.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) - Zabıtlara geçmesi adına söylüyorum: Halkın oylarıyla seçilen biz milletvekillerine, beraber mesai yaptığı milletvekillerine kullandığı bu kelimelerden dolayı kendisini şiddetle kınıyorum. İlk seçimde, kimin milletvekili olduğu, kimin oylarıyla nereden nereye geldiğini göreceğiz. Bir sonraki dönemde burada olursa kendisine de bunu göstereceğiz.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Öneri aleyhinde söz isteyen Mülkiye Birtane, Kars Milletvekili.

Buyurun Sayın Birtane. (HDP sıralarından alkışlar)

MÜLKİYE BİRTANE (Kars) – Teşekkürler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; CHP Grubunun önerisinin aleyhinde söz aldım ama lehinde konuşacağım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, ilk yıllarında bir tarım ve hayvancılık ülkesiyken günümüzde tarımdan uzaklaşmış, kentleşme sürecinin sancılarını atlatamamış bir ülkeye dönüşmüştür. 2015 rakamlarına baktığımızda, ocak ayında yüzde 8,99 artan tarım üretici fiyatları, şubat ayında 0,72 ile düşüşe geçmiştir. Tarım ürünleri üretici fiyat endeksi geçen yıla göre yüzde 13,53 oranında artmıştır. On iki aylık ortalamalara göre gerçekleşen artış yüzde 11,22’dir.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği verilerini incelediğimizde, tarımda istihdamda düşüş gerçekleşmektedir. Kasım ayında tarımda çalışan kişi sayısı 5 milyon 180 bin kişi iken aralık ayında 5 milyon 10 bin kişi olarak kaydedilmiştir. Bu da bize göstermektedir ki tarımda çalışan 170 bin kişi, 3 milyon 145 bin kişilik işsiz ordusuna katılmıştır.

Halkların Demokratik Partisi olarak yıllardır tarım alanlarının yok edilmesine karşı mücadele etmekteyiz. Ancak, mevcut iktidarın tahrip politikaları tarım sektörünü çok ciddi bir şekilde etkilemektedir.

Ülkeye baktığımızda, bir tarım ülkesi olarak ihracatını karşılayamaz bir noktaya getirmişiz. 2015 Şubat ayı rakamlarına göre yıllık tekstil ve ham maddeleri ithalatı 9,71 milyar dolar iken ihracat 8,53 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.

Rakamlara bakıldığında, üretimin tüketimi karşılamadığı ve Türkiye’nin tekstil ve ham maddelerinden kaynaklı sahip olduğu açığın 1,18 milyar dolar olduğu görülmektedir. Cari açık gibi bir sorunla başa çıkmaya çalışan ekonomik sistem, tarım alanında çalışan üreticilerin sorunlarının çözülmesi durumunda 8,5 milyar doların ülkede kalmasını sağlayabilir. Bunun için başta pamuk üreticileri başta olmak üzere tarımsal üretim yapan üreticiler korunmalı ve desteklenmelidir.

Türkiyeli çiftçiler, üretim yapabilmek için ABD’li çiftçilere göre yüzde 17 daha fazla maliyete katlanmaktadırlar. Aynı zamanda, pamuğun dünyada en yüksek maliyetle üretildiği ülke yine Türkiye’dir. ABD’de çiftçilere dekar başına 0,38 sent doğrudan destekleme primi verilmektedir. Öte yandan, ABD’de düşük faizli ürün rehin kredileri, uzun vadeli ihracat kredileri ve gelir koruma ödemeleri gibi çeşitli finansal araçlarla çiftçiler desteklenmektedir. Türkiye’de ise doğrudan destekleme primi 55 kuruştur. Mevcut durumda 80 kuruş olarak tartışılan doğrudan destekleme primi, dolardaki artış da göz önünde bulundurularak 1 TL’nin üzerine çıkarılmalıdır.

Yine, Manisa Ticaret Borsasının raporuna göre, çok önemli karşılaştırmaları da paylaşmak istiyorum: 2000 yılından 2013 yılının sonuna kadar pamuk ithalatı için yurt dışına ödediğimiz döviz tutarı 15 milyar dolardır. Bu dönemde sadece Amerika’ya ödenen döviz miktarı 8 milyar dolar olarak belirtiliyor. Ayrıca, Yunanistan’ın ürettiği pamuğun yüzde 40’ını da biz ithal etmekteyiz. Bu kısa verilerden de anlaşılacağı üzere, pamuk üretimiyle ilgili neden sıkıntı yaşadığımız açıkça görülmektedir.

Değerli arkadaşlar, Urfa, Aydın, Diyarbakır, Hatay, Adana, İzmir illeri başta olmak üzere 20’nin üzerinde ilde pamuk üretimi temel ekonomik faaliyet alanlarındandır. Türkiye, bu illerin sahip olduğu avantajları elinde bulundurmakla birlikte bu avantajları üretime dönüştürmemekte, Yunanistan, ABD, Brezilya gibi Latin Amerika ülkeleri, Orta Asya ülkeleri, Hindistan gibi ülkelerden kütlü pamuk ithal etmektedir. İç savaştan önce, Suriye de Türkiye’ye pamuk ihraç eden ülkelerden bir tanesiydi. İstatistikler de incelendiğinde, tekstil sektörünün ham maddesi olan pamuğun bu derece ihmal edilmiş olmasını anlamak mümkün değildir. Böyle bir tahribatı gerçekleştirdiği için AKP, üreticiye hesap vermelidir.

Pamuk üretiminin lokomotifi konumunda olan illere baktığımızda, kentleşmenin de yoğun yaşandığı iller olduğu görülmektedir. Yaşanan bu sosyal değişim, insanların üretimden koparıldığının da bir göstergesidir diyorum.

Kendi bölgem olan Kars’ın da Hükûmetin bu olumsuz politikalarından nasibini aldığını defalarca dile getirdim, bir kez daha anımsatmak istiyorum: Mazot, gübre ve tohum ücretlerinin yüzde 100 zamlanması nedeniyle ilde tarım ve hayvancılık yapılamamaktadır. Çiftçilikle uğraşan ailelerin çoğu ekim yapamamaktadır. Hayvancılık yapanların da sayısı yüzde 50 oranında azalmıştır. Bölgenin ve Kars halkının  tek geçim kaynağı olan bu iki alanın desteklenmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Bir noktayı daha sizlerle paylaşmak istiyorum. 1952 yılında, sadece Kars’ın değil, tüm bölgenin tarım ve hayvancılığına katkıda bulunan Kars Et ve Balık Kurumunun kapatılmasıyla bir istihdam alanı daha ortadan kaldırılmıştır. Yeniden faaliyete geçmemesi için de âdeta zemin hazırlanmış, çevresindeki arsalara yüksek binalar yapılmıştır. Tekrar bu işletmenin açılması, Kars halkına yapılacak en büyük iyilik olacaktır.

Değerli milletvekilleri, çiftçinin almış olduğu gübre, mazot ve tohum fiyatlarının yüksek olması nedeniyle gübreyi ve tohumu yetirebilmek için çaba harcayan çiftçiler doğallığın da, üretimin de düşmesine neden olmaktadırlar. Bakınız, 2002 ve 2014 verilerini karşılaştıracak olursak, Kars’ta buğday üretimi 2002’de 139.026 ton, 2014’te büyük bir düşüşle, 84.039 tona gerilemiştir. Yine, arpa üretimi 2002’de 112.156 ton iken 2014’te 85.995 tona gerilemiştir. Şimdi soruyorum: Tarım ve hayvancılık politikalarıyla övünen AKP Hükûmeti, 2002’de aldığı iktidarındaki üretimle 2014’e gelindiğinde sınıfta kalmış mıdır, kalmamış mıdır diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, öneri lehinde söz isteyen Muharrem Varlı, Adana Milletvekili.

Buyurun Sayın Varlı. (MHP sıralarından alkışlar)

MUHARREM VARLI (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisinin lehinde söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Pamuğu uzun süreden beri konuşuyoruz ama ne yazık ki pamukla ilgili, şu ana kadar atılan hiçbir olumlu adım gerçekleşmedi. Defalarca burada kürsüye çıktım ve pamuk çiftçisinin, pamuk üreticisinin ne kadar büyük sıkıntılar içerisinde olduğunu, pamuk üreticisini desteklememiz, pamuk ekim alanlarını genişletmemiz ve pamuk üretimini çoğaltmamız gerektiğini ısrarla vurgulamama rağmen, şu ana kadar hiçbir şey yapılmadı. Hep diyorsunuz ya buraya çıkınca: “Ya, eleştiriyorsunuz, eleştiriyorsunuz, çözüm?” Çözümü de söylüyoruz kardeşim, bu kulağınızdan giriyor, öbür kulağınızdan çıkıyor. Çözüm noktasında “fon” dedik, fon koymadınız, “Primi artırın.” dedik, primi artırmadınız yani şu ana kadar yapılması gereken hiçbir şeyi yapmadınız.

Bakın, bugünlerde Çukurova’da eğer havalar normale binerse -yağmur yağdı- birkaç gün içerisinde ekim başlar. Dolayısıyla, çiftçi pamuk mu ekecek, mısır mı ekecek, bunun kararını verememiş durumda. Niye? Çünkü pamuğun primini bekliyor. Siz pamuğun primini, pamuk Çukurova’daki veya diğer alanlardaki ekim alanları ekildikten sonra belirledikten sonra hiçbir anlam ifade etmiyor. Şimdiden primi belirlemeniz lazım ki çiftçi ona göre kararını versin, pamuk mu ekecek, mısır mı ekecek. Biz defalarca dedik ki: “Türk çiftçisine dünya standartlarında katkıda bulunun, faydalı işler yapın, Türk çiftçisini rekabete zorlayın.” Ama hiçbirisini yapmıyorsunuz.

Sayın Ekonomi Bakanı da burada, Adana’ya geldiğinde ziraat odası başkanlarıyla, çiftçilerle yapılan toplantıda orada işte çiftçiler 1 TL yani eski parayla 1 milyon lira prim desteği istiyorlar, Sayın Bakan da diyor ki: “Hükûmetin teklifi 550 bin lira geçen yıl yani eski rakamla, şimdi yeni rakamla 55 kuruş. Gelin, bunun ortasını bulalım, 75 kuruş yapalım yani eski rakamla 750 bin lira.” Fakat şu ana kadar daha hiçbir şey yok ortada, hiçbir belirleme yok. Ya, arkadaş, Allah aşkına, bir an önce şu fiyatları belirleyin, prim desteklerini belirleyin de çiftçi de bir karar versin ne ekeceğine.

Bakın, pamuk hakikaten endüstriyel bir bitki. Ülkemizde tekstil sanayisiyle övünüyoruz. Dünyada tekstil sanayisi rekabet içerisinde. Siz kendi ham maddenizi başka ülkelere teslim ederseniz nasıl rekabet edeceksiniz diğer ülkelerle? Bunun hiç hesabını yapan yok. Yani, Türkiye pamuk üretebilecek bir iklime sahip, pamuk üretebilecek çiftçimiz var, bilgi birikimi var. Çukurova eskiden Türkiye’ye yetebilecek kadar pamuk üretirken şu anda Türkiye'nin ihtiyacının ancak yüzde 10’unu karşılamış; Çukurova, bakın, ancak yüzde 10’unu karşılamış. Niye? Çünkü çiftçi para kazanamıyor ki pamuktan, onun için de ekmekten vazgeçiyor, gün geçtikçe mısıra yükleniyor, başka bitkilere yükleniyor, dolayısıyla da toprak her geçen gün çoraklaşmaya başlıyor.

Ben burada defalarca söyledim. Bakın, topraktan alın teriyle ekmek kazanan bir çiftçi arkadaşınızım, toprağın nasıl ekildiğini, dikildiğini bilirim; toprağın nasıl çoraklaştığını, nasıl kötüye gittiğini çok iyi bilirim. Mısır üç sene, beş sene üst üste ekildiği zaman toprağı çoraklaştırıyor, artık o toprağı kurtarma şansınız yok ama pamuk ektiğiniz zaman toprak gençleşir, istediğiniz ürünü birkaç sene üst üste ekebilirsiniz. Şimdi, bakıyoruz, çiftçiyi mısır ekmeye zorluyorsunuz. Türkiye’nin mısır ihtiyacı 6 milyon ton, bilemediniz 7 milyon ton. Bir de gidiyor, Romanya’da, Ukrayna’da, efendim, dünyanın değişik ülkelerinde mısır anlaşması yapıyorlar; 1,5 milyon, 2 milyon ton da ithal mısır getiriyorlar Türkiye’ye, oldu mu 9 milyon ton, 10 milyon ton. Şimdi, Türkiye’nin ihtiyacı 5-6 milyon tonken bu fazlalıkta çiftçi nasıl para kazanacak? Dolayısıyla, mısır da para etmeyecek. O da sanayide değerlenmeyince, yeterli değeri bulamayınca çiftçi mısırdan da zarar edecek ama bir miktar pamuk, bir miktar mısır ekilirse hem pamuk ihtiyacımız karşılanmış olacak hem mısır ihtiyacımız karşılanmış olacak. Dolayısıyla, fazlalık olmadığı için de çiftçi para kazanmış olacak. Biz bunların hesabını yaparken ne yazık ki Hükûmetten şu ana kadar bununla ilgili hiçbir kıpırtı yok. Yahu, gelin, pamuğun prim desteğini artıralım bari. Bir önceki yıl, bakın, 2013’te pamuğu eski parayla 1 milyon 800 bin liraya satan çiftçi, geçen yıl eski parayla 1 milyon 200 bin liraya yani 2015 yılına girerken 1 milyon 200 bin liraya sattı. Hani, hep övünüyor ya Hükûmetiniz “Nereden nereye.” diye. Bakın, ben size bir örnek vereyim: 2002’de 1 kilo pamukla 3 kilo gübre alan çiftçi şu anda ne yazık ki 1 kilo pamukla 1 kilo gübre dahi alamıyor arkadaşlar. İşte nereden nereye getirdiğiniz belli, çiftçinin durumunu nereden nereye getirdiğiniz belli. Mazot derseniz, hakeza. O zamanki rakamlarla 1 kilo pamukla 1 litre mazot alabilen çiftçi şu anda ne yazık ki 3 kilo pamukla ancak 1 litre mazot alabiliyor. İşte çiftçiyi getirdiğiniz durum burası.

Arkadaşlar, bakın, tekrar söylüyorum: Eğer Türk sanayisini -efendim, bu kumaş sanayisini, iplik sanayisini- geliştirmek istiyorsak pamukçuluğu geliştirmemiz lazım. Pamuk aynı zamanda istihdam sağlayan bir ürün, yani bugün Türkiye’de en fazla istihdam sağlayan ürünlerden bir tanesidir pamuk.  Kazması vardır, toplaması vardır, efendim, ilaçlaması vardır, bunların hepsi işçilik gerektiren şeylerdir. Ama pamukçuluk bittiği için ne yazık ki Çukurova’da şu anda mısıra veya değişik ürünlere yükleniliyor, onlardan da artık çiftçi para kazanamaz hâle geldi. Dolayısıyla, çiftçinin durumu gün geçtikçe sıkıntıya giriyor.

Bakın, biz dünyaya uçak satamıyoruz, gemi satamıyoruz, efendim, ne bileyim, otomobil satamıyoruz -yani satıyoruz da ara madde olarak satıyoruz- dolayısıyla, ağır sanayisi gelişmemiş bir ülkeyiz. Biz dışarıya ne satacağız? Narenciye satacağız, domates satacağız, biber satacağız, patlıcan satacağız, pamuk satacağız, buğday satacağız. Ama ne yazık ki, bakın, ne yazık ki, topraklarımız buna müsaitken, insanlarımız buna müsaitken, ekmeyi, dikmeyi, biçmeyi biliyorken, biz dışarıdan buğday ithal ediyoruz, biz dışarıdan pamuk ithal ediyoruz. Şu anda dünyanın en büyük pamuk ithal eden ülkelerinden bir tanesiyiz. Niye biz yapmıyoruz kardeşim bunu ya? Hadi, uçak satıyor olsak anlayacağım, füze satıyor olsak anlayacağım, nükleer başlık yapıp satıyor olsak anlayacağım da, yani biz pamuk dahi satamıyoruz, dışarıdan ha bire pamuk alıyoruz.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Biz onları da yapacağız.

MUHARREM VARLI (Devamla) – Sana kalırsa çok şey yaparsın Recep sen… Neyse, beni konuşturma buradan şimdi, dur. Sen anlamazsın bu işlerden.

Şimdi, bakın, primlerle ilgili yükseltme kararı alınmadığı gibi bir önceki yılın prim desteklemesi de ödenmedi. Bakın, pamuk ekim zamanı geldi, mısır ekim zamanı geldi, çiftçi tohumunu alacak, efendim, mazotunu alacak, gübresini alacak ama desteklemelerden daha şu ana kadar hiçbir haber yok.

Arkadaşlar, bakın, bu çiftçi üvey evlat değil. Çiftçiyle ilgili bir şey istediğimiz zaman, Maliye Bakanlığı veya Ekonomi Bakanlığı veya hazine diyor ki: “Ek yük getiriyor.” Ya bu ülkede sadece bu çiftçi mi ek yük kardeşim! Yani 1.100 odalı saray ek yük değil, efendim, bilmem, ayakkabı kutularında saklanan dolarlar ek yük değil, efendim, onlara ödenen faizler ek yük değil ama çiftçiye istediğimiz zaman “Ek yük getiriyor.” Ya, bırakın da biraz da çiftçi ek yük getirsin ya! Alnının teriyle bu ülkede üreten insanlar çiftçiler, bırakın da biraz bunlar ek yük getirsin. Ama her defasında bunları söylüyorsunuz ve geçiştiriyorsunuz.

Şimdi, arkadaşlar, yine gübre fiyatları ekim zamanı başladı mı birdenbire 300 lira, 400 lira artış gösteriyor. Ya, eğer gübre 800 liradan kurtarıyorsa üreticiyi niye kardeşim mısır ekimi başladığı zaman 1 milyon 200 bin liraya çıkıyor bu gübre? Niye bunun tedbirini almaz bu Hükûmet? Niye serbest piyasada veya kendisi sübvanse ederek veya gübre fabrikalarını yeniden canlandırarak bunun önlemini almaz? Yani dün, daha bir ay önce “3-15 gübre” dediğimiz taban gübresi veya “20-20” dediğimiz taban gübresi 850 liraydı, şu anda 1 milyon 250 lira. Arada 400 lira fark var. Bu kimin cebinden çıkıyor? Türk çiftçisinin cebinden çıkıyor. Yani her defasında burada söylüyorum tedbir alın diye, öneri getiriyorum şu şekilde yaparsanız önlersiniz diye ama bu kulağınızdan giriyor, bu kulağınızdan çıkıyor. Niye? Tuzunuz kuru kardeşim, tuzunuz kuru. Sizin çiftçiyle ilgili bir probleminiz yok, bir hesabınız kitabınız yok. Siz para kazanma yöntemini öğrenmişsiniz, dolayısıyla da “Çiftçi ne hâli varsa görsün.” Ölmüş mü kalmış mı, batmış mı, çoluğunun çocuğunun rızkını çıkartabiliyor mu, böyle bir hesabınız yok. Ancak oradan, hatta söylediklerinizi de, böyle sanki çiftçiyle dalga geçer gibi “Onu da yapacağız, bunu da yapacağız.” gibi, aklınız ermeden de bu tip şeyleri de söylüyorsunuz yani. Yakışık almıyor arkadaşlar, yakışık almıyor. Çiftçi, sofranıza en lezzetli yiyecekleri getiren insanlar, onları üreten insanlar. Bu çiftçiyi korumak da bizim görevimiz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Öneri aleyhinde söz isteyen Mehmet Şükrü Erdinç, Adana Milletvekili.

Buyurun Sayın Erdinç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun vermiş olduğu grup önerisi aleyhine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi, ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı, çiftçilerimizi, pamuk üreticilerimizi, pamuk üretiminde çalışan bütün işçilerimizi  gönülden saygıyla selamlıyorum.

AK PARTİ olarak, güçlü bir ülke olma yolunda, değişime ve dönüşüme öncülük eden bir parti olma vizyonumuzla hareket ediyoruz. Bu vizyon çerçevesinde, iktidara geldiğimiz 3 Kasım 2002’den bu yana geçen yaklaşık on üç yıllık süre zarfında milletimize her alanda hizmet etmeye çalıştık. Hamdolsun, geride bıraktığımız bu süre zarfında milletimize gerçekten çok önemli hizmetler yaptık ve milletimize karşı mahcup da olmadık. Bu sürede vermiş olduğumuz sözlerin hepsini yerine getirmeye çalıştık ve getirmeye de devam edeceğiz. Verdiğimiz her sözün bugüne kadar hayata geçtiğini milletimiz bütün seçimlerde gösterdi.

Gerçekten on üç yıllık süre zarfında birçok alanda -eğitim alanında- birçok kronikleşmiş sorunu çözerek bunları hayata geçirdik. Sağlıkta değişim ve dönüşümle vatandaşlarımızın sorunlarına çözüm ürettik ve bu çerçevede de bu alanda dünyada örnek alınan bir ülke hâline geldik. Adalet alanında yaptığımız, ulaşım alanında yaptığımız, emniyet, sosyal devletle ilgili yaptığımız çalışmalar ve yatırımlarla vatandaşlarımıza hizmet etmeyi her zaman bir borç olarak gördük ve bunu da yerine getirdik, çözüm ürettik.

Tabii, bu çerçevede baktığınızda tarım alanında yaptığımız çalışmalar da gerçekten önemlidir. Ülkemiz tarımı, hayata geçirilen reformlarla Türkiye’nin değişim ve dönüşümünü en hızlı yaşayan ve yaşatan sektörlerin başında olmuştur. Tabii, bu sektörün önemli ürünlerinden birisi de pamuktur. Bizden önce çıkan arkadaşlarımız pamukla ilgili birçok değerlendirme yaptılar, çeşitli şeyler söylediler. Burada pamukla ilgili birçok veri var, bunları paylaşabiliriz ama bu kürsüde bu verileri paylaşmanın çok da makul olduğunu düşünmüyorum. Zira yaklaşık dört yıldır görev yaptığım bu süre zarfında bu kürsüden çeşitli zamanlarda bu veriler paylaşıldı ama her seferinde de benzer konularda araştırma önergeleri, grup önerileri Meclis gündemi içerisine alınmaya çalışıldı.

Tabii, pamuk, sadece Türkiye'de değil dünyada da önemli ürünlerden biri; başta tekstil sektörü olmak üzere, kimya, yem sanayisi ve diğer alanlarda da çok önemli bir ham maddedir. Bu ham maddeyi sadece üretim açısından veya hasat ürünü olarak değerlendirmenin de yeterli bir değerlendirme olmadığını düşünüyorum. Zira, bu çerçevede baktığımızda, 1970’li yıllarda Türkiye pamuk ürününü bir ham madde olarak ihraç eden bir ülkeydi. Ama bu pamuğu ham madde olarak kullanıp ham madde çerçevesinde üretilen ürün olarak ihraçlarına baktığımızda böyle bir kalemin olmadığını görüyoruz. Ama bugün tekstil sektörünün gelmiş olduğu aşama pamuk sektörünün de ne kadar iyi bir konumda olduğunu, vatandaşlarımızın bu çerçevede yapmış olduğu çalışmaların da nasıl uygun görüldüğünü hepimiz görmekteyiz.

Tabii, burada bizden önceki konuşmacılara baktığımızda, özellikle grup önerisi veren arkadaşımız grup önerisine destek isterken çeşitli değerlendirmeler yaptı ama ben şunu da gördüm: Kendisinin söylediklerinin mutlak doğru olduğunu kabul ettiler, kendi fikrinde olmayanı yanlış, önergeye “hayır” diyenleri de pamuk üreticisinin, pamuğun karşısında bir kesim olarak göstermeye çalıştılar. Biz bu zihin yapısını asla kabul etmiyoruz. Biz her zaman olduğu gibi doğruyu toplumun kararında aramaya devam edeceğiz.

Araştırma komisyonları gerçekten önemli çalışmalar yapıyorlar ama şu da iyi bilinmelidir ki AK PARTİ hükûmetlerinde görev alan bakanlarımız ve bakanlıklarımız da gerçekten kendi görev alanlarıyla ilgili olan çalışmalarda araştırma komisyonlarını aratmayacak şekilde çalışmalar yapmaktadır.

AK PARTİ toplumun ihtiyaçlarını çok iyi bilmektedir. “Her alanda, her sorunu çözdünüz mü?” derseniz, çözemedik, eksikliklerimiz var ama takdir edersiniz ki doksan yılın birikmiş sorunlarını on üç yılda çözmek de mümkün değildir. Ama şu da iyi bilinmelidir ki bugüne kadar milletimizin ihtiyaçlarını çözen AK PARTİ bundan sonra da bu sorunlara, ihtiyaçlara çözüm üretmeye devam edecektir. Yine milletimizin sorunlarını, ihtiyaçlarını çözecek olan yegâne parti AK PARTİ’dir.

Burada çeşitli değerlendirmeler yapıldı özellikle ilk çıkan arkadaşımızın söylediği değerlendirmeler çerçevesinde şunu belirtmekte fayda olduğunu düşünüyorum: AK PARTİ Grubunda yer alan bütün milletvekili arkadaşlarımızın Cumhurbaşkanımız, kurucu Genel Başkanımızın Recep Tayyip Erdoğan’la, Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’yla yol yürümekten, onlarla birlikte milletimize hizmet etmekten onur ve gurur duyduğunu herkesin bilmesi gerektiğini düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu çerçevede Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhinde olduğumuzu, aleyhine oy kullanacağımızı, gündemimizin yoğunluğu sebebiyle, birazdan görüşülecek olan gensoru ve akabinde milletimizin ihtiyaçlarını karşılayacak kanunlar çerçevesinde grup önerisinin gündeme alınmaması gerektiğini düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunacağım.

III.- YOKLAMA

 

(CHP ve MHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

ENGİN ALTAY (Sinop) - Yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Yoklama talebi var, yerine getireceğim.

Sayın Altay, Sayın Hamzaçebi, Sayın Susam, Sayın Kaplan, Sayın Toprak, Sayın Düzgün, Sayın Türmen, Sayın Gök, Sayın Köktürk, Sayın Öztürk, Sayın Haberal, Sayın Aldan, Sayın Akgöl, Sayın Akar, Sayın Özkes, Sayın Işık, Sayın Kalaycı, Sayın Şimşek, Sayın Bulut ve Sayın Serindağ.

Üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

 

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

3.- CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan, pamuk sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (10/963) ön görüşmelerinin Genel Kurulun 16 Mart 2015 Pazartesi günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.21 

 

YEDİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.30

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77’nci Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.

Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

Bu kısımda yer alan Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Bilgöl Milletvekili İdris Baluken’in kalkınma plan ve stratejilerinin oluşturulması sürecindeki görevini yerine getirmeyerek ve KOBİ’leri yeterince desteklemeyerek çevresel, ekonomik ve sosyal problemlere zemin hazırladığı iddiasıyla Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin (11/46) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlayacağız.

 

X.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, kalkınma plan ve stratejilerinin oluşturulması sürecindeki görevini yerine getirmeyerek ve KOBİ’leri yeterince desteklemeyerek çevresel, ekonomik ve sosyal problemlere zemin hazırladığı iddiasıyla Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/46)

BAŞKAN – Hükûmet? Yerinde.

Önerge daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve Genel Kurulun 9/3/2015 tarihli 72’nci Birleşiminde okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 99’uncu maddesine göre, bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasi parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri önerge sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır.

Şimdi söz alan üyelerin isimlerini okuyorum:

Önerge sahibi Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili; gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mehmet Günal, Antalya Milletvekili; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Adil Zozani, Hakkâri milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Rahmi Aşkın Türeli, İzmir Milletvekili; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Cahit Bağcı, Çorum Milletvekili ve Hükûmet adına Cevdet Yılmaz, Kalkınma Bakanı.

Şimdi söz sahibi, önerge sahipleri adına Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.

Buyurun Sayın Kaplan.

Süreniz on dakikadır.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi olarak özellikle kalkınma plan ve stratejilerinin oluşturulması sürecindeki görevi nedeniyle Sayın Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkında bir gensoru önergesi verdik. Sanıyorum ilk gensoru, değil mi Sayın Bakan?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Evet.

HASİP KAPLAN (Devamla) – İlk defa millî olacaksınız sayemizde! Ekonomiyle ilgili gensorular çok önemli Türkiye'nin geleceği açısından çünkü akabinde Ekonomi Bakanı var, onun akabinde yine ekonomi koordinasyonundan sorumlu Başbakan Yardımcısı Sayın Babacan var.

Özellikle şunu belirtmek isteriz ki bir ülkenin kalkınması iktidarı ve muhalefet partileriyle ortaklaşılarak, devletin ilgili kurumlarının katılımıyla planlanan bir çalışmadır. Ancak, ne hikmetse AK PARTİ iktidarları döneminde mesele enerji olunca, mesele su olunca, mesele kalkınma olunca bütün bu ekonomi bakanlıklarında muhalefetin dışlandığı ve kaynakların, aktarılan kaynakların özellikle İhale Kanunu’nda 190 defanın üstünde değişiklik yapılarak yandaş işverenlere, müteahhitlere iş verildiği ve bunun sonucu olarak da hedeflenen kalkınmanın, ekonominin gelişmesinin sağlanamadığı ayan beyan ortadadır.

Size şunu ifade etmek istiyorum, çok basit bir göstergeden yola çıkarak Sayın Kalkınma Bakanına Şunu ifade etmek istiyorum: GAP Projesi devasa bir proje, kırk yıllık bir proje arkadaşlar. Şu an Türkiye’nin HES elektrik enerjisinin yüzde 48’ini karşılayan bu devasa projelerin içinde ilk amaç sulamaydı arkadaşlar. 1 milyon 782 bin hektar arazinin sulanması, Harran Ovası’ndan, Bozova’dan, Suruç’tan, Ceylanpınar’dan, Viranşehir’den Kızıltepe’ye, Mardin Ovası’na, oradan Nusaybin, İdil, Cizre ve Silopi’ye kadar olan bir alanın sulanmasıydı ve bu sulamanın getireceği korkunç bir tarım endüstrisiydi, bir kalkınma modeliydi ve burada, Türkiye’nin geleceğini etkileyen, dünyanın sayılı en büyük projelerinden biri olan GAP Projesi’ne -açık ifade etmek istiyoruz, çok açıklıkla ifade etmek istiyoruz- on üç yıllık AK PARTİ iktidarı döneminde İşsizlik Fonu’ndan ayrılan 32 milyar liranın, maalesef, ilgili alanlara harcanmadığını, doğru yatırım yapılmadığını, doğru planlama yapılmadığını, sadece sulamayla ilgili, AK PARTİ iktidarları döneminde, daha önce yüzde 17 olan, 280 bin hektar civarındaki sulamanın yüzde 22 oranına çıktığını ifade etmek istiyoruz, en son da yüzde 27 oranına bir çıkıştan bahsediliyor.

Şimdi, bunu, gerçekten, böyle ifade ederken şu verilere bakmanızı çok açıkça ifade etmek istiyorum: GAP bölgesi, 75 bin 358 kilometrekarelik bir alanı kapsıyor ve küresel kriz esnasında Türkiye’yi uçuracak projelerin, tarım endüstrisinin, tarım sanayisinin, işsizler ordusuna müthiş rahatlık getirecek istihdam alanının ve müthiş yatırımların gelişebileceği bir alan olmasına rağmen, şu an 9 il, Diyarbakır, Şanlıurfa, Adıyaman, Batman, Gaziantep, Kilis, Şırnak, Mardin ve Siirt illerimiz… Mardin’de, Şanlıurfa’da ve diğer alanlarda sulama kanalları bitirilmediği için tarımsal sulama elektrik enerjisiyle yapıldığından, maalesef, Hükûmetin torba kanunlarda aldığı sayaç takma kararlarına rağmen, Şanlıurfa’da bu konuda ciddi krizler yaşanmış, ciddi problemler doğmuştur.

Şimdi, soruyoruz: Yer altından geçirdiğiniz ve depolamak üzere sulama sistemi için ayırdığınız bu para ne oldu? Parça parça verdiğiniz ihaleler niye zamanında gerçekleşmedi? Niye tarım, sulama istenilen planlamada gelişmedi? Sulama projesinin 2014’e kadar ancak yüzde 17,3’ü neden tamamlanabildi ve neden 1,8 milyon hektar arazinin sadece yüzde 20’si, üstelik on üç yıllık iktidarınız döneminde sulanabiliyor? Maalesef, bölgenin gayrisafi millî hasıladan aldığı pay da Türkiye ortalamasının çok altındadır. Bırakın onu, en büyük işsizlik oranının da bu bölgede olduğunu düşündüğünüz zaman -Batman, Mardin, Siirt, Şırnak, Adıyaman- en fazla yeşil kartlıların da Şanlıurfa’da olduğunu düşündüğünüz zaman, bu Hükûmetin sadece Şanlıurfa’ya gidip oy almaktan başka yaptığı yatırımların, GAP projelerinin, hiçbirisinin hayata geçmediğini görüyoruz. Neden görüyoruz, neden anlıyoruz? Çünkü, hep böyledir, başarısızlık söz konusu olduğu zaman seçimler gelir. Seçimler gelince bir atak başlar. Bu atağı Sayın Başbakan Davutoğlu Mardin’de bir “GAP Eylem Planı” olarak açıkladı. Kırk yıllık GAP Planı’nın adı “Yeni Güneydoğu Projesi GAP Eylem Planı (2014-2018)” oldu. Kırk yıllık projeyi dört yıla sığdırmak ve dört yılda bütün alanları sulamak... Bütün temel misyon, GAP kalkınma sürecinin sürdürülebilirliğini kılmak, sulama oranını artırmak değil, 1,1 milyon hektara çıkarmak.

Arkadaşlar, hesap kitap bilmiyor musunuz? Çıkardınız, on üç senede çıkara çıkara yüzde 20’sini sulayabildiniz. Hadi, 1 milyon 782 bin hektarda 300 bin hektara çıkardınız... 1,1 milyon hektar sulama ve bunun için ayrılacak para 26 milyar lira. 32 milyar lira yetmedi mi? Nereye gitti 32 milyar lira? İşsizlik Fonu’ndan aktarılan bu para nereye gitti? Viranşehir’de niye su akmıyor? Mardin Ovası’ndaki, Kızıltepe’deki, Derik’teki vatandaş niye elektrikle yeraltından su çekiyor hâlâ? Elektrikle sulama yapıp bedeli, masrafı üretiminden pahalı bir durum yaratıyorsunuz. Vicdan yok mu sizde? 32 milyar harcayıp o suyu Mardin Ovası’na akıtmayan başarısızlığın bir siyasi faturası olur arkadaşlar, bir siyasi bedeli olur, bunu anlatmak gerekir.

Şimdi, Başbakan kalkmış, rüyalar, pembe hikâyeler anlatıyor; “Yeni GAP Projesi.” Kırk yıllık GAP’ı yeni proje ve ayıracağı 26 milyar lirayı da bütün bunlar için, çözecek şeyler söylüyor. Bunlar kabul edilemez şeylerdir. Yerel yönetimleri dışlayarak, üniversiteleri dışlayarak, halkı dışlayarak halkın bilgisini, referandumunu hiçe sayarak Ankara’nın merkezinden paraları yandaşlara ihaleyle verip “Bunlar yer altında su kanalları açıyorlar.” demekle kimseyi kandıramazsınız. Mardin Ovası’nda sarı başaklar kuruyor ve bu halk bunun hesabını soruyor. O alanlarda onun için oy alamıyorsunuz, suyun gitmediği yerlerde oy alamıyorsunuz. Onun için, böyle bir gensoruyu verdik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASİP KAPLAN (Devamla) – Umarız ki bundan ders çıkarırsınız. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mehmet Günal, Antalya Milletvekili.

Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Maalesef, kalkınmadan, ekonomiden bahsediyoruz ama tamamen siyasi gündeme kilitlenmiş kısır çekişmelerle, sanal kayıkçı kavgaları gündemi meşgul ediyor. Şu anda yukarıda, komisyonda bir torba kanun görüşüyoruz; iki saatten fazla somut soru soruyoruz, cevap yok, ilgili kurumun genel müdürü yok. Nasıl bir kanun yapma işi, nasıl bir teknoloji, nasıl bir iştir, benim aklım ermiyor Sayın Bakanım.

Kalkınma Bakanlığı var; kalkınma yok, adı var. Plan var, uygulama yok. Eylem planı var, eylem yok. Ya, iki saatten fazla somut soru soruyoruz -çok somut söylüyorum, şimdi devam ediyor, oradan geldim tekrar gideceğim- ilgili Anadolu Ajansının Genel Müdürü yok; hâlâ bekliyoruz, İnsan Kaynakları Müdürü geliyor. Böyle bir şey olur mu ya?

Ya, siz, Meclisi hiçe sayıyorsunuz, komisyonu hiçe sayıyorsunuz. Meclis, sadece birkaç siyasi şeyin çıkarıldığı bir yer hâline gelmiş. Ekonomi ne oluyor? Kalkınma ne oluyor? Sağlık kendi hâline... Sayın Cumhurbaşkanı ile onun birisi jöleli olan birkaç danışmanı ekonomiyi kimseye sormadan, her türlü şeyi bilir bir şekilde yönetiyorlar. Bu nasıl bir iştir Sayın Bakanım? DPT kalktı, “rahmetli DPT” diyorum burada, arkadaşlar dikkate almıyor. Bir kurum kalmadı, hiçbir kanunla ilgili… Orada DPT’nin bir yeri vardı Sayın Bakanım -arkadaşlar söylüyor olabilir- orada bir masası vardı; o uzmanlar gelirdi oraya.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – DPT bakanlıklar üstüydü.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Yani, şimdi orası kalkmış, hiçbir şeyle ilgili görüş alamıyoruz. Böyle bir şey olabilir mi? Arkadaşlarımızın ihtiyacı olabilir ama Sayın Bakana söylüyorum: Bakın, orada DPT’nin bir tabelası vardı, bütün bakanlıkların üstündeydi, her konuda gelip görüş beyan ederlerdi, bir kere zaten kanun oraya giderdi; şimdi böyle bir şey kalmamış.

Defalarca konuştuk, kalkınmanın temel dinamikleriyle ilgili bir sürü kanun var. Ben size soruyorum: Kaç tane dönüşüm programı açıkladınız, güzel; 3 paket de Sayın Başbakana açıklattınız, 1.000 dediniz, 1.200 dediniz, 1.400 oldu -böyle saçma sapan şey olmaz ama- kaç tanesini gerçekleştirdiniz bir söyleyin bakalım, kaç aydır yapıyoruz? Hangi düzenlemeler yapıldı, bununla ilgili ne yapıldı? Ortada bir şey yok. Yani, öncelikli dönüşüm programı, eylem planı yapmaktan bunları uygulamaya vakit kalmıyor.

Değerli arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi? Peki, ekonomideki sorunları çözmesi gerekenler ne yapıyor? En başta Sayın Bakan burada. Birbirleriyle atışıyorlar, o ona çakıyor, öteki bir şey diyor, Sayın Cumhurbaşkanı hepsine birden kızıyor, sonra topluyor böyle, garip garip toplantılar yapılıyor. Böyle bir ekonomi anlayışı olur mu, böyle bir yönetim anlayışı olur mu, böyle bir kalkınma olur mu? Yani, bir gün diyorsunuz ki: “Bu faizleri yükseltenler, düşürmeyenler vatan hainidir.” İki gün sonra buluşuyorsunuz, hiçbir şey olmamış gibi açıklama yapılıyor. Ekonomiden sorumlu bir sürü bakan var ama hiçbirisi diğeriyle oturup herhâlde görüşemiyor, Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısı yapılıyor, Ekonomi Koordinasyon Kurulundaki 4 bakanın 2’si bu tarafa geçmiş, Erdoğancı olmuş, daha doğrusu gazcı olmuş; öbürü bu tarafa geçmiş, Gülcü olmuş yani frenci olmuş. 2’si kalkıyor, diğer 2’sini faiz lobisi olmakla suçluyor Sayın Erdoğan’dan tarafta yer alıp. Böyle bir çekişme içerisinde... Peki, o sorunlar nasıl çözülecek Sayın Bakanım?

Gelmiş, toplantıya çağırmış, enteresan şekilde. Ben de açtım baktım. Hani, 130 sayfalık sunum yapmış ya Merkez Bankası Başkanımız. Sayın Cumhurbaşkanı da “İşi tatlıya bağladık.” diyor ya, herhâlde tatlı yemişler, ondan dolayı “Tatlıya bağladık.” diyor. Anlamadım, nasıl tatlıya bağlandıysa! Yahu, vatana ihanet suçlaması nasıl tatlıya bağlanır? Faiz düştü mü? Düşmedi. Bizim haberimiz yok, Para Politikası Kurulu toplandı da bir karar mı aldı? Almadı. Peki, neyi tatlıya bağladı, kim kimden özür diledi, ben bunu anlamadım. “Böyle bir ekonomi yönetimi olur mu?” diye onun için söylüyorum.

Şimdi, burada “Ekonomik Gelişmeler” demiş. Bakın, Sayın Babacan ile Sayın Merkez Bankası Başkanının sunduğu sunumun özeti şu, özet olarak söylüyorum: “Sayın Cumhurbaşkanım, böyle, sizin bu jöleli danışmanın dediğiyle falan bu ekonomi olmaz.” İçindeki sunumlar. “1) Kur Gelişmeleri

2) Dış Ticaret Gelişmeleri

3) Enflasyon ve Faiz

4) Yatırımın Belirleyicileri.” Ne demek bu? “Vallahi kardeşim, kurlar zaten yurt dışında da artıyor. Dış ticarette de sıkıntı var. Cari açığımız var, bizim bunu finanse etmemiz lazım.” Arkasından da enflasyon ve faiz göstergelerini kurmuşlar, diyorlar ki: “Bu enflasyon düşmeden zaten faiz düşmez. Kurdaki artıştan dolayı da enflasyonda biz düşüş beklemiyoruz. Nitekim, beklenti anketini de yayınladık. Yıl sonu enflasyon beklentimiz de yüksektir.” E, onun sonucunda da dönmüşler, “Yatırımın Belirleyicileri” var. Şimdi ilginç tarafını size oradan okuyayım, ayrıntısına girmeden. Yani, kim kime ders vermiş, kim kimi tatlıya bağlamış, orasını söyleyeceğim. “Yatırımın Kaynakları” diyor, başlık yapmış iki tane sunumda; diyor ki: “Yurt içi: Mevduat ve Bireysel Emeklilik Fonları. Yurt dışı: Mevduat ve Yatırım Fonları.” Yani, sıcak para yani bizim cari açığı finanse edenler. Şimdi, önce onu yazmış. Çok sakin, imalı bir şekilde anlatıyorlar. Sonra, “Yatırımların Faiz Dışındaki Belirleyicileri.” Ben de aynen sunumdaki gibi söylüyorum: “Olumlu: Güven ve istikrar. Olumsuz: Belirsizlikler.” İsterseniz buna da bir dip not düşelim: Sayın Babacan Uludağ’daki ekonomi zirvesinde konuşurken söylüyor “Dış kaynaklar var evet ama kısmen içimizdeki tartışmalar –çok kibar söylemiş- içimizdeki tartışmalar da bunun biraz daha yükselmesine neden olmuş olabilir.” Kimin içindeki tartışmalar? Yani Hükûmetin kendi içinde ve Cumhurbaşkanının bakanıyla, kendi bakanlarıyla yapmış olduğu tartışmalardan bahsediyor.

Peki, sonra ne demiş? Asıl Sayın Bakanı da ilgilendiren kısmına gelelim şimdi: “Yatırımların faiz dışındaki belirleyicileri.” Devam ediyor olumlu, olumsuzu yazdıktan sonra: “Yapısal reformlar tasarrufları, geleceğe ilişkin güveni ve istikrarı daha artıracak.” Yani “olumlu” dediği kısmın neyle ilişkili olduğunu söylüyor; yapısal reformlarla. Başka? “Bu yolla yatırım eğiliminde ilave bir artış sağlanacak.” Faiz dışındaki belirleyicilerin… Yani “Sen ikide bir bize çakarsan, senin her konuştuğundan sonra dolar yükselirse, gösterge faiz 6,5’tan 8 küsura çıkarsa sen o olumsuzluğun, sen o istikrarsızlığın kaynağısın.” diyor, kibarca bunu söylüyor.

Ee, peki şimdi ne olacak? Hani Oslo görüşmeleri çıktığında bir “şeref” tartışması olmuştu, şimdi de “hain” tartışması var yani bu da mı ortada kalacak? Hain kim? Değilse, nasıl tatlıya bağladılar? Sayın Cumhurbaşkanı Sayın Başçı’dan ve Babacan’dan özür diledi mi ben merak ediyorum. Yapılan açıklamalarda hiç öyle bir şey yok. “Biz oturduk konuştuk, gerektiğinde yine konuşuruz.” diyor. Böyle bir yönetim olamaz. 2 danışmanın şeyiyle gidersek yani daha veciz söylemem gerekirse “Kılavuzu jöleli olanın burnu krizden kurtulmaz.” Sayın Cumhurbaşkanının kendi işine bakması lazım, bu işleri     -aynen dediği gibi- Merkez Bankasına, ilgili bakanlara bırakması lazım. Ama, az önce belirttiğim gibi, şimdi bakanlara bakıyoruz farklı yerlerde; Ekonomi Bakanına bakıyoruz başka bir şey söylüyor, öbür taraftan sürekli eylem planı çıkarmışız. Öncelikli konumuz ne, neden yükseliyor? Az önce Merkez Bankasının sunumundan başlıkları söyledim. Niye muhtacız? Dış ticaret açığımız var, sonucunda cari açığımız var yani tasarrufumuz yetersiz. Tasarrufu nasıl artıracağız? Üretimi artırarak yapacağız. Peki, bunlar böyle birbiriyle kavga ederse… En son söylediğimiz “yapısal reform” ne demek? Gerekli yasal düzenlemeleri çıkarmak demek. Peki, gerekli yasal düzenlemeleri kim çıkaracak? Meclis çıkaracak. Kim hazırlayacak? Bakanlar hazırlayacak, Bakanlar Kuruluna sunacak. Ama, Sayın Bakanın hazırladığı hatta Bakan değilken hazırlamış olduğu –öyle söyleyelim- örneğin kamu-özel ortaklığını burada kaç defa konuştuk, hâlen daha Bakanlar Kuruluna dahi gelemedi, 2008-2009’dan beri bekliyor. Nedir yapısal düzenleme? İşte, burada hepinizin akladığı eski Ekonomi Bakanımız Sayın Çağlayan’ın döneminde bize söylediği örnek “girdi tedarik sistemi.” Hâlâ ortada bir şey yok. Nedir? Yerli malının, yerli girdilerin, ara malının teşvik edilmesidir, örnek. Peki, bunun için ne yapıyorsunuz, var mı bir şey? “Çalışma yapıyoruz, tespit ediyoruz, envanter yapıyoruz, ona bakıyoruz, buna bakıyoruz.” Böyle devam ediyor.

Şimdi arkadaşlar, bununla ilgili oturup bakmamız gereken şey ne? Hangi mallarda, ne kadar üretimimizde ithal girdi kullanıyoruz? Şimdi, 2006’dan 2014’e ara malı ve hammaddede oranına baktığımız zaman yüzde 71’den 73’e çıkmış. Bakıyoruz, yatırım malında azalma var, tüketim malı aşağı yukarı aynı. Yani, bu gelişmelerden sonra, dışarıdan ithal ettiğimiz girdiler tam tersine artıyor. Biz bunu dört-beş senedir konuşuyoruz. Hâlâ yapısal bir önlem alınmadı, hâlâ alınmadı. Bakın, defalarca söyledim, Sayın Bakanın Bakanı olduğu kurum, DPT’yken de yapıyordu, şimdi de yapıyor. Buradan bir kalkınma planı geçirdik. Yani üçüncü sene oluyor, neredeyse iki sene doldu. İki sene önceydi değil mi Sayın Bakanım, yanlış hatırlamıyorum, 2003’ün ilkbaharındaydı?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Ortanca ay.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Eh işte, bir iki ay sonra mayısta iki sene dolmuş olacak. Sayın  Başbakan mecbur kaldı yani ekonomiyle ilgili bir şeyler söylemesi lazım seçime kadar. Sayın  Başbakana veriyorlar, peyderpey 1’inci, 2’nci, 3’üncü açıklama diye. 2013 yılında hazırlamış olduğumuz Kalkınma Planı’nın öncelikli programlarını yazıyoruz madde madde, sonra altına da tedbirleri yazıyoruz “Biz yeni tedbirler alıyoruz.” diye. Ya, 2013’ten beri ne yaptık? Onun için diyorum, şimdi çıkan ne var? Bunları almış olsak… Bir tanesinden burada size bir şey okuyayım deminki söylediğim konuda. Dış ticaretle ilgili bölüm var; örnek, cari işlemlerle ilgili Özel İhtisas Komisyonu Raporu’ndan bir pasajı okuyayım isterseniz: “Cari Açığa Karşı Politika ve Tedbir Önerileri: Birincisi, Para ve Kredi Politikaları." diyor. Arkasından gelmiş, “Dış Ticaretle İlgili Alınacak Önlemler.” Yani, burada eksikleri de söylüyor, önerileri de söylüyor: “Mevcut teşvik sisteminde, girdi tedarik sisteminde (GİTES) –konuştuğumuz, cari açığın azaltılmasıyla ilgili- geleceğin stratejik sektörlerinin seçiminde mevcut yapıların kalıcılığından ziyade geleceğe dönük hedeflerin de belirlenmesi gerekmektedir. Türkiye’nin sanayi üretiminde ithal girdi kullanımının azaltılmasına yönelik sanayide yerlileştirme politikalarında, geleneksel ithal ikameci politikalardan farklı olarak, ithal girdilere alternatif olarak yüksek katma değerli veya yüksek teknoloji içeren ürünlerin/girdilerin Türkiye’de üretilmesi hedeflenmelidir.” Bu cümlelerin aynısı Milliyetçi Hareket Partisinin  2011’de ve 2007’de hazırlamış olduğu Üreten  Ekonomi Programı’nın içerisinde sanayide istihdamı artırmaya yönelik, üretime, yatırıma yönelik politikalarda önerdiği şeyler. Peki, kim gerçekleştirecek bunu? Güzel, arkadaşlarımız çalışmış, üniversiteden, bürokrasiden, özel sektörden, Özel İhtisas Komisyonu çalışmış, yazmış; daha önce konuştuğumuz şeyler. Kim gerçekleştirecek? Hükûmet. Ne diyor Kalkınma Bakanlığının öncülüğünde hazırlanan Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda? “Yeni yatırımlara belli oranda  yerli girdi kullanma, belirli ihracat oranı ve benzeri hedeflerin gerçekleşmesine yönelik devlet destekleri ve teşvikler sağlanmalı.” Devam ediyor: “Gerekli mevzuat ve uygulamalar değişiklikleri hayata geçirilmeli.” Peki kim yapacak gerekli mevzuatı? Uygulamayı kim yapacak? Hükûmet getirip karar alacak, burada da kanun çıkaracağız. Bakanlar Kurulu kararıyla olanları Bakanlar Kurulu kararıyla, kanunla olanları biz çıkaracağız. Biz neyle uğraşıyoruz? Şu anda, hâlâ, gereksiz birkaç tane maddeyi geçirebilmek için biz yukarıda torba kanunla uğraşıyoruz, İçişleri Komisyonu da hülleyle, bir şekilde geriye çekilen maddeleri tartışmakla uğraşıyor, Genel Kurulda da birkaç arkadaşımız dinliyor, birazdan oylama olduğu zaman gelecek olanları saymıyoruz zaten.

Şimdi, ülkenin en önemli sorunu kalkınma sorununun, daha doğrusu kalkınamama, büyüyememe sorununun tartışıldığı Kalkınma Bakanıyla ilgili bir durum var; arkadaşlarımız sadece oylamada “Bu gensoru kabul edilmesin.” demeye gelecekler. Şimdi, nasıl olacak bu? Yani bu mantıkla, bu anlayışla bunu nasıl çözeceğiz arkadaşlar? Açıkçası, çözüm önerilerinde diyor ki: “Stratejik sektörlerin yanında stratejik ürünler de belirlenmelidir.” Bakıyoruz, sektör bile belirlenmemiş. Niye? Çünkü, teşvik sistemimiz paket hâlinde yapılmış, 50’ye yakın ilin desteklendiği garip bir teşvik politikamız var. Ya, defalarca burada söyledik: “Teşvik sistemi böyle olmaz; dar bölgeli, sektörel, hatta ilçe bazlı teşvik sistemi uygulamamız lazım. Aksi takdirde, bu üretimi artıramayız, üretimi reel olarak artıramazsak da işsizliği düşüremeyiz.” dedik. TÜİK belli yöntemlerle işsizliği düşürüyor, yöntem değişikliğiyle beceriyor ama yine, çıktı kasım ayında 10,9. Yani, ta on sene öncesi 10,3’tü Sayın Bakan, krizden sonra olmasına rağmen. Hani, siz, gerçi dün işsizlik rakamını 9,9 olarak açıkladınız ama... Şimdi, şunu da merak ediyorum, bir de bunu üç ayın ortalaması olarak alıyorlar. Sayın Bakan bizi aydınlatırsa sevinirim: Ekim, kasım, aralık; bitti diye, yılın ortalamasını bize 9,9 olarak verdi. Peki, kasım, aralık, ocak -orta noktası aralık olan ay- 10,9 çıktı, bunun etkisi ne olacak yıla? O zaman 9,9’u geçiyor. Yani, hesaplamayı değiştirdik çünkü hesaplama üç ayın ortalaması, ortası da, medyanı da ortadaki ay. Yani, aralık ayının rakamı şu anda açıklanan 10,9 değil mi? 10,9. O zaman, demek ki işsizlik oranı yüzde 9,9 değil.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Ortanca ay.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – İşte ortanca ay aralığa denk geliyor, ortanca ayın etkisini koymak lazım diyorum yani. Tabii, o TÜİK’in zaten, böyle, sürekli olarak bazı uygulamaları, tanım değişiklikleri, alıştık ona. Hükûmet düşüremese de onlar birtakım anket yöntemlerinde değişiklik yaparak işsizlik oranını bir yere kadar düşürüyor ama düşüre düşüre başka yere olmuyor, yine yüzde 10’larda kalıyor.

Şunun için söylüyorum Sayın Bakanım: Bu sistemi değiştirmeden, gerekli yapısal önlemleri almadan -ki Merkez Bankası Başkanı ile Sayın Babacan da onu anlatmışlar Cumhurbaşkanına, onu söylüyorum bunun sonucunda- üretim artmaz, yatırım artmaz, ihracat artmaz; ihracat artmazsa, ithalat artmaya devam ederse aradaki açığı kapatmak için sıcak paraya muhtaç olursunuz; sıcak paraya muhtaçken de faizleri düşüremezsiniz çünkü enflasyonunuz yüzde 7- 7,5 çıkarsa sizin 5 faiz verme şansınız yok, siz de biliyorsunuz, bunu tartışmanın da bir anlamı yok. Ama, her kafadan bir ses çıkıyor, ekonomi yönetiminde bir kakafoni olduğu için, maalesef, kimin ne dediği anlaşılmıyor. Bir gün “hain” dediğimizle ertesi gün oturabiliyoruz. Böyle bir anlayış olmaz.

Onun için, ne yapılması lazım? Bir kere, bu kafa karışıklığını dağıtmak için ekonomi yönetiminde bir koordinasyon olması lazım ama Ekonomi Koordinasyon Kurulunun içindeki kişiler birbiriyle kavgalı olursa, birinin sabah söylediğini diğeri bir saat sonra başka bir toplantıda yalanlarsa, hepsinin üstüne de gelir Cumhurbaşkanı tüy dikerse nasıl yapacağız? Onun için, biz sizden artık bunu yapmanızı beklemiyoruz, zaten seçimler geliyor. İnşallah, biz Milliyetçi Hareketin iktidarında güçlü bir Ekonomi Bakanlığı altında, şimdiki gibi adı “Ekonomi” olan ama sadece ihracattan sorumlu olan bir “Bakanlık” değil, bütün kurumların bir arada olduğu, koordinasyonun sağlandığı, gerçekten de üretime, yatırıma destek veren, yüksek teknolojili, yüksek katma değerli ürünleri, stratejik ürünleri ve stratejik sektörleri destekleyen, sektörel dar bölgeli bir teşvik sistemiyle de reel üretimi destekleyen, herkesin asgari refah düzeyinin üzerinde, açlık sınırının, yoksulluk sınırının üzerinde gelir elde edebildiği bir ekonomik yapıyı tesis edeceğiz. Ama, maalesef, sizin gündeminizde bu yok. İnşallah, bizim söylediğimiz, sizin de belirttiğiniz 2023 hedeflerini 7 Hazirandan sonra Milliyetçi Hareketin iktidarında güçlü ekonomi yönetimiyle, üreten ekonomiye geçiş programıyla bizler yapacağız diyorum. Sayın Bakanı da bu konularda duyarlı olmaya artık davet edemiyorum çünkü hiçbir konuda, söylediğimiz hiçbir şeyi şimdiye kadar dinlemediler, muhalefeti yok saydılar. Onun için, bu konuda Hükûmetinizden artık bir şey beklemiyoruz, zaten gitmiş durumdadır, kurumumuz rahmetli oldu, Hükûmet de herhâlde bundan sonraki şeye kadar rahmetli duruma gelecek diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, birleşime bir saat ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.04

 

SEKİZİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77’nci Birleşiminin Sekizinci Oturumunu açıyorum.

Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkındaki (11/46) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere devam edeceğiz.

Hükûmet yerinde.

Şimdi söz sırası, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Adil Zozani, Şırnak Milletvekili.

Buyurun Sayın Zozani. (HDP sıralarından alkışlar)

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Sayın Başkanım, 26’ncı dönemde Şırnak olabilir, şimdi Hakkâri.

BAŞKAN – Düzeltiyorum; Hakkâri Milletvekili ama “Şırnak” yazılmış buraya.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Ben yazmadım Sayın Başkan.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Demek ki Şırnak’tan aday olacak.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – 26’ncı dönemde inşallah.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Hadi bakalım!

HDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Kalkınma Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz aleyhine vermiş olduğumuz gensoru üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi Sayın Bakan, haklı olarak şöyle bir soru sorabilir, diyebilir ki: “Ya ben hiçbir şey yapmadım, benim aleyhime niye bu gensoru verildi, benimle ilgili niye bu gensoru verildi?” Amacını anlamakta zorluk çekebilir. Ama sorunun cevabı sorunun içerisinde zaten gizli. Sayın Bakan gerçekten hiçbir şey yapmadığı için hakkında gensoru verdik.

Şimdi, düşünün, öyle bir bakanlık düşünün ki devletin beş yıllık kalkınma programını yapmış olsun, kalkınma sıralamalarını vesairesini yapsın, ülkenin kalkınmasıyla ilgili olsun ama hiçbir öngörüsü gerçek çıkmasın, hiçbir öngörüsü tutturulmuş olmasın.

Değerli milletvekilleri, çoğunuzun belki şu anda sıralarının gözünde, önlerindeki sıraların gözünde Hükûmetin geçen sene gündeme getirdiği Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Programı bulunuyor olabilir ama mutlaka da bakmışsınızdır. Bu kalkınma programıyla ilgili olarak, bir yıl içerisinde, Hükûmet hemen hemen bütün öngörülerinde yanıldı. Üzerinden bir yıl geçmeden Beş Yıllık Kalkınma Programı gözden geçirildi. Değişen Başbakan bu programın revize edildiğini açıkladı. Daha birinci yıldan öngörülerinizin tutmadığı ortaya çıktı.

Esasında 24’üncü Dönemin sonlarına yaklaştığımız bugünlerde bu gensoruların özellikle Kalkınma ve Ekonomi Bakanlıklarıyla ilgili gündeme gelmiş olmasının da bence bir esprisi var, olmalı. Sayın Cevdet Yılmaz tek başına burada oturmamalı hatta. Bu Hükûmetin ekonomiden sorumlu bütün bakanlıklarıyla ilgili esasında bu söylediklerimiz geçerlidir. Çünkü, bu Hükûmet, daha doğrusu AK PARTİ hükûmetleri, 57’nci Hükûmetten devraldıkları Kemal Derviş politikalarıyla bir yere kadar idare ettiler. Kemal Derviş’in önlerine koyduğu revizyon programını bir yere kadar idare ettiler ama sermaye bitti, şu anda düşüş başladı. O nedenle, 57’de devraldıklarının üzerine hiçbir şey koymadıkları için, şimdi o sermaye tükendi ve geriye düşüş söz konusu. O nedenle, sadece Kalkınma Bakanı değil, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan’ın da burada oturuyor olması gerekir; aynı zamanda, Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’in de burada oturuyor olması gerekir; aynı zamanda, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin de burada oturuyor olması gerekir, Gümrük ve Ticaret Bakanı Sayın Nurettin Canikli’nin burada oturuyor olması gerekir, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık Bey’in de burada oturuyor olması gerekir çünkü bu ifade ettiklerimiz hepsinin toplam karnesini yansıtıyor.

Öyle müthiş bir başarısızlık ki artık, yurt dışından yurt içine yabancı sermayenin akışını sağlayabilmek için Cumhurbaşkanı düzeyinde piyasalar speküle ediliyor. Bakın, herkes, sadece, Merkez Bankası faizleri indirmediği için Cumhurbaşkanının ona kızdığını düşünüyor, onun üzerinden politika geliştirdiğini düşünüyor; oysaki alakası yok. Bakın, yabancı sermayenin, daha doğrusu kısmen Türkiye piyasasında bulunan sıcak paranın ve gelme ihtimali olan sıcak paranın Türkiye piyasasından kaçmaması için Cumhurbaşkanı düzeyinde, Türkiye piyasaları, özellikle döviz kuru üzerinden speküle ediliyor.

Nihat Zeybekci Bey açıkladı, itiraf etti esasında Sayın Zeybekci açıklamasında. Ne demişti Sayın Zeybekci? Daha iki gün önce, bir açıklamasında diyor ki: ”TL’nin aşırı değerlenmesi piyasalar açısından sorun pozisyonundadır.” TL aşırı değerlenince oraya bir müdahale gerekiyordu. O müdahaleyi nasıl yapacaklardı? En kolay araç Cumhurbaşkanının piyasayı speküle etmesiydi. Cumhurbaşkanı piyasayı speküle etti ve döviz yükseldi. Ancak, hesap etmedikleri bir şey çıktı, o arada hesap edilemeyen bir durum söz konusu oldu. Neydi o durum? Amerikan Merkez Bankası dünya piyasasında bulunan doları geri çağırdı, geri çekti; Hükûmetin öngördüğü değer düşüşü 4-5 puan daha fazla oldu. Esasında, dolar 2,300 civarında tahmin ediliyordu, kapalı kapılar ardında kendilerine öyle bir hesaplama yapmışlardı ancak Amerika Merkez Bankasının bu ani hamlesi onları boşluğa düşürdü, dolar 2,70’e kadar yükseliyor, 2,60 ile 2,70 arasında git gel yapıyor, şimdi çözüm bulamıyorlar.

Kalkınma Bakanı o arada ne yapabilirdi, ne yapmalıydı? Bakın, bir kere bu döviz ve piyasa spekülasyonundan zengin olanlar hiçbir şey kaybetmedi, döviz cinsinden yatırımları olanlar hiçbir şey kaybetmedi ama fakir fukara çok şey kaybetti. Kalkınma Bakanlığının öncelikli görevleri, kalkınma programını yurt sathında belli bir dengede tutabilmektir, bölgeler arası eşitsizliği bertaraf edebilmektir; bunu yapabilirdi. Oysaki Kalkınma Bakanlığının bırakın böyle bir çaba içerisinde olmasını, hiçbir zaman böyle bir düşüncesi dahi söz konusu olmamıştır, Türkiye’nin bazı bölgelerinin belirli bir bölgesi için sömürülmesine göz yummuştur. Bakın, Türkiye’de herkes çalışıyor, Türkiye’nin 7 bölgesinde insanlar çalışıyor, Türkiye’nin 7 bölgesinin her bölgesinin kendisine özgün kalkınma kaynakları vardır ama bu kaynakların hepsi bir bölgenin kalkınması için öncelikli olarak kullanılıyor. Hangi bölgedir? Marmara Bölgesi açısından.

Şimdi, düşünün ki kendi iline dahi çivi çakamamış, kendi ilinin kalkınması için bile bir gıdım iş yapmamış bir Bakanın Türkiye’nin kalkınmasına katkı sunmasını beklemek abesle iştigaldir. Açıkçası bizim böyle bir beklentimiz yoktur. Çünkü Sayın Bakanın seçilmiş olduğu il Bingöl ile İstanbul arasındaki kalkınmışlık farkı gayrisafi millî hasıladan alınan pay oranı itibarıyla tam 9 kattır. Şimdi TÜİK verileriyle ortalama veri veriyorlar, ortalama veri üzerinden hesaplama yapıyorlar. Türkiye’de gayrisafi millî hasıladan kişi başına düşen pay 10.500 dolar olarak hesaplanıyor. Daha önce iller bazında hesaplama yapılıyordu.

Sayın Bakan, siz burada konuşma yapacağınız zaman, sizden ricamız iller bazında verileri bizimle paylaşmanız. İstanbul 27.800 dolar düzeyindedir, Bingöl 3.500 dolar düzeyindedir. Yanlış bir bilgi varsa buradan lütfen düzeltin, yanlış bir bilgi veriyorsam lütfen buradan düzeltin. Yani, bir İstanbullu ya da İstanbul’da yaşayan bir vatandaşımız Bingöl’de yaşayan 9 vatandaştan daha fazla devletten kamusal hizmet alıyor; yol, su, elektrik, sağlık, eğitim vesaire; 9 kat daha fazla hizmet alıyor. Sayın Bakan burayla hiç ilgili değil.

Bu Hükûmetler iktidara geldiğinden beri, sürekli milat olarak 2002 dersiniz. Sayın Bakanı açıklamaya davet ediyorum, 2002 yılında Diyarbakır’ın kalkınmışlık ortalaması itibarıyla bulunduğu sıra ile bugün bulunduğu sırayı lütfen açıklasın.

RECEP ÖZEL (Isparta) – TÜİK’in verileri…

ADİL ZOZANİ (Devamla) - 1920’lerde Türkiye'nin kalkınmışlık sıralamasında Diyarbakır 3’üncü sıradadır.

RECEP ÖZEL (Isparta) – 1920’lerde?

ADİL ZOZANİ (Devamla) - 3’üncü sıradadır 1920’lerde. Sayın Bakan buraya geldiğinde bir açıklasın, Diyarbakır’ın bugün bulunduğu sırayı bir açıklasın.

RECEP ÖZEL (Isparta) – On yıl öncesine göre iyi noktada.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – On yıl öncesini de açıklasın, bugünü de açıklasın. Ben bugünü açıklayayım da on yıl öncesini Sayın Bakan açıklasın. Bugün Diyarbakır 73’üncü sırada. 3 nerede, 73 nerede?

Diyarbakır yerinde saydı da diğerleri çok mu hızlı koştu? Diyarbakır’daki kaynağı, Urfa’daki kaynağı alıp İstanbul için harcarsanız, Diyarbakır yerinde sayacak.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Ya “Bizim oradan o tarafa gidiyor.” diyorlar.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Ha.

Bakın, iki veri daha vereyim size. GAP bölgesini çok seviyorsunuz, çok ifade ediyorsunuz. Ben çok zaman almamak için hemen girmeyeceğim ama GAP’la ilgili iki önemli açıklama var. Biri, 2008’de şimdiki Cumhurbaşkanı, o zamanın Başbakanı Sayın Erdoğan ile bugünkü Başbakan Sayın Davutoğlu’nun iki ayrı açıklaması var. Alın, kıyaslayın.

Ya, siz erken unutuyor olabilirsiniz ama emin olun, bizim çok güçlü bir arşivimiz ve belleğimiz var, unutmuyoruz. 2008’de Erdoğan ne demişse 2014’te Davutoğlu aynı şeyleri söylemiş. Bir arpa boyu yol alınmamış. 2008’de GAP bölgesinde GAP Projesi’nin sulama üniteleri itibarıyla gerçekleşmişlik düzeyi yüzde 13,5; şimdi yüzde 17,28. Devlette daha sağlam veriler vardır, 1-2 puan yanılıyorsam Sayın Bakan düzeltsin ama gerçeği bu. Ne yaptınız? Beş yıl içerisinde GAP Projesi bitiyordu, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan o dönem Başbakan sıfatıyla “Beş yıl içerisinde bitiyor, 5 milyon kişiye istihdam yaratıyoruz.” diyordu. Davutoğlu açıklıyor, tek fark ne biliyor musunuz? Tek farkı şu, diyor ki: “Biz önümüzdeki dönemde bitiriyoruz, 3 milyon 800 bin kişiye de istihdam alanı yaratıyoruz.” E, vallahi, şehirlerinizde, Kayseri’de, Bursa’da, Konya’da işsizleriniz varsa bölgeye gönderin, Diyarbakır’a, Urfa’ya. Mademki Hükûmet… İstihdam bakımından güzel, 3 milyon 800 bin kişi, dile kolay, bir ülke nüfusu demek. Gönderin, varsa işsizleriniz gönderin, hemen başvursun, Urfa’ya başvursun mesela; varsa işsizleriniz gönderin. Hükûmet vadetmiş, 3 milyon 800 bin kişiyi işe alacak ama sakın bu teklifimi ciddiye alıp hemen işsiz gençlerinizi bölgeye yönlendirmeyin, sukutuhayale uğrarsınız.

Bakın, işte burada, işsizlik oranlarını söylüyorum iller bazında. Hükûmet yüzde 10,9 falan diyor ya işsizliğe, Diyarbakır –resmî rakamları söylüyorum, güncel, resmî rakam- yüzde 25, Batman yüzde 26,5; Siirt yüzde 27,2; Mardin yüzde 27,9; Şanlıurfa, yüzde 28,5; işsizlik oranları. Bakın, Bakan bununla ilgiliydi. Bu farkları ortadan kaldıracak, kalkınma programlarını takip edecek ve onların uygulanmasını sağlayacak Sayın Bakan; ya, giderek dibe vuruyor, iş giderek kötüleşiyor. Şimdi, öyle bir noktaya gelindi ki, öyle bir noktaya gelindi ki devletin, üzerinde oynamalar yaparak bile gizleyemediği rakamlar işin vahametini bize bir şekilde anlatıyor. Şunu beklerdik yani siyaseten doğal bir beklenti durumuna gelmiş, her bir siyasetçi bakan olunca öncelikle kendi seçim bölgesine, geldiği bölgeye bir iltimas geçer beklentisi olur.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Geçmemiş mi?

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Bakın, Sayın Yılmaz’ın Bingöl’e tek iltiması ne olmuş biliyor musun? Bingöl Üniversitesindeki yöneticilerin zevküsefa içerisinde yaşamasına olanak sağlamış ya da göz yummuş, bir şekilde kayırmış.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Nasıl yani?

ADİL ZOZANİ (Devamla) - Bakın, on gündür Bingöl Üniversitesi burada tartışılıyor, defalarca bu kürsüde dile getirildi, Bingöl Üniversitesinin öğrencileri açlık grevine girdi; Bingöl Milletvekili Kalkınma Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz’ın ağzından bir kelime, bir açıklama duyan oldu mu, bir açıklama, bir cümle açıklama duyan oldu mu?

RECEP ÖZEL (Isparta) – Oldu tabii ki, sen duymamışsın.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Belki bu vesileyle, biz ifade ettik diye buraya geldiğinde bir açıklaması olur. Ama olmadı.

Peki, biraz önce işsizlik verilerini verdim, Bingöl’ün biraz önce sıraladığım illerden durumu farklı mıdır? İşsizlik yüzde 30’un üstünde. Bu söylediğim rakamlara ilişkin olarak Sayın Bakanın elinin altında TÜİK’in Hükûmete özel olarak hazırlayıp sunduğu verilerin tamamı vardır. Bizimle paylaşılmıyor, TÜİK bu verileri siteye de koymuyor. Soru önergeleriyle soruyoruz, cevap vermiyorlar. Sayın Bakana çağrımızdır, bu verilerin hepsini burada açıklasın. Sağlıkta bölgenin ya da bölgeler arası yararlanma düzeyinin ne olduğunu, Sayın Bakana çağrımızdır, gelsin burada açıklasın.

Bakın, teşvik paketleri düzenleniyor sürekli. Teşvik paketleri içerisinde 2011 yılına kadar olan uygulamada Türkiye’nin 7 bölgesi içerisinde teşvik uygulamalarından en az yararlanan 2 bölgesi, 6’ncı ve 7’nci sırada Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri yer alır; birisi yüzde 7, birisi yüzde 7,5. Sayın Bakan’ın bölgesi yüzde 5 yararlanmış teşvik yatırımlarından. Sonradan müthiş bir teşvik programı çıkardılar. Müthiş teşvik programından yararlanma düzeyinde -ki 6 bölge ekseninde yaptılar, 6 kategoride yaptılar- yine Sayın Bakanın bölgesi ne yazık ki son sırada. Hodri meydan diyoruz! Varsa bizim bir yanlışımız, buyurun burada tek tek kamuoyuna açıklayın, paylaşın, biz de bilelim ama sıralamalara ilişkin olarak verdiğimiz verilerin hepsi devletin resmî verileridir.

Bakın, Türkiye’nin tamamına yapılan yatırımları üst üste koyarsanız Hükûmetin sadece İstanbul için öngördüğü yatırımları bulmuyor, karşılık bulmuyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Tek bu veri bile bir bakanın istifasını gerektirir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Rahmi Aşkın Türeli, İzmir Milletvekilinde.

Buyurun Sayın Türeli. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisinin Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkında vermiş olduğu gensoru önergesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış buluyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, bu ilk gensoru önergeniz değil mi?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Evet.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) – Evet, burada, tabii, Kalkınma Bakanlığı, eski adıyla Devlet Planlama Teşkilatı önemli bir kurum, Türkiye’nin en önemli kurumlarından biri. Türkiye ekonomisinin ekonomik ve sosyal açıdan, ekonomik, sosyal, kültürel sektörlerini kapsayan, buna ilişkin makro planlamasını yapan ve onun altında sektörel, bölgesel boyutlarıyla geleceğe ilişkin perspektifleri ortaya koyan bir bakanlık. Bu yüzden de çok önemli görevler icra ediyor. Bu yüzden de tabii, Kalkınma Bakanlığının hazırladığı dokümanların prestiji de bizim için çok önemlidir diye düşünüyorum. Kalkınma planları var; orta vadeli programlar, yıllık programlar, gene aynı şekilde yatırım programları ve birçok sektörel ve bölgesel bazda hazırlanan dokümanlar var. Tabii, bu dokümanların içinde hangi amaç setinin yer aldığı yani Türkiye’nin, Türkiye ekonomisinin ekonomik, sosyal hayatıyla birlikte nereden gelip nereye götürülmesinin planlandığı, buna ilişkin amaç setinin nasıl oluşturulduğu, hangi araçların kullanılacağı, hedeflerin neler olduğu ve bu hedeflere ulaşılıp ulaşılamadığı da tabii önemli bir soru ve Kalkınma Bakanlığı olarak sizin de performansınızı belirleyecek diye düşünüyorum.

Bu açıdan da baktığımda tabii ortada açıkçası parlak bir tablo yok. Genel anlamda baktığımızda, bu hazırlanan makroekonomik planlamanın içinde var olan hem amaçların hem de hedeflerin çok ciddi anlamda saptığını görüyoruz. Tabii, ben şunu anlıyorum: Burada sadece belli hedeflere, belli amaçlara odaklanmış değiliz. Bunlar, sonuçta, belli varsayımlar altında hazırlanıyor. Eğer o varsayım seti yani bunların hazırlanmasına temel teşkil eden varsayım seti değişirse elbette bu rakamlar da değişebilir. Ama bu rakamların işaret ettiği bir dönüşüm var ortada yani Türkiye ekonomisinin yapısal dönüşümünü sağlama zorunluluğu var. Bu açıdan da baktığımızda ne yazık ki AKP iktidarlarının on üç yıla yaklaşan dönemi son derece olumsuz şekillenmiş ve bu anlamda da ciddi soru işaretlerinin olduğu bir dönem.

Şimdi, bir kalkınma stratejisi önemli. Kalkınma stratejisi kendi altında birtakım alt stratejiler içerir ve belli amaçlar içerir. Nedir? Örneğin, sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyümenin sağlanması önemlidir. Büyüme politikaları çerçevesinde temellenir. İstihdamın artırılması ve işsizliğin önlenmesi gene önemlidir; enflasyonun kontrol altına alınması, gelir dağılımının düzeltilmesi ve yoksulluğun ortadan kaldırılması, bölgeler arası dengesizliklerin azaltılması.

Şimdi, bakın, ben bunlara bakıyorum, biraz önce saymış olduğum ulaşılması hedeflenen 5 amacın 5’ine de baktığımda, AKP döneminde ne yazık ki bir iyileşme yok, tam tersi kötüleşme ve Türkiye’nin var olan sorunlarının ağırlaşması söz konusu. Sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme yok. Büyümenin belli aralıklarla hızlandığını, iki sene, üç sene üst üste yüksek büyümenin sağlandığını, arkasından da ekonominin krize girdiğini ve reel anlamda ciddi daralmaların olduğunu biliyoruz. Bu, Türkiye ekonomisinin bir problemidir geçmişten gelen çünkü dışa bağımlı bir ekonomi, çünkü cari işlemler açığı veren ve onun finanse edilmesi ihtiyacı içinde olan, gereksinimi içinde olan bir ekonomi ve bu açıdan da baktığınızda, elbette dalgalanmalar olabilir. Ama önemli olan şudur: Türkiye ekonomisinin bugün yüzde 6, yüzde 7’ler gibi bir ortalama büyüme hızına kavuşma ihtiyacı vardır.

Sayın Bakan, ne yazık ki kriz sonrasında, 2008-2009 sonrasında, 2010-2011’de bir büyüme var, büyüme hızında bir artış var ama ondan sonra 2012, kısmen 2013 ve 2014 yılında da büyüme resmen duraklamış durumda. Yurt içi talebin büyümeye katkısı neredeyse sıfır noktasında. Büyüme tamamen net ihracattan kaynaklanıyor. O da şöyle: İhracat artışından değil, ithalat azalışından çünkü Türkiye ekonomisinde hem üretim hem ihracat yapısı ciddi anlamda ara malı ithalatına bağımlı olduğu için ekonomi büyüdüğü zaman ithalat da patlıyor, ekonomi daraldığı zaman ithalat ihtiyacı azalıyor. Bunun sonucunda da, bir bakıyorsunuz, net ihracatın büyümeye katkısı olmuş. Tabii, 2012 yılında altın ihracatının buna nasıl etki ettiğini gördük. O dönem, biliyorsunuz, hep konuştuk bunları. Sonradan çıktı, bütün hepsi, altın ihracatının altında… Biz söyledik bunları. İran’dan petrol, doğal gaz alınıp bunların altınla ödendiğini söyledik. Önce inkâr edildi, ondan sonra bunların hepsi ortaya çıktı ve arkasından da neler çıktı ortaya? Bu işin içinde ne olduğu, kimlerin buradan nemalandığı, komisyonları, rüşvetleri, hepsi çıktı ortaya. Yani baktığımız zaman ciddi bir problem var.

İstihdamın artırılması, işsizliğin azaltılması, ne yazık ki böyle bir durum yok. İşsizlik, Türkiye ekonomisinin işsizliği yüzde 10’lar seviyesinde, âdeta bir stabilite kazandı, bir durağanlık kazandı ve ben başka bir şey söyleyeyim Sayın Bakan: Şimdi, bakın, işsizlik rakamları da, en son istihdam rakamları da açıklandı. Ben Türkiye İstatistik Kurumunun yaptığı anketlere güvenmiyorum. Hanehalkı iş gücü anketleri yüzde 100 yanlıştır Sayın Bakan, lütfen müdahale edin ve bunu değiştirin, gerçek rakamları ortaya koyun çünkü Türkiye ekonomisinin performansı belli. Son dört beş yıla bakıyoruz, istihdam artışı yılda ortalama 500 bin-600 bin civarında, 500 bin-600 bin ama şimdi bir bakıyorsunuz, 1 milyon 200 bin, 1 milyon 300 binlik bir artış var. Hem de ekonominin, yurt içi talebin durduğu, özel tüketimin, hanehalklarının harcamadığı, firmaların, şirketlerin yaptığı yatırım harcamalarının negatif olduğu bir dönemde böyle bir şeyin olması mümkün değil. Bu bizim Türkiye ekonomisini doğru biçimde analiz etmemizi de engelliyor. Bu açıdan bunların ciddi anlamda gözden geçirilmesine ihtiyaç var. Gerçek rakamları görmek istiyoruz, gerçek rakamları görmek istiyoruz. Yani Türkiye’de istihdam artışının ne olduğunu, bu rakamları görmek istiyoruz ve bunun üzerine analizimizi yapmak istiyoruz.

Enflasyonun kontrol altına alınması… Hangi enflasyon kontrol altına alındı? 2006 yılından beri enflasyon hedeflemesinde -daha önce zımni, örtülü enflasyon hedeflemesi vardı, sonra açık enflasyon hedeflemesinde- neredeyse her yıl yüzde 50-yüzde 100’ler arası bir sapmanın olduğu bir Türkiye ekonomisi bu. Böyle bir şey olabilir mi? Almışsınız, Merkez Bankası bağımsız, ona belli hedef setini vermişsiniz, hedefler belirlenmiş, ondan sonra elindeki araçları da Merkez Bankası kullanıyor ama bakıyorsunuz ciddi sapmalar var. Tabii, bu sene, şu anda, yakın bir zamanda yaşadığımız Merkez Bankası üzerindeki spekülasyonları söylemiyorum. Onlar, tabii, daha da vahim çünkü sonuç itibarıyla Hükûmet Merkez Bankasıyla beraber hedefleri ortak belirliyor ama hedefler belirlendikten sonra o hedefe ulaşmak için gerekli araçları kullanma yetkisi Merkez Bankasınındır. O açıdan da Cumhurbaşkanının müdahaleleri, onun da sonrasında diğer bakanların müdahaleleri son derece talihsiz müdahalelerdir ve bunun sonucunda da döviz kurunu bilmem ne seviyelere çıkarmıştır şu anda, 2,60’ların üzerine çıkarmıştır. Ee, böyle bir şey olabilir mi? Bunun ekonomiye maliyeti nedir, kimler kaybetmiştir bu sürecin içinde ve ondan sonra da birtakım tartışmalar, ekonomistlerin bile baktığı zaman güldüğü tartışmalar; neymiş “Faiz mi enflasyonu belirler, enflasyon mu faizi?” Sayın Bakan, bunlar iktisat fakültelerinde birinci sınıfta okutulan şeyler. Para politikası aracı olarak faiz belirlidir ama faizi düşürerek yatırımı artıramazsınız. Faiz, elbette bir maliyet unsuru olarak önemlidir ama esas itibarıyla yatırımcı, yatırım yapacağı zaman kısa döneme bakmaz, uzun dönemli faiz oranına bakar, üç yıl, beş yıl, on yıl sonraya bakar, talep projeksiyonuna bakar, yurt içinde talep ne olacak ona bakar, ihracat yapabilecek mi ona bakar, istikrar var mı ekonomide ona bakar ve bütün bunlara göre karar verir ve uzun dönemli faiz hadlerine göre karar verir ve siz müdahale ettiğinizde ekonomideki beklentileri olumsuz yönde etkileyerek bu ulaşılması gereken sonucun çok daha olumsuzunu ortaya çıkartırsınız.

Şimdi, tabii, gelir dağılımının düzeltilmesi, yoksulluğun ortadan kaldırılması; bu alandaki durum ortada. Türkiye’de yoksulluk derinleşiyor. TÜİK, bunun farkında ve 2009 yılından beri yoksulluk, eski bildiğimiz anlamda “mutlak yoksulluk” dediğimiz gıda yoksulluğu ve gıda artı gıda dışı yoksulluğu hesaplamıyor. İşte, 1 dolar, 2,15 dolar, 4,30 dolar hesabı var; ee, zaten cari hesapta bunlar cari millî gelirle yapılıyor.

Değerli milletvekilleri, zaten cari olarak millî gelir artıyor; fiyatlar da bunun içinde, sadece büyüme hızları yok ki. Şu anda Türkiye’de, baktığınızda, bunların altında kimsenin kalmamış olması bir şey ifade etmiyor. Türkiye’de ciddi anlamda gelir dağılımı sorunu ve yoksulluk sorunu vardır ve bölgeler arası dengesizlik de ciddi biçimde azalmamakta, üstelik artmaktadır.

Tabii bu nasıl bir ihtiyaç doğuruyor? Ekonomide maliye politikası, para politikası, gelirler politikası, sektörel politikalar, bölgesel politikalar, yatırım teşvik politikaları, destekleme politikaları, bunların hepsinin bir uyum içinde, bir arada yürütülme ihtiyacını ortaya koyuyor. Ama ne yazık ki bu açıdan da baktığımızda ciddi bir uyum görmüyoruz.

Onuncu Kalkınma Planı hazırlandı,  2014-2018 yıllarını kapsıyor. Onun içinde de 25 öncelikli dönüşüm programı vardı. Bir baktık, Hükûmet birdenbire buna bir hamle yaptı, üst üste açıklanan paketler, paketler… İyi ama arkadaşlar, zaten bunlar vardı, değerli milletvekilleri bunlar zaten Onuncu Kalkınma Planı’nın içinde vardı. Sizin bunu, on iki  yılı geçen, on üç yıla giden iktidarınızda, önceden yapmış olmanız gerekiyordu. Bunları söyledik, dedik ki: 2001 krizi sonrası, ekonomilerin canlı olduğu, büyüme hızlarının arttığı, diş ticaret hacminin arttığı, uluslararası likiditenin bol olduğu bir dönemdi. Türkiye de burada, o likiditeden yararlanarak, dışarıdan gelen o paradan yararlanarak -çünkü açığı var, açığı tamamlamak için sermaye ithal etmek zorunda- onları alarak ekonomide büyüdü. Ama bu büyüme gerçek bir büyüme değildi. Bu büyüme kendi kaynaklarımıza  dayanan bir büyüme değildi. Bu büyüme âdeta taşıma suyuyla değirmen döndürmek anlamına gelen bir büyümeydi ve onun sonucunda da sermaye hareketlerinde bir kesinti, bir sınırlanma, bir kısıtlama olduğu zaman birdenbire Türkiye ekonomisi önceki dönemlerle hiç karşılaştırılmayacak şekilde –ki 2002-2007 dönemini o açıdan karşılaştırıyorum- ciddi bir anlamda kriz içine girdi ve AKP, bu dönemde Türkiye'nin yapısal problemlerini çözmedi. Yurt içi tasarruf geriledi. Tasarrufların millî gelir içindeki payı 1990’lı yılların ortalamasını veriyorum –hem içinde 1994  krizi vardır hem de 1999 yılındaki daralma vardır- yüzde 23 ama sizin döneminizde ortalama yüzde 15’lere, hatta bazı yıllar yüzde 12’lere, 11’lere kadar indi. Cari işlemler açığı arttı, yüzde 10’lara dayandı. Cari işlemler açığının elbette değişik nedenleri var. Bunun içinde petrol ve enerji fiyatlarındaki artış da var ama tek neden bu değil. Esas nedeni, cari işlemler açığının artışı, Türkiye ekonomisinin dışa bağımlı bir model içinde, yüksek faiz düşük kur sarmalı içinde, dışarıdan gelen sermayeyle büyümesine dayanan bir modeldi ve bu da Türkiye'de ihracatı azaltırken, ithalatı patlattı ve cari işlemler açığı yarattı. Yani başka bir anlamda, Türkiye’de üretimin ve ihracatın ara malı ithalatına bağımlılığı arttı ve bunun sonucunda dış borçlar arttı. Bakın, sık sık yapıyorsunuz o kıyaslamaları, 1923 döneminde 2002’ye kadar -ben de yapayım- 130 milyar dolardı, bunun içinde Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan borçlar vardı, 1954 yılına kadar ödenmeye devam edildi. Bunun içinde kurulan KİT’ler vardı, Sümerbanklar, Etibanklar, şeker fabrikaları, çimento fabrikaları ama siz geldiniz on iki buçuk yıl, on üç yıla yaklaşıyor, bir baktık, nereye, 400 milyar dolara çıktı. Ve bunun içinde, bu dönem içinde de 62 milyar dolarlık bir özelleştirme yapılmış olmasına rağmen. Yani, baktığınız zaman, cari işlemler açığı problem. İş gücüne katılım oranı hâlâ yüzde 50’ler seviyesinde. Yani çalışma çağındaki nüfusun ancak yarısı iş gücüne katılabiliyor, böyle bir şey olabilir mi? Vergi yapısı ciddi anlamda dolaylı vergiler üzerine kurulu; ekonomi büyüdüğü zaman vergiler artıyor, ekonomide bir daralma olduğu zaman vergiler birdenbire düşüyor. Öyle bir model yaratılmış ki son derece sağlıksız bir model ve aynı zamanda da gelir dağılımını bozan bir model.

Türkiye’de imalat sanayisi ki lokomotif sektördür, imalat sanayisinin hem üretim hem ihracat yapısına baktığımızda şunu görüyoruz: Daha çok, düşük ve ortanın altı teknolojili sektörlerin ağırlıkta olduğu bir yapı, üçte 2’sini bu oluşturuyor. Yüksek teknolojili sektörlerin payı, toplama 100 dediğimizde, içsel dağılımına baktığımızda, yüzde 3’ler seviyesinde. Bununla Türkiye nasıl katma değeri yüksek mal ve hizmet üretecek? Bununla Türkiye nasıl yurt dışıyla rekabet edecek? Nasıl büyüyecek? Nasıl gelişecek? Nasıl refahını artıracak, gelir dağılımını düzeltecek, yoksulluğu azaltacak? Böyle bir şey yok arkadaşlar, böyle bir şey yok. Özet olarak, Türkiye’nin yapısal problemleri AKP döneminde çözülmemiş, aksine ağırlaşmıştır.

Son olarak KOBi’ye geleyim. Gensoruda da, gensoru önergesinde de gerekçede vardı KOBİ’lerle ilgili. Bakın, Türkiye’de KOBİ’lerin sayısı, TÜİK’in açıkladığı rakamlar bunlar, veriyorum: 2 milyon 646 bin 117’dir. Çalışan sayısı bakımından toplam girişimlerin yüzde 99,8’i -neredeyse yüzde 100’ü arkadaşlar- istihdamın yüzde 75,8’i -dörtte 3’ü- katma değerin yüzde 54’ü, yatırımların yüzde 53’ü ve ihracatın yüzde 59’unu KOBİ’ler yapıyor. Ama “KOBİ” dediğimiz zaman, KOBİ’yi kendi içinde bir bütünlük olarak düşünmeyin. KOBİ tanımına baktığımızda, çalışan sayısı, yıllık net satış hasılatı ve yıllık mali bilançoya göre KOBİ’lerin bir ayrımı var. Çalışan sayısı üzerinden gittiğimde, mikro işletmeler var, 1 kişi ile 9 kişi arasında işçi çalıştıran, kişi çalıştıran firmalar mikro işletmeler olarak geçiyor. 10 ila 49 işçi çalıştıranlar küçük işletmeler, 50 ile 249 arasında işçi çalıştıranlar orta ölçekli işletmeler. Yani, aslında üç ayrı grup var ve bu üç ayrı grubun da kendi içinde sorunları aynı değil ve otomatikman bunların finansmana ulaşımları aynı değil, pazarlama desteklerinden yararlanması aynı değil ve bunların da bu açıdan böyle bir yapıda nedir kendi içlerinde dağılım ona bakmak lazım. Bakın, mesela ben birkaç rakam vereyim. “KOBİ” dediğimiz zaman, KOBİ, temel anlamda ekonominin neredeyse çoğunluğunu, hemen hemen hepsini oluşturan işletmelerden bahsediyoruz ama ekonomi içindeki ağırlığı o kadar değil. KOBİ’lerin ciddi anlamda desteğe ihtiyacı var. Bakın, ihracat yapan KOBİ sayısı 50 bin. Biraz önce söyledim, 2,6 milyon KOBİ var; esnaf, sanatkâr, KOBİ, bütün o kapsamları, mikro ölçek, küçük ölçek, orta ölçek diye baktığımda yüzde 1,9’u, yüzde 2’si ancak ihracat yapıyor, dış pazarlara açılabiliyor.

KOSGEB destek programları var. Destek sayısı 2012 yılında -2012’yi veriyorum çünkü 2014’te TÜİK’in açıkladığında 2012 rakamları var KOBİ’lere ilişkin- 27.161, destek miktarı 293,5 milyon TL, KOSGEB desteklerinden yararlanan KOBİ sayısı yüzde 1, Sayın Bakan, yüzde 1. Yani, “KOBİ destekleri artıyor.” diyorsunuz. KOBİ destekleri artmıyor. Yani, baktığınız zaman rakam olarak artıyor ama bütün KOBİ’lere baktığınızda, 2,6 milyon işletme, buradan geçinen milyonlarca insanı düşündüğümüzde görüyoruz ki sadece yüzde 1’lik, yüzde 2’lik bir kitle bu finansmandan yararlanıyor, ihracat yapıyor, dış pazarlara açılıyor. Bu açıdan da gerçekten o “KOBİ” kavramı içinde özellikle hem mikro işletmeler için hem de küçük ölçekli işletmeler için de ciddi tedbirlerin alınması ihtiyacı var.

KOBİ’ler önemli, esnek üretim yapıları var, değişen piyasa koşullarına hızlı uyum yetenekleri var, bölgesel kalkınmada roller oynuyorlar, istihdamın artırılması ve işsizliğin azaltılmasında da önemli rolleri  var ama KOBİ’lerin ciddi sorunları var. Bir tanesi kurumsallaşma sorunu. Bu ne demek? Kurallara ve ilkelere bağlı bir sistem kurulması demek yani amaç ve hedeflere uygun bir örgüt yapısının oluşturulması, iş ve görev tanımının yapılması, işletme içi süreçlerin yönetimi, denetimi ve raporlanması. Bu açıdan baktığımızda, Türkiye'nin çok ciddi bir kurumsallaşma sorunu var. Buna ilişkin olarak ne yaptınız Sayın Bakan?

Yetersiz sermaye yapıları var. Bu, aynı zamanda da finansman sorunlarını ortaya getiriyor. Çünkü, banka kredilerinden yeterince yararlanamadıklarını söylüyorum, biraz önce de söyledim. Bunda, tabii, KOBİ’lerin belli bir kesiminin kayıt dışı olmasının da etkisi var. Kayıt dışı olduğu için, doğal olarak, gidip kredi alamıyor yani onun bankacılık sisteminden, finansmanından yararlanamıyor. Ya bankaların istediği belgeleri veremiyor ya teminat gösteremiyor ve bankalar da genelde büyük işletmeleri tercih ediyor. Böyle bir yapı içinde KOBİ’lerin, özellikle küçük işletmelerin -daha da küçük KOBİ içindeki- daha çok işçi çalıştıran değil ama daha küçük KOBİ’lerin ciddi problemleri var.

Nitelikli eleman eksiklikleri var, en önemli problemlerden birisi. Ya farkında değiller bunun ya da maliyetini karşılayamıyor. Nitelikli eleman almak demek sonuçta belli maliyetlere katlanmak demek, ona gerekli çalışma ve iş yaşamını kurmak demek. E, nitelikli eleman olmadığı zaman o KOBİ’nin bir şey sağlayabilmesi mümkün değil.

Yenilikçilik faaliyetleri zayıf, yeni bir alana girme oranları düşük, yeni ürün geliştirmeleri zayıf, AR-GE harcamaları düşük, teknoloji getiremiyorlar Sayın Bakan yani böyle bir yapının içinde KOBİ’ler kendi yağlarıyla kavruluyor ve siz de Hükûmet olarak buna ilgisiz kalıyorsunuz.

Markalaşma problemi var, katma değeri düşük mal ve hizmet üretimi yapıyor çoğunluğu ve işletmelerin büyük bir çoğunluğunun herhangi bir kalite belgesi yok, kalite  standartlarına göre üretim yapmıyor arkadaşlar.

Pazarlama sorunları var, dış pazara açılım zayıf, ihracat bilinçleri düşük. E, bütün bunlara baktığınızda çok ciddi problemleri olan bir KOBİ sektörüyle karşı karşıyayız ama ne yazık ki alınan tedbirler yetersizdir. AKP iktidarları döneminde hem ekonomi genel anlamda kötüye doğru gitmiştir, yapısal problemler ağırlaşmış hem de KOBİ’lerin problemleri çözülmemiştir.

CHP iktidarında biz üretime ve yatırıma dayalı, katma değeri yüksek mal ve hizmet üreten ve geliri adaletli paylaşan bir ekonomiyi tesis edeceğiz. Bu açıdan da KOBİ’lere özel önem veriyoruz. Esnaf ve KOBİ’ler bakanlığı kurulması Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında ilk gerçekleştireceğimiz sözlerimizden, vaatlerimizden biridir. Halkbankı KOBİ’lerin ve esnafın ihtisas bankasına dönüştüreceğiz ve KOBİ’lerin ayakta kalmasını ve Türkiye ekonomisine entegrasyonlarını ve dışa açılmalarını sağlayacağız diyorum.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Cahit Bağcı, Çorum Milletvekili.

Buyurun Sayın Bağcı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GRUBU ADINA CAHİT BAĞCI (Çorum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Bugün gündemimizde, HDP’nin, Sayın Kalkınma Bakanımızla ilgili olarak, gerekçesinde iddia edilen uygulanan kalkınma stratejilerinin yaratmış olduğu sorunlar ve doğal kaynakların sermayenin kullanımına sokulması, kalkınma planlarının hazırlanmasında halk katılımının yer almadığı, GAP’ta sulama projelerinin yapılamadığı ve KOBİ’lerin finansmana erişim sorunlarının iddia edildiği bir gensoru verilmiştir. Bununla ilgili düşüncelerimi sizlerle, AK PARTİ Grubu adına, arkadaşlarım adına paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii ki bazı politikaları eleştirirken eleştirdiğiniz konuyla ilgili argümanlarınızın daha önce söylediklerinizle de tutarlı olması lazım. Sizler hatırlarsınız -ben sekiz yıldır bu Parlamentodayım- BDP’den arkadaşlar -şu anda HDP Grubu olarak milletvekili arkadaşlarımız- zaman zaman bu kürsüye çıktıklarında çeşitli vesilelerle –bu, yeri geldiğinde Meclis araştırma önergesi vererek, yeri geldiğinde de çeşitli kanunlarla ilgili- görüşlerini ortaya koyarken Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yatırım yapamamanın, istihdam üretememenin eleştirisini Hükûmetimize getirmişlerdir.

Şimdi gensoruyla ilişkili bakıldığında, bölgede yapılan, yapılması planlanan rüzgâr enerjisinin, güneş enerjisi panellerinin veyahut da sulama projelerinin doğada yarattığı tahribatla ilişkilendirilmesini burada çelişki olarak gördüğümü belirtmek istiyorum. Tabii ki birtakım yatırımları yaparken doğada istenmeyen malzeme alımı gerçekleşiyor. Örneğin yol yapımıyla alakalı olarak malzeme almak durumundasınız veyahut da bir yerden kanal geçireceksiniz, tünel yapmak durumundasınız. Hâliyle o coğrafyada birtakım oynamalar yapılmaktadır. Ama bu oynamaların yapılmasını, sermayeye doğal kaynakların veyahut da coğrafyanın peşkeş çekilmesi olarak değerlendirmek son derece tutarsızdır.

Ben, zaman zaman bu kürsüde özellikle Sayın Veysel Eroğlu’nun Türkiye’de ormanlaşma alanında ve çevre duyarlılığı konusunda -geçen dönemde Çevre Bakanı olarak görev yapıyordu- yapılan faaliyetlerin, AK PARTİ iktidarlarında bir önceki yıllarla kıyaslandığında son derece, 2’ye, 3’e katlayan çevre duyarlılığı yönünde ve özellikle ağaçlandırma, ormanlaştırma, erozyonla mücadele, toprak koruma faaliyetlerinin yapıldığını sizler de hatırlıyorsunuz. Ben bu konulara girmeyeceğim.

Ancak bu gensorunun gerekçesinde ortaya konulan özellikle katılımcı bir yaklaşımla kalkınma politikalarının veyahut da genel anlamda politikaların yapılmadığı gerekçesini, gensorunun bence en zayıf yönü olarak gördüğümü belirtmek istiyorum.

Şöyle ki: Az önce, benden önceki konuşmacı arkadaşlar da söylediler, Kalkınma Bakanlığı öncesinde Devlet Planlama Teşkilatı aracılığıyla -ki benim de uzun yıllar çalıştığım kurumda- hem özel ihtisas komisyonlarının hazırlanmasında hem de kalkınma planlarına altlık oluşturan bu çalışmaların yapılmasında tam da iddia edilenin aksine katılımcı bir anlayışla bu çalışmalar yapılmıştır.

Bakın, değerli arkadaşlar, Onuncu Kalkınma Planı, Kalkınma Bakanlığının koordinasyonunda katılımcı bir yaklaşımla 2010 yılında bir plan hazırlık çalışmasıyla başlatılmış ve Başbakanlık genelgesiyle makroekonomik, sektörel ve bölgesel düzeyde 66 adet özel ihtisas komisyon raporunun çalışmalarıyla işe başlanmıştır. Söz konusu komisyonlarda 3 bini aşkın akademisyen, kamu çalışanı, özel kesim, sivil toplum kuruluşu temsilcisi bir araya gelerek çalışmalara katkı vermişlerdir. Planın hazırlık çalışmaları yerel düzeyde de sürdürülmüştür. Bu kapsamda, kalkınma ajansları aracılığıyla mahalli idarelerin ve yerel aktörlerin, Türkiye’nin kalkınma öncelikleri konusunda görüşleri alınmıştır. Plan metninin oluşmasında Kalkınma Bakanlığının elli yılı aşan planlama deneyiminden, özel ihtisas komisyonu raporlarından; iş dünyasıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, düşünce kuruluşlarıyla, akademik çevrelerle, kamu ve özel sektör temsilcileriyle yapılan istişare toplantılarının sonuçlarından yararlanılmıştır. Çanakkale’den Ağrı’ya, Iğdır’dan Sinop’a kadar tüm illerimizde anket, mülakat, yazılar alınmış, toplantılar yapılmış, 7.200’ü yerelden 10 bini aşkın kişi ve kuruluştan Türkiye’nin kalkınma öncelikleri konusunda görüş ve öneriler alınarak Onuncu Kalkınma Planı’nın yol haritası oluşturulmuştur.

Ben bazı rakamları, tablodaki rakamları sizlerle paylaşmak istiyorum. 3.038 kişiyle görüşme yapılmış, değerli arkadaşlar; kamu sektöründen 1.295 kişi, özel sektörden 425 kişi, sivil toplum kuruluşlarından 547 sivil toplum kuruluşu temsilcisi, akademik dünyadan 500, uluslararası kuruluşlarımızdan 28, yerel yönetimlerden 126 temsilci, sosyal kesimlerden, sendikalardan 77, kamu sermayeli şirketlerden 16, işveren temsilcilerinden 15, barolardan da 6 temsilci bu çalışmalara katılmıştır.

Bir diğer konu: Değerli arkadaşlar, şu anda kalkınma ajansları 26 bölgemizde faaliyet göstermektedir ve her ilimizde de bağlı bulunduğu kalkınma ajansına bağlı çalışan bir destek ofisi vardır. Planlı yılların başladığı 1960’larda olduğu gibi, merkezden planlama ve politika  üretmenin sıkıntılarını Türkiye yaşamıştır. Bu çerçevede, kalkınma ajanslarının kuruluşuyla birlikte her ilin valisi, belediye başkanı -ki burada az önce HDP’den konuşan Sayın Zozani ifade etti bir katılımın olmadığını ki gensoru gerekçesinde de yazıyor- HDP’li belediye başkanlarının da içinde olduğu kalkınma ajansı yönetim kurulu ve aynı şekilde, o kalkınma ajansının bağlı bulunduğu ildeki bütün sivil toplum kuruluşları, il genel meclisi başkanları, rektörler kalkınma kurulunda görüş, öneri, düşüncelerini yansıtmaktadırlar ve o bölgenin stratejisine, eylem planlarına ve master planlarının hazırlanmasına katkı sunmaktadırlar. Her ilin ihtiyaç ve öncelikleri ortaya konulmakta, o bölgeye yönelik özellikle gelişim evreleri, gelişim hedefleri belirlenmektedir. İllere yönelik olarak şu anda elimizde plan ve stratejiler mevcuttur kalkınma ajansları tarafından yapılan. İddia edilen “Program hazırlanırken halkın görüşü alınmamaktadır.” tezi ya ülkemizde olup bitenin görülmediği ya da anlamakta zorlanıldığı anlamına gelir. Ben arkadaşlara bir gün illerde ki bu, Van’da Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı olabilir, Dicle olabilir, Fırat olabilir veyahut da İpekyolu, Karacadağ, hangisini istiyorlarsa veyahut da Ankara Kalkınma Ajansı olabilir, Çukurova olabilir, buyurun gelin Samsun’a, Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı olabilir, size yapılan çalışmalar hakkında bilgi versinler, brifing versinler, ne tür bir katılımcılıkla bu çalışmaların yapıldığını çok daha somut bir şekilde anlama ve izleme imkânı bulabilirsiniz.

25 dönüşüm programıyla alakalı olarak Sayın Günal da söylediler, Sayın Türeli de konuşmasında ifade etti. Değerli arkadaşlar, Onuncu Kalkınma Planı’na altlık sağlayan 25 dönüşüm programının 1.300 eylem planına dönüşmüş olmasından aslında memnuniyet duymanız gerekir. Sizin hem bu Hükûmet programlarının okunmasında hem her yıl bütçe görüşmelerinde ifade ettiğiniz bir şey vardı ki bu da nedir? “Yapısal sorunlara çözüm üreten bir Hükûmet programı değil.” veyahut da “Kalkınma planı yapısal sorunlara çözüm üretmiyor.” Nedir yapısal sorunlar? “Cari açığı azaltmıyor, ithalata bağımlılığa bir çare oluşturmuyor, tasarrufları artırmıyor.” veyahut da “Nitelikli iş gücüne çare üretmiyor.” gibi bir eleştiri getiriyordunuz. İşte, 1.300 eylem planı burada, her bir sektörle ilgili ortaya konulan eylem planında ilgili kuruluş, sorumlu kuruluş, koordinatör kuruluş en ince detayına kadar, âdeta kılcal damarlarına kadar ekonomiye ve piyasalara inen bir strateji, bir eylem planı ortaya konulmuştur. Bundan Türkiye adına, kurumlarımız adına, geçmişte elli yıllık tecrübeyi Kalkınma Bakanlığı bünyesinde…

Sataşan arkadaşlardan “Devlet Planlama Teşkilatı ölmüştür, Kalkınma Bakanlığı sıradan bir bakanlığa dönüşmüştür.” şeklinde ifadeler oldu. Kesinlikle bu doğru değildir. Kalkınma Bakanlığı, hâlâ hükûmetlere müşavirlik yapan, Türkiye’nin orta ve uzun vadeli geleceğine yönelik stratejileri, eylem planlarını ortaya koyan, politika üreten bir kurum olarak daha da üst düzeyde, makro bir bakış açısıyla, gözle, bütün tarafları dinleyen, gözleyen, izleyen ve uygulamaya koyan bir bakanlığa dönüşmüştür.

Bu açıdan, 25 dönüşüm programının Sayın Başbakanımız tarafından detaylarıyla açıklanmış olması Türkiye adına memnuniyet verici bir durumdur. Sizler de bunu inceleyerek her bir dönüşüm… 3 defa açıklama yapıldı, sizin de açıklanan 3 dönüşüm programının içeriğine girerek “Filanca dönüşüm programının şu numaralı eylem planı sağlıklı değildir.” şeklinde bir değerlendirme yapmanızı daha doğru bulduğumu ifade etmek istiyorum. Zira, politikalar, beraberinde enstrümanlarıyla ancak sağlıklı bir şekilde yol alabilirler veyahut da uygulanabilirliğin gerçekleşebilme imkânı o şekilde daha uygun olur diye düşünüyorum.

KOBİ’lerle alakalı olarak gensoruda iddia edilen bir konu var, onunla ilgili olarak da şunu söylemek istiyorum: Bu arada kalkınma ajansları tarafından dört yılda 81 ilde toplam 1,9 milyar TL hibe desteği verilmiştir arkadaşlar. Bunun yüzde 56’sı KOBİ’lere verilen destektir. Yani bildiğimiz, bankalar aracılığıyla veyahut da KOSGEB aracılığıyla verilen kredilerin dışında, son dört yılda 1,9 milyar TL’nin yaklaşık 1 milyar TL’si KOBİ’lere yüzde 50’ye varan hibe desteği olarak yararlandırılmıştır ki bu haksızlığı da kabullenmemiz mümkün değildir.

Gensoruda, 10 milyon ailenin yoksulluk yardımlarıyla yaşamaya mahkûm edildiği tezi yer almaktadır. Eğer siz bunu, bu sosyal devlet anlayışını veyahut da sosyal yardımları veyahut da sosyal adaleti sağlama çabalarını, Hükûmetin uygulamalarını, engelliye, yaşlıya, dula, muhtaca, asker ailelerine yapılan bu yardımları, genel sağlık sigortası gibi kapsamları bir muhtaçlık kültürü olarak görüyorsanız bu sizin yaklaşımınızdır ancak bu, bizim anlayışımızın farkını sadece ortaya koyar. Biz, nerede bir kimsesiz varsa nerede bir âciz varsa, yardıma muhtaç varsa, korunması gereken insan varsa, sosyal adaletin ve sosyal devlet olmanın gereği onlara sahip çıkmaya devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sosyal yardımlar ve harcamalarla ilgili olarak gayrisafi yurt içi hasıladan  2002’de 825 milyon TL ayrılmışken bugün bu rakam 26,5 milyar TL’ye ulaşmıştır ancak bu, bu durumu, bu muhtaçlığı, muhtaçlığa mahkûm edildiği tezini kesinlikle doğrulamaz çünkü kişi başına düşen günlük harcama, değerli arkadaşlar, bunu bütçe görüşmelerinde de detaylı olarak konuştuk; 2002’de 4,3 doların altında yaşayan nüfus, nüfusumuzun yüzde 30’u idi; aynı şekilde, açlık sınırı sayılan kişi başı günlük harcaması 2,25 doların altındaki nüfusumuz 2002’de yüzde 3 idi ama bugün 4,30 doların altında harcama yapan bir nüfus neredeyse kalmamıştır. Gelir dağılımındaki eşitsizliği ancak bu şekilde ortadan kaldırabilirsiniz. Sayın Başbakanımızın, Maliye Bakanımızın bütçe görüşmelerinde de ifade ettiği gibi, küresel mali krizin devam ettiği yıllar dâhil, son yedi yılda ülkemizde 5,7 milyon kişiye istihdam yaratılmıştır. Bu, gelir dağılımında hızla düzelen ve orta sınıfı genişleyen bir Türkiye’nin fotoğrafıdır. Büyümenin kapsayıcı olması, gelir dağılımındaki adaletin sağlanması, refahın bölgeler arasında dengeli dağılması hükûmetlerimizin öncelikleri olmuştur.

Hızlı büyümenin toplumun tüm kesimlerine olumlu yansıdığının en somut göstergesi ise en zengin yüzde 10’luk kesim ile en yoksul yüzde 10’luk kesimin karşılaştırılmasıdır. 2002’de en zengin yüzde 10’luk kesimin geliri en yoksul yüzde 10’luk kesimin gelirinin 18 katı iken bu oran 2013 yılında 11 kata düşmüştür. İnsani gelişme endekslerine göre, Türkiye 187 ülke arasında 69’uncu sıradadır. Gelir eşitsizliğini azaltarak sosyal gelişmeyi sağlamaya çalışan bir iktidar olmuştur.

Değerli arkadaşlar, ben son olarak GAP bölgesiyle ilgili değerlendirmeleri de sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Kaplan konuşmasında söyledi; GAP başlangıçta tabii ki, bölgenin özellikle su ve toprak kaynaklarının gelişmesine dayalı bir program olarak ele alınmıştı ancak yeni açıklanan, Sayın Başbakanımız tarafından Mardin’de açıklanan planla GAP bir bölge gelişme planına dönüşmüştür. Yani, GAP bölgesine yönelik olarak bu aşamada bütün yönleriyle bir bölgesel gelişme planı; hastaneleriyle, yollarıyla, barajlarıyla, toplulaştırmasıyla, sosyal yardımlarıyla, OSB’leriyle, çevre yatırımlarıyla bütünsel anlamda bir bölgesel kalkınma programına dönüşmüştür.

Diyarbakır’la alakalı burada bir husus ifade edildi. Ben de çıkmadan önce bilgileri aldım. Değerli arkadaşlar, “Diyarbakır’da hiçbir şey yapılmadı.” diye ifade edildi. Kanalizasyon olan köy sayısı Diyarbakır’da 2002 öncesinde son derece sınırlıyken -ki bu 50’ye yakın köyken- bugün 425 köyümüzün kanalizasyona kavuştuğunu, içme suyu giden köyümüzün 1.500’ün üzerinde olduğunu ve son on üç yılda da 15 milyar TL’lik bir yatırımın Diyarbakır’da yapıldığını belirtmek istiyorum.

Hakeza, sulamalarla alakalı olarak ifade etti gene Sayın Kaplan “Bir şey yapılmadı.” diye, ki önergede de yüzde 17 olarak sulama yatırımlarının yapılabildiği ifade edilmektedir. Ceylanpınar bölgesiyle ilgili sulama projesi ihale edilmiştir, 700 bin dekar alan sulanacaktır, yapımı devam ediyor. Aynı şekilde, Viranşehir sulama projesi de 355 dekar araziyi sulayacak olup ihalesi yapılmıştır, önümüzdeki günlerde de yapımına başlanacaktır.

Ben, bu çerçevede, Kalkınma Bakanımızla alakalı gensoruda hem Onuncu Kalkınma Planı’nı hem dönüşüm programlarını hem de GAP Projesi sonrasında GAP bölgesine yönelik olarak bir bölgesel gelişme programını bölgemize yönelik olarak nasıl uygulayacağımızı anlatma, ifade etme fırsatını buldum. Ben inanıyorum ki GAP gelişme projesi bölgemizde ciddi bir sinerji yaratacaktır, yaratmıştır. Ben, 47 milletvekili arkadaşımızla bir yıl önce bölgeyi ziyaret etmiştim. Çözümün adının dahi bölgede ciddi bir beklenti, umut, gelecek adına güzellikler taşıdığını gördüm, hissettim. İnşallah diliyorum ki bu programlar hem kalkınma planı hem dönüşüm programları hem de diğer açıklanan programlar ülkemizin gelişmesine, büyümesine, kalkınmasına ve 2023 hedeflerine bizleri yaklaştıracaktır. Daha demokratik bir Türkiye’nin inşasına, daha gelişmiş bir Türkiye’nin inşasına katkı sağlayacaktır diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Buyurun Sayın Zozani.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Sayın Bağcı, konuşmasında bizim, kürsüden ifade ettiğimiz eleştirilerin, dile getirdiğimiz hususların yersiz ve tutarsız olduğu ithamında bulundu, sataştı grubumuza.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Zozani, iki dakika süre veriyorum sataşma nedeniyle.

 

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Hakkâri Milletvekili Adil Zozani’nin, Çorum Milletvekili Cahit Bağcı’nın (11/46) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bağcı, esasında sizin burada yirmi dakikaya yakın yaptığınız konuşmayı alıp gerekçe olarak bir gensoruya koysak yeterlidir diye düşünüyorum çünkü on yıl önce de, beş yıl önce de, üç yıl önce de sadece ihale yapılmış. Bir gerçekleşme söz konusu mu? Yok. Hatırlıyorsunuz, geçen sene -siz ismini andığınız için ifade edeyim- Sayın Veysel Eroğlu, GAP Projesi’yle ilgili, o sulama kanallarıyla ilgili Photoshop’la içinde su konulmuş kanalların resmini gösterdi; Photoshop olduğu açıktı, geçen seneki kitapçıkta var, bir bakın ona.

Sayın Bakana gelince: İfade ettiğimiz hususlarda, lütfen, bir karşılığını koyarak bizimle konuşun. Sayın Bakan Hakkâri’de konuşma yapmış, partinizin kongresinde: “Hakkâri’de üniversitemizi kurduk ve çok önemli yatırımlar tahsis ediyoruz. Hakkâri Üniversitemizin yatırım programında 131 milyon TL yatırım var, cari harcamaları söylemiyorum, personel ya da başka harcamaları söylemiyorum, sadece yatırım için koyduğumuz ödenek 131 milyon TL.”  Ya, Hakkâri’ye kadar gitmişsin Sayın Bakan, bir kafanı kaldır bak, bu üniversite nerede, bir gör. O kadar para vermişsiniz. 131 milyon para harcamışsınız, dağa bir tabela asmışsınız.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Tabela var, dağda var.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Bakın, defalarca resimlerini gösterdik. 131 milyon para harcamışsınız, Sümbül Dağı’nın eteğine bir tane üniversite tabelası asmışsınız: Hakkâri Üniversitesi. Dağa yazıyor. Hangi yerden, nereden bakarsa baksın, bakan o  tabelayı görür. Onun dışında üniversite yok.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bakan görür.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Bakan görmemiş.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Nasıl bakıyor ama? Nasıl baktığına bağlı.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Biraz sonra burada ne söyleyecek, merak ediyorum.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

 

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

D) Çeşitli İşler

1.- Başkanlıkça, Genel Kurulu ziyaret eden İspanya Senato Başkanı Pio Garcia-Escudero ve beraberindeki heyete “Hoş geldiniz.” denilmesi.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ülkemize resmî ziyarette bulunan İspanya Senato Başkanı Sayın Pio Garcia-Escudero ve beraberindeki heyet şu anda Meclisimizi teşrif etmiş bulunmaktadırlar. Kendilerine Meclisimiz adına hoş geldiniz diyorum. (Alkışlar)

 

X.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, kalkınma plan ve stratejilerinin oluşturulması sürecindeki görevini yerine getirmeyerek ve KOBİ’leri yeterince desteklemeyerek çevresel, ekonomik ve sosyal problemlere zemin hazırladığı iddiasıyla Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/46) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi Hükûmet adına Cevdet Yılmaz, Kalkınma Bakanı.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Halkın Demokrasi Partisinin hakkımda vermiş olduğu gensoru vesilesiyle huzurunuzdayım. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, verilen gensoruda kalkınma politikalarımız eleştiriliyor; çeşitli boyutlar itibarıyla, sosyal boyut, bölgesel boyut, KOBİ politikalarımız, bunlarla ilgili çeşitli eleştiriler getiriliyor. Ben öncelikle şunu belirtmek istiyorum ve bunu da samimi şekilde söylüyorum, bir polemik olsun diye de söylemiyorum: Keşke bu konuları her zaman tartışsak. Daha çok güncel meseleler maalesef hep tartışılıyor. Böyle kalkınma politikaları, uzun vadeli politikalar her zaman tartışılmıyor. Gensoru, tabii, Meclisimizin zamanı açısından farklı şekillerde değerlendirilebilir ama bu konuların tartışılmasının ben çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede, muhalefetin de ifade ettiği eleştirilerden her zaman için faydalanma gayreti içinde olacağız. Bunu da belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu vesileyle kalkınma politikalarına yaklaşımımızı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunun için de bunu, tabii, bir fırsat olarak değerlendiriyorum. “Kalkınma” kavramı, “ekonomi” kavramından farklı bir kavram. Bizde de bir Ekonomi Bakanlığımız var, Maliye Bakanlığımız var, Kalkınma Bakanlığımız var.

Kalkınma, elbette, ekonomiyi içeren bir kavram. Ekonomi olmadan, ekonomiyi değerlendirmeden kalkınmayı anlamak elbette mümkün değil ancak ekonomiye indirgenebilecek bir kavram da değil “kalkınma” kavramı; daha geniş bir kavram, çok boyutlu bir kavram. Özellikle insan odaklı yaklaştığınızda kalkınmaya, bunu çok daha rahat görebilirsiniz. Nitekim, uluslararası tartışmalarda da Birleşmiş Milletlerin “sürdürülebilir kalkınma” dediği bir kavram var. Bu kavramla baktığınız zaman temelde üç boyuttan oluştuğunu görüyoruz: Ekonomik boyut, sosyal boyut ve çevresel boyut. Ekonomik boyut, malum, refahımızın artırılması; sosyal boyut, refahın mevcut nesil içinde, şu anda yaşayan insanlar arasında daha dengeli dağıtılması; çevresel boyut dediğimiz ise bugünkü nesil ile gelecek nesiller arasında adaletin kurulması, dengenin sağlanması, kaynakların bugünkü nesil tarafından tamamıyla tüketilmemesi, gelecek nesillere de bunun devredilmesi. Ben buna doğrusu uluslararası ortamlarda da dördüncü bir boyut eklenmesi gerektiğini söylüyorum. O boyut da temel haklar boyutu ve hukuk boyutudur, demokrasi boyutudur. Ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlara özgürlük boyutunu, demokrasi boyutunu da ilave ettiğimizde aslında kalkınmayı hak ettiği şekilde tarif etmiş oluruz diye düşünüyorum.

Bu çerçevede de kalkınma konusunda, hükûmetlerimiz döneminde son on iki yılda nasıl bir performans sergilemişiz, onu paylaşmaya gayret edeceğim. Ancak bu noktada şunun da altını çizmek isterim. “Başarı” dediğimiz kavram elbette farklı şekillerde tarif edilebilir, sübjektif tanımlar da getirilebilir başarıya ama ölçülebilir, objektif tanımlar da konabilir. Siyasette, tabii, belki iki türlü ölçmek lazım. Bir tanesi, ekonomik, sosyal rakamlar bazında başarıyı ölçmek; diğeri de halkın teveccühü bağlamında, halkın sizin politikalarınıza verdiği destek anlamında ölçümdür. Her iki bakımdan da AK PARTİ’nin son on iki yıllık icraatlarının başarılı olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Bunun rakamsal boyutunu çok fazla detaya girerek anlatacak durumda değilim ama belli noktaları itibarıyla aktarmaya çalışacağım. Bundan, rakamlardan daha önemlisi, elbette halkımızın demokratik bir ortamda, serbest ve adil seçimlerde politikalarımıza verdiği destektir; bunu da çok şükür her seçimde artarak görüyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, ekonomik göstergeleri çok kısaca özetleyecek olursam; kişi başına gelir AK PARTİ iktidara geldiğinde 3.500 dolar civarındaydı, en son ölçümlerimizde 10.500 dolar civarında. Millî gelirimiz, 230 milyar dolardan 800 milyar dolarlar mertebesine yükseldi.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Başbakan “19 bin dolar” dedi bir ara Sayın Bakan.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) - İhracatımız 36 milyar dolardan geçen yıl itibarıyla 158 milyar dolara yükseldi, AR-GE harcamalarımız arttı; bütün bunları çok detaylı anlatmak istemiyorum. Yapılan toplu konutlardan duble yollara, inşa edilen eğitim, sağlık tesislerine kadar hizmetler ortada.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Biri yalan söylüyor, ya Başbakan ya Sayın Bakan!

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Diğer taraftan, bu ekonomik boyut kadar en az önemli olan sosyal boyut. Ben bugün daha ziyade sosyal boyut üzerinde durmak istiyorum. AK PARTİ hükûmetleri sosyal bakımdan da başarılı oldu mu? Bunu gerçekten bizim kendi kendimize de sormamız lazım çünkü sosyal açıdan başarılı olmayan bir ekonomik politikanın sürdürülebilir olması da mümkün değil, siyasi olarak desteklenmesi de mümkün değil. Dolayısıyla buna bakmak durumundayız.

Şimdi, baktığımız zaman, bu alanda ne yapmışız? Değerli arkadaşlar, bunu ölçmek için “Gini katsayısı” dediğimiz bir katsayı var. Gelir dağılımını ölçüyor; gelir dağılımında adalet arttıkça bu Gini katsayısı düşüyor, gelir dağılımında adaletsizlik yükseldikçe Gini katsayısı da yükseliyor. Buna göre baktığımız zaman, 2002’de Gini katsayısı 0.44 iken 2013’te 0,38’e kadar gerilemiş durumda. Bu nispi olarak gelir dağılımının daha iyi hâle geldiğini gösteriyor.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Bu 0,38 nerede yazıyor Sayın Bakan?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Dolayısıyla, burada bir taraftan…

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Sayın Bakan, bu 0,38 nereden?

FARUK IŞIK (Muş) – Dinle bak, sen konuşurken biz susuyorduk.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Hayır hayır, nerenin rakamı?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – TÜİK’in rakamları.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Ya, Avrupa Birliği ortalamasından daha iyi bir ortalama.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Avrupa Birliği daha iyi, biz de oralara yükseleceğiz inşallah.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Sayın Bakan, Avrupa Birliğinden daha iyi bir rakam, 0,42’dir.

FARUK IŞIK (Muş) – Çok iyi biliyorsun sen!

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Ya, Avrupa Birliğinden iyi bir rakam değil, siz bir kontrol edin o rakamlarınızı.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Siz kontrol edin.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, tabii, bu 0,38 iyi bir rakam ama Avrupa Birliği ortalamalarından daha kötü bir rakam. Bunu biz daha iyiye götürmemiz lazım, daha iyi politikalarla yolumuza tabii ki devam edeceğiz ama geldiğimiz nokta itibarıyla baktığınızda AK PARTİ hem ekonomiyi büyüttü, ekmeğimizi büyüttü hem de daha adil bir şekilde dağıtılmasını sağladı. Birçok ülke bunu başaramaz, birçok ekonomik politika bunu yapamaz. Bazı ülkeler ekonomiyi büyütmekte başarılı olur, sosyal politikada başarısız olur; bazıları sosyal politikalarda iyi işler yaparlar ama ekonomiyi büyütemezler.  AK PARTİ, ekonomiyi büyütürken sosyal adaleti iyileştiren bir performans ortaya koymuştur. Bu da takdir edilmesi gereken bir performanstır.

Diğer taraftan, yine, uluslararası mukayese edilebilir yoksulluk rakamları var. Bunu, yine, satın alma gücü paritesine göre hesaplıyoruz yani cari dolara göre değil, bütün dünyayla mukayese edilebilir satın alma gücü paritesine göre hesaplıyoruz. Buna göre baktığımızda 2002 yılında günlük ortalama harcaması 4,3 doların altında olan nüfusumuz toplan nüfusumuzun yüzde 30’undan fazlaymış. Yani 2002’de 66 milyondu Türkiye'nin nüfusu, 20 milyondan fazla insanımız günde 4 dolar 30 sentin altında bir harcamaya mahkûmdu, satın alma gücü paritesine göre. Bu rakam en son hesaplamalarımızda yüzde 2,1’e kadar gerilemiş durumda. Tek başına bu performans AK PARTİ döneminde yoksullukla ne kadar etkili mücadele edildiğinin çok açık göstergesidir, diğer rakamlara girmek istemiyorum.

Bütün bunlar tabii kendiliğinden olmadı, özellikle kamunun sosyal harcamalarında ciddi artışlar yaptık. AK PARTİ iktidarları döneminde, güven ve istikrar ortamında, siyasi istikrar ve makroekonomik istikrar ortamında faiz giderlerimiz ciddi bir şekilde gerilerken yatırım harcamalarımız ve sosyal harcamalarımız ciddi oranlarda artış gösterdi. Bakın, oran olarak söyleyecek olursam, sosyal harcamalarımızın, sosyal yardım harcamalarımızın yurt içi hasılaya oranı yaklaşık 2,5 kat artmış bu dönemde. 2002 yılında bu sosyal harcamalar için 825 milyon Türk lirası kullanılırken 2014 yılında 26,5 milyar Türk lirasına kadar bu harcamalarımız çıkmış.

Diğer taraftan, yine, Birleşmiş Milletlerin “insani gelişme endeksi” dediğimiz bir endeksi var. Bu sadece ekonomiyle ölçmüyor gelişmişliği; satın alma gücüne göre kişi başına gelir, eğitim ve sağlık; 3 temel gösterge bazında insani gelişmişliği ölçen bir endeks. Burada da Türkiye 2000 yılında 158 ülke arasında 80’inci sıradayken, bakın 158 ülke içinde 80’inci sıradayken 2013 yılında 187 ülke arasında 69’uncu sıraya yükselmiş durumda. Yani ülke sayısı artmış, Türkiye durumunu daha da iyileştirmiş. Burada da 4 kategori var Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği: Bir düşük insani gelişmişlik grubundaki ülkeler var, orta insani gelişmişlik grubundaki ülkeler var, yüksek insani gelişmişlik var, bir de en yüksek insani gelişmişlik var. İlk 50 ülke aşağı yukarı en yüksek insani gelişmişlikte, biz de yüksek insani gelişmişlik kategorisindeyiz. İnşallah, önümüzdeki dönemlerde sosyal politikalarımızın, eğitime, sağlığa yaptığımız yatırımların da etkisiyle en yüksek insani gelişmeyi hedefleyen bir konumda oluruz.

Diğer taraftan, sosyal yardım harcamalarımızın istihdamı olumsuz etkilediğine dair bazı eleştiriler de zaman zaman duyuyoruz. Bu konularda da son yıllarda önemli çalışmalar yürütüyoruz. Sosyal yardımlarla istihdamın bağını güçlendirmeye dönük çalışmalar yapıyoruz. 2014 yılında yaklaşık 54 bin kişiyi işe yerleştirmişiz, daha önce sosyal yardım alan 54 bin kişi işe yerleştirilmiş. Yine, 32 bin kişiye eğitim vermişiz, iş gücü piyasalarına hazırlamışız.

Biz sosyal yardımı ikiye ayırıyoruz. Bir, gerçekten sürekli vermemiz gereken yardımlar yani çalışamayacak durumda olan insanımıza sürekli yapmamız gereken destekler -bu, sosyal devletin ve adaletin bir gereğidir- bir de geçici sosyal yardımlarımız var. Çalışabilecek durumda olan insanımıza biz yardımı geçici olarak düşünüyoruz ve bu insanlarımızı bir süre sonra kendi ayakları üzerinde durur hâle getirecek politikalar uyguluyoruz. Önümüzdeki dönemde bu konuda yeni birtakım tedbirler de var. Bu, 25 dönüşüm programımız içinde bu konuda da bazı faaliyetlerimiz, bazı eylemlerimiz var.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Kaç tanesi gerçekleşti Sayın Bakan?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Özellikle yoksul insanları, sosyal destek alan insanları istihdam ettiği zaman işletmeler, ekstra birtakım teşviklerle bunu desteklemeyi öngörüyoruz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Değişti mi, mevzuat değişti mi?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bir taraftan da refahın yayıldığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Buna da bir tek örnek vermek istiyorum: Bakın, 2002 yılında asgari ücret ne kadarmış biliyor musunuz TL olarak? 184 Türk lirası, sadece ve sadece 184 Türk lirası. 2015 yılında bu rakam 949 Türk lirasına yükselmiş durumda. İnşallah, ikinci yarısında ilk defa bin lirayı da aşmış olacağız. Reel olarak baktığımızda, 100 lira kabul ederseniz 2002’yi, 2014’te 212’ye çıkmış durumda. Bu da tabii refahın toplumsal kesimlere yayıldığının çok açık bir göstergesi.

Sosyal göstergelerde söylenecek çok şey var. Üniversitelere yaptığımız yatırımdan, hastanelere, diğer birçok alana kadar. Bunların, vakit açısından, detayına giremeyeceğim.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Mesela hastaneleri bir anlatın Sayın Bakanım. Hastaneler ile bu işletmeleri bir anlatın, sizi ilgilendiriyor o.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Gir gir ya, bu üniversitelere bir gir ya.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Sosyal boyutu dışında bir de çevresel boyuta da değinmek istiyorum çünkü çevre konusunda da gensoruda eleştiriler var. 

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Kamu özel hastaneleri vardı, bir anlatın da bir dinleyelim.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Sayın Bakan, şu üniversite meselesini bir anlatın.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Hastaneleri özellikle bekliyoruz, hastaneleri.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Şimdi, çevre konusunda neler yapmışız, bununla ilgili de birkaç şey paylaşmak isterim, tabii yine zaman elverdiği sürece.

Çevre alanında da yine AK PARTİ iktidarları döneminde çok önemli gelişmeler olmuştur. Bakın, SUKAP diye bir programımız var. Biz bunu belki yeterince anlatamadık, KÖYDES’ten daha büyük bir program aslında. Bu programla şu anda mali imkânları yetersiz bütün belediyelerimize destek oluyoruz. Nüfusu 25 binin altında olan belediyelerimizin projelerine yüzde 50 hibe destek sağlıyoruz, diğer belediyelerimize uzun vadeli krediler sağlıyoruz ve şehirlerimizin altyapılarını bu vesileyle geliştiriyoruz. Şu anda 4,1 milyar liralık 589 proje bu anlamda devam ediyor ve 362 tane de proje tamamlanmış durumda.

Yine, orman varlığımıza baktığınız zaman, 2002 yılında 20,7 milyon hektarken 2014’te 21,7 milyon hektara yükselmiş durumda. Bu dönemde 421 bin hektar alanda ağaçlandırma yapmışız, 654 bin hektar alanda erozyon kontrolü yapmışız, 2,57 milyon hektar bozuk orman alanında rehabilitasyon çalışması yapmışız ve yine 4,1 milyar adet fidan üretimi yapmış ve burada da yine 127 adet şehir ormanı tesis etmişiz. Bütün bunlar son on iki yılda ormancılık alanında yaptığımız önemli çalışmalar.

Erozyonla mücadelede de ciddi bir ilerleme sağlamışız. Bizim hükûmetlerimiz öncesinde yıllık 500 milyon ton toprağımızı kaybederken bugün geldiğimiz rakam 178 milyon tona kadar düşmüş durumda. Tabii, amaç bunu sıfırlamak, daha da aşağı düzeylere çekmek.

Yine 2009 yılında Kyoto Protokolü’ne Türkiye taraf oldu ve yine 2009 yılında Ulusal İklim Değişikliği Strateji Belgesi Yüksek Planlama Kurulu tarafından onaylandı ve yürürlüğe girdi.

Bu dönemde yine baktığınızda 1,4 milyar ton emisyon tasarrufu sağlamışız. 2002 yılına göre 2012 yılında Türkiye ekonomisinin emisyon yoğunluğu yüzde 13 oranında azalmış durumda. Yani, ekonomimiz büyürken daha az karbon üretecek şekilde birim büyümeyi sağladığımızı rahatlıkla ifade edebilirim.

Yine bu dönemde 14 adet entegre katı atık projesini tamamlamışız. Hava kalitesi istasyonları, deniz kirliliği izleme istasyonları, bütün bunlarda ciddi artışlar sağlamışız.

Ayrıca, tabii, Avrupa Birliğiyle de bir çevre müzakere faslı… Burada da önemli ilerlemeler sağlamış durumdayız.

Bakın, çevre konuları hep gündeme geliyor. Geçmiş dönemlerle mukayese edildiğinde bu dönem çevre alanında da son derece olumlu bir performans sergilediğimiz bir alandır. Ama, burada ne kadar fazla yaparsak azdır. Önümüzdeki dönemde de enerji verimliliği başta olmak üzere bu konulara her türlü önemi, önceliği vermeye devam edeceğiz.

Vaktim daralıyor. Hemen KOBİ politikalarıyla ilgili de bazı fikirlerimi paylaşmak istiyorum. KOBİ’ler, az önce de söylendiği gibi, gerçekten çok önemli bizler için. Sadece ekonomik açıdan değil, sosyal açıdan, yenilik açısından, girişimcilik açısından önemli bir alan. Bugün itibarıyla baktığınızda istihdamın yaklaşık yüzde 76’sını, katma değerin yüzde 54,5’unu, yatırımların yüzde 53,2’sini KOBİ’ler üretiyorlar. KOBİ’lere ne yapmışız? Bakın, 2008 yılında KOBİ kredileri 86 milyar TL iken, 2014 yılında 394 milyar Türk lirasına yükseltmişiz bunu. Yine aynı dönemde KOBİ kredilerinin toplam krediler içindeki payı yüzde 25,1’den, yüzde 34’6’ya çıkmış durumda. Bunu elbette daha da arttırmalıyız, bu politikalarımıza devam etmeliyiz.

Yine ilk defa bizim dönemimizde bir KOBİ Stratejisi ve Eylem Planı oluşturuldu ve hayata geçirildi. KOSGEB’in 2014 sonu itibarıyla 34.751 işletmeye 312 milyon Türk lirası destek sağladığını görüyoruz. Teknoloji geliştirme merkezleri, girişimcilik eğitimleri, teknogirişim sermaye destekleri gibi çeşitli programlarımız var. Ayrıca organize sanayi bölgelerimizin sayısını 162’ye çıkardık. Küçük sanayi sitelerimizin sayısını 453’e yükselttik. Teknoloji geliştirme bölgelerimizin sayısını 59’a yükselttik. Bütün bu altyapılarla birlikte bir taraftan da kalkınma ajanslarıyla, kırsal kalkınma fonlarıyla KOBİ’lerimize destek olmaya devam ediyoruz.

Kalan sürem içinde GAP’la ilgili de birkaç şey ifade etmek istiyorum. Gerçekten Türkiye’nin iftihar etmesi gereken çok önemli bir kalkınma programı. GAP’la ilgili de son derece önemli çalışmalar yürüttük. Bakın, bazı eleştiriler belki geçmişten kaldığı için habire tekrarlanıyor ama bunu mutlaka düzeltmemiz lazım. Geçmişte, gerçekten, GAP’taki sulamalara yeterince önem verilmemişti. Bizden önceki hükûmetler döneminde baktığınızda, 2002 yılında biz devraldığımızda GAP’ın ödeneğinin toplam kamu yatırımları içinde payı yüzde 5’lere kadar gerilemişti. Biz ne yaptık? 2008’le birlikte yeni bir eylem planı ortaya koyduk ve o tarihten sonra GAP yatırımlarının toplam kamu yatırımları içindeki payı yüzde 14’lere kadar yer yer yükseldi ve çok önemli bir miktara gelmiş oldu.

Burada barajları büyük oranda bitirmiş durumdayız. Neye yoğunlaştık geçtiğimiz dönemde? Ana kanallara yoğunlaştık. Barajlardan tarlaya suyu getirecek o büyük, devasa ana kanallara yoğunlaştık. Bu çerçevede ama tarla içini de ihmal etmedik. Tarla içinde 424 bin hektara kadar yükseldik. Ancak önümüzdeki dönem asıl tarla içine gireceğimiz dönem. Barajlarda su birikti, ana kanallarla büyük ovalara bunu taşıdık.

Suruç’taki devasa yatırımlarımız ortada, Mardin’deki yatırımlarımız, Batman’daki; Diyarbakır Silvan’daki, Atatürk Barajı’ndan sonra ikinci büyük sulama projesi. Bütün bu projelerle sulamaya büyük bir ağırlık veriyoruz. Önümüzdeki dönemde de yine sulama ağırlıklı olacak.

Tek bir rakam söyleyeyim. 2002 yılında GAP’ın sulamalarına verilen ödenek 75 milyondu sadece, 75 milyon…

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Yüzdelik kaç, yüzdelik?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) - 2015’te 1,2 milyar lira ödenek tahsis ettik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakın, 16 kat sulama ödeneğini artırdık, 16 kat. Buna bir teşekkür etmenizi beklerdik doğrusu. Ama biz halkımızın teşekkürünü önemsiyoruz. Bundan sonra da halkımıza hizmet etmeye devam edeceğiz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan…

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Uzunırmak sizden önce el kaldırdı efendim.

Buyurun.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan Davutoğlu, 9 Şubat 2015 tarihinde Uluslararası Finans Enstitüsünün Bosphorus Otel’deki konferansında Türkiye’de kişi başına millî gelirin 19 bin dolar olduğunu açıkladı. Sayın Bakan da “10.500 dolar” diyor.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – O satın alma gücüne göre.

BAŞKAN – Evet, tutanaklara geçti.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Reel olarak da 6.300’e düştü.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Zozani.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, Sayın Bakan Yılmaz Gini katsayısı rakamı vererek de bizim gelir paylaşımındaki adaletsizlik, eğitim, sağlık ve sosyal olanaklara ulaşım konusundaki verdiğimiz rakamları, bir şekilde doğru olmayan rakamlar olarak verdi ve Gini katsayısını da ifade ederken yanlış bir rakam ifade etti ve bize sataştı. Benim verdiğim rakam…

BAŞKAN – Fikrini söyledi, çalışmasını söyledi. Bunun sataşmayla…

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Hayır efendim, benim…

BAŞKAN – Hayır, sizin söylediğinizin aksini söyledi mi?

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Çarpıttığımı ifade etti, yanlış rakamlar paylaştığımı söyledi.

BAŞKAN – O zaman hiçbir hatibin bir şey konuşmaması lazım.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Hayır efendim, konuşsun, niye konuşmasın!

BAŞKAN – Ben anladım da, bak, şimdi şu…

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Biz birçok soru sorduk.

BAŞKAN – Sayın Zozani, size söz verebilmek için, sataşma var mı yok mu, bunu arıyoruz.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Sataşma var, evet.

BAŞKAN – Sizin söylediğinizin aksini söyledi mi?

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Bakın, sadece aksi değil. Rakamları çarpıttığımı ifade etti, aksi bu. Benim verdiğim rakamların doğru olmayan, yanlış rakamlar olduğunu söyledi. Bu bir sataşmadır. Eğer tersini çürütemiyor ise…

BAŞKAN – Peki, tutanakları getirteceğim, tamam.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Hayır efendim, ne tutanağı!

BAŞKAN – Tutanakları getirteceğim Sayın Zozani. Niye…

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Şimdi, Sayın Bakan, konuşması sırasında daha önceki hükûmetler döneminde yapmış olduğumuz eleştirilerin bir alışkanlık hâline geldiğini ve o eleştirilerin bu Hükûmete tekrar, sulama kanallarıyla ilgili, haksız olarak yöneltildiğini söyledi. Dolayısıyla, grubumuza açıktan bir sataşmada bulundu. Yani sanki sulama kanallarıyla ilgili, daha önceki hükûmetlerden kalan bilgiyle sataşmışız…

BAŞKAN – Sayın Baluken, buyurun. Kim konuşacak? Siz mi?

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Adil Bey.

BAŞKAN – Sayın Zozani, buyurun.

 

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Hakkâri Milletvekili Adil Zozani’nin, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın (11/46) esas numaralı Gensoru Önergesi üzerinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Photoshop’la su kanallarını doldurabilirsiniz, maharetleriniz arasında var. Sayın Bakan Eroğlu Photoshop’la sulama kanallarını doldurdu, biz bunu gördük. Siz de şimdi ifade ediyorsunuz,  Gini katsayısını açıklıyorsunuz. Gini katsayısının anlaşılır olması açısından ifade edeyim. Gelir paylaşımındaki adaletsizlik, eğitim, sağlık, sosyal olanakları vatandaşların, ulaşım konusundaki ortalama veriyi sunar Gini katsayısı. Türkiye’nin Gini katsayısı verisini 0,38 olarak ifade etti. Sayın Bakan yanlış ifade etti. Türkiye 27 ülke sıralamasında, OECD ülke sıralamasında sondan 3’üncü ülke. Türkiye’nin arkasında kimler var? Şili ve Meksika var. Türkiye’nin Gini katsayısı ortalaması ne? 0,41 bu yılın verisi, öyle 38 değil. OECD ülkeleri verisi kaç, ortalaması kaç? Yüzde 0,31. En iyi konumda olan ülke hangisi? Norveç’tir; 0,24. Şimdi, hangisini düzelteyim? Külliyen yanlış, külliyen yanlış.

İkincisi: Sayın Bakan, bakın, ben burada neredeyse 10’a yakın soru sordum, o soruların hiçbirine cevap vermediniz. İliniz Bingöl’le ilgili sordum, cevap vermediniz.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Söz verirse Başkan devam ederim.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Efendim, yirmi dakika içerisinde buna girebilirdiniz.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Bingöl’e gelin, gösterelim bütün yatırımları.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Bakın, yani, biz Bingöl’e çok gidiyoruz da siz hiç uğramıyorsunuz, öyle görünüyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Yani, Sayın Bakan, siz üniversite tabelasını görmedikten sonra bu Gini katsayısını görebileceğinizi düşünmüyorum.

FARUK IŞIK (Muş) – Muş Havaalanı’nın bir kayıtlarını çıkarın, her hafta oraya geliyor.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Bakın efendim, Sayın Bakanın verdiği Gini katsayısı Türkiye’ye ait değil, Amerika’ya ait. Sayın Bakan Amerika’yı görüyor, Türkiye’yi göremiyor. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Günal.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkanım, Sayın Bakana, dönüşüm programlarıyla ilgili kendisine soru sordum. Dedim ki: “1.400 tane alt tedbir açıkladınız, bunun kaçını yaptınız?” “25 tane dönüşüm programı.” dedi geçti. Şimdi, yani, bekliyoruz ki bir şey söylesin, yok.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Zaman kısıtlı.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Ya, hangi zaman? Sayın Başkan, bir saat zaman tanıyın da söylesin ya!

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sağlıkla ilgili dedi ki: “Çevreye girme.” Sağlığa girdi, maalesef…

BAŞKAN – Tutanaklara geçti Sayın Günal, teşekkür ediyorum.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – …bütün bilgiler yanıltıcı geldi, hiçbir açıklama yapmadı. Kayıtlara geçsin.

 

X.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, kalkınma plan ve stratejilerinin oluşturulması sürecindeki görevini yerine getirmeyerek ve KOBİ’leri yeterince desteklemeyerek çevresel, ekonomik ve sosyal problemlere zemin hazırladığı iddiasıyla Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/46) (Devam)

BAŞKAN – Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım.

 

III.- YOKLAMA

 

(CHP ve MHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkanım, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Yoklama talebi var, yerine getireceğim.

Sayın Altay, Sayın Akar, Sayın Türeli, Sayın Aygün, Sayın Çıray, Sayın Özkes, Sayın Haberal, Sayın Köktürk, Sayın Düzgün, Sayın Öztürk, Sayın Aydın, Sayın Aldan, Sayın Akçay, Sayın Kalaycı, Sayın Kutluata, Sayın Öz, Sayın Işık, Sayın Şandır, Sayın Günal, Sayın Bulut ve Sayın Uzunırmak.

İki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

 

X.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

1.- HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, kalkınma plan ve stratejilerinin oluşturulması sürecindeki görevini yerine getirmeyerek ve KOBİ’leri yeterince desteklemeyerek çevresel, ekonomik ve sosyal problemlere zemin hazırladığı iddiasıyla Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/46) (Devam)

BAŞKAN - Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

(AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Birleşime on dakika ara veriyorum.

                                                                               Kapanma Saati:21.37

 

DOKUZUNCU OTURUM

Açılma Saati: 21.54

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77’nci Birleşiminin Dokuzuncu Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

BAŞKAN – 2'nci sırada yer alan, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

3.- Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/742) (S. Sayısı: 616)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

4’üncü sırada yer alan, Askeri Hakimler Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

4.- Askeri Hakimler Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1008) (S. Sayısı: 685)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

5’inci sırada yer alan, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın; Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan'ın; Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Çanakkale Milletvekili İsmail Kaşdemir'in; Kimlik Bildirme Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan'ın; 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adana Milletvekili Osman Faruk Loğoğlu'nun; Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü'nün; Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekilleri Sinop Milletvekili Engin Altay, Ankara Milletvekili Levent Gök ile 4 Milletvekilinin; Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; 5490 Sayılı ve 25/4/2006 Tarihli Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ve İçişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

5.-Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın; Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan'ın; Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Çanakkale Milletvekili İsmail Kaşdemir'in; Kimlik Bildirme Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan'ın; 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adana Milletvekili Osman Faruk Loğoğlu'nun; Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü'nün; Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekilleri Sinop Milletvekili Engin Altay, Ankara Milletvekili Levent Gök ile 4 Milletvekilinin; Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; 5490 Sayılı ve 25/4/2006 Tarihli Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ve İçişleri Komisyonu Raporları (1/995, 2/422, 2/514, 2/909, 2/1518, 2/1579, 2/1632, 2/2443, 2/2469) (S. Sayısı: 684)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

6’ncı sırada yer alan, Konya Milletvekili Kerim Özkul ve Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ile 45 Milletvekilinin; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri’nin görüşmelerine başlayacağız.

 

6.- Konya Milletvekili Kerim Özkul ve Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ile 45 Milletvekilinin; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri (2/2616) (S. Sayısı: 688)(*)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 688 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu teklif İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle, teklif, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Şimdi, teklifin tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Erkan Akçay…

MUHARREM VARLI (Adana) – Geliyor Sayın Başkanım.

BAŞKAN – İkinci sırada, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Adil Zozani, Hakkâri Milletvekili.

Buyurun Sayın Zozani. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 688 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerine, daha doğrusu torba teklif üzerine grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi, elimizdeki tasarının bir hikâyesi var. Buraya gelen her torbanın, her sıra sayısının bir hikâyesi olduğu gibi bunun da bir hikâyesi var. Birazdan bu hikâyeyi de ayrıntılarıyla sizlerle paylaşacağız ama öncelikle özünü oluşturan unsur hangisidir? Ben de oradan başlayacağım değerlendirmelerime.

Malumunuz, bir üniversite kuruluyor, sağlık bilimleri üniversitesi kuruluyor. Hayırlı olsun. Faydalı bir iştir. Tabii, üniversitelerin kurulmasına itiraz etmeyiz, üniversiteler mutlaka kurulmalıdır ve amaca hizmet etmelidir. Tabii, uzun yıllardan bu yana Türkiye’de özellikle eğitim araştırma hastanelerinde görev yapan akademisyenlerimiz, maalesef, bir haksızlığa maruz kalıyorlardı. Şimdi bu kanun teklifi marifetiyle, onaylayıp kabul edildikten sonra bu mağduriyeti ortadan kaldıracağız. Ama bu mağduriyeti ortadan kaldırmak için böyle bir kitaba gerek yoktu. Bir maddelik bir değişiklik bu mağduriyeti yıllar önceden ortadan kaldırabilirdi. Ancak bugüne kadar ihmal edilmiş, buraya kadar getirilmiş. Şimdi, hayırlısıyla bir üniversite kuruldu, kuruluyor, merkezi İstanbul’da ve rakamı yanlış bilmiyorsam 59 eğitim ve araştırma hastanesi doğrudan üniversitenin birimi durumuna gelecek ve İstanbul merkezde üniversite, aynı zamanda öğrenci de alacak. Yani bundan sonra bu üniversitemize de öğrenciler kayıtlarını yapabilecekler, tercihte bulunabilecekler ve bu üniversiteden mezun olmuş olacaklar. Ama bunu yaparken, bu üniversiteyi kurarken Hükûmet olmamışı denemeye çalışıyor. Biliyorsunuz, Türkiye’de üniversiteler ya YÖK mevzuatına tabi olarak kurulurlar ya da vakıf üniversiteleri mevzuatına tabi olarak kurulurlar. Şimdi, burada kurulan üniversite, YÖK’e bağlı üniversite ama vakıf üniversitesinin kurallarıyla yönetilecek bir üniversite olmasına çalışılıyor.

Bürokratlarımız, konuyla ilgili arkadaşlarımız, milletvekili arkadaşlarımız, bir araya gelmişler, saatlerce, günlerce bir kanun maddesini tartışmışlar. Ben günlerce diyorum, onlar kendi telaffuzlarıyla “Kırk sekiz saat çalıştık bulamadık, niye böyle bir yanlışlık yaptık?” dediler. Ne yapmışlar? En son ortaya çıkardıkları bir madde Anayasa’ya aykırı. Anayasa’ya aykırı bu maddeyi teklif içerisinde Meclis Başkanlığına gönderiyorlar. Şimdi, biz zaman zaman burada çıkıyoruz, itiraz ediyoruz ya; yahu efendi, burası yanlıştır, burası şöyle olsa daha iyi olur mealinde değerlendirmeler yapıyoruz. Sadece muhalefet etmediğimizi göstermek için, bir yanlışı düzeltme gayreti içerisinde olduğumuzu ifade etmek için bu örneği veriyorum. Önemlidir, siz de bizi anlarsınız diye düşünüyorum, o nedenle bu örneği sizinle ayrıntılarıyla paylaşacağım.

Meclisin Kanunlar Kararlar Başkanlığı var, Meclis Başkanlık Divanına bağlı çalışır. Gelen her kanun teklifi ya da tasarısı, Meclis Başkanlığı adına orada denetlenir, incelenir. Neye göre incelenir? İç Tüzük’ün 73 ve 74’üncü maddelerine bağlı olarak ve kanun hazırlama mevzuatının 21’inci maddesine bağlanarak, oraya indirgenerek denetlenir, incelenir, ondan sonra Meclis Başkanlığı, gelen kanun teklifi veya tasarısını ilgili komisyonlara havale eder. Bu defa da böyle olmuş. Bakın, bürokrasi çalışmış, iktidar partisi milletvekili arkadaşlarla çalışılmış, metin oluşturulmuş, Meclis Başkanlığına sunulmuş, Meclis Başkanlığı, komisyona havale etmiş.

Hemen, İç Tüzük’ü bir defa üstünkörü okuyan ya da Anayasa’yı bir defa üstünkörü okuyan herkes bu üniversitenin kuruluşuyla ilgili maddenin Anayasa’ya aykırı olduğunu görür. Neye göre aykırı? Efendim, Anayasa’nın 82’nci maddesi diyor ki: “Milletvekilliğiyle bağdaşmayan işlerle meşgul olamazlar.” Bu üniversitenin mütevelli heyetinin başına getirmişler Sağlık Bakanını koymuşlar. Diyelim ki oraya kadar geldi, görülmedi. YÖK mevzuatına yani 2547 sayılı Yasa’ya tabi olarak kurulacak üniversite vakıf üniversitesi kurallarıyla oyunu oynayacak. Mütevelli heyeti belirlemişler. Mütevelli heyetinde kimler var? İlk hâliyle; bakan, müsteşar, Bakanlığın atadığı iki kişi ve rektör. Bu, Anayasa’ya aykırılık belirlemesinden sonra düzeltildi. Düzeltilen haliyle nedir? Mütevelli heyeti, hâlâ duruyor. Biliyorsunuz, mütevelli heyeti vakıf üniversitelerine tabi bir yönetim modeli. Müsteşar var, rektör var, bakanın atadığı 2 üye var, bir de YÖK’ün 1 temsilcisi var orada. Her koşulda Bakanlık 3-2 önde. Skor tabelasına nereden bakarsanız bakın Bakanlık her koşulda 3-2 önde. Hani rektörün biraz muhalefet edeceğini düşünelim, YÖK’ten gelen üyenin kısmen muhalefet edeceğini düşünün, hangi açıdan bakarsanız bakın Bakanlığın 3-2 ağırlığı var.

Bu mütevelli heyeti ne yapacak? Bize gelen, Komisyona gelen metinde mütevelli heyeti, profesörlerin, doçentlerin  atamalarını ve onların terfi düzenlemeleri dâhil olmak üzere, unvan tahsisleri dâhil olmak üzere her şeye yetkili. Paralel bir YÖK kurulmuştu. İtiraz edildi, bazı maddeleri oradan çıkarıldı. Şimdi, bu hâliyle tatminkâr bir düzenleme midir? Bakın, mütevelli heyetinin yetkilerini bu yasama dönemi yetiştiremezsiniz ama önümüzdeki dönemlerde hasbelkader siz iktidar olup burada olursanız yapacağınız ilk iş şu: Bu üniversitenin kuruluşuyla ilgili bu maddede herhangi bir torbanın içerisinde ufak bir değişiklik yaparak Sağlık Bilimleri Üniversitesinin mütevelli heyetinin yetkilerini artıracaksınız. Bakın, çok ufak bir değişiklik yapacaksınız. Bugün tasarıdan çıkarılan yetkilerinin tamamı hasbelkader siz, bir dönem daha iktidar olursanız en geç…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Yok öyle bir şey.

ADİL ZOZANİ (Devamla) - …2015 sonbaharında böyle ufak bir düzeltme yapacaksınız, bir torbanın içerisine… Bakın ben söylüyorum. Ben bugünü de not alacağım ve birlikte göreceğiz. Sayın Cevdet Erdöl burada olur mu bilmiyorum ama…

Ya, ben bir buçuk ay Sayın Kerim Özkul’un adını duydum, Allah rızası için eğer Genel Kuruldaysa bir defa ayağa kalksın, görmek istiyorum, tanımak istiyorum. Ya, bir buçuk ay biz onun teklifiyle yattık kalktık, tartıştık, bir defa göremedim. Eğer Genel Kuruldaysa Sayın Özkul ayağa kalksın, bir defa görmek istiyorum.

İkinci önemli husus: Bakın, değerli arkadaşlar, bir madde daha geldi bize, bir maddenin daha hikâyesi var, teklif metninin içerisinde var. İstanbul Sultanbeyli’de bulunan, yanılmıyorsam, 9 milyon metrekarelik problemli bir arsa sorununun çözümüne dair, trampa yoluyla kamulaştırma. AFAD bunun için Afet Yasası’nda bir değişiklik öngörüyor. Afet Yasası’nda yapılan değişikliğe göre, İstanbul Sultanbeyli’deki bu sorunu çözecekler. Ama Sultanbeyli ortada yok, ismi yok. Mesela burada Konya’yla ilgili bir düzenleme var, Meram açık açık ifade edilmiş. Önerdik, dedik ki: Eğer derdiniz, meramınız buradan İstanbul Sultanbeyli ise, bu konuda hazırlıklarınız varsa bizimle açık paylaşın, bilelim, size söz veriyoruz, destek verelim, 200 bin vatandaşımız mağdur olmasın dedik.

Arkadaşlar, yarım günden fazla tartıştık. Aynı madde, aynı maddenin usulüne ilişkin olarak yukarıda tartıştık. Şimdi, bize burada diyorsunuz ya, muhalefet boşu boşuna zamanımızı alıyor. Tam yarım gün tartıştık. Söylediklerimde hilaf varsa pek çok arkadaş burada tanıktır. Sayın Bakan oradaydı, Komisyon Başkanımız, Komisyon üyelerimiz orada. Sayın Erdöl de tartışmanın tanığıdır. Tam yarım gün tartıştık. Biz, efendim, böyle bir düzenlemeyi Afet Yasası’nda yapamazsınız diyorduk.

Dön dolaş, bizim söylediklerimize, bizim dile getirdiklerimize kani olmadılar, en son önerdik, dedik ki: Millî Emlakten bir uzman çağıralım, bakalım o ne diyecek? Millî Emlakten bir uzman geldi, ne söylese iyidir, biliyor musunuz? “Efendim, bu düzenlemeyi Türkiye’nin her tarafına uygularsınız sadece nereye uygulayamazsınız, biliyor musunuz? Sadece Sultanbeyli’ye uygulayamazsınız.” Uygulayamazsınız. Diyarbakır’da, Hakkâri’de, İstanbul’un başka yerlerinde, Kayseri’de, Konya’da, nerede isterseniz isteyin, burada uygularsınız bu maddeyi ama esas uygulamak istediğiniz Sultanbeyli’ye uygulayamazsınız. Uygulayabilmeniz için ne yapmanız gerekiyor? Sultanbeyli’yi önce afet bölgesi ilan etmeniz gerekiyor. Afet bölgesi olarak ilan ettiğinizde ne olur? Hemen 1957’den beri yürürlükte olan, 2012’de de kısmen değişiklik yapılan Afet Yasası’na göre, oraya çivi çakamazsınız. 200 bin vatandaşın malına mülküne devlet resen el koymuş olacak. Getirdiğiniz kanun değişikliği maddesinde bu var. Muhalefet partisi milletvekilleri olarak “Efendim, bu, yanlış. Bu yanlışa imza atmayız, bu yanlışı kolay kolay da buradan geçirtmeyiz, düzeltelim.” diyoruz.

Tam yarım günlük tartışmadan sonra bize döndüler, dediler ki: “Kusura bakmayın, yanlış olmuş. Biz yanlışız, işte oraya…” “Ne yapacağız?” “Ee, göz yumun, biz İç Tüzük’ün biraz kulağını bükelim, Sultanbeyli’yi buraya koyalım.” Çünkü İç Tüzük’ün 35’inci maddesine göre, komisyonlar, işi olmayan konularda kanun teklif edemez, önüne gelenin üzerinde çalışır. Ne yapacağız? Orada izi yok. İlgili kanunda orada değişiklik öngören herhangi bir düzenleme söz konusu olmadığı için bizden göz yummamızı talep ettiler. İstanbul Sultanbeyli’de yaşayan vatandaşların –rakam, iktidar partisi mensuplarının bize verdiği rakamdır- 200 bin insanın hakkı hukuku burada iyileştirilmiş, kanun maddesine göre ve açık açık söyleyeyim, arkadaşlar, o İstanbul Sultanbeyli’de yaşayan 200 bin vatandaşın sorununu siz değil, muhalefet çözdü. Siz değil, muhalefet çözdü; demek ki bu muhalefet iyi şeyler yapıyor; demek ki iyi ki bu muhalefet var, iyi ki takip ediliyorsunuz, iyi ki inceleniyorsunuz. Daha başka hükümler de var ama sadece 2 madde üzerinden bakın, neredeyse, on beş dakikadır konuşuyorum, 2 madde daha bitmedi. Söylenecek o kadar çok hikâyesi var ki yine başa döneceğiz.

Şimdi, geçen dönem, o meşhur, çok zaman alan torba içerisine yerleştirilmiş, sonradan Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş TİB düzenlemesi. 36 madde falan konuşuyoruz ama bakın, daha 3’üncüsündeyim. TİB düzenlemesi, ya eğer geçen sene, daha bir sene bile olmadı, o TİB düzenlemesiyle ilgili bizim bu kürsüde, yukarıda komisyonda söylediklerimize bir Allah’ın kulu sizlerden çıkıp deseydi “Ya, hele bu muhalefeti bir dinleyelim, belki doğru bir şey söylüyordur.” demiş olsaydı, bir yıl kaybetmiş olmazdınız, Anayasa Mahkemesini meşgul etmiş olmazdınız. Ya, bu memlekette herkes yanlış da bir tek siz mi doğrusunuz? Ee, bakın, şimdi geldiniz bir TİB düzenlemesini buraya getirdiniz, yeniden TİB düzenlemesi.

TİB düzenlemesi, kusura bakmayın yine yanlış, buraya konulmuş, yine yanlış. Anayasa Mahkemesine giderse Anayasa Mahkemesinin bunu reddetmesi gerekir, iptal etmesi gerekir, mevcut düzenlemeyi de iptal etmesi gerekir. Başından beri biz size söylüyoruz, ya, arkadaşlar, siz eğer gerçekten bu ülkede insanların huzur içinde yaşamasını arzu ediyorsanız, dinlenme kaygısını yaşamamasını arzu  ediyorsanız, öncelikli yapmanız gereken bir şey var: Kişisel verileri koruma yasasını getirin  burada yasalaştıralım. Önce bir bunu konuşalım, ondan sonra Hükûmetin ve devletin, vatandaşı dinleme yetkisine geçelim. Ama bunların hiçbiri yapılmamış, devlet adına Hükûmet, eline bardağı almış herkesin duvarına dayamış dinliyor. Ya, bu, bir ilkelliktir, bunun elle tutulur yanı yok, ilkelliktir bu.

Ulaştırma Bakanlığının burada ayrıca düzenlemeleri var, evlere şenlik. Eminim, bu akşam burada konuşma yapan bütün milletvekillerinin üzerinde duracağı hususlar var. Yeşilay ve Kızılay’la ilgili düzenlemeler. Ben, çok ayrıntısıyla bu konuya girileceğini varsaydığım için buna çok zaman ayırmadım açıkçası. Ama düşünün ki bir ülkede vakıf var, vakıf yöneticileri kimdir bilinmiyor ve o vakfa bu yasada ayrıcalık tanınıyor. Kim, ne şekilde o ayrıcalıkları kullanacak bilmiyoruz. İnternet sitelerine girseniz herhangi bir vakfın mütevelli heyeti kimdir, yönetim kurulu kimdir, baksanız bulursunuz, hele hele bir milletvekili olarak girseniz çok rahatlıkla bulursunuz ama burada kendisine ayrıcalık tanınan, kamuya yararlı varsayılan vakıflardan bir tanesinin yönetim kuruluna milletvekili olarak da ulaşma gayreti içerisinde olduk, ulaşamadık. Kimdir bilmiyoruz. Ama adı çok cezbedici,  uzun süreden beri Türkiye kamuoyunun, herkesin bildiği bir isim Yeşilay. Ama, kime ait, kim bunun yöneticileri? Bilmek istiyoruz. Türkiye kamuoyundan niye gizliyorsunuz, ne gereği var bu bilgileri Türkiye kamuoyundan gizliyorsunuz? E, arkadaşlar, böyle yaklaştığınız zaman ya da böyle baktığınız zaman, kusura bakmayın, zan altında kalırsınız, size haksız gibi gelen eleştirileri duymak durumunda kalırsınız. Açık açık koy, şeffaflıkta yarar vardır. Şeffaflıkta bugün biraz eleştirilirsiniz ama iki gün sonra biri çıkar, der ki: “En azından şeffaf davrandılar.”

Şimdi, Sayın  Bakana da söz verdim, “Yirmi dakikadan fazla konuşmayacağım.” dedim. Maddeleriyle ilgili olarak hem değişiklik önergeleri hem ayrıntılı değerlendirmelerimiz söz konusu olacaktır. Üniversitenin kuruluşu hayırlı olsun, umarım, amacına hizmet eder.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Erkan Akçay, Manisa Milletvekili.

Buyurun Sayın  Akçay. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 688 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’de der ki: “Adalete dayanan kanun, göğün direğidir, kanun bozulursa gök, yerinde duramaz.” Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde yerle bir edilen hukuk sisteminin kanuni düzenlemelerinden birini görüşüyoruz. Bu kanunda Anayasa yok, hukuk düzeni yok, vatandaşlarımızın beklenti ve talepleri hemen hemen hiç yok; bunun yerine bazı yandaş sivil toplum kuruluşlarına çıkar sağlayan maddeler, parti uleması, parti üniversitesi hâline getirilen üniversite düzenlemeleri var, yandaş kollama var, rant var, çıkar var ancak hak yok, hukuk yok. Bu kanunda çiftçi yok, emekli yok, esnaf yok, işçi memur yok, garip gureba hiç yok.

Bu vesileyle, 10 Şubat tarihinde, 10 Şubat 2015’te Soma’dan yola çıkan 400 maden işçisinin, Çalışma Bakanlığı ve Türkiye Kömür İşletmeleri önünde, hak mücadelesi vermek için dile getirdikleri sorunlarına ilişkin, tazminat taleplerine ilişkin -iktidarın söz vermesine rağmen- düzenlemeler hâlâ ufukta yok. Meclis kapanmak üzere, 5 Nisanda seçimler nedeniyle çalışmalarına ara verecek. Ancak, 1 Aralık 2014 tarihinde Soma’da 2.831 maden işçisi işten atıldı, cep telefonu mesajlarıyla. O tarihten bu yana yüz altı gün zaman geçti, süre geçti fakat tazminatlarını işçiler hâlâ alamadılar. Oysa, firma, tabii, hakları, hesapları üzerinde tedbir olduğu için ödeme yapamadığını açıkladı.

Önce ve bu süreden sonra çıkan mahkeme kararlarında da asli işveren olarak Türkiye Kömür İşletmeleri işçisi sayıldılar mahkeme kararlarında. Bu mahkeme kararına göre, yeni bir kanuni düzenleme yapmaya da gerek yok ancak tabii, bürokrasiyi ve kurumları belli tereddütten ve sorumluluktan kurtarmak adına da bu yasal düzenleme yapılabilir. Fakat, Mecliste bütün siyasi parti gruplarını bu işçilerle birlikte ziyaret ettik. Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Mustafa Elitaş da buna ilişkin çalışmaların yapılacağını ve bir neticeye ulaşılacağını ifade etmesine rağmen henüz işçilerin tazminatlarını alabilmelerine ilişkin bir niyet dahi ortada göremiyoruz. Oysa, torba kanun tekliflerinin görüşmeleri sırasında bütün grupların mutabakatıyla bu, çok kısa süre içerisinde yapılabilir.

Yine, 1 Aralık 2014’te Hükûmet Sözcüsü Sayın Bülent Arınç, aynen şu açıklamayı yaptı: “Konunun üzerindeyiz, bunu çözeceğiz. Onları aç ve açıkta, işsiz bırakacak değiliz.” Aradan geçen yüz altı günde Hükûmet, madencileri, neredeyse, açlığa mahkûm etmiştir, işsiz kalmalarına göz yummuştur, şu anda işçiler aç ve açıktadır, Soma meydanlarında, Soma sokaklarında gece gündüz eylem hâlindedirler. Buradan Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütün siyasi parti gruplarına da bir ortak çağrı yapmak istiyoruz: Somalı madencilerin gözü kulağı Türkiye Büyük Millet Meclisindedir. Bunu bir kanun teklifiyle Genel Kurulda rahatlıkla çözebiliriz.

Değerli milletvekilleri, bu torba kanun düzenlemeleri, aynı zamanda Hükûmetin başka telden, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun ayrı telden çaldığını göstermektedir. Akort yok, “Ben ne söylerem, tamburam ne çalar.” Misali, herhangi bir uyum yok.

15 Eylül 2014, Hükûmet Sözcüsü Sayın Bülent Arınç, aynen ifade ediyor, Başbakanın talimatı olduğunu belirtiyor yani Sayın Ahmet Davutoğlu’nun talimatını belirtiyor: “Her kanunun bir maddesini değiştiren ve sonunda da maalesef haklılık payı da olan ‘torba’ gibi bir lafı yasama literatürüne sokma gayreti içinde değiliz. Bunu literatürden çıkaracağız inşallah. Yasama sıfır hata kabul eden bir şeydir. Bundan sonra bu kadar maddeli bir tasarıyı görmeyeceksiniz.” Kim söylüyor? Sayın Bülent Arınç söylüyor. Meclis Başkanı Sayın Cemil Çiçek de 29 Eylül 2014’te şu ifadeleri kullanıyor: “Biz yasama faaliyetindeki kanun çıkarma işini verimli yapamadık. O yüzden de garip bir yola saparak torba yasa gibi bir uygulamayı gündeme getirdik.” Demek ki hem Hükûmet hem de Meclis Başkanı, torba kanun uygulamasına karşıdır. Demek ki yasama faaliyetleri hata kabul etmemektedir ve kanun çıkarma işinde verimlilik önemlidir ancak verimlilik yoktur. O zaman soruyoruz: Adalet ve Kalkınma Partisi, neden, kendi milletvekillerinin imzasıyla 20 kanun ve 5 kanun hükmünde kararnamede değişiklik öngören toplam 37 maddelik bir torba kanun teklifini Meclis gündemine getirdi? Getirdi çünkü plan yok, program yok, samimiyet hiç yok, ilke hiç yok, orkestrasyon yok, akort yok. Deyim yerindeyse şakul kaymış.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Şakulü bozuk!

ERKAN AKÇAY (Devamla) – Evet.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) – MHP’de ne var?

ERKAN AKÇAY (Devamla) – Belirtmek istediğim bir başka husus: Meclisin yasama faaliyetlerinin temelinde hukukilik ilkesinin olması gerekir. Biz burada, Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti için yasa yaparken hukuktan ayrılamayız, Anayasa ve İç Tüzük’ten ayrılamayız. Diğer bir ifadeyle, yasaların mutlak surette Anayasa ve İç Tüzük’e göre hazırlanması ve görüşülmesi esastır fakat bu teklifte Anayasa’ya aykırı düzenlemeler bulunmaktadır. Sağlık Bilimleri Üniversitesi kurulmasına ilişkin 5’inci madde, elektrik kayıp-kaçak oranlarının hedeflerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin 17’nci madde, İnternetle ilgili düzenlemelere ilişkin 27’nci madde, Kamulaştırma Kanunu’nun 4’üncü maddesinde değişiklik öngören 26’ncı madde Anayasa’ya aykırıdır ve İç Tüzük’ün 35 ve 87’nci maddelerine aykırı bir komisyon çalışmasıyla bu kanun teklifi Genel Kurula getirilmiştir. Süremizin azlığı nedeniyle de, maalesef, fazla ayrıntıya giremiyoruz. Yalnız, madde görüşmeleri sırasında bu hususa ilişkin görüşlerimizi ayrıntılı olarak ifade edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, torba kanun düzenlemeleri, AKP’nin yolsuzluk ve usulsüzlüklerinin, hukuk dışı, hatta suç teşkil eden faaliyetlerinin âdeta bir yasal kılıfı hâline getirilmektedir. Hukuk dışı eylem ve faaliyetler, torba kanunlarla yasal çerçevede meşruiyet içerisine alınmak istenmektedir.

Torba kanun, toplumsal ihtiyaçtan ziyade bireysel ve siyasi çıkarları hedef alan düzenlemeleri içermektedir büyük ölçüde. Bu hâliyle kanun teklifi, Hükûmet iradesinden ziyade, Hükûmet dışında ve Hükûmet üzerinde bazı vesayet odaklarının iradesini ve inisiyatifini yansıtmaktadır. Bu durum, gayrihukukidir, keyfîdir ve şahsidir. Anayasa ve yasa dışı bir iradeye işaret etmektedir.

Ülkeyi şirket gibi yönetmek isteyenler, aslında keyfî ve şahsi bir yönetim arzularını topluma beyan etmektedirler ama sadece kâra ortak bir şirket yönetim anlayışı, zararla hiç alakaları da yok. Ancak bu düzenlemelerden ve uygulamalardan pek çok kamu zararı da meydana gelmektedir.

Teklifin Kızılay ve Yeşilaya ilişkin düzenlemeleri içeren altı maddesi, kayırmacılığa ve yolsuzluğa zemin hazırlayan düzenlemelerdir. Yeşilay Vakfına Sağlık Bakanlığı bütçesinden 2015 yılı için 15 milyon lira ve takip eden yıllar için de yeniden değerleme nispetinde artırılacak ödenek aktarılmasının  düzenlemesi var. Üstelik Yeşilay Vakfı için bu düzenleme yapılırken 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu da çiğnenmektedir. 5018’e göre, herhangi bir vakfa, kamuya yararlı derneğe, bir yere kaynak aktarılırsa devlet bunu denetleyecektir. 5018 sayılı Kanun bunu emrediyor. Ancak Yeşilaya aktarılacak 15 milyon lira bu denetimin dışına çıkarılıyor. Neden denetim dışına çıkarıyorsunuz? İşte, yolsuzluklara, hukuksuzluklara zemin hazırlıyorsunuz. Bunun başka bir anlamı yoktur.

Yolsuzlukların zemini olabilecek bir başka madde 25’inci madde. Bu maddeyle de Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait binaların, her türlü tesislerin yapım, yaptırma, donatım, bakım ve onarım işlerinin kurum tarafından da yürütülebilmesi hüküm altına alınıyor. Oysa, bu işler zaten 351 sayılı Kanun’un 20’nci maddesine göre Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Eğer bu Bakanlık görevini yerine getirmiyorsa zaten kanuna aykırı bir durum var demektir. O hâlde, maddede dikkatinizi çekmek istediğim bir ibare var. “Yapma”nın dışında “yaptırma” ibaresi var. Deniliyor ki: “Kuruma ait binaların, her türlü tesislerin yaptırma işleri kurum tarafından da yürütülebilir.” 20’nci maddenin ilk hâlinde bu ibare yok. Yani Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yaptırmıyor, yapıyor. İşte, bu ibare yolsuzluk dosyalarının en önemli kısımlarından birisini oluşturan inşaat sektöründe yandaş sermayeye yeni bir alan açmanın ibaresi ve ifadelerini görmemek için kör olmak lazım.

Bu maddeyle ilgili bir başka husus da “Minareyi çalan kılıfını hazırlar.” misali. Mevcut kanunlara açıkça aykırı olmasına rağmen, 7 Şubat 2015 tarihinde kamuoyuna yansıyan bilgi ve haberlere göre, Kredi Yurtlar Kurumu on beş yıl kira garantili yurt yaptırmak için onlarca iş adamıyla protokol imzalamıştır. Bu protokoller 351 sayılı Kanun’un mevcut hâline açıkça aykırıyken teklifin 25’inci maddesi Komisyonda bir önergeyle metne eklenmiştir.

Bir diğer madde 13’üncü madde. Bu teklifte 10’uncu madde olarak yer almıştı. Çok uzun tartışmalardan sonra ilk hâliyle alakası olmayan bir hâle getirildi  -biraz evvel Sayın Zozani’nin de ifade ettiği gibi- Komisyonda, Maliye Bakanlığı Millî Emlak Genel Müdürlüğü temsilcisinin uyarısıyla. Çünkü iktidar partisinin, muhalefetin ve bizlerin uyarılarını hiç dikkate almaya niyeti yok. Daha sonra şimdiki hâline getirildi. Bu da hiçbir derde derman olmayacak garip bir düzenleme. Denildi ki: Sultanbeyli’de 200 bin vatandaşın arsalarının, binalarının imar sorunu var ve bu da 9 bin dönümlük bir araziyi, arsayı da kapsayan bir düzenleme. Trampa yoluyla kamulaştırılan taşınmazların hazineye devrinden doğan kazançlara ilişkin düzenleme yapılarak, 31 Aralık 2015’e kadar bu işlemlerle ilgili ve teslimlerle ilgili “Kazanç oluşmaz.” diyerek katma değer vergisinden istisna getiriliyor. Oysa öğreniyoruz ki böyle satır aralarından kaçırılan, ağızdan kaçırılan ifadelerden, şirketler kurulmuş, arsalar alınmaya, biriktirilmeye, bazı ellerde, bazı şirketlerde toplanmaya başlamış; trampa konusu yapılacak, ondan sonra hazineye mal edilecek, yine AKP’li belediyelere, bir bedel ve komisyon elde etmek suretiyle belediyeye verilecek, bu bedel ve komisyon mukabili de vatandaşlardan bu gayrimenkuller edinilecek. Tam bir muamma ve yani âdeta yolsuzluk yapılması için düzenlenmiş bir teklif görüntüsü var. Yani artık bunu açıkça ifade ederiz: Birincisi, Adalet ve Kalkınma Partisinin bir düzenlemesi varsa burada acaba nerede bir yolsuzluğa kapı aralayan, ranta yol açan bir düzenleme var, mutlaka buna bakmak gerekiyor.

Bir diğer düzenleme 17’nci maddede. Elektrik kayıp kaçak oranlarının yüksek olduğu bölgelerde kayıp hedeflerinin belirli süreyle yeniden tespiti öngörülüyor. Burada ilginç bir durum var. Madde gerekçesinde, kayıplarla etkin mücadele edilmesi ve kayıpların düşürülmesi için ek önlemlerin alınması gerektiği söylenmektedir. AKP için kayıp kaçakla mücadele demek, masum vatandaştan daha fazla kayıp kaçak parası tahsil etmek demek hâline geldi. Bu düzenlemelerle kayıp kaçakla mücadele edilemez, sadece kayıp kaçağı teşvik edersiniz. Getirilen bu 17’nci madde aslında kayıp ve kaçağı teşvik eden bir düzenlemedir. Bu düzenleme, dağıtım şirketleriyle yapılan sözleşmelerin kayıp kaçak oranlarının belirlenmesi suretiyle değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Oysa bu durum 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’nun 10’uncu ve 15’inci maddelerine aykırıdır.

Ayrıca altını çizmek istediğimiz bir husus, bu düzenlemeler Hükûmetin elektrikte kayıp kaçak hedefini tutturamadığının bir itirafıdır ve bu elektrik dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesinin de ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyan bir durum ortaya çıkmaktadır. Elektrik kayıp kaçak hedefleri ile gerçekleşmeler arasındaki farktan kaynaklanan zarar mevcut durumda şirketlerin üzerine yüklenmektedir ancak teklifteki düzenlemeyle şirketler aleyhine olan bu zarar tamamen vatandaşların omuzları ve cepleri üzerine yüklenecektir. Oysa Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız 13 Kasım 2014 tarihinde bir yazılı soru önergesine şu cevabı vermiştir, diyor ki: “Nitekim, düşük performanstan dolayı gerçekleşen yüksek kayıp kaçak düzeyinin oluşturduğu ek maliyeti, 2006-2010 döneminde olduğu gibi 2011-2015 döneminde de dağıtım şirketleri üstlenecektir. Bu ek maliyetler hiçbir şekilde tüketicilere yansıtılmamaktadır.” Oysa bu 17’nci madde, değerli milletvekilleri, Sayın Bakanı -çok affedersiniz ama- yalancı konumuna düşürmektedir.

Bu düzenlemenin ayrıca rant kısmı da vardır fakat süremiz elvermediği için onu da inşallah madde görüşmelerinde dile getirmek üzere hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Rahmi Aşkın Türeli’de, İzmir Milletvekili.

Buyurun Sayın Türeli. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 688 sıra sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, değerli arkadaşlar, gene bir torba kanun uygulamasıyla karşı karşıyayız. Bu torba kanunlar vakayıadiyeden oldu, bunları kaçıncı keredir… Plan Bütçe Komisyonundan da özellikle torba kanun dışında kanun geçmez oldu. Bunu nasıl eleştirdiğimiz hem Genel Kurulda hem Komisyonda herkesin malumu. Ancak ısrarla torba kanun yöntemi uygulanmaya devam ediliyor.

Önce, torba kanunun tasarı olarak gelmesi söz konusu oluyordu. Belli zamanlarda teklif olarak da gelebiliyor tabii, milletvekilleri isterse teklif verebiliyor. Biz buna karşı çıktık, bununla ilgili olarak eleştirilerimizi yaptık. Hatta benim Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak Sayın Cemil Çiçek’e yöneltmiş olduğum soru önergeleri de var. En son siz bir cevap verdiniz Sayın Yakut, sizin imzanızla, orada siz de bu yöntemin ne kadar yanlış olduğunu, hatalı olduğunu kabul ediyorsunuz.

Bakın değerli arkadaşlar, 22’nci Yasama Döneminde torba kanun sayısı 2’ymiş, 23’üncü Yasama Döneminde 11’miş, 24’üncü Yasama Döneminde 17. Ancak, 3 kanun var, burada görüşülen kanunlar, bir de yukarıda Plan Bütçede bir torba kanun gene var. Yeni kanun gelmediğini varsaydığımızda 21’e çıkmış, tam 2’ye katlamış.

Tabii, bu konuya ilişkin olarak TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in ifadeleri var. Ne demiş 2014 yılı Eylül ayında? “Biz yasama faaliyetindeki kanun çıkarma işini verimli yapamadık. O yüzden de garip bir yola saparak torba kanun gibi bir uygulamayı gündeme getirdik.” demiş. Gene, hemen hemen aynı günlerde Hükûmet Sözcüsü Sayın Bülent Arınç da Başbakan Sayın Davutoğlu’nun torba kanun teklifine ilişkin benzer sorunlara dikkat çektiğini söylemiş.

O zaman, değerli arkadaşlar, niye hâlâ torba kanun geliyor? Yani, herkes bunun, bu yöntemin yanlış olduğunun farkındaysa, birbiriyle ilişkisiz kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin burada birlikte görüşülmesinin, önce Plan Bütçe Komisyonunda görüşülmesinin, sonrasında da buraya temel kanun olarak gelmesinin hiçbir anlamı yok, bunu anlatmak mümkün değil ama ısrarla getiriliyor. Söylediğimiz zaman da “E, milletvekilleri kanun teklifi veremez mi?” deniyor. Verebilir tabii arkadaşlar, bizim de kanun tekliflerimiz var ama bakın, bu, torba kanun teklifi yok. Milletvekili olarak kanun elbette hazırlanabilir ama ne hikmetse AKP milletvekilleri torba kanun teklifleri veriyorlar. Ve Komisyonda görüşürken de soruyoruz “Ne diyor?” diye, milletvekilleri cevap veremiyor. Mecburen gidip bürokrasiden görüş alınıyor, oradan yani ilgili kamu kurumlarından insanlar cevap veriyor. O zaman şu da anlaşılıyor ki aslında bunu bürokrasi hazırlamış, oradaki milletvekillerine imza attırılmış. Şimdi bu, son derece -yani baktığınız zaman- onur kırıcı bir iş. Yani, böyle bir yönteme neden ısrarla gidildiğini anlamış değiliz. Tekrar tekrar tekrar devam ediyor.

Şimdi gene bir torba kanun var, içinde bir sürü farklı kanun ve kanun hükmünde kararnamede değişiklik öngörülüyor. İçinde, dernek ve vakıflara ilişkin vergi istisna ve muafiyetleri var, yeni bir üniversite kurulması, kamulaştırma uygulamaları, İnternet yasakları, elektrik kayıp kaçak bedelleri, öğrenci yurtları var, ne aklınıza geliyorsa bunun hepsi bu kanunun içine atılmış ve bizden de burada bunu tartışmamız, sağlıklı bir biçimde, Meclise, Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışır bir biçimde bunları konuşmamız, tartışmamız, müzakere etmemiz bekleniyor. Şimdi ben tümü üzerine konuşuyorum, ben hangisinden bahsedeceğim? Yani burada o kadar birbirinden farklı -36 madde, 1 de geçici madde, 37- hükümler var ki hangisinden bahsedeceğiz?

Diğer, tabii, başka bir sıkıntı, bunların hiçbiri tali komisyonlarda görüşülmüyor. Şimdi bakın, Plan Bütçe Komisyonu, her şeyin, bütün ilgili ilgisiz kanunların geldiği bir yer olmamalı. Plan Bütçe Komisyonu anayasal bir komisyon, kabul ediyoruz ama bizimle ilgisi olmayan, Plan Bütçe Komisyonunun görev alanıyla ilgisi olmayan kanun maddelerinin, tekliflerinin bize gelmesini anlamak mümkün değil. Hadi geldi diyelim, hiç olmazsa tali komisyonlarda görüşülsün. İlgili komisyonlarda yani bize gelen maddeleri, esas itibarıyla, ilgili olduğu komisyonlarda görüşülsün, bir fikir, bir görüş gelsin bize ve biz de onun üzerine konuşalım diyoruz.

Peki, öyle mi? Yok. Ne yazık ki bu konuştuğumuz, şu anda konuştuğumuz torba kanun 6 tali komisyona gönderilmiş, iletilmiş, 6 tali komisyonun hiçbiri görüşmemiş. 3’ü demiş ki: “Süresi içinde görüşülmesi mümkün gözükmüyor.” Bayındırlık, Millî Eğitim ve İçişleri Komisyonları. Sanayi Komisyonu demiş ki: “İş yoğunluğumuz var.” Adalet Komisyonu ve Sağlık Komisyonu da -kısaltıyorum komisyon isimlerini, süremiz gitmesin diye- onlar da “Biz de görüşmeyeceğiz.” demişler. E arkadaşlar, nasıl bir iş bu? Yani bizim bunu nasıl sağlıklı görüşmemizi bekliyorsunuz?

Komisyonda da söylüyoruz “Arkadaşlar, bunları alın, ilgili komisyona gitsin, oradan çıksın.” diyoruz. Neden bunu Plan Bütçe Komisyonuna getiriyorsunuz, her şeyi Plan Bütçe Komisyonundan çıkarmaya çalışıyoruz, anlamış olmak mümkün değil.

Diğer taraftan, “düzenleyici etki analizi” diye bir şey var. Bakın, 5018 sayılı Yasa’nın getirdiği en büyük yeniliklerden birisi bu. Bir kanun geldiği zaman, eğer giderlerde artma ve gelirlerde azalma yaratıyorsa, borçlanma durumunu değiştiriyorsa bunun mutlaka ne getirip ne götürdüğünün bilinmesine, hesabının kitabının yapılmış olmasına ihtiyaç var. Gene aynı şekilde TBMM Başkanına sormuş olduğum, Sayın Başkan, sizin vermiş olduğunuz, imzalamış olduğunuz cevapta da şu ana kadar -arkadaşlar, şu ana kadar, söylüyorum- 22, 23, 24’üncü Dönemlerde düzenleyici etki analizi yapılmış tek bir kanun yok. Bir tane kanun bulamazsınız arkadaşlar; tasarı veya teklif olarak söylüyorum, tek bir kanun dahi yok. Ne getiriyor bunlar kısa dönemde, uzun dönemde ekonomiye, bunların hiçbirinin hesabı kitabı yapılmamış, bütçeye ne yük getiriyor bilinmiyor ve Komisyonda da sorduğumuz zaman gerekli bilgileri, cevapları alamıyoruz. Böyle devlet yönetilir mi arkadaşlar? Bu kadar gayriciddi ülke yönetilir mi?

Şimdi birkaç maddeye geçeyim izin verirseniz. 5’inci madde Sağlık Bilimleri Üniversitesi, 6, 7, 8’inci maddeler de gene onunla ilgili. Şimdi, arkadaşlar, zaten daha önce bu Sağlık Bilimleri Üniversitesi “TÜSEB Yasası” olarak bilinen bir tasarıda yer almaktaydı ama ondan sonra grup kararlarıyla bu çekildi ve 6569 sayılı Kanun olarak yasalaştı. Tekrar gündeme gelmeyeceği düşünülüyordu, ta ki torba kanunun içinde yeniden Plan Bütçe Komisyonunun gündemine gelene kadar. Bu ne biliyor musunuz arkadaşlar? Bu Sağlık Bilimleri Üniversitesiyle yaratılan şu: Ne deve ne kuş, deve kuşu; âdeta bir ucube bu. Şimdi, Anayasa’mızda da, bütün mevzuatımızda da iki çeşit üniversite var: Devlet üniversiteleri, vakıf üniversiteleri. Devlet üniversitelerinin organları belli, rektör var, 13’üncü maddesi 2547 sayılı Kanun’un, 14’üncü maddesi senato, 15’inci maddesi üniversite yönetim kurulu. Vakıf üniversitelerinde mütevelli heyeti var. Şimdi, bu getirilen üniversite, değerli arkadaşlar, sözde devlet üniversitesi ama mütevelli heyeti var. Böyle bir şey nasıl olabiliyor arkadaşlar? Böyle bir şey yok. Bu, Anayasa’ya da aykırı, ilgili mevzuata da aykırı, her şeye aykırı bu, ucube bir durum bu çünkü sayılmış yani ilgili kanunda da sayılmış hangi organlar olduğu. E, şimdi, o organlar var zaten; senatosu var, üniversite yönetim kurulu var. Kararların nasıl alınacağı, bütçeyi kimin onaylayacağı, kadroları kimin açacağı, hepsi belli, hepsi tanımlanmış ama siz mütevelli heyeti getiriyorsunuz ve mütevelli heyete de bu yetkilerin bir kısmını veriyorsunuz.

Diğer taraftan, bu mütevelli heyet nasıl bir mütevelli heyet? 5 kişiden oluşuyor. Sağlık Bakanı Müsteşarı mütevelli heyet başkanı, 2 kişiyi Sağlık Bakanı seçiyor, etti 3 zaten, 5’in 3’ü oldu, rektör, 1 de YÖK’ün seçeceği üye, 5. Yahu arkadaşlar, el insaf. Yani, Sağlık Bakanının güdümünde bir üniversite getiriyorsunuz. Arkadaşlar, Sağlık Bakanlığı taraf olamaz. Bakın, bütün üniversitelerin tıp fakülteleri var, sağlıkla ilgili bir fakülteleri var, bütün üniversitelere eşit uzaklıkta olmak zorundadır Sağlık Bakanlığı. Siz bu çıkardığınız yasayla -ilginç- zaten olmaması gereken, Anayasa’da tanımlanmayan bir yapı yaratıyorsunuz ve Sağlık Bakanının güdümüne, siyasi etkiye açık bir üniversite kuruyorsunuz. Bunu yapamazsınız arkadaşlar, bunu yapamazsınız. Bu açık ve net olarak Anayasa’ya aykırı, Anayasa’nın 130, 131 ve 132’nci maddelerine aykırı. Anayasa’nın 132’nci maddesi zaten söylüyor arkadaşlar. Bakın, 130, 131 tanımlıyor. 130’da yükseköğrenim kurumlarını tanımlıyor. 131’de YÖK’ü tanımlıyor, üst kurulu. 132’de de diyor ki, bakın başlık şu: “Yükseköğretim kurumlarından özel hükümlere tâbi olanlar” Yani, demek ki özel hükümlere tabi olanlar var bunun dışında. İçinde de diyor ki maddenin, madde metninde: “Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet teşkilatına bağlı yükseköğretim kurumları özel kanunlarının hükümlerine tâbidir.” Bunun dışındaki bütün üniversiteler 130 ve 131’inci maddede tanımlanır. Anayasa’nın 130’uncu maddesinin sekizinci fıkrası diyor ki arkadaşlar: “Üniversitelerin hazırladığı bütçeler; Yükseköğretim Kurulunca tetkik ve onaylandıktan sonra…” diye devam ediyor. İyi de, söz konusu, getirilen maddede bu mütevelli heyetin görevleri arasında üniversitenin bütçe teklifini onaylamak konmuş. Şimdi, ben soruyorum: Hangisi yapacak, Yükseköğretim Kurulu mu onaylayacak, yoksa mütevelli heyet mi onaylayacak?

Yine, Anayasa’nın 130’uncu maddesinin son fıkrası zaten vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarını tanımlıyor ve onların mütevelli heyeti olacağını belirliyor. Siz şimdi burada, baktığınız zaman, devlet üniversitesi diyorsunuz ama mütevelli heyeti var. Böyle bir şey yok arkadaşlar. Bakın, 131’de de yine aynı şekilde, YÖK’ün yetkileri ile mütevelli heyetin yetkileri çakışıyor. Fazla zamanımı almak istemiyorum, diğer maddelerden de bahsetmek istiyorum tümü üzerinde konuştuğum için. O açıdan da dediğim gibi, Anayasa’nın 130, 131 ve 132’nci maddelerine açık ve net biçimde aykırıdır bu ve Anayasa Mahkemesinden de dönecek.

Arkadaşlar, lütfen çekin bu maddeyi. Bu maddeyi çekin çünkü bu madde, dediğim gibi… Yani böyle… Ben şunu anlamış değilim: Yani Anayasa Mahkemesine gidilen, sonrasında da bozulan birtakım kanun maddelerinden zevk mi alıyoruz arkadaşlar? Biz burada yasa yapıcıyız, yasaları en güzel biçimde çıkarmak isteriz, en mükemmel biçimde çıkarmak isteriz. Bizim var oluş nedenimiz bu, yasama faaliyetinde bulunmak. Hepimiz de bunun için elimizden geleni yapıyoruz. Biz de Cumhuriyet Halk Partisi olarak hem komisyonlarda hem burada yapıcı bir muhalefet anlayışı içindeyiz. Memleketin sorunlarını gelin hep beraber çözelim ama Anayasa’ya, yasalara aykırı olan, hukuken eşitliği bozan, birtakım insanlara,  belli birtakım gruplara veya kişilere özel haklar ve menfaatler taşıyan her türlü yasa maddesinin, teklifinin, her şeyin karşısında oluruz, olduk, bundan sonra da olmaya devam edeceğiz.

Geçiyorum yine Anayasa’ya aykırı bir maddeye, 26’ncı maddeye. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 4’üncü maddesine “tünel” ibaresi eklenerek kentsel dönüşüm veya bir kamusal hizmet için kamulaştırma bedeli verilmeksizin vatandaşın özel mülkiyetinde bulunan gayrimenkulünün altından tünel geçirilmesine olanak sağlanıyor. Bu zaten yazın görüştüğümüz torba kanunda vardı arkadaşlar, torba kanunda biz bunu görüştük. 10 Eylül 2014 tarihli ve 6552 sayılı Kanun’un 99’uncu maddesiydi, orada vardı zaten. Yani taşınmaz malın arazisinin üzerinden, ya üstten ya da alttan birtakım tesisler geçiriyorsunuz. Üstten teleferik yapıyorsunuz, işte ne bileyim, birtakım, yol geçiriyorsunuz, köprü geçiriyorsunuz; alttan da baktığınızda, raylı sistem gibi bir şeyler geçiriyorsunuz. Şimdi, biz bunu sorduk “Neden bunu getirdiniz?” dedik, dediler ki: “Tüneli unutmuşuz.” Unutursunuz tabii. Bunları ciddi biçimde görüşmezsek, böyle torba kanunlarla getirirseniz, bizi, muhalefeti dinlemezseniz, apar topar “Bunlar illa yasalaştırılacak.” derseniz işte böyle unutursunuz.

Ayrıca, burada -okuyorum, o maddeyi- “Taşınmaz sahiplerine bu işlem nedeniyle kamulaştırma, tazminat ve benzeri nam altında herhangi bir ücret ödenemez.” hükmü var. Bunu biz Anayasa Mahkemesine götürdük, Anayasa Mahkemesi bunu görüşmek için bekliyor arkadaşlar. Anayasa Mahkemesinin görüşmekte olduğu, görüşmek için gündemine aldığı bir şeyi neden getiriyorsunuz buraya? Anayasa Mahkemesi iptal edecek bunu çünkü malikine mülkü üzerinde her türlü tasarruf yapabilme, satma, kiralama, sınırlı ayni hak tesis etme hakkını veren mülkiyet hakkı bu düzenlemeyle sınırlanıyor. Bir kere taşınmazda değer kaybı oluşuyor, ikinci olarak da mülkiyet hakkının sınırları ve kullanılmasıyla ilgili problemler var. Bu, bugün ortaya çıkmayabilir. Mesela, bugün yukarıdan, üstten diyelim ki bir köprü geçirebilirsiniz, oradaki yerde, yerleşimde emsal diyelim ki 5 kattır. İyi, yarın öbür gün değişti bütün bölgenin, 10 kata çıktı. Ne olacak? Siz geçirebilecek misiniz, çıkartabilecek misiniz, yukarıya doğru yükseltebilecek misiniz inşaatınızı? Hayır, çünkü yapılmış olan oradaki tesisler, sizin o mülkün mülkiyetini, hakkınızı kullanmanızı engelliyor. O zaman şunu düşünelim: Sadece bugüne bakmıyoruz, mülkiyet hakkı bugün olduğu kadar geleceği de bağlar, gelecekteki o hakkın kullanılmasının da sınırlarını belirler. O açıdan da baktığınızda hem bu hem de dediğim gibi diğer gerekli birtakım yani mülkiyet hakkı, kamulaştırmada para ödenmemesi konusu Anayasa Mahkemesinin gündemindedir, o yüzden bunun tekrar neden getirildiğini de anlamış değiliz.

Gene, 27’nci madde var, bu İnternet yasaklarıyla ilgili 5651 sayılı Kanun’a bir ekleme yapılıyor, “Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi.” başlıklı. Arkadaşlar, burada  gene Anayasa Mahkemesi bunu bozdu. Yani sonuçta yargıda olan yetkiyi siz gidip idareye devredemezsiniz, TİB’e devredemezsiniz. Ama burada ne yapılıyor? “TİB’e devretmedik.” Diyorlar, Başbakan veya ilgili bir bakan gelip müracaat ederek TİB’e bu işi yaptırıyor. Bizim söylediğimiz, karşı çıktığımız o değil arkadaşlar. Biz, bu işlerin yargı kararıyla yapılması gerektiğini söylüyoruz. Dediğim gibi, açıkça Anayasa’ya aykırıdır, bunu da zaten Anayasa Mahkemesi bozacak, zaten de bozuldu.

Devam ediyor, 3’üncü madde: Sağlıkta “yap-kirala” olarak tanımlanan bir kamu-özel iş birliği modelini tanımlıyor. Arkadaşlar, bu model üzerine konuşmaktan dilimizde tüy bitti. Bu model, yanlış bir modeldir diyoruz. Kamunun altyapı yatırımlarını kamu yapmalıdır, bütçe kaynaklarıyla yapılmalıdır. Burada ne yapıyorsunuz? “Yap-kirala” diye bir model, şehir hastanelerini devlet yatırım programından yapmıyor, cebinden para çıkmıyor ilk anda baktığınızda, sonra ihaleye açıyorsunuz, birisi alıyor orayı, sonra siz oraya otuz yıla kadar kira ödüyorsunuz. Ödediğiniz kira aynı zamanda da enflasyon kadar artırılıyor, döviz kuru artışı olursa artırılıyor. Böyle bir model yok. “Bunun var mı düzenleyici etki analizi? Ne getiriyor, nedir bunun maliyeti?” dedik. Çünkü, bakın arkadaşlar, 34 proje var, toplam bedeli 30 milyar dolar. Bunlar koşullu yükümlülük getiriyor. Bu, şu demek: Şu anda belki bir yükümlülük yok ama herhangi bir biçimde bu otuz yıllık kira süresi içinde kişi burayı bıraktığında ne olacak o zaman? Bunlara hazine garantisi getirildi arkadaşlar, hazine garantisi var bunlarda. Böyle bir şey olmaz, bu model yanlış bir model. Kamunun yapması gereken, gerekli altyapı yatırımlarıdır. Özel sektör de girer, dış ticarete konu olan sektörlerde yatırım yapar; üretim yapar, imalat sanayisi sektörlerine gider, ihracat yapar. Burada öyle bir durum yok.

Şimdi de ne getiriliyor? İhalelerde tahkim şartı konulduğunda davanın Türkiye’de görülmesi zorunluluğu ortadan kaldırılıyor, ülkemizin mahkemeleri işlevsiz kılınıyor. Ne demek arkadaşlar bu? Neymiş? Sağlık Bakanlığı temsilcisinin Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı açıklamalar var, “Türkiye’de davalar uzun sürüyor.” diyor, “Yabancılar Türk mahkemelerine güvenmiyor.” diyor. Böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi? Ne demek yabancılar Türk mahkemelerine güvenmiyor?

Bakın, bunları söylerken baştan itibaren bütün söylediğimiz eleştiriler birer birer ortaya çıkıyor. Bu model yanlış bir modeldir. Hele en son bu getirilmek istenen kesinlikle son derece yanlıştır, Türkiye’deki mahkemeleri işlevsiz bırakmaktadır. Yani, Türkiye’de yapılan bir yatırım bu, niye Türkiye mahkemesinde görülmesin, niye yabancı mahkemelerde görülsün arkadaşlar? Türkiye’de yargı var, Türk mahkemeleri Türk milleti adına yargı görevini yapıyor. Sonuçta siz yazmışsınız, bütçeden bir kaynak çıkıyor, vermişsiniz kişiye. Alan da diyelim Türk ama gitmiş dışarıdan bir biçimde borçlanmış, borçlanabilir ama o dışarıdan finansman sağlarken siz oturup da onun finansman modeline dayanaklılık, koltuk değnekliği yapamazsınız.

Kızılay ve Yeşilaya ilişkin düzenlemeler var. Birçok madde var içinde. Mesela, 4’üncü maddede, Yeşilay Vakfına 15 milyon lira ödenek ayrılması... Her sene konulacak bütçeye. Bu Yeşilay Vakfı ne zaman kurulmuş? 2/12/2014’te. Daha yeni kurulmuş arkadaşlar, durun bir bakalım. Biz baştan da hep şunu söylüyoruz: “Neredenmiş yani nedir bu? Bu Yeşilay Vakfı nedir? Zaten Yeşilay Cemiyeti var. Kızılay Cemiyeti, Yeşilay Cemiyeti, tamam, vakıf nereden çıktı?” Eğer vakıf kuruluyorsa da vakfedenler zaten… Hayır için yapılan bir şeydir vakıf arkadaşlar. Yani, zaten bir sürü vergilerden istisnalar, muafiyetler sağlıyorsunuz ama onun ötesinde bir de, istisna, muafiyetler yetmiyor, taşınmaz malda onlara irtifak hakkı veriyorsunuz bedelsiz kırk dokuz yıla kadar -gene bu maddelerde var- yetmiyor, üstüne üstlük de alıyorsunuz buna 15 milyon ödenek ayırıyorsunuz. Kesinlikle yanlıştır, kanun teklifinden çıkarılmasına ihtiyaç vardır.

Gene, 14’üncü maddede mülkiyeti hazineye ve kamu ve kurum kuruluşlarına ait taşınmazlar üzerinde kırk dokuz yıl süreli bedelsiz irtifak hakkı tesis ediliyor. Bir kere niye bedelsiz, bir; neden sadece bu kurumlara? Bakın, şunu söylüyoruz: Bu kurumların elbette ki hem Kızılay Derneğinin hem Yeşilay Cemiyetinin vardır işlevleri, buna karşı değiliz ama başka kurumlar da var arkadaşlar, kamu yararına çalışan dernekler var. Bakın, ben size söyleyeyim: 11/7/1972 tarihli ve 1606 sayılı Bazı Dernek ve Kurumların Bazı Vergilerden, Bütün Harç ve Resimlerden Muaf Tutulmasına İlişkin Kanun var. Bu kanunun 1’inci maddesi bir kısım kurumları saymış: Türkiye Kızılay Derneği var içinde, Yeşilay Derneği de var. Ama, başka ne var biliyor musunuz? Türk Hava Kurumu var, Türkiye Yardım Sevenler Derneği var, resmî darülaceze kurumları var ve Darüşşafaka Cemiyeti var. E, varsa böyle bir şey, gelin bunlara da verelim. Neden sadece Yeşilay Cemiyetine veriyorsunuz, Kızılay Derneğine veriyorsunuz, anlamış değiliz.

Gene, elektrikte kayıp kaçak bedeli hesaplama yöntemi değişiyor. Bunlar belirlenmiş EPDK tarafından, değiştiremezsiniz arkadaşlar. 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu 15’inci maddesinde sözleşmede hangi şartlarda değişiklik yapacağını hükme bağlamıştır, bunun dışında değiştiremezsiniz. 10’uncu maddesi de mücbir sebepleri sayar. Ama, bunların -şu andaki bu 21 dağıtım şirketinden 3’üyle ilgili olduğu söylendi- hiçbiri ne mücbir sebebe girer -oradaki var olan durum, bize anlatılan, oradaki yapılan açıklamalarda- ne de dediğim gibi, sözleşmenin değişmesi söz konusudur, bunlar değişemez.

Bunun dışında başka maddeler de var zaten sıkıntılı. Bu açıdan da bu maddelerin hepsinin bu kanun metninden temizlenmesi gerektiğini söylüyoruz.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına söz isteyen İzzet Çetin, Ankara Milletvekili.

Buyurun Sayın Çetin…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Önce lehte olmuyor mu Sayın Başkan? Genellikle uygulama, önce lehteki konuşmacının konuşmasıdır, sonra hükûmet konuşur, “son söz milletvekilinin”den dolayı da aleyhteki konuşmacı en son konuşur. Genel uygulama böyle ama takdir sizin. Lehte konuşmacı yoksa onu bilemem tabii.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Var var.

BAŞKAN –  Hayır,  “leh, aleyh” meselesi değil ama sıralamaya göre gidiyoruz burada.  Ama daha önce Sayın Erdöl’ün konuşmasını istiyorsanız...

Buyurun Sayın Erdöl.

CEVDET ERDÖL (Ankara) – Genel istek üzerine mi?

İZZET ÇETİN (Ankara)  – Tabii.

ENGİN ALTAY (Sinop) –  Ama,  öyledir uygulama; lehte muhalefet…

CEVDET ERDÖL (Ankara) – Özellikle istiyorlarsa konuşayım.

BAŞKAN –  Bu kadar ikram kabul edilir artık Sayın Erdöl.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

CEVDET ERDÖL (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağlıklı, mutlu uzun ömürler diliyorum.

14 Mart Tıp Bayramı’na keşke bu kanun yetişmiş olsaydı, yetişmedi. İnşallah, sizlerin de katkılarıyla bu kanunu çıkarırız. Bu vesileyle sağlık çalışanlarından ebediyete intikal edenleri rahmetle anıyorum.

Yarın 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıl dönümü. Bu vesileyle gerek Çanakkale Deniz Zaferi esnasında gerek Kurtuluş Savaşı’nda ve gerek diğer zamanlardaki tüm şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyorum.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; yaklaşık on üç yıla yakın bir zamandır “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” prensibi çerçevesinde, sağlıkla ilgili çok önemli kanunlara Türkiye Büyük Millet Meclisi imza attı.  22’nci dönemde, 23’üncü dönemde ve bu dönemde, uzun zaman Sağlık Komisyonu Başkanlığını yapmış bir kişi olarak büyük ölçüde bu kanunlara katkı verdik. Bu vesileyle katkı veren tüm milletvekili arkadaşlarıma saygılarımı ve teşekkürlerimi arz ediyorum milletim adına.

Özellikle, sağlık ve sosyal güvenliğin atbaşı gitmesi gereken hususlar olduğunu bir kez daha sizlere hatırlatmak istiyorum. Özellikle, sağlık sunumunun ve buna  erişebilirliğin çok önemli olduğunu bu vesileyle  tekrar, şu misalle hatırlatmak isterim: Özellikle sağlık sunumunun iyi ama sosyal güvenliğin iyi olmadığı ülkelerde çok ciddi  sağlık harcamaları olur. Sosyal güvenliğin çok iyi, sağlık hizmetinin iyi olmadığı ülkelerde yurt dışından sağlık hizmeti  satır alınır. Sağlık hizmetinin kötü, sosyal güvenliğin kötü olduğu yerleri zaten söylemeye gerek yok. Hem sağlık hizmeti sunumunun hem de sosyal güvencenin çok iyi olduğu dünyada nadir ülkeler var; Bunlardan birisi de Türkiye’dir. Bunu, burada büyük bir mutlulukla ifade etmek isterim.

Özellikle, hastanelerin birleştirilmesi, aile hekimliği, genel sağlık sigortası, Sosyal Güvenlik Kurumu gibi radikal değişikliklerin yapıldığı ülkemizde gelinen noktayı iki misalle söylemek ve bilgilerinize arz etmek isterim.

2002 yılına kadar ambulansla bir yerden bir yere gitmenin imkânının hemen hemen olmadığı, imkân bulan kişilerin de ambulanslara mazot parası verdiği bir dönem vardı. Şimdi ise başka ülkeleri örnek alarak gösterdiğimiz hava ambulans sistemine sahip bir ülke hâline geldik. Gerek helikopterle gerek jet ambulanslarla ülke içinden, ülke dışından hastalarımızı alıyor, hastalarımızı gönderebiliyoruz. Bu, gerçekten, pek çok ülkenin iftiharla bizi takip ettiği hususlardan biridir.   

Bir diğer konu da şu: Yine, İzmir’de mesela bir Tepecik Hastanesi, herhangi bir sigorta hastanesi konumundayken şu son değişikliklerden sonra geldiği noktada ince bağırsak naklinin yapıldığı, kök hücre uygulamalarının başarıyla uygulandığı bir sağlık merkezi olmuş durumdadır. Nitekim şehir hastanelerini ve sağlıktaki diğer değişiklikleri burada zikretmeye artık gerek görmüyorum, bunları hepimiz yaşıyoruz.

Kanunla ilgili bir kısa bilgi arz etmek istiyorum. Üzerinde konuşulan teklifle ilgili şunu söyleyeyim arkadaşlar: Gerçekten, çok hayırlı bir kanuna hep birlikte imza atacağız. Bu, milletimiz tarafından da hayırla yâd edilecek olan bir durumdur. Kurulacak olan, kıymetli oylarınızla kurulacak olan Sağlık Bilimleri Üniversitesi, aynen değerli milletvekili arkadaşımızın söylediği gibi, YÖK Kanunu’na tabi bir üniversite olacak yani YÖK’ün kuralları dışında, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu’na eklenen bir kanun olması, bir üniversite olması hasebiyle YÖK’ün kuralları dışında hiçbir kuralın işlemeyeceği bir üniversite olacak. Sayın vekilimi düzeltmek istiyorum: Bütün üniversitelere Sağlık Bakanlığı eşit uzaklıkta değil eşit yakınlıkta olacak.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Aynı şey.

CEVDET ERDÖL (Devamla) – Öyle, eşit yakınlıkta olacak. Ama, bizim bakış açımız biraz değişik. Eşit yakınlıkta olacak bir üniversite ve Sağlık Bakanlığı olacak. Bütün üniversitelerimize Sağlık Bakanlığı elbette eşit olacak.

Burada şunu söylemem gerekiyor ki: Bir tıp fakültesi kuruyoruz İstanbul’da. Modern tıp fakültesinin ilk yapıldığı, ilk uygulandığı bina olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası bu tıp fakültesine devrediliyor kanunla.

Bir diğer önemli değişiklik: Tıp fakültesi yani lisans eğitimi sadece İstanbul’da yapılacak. Bunun yanı sıra, Türkiye’deki tüm uzmanlık eğitimlerinin yaklaşık yarısını veren eğitim hastaneleri de bir çatı, şemsiye altında bu üniversiteye bağlanacak. 59 eğitim araştırma hastanesinde de eskiden olduğu gibi uzmanlık eğitimleri verilmeye devam edilecek ama fark şu olacak: Orada doçent olan kişiler, doçentlik unvanına sahip olan kişiler doçentlik kadrosuna atanabilecekler, profesörlük kadrosuna atama yapılabilecek yani şimdi, kulağı tersten gösterir şekilde, x hastanesinde       -devlet hastanesinde- olan bir kişi profesör olabilmek için y üniversitesine gitmeyecek, bulunduğu mekânda, bulunduğu hastanesinde, üniversiteye bağlı bir şekilde doçent veya profesör kadrosuna atanabilecek. Bunun hem özlük hakları bakımından önemli hem de o hastanelerin eğitim seviyesini artırmak bakımından çok önemli olduğunu ifade etmek istiyorum.

Bir diğer konu bu kanunda, ebelerle ilgili olan değişikliktir. Hemşirelerimiz uzman hemşire olabiliyorlar, lisans eğitimlerinin sonrasında yüksek lisans ve doktora yapabiliyorlardı, öğretim üyesi olabiliyorlardı ama hemen hemen aynı eğitimi alan ebelerimizin bu hakları yoktu. İşte, bu kanun bunu getiriyor. Ebelerimiz bundan sonra yüksek lisans ve doktora yapabilecekler, öğretim üyesi olma imkânları açık bir yol olarak kendilerine sunulmuş olacak. Ayrıca ne yapılacak? Bu uzman ebelerimiz sezaryen oranlarını mümkün olduğunca asgariye indirecek olan hasta bilgilendirmelerini ve hasta eğitimlerini de başarıyla yapmış olacaklar.

Kızılayla ilgili konuya gelince şunu ifade etmem gerekiyor: Kızılay aldığı yardımlarla beslenen önemli bir kurumumuz, marka olmuş bir kurumumuz. Kızılay yaptığı insani yardım faaliyetlerinde maalesef vergi ödüyor; çadır yaptırıyor vergi ödüyor, ne bileyim, battaniye alıyor vergi ödüyor. Bunlardan Kızılayı kurtarmak lazım çünkü bu insani yardım faaliyetleri için yapılacak olan hizmetlerde Kızılaya bir vergi kolaylığı getiriliyor; bir de aynı zamanda kendisine devletin imkânlarından binalar tahsis edilmesi, arazi tahsis edilmesi mümkün hâle getiriliyor. Şöyle ki: Kızılay bir kan merkezi kurmak istiyor, kan merkezi açmak istiyor fakat şehrin merkezinde bir devlet kurumu binası atıl duruyor, Kızılaya verilemiyor. Kızılay parayla satın alacak, Kızılay kiralayacak. Halbuki kan hizmeti hepimiz için lazım. Dolayısıyla, Kızılaya bu imkân getiriliyor.

Aynı şekilde, Yeşilayla ilgili konuşulanlara da dikkatinizi çekmek isterim ki Yeşilay, Türkiye’deki ve bütün dünyadaki gençliğin en büyük sorunu olan bağımlılıkla mücadele eden bir çatı örgüttür, bütün insanların, bütün insanlarımızın ihtiyacı olan bir örgüttür. Şöyle ki: Tütün olsun, alkol olsun, uyuşturucu olsun, uçucu maddeler olsun, şimdi “sanal bağımlılık” dediğimiz internet bağımlılığı, e-bağımlılık olsun, bunlarla ilgili mücadelede Yeşilaya mutlaka herkesin ihtiyacı oluyor. Çünkü, çocuğu evinde olan bir kişi bilgisayarı eline aldığı zaman çocuğu elinden uçup başka bir yere on-line olarak gidiyor. Çocuklarımızın uyuşturucu bağımlılığından kurtulabilmesi, o işlere, uyuşturucuya, kumara, alkole hiç bulaşmaması için, tütüne, uçucu maddelere bulaşmaması için Yeşilaya büyük görev düşüyor. Bütün sivil toplum kuruluşlarına görev düşüyor ama Yeşilayın bunların bir çatı örgütü olarak bu faaliyetleri yerine getirebilmesi için onlara oldukça imkân tanınması gerekiyor. İşte, Yeşilaya tanınan bu mali imkânın ve diğer imkânların esas esprisi budur, bunu da sizin takdirlerinize sunuyorum.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; on üç yıla yakın bir zamandır, üç dönemdir Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yapan bir arkadaşınız olarak son konuşmamı muhtemelen yapıyorum çünkü bundan sonra program gereği konuşma yapamayacağım. Ben hepinizden haklarınızı helal etmenizi istirham ediyorum çünkü gerek Sayın Başkan, Başkanlık Divanı gerek milletvekili arkadaşlarım…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEVDET ERDÖL (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hakkınızı helal edeceğiniz için açıyorum.

Buyurun.

CEVDET ERDÖL (Devamla) - …bürokratlar ve stenograflar, değerli arkadaşlarım, herkesin mutlaka anlamadan birbirimizi kırdığımız bir şey olabilir, bunun için ben hepinizden tekrar haklarınızı helal etmenizi diliyorum. Sizlere saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Eminim ki bu kanuna vereceğiniz destek çocuklarınız ve torunlarınız tarafından sizlere şükran olarak geri gönderilecektir, sizlere teşekkür edilecektir. Katkı veren herkese teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum efendim.

Sağ olun, var olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Hakkımız helal olsun Sayın Erdöl.

Şimdi, şahsı adına söz isteyen İzzet Çetin, Ankara Milletvekili.

Buyurun Sayın Çetin. (CHP sıralarından alkışlar)

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tabii, 688 sıra sayılı torba teklif üzerine söz aldım.

Sayın Erdöl 22’nci Dönemde bizim Sağlık Komisyonu Başkanımızdı, veda konuşması yaptı. Bizim de önümüzü kesti ama dost acı söyler, doğru söyler. Kusura bakmayacaksın Sayın Başkan, belli konularda farklılıklarımız var, farklı düşüncelerimiz var. Tabii, bu torba kanunun -sizden önceki arkadaşlar, hemen hemen 3 konuşmacı da söyledi- teklif olarak gelmesi, bir milletvekili arkadaşın ya da arkadaş grubunun imzalayarak vermiş olması, bunun Hükûmet tasarısı olma şeklini değiştirmiyor, sadece Sayın Arınç’ın, Sayın Meclis Başkanının daha evvel söylediği sözlere karşı mahcupluğun bir ifadesi olarak verilen kanun teklifi.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bunun gerçekten teklif olarak bakıldığı zaman içine ya da kanun tasarısı olarak, 25-26 kanunda ya da kanun hükmünde kararnamede değişiklik yapan 36 maddelik bir kanun yani çorba kanun da değil, ne diyebiliriz bilemiyorum?

Sayın Erdöl konuşmasında, özellikle bu tasarı içerisinde yer alan Sağlık Bilimleri Üniversitesinin YÖK’e bağlı olduğunu, YÖK’teki üniversitelerin tabi olduğu kurallar neyse bunun da o kuralları taşıyacağını söyledi ama bu Sağlık Bakanlığı üniversitesi yani özerklikten oldukça uzak ve diğer üniversitelerin özerkliği tartışmalıyken Türkiye’de “kaldıracağız” deyip hiç yaklaşmadığınız YÖK’ü bile aratacak düzeyde düzenleme yapılan bir üniversite. Böyle bir üniversite, Plan ve Bütçe Komisyonunda da tartıştık, Türkiye’de ya da demokrasiyle idare edilen bir ülkede olabilmesi mümkün olmayan bir üniversite.

Diğer taraftan, tabii ki konuşmanın hemşirelerle ilişkili olarak yapmış olduğu bölümüne ben de iştirak ediyorum, biz de muhalefet partileri olarak ona hiçbir şey söylemedik ama bu kanunun esas ruhunda var olan düzenleme ne bu üniversite ne hemşirelerin, ebelerin özlük haklarına ilişkin düzenleme. Bu “torba” demeyeceğim artık “çorba teklif” içinde var olan düzenlemeler, çoğunluğu birkaç kez, 3-4 kez yapılan düzenlemeler ki en son Anayasa Mahkemesinin reddettiği ama ısrarla, kör gözüme parmak misali getirip Meclisin önüne dayadığınız o İnternet erişimine ilişkin düzenleme en önemlisi belki.

Diğer taraftan, değerli arkadaşlar, Sayın Erdöl Kızılay ve Yeşilaya, özellikle Yeşilaya herkesin ihtiyacının olabileceğini söyledi. Yeşilaya evet, Yeşilaya hepimizin ihtiyacı var. Peki, Yeşilay Vakfı neyin nesi? Hangi ihtiyaçtan doğdu? Neden Yeşilay dururken, Kızılay dururken, Kızılaya ve Yeşilaya yaslanarak Yeşilay Vakfı yaratıyorsunuz? Birisi bana bunun bir cevabını versin. TÜRGEV yıprandı. TÜRGEV, başında oğlunun ya da yakınlarının, akrabalarının, birkaç milletvekili arkadaşımın da içinde olduğu bir vakıftı, kamuoyunda deşifre oldu. Şimdi, Yeşilayın kuruluş kanununu da ben çıkardım getirdim Sayın Erdöl. 6487 sayılı Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun içerisinde bu Yeşilay Vakfının üç ay içinde kurulması öngörülmüş. Ne zaman? 2013 yılının Mayıs ayında. Şimdi, vakfı kuruyorsunuz; vakfın kurucusu belli değil, mütevelli heyeti belli değil, yönetimi belli değil, daha vakıf ortada yok, bütçeden 15 milyon para aktarıyorsun.

Değerli arkadaşlar, bu, gerçekten, tam anlamıyla, kamuya ait, hazineye ait taşınmazların, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazların hatta mazbut vakıflar ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait malların bile kırk dokuz yıllığına bedelsiz olarak Yeşilay Vakfına ya da Yeşilay yahut Kızılay da oraya eklenerek -demin söylediğim- ona yaslanmak suretiyle, bir yolsuzluk ağı insanların hizmetine sunulmuş iki güzide kuruluşun adına yaslanılarak gerçekleştirilmek isteniyor. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Göreceksiniz, Yeşilay Vakfı en az TÜRGEV kadar tartışılacak bir vakıftır ve giderek bataklığa o da saplanacaktır.

Değerli arkadaşlar, biraz evvel Sayın Türeli konuşmasında bu düzenlemelerin neler olduğunu söyledi. Bakınız, içindeki 17’nci madde            -yanılmıyorsam- kayıp kaçakla ilgili. Şimdi, elektrik özelleştirilmesi sırasında siz “İyi olacak, güzel olacak her şey.” diyordunuz hani! Ona ilişkin de güzel bir fıkra vardır, yeri değil. Şimdi, kayıp kaçak oranları belli, risk alanları belli, oralardaki durum belli iken yüklenici firma ihaleye girmiş, ihaleyi almış. Şimdi, kayıp kaçak oranlarında dengesizlikler var diye siz, EPDK’ya oradaki değerleri yeniden belirleme yetkisi vermeye kalkışıyorsunuz. Ya, ihale vardı, o koşulları bilerek girdi, ihaleyi aldı, ticarette kâr da var, zarar da var. Ben illa ki birilerini kayırmak için ona devlet desteği, kamu desteği aktarmak zorunda değilim ki. Şimdi, sizin yaptığınız düpedüz kanunla, yapılan bir özelleştirme ihalesine fesat karıştırmaktır. Kanun zoruyla, kanun yoluyla o özelleştirme sözleşmesini şahıs lehine -yurttaş lehine değil- değiştiriyorsunuz. Bu da kabul edilebilir bir durum değil.

Değerli arkadaşlar, “Kızılaya KDV istisnası getirdik.” deniliyor. Arkadaşlar, Kızılay son zamanlarda ne zaman akla geldi, gündeme? Kızılay son zamanlarda Rıza Sarraf adına Abdullah Happani’nin yaptığı faiz bağışıyla gündeme geldi; ikinci bir kez daha gündeme geldi, o da 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla ilgili karikatürleri sosyal medyada paylaştı diye Isparta Kan Bağış Merkezindeki Doktor Şerafettin Kılınç’ı siz işten attınız, Kızılay olarak attılar, Kızılay öyle gündeme geldi. Yani Kızılay son zamanlarda başka neyle gündeme geldi? Geçtiğimiz yıllarda içindeki yolsuzluklarla gündeme geldi. Yani böyle güzide kurumları biz elbette en az sizin kadar koruruz değerli arkadaşlar ondan hiç kuşkunuz olmasın.

Değerli arkadaşlar, mesela bizim hiç itiraz etmediğimiz düzenlemeler var bunun içinde. Gençlik ve Spor Bakanlığının teşkilat kanununa ilişkin düzenlemelere parti olarak biz de diğer muhalefet partileri de itiraz etmedik bir ihtiyaç ürünü diye. Ama, siz bu tür torba kanunlarla yapmış olduğunuz düzenlemelerle sürekli olarak bir tarafa bir rant aktarımı peşindesiniz.

Bakınız, ben size Kızılay ve Yeşilay gibi kamu yararına faaliyet gösteren dernek, vakıf, sandık vesaire kuruluşlara… Siz -2006 yılını baz alarak geliyorum, iktidarınızın orta yeri olduğu için- dernek, birlik, kurum kuruluşlara 2006’da 5 milyon, 2007’de 7 milyon -küsuratlarını atıyorum- 2008’de 55 milyon, 2009’da 88, 2010’da 111, 2011’de 172 milyon, 2012’de 354, 2013’te 449 yani 450 milyon kaynak aktarmışsınız. Kimdir bu kurum, kuruluş, sandıklar? Sorulara ne bakanlar cevap veriyor ne Başbakan cevap veriyor ne Komisyon Başkanı cevap veriyor. Bir de “diğerleri” kalemi var; orada da “2 milyon, 2 milyon, 2 milyon, 3 milyon, 3 milyon, 11 milyon, 54 milyon” iken birdenbire 435 milyona çıkıyor 2013 yılında. 2014 yılının ilk dokuz ayında da dernek, birlik, kurumlara yapılan bağış, yardım, hazineden yapılan yardım 902 milyon lira.

Arkadaşlar, şimdi, Kızılaya, Yeşilaya, evet, yapıyoruz, onun dışında    -biraz evvel arkadaşım da isimlendirdi- kamu yararına faaliyet gösteren, yoksullara yardım eden, fukara öğrencileri okutan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, ADD ya da ona benzer pek çok kamu kurum kuruluşu var. Şimdi, siz kalkıp da sadece, hazineye ait varlıkları eğer Yeşilay Vakfına devretmeye kalkarsanız “Bu kanunda şaibe vardır.” denilir.

Değerli arkadaşlar, demin söylediğim kanunla ilgili bir şey söyleyeyim, gerçekten, siz 23 Mayıs 2013’te Yeşilay Vakfının kurulmasını kanuna soktuktan sonra, eğer üç günde bu vakfı hem kurup hem de Meclis gündemine o teklifi getirip Yeşilay Vakfına kaynak aktarıyorsanız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İZZET ÇETİN (Devamla) – …bütün AKP’li vekillerin “Bu neyin nesidir?” diye sorması gerekir. Onun için böyle bir kanun olmamalı, Türkiye Cumhuriyeti’ne böyle bir yasa yakışmaz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın  Atıcı, buyurun.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, AKP’li milletvekillerinde bir süredir helallik isteme modası başladı. Benim, kendi adıma, kul hakkı yiyen, 17- 25 Aralık operasyonlarını ve oradaki yolsuzlukları aklayan ve her fırsatta şiddete tolerans gösteren insanlara hakkımı helal etmem mümkün değildir. Biz bunların hesabını bu dünyada yargıda soracağız, öteki dünyada ise Allah’a havale ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Akar…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, bu torba kanunla kayıp kaçak oranlarını vatandaşımızın sırtına yüklüyorsunuz ve elektrik dağıtım şirketlerini bu işten muaf tutmaya çalışıyorsunuz.

Biraz evvel arkadaşımın açıkladığı gibi, bu dağıtım şirketlerine, bu şirketlere verilirken ihale şartnamesi vardı, eşit şartlarda yarışmışlardı diğer şirketlerle birlikte, bu şirketlerde ihale kaldı. Bu saatten sonra değiştirmenin İhale Kanunu’na aykırı olduğunu düşünüyorum.

Bir de kayıp kaçağı birleştirerek kaçağı sanki doğal bir nedenmiş gibi ortaya koymak yanlıştır. Elektrik iletim hatlarındaki kayıp kabul edilebilir bir orandır ki dünya standartları yüzde 3 ila 7 arasındadır. Kaçak ise çalınmış bir maldır ve başkasının çaldığı veya kullandığı bir şeyi parasız edinmesidir. İnsanların para ödemesi gerekirken, bedel ödemesi gerekirken bunu yasallaştırıyorsunuz ve elektrik dağıtım şirketlerini bu işten muaf tutuyorsunuz.

Kocaeli ili yüzde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ederim.

Sayın Türeli…

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, kamu-özel iş birliği modeli üzerine sormak istiyorum: Şimdi, 3 yöntem var; yap-işlet, yap-işlet-devret ve biraz önce konuştuğumuz yap-kirala. Kaç adet proje bu 3 yöntemle, özet olarak da bu modelle yapılmıştır? Bu projelerin toplam tutarı ne kadardır? Şu ana kadar bu projeler için verilen hazine garantisi var mıdır, varsa tutarı nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ederim.

Sayın Akar, buyurun.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Evet, kayıp kaçağa devam ediyorum.

Kayıp kaçak konusunda Kocaeli ili ortalama 6,4’le hem Avrupa Birliği hem de dünya standartlarının çok altında görülüyor. Kocaeli halkının günahı ne ki tüm Türkiye’deki kaçakları ödettiriyorsunuz? Bu kanunda, bu torbada niye bir haksızlığa neden oluyorsunuz daha sonra da çıkıp kürsüden haklarımızı helal etmemizi istiyorsunuz? Vatandaşın sırtına bu kadar yüklenirken size haklarımızı helal etmemiz mümkün mü? Birçok insanın kaçak olarak kullandığı elektriğin parasını Kocaeli halkına ödetirseniz size haklarımızı helal etmemiz mümkün müdür Sayın Bakan?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Şimşek…

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry CBC televizyonunda yayınlanan bir röportajında Suriye krizini bitirmek için Devlet Başkanı Beşar Esad’la müzakere etmek  zorunda olduklarını, daha önce savaşı bitirmek için yürütülen görüşmelerin Esad müzakereye istekli olmadığı için başarısızlığa uğradığını söyleyerek esasen Suriye krizini çözmek için daha önceden Beşar Esad’la müzakere etmeye istekli olduklarını açıklamıştır.

Geçtiğimiz aylarda, ABD ile Türkiye arasında Suriyeli muhaliflerin Türkiye'de Eğit-Donat Projesi kapsamında eğitilmesinde proje detaylarında uzlaşılmış ve bu konudaki mutabakat metni ABD Ankara Büyükelçisi John Bass ve Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu tarafından imzalanmıştı. Eğit-Donat Projesi kapsamında bir çalışma var mı? Varsa bu zamana kadar kaç kişi eğitilmiştir? Bu eğitimler kim tarafından, nasıl verilmektedir? Eğitilen bu askerler hangi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Atıcı…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bundan…

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) – Bu silahlar kim tarafından karşılanmaktadır? Bu Eğit-Donat Projesi kapsamında John Kerry’nin yukarıdaki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye'nin Suriye politikası bu doğrultuda değişikliğe uğrayacak mı?

BAŞKAN – Sayın Şimşek, Sayın Atıcıya söz verdim.

Süreyi uzatırız Sayın Atıcı, yeniden söz veriyorum.

Buyurun.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, AKP Hükûmeti birkaç ay önce Türkiye sağlık enstitüleri başkanlığı kurmak üzere bir yasa tasarısı getirmişti ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi kurulması da bu yasa tasarısının içerisinde vardı. Ancak, Meclisin yoğun gündemi nedeniyle bu yasa bir türlü sıralamaya giremiyordu ve tartışılamıyordu. O dönemde, Sağlık Bakanı bizim itirazlarımızı dikkate aldığını söyleyerek Sağlık Bilimleri Üniversitesini kurma işlemini geri çektiğini söyledi ve bizimle anlaşmak istediğini söyledi. Biz de Sağlık Bakanının bu tutumunu alkışladık ve bizim itirazlarımızı dikkate aldığını zannettik ama şimdi anlıyoruz ki Türkiye Büyük Millet Meclisi aldatılmıştır, Türkiye Büyük Millet Meclisi yanıltılmıştır. O dönemdeki o yasa hemen geçirilmek için böyle Meclis kullanılmıştır…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Daha sonra da bu yasanın yeniden bir maddeyle bu yasa tasarısının içerisine monte edildiğini görüyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Öztürk…

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum.

Seçim bölgem Anamur ilçesinde, son haftada domuz gribi iddiasıyla 10’a yakın yurttaşımızın yaşamını kaybettiği iddia edilmektedir ve daha dün, 30 yaşında genç bir avukat arkadaşımız domuz gribinden ölmüştür ve bunun kamuoyundan saklandığı ve bu konuda herhangi bir tedbir alınmadığı yönünde iddialar vardır. Bu konuyla ilgili herhangi bir gelişme var mıdır ya da bunu Bakanlığınız bilmekte midir? Herhangi bir  tedbir almayı düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bu tasarı içerisinde sağlıkla ilgili düzenlemeler var. Birincisi, Sağlık Bilimleri Üniversitesi daha önce buraya yine bir torba yasa kapsamında geldi, itirazlarımız üzerine Anayasa’ya aykırılık gerekçesiyle, vakıfların uyguladığı sistem içerisinde bir devlet üniversitesinin olamayacağı ve Bakanlık bünyesinde olamayacağını söyledik ama şimdi, YÖK’e bağlı ama sistem olarak vakıfların sistemini uygulayan bir üniversite teklifi var. Bu Anayasa’ya aykırı teklifi çıkarmayı düşünüyor musunuz?

İkincisi, Sağlık Bakanlığı bünyesinde hâlen vekil ebe ve hemşire olarak kaç kişi çalışıyor? Bunların kadro talepleri ve özlük hakları konusunda bir çalışması var mı Bakanlığın?

Üçüncü soru da yine Sağlık Bakanlığı bünyesinde kamu dışı aile sağlığı elemanı olarak çalışan çok sayıda kişinin devlet memuru mu, işçi mi ya da hangi statüde olduğu belli değil. Bunların da özlük hakları…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Akçay, buyurun.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Soma’da 2.831 maden işçisi 1 Aralık tarihinde işten çıkartıldı ve o günden bu yana da işçiler kıdem tazminatlarını alamadılar. Ve yine, 1 Aralık 2014 tarihinde Hükûmet Sözcüsü Sayın Bülent Arınç’ın “Konunun üzerindeyiz. Bunu çözeceğiz.” şeklinde bir açıklaması var Hükûmet adına. Ve 10 Şubatta da işçiler Türkiye Büyük Millet Meclisinde siyasi parti gruplarını gezdiklerinde de Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Mustafa Elitaş da konuya ilişkin düzenleme yapılması için gereken çalışmaları yapacaklarını ifade ettiler. Şu anda işçiler ayakta, kıdem tazminatlarının ödenmesi için gerekli düzenlemenin yapılmasını bekliyorlar. Bu konuda Hükûmetin bir çalışması var mıdır, yok mudur, tutumu ne olacaktır? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bulut…

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakan, Türkiye Avrupa’da en pahalı elektriği kullanmakta. Ülkenin her tarafında vatandaşlar kullandığı elektriğin paralarını öderlerken bazı yerlerde ödenemediği için, şirketleri, oradaki TEDAŞ’ları özelleştiremediniz. Özelleştirilen yerlerde kaliteli elektrik hizmetini vatandaş alamamakta. Direk dikilmesi gerekiyor, direklerin yenilenmesi gerekiyor, yenilenmiyor. Toplu yerlerde trafo konması gerekiyor, trafoyu vatandaşa aldırıyorlar. Bunları denetleme noktasında Hükûmet, vermiş oldukları şirketlere söz geçiremediği için vatandaşa bunun yükünü bindiriyor. Bu adaletsizliği çözme konusunda nasıl bir çalışma yapmayı düşünüyorsunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Türeli…

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bu görüştüğümüz kanun teklifinin 9’uncu maddesinde, özel eğitime muhtaç öğrencilerin eğitim gördüğü okullarda ve kurumlarda görevli öğretmen ve yöneticilere yüzde 25… Bu dershaneler kapatıldı, biliyorsunuz onun yerine kurslar kuruluyor. Oradaki yönetici, öğretmen ve diğer personele de yüzde 100’lük bir ek ödeme getiriliyor yani ek ders ücreti getiriliyor. Bu ek ders ücretini neden bütün öğretmenler için getirmeyi düşünmüyorsunuz? Çünkü ek ders ücretleri 9 lira 8 kuruş ile 9 lira 73 kuruş arasında. Son derece düşük. Yani neden sadece buradakiler yararlanıyor, diğerleri yararlanamıyor?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın  Bakan, buyurun.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Öncelikle, bu kayıp kaçakla ilgili sorular var elektrik piyasasıyla ilgili. Bildiğiniz gibi, bu konularda yapılan düzenlemeler ilave bir yük getiren düzenlemeler değil; esas itibarıyla, bir gösterim, maliyetlerle ilgili bir gösterime ilişkin bir düzenleme. Bu, mahkemelerde birtakım sıkıntılara yol açtığı için yeniden bir düzenleme yapılıyor. Belli bir detayda verilen bilgilerin daha toplulaştırılmış bir şekilde verilmesine ilişkin düzenlemeler. Bütün dünyada belli oranda bir kayıp ve kaçak yaşanıyor. Tabii, ideal olan bunu en düşük düzeylere indirmek. Bu anlamda, aslında, dağıtım ihalelerinin özelleştirilmelerinin yapılmış olması olumlu bir adım. Zaman içinde -burada bir performans göstergeleri var biliyorsunuz- kayıp kaçağı azaltmak durumundalar. Azaltmamaları hâlinde bedelini sonuçta buradaki üstlenici firmalar ödemek durumunda. Dolayısıyla, zaman içinde bu kayıp kaçakların daha düşük düzeylere inmesini bekliyoruz.

Bir geçiş süreci şüphesiz bu, kolay süreçler değil. Özellikle belli bölgelerimizde oranların çok yüksek olduğunu biliyoruz. Buradan daha makul oranlara doğru indirilmesi biraz  zaman alacak süreçler ama bunu da yapmak durumundayız. İşte, Türkiye genelinde daha dengeli bir dağılıma ulaşmak için, enerji bağımlısı olan bir ülke olarak enerjiyi daha tasarruflu, daha etkili, verimli kullanabilmemiz adına da bu dönüşüm sürecini çok önemsiyoruz doğrusu. Hem denge açısından hem verimlilik açısından belli bir süreç içinde daha iyi noktalara geleceğimize inanıyorum.

Diğer taraftan, yap-işlet, yap-işlet-devret, yap-kirala konuları soruldu. Çok detaylı tabii bir bilgi soruldu. Şu an itibarıyla, sağlıktaki bu yap-kiralalarla ilgili rakamı söyleyebilirim. Şu ana kadar 17 kamu-özel hastanesi projesinin sözleşmesi imzalanmış ve buralarda bir hazine garantisi söz konusu değil, sadece kira taahhüdü söz konusu, bir anlamda kira ödeme taahhüdü söz konusu. Tabii, daha geniş bir alan var. Toplam, hatırladığım kadarıyla, sözleşme tutarı itibarıyla 100 milyar doları aşmış bir paketten bahsediyoruz ama çok detaylı rakamları bilahare daha sağlıklı bir şekilde sunmakta fayda var. Tabii, bu, yatırım tutarından bahsetmiyorum, sözleşme tutarından bahsediyorum. Yani o yatırım tutarıyla…

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Burada hazine garantisi var mı?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Bir kısmında, tabii, belli, değişik projelerde farklı özellikler söz konusu olabiliyor.

Diğer taraftan, Sayın Şimşek dış politikayla ilgili bir soru yönelttiler, ABD’nin Suriye politikasıyla ilgili. Tabii, her ülke kendi millî menfaatleri neyi gerektiriyorsa politikalar belirleyebiliyor. Biz de kendi millî menfaatlerimiz çerçevesinde yaklaşıyoruz.

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) – ABD’yle iş birliği var ama.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Değişik dönemlerde farklı yaklaşımlar da gelişebiliyor. Biz ülke olarak bölgemizde istikrarı gözeterek; Suriye’nin birliğini, bütünlüğünü de dikkate alarak politikalar izliyoruz. Oradaki sorunun bir an önce çözülmesi elbette bizim için son derece önemli. Bunun en uygun şekilde gerçekleşmesini istiyoruz. Başka ülkelerle millî menfaatlerimizin örtüştüğü noktalarda elbette iş birliği yapabiliriz ama ayrıştığı noktalarda da kendi millî politikamız neyi gerektiriyorsa biz onu yaparız. Biz, bu anlamda, dış politikada şüphesiz esnekliklerimizi de korumak durumundayız. Amerika Birleşik Devletleri’yle millî menfaatlerimiz belli bir noktada örtüşmüşse elbette iş birliği yapabiliriz ama başka bir konuda da bizim kendi politikamız ayrışabilir, farklı bir şekilde politika izleyebiliriz. Bu, her bir olay bazında ve zaman içinde değerlendirilmesi gereken bir konudur. Dış politikada esas itibarıyla kendi menfaatlerimiz neyi gerektiriyorsa o konuda adım atmaktan da hiçbir zaman çekinmeyiz. Tabii, bir taraftan da ilkelerimizi de unutmayarak genel politika çerçevemizde bunu uyguluyoruz.

Sağlıkla ilgili, yine “Sağlık Bilimleri Üniversitesi geri çekildi, neden geri geldi?” şeklinde Sayın Atıcı’nın bir sorusu oldu. Sayın Bakanımız o tarihlerde bir kanun tasarısından bunu çekmiş. Anladığım kadarıyla o kanun tasarısının daha hızlı yürümesini tercih etmiş ama “Bir daha bu gelmeyecek.” gibi bir söz söz konusu değil anladığım kadarıyla. Yani “Bunu çektik, bir daha geri getirmeyeceğiz.” diye bir sözü olmadığını ifade etti arkadaşlarımız.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Tam AKP’ye yakışır bir şey.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Diğer taraftan, bu gelen kanun da Sayın Bakanımızdan gelmedi, milletvekillerimizin bir teklifi, onu da dikkate almak durumundayız.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Anayasa’ya aykırılık gerekçesiyle bunu geri çekti.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Bakan, bari bunu söylemeyin. Karşınızda aptal insanlar yok, karşınızda milletvekilleri var.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Anamur’la ilgili konuda, bana şu an verilen bilgiye göre 1 kişi domuz gribinden vefat etmiş.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kocaeli’nde de var 1 kişi, 2 kişi de komada.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Bu konular dedikodulara, değişik söylemlere açık konular, dikkatli ifadeler kullanmamız lazım. Burada herhangi yaygın bir durumdan bahsedemeyiz. Herhâlde, çok yakın zamanda Sağlık Bakanlığımız kamuoyunu daha sağlıklı bir şekilde bilgilendirecektir.

Bugüne kadar da Türkiye’de, toplama baktığınızda, geçmişten bugüne 12 kişinin vefat ettiğini görüyoruz. Yani çok yaygın bir salgından bahsetmemiz mümkün değil. Ama Sağlık Bakanlığımız çok daha detaylı bir bilgilendirmeyi kamuoyuna yapacaktır. Bu konularda yorum yaparken hassas davranmamızda, vatandaşımızın hayatını ilgilendiren konularda otorite kurumlarımızın yaptığı açıklamalara itibar etmemizde büyük fayda var.

Diğer taraftan, bu vakıf üniversitesinin Anayasa’ya aykırılığıyla ilgili Sayın Işık’ın ifadeleri oldu. Onu tabii, biz öyle düşünmüyoruz doğrusu. İlk başta Sağlık Bakanımızın içinde olduğu bir yönetim söz konusuydu. Orada gerekli bazı tadilatlar Komisyon çalışmalarında yapıldı. Bu hâliyle Anayasa’ya uygun olduğunu değerlendiriyoruz.

Diğer taraftan, Sağlık Bakanlığında vekil ebe ve hemşire olarak 560 kişi çalışmakta. Uygulamanın ihtiyaca binaen devam etmesi planlanıyor. Şu an itibarıyla Sağlık Bakanlığımızın yaklaşımı bu şekilde.

Yine, Sayın Türeli “Neden tüm öğretmenlerin ek ders ücretleri yüzde 100 artmıyor?” dedi. Örgün ve yaygın eğitimi destekleme ve yetiştirme kursları öğrencilerin talebi üzerine öğrenciden herhangi bir bedel alınmadan açılan kurslardır, bu şekilde tarif ediliyor. Bu kurslarda görev alacak öğretmenlerin teşvik edilmesi hedefleniyor burada. Bu kurslarda görev alan öğretmenlerin ek ders ücretlerinin artırılması amaçlanıyor. Yani belli bir amaca yönelik bir çalışma söz konusu bu düzenleme içinde.

Diğer taraftan, Anamur’u konuştuk.

Sayın Akçay, Soma’yla ilgili bir soru sordu ama benim şu anda elimde detaylı bir bilgi yok açıkçası. Daha sonra, yazılı bir şekilde, son durum sayın vekilimize daha sağlıklı bir şekilde ifade edilebilir diye düşünüyorum.

Burada, yine, enerjiyle ilgili “Her yer özelleştirilmedi.” dendi. Aslında dağıtım itibarıyla her yer özelleşti, şu anda özelleştirilmeyen alan kalmadı, tamamlandı.

Diğer taraftan “Yatırımlar yapılıyor mu?” dendi. Her firmanın bir yatırım yükümlülüğü var, yapmak durumundalar ve her yıl belli miktarda bir yatırım yapma durumunda firmalar. Tabii, burada eksiklikler, aksamalar oluyorsa somut bilgiler üzerinden onlarla ilgili Enerji Bakanlığımız gerekli çalışmaları, müdahaleleri yapabilir diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Öz, buyurun.

ALİ ÖZ (Mersin) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, Mersin’in Anamur ilçesinde meydana gelen olayla alakalı etiyolojik sebepler belli olmamış olsa da son bir hafta içerisinde… Ben bölgeme gidip gelen vasıtaları, rahmetli olanları da bizatihi görmüş bir insanım, ölenlere de Allah’tan rahmet diliyorum. Burada 4 vakada gerçekten ölüm sebebi belli değil ama ilçede bunların domuz gribine bağlı olarak öldüğü noktasında yaygın bir kanaat var, vatandaş orada infial içerisinde. Dolayısıyla, orada özellikle toplu taşımada olsun, toplu bulunan yerlerde olsun, okullarda olsun herkes büyük endişe içerisinde. Belki başka bir viral enfeksiyondur, sebep belli olmasa da ani başlayan ve kısa süre içerisinde insanların ölümüne yol açan bir hadise olduğu için alınması gereken tedbirler noktasında duyarlı olmak gerektiği kanaatindeyim. Okullara mı ara verilir, belediyeyle, kaymakamla istişare mi edilir? Halk çünkü bu ölen insanları domuz gribinden öldü diye kabul ediyor. Dolayısıyla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Öz.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Sayın Başkanım, bir cümleyle…

BAŞKAN – Sayın Bakanım, daha önce cevap verdiniz.

Teşekkür ediyorum.

 

III.- Y O K L A M A

 

(CHP ve MHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan, yoklama…

BAŞKAN – Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım; yoklama talebi var, yerine getireceğim.

Sayın Altay, Sayın Akar, Sayın Türeli, Sayın Tamaylıgil, Sayın Seçer, Sayın Atıcı, Sayın Çetin, Sayın Aksünger, Sayın Çıray, Sayın Haberal, Sayın Özkes, Sayın Köktürk, Sayın Sarı, Sayın Öztürk, Sayın Işık, Sayın Halaman, Sayın Bulut, Sayın Şimşek, Sayın Akçay ve Sayın Belen.

Evet, iki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

 

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

6.- Konya Milletvekili Kerim Özkul ve Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ile 45 Milletvekilinin; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri (2/2616) (S. Sayısı: 688) (Devam)

BAŞKAN – Teklifin maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN - Şimdi, birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm 1 ila 16’ncı maddeleri kapsamaktadır.

Buyurun Sayın Halaçoğlu.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkanım, maddelerine geçemeyiz çünkü 35’inci madde…

BAŞKAN – Bir saniye… Mikrofonu açtırayım da ona göre Sayın Halaçoğlu.

Buyurun Sayın Halaçoğlu.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Maddelerine geçemeyiz çünkü Komisyona gelen, teklif edilen önerinin ötesinde birtakım başka maddeler ihdas edilmiştir orada yer almamasına rağmen. Dolayısıyla, bundan dolayı geçilmesi mümkün değildir. 35’inci madde Komisyona yeni bir madde ihdası imkânı vermemektedir.

Dolayısıyla, bu konuda aynı zamanda  Meclis Başkanının da Komisyona bir raporu vardır ve bunda herhangi bir düzenleme yapılmamıştır, sadece 26’ncı maddeye dayanarak Komisyonun kendi gündemini belirleyeceği belirtilmiştir. Dolayısıyla, böyle bir hak, 26’ncı madde 35’inci maddeyi ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla, bunun görüşülmesi mümkün değildir.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Komisyona geri çekilsin.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Komisyona geri çekilmesi gerekir.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ederim Sayın Halaçoğlu.

Zaten, biraz önceki oylamalarımızda maddelerine geçilmesini kabul ettik.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Hayır efendim. Şimdi maddelerine geçilmesini kabul etmiş olabiliriz ama…

BAŞKAN – Efendim, Genel Kurul kabul etti daha doğrusu.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Geç kaldılar Başkanım.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Hayır, geç falan kalmadık.

BAŞKAN - Hayır, geç kalma meselesi değil Sayın Halaçoğlu, siz “Maddelerine geçemeyiz.” dediniz de maddelerine geçilmesini Genel Kurul kabul etti, bu ayrı bir konu ama sizin söylediğiniz…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Genel Kurul kabul etmiş olabilir ama Tüzük’e aykırı bir uygulama yapamazsınız Sayın Başkan.

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Halaçoğlu, bu konuyla ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, (2/2616) esas numaralı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’ne ilişkin Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından hazırlanan rapor ve metni inceleyerek havale edilen teklifte yer almayan yeni maddelerin ihdas edilmesi nedeniyle yeniden değerlendirilmek üzere dosyayı Komisyona geri göndermiş. Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı yapılan bu uyarıya rağmen, İç Tüzük’e aykırı bir usul hatası yapmadığını ileri sürerek raporun Genel Kurulun onayına sunulmasını talep etmiş. İç Tüzük’te Başkanın bu konuda yetkisine ilişkin açık bir hüküm de bulunmamaktadır.

Geçmiş uygulamalara bakıldığında da zaman zaman İç Tüzük’ün 35’inci maddesine aykırı olarak tasarı veya tekliflere yeni madde ihdasına ilişkin komisyon raporlarının, ilgili komisyonlara, bir daha değerlendirilmek üzere geri gönderildiği ancak komisyonların raporlarında herhangi bir değişiklik ve usuli bir hata yapmadıklarını belirten cevabi yazılarını müteakip komisyon raporlarının bastırılıp dağıtıldığı, Meclis Başkanının söz konusu raporlara ilişkin olarak komisyonu uyarma dışında bir yetkisinin olmadığı da görülmüştür. Başkanlığımızın, gündeme girmiş ve görüşmelere başlanmış bir tasarı veya teklifi işleme almama -asıl mesele burada zaten- veya komisyona iade etme yetkisi bulunmamaktadır. Meclis Başkanlığı üzerine düşeni yapmış, “Komisyon gündemine hâkimdir.” diye göndermiş. Bizim, gündeme alınmış ve görüşülmüş, görüşmelere başlanmış bir tasarı veya teklifi de komisyona geri iade etme yetkimiz yok. Burada ifade edilen görüşler komisyonca ve milletvekillerince değerlendirilecektir. Komisyona geri çekme, esas komisyon veya Hükûmetin tasarıyı değiştirme veya reddetme yetkisi de yüce Meclisin takdirindedir, herhangi yapılacak bir şey söz konusu değildir.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Buyurun.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – O zaman Tüzük’e ne gerek var?

BAŞKAN – Bizim görüşümüz bu yönde ve daha önceki uygulamalar da var.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim Sayın Halaçoğlu?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Daha önce yapılmış bir yanlışın tekrarı bir usul olarak gösterilemez.

BAŞKAN – Anladım da…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Affedersiniz…

BAŞKAN – Buyurun.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – İkincisi, yani, o zaman Tüzük’ü uygulamayacaksa komisyon veya Türkiye Büyük Millet Meclisi, neden Tüzük var?

BAŞKAN – Sayın Halaçoğlu, bir daha söyleyeyim: Bizim, Başkanlığın, şu anda gündeme girmiş ve görüşmelerine başlanmış bir tasarı veya teklifi işleme, almama veya komisyona iade etme yetkimiz yok. Bu yetki kimin? Geri çekme yetkisi komisyonun ve diğer tarafta Genel Kurulun. Hükûmetin tasarısını değiştirme ve reddetme yetkisi de yüce Meclisin.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, o zaman, Başkanlığın yazdığı yazı var. Bunun uygulanmaması hâlinde, Başkanlığın bu konuyu uygulamasıyla ilgili bir hüküm var mıdır?

BAŞKAN – Efendim, istiyorsanız usul tartışması açayım. Benim görüşüm bu yönde.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – O zaman usul tartışması istiyoruz.

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Lehte…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Aleyhte…

RECEP ÖZEL (Isparta) – Lehte efendim…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Aleyhte..

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Aleyhte…

BAŞKAN – Dört parti anlaşın aranızda, söz vereceğim.

Lehte, Mehmet Doğan Kubat, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Kubat. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

 

XII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- 688 sıra sayılı Kanun Teklifi’ne Komisyon görüşmeleri sırasında yeni maddeler ihdas edildiğinden, teklifin maddelerine geçilmesinin İç Tüzük hükümlerine uygun olup olmadığı konusunda Başkanlığın tutumu hakkında

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; açılan usul görüşmesinde Başkanlığın tutumu lehinde görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, Sayın Halaçoğlu Komisyonda görüşülen kanun teklifinin konusuna dair olmayan bir kısım maddelerin önergeyle metne eklendiğinden, bu sebeple bu tasarının burada görüşülemeyeceği ve Komisyona iadesi gerektiği noktasında bir itiraz ileri sürdü.

Şimdi, esasen, bu noktada Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanlığının 12 Şubat 2015 tarihli, Anayasa’ya aykırılık iddiaları da dâhil olmak üzere, bunu da kapsayan, bu itiraz konusunu da kapsayan bir başvurusu oluyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı da bunun üzerine bütün bu itiraz konularını ilgili esas komisyon olan -anayasal olarak düzenlenmiş- Plan ve Bütçe Komisyonuna göndermek suretiyle itirazları iletiyor. Ve Komisyon, buradaki aynen verdiği cevapta “Bu itirazları biz inceledik ve bu önergelerle teklife konu edilen maddeler, bu teklifle düzenlenen hükümlerin konu bütünlüğü bakımından doğrudan veya dolaylı olarak ilgili oldukları alanlar olduğundan dolayı…”

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Öyle demiyor.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – “…bu sebeple bizim yaptığımız işlemde usule ve Anayasa’ya aykırı, İç Tüzük’e aykırı bir yön yoktur.” diye 18 Şubat 2015 tarihli yazısında Meclis Başkanlığına bildiriyor. Ve Meclis Başkanlığı da yine Milliyetçi Hareket Partisine bir üst yazıyla 20 Şubat 2015’te bu Komisyonun verdiği bütün cevapları ayrıntılı biçimde bildiriyor.

Değerli arkadaşlar, buna benzer birkaç tartışma daha önce de yaşandı biliyorsunuz. Şimdi, komisyonun, 35’inci maddeye göre, ilgili gördüğü tasarı ve teklifleri birleştirme yetkisi var. 26’ncı maddesinde de, yine ikinci fıkrada, komisyonun gündemine hâkim olduğu ve üyeleri tarafından gündeme alınması teklif edilen işler hakkında karar verebileceği belirtiliyor. Önergeyle bu teklifin konusunu oluşturan kanunlarla yakın ilgisi görülen konular hakkında üyeler tarafından verilen önergelerin yine komisyon tarafından kabul edilip madde olarak buraya dercedilmesinde ne İç Tüzük’e ne de Anayasa’ya aykırı bir yön olmadığı kanaatindeyim.

Zaten biraz önce de, 81’inci maddeye göre, eğer maddelerine geçilmesi kabul edilmeseydi bu itirazlar karşılanmış olacak ve Komisyona iade edilecekti. Ancak, Genel Kurulun iradesi tecelli etmiştir -ki komisyonun raporu dahi Genel Kurulu bağlamaz- yüce Genel Kurulun iradesi bu raporun görüşülmesi noktasında oluşmuştur.

Esasen, Başkanlığın da komisyon raporunu komisyona iade etmek gibi bir hak ve yetkisi yoktur.

Dolayısıyla, Başkanlığımızın bu görüşmelerin sürdürülmesi noktasındaki tutumu yerindedir diyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tutumum aleyhinde söz isteyen Yusuf Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili.

Buyurun Sayın Halaçoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her şeyden önce Sayın Kubat’ın söylediklerine katılmıyorum çünkü burada Komisyonun raporunda bu maddelerin Tüzük’ün 35’inci maddesine aykırı olmadığı şeklinde bir beyanı söz konusu değil. Burada tamamen sadece 26’ncı maddenin “Komisyon gündemine hâkimdir, üyeleri tarafından gündeme alınması teklif edilen işler hakkında karar verir.” hükmüne dayandırmıştır. Hâlbuki 35’inci madde bunların her birini saf dışı bırakıyor çünkü 35’inci madde açık ve net olarak aynen şunu söylüyor: “Komisyonlar, 92 nci maddedeki özel durum dışında kanun teklif edemezler.” Siz, şimdi kanun teklif etmişsiniz ve ondan sonra da bunu 26’ncı maddeye dayandırıyorsunuz. Açık ve net Tüzük’e uymayacaksınız, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi niye kanun yapıyor, yasama organı deniyor? Bunların hiçbir tanesi doğru değil. Çünkü bakın, Meclis Başkanlığının 17/02/2015 tarihli verdiği raporda da 2, 22, 23, 24, 25’inci maddelerin 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede, 209 sayılı Sağlık Bakanlığına bağlı kurumlarla ilgili kanunda  3289 sayılı Kanunda değişiklik yaptığı ve bunların hiçbirinin aslında önceki tasarıda yer almadığı belirtiliyor. Ama siz tutmuşsunuz buraya madde koymuşsunuz, madde ihdas etmişsiniz. Bu maddelerin, herhangi bir şekilde 35’inci maddeye göre gündeme alınması bile mümkün değil çünkü açık ve net belirtmiş size burada. 92’nci madde nedir? İdam cezalarıyla ilgili. Dolayısıyla “Bunun dışında herhangi bir kanun teklif edemezler.” diyor. Şimdi, efendim, siz kanun teklif etmişsiniz, Tüzük’e aykırı olarak gündeme getirmişsiniz, Meclise sunmuşsunuz, Meclis Başkanlığını reddetmişsiniz. Hani hukuk üzerine yemin etmiştiniz? Namus ve şerefimiz üzerine burada yemin etmedik mi? O zaman niye Tüzük var, niye kanun yapıyoruz? Bunların hiçbir tanesinin anlamı yok o zaman, hiç komisyonlarda da görüşme yapmayalım. Sizin burada sunduğunuz teklif, açık ve net olarak 29 maddeyi içeriyor, onun dışında siz 37 maddeye çıkarmışsınız, oradaki var olmayan maddeleri koymuşsunuz ve ondan sonra diyorsunuz ki: “Böyle.”

Sayın Başkan, Başkanlık eğer bu gibi durumlarda herhangi bir yaptırım veyahut da görüşmeme konusunda karar veremiyorsa niye varsınız ki orada, hangi sebeple Başkanlık var?

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Evrak sevk memuru orası, evrak sevk memuru!

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) – Yani, Allah aşkına, yapmayın! Eğer Meclis idaresinden söz ediyorsak Meclis idaresinin Tüzük’e göre hareket etmesi gerekir. Eğer Tüzük çiğneniyorsa burada, siz nasıl birilerini uyarıyorsanız veyahut da birtakım kararlar alıyorsanız aynısını bunun üzerinde de almanız gerekir. Öyle “Benim yetkim yoktur, geri gönderemem.” gibi bir söz maalesef uygun değildir.

Hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Lehte söz isteyen, İdris Baluken, Bingöl Milletvekili.

Buyurun Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Usulen lehte görünmüş olabilir ama Sayın Sadık Yakut’un yönettiği oturumlarda Allah yazdıysa bozsun diyorum.

17 Şubattan sonraki yönetim tarzınızda İç Tüzük’ü tamamen rafa kaldıran bir tutumunuz oldu. Dolayısıyla, sadece usulen söz almak için lehte olmuş olabilir ama bugünkü tutumunuzun da aleyhinde olduğumu ifade etmek istiyorum.

Burada, Milliyetçi Hareket Partisi adına konuşan sayın hatip de açık bir şekilde ifade etti, İç Tüzük’e aykırı bir durum var. 29 madde olarak komisyona gönderilmiş bir teklifin 37 madde şeklinde Genel Kurula sevki var. İç Tüzük 35’inci maddeye açık bir şekilde aykırıdır. “Başkanlık Divanının böyle bir yetkisi yoktur.” demek doğru değildir çünkü Başkanlık Divanı orada İç Tüzük’e göre Genel Kurulun kendi çalışmalarını yapmasını denetlemeyle de burada doğrudan görevlidir. Dolayısıyla, teklifte yer almayan maddelerin ihdasıyla ilgili durum bizce İç Tüzük’e aykırıdır ve bundan sonraki görüşmelerin de bu şekilde yapılmaması gerekiyor. Komisyonun sadece “Komisyon gündemine hâkimdir.” demesiyle bütün sorun çözülecekse o zaman burada, Genel Kurulda da İç Tüzük’ü esas almamak lazım, hiç dikkate almamak lazım sonucu çıkar. Böyle bir şeye katılmamız mümkün değil.

Tabii, burada temel sorun, iktidar partisinin kanun yapma yöntemiyle ilgili içerisine girdiği durumun yarattığı sorunlarla karşı karşıyayız; temel sorun budur. İktidar partisi, maalesef, birbiriyle alakası olmayan bazı kanun tekliflerini bir torbada biriktirip bu Genel Kurula getirmeyi bir alışkanlık hâline getirdi.

Şimdi, bu 688 sıra sayılı Kanun Teklifi’ne de baktığımızda içerisinde sağlıkta özelleştirmeden  tutalım da, Sağlık Bakanlığına bağlı üniversite kurulması, Millî Eğitim Bakanlığı çalışanlarıyla ilgili düzenleme, vakıflara kamu kaynaklarının aktarılması, kentsel dönüşüm, elektrik kaçak kayıp payı, İnternet   erişiminin iktidar denetimine alınması gibi birbiriyle alakası olmayan pek çok konu bir torbada biriktirilmiş ve buraya getirilmiş. Bu yöntem başından beri yanlıştır. Aslında son bir aydır da bu Genel Kurulda son derece kötü bir sınav verdiniz. Bugün Sayın Cevdet Erdöl’ün burada yapmış olduğu helalleşme isteği aslında son bir ayda bu Mecliste olması gereken bir tabloydu. Bu Meclis uzlaşmayla kanunları, son çalışmalarını yaparak birbiriyle helalleşmeyi isteyen bir gündemle son bir ayını doldurmalıydı ama maalesef, siz yanlışta ısrar ettikçe  biz de  birbirimize karşıt pozisyonda, birbirimizi kırmaya devam ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Sayın Başkan, belirttiğim gibi, İç Tüzük’e uygun  davranmaya sizi de davet ediyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN –  Teşekkür ederim.

Şimdi, aleyhte söz isteyen Engin Altay, Sinop Milletvekili.

Buyurun Sayın Altay.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan sizin yapacağınız  bir şey yok çünkü yapılan işlemle ilgili sakatlık Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in yaptığı bir sakatlık, kural ihlalidir, İç Tüzük ihlaline seyirci kalmaktır. 

Önümüzdeki sıra sayısı almış kanun teklifiyle ilgili  Plan Bütçe Komisyonu, Sayın Cemil Çiçek’e, Meclis Başkanlığına “2/2616 esas numaralı Teklif’i görüştük.” diye göndermiş, Şubatın 16’sında. Sayın Cemil Çiçek, Meclisteki Kanunlar Başkanlığındaki arkadaşlarla konuyu belli ki incelemiş, bir durum tespiti yapmış, 2, 22, 23, 24 ve 25’inci maddelerin yetkisiz olarak buraya işlendiğini belirtmiş, Komisyona bir yazı yazmış.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Biz müracaat ettik de onun için yaptı, mecburiyetten.

ENGİN ALTAY (Devamla) - İşini yapmış Cemil Çiçek, dördüncü yılın son seksen gününde tarafsız bir Meclis Başkanı olarak bir yazı yazmış, iktidar partisi grubuna, daha doğrusu Komisyon Başkanına ilk defa doğru dürüst Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’ne uygun bir yazı yazmış. Kendisine bu yüzden teşekkür ediyoruz. Ancak Komisyon Başkanı Recai Berber de ertesi günü hemen Cemil Çiçek’e bir yazı yazmış. “Benim yaptığım iş doğrudur, sen işine bak.” mealinde bir yazıdır bu.

Eğer sayın milletvekillerimiz 35 ile 26’ncı maddeleri karşılaştırırlarsa, 35’inci maddenin çok açık ve kesin hükümler ve ifadeler içerdiğini ama 26’ncı maddenin orada muğlak bir ifadeyle komisyon üyelerinin… Tam söyleyeyim size ben de onu: “Ancak, komisyon gündemine hâkimdir, üyeleri tarafından gündeme alınması teklif edilen işler hakkında…” diyor ama 35’inci madde kanun teklif edilemeyeceğini kayıt altına almış.

Şimdi, her vesileyle söylediğiniz bir şey var, “Komisyon gündemine hâkimdir.” Elbette komisyon ve Genel Kurul gündemine hâkimdir ama uyması gereken Anayasa ve İç Tüzük çerçevesinde hâkimdir. Bu kanun zaten içerik bakımından tarafımızdan Anayasa Mahkemesine götürülecek. Esası bakımından, içeriği bakımından büyük sakatlıklar taşırken şimdi bu şekilde, Cemil Çiçek’in bu yazısıyla usul yönünden de bu kanun Anayasa Mahkemesinin yolunu tutacak gibi görünüyor.

Sayın Başkan, siz buna göre iş yapmaya devam etmek zorundasınız, onu söyleyeyim. Ama ayıp olan şudur, ayıp da demeyelim ama yanlış olan şudur: Cemil Çiçek’in bunu 688 sıra sayısıyla bastırıp sayın milletvekillerine ve gruplara göndermesi kanunsuzluktur.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – İç Tüzük’e aykırıdır.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, kanunsuz bir iş yapmıştır. Kendisini, bu kürsüden, bu kanunsuzluktan dönmeye çağırıyorum. Son seksen gününde bari kanunlara uyarak siyasi hayatını tamamlamasını temenni ve tavsiye ediyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Günal.

MEHMET GÜNAL (Antalya) –  Şu anda tartışmış olduğumuz konu ve  sıra sayısında yazılan Kanunlar ve Kararlar Başkanlığının yazısı, bizatihi tarafımdan, Grubumuz aracılığıyla Meclis Başkanına, bu kanunun bazı maddelerinin Anayasa’ya aykırı olduğunu ve söz konusu maddelerin de İç Tüzük’e aykırı olduğunu yazmamız üzerine yazılmıştır. Sayın Altay bunu söyledi ama…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Ben sizin yazınızı bilmiyordum.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Yok yok, yani 6552 sayılı Kanun’da da aynı şekilde, yine sıra sayısına basılmış şekilde tam kırk sekiz tane maddeyi Kanunlar ve Kararlar tespit ederek göndermişti. Yine, Sayın Recai Berber, bu sefer daha hızlı bir şekilde, aynı gün içerisinde “Hayır, doğrudur.” demişti. Şimdi, ben merak ediyorum, İç Tüzük’ün 87’nci maddesi diyor ki: “Genel Kurulda kanunda olmayan bir şey eklenmez.” Onun için de yukarıda iz maddesi koymaya çalışıyorlar. Aynı şekilde, 35’inci maddede “Komisyonlar kendiliğinden kanunla uğraşmazlar.” diyor. Ya, nasıl oluyor da 87 burada uygulanıyor da… Orası Recai Berber’in çiftliği mi, AKP’nin çiftliği mi, anlamıyorum ben? Yazıyoruz, bakın bu yazı… Kanunlar Kararlar Başkanlığı ne iş yapar Sayın Başkanım, siz Meclis Başkanını temsil ediyorsunuz. Meclis Başkanı 14’üncü maddeye göre komisyonları denetlemekle görevlidir. “Efendim, ben söyledim, benim yetkim yok.” diyor, geçen gün Danışma Kurulunda söyledik kendisine. Ya, nasıl yetkin yok? O zaman herkes kafasına göre yapacaksa, niye bizim burada getirdiğimiz teklifler okunup da, ekleme tekliflerini sadece sorup ondan sonra atıyorsunuz, niye görüşülmüyor o teklifler Sayın Başkan?

BAŞKAN – Sayın Altay biraz önce bahsetti, Anayasa Mahkemesinde gündeme getirilir efendim bunlar.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Hayır, söylüyorum şimdi, bakın. İyi de şimdi yani böyle bir şey olabilir mi? Bunun görüşülmemesi lazım. Bu İç Tüzük’e göre tekemmül etmemiş bir şeydir.

BAŞKAN – Ama Sayın Başkan Komisyona yazmış. Daha önceki uygulamalar da var, örneklerini de vereyim bakın: (1/594) esas numaralı…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Hayır, ben söyledim zaten, ona gerek yok.

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Günal.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Hangi tarihli Sayın Başkan? AKP dönemi mi hepsi? Hangi yıllarda? Yılları bir söyler misiniz?

BAŞKAN – (1/1257) esas numaralı, (1/514) esas numaralı, (1/566)  esas numaralı…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Ben en sonuncusunu söylüyorum.

BAŞKAN – Evet, daha önceki dönemlerde efendim, doğru.

ALİM IŞIK (Kütahya) - Hangi yıllarda? AKP döneminde mi hepsi?

BAŞKAN – (1/810) esas numaralı, (2/447) ve (1/931) esas numaralı yasalarda da aynı işlem yapılmış efendim.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Kötü emsal, emsal olmaz!

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkanım, ben size zaten söylüyorum, bakın: Arkanızdaki arkadaşlar, 6552 sayılı torba kanunda tam 48 tane maddenin İç Tüzük 35’e aykırı olduğunu yazdılar. 1 değil, 5 değil buradaki… Şimdi, yani, bu tekemmül etmemiş bir kanun, neyini görüşeceğiz?

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Günal.

Buyurun Sayın Halaçoğlu.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkanım, şimdi, 87’nci madde aynen şu şekilde söyler: “Görüşülmekte olan tasarı veya teklifin konusu olmayan sair kanunlarda ek ve değişiklik getiren yeni bir kanun teklifi niteliğindeki değişiklik önergeleri işleme konulmaz.” Sayın Başkan, şimdi bunu kim uygulayacak, söyler misiniz?

BAŞKAN – Sayın Halaçoğlu, usul tartışmasını bunun için açtık zaten. Ben görüşümü bildirdim, onun üzerine usul tartışması açtık.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Evet ama kim uygulayacak bunu? Hani, “Yetkimiz yok.” diyorsunuz.

BAŞKAN – E, burada yetki kimin? Geri çekme yetkisi Komisyonun, Hükûmetin tasarıyı değiştirme ve reddetme yetkisi var dedik.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Bu maddeler görüşülemez en azından.

BAŞKAN –. Reddetme yetkisi de yüce Meclisin dedik.

Biraz önceki açıkladığım nedenlerden dolayı tutumumda herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.

 

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

6.- Konya Milletvekili Kerim Özkul ve Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ile 45 Milletvekilinin; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri (2/2616) (S. Sayısı: 688) (Devam)

BAŞKAN - Şimdi, birinci bölüm üzerinde söz isteyen Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Demir Çelik, Muş Milletvekili.

Buyurun.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkan, bölüme geçemezsiniz, daha Anayasa’ya aykırılık da var burada.

BAŞKAN – Efendim, daha önceden yapılmıştır.

Sayın Çelik, buyurun efendim.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Olur mu daha önce? Bir dakika… Yani, daha burada Anayasa’ya aykırı maddeler var.

BAŞKAN – Efendim tartışıldı, biraz önce usul tartışması açtık. 

Buyurun Sayın Çelik. Sayın Çelik, lütfen…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Bakın, bir dakika Sayın Başkan, bir dakika… Bu söylediğimiz size, sadece İç Tüzük 35’e…

BAŞKAN – Sayın Günal, “bir dakika”sı olmaz ki ama… Böyle bir usulümüz var mı? Lütfen.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Olur mu? İç Tüzük 35’e uymuyor olması ayrı.

BAŞKAN – Efendim, görüşümü bildirdim, usul tartışması açtım ve görüşümün değişmediğini de söylüyorum yani.

MEHMET GÜNAL (Antalya) –Bakın,  İç Tüzük 35’e uymayan maddeyle ilgili tartıştınız, Anayasa’ya aykırı maddeler var.

ENGİN ALTAY (Sinop) – O zaman oya sunun Başkanım, tutumunuzu oya sunun.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Geçti bölüme, maddelerine geçti, genelinde...

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Yani, usul tartışmasını sadece geçiştirmek için mi yaptınız Sayın Başkan?

ENGİN ALTAY (Sinop) – Tutumunuzu oya sunun Başkanım, böylece Genel Kurul iradesine hâkim…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sizin tutumunuz değişti mi, değişmedi mi? Bir şey söylemiyorsunuz…

BAŞKAN – Söyledim efendim, siz konuştuğunuzdan dolayı dinlemediniz.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Geçiştirmek için mi yaptınız Sayın Başkan?

BAŞKAN – “Biraz önceki açıkladığım nedenlerden dolayı tutumumda herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.” dedim. Tutanakları isteyebilirsiniz.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Ama ısrar var, oya sunmanız gerekir Başkanım.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Yoksa oya sunun o zaman. Böyle şey olur mu ya?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Hangi maddeye dayanarak “Yok” diyorsunuz Sayın Başkan?

ENGİN ALTAY (Sinop) – Genel Kurulun oyuna başvurun.

BAŞKAN – Sayın Çelik, buyurun efendim.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Meclis Başkanı yazmış Sayın Başkanım, burada, bakın, aynı şeyin içerisinde Anayasa’ya…

BAŞKAN – E, biz bunu devam ettiremeyiz ki Sayın Günal, konuştuk, usul tartışması açtık, lütfen...

ENGİN ALTAY (Sinop) – Genel Kurulun oyuna sunun Başkanım.

BAŞKAN – Ama bunu yol yapmayalım, usul yapmayalım Sayın Altay, lütfen.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Yapmışsınız zaten, yol olmuş.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelik.

DEMİR ÇELİK (Muş) -  Sükûneti sağlayın.

BAŞKAN - Sayın Çelik, buyurun lütfen siz.

DEMİR ÇELİK (Muş) -  Ayakta grup başkan vekilleri var.

BAŞKAN - Daha öncekini yapmayın Sayın Çelik, lütfen ama…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Aynı zamanda, Anayasa’ya aykırılığı var Sayın Başkanım. Anayasa’ya aykırı bir şey görüşülür mü? Anayasa’ya aykırı bir kanun görüşülür mü?

BAŞKAN – Ama izah ettim Sayın Günal bu konuyu.

Buyurun. 

MEHMET GÜNAL (Antalya) – O konuştuğumuz İç Tüzük 35’le ilgiliydi Sayın Başkan.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Öyle şey mi olur ya Sayın Başkan?

BAŞKAN – Buyurun.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Demir Bey, beyler oturmadan konuşmamanız gerekir.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Bunun çivisi çıkmış, yarın… Evrak sevk memurunu ben artık resmîleştiriyorum yani. Meclis Başkanı artık sadece bir evrak sevk memuru olmuş, hiçbir hükmü yok.

HDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 688 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine söz almış bulunmaktayım.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Havale, havale yardımcısı!

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Aynen öyle, aynen öyle, aynen öyle! Bundan sonra Meclis Başkanı demeyeceğim, size de demeyeceğim. Hepiniz evrak sevk memurusunuz. Evet! 14’üncü madde “Komisyonları denetle.” diyor, “denetle.”, “Komisyon Başkanının dediğini gönder.” demiyor.

DEMİR ÇELİK (Devamla) – Başkanım…

BAŞKAN – Sayın Çelik, yeniden söz veriyorum, buyurun.

DEMİR ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 688 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidar kirletir, mutlak iktidar ise çürütür. Mutlak iktidara niyetlenmiş olanın tek bir gayesi, çabası, amacı vardır, o da mutlakiyetini korumak ve kollamak adına bütün insanlık değerlerini hiçleştirerek kendi mutlak iktidarını var etme, sürdürebilme çabası içerisinde olur. Günün iktidarları gibi tarihteki binlerce yıllık iktidarcı, devletçi zihniyetin anlayışı bu. Bu nedenle, toplum hiçtir, özgürlükler, hak, adalet ve talepleri göz önüne alınmaz.

AKP iktidarının on iki yıllık pratiğinde gelinen nokta, mutlak iktidarını, kendisini kanun hükmünde kararnamelerle, meşruiyet taşımayan yasal faaliyetlerle kollamaktır. Bir kanun teklifinde meşruiyet evrensel hukuka uygun mudur, demokratik toplum hukukuna uygunluk arz ediyor mu, adalet sağlıyor mu, özgürlük ve barış içerisinde bir arada yaşama ilkesine uygunluk arz ediyor mu kriterlerine bağlı olarak dikkate değer bulunur.

Şimdi, bu manada torba yasalarıyla her bir yanı farklı amaç ve kesimleri ilgilendiren bir kısım kanunları, yasaları aynı torba içerisinde getirip Meclisin gündemini işgal etme alışkanlığı, görünen o ki muktedirlerin ve mutlak iktidara bulaşanların yaptığı iştir. Bundan da imtina etmeyen AKP iktidarı, yangından mal kaçırırcasına fırsatçı, pragmatist, umut vadeden, umudu pazarlayan tacir anlayışıyla günümüzü, kaynağımızı, emeğimizi, zamanımızı çalmaya devam ediyor. Yazıktır, günahtır! Çok daha adil, çok daha demokratik, çok daha özgürlükçü bir ülke ve toplumu inşa etmek söz konusu iken varsa yoksa iktidara, sermayeye yaranan bir kısım yasa ve kanun teklifleriyle günümüzü, güncelimizi kaçırıyoruz.

Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bu kanun teklifinde, bu torba yasada göreceğimiz aykırılıkları şöyle sıralamak mümkündür: Öncelikle, Sağlık Bilimleri Üniversitesi adı altında kurulmak istenen üniversite, hiyerarşiye, siyasal vesayete tabi bir kurum ve üniversite olması nedeniyle bilimsel eğitimden, nitelikli eğitimden, ana dilde eğitimden uzak, vesayete tabi, özerk ve özgür olmayan bir üniversiteyle de tahakkümcüdür, hiyerarşiktir. Bu yönleriyle yetinmezmiş gibi, sizin bizim beğenmediğimiz, artık mızrağın çuvala sığmaz olduğu 1982 Anayasası’nın 130’uncu, 131’inci, 132’ni maddelerine de aykırıdır. Böylesi aykırılıklar ihtiva eden bir kanun teklifini bilerek ve isteyerek Meclisin gündemine yasama faaliyetini engellemek adına nasıl getirirsiniz?

İkincisi; sağlığın metalaştırıldığı, ticarileştirildiği, bu manada da kamu, devlet hastanelerinin niteliklerinin ve kapasitelerinin düşürüldüğü yetmezmiş gibi oradaki açmazı, yetmezliği sanki özelleştirerek telafi edecekmişiz algısı yaratılıyor. Kamu arazileri, kamu malları özelleştirmeye tabi tutularak hastanelere peşkeş çekilecektir. Peşkeş çektiğiniz kimdir? Toplumun 78 milyonu olmayacaktır; toplumun 78 milyonunun on binde 1’ine tekabül edecek, yüz binde 1’ine tekabül edecek, sermayeyi elinde tutan, güç olan, erk olan, gücü ve erki palazlandırarak, büyüterek toplum üzerinde yeni kâr alanlarını, mekânlarını yaratmaya çalışandır; bu da yandaştır, iktidara tapandır, iktidardan yana olandır. Toplumun çıkarı var mı? Hayır. Bu yönüyle de Anayasa’nın sosyal devlet olma ilkesine aykırılık arz etmektedir. Sosyal devlet ilkesini çiğniyorsanız, tanımıyorsanız, gelin, bu Anayasa’yı rafa kaldırın, hükümranlığınızı sürdürün.

Bir başka konu kentsel dönüşüm. Bakınız, bölgesel eşitsizlik farkını yaratıyorsunuz. Kırdan kente kontrol edilemez yoğun bir nüfus akımı ve göçü söz konusudur. Göçürttüğünüz insanlardan açığa çıkan talepleri karşılamak adına çevreyi, doğayı, ekosistemi yıkan, tahrip eden bir noktada, kamu yararı gözetmeksizin, betondan çok katlı binalarla “kentsel dönüşüm” adı altında aslında yapılmak istenen ekolojik yıkımdır, toplumsal yıkımdır, toplumun sosyal dokularıyla oynamaktır. Sokakta birbirine dokunan, sokaktaki havayı teneffüs eden insanların temasını kıran, onları bireysel, bencil ve bireyci, kendi dairesine, kendi mekânına hapseden bir anlayışla siz toplumun dokularıyla oynamaya çalışıyorsunuz. Bireyci, bencil kişilikler üzerinden liberal demokrasinin, neoliberal politikalarına bağlı olarak açlığı terbiye etmeyle, yoksullaştırdığınızın iradesini teslim almaya, iradesini çelmeye çalışıyorsunuz.

Bir başka konu elektrikteki kayıp kaçak olayı. Kayıp kaçak evet, vardır, bu ülkenin bir realitesidir. Hırsızlığın, dolandırıcılığın, yüz kızartıcı suçların haddi var, hesabı yok ama en çok da özelleştirme politikalarına tabi tuttuğunuz bu alanlarda boy veriyor, filizleniyor. Elektriği özelleştirdiğinizde ihaleye giren firmaların kârlarını karşılama garantisi ve güvencesini veren bir devlet, vatandaşa bu yükü yükleyerek daha çok ezilmesine, daha çok sömürülmesine, daha çok yoksullaşmasına yol açıyor. Burada adalet var mıdır, burada hukuk var mıdır? Hayır. Daha çok zengin, zenginleşecek; sömürüyü, baskıyı, tahakkümü yoksulun, emekçinin, ezilenin sırtına bindirecek; buradan da biz adalet, hak, hukuk  arayışı içerisinde olacağız. Bu da çelişiyor. Tamamıyla bu boyutta devam eden, hak, hukuk, adaletle ilişkisi olmayan bu torba yasa, elbette ki önceki torba yasalardan da anlaşılacağı üzere, AKP iktidarına yaranmak ve hizmet etmek adına organize edilmiş, örgütlenmiş, toplumun ihtiyaçlarını, toplumun gündemini ve güncelini göz önünde bulundurmaksızın, topluma rağmen, toplum üstü, elit siyasetin mekanizmalarıyla, araçlarıyla gündemleştirilerek kârlılığa, iktidara ve de uluslararası küresel emperyal güçlerin hizmetine sunacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir başka konu, özellikle kamu arazilerinin, orman vasfını yitiren 2/B kapsamındaki arazilerin, yine birçok kamusal alanın, özelleştirme kapsamı adı altında ulusal ve uluslararası finans kurumlarına peşkeş çekilmesi, ranta açık alanlar hâline getirilmesi, derelerimizin üzerine kurulan HES’lerden karşılandığı varsayılan enerji konumu, tamamıyla bir manipülatif ve aldatıcı olmaktan uzak bir konudur. Düşününüz ki şu anda Karadeniz’de, Kürdistan’da, Akdeniz’de yapılması düşünülen 1.500 civarındaki hidroelektrik santralin karşılayabildiği elektrik enerji potansiyeli yüzde 8’dir. Ama bu 1.500 hidroelektrik santralin yanı sıra Keban, Karakaya, Atatürk Barajı ve benzeri barajları da dikkate aldığımızda bu barajların yapıldığı yerlerdeki flora, fauna yani ekosistem ortadan kaldırılıyor, bölge insansızlaştırılıyor. Bölge insansızlaştırılıp metropole, İstanbul’a, İzmir’e göç ettirilen insanlar, bir yanıyla asimilasyonist politikalarla kimliğinden, kültüründen, inancından, toprağından koparıldığı gibi, bu  insanları özelliklerinden de yalıtılarak egemen kültüre, egemen dile, egemen kimliğe benzeştirmenin gayreti ve çabası içerisindedirler. Bu yönüyle bu kanun teklifi demokratik değil, adil değil, hukuki değil diyor, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın  Halaçoğlu.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın  konuşmacı Türkiye’de olmayan bir coğrafi tabir kullandı “Kürdistan” diye, Anayasa’da da yok; bunun çıkarılmasını talep ediyorum.

BAŞKAN – Dikkat etmemişiz, ne kullandı Sayın  Halaçoğlu?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – “Kürdistan” diyor ya!

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – “Kürdistan’da enerji merkezlerinin kurulacağından, Akdeniz’e kadar...” diye bundan söz etti.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Herkes keyfine göre bu ülkeyi tanımlayacak mı Sayın Başkan, ne bu ya?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Açıklama yapacak mısınız Sayın Başkan? Çıkarmasını…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sadece teşekkür mü ediyorsun yani?

BAŞKAN – Sayın  Akçay yani…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Anayasa’da olmayan bir konuyu sizin gündeme getirmeniz…

BAŞKAN – Daha öncede burada, Başkanlık tarafından, herkesin Anayasa’ya, ettiği yemine sadık kalınması istenildi. Başkanlığın konuşulan bir sözü tutanaklardan çıkarma yetkisi gibi bir yetkisi söz konusu değil, bunu biliyorsunuz.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – İkaz edebilirsiniz.

BAŞKAN – Evet, sizin de tutanaklara geçti söyledikleriniz.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Yani, sizin Başkan olarak söyleyeceğiniz bir söz yok mudur Sayın Başkan?

BAŞKAN – Efendim, söylediğiniz sözü söylüyorum.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Hükûmetin söyleyeceği bir söz yok mudur?

Herkes bu ülkeyi istediği gibi tanımlayacak mı?

BAŞKAN – Her sayın milletvekilinin Anayasa’ya, burada yaptığı yemine uygun konuşması ve davranması gerekir.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Yemin mi kalmış, Anayasa mı kalmış, İç Tüzük mü kalmış!

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Anayasa’ya uygun olmayan bir durum yok Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gruplar adına söz vereyim, buyurun. Tüm gruplara söz veriyorum.

Buyurun Sayın  Halaçoğlu.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Grup değil, siz bir şey söyleyeceksiniz Başkan olarak.

BAŞKAN – Efendim, gruplar itiraz edecek, şimdiye kadar grupların itirazı olmadı.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Nasıl olmadı ya!

BAŞKAN – Buyurun.

 

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

7.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun, Muş Milletvekili Demir Çelik’in 688 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde HDP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, şimdi, Anayasa’da olmayan, Türkiye’yle alakası olmayan, tamamen bölücülük ihtiva eden bir coğrafi terim olarak burada coğrafyadan bahsedilmesi Anayasa’ya aykırıdır ve bunun Başkan olarak sizin tarafınızdan da uyarılması gerekir. Ama siz uyarmıyorsunuz, “Farkında olmadım.” diyorsunuz. Ben ikaz ediyorum sizi, ikaz ettikten sonra var mı yok mu tutanaklara bakarsınız, ona göre bir uyarıda bulunursunuz; Anayasa’ya aykırı olduğunu belirterek en azından bunun tutanaklarda yer almaması gerektiğini söylersiniz. Bu uyarıyı yapmanız gerekiyor.

Şimdi, biraz önce söylediğim gibi, yani orada ne için oturuyorsunuz ki? İşinize geldiği zaman istediğiniz biçimde hareket etme imkânı buluyorsunuz, maddeleri hemen geçirebiliyorsunuz, oylamaya sunabiliyorsunuz ama Anayasa’ya aykırı bir konuyu bile dile getiremiyorsunuz. O zaman hiç oturmayın oralarda, Meclisi de kapatalım.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Meclisi nasıl kapatalım ya? Meclisi kapatmak Anayasa’ya aykırı değil mi?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Hangi anlamda söylediğimi herhâlde biliyorsunuz!

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

Sayın Baluken, buyurun.

 

8.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, mevcut tartışmanın bu yasa teklifiyle hiçbir alakası yoktur. Bu konuda daha önce de Meclis Genel Kurulunda çeşitli tartışmalar oldu ve siyasi parti grupları bu konudaki görüşlerini dile getirdiler.

Biz Halkların Demokratik Partisi olarak, Anadolu ve Mezopotamya’da Kürt ve Kürdistan gerçekliği olduğunu, bunun Sultan Sencer zamanından, Yavuz Sultan Selim’den Mustafa Kemal dönemine kadar bu Meclis tutanağına geçecek şekilde tanımlandığını, dolayısıyla “Kürdistan” kelimesini kullanırken aslında 1924 Anayasası’yla birlikte reddedilen bir toplumsal, tarihsel, sosyolojik, coğrafik bir realiteye dikkat çektiğimizi, bu ülkeyi bölme gibi herhangi bir nitelik taşımadığını, tam tersine bu realiteyle barışmanın bu ülkenin toplumsal barışına ve bütünleşmesine katkı sunacağını ifade etmiştik, bugün de aynı şekilde ifade etmiştik, bugün de aynı şekilde ifade ediyoruz. Burada Anayasa’ya aykırı hiçbir durum yoktur. Milletvekilimizin, bu kapsamda, kendi özgür düşüncelerini kürsüden ifade etmesi kadar doğal bir şey yoktur. Şiddete başvurulmadığı sürece bu ülkede ve tüm demokratik ülkelerde en aykırı fikirlerin bile -ki biz bu tanımın aykırı bir düşünce olduğu kanaatinde değiliz- özgürce bu kürsüde ifade edilmesi, bu Mecliste dile getirilmesi olması gereken doğal durumdur diyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Tarihî realiteyle hiç alakası yok.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Hükûmeti görüş belirtmeye davet ediyorum.

 

XIII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’un, milletvekillerinin yasama dokunulmazlığına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Evet, Anayasa’nın 81’inci maddesinin ikinci fıkrasını okuyorum: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.” Bu bağlamda   -buna bağlı kalmak şartıyla-  83’üncü maddenin birinci fıkrası: “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.”

Evet, teşekkür ediyorum.

 

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

6.- Konya Milletvekili Kerim Özkul ve Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ile 45 Milletvekilinin; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri (2/2616) (S. Sayısı: 688) (Devam)

BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mehmet Günal, Antalya Milletvekili.

Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkanı niye selamlamadın?

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Başkanlık Divanı artık Başkan olma fonksiyonlarını yitirdiği için Başkanlık Divanını selamlamıyorum.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Selamlama, hiç gerek yok. Hükûmeti de selamlama.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Onun kabahati yok, Cemil Çiçek’in kabahati. İşini yapmayan Cemil Çiçek.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Şimdi, aynı şekilde o da talimat aldığını itiraf etmişti Sayın Altay. Dolayısıyla, bizim burada söylediğimiz şeyleri dikkate almıyorsa, burada eğer İç Tüzük uygulanmıyorsa, burada Anayasa’yı bakan tanımıyorsa onların tanımasını zaten beklemiyoruz. Yani, bu yazılar niye yazılıyor Sayın Başkanım, bu yazılar niye yazılıyor? Kanunlar Kararlar Dairesi ne iş yapıyor? Onların yazdığı emekler… Burada biz verdiğimiz zaman -diyorum ki- bir tane maddeyi hemen geri gönderiyor, elinde kalemle cızıktırıyor arkadaşlar. Bize mi çalışıyor İç Tüzük sadece?  Böyle bir şey olur mu ya? Her seferinde yapıyorsunuz. Aynısını yazdık. Sayın Berber orada oturuyor. Sayın Berber’in ayrıcalığı mı var? İmzayı atıyor, “Benim dediğim doğrudur.” Ya, seninki nasıl doğru Sayın Berber? Aynısını yaptın, 48 tane madde vardı ya, el insaf ya! 1 değil, 2 değil, 8 değil arkadaş. Ya, böyle bir şey olur mu? Yazıyor burada Sayın Başkan, o yazıyı ben yazdım, burada. Benim yazdığım yazı üzerine Sayın Cemil Çiçek gönderdi oraya. Dedik ki: “Şu şu maddeler Anayasa’ya aykırı, şunlar da İç Tüzük’ün 35’inci madde…” Komisyonda bütün arkadaşlarımız kaç saat usul tartışması yaptı. İki gün kaybolduk, bir toplantıya gittik, ondan sonra diyorum “Acaba beni mahsus mu gönderdi Komisyon üyesi diye.” Bir taraftan düşünmeye başladım. Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri olarak bir yere gittik geldik, 4-5 tane madde araya girmiş. Sayın Lütfi Elvan’ın ne suçu var, onun maddesi niye bu torbaya kaldı o zaman?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Koyalım onu da.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Koyuyor zaten merak etme, yukarıdaki torbaya getirdi de o gün benim itirazım üzerine arkadaşlar Komisyonda koymadı. Ya, böyle bir kanun yapma tekniği olmaz, böyle rezalet olmaz, böyle Meclis Başkanlığı olmaz. Evrak sevk memurudur Başkan bundan sonra, artık ben “Başkanım.” demiyorum. Alıyorsun, götürüyorsun… 14’üncü madde diyor ki: “Meclis Başkanı komisyonları denetler.” Ne demek “denetler”? Yazı yazar, itiraz ederlerse seslenmez! Niye, niye yani? “Denetlemek” ne demek? Denetimin sonucunda, görevinizi yerine getirdiniz, size bir denetleme raporu geldiği zaman savcılığa havale edilmesi gerekiyorsa üstünü mü kapatırsınız her zaman? “Denetim” dediğiniz şey bulduğunuz bulguya uymuyorsa… Bu raporu kim basıyor?

Sayın Başkanım, içerisinde o terim var diye geçen sene bütçenin muhalefet şerhini bastırmayan kimdi? O Başkanlık değil miydi? İç Tüzük’e ve Anayasa’ya aykırı diye onları çıkarttırıp yeniden bastırmadınız mı? Niye Adalet ve Kalkınma Partisine ve Komisyon Başkanına bu İç Tüzük uygulanmıyor, niye?

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sonradan bastırdılar.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Recai Berber’in ne özelliği var da “Ben yaptım oldu.” diye buraya yazıp bize gönderiyor? Kanunlar Kararların uzmanları bilmiyor, Meclis Başkanı bilmiyor, Recai Berber çok iyi biliyor. Yani böyle yalapşap kanun çıkarmayla olmaz. Bir günde gönderip hepsinden, bütün Meclis komisyon başkanlarından biz bunu görüşmeyeceğiz diye kanun çıkarılır mı? Bir on gün bekleyin, aceleniz ne? Aceleden ne yaptığınızı şaşırıyorsunuz, şaşırıyorsunuz. İşte size iki tane imza. İki tane imzaya bakın bakalım, şu koyu olanla bu hiç birbirine benziyor mu değerli arkadaşlar?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Birisi sahte.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Aynı kişi mi onlar?

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Aynı kişinin imzası.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Birini ayakta atmıştır, birini oturarak.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Evet, birini yatarak atmış çünkü kuyruğu birinin aşağıya, öbürünün yukarıya. Sekreteri benzetememiş.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Takla atarken atmıştır.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Ayıptır, ayıp! Meclise hakarettir. Bunları kabul eden Meclis Başkanlığına da hakarettir. Bu teklifleri böyle nasıl kabul ediyorsunuz kardeşim? Biz orada uyarıyoruz, beş defa konuşuyoruz.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ya adli tıbba…

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Evet, adli tıbba götürmeye gerek yok, kaba gözle bakarsan görürsün. Bak, bunun kuyruğu yukarı, bunun kuyruğu da aşağıya. İkisi aynı imza mı? Bir bak bakalım! Şu imzayla buna bir bak!

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Buradan aynı gözüküyor!

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Sana yakından da aynı görünür!

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – İmzayı inkâr var mı?

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Evet, burada da inkâr edilmemişti. Meclis Başkan Vekilinin olmadığı anda imza atıp buraya getirmiştiniz. “Benim imzam.” demişti. Kendisi yurt dışındaydı. Ayıp olmasın diye sustuk, Meclisin tüzel kişiliğine ayıp olmasın diye. Artık susacak şey kalmadı. Aynen böyle oldu.

Burada imzasız sevk yapıldı Sayın Başkanım. Tutanaklarda, siz çektirdiniz burada. İmzasız, Başkanın imzası olmadan kanun teklifinin birisi sevk edilmişti. Onu sizin başkanlığınızda siz çektirdiniz. Diğerinde de topladınız bir saat görüşme yaptınız, telefon ettiniz, Sayın Bahçekapılı “İmza benim.” deyince. Ama gören arkadaşlar zaten kimin olduğunu gördüler. Ya, şimdi sözlü ikrar güzel de birinde nokta var, birinde yok, ötekinde yukarı doğru gitmiş, birinde aşağıya doğru gitmiş; insan benzetemeyebilir ama çektiği çizgi yukarı aşağı kayar mı? Böyle bir şey olabilir mi?

Sayın Başkanım, size defalarca gösterdik, siz çok iyi biliyorsunuz. Size, bir önceki geldiğinde de bu kanun görüşülürken komisyon başkanlarından aynı tarihli aldığınız imzalarla bir önceki alınan imzaları da yan yana getirip onu da gösterdik. Kaşe olan imzalarla hakikat olan imzaları da gösterdik. O gün tamamlatıyor Sayın Başkan, sonra da getirip aslını attırıyor, bize fotokopisini kaşeden veriyorlar. Üstüne koyunca da fotokopide altındaki kabak gibi belli oluyor; adli tıbba gerek yok, yalın açık gözle şöyle baktığınız zaman... Böyle kanun yapma olmaz. Böyle iktidar dayatması olmaz. Böyle hukuksuzluk olmaz.

Neymiş efendim: “Ülke anonim şirket gibi yönetilecek.” Tayyip Erdoğan’ın babasının şirketi mi burası? Nasıl bir şey bu yani? Aile şirketi, ben karar verdim… Hani baba var ya en başta, 5 kişilik anonim şirket, çocuklar susuyor, baba ne diyorsa bütün kararlar böyle geçiyor. E, sürekli de zarardayız. Sürekli de zarardayız. Gidiyor, nereye gidecek, zararını kim ödeyecek şirketin? Babasının şirketi olsa, zarar, kendisi batar.

Arkadaşlar, böyle bir meclis olmaz. İtibarımız ayaklar altına alınıyor. Böyle kanun çıkmaz.

Şimdi, söyleyeyim size. “Niye böyle hiddetleniyorsun?” diyor. Sayın Bakan, gelen kanun teklifindekini okuyayım önce istiyorsanız. İsterseniz şöyle bir okuyayım hani niye hiddetlendiğimi, niye bu kadar kızdığımı… Kanun teklifinde yazan madde, gerçekten çıkanla girenin bir alakası var mı bir bakın isterseniz. Geldiğindeki teklifte ne yazıyor, sonra bizim değiştirdiğimizde ne yazıyor, kanunla bir alakası var mı, size onu okuyayım.

Değerli arkadaşlar, burada –gereksiz bir şekilde- afetle ilgili, arkadaşlarımız bir kanun maddesi getirdiler. Biz de trampa olduğu için müteahhitlere kıyak geçiliyor diye karşı çıktık, vergi kıyağı. Onun tartışmasını yaparken Millî Emlak Genel Müdürlüğünden arkadaşlarımızdan bilgi alma talebinde bulunduk. Çıkan sonuç komedi, trajikomedi, rezalet. Şimdi neredeyse çivi çakmayı imkânsız hâle getiren bir madde getirmiş arkadaşlarımız, araya dercetmişler. Afet Kanunu’yla ilgili şeyi koymuşuz… Dedi ki arkadaşımız: “Siz neyi tartışıyorsunuz?” Bu Çevre Bakanlığının KHK’sı olan 688’le ve 178 miydi Maliye Bakanlığının -arkada arkadaşlarımız var- Kanun Hükmünde Kararnamesi’yle ilgili, kuruluşuyla ilgili. Sonra madde tamamen değişti, başka bir hâl aldı. Yani Meclis Başkanlığı bunu, bu söylediğim şeylerin içinde yazmamış ama bu da İç Tüzük 35’e aslında aykırı. Çerçeve maddesinin yukarıda aynı oluyor olması Sayın Başkanım, bununla bu durumu kurtaramıyor. Yani 13’üncü madde diyor ki: “3065 sayılı Kanun’a aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.” Daha önce ne 644 sayılı Çevre Bakanlığı var ne 178 sayılı Maliye Bakanlığının KHK’sı var? Şimdi, böyle bir madde var. Sizce bu İç Tüzük’e aykırı mı değil mi? Tam tersine, “Sultanbeyli’nin sorununu çözüyoruz.” diye çivi çakılmasını dahi engelleyen bütün toprakları, oradaki şeyleri Afet Kanunu’na tabi kılan bir düzenleme gelmiş. Ya, daha neyin geldiğinden, ne için geldiğinden haberi yok arkadaşlarımızın çoğunun. Bizim itirazımız da -aceleyle geldi- burada bir rant işi var her zaman olduğu gibi, Adalet ve Kalkınma Partisi “Arsa, arazi, kamulaştırma.” dedi mi biz alarma geçiyoruz. Birilerine kıyak var, inşaatla müteahhitlere kıyak var dedik. Bu doğru, elhak ama kendi istediklerini dahi kanun metnine yazamayan bir irade, sonra getirip bize dayatıp bunları kabul… Hadi o gün itiraz etmeseydik, bu kanun böyle çıksaydı, kimse de fark etmeseydi çivi çakamayacaktınız, çivi, çivi… Böyle bir şey olur mu? Sonra da diyorsunuz ki: “Kanun yapıyoruz.” Kusura bakmayın, burası artık Meclis olmaktan çıktı, resmen Dingo’nun ahırı gibi oldu. Herkes kafasına göre getiriyor, veriyor; önerge veriyor, değiştiriyor, ekliyor; getiremediğini, unuttuğunu son anda getiriyor. Mecliste kanunda olmayan, 35’inci maddeye göre teklifte olmayan, tasarıda olmayan şeyi ekliyorsunuz, olmadı getirip burada ekliyorsunuz. Aynısını yaptınız, 6552’de var; korsan madde burada Soma’nın içine eklendi, bilmem ne diye, şahsa özel düzenleme yaptınız.

Artık bunlardan vazgeçin diyeceğiz ama siz vazgeçmiyorsunuz. Bunun hesabını millet 7 Haziranda sandıkta verecektir diyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ederim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Vahap Seçer, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Seçer. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

688 sıra sayılı torba teklifin birinci bölümü hakkında söz aldım.

Tabii, teklifin içeriğine girmeden ben de bu kanun yapma tekniğiyle başlamak istiyorum. Sayın Günal da haklı olarak, son derece sinirli bir üslupla bu itirazlarını dile getirdi.

Şimdi, Sayın Komisyon Başkanımız burada oturuyor. Bugün Plan Bütçe Komisyonunda, yukarıda da başka bir torba üzerinde görüşmelerimiz vardı. Burada Genel Kurulda bu görüşmeler başladığında, akşam saatleri, saat ondan sonra Sayın Berber’i zor ikna ettik. Yani bir tarafta bu teklifte çalışan komisyon üyeleri yine böyle bir garabet, torba garabetini, başka bir düzenlemeyi yukarıda görüşürken, sadece burada Cumhuriyet Halk Partisi Plan Bütçe Komisyonunun Sözcüsü Sayın Türeli var, diğer milletvekilleri yok. Burada daha önce komisyondan geçen bir teklifi tartışıyoruz. Şimdi, böyle bir yasa yapma anlayışı olmaz. Yani ben yaptım, oldu, bitti, gitti.

Sayın Bülent Arınç diyor ki… Bir yaz torbası vardı, çok uzun sürdü, hatırlayın. Ondan sonra bir Bakanlar Kurulu toplantısından sonra diyor ki: “Her kanunun bir maddesini değiştiren ve sonunda da maalesef haklılık payı da olan ‘torba’ gibi bir lafı yasama literatürüne sokma gayreti içerisinde değiliz. Bunu literatürden çıkaracağız inşallah. Yasama sıfır hata kabul eden bir şeydir.” Çok güzel, bizim söylediğimizi söylüyor Sayın Arınç. “Yasama sıfır hata kabul eden bir şeydir. Uzun çalışmaların sonucunda, en iyi şekilde uygulanmak üzere çıkarılmalıdır.” Yani sizin yaptığınız uygulamaların tam aksini söylüyor Sayın Arınç. “Bu iş ciddi bir iştir. Bu konu uzun süre tartışılmalı, ondan sonra yasalaşmalı.” diyor, biz bunun aksini yapıyoruz.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Paraleldir, paralel!

VAHAP SEÇER (Devamla) – Ve “Sayın Başbakanımızın talimatı da budur.” diyor. Sayın Başbakan da aynı talimatı veriyor. Sayın Meclis Başkanı da “Biz yasama faaliyetlerinde başarısız olduk.” diyor, bu torba yasa meselesinden sonra.

Şimdi, torba tasarıyı çıkardık gündemimizden değil mi Parlamento olarak? Daha doğrusu, Hükûmet olarak sizler tasarıyı çıkardınız, arkadan dolandınız, teklifle geliyorsunuz. Yukarıda ayrı bir teklif, aşağıda ayrı bir teklif; farklı farklı konular.

Az önce buradan bazı evraklar gösterildi, farklı imzalar, komisyonlardan geliyor Sayın Berber. “Efendim, zaman sıkıntısı nedeniyle falanca komisyon bu konuyu görüşemedi.” Tali komisyonlardan böyle raporlar geliyor. Allah aşkına, şimdi, biz Komisyon üyeleri olarak çerçi dükkânına döndük. Biliyorsunuz, çerçi dükkânlarında her şey vardır. Biz de böyle bir komisyon hâline geldik Sayın Başkan, sizlerin sayesinde. Sağlıktan anlamak zorundayız, tarımdan anlamak zorundayız, hukuktan anlamak zorundayız; böyle bir anlayış olabilir mi? Yani bizim yaptığımız yasanın, Allah aşkına, bir hayrı olur mu? Ondan sonra döner döner gelir üç ay sonra, beş ay sonra, altı ay sonra, “Bunu yanlış yapmış Parlamento.” Hadi, gerisin geri, tekrar tartışma.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, birinci bölüm 1 ve 16’ncı maddeleri içeriyor. Burada 4’üncü maddeden başlayayım. Bazı önemli maddeleri, tartışmaya açılan maddeleri sizlerle paylaşacağım, itirazlarımızı dile getireceğim.

Şimdi, burada Yeşilay Cemiyeti var, Yeşilay derneği ve bu daha sonra da 2/12/2014 tarihinde de bir vakıf olarak da kurulmuş. Yani bir dernek var, bir vakıf var ve bunun da henüz yönetim kurulu belli değil. Bunları niçin anlatıyorum? Biz Yeşilay derneğine 2013 yılında 28/3/2013 tarihli bir kanunla, zaten 5018 sayılı Kanun’a da tabi olmaksızın Sağlık Bakanlığı bütçesinden bir para aktarma altyapısını yapmışız ve 2013’te de bu derneğe 12,8 milyon TL para harcanmış. Şimdi, yeniden, her yıl düzenli olarak Sağlık Bakanlığı bütçesinden tekrar, bu sefer vakfın hesabına para aktarılmasını düzenleyen bir kanun yapıyoruz, düzenleme yapıyoruz. Şimdi, burada yine, 5018 yani Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na tabi değil yani denetlenemiyor.

Peki, niçin yani bu ayrıcalığı niçin tanıyoruz buna? Yeşilayın özelliği nedir? Ha, Sayın Cumhurbaşkanının ailesi vakfın yönetiminde, bundan dolayı bir ayrıcalık tanıyoruz. Bu içinize siniyorsa… Yani Türkiye’de kamu yararına çalışan sadece Yeşilay yok, onlarca dernek var, en az bunun kadar faydalı işler yapan dernekler var, onlara bu imtiyaz, bu ayrıcalık tanınmıyor.

Şimdi gelelim, 5, 6, 7 ve 8’inci maddeleri kapsayan bir düzenleme var. Burada Sağlık Bakanlığı bir üniversite kuruyor, bir tematik üniversite, sağlıkla ilgili Sağlık Bilimleri Üniversitesi. Bu konu, daha önce 6569 sayılı Kanun içerisinde burada tartışılmış ve iktidar-muhalefet mutabık kalmış, bu tasarı içerisinden bu madde çıkarılmış ama Plan Bütçe Komisyonu sağlıktan ne anlarsa, yine bir torba düzenlemede alelacele getirilmiş ve bu kanun, bu madde, burada bu teklif içerisinde tartışılıyor.

Şimdi, burada itiraza konu iki önemli mesele var. Bir tanesi Anayasa’ya aykırılık. Görüş istenmiş Kanunlar ve Kararlardan ve şöyle bir cevap gelmiş, diyor ki: “Öngörülen Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesinin diğer devlet üniversitelerinden farklı bir teşkilatlanmaya ve rektör seçim süreçlerine sahip olmasının, Anayasa’nın 130 ve 132’nci maddeleri ışığında değerlendirilmesi uygun olacaktır.”

RECAİ BERBER (Manisa) – Değerlendirmedik mi?

VAHAP SEÇER (Devamla) – Efendim, değerlendirdik ama uymuyor. Şimdi, hiçbir devlet üniversitesinde mütevelli var mı?

RECAİ BERBER (Manisa) – Değiştirmedik mi?

VAHAP SEÇER (Devamla) – Efendim, bazı konularını değiştirdiniz. Şimdi mütevelli heyeti var mı devlet üniversitelerinde? Benim bildiğim, vakıf üniversitelerinde var. Burada mütevelli heyeti var. Demek ki yükseköğrenimi düzenleyen bu Anayasa’nın amir hükümlerine bir aykırılık söz konusu.

Diğer bir konu var. Şimdi, hep “üniversiteler” deyince, değil mi, bilim yuvaları, eğitim yuvaları, öğretim yuvaları; özerk, bağımsız, siyasi iradenin vesayetinden ayrı bir kurum olarak algılarız, değil mi, telakki ederiz, değerlendiririz.

Şimdi, bakın, mütevelli heyetinde kimler var? Sağlık Bakanlığı Müsteşarı var. Bir siyasi makam mı? Bürokrat ama Bakanın yönetimi altında, değil mi; Bakanı temsil ediyor bir anlamda, siyasi bir iradeyi temsil ediyor. Sağlık Bakanının seçeceği iki üye var, rektör var, Yükseköğretim Kurulunun seçtiği bir üye var ve devlet üniversitesi bir mütevelli heyeti tarafından yönetiliyor.

Diğer maddelere geçiyorum, zamanım da daralıyor. 11, 12, 14, 15 ve 16’ncı maddeler; yine Yeşilaya, Kızılaya burada da imtiyazlar söz konusu. 11’inci maddede, 12’nci maddede Kızılaya hem vergi istisnası, bazı vergi kesintilerinden muaf olma hükmü getiriliyor, ayrıca bazı hizmetlerde, hizmet ifalarında, mal alımlarında ve hizmetlerin Derneğe teslimi ifasında KDV istisnası getiriyor. Yine, burada aslında dikkat etmemiz gereken konu, Kızılay tabii ki hepimizin de son derece saygı duyduğu, hem yurt içinde hem yurt dışında insani birtakım hizmetler yapan bir kurum ama burada Kızılay gibi gerçekten müstesna bir kurum, bir yardım kurumu gösterilerek bunun yanında Yeşilaya da birçok istisna getiriliyor. En can alıcı maddede de 14’üncü madde, burada Kızılaya, Yeşilay Cemiyeti ve Vakfına mülkiyeti hazineye, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazların kırk dokuz yıl süreyle bedelsiz irtifak hakkı tanınıyor. Bu, gerçekten, az önce de söylediğim gibi, kamu yararına çalışan diğer derneklere, vakıflara son derece haksızlık yapılıyor, bunu buradan belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu torba teklifte mutlaka toplumun yararına gördüğümüz bazı düzenlemeler var ama zamanım yettiğince de açıklamaya çalıştığım konularda da burada muhalefet ediyoruz.

Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına söz isteyen, Yusuf Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili.

Buyurun Sayın Halaçoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, şimdi, öncelikle kayıtlara girsin diye söylemek istiyorum. Demin Kürdistan’dan söz edildi. Evet, Sultan Sencer döneminde ilk defa Kürdistan tabiri geçmiştir. Sultan Sencer 1117 ile 1157 yılları arasında yaşamış bir Selçuklu hükümdarıdır ve Kürdistan olarak belirtilen yer, Hamedan dediğimiz, bugünkü İran’ın batı kesimleridir ve Irak bölgesiyle birlikte, Bahar Kalesi denilen kale merkez olmak üzere, sadece o bölgededir, Anadolu’yla da hiç alakası yoktur. Nitekim Takvim-i Vekayi’ye göre -ki Kazvînî de bundan uzun şekilde bahseder- Anadolu’da sadece Kürdistan eyaleti 1847 yılında, Tanzimat Fermanı’ndan sonra kurulmuştur Batılıların baskısı üzerine ve 1864’te de kaldırılmıştır. Zaten 1847’de kurulmuş olması, önce olmadığının da en önemli delilidir. Dolayısıyla, Kürdistan diye herhangi bir yer söz konusu değil Anadolu’da.

RECAİ BERBER (Manisa) – Birinci Meclis Hocam…

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) – Hayır, Birinci Meclis de dâhil olmak üzere. Kürdistan diye bir tabir söz konusu değil, sonradan raptedilmiştir. Kürdistan tamamen Irak bölgesinde ve İran bölgesindedir.

RECAİ BERBER (Manisa) – Milletvekilleri ne diyor?

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) – Kardeşim, onların hepsi o tarihteki siyasi sebeplerle söylenmiştir ve şundan dolayı: Bakın, Musul bölgesi daha hâlâ Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir 1926’ya kadar. Onun için Birinci Mecliste vardır Kürdistan çünkü o da Türkiye’yle alakalı değil, Irak’la alakalıdır. Yani, yine Türkiye’yle alakalı değil.

Diğer taraftan, şunu ifade edeyim: Bakın, Türkiye gerçekten bir hukuk devleti mi, yoksa guguk devleti hâline mi getirdiniz? Arkadaşlar, Anayasa’nın 2’nci maddesi Türkiye Cumhuriyeti’ni bir hukuk devleti olarak nitelendirir, 10’uncu maddesi de bütün eşitlikleri sağlar. Şimdi, siz “Vakıf kurduk.” diyorsunuz ama vakfın mütevelli heyeti kim, belli değil. Vergilerden muaf olabilir, tamam; Yeşilaydır, olsun. Destek de verilsin, ona da itiraz yok ama denetim olmadan nasıl yapabilirsiniz? Denetimsiz bir kuruluş olabilir mi, vakıf olabilir mi?

Diğer taraftan, mademki o vakfa, bir vakfa maddi destekte bulunuyorsunuz, yine kamu yararına diğer vakıflara aynı yardımı yapmadığınız takdirde Anayasa’ya aykırı olmaz mı bu? Olur. Niye aynısını yapmıyorsunuz o zaman, niye başka vakıflara da yapmıyorsunuz, bu desteği vermiyorsunuz? Bunları göz önüne aldığınız takdirde, işte o zaman hukuk devleti olmuyorsunuz, o zaman adil olmuyorsunuz, adaletle ilginiz olmuyor. Hâlbuki devlet, hukuk devleti olarak ayakta kalır, adil devlet düzeninde ayakta kalır. Birine yardım edeceksiniz, birine etmeyeceksiniz; ne kadar güzel, ne âlâ. Siz şimdi tüzük dinlemeyeceksiniz, bilmem, kanun dinlemeyeceksiniz ve diyeceksiniz ki: “İleri demokrasi.” Evet, ileri demokrasi. Demek ki, kanun, nizam dinlemiyorsanız, diktatörlüktür, başka hiçbir şey olmaz. Kanun ve nizam devleti olmaktan çıktığınız takdirde hiçbir anlamı olmaz.

Şimdi, deminden beri söz ediyoruz, siz diyorsunuz ki: “Efendim, bu bizi aşar.” Sizi aşarsa beyefendi, orada oturmayın o zaman. Çünkü 35’inci madde ve 87’nci madde açık ve net olarak komisyona normal gelen maddelerin dışında herhangi bir madde ihdasını yasaklar ama siz “Koyduk, oldu.” diyorsunuz. Yani siz uymazsanız yasama organı olarak, o zaman buranın hangi fonksiyonu kalıyor, hangi fonksiyona göre hareket ediyorsunuz, neye göre idare edeceksiniz? Dolayısıyla, bir defa siz uymazsanız yasama organı olarak, halktan, toplumdan yasalara uymayı bekleyemezsiniz. Burada büyük hata işliyorsunuz. Dolayısıyla bu gibi konuların ciddi olarak ele alınması lazım.

Şimdi, burada diyorsunuz ki, işte, Kızılayı geçici kurumlar vergisinden muaf tutuyorsunuz. Arkadaşlar, Kızılayda hangi denetimi hangi şekilde sağlıyorsunuz ki? Biliyorsunuz, büyük bir yolsuzluk olmuştu Kızılayda. Yani, bu tür kurumlarda tabii ki devlet bazı meselelerde destek olur. Bunların, Kızılayın temeli Hilal-i Ahmer’dir ve Osmanlı döneminde büyük hizmetler de vermiştir. Kızılay günümüzde de önemli hizmetler veriyor ama siz bir denetim getirmediğiniz biçimde bunları birtakım vergilerden muafiyetle, birtakım destekle nereye kadar götüreceksiniz, suistimal olmayacağını nereden bilelim? Ki, nitekim, her zaman oluyor.

Dediğim gibi, bir vakıf kuruyorsanız, muhakkak, vakfın mütevelli heyeti kimlerden oluşuyor; yani üç dönemini doldurmuş, bir daha milletvekili olamayan kişileri mi getireceksiniz başına mütevelli heyeti olarak, ne yapacaksınız, açık söyleyin. Yani hem vakıf kuracaksınız hem mütevelli heyeti bağlı olmayacak. Aynı şey üniversiteler için geçerli. Üniversitelerde de siz yine Anayasa’ya aykırı olarak vakıfların plan ve proje yapmasıyla bağlantı kuruyorsunuz, hâlbuki bu da Anayasa’ya aykırı. Yükseköğretim kurumları dışında hiç kimse bunu yapamaz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Işık, buyurun.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, son iki ayda Sayın Cumhurbaşkanının Merkez Bankası Başkanıyla yaptığı tartışmalar sonucunda ortaya çıkan dolar artışı nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin millî gelirinde ve kişi başına düşen millî gelirde dolar bazında ne kadar değişim oldu, dünya sıralamasında ekonomik büyüklük olarak Türkiye’nin yeri değişti mi? Şu anda kişi başına gelir açısından Türkiye kaçıncı sıraya düştü, açıklarsanız sevinirim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

Sayın Kuşoğlu…

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, biraz önce değerli arkadaşımızın sorduğu soruya devam edeyim. Siz de bu “Merkez Bankası faiz oranlarını indirsin.” ısrarında bulundunuz ama son yapılan toplantılar sonucu bunun düşürülmemesi gerektiği üzerinde bir “tatlıya bağladık” sonucu çıktı. Bu durumda sizin de ekonomiden sorumlu Bakan olarak sıkıntıya girmeniz söz konusu. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bir de bugün bazı veriler açıklandı; geçen yılın aynı dönemine göre, İŞKUR’a ilk iki ayda, ocak ve şubat ayında müracaat eden işsizlerin sayısında yüzde 28’e yakın bir artış var. Bu, işsizliğin çok arttığını, ekonominin kötüye gittiğini gösteriyor bir taraftan da, bununla ilgili nasıl bir yorum yapacaksınız? Yani üçte 1 oranında artma söz konusu geçen yılın aynı dönemine göre, ocak ve şubat aylarında İŞKUR’a başvurular.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Öner…

ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu bir şeffaflık paketi hazırlamış ve açıklamıştı. Sonra Sayın Cumhurbaşkanı “Nereden çıktı bu şeffaflık paketi? Böyle yaparsanız il ve ilçe başkanlığı yapacak kimse bulamayız.” demişti. Daha sonra da Sayın Bakan “Bu konu kamuoyunda yeterince görüşülmedi, o bakımdan yeniden değerlendirilmesi lazım.” diye bir görüş belirtmişti Sayın Başbakanına karşı. Şeffaflık paketinden vaz mı geçildi?

Bir de hangi kanun yeterince kamuoyunda tartışılarak gündeme getirildi? Bunları bilmek ihtiyacı var.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Kaplan…

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakana sormak istiyorum, bu kanun teklifinde de görüşülüyor, 3’üncü maddede, kamu özel ortaklığıyla ilgili: Sağlık Bakanlığının 2013 Ocağında yaptığı çalışmada, özellikle ilk üç yıl içerisinde, 2017’nin sonuna doğru, Türkiye’deki özel hastanelerin yapamadığı, dışarıdan finans kaynağı bularak yaklaşık 44 bin yatak kapasiteli, kamu özel ortaklığıyla şehir hastanelerinin kurulacağı noktasında bir görüşü vardı ancak geçen sürenin neredeyse yarısı bitti. Bazılarının temeli de atıldı. Ankara’da da 2 tanesinin temeli atıldı, Kayseri’de, Elâzığ’da. Ne aşamada? Finans konusunda bir sıkıntı mı var? Bizim Kocaeli’nde de hastanenin adı var, kendisi yok, arada imzalanan protokol olmuş olmasına rağmen. Finans sıkıntısı mı çekiyorsunuz? Bu konuda bir bilginiz var mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Alim Işık Hocamızın sorduğu sorudan başlayarak vaktim elverdiğince cevaplamaya çalışayım çünkü son günlerde en önemli veyahut da en gündemde olan veyahut da en fazla bir şekilde kamuoyunda farklı, yanlış algılamalara sebep olan bir bilgi bombardımanı görüyoruz. Her ne kadar, hakkımda verilen gensoru da aynı mahiyette olsa da çarşamba günü geniş kapsamlı bir şekilde konuları cevaplamaya çalışacağım.

Sizin de söylediğiniz gibi, Sayın Cumhurbaşkanımızın son bir buçuk, iki aydan beri… “Cumhurbaşkanı şurada konuştu, dolar arttı; Cumhurbaşkanı şurada konuştu, dolar zıpladı; Cumhurbaşkanı sustu, dolar düştü; Ekonomi Bakanı konuştu, dolar zıpladı.” diye bir grafiği bana getirdiler, hatta üzerine de yazmışlar saat saat, gün gün. Onun üzerine biz de aynı tarih, aynı günü, aynı saatlerle ilgili euro ne yapmış diye bir çalışma yaptık. Şimdi yanımda yok ama çarşamba gün göstereceğim size onu. Aynı gün, aynı tarihlerde euroyla yaklaşık olarak yüzde 95 oranında bir uyumla Türk lirası hareket etmiş. Orada biz kendi kendimize şunu sorduk ve burada da sizlerin huzurunda bunu paylaşmak istiyorum: “Tamam, Türk lirası belki Cumhurbaşkanımızın konuşmasıyla değer kaybetti veya o hızlı grafikleri çizdi de euroya kim ne yaptı?” diye biz tabii bunu sormak zorundayız. Euroyu da mı Cumhurbaşkanımız artık değer kaybettir hâle geldi?

Değerli arkadaşlar, 2014 Haziran ayından itibaren aldığımız değerlendirmeye göre, euro dolar karşısında yüzde 29 değer kaybetti, 2014 Haziranından bugün öğleye kadar. Aynı tarihte, 2014 Haziranından bugüne kadar Türk lirası yüzde 22,5 değer kaybetti. Aynı şekilde “dolar endeksli” dediğimiz euro, Japon yeni, İngiliz sterlini, İsviçre frangı, Avusturalya doları olmak üzere 6 ana para birimi dolar endeksli, 2014 yılı Haziran ayından itibaren bugüne kadar dolar karşısında yüzde 23 değer kaybetti, Türk lirası da yüzde 22,5, yüzde 23 aralığında değer kaybetti. Bakın, bu bir dalgalanmadır.

Dünyada dolar karşısında diğer paralar değer kaybetmektedir. Burada Brezilya realinin yüzde 40’ın üzerinde değer kaybettiğini… Onları klasmana almıyorum. Rubleyi değere almıyorum veya Arjantin pesosunu değerlendirmeye almıyorum. Buna benzer paraları değil, muhatap aldığımız paraları ben burada değer alıyorum.

Şimdi burada, diğer konu da Sayın Kuşoğlu’nun “Merkez Bankası faiz oranları indirilmesin diyor musunuz?” diye… Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, sizlerin de, bu Meclisteki bütün milletvekillerinin de, bu ülkede “Faizler yükseltilsin, faizler artırılsın.” diye hiç kimsenin böyle bir şey söyleyeceğini  ben tahmin etmiyorum.

Değerli arkadaşlar, Amerika’da başlayan bu FED’in uygulamalarıyla yani 2013 sonlarındaki Amerikan Merkez Bankasının parasal genişlemeyi durdurarak, faiz artışı yapabileceği beklentilerini yarattığı andan itibaren, Brezilya, Arjantin, Şili, Türkiye, Güney Afrika, Hindistan gibi ülkelerde Amerikan dolarının yani dünyadaki rezerv paranın bolluğunun ortadan kalkması ve bundan sonra kolay ulaşılamaz hâle gelmesi yani Amerika’nın 750 milyar dolardan likiditesini 4 trilyon doların üzerine çıkaran o ortamdan daha geriye doğru adım atmasıyla dünyada bir faiz beklentisi oluşmuştur. Dünyada oluşan bu faiz beklentisinin çıktığı anda biz şunu söyledik, dedik ki: “Türkiye'nin, doğru, bundan etkilenmesi beklenen bir şeydir ama  dış ticaretin yüzde 40’ını Avrupa Birliğiyle yapan, doğrudan yabancı sermaye girişinin yüzde 72’sini Avrupa Birliğinden yapan Türkiye'nin, ABD’nin tam tersine, “Parasal genişlemeye gideceğim.” ve  2014 yılının Şubat ayının sonunda Avrupa Birliği Merkez Bankası Başkanının “Euronun değerlenmesine müsaade etmeyeceğiz.” sözündeki o gizli şifreyi açacak olursak, Türkiye'nin yüksek faize katlanmasının gereksiz olduğunu, böyle bir risk taşımayacağını, ABD’den negatif etkilenmesini, Avrupa Birliğinden etkilenmesini nötr edeceğini, hatta artıya geçireceğini hep söylemeye devam ettik.

Burada şu an itibarıyla Türkiye’de hâlâ faizlerin yüksek olduğunu, faizlerin düşmesi gerektiğini, eğer enflasyon ile faiz kıyaslamasının yapılması gerekiyorsa beklenti enflasyon ile faizin kıyaslamasının yapılacağını ve dolayısıyla Türkiye’nin beklenti enflasyonunun 2015 yılıyla ilgili yüzde 5,5’lar seviyesinde olması hasebiyle şu anda faizin hâlâ yüksek olduğunu söylüyorum.

İŞKUR’a müracaat eden işsizlerin yüzde 28 arttığı… Bunu bilmiyorum ama -yani bugün itibarıyla kontrol edemedim- şu değeri ben size söyleyeyim: Doğrudur… Türkiye, 2009 yılı başından itibaren bugüne kadar yaklaşık olarak 20 milyon civarında olan sigortalı çalışan sayısını 26 milyonun üzerine çıkardı yani 6 milyon civarında yeni vatandaşını iş sahibi yaptı. Diğer taraftan, 2014 yılında Türkiye 1,4 milyon vatandaşını yeni iş sahibi yaptı ama buna rağmen işsizlik oranı yüzde 9’lardan, 9,4’lerden 10,4’lere, 10,5’lere doğru çıktı. Sebep, niye? Aynı sürede Türkiye 2006-2007’lerden itibaren iş gücü oranında, iş gücü oranının içindeki kadın oranını yüzde 18’lerden yüzde 30’lara yaklaştırdı. Yani artık kadınlarımız daha çok iş gücüne dâhil olmak istiyor ve Türkiye, son üç dört yıl içinde iş gücü katılım oranını yüzde 44’lerden yüzde 51-52’lere çıkardı. Yani, bu, tabii, Türkiye için yeterli mi? Yeterli değil tabii ki.

Önümüzdeki süreçte hedef olarak koyduğu  2023 hedeflerindeki o ortama varması için Türkiye’nin yakalaması gerektiği oranın, iş gücü katılım oranının yüzde 70-72’ler civarına çıkması gerekiyor yani yüzde 40’lardan yüzde 51-52’lere geldik ama asıl olmamız gereken yer yüzde 70’ler -Türkiye olarak varmamız gereken yer- ki işte o zaman o muasır medeniyet seviyelerine doğru vardığımızı iddia edebilelim.

Peki, buraya varması için Türkiye’nin, onun için bunun kavgasını hep beraber veriyoruz. Hepimizin doğrusu müşterek, Türkiye yüzde 5’in altında büyüyemez. Türkiye, yüzde 5’in altında bir büyümeyle geleceğe kendini taşıyamaz yani yüzde 3’lerle, yüzde 2’lerle, yüzde 4’lerle Türkiye bunu başaramaz. Türkiye bugüne kadar hakikaten büyük bir başarı sağladı. Son on üç yıl içinde Türkiye, ortalama olarak yüzde 5,1 büyümeyi başardı. Son  yirmi çeyrekte 2008 krizi arkasından başlayan o dönemde, Türkiye, yüzde 5,6 büyüdü, yirmi çeyrekten beri ortalama ama son yılda Türkiye’nin şu andaki performansı bizleri de mutlu etmiyor, Türkiye’de hiç kimseyi mutlu etmiyor. Yani yüzde 3 seviyesi. Bunun için ne olması gerekiyor? Aklın yolu bir. Türkiye’de hep beraber aklımızı kullanarak, birlik ve beraberlik içinde, şu anda Türkiye’nin yatırım yapılmasını zorlaştıran faiz oranlarını aşağıya düşürmek. Son dönemdeki bu kur tartışmalarıyla da, bakın, bunda endişe edecek hiçbir şey yoktur. Türkiye’nin kur endişesi yoktur. Türkiye şunu yapamaz: Türkiye, Merkez Bankasıyla Türk lirasının değerini korumak amacıyla döviz satarak kura müdahale edemez, etmemesi gerekir, faiz artırarak da kura müdahale etmemesi gerekir. Neden? Çünkü dalgalanma, bizden kaynaklanan bir dalgalanma değil, dünyadan kaynaklanan bir dalgalanma. Bu, sürdürülebilir mi? Sürdürülebilir değildir, Amerikan ekonomisi için bu sürdürülebilir değildir. Çünkü en basit örneği size vereyim. Bundan bir sene önce, bir Amerikan arabası ile bir Alman arabası veya bir Fransız veya Türkiye’de üretilen, yabancı patentle üretilen bir arabayı kıyasladığımız zaman Avrupa arabası daha pahalıydı şimdi Avrupa arabası daha ucuz hâle geldi, Amerikan arabası daha pahalı hâle geldi yani Amerika ihracatta zorlanır hâle geldi.

Sonuç şu: Bütün kaynaklar ve imkânlar değerlenen dolardan dolayı ABD’ye aktığında: Bir, yatırım artacak; iki, kapasite artacak; üç, üretim artacak, istihdam zaten arttı. Sonuç, üretilen ürün ne olacak? İhracat yapmak zorundalar. İhracat yapmak için de değerli dolar ihracat dostu değil onlar için, gün gelecek bununla ilgili de gerekli kararları almak zorunda kalacaklar.

Kamu özel finans sorunu şu anda, arkadaşların bana verdiği bilgiye göre, olmadığını söylüyorlar. Bazılarında, evet, onu ben de biliyorum, bazı illerimizde araziyle ilgili, arazi birleştirmeyle ilgili sorunlar yaşanıyor. Ama şu anda kamu özel ortaklığıyla ilgili ihaleler bütün hızıyla devam ediyor, Türkiye’de bu kamu özel ortaklığıyla ilgili yapılmış olan tüm ihalelere gerek Türkiye’den gerekse dünyanın her yerinden finans kurumları bunları finanse etmek için inanın bana aralarında yarışa giriyorlar. Yani bu ihaleyi alan firmalar, dünyadaki finans kurumları şu anda ruhsat alanlar ve devam edenler, Ankara, Adana, Isparta…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Niye tahkim şartları değiştiriliyor Sayın Bakan?

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 01.09

 

ONUNCU OTURUM

Açılma Saati: 01.11

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muhammet Bilal MACİT (İstanbul).

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77’nci Birleşiminin Onuncu Oturumunu açıyorum.

688 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

7’nci sırada yer alan 687 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız.

 

7.- İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Burdur Milletvekili Hasan Hami Yıldırım ve İzmir Milletvekili Aydın Şengül ile 50 Milletvekilinin; Adana Milletvekili Ali Demirçalı ve İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin'in; İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel'in; Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan'ın; İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli'nin; İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın; İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun; Kocaeli Milletvekili Haydar Akar'ın; Balıkesir Milletvekili Haluk Ahmet Gümüş'ün; Manisa Milletvekili Hasan Ören ve 2 Milletvekilinin; İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın; Manisa Milletvekili Erkan Akçay ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın; İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın; İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ile 2 Milletvekilinin; Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri (1/1006, 2/1449, 2/1511, 2/1664, 2/1670, 2/1691, 2/1788, 2/2068, 2/2182, 2/2183, 2/2205, 2/2235, 2/2295, 2/2534, 2/2541, 2/2546) (S. Sayısı: 687)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Bundan sonra da komisyonların bulunmayacağı anlaşıldığından, alınan karar gereğince, ”Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”i sırasıyla görüşmek için 17 Mart 2015 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 01.12

 



(*) 688 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.