TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

38’inci Birleşim

6 Ocak 2015 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- ÖLÜM, SAYGI DURUŞU VE TAZİYELER

1.- Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın vefatı nedeniyle bir dakikalık saygı duruşunda bulunulması

V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu'nun, vefat eden Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır dilediğine ve 2015 yılından beklentilerine ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu'nun, Başkanlık Divanı olarak, şehit olan polise Allah’tan rahmet dilediklerine ilişkin konuşması

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır'ın, Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın vefatına ve 2015 yılının hayırlı olmasını dilediklerine ilişkin açıklaması

2.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın vefatına ve 2015 yılının hayırlı olmasını dilediklerine ilişkin açıklaması

3.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın vefatına ve 2015 yılının hayırlı olmasını dilediklerine ilişkin açıklaması

4.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in, Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın vefatına ilişkin açıklaması

5.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, Irak ve Suriye’deki olaylar nedeniyle Türkiye’ye sığınan Türkmenlerin durumuna ilişkin açıklaması

6.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, Kütahya’nın merkez ve ilçelerinde yoğun kar yağışı nedeniyle zarar görenlere yardım edilmesi için Hükûmeti göreve davet ettiğine ilişkin açıklaması

7.- Manisa Milletvekili Muzaffer Yurttaş'ın, sendikacı Mehmet Akif İnan’ın ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

8.- Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in, Bursa’dan Türkiye’ye hayırlı yıllar dilediğine ilişkin açıklaması

9.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt'ün, Meclisin yeni yılını kutladığına, Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ve İstanbul Çekmeköy’de belediye binasının önündeki ağaçların neden kesildiğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

10.- Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ'ın, şair Arif Nihat Asya’nın ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

11.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan'ın, İzmit Muammer Aksoy İlkokulundaki zihinsel engelli öğrencilerin öğretmen sorununa ve Muğla’nın İztuzu beldesinde doğal yaşamı korumak için direnen eylemcilere selam yolladığına ilişkin açıklaması

12.- Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek'in, Samsun’un İlkadım ilçesinde belediye tarafından işten çıkarılan 400 alt işveren işçisinin durumuna ilişkin açıklaması

13.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Sarı'nın, Gaziantep’in kurtuluşunun 93’üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması

14.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan'ın, Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ve AK PARTİ iktidarları döneminde 3 milyar 250 bin ağaç dikildiğine ilişkin açıklaması

15.- Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu'nun, tüm insanlığın yeni yılını kutladığına, Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ve Giresun’un Espiye ilçesine bağlı Güzelyurt köyünün sorunlarına ilişkin açıklaması

16.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar'ın, MİT’in, dönemin Başbakanına, Rıza Sarraf ve bakanlarla ilgili rapor verip vermediğini öğrenmek istediğine ve Antalya Büyükşehir Belediyesinde işten çıkarılan işçilerin durumuna ilişkin açıklaması

17.- İstanbul Milletvekili Tülay Kaynarca'nın, Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ve 7-14 Ocak Beyaz Baston Körler Haftası’na ilişkin açıklaması

18.- Elâzığ Milletvekili Sermin Balık'ın, Almanya’da PEGIDA Grubu tarafından İslam’a ve yabancılara karşı düzenlenen saldırıları kınadığına ilişkin açıklaması

19.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam'ın, taksi şoförlerinin sorunlarına ilişkin açıklaması

20.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ve doğu ile güneydoğuda kar yağışı nedeniyle kapalı olan birçok yolun açılması için devletin yardım göndermesi gerektiğine ilişkin açıklaması

21.- Adana Milletvekili Fatoş Gürkan'ın, 5 Ocak Adana’nın kurtuluş yıl dönümüne ve Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

22.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan'ın, Muğla’nın çevre varlıklarının korunması için Çevre ve Şehircilik Bakanlığını göreve davet ettiğine ilişkin açıklaması

23.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın, Artvin Cerattepe’deki altın madeniyle ilgili verilen iptal kararının Türkiye çevre hareketi için bir onur belgesi olduğuna ilişkin açıklaması

24.- İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın, 4 eski bakanla ilgili Meclis Soruşturma Komisyonunun karar vereceği gün gazetelere bu konuyla ilgili ilan verenler hakkında Meclis Başkanlığının gerekli girişimlerde bulunması gerektiğine ilişkin açıklaması

25.- Niğde Milletvekili Doğan Şafak'ın, Muğla’nın İztuzu beldesinde yapılacak tabiat katliamından bir an önce vazgeçilmesi gerektiğine ve emeklilerin, verilen zammı sadakadan az bulduğuna ilişkin açıklaması

26.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar'ın, Bilecik’in bazı ilçe ve köylerinde yoğun kar yağışı nedeniyle zarar gören seraların onarılması için devletin yardım etmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

27.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, AKP’li milletvekillerinin, Meclis Soruşturma Komisyonunun Genel Kurul oylamasında Cumhurbaşkanının talimatıyla değil kendi vicdanlarına göre karar vereceklerini umut ettiğine ilişkin tekraren açıklaması

28.- İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır'ın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

29.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, CHP Grubu olarak İstanbul Sultanahmet’te polis karakoluna yapılan saldırıda şehit olan polise Allah’tan rahmet, yaralı polise de acil şifalar dilediklerine ilişkin açıklaması

30.- İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın, MHP Grubu olarak İstanbul Sultanahmet’te polis karakoluna yapılan saldırıda şehit olan polise Allah’tan rahmet, yaralı polise de acil şifalar dilediklerine ilişkin açıklaması

VII.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Kars Milletvekili Ahmet Arslan'ın, Sarıkamış şehitlerini anma etkinliklerine ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker'in, Bilecik’in Söğüt ve İnhisar ilçelerinde meydana gelen doğal afetlere ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Muğla Milletvekili Tolga Çandar'ın, Bodrum Yarımadası’nda yapılması planlanan rüzgâr elektrik santrallerine ilişkin gündem dışı konuşması

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Van Milletvekili Nazmi Gür’ün AB Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa etmesiyle boşalan Türkiye-AB KPK üyeliği için HDP Grubu Başkanlığınca bildirilen Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanınca uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1664)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Irak Temsilciler Meclisi Başkanı Selim Cuburi ve Çek Cumhuriyeti Temsilciler Meclisi Başkanı Jan Hamacek’in beraberlerinde birer Parlamento heyetiyle birlikte ülkemizi ziyaret etmelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 15/12/2014 tarih ve 85 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1665)

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi (AGİTPA) Türkiye Delegasyonu üyeliğinden istifa etmesiyle boşalan üyelik için AK PARTİ Grubu Başkanlığınca bildirilen Antalya Milletvekili Sadık Badak’ın 19/12/2014 tarih ve 86 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1666)

4.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Avrupa Parlamentosu Türkiye İlerleme Raporu’na ilişkin Avrupa Parlamentosu üyeleriyle temaslarda bulunmak üzere Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı ve Siirt Milletvekili Afif Demirkıran’ın 12-15 Ocak 2015 tarihlerinde Strazburg’a gitmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 22/12/2014 tarih ve 87 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1667)

5.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Ankara Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı’nın mensubu olduğu Cumhuriyet Halk Partisinden istifa etmesi sonucunda boşalan Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Türkiye Delegasyonu yedek üyeliği için CHP Grubu Başkanlığınca bildirilen İzmir Milletvekili Rıza Türmen’in 15/12/2014 tarih ve 85 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1668)

6.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Cumhuriyeti Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Irak Cumhuriyeti İskan ve İnşaat Bakanlığı Arasındaki Eğitim Alanında Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 75’inci maddesine göre geri verilmesine ilişkin tezkeresi (3/1669)

7.- Başbakanlığın, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra edeceği kararlı destek misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Hükûmete Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca iki yıl süreyle izin verilmesine ilişkin tezkeresi (3/1660)

 

 

 

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- BDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, ana dilde eğitim taleplerinin hayata geçirilmesine katkı sağlamak için yapılması gereken hukuki düzenlemelerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1167)

2.- BDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, cezaevlerindeki açlık grevleri sonucu ailelerin yaşadığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1168)

3.- BDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, cezaevlerindeki açlık grevlerinin yol açtığı sağlık problemleri nedeniyle serbest bırakılan tutsakların yaşadıkları ekonomik ve sosyal sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1169)

C) Duyurular

1.- Başkanlıkça, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine düşen 1 üyelik için aday olmak isteyen siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerinin yazılı olarak müracaat etmelerine ilişkin duyurusu

D) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, (2/1674) esas numaralı İfade Özgürlüğünün Eksiksiz Sağlanması Bağlamında; Terörle Mücadele Kanunu ile Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/225)

IX.- MECLİS SORUŞTURMASI

A) Ön Görüşmeler

1.- İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın ve 56 milletvekilinin; 2013 yılında yapılan Seviye Belirleme Sınavı’nın iptaline ilişkin Ankara 18. İdare Mahkemesinin kararını uygulamadığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçuna uyduğu iddiasıyla Anayasa’nın 100’üncü ve TBMM İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri uyarınca Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/11)

2.- Tokat Milletvekili Orhan Düzgün ve 54 milletvekilinin; İstanbul Atatürk Havalimanı’nda bekletilen 1,5 ton altının bulunduğu bir uçağın sahte belge ve beyanlarla Dubai’ye gönderilmesine imkân sağlayarak altın kaçakçılığıyla ilgili suç delillerini ortadan kaldırdığı, olayla ilgili sorumlulukları bulunan üst düzey kamu görevlileri hakkında hiçbir işlem yapmadığı, olayın etkin soruşturulmasını engelleyerek denetim görevini yerine getirmediği, altın kaçakçılığı ile rüşvet ve yolsuzluk olaylarının kapatılmasına olanak sağladığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçuna uyduğu iddiasıyla Anayasa’nın 100’üncü ve TBMM İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri uyarınca Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Hayati Yazıcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/12)

X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın (9/11) esas numaralı Meclis Soruşturması Önergesi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Tokat Milletvekili Orhan Düzgün'ün, Rize Milletvekili Hayati Yazıcı’nın (9/12) esas numaralı Meclis Soruşturması Önergesi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Rize Milletvekili Hayati Yazıcı'nın, Tokat Milletvekili Orhan Düzgün’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

XI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, Genel Kurulun 7 Ocak 2015 Çarşamba günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin önerisi

XII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, taşınır ve taşınmaz kiralamaları nedeniyle yapılan harcamalara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un cevabı (7/54564)

2.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında TBMM ile bağlı kurum ve kuruluşlarınca yurt dışında yapılan kira harcamalarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/54680)

3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, TBMM ile bağlı kurum ve kuruluşlarınca yapılan kira harcamalarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/54681)

4.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında TBMM ile bağlı kurum ve kuruluşlarınca satın alınan ilaçlama hizmetlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/54682)

5.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında TBMM ile bağlı kurum ve kuruluşlarınca satın alınan bakım ve onarım hizmetlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/54683)

6.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Türkiye dışında konuşulan Türkçe lehçeleri, akraba ve soydaş dilleri öğreten eğitim kurumlarının desteklenmesine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un cevabı (7/54996)

7.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında bağlı kurum ve kuruluşlarca satın alınan sigorta hizmetlerine,

2002-2014 yılları arasında bağlı kurum ve kuruluşlarca yurt dışında yapılan kira harcamalarına,

Bağlı kurum ve kuruluşlarca yapılan kira harcamalarına,

2002-2014 yılları arasında bağlı kurum ve kuruluşlarca satın alınan ilaçlama hizmetlerine,

2002-2014 yılları arasında bağlı kurum ve kuruluşlarca satın alınan bakım ve onarım hizmetlerine,

İlişkin soruları ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un cevabı (7/55000) (7/55001) (7/55002) (7/55003) (7/55004)

8.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz'ün, 9/8 esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun Ankara dışında yaptığı çalışmalara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/55425)

9.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın, 2005 yılında vefat etmiş olan bir kişiye pasaport verildiği iddiasına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun cevabı (7/55651)

10.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, Türkiye İhracatlar Meclisi tarafından yapılan harcamalara ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/55652)

11.- Bursa Milletvekili İlhan Demiröz'ün, tarım arazisi miktarındaki azalmaya ve GDO'lu ürünlerin ülkeye girişine,

- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Bingöl, Bitlis ve Batman illerinde yapılan toprak analizleri ile bitki hastalıklarının önlenmesi amacıyla alınan tedbirlere,

Mardin, Elâzığ ve Diyarbakır illerinde yapılan toprak analizleri ile bitki hastalıklarının önlenmesi amacıyla alınan tedbirlere,

Ardahan'da yapılan toprak analizleri ile bitki hastalıklarının önlenmesi amacıyla alınan tedbirlere,

Kars, Iğdır ve Ağrı illerinde yapılan toprak analizleri ile bitki hastalıklarının önlenmesi amacıyla alınan tedbirlere,

Gümüşhane ve Bayburt illerinde yapılan toprak analizleri ile bitki hastalıklarının önlenmesi amacıyla alınan tedbirlere,

Van, Siirt ve Adıyaman illerinde yapılan toprak analizleri ile bitki hastalıklarının önlenmesi amacıyla alınan tedbirlere,

Muş, Şırnak ve Hakkâri illerinde yapılan toprak analizleri ile bitki hastalıklarının önlenmesi amacıyla alınan tedbirlere,

- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, Soma'nın Yırca köyünde termik santral yapacak olan firmanın aldığı ÇED raporuna,

Bitlis'te gıda, tarım ve hayvancılık sektöründe faaliyet gösteren iş yeri ve kişi sayısına,

- İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli'nin, İzmir'in Ödemiş ilçesinde üretilen incirin kalitesinde yaşanan düşüşe,

2003-2014 yılları arasında gerçekleşen pamuk üretimine ve Bergama pamuğu üretiminde yaşanan gerilemeye,

İlişkin soruları ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/55669), (7/55670), (7/55671), (7/55672), (7/55673), (7/55674), (7/55675), (7/55676), (7/55677), (7/55678), (7/55679), (7/55680)

12.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel'in, Sosyal Destek Programı (SODES) uygulamasına ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/55714)

13.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın, İzmir'in Narlıdere ilçesindeki Güney Deniz Saha Komutanlığında görevli bir erin ölümüne ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı (7/55739)

14.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, Ankara'nın Altındağ ilçesindeki bir caminin restorasyonuna ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/55806)

15.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, bağlı kurum ve kuruluşların kullanmakta olduğu hizmet binası için ödenen aylık kira bedeline ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un cevabı (7/55816)

16.- İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli'nin, yapılan bir araştırma neticesinde Türkiye'nin dünya genelinde itibar kaybı yaşadığı sonucuna ulaşılmasına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun cevabı (7/55877)

17.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan müsteşarlara ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun cevabı (7/55880)

18.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan müsteşarlara ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı  (7/55884)

19.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, ülkemizde faaliyet gösteren maden işletmelerine dair çeşitli verilere ve kapatılması yönünde rapor tutulduğu halde kapatılmayan işletmelere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/55885)

20.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında borcundan dolayı elektriği kesilen okullara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/55886)

21.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Bakanlığın kullanmakta olduğu hizmet binası için ödenen aylık kira bedeline ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/55887)

22.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, Şanlıurfa'nın Eyyubiye ilçesindeki bir mahallenin elektrik sorununa ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/55888)

23.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, ülkemizdeki maden işçilerinin sayısına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/55889)

24.- İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın, otobüslerde kullanılan akaryakıtın kontrolüne ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/55890)

25.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın, Artvin'in Borçka ilçesindeki elektrik kesintilerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/55891)

26.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek'in, TPAO'nun personel alımı için verdiği ilanda ikamet şartına süre sınırı getirilmemesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/55892)

27.- İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın elektrik aboneliğine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/55893)

28.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan müsteşarlara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/55894)

29.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel'in, Manisa'nın Soma ilçesine bağlı bir köydeki zeytin ağaçlarının kesilmesine,

- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Bakanlığın kullanmakta olduğu hizmet binası için ödenen aylık kira bedeline,

- Tokat Milletvekili Orhan Düzgün'ün, Tokat iline yapılan yatırımlara,

- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında imara açılan zeytinlik alanlarının büyüklüğüne,

2002-2014 yılları arasında ülkemizde nadasa bırakılan tarım alanlarının büyüklüğüne,

Zonguldak'ın Ereğli ilçesinde balıkçıların satış yerlerinin yıkılacağı iddialarına,

2002-2014 yılları arasında çiftçilere yapılan makine ve ekipman desteğine,

- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, mantar tüketimine ve zehirlenmelere,

Tarım üretiminin artırılmasına,

Bingöl, Batman ve Bitlis'teki tarım müdürlüklerinin ziraat mühendisi ihtiyacına,

Van, Mardin, Adıyaman ve Siirt'teki tarım müdürlüklerinin ziraat mühendisi ihtiyacına,

Muş, Şırnak ve Hakkâri'deki tarım müdürlüklerinin ziraat mühendisi ihtiyacına,

Kars, Iğdır ve Ağrı'daki tarım müdürlüklerinin ziraat mühendisi ihtiyacına,

Ardahan'daki tarım müdürlüklerinin ziraat mühendisi ihtiyacına,

- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan müsteşarlara,

İlişkin soruları ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/55898), (7/55899), (7/55900), (7/55901), (7/55902), (7/55903), (7/55904), (7/55905), (7/55906), (7/55907), (7/558908), (7/55909), (7/55910), (7/55911), (7/55912)

30.- Mersin Milletvekili Ali Öz'ün, Mersin Limanı'ndan ülkeye kaçak et sokulduğu iddiasına ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/55915)

31.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Bakanlığın kullanmakta olduğu hizmet binası için ödenen aylık kira bedeline ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/55995)

32.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan müsteşarlara ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/56004)

33.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak'ın, PKK/KCK terör örgütünün bazı illerde vergi topladığına dair iddialara ve alınan tedbirlere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/56013)

34.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Bakanlığın kullanmakta olduğu hizmet binası için ödenen aylık kira bedeline ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/56015)

35.- İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın, ziraat mühendisi istihdamına ilişkin Başbakan'dan sorusu ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/56114)

36.- İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın, veteriner hekimler için açılan kadrolara ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/56115)

37.- İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın, sürdürülebilir balıkçılık ve su ürünleri politikası oluşturulmasına ve su ürünleri tesislerinin denetimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/56117)

38.- İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın, gıda işletmelerinin denetimine ve gıda mühendisi istihdamına ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/56118)

39.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan daire başkanları ve daire başkan yardımcılarına,

2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan genel müdür ve genel müdür yardımcılarına,

Soru önergelerinin cevaplandırılmasına yönelik çalışmalara ve söz konusu çalışmalar ile görevli personele,

İlişkin soruları ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/56196), (7/56197), (7/56198)

40.- İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın elektrik tüketimine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/56199)

41.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan daire başkanları ve daire başkan yardımcılarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/56200)

42.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan genel müdür ve genel müdür yardımcılarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/56201)

43.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, soru önergelerinin cevaplandırılmasına yönelik çalışmalara ve söz konusu çalışmalar ile görevli personele ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/56202)

44.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına,

- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan daire başkanları ve daire başkan yardımcılarına,

2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan genel müdür ve genel müdür yardımcılarına,

Soru önergelerinin cevaplandırılmasına yönelik çalışmalara ve söz konusu çalışmalar ile görevli personele,

- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Ankara İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğüne yapılan başvurulara,

- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, tohum ithalatına,

- Ankara Milletvekili Mustafa Erdem'in, süt ithal edileceği iddiasına,

Tarımsal ürün ithalatına,

İlişkin soruları ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/56208), (7/56209), (7/56210), (7/56211), (7/56212), (7/56213), (7/56214), (7/56215)

45.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/56240)

46.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan daire başkanları ve daire başkan yardımcılarına,

2004-2014 yılları arasında Bakanlıkta görev yapan genel müdür ve genel müdür yardımcılarına,

İlişkin soruları ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/56241), (7/56242)

47.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, soru önergelerinin cevaplandırılmasına yönelik çalışmalara ve söz konusu çalışmalar ile görevli personele ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/56243)

48.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı (7/56267)

49.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel'in, 2010/2 sayılı Başbakanlık Genelgesi gereği engelli aile ferdi bulunan çalışanlara sağlanan kolaylıklara ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/56373)

50.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, Çankırı'nın ekonomik durumuna ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/56374)

51.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz'ün, Ankara'nın Çubuk ilçesinde bir mahallede hayvancılık faaliyeti yapılmasına,

- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel'in, 2010/2 sayılı Başbakanlık Genelgesi gereği engelli aile ferdi bulunan çalışanlara sağlanan kolaylıklara,

- Van Milletvekili Nazmi Gür'ün, Van'daki hayvancılığın geliştirilmesine ve depremden sonra kapanan Et ve Süt Kurumu Van Kombinasının tekrar faaliyete geçmesine,

- İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın, Adıyaman'da inşa edilecek Koçali Barajına,

- Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu'nun, fındık bahçesi sökülerek alternatif ürüne yönlendirilen üreticilere,

Fındık üreticilerinin bahçelerinin gençleştirilmesi için yapılan çalışmalara

İlişkin, soruları ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı

(7/56384) (7/56385), (7/56386), (7/56387), (7/56388),(7/56389)

52.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel'in, 2010/2 sayılı Başbakanlık Genelgesi gereği engelli aile ferdi bulunan çalışanlara sağlanan kolaylıklara ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/56556)

53.- Van Milletvekili Kemal Aktaş'ın, 2011 yılından itibaren Van'da gerçekleştirilen kamu ihalelerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/56564)

54.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, personel lojmanları ile ilgili çeşitli hususlara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/56631)

55.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar'ın, Seydişehir Eti Alüminyum A.Ş.'nin özelleştirilmesine yönelik dava sürecine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/56634)

56.- İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli'nin, Irak'a yapılan ihracattaki azalışın engellenmesine ilişkin Soruları ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/56706)

57.- Bursa Milletvekili Sena Kaleli'nin, Bursa Kocasu Deresi'ndeki kirliliğe,

- İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel'in, Toprak Mahsulleri Ofisine dair 2012 yılı Sayıştay Raporunda yer alan bazı tespitlere,

- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur'un Ağlasun ilçesinin bir köyünde tarımda damlama yöntemli sulamaya geçilmesine,

- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut'un, tarım arazilerinin amacı dışında kullanılmasına,

- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, ithal edilen gıda ürünleri ile hayvansal ve tarımsal ürünlere,

Kuş gribi vakalarına,

Tarım sigortasının kapsamı ile prim bedeline,

İlişkin, soruları ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/56723), (7/56724), (7/56725), (7/56726), (7/56727), (7/56728), (7/56729)

58.- Adana Milletvekili Ümit Özgümüş'ün, Çukurova Kalkınma Ajansında çalışan bir personele ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/56781)

59.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, Tunçbilek Termik Santraline ve özelleştirileceği iddialarına,

Seyitömer Termik Santralinin özelleştirme sonrası faaliyetlerine,

Hamitabad Termik Santralinin özelleştirme gelirlerine ve santralin özelleştirme sonrası faaliyetlerine,

Kangal Termik Santralinin özelleştirme sonrası faaliyetlerine,

Kangal Termik Santralinin özelleştirme gelirlerine ve santralin özelleştirme sonrası faaliyetlerine,

Seyitömer Termik Santralinin özelleştirme gelirlerine ve santralin özelleştirme sonrası faaliyetlerine,

Orhaneli Termik Santralinin özelleştirme kapsamına alınmasına,

79528 no.lu Ruhsat ve bu ruhsatın kapsadığı maden sahasının özelleştirme kapsamına alınmasına,

Özelleştirme işlemleri devam eden termik santraller ile ilgili verilere,

73021 no.lu Ruhsat ve bu ruhsatın kapsadığı maden sahasının özelleştirme kapsamına alınmasına,

Bursa Linyit İşletmelerinin ve işletme tarafından kullanılan taşınmazların özelleştirme kapsamına alınmasına,

Tunçbilek Termik Santralinin ve santral tarafından kullanılan taşınmazların özelleştirme kapsamına alınmasına,

Soma Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.'nin ve şirket tarafından kullanılan taşınmazların özelleştirme kapsamına alınmasına,

İlişkin, soruları ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/56784), (7/56787), (7/56788), (7/56789), (7/56790), (7/56791), (7/56792), (7/56793) (7/56794), (7/56795), (7/56796), (7/56797), (7/56798)

60.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, sözlü soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/56785)

61.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, bir cemaate karşı hazırlandığı iddia edilen eylem planına ve yapılan işlemlere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/56786)

62.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, sözlü soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı (7/56827)

63.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, TBMM Hizmet Binası'ndaki asansörlerde yer alan bilgisayar ekranlarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/56852)

64.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, TBMM Hizmet Binası'ndaki asansörlere ve bakımlarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/56853)

65.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, çalışanlara tahsis edilen fotokopi makinalarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/56854)

66.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, avukatların yeşil pasaport taleplerine ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/56950)

67.- Muğla Milletvekili Tolga Çandar'ın, Muğla'nın Milas ilçesinde bazı tarım arazilerinin kum ocakları tarafından kullanılmasına,

- Manisa Milletvekili Özgür Özel'in, Bakanlıkça yayınlanan kamu spotlarına,

- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, tahıl, çeltik, mısır ve ayçiçeği rekoltelerine,

2005-2013 yılları arasında bazı tarım ürünlerinin ithalatına,

TMO'nin yaptığı tarım ürünü alımlarına,

Bütçede tarımsal desteklerin oranına,

TMO'nun hububat piyasalarını düzenlemekte yetersiz kaldığı iddiasına,

- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumunun hizmet verdiği illere,

- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, İstanbul'daki bağlı kurum ve kuruluş binalarının depreme dayanıklılığına ve alınan önlemlere,

- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, ürünlerinde taklit ve tağşiş yaptığı tespit edilen firmalara,

Batman'ın Beşiri ilçesinde yıldırım düşmesi sonucu hayvanları telef olan vatandaşlara destek verilmesine,

2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlarınca satın alınan kültür, eğlence ve spor hizmetlerine,

2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlarınca satın alınan matbaa ve yayıncılık hizmetlerine,

İlişkin soruları ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/57004), (7/57005), (7/57006), (7/57007), (7/57008), (7/57009), (7/57010), (7/57011) (7/57012), (7/57013), (7/57014), (7/57015), (7/57016)

68.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba'nın, TBMM'de düzenlenen bir konferansta konuşmacı tarafından sarf edilen bazı sözlere ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/57149)

69.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun, yerli üreticilerin desteklenmesine ve İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen bir ihaleye ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/57184)

70.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun, yerli üreticilerin desteklenmesine ve İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen bir ihaleye ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/57244)

71.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, Başbakan Yardımcılığı döneminde aldığı hediyelere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/57313)

72.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, bakanlığı döneminde aldığı hediyelere ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/57349)

73.- İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel'in, Diyanet İşleri Başkanlığından Bakanlığa nakil yoluyla geçen personele ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/57378)

74.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, Bakanlığı döneminde aldığı hediyelere ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/57453)

75.- İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel'in, Diyanet İşleri Başkanlığından Bakanlığa nakil yoluyla geçen personele ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/57454)

76.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, bakanlığı döneminde aldığı hediyelere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/57464)

77.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, 2012/15 sayılı Başbakanlık Genelgesi kapsamında taşınmazlarla ilgili tasarruflar için alınan izinlere ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/57595)

78.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, 2003-2014 yılları arasında TBMM ile bağlı kurum ve kuruluşların kadrolarına yapılan açıktan atamalara,

2003-2014 yılları arasında TBMM ile bağlı kurum ve kuruluşların istisnai kadrolarına yapılan atamalara

İlişkin soruları ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/57851), (7/57852)

79.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, Bakanlık ve bağlı, ilgili veya ilişkili kurum ve kuruluşlarca gerçekleştirilen medya, tanıtım ve reklam harcamalarına ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/58073)

80.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, Bakanlık ve bağlı, ilgili veya ilişkili kurum ve kuruluşların 2014 yılı bütçe ödeneklerine ve bütçe gerçekleşmelerine ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/58074)

81.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Kamu Denetçiliği Kurumuna yapılan başvurulara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/58385)

6 Ocak 2015 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Dilek YÜKSEL (Tokat), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38’inci Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

IV.- ÖLÜM, SAYGI DURUŞU VE TAZİYELER

1.- Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın vefatı nedeniyle bir dakikalık saygı duruşunda bulunulması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, vefat eden Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın aziz hatırası önünde Genel Kurulu bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum.

(Saygı duruşunda bulunuldu)

V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu'nun, vefat eden Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır dilediğine ve 2015 yılından beklentilerine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun. Yakınlarına sabır diliyoruz.

Sayın milletvekilleri, iki acı kayıpla Genel Kurulumuz geçen yılı tamamladı. Bu yıla da bir acıyla başladık.

Yeni yılın sağlık, huzur, mutluluk, başarı getirmesini ve suçluların güçlü olmadığı bir yıl olmasını diliyorum.

Sisteme giren sayın grup başkan vekillerine taziyelerini bildirmek üzere kısa söz vereceğim.

Sayın Satır, buyurunuz.

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır'ın, Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın vefatına ve 2015 yılının hayırlı olmasını dilediklerine ilişkin açıklaması

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Pazar günü hayatını kaybeden Halkların Demokratik Partisi Adana Milletvekiline Allah’tan rahmet diliyorum. Ailesine, yakınlarına, seçmenlerine ve Halkların Demokratik Partisi teşkilatlarına başsağlığı diliyorum.

Bu arada, 2015 yılının ilk Genel Kurul toplantısını yapıyoruz. Yeni yılın ülkemize ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini, sağlıklı, mutlu, başarılı bir yıl olmasını, sesimizin değil sözümüzün yükseleceği, kardeşlik hukukunun gelişeceği bir yıl olmasını temenni ediyorum.

Saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Satır.

Sayın Gök, buyurunuz.

2.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın vefatına ve 2015 yılının hayırlı olmasını dilediklerine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Önceki gün vefat eden Halkların Demokratik Partisi Adana Milletvekili Sayın Murat Bozlak’ın vefatından Cumhuriyet Halk Partisi ailesi olarak büyük bir üzüntü duyduk. Sayın Bozlak, Cumhuriyet Halk Partisi ailesinin de çok yakından tanıdığı bir siyasetçiydi; nezaketiyle, çalışkanlığıyla her zaman ülkemizin demokrasisinin, insan haklarının gelişmesi yönünde büyük çabalar sarf etmiş çok değerli bir siyasetçiydi. Çok zamansız bir zamanda, en verimli çağında kendisini kaybettik. Bu zamansız ölümü nedeniyle öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün partilerine mensup milletvekillerine, ailesine ve siyaset yaptığı Halkların Demokratik Partisi camiasına başsağlığı diliyoruz. Bu konuda gerek ailesinin gerekse partisinin uygun göreceği her türlü konuda ailesiyle dayanışma içerisinde olacağımızı ifade etmek istiyoruz.

Ayrıca, 2015 yılına girdiğimiz şu ilk günlerde yaptığımız Meclis toplantımızda bundan sonraki süreçte Türkiye’mizin demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, yolsuzluklardan arındırılmış, haksızlıkların hesabı sorulmuş ve Türk halkının beklentisi olan kamu vicdanının tesis edeceği, adaletin gerçekleşeceği bir yıl olması temennisiyle biz de yeni yıl çalışmalarımızın başarılı geçmesini diliyor, hepinize saygılar sunuyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Gök.

Sayın Halaçoğlu, buyurunuz.

3.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın vefatına ve 2015 yılının hayırlı olmasını dilediklerine ilişkin açıklaması

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Halkların Demokratik Partisi Adana Milletvekili Murat Bozlak Bey’in vefatını büyük üzüntüyle karşıladık. Kendisine rahmet diliyoruz; ailesine, yakınlarına sabırlar diliyoruz.

Bu arada, 2015 yılının Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türkiye’ye ve Türk milletine hayırlar, bütün dünyaya barış getirmesi dileğinde bulunuyoruz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak.

Sağ olun efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Halaçoğlu.

Buyurunuz Sayın Baluken.

4.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in, Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın vefatına ilişkin açıklaması

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ardılı olduğumuz siyasi partilerde çok önemli görevleri üstlenmiş, en fırtınalı siyasi dönemlerde Halkın Demokrasi Partisi Genel Başkanlığını yapmış, son 2011 seçimlerinde de Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blokunun adayı olarak Adana Milletvekili seçilmiş ve hem Barış ve Demokrasi Partisinde hem de Halkların Demokratik Partisinde milletvekili olarak birlikte mesai yaptığımız arkadaşımız Sayın Murat Bozlak’ı yakalanmış olduğu amansız hastalıktan ötürü kaybetmenin derin acısını yaşamaktayız.

Kürt özgürlük hareketinde ve Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde ezilenlerin sesi olma adına en ağır bedelleri ödemekte bir an bile tereddüt etmemiş, yarattığı mücadele değerleriyle halklarımızın bugünkü kazanımlarının açığa çıkmasında eşsiz katkılar sunmuş olan Murat ağabeyimizin mücadelesini ve anısını buradan bir kez daha şükranla, saygıyla, minnetle anıyoruz. Halklarımızın bir arada yaşama iradesini büyüterek Kürt halkının özgürleşmesi, Türkiye’nin tam demokratikleşmesi adına onurla taşıdığı özgürlük bayrağını layıkıyla taşıyacağımızın gayreti içerisinde olacağımızı ifade etmek istiyoruz. Türk’ü, Kürt’ü, kadını, genci, Alevi’si, işçisi, emekçisi yani Türkiye’deki tüm ezilenlerin yürüttüğü mücadelenin, sonuç alıncaya kadar her tarafında bulunacağımızı Murat Başkanın yaşam pratiğinde hepimize bir görev olarak tanımlanmış olarak değerlendiriyoruz. Bu onurlu mücadelede gözaltı ve tutuklamaların, faili belli kontra kurşunların, soğuk zindan duvarlarının işe yaramayacağını da yine onun hayatı üzerinden çok açık bir şekilde görebilme imkânını buradan vurgulamak istiyoruz.

Son nefesine kadar Murat Başkan ülkemizde ve bölgemizde gelişen yakıcı gelişmeleri yakından takip edip âdeta aldığı her nefesi halklarımız adına nasıl bir güç ve katkı sunma göreviyle ele alan bir yaklaşım içerisindeydi. Fedakâr, mütevazı, bilge duruşuyla hem örnek olduğu hem de yetiştirdiği pek çok kadromuzun, insanımızın, gencimizin, mücadelemizin başarıya ulaşması açısından, ezilenlerin mücadelesinin başarıya ulaşması açısından teminat olduğunu ifade ediyoruz.

Kendisine Allah’tan rahmet, partililerimize, başta Kürt halkı olmak üzere tüm Türkiye halklarına başsağlığı diliyoruz. Bütün cenaze merasimi boyunca telefonlarıyla, orada bulunarak yine bize destek olan siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcilerine, yine bizi yalnız bırakmayan değerli milletvekili arkadaşlarımıza buradan Halkların Demokratik Partisi adına da tekrar şükranlarımızı, minnetlerimizi iletmek istiyoruz.

Sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Baluken.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Sarıkamış şehitlerini anma etkinlikleri hakkında söz isteyen Kars Milletvekili Ahmet Arslan’a aittir.

Buyurunuz Sayın Arslan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VII.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Kars Milletvekili Ahmet Arslan'ın, Sarıkamış şehitlerini anma etkinliklerine ilişkin gündem dışı konuşması

AHMET ARSLAN (Kars) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ben de milletvekili arkadaşımız Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet diliyorum; gerek HDP’ye gerek milletimize başsağlığı diliyorum, ailesine sabır diliyorum.

Yine, 2015 yılının ülkemize, insanlığa, dünyaya hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

22 Aralık 1914, Sarıkamış Harekâtı’nın başlangıç tarihi. Yaklaşık yirmi üç-yirmi dört gün sürmüş ve bugün 90 bin şehitle anılıyor. 90 bin şehidi anarken de pazar günü Türkiye’nin her yerinden gençlerle, ağabeylerle, amcalarla ve dedelerle yürüdük. Bu yürüyüşün ne anlama geldiğini, bize ne kattığını ifade etmek üzere huzurlarınızdayım. Dolayısıyla, ta 1000 yılında Anadolu’ya gelen ve 1033’te şehit olan Ebu'l Hasan Herekani başta olmak üzere, 1064’te, yine Kars coğrafyasında, bundan dokuz yüz elli yıl önce Anadolu’ya giren Sultan Alparslan ve onların arkadaşlarından verdiğimiz şehitler başta olmak üzere yüz yıl öncesine kadar biz Kars coğrafyasında yaklaşık 1,5 milyon şehit verdik. O coğrafyadaki 1,5 milyon şehidin anısına ve Sarıkamış’taki 90 bin şehidin anısına Türkiye'nin her tarafından yaklaşık 100 bin kişi pazar günü 9 kilometrelik mesafeyi yürüdü. Yürümek tek başına bir anlam ifade etmez. Yürümenin anlamı şuydu: Eğer 1,5 milyon ecdat o coğrafyada, o coğrafyayı bize yurt olarak, vatan olarak bırakmak uğruna şehit olmuşsa işte onları anmak, onları anlamak gerekiyordu, Onları anlarken geçmişimizi bilmek ve geleceğimizi buna göre kurmak gerekiyordu. Onun için, başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, Başbakanımıza, Kabine üyelerimize ve özellikle de Gençlik ve Spor Bakanlığımıza teşekkür ediyoruz. Son yıllarda şehitlerimize sahip çıkmak adına attıkları adımların bir parçası olarak Sarıkamış’ta üç gün boyunca muhteşem etkinlikler vardı.

Etkinlikler şunu anlatmaya çalıştı: Yüz yıl önce Bakü’den, Yemen’den, Kudüs’ten, Gazze’den, Balkanlardan, Kosiçe’den, Priştine’den, Kafkaslardan, velhasılıkelam Trakya başta olmak üzere Anadolu’nun her yerinden Sarıkamış’a 90 bin ecdat gelmişti. 90 bin ecdat bu coğrafyayı kardeşçesine, omuz omuza bize vatan olarak bırakmak adına donmayı da göze alarak şehit olmuştu. 90 bin semboliktir. Niye semboliktir? Çünkü biliyoruz ki, birçok ecdat o harekât esnasında çarpışarak şehit oldu, birçok ecdat en az kendileri kadar Rus askerini öldürdü. Ama sembolik olan nedir? Donmak pahasına vatanı savunmak, donmak pahasına o harekâti yapmak ve Sarıkamış’ı bir günlüğüne de olsa almaktı. Ama ne yazık ki o günün şartlarında planlar istendiği gibi yürümemiş, dolayısıyla da ecdadın bir kısmı donarak şehit olmuştu. İşte pazar günü Türkiye'nin her yerinden gençler geldi, yürüdüler. Yürürken şunu gördüler: Bu topraklar kolay bir şekilde bize vatan olarak bırakılmamış. Bu topraklar, uğrunda 1,5 milyon şehit sadece Kars coğrafyasında verilerek emanet bırakılmış, Kars coğrafyasında 90 bin kişi Rusları bloke ettiği için Çanakkale Zaferi gelmiş ve bugün Anadolu’yu yurt olarak imar etmeye, mamur etmeye, geliştirmeye çalışıyoruz. Ne mutlu bize ki Sarıkamış’ı da, Kars’ı da kolay erişilebilir hâle getirdiğimiz için biz Sarıkamış’ta en az 30 bin kişiyle yürüdük ve gençler şunu gördüler: Gözünü kırpmadan vatan uğruna ölmeyi göze almak, şehit olmayı göze almak lazımdı. Bizim bugün de, o gün de vurgulamak istediğimiz şudur ki, bu coğrafyada kardeş olarak geçmişimize sahip çıkmamız lazım ve gelecek kurmamız lazım.

Bu geleceği kurmak adına pazar günü katkısı olan, yürüyen, ruhen katkı koyan herkese teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

Sağ olunuz, var olunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Arslan.

Gündem dışı ikinci söz, Bilecik’in Söğüt ve İnhisar ilçelerinde meydana gelen doğal afetler hakkında söz isteyen Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker’e aittir.

Buyurunuz Sayın Şeker. (MHP sıralarından alkışlar)

2.- Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker'in, Bilecik’in Söğüt ve İnhisar ilçelerinde meydana gelen doğal afetlere ilişkin gündem dışı konuşması

BAHATTİN ŞEKER (Bilecik) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, vefat eden değerli milletvekilimize Allah’tan rahmet diliyorum, ailesine ve partisine başsağlığı diliyorum.

Yine, hepinizin yeni yılınızı kutluyor, sağlık, mutluluk ve başarılar diliyorum.

İçinde bulunduğumuz kış mevsimi ve yoğun kar yağışı sebebiyle yöremizde birçok aksaklık yaşandı. Bilecik ilinin Söğüt, İnhisar ilçelerine bağlı başta Çaltı, Yakacık, Akçasu, Geçitli, Koyunlu, Hamitabat, Tuzaklı, Tarpak köyleri ile “Orta Sakarya” olarak adlandırdığımız bölgede, Eskişehir’e bağlı Mihalgazi ve Sarıcakaya ilçelerinde kar yağışları sonrasında büyük bir zarar meydana gelmiştir. Bölgedeki sera çiftçisinin ürünleri seralarının yıkılması sebebiyle heba olmuş durumdadır. Bu durum kar yağışı sebebiyle olsa da aslında yöremizde beyaz deprem yaşanmıştır. Durum gerçekten içler acısıdır. Seraların yıkılmış olması sebebiyle bölgede seralı üretimin olduğu yüzde 70’ten fazla alan zarara uğramıştır. Çiftçimiz yaşanan bu durumun ardından son derece mağdur ve çaresiz kalmıştır. Her şeyini bu üretime bağlayan, ekmeği, ocağı, umudu ve nefesi bu seralar olan çiftçimize derhâl, acilen sahip çıkılmalıdır. Burada yaşanan -altını çizerek ifade etmek isterim ki- bir doğal afettir. Bu doğal afet karşısında ortaya çıkan sorunlar için Sayın Başbakanın ve Başbakanlığa bağlı olan AFAD olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşların müdahale etmesi gerekmektedir.

Hafta sonu bölgeye gittim. Bölgede mağdur olan ilçelerimiz olan Söğüt ve İnhisar belediye başkanlarımızla birlikte ziyaretlerde bulundum. Yine aynı şekilde, Adalet ve Kalkınma Partisi Bilecik Milletvekili Sayın Fahrettin Poyraz ve Cumhuriyet Halk Partisi Kocaeli Milletvekili Sayın Haydar Akar bölgeyi ziyaret etti. Neticede tabloyu hep beraber gördük, çiftçimizi dinledik, dertleştik. Felaketin siyaseti olmaz. Felaket varsa çareler beraber aranmalı, çözüme birlik içinde ulaşılmalıdır. Bu vesileyle Hükûmete ve ilgili bakanlıklara çağrımız, yaşanan bu doğal afetin getirdiği yaraların sarılması, bölgedeki mağduriyet ve kriz ortamının çözümü için harekete geçilmesidir. Valiliğin, kaymakamlıkların, tarım il ve ilçe müdürlüklerinin iyi niyetli bir şekilde gösterdiği çabalar var. Ancak, takdir edersiniz ki bundan fazlası gerekmektedir. Bu çabalar bölgenin ihtiyacını karşılayamaz.

Evet, çiftçilerimizle dertleşirken şöyle dediler: “Evimiz yıkılsaydı derdik ki ev yıkıldı ama yaparız. Bu ondan daha kötüsü. Ekmeğimiz, ocağımız, umudumuz yıkıldı.” Başka bir çiftçi “Kızımı, çocuğumu götüremiyorum. Buraya bir psikolog gönderir misiniz?” dedi. Başka bir çiftçi de “Başımıza böyle bir felaket geldi, Allah’tandır. Hak etmediğimiz hiçbir şeyi istemiyoruz. Gelsinler bizi dinlesinler, durumu görsünler ve bize destek versinler.” dedi. Bakın, bizim Söğütlü hemşehrilerimiz bu kadar da asaletli bir tavır içerisindedir. Yaşadığı büyük mağduriyete rağmen böyle vakur ve onurlu bir şekilde durumunu anlatmaktadır. İşte bu yüzden devletimizin kuruluşuna ve milletimizin kurtuluşuna beşiklik etmiş olan bu topraklara bugün devletimizin yardım elini uzatma vaktidir. Marmara’nın Çukurova’sı olarak bilinen Söğüt, İnhisar, Mihalgazi ve Sarıcakaya ilçelerimizde binlerce dönüm arazide yüzlerce seranın yıkıldığı bu felakete karşı sorumluluk gösterelim, çiftçimize sahip çıkalım. Bir kez daha yüce heyetinizin huzurunda Sayın Başbakanımızı ve bakanlarımızı bu konuda göreve davet ettiğimi belirtmek istiyorum.

Ayrıca Bozüyük ve Söğüt’te kar yağışı sonrasında kapalı pazar yerleri çökmüş, bu ilçelerimizde çok araç enkaz altında kalmıştır. Tesellimiz can kaybının olmamasıdır.

Şu an yöremizde kar yağışı hâlâ devam etmektedir. Hafta boyunca kar yağışının devam etmesi beklenmektedir. Bu vesileyle belirtmek isterim ki Söğüt ve Bozüyük ilçelerimizde belediyelerimizin çalışmaları sürmekte ancak AFAD kapsamında devletimizin yardımına ihtiyaç duyulmaktadır. Enkaz kaldırma çalışmaları sürmektedir.

Buradan tüm hemşehrilerimize geçmiş olsun dileklerimi sunarken mağdur olan vatandaşlarımızın yanında olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şeker.

Gündem dışı üçüncü söz, Bodrum Yarımadası’nda yapılması planlanan rüzgâr elektrik santralleri hakkında söz isteyen Muğla Milletvekili Tolga Çandar’a aittir.

Buyurunuz Sayın Çandar. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- Muğla Milletvekili Tolga Çandar'ın, Bodrum Yarımadası’nda yapılması planlanan rüzgâr elektrik santrallerine ilişkin gündem dışı konuşması

TOLGA ÇANDAR (Muğla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Konuşmamın hemen başında ben de sayın milletvekilimizin çalışma arkadaşlarına ve ailesine önce başsağlığı, onlara da taziyelerimi bildiriyorum.

İçeri girdiğimiz zaman hemen üstünüzde “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.” yazıyor. Atatürk’ümüzün çok önemli bir sözü.

Gözümün önüne geldi, bir fotoğraf vardı yıllar öncesinden: Deniz Gezmiş mahkemede yargılanıyor, gülmeye başlıyor. Gülerken hâkim sormuş, demiş ki: “Bir dakika ya, sen neye gülüyorsun Deniz?”. “Üstünüzde ‘adalet’ yazıyor da ona gülüyorum.” demiş.

Yani, şimdi, burada da “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.” yazıyor ama Muğla’da yapılan işlere bakınca galiba aradan geçen zaman bu sözlerin değerinden bir şeyler götürmüş gibi geliyor çünkü Muğla’da ne yazık ki halkın ne düşündüğünün hiç önemi yok.

Rüzgâr elektrik santralleri elbette bu ülke için çok önemli. Arkadaşlarımız “yenilenebilir enerji kaynakları” diye bu kürsüden defalarca konuştu. Biz bunu savunuyoruz, yenilenebilir enerji kaynaklarının fosil yakıtlar karşısında ne kadar önemli olduğunu da biliyoruz ancak bunun yapım yeri ülkemizin hem tersaneleri açısından hem turizm açısından en önemli noktalarından biri olan Yalıkavak mı olmalıdır? Başka yapacak yer bulamadınız mı? Yani, endemik kuşlarıyla, endemik bitkileriyle, sadece orada yaşayan 6 çeşit kuş -sadece yöremize uygun 6 çeşit kuş- ve sayısız bitki örtüsüne rağmen biz getireceğiz bu RES’leri buraya yapacağız! Halk diyor ki: “Hayır, bu RES’leri buraya yapamazsınız.” Çünkü, 1990’larda Avrupa’da yapıldığı zaman, yapılan bilimsel araştırmalar gösteriyor ki rüzgâr elektrik santralleri sadece 1,5 ve 3 kilovat arasındayken bile insan sağlığı üzerinde son derece olumsuz etkilere sahip. Bakınız, biz burada şey yaptık: Kusma, bulantı, bulanık görme, kalp çarpıntıları, asabiyet, odaklanma yani konsantrasyon ve hafıza problemleri gibi insan sağlığı üzerinde olumsuzlukları bilimsel açıdan tespit edilmiş rüzgâr elektrik santrallerinin Türkiye’de öncelikli kalkınma yöresi olarak sizin ilan ettiğiniz -yani Çevre Bakanlığının- kalkınmada turizm açısından özel çevre koruma alanı olarak ilan ettiğiniz Yalıkavak’ta yapılmasına karar verilmesi son derece enteresan. Sadece Yalıkavak’ta mı yapılıyor? Yani bu, üstelik de bütün mahkeme kararlarına rağmen yapılmaya çalışılıyor.

Aynı örneği, gidiniz İztuzu’na, İztuzu’nda on günü aşkın süredir -evveliyatı da var- yerli halk, Ortaca halkı, Dalaman halkı, Köyceğiz halkı, Fethiyeliler, Muğla halkı bir bütün olarak… Sadece Muğlalılar değil, çevreye, o yörenin turizme olan katkısını… “Caretta caretta”larla dünyanın 15 plajı içinde olan bu kadar güzel bir yöreyi nasıl oluyor da kuruluşundan sadece iki gün sonra Dalçev diye bir şirkete ihale edebiliyorsunuz? “Bu ihale ne zaman ilan edildi kardeşim?” diyorsun, “Bu ihaleyi bana telefonla verdiler.” diyor. Telefonla ihale mi olur Allah aşkına?

Bakınız, Ölüdeniz’de aynı şey yapıldı, Ölüdeniz’de ilan edildi, insanlar, şirketler, almak isteyenler ihaleye girdiler, hak eden firma aldı, şimdi de güller gibi çalışıyor. Ama burada ne oluyor? Yani bu Dalçev kimdir? Birisi yabancı olmak üzere 3 ortaklı bir şirket. Şirket elemanlarından biri Adalet ve Kalkınma Partisinin belediye meclis üyeliğine aday olmuş, seçilememiş bir vatandaş yani bir AKP’li. Arkadaşlar, bu ülkeye yazık ediyorsunuz.

Bakınız, Muğla’da tersanelerle ilgili problemlerimiz var. Defalarca söylememize rağmen -Ege’de, Akdeniz’de tersanecilik çok önemli, Muğla tersaneciliği- Fethiye’de tersaneyi kapatıyorsunuz, yeni açılacak tersane açılmıyor, şu anda tersaneciler ne yapacağını bilmiyor. Binlerce Muğlalı bu işten ekmek yiyor ve şu anda ne yazık ki çaresiz durumdalar. Adalet ve Kalkınma Partisi, adalet kavramı… Dedim ya, içeri girince Deniz Gezmiş “Üstünüzde adalet yazıyor.” demiş. Vallahi, ben gülmek istemiyorum çünkü trajikomik olsa da bu trajedidir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Çandar.

Sisteme girmiş sayın milletvekillerine birer dakika söz vereceğim.

Buyurunuz Sayın Yeniçeri.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, Irak ve Suriye’deki olaylar nedeniyle Türkiye’ye sığınan Türkmenlerin durumuna ilişkin açıklaması

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Irak ve Suriye’de meydana gelen olaylar Türkmenler yönünden etnik temizliğe dönüşmüştür. Bu bağlamda, 50 bin dolayındaki Türkmen Türkiye’ye sığınmıştır. 800 dolayındaki Türkmen ailesi de Ankara’ya sığınmış durumdadır. Bu aileler, Abidinpaşa, Mamak, Yenimahalle, Demetevler ve Şentepe semtlerinde tam bir sefalet içinde bulunmaktadırlar. Türkmen aileler 30-40 kişi bir dairede yaşamaya çalışmaktadır. Türkmen kardeşlerimizin ihtiyaçlarına AKP kör ve sağır, ilgisiz bir tavır takınmaktadır. AFAD, tüm uyarılara rağmen Türkmenlere ciddi koruma sağlamamaktadır. Türkmenler kayıt edilmediklerinden diğer sığınmacılar gibi sağlık hizmetlerinden, sosyal yardımlardan yararlanamamaktadır. AFAD pişkince, Türkmenlerin kaydı olmadığından sadece acil durumlarda sağlık hizmeti alabilecekleri konusunda valiliklere resmî yazılar göndermiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınan haklardan Türkmenleri mahrum bırakan, kaderlerine terk eden AKP tek bir Türkmen’in kılına zarar gelirse bunun hesabını verecektir. Aklını başına devşir AKP, Türkmenlere karşı ilgisiz ve düşmanca tavrını terk et.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yeniçeri.

Sayın Işık…

6.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, Kütahya’nın merkez ve ilçelerinde yoğun kar yağışı nedeniyle zarar görenlere yardım edilmesi için Hükûmeti göreve davet ettiğine ilişkin açıklaması

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, bilindiği gibi 31 Aralık 2014 tarihinde bazı illerimizle birlikte Kütahya ili merkez ve ilçelerinde meydana gelen ve izleyen günlerde de devam eden yoğun kar yağışı nedeniyle Kütahya ilinde çok sayıda iş yeri, konut ve sera alanı büyük hasar görmüştür. Örneğin, Simav ilçesinde hasar gören -hasarın boyutlarını bizzat yerinde gördüm- toplam 185 bin metrekare dolayındaki sera alanı başta olmak üzere diğer iş yerleri de dâhil tahminî hasar bedelinin 10 milyon TL’den fazla olduğu belirtilmektedir. Kütahya ilinde meydana gelen söz konusu doğal afet sonucunda hasar gören sera alanları ve diğer iş yerlerinin hasarlarının karşılanması, iş yeri sahiplerinin bankalar ile diğer kurum ve kuruluşlara olan borçlarının en az bir yıl süreyle ertelenerek düşük faizli yeni kredi imkânlarının sağlanması konusunda ilgili bakanları ve Hükûmeti göreve davet ediyor, size de teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Işık.

Sayın Yurttaş…

7.- Manisa Milletvekili Muzaffer Yurttaş'ın, sendikacı Mehmet Akif İnan’ın ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

MUZAFFER YURTTAŞ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sendikal mücadelenin gür sesi, korkusuz adam Mehmet Akif İnan’ı ölüm yıl dönümünde rahmetle anıyorum. Kimsesizlerin kimsesi, mağdur ve mazlumların hamisi, çalışanların sesi ve sözü olarak başladığı sendikal mücadelesinde örnek olan Mehmet Akif İnan’ı onun talebeleri takip etmekte ve emanetlerine sahip çıkmaktadır. Ölümünden sonra özellikle “Mescidi Aksa şairi” olarak anılması yaptıkları güzelliklerden sadece birisidir. Bugün Mehmet Akif İnan aramızda değil ancak onun da dediği gibi “Kim demiş her şeyin bitişi ölüm. Destanlar yazılır mezarımızdan.” diyerek destanlar yazmaya azmimiz, imanımız, inancımızla devam ediyoruz. Mehmet Akif İnan, sendikacılığı Türkiye’de ilk kez toplumla ve toplumun değerleriyle buluşturan bir şahsiyettir. Bizlere sendikacılıkta iyiliği, mazlumun sesi olmayı, zalime karşı dik durmayı, hakkın savunuculuğunu ve sendikacılıkta emeğin, alın terinin temsilcisi olmayı bizzat kendisi yaşayarak öğretmiştir.

Kendisini rahmetle anıyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yurttaş.

Sayın Şahin…

8.- Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in, Bursa’dan Türkiye’ye hayırlı yıllar dilediğine ilişkin açıklaması

HÜSEYİN ŞAHİN (Bursa) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; ulu şehir Bursa’dan; Uludağ şehri Bursa’dan; Ulu Camii şehri Bursa’dan; payitaht şehri Bursa’dan; evliyalar şehri Bursa’dan; medeniyetler şehri Bursa’dan; İnegöl köftesi, mobilyası, Oylat Kaplıcaları, turizm şehri Bursa’dan; Kemalpaşa tatlısının şehri Bursa’dan; Karacabey soğanının şehri Bursa’dan; Osman Gazi’nin, Orhan Gazi’nin, Nilüfer Hatun’un ve Yıldırım Bayezit Han’ın şehri Bursa’dan; Kestel, çilek şehri Bursa’dan; Gürsu’nun lezzetli armutlarının şehri Bursa’dan; Gemlik, zeytinin başkenti Bursa’dan; İznik Gölü ve tarih şehri Bursa’dan; Yenişehir, biber şehri Bursa’dan; Uludağ’ın en güzel yerleşim yerleri Keles, Orhaneli, Harmancık, Büyükorhan, ulu şehir Bursa’dan; Mudanya, mütareke şehri Bursa’dan; şeftali ve kestane şehri Bursa’dan; şampiyon Bursaspor şehri Bursa’dan Türkiye’ye hayırlı seneler diliyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şahin.

Sayın Öğüt...

9.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt'ün, Meclisin yeni yılını kutladığına, Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ve İstanbul Çekmeköy’de belediye binasının önündeki ağaçların neden kesildiğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sizin ve tüm Meclisimizin yeni yılını kutluyor, hiç olmazsa bu yılın Meclisin son dönemi de olsa demokrasi yılı olmasını diliyorum.

Mesai arkadaşımız Sayın Murat Bozlak’a da Allah’tan rahmet diliyorum. Arkadaşlarımıza ve yurttaşlarımıza da başsağlığı diliyorum.

İstanbul Çekmeköy’de belediye binasının hemen önünde bulunan parkta onlarca yıllık meşe ağaçları kesilmiştir. Nedeni sorulduğundaysa ağaçların kurtlandığı, kuruduğu gibi bahaneler ileri sürülmektedir. Bu konunun araştırılması düşünülmekte midir? Orman Bakanlığının izni alınmış mıdır? Zaten bölgenin son birkaç yılda ne denli kuruduğu, yeşilin yok edildiği uydu görüntüleriyle net olarak görülmektedir. Çevre halkında bölgenin imara açılacağı endişesi, bütün yeşil alanların yok edildiği gibi böyle bir endişe vardır. Konunun bir an önce açıklığa kavuşması ve buranın imara açılmayacağının mutlaka ispatlanarak belgelenmesi gerekmektedir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Öğüt.

Sayın Özdağ...

10.- Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ'ın, şair Arif Nihat Asya’nın ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) – Usta bir dil ve üslup sanatkârı olan Arif Nihat Asya sadece şair olarak edebiyat dünyamızın değil, Türk milletinin maddi ve manevi gerçeklerinden yola çıkan, sağlam fikirleriyle fikir dünyamızın da bir yıldızıydı. Onun edebî yönünü inkâr eden ve unutturmaya çalışanlar, millî ve manevi hassasiyetleri ön plana çıkarmasından rahatsızdır. O hem şiirlerinde hem nesirlerinde Türk dilini mükemmel bir biçimde kullanan bir Türkçe âşığıydı, o bir Türkiye sevdalısıydı. İçinde yaşadığı milletin değerlerinden kopuk değildi; her zaman halkla iç içe, göz göze bir yaşam sürmüştü. Kibirli ve gururlu değildi; gönlü zengin, eli açık bir halk adamıydı. Müslüman Türk milletinin bağrından çıkmış olan merhum şairin “Bayrak Şairi” olarak anılması çok ön planda olmakla beraber, birçok kişinin bilmediği bir yönü de Peygamber âşığıydı, onun yazmış olduğu Naat mükemmeldi. Arif Nihat Asya’nın Peygamber Efendimiz’e yazdığı

“Seccaden kumlardı,

Devirlerden, diyarlardan,

Gelip göklerde buluşan,

Ezanların vardı.” diye başlayan ve

“Konsun yine pervazlara güvercinler,

‘Hu, hu’lara karışsın âminler,

Mübarek akşamdır,

Gelin, ey Fatihalar, Yasinler…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özdağ.

Sayın Kaplan…

11.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan'ın, İzmit Muammer Aksoy İlkokulundaki zihinsel engelli öğrencilerin öğretmen sorununa ve Muğla’nın İztuzu beldesinde doğal yaşamı korumak için direnen eylemcilere selam yolladığına ilişkin açıklaması

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Kocaeli’nde İzmit Muammer Aksoy İlkokulunda aynı binada hizmet veren özel eğitim uygulama merkezimiz var. Bu okulda toplam 57 zihinsel engelli öğrencimiz eğitim görüyor ancak toplam 17 öğretmen görev yapmaktadır. Öğretmenlerden sadece 2’si zihinsel engelliler sınıf öğretmeni statüsünde. Bilindiği üzere, zihinsel engelliler sınıf öğretmenliği yapmak için dört yıllık üniversite sonrasında bir eğitim sürecinin yaşanması gerekiyor. Millî Eğitim Bakanlığından, engelli çocuklarımızın geleceği açısından, bir an önce bu olumsuzluğu gidermesi konusunda acil bir önlem almasını talep etmekteyim.

Ayrıca, Muğla’nın İztuzu beldesinde doğal yaşamı korumaya çalışarak direnen eylemcilere buradan selam yolluyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.

Sayın Şimşek…

12.- Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek'in, Samsun’un İlkadım ilçesinde belediye tarafından işten çıkarılan 400 alt işveren işçisinin durumuna ilişkin açıklaması

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Samsun’un İlkadım ilçesinde belediye tarafından yılbaşı itibarıyla -yerel seçimlerden bu yana- asgari ücretli 400 alt işveren işçisi işten çıkarılmıştır. Kış ortasında işlerinden olmuşlar ve şu an itibarıyla evlerinde çoluk çocuğuna ekmek götüremez durumdadırlar. Kendilerine ücretlerini ödeyemedikleri için çıkarıldıkları söylenmiş ancak yerlerine, 130 kişi daha fazla olmak kaydıyla, yeni işçi alınmıştır. Ayrıca, belediyeye lüks makam araçları, korumalara ayrı arabalar olmak üzere gereksiz harcamalar had safhadadır. Hangi vicdan bu tek amacı çoluk çocuğuna helal ekmek götürmek olan namuslu insanların ekmeğini elinden almaya müsaade eder? İlkadım Belediyesi derhâl bu yanlışından vazgeçmeli ve bu insanların mağduriyetlerine son vermelidir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şimşek.

Sayın Sarı…

13.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Sarı'nın, Gaziantep’in kurtuluşunun 93’üncü yıl dönümüne ilişkin açıklaması

MEHMET SARI (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Geçen haftalar içerisinde kutlamış olduğumuz Gaziantep’in kurtuluşunun 93’üncü yıl dönümünde… Gaziantep halkımız, 1921 yılında açlık ve yokluk içerisinde on bir ay boyunca Fransız halkının işgaline karşı büyük bir onur mücadelesi vermiştir. Zerdali çekirdeğinden ekmek yaparak gerçekleştirmiş olduğu bu savunmada yüzünün akıyla Fransız zulmünü ve işgalini son buldurmuştur. 93’üncü yılını kutladığımız bu yıl dönümünde ben Gaziantep savunmasında şehit olan tüm şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyor, gazilerimize de şükranlarımızı sunuyorum. Gaziantep’e hizmet etmekten, Gaziantep’in milletvekili olmaktan da onur ve mutluluk duyduğumu ifade ediyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Sarı.

Sayın Erdoğan…

14.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan'ın, Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ve AK PARTİ iktidarları döneminde 3 milyar 250 bin ağaç dikildiğine ilişkin açıklaması

MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Sayın mesai arkadaşımıza rahmet diliyorum. Mesai arkadaşlarının tekrar başları sağ olsun.

Tabii, AK PARTİ iktidarları döneminde, on iki yılda, 3 milyar 250 bin ağaç dikildi. Bu ağaçların kesilmesiyle ilgili sık sık gündeme gelen bir konu var, bugün de geldi fakat bunlar tabii ki yerine yenileri dikilerek her zaman telafi edilebilir ama Yalova ve Aydın’da da çok büyük ağaç katliamları oldu, bu konulara daha çok 2015 yılında dikkat edilmesi dileğimle iyi çalışmalar diliyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Erdoğan.

Sayın Karaahmetoğlu…

15.- Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu'nun, tüm insanlığın yeni yılını kutladığına, Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ve Giresun’un Espiye ilçesine bağlı Güzelyurt köyünün sorunlarına ilişkin açıklaması

SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) – Sayın Başkan, savaşsız, sömürüsüz bir dünya dileklerimle tüm insanlığın ve halkımızın yeni yılını kutluyor, sağlık ve mutluluk diliyorum.

Yaşamını yitiren Adana Milletvekili Sayın Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet, ailesine ve grubuna da başsağlığı diliyorum.

Geçtiğimiz hafta seçim bölgem Giresun’un Espiye ilçesinin Güzelyurt köyünde vatandaşlarımızla bir araya geldik. Evinde bizi ağırlayan Sayın Seydi Saydı’ya teşekkürü bir görev biliyorum.

Güzelyurt köyünün eski adı Keçi köyü. Köye çıktıktan sonra niye Keçi köyü dendiğini anladım. Köy, şehre bir buçuk saat, 35 kilometre mesafede, rakım 770. Gerçekten ulaşım çok kötü, bunun yanında köyde ciddi bir su sorunu da var. Köyde vatandaşlarımız, 2011 seçimlerinde AKP’ye 294 oy verdiklerini, Cumhuriyet Halk Partisinin 33 oy aldığını, Milliyetçi Hareket Partisinin de 20 oy aldığını ifade ettiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Karaahmetoğlu.

Sayın Acar...

16.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar'ın, MİT’in, dönemin Başbakanına, Rıza Sarraf ve bakanlarla ilgili rapor verip vermediğini öğrenmek istediğine ve Antalya Büyükşehir Belediyesinde işten çıkarılan işçilerin durumuna ilişkin açıklaması

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Başbakan bugün yolsuzluklarla ilgili “Gereği neyse biz yaparız.” diyor, AKP’li komisyon üyeleri aksini yapıyor. Komisyon kararı, Türkiye’de hukukun bittiğinin, yargının sıfırlandığının itirafıdır. Yolsuzluk, hırsızlık bir partinin iç meselesi değildir; yolsuzluğun, hırsızlığın hesabının verileceği yer hukuktur, mahkemelerdir. Başbakan mahkemeye, hukuka güvenmiyorsa vatandaş nasıl güvenecektir, neden inanacaktır? Hırsızlığın olduğu ülkelerde halk yoksul kalır. Yolsuzluğu, hırsızlığı sıfırlamak için tüm değerler, Türkiye sıfırlanıyor.

Ben sormak istiyorum: MİT, dönemin Başbakanına Reza Zarrab ve bakanlarla ilgili rapor vermiş midir, vermemiş midir? Bu rapor sonrası işlem yapılmış mıdır?

Ayrıca, Antalya’da bine yakın işçi Antalya Büyükşehir Belediyesinde işten çıkarıldı. Bir kıyım var. Birileri haksız zenginleşirken birileri de asgari ücretli işini kaybediyor. AKP’nin adaleti işte budur. Büyükşehre bağlı ilçe belediyelerinden CHP’li olanlara belde belediyelerinin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜRKUT ACAR (Antalya) – ...bütün borçları yüklenirken belde belediyelerinin tüm mal varlıkları, değerli arsaları Bütünşehre aktarılmaktadır. Böyle adalet, böyle devlet yönetimi olur mu diye soruyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Acar.

Sayın Kaynarca...

17.- İstanbul Milletvekili Tülay Kaynarca'nın, Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ve 7-14 Ocak Beyaz Baston Körler Haftası’na ilişkin açıklaması

TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Öncelikle, önceki gün vefat eden HDP milletvekilimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; bu hafta Beyaz Baston Körler Haftası. Engelli olmayı hiç kimse kendi isteğiyle seçmemektedir. Hayata tutunma konusunda sabrın en güzel örneğini verirler onlar. Renk, dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin ve fiziksel durumlarına bakılmaksızın toplumu oluşturan tüm bireylere eşit hak ve imkânların sağlanması devletimizin görevidir ve onların daha iyi koşullarda yaşayabilmesi adına yaptığımız bütün yasal düzenlemeler bu amaçladır ancak aynı zamanda da bireysel olarak da empati yapmamız, onlara yardımcı olmamız gerekmektedir. Ve diyorum ki, AK PARTİ milletvekilleri olarak bizler de tüm engellilerimizin Beyaz Baston Körler Haftası’nı kutluyor, engelsiz bir yaşam diliyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaynarca.

Sayın Balık…

18.- Elâzığ Milletvekili Sermin Balık'ın, Almanya’da PEGIDA Grubu tarafından İslam’a ve yabancılara karşı düzenlenen saldırıları kınadığına ilişkin açıklaması

SERMİN BALIK (Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Almanya’da İslam’a ve yabancılara karşı aşırı sağcı PEGIDA Grubunca düzenlenen saldırıları insanlık adına lanetliyorum. Bu grup kendilerine “Avrupa’nın İslamlaşmasına karşı Avrupalı yurtseverler” demektedir. Ancak, sorun ne İslam’dır ne de İslamcıların saldırıları. Irkçılığın Almanya’daki bugünkü biçimi İslam karşıtlığıdır. PEGIDA Grubunun gösterilerinin altındaki duygu, Alman olmayan herkese ve her şeye karşı bir kin duygusudur. “İslamofobi” diye adlandırdıkları da emperyalizmin yarattığı bir halk düşmanlığı politikasıdır. Bunda sağcı, solcu geçinen tüm Alman burjuva basınının ve politikacıların da rolü vardır; faşizmin en klasik oyunu oynanmaktadır.

İnsanlığa yapılan ırkçılığın her türlüsünü lanetlediğimi belirtiyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Balık.

Sayın Doğru… Yok.

Sayın Susam…

19.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam'ın, taksi şoförlerinin sorunlarına ilişkin açıklaması

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Başkanım, 2015 yılının tüm ülkemize huzur ve barış getirmesi dileğiyle, bu kış gününde sıkıntı çeken şoför esnafımız ve bu vasıtayla da İstanbul’da ve diğer kentlerde öldürülen taksici şoförlerinin sorunlarıyla ilgili kısa bir şey söylemek istiyorum. Belki gözden ırak tutuluyor ama çok zor şartlarda çalışan kamyoncularımız ve yirmi dört saat hizmet veren taksi şoförü esnafımız ciddi bir şekilde mağduriyetle karşı karşıyadırlar. Taksicilerin öldürülmesini önlemek çok kolay bir iştir. Dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde müşteriyle şoför arasına konulan kabinlerle bu gerçekleştirilmektedir. Bunda devletin yapacağı tek şey vardır, devlet taksilerden ÖTV ve KDV almamalıdır. Bunu yapmayıp taksicilerin yıllardır göz göre göre ölüme sevk edilmesi kabul edilemez. Bu noktada bakanlığın acilen gerekli önlemi almasını diliyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Susam.

Sayın Öğüt…

20.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ve doğu ile güneydoğuda kar yağışı nedeniyle kapalı olan birçok yolun açılması için devletin yardım göndermesi gerektiğine ilişkin açıklaması

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Sayın Başkan, Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet diliyorum, ailesine ve partisine başsağlığı diliyorum.

Efendim, şu anda kar, kış, tipi Ardahan-Kars yolunu kapatmış, Ardahan-Artvin yolunu kapatmış, Ardahan-Posof-Damal-Hanak-Çıldır-Göle’de şu anda mahsur kalan yüzlerce otobüs var. Sayın Bakan, bunu lütfen dinleyin. Bizim bölgemizin maalesef ağır kış koşulları olmasına rağmen araç gereç göndermemiş kimse. Hakikaten 2 tane eski model araçla yolları açmaya çalışıyorlar. Şu anda Göle-Ardahan arasında otuza yakın araç mahsur kalmış, insanlar “Donmak üzereyiz.” diyorlar. Yani, bu konuda istirham ediyorum, devlet olarak doğu, güneydoğuya, özellikle kar kış şiddetli olan bölgeye araç göndersinler. Kar makineleri gönderin, iş makineleri gönderin. Hakikaten oradaki insanlar çok mahsur kaldılar.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ögüt.

Sayın Gürkan…

21.- Adana Milletvekili Fatoş Gürkan'ın, 5 Ocak Adana’nın kurtuluş yıl dönümüne ve Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

FATOŞ GÜRKAN (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Öncelikle, dün 5 Ocak Adana’mızın kurtuluş günüydü, bugün Adana-Ceyhan ilçemizin kurtuluş günü. Adana’mızın düşman işgalinden kurtuluşu için kahramanca mücadele eden Adanalı kahramanları, ninelerimizi dedelerimizi rahmetle anıyorum, onlara şükranlarımı sunuyorum. Şehit olanlara Allah’tan rahmet, gazilere şükran ve minnetlerimi sunuyorum. Allah onlardan razı olsun.

Bugün, tabii, Adanalı hemşehrilerimizin de buradan kurtuluş günlerini kutluyorum. Aynı zamanda HDP Adana Milletvekiline de Allah’tan rahmet diliyorum, gruplarının başı sağ olsun.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Gürkan.

Sayın Erdoğan…

22.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan'ın, Muğla’nın çevre varlıklarının korunması için Çevre ve Şehircilik Bakanlığını göreve davet ettiğine ilişkin açıklaması

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı diye bir Bakanlığımız var. Ancak, Muğla’da gerçekleştirilen çevre katliamlarının önemli bir kısmı bizzat Çevre Bakanlığı tarafından gerçekleştiriliyor. Başta İztuzu olmak üzere birçok plajımız, Çevre Bakanlığının da ortağı olduğu bir şirket tarafından usulsüz bir şekilde, olmayan şirketlere ihale edilmektedir.

Yine, üç yeni termik santral için ÇED raporu süreci Muğla’da devam ettirilmektedir. Bafa Gölü sahipsiz ve çaresiz. Orman Bakanlığı plansız ve programsız olarak ormanlarımızı kesmektedir. Velhasıl Muğla’nın önemli varlıkları AKP iktidarı tarafından yağmalanmaktadır. Bu talan böyle devam ederse bundan sonra Muğla’da ne turizm yapılabilir ne tarım yapılabilir ne de arıcılık yapılabilir. Bu talanın bir an önce durdurularak Muğla’nın en değerli varlığı olan çevre varlıklarının korunması konusunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığını göreve davet ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Erdoğan.

Sayın Bayraktutan…

23.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın, Artvin Cerattepe’deki altın madeniyle ilgili verilen iptal kararının Türkiye çevre hareketi için bir onur belgesi olduğuna ilişkin açıklaması

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, yıllardır sürdürdüğümüz Artvin Cerattepe’de altın madeni çıkartılmasına ilişkin girişimde Rize İdare Mahkemesi geçen hafta son noktayı koydu. Rize İdare Mahkemesi dün kararını açıkladı. Bu çıkartılmak istenen maden girişimine ilişkin iptal kararı verdi. Tüm Artvin’e, tüm Türkiye’ye hayırlı uğurlu olsun diyorum. Artvinliler başından bir belayı defettiler, yargı kararıyla, kendilerine yapılmak istenen bu mütecaviz saldırıyı durdurdular. Bunun arkasından bir Danıştay süreci var ama inanıyoruz ki dosya içerisindeki o muhteşem raporlardan sonra Artvinli Artvin’i koruma gayretini hukuk kararıyla da tescil etti. Bu ihaleyi alan Cengiz grubuna, redevansla devretmiş oldukları firmaya hayırlı uğurlu olsun diyorum. Özellikle Sayın Taner Yıldız’a hayırlı uğurlu olsun diyorum, üstün gayretleri vardı bu ihale konusunda. Ne demek istediğimi kendisi anlıyor. Bu ihale sonucunda verilen bu iptal kararı tüm Türkiye’ye ders olmuştur, Türkiye çevre hareketi için emsal teşkil edilebilecek bir onur belgesi olmuştur. Bu kararı veren Rize hâkimlerini tebrik ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bayraktutan.

Sayın Vural…

24.- İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın, 4 eski bakanla ilgili Meclis Soruşturma Komisyonunun karar vereceği gün gazetelere bu konuyla ilgili ilan verenler hakkında Meclis Başkanlığının gerekli girişimlerde bulunması gerektiğine ilişkin açıklaması

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Türk milleti adına egemenlik yetkisini milletvekilleri Türkiye Büyük Millet Meclisinde kullanır, Anayasa, İç Tüzük çerçevesinde görevlerini yapar. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. 17-25 Aralık süreciyle ilgili Adalet ve Kalkınma Partisinin vermiş olduğu önerge Parlamentoda kabul edilmiş, bir Meclis soruşturma komisyonu kurulmuştur. Daha sonra Komisyon bu kararı vermiştir. Kararı vereceği gün, maalesef, gazetelerde parası olanların ilanlarıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesi tehdit edilmiştir, baskı altına alınmıştır ve bu konuda başta Adalet ve Kalkınma Partisinin önergesini imzalayanlar olmak üzere karar alan bütün milletvekilleri açıkçası bu süreci, Yüce Divandan sonra sonuçlanacak bir süreci bir darbe girişimi olarak nitelendirerek hakaret etmiştir milletvekillerine. Meclis Soruşturma Komisyonunun karar vereceği bir günde, açıkçası, bu kararı verecek olanları sağlam iradesinin gölgesine borçlu olanlar olarak tehdit edenler, aslında, vesayetçi rejimin, darbeci rejimin, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan egemenliği, Türkiye Büyük Millet Meclisini hazmedemeyen postalsız cuntacıların, darbecilerin ilanıdır.

Parası olanların ilanla Türkiye Büyük Millet Meclisine ve milletvekillerine hakaret etmesini aynen iade ediyorum. Parlamentonun onurunu, milletvekilinin onurunu ve şerefini Meclis Başkanlığı korumalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi ilanlarla tehdit edilecek bir makam değildir. Milletvekilleri birilerinin gölgesine değil, Türk milletine karşı sorumludur ve onlara karşı borçludur. Bu bakımdan, bu ilanı yapanlar hakkında Meclis Başkanlığının ivedilikle gerekli girişimlerde bulunmasını, Türkiye Büyük Millet Meclisini tezyif ve tahkir eden, baskı ve tehdit aracı olarak, bu ilanla, havuz ilanlarıyla, havuz paralarıyla milletin vekillerini tehdit eden bu zihniyet, cuntacı, bürokratik, oligarşik bu cunta hakkında gerekli işlemlerin yapılmasını arz ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Vural.

Sayın Şafak…

25.- Niğde Milletvekili Doğan Şafak'ın, Muğla’nın İztuzu beldesinde yapılacak tabiat katliamından bir an önce vazgeçilmesi gerektiğine ve emeklilerin, verilen zammı sadakadan az bulduğuna ilişkin açıklaması

DOĞAN ŞAFAK (Niğde) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de Muğla Dalyan bölgesinde, İztuzu’nda yapılacak olan tabiat katliamının Türk turizmine ağır bir darbe vuracağını, büyük bir doğal mirasın yok olacağını düşünüyorum. Bundan Hükûmetin bir an önce vazgeçmesini talep ediyorum.

İkincisi: Emekliler verilen zammı sadakadan az bulmaktadırlar.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şafak.

Sayın Akar…

26.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar'ın, Bilecik’in bazı ilçe ve köylerinde yoğun kar yağışı nedeniyle zarar gören seraların onarılması için devletin yardım etmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, 30-31 Aralık tarihinde yağan yoğun kar yağışı nedeniyle, Bilecik ilinde, Söğüt ve İnhisar ilçeleri ve köylerinde, özellikle Çaltı, Yakacık ve Koyunlu ve diğer köylerde toplam 6 bin dönüm sera yıkılmıştır ve bu seraların tekrar onarılarak kullanılması mümkün değildir. “Marmara’nın Antalyası” olarak adlandırılan bu bölgede tüm yıl ekim yapılmaktadır. Derhâl bölgeye devlet tarafından yardım eli uzatılmalı, seraların sökülebilmesi için acil maddi yardım, ayrıca, maliyeti dönüm başına 15-20 bin TL tutan yeni seraların da devlet desteğiyle, mart-nisan, yeni ekim dönemine mutlaka yetiştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, çiftçilerimizin banka borçları, tarım kredi borçları da derhâl ertelenmelidir diyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Akar.

Son olarak Sayın Gök…

27.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, AKP’li milletvekillerinin, Meclis Soruşturma Komisyonunun Genel Kurul oylamasında Cumhurbaşkanının talimatıyla değil kendi vicdanlarına göre karar vereceklerini umut ettiğine ilişkin tekraren açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Anayasa’mıza göre Cumhurbaşkanı, ülkedeki bütün kurulların ve kurumların arasındaki idareyi sağlayacak, eş güdümü tesis edecek ve ülkenin birlik ve beraberliğini gerçekleştirecektir. Ama, şu anda Cumhurbaşkanlığı makamında oturan zat, bugün elçilere vermiş olduğu yemekte, dün Soruşturma Komisyonunun almış olduğu karara atfen milletvekillerinin de Mecliste Soruşturma Komisyonunun kararının doğrultusunda karar alacaklarını beyan etmek suretiyle, hepimizin, bütün herkesin, “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.” diyen şu yüce Parlamentonun onuruyla oynamıştır. Bir Cumhurbaşkanının -hiçbir şekilde kendisine ait olmayan bir yetkiyi- yetkisi olsa dahi susması gereken bir konuda, tam da tersine, yolsuzlukların üzerine gidilmesinin ve bu konuda hesap verilmesinin gerekliliğini anlatması gereken bir konuda milletvekillerine talimat verir şekilde “Soruşturma Komisyonunun almış olduğu kararın gereğini milletvekilleri Mecliste yapacaktır.” demesi kadar Türkiye'de Anayasa’nın ayaklar altına alındığı bir başka dönem de bulunmamaktadır. Böylesi bir uygulama dünya tarihinde hiç yoktur, ülkemizde de benim hatırladığım kadarıyla bir ilktir.

Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki yolsuzlukların -kendisine uzanacağını bildiği yolsuzlukların- üzerine gideceği, talimatlarını verip aklanmanın yolunu açacağı yerde, kapatılan bir soruşturmayla ilgili milletvekillerine talimat verme yolunu seçerek anayasal suç işlemiştir. Böyle bir Cumhurbaşkanını bu ülke taşıyamaz. Umuyor ve diliyorum ki AKP’li milletvekili kardeşlerimiz namuslu, dürüst ve haysiyetli vicdanlarında bu konuyu enine boyuna tartacaklar ve kendi vicdanlarına göre karar alacaklar. Cumhurbaşkanının bu talimatını ellerinin tersiyle itecekler diye umut ediyor ve bekliyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Gök.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının beş tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup bilgilerinize sunacağım.

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Van Milletvekili Nazmi Gür’ün AB Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa etmesiyle boşalan Türkiye-AB KPK üyeliği için HDP Grubu Başkanlığınca bildirilen Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanınca uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1664)

   16 Aralık 2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Van Milletvekili Nazmi Gür'ün AB Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa etmesiyle, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonundaki (KPK) üyeliği sona ermiştir. Türkiye-AB KPK'da boşalan üyelik için; 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 2'nci maddesine göre Halkların Demokratik Partisi Grup Başkanlığınca bildirilen Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü'nün mezkûr Kanun'un 12'nci maddesi uyarınca Başkanlık Divanında yapılan incelemede uygun görülen üyelik Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                                                       Cemil Çiçek

                                                                                                           Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                          Başkanı

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Irak Temsilciler Meclisi Başkanı Selim Cuburi ve Çek Cumhuriyeti Temsilciler Meclisi Başkanı Jan Hamacek’in beraberlerinde birer Parlamento heyetiyle birlikte ülkemizi ziyaret etmelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 15/12/2014 tarih ve 85 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1665)

22/12/2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Irak Temsilciler Meclisi Başkanı Selim Cuburi ve Çek Cumhuriyeti Temsilciler Meclisi Başkanı Sayın Jan Hamacek'in beraberinde bir Parlamento heyeti ile birlikte ülkemizi ziyaret etmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 15/12/2014 tarih ve 85 sayılı Kararı ile uygun bulunmuştur.

Söz konusu heyetlerin ülkemizi ziyaretleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 7’nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                                                       Cemil Çiçek

                                                                                                           Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                          Başkanı

 

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi (AGİTPA) Türkiye Delegasyonu üyeliğinden istifa etmesiyle boşalan üyelik için AK PARTİ Grubu Başkanlığınca bildirilen Antalya Milletvekili Sadık Badak’ın 19/12/2014 tarih ve 86 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1666)

   24 Aralık 2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı'nın Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi (AGİT PA) Türkiye Delegasyonu üyeliğinden istifa etmesi sonucunda boşalan üyelik için, 28/03/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 2'nci maddesine göre Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu Başkanlığınca bildirilen ve mezkûr Kanun'un 12'nci maddesi uyarınca 19 Aralık 2014 tarihli ve 86 sayılı Başkanlık Divanı Kararı ile uygun görülen Antalya Milletvekili Sadık Badak'ın üyeliği Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                                                       Cemil Çiçek

                                                                                                           Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                          Başkanı

 

4.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Avrupa Parlamentosu Türkiye İlerleme Raporu’na ilişkin Avrupa Parlamentosu üyeleriyle temaslarda bulunmak üzere Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı ve Siirt Milletvekili Afif Demirkıran’ın 12-15 Ocak 2015 tarihlerinde Strazburg’a gitmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 22/12/2014 tarih ve 87 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1667)

   26 Aralık 2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Avrupa Parlamentosu Türkiye İlerleme Raporu'na ilişkin Avrupa Parlamentosu üyeleri ile temaslarda bulunmak üzere Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı ve Siirt Milletvekili Afif Demirkıran'ın 12-15 Ocak 2015 tarihlerinde Strazburg'a gitmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 22/12/2014 tarihli ve 87 sayılı Kararı ile uygun bulunmuştur.

Söz konusu ziyaret, 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 10'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                                                       Cemil Çiçek

                                                                                                           Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                          Başkanı

 

5.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Ankara Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı’nın mensubu olduğu Cumhuriyet Halk Partisinden istifa etmesi sonucunda boşalan Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Türkiye Delegasyonu yedek üyeliği için CHP Grubu Başkanlığınca bildirilen İzmir Milletvekili Rıza Türmen’in 15/12/2014 tarih ve 85 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1668)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Ankara Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı'nın mensubu olduğu Cumhuriyet Halk Partisinden istifa etmesi sonucunda boşalan Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Türkiye Delegasyonu yedek üyeliği için, 28/03/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 2'nci maddesine göre Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Başkanlığınca bildirilen ve mezkûr Kanun’un 12'nci maddesi uyarınca 15 Aralık 2014 tarihli ve 85 sayılı Başkanlık Divanı Kararıyla uygun görülen İzmir Milletvekili Rıza Mahmut Türmen'in yedek üyeliği Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                                                       Cemil Çiçek

                                                                                                           Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                          Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- BDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, ana dilde eğitim taleplerinin hayata geçirilmesine katkı sağlamak için yapılması gereken hukuki düzenlemelerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1167)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ana dilde eğitim dünyada kimlik politikalarının gündemleştiği 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren hem bireysel anlamda hem de kolektif anlamda varoluşsal bir hak olarak kabul görmüştür. Ana dilde eğitime hak talepli yaklaşımın gelişmesine paralel olarak dünyanın bir çok demokratik ülkesinde resmî dil dışındaki ana diller de eğitim dili olarak kullanılmaya başlanmış, bu hak birçok uluslararası antlaşma ve mutabakat metninde yer almıştır. Türkiye kamuoyunda da uzun zamandır başlayan ana dilde eğitim tartışmaları artarak sürmekte, hak talepli yaklaşım kamuoyunun duyarlılık gösterdiği bir aşamaya doğru evrilmektedir. Bireysel ve kolektif anlamda ortaya çıkan ana dilde eğitim talepleri konusunda TBMM'nin inisiyatif alarak, Türkiye kamuoyunda gelişen tartışmalara katkı sunmak üzere hukuksal, bilimsel, siyasal ve sosyolojik anlamda ön açıcı olması amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük'ün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını dilerim.

                                                                                                                      İdris Baluken

                                                                                                              BDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Ana dil, insanın heybesidir. Diller bireylerin ve toplumların düşüncesini, sosyal hayata ilişkin yaklaşımlarını belirleyen ana öğedir. Deyim yerindeyse varlığın evini oluşturan ana dil, eğitim üzerinden standardize edilerek hem daha yaygın kullanılmasının sağlanması hem de dilin yaşaması açısından önemli bir konumda bulunmaktadır.

Ana dilde eğitimin bir hak olarak tanınması için yapılan tartışmalar tek dil, tek millet gibi toplumsal yapıya ve farklılıklara uymayan politikaların aşınmasına paralel olarak gelişmiştir. Bu kapsamda, ana dilde eğitime ilişkin birçok bilimsel çalışma gerçekleştirilmiş, bu çalışmaların sonuçlarında da ana dilde eğitimin çocukların pedagojik gelişimlerine önemli oranda katkı sağladığı görülmüştür. Yapılan araştırmalara göre ana dilde eğitim alan çocuklar, daha hızlı öğrenme süreçlerini yaşamakta, aynı zamanda ana dilde eğitim çocuklarda başka bir dilin öğrenilmesini de ciddi anlamda kolaylaştırmaktadır.

Ana dilde eğitime dair bilimsel çalışmalar, sosyolojik veriler ve siyasal tartışmalar kendisiyle beraber ana dilde eğitimin uluslararası antlaşmalar ve mutabakat metinlerinde de direkt ya da dolaylı olarak hak statüsünde güvenceye alınmasını getirmiştir. BM’nin Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AB Kriterleri ve Türkiye İlerleme Raporları gibi birçok uluslararası metin ana dilde eğitimin yapılması için ana dilde eğitimi garantiye alan ve teşvik edici ifadelere yer vermektedir. Ana dilde eğitimin yapılması hususunda dünya kamuoyunda tartışmalar tüketilmek üzere olup ana dilde eğitimin bir hak olduğu konusunda mutabakat vardır.

Ana dilde eğitimin hak olduğundan hareketle ana dilde eğitimin nasıl yapılacağına ilişkin de tartışmalar yürütülmekte, devletler çeşitli uygulamalarla bu sorunu da aşmaktadır. Bazı ülkeler resmî dilin yanında diğer dilleri de öğretirken, bazı ülkeler ise çok dilli eğitim uygulamalarını hayata geçirmektedir. Örneğin Belçika'da Flamanca, Fransızca ve Almanca eğitim verilmekteyken, İspanya'da Kastilyaca, Katalanca, Galicia ve Bask dillerinde eğitim verilmektedir. Türkiye'de çokça tartışıldığı üzere ABD’de ise eyaletler arası eğitim dili farklılık göstermekte, hangi dilde eğitim yapılacağına eyalet yönetimleri karar vermekteyken İspanyolca ve Amerika yerli dillerinde de eğitim verilmektedir. Türkiye'de ise ana dilde eğitim tartışmaları gerek kamuoyu nezdinde gerekse de yeni Anayasa yapım sürecini devam ettiren TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonunda sürerken dikkati çeken nokta ise Hükûmetin ana dilde eğitim üzerinde toplumda geride duran yaklaşımlarıdır. Hükûmet temsilcilerinden biri Kürtçe eğitimi “şeytana uymak” olarak tanımlarken, bir diğeriyse Kürtçe’nin medeni bir dil olmadığını ifade etmektedir. Oysa ki, eğitim sendikalarının yaptığı kamuoyu araştırmalarına göre Türkiye nüfusunun yüzde 69'u ana dilde eğitimi onaylamaktadır. Kamuoyunun bu duyarlılığı ve Hükûmetin çağ dışı yaklaşımı sonucunda, Türkiye'de ana dilde eğitim hakkı talebinde olan cezaevlerindeki mahkûmlar ana dilde eğitimle ilgili engellerin kaldırılması için süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlamıştır.

Tüm bu uluslararası hukuki düzenlemeler, uygulamalar ve Türkiye'deki kamuoyu duyarlılığından hareketle yeni anayasa yazım sürecine, toplumsal hak taleplerine duyarlılık gösterilmesine, bilimsel ve sosyolojik gerçekliklere uygun düzenlemelerin hayata geçirilmesine katkı sağlamak üzere hukuksal düzenlemelerin önünü açmak için bir Meclis araştırması açılmasını talep ediyoruz.

2.- BDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, cezaevlerindeki açlık grevleri sonucu ailelerin yaşadığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1168)

02/11/2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Cezaevlerinde 12/09/2012 tarihinde başlayan ve iki siyasi talebi içeren süresiz dönüşümsüz açlık grevi bugün itibarıyla onlarca cezaevini kapsamış, açlık grevinde bulunan tutsak sayısı 683’ü aşmış ve grev 51’inci gününe girmiştir. Tutsakların aileleri grevdeki çocukları için büyük bir endişe ve acı içindedirler. Aileler grevin sona erdirilmesi amacıyla açlık grevi, oturma eylemi, basın açıklaması, siyasi partileri ziyaret gibi eylemler gerçekleştirmektedirler. Bu eylemler sırasında, aileler, yaşadıkları endişe yetmezmiş gibi güvenlik güçlerinin de saldırılarına maruz kalmaktadırlar. Tutsak ailelerinin yaşadığı sorunların araştırılması için tutuklu bulunan BDP Mardin Milletvekili Sayın Gülser Yıldırım'ın talebi doğrultusunda Anayasa'nın 98’inci ve İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                 Pervin Buldan

                                                                                Iğdır Milletvekili

                                                                      BDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Bugün, ülkenin en önemli gündemlerinin başında 66 cezaevinde 683 tutsağın başlattığı ve 51’inci gününde olan süresiz dönüşümsüz açlık grevi yer almaktadır. Açlık grevinin nedenleri yine ülkenin acil çözüm bekleyen önemli iki sorunundan kaynaklanmaktadır. Tutsakların talepleri şunlardır: Ana dilde eğitim ve savunma hakkının anayasal çerçeveye alınarak tanınması ve Sayın Abdullah Öcalan'ın dört yüz yetmiş gündür avukatlarıyla görüştürülmemesinin önünün açılması; doğrudan uygulanan tecritin kaldırılması; sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının düzeltilerek müzakere sürecinin başlatılması. Sayın Öcalan İmralı Adası’ndaki özel cezaevinde on üç yıldan fazla süredir tutukludur. Dört yüz yetmiş gündür avukatlarının görüşmesine "Koster bozuk." gerekçe gösterilerek engel olunmaktadır.

Yasal mevzuat, devam eden davalarından dolayı avukatlarıyla görüşmesini mümkün kılmaktadır. Yasalar buna izin verdiği için akla gelen tek engel bozuk ve bir türlü tamir edilemeyen kosterdir. Bir hukuk devletinde kişiye özel bir cezaevi olmayacağı bir yana, savunma hakkının önündeki fiziksel engellerin kaldırılması ve mahpusun avukatıyla görüştürülmesinin sağlanması için her türlü önlemin ve tedbirin alınması bir zorunluluktur.

Eski bir bakan için yeniden cezaevi yapan bir iktidarın, Sayın Öcalan'ın avukatlarıyla görüşebilmesi için fiziki şartları düzeltemiyor güçte olduğunu düşünmek bir aldatmacadır. Kosteri düzeltemeyen iktidar, Sayın Öcalan’ı tecrit ettiği bu ada yerine Kürt sorununun çözümü için en önemli kişi olduğu gerçeğiyle müzakere sürecini sağlayabilecek koşullara ulaştırmalıdır. Cezaevindeki tutsakların da taleplerinin biri budur.

Ana dilde eğitim ve savunma hakkı doğuştan gelen ve kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır. Bu hakkın kısıtlanması kaldırılması veya engel olunması yaşamın ve ülkenin gerçekleriyle çatışmaktadır. Demokratik toplumlarda yaşanmayan bu sorunun ülkemizde yol açtığı sıkıntılar son günlerde büyük bir tıkanmaya yol açmıştır. Hukuki yollarla bu iki sorunun çözüme kavuşturulmaması cezaevlerinde 700’e yakın tutsağın bedenlerin açlığa ve dolayısıyla da ölüme yatırmalarına yol açmıştır. Açlık grevi artık ölüm sınırındadır. 40’ıncı günün geçmesiyle artık ölüm sınırına getirilen grev ölüm orucuna da dönüşmüş durumdadır. Siyasi iktidarın duyarsızlığı karşısında çaresiz durumdaki tutsak yakınları, dayanışma amaçlı açlık grevi, kitlesel yürüyüş, basın açıklaması ve siyasi partileri ziyaret etmektedirler. Bu eylemleri sırasında bir de güvenlik güçlerinin saldırılarına maruz kalarak yaralanmaktadırlar. Aileler büyük bir endişe içindedirler. Her an yakınlarının ölüm haberlerini alacak olmanın üzüntü ve kaygısını yaşamaktadırlar. Çocuğunun aç olduğunu bilen bir anne veya babanın yaşadığı acıyı anlamak zor değildir. Bu aileler elli bir gün içinde, yemek yerken, gülerken, işe giderken büyük bir moral bozukluğu içindedir. Ailelerin bu süreçte yaşadığı hukuki, maddi ve psikolojik sorunlarını ve çözüm yollarını araştırmak için komisyon kurulması gerekmektedir.

3.- BDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, cezaevlerindeki açlık grevlerinin yol açtığı sağlık problemleri nedeniyle serbest bırakılan tutsakların yaşadıkları ekonomik ve sosyal sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1169)

02/11/2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Cezaevlerinde 12/09/2012 tarihinde başlayan ve iki siyasi talebi içeren süresiz dönüşümsüz açlık grevi, bugün itibarıyla onlarca cezaevini kapsamış, açlık grevinde bulunan tutsak sayısı 683’ü aşmış ve grev 51’inci gününe girmiştir. Geçmişte yaşanan açlık grevleri sonrasında, grevlerin yol açtığı sağlık problemleri nedeniyle serbest bırakılan veya tahliye olan tutsakların yaşadıkları ekonomik ve sosyal sorunların araştırılmasının bugün hâlâ devam eden açlık grevlerinin sona erdirilmesinde fayda sağlayacağı düşüncesi ile Anayasa'nın 98’inci ve İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                     Pervin Buldan

                                                                    Iğdır Milletvekili

                                                                        BDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Adalet Bakanlığının yaptığı son açıklamaya göre 66 Cezaevinde 683 tutsak süresiz dönüşümsüz açlık grevinin 51’inci günündedir. 2 tutsak ise açlık grevini 16 Ekim 2012 tarihinden bu yanadır ölüm orucuna çevirmişlerdir. Açlık grevleri çok önemli iki nedenden kaynaklanmaktadır. Ana dilde eğitim ve savunma hakkının anayasal çerçeveye alınarak tanınması ve Sayın Abdullah Öcalan'ın dört yüz yetmiş gündür avukatlarıyla görüştürülmemesinin önünün açılması, doğrudan uygulanan tecridin kaldırılması, sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının düzeltilerek müzakere sürecinin başlatılması bu iki önemli nedendir. Ana dilde eğitim ve savunma hakkı bugün çağdaş ve demokratik ülkelerin yaşadığı bir sorun değildir. Bu ülkeler bu konuyu geçmiş yüzyılda güvence altına almıştır. Ayrıca dünyada iki örnek dışında hiçbir ülkede bir kişiye özel bir cezaevi ve infaz sistemi uygulanmamıştır. Tabii, mahkeme ilkesine aykırı bir düzenleme olan İmralı Adası Cezaevi, devletin kendine güvensizliğinin ve korkularının da bir sonucudur. Hukuki bir düzenleme ile çözülebilecek nitelikte bir sorunun bugün yüzlerce insanın hayatına mal edilmek zorunda bırakılması bir hukuk devleti ayıbıdır. Geçmişte bu ülkede çok kez açlık grevleri yaşanmıştır. 12 Eylül ihtilali sonrasında siyasi ve politik tutsaklar tarafından açlık grevleri yapılmıştır. Bunların başında gelen Diyarbakır Askerî Cezaevi, 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra yaşanan işkencelerle ön plana çıkmış bugün dahi yaşanan vahşetle hafızalardan silinememiştir. Diyarbakır Cezaevinde, 1981 ve 1984 yılları arasında açlık grevlerinde, 34 kişi hayatını kaybetmiş, onlarca kişi sakat kalmıştır. 1996 yılında Adalet Bakanı Mehmet Ağar'ın çıkarttığı Mayıs Genelgesi olarak bilinen genelgeyi protesto etmek için ülkedeki yaklaşık 43 cezaevinde, toplam 2.174 tutsak açlık grevi ve 355 tutsak da ölüm orucuna katılmış ve 12 tutsak hayatını kaybetmiş, onlarca tutsak da açlığa bağlı sağlık problemleriyle karşılaşmıştır. Bir sonraki açlık grevi, 20 Ekim 2000'de birçok cezaevinde aynı anda başlamıştır. 816 mahkûmun başlattığı açlık grevi, yaklaşık bir ay sonra ölüm orucuna dönüşmüştür. 1996 ve 2000'li yıllarda açlık grevleri nedeniyle pek çok mahkûm, özellikle Wernicke Korsakoff Sendromu olmak üzere açlığa bağlı hastalığa yakalanmıştır. Açlık grevlerinin en kötü sonucu ölümdür. Fakat sağlık problemleri, yaşanan diğer en büyük sorundur. Bunun yanında açlık grevleri sonrasında kalıcı sağlık sorunları nedeniyle infazları durdurulan tutsakların toplumsal hayatta yaşadıkları uyum zorlukları, fiziksel engeller nedeniyle hayatlarını tek başlarına idame ettirememeleri, çalışamamaları, sosyal güvenceden yoksun durumda oldukları için sağlık problemlerini giderememeleri hâlâ yaşanan diğer büyük sorunlardır.

Açlık grevleri sonrasında yaşanan sağlık problemleri nedeniyle infazları durdurulan veya tahliye olan tutsakların yaşadığı ekonomik ve sosyal problemlerinin araştırılması için bir komisyon kurulması gerekmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın Satır, sisteme girmişsiniz, buyurunuz.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

28.- İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır'ın, Ankara Milletvekili Levent Gök’ün yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Sayın Başkan, izninizle kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

Biraz evvel Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili arkadaşımızın konuşmalarına karşı bir iki cümle de ben etmek isterim. “Cumhurbaşkanlığında oturan zat” dedi Değerli Başkanımız. Bu konuda kendisini kınıyorum. Cumhurbaşkanlığında oturan zat, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’de yapılan seçimlerde yüzde 50’den fazla oy oranıyla halkın oylarıyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanımızdır. Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanının, seçilmiş iktidara yönelik her türlü baskı ve darbe girişimlerine karşı “devletin başı” sıfatıyla beyan ve analizlerde bulunması son derece normaldir. Çünkü Anayasa’nın amir hükmüne göre Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin birliğini temsil eder.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Ama Türkçeyi de aşağılar.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – İçeride ve dışarıda, cumhuriyetimize ve milletimize yönelik her türlü hukuk dışı saldırılara karşı beyan ve yorumda bulunması en doğal hakkıdır kanaatindeyiz.

Grubum adına bunu paylaşmak istedim.

Teşekkür ederim.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Ama “Türkçeyle felsefe yapılmaz, ilim yapılmaz.” der, ayrı bir şey o da.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Satır.

VIII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) Duyurular

1.- Başkanlıkça, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine düşen 1 üyelik için aday olmak isteyen siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerinin yazılı olarak müracaat etmelerine ilişkin duyurusu

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine de bir üyelik düşmektedir. Bu Komisyona aday olmak isteyen, siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerinin 12 Ocak 2015 Pazartesi günü saat 18.00’e kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yazılı olarak müracaat etmelerini rica ediyorum.

İç Tüzük’ün 75’inci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

A) Tezkereler (Devam)

6.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Cumhuriyeti Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Irak Cumhuriyeti İskan ve İnşaat Bakanlığı Arasındaki Eğitim Alanında Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 75’inci maddesine göre geri verilmesine ilişkin tezkeresi (3/1669)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: a) 1/10/2010 tarihli ve B.02.0.KKG.0.10/101-110/4091 sayılı yazımız.

         b) 22/9/2011 tarihli ve B.02.0.KKG/101-30/2991 sayılı yazımız.

İlgi (a)'da kayıtlı yazı ekinde Başkanlığınıza sunulan ve ilgi (b) yazı ile yenilenmesi uygun görülen "Türkiye Cumhuriyeti Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Irak Cumhuriyeti İskan ve İnşaat Bakanlığı Arasındaki Eğitim Alanında Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı"nın Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 75 inci maddesine göre geri gönderilmesini arz ederim.

                                                                               Ahmet Davutoğlu

                                                                                    Başbakan

BAŞKAN – Dışişleri ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarında bulunan tasarı geri verilmiştir.

Anayasa’nın 92’nci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

7.- Başbakanlığın, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra edeceği kararlı destek misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Hükûmete Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca iki yıl süreyle izin verilmesine ilişkin tezkeresi (3/1660)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin 1368 (2001), 1373 (2001) ve 1386 (2001) sayılı kararları çerçevesinde ve 5 Aralık 2001 tarihli Bonn Konferansı sonuçları uyarınca, Afganistan Hükümetinin güvenlik durumunun iyileştirilmesi ve kendi güvenlik kabiliyetlerinin oluşturulmasına yardımcı olmak amacıyla 2001 yılında Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti (ISAF) oluşturulmuş; 2003 yılında bu kuvvetin sorumluluk alanı 1510 (2003) sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla Kabil'in ötesine genişletilerek, stratejik komuta, kontrol ve eşgüdümü NATO Daimi Konseyi'nin 16 Nisan 2003 tarihli kararıyla NATO tarafından üstlenilmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10 Ekim 2001 tarihli ve 722 sayılı kararıyla Hükûmete verdiği yetki temelinde Afganistan'da ISAF Harekâtı’nın başlangıcından beri görev almaktadır.

NATO liderliğinde icra edilmekte olan ISAF Harekâtı 2014 yılı sonunda tamamlanacaktır. Bu tarihten sonra NATO'nun Afganistan'la ilişkilerinin temel unsurlarından birini Kararlı Destek Misyonu oluşturacaktır. 20-21 Mayıs 2012 tarihlerinde Şikago'da ve 4-5 Eylül 2014 tarihlerinde Galler'de gerçekleştirilen NATO Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvelerinde alınan kararlar çerçevesinde, 1 Ocak 2015 tarihinde başlatılması öngörülen Kararlı Destek Misyonu’nun muharip bir nitelik taşımaması ve Afgan makam ve kurumlarına eğitim, danışmanlık ve yardım sağlamak amacıyla iki yıl icra edilmesi planlanmakta; Afgan ulusal güvenlik güçlerinin ülke genelinde güvenlik sorumluluğunu bütünüyle üstlenmesi hedeflenmektedir.

Afganistan'la köklü kardeşlik ve dostluk ilişkileri bulunan Türkiye, Afganistan'ın millî birliği, bütünlüğü ve bağımsızlığını her zaman desteklemiş; Afgan halkının barış, istikrar ve refah içinde yaşamasını teminen, her alanda Afganistan'la dayanışma içinde olmuştur. Cumhuriyet tarihinin en büyük dış yardım programını Afganistan'da yürütmekte olan ülkemizin, anılan misyona katkıda bulunmasının, Afganistan'la ikili ilişkilerimizin ve bölgede izlemekte olduğumuz faal dış politikamızın doğal bir uzantısını oluşturacağı değerlendirilmektedir.

Bu yaklaşımdan hareketle, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO'nun Afganistan'da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurtdışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan'a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye'de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için, iki yıl süreyle izin istenilmesini Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca arz ederim.

                                                                               Ahmet DAVUTOĞLU

                                                                               Başbakan

BAŞKAN – Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.

Konuşma süresi gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.

Tezkere üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Gruplar adına konuşacak olan sayın milletvekilleri Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Bingöl Milletvekili İdris Baluken, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Osman Faruk Loğoğlu, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Ahmet Berat Çonkar, Hükûmet adına Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz; şahıslar adına Isparta Milletvekili Recep Özel, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can.

Şimdi, ilk konuşmacı olarak Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Bingöl Milletvekili İdris Baluken.

Buyurunuz Sayın Baluken. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afganistan’a NATO bünyesinde asker gönderilmesi ve Türkiye topraklarının NATO askerlerine açılması konusunda verilmiş olan Başbakanlık tezkeresi üzerine Halkların Demokratik Partisinin görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben konuşmama geçmeden önce 2015 yılının tüm ülkemize, bölgemize, tüm halklarımıza hayırlı uğurlu olmasını, barış, demokrasi ve özgürlük getirmesini talep ediyorum. Özellikle Meclisimizde de barışa, demokrasiye, özgürlüğe katkı sunacak olan yasaların güncelleşmesini ve burada yapılacak olan mesailerle yasalaşmasını yine bütün içtenliğimle temenni ediyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii, görüştüğümüz tezkerenin konusu son derece önemli. Aslında gönül isterdi ki 2015 yılının bu ilk Genel Kurulunda biz toplumsal barışa, bölgesel barışa katkı sunacak, demokrasimizi geliştirecek bir reform paketiyle burada mesaiye başlamış olalım ama maalesef her dönem olduğu gibi uzun bir aradan sonra, bir tatil döneminden sonra yine askerî tezkereyi öne alan bir gündemle bir araya gelmiş bulunuyoruz. Bunu tekrar büyük bir talihsizlik olarak değerlendirdiğimizi ifade etmek istiyoruz. Çünkü, biz genel olarak bu askerî tezkerelerin hiçbir zaman ne ülkemize ne de muhatap olunan halklara demokrasi, barış, özgürlük getirmeyeceğini hep ilkesel olarak vurguladık. Bugünkü tezkereyle ilgili de en başından beri bu ilkesel duruşumuzu buradan ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi özellikle küresel düzlemde, yeni dünya düzeninin kurgulanan siyasal zemini 11 Eylül saldırılarıyla birlikte âdeta hayata geçti. 11 Eylül saldırılarının arkasında bulunan güçler de daha sonra hem Orta Doğu’ya hem de Yakın Doğu’ya güvenlik, demokrasi ve terörizm adı altında büyük operasyonlar, büyük politik planlamalar uyguladılar ve deyim yerindeyse buradaki halkların tamamını çok büyük bir buhran kuyusunun içine ittiler. Başta ABD olmak üzere bu Batılı güçler, küresel, emperyal güçler, kendi çıkarları gereğince yıllarca destek verdiği rejimleri, yönetimleri tek tek devirdi; bunların yerine demokratik teklifleri öngörecek halk yönetimlerini başa getirmek yerine kendi devlet çıkarlarını, kendi emperyal çıkarlarını öne alacak birtakım politikaları devreye koydu.

Aslında, Orta Doğu’ya ve Yakın Doğu’ya kan ve barut kokusunu getiren bütün bu planlamaların başlangıcında da Afganistan’da 7 Ekim 2001 tarihinde yapılan saldırıları burada vermek, burada tespit etmek son derece önemlidir diye düşünüyoruz. Bu saldırılardan sonra gerek ABD’nin gerekse de müttefiklerinin terörizm nedeniyle ortaya koymuş olduğu gerekçelerle birtakım operasyonlar yapıldı, halklara büyük bedeller ödetildi, deyim yerindeyse Orta Doğu ve Yakın Doğu, sömürgecilik arayışları adına halklar için tam bir mezarlık hâline getirildi. Biz, 2001 yılından beri küresel emperyalizmin Orta Doğu ve Yakın Doğu’da yürütmüş olduğu bu politikalarda da Türkiye’nin âdeta bir ön karakol rolünü oynadığını defalarca bu kürsüden ifade ettik. Maalesef, bugün önümüze gelen tezkere de Türkiye’nin hâlâ bu ön karakol rolüne, misyonuna uygun çabasının devam ettiğini ortaya koyması açısından son derece vahim bir tabloyu önümüze getiriyor. Bir devletin sınırları içeresinde oradaki halkın iradesini esas almadan asker göndermenin kendisi güncellenmiş sömürgecilik anlayışının bizce ta kendisidir. Özellikle Afganistan’da yapılan bu operasyonların bugüne kadar neler getirdiğini Genel Kurulla biraz paylaşmak istiyoruz.

Hatırlarsanız, bu NATO askerlerinin gitmesi, oradaki politikaların devreye girmesinin tamamı Afganistan ve bölge halkına demokrasi, refah ve huzur getirmeyi amaçlıyordu. Peki, 2001 yılından bugüne kadar süren bu operasyonlar ve politikalar neticesinde bölgede gerçekten halkları adına refah, huzur ve güvenlik sağlandı mı diye bir değerlendirme yapmak sanırım önümüzdeki tabloyu görmek açısından son derece önemlidir.

Bakın, 2001 yılından itibaren yani Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti, Taliban örgütü, El Kaide gibi aşırı birtakım örgütleri bahane ederek Afganistan’a gittiği günden bugüne kadar sadece yaşanan çatışmalarda 3.485 NATO askeri hayatını kaybetti, bunlardan 14’ü de Türkiye askeriydi. Yine bu süreç içerisinde NATO’nun yapmış olduğu bombalamalar da düğün yerlerinden sivil yerleşim alanlarına, köylerden stadyumlara kadar insanlık adına pek çok suç olacak katliamlar maalesef insanlık hafızasına, insanlık tarihine kazındı. O tarihten bugüne kadar yaşanan çatışmalarda 2013 verilerine göre 20 bin insan yaşamını yitirdi, yüz binlerce insan ağır bir şekilde yaralandı. Yani, NATO ve müttefikleri Afganistan’a barış, huzur ve güvenlik getireceğiz derken, âdeta ölüm, kan, gözyaşı ve acı taşıdılar. NATO ve müttefiklerinin bu tutumları orada yaşanan insani krizi her geçen gün derinleştirdi. Orada halkların iradesini esas alan yönetimler yerine, bu iradeyi gasbeden kukla yönetimler üzerinden birtakım politikalar hayata geçirildi. Telafi edilmesi imkânsız hatalarla, halkları düşmanlaştıran bu politikalarla ve başta insansız hava araçları olmak üzere, savaş uçaklarıyla yapılan katliamlarla da âdeta Afganistan’daki halklar da Taliban’ın, El Kaide örgütünün kucağına itildi.

Bu hatalı politikaların yansıması sadece Afganistan’da olmadı. Afganistan’da yürütülen bu yanlış politikalar özellikle Pakistan’dan Bangladeş’e, Suriye’den Nijerya’ya, Somali’den Irak’a kadar bu aşırı uçta yer alan örgütlerin güçlenmesi için muazzam bir zemin sundu. Bütün bunların kökeninde de soğuk savaş yıllarında Sovyetler Birliği’ne karşı El Kaide ve Taliban’ı destekleyen emperyalist güçlerin âdeta kendi elleriyle yarattıkları bir canavarla muhatap olduklarını buradan rahatlıkla ifade edebiliriz. Kendi elleriyle yarattıkları canavar ne zaman Amerika’ya saldırdı, ne zaman Avrupa’ya saldırdı, ondan sonra bu emperyal güçlerin farklı birtakım politikaları maalesef halklara ölüm getirecek şekilde tekrar devreye kondu.

Ülkemizde de İstanbul’daki özellikle sinagog saldırılarını ve HSBC Bankasına yapılan saldırıları bu küresel tehdidin bir parçası olarak burada değerlendirebiliriz.

Değerli milletvekilleri, Afganistan sadece savaş mağduru olan bir ülke değil; uyuşturucu kaçakçılığı ve insan kaçakçılığı açısından da âdeta merkez hâline getirilmiş bir ülke. Ve bugüne kadar yapılmış olan NATO müdahalesi uyuşturucu kaçakçılığı ve insan kaçakçılığı açısından da her geçen gün kötüleşen bir tabloyu beraberinde getirmiştir. Afganistan’dan Avrupa’ya ulaştırılan uyuşturucu trafiğinin ve yine insan ticaretinin merkezinin de Türkiye’den geçtiğini buradan ifade etmemiz gerekiyor. Afganistan’da yerleşmiş olan El Kaide ve Taliban militanlarının Türkiye topraklarını kullanarak Irak’a, Suriye’ye giderek orada halklara büyük zulümler yaşattığını yine ifade etmek istiyoruz. Türkiye, Özgür Suriye Ordusu’na yardım kılıfı adı altında, bütün bu El Kaide’ye bağlı grupların Irak’a, Rojava’ya rahatça geçmesini sağlayacak birtakım politikalardan maalesef bugüne kadar vazgeçmemiştir. Biz özellikle hem El Nusra’nın hem de IŞİD’in Suriye’de ve Irak’ta güçlenmesinin hatalı NATO politikalarıyla, Türkiye’nin hatalı politikalarıyla direkt ilişkili olduğunu düşünüyoruz. Başta Türkiye olmak üzere, Katar’ın ve Suudi Arabistan’ın da bu yanlışlarda büyük payı olduğunu buradan ifade etmek istiyoruz. Burada eminim ki Sayın Bakan ya da AK PARTİ adına konuşacak olan konuşmacılar Türkiyeli askerlerin, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının muharip sınıftan olmamasını bir gerekçe olarak önümüze getirecekler. Ancak biliyoruz ki muharip sınıftan olmamaları önümüzdeki dönemde de bu aşırı uçların Afganistan’da yaşanan her gelişmeyle ilgili Türkiye’yi hedefleştirmesi yönünde asla bir engel olmayacaktır.

El Kaide’nin, IŞİD’in ya da buna yakın olan aşırı örgütlerin Türkiye içerisinde de çok rahat bir şekilde örgütlendiklerini, âdeta bütün Orta Doğu’daki örgütlenme omurgasını neredeyse Türkiye üzerinden şekillendirdiğini de buradan ifade etmek istiyoruz. Rojava’da yürütülen saldırıların pek çoğunda bu omurgalı, örgütlü gücün nasıl harekete geçtiğinin biz bire bir tanığıyız. Hele hele son dönemde bu Musul Konsolosluğu baskınından sonra Sayın Cumhurbaşkanının da ifade ettiği, siyasi ve diplomatik pazarlıklar üzerinden birtakım takasların yapılması, IŞİD’in, El Kaide’nin en önde gelen kadrolarının âdeta Orta Doğu coğrafyasına tekrar gönderilmesini de büyük bir tehlike olarak burada ifade etmek istiyoruz.

Biz Afganistan’a yardımın asker göndermekle mümkün olmadığını burada ifade etmek istiyoruz. Afgan halkına Türkiye yardım etmek istiyorsa oraya doktor, mühendis, öğretmen göndermeli, orada açılan bilimsel okullara teknik destekler sunmalı, kadınların, gençlerin bilinçlenmesini sağlayacak çalışmalarda aktif görev almalıdır. NATO kriterlerine göre yetişmiş olan Afgan polisleri değil, Afgan halkının kimliğini, dinini, inancını, dilini bilen, ona saygılı olan bir gücün gelişmesi için bizce çabada bulunmalıdır. Güvenlik odaklı önlemlerin hiçbir zaman sonuç alamayacağını, güvenlik odaklı önlemler yerine, oradaki halkların barışını, huzurunu esas alacak birtakım ilişkilenmelerin sonuç alacağını buradan tekrar ifade etmek istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu vesileyle ben genel olarak da AKP dönemindeki dış politikayla ilgili birkaç hususu burada vurgulamak istiyorum. Maalesef, sadece Afganistan’da değil, demin ifade ettiğim gibi, Suriye ve Irak başta olmak üzere, Orta Doğu’nun neredeyse tamamında aşırı köktenci bazı örgütlerle iş tutan bir dış politika bugün iflasın eşiğine gelmiştir. Halklar yerine devletlerin çıkarını esas alan, bu konudaki iflas etmiş politikalarla da devletler yerine artık örgütlerle muhatap olan bir anlayışın bu dönemde devrede olduğunu ifade etmek istiyoruz. Türkiye, yaptığı dış politika yanlışları sonrasında giderek yalnızlaşmış, en son başarkadaşı olan, bu politikaların birlikte başyürütücüsü olan Katar’la bile bir yol ayrımına gelmiştir. Katar bile bu aşırı köktenci örgütlerle artık arasına bir mesafe koymuş, Mısır’la ilişkileri düzeltmek üzere yeni birtakım diplomatik görüşmeleri başlatmıştır.

Özellikle AKP döneminde Irak, İran ve Suriye’yle ilişkilerin hangi seviyeye geldiğini, dış politikada hangi ilişkilerin devrede olduğunu incelememiz bile önümüzdeki dönem açısından yanlışlardan dönülmesi, doğru politikaların üretilmesi açısından bizce son derece öğreticidir. Hele hele bu NATO’ya asker gönderme meselesiyle ilgili, daha önce Libya’ya yapılan bir müdahale sırasında dönemin Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın yapmış olduğu konuşmayı da eminim ki hepimiz hafızalarımızda taşıyoruz. “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diyerek NATO’nun böyle bir hakkı olmadığını ifade eden konuşması ve bunu kabul etmeyeceğini ifade eden açıklamalarından sonra, maalesef, NATO Libya’ya müdahale etti ve Türkiye de ilk açıklamış olduğu politikaların tam tersi bir noktada saf tutmak durumunda kaldı.

Bütün bu dış politika yanlışlarının, özellikle Neoosmanlıcı birtakım ütopik rüyalarla beslenen politikalarla beraber Orta Doğu halklarında da büyük bir tepki yarattığını, büyük bir antipati yarattığını buradan vurgulamak istiyoruz. Hele hele Rojava’da ve Kobani’de, tüm dünyanın gözleri önünde, tüm dünyanın vahşet örgütü olarak ilan etmiş olduğu IŞİD’le arasına bile AKP Hükûmeti bugüne kadar tatmin edici bir mesafe koyamadı. Kobani söz konusu olunca, Rojava söz konusu olunca oradaki Kürtlerin, oradaki halkların kazanım elde etmemesi üzerine pervasızca yapılan açıklamalar deyim yerindeyse bütün halklarda -başta Kürt halkı olmak üzere- büyük bir öfkeyi, büyük bir tepkiyi beraberinde getirdi. Özellikle ilk dönemlerde AKP ile benzer politikaları savunan pek çok gücün bugün Rojava gerçekliğini, Kobani gerçekliğini, oradaki Kürtlerin, diğer halkların statü talebinin meşruiyetini kabul etmek durumunda kaldığı bir dönemde AKP’nin hâlâ bu politikalarda ısrar etmesini biz büyük bir yanlış olarak burada ifade etmek istiyoruz. Bütün dünyadan baktığınızda Kobani’deki tablo nettir. Kobani’de ve Rojava’da insanlığı katletmeye çalışan barbar bir IŞİD örgütü vardır; bunun karşısında da orada insanlık onurunu kurtarmaya çalışan YPJ-YPG öncülüğünde bütün halkların birleşmiş olan enternasyonal bir gücü vardır. Dolayısıyla, Kobani ve Rojava başta olmak üzere, Şengal’le, Irak’la ilgili politikaların değişme zamanının geldiğini buradan ifade etmek istiyoruz. Dışarıdaki algıda hâlâ IŞİD’le beraber AKP’nin zikredildiği makalelerden geçilmediğini buradan ifade etmek istiyorum. IŞİD, Kobani’ye saldırarak, Rojava’ya saldırarak kendi sonunu getirecek bir bombanın pimini çekmiştir ama bütün dünyadan bakıldığında bu pimin bir ucunda Türkiye’nin görülmesi son derece dramatik bir durumu önümüze getirmektedir. Bu yanlıştan bir an önce vazgeçilmesi, Kürt halkının, oradaki diğer bütün halkların statü talebiyle ilgili meşruiyet zemininde yeni bir politikanın belirlenmesi hepimiz açısından hayırlı olacaktır düşüncesindeyiz.

Bakın, değerli milletvekilleri, ağırlaşan kış koşulları altında tam bir aydır Türkiye’den Kobani’ye mazot ve tüp gaz geçirilmesi için müsaade istiyoruz. Bunu Türkiye kendi bütçesinden talep etsin şeklinde bir yaklaşımımız da yok. Ya biz buradan temin edelim ya da Cizire kantonundan müsaade edilen bir koridorla… Kobani’de yaşayan siviller için, oradaki insani dramı düzeltmek için mazot ve tüp gaz geçişine bile tam bir aydır Türkiye engel koyuyor. Kobani’deki istihbaratlarda, işi bitmek üzere olan IŞİD’in kimyasal silah saldırısı yapacağına dair çok güçlü veriler var. Tam bir aydır IŞİD’in kimyasal silahlarına karşı Kobani’ye gaz maskesi gönderme isteğimiz bile Türkiye tarafından yerine getirilmiyor. Türkiye oradaki kantonlara âdeta düşmanlık edercesine bu insanlık koridorlarını Kobani halkından, Rojava halkından esirgemeye devam ediyor. Bu anlayışların büyük zarar vereceğini, bölgesel kaosu artıracağını, ülkemizin barışına hizmet etmeyeceğini ifade etmek istiyoruz. İçeride yürüyen çözüm sürecinin bir amacının otuz yıllık çatışmanın kalıcı barışla sonuçlanması, bir diğer amacının da Orta Doğu’da tarihî bir Türk-Kürt ittifakının oluşturulması olduğunu buradan tekrar özellikle Hükûmet yetkililerine ifade etmek istiyoruz.

Biz, bütün bu yanlışlıklardan bir an önce vazgeçilmesi, Afganistan’la ilgili de güvenliği önceleyen, askerî tedbirleri önceleyen, askerî tezkereleri önceleyen yaklaşımlardan çok, oradaki halkların barışını, demokrasisini, özgürlüğünü önceleyen politikalarda yoğunlaşılmasının doğru olacağını ifade ediyoruz.

Buradan, Halkların Demokratik Partisi adına Genel Kurulu saygıyla selamladığımı ifade etmek istiyorum.

Sağ olun. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Baluken.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Halaçoğlu.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Sayın konuşmacı “Cizre kantonu” gibi bir kelime kullandı. Böyle bir kanton yok.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Türkiye’de yok canım.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Cezire mi, Cizre mi?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Öbür taraftakini, Suriye’nin öbür tarafındakini söyledi.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – El Cezire o. El Cezire mi, Cizre mi dedi?

MEHMET GÜNAL (Antalya) – El Cezire mi? Tutanaklara doğru geçsin.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, tutanaklara geçmesi açısından ifade edeyim: Rojava’da, şu anda, oradaki halkların ilan ettiği üç kanton var, Afrin, Kobani ve Cezire kantonu. Demin konuşmamda bahsettiğim kantonlar bunlar.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Cezire mi Cizre mi, onu anlamadık.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Cezire.

BAŞKAN – Cezire, tamam.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş.

Buyurunuz Sayın Türkeş. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra ettiği destek misyonunun devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesiyle alakalı düzenlenen tezkere hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlarken, yeni yılın ülkemize yeni yılın ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah’tan diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hazır mevzubahis Afganistan iken, bu fırsattan istifade ederek İslam âleminin içinde bulunduğu tarihsel döneme genel hatlarıyla temas etmek, bu doğrultuda bir dizi tespit ve tahlil yapmak istiyorum.

İslam dünyası çok meşakkatli, çetin ve bir o kadar da hassas bir süreçten geçiyor. Ne hazindir ki, Doğu Türkistan’dan Filistin’e, Yemen’den Suriye’ye, Nijerya’dan Bangladeş’e ve Batı’nın ta kalbine kadar 1,5 milyar Müslüman her gün binbir musibete muhatap kalıyor. Kanla, savaşla, terörle, cinayetlerle, zulümle, zorbalıkla, baskılar ve sindirmelerle, sistematik imha, inkâr ve asimilasyon operasyonlarıyla, kundaklama, taciz, tecavüz ve kara propagandalarla bugün İslam dünyası hem içten hem de dıştan saldırı altındadır.

Değerli milletvekilleri, biraz sonra değineceğim ve Müslümanlara hayâsızca hücum eden yabancı menşeli tertiplere geçmeden evvel, bizim de dâhil olduğumuz bu büyük âlemin bir iç muhasebesini yapmamız gerektiğine inanıyorum. Söz konusu muhasebe, yıllarca dünya Müslümanlarının hamiliğini yapmış olan Türkiye'de en yoğun ve en kapsamlı biçimde işletilmelidir. Türkiye Cumhuriyet devletinin bu istikamette millî ve manevi bir vazifesi vardır değerli milletvekilleri ve sorumluluklarımızı almanın vakti gelmiş, hatta geçmektedir.

Sormak istiyorum: Kadınların metalaştırıldığı, alınıp satıldığı, köleleştirildiği bir düzene rıza gösterebilir miyiz? Oyun yaşındaki erkek çocukların acımasız bir askerî eğitimden geçirilmesine, küçücük kız çocuklarının, öğrencilerin zorla evlendirilmesine göz yumabilir miyiz? Bir etnik grubun veya topluluğun lanetli addedilip yaşadığı topraklardan sürülmek ve katledilmek arasında bir seçime zorlanmasını hazmedebilir miyiz? İçlerindeki amansız hastalığın bir tezahürü olarak kafa kesenlerle, marazi eylemlerini dünyanın geri kalanıyla paylaşanlarla aynı safta yer alabilir miyiz? Resmî ideolojilerin kabul sınırları dışında kalan din âlimlerinin, cemaat veya parti liderlerinin idama mahkûm edilmelerine, infaz edilmelerine sessiz kalabilir miyiz? Gencecik fidanların yetiştirildiği, eğitimden geçirildiği okullara hunharca baskın yapanlara karşı tahammül gösterebilir miyiz? Bu soruların istisnasız ve eksiksiz hepsine verilecek tek cevap “Hayır.”dır değerli milletvekilleri. İşte, Türkiye’mizin millî ve manevi vazifesi tam da bu noktada yani verdiğimiz “Hayır.” cevabıyla başlıyor.

Değerli milletvekilleri, şiddetin, hele ki hedef gözetmeyen ve barbarca uygulanan şiddetin İslamiyet’te katiyen yeri yoktur. İslam, ulaştığı diyarlara barış, huzur ve merhamet götürür. Düşmanımızı dahi affetmemizi, bugün affetmeyenlerin yarın affedilmeyeceklerini ilan eden Kur’an-ı Kerim’i kötü emellerine, teröre alet edenlerle mücadele etmek bizim için, Türkiye için bir manevi vazife olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, devletimizin İslam coğrafyasının birçok bölgesinde çeşitli uluslararası kurum ve kuruluşlar bünyesinde icra ettiği askerî misyonlar mevcut. Mehmetçik Afganistan, Lübnan, Mali ve Kosova gibi kritik ülkelerde varlık belirtiyor. Bu, elbette Türkiye için önemli ve doğrudur fakat yeterli olmadığı da aşikârdır. Türk Silahlı Kuvvetlerimizin unsurlarının bu bölgelerde hazır bulunmasının yanı sıra ve belki de en önemlisi, insani ve dinî kuruluşlarımızın da ciddi bir faaliyete geçmesi gerekmektedir. Bütçede hatırı sayılır bir paya sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığının dışa daha fazla açılması, savaşın, dinî ve mezhepsel çatışmaların yaşandığı sahalarda daha faal olması lazımdır. Keza, TİKA’nın faaliyetlerinin de yapılacak stratejik bir planlama ve tercihlerle, dünyanın belli bölgelerinde yoğunlaşmasının önünü açmak akılcı bir seçim olacaktır. Hükûmetimiz, belki de iyi niyetle “Aynı anda her yerde olmalıyım.” formülüyle hareket ediyor ama maalesef neticeler her zaman umulduğu gibi olmuyor. TİKA’nın her bölgeye eşit ağırlık vermesi, faaliyetleri dünya geneline yaymayı istemesi belki gurur vericidir ve fakat netice itibarıyla bu istek akim kalmaktadır. Esas olan, TİKA’nın, uzun vadeli, konjonktürel ve kısır döngülerin ötesinde kurgulanacak olan bir stratejik planlamayla uygulamalarını hayata geçirmesidir. Bu anlamda bir dizi tercih yapılmalı ve öncelikler belirlenmelidir. Örneğin, Kolombiya’ya, Gürcistan’a veya Moldova’ya biraz daha az gidersiniz ama diğer bir yandan da Afganistan’a, Somali’ye, Yemen’e daha çok kaynak ayırırsınız. Elbette her tercih bir vazgeçiştir fakat kararlılıkla yapılan tercihlerin getirilerinin daha çok olacağı da açıktır.

Değerli milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığının dış faaliyetlerdeki önemini yüce Meclisin kürsüsünden vurgulamak istiyorum. İslam dünyasının içinde bulunduğu ve az önce tasvir etmeye çalıştığım karamsar tablonun sebeplerini irdelemeliyiz. Dış müdahaleler haricindeki iç çekişmelerimizin, kavgalarımızın kaynağı nedir, buna bakmalıyız. El Kaide, IŞİD, El Şebab, Boko Haram veya Taliban gibi yapılanmaların doğumuna ve gelişimine hizmet eden faktörler nelerdir, hangileridir, bu soruyu sormamız lazım. Bu noktada, Türkiye’nin millî, manevi ve özellikle de tarihî birikimlerinin cevabı bulmamızda belirleyici rolü vardır diye düşünüyorum. Biz, Yemen’den Kosova’ya, Tunus’tan Filistin’e, Şam’dan Cezayir’e kadar uzanan bir kuşakta, asırlar boyunca barış sağlamış bir devlet geleneğinin mirasçısıyız. Bu anlamda Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlardan Kuzey Afrika’ya kadar İslam dininin yaygınlaşmasına, yerleşmesine ve pekişmesine de doğrudan hizmet etmiştir. Modern Türkiye’nin millî ve manevi misyonunu aldığı tarihsel kaynak da işte tam bu birikimde aranmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı ecdadımızın tarihte gerçekleştirdiği söz konusu büyük atılımın son halkası ve modern temsilcisidir, en azından öyle olmalıdır. Dolayısıyla, içte sıkışıp kalmak yerine dışa açılmalı ve hizmetlerini kabul eden ülkelere ulaşmalıdır. Doğrusunu isterseniz, bu anlamda Diyanet İşleri Başkanına tahsis edilen yüz binlerce dolarlık lüks makam aracının parasının da İslam dünyasına verilebilecek üstün hizmetlerde kullanılmasını arzu ederdim. Bu meselenin de altını bu vesileyle çizmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, İslam dünyası kendisine şu soruları yöneltmelidir: Türkiye’den niçin bir El Kaide, bir IŞİD, bir Boko Haram çıkmıyor? Niçin bu musibetler benim ülkemi buluyor? Niçin savaş, terör ve kan yalnızca benim ülkemdeki Müslümanları buluyor? Bu soruların sorulduğu an, Diyanet İşleri Başkanlığının yalnız Türkiye için değil, tüm İslam âlemi için arz ettiği ehemmiyet herkesçe daha iyi idrak edilecektir. Devleti yönetenleri bu hususta düşünmeye ve inisiyatif almaya davet ediyorum.

Değerli milletvekilleri, biraz da madalyonun diğer yüzüne bakalım. Elbette dünya Müslümanlarının acılarının tek sorumluları kendileri, iç çatışmaları, anlaşmazlıkları veya teşkilatsızlıkları değildir. Örneğin, bugün “DAEŞ” şeklinde anılan ve fakat ilk çıkış yıllarında “Irak Şam” yani “Levant İslam Devleti” ismiyle faaliyet gösteren IŞİD’i gözünüzün önüne bir alın. Gerçekten Orta Doğu menşeli olan bir örgüt niçin bir Batı kavramı olan “Levant” ismini kullansın ki, niye böyle bir isimle çıksın? Aynı şekilde, bu örgütün lideri olan sözde halifenin 2011-2012 yılları arasında çekilen bir fotoğraf karesinde bir yabancı senatör ile sohbet hâlinde iken görüntülenmesine ne diyeceğiz? Yine, söz konusu örgütün yalnızca Müslümanları öldürmesini, türbeleri, camileri yıkmasını nasıl izah edeceğiz? Bunlar son derece masumane, doğru ve isabetli sorulardır değerli milletvekilleri. Ve devam ediyor: Petrol yataklarının, doğal gazın, bu gibi zengin yer altı kaynaklarının yoğun olarak bulunduğu Orta ve Batı Afrika’nın son dönemlerde karşılaştığı iç savaşları, darbeleri, bölünmeleri nasıl açıklayacağız? İşte Sudan’ın durumu ortadadır, Mali’de ve Orta Afrika’da kan gövdeyi götürüyor, Nijerya sapkın bir örgütle mücadele ediyor, Burkina Faso’da geçtiğimiz aylarda bir askerî darbe yaşandı. Bunların eş zamanlı yaşanması basit bir tesadüf müdür?

İşte, Afganistan. Derin bir tarihi, kültürü ve yeri olan Afganistan’ı afyon ve haşhaş batağına terk ettiler. Bitmedi, daha da ileriye gidelim. Yemen’de aniden hortlayan mezhep temelli çatışmaları nasıl yorumlamalıyız? Keza, Somali’de, daha doğrusu uluslararası ticaret geçiş güzergâhı olan Aden Körfezi’nde bir dönem alıp başını giden korsanlık faaliyetleri nasıl oluyor da bıçak gibi kesildi? Aranızda Somali’deki korsanları hatırlayanınız kaldı mı, merak ediyorum doğrusu.

İsrail niçin ısrarla Gazze’yi, Gazze Şeridi’ni vuruyor değerli milletvekilleri? Niçin Gazze Şeridi’ndeki Yahudi yerleşim bölgeleri artırılıyor? Salt siyasi, dinî veya ideolojik sebeplerden mi, yoksa Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervlerinin tekeli ve sözde emniyeti için mi? Keza, Mısır’daki darbenin ana sebebi neydi? Sisi niçin Mursi’ye tercih edildi? Sebep sadece ideolojik miydi? Eminim ki bugün Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölge dâhilinde gerçekleşen ittifak sizlere bir şeyler fısıldıyordur, “enerji lobisi” kavramı size bir şeyler çağrıştırıyordur.

Değerli milletvekilleri, yönelttiğim bu sorulara verilecek cevaplardan ziyade, bu sorulardan ders çıkarmalıyız. Ne için? Uzun vadeli, millî ve partilerüstü bir devlet stratejisi kurgulamak için. Aslında söz konusu soruların açıldığı tek bir kapı vardır, o da dış politikadaki buz gibi gerçekçilik yani realizm gerekliliğidir. Burada komplo, tertip veya tezgâh aramıyorum, sormakla ve sorgulamakla yetiniyorum. Örneğin “Batı senaryosu”, “Batı oyunu”, “Batı tuzağı” şeklindeki yakınmaları, eleştirileri veya suçlamaları her gün duyar olduk.

Değerli milletvekilleri, bu eleştirilerin aslında bir özeleştiriye evrilmesinin zamanı gelmiştir. Batı kendi menfaatlerine uygun ve realist bir politika izliyor diye onları nasıl suçlayabiliriz? Burada niçin biz karşı koyamıyoruz ve niçin kendi menfaatlerimize uygun bir siyaset üretemiyoruz, tatbik edemiyoruz diye esas kendimizi eleştirmeliyiz. Türkiye’mizin böyle bir devlet birikimi, kudreti ve gücü vardır değerli milletvekilleri. Hatamız, başta da ifade ettiğim gibi, millî strateji yoksunluğumuzdur. Böylesi realist bir politikaya bizim devlet aklımız da, insan kaynağımız da, siyasetçilerimiz de hazırdır. Yeter ki ortak bir planlama ve irade olsun. Böylesi bir çizgiye Türkiye'nin olduğu kadar, az önce de değindiğim gibi, İslam dünyasının da hayati derecelerde ihtiyacı vardır. Konuşmamın başında üzerinde durduğum millî-manevi misyonumuzun örgüsü de işte tam bu noktada başlamaktadır.

Değerli milletvekilleri, son olarak Batı’da yükselen İslamofobi eğilimleri ve vakalarıyla alakalı da bir çift söz etmek istiyorum. 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde alınan sonuçlar âdeta bugünlerin habercisi mahiyetindeydi. Avrupa’daki ırkçılık ve İslam düşmanlığı, sandıktan sonra şimdi de sokağa yansımaktadır. 2011 yılında Norveç’te Breivik’le harekete geçen sivil haçlı inisiyatifi son olarak Almanya’da PEGIDA örneğiyle zirve noktalarından birine ulaşmış, Avrupa’da yaşayan Türklere ve Müslümanlara karşı bir nefret kampanyasına dönüşmüştür. Üzülerek ifade etmem gerekir ki Hükûmetimizin bu noktada Avrupa devletleri bünyesinde, özellikle de Almanya nezdinde girişimlerde bulunduğunu duymadım, görmedim. Yine, bu kaygı verici gelişmelerle ilgili rahatlatıcı hiçbir mesaj da verilmedi kamuoyuna. Hükûmetimizin ırkçılığın, ayrımcılığın ve nefretin asla ifade özgürlüğü kapsamına girmeyeceğini, bunun açık bir demokratik zafiyet olduğunu ve Türkiye'ye ders verenlerin evvela kendi kapılarının önünü, hatta evlerinin içini temizlemesi gerektiğini Almanya’ya açıkça iletmesi lazımdı diye düşünüyorum.

19’uncu yüzyılın sonunda Kaiser II. Wilhelm’in tüm Müslümanların hamisi sıfatını kendiliğinden üstlendiğini, 20’nci yüzyılın başında Alman halkının Jön Türklere, merhum Enver Paşa’ya, merhum Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e hayranlıkla baktığını, Birinci Dünya Savaşı esnasında ülkelerinin Müslümanlarla omuz omuza savaştıklarını ne de çabuk unuttular. Bunların kendilerine hatırlatılması lazımdı diye düşünüyorum. Avrupa genelinde gitgide çoğalan irili ufaklı sivil haçlı inisiyatifleri camilerin kundaklanmasından tutun da Türk ve Müslüman kızların öldürülmesine kadar varan eylemlerle İslam düşmanlığını toplumsal bir temele yaymak istiyor. Söz konusu gidişata en gür sesle itiraz etmesi gereken Hükûmet ise anlaşılmaz bir şekilde sessizliğini muhafaza ediyor. Avrupa’da her geçen gün zemin kazanan sivil haçlı inisiyatifine karşı Hükûmeti gerekli mercilere Türkiye Cumhuriyeti devletinin rahatsızlığını bildirmeye ve bu mesajları kamuoyuyla da paylaşmaya çağırıyorum.

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra ettiği destek misyonunun devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesiyle alakalı düzenlenen tezkere hakkındaki görüşümüz elbette müspettir ancak son defa altını çizerek söylüyorum, askerî misyonlara katılım yeterli değildir, kâfi değildir; terörle, savaşla, yıkıcılıkla mücadelede insani ve manevi tüm imkânlarımızı seferber etmeliyiz. Bunu hem Türkiye’mizin hem de topyekûn İslam âleminin yüksek menfaatleri için yapmalıyız, sonradan geç kalmışlığımız, keşkemiz olmasın.

Konuşmama son verirken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Türkeş.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Osman Faruk Loğoğlu.

Buyurunuz Sayın Loğoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OSMAN FARUK LOĞOĞLU (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afganistan’da NATO’nun icra edeceği kararlı destek misyonuna ilişkin Başbakanlık tezkeresi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilvesile, 5 Ocak Adana’nın kurtuluşunun tüm Adanalı milletvekillerimiz adına kutlu olmasını diliyorum.

Sözlerime başlarken, değerli insan, topluma ve siyasete önemli hizmetler vermiş Adana Milletvekilimiz Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet, ailesi ve yakınlarına, Halkların Demokratik Partisi Grubuna başsağlığı diliyorum.

Değerli arkadaşlar, insanlık için hayırlı olmasını dilediğim 2015 yılı, ülkemiz açısından çok önemli iç ve dış gelişmelerin yaşanacağı bir dönem olacaktır. Dış ilişkilerimize, Ermeni iddialarına kaynak teşkil eden 1915 olaylarının 100’üncü yıl dönümü, bölgemizde özellikle Suriye ve Kıbrıs bağlamında yaşanması muhtemel gelişmeler 2015’e damgasını vuracaktır.

İçeride ise gündemimizin ana maddelerini genel seçimler, çözüm sürecinin akıbeti, yolsuzluklar, anayasa tartışmaları, ekonominin kırılgan durumu ve laikliğe yönelik saldırılar oluşturacaktır.

Bu noktada bazı gözlemlerde bulunmak istiyorum. 2015’in bu ilk günlerinde, ülkemiz nerededir diye sorduğumuzda yanıt nettir ve durum maalesef hiç iç açıcı değildir. Türkiye vahim bir girdap içinde savrulmaktadır, demokrasi bitmiş, temel hak ve özgürlükler diğer birçok şey gibi sıfırlanmıştır. Anayasa’mıza göre parlamenter sistemle yönetilmesi gereken ülkemizde bugün iktidarın gücü fiilen otoriter bir başkanlık sistemine dayanmaktadır. AKP iktidarı, ayak bağı olarak gördüğü erkler ayrılığını rafa kaldırmış, her kararın tek bir kişi tarafından belirlendiği bir yönetim tarzını benimsemiştir. Cumhurbaşkanı yürütme erkini tamamen uhdesine almış gibi hareket etmekte, bu duruma sessiz kalmayı onuruna yedirebilen Başbakan ise sanki öyle değilmiş, yürütmenin başı kendisiymiş gibi davranmaktadır. Kararları alan makam icraattan sorumlu değildir, yürütmeden sorumlu olan Başbakan ise kararları alan makam değildir. Hiçbir ülkede, hiçbir rejimde benzeri olmayan, siyaset bilimine yeni bir kavramla geçmesi beklenen bu tuhaf durumu Türkiye’miz her gün yaşamaktadır. Daha dün, “Yolsuzluk yapan kardeşim dahi olsa kolunu keserim.” diye şeriatçı bir çıkışın sahibi bir Başbakana rağmen, ilgili soruşturma komisyonunun AKP’li üyeleri başka bir kaynaktan aldıkları talimat uyarınca 4 bakanın Yüce Divana sevkine “Hayır.” demişlerdir. AKP, ne yazık ki Türk siyasi tarihinde doldurulacak kara bir sayfa bırakmamakta ve utanç zincirine yeni halkalar eklemekte kararlı gözükmektedir. Yalnız, uyarıyorum: Burada kaldırılan ellerle vicdanlara vurulan darbeler fani ve geçici, adalet ise baki ve ebedidir. Suçlular adalet önünde, vicdanlar ise ahirette bir gün mutlaka hesap vereceklerdir. Halka vereceğiniz hesabı elinizdeki geçici iktidar gücüyle ancak erteleyebilirsiniz ama sonunda hesap vermekten kaçamazsınız.

Değerli arkadaşlar, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığına yürütme tarafından indirilen darbelerle demokrasimiz en ağır kayıplarını vermiştir. Demokrasinin teneffüs ettiği oksijen olan adaletin bugün ülkemizde sadece kırıntıları kalmıştır. Bugünlerde, bir yerde adalet tecelli ettiğinde olağanüstü bir olay olmuş gibi hepimiz seviniyoruz. Oysa adalet, gerçek demokrasilerde önemli ancak sıradan ve kimseyi şaşırtmayan bir süreçtir. Biz ise adaletin kırıntılarıyla yetinmek durumunda bırakılıyoruz, bu kadarını da nesilleri tüketilmeye çalışılan, sorumluluk sahibi, cesur ve dürüst hâkim ve savcılarımıza borçluyuz.

Kalıcı ve kapsamlı etkileri bakımından derin hasar gören bir diğer alan ise eğitim sistemimiz olmuştur. Bilime dayalı eğitime son verilip inanca dayalı, dogmatik ve çağ dışı medrese düzenine geçilerek, bilim ve bilimsel kuruluşlar yozlaştırılarak cumhuriyetimizin harcını oluşturan laiklik ilkesi de eğitim yoluyla bitirilmek istenmektedir. Çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceği karartılmakta, beyinleri safsatalarla işgal edilmektedir. Gelecek nesillerin zihinlerine ve bir ülkenin geleceğine eğitim sistemi üzerinden dayatılmaya çalışılan bu gerici anlayışın ülkemize maliyeti çok ağır olacaktır. Sovyetler döneminde, komünist rejimin en büyük günahının insanların hayallerini öldürmesi olduğu söylenir, meğer bundan da beteri varmış. Bugün, AKP iktidarına mahsus eğitim anlayışıyla insanların yaratıcılığına, sorgulama yeteneklerine gem vurulmak, korkan, itiraz etmeyen, biat eden bireyler ve bu dogmatik anlayışa itiraz edenleri susturacak kindar nesiller yetiştirilmek istenmektedir.

Değerli milletvekilleri, 2015 yılı uzun süredir sözü edilen çözüm sürecinin akıbeti bakımından da kritik bir yıl olacaktır. Gerçek bir karşılığının olmamasına, varlığı iddia edilen içeriğinin ve takviminin hâlâ meçhul olmasına rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi olarak kan akışının durmasının kalıcı hâle gelmesi için çözümden yana olduk. Eleştirdik ama engelleyici olmadık. Kendimiz yapıcı önerilerde bulunduk, önerilerimizi Hükûmete götürdük, yasa teklifi verdik ancak kaygılıyız. Kaygımızın ana kaynağı, AKP’nin daha önce defalarca yaptığı gibi, çözüm sürecini seçimler öncesi Kürt yurttaşlarımızın oylarını çelmeye yönelik siyasi bir taktik olarak kullanmakta olması yolundaki güçlü kanaattir. Görünen odur ki AKP ile PKK arasındaki tüm pazarlıklar Hükûmetin bile hâlâ terörist olarak nitelendirdiği PKK’nın başı Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması noktasında düğümlenmektedir. Öcalan’ın akıbeti gerçek, kapsamlı ve kalıcı bir çözümün yerine geçerse AKP hedefine ulaşır, Kürt yurttaşlarımız zafer elde ettiklerini düşünerek kutlamalar yapar fakat çözümsüz bırakılan Kürt meselesi topluma orta ve uzun vadede büyük zarar verir. Bundan üç yıl önce, 5 Ekim 2011 tarihinde yine bu kürsüden yaptığım konuşmada ifade ettiğim üzere, çözüm için nihai mekânın AKP-PKK gizli müzakere masası değil bu yüce Meclis olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.

Saygıdeğer milletvekilleri, 2015 yılında ülkemizin karşı karşıya kalabileceği en olumsuz gelişmelerden biri, Amerika Birleşik Devletleri Kongresinin Ermeni soykırımı iddialarını destekleyen bir karar alma olasılığıdır. Zira, AKP’nin dış politikada yarattığı enkazın da katkılarıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde bütün taşlar Ermenilerin lehine dizili gözükmektedir. Başkan Obama, soykırım öyküsünü kabul ettiğini peşinen ilan etmiş ve bunu Türkiye ziyareti sırasında bile teyit etmiş bir siyasetçidir. Bugün, Amerikalıların deyimiyle “topal ördek” konumunda olan Obama, iç ve dış baskılara karşı güçlü değildir. Üstelik, Türkiye-Amerika ilişkilerinde şu sıralarda yaşanan, özellikle Orta Doğu’daki gelişmeler ve terörle mücadele konularındaki sıkıntılar hem Amerika’daki Ermeni baskısının daha fazla hissedilmesine neden olmakta hem Kongre karşısında Başkan Obama’yı zayıf düşürmektedir. Öte yandan, cumhuriyetçi ve demokrat farkı gözetmeksizin gerek Senato gerek Temsilciler Meclisinde Ermeni iddialarını onaylayacak çoğunluklar her zaman olmuştur. Dolayısıyla, bugüne kadar Kongreden bir soykırım kararının çıkmamış olmasının nedeni yeterli sayısal çoğunlukların bulunamaması değil, Amerikan yönetimlerinin ulusal çıkar savını kullanarak Kongreyi frenlemiş olmasıdır. AKP’nin izlediği iç ve dış politikalar nedeniyle Beyaz Saray, Türkiye bağlamında ulusal çıkar kartını bu sefer kullanmayabilir.

Kısacası, 2015’te Başkan Obama’nın Kongreyi durdurması bir hayli zor görünmektedir. Ayrıca, Kongre üzerindeki Ermeni baskıları karşısında Türkiye’nin hep yanında yer alan güçlü Yahudi lobisi de Türkiye-İsrail ilişkilerinin olumsuz durumu nedeniyle artık yanımızda değildir. Ayrıca, IŞİD’e militan ve silah desteği verdiği iddiaları nedeniyle Türkiye’nin uluslararası toplumda giderek daha fazla zan altında kalması da Kongrenin kararını etkileyebilecektir.

Amerikan Kongresinden çıkacak bir soykırım kararı niçin önemlidir? “Birçok karar gördük, bir tane de oradan çıksın.” diyenleriniz olabilir. Yanıt: Çok nedenle ve diğer ülkelerin benzer karar yasalarından farklı anlam ve sonuçları olacağı için önemlidir.

Birincisi: Böyle bir karar Türkiye-Amerika ilişkileri üzerinde yıkıcı bir deprem etkisi yapar ve etkileri siyasi ve stratejik boyutlarda derin ve kalıcı olur.

İkincisi: Bu doğrultuda henüz karar almamış ülke parlamentolarını Ermeni tezleri lehinde etkiler.

Üçüncüsü: Olası Kongre zaferiyle, Ermeni tarafı eylemlerine ciddi moral takviyesiyle devam eder.

Dördüncüsü ve en önemlisi olarak: Ermeni tarafı, bugüne kadar toplumsal ve siyasal planda yürüttüğü mücadelesini Amerikan Kongresinin kararıyla hukuki plana taşıyacak manivelaya erişmiş olur. Ermeni tarafının hedefi sadece soykırım öykülerini kabul ettirmek değil, ayrıca Türkiye’ye ağır bir bedel ödetmektir. İşte, bu nedenlerle, Kongre kararının özel anlam ve önemi vardır. Çünkü bu karar, Türkiye’den toprak, mal ve mülkiyetlerin iadesi, mülklerin iadesi, tazminat ve sigorta bedellerinin ödenmesi taleplerinin ABD mahkemelerine götürülmesinin önünü açacaktır. Toprak taleplerinin ciddiye alınacak bir yanı yoktur ancak diğer unsurlar ciddidir. Amerikan mahkemeleri, şimdiye kadar Ermeniler tarafından açılan bu tür davaları “Bunlar siyasi yönü de olan davalardır, Amerikan yönetiminin bu konuda ulusal çıkarlara işaret eden yol gösterici bir kararı yoktur.” gerekçesini de öne sürerek ret yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla, Ermeni iddialarını destekleyen bir Kongre kararı, içeriğine de bağlı olarak, Amerikan mahkemelerinde Türkiye aleyhinde çok sayıda dava açılmasının önünü açacak ve bu davalardan Türkiye aleyhinde kararlar çıkmasını mümkün kılacaktır. Amerika’daki bu olumsuz potansiyel, Avrupa’da, ilgili Avrupa Birliği çerçeve kararına göre üye ülkeler tarafından yapılacak yasal düzenlemelerle birleştiği takdirde, benzeri davalar münferit Avrupa ülkelerinde ve Avrupa mahkemelerine de gelebilecektir. Özetle, ülkemizi Amerika ve Avrupa’yla ilişkilerimizde tam bir hukuki kâbus senaryosu beklemekte olduğunu göz önünde tutmamız gerekmektedir. Ne biz Ermenilerin ne de Ermeniler bizim tarih öykümüzü kabul etmeyeceğine göre, ortak bir buluşma noktası aramamız şarttır. Böyle bir uzlaşı şansı taraflardan birinin diğerine görüşlerini kabul ettirmesi ihtimalinden çok daha güçlü ve fazladır. Bu nedenle, 2015 yılının bir büyük kırılma noktası değil, iki tarafın uzlaşarak buluşacağı bir nokta olması için çalışmalıyız. Ortak tarihimizden korkmadığımızı, Ermenilere düşman olmadığımızı, tam aksine onlarla tarihsel dostluğumuz olduğunu göstermeliyiz. Kuşkusuz, Hükûmet ve kurumlarımız tarafından yapılmakta olan çok yönlü hazırlıklar vardır ancak bunlar uzlaşı önermekten uzak, savunma odaklı hazırlıklar olduğu için, etkileri muhtemelen sınırlı olacaktır. Dolayısıyla, bu hazırlıklara ek olarak başka yaklaşımlar da geliştirmeliyiz. Öncelikle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin oy birliğiyle yaptığı 13 Nisan 2005 tarihli deklarasyon doğrultusunda yeni bir girişim başlatılabilir. Yapılabilirse böyle bir girişimin mahiyeti yine bu çatı altında belirlenmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kıbrıs, Suriye, Irak, bölgesel Kürt dinamikleri, Arap Baharı, Dağlık Karabağ ve Ukrayna gibi sorunlara zamanımız kalmadığı için değinmeyeceğim. Ancak, 2015 yılında bu saydığımız konulardaki gelişmeler de ülkemizi doğrudan etkilemeye devam edecektir. Eğer Davutoğlu’ndan bir enkaz olarak miras kalan mevcut dış politika yönelimleri köklü bir değişikliğe uğramazsa dünyada ve bölgemizde yaşanan gelişmelerin ülkemiz için olumsuz etkileri artarak, yoğunlaşarak devam edecektir.

Sayın Başkan, bu genel çerçeveyi çizdikten sonra, şimdi Afganistan tezkeresi konusuna geçmek istiyorum. NATO’nun Afganistan’da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu kapsamındaki bu tezkerenin süresi ve amacı bellidir. Cumhuriyet Halk Partisi, temelleri Mustafa Kemal Atatürk tarafından atılan Türkiye-Afganistan dostluğunun her zaman yanında olmuş, bu dostluğun bütün dönemlerde güçlenmesini ve iki kardeş halkın dayanışmasının her koşulda sürmesini savunmuştur. Afganistan’da haziran ayında ikinci turu yapılan başkanlık seçimlerinin sonuçları üzerinde nihayet mutabakat sağlanmış ve Başkan Eşref Gani ile rakibi Abdullah Abdullah ortaklığında, bakanlıkların eşit olarak bölüneceği bir millî birlik hükûmeti kurulması kararlaştırılmıştır. Bu girişimin başarıyla sonuçlanması Afganistan’ın geleceği, Afganistan’a olan dış desteğin kesintisiz sürmesi, özellikle Afgan halkına daha iyi ve sağlıklı yaşam koşullarının sağlanması açısından hayati önem taşımaktadır.

Türkiye, bütün iktidarlar döneminde, mevcut iktidar dönemi dâhil, Afgan halkıyla birlik içinde olmuş ve son yıllarda yaptığı katkıyı çeşitlendirip zenginleştirerek Afgan kardeşlerimizle dayanışmamızı güçlendirmiştir. Bunu olumlu karşılıyoruz ve bunu takdir ediyoruz.

Önümüzdeki Afganistan tezkeresi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararları çerçevesinde NATO tarafından üstlenilen yardımların sürmesini sağlayacak düzenlemeler öngörmektedir. Tezkerede, Mehmetçiğin -muharip bir görevi yine olmayacak- sadece eğitim, danışmanlık ve yardım işlevleriyle iştigal etmesi öngörülmektedir. Yabancı askerlerin Türkiye üzerinden gidiş ve gelişleri ise Afganistan bağlamında bugüne kadarki uygulamaların devamı niteliğindedir. Bildiğiniz üzere, ISAF çerçevesinde de üçüncü ülkelerin askerleri Almanya’dan, Amerika’dan, diğer ülkelerden Samsun, Trabzon gibi illerimiz üzerinden Afganistan’a gitmişler, dönüşlerinde de yine aynı güzergâhları kullanagelmişlerdir.

Sonuç olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuz Afganistan tezkeresine olumlu oy verecektir. Tezkerenin kardeş Afgan halkı ve Afganistan için hayırlı olmasını diliyor, hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Loğoğlu.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Ahmet Berat Çonkar.

Buyurunuz Sayın Çonkar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET BERAT ÇONKAR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Hükûmete Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca iki yıl süreyle izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizin Afganistan’la kökleri tarihe dayanan dostluk ve kardeşlik bağları bulunmaktadır. İlişkilerimiz, 1921 tarihindeki ittifak anlaşmasıyla ahdi bir temele oturtulmuş, söz konusu anlaşma çerçevesinde ülkemiz, Afganistan’a çeşitli alanlarda yardımlar sağlamıştır.

Genç Türkiye’yi tanıyan ikinci devlet olan Afganistan, ülkemizin dış politika öncelikleri arasında yer almaktadır. Bu çerçevede Türkiye, Afganistan'ın millî birliğini, bütünlüğünü, bağımsızlığını ve modernleşme çabalarını desteklemiş ve Afgan halkının refah içinde yaşamasını teminen Afganistan’la dayanışma içinde olmuş; mülki, askerî, kültür, eğitim ve sağlık gibi temel alanlarda devlet kurumlarının gelişmesinde önemli rol oynamıştır.

1932-1960 yılları arasında ülkemiz, Afganistan’a öğretmen, doktor, subay ve çeşitli alanlarda birçok uzman göndermiştir. Bu yakın dostluk ve iş birliği, Afganistan'ın Sovyetler Birliği’nin etkisi altına girmesine kadar devam etmiştir. Ülkemiz, Afganistan’ın 1989 yılında Sovyetler Birliği işgalinden kurtulmasından günümüze kadarki süreçte Afganistan'a istikrar ve barış getirilmesine yönelik çabalara katkıda bulunmayı kararlılıkla sürdürmüştür.

Afganistan’la mükemmel düzeyde seyreden ikili ilişkilerimiz Sayın Cumhurbaşkanımızın 18 Ekim 2014 tarihinde Afganistan’a gerçekleştirdiği resmî ziyaretle taçlandırılmıştır. Söz konusu ziyaret, kırk altı yıl aradan sonra Türkiye’den Afganistan’a Cumhurbaşkanı düzeyinde yapılan ilk ziyaret olmuştur.

Değerli milletvekilleri, hepimizin malumu olduğu üzere, 1970’lerin sonundan itibaren işgal ve iç savaşın istikrarsızlığa sürüklediği Afganistan’da terör örgütleri barınma imkânı bulmuşlardır. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de gerçekleştirilen terör eylemleri; istikrarsızlık içindeki ülkelerin yalnız kendi toplumları için değil, tüm uluslararası toplum için de birer tehdit oluşturduğunu bizlere acı bir biçimde göstermiştir. Bu çerçevede, istikrarın yeniden hâkim kılınması amacıyla Afganistan’da NATO öncülüğünde 2001 yılında başlatılan ISAF Harekâtı’yla bağlantılı geçiş süreçleri devam etmektedir.

Afgan halkı, 2014 yılında düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimlerine yüksek oranda katılım sağlayarak ülkesinin geleceğini bizzat belirleme kararlılığını uluslararası topluma göstermiştir. Siyasi geçiş sürecinin en önemli unsurunu teşkil eden cumhurbaşkanlığı seçimleriyle, Afganistan’da yönetim ilk defa demokratik yollardan el değiştirmiştir.

Bununla birlikte, Afganistan’da geride bıraktığımız on üç yılın kazanımları hâlen kırılganlığını korumaktadır. Çeyrek yüzyılı aşkın süredir devam eden işgal ve iç çekişmeler nedeniyle büyük tahribata uğramış olan Afganistan, dünyanın en fazla yıkıma uğramış ülkelerinden biridir. Sosyal göstergeleri en düşük seviyelerde yer almakta olup halkın büyük bölümünün hâlen elektrik, temiz su, temel sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimi, maalesef, bulunmamaktadır.

Birleşmiş Milletlerin tahminlerine göre, hâlen Afganistan'ın gayrisafi millî hasılasının yüzde 60'ı afyon üretiminden temin edilmektedir. Farklı kaynaklara göre ise halkın yüzde 50 ila yüzde 80’inin günlük geliri 1 doların altındadır. Bu itibarla, uluslararası toplumun Afganistan’a güvenlik, kapasite oluşumu ve kalkınma alanlarında desteğini sürdürmesi büyük bir önem taşımaktadır.

Türk-Afgan dayanışmasının bir göstergesi olarak ülkemizin 2001 yılından itibaren ikili planda Afganistan’da yürüttüğü kalkınma programı, 300 milyon doları aşan mali değeriyle, Türkiye’nin bugüne kadar bir ülkeye gerçekleştirdiği en büyük dış yardım programı olmuştur. Son olarak, ülkemiz, 2015-2017 döneminde, Afganistan’ın kalkınmasına proje temelli olarak 150 milyon dolar tutarında katkı yapmayı taahhüt etmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, Afganistan’ın kalkınmasına büyük bir önem vermektedir. Bu kapsamda, Türkiye, bugüne kadar Afganistan’da 800’ü aşkın proje gerçekleştirmiştir. Kardeş Afgan halkı arasında etnik ayrım gözetmeden yapılan bu yardımlar, Afganistan’daki 34 vilayetin tamamında en az birer proje olarak hayat bulmuştur.

Ülkemizin Afganistan’a yaptığı kalkınma yardımlarında en büyük pay eğitime ayrılmıştır. Türkiye, bugüne kadar Afganistan’da 85 okul inşa etmiş, 700 binden fazla Afgan vatandaşı ülkemizin inşa ettiği okullarda eğitim hizmetlerinden yararlanmıştır.

Afganistan’a yapılan kalkınma yardımlarının ikinci büyük kalemini sağlık hizmetleri oluşturmaktadır. Toplam 214 projenin gerçekleştirildiği sağlık alanında, 17 hastane ve klinik inşa edilmiş ve onarılmıştır. 2 hastane ve 2 klinik son beş yıldır ülkemiz tarafından işletilmekte olup bugüne kadar yaklaşık 3,5 milyon Afgan, ülkemizin işlettiği hastane ve kliniklerin sunduğu sağlık hizmetlerinden yararlanmıştır.

Sağlık alanında Afganistan’a uluslararası toplum tarafından sunulan en büyük katkılardan birini Aliabad Hastanesi Projesi’nin teşkil etmesi beklenmektedir. Söz konusu proje kapsamında, ülkemizin önümüzdeki beş yıl için 150 milyon dolar tahsis etmesi planlanmaktadır.

Kalkınma yardımlarının diğer bir kalemini ulaştırma ve depolama hizmetleri oluşturmaktadır. Bu alanda, yol inşaatı, asfaltlama, köprü inşaatı ve onarımı gibi toplam 20 proje gerçekleştirilmiştir. Tarım, ormancılık, balıkçılık, altyapı, sulama ve sivil havacılık Afganistan’a yaptığımız kalkınma yardımlarındaki diğer alanları teşkil etmiştir.

Kültür ve sosyal barışa katkı alanında 43 proje hayata geçirilmiştir. Bu alandaki katkılarımız çerçevesinde Türk-Afgan Mevlâna Celâlettini Rûmi üniversitesinin kurulması çalışmaları devam etmektedir.

Acil ve insani yardımlar kapsamında da toplam 51 proje gerçekleştirilmiş, ayrıca son olarak, Mayıs 2014’te meydana gelen sel felaketi akabinde ülkemiz yine Afganistan’a yardım elini uzatmıştır.

Ayrıca, Afganistan Dışişleri Bakanlığının bilişim altyapısının desteklenmesini teminen Afgan Dışişleri Bakanlığının donanım ve yazılım başta gelmek üzere, tüm bilişim altyapısı Dışişleri Bakanlığımız tarafından kurulmuştur. Keza, Dışişleri Bakanlığımız tarafından Afgan diplomatlara muhtelif konularda ülkemizde eğitim verilmektedir.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, Afganistan’daki asayişin teminine verdiği önem çerçevesinde, Afgan Ulusal Polisine yönelik kapsamlı eğitim programları da düzenlemektedir. Bu çerçevede, bugüne kadar toplamda 17 bin kadar Afgan asker ve polisi Afganistan ve Türkiye’de eğitmiş durumdayız. Yöneticilerden kanun uygulayıcılara kadar uzanan geniş bir yelpazede, Afgan personele uyuşturucuyla mücadele alanında eğitimler düzenlenmektedir. Afganistan güvenlik güçlerine bu yıl tahsis edilecek 20 milyon dolarlık katkımızın 10 milyon doları polis teşkilatı için harcanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin Afganistan’a katkıları, öncü olduğu çok taraflı platformlarda da sürdürülmektedir. Ülkemiz, Afganistan’ın karşı karşıya bulunduğu sorunların aynı zamanda bölgesi için de tehdit yarattığı görüşündedir. Bu itibarla, bölgesel iş birliğini tesis etmek amacıyla, 2 Kasım 2011 tarihinde, ülkemiz ile Afganistan’ın eş başkanlıklarında “Asya’nın Kalbinde Güvenlik ve İşbirliği” temasıyla, Afganistan için İstanbul Konferansı düzenlenmiştir.

İstanbul Süreci’nin Dördüncü Bakanlar Konferansı 30-31 Ekim 2014 tarihlerinde Pekin’de düzenlenmiş, Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu Başkanlığında bir heyetle iştirak edilen konferansa bölge ülkeleri, destekçi ülkeler ve uluslararası kuruluşlar olmak üzere, toplam 45 civarında heyet iştirak etmiştir. Konferansta, uluslararası toplumun Afganistan’a desteği teyit edilmiş, güven artırıcı önlemlerin uygulanmasına etkinlik kazandırılmasına ve somut kazanımların sahaya yansıtılmasına verilen ehemmiyet ortaya konulmuştur.

Afganistan’ın karşı karşıya olduğu sorunların nedenleri ve sonuçları tüm bölgeyi ve hatta ötesini yakından ilgilendirmektedir. Dolayısıyla, Afganistan’da barış ve istikrarın temini ancak bölgesel bir zeminde ilerletildiği takdirde kalıcı sonuçlar sağlayabilecektir. Bu anlayışla, 2007 yılında ülkemiz tarafından başlatılan Türkiye-Afganistan-Pakistan Üçlü Zirve Süreci marifetiyle siyasi diyalog, güvenlik, iş birliği ve kalkınma odaklı özel bir iş birliği mekanizması da ihdas edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, yukarıda verdiğim bilgilerden de anlaşılacağı üzere, dost ve kardeş ülke Afganistan, yürütmekte olduğumuz çok yönlü ve çok boyutlu dış politika perspektifinde ülkemiz açısından her zaman sahip olageldiği anlam ve önemini bugün de korumaktadır. Malumunuz olduğu üzere, 2001 yılında tesis edilen Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti (ISAF) NATO Daimî Konseyinin 16 Nisan 2003 tarihli kararıyla NATO tarafından üstlenilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10 Ekim 2001 tarihli ve 722 sayılı Karar’ıyla ISAF bünyesinde operasyonun başlangıcından beri görev almaktadır. Bu tarihten itibaren ülkemiz, uzun süre ISAF Komutanlığını ve Kabil Bölge Komutanlığını yürütmüş, Afganistan’daki NATO Eğitim Misyonu’na personel katkısında bulunmuş, Kabil Bölge Komutanlığında Gazi Askerî Eğitim Merkezini kurmuş, Vardak ve Cevizcan’da 2 il imar ekibi tesis etmiştir.

Daha önce de ifade ettiğim gibi, Afganistan polis ve ordusuna yönelik olarak binlerce personeli kapsayan yoğun bir eğitim programı da ilgili kurumlarımızca sürdürülmüştür.

Söz konusu katkılarımız, Afganistan’la tarihe dayanan köklü ilişkilerimizin yanı sıra, ittifak dayanışması ve Kuzey Atlantik Antlaşması’ndan kaynaklanan yükümlülüklerimizle uyumlu olmuştur.

İçinde bulunduğumuz şu günlerde uluslararası güvenlik ve savunma politikamızın temel unsuru olma özelliğini koruyan NATO bünyesinde de Afganistan için yeni bir dönemin hazırlıkları yürütülmektedir. 2003 yılından bu yana NATO liderliğinde icra edilmekte ve ittifakın Avrupa-Atlantik coğrafyası dışındaki en uzun süre ve en kapsamlı harekâtı niteliğini haiz olan ISAF Harekâtı, 2012 Chicago Zirvesi’nde NATO devlet ve hükûmet başkanlarının aldığı karar doğrultusunda, 31 Aralık 2014 tarihinde tamamlanmıştır.

Önümüzdeki dönemde NATO’nun Afganistan’la ilişkileri, kalıcı ortaklık, NATO’nun Afgan Ulusal Güvenlik Güçlerinin mali açıdan sürdürülebilirliğindeki rolü ve Kararlı Destek Misyonu olmak üzere üç ana sütun temelinde şekillenmektedir.

Kalıcı ortaklık kapsamında çeşitli alanlarda yürütülen faaliyetlere rağmen, bu ortaklığın genel olarak bugüne kadar hem Afganistan hem NATO açısından beklentileri karşılamaktan uzak kaldığı görülmektedir. Bununla birlikte, kalıcı ortaklığın güçlendirilmesi hususunda bizim de gayretlerimizle müttefikler arasında görüş birliği oluşmuş ve bu yöndeki çalışmalar son dönemde hız kazanmıştır.

Kaydettiği tüm ilerlemeye rağmen, Afgan Ulusal Güvenlik Güçlerinin ciddi yetenek eksiklikleri bulunmaktadır. Bu bakımdan, Afganistan gerekli kaynaklara sahip olana kadar Afgan Ulusal Güvenlik Güçleri bütçesinin uluslararası toplum tarafından desteklenmesi gerekmektedir. Bu amaca yönelik olarak NATO üyeleri ve ortak ülkeler, önümüzdeki dönem için toplam 5 milyar ABD doları mali katkıda bulunacaklardır. Bu çerçevede, bizim de önümüzdeki üç yıl için 60 milyon dolar taahhüdümüz vardır.

2014 yılından sonra NATO’nun Afganistan’la ilişkilerinin temel unsurlarından üçüncüsünü ve belki de en önemlisini Kararlı Destek Misyonu oluşturacaktır. 1 Ocak 2015 tarihinde başlatılması kararlaştırılan Kararlı Destek Misyonu, muharip bir nitelik taşımayacaktır. Bu misyon, ülke genelinde, anılan tarihten itibaren, güvenlik sorumluluğunu bütünüyle üstlenecek olan Afgan Ulusal Güvenlik Güçlerine ve güvenlik kurumlarına eğitim, danışmanlık ve yardım sağlamak amacıyla icra edilecektir.

Değerli milletvekilleri, Kararlı Destek Misyonu kapsamında ülkemizin Kabil Bölge Komutanlığı şapkasıyla çok önemli bir görev üstlenmesi söz konusudur. Kabil ve çevresindeki NATO kuvvetlerine ülkemiz liderlik ederken güney ve doğuda ABD, kuzeyde Almanya ve batıda İtalya aynı görevi yerine getireceklerdir. Ancak takdir buyurulacağı üzere, bu çerçevedeki en önemli rol, başkentte görev yapacak ülkemiz tarafından üstlenilecektir.

Türkiye, ayrıca, Afganistan’ın dış dünyaya açıldığı kapı görevini gören ve ülkedeki en büyük havalimanı olan Kabil Uluslararası Havalimanı’nın işletme sorumluluğunu 2015 ve 2016 yılları için üstlenmiş bulunmaktadır.

Afganistan’daki Kararlı Destek Misyonu kapsamında 800 ila 1.000 civarında TSK personelinin görevlendirilmesine ilişkin planlamalar devam etmektedir. Bugüne kadar Afgan emniyet kurumlarına mensup personelin eğitimlerinde son derece başarılı çalışmalar yapmış bulunan Emniyet Genel Müdürlüğümüzden de bu çerçevede personel görevlendirilmesi öngörülmektedir. Kararlı Destek Misyonu çerçevesinde müttefiklerle sürdürülen iş birliğinin yanı sıra, ISAF döneminde olduğu gibi, Balkanlardaki dost ve kardeş ülkeler Arnavutluk ve Makedonya’yla birlikte görevler üstlenilecektir.

Kabil Büyükelçimiz, 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren NATO’nun Afganistan’daki Kıdemli Sivil Temsilcisi görevini üstlenmiştir. 2003 yılında kurulan NATO Kıdemli Temsilciliği görevini NATO Genel Sekreterinin yaptığı seçimle Büyükelçimizin ifa edecek olması hem ittifakın ve müttefiklerin hem de Afgan kardeşlerimizin ülkemize olan güveninin bir göstergesidir. Ülkemiz, ayrıca, Kabil Büyükelçiliğimiz vasıtasıyla 2015-2016 döneminde NATO’nun bu ülkedeki Temas Noktası Büyükelçiliği görevini de üstlenecektir.

Değerli milletvekilleri, sonuç olarak Türkiye, Afganistan’ın istikrara kavuşması amacıyla, gerek bu ülkeyle sahip olduğumuz özel ve köklü ilişkiler çerçevesinde gerekse de Afganistan’da yeniden istikrarsızlığın hâkim olmasının bölgeden başlayarak tüm uluslararası toplum için tehdit oluşturacağı yönündeki genel anlayış doğrultusunda, Afgan kardeşlerimiz ihtiyaç duyduğu sürece yanlarında olacak ve Afganistan’a katkılarını sürdürecektir.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi “Bizim sınırlarımız dışında görev yapan askerlerimiz, ülkemizin de milletimizin de gururudur. Bu askerler, bu birlikler görev yaptıkları yerlerde büyük bir ülkeyi, büyük bir milleti, köklü bir tarihi şanla, şerefle ve kahramanlıkla temsil ediyorlar.

Bizim yurtdışındaki askerî varlığımız o ülke halklarının hilafına bir varlık değildir. Tam tersine, Türk askeri, Afganistan’da, Kosova’da, Bosna Hersek’te, Somali’de, Lübnan’da güvenin, kardeşliğin ve barışın sembolüdür. Mehmetçik görev yaptığı her ülkede, o ülke halklarının topyekûn ittifak ettiği, kucakladığı, evini açtığı, gönlünü açtığı bir askerdir.”

Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun da her vesileyle vurguladığı gibi, ülkemizin dış politikası çok boyutlu olmuştur ve çok boyutlu olmaya da devam edecektir. Bu, yaşadığımız coğrafyanın bir zaruretidir. Türkiye’yi sadece Avrupa’yla veya sadece Asya’yla sınırlamak isteyenlerin Türkiye’nin coğrafyasından, jeopolitiğinden, tarihinden ve geleceğe bakışından haberdar olduğunu söylememiz mümkün değildir.

Bundan sonraki dönemde de ay yıldızlı al bayrağı dünyanın her köşesinde onurla dalgalandırabilmek için, Türkiye’nin çevresindeki bütün havzalarda etkin ve sonuç alıcı vicdani bir dış politika takip etme hedefimizi kararlılıkla sürdürme azmindeyiz. Türk Silahlı Kuvvetlerimizle, emniyet teşkilatımızla, TİKA’mızla, Yunus Emre Kültür Merkezlerimizle ve tüm imkânlarımızla bu hedef doğrultusunda gece gündüz demeden çalışmaya devam edeceğiz.

Sözlerimi tamamlarken bugüne kadar ülkemizi ve milletimizi farklı ülkelerde ve coğrafyalarda temsil etmiş ve görev üstlenmiş ve hâlen görev başında olan tüm Mehmetçiğimize, polisimize, devlet görevlilerimize şükranlarımı arz ediyorum; hayatını kaybetmiş olanları rahmetle ve minnetle anıyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, Afganistan’ın barış ve istikrarı bakımından önem arz eden Kararlı Destek Misyonu ve devamında görev almak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının yurtdışında görevlendirilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin söz konusu misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunmalarının uygun olacağını değerlendirdiğimizi ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Çonkar.

Hükûmet adına Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz.

Buyurunuz Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışında konuşlandırılması, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin söz konusu misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunmasına izin verilmesine dair tezkerenin gerekçesini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle, bu yılın başında kaybettiğimiz Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına ve çalışma arkadaşlarına başsağlığı ve sabırlar diliyorum.

Ve yeni yıla girdik. Bu yeni yılın, hem ülkemiz ve hem de bölgemize huzur, barış ve refah getirmesini diliyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye üç kıtanın birleştiği bir bölgede Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yla çevrelenmiş bulunmaktadır. Ülkemiz, bu jeopolitik konumu nedeniyle, asırlardır bu bölge kaynaklı dünyayı etkileyen olayların merkezinde yer almış ve tarihi şekillendiren gelişmelerde önemli rol üstlenmiştir. Ülkemiz köklü geçmişiyle dünyanın farklı bölgelerindeki ülkelerle uzun yıllara dayanan tarihî, kültürel ve diplomatik ilişkilere sahiptir. Bu ilişkilerin gerektirdiği dayanışmanın gösterilmesi de yine ülkemizden beklenilmektedir.

Ülkemizin uluslararası güvenlik ve savunma politikasının temel unsurunu NATO üyeliğimiz oluşturmaktadır. NATO, aynı zamanda dış politikaya ilişkin kimliğimizin temel unsurlarından da birisidir. İttifak, Avrupa-Atlantik bölgesi ve ötesinde istikrar ve barışın temini amacıyla Kosova’dan Afganistan’a uzanan bir coğrafyada birçok görev ve harekâtı yürütmekte, uluslararası güven ve istikrara katkıda bulunmaktadır.

Bilindiği üzere, tarihî bağlara sahip olduğumuz ve yakın ilişkilerimiz bulunan ülkelerden birisi de Afganistan’dır. Cumhuriyetin ilanı öncesi döneme uzanan iki ülke ilişkileri, Afganistan’ın Ankara Hükûmetini tanıyan ilk ülkelerden biri olmasıyla da ayrı bir anlam kazanmaktadır. Cumhuriyetin ilanı sonrasında artan yakınlıkla pekişen ilişkiler, karşılıklı saygı ve iş birliğinden kaynaklanan dostluk temelinde günümüze değin süregelmiştir. Türkiye Afganistan’ın millî birliği, bütünlüğü ve bağımsızlığını her zaman desteklemiş, Afgan halkı talep ettiği sürece Afgan halkının barış, istikrar ve refah içinde yaşamasını teminen her alanda Afganistan’la dayanışma içinde olmuştur.

Son otuz beş yıl içerisinde büyük çalkantılar yaşayan dost ve kardeş ülke Afganistan için, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 2001 yılında çıkarılan Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti oluşturulmuştur. Bu kuvvetin amacı, Afgan Hükûmetine ülkedeki güvenlik durumunun iyileştirilmesi ve kendi güvenlik kabiliyetlerinin oluşturulması konularında yardımcı olmaktır. 2003 yılında bu kuvvetin sorumluluk alanı 1510 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’yla Kabil’in ötesine genişletilmiş ve kuvvetin stratejik komuta, kontrol ve eş güdümü NATO tarafından üstlenilmiştir.

Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti Harekâtı’na, NATO’nun 28 üyesinin yanı sıra Latin Amerika’dan Okyanusya’ya kadar birçok ülke de personel katkısında bulunmuştur. Yaklaşık 50 ülke Afganistan’da barış ve istikrarın tesisi için bir iş birliği içerisinde çalışmışlardır. Bu ülkelerden biri olan Türkiye Cumhuriyeti de tarihten gelen bağlarla dost ve kardeş kabul ettiği Afganistan için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10 Ekim 2001 tarihinde aldığı 722 sayılı Karar’la Hükûmete verdiği yetki temelinde en başından itibaren ISAF Harekâtı içerisinde yer almıştır.

Harekâtın liderliğinin ülkeler tarafından dönüşümlü olarak yürütüldüğü dönemde Türkiye 2 kez tüm harekâtın liderliğini üstlenmiştir. Harekât bölgelere ayrıldıktan sonra ise önce İtalya ve Fransa’yla dönüşümlü olarak sekiz aylık periyotlar hâlinde, müteakiben 1 Kasım 2009 tarihinden itibaren de bugüne kadar Kabil Bölge Komutanlığı görevini üstlenmiştir.

Ülkemiz, yeni kurulan Afgan Ulusal Ordusu ve Afgan Ulusal Polisi personeline gerek Afganistan’da gerekse Türkiye’deki eğitim merkezlerinde çeşitli seviyelerde ve farklı konularda çok sayıda eğitim vermiş, Afganistan’daki NATO Eğitim Misyonu’na personel katkısında bulunmuş ve Gazi Askerî Eğitim Merkezini kurmuştur.

Türkiye, Afganistan’da biri Kabil’e yakın olan Vardak vilayetinde, diğeri Afganistan’ın kuzeyinde olan Mezar-ı Şerif’e yakın Cevizcan vilayetinde olmak üzere, 2 adet bölgesel imar ekibi kurarak Afgan halkının doğrudan yararına olacak sulama, bayındırlık, okul, hastane inşası, kurs ve eğitim faaliyetleri hizmetlerinde bulunmuştur. Bu dönemde, başta askerî, mali ve kültürel olmak üzere kalkınma alanlarında verdiğimiz desteğin Afganistan halkının gönlünde ayrı bir yeri olmuştur. Söz konusu katkılarımız, Afganistan’la tarihe dayanan köklü ilişkilerimizin yanı sıra ittifak dayanışması ve Kuzey Atlantik Anlaşması’ndan kaynaklanan yükümlülüklerimizle de uyum içerisinde gerçekleşmiştir.

Afganistan’da gözlemlenen ilerleme neticesinde Afgan askeri ve polisinin sorumluluk alabilecek seviyeye geldiği değerlendirildiğinde, ülkenin güvenlik sorumluluğu, en istikrarlı olan bölgeden başlamak üzere 2011 ila 2014 yılları arasında 5 aşamada Afgan güvenlik kuvvetlerine devredilmiştir. Afgan ulusal güvenlik ve savunma güçleri, Afganistan’ın tamamında güvenlik sorumluluğunu bugün itibarıyla üstlenmiştir. Bu nedenle, ülkede yürütülen harekâtın karakterinin ve kapsamının değiştirilmesi yoluna gidilerek ISAF Harekâtı 2014 yılı bitiminde sona erdirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 20-21 Mayıs 2012 tarihinde Chicago’da, 4-5 Eylül 2014 tarihinde Galler’de gerçekleştirilen NATO Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvelerinde alınan kararlar çerçevesinde, Afgan asker ve polisine bir müddet daha eğitim verilmesinin hem asker ve polisin gelişiminin daha hızlı ve istenen seviyede olmasına katkı sağlayacağı hem de Afgan halkı ve devletinin bu süreçte yalnız olmadığının gösterilmesini teminen uluslararası toplum tarafından Afganistan’da yeni bir görev üstlenilmesine karar verilmiştir. “Kararlı Destek Misyonu” adı verilen ve NATO liderliğinde yürütülecek olan bu görev 1 Ocak 2015 tarihinde başlamıştır. Görev kapsamında, herhangi bir muharip faaliyette bulunulmayacak, iki yıl süreyle üst seviyeli birlik ve karargâhlar için eğitim, danışmanlık ve yardım faaliyeti icra edilecektir. Bu süreçte de ülke genelindeki güvenlik sorumluluğu bütünüyle Afgan güvenlik kuvvetleri tarafından üstlenilecektir.

ISAF Harekâtı’nda olduğu gibi, bu yeni görevde de NATO ülkelerinin yanı sıra NATO üyesi olmayan gönüllü ülkeler de katılım sağlayacaktır. Türkiye yeni göreve de -ISAF Harekâtı’nda olduğu gibi- Kararlı Destek Misyonu’na da katkıda bulunmayı planlamıştır. Bu kapsamda, hâlihazırda 2009 yılından bu yana yürütmekte olduğumuz Kabil Bölge Komutanlığı güvenlik sorumluluğunu Afgan güvenlik kuvvetlerine devrederek Kabil bölgesinin çerçeve ülkesi olma sorumluluğunu sürdürecektir. Bu görev kapsamında eğitim, danışmanlık ve yardım faaliyetlerimizi icra edeceğimiz gibi, Kabil bölgesinde yürütülecek olan diğer ülke faaliyetlerinin de koordinasyonundan sorumlu olacağız. Misyon çerçevesinde Afganistan’daki toplam personel mevcudumuz yaklaşık 900 kişi olacaktır.

Ayrıca, müteakip iki yıl boyunca, Afganistan’ın dünyaya açılan en önemli kapısı olan Kabil Uluslararası Havaalanı’nın işletilmesini de üstlenmiş bulunmaktayız. Kabil Uluslararası Havaalanı’nın işletilmesi görevi kapsamında dost ülkelerden Azerbaycan, Arnavutluk ve Makedonya’nın personeli de Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir ve komutasında görev yapacaklardır. Bu kapsamda, 90 Azerbaycan ve 30 Arnavutluk personelinin maaşı dâhil tüm masrafları, 13 Makedonya personelinin ise lojistik destek ihtiyaçları ülkemiz tarafından karşılanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, Afganistan’daki yeni dönemde kuşkusuz çok önemli bir sorumluluk üstlenmiş olmaktadır. Ancak bu sorumluluk, Türkiye’nin dost ve kardeş saydığı bu ülke için memnuniyetle üstleneceği bir sorumluluktur. Unutulmamalıdır ki üstlendiğimiz bu ve benzeri sorumluluklar, ittifakın önde gelen üyeleri arasında yer alan ülkemizin uluslararası barışın sağlanması ve korunmasına verdiği önemin vurgulamasının yanı sıra Türkiye’nin ittifakın gerek askerî gerekse siyasi etkinliğinin muhafazası yönünde kararlılığını da göstermektedir. Cumhuriyet tarihinin en büyük dış yardım programını Afganistan’da yürütmekte olan ülkemizin söz konusu harekâta katkıda bulunmasının, Afganistan’la olan ikili ilişkilerimizin ve bölgede izlemekte olduğumuz dış politikamızın doğal bir uzantısını oluşturacağına inanmaktayız. Afganistan’da barış ve istikrarın tesisi için sürdürülen çabalara başından beri katkıda bulunan Türkiye, gelecekte de dostluk ve kardeşlik hisleri içerisinde, Afgan halkının talep ettiği sürece Afgan halkının yanında bulunmaya devam edecektir.

Burada söz alan hatiplerden birisi “Afganistan’a güvenlik konusunda destek verilmesinden ziyade Afganistan’ın kalkınmasına destek verilse yerinde olur.” tabirini kullandı, Türkiye de tam olarak bunu yapmaktadır. Türkiye, başta eğitim, sağlık, ulaşım ve tarım olmak üzere 790’dan fazla projeyi hayata geçirmiştir. Afganistan’da 2002 yılında öğrenci sayısı 1 milyonun altındayken 2012 yılı itibarıyla 7 milyonun üzerindedir ve bu 7 milyon öğrencinin 2,5 milyonu da kız öğrencidir. Yine, kara yolu uzunluğu 2002 yılında 21 bin kilometreyken 2012 yılında 42 bin kilometrenin üzerine çıkmıştır. Yine, kişi başına düşen sağlık merkezi 2002’de her 100 bin kişiye 1 iken bugün 20 bin kişiye 1 sağlık merkezi düşmektedir.

Muhakkak ki Afganistan’daki kalkınma yolunda alınan bu mesafenin yeterli olduğu söylenemez ancak kargaşanın olduğu yerde, kavganın olduğu yerde kalkınmadan bahsedebilmek, yatırımdan bahsedebilmek, gelişmeden bahsedebilmek mümkün değildir. Kalkınma olması için, refahın olması için, mesafenin alınabilmesi için ülke içinde barışın olması lazım, huzurun olması lazım ve istikrarın sağlanması lazım. İşte, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Afganistan tezkeresindeki amaçlarından biri de Afganistan’daki istikrarın kurulmasına katkıda bulunmaktır. İstikrarın sağlanması hâlinde ülke kalkınması yolunda daha hızlı ve daha büyük mesafe alınacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu düşüncelerle, gereği, sınırı, kapsamı ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit olunacak şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO’nun Afganistan’da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışında konuşlandırılması, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin söz konusu misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan’a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunması -bu, hâlihazırda da Afganistan’da mevcut ISAF çerçevesi içerisinde görev yapan silahlı kuvvetlerin Türkiye üzerinden geri intikalinin sağlanmasının da bir devamı olacaktır; yeni bir şey yaptığımız yok, gerek Almanya gerek Norveç gerekse diğer birçok ülke de Trabzon Limanı üzerinden bu geri intikallerini sağlamaktadırlar- ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için, Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca, Hükûmete iki yıl süreyle izin verilmesini yüce Meclisimizin takdirlerine sunar, tezkerenin hayırlara vesile olmasını diler, bir kez daha yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.

Şahsı adına, Isparta Milletvekili Recep Özel.

Buyurunuz Sayın Özel. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RECEP ÖZEL (Isparta) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının Afganistan’da bulunma süresinin iki yıl süreyle uzatılmasına dair Hükûmet tezkeresi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin almış olduğu ilk kararlardan biri Kabil’de temsilcilik açmak olmuştur. Hatta ilk temsilci, Afgan asıllı bir Türk subay olan Abdurrahman Samadan’dır. Böylece 1921 tarihli Türkiye-Afganistan İttifak Muahedenamesi’yle diplomatik ilişkiler başlamış, büyükelçiliğimizin yerinin tapusu ise 1945 tarihinde o zamanki Afgan Kralı Emanullah Han tarafından verilmiştir.

Kurtuluş Savaşı yıllarında Afganların büyük maddi ve manevi destekleri olmuş, büyük zaferden sonra Afganlar dağlarda ateşler yakmış, ülkelerinin en ücra köşelerinde büyük sevinç gösterileri yapmışlardır. Büyük Türk zaferi dolayısıyla Emanullah Han, düzenlenen şölende “Bu gece, bütün Afganistan, hatta bütün İslam dünyası için kutsal bir gecedir. Burada onların zaferini kutluyoruz. Türkler ile Afganlar kardeştir; Türklerin sevinci bizim sevincimiz, üzüntüleri bizim üzüntümüzdür.” demiştir. “Cenabıhak’tan Türkler için büyük başarılar dilerim.” duasında bulunmuştur.

Kendi bağımsızlıklarını 1919 yılında kazanan Afganlar, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk Müslüman ülke olmuşlardır. Türk-Afgan ilişkilerinin resmî olarak başladığı 1921 yılından Sovyet işgali ve etkisine kadar olan dönemde, karşılıklı iyi niyetlerin yanında, Türkiye Cumhuriyeti, Afganistan’a öğretmen, askerî uzman doktor ve diğer uzmanlar göndermiştir. Sovyet işgalinin sona erdiği 1989 yılından sonra da aynı iyi ikili ilişkiler devam etmektedir.

Türkiye'nin Afganistan politikası, ilk önce Afganların birlik ve beraberliğinin korunması, ülkedeki çeşitli grupların terör örgütü faaliyetlerinin sona erdirilmesi amacıyla ülkede akan kanın durdurulması ve Afganların huzura kavuşturulmasını amaçlamaktadır. Bu amaçlara hizmet edecek olan bu tezkereye de olumlu görüş bildiriyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özel.

Şahsı adına Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can.

Buyurunuz Sayın Can. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10 Ekim 2001 tarihli kararıyla Hükûmete verilen yetkiye istinaden, Afganistan harekâtının başlangıcından beri görev almaktadır. Artık, Afgan ulusal güvenlik güçlerinin, ülke genelinde güvenlik sorumluluğunu tamamen üstlenici bir rol alması beklenmektedir.

Afganistan’la tarihî, köklü kardeşlik ve dostluk ilişkilerimiz vardır. Türkiye, Afganistan’ın millî birlik ve bağımsızlığını desteklemiştir. Ülkemiz, cumhuriyet tarihinin en büyük dış yardım programını da Afganistan’da yürütmektedir. Afganistan’da NATO bayrağı altında görev yapan askerlerden, Afgan sokaklarında rahat rahat gezebilen Türk askerinden başkaca da asker yoktur.

Bu arada, Afganistan ve Gazi Mustafa Kemal’le ilgili hatıralardan bahsetmek istiyor, konuşmama son vermek istiyorum.

Kütahya-Eskişehir savaşını kaybetmişiz, ordumuz Sakarya Irmağı’nın doğusuna çekilmiş. Bir askere, bir ere, bir kurşuna ihtiyacımızın olduğu bir dönemde, Gazi Mustafa Kemal, Fevzi Paşa’ya talimat verir, der ki: “Paşa, en seçkin 20 subayını seç.” “Hayırdır?” “Bu en seçkin 20 subayımızı Afganistan’a Afgan ordusunu İngilizlere karşı eğitmek üzere göndereceğiz.” Ve bunun üzerine, bu zor süreçte, bu talimatı dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa tereddütsüz yerine getirir. Buradan şuraya gelmek istiyorum ki, Kurtuluş Savaşı’mızda Afgan halkı Türk milletine gereken maddi, manevi desteği vermiştir, yardımlarda bulunmuştur.

Yine, Medine müdafisi Fahrettin Paşa’yı -biliyorsunuz Medine’yi müdafaa etmiş ve İslam camiasında da ciddi bir etkinliği olan, manevi nüfuzu olan bir şahsiyet- ilk Kabil Büyükelçisi ve olağanüstü delege olarak Afganistan’a büyükelçi tayin ederek Afganistan halkının yanında olduğunu, İngilizlere karşı Afgan hükûmetini desteklediğini Gazi Mustafa Kemal Atatürk burada teyit etmiştir.

Arkadaşlarımız ve Sayın Bakanımız tezkereyle ilgili konuşmaları yaptılar. Ben de bu hatırayı paylaşıp Genel Kurulun tezkerenin kabulü yönünde oy vermesini diliyor, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Can.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi tezkereyi tekrar okutup oylarınıza sunacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin 1368 (2001), 1373 (2001) ve 1386 (2001) sayılı kararları çerçevesinde ve 5 Aralık 2001 tarihli Bonn Konferansı sonuçları uyarınca, Afganistan Hükûmetinin güvenlik durumunun iyileştirilmesi ve kendi güvenlik kabiliyetlerinin oluşturulmasına yardımcı olmak amacıyla 2001 yılında Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti (ISAF) oluşturulmuş; 2003 yılında bu kuvvetin sorumluluk alanı 1510 (2003) sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla Kabil'in ötesine genişletilerek, stratejik komuta, kontrol ve eşgüdümü NATO Daimî Konseyinin 16 Nisan 2003 tarihli kararıyla NATO tarafından üstlenilmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10 Ekim 2001 tarihli ve 722 sayılı kararıyla Hükûmete verdiği yetki temelinde Afganistan'da ISAF Harekâtı’nın başlangıcından beri görev almaktadır.

NATO liderliğinde icra edilmekte olan ISAF Harekâtı 2014 yılı sonunda tamamlanacaktır. Bu tarihten sonra NATO'nun Afganistan'la ilişkilerinin temel unsurlarından birini Kararlı Destek Misyonu oluşturacaktır. 20-21 Mayıs 2012 tarihlerinde Chicago'da ve 4-5 Eylül 2014 tarihlerinde Galler'de gerçekleştirilen NATO Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvelerinde alınan kararlar çerçevesinde, 1 Ocak 2015 tarihinde başlatılması öngörülen Kararlı Destek Misyonu’nun muharip bir nitelik taşımaması ve Afgan makam ve kurumlarına eğitim, danışmanlık ve yardım sağlamak amacıyla iki yıl icra edilmesi planlanmakta; Afgan ulusal güvenlik güçlerinin ülke genelinde güvenlik sorumluluğunu bütünüyle üstlenmesi hedeflenmektedir.

Afganistan'la köklü kardeşlik ve dostluk ilişkileri bulunan Türkiye, Afganistan'ın millî birliği, bütünlüğü ve bağımsızlığını her zaman desteklemiş; Afgan halkının barış, istikrar ve refah içinde yaşamasını teminen, her alanda Afganistan'la dayanışma içinde olmuştur. Cumhuriyet tarihinin en büyük dış yardım programını Afganistan'da yürütmekte olan ülkemizin, anılan misyona katkıda bulunmasının, Afganistan'la ikili ilişkilerimizin ve bölgede izlemekte olduğumuz faal dış politikamızın doğal bir uzantısını oluşturacağı değerlendirilmektedir.

Bu yaklaşımdan hareketle, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO'nun Afganistan'da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurtdışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan'a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye'de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için, iki yıl süreyle izin istenilmesini Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca arz ederim.

                                                                               Ahmet Davutoğlu

                                                                               Başbakan

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi de İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım.

D) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, (2/1674) esas numaralı İfade Özgürlüğünün Eksiksiz Sağlanması Bağlamında; Terörle Mücadele Kanunu ile Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/225)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/1674) esas numaralı Kanun Teklifi’min İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını saygılarımla arz ederim.

                                      Mustafa Sezgin Tanrıkulu

                                                                                         İstanbul

BAŞKAN – Teklif sahibi olarak İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu.

Buyurunuz Sayın Tanrıkulu. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, önceki gün yaşamını yitiren değerli dostum, meslektaşım, ömrünü demokrasi, özgürlük ve adalet mücadelesine adamış Adana Milletvekili Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet diliyorum; yakınlarına, ailesine, dostlarına ve HDP camiasına da buradan başsağlığı diliyorum ve sabır diliyorum.

Değerli milletvekilleri, (2/1674) esas numaralı ifade özgürlüğüyle ilgili kanun teklifimizin gündeme alınması bakımından söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin iki itibarı var: Bir, o itibar saraylar, binlerce odalı saraylar, şaşaalı ve taklit atlı birlikler, turkuaz ve kırmızı halılar, Diyanet İşleri Başkanının altına çekilen milyarlık araçlar var; bir de Türkiye'nin dünya nezdinde itibarsızlık endeksi var.

Bugün konuşuldu; Türkiye medya özgürlüğünde en öndeymiş, ifade özgürlüğünde en öndeymiş. Tam da bu konuşmalar yapılırken Diyarbakır’da Hollandalı bir gazeteci gözaltına alındı.

Değerli arkadaşlar, bu tabloya iyi bakmanızı istiyorum.

Demokrasi endeksi bakımından Türkiye 2014 yılı itibarıyla 167 ülke arasında 89’uncu değerli arkadaşlar. On iki yılda Türkiye’yi getirdiğiniz nokta.

Sivil özgürlükler bakımından değerli arkadaşlar, Türkiye 2014 yılı itibarıyla 167 ülke arasında 132’nci.

Keza, çok konuştuğumuz ifade özgürlüğü konusunda Türkiye 180 ülke arasında 154’üncü değerli arkadaşlar, 154’üncü.

Basın özgürlüğü açısından Türkiye 197 ülke arasında 137’nci. Bu yıl ilk defa “Basını kısmen özgür olan ülkeler” statüsünden “Basını özgür olmayan ülkeler” statüsüne geçti.

İnternet özgürlüğü bakımından Türkiye geçen yıl 6 puan birden geriye gitti.

Keza, insan hakları ihlalleri riski bakımından Türkiye dünya ortalamasında 78’inci ve geçen yıl en kötü duruma giden 3 ülke arasından biri, diğer 2 ülke Ukrayna ve Tayland değerli arkadaşlar. Tabii, bu konuşmaları ben bu kürsüden çok yaptım, ha AKP Grubuna konuştum ha duvara konuştum, gerçekten de hiçbir duyarlılık göstermediniz.

Bakın, değerli arkadaşlar, Uluslararası Af Örgütü bir yıl önce Türkiye’de ifade özgürlüğüyle ilgili olarak “İfade Özgürlüğünün Tam Zamanı” diye bir rapor yayınladı ve bu raporu milletvekili arkadaşlarımızla beraber geçen yıl kanun teklifine dönüştürdük ve buraya sunduk, şimdi bunu konuşuyoruz. Eğer gerçekten Türkiye’de demokrasinin derinleşmesinden, özgürlüklerden yana iseniz Ceza Yasası’nın 215’inci maddesinin, 220’nci maddesinin (6)’ncı fıkrası ile (8)’inci fıkrasının, 218’inci maddesinin, 285’inci maddesinin, 288’inci maddesinin, 301’inci maddesinin ve 318’inci maddesinin yeniden ele alınıp düzenlenmesi lazım değerli arkadaşlar, eğer ifade özgürlüğünden yana iseniz. Tabii, yana olmanızı da beklemiyoruz çünkü 16 yaşındaki Mehmet Emin Altunses’i de Konya’da okulundan alıp hapse gönderen sizlersiniz, Sedef Kavaş’ı da attığı “tweet”ten dolayı evinden alıp götüren sizlersiniz. Ama unutmayın arkadaşlar, bu dönemleri çok gördük, gün olur devran döner, bir gün sizin de demokrasiye ve ifade özgürlüğüne ihtiyacınız olur, o zaman yanınızda kimseyi bulamazsınız ama en zor zamanlarda sizleri savunurken yine bizi bulursunuz, sizlerin ifade özgürlüğünü o zaman da savunuruz. O yüzden, o günlere kalmadan, gelin -bir kez daha sizlere sesleniyorum- bugün bir doğruyu yapın, ifade özgürlüğü bakımından bu paketin gündeme alınması için burada el kaldırın. Eğer eliniz cebinizdeyse sizden bir şey beklemiyorum ama eliniz vicdanınızdaysa bugün bu yasa teklifinin gündeme alınmasına “Evet.” deyin.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tanrıkulu.

Manisa Milletvekili Özgür Özel…

Buyurunuz Sayın Özel. (CHP sıralarından alkışlar)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesi uyarınca komisyona sevk edilmiş ve ilgili sürede değerlendirilmediği için doğrudan gündeme alınmasını önerdiğimiz bir teklifle karşınızdayız.

Öncelikle, Adana Milletvekilimiz rahmetli Murat Bozlak’ı bir kez daha buradan özlemle anıyoruz. Grubuna ve sevenlerine de başsağlığı diliyoruz.

Kanun teklifimiz ifade özgürlüğüne yöneliktir. İfade özgürlüğünün Türkiye’deki sınırları özellikle Ceza Kanunu’nda son derece belirsiz ve muğlaktır; iktidar partisinin kendisine ilişkin tehdit, darbe, kumpas algısı veya kendi bünyesindeki korkuyu ölçme biçimine göre değişmektedir ve yorumlanmaktadır. Zaman zaman da, iktidar partisi tarafından, yargı paketleriyle bir geçen gün kapsamı genişletilen bir konunun, bir diğer zaman da kapsamı daraltılmaktadır. Biz, kanun teklifimizde, son derece sorunlu olan, sınırları net çizilmemiş Türk Ceza Kanunu’ndaki ilgili maddelerin bazılarının değiştirilmesini, bazılarındaki ifadelerin netleştirilmesini, bazılarının ise tamamen yürürlükten kaldırılmasını öneriyoruz. Kanun teklifimizin temel hareket noktası, Uluslararası Af Örgütünün Türkiye’ye yaptığı eleştiriler ve yayınladığı raporlardaki tespitler üzerinden ilgili kanun maddeleri üzerinde değişiklik yapılması şeklindedir. Örneğin, TCK’nın 318’inci maddesi, halkı askerlikten soğutma -buradan zorunlu askerliği savunduğumuz gibi bir şey anlaşılmasın ancak- son derece esnek olarak yorumlanmakta. Bir yandan da 15 bin lira parayı verenin bedelli askerlik yapabildiği, Başbakanın havaalanında, uçaktan inerken “Öyle bir şey yok.” deyip Başbakanlık konutunun girişinde bedelli askerlik müjdesi verdiği bir ülkede kim kimi askerlikten soğutuyor? Bu davranışlar askerliği yaklaşanlar ile kendileri arasına buz dağı koyuyor zaten. Sahada ölçülen budur. Bundan dolayı kimsenin ceza alması vicdanla bağdaşmaz.

Suçu ve suçluyu övme konusu ise herhâlde iktidar partisine mensup milletvekillerinin, yöneticilerin son zamanlarda en çok iştigal ettikleri konudur. Geçen sene yaptıkları yolsuzluklar çarşaf çarşaf yayınlanan, içeriğine itiraz edilmeyen, “Paraleller koydu.” denen paraların faiziyle geriye talep edildiği bir süreçte, neredeyse 4 bakana iktidar partisi İstiklal Madalyası verecek kadar meseleyi ileriye götürmüşken suçluyu ve suçu övmenin suç olmasını TCK 215’te kabul etmemiz mümkün değil.

Terör örgütü üyesi olduğu kanıtlanmadan terör örgütü üyesiymiş gibi cezalandırma meselesi var. Cezaevi Komisyonunun bir üyesi olarak cezaevine gittiğimizde özellikle öğrenciler, gençler, 18 yaş altındaki kanunen çocuk durumundaki hükümlülerde ya da tutuklularda gördüğümüz mesele, bir terör örgütüyle ilişkilendirilememiş ama onunla bir bağlantı kurulmadan sanki üyesiymiş gibi cezalandırma. Bu, bir tek Türkiye’de olan ve iktidar partisi eliyle yapılmış büyük bir haksızlık. Tabii, bu, kimleri kapsıyor? Şu paragrafla birlikte değerlendirildiğinde –terör örgütlerinin cebir, şiddet, tehdit içeren bildiri ve basın açıklamalarına iştirak etmek- öyle bir noktaya geliyor ki Başbakanın ODTÜ ziyaretindeki öğrencilerden 1 Mayıs basın açıklamasını dinleyenlere, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ndeki basın toplantısına iştirak edenlerden Denizleri, Mahir’i, Ulaş’ı, İbrahim Kaypakkaya’yı anma törenleriyle ilgili yapılan basın açıklamalarını örgütsel faaliyete sokmaya kadar geniş bir yorumlama var.

İzmir’de, Kızlarağası Hanı’nda bir derneğe gelip giden çocuk bir kapıdan giriyor çıkıyor ve onu izleyen polis kamerası şöyle rapor tutmuş, diyor ki: “Derneğin yan tarafıyla ilişki içindeler, zaman zaman elinde rulo şeklinde örgütsel doküman var.” Söylediği yerin yanındaki kapı Kızlarağası’nın ortak tuvaleti, elindeki kâğıt da tuvalet kâğıdı ama rulo şeklinde örgütsel doküman diye ceza alıyor öğrenciler, hiç olmazsa iddianamelere giriyor.

Soruşturmanın gizliliği ilkesine gelince, askerî casusluk davalarından şimdi “kumpas” dediğiniz o zaman “darbe planı” dediğiniz davalara kadar, bizler “soruşturmanın gizliliği” derken sizler “Allah’ın bildiğini kuldan mı saklayacağız.” diye bağırıyordunuz ya oradan veya bizler masumiyet karinesini ifade ederken sizler “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, darbeci bunlar.” diyordunuz ya, sizler 3 partinin 8 milletvekilini terör örgütü üyesi olmakla suçlayıp Meclise geldiğinde tebrik sırasına giriyordunuz ya, bir tutarlılığa davet etmekten başka bir şey değil, vicdanlara sesleniyoruz, birbirimizi kandırmayalım. Bu yönde oy kullanmanızı bekliyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özel.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

18.30’a kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.08

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.31

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Dilek YÜKSEL (Tokat), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın 1’inci sırasında yer alan, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın ve 56 Milletvekilinin; 2013 yılında yapılan Seviye Belirleme Sınavı’nın iptaline ilişkin Ankara 18. İdare Mahkemesinin kararını uygulamadığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçuna uyduğu iddiasıyla Anayasa’nın 100’üncü ve TBMM İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri uyarınca Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin (9/11) esas numaralı önergesinin görüşmelerine başlıyoruz.

IX.- MECLİS SORUŞTURMASI

A) Ön Görüşmeler

1.- İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın ve 56 milletvekilinin; 2013 yılında yapılan Seviye Belirleme Sınavı’nın iptaline ilişkin Ankara 18. İdare Mahkemesinin kararını uygulamadığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçuna uyduğu iddiasıyla Anayasa’nın 100’üncü ve TBMM İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri uyarınca Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/11)

BAŞKAN - Bu görüşmede sırasıyla, önergeyi verenlerden ilk imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine, şahısları adına üç üyeye ve son olarak da hakkında soruşturma açılması istenmiş bulunan Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı’ya söz verilecektir.

Konuşma süreleri onar dakikadır.

Meclis soruşturma önergesi Genel Kurulun 25/11/2014 tarihli 18'inci Birleşiminde okunmuş ve bastırılarak sayın üyelere dağıtılmıştır. Bu nedenle soruşturma önergesini tekrar okutmuyorum.

Söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi olarak İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın; şahıslar adına Mardin Milletvekili Erol Dora, Kütahya Milletvekili Alim Işık, Muğla Milletvekili Yüksel Özden; hakkında soruşturma açılması talep edilen Bakan Eskişehir Milletvekili Nabi Avcı.

Şimdi önerge sahibi olarak İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın’ı kürsüye davet ediyorum.

Buyurunuz Sayın Ayaydın. (CHP sıralarından alkışlar)

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa’nın 100’üncü, İç Tüzük’ün 107’nci maddesi uyarınca, idari yargı kararını uygulamayan Millî Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı hakkında ben ve 56 arkadaşımın vermiş olduğu soruşma önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, Adana Milletvekili Sayın Murat Bozlak’ı kaybetmenin derin üzüntüsü içerisinde olduğumu, kendisine rahmet dilediğimi, HDP Grubuna ve ailesine başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum.

Millî Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı, koltuğuna oturduğundan bugüne kadar yaptığı bütün sınavlarda skandal üzerine skandal yaşatmıştır bu ülkeye; milyonlarca öğrenciye ve öğrenci velisine haksız yere, hukuksuz yere çile çektirmiştir. Hiçbir sınav skandalsız olmamıştır Sayın Nabi Avcı döneminde. 8 Haziran 2013 tarihinde 1 milyon 112 bin öğrencinin katılmış olduğu Seviye Belirleme Sınavı sonuçları Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 12 Temmuz 2013 tarihinde açıklanmış, açıklamanın hemen ardından Fransızca ve Almanca soru kitapçıklarının İngilizce cevap anahtarıyla ölçüldüğü ortaya çıkmış. Ve hemen aynı gün ben, Sayın Bakan Avcı’yı telefonla arayıp bu yanlışın düzeltilmesi talebinde bulunmak istedim ama Sayın Bakan sanki hiç ulaşılmayacakmış gibi, kendisini oraya oturtan millî iradeyi, aynı millî iradeyi, benim de burada bu soru önergesini vermeye ve kendisine o soruyu sorma hakkımın olduğunu unutup, kendisi hiç hesap vermeyecekmiş gibi telefonlarımıza da cevap verme ihtiyacını hissetmedi. Bunun üzerine 13 Temmuz 2013 tarihinde Sayın Bakan Nabi Avcı’ya bu konuyla ilgili bir soru önergesi verdim. Soru önergesine cevap vermedi, tenezzül etmedi. Bunun üzerine Ankara İdare Mahkemesinden yürütmenin durdurulması talebiyle dava açtım ve bu davayı açtıktan sonra Ankara İdare Mahkemesinden yürütmenin iptaliyle ilgili açmış olduğum bu davada yürütmenin durdurulması kararı verildi. Yani Millî Eğitim Bakanlığının açıklamış olduğu Seviye Belirleme Sınavı sonuçlarının hukuka uygun olmadığı, yanlış olduğu ve bunun yürütülmesinin durdurulmasının kararını verdi. Ama Sayın Bakan hemen televizyonların karşısına çıktı “Hiç kimse mağdur olmayacak, merak etmesin, biz bunu düzelteceğiz.” dedi ama düzeltmedi. Millî Eğitim Bakanlığı idari yargıya vereceği cevabı tam son gününe kadar tuttu ve son gün itiraz etti. İtiraz ettikten sonra Nabi Avcı ne diyor? “Bakanlık olarak biz bir üst mahkemeye itirazımızı yapıyoruz. Çocuklarımız rahat olsunlar, aileleri rahat olsun. Öğretmenlerimiz ve veliler endişe etmesin; hiçbir çocuğumuzun hak kaybı söz konusu olmayacaktır, biz gereğini yaptık.” diyor. 718 öğrencinin kâğıdında hatalı ölçüm var, hatalı puanlama vardır. Eğer onları değiştiriyorsanız 1 milyon 112 bin öğrencinin sıralamasında değişiklik olacaktır. Bunu göz ardı ediyor ve idari yargı kararını uygulamıyor. Almış olduğumuz bu yürütmeyi durdurma kararına itiraz etti ve 18. İdare Mahkemesi Millî Eğitim Bakanlığının bu itirazını reddetti, bizim haklı olduğumuza karar verdi. Ve nihayet 31 Mart 2013 tarihinde Ankara 18. İdare Mahkemesi ana kararını verdi. Ana kararda, Millî Eğitim Bakanlığının yapmış olduğu Seviye Belirleme Sınavı sonuçlarının değerlendirmesindeki sıralamanın hukuka aykırı olduğunu, yanlış olduğunu... Ve bunu iptal etti.

Şimdi, bu bir yargı kararı, kesinleşen bir yargı kararıdır. Bunun karşısında Millî Eğitim Bakanlığının yapacağı tek işlem vardır, bu kararın gereğini yerine getirmek ama Sayın Millî Eğitim Bakanı sanki günün birinde hesap vermeyecekmiş, her gün o koltukta oturacakmış gibi bu kararı tanımıyor, hukuku tanımıyor, kanunları tanımıyor; “Ben Nabi Avcı’yım, Millî Eğitim Bakanıyım, istediğimi yaparım. Ben Türkiye’de yargıyı margıyı tanımıyorum.” diyor ve bu kararın gereğini yerine getirmedi, uygulamadı. Karardan sonra Sayın Bakandan açıklama yok, kurumsal açıklama var, Millî Eğitim Bakanlığı açıklama yapıyor. Ne diyor Millî Eğitim Bakanlığı? Millî Eğitim Bakanlığı konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı, diyor ki: “SBS hakkında yapılması gereken yeni bir işlem yoktur. SBS hakkında 31 Martta verilen yürütmeyi durdurma kararının ardından gereken işlemler yapılmıştır.” Bu doğru değildir, o işlemleri yapmadınız Sayın Bakan. 718 öğrencinin sonuçları değişti, 1 milyon 112 bin öğrencinin sıralamasını değiştirmeniz gerekiyor. Bunu yapmadınız, görevinizi kötüye kullandınız. (CHP sıralarından alkışlar)

Aynı şekilde, Müsteşar bir açıklama yapıyor, Bakanlık Müsteşarı, diyor ki: “Kimseyi mağdur etmeyeceğiz.” Peki, bu karar uygulanmadı, 1 milyon 112 bin öğrenciyi mağdur etmek değil de bu nedir? Milleti kandırıyorsunuz. Siz grup başkan vekilinize de demin bilgi ve belge veriyordunuz, diyorsunuz ki: “Biz gereğini yaptık.” Gereğini yapmadınız, idari yargı karar verdi, bu kararı uygulamadınız. Bu kararı uygulamadığınız için de Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesindeki görevi kötüye kullanma suçunu işlediniz ve sizin Yüce Divana gidip yargılanmanız gerekiyor.

Ben bugün burada AKP’li milletvekili arkadaşlarıma da sesleniyorum. Burada Sayın Bakan bu koltuğa oturduğundan bu yana hiçbir sınavı hakkıyla yapmadı, hiçbir sınavın yargıya taşınmazlığı olmadı, hepsi yargıya taşındı ve hepsinden de geri dönüş oldu. İçinizde biliyorum ki bu işi çok iyi bir şekilde yapacak olan arkadaşlarım vardır ama burada oturamayacak tek bir kişi vardır, o da Millî Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı’dır. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, gelelim TEOG sınavlarına. SBS kalktı, yerine TEOG’u getirdi, isim değişikliği oldu, bundan sonra isim değişikliği oldu. Bu kez TEOG’da yine hatalı sınav oldu. Tekrar soru önergesi verdim, soru önergesine yine cevap vermedi. Bilgi Edinme Yasası’na göre dilekçe verdim, dilekçeme cevap vermedi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundum, Ankara Cumhuriyet Savcılığı sorumlular hakkında dava açılabilmesi için Millî Eğitim Bakanlığından izin istedi, Millî Eğitim Bakanlığı izin vermedi. Bana gönderdiği yazıda bakın ne diyor izin vermediği için, diyor ki: “Siz Bilgi Edinme Yasası’na göre başvuruda bulunmuşsunuz İnternet aracılığıyla, bunu da biz kayıtlarımıza almışız, kayıtlarımızda şu numaralı dosyaya kayıtlıdır ancak biz verilen dilekçenin içerisindeki ekleri, dilekçeyi bulamadık. Bulamadığımız için de soruşturmaya izin vermiyoruz.” Bir Millî Eğitim Bakanlığı kendisine Bilgi Edinme Yasası gereğince verilen bir dilekçeyi eğer kaybediyorsa, onu bulamıyorsa o Bakanın bir dakika orada oturmaması gerekir. (CHP sıralarından alkışlar) Onun orada oturması Türkiye Cumhuriyeti’ne hakarettir, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına hakarettir.

Sayın Bakanın Bakanlığı döneminde bütün sınavlarda skandal yaşandı, orada oturmaması lazım. Ben, Sayın Bakana Serdar Ortaç’ın bir dörtlüğünü hatırlatmak istiyorum ve bunu özellikle dinlemesini istiyorum:

“Bu devirde kimse sultan değil,

Hükümdar değil, bezirgân değil,

Bu kadar güvenme hiç kendine,

Kimse şah değil, padişah değil.”

Sayın Nabi Avcı, sen de ne padişahsın ne şahsın; sen de burada hesap vereceksin ve bugün olmasa bile günün birinde Yüce Divanda yargılanacaksın, bu kanunu uygulamamanın hesabını vereceksin.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ayaydın.

Mardin Milletvekili Erol Dora.

Buyurunuz Sayın Dora.

EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı hakkında verilmiş olan Meclis soruşturması önergesi hakkında Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Ben de konuşmama başlamadan önce 2015 yılının bütün insanlığa barış ve özgürlük getirmesini diliyor ve tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Millî Eğitim Bakanlığınca 2013 yılında 8’inci sınıflara yönelik yapılan Seviye Belirleme Sınavının sonuçlarının açıklanması ve akabinde, sınava ilişkin açılan davalar neticesinde Ankara 18. İdare Mahkemesi hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle söz konusu sınav sonuçlarının yürütmesinin durdurulmasına karar vermişti. Daha sonra, 4 Mart 2014’te aynı mahkeme söz konusu sınav sonuçlarının iptaline karar vermişti ancak Millî Eğitim Bakanlığı verilen bu kararlara uymamış ve yargı kararlarını hiçe saymıştır. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımız Parlamentonun denetim mekanizmalarından biri olan ve Anayasa’nın 100’üncü maddesiyle de tanınan Meclis soruşturması açılması yönünde Meclis Başkanlığına başvurmuşlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbette soruşturma önergesi ve konusu incelendiğinde yine dönüp dolaşıp parlamenter demokrasilerin olmazsa olmazı olan kuvvetler ayrılığı ilkesi kavramının önemini vurgulamak durumunda kalıyoruz. Öyle ki bir yürütme erki olan Millî Eğitim Bakanlığının kamu zararına yol açan bir sınav uygulamasına ilişkin yargı erki bu sınavın usulsüz gerçekleştiği, dolayısıyla sonuçlarının da geçersiz olduğuna hükmetmiştir. Buna karşın yürütme erki olan Millî Eğitim Bakanlığı bu kararı tanımamıştır. Kuvvetler ayrılığı olan ülkelerde yürütmenin böyle bir hakkı yoktur ancak Millî Eğitim Bakanlığı yargı kararlarını tanımama hakkını kendisinde görebilmiştir.

Değerli milletvekilleri, muhtemelen soruşturma önergesi de iktidar partisinin çoğunluk oylarıyla reddedilecek ve yürütmenin denetlenmesine dönük bir talep daha Meclis Genel Kurulunda reddedilmiş olacaktır. Soru önergeleri, araştırma önergeleri ve soruşturma önergeleri yürütmenin denetlenebilmesini sağlamak maksatlı geliştirilmiş mekanizmalar olmalarına karşın hepimizin bildiği gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yürütmenin denetlenmesine dönük neredeyse hiçbir mekanizma çalışmamaktadır, çalıştırılmamaktadır. Muhalefet partilerince verilen hiçbir araştırma ve soruşturma önergesi kabul edilmemektedir. Verdiğimiz soru önergelerinin büyük çoğunluğuna cevap dahi verilmemekte, verilen cevaplar ise mümkün olduğunca yüzeysel bir tarzda hazırlanmaktadır. Dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz temel sorunlardan birisi iktidarın denetime açık olmamasıdır, şeffaf olmamasıdır, hesap vermeye açık olmamasıdır. Bu mekanizma sayesinde her türlü usulsüzlüğe âdeta prim verilmektedir.

Değerli milletvekilleri, soruşturma önergesine konu edilen seviye tespit sınavına dönecek olursak bu sınavlar milyonlarca ilköğretim öğrencisinin gerek ortaöğretime geçişlerinde kriter olarak alınan gerekse çocukların tüm eğitim ve akademik yaşamlarının kaderini belirleyen, dolayısıyla sonuçları itibarıyla çocuklarımızın iş yaşamlarına kadar etki edebilecek bir sınavdır. Elbette yurttaşlar arasında, çocuklar arasında gerek ekonomik, gerek coğrafik ve gerekse kültürel ve inançsal bir fırsat eşitsizliğinin yaşandığı Türkiye’de merkeziyetçi zihniyetlerin bir yansıması olan merkezî sınavların hiçbirisi kabul edilemez. Zira bu merkezî sınavlar fırsat eşitsizliklerini derinleştirmekte ve çocuklarımızın hiçbir özgürlüğünü dikkate almamaktadır. Bu yönüyle çağın gerisindedir, çağdaş pedagojik ilkelerle çelişmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye eğitim sistemi mevcut yapısı, öngörüleri, kısa ve uzun dönemli hedefleri, uygulamaları, ders kitapları, çocuğa ve bireye bakışı gibi ölçütlerle değerlendirildiğinde zaten çağdaş dünyanın oldukça gerisinde mevzuat ve uygulamalara sahiptir. Millî Eğitim Bakanlığından bu mevcut hâliyle başarılı, çalışkan, özgür ve mutlu bireyler yetiştirmesi zaten beklenemez çünkü böyle bir altyapısı mevcut değildir.

Millî Eğitim Bakanlığının mevcut hâliyle son derece inanarak ve azimle uyguladığı her merkezî sınav yeni bir skandal konusu olmaya devam etmektedir. Skandal konulardan birisi de sınav sorularının sürekli çalınması meselesidir. En son geçtiğimiz hafta Sayın Cumhurbaşkanı da Başbakan olduğu dönemde merkezî sınavlarda soruların çalındığını net bir biçimde beyan etmişlerdir. Yalnızca bu soruların çalınması meselesi bile Millî Eğitim Bakanlığının içinde bulunduğu adaletsiz, kayırmacı; çocukların, gençlerin geleceğiyle oynanmasına izin veren çalışma mekanizmalarına ne kadar açık olduğunun, çocukların geleceklerini, ebeveynlerin emeklerini ne kadar hiçe saydığının kanıtı niteliğindedir.

Değerli milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığının sonraki süreçte isim değişikliğine giderek TEOG adını verdiği sınavlarda soruların çalınması gibi usulsüzlüklerin yanında bizatihi bu sınavlara dâhil edilen dersler ve puan hesaplama yöntemleri çerçevesinde de usulsüzlükler yaşanmıştır ve yaşanmaya devam etmektedir. Bu usulsüzlüklerin en önemlilerinden birisi de zorunlu din dersi ve bu dersin TEOG sınavları kapsamına sokulmasıyla yaşanmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığınca tespit edildiği üzere, merkezî sınav yapılacak olan dersler Türkçe, fen ve teknoloji, matematik, inkılap tarihi, yabancı dil, din kültürü ve ahlak bilgisi dersleridir. Bu derslerin hangi bilimsel kriterler ve pedagojik ihtiyaçlar üzerinden belirlendiği belli değildir. Böylesine dayatmacı bir yaklaşımın öğrencilerin dinî inancı, mezhebi ya da dünya görüşüne bakılmaksızın hayata geçirilmesi kabul edilemez.

Değerli milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığının bu sınavla ilgili yönergeleri incelendiğinde, azınlık okullarında okuyan öğrenciler ile resmî devlet okullarında okuyup din dersinden muaf olan öğrencilerin mevcut sınav puanı hesaplama yöntemleriyle puanlarının eksik hesaplanması neticesinde sınava eşit fırsatlarda girme hakları engellenmiş, kısa ve uzun dönemli hak kayıplarının önü açılmış ve mağduriyetlere sebebiyet verilmiştir. Azınlık okullarında okuyan öğrenciler ile resmî devlet okullarında okuyup din dersinden muaf olan öğrencilerin bu dersi alan öğrencilere göre sınav puanları hesaplanırken dezavantajlı duruma düştükleri açık iken, Millî Eğitim Bakanlığı durumla ilgili hiçbir resmî açıklama veya düzeltme yapmamıştır. Konuyla ilgili bizzat şahsım adına vermiş olduğum 2 soru önergesine Bakanlıkça hiçbir yanıt verilmediği gibi, mağduriyetleri giderici hiçbir düzenleme de bugüne kadar yapılmamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; merkezî sınavların gerek özgün öğrenci yapılarını dikkate almaması ve gerekse sınavların içerik ve uygulamalarında yürütülen ayrımcı tutumlar ve ayrıca sınav sorularının çalınması, satılması gibi usulsüzlükler öğrencilere yönelik ayrımcılık uygulamalarını derinleştirmektedir. Öğrencilere negatif ayrımcılık yapılmasına müsaade eden yöntemlerin bu çocuk öğrencilerde yaratacağı dışlanmışlık, güvensizlik hislerine bağlı olarak ortaya çıkacak psikososyal travmalar konusunda başta Sayın Bakan Nabi Avcı olmak üzere, Millî Eğitim Bakanlığının karar alma süreçlerinde etkili olan tüm birimleri birinci derecede sorumludur. Millî Eğitim Bakanlığı öğrencilerimizin genelinin kariyerlerini etkileyecek sınavlarda öğrencilere yönelik sistematik olarak eşitsiz sonuçlara yol açan bürokratik, politik ve pratik uygulamaları gerçekleştirmekten bir an önce vazgeçmelidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de eğitim sisteminin ilköğretimden üniversiteye kadar kelimenin tam anlamıyla sınav merkezli hâle geldiği bilinmektedir. Üniversite yaşamından sonra gençlerimizin KPSS adı altında mecbur edildikleri ve âdeta işkence hâlini almış uygulamalar hepimizin ve tüm halkımızın malumudur. Türk eğitim sistemi, çocukların zihinsel, sosyal ve bedensel gelişmelerini desteklemek ve çocukların yetenekleri doğrultusunda gelişmelerini sağlamak yerine, her yıl milyonlarca öğrenciyi merkezî sınavlara girmek zorunda bırakmaktadır. Merkezî sınavların artmasıyla özel ders, dershane, kurs ve benzeri uygulamalar daha da artmış, bunun sonucunda öğretmen, öğrenci ve veli ilişkilerinde ciddi olumsuzluklar yaşanmaya başlamıştır. Özel okul ve özel ders uygulamalarının Bakanlıkça teşvik edilmesi ekonomik açıdan da aileler üzerinde ciddi yükler oluşturmaktadır. Öğrencilerin sınava hazırlanırken yaşadıkları stres ve diğer sorunlar, pek çok öğrenci ve öğrenci velisinin psikolojik bir baskı yaşamasına neden olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu çerçevede, yürütme organı ve idari bir makam olarak Millî Eğitim Bakanlığının ve Bakanlığın 1’inci derecede temsilcisi olan Sayın Bakanın görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle çocuklarımızın, gençlerimizin mağduriyetine ve kamunun zararına olacak biçimde bir kısım kişilere haksız çıkarlar sağlayacak uygulamalara müsaade etmesi gerekçesiyle verilen soruşturma önergesini destekliyor, bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Erol Dora.

Kütahya Milletvekili Alim Işık.

Buyurunuz Sayın Işık. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Ağan Ayaydın ve arkadaşlarının vermiş olduğu soruşturma önergesi üzerinde söz aldım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, SBS sonuçlarında yaşanan sıkıntılar ve mahkeme kararlarının uygulanmaması sebebiyle verilen bu önergenin neden suç unsuru taşıdığını Anayasa’nın ilgili maddesinin yani 138’inci maddesinin son fıkrasını aynen okuyarak sizlerle paylaşmak istiyorum. Anayasa’nın söz konusu 138’inci maddesinin son fıkrası: “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” amir hükmüne rağmen, benden önceki değerli konuşmacıların da ifade ettiği gibi, yürütmenin durdurulması yönünde 18. İdare Mahkemesinin vermiş olduğu karar daha sonra onanmasına rağmen maalesef hukuk yok sayılmış, bu kararın gereği Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yerine getirilmemiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın bu amir hükmü gereğince Sayın Millî Eğitim Bakanı ve Bakanlık bürokratları anayasal suç işlemiştir. Bu suçun sorumlusu elbette ki Sayın Millî Eğitim Bakanıdır ve Yüce Divanda yargılanma zorunluluğu mutlaka, er ya da geç önüne çıkacaktır. O nedenle, verilmiş olan Meclis soruşturması önergesi yerinde bir önergedir. Bu fikrimi baştan paylaşmak istiyorum.

Ancak iki dönemdir bu yüce Mecliste değişik konularda soruşturma önergesi verilmiş olmasına rağmen sadece bir konuda soruşturma komisyonunun kurulmasına karar verilmiştir. O da hepinizin çok yakından bildiği gibi 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının soruşturulmasıyla ilgili Komisyondur ancak ne yazık ki bu Komisyon, uzun süren çalışmalardan, tartışmalardan ve yapılan çalışmalardan sonra nihayet 5 Ocak 2015 tarihinde, adı geçen bakanları aklama komisyonu olarak Meclis tarihine geçmiştir. Ama ne zaman kimin aklanacağını tabii ki huzuru mahşerde insanların nasıl bir sorgulamadan geçeceğini inanıyorum ki bu oyu kullananlar ve kullandıranlar kendi vicdanlarında mutlaka, er ya da geç tartacaklardır.

Değerli milletvekilleri, 17-25 Aralık operasyonlarından sonra 3 Mart 2014 tarihinde zamanın Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Muğla’da yaptığı bir konuşmada aynen şu ifadeleri kullandığını “Biz merhamet için varız gazap için değil, bizim rahmetimiz gazabımızı aşacaktır inşallah.” sözleriyle haşa şirke varan bir konuşmanın ardından bu komisyonda görev alan değerli milletvekillerinin 22 Aralık tarihinde verecekleri kararı on beş günlük rehabilitasyon ve ikna sürecinden sonra nihayet dün 5 Ocak tarihinde aklama yönünde vermelerinin tesadüfi olmadığını da ifade etmek istiyorum. Dolayısıyla bu soruşturma önergesinin de akıbeti bellidir. Oy çoğunluğuyla açılmaması yönünde karar verilecek, velev ki vicdanlar doğrultusunda gizli oylama sonucunda böyle bir komisyon kurulmuş olsa dahi yine bir gazabı büyük, rahmeti büyük ses “Bakanımızı koruyun, bakanımızı yedirtmeyiz.” mesajını verdiği andan itibaren, değerli milletvekilleri dün nasıl karar verdilerse bu konuda da aynı kararı vereceklerdir, bundan kimsenin şüphesi olmasın, zaten beklenti de budur.

Gelelim Sayın Başbakana. Sayın Başbakan “Yolsuzluk yapan kim olursa olsun kolunu keseriz.” dedi. Ama dünden itibaren Sayın Başbakanın kolu kesilmiş, tek kollu bir başbakan olarak tarihe geçmiş bir kişi olacağını da herhâlde ileride yazılacak tarih kitapları mutlaka gelecek nesillere aktaracaktır.

Değerli milletvekilleri, yapılan tamamen suçtur, Anayasa’ya aykırıdır, mahkeme kararlarına uyulmayan bir fiildir, bunun başka türlü izahı da mümkün değildir, Sayın Bakan bunun hesabını mutlaka vermek zorundadır. 8 Haziran 2013 tarihinde yapılan sınav sonuçları 12 Temmuz 2013 tarihinde açıklandıktan sonra, 718 öğrencinin Almanca ve Fransızca test sonuçlarının İngilizce test sonuçlarıyla, cevap anahtarıyla karıştırılmasının sonucunda sınav sonuçlarında değişiklik olacağı nedeniyle konu yargıya taşınmış, dolayısıyla, Ankara 18. İdare Mahkemesi de oy birliğiyle 10 Ocak 2014 tarihinde bu itirazı haklı bulmuş ve sınav sonuçlarının değiştirilmesi ve sınav sonuçlarının iptali yönünde karar vermiştir. Bu yürütmeyi durdurma kararına karşılık Millî Eğitim Bakanlığının yapmış olduğu itiraz da 31 Mart 2014 tarihinde reddedilmiş, dolayısıyla, yapılan sınavda yanlış kodlamalar nedeniyle ortaya çıkan sonuçların 1 milyon 112 bin öğrenciyi etkileyeceği, bundan dolayı da sınavın iptali ya da yeniden değerlendirilmesi durumu ortaya çıkmıştır. Ancak Sayın Bakanlık bunun gereğini yapma yerine, âdeta sınava giren milyonları yok sayarak, ailelerini yok sayarak “Hiç kimse mağdur olmayacak, merak etmeyin, gerekenler yapılacak.” demiş, bunun üzerine yatmıştır. Milyonlarca öğrenci ufacık bir puan değişikliğinde sıralaması değişeceği için özlediği okula gidemezken, belki yeniden düzenleme yapılmış olsaydı, sonuçlar tekrar değerlendirilmiş olsaydı daha iyi bir okula kaydetme imkânı bulacakken bu imkân ellerinden alınmış, dolayısıyla tüm öğrenciler mağdur edilmiştir. O nedenle, yapılan iş ve eylem hukuka aykırıdır, suçtur, gereğini yüce Meclis yapmak zorundadır.

Peki, sadece bunlar mı? Sayın Bakanın 28-29 Kasım 2013 tarihinde yapılan 1’inci dönem TEOG sınavlarında yine 4 sorunun hatalı çıkması nedeniyle yargıya intikal eden konuda, yargının, Ankara 13. İdare Mahkemesinin 1 Temmuz 2014 tarihli yürütmeyi durdurma kararı ve arkasından da yine söz konusu kararı onamasına rağmen, nasıl bir düzenleme yapıldığı, bu TEOG sonuçlarının nasıl değerlendirildiği bir muamma olarak kalmıştır. Ayrıca, 28-29 Nisan 2014 tarihinde yapılan 2’nci dönem TEOG sınavlarında da ikili kopya hikâyesi ortaya çıkmıştır. Yüz binlerce öğrenci mağdur edilmiştir. Buna yönelik yapılan itirazlar ve 8 Temmuz 2014 tarihli gündem dışı konuşmamızda konuyu gündeme taşımamızın ardından Millî Eğitim Bakanlığı 2’nci TEOG sınavlarındaki yanlışlığın düzeltilmesiyle ilgili beyanatta bulunmuş, bazı öğrencilerin mağduriyetleri ortadan kaldırılmış ama sınava giren tüm öğrencilerin mağduriyetleri yine yok edilmemiştir. Burada da bir sıkıntı yaşanmıştır.

Diğer taraftan, yine Sayın Bakanın döneminde hukuk hiçe sayılmış, 1.709 şube müdürünün ataması yargı kararına rağmen hâlâ gerçekleştirilememiş, buraya da bir kanun değişikliği şeklinde getirilerek, yargının iptal ettiği atamada, yine Meclis kullanılarak kanun çıkartılıp aynı kişilerin göreve getirilmesi yönünde bir girişimde bulunulmuştur. Neyse ki Hükûmet adına o günkü Sağlık Bakanının da bu konuya yapılan itirazlara kulak vermesinin ardından bu geri çekilmiş, bu sorun şimdilik ötelenmiştir.

Ayrıca, Sayın Bakanın döneminde bazı okullarda -terör örgütü tarafından okullar gasbedilmiş, buna ses çıkarılmamış- binlerce müdür, müdür yardımcısı bir gecede görevinden alınmış, yerine, sadece sarı sendikanın onayıyla atamalar yapılmış, bunların hepsi hukuksuzluk örnekleri olarak maalesef Sayın Bakanın karnesine iyi not olarak geçmemiştir.

Dolayısıyla önergenin lehinde olduğumuzu ifade ediyor, soruşturma önergesinin işleme alınmasının gerekli olduğunu son söz olarak söyleyerek tekrar saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Işık.

Muğla Milletvekili Yüksel Özden.

Buyurunuz Sayın Özden. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ben de Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında verilmiş olan soruşturma önergesi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, 2015 yılının bu ilk oturumunda bu yılın hepimize, ülkemize, insanlığa sağlık, huzur, mutluluk getirmesini, Meclisimizin de daha huzurlu, daha sağlıklı, daha verimli toplantılarla geçmesini temenni ediyorum. Ayrıca, vefat eden milletvekilimize de Allah’tan rahmet diliyor, ailesine, sevenlerine, yakınlarına da başsağlığı diliyorum.

Şimdi, yaklaşık kırk dakikadır konuştuğumuz konuyla ilgili ne olduğunu bir kez de ben söylemek istiyorum: Evet, 2013 yılında yapılan SBS sınavında Fransızca ve Almanca cevap anahtarı olarak yanlışlıkla İngilizce cevap anahtarı kullanılmıştır. Bu, 718 öğrenciyi ilgilendirmektedir ilk etapta. Sınav sonuçları açıklandığı gün, 12 Temmuz 2013 gününde idare bunu fark etmiş ve gerekli düzenlemeyi anında yapmıştır. Burada söz konusu olan 718 öğrenci iken esasen sınavı tartışmalı hâle getirdiğinizde, sınavı sorgular ve biraz belirsizlik ortamı oluşturmaya çalıştığınızda etkilenecek olan öğrenci sayısı ise, biraz önce de söylendi, 1 milyon 112 bin kişi.

Şimdi, yapılanları tek tek sıralayalım: Evet, bir yanlışlık var ve idarenin davranışına bakalım. İdare, gereğini anında yapmış. 718 öğrencinin puanını tekrar düzenlemiş ama haklı bir itiraz var; o itiraz da şu: Şimdi, 718 öğrencinin puanı değişince geri kalan 1 milyon 112 bin öğrencinin puanı da değişecektir. Özellikle puanlar standardize edildiği için burada bir değişiklik olacaktır. Bakanlık da bu çalışmayı yapıyor çünkü bunları yapmak çok kolay, an meselesi, düğmeye bastığınızda çıkarabileceğiniz bir şey ve bu çalışma yapıldığında Bakanlığın değerlendirmesinde öğrencilerin puanlarının virgülden sonraki 3’üncü hanelerinde birer, ikişer basamaklık değişme oluyor. Ne oluyor? Bir öğrencinin puanı 372,126 iken 372,129 oluyor, evet, değişiyor. Bir başkasınınki 361,534 iken 539 -virgülden sonraki kısmını söylüyorum- 410,545 410,547’ye çıkıyor. Böylesine bir değişikliğin nelere yol açabileceğinin de hesaplaması yapılıyor ve evet, söylediğiniz gibi, Bakanımız defalarca söylüyor, diyor ki: “Müsterih olun, kimse mağdur olmayacak, öğrencilerimizin kafası karışmasın, veliler asla kuşkuya düşmesin çünkü biz bu sistemi işleteceğiz ve bu çark dönecek. Öğrencilerimizin, sınav stresinden yeni çıkan öğrencilerimizin tekrar bu kaygıya düşmesini istemiyoruz ve buna mahal vermeyeceğiz.”

Şimdi, bir tarafta, burada söz konusu olan davranışlar içinde baktığımızda, idarenin davranışı. Burada açıklık var, burada şeffaflık var, burada hesap verebilirlik var, burada 1 milyon 112 bin öğrenciyi, onun annesini, babasını ve önceki, sonraki, bu sistemden etkilenecek olan öğrencileri düşünmek var, hesaba katmak var.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Yüksel Hocam, fen lisesine gitmesi gereken öğrenci gidemedi. Kaç kişi var?

YÜKSEL ÖZDEN (Devamla) – Arkadaşlarımız sık sık şunu söylüyorlar, diyorlar ki: “Efendim, her bir sınav kaosa dönüştü, her bir sınav sistemi, işte, şöylesine, böylesine olaylarla geçti.” Evet, şimdi, buna bakalım; burada bir şey var, her bir sınavı kaosa dönüştürmek isteyenler var, bu kesin. Bu durum karşısında bir beraberce bakalım. Yani burada bu çocuklar üzerine konuşuyoruz ama önce bu çocukların davranışına bakalım. Kim davranıyor? Çocukların davranışı var, idarenin davranışı var, yargının davranışı var ve siyasetin davranışı var. Öğrencilerin davranışına bakalım. Toplam 103 öğrenci, en son mahkemenin istediği değişiklik yapıldıktan sonra standart puanlar da yani 1 milyon 112 bin öğrencinin puanı değiştikten sonra 99 kişinin gidebileceğinden daha yüksek puanlı okula gittiği tespit ediliyor. Burada bu çocuklara yönelik olarak geriye dönük aleyhlerinde bir işlem yapma mahkeme kararı da olsa kimseyle ilgili yapılacak bir şey değil artık. 4 tane öğrenci için de daha yüksek puanlı bir okula gidebileceği tespit ediliyor. Şimdi, bakalım, öğrenci davranışı çok anlamlı, bu 4 öğrenciye teklif ediliyor, deniliyor ki: “Siz bu okula girmişken, yeni puanınızla bir üst puandaki şu okula gidebilirsiniz.” O okula da yazı gönderiliyor “Kontenjan varsa kullanın, yoksa yaratın, ek kontenjan çıkarın.” 4 öğrencinin hepsi de diyor ki: “O iş bitti, biz onu geçeli çok oldu, artık biz önümüze bakıyoruz, derslerimize bakıyoruz, ben üniversiteye çalışıyorum, beni rahatsız etmeyin.”

Bir gecede, bir günde, bir haftada karar veren mahkeme 1 milyon 112 bin öğrenciyi ilgilendiren konuda temmuz, ağustos, eylül, ekim, kasım, aralık, ocağın 10’unda karar veriyor. Şimdi, öğrenci davranışını koydum, mahkemenin davranışı da burada. Yılın ortası olmuş, o zamandan sonra ne yaparsınız? Ki yapılması geren şeyi de Bakanlık gene yapıyor. Çıkardığı şey ne? Diyor ki: “Bunlar bunlar olacak.” ve yapılmış.

Diğer tarafta, bu sefer siyasetin yaptığına gelecek olursak… Üstünden bir buçuk yıl geçmiş. Bu çocukların derdi artık üniversite. Bırakın, rahatsız etmeyelim. Çocukları artık kendi hâllerine bırakalım, okullarında mutlu olduklarını derslerinde gösteriyorlar ve lütfen çocuklar üzerinde bunları konuşuyorken… Ben öncelikle bu çocuklarımızın daha yüksek puanlı okula gidebilecek iken hiç kılını kımıldatmayan, ben okuluma alıştım, öğretmenlerime alıştım, önüme bakıyorum diyen öğrenciler sadece bununla mı konuşuyor? Diyorsunuz ki her bir sınav sistemi… Evet, Türkiye büyük bir ülke, Türkiye'de sınava giren öğrenci birçok Avrupa ülkesinin nüfusundan çok çok fazla. Onun için her bir seferinde biz bu işi titizlikle yapıyor olmamıza rağmen, evet, bazen engeller çıktığında gereği yapılıyor ve sınav değiştiriliyor.

Şimdi diyorsunuz ki: “Çocukları düşünmüyorsunuz.” Değerli milletvekili arkadaşlarım, biz hepimiz burada sınav söz konusu olduğunda hep şunu söyledik: “Bir eğitim sistemini sınav üzerinden konuşmak kadar yanlış bir olay yok.” Çocukların kazanımları, bireysellikleri, sosyallikleri, kendi kişisel gelişimleri, hiçbirisini konuşmuyoruz; sadece sınav üzerinden konuşuyoruz. İşte, Bakanlığımız bunu değiştirmeye çalışıyor; bu sınavı böylesine bir sınav olmaktan, yılda 1 defa olan, 2 defa olan ve -herkesin- mazeret sınavının olmadığı, çocuklar için böylesine bir baskı olmaktan çıkaralım ve diyor ki: “TEOG’u getirelim.” Kalan sürem içerisinde…

Diyorsunuz ki: “Öğrenciler bu kadar mağdur, öğretmenler bu kadar mağdur.” Daha birinci dönemin sonunda bununla ilgili yapılan çalışmaların sonucunu sizinle paylaşayım.

İlki, bakın en önemlisi: Soruluyor TEOG sınavı, okulu ve öğretmenleri ön plana çıkarmakla ilgili görüşler. Burada 1.526 öğretmenimizin görüşü var ve daha ilk uygulama yani ilk dönem, bir dönem uygulamanın arkasından öğretmenlerimizin yüzde 57’si diyor ki: “Sınav, okulu ve öğretmenleri ön plana çıkarmıştır. Bu sonuç bize yeter.” Eğer öğretmenlerimiz bugün Türkiye’de okulun ve öğretmenlerin ön plana çıkmaya başladığını söylüyorsa bu bizim gurur duymamız için yeterli.

Bununla kalmıyor, ikincisi, yine, öğretmenlerimiz diyor ki: “TEOG sınavı öğretmenleri müfredatın takibinde daha çok disipline etmiştir.” Kim söylüyor? Öğretmenlerimiz söylüyor. Ne kadarı? Gene yaklaşık yüzde 55’i, diyor ki: “Artık, müfredat takibine disiplin gelmiştir.”

Üçüncüsü: Öğretmenlerimize soruyoruz kanaatlerini, diyorlar ki yaklaşık yüzde 58,32’si: “TEOG sınavıyla okula devamlılık daha fazla sağlanmıştır.” Biz bunun derdindeyiz ve bu ülkenin çocuklarının önüne bakarken sınavın bir stres malzemesi olmaktan çıkmasını istiyoruz.

Öğrencilerimize de sorduk, öğrencilerimizin yüzde 50’si şu kanaatte: “TEOG sınavıyla öğrencinin dersi derste öğrenmesi sağlanmıştır.” Bu, bir eğitimci için ve bu iktidar partisinin bir milletvekili için, benim her zaman gurur duyacağım bir tablodur. Hemen arkasından “Okula devamlılık sağlanmıştır.” diyor öğretmen ve öğrencilerimizin yüzde 60’ı. Evet, daha söylenecek belki çok şey var ama tablo budur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YÜKSEL ÖZDEN (Devamla) - Ben huzurlarınızda, Bakanımızla ilgili verilen soruşturma önergesinin gerçekten lüzumsuz yere olduğunu söylüyor, görüşümüzün bu soruşturmanın aleyhinde olduğunu belirtiyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özden.

Son söz, hakkında soruşturma açılması istenen Millî Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı’ya aittir.

Buyurunuz Sayın Avcı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle 2015’in hepimiz için, milletimiz için, memleketimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Sayın Murat Bozlak’a Allah’tan rahmet diliyorum; ailesine, arkadaşlarına başsağlığı diliyorum.

Şimdi, biraz önce konuşan arkadaşımız işin özünü gayet veciz bir şekilde anlattı ama biz daha önce, ilk defa bu konular konuşulmaya başladığı günden itibaren müteaddit açıklamalarla gerçek durumun ne olduğunu, SBS’nin ne olduğunu, o süreçte yapılan yanlışın ne olduğunu, buna ilişkin idarenin aldığı tedbirin, düzenlemenin ne olduğunu muhtelif vesilelerle anlattık. En son bütçe görüşmelerinde de bu konu gündeme geldi, orada da kısaca özetledik. Biraz önce Yüksel Bey de gayet güzel özetledi ama hâlâ anlaşılmadığını düşünerek, anlaşılmayabileceğini düşünerek, anlamamakta ısrar edileceğini düşünerek, kayıtlara girmesi açısından ben olup biteni, soruşturma önergesine konu olan olayın gerçekte ne olduğunu, nasıl yaşandığını sizlere kısaca özetleyeyim.

Biliyorsunuz, SBS yılda bir kere yapılan bir sınavdı ve hepimiz bu sınavdan şikâyetçiydik, “Çocuklarımızı yarış atına çeviriyor, bir tek sınavla çocukların dört yıllık, hatta daha uzun vadeli eğitim hayatları belirleniyor.” diye şikâyet ediyorduk. Biz bunu değiştirdik ama değiştirmeden önce yapılan son SBS sınavında… SBS sınavı, Seviye Belirleme Sınavı, onun için “SBS sınavı” demek de doğru değil, sondaki “S” sınav çünkü. Seviye Belirleme Sınavı 8’inci sınıflarda yapılıyor. 8 Haziran 2013 Cumartesi günü biz bu sınavı yapmışız, sonuçlarını da 12 Temmuz 2013 tarihinde açıklamışız, bir ay sonra sonuçları açıklamışız. Sonuçların açıklandığı gün vahim bir yanlışlık olduğunu fark etmişiz. Fransızca ve Almanca sorularına ilişkin cevap anahtarının İngilizce anahtarıyla karıştırıldığını görmüş ve aynı gün, o akşam saat 17.00’de kamuoyundan ve öğrencilerimizden de özür dileyerek bu yanlışımızı fark ettiğimizi, Almanca ve Fransızca sorularının da kendi anahtarlarıyla okunmasını sağladığımızı ve sonuçları da bu doğrultuda açıkladığımızı ilan etmişiz. Burada bir yanlışımız var, bu yanlışımızı hemen o gün, sınavın açıklandığı gün, sonuçların açıklandığı gün fark etmişiz ve düzeltmişiz. 718 öğrenci, bu durumda olan 718 öğrenci. Bunlar için ikinci kez yapılan değerlendirme işlemiyle… Bu işlemi neye göre yapmışız? “Sınav Sonuçlarının Değerlendirilmesi” başlıklı 8’inci maddeye göre, Öğrenci Yerleştirme Yönergesi’nin 8’inci maddesine göre bu düzeltmeyi yapmışız. Peki, bu düzeltmeyi yapmışız da ne olmuş, öğrenciler bundan nasıl etkilenmiş? Bu değerlendirme sonucunda yani doğru okuma sonucunda standart sapmada oluşan kayma, onda değil, yüzde değil, binde 3 düzeyinde. Yeni hesaplanan standart sapma esas alınarak yapılan hesaplama sonucunda 4,8 olan test ortalamasında bir değişim olmuyor. Dolayısıyla, 718 adayın da onların yeniden değerlendirilmesi sonucunda 1 milyon 112 bin adayın da sonuçlarında dramatik bir değişiklik olmayacağını söylemişiz. Buna rağmen Sayın Ayaydın ve bir öğrenci adına bir veli idare mahkemesinde dava açmışlar sınavın iptaliyle ilgili. Sayın Ayaydın’ın açtığı dava yetkisizlik yönünden reddedilmiş.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Ehliyet yönünden…

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) – Hayır, yürütmenin durdurulmasına karar verildi.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) – Neticeyi söylüyorum.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) – Baştan istediğiniz gibi de konuşmayın.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) – Ankara 18. İdare Mahkemesi 31/3/2014 tarihinde…

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) – Ondan önce…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) – …Sayın Ayaydın’ın açtığı davayı ehliyet yönünden ret kararı vermiş. Öğrenci adına açılan dava da ne zaman açılmış? 31 Temmuz 2013 tarihinde açılmış. Temmuz ayı geçmiş, mahkemeden bir ses çıkmamış; ağustos ayı geçmiş, mahkemeden bir ses çıkmamış; eylül ayı geçmiş, mahkemeden bir ses çıkmamış; ekim geçmiş, kasım geçmiş, aralık geçmiş, ocağın 10’ununa gelmişiz yani bir sömestir bitmiş, öğrencilerin beş gün sonra karne almasına sıra gelmiş ve 1 milyon 112 bin öğrenciyle ilgili bu 18. İdare Mahkemesi 10 Ocak 2014 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı vermiş. Ben de o gün demişim ki: “Merak etmeyin, hiçbir öğrencimiz mağdur olmayacak, 1 milyon 112 bin öğrenciyi ve ailelerini tedirgin edecek bir durum yok. Biz zaten 718 öğrenciyle ilgili işlemi yaparken de gördük ki öğrenciler açısından ve velileri açısından dramatik değişikliklere yol açacak bir durum söz konusu değil.” Gerekeni yapacağımızı o tarihte de söylemişiz ve Millî Eğitim Bakanlığı olarak şu kararı vermişiz, mahkeme her ne kadar yürütmeyi durdurma kararı verdiyse de yani esastan henüz bir karar vermediyse de, bir gün bu mahkeme esastan karar verdiği takdirde ne yapmamız gerekirse şimdiden onu yapalım en kötü durum senaryosuyla çünkü sonuçların değişmeyeceğini, çok dramatik bir değişiklik olmayacağını daha önceki hesaplamalarımızdan biliyoruz ve dolayısıyla yürütmeyi durdurma kararı üzerine esas kararı beklemeden biz bu işlemi yapmışız yani kâğıtları yeniden okumuşuz, yeniden değerlendirmişiz, mahkeme esastan karar verdiği takdirde bizden ne isteyecekse biz onu yürütmeyi durdurma kararı verildiği zaman zaten yapmışız. Bunun sonucunda ne olmuş? Bunun sonucunda 99 öğrencinin bir alt veya daha düşük puanla öğrenci alan bir okula gidebileceği ortaya çıkmış ama biz demişiz ki: Hiçbir öğrenciyi mağdur etmeyeceğiz, o 99 öğrencimiz yerleştikleri okullarda eğitimlerine devam edecekler, edebilirler, ediyorlar, ettiler.

1 milyon 112 bin öğrenci içerisinde 4 öğrencinin isterlerse yeni hesaplamaya göre o binde 1’lik değişiklik sonucunda farklı bir okula gidebilme ihtimalleri ortaya çıkmış, onlara da tek tek Millî Eğitim Bakanlığı olarak yazı göndermiş hatta il millî eğitim müdürlerimizi görevlendirmişiz ve demişiz ki: Bakın, sizin yeni hesaplamaya göre puanınız şu, isterseniz bu puanla şu şu okullara gidebilirsiniz. Bu 4 öğrencinin hiçbiri mevcut okullarını değiştirmediler kendi iradeleriyle, 4 öğrenci. Burada söz konusu olan 1 milyon 112 bin öğrenci. Biz idare olarak 1 milyon 112 bin öğrenciyi ve velilerini tedirgin etmeyecek, mağdur etmeyecek, hakka, hukuka, adalete uygun uygulamanın ne olduğuna bakmışız ve bunu yapmışız. Bunu büyük bir gönül rahatlığıyla söylüyorum. Herhangi bir hesaplama sonucunda bu 1 milyon 112 bin öğrenciden bu 4 öğrenci dışında durumu değişebilecek… Hatta mahkemeyi açan, Sayın Ayaydın’ın bütçede söylediğine göre kendi yönlendirmesiyle davayı açan öğrencinin de durumunda herhangi bir değişiklik olmamış. Yani mahkemeye müracaat eden o öğrencimizin yeni hesaplamalar sonucunda puanında bir başka okula tercih imkânı verecek bir değişiklik olmamış, bir mağduriyet söz konusu değil, orada da bir mağduriyet söz konusu değil.

Dolayısıyla, yaptığımız -yanlışımız- belki şu: Mahkemenin nihai kararını beklemeden bizden ne isteyecek idiyse onu önceden yapmış olmamız, yürütmeyi durdurma kararı verildiği zaman yapmış olmamız. Yani şimdi mahkeme kararını uygulamamakla suçlanmamızın nedeni mahkeme kararını erken uygulamış olmamız. Mahkemenin kararını öngörmüşüz ve ona göre de tedbirimizi almışız, bunu da kamuoyuna açıklamışız. Dolayısıyla, burada bir yanlışlık yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) – Bana biraz süre verebilir misiniz.

BAŞKAN – Bir dakika daha süre veriyorum size selamlamanız için.

Buyurunuz Sayın Avcı.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) – Ama bu tekrar açıklamak için iyi bir vesile oldu.

Sayın Ayaydın o gün yani sınav sonuçlarının açıklandığı gün ikaz etmek üzere beni aradığını söylüyor. Bizim Özel Kalemle ilgili hatamız olabilir. Bu telefondan haberim yok, olmadı, olsaydı geri dönerdim, olmadı, gerçekten olmadı. Bunun bu kadar ağır bir psikolojik tepkiye neden olacağını bilseydim daha sonra da arardım ama hakikaten haberim olmadı, onu da bilmenizi istiyorum.

Şimdi, şube müdürleriyle ilgili, Alim Bey’in söylediği şeyle ilgili kısa bir bilgi notunu hemen hızlıca arz edeyim: Evet, 1.709 şube müdürüyle ilgili, bu atamalarla ilgili yargıda sürüp giden davalar var. Bunlardan, bugüne kadar açılan 284 davadan 136 dava hakkında yürütmenin durdurulmasının reddi kararı yani Bakanlık lehine karar verilmiş, 284 davadan 136’sı reddedilmiş; 2’si hakkında davanın reddi kararı verilmiş, 29’u hakkında yürütmenin durdurulması kararı verilmiş, 30’u hakkında iptal kararı verilmiş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) – Dolayısıyla, 138’i Bakanlığımız lehine, 59’u Bakanlığımız aleyhine. Bakanlığımız aleyhine olanları da uyguladık. Yani, mahkemelerden bizim aleyhimize “Bunu durdur.” dediğini durdurmuşuz, “İptal et.” dediklerini iptal etmişiz. Orada mahkeme kararlarıyla ilgili bir sorun yok Alim Bey.

FARUK BAL (Konya) - Sarı sendikanın kararını uyguluyorsunuz Sayın Bakan ya, sarı sendikanın ya!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) – Ayrıca, bu çapraz kopya davasıyla ilgili de Danıştayın aynı dairesinin, 8. Dairesinin aynı konuda, “Ne çapraz kopya sayılır, ne sayılmaz?” konusunda verdiği 180 derece zıt 2 tane karar var.

BAŞKAN – Evet, herhâlde bir dakika daha süre verdim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) – Evet, maalesef süre yetmiyor.

Çok teşekkür ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum, iyi yıllar diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Avcı.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Ayaydın.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) – Sayın Bakan konuşmasında ismimi de zikrederek benim açtığım davanın yetkisizlikle sonuçlandığını belirtti. Bu doğru değildir, bunu düzeltmek istiyorum.

BAŞKAN – Yetkisiz…

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) – Benim açtığım davanın yetkisizlikle…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – “Ehliyet yönünden ret kararı” deniliyor.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) – Yetkim olmadığını söyledi, ondan önceki durumdan bahsetmedi, onu düzeltmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Ayaydın.

X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın (9/11) esas numaralı Meclis Soruşturması Önergesi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz evvel Sayın Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın o babacan tavırlarıyla konuşmasını büyük bir keyifle izledim. Keşke bu babacan tavırlarını uygulamalarında da gösterebilse. Sayın Bakan, açıklamayı yaparken davayı benim açtığımı ancak ocak ayında benim ehliyet yönünden talebimin reddedildiğini söyledi. Doğrudur ama Sayın Bakanın atladığı bir konu vardır. Benim idari yargıya açtığım davanın… 18. İdare Mahkemesinde benim talebim üzerine yürütmenin durdurulması kararının da verildiğini söylemesi gerekiyordu, onu söylemedi. Ancak ana kararda benimle birlikte bire bir aynı müracaatta bulunan bir öğrencinin müracaatı olduğu için 2 davayı birleştirdi. Ben öğrenci velisi olmadığımdan dolayı ehliyet yönünden reddi ama aynı davayı diğer öğrenciyle aynı olduğu için de davanın... Yani Millî Eğitim Bakanlığının uygulamasının yanlış olduğu yönünde karar verdi.

Şimdi, Sayın Bakan burada bir sürü teferruat anlattı, dedi ki: “Bunları yaptık, bunları yaptık, bunları yaptık.” Sanki kaybetmişiz gibi... “Biz yaptık bunları.” Bu, doğru değildir. Sayın Bakanlık bu uygulamasını yaparken 718 öğrencinin kâğıtlarındaki değerlendirme sonucunda puanları değişti. 718 öğrencinin puanı değişince 1 milyon 112 bin öğrencinin sıralamasında değişiklik olur. On binde 1 puan bile olsa o öğrencinin girebileceği okul değişir. Nitekim yargı, ana kararında bunu söylüyor, diyor ki: “Siz her ne kadar bunu söylüyor iseniz de sizin yaptığınız bu uygulama, standart sapmaları hesapladığınızda öğrencilere haksızlık olduğu yönündedir kararımız.” Ortada bir karar vardır, Bakanlık bu kararı uygulamamıştır. Sayın Bakan görevini kötüye kullanmıştır.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ayaydın.

IX.- MECLİS SORUŞTURMASI (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

1.- İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın ve 56 milletvekilinin; 2013 yılında yapılan Seviye Belirleme Sınavı’nın iptaline ilişkin Ankara 18. İdare Mahkemesinin kararını uygulamadığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçuna uyduğu iddiasıyla Anayasa’nın 100’üncü ve TBMM İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri uyarınca Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/11) (Devam)

BAŞKAN - Meclis soruşturması önergesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında Meclis soruşturması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım. Anayasa'nın 100'üncü maddesi hükmü gereğince oylamayı gizli oylama şeklinde yapacağız.

Oylamaya başlamadan önce oylamanın yöntemiyle ilgili olarak bazı açıklamalarda bulunacağım.

Gizli oylamanın ne şekilde yapılacağını arz ediyorum: Komisyon ve Hükûmet sıralarında yer alan kâtip üyelerden komisyon sırasındaki kâtip üye, Adana'dan başlayarak Denizli'ye kadar, Denizli dâhil ve Diyarbakır'dan başlayarak İstanbul'a kadar, İstanbul dâhil, Hükûmet sırasındaki kâtip üye ise İzmir'den başlayarak Mardin'e kadar, Mardin dâhil ve Mersin'den başlayarak Zonguldak'a kadar, Zonguldak dâhil, adı okunan milletvekillerine biri beyaz, biri yeşil, biri de kırmızı olmak üzere 3 yuvarlak pul ile mühürlü zarf verecek ve pul ve zarf verilen milletvekilini ad defterinde işaretleyecektir. Milletvekilleri, Başkanlık kürsüsünün sağında ve solunda yer alan kabinlerden başka yerde oylarını kullanmayacaklardır.

Bildiğiniz üzere -yineliyorum- bu pullardan beyaz olanı kabul, kırmızı olanı ret, yeşil olanı ise çekimser oyu ifade etmektedir.

Oylama gizli olacağından vekâleten oy kullanılamayacağını belirtmek isterim.

Oyunu kullanacak sayın üye, kâtip üyeden 3 yuvarlak pul ile mühürlü zarfı aldıktan ve adını ad defterine işaretlettikten sonra kapalı oy verme yerine girecek, oy olarak kullanacağı pulu burada zarfın içine koyacak, diğer 2 pulu ise ıskarta kutusuna atacaktır. Bilahare, oy verme yerinden çıkacak olan üye, oy pulunun bulunduğu zarfı Başkanlık Divanı kürsüsünün önüne konulan oy kutusuna atacaktır.

Oylamada adı okunmayan milletvekiline pul ve zarf verilmeyecektir.

Yığılmanın olmamasını özellikle rica ediyorum.

Şimdi, gizli oylamaya Adana ilinden başlıyoruz.

(Oylar toplandı)

BAŞKAN – Oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok.

Oylama işlemi bitmiştir.

Kupaları kaldırıyoruz.

(Oyların ayrımı yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, (9/11) esas numaralı, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergenin gizli oylama sonucu:

“Kullanılan Oy Sayısı

:

314

 

Kabul

:

62

 

Ret

:

240

 

Çekimser

 

Boş

 

Geçersiz

:

 

:

 

:

10

 

1

 

1

 

Kâtip Üye

Mine Lök Beyaz

Diyarbakır

Kâtip Üye

Dilek Yüksel

Tokat”

Böylece Meclis soruşturması açılması kabul edilmemiştir.

On dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.06

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.23

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Dilek YÜKSEL (Tokat), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Sayın Gök, sisteme girmişsiniz, buyurunuz.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

29.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, CHP Grubu olarak İstanbul Sultanahmet’te polis karakoluna yapılan saldırıda şehit olan polise Allah’tan rahmet, yaralı polise de acil şifalar dilediklerine ilişkin açıklaması

LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, akşam saatlerinde İstanbul Sultanahmet’te Turizm Şube Karakoluna bir canlı bomba saldırısı gerçekleşmiş. Bu saldırıda canlı bomba hayatını kaybettiği gibi, karakolda görevli bir polis şehit olmuş ve bir polis arkadaşımız da yaralanmış. Bu haberi biz de üzüntüyle basından öğrendik.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak, nereden gelirse gelsin bir terör faaliyetinin asla müsamaha gösterilmeden ülkemiz gündeminden çıkartılması gerektiğine inanıyoruz ve karakolda görev yapan ve şehit olan polis kardeşimizin ailesine ve polis camiasına başsağlığı diliyoruz. Yine, yaralı polisimize de acil şifalar diliyoruz.

Anlaşılıyor ki ülkemizin bu içinde bulunduğu atmosferde İstanbul gibi hassas korunan yerlerde dahi böyle bir saldırı gerçekleşebiliyor. Bu konuda, emniyetin, güvenlik güçlerinin kendi karakolunu dahi korumasının mümkün olmadığı bir ortama doğru sürükleniyorsak bu Türkiye açısından da talihsiz olur, demokrasimiz açısından da talihsiz olur.

Böyle bir olayı şiddetle kınadığımızı söylemek ve polis camiasına başsağlığı dileklerimizi ve geçmiş olsun dileklerimizi iletmek için söz aldım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Gök.

V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu'nun, Başkanlık Divanı olarak, şehit olan polise Allah’tan rahmet dilediklerine ilişkin konuşması

BAŞKAN – Biz de başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz ve Allah rahmet eylesin diyoruz.

Sayın Vural, buyurunuz.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

30.- İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın, MHP Grubu olarak İstanbul Sultanahmet’te polis karakoluna yapılan saldırıda şehit olan polise Allah’tan rahmet, yaralı polise de acil şifalar dilediklerine ilişkin açıklaması

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Biz de Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Sultanahmet’te polis karakoluna yapılan bu saldırı neticesinde Hakk’ın rahmetine kavuşan, şehit olan polis memurumuza Cenabıhak’tan rahmet diliyoruz, yaralı polisimize acil şifalar diliyoruz.

Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadele edecek gücü vardır. Terör örgütleri hiçbir zaman amaçlarına ulaşamayacaktır. Bu konuda Hükûmeti daha duyarlı olmaya davet ettiğimizi ifade etmek istiyorum.

Bir başka konu daha var. Biraz önce bir vatandaşımız aradı. Burada bakan var mı, yok mu bilmiyorum ama Türkiye’de bakan var mı, onu da bilmiyorum. Ancak, Samsun Ondokuzmayıs ilçesi Düzköy’de bir haftadan bu yana elektrik olmadığını ifade ediyor, “Perişan bir vaziyetteyiz.” diyor. Eğer duyarlı olan bir bakan varsa, bu sözlerimizi dikkate alarak bununla ilgilenirse çok memnun olurum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Vural.

Şimdi, 2’nci sırada yer alan, Tokat Milletvekili Orhan Düzgün ve 54 milletvekilinin, İstanbul Atatürk Havalimanı’nda bekletilen 1,5 ton altının bulunduğu bir uçağın sahte belge ve beyanlarla Dubai’ye gönderilmesine imkân sağlayarak altın kaçakçılığı ile ilgili suç delillerini ortadan kaldırdığı, olayla ilgili sorumlulukları bulunan üst düzey kamu görevlileri hakkında hiçbir işlem yapmadığı, olayın etkin soruşturulmasını engelleyerek denetim görevini yerine getirmediği, altın kaçakçılığı ile rüşvet ve yolsuzluk olaylarının kapatılmasına olanak sağladığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçuna uyduğu iddiasıyla Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Hayati Yazıcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin (9/12) esas numaralı önergesinin görüşmelerine başlıyoruz.

IX.- MECLİS SORUŞTURMASI (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

2.- Tokat Milletvekili Orhan Düzgün ve 54 milletvekilinin; İstanbul Atatürk Havalimanı’nda bekletilen 1,5 ton altının bulunduğu bir uçağın sahte belge ve beyanlarla Dubai’ye gönderilmesine imkân sağlayarak altın kaçakçılığıyla ilgili suç delillerini ortadan kaldırdığı, olayla ilgili sorumlulukları bulunan üst düzey kamu görevlileri hakkında hiçbir işlem yapmadığı, olayın etkin soruşturulmasını engelleyerek denetim görevini yerine getirmediği, altın kaçakçılığı ile rüşvet ve yolsuzluk olaylarının kapatılmasına olanak sağladığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçuna uyduğu iddiasıyla Anayasa’nın 100’üncü ve TBMM İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri uyarınca Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Hayati Yazıcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/12)

BAŞKAN – Bu görüşmede, sırasıyla, önergeyi verenlerden ilk imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine, şahısları adına 3 üyeye ve son olarak da hakkında soruşturma açılması istenmiş bulunan Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Hayati Yazıcı’ya söz verilecektir.

Bildiğiniz üzere, konuşma süreleri onar dakikadır.

Meclis soruşturması önergesi Genel Kurulun 9/12/2014 tarihli 24’üncü Birleşiminde okunmuş ve bastırılarak sayın üyelere dağıtılmıştır. Bu nedenle soruşturma önergesini tekrar okutmuyorum.

Söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi, Tokat Milletvekili Orhan Düzgün, Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü, Konya Milletvekili Faruk Bal, Tokat Milletvekili Zeyid Aslan; hakkında soruşturma açılması talep edilen Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Rize Milletvekili Hayati Yazıcı.

İlk olarak önerge sahibi Tokat Milletvekili Orhan Düzgün’ü kürsüye davet ediyorum.

Buyurunuz Sayın Düzgün. (CHP sıralarından alkışlar)

ORHAN DÜZGÜN (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eski Gümrük Bakanı Sayın Hayati Yazıcı hakkında Meclis soruşturması açılmasıyla ilgili şahsım ve arkadaşlarımın vermiş olduğu önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu konu aslında hepinizin bildiği Rıza Sarraf’ın kaçak altın yüklü uçağıyla ilgili. Gana’dan kalkan ve normalde İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı’na inmesi gereken uçak havaalanında bu kadar kasa bulunmadığı gerekçesiyle Atatürk Havalimanı’na iniş yapıyor. Aslında, bu kasa işini bizim bakanların çocuklarına söyleselerdi hallolurdu herhâlde ama düşünememişler sanırım.

Evet, değerli arkadaşlarım, uçak havaalanına indiğinde uçaktaki yükün Gana’dan Türkiye’ye tahlil amacıyla gönderilen doğal taş olduğu ve bunun ekonomik değerinin sadece 1.898 dolar olduğu beyan edilir. Ancak, Havaş görevlileri uçağın yükünü indirmek için gittiklerinde, uçağın konşimentosunun bulunmadığını görürler. Tabii, konşimentosu bulunmayan bir uçağın da Gana’dan nasıl havalandığı zaten apayrı bir muamma. Havaş görevlileri bu tablo üzerine gümrük görevlilerine bilgi verirler ve gümrük görevlileri uçağa geldiklerinde 30 kasa içerisinde 1.500 kilo altın olduğunu tespit ederler ve uçağı mühürlerler. Bunun üzerine, altını getiren arkadaşlarımız bu uçaktaki altının 500 kilosunun İstanbul’daki Duru Döviz’e, geri kalanının da Tahran’daki Sorinet Holdinge gönderilmek üzere getirildiğini gösteren belgeler ibraz ederler. Telefonla aranan ve altınların kendisine ait olduğunu söyleyen Duru Döviz havaalanına gelip işlerin sarpa sardığını, uçağın belgelerinin doğru dürüst düzenlenmediğini görünce altının kendisine ait olmadığını söyler ve bunu noterle beyan altına alır. Bu arada, uçakta gümrük memurlarının ikinci kez yaptığı tespitte de uçaktaki 1.500 kilo altın, herhâlde beklemekten buharlaşması nedeniyle 300 kilo eksik çıkar, 1.208 kiloya düşer.

Değerli arkadaşlarım, bakın, bu Rıza’nın babaannesinin bizim siyasi tarihimize geçmiş artık ünlü bir sözü var, diyor ki, affınıza sığınarak söylüyorum: “O… ile memurun bahşişini peşin vereceksin.” Biz bu mantığı bir yerden daha hatırlıyoruz. Meydanlarda “Ey memur Kemal!” diye bağıran birisi vardı, aklınca Kemal Kılıçdaroğlu’nu küçük düşürmeye çalışıyordu, bunu yaparken bu ülkedeki milyonlarca memuru da beraberinde küçük düşürüyordu.

Yirmi üç yıl devlete hizmet etmiş bir babanın oğluyum, kendim de devlete yirmi yıl hizmet ettim memur olarak. Bizim babalarımız, “Oğlum, paraları sıfırla.” diyen Başbakan olacağına, “Oğlum, kaç, Bakanlığa sığın, polis geliyor.” diyen Bakan olacağına varsın memur olsunlar. Biz onlarla gurur duyuyoruz. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) İleride hep beraber göreceğiz, bakalım onların çocukları da babalarıyla gurur duyacaklar mı.

İşte, bu süreç içerisinde, Sayın Bakanın Müsteşarının İstanbul’a yaptığı bütün baskılara rağmen, oradaki bir memur çıkıyor, diyor ki: “Bu doğru bir iş değildir, bu bir kaçakçılıktır, ben bu uçağın kalkışına izin vermem.” Ve böylece herkese bir ahlak dersi veriyor, tabii müdür olarak da sürülmeyi hak ediyor.

Değerli arkadaşlarım, maalesef, İstanbul Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürü Tevfik Usta aynı cesareti ve duruşu sergileyemiyor ve bütün belgelerin sahte olduğunu görmesine rağmen uçağın havalanmasına izin veriyor. Bütün bu olayları Mısır’da sağır sultan bile duymuşken Sayın Bakan uçağın kalkışından tam yirmi dokuz gün sonra olayı denetlemek üzere bir müfettiş gönderiyor. Müfettiş, raporunda uçağı gönderen Gana’daki Omanye Gold firmasının bu yıllık ticaret hacminin 1 ila 5 milyon dolar olduğunu söylüyor, Gana’da düzenlenen belgelerin gelişigüzel düzenlendiğini ve inandırıcı olmadığını söylüyor, şirketin adresinin üstünde tabela bulunmayan metruk bir ev olduğunu söylüyor. Yine, aynı müfettiş, raporunda “Olaya kambiyo ve kaçakçılık mevzuatı açısından bakıldığında altınların kısmen ya da tamamen Türkiye'ye açıkça sokulmak istendiği bellidir." diyor, raporuna not ediyor. Fakat, müfettiş her nedense uçakta kaybolan 300 kilo altından hiç bahsetmiyor, bununla ilgili hiç kimseye soru sormuyor. İşin ilginç tarafı, altının sahibi de bu 300 kilo altının nereye gittiğini hiç merak etmiyor. Tabii, bütün bunları gören müfettiş bu sahte belgeleri düzenleyen kişilerle ilgili herhangi bir suç duyurusunda bulunmuyor, görevini ihmal ediyor, topu savcılığa atıyor. Ayrıca, soruşturmanın kaçakçılık mevzuatından değil, Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’a muhalefetten değerlendirilmesini istiyor, hâlbuki kendisinin böyle bir yetkisi bile yok.

Değerli arkadaşlarım, bu arada, tabii ki Rıza’nın saatine göre Ankara’da zamanını ayarlayanlar ve Rıza’nın önüne yatmaya pek hevesli olanlar da boş durmuyorlar. Ne yapıyorlar biliyor musunuz? Buraya gelen bir torba kanun içerisinde 5607 sayılı Kaçakçılık Kanunu’nun 3’üncü maddesinin (11)’inci fıkrasını kaldırarak bu olayı suç olmaktan çıkarıyorlar yani bu dalavereye yasal kılıf hazırlıyorlar ve buna Meclisi alet ediyorlar. Şimdi, siz savunmanızda diyeceksiniz ki: “Altın ithalatı vergiye tabi değil, onun için bu kaçakçılık sayılmaz.” Hâlbuki Kaçakçılık Kanunu çok açık olarak diyor ki: “Vergiye tabi olsun ya da olmasın, ülkeye gümrüğe beyan edilmeden sokulmak istenen her türlü mal ve eşya için kaçakçılık muamelesi yapılır.” Bu olmadı mı; o zaman diyeceksiniz ki: “Paralelciler bize darbe yaptı.”

Bakın, size şunu söyleyeyim: Teğmen Mehmet Ali Çelebi sırf Alevi olduğu için, sırf Atatürkçü olduğu için hayatı karartıldı; beraberdiniz o zaman. Yarbay Ali Tatar’ın namusuna laf edildi ve adam intihar etti; kanı hepinizin ellerinde duruyor, bunu açıkça söylüyorum, o zaman da beraberdiniz ama iş yolsuzluğa gelince bir anda paralel oluverdiler.

Şimdi, bu olayın bir uluslararası boyutu da var arkadaşlarım. Bu işlemleri yapan kişilerin New York’taki Ziraat Bankasında yaptıkları işlemlerden dolayı, Amerikan Merkez Bankası FED Ziraat Bankasını incelemeye aldı, bunu hepiniz biliyorsunuz ve bankanın bireysel faaliyetleri durduruldu. Söylenen o ki bankaya verilecek olan ceza, elimizde sata sata bıraktığınız 2 bankadan 1’isi olan Ziraat Bankasını da batıracak büyüklükte. Yani, Ziraat Bankasını da bu kafayla gidersek Rıza’ya feda etmiş olacağız.

Şimdi, bütün bunlar yetmiyormuş gibi, yandaş basınınızı da kullanarak Türk Bayrağı’nın önünde Rıza’yı kahraman ilan etmeye kalktınız. Bakın, o bayrak rengini dolar yeşilinden almaz, bu ülkenin şehitlerinin kanının kırmızısından alır. Yaptığınız kirli işlere Türk Bayrağı’nı alet etmeyin, bundan vazgeçin. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Rıza’nın çocuğunun gözü yaşardı diye neredeyse ulusal yas ilan edecektik. Hâlbuki, Gezi’de bizim çocuklarımızın gözleri çıkarılırken İçişleri Bakanı oralı bile değildi.

Şimdi, Rıza çıktı dedi ki: “Bu ülkedeki cari açığın dörtte 1’ini ben kapattım.” Vallahi bunu iyi ki Binali Yıldırım duymamış, yoksa Davutoğlu’nun yerine Rıza’yı Başbakan yapardı Allah vermesin(!)

Rıza’yı kahraman ilan edebilirsiniz, şimdi ellerinizi kaldırıp bunu da akladığınızı zannedebilirsiniz ya da diyebilirsiniz ki: “Bizim arkamızda halk desteği var.” Evet, size “Çalıyorlar ama çalışıyorlar.” diyen bir yüzde 50 var ama “Zehir zıkkım olsun.” diyen bir yüzde 50 daha olduğunu bu memlekette unutmayın. Bunu size hatırlatmak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Bilmenizi istiyorum ki bunları mutlaka, bu suçları işleyenleri mutlaka yargının önüne çıkaracağız, hiç vazgeçmeyeceğiz. Korkmayın, adil olacağız, merhametli olacağız, kimin kadar biliyor musunuz? Ali İsmail’in kafasına son tekmeyi vuran kadar merhametli olacağız, Ethem Sarısülük’ün kafasına kurşun sıkan polis kadar merhametli olacağız, Berkin’in annesini meydanlarda yuhalatanlar kadar ve yuhalayanlar kadar merhametli olacağız. O gün gelinceye kadar, hırsıza “hırsız” demeye devam edeceğiz.

Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Düzgün.

Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü.

Buyurunuz Sayın Kürkcü.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; eski Gümrük ve Ticaret Bakanı Sayın Hayati Yazıcı hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge üzerine Halkların Demokratik Partisi adına konuşacağım.

Bugün, doğrusu, köydeki defin töreninde dostları, sevenleriyle birlikte sevgili yoldaşımız Murat Bozlak’ın yasını tutmak isterdim, ne var ki… Sanırım yerimde olsa ve bir seçim yapmak zorunda kalsa o da benim gibi yasını içine gömmeyi ve tüyü bitmedik yetimin vekili olarak hak arama görevinin başında olmayı tercih ederdi. Sevgili vekilimizi bir kere daha huzurunuzda hasret ve minnetle anıyorum.

Sayın Orhan Düzgün ve CHP’li vekiller Sayın Yazıcı’ya şu suçlamaları yöneltiyorlar: Yetki ve gücünü kötüye kullanarak Reza Zarrab başta olmak üzere gayrimeşru uluslararası altın ticareti elemanlarının çalışmalarını kolaylaştırmak, onları cezai sorumluluktan kurtarmak maksadıyla kamuyu zarara uğratan yasa değişikliklerine önayak olmak, Bakanlık müfettişlerini baskı altına alarak suçluları aklayan raporlar hazırlatmak, bu yasa dışı ticaretten doğan milyarlarca dolarlık gayrimeşru gelirin şahsi çıkar sahipleri arasında paylaşılmasına imkân tanımak ve benzeri.

Önergede suçlamaların maddi dayanakları gösterilmiş; zaman, mekân ve olay akış sırası mantıklı bir biçimde açıklanıyor. Çoğunluğu hak ve adalet peşinde koşan bir Genel Kurul bu önergeyi benimsemekten başka bir şey yapamazdı. Ama, ne tuhaf değil mi, hepimiz aslında AKP çoğunluğunun bunu yapmayacağını biliyoruz, buna iddiaya girsek hiçbirimiz kaybetmeyiz. Hak ve adalet bir zamanlar bu çatı altında gezinmiş ise eğer, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi çoğunluğunu terk etmiş olmalı. Bugün AKP’ye yol gösteren ilke; her ne pahasına olursa olsun iktidar, her ne pahasına olursa olsun servet ve güç.

Öte yandan, Sayın Yazıcı’ya yöneltilen suçlamalar esasen dün Meclis Soruşturması Komisyonunun AKP’li çoğunluğunca aklanan dosyanın bir uzantısı. Çuvala sığmayan mızrak gün ışığına buradan çıkmıştı. Ama, AKP’lilerin dün “Hukuki delil yok.” gerekçesiyle yok saydıkları yolsuzluk ve soygun zincirinin varlığını bugün burada kabul etmelerini beklemek bir ham hayal olurdu.

İki yıl önce bir bahar günü Roboski katliamını yok saymıştınız, bu yılbaşında tarihin en büyük yolsuzluğunu yok saydınız. Katliamla açtığınız parantezi hırsızlıkla kapattınız, kendinizle ne kadar övünseniz az. (CHP sıralarından alkışlar) Ama, unutmayın arkadaşlar, dosya daha kapanmadı, daha Genel Kurul var; Komisyonda olduğu gibi görüşmeleri basına kapatamayacak, milletvekillerinin tartışmaya katılmasını önleyemeyecek, muhalefetin bilgi ve belgelere erişmesinin yolunu kesemeyeceksiniz. Halkların Demokratik Partisi, o Komisyondan bu sonucu öngörerek üç hafta önce çekildi, gizli görüşmelerde helvacının bozacıyı aklamasını seyretmektense halkın önüne çıkmayı seçti. Bu önergenin görüşülmesi, bu yolda atılmış ilk adım.

İstediğiniz kadar Komisyonun önüne gelen fezlekeyi darbe girişimi sayın. Belge ve bilgiler, karşımızda uluslararası bağlantılarıyla birlikte bir suç örgütü bulunduğuna kuşku bırakmıyor. Uzağa gitmeye gerek yok, Sayın Erdoğan’ın kendisiyle övünmelerine kulak kabartmak yeter. Başbakanken “Kriptolu telefonları bile dinlemişler.” diye sirkatin söylememiş gibi, Cumhurbaşkanı sıfatıyla da konuşmaya devam etti. “‘Kriptolu telefon yaptık.’ diyerek Cumhurbaşkanını, Başbakanı, Genelkurmay Başkanını ve bakanları dinleyip bilgileri başka ülkelere servis ettiler.” Güya bu kayıtların montaj olduğunu ileri sürüyordu ama Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyonuna giren 29 Nisan 2014 tarihli Adli Tıp Kurumu raporu bu safsatayı sona erdirdi: “Cümle eklemesi veya cümle çıkartması sonucu anlam bütünlüğünü bozacak değişiklik tespit edilmedi.” Nokta, bizim için tartışma bitmiştir. Erdoğan kayıtların kendi telefonundan yapıldığını itiraf etmiş, Adli Tıp Kurumu bu kayıtların otantikliğini yani sahih olduğunu doğrulamıştır. Demek ki milletçe işittiklerimiz gerçektir. “Senin evinde ne var ne yok, sen bunları bir çıkar, tamam mı? Bende ne olabilir baba, senin paran var kasada.” Konuşma buydu.

Evet, yasalar karşısında boğazına kadar suça batmış bir iktidarla karşı karşıyayız. Türkiye'nin, kelimenin teknik anlamında, uluslararası bağlantılarıyla birlikte bir suç örgütünün hâkimiyeti altına girdiğini söylemek mübalağa sayılmaz. Her suçu bir başka suçla örtmek üzere Anayasa, yasa, hukuk, idari kurallar, mali mevzuat, hepsinin yerle bir edildiği ve zıvanasından çıkarıldığı, sadece yurttaşların değil, uluslararası anlaşmalarla karşılıklı yükümlülükler altına girilmiş olan uluslararası muhatapların da haklarının ihlal edildiği bir yönetime eğer henüz “haydut devlet” denmiyorsa bunun biricik nedeni, iktidarın tamamının henüz tek elde toplanmamış bir parlamenter denetim kabuğunun görünüşte muhafaza ediliyor olmasındandır.

Bu suç örgütünün başında bulunanlar, yapıp ettiklerini Türkiye için yaşamsal bir enerji kaynağı saydıkları doğal gazın İran’dan ithal edilmesi önündeki Amerikan ambargosunun aşılması zorunluluğuyla meşrulaştırılabilmeyi ummuşlardı. Zarrab gibileriyle girdikleri utanç verici ilişkileri, uluslararası engellerin arkasından dolaşmanın gereği olan kaçınılmaz bir kötülük olarak sineye çekmemizi beklediler. Hiçbir şeyi sineye çekecek değiliz. Enerji akışını sürdürmek için yaratıcı önlemler bulmak her hükûmetin sorumluluğudur ama bunun yolu uluslararası suç şebekeleriyle ortaklık kurmak, halkın öz kaynaklarını uluslararası dolandırıcılık şebekeleriyle paylaşmak değildir. Bu, hiç kimseye, halkın parasını, kendi nefsi için ayakkabı kutularına, valizlere, torbalara, kasalara istifleme hakkını vermez. Biz buna “tamahkârlık” diyoruz. Altına tamah eden iflah etmez!

Britanya’nın büyük yazarı Shakespeare büyük eseri Atinalı Timon’da, bu tamahkârlığın insanlığı nasıl insanlıktan çıkarttığını bundan yüzyıllar önce sanki bugünün dünyasını yaşıyormuşçasına bakın nasıl anlatıyordu:

“Altın ha...

Sapsarı, pırıl pırıl, değerli altın,

Karayı ak, çirkini güzel, yanlışı doğru, alçağı soylu, yaşlıyı genç, korkağı yiğit yapmaya yeter şu kadarı.

Ah, tanrılar, neden bu, niçin bu, ey tanrılar!

Rahiplerinize, uşaklarınıza yüz çevirtir bu sizden, ölüm döşeğine yatırır dipdiri bir insanı.

Bu sarı köle, dinler kurar, sonra yıkar, lanetliği kutsar, cüzzamlının eteğine yüz sürdürür, hırsızı alıp üne, unvana boğar, aynı sıraya oturtur soylu kişilerle.

Budur işte kocaya kavuşturan kırk yıllık dulu.

Merhemler, kokularla beleyip kapanmaz yaralarını, en onulmaz hastayı bir nisan gününe çeviren de bu.

Git, lanet olası maden, insanlığın orta malı, sen, milletleri sürüye çevirip birbirine saldırtan.”

Anlıyorsunuz değil mi Shakespeare’in kimlerden, nelerden, niçin söz ettiğini? (CHP sıralarından alkışlar)

İnsanlığın servet ve kudret sahiplerinin hâkimiyetinden kurtuluş mücadelesinin en büyük zaferlerinden biri, büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin ertesi yılında Lenin, altının insanlığın geleceğinde olsa olsa bir tuvalette işe yarayacağından söz etmişti, demişti ki: “Dünya çapında muzaffer olduğumuzda altını dünyanın en büyük kentlerinde umumi helalar yaptırmak için kullanacağımızı düşünüyorum. Böylece altın, adına güya ‘büyük özgürlük savaşı’ denilen 1914-1918 savaşında nasıl uğruna 10 milyon insanın öldürülüp 30 milyonunun sakat bırakıldığını henüz unutmamış kuşakların yararına en adil ve eğitici şekilde kullanılmış olacaktır.” Bunu hâlâ umuyoruz ama bugün altını bu şekilde değerlendirebileceğimiz koşullardan ve güçten yoksun olabiliriz. Gene de inanın AKP’li arkadaşlar, altının bugünkü adil kullanımı konusunda bilmeden bize büyük bir yardımda bulundunuz. Kendinizi “Reza Zarrab” namında bir uluslararası mücrime altından zincirlerle bağlayarak altından bir kelepçenin bir halkasını kendi bileğinize kendiniz taktınız. Halkların Demokratik Partisi kelepçenin öbür halkasını öbür bileğinize bağlayacak, adil bir yargılanma için elinden geleni ardına koymayacaktır.

Saygılar. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kürkcü.

Konya Milletvekili Faruk Bal.

Buyurunuz Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu soruşturma önergesinde Sayın Bakana isnat edilen suç, İran petrolüne uygulanan Birleşmiş Milletler ambargosunu delerek pazarlayan ve İran’da tutuklanan Babek Zencani’nin kiraladığı uçağın, Babek Zencani ve Rıza Zarrab’a ait 1,5 ton kaçak altınla yüklü uçağın 1 Ocak 2013 tarihinde İstanbul Havalimanı’na inmesi ve faturasının ve konşimentosunun bulunmaması nedeniyle mühürlenmesiyle ilgilidir. Bundan sonra kirli eller iş başına gelmiştir. 1,5 ton altını, uçağı ve Reza ile Reza’nın rüşvete boğduğu dostlarını kurtarmak için sahte konşimento ve faturalar düzenlenmiştir. On yedi gün havaalanında bekletildikten sonra uçak, düzenlenen bu sahte fatura ve belgelerle, kaçak altınlarla birlikte Dubai’ye gönderilmiştir. Bu şekilde gelişen olaylarda Bakan Yazıcı’nın bir, uçak ve kaçak altın Türkiye’de iken yasal işlem yapmamak; iki, yapılan kaçakçılığa kılıf hazırladıktan ve kaçak uçak gittikten yirmi dokuz gün sonra olayın incelenmesi için soruşturma talimatı vermek ve bu talimatta uçağın taşıdığı eşyanın transit eşya olduğunu, Dubai’ye gittiğini, akaryakıt ikmali için Türkiye’ye indiğini belirterek soruşturmanın bu yönde yapılmasını ve bir ay içerisinde tamamlanmasını müfettişi yönlendirerek istemek ve böyle yönlendirilmiş müfettişin raporuyla da bu suçun kapatılmasını sağlamak. Bu suçlarla suçlanmaktadır Sayın Bakan. Ayrıca, gereğini yapmış gibi görünmeye çalışarak bir, göstermelik olarak alt düzey görevlileri hakkında soruşturma yapıp asıl suçu işleyen üst düzey bürokratları hakkındaki dosyaları kapatmak; iki, bu suçun gerçek faili ULS Havayollarına para cezası kesmek yerine, suçla ilgisi olmayan firmalara para cezası keserek verilmiş olan bu para cezalarının mahkemelerce kolayca iptal edilmesine zemin hazırlamak ve üç, Bakanlığın kontrol ve denetim görevini gereği gibi yerine getirmemekle suçlanmaktadır. Dahası, altın kaçakçılığının ilerleyen süreçte Kaçakçılık Kanunu’nun 3’üncü maddesinin (11), 4’üncü maddesinin (1), (2) ve (5)’inci fıkraları kapsamında gün gelir, bir örgüt faaliyeti kapsamında değerlendirilerek yeniden soruşturulabileceğini bildiği için Zencani ve Zarrab’a ağır cezaların verilmesinin önüne geçilebilmek amacıyla suçun işlenmesinden seksen yedi gün sonra, 6455 sayılı Kanun’da,-Kaçakçılık Kanunu ve gümrük kanunlarında- düzenleme yaparak bu suçları kabahat olmaktan çıkarmış ve suçun işlendiğini bilerek göz yumanlar hakkındaki “Suçlular gibi cezalandırılır.” hükmünü kanundan çıkarmıştır. Altın kaçakçılığının yapıldığı görüntüler, “tape”ler ve inkâr edilemeyecek belgelerle sabittir. Bunu Türk milleti gördü, biz gördük, siz gördünüz, hepimiz gördük, en önemlisi Cenab-ı Allah gördü. Bakan Yazıcı’nın bu suçu işlediği bu bilgilerle, bu delillerle sabittir ve hakkında soruşturma açılması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, Allah’ın bildiğini, Türk milletinin gördüğünü, sizin, bizim gördüğümüzü, sizin siyasallaştırmış olduğunuz ve biat etmek üzere görevlendirdiğiniz savcılar görmedi. Asıl suçlular, altın kaçakçıları bavullardaki, sırt çantalarındaki, kasalardaki, kutulardaki milyon dolarları, euroları cukkalarken hakkında takipsizlik kararı verildi. Bu karar, Türk hukuk tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. Bunu soruşturan Komisyonun milyon dolarları cukkalayanların AKP Hükûmetinde uzantısı olan 4 bakanı aklaması da gazi Meclisin üzerine kara bir leke olarak düşmüştür.

Değerli milletvekilleri, 1960 ve 1980 darbelerinde,12 Mart 1971 ve 28 Şubat 1997 muhtıralarında yargı nasıl silah olarak kullanılmışsa siz de AKP olarak 2010 tarihinde, Anayasa değişikliğinden sonra yargıyı silah olarak kullandınız. Şimdi de yargıyı yolsuzlukları kapatmak için silah olarak –katmerlisini- kullanıyorsunuz. AKP, yargıyı aklama makamı olarak görmüyor. AKP, 17 üyesinden 12’sini seçtiği Anayasa Mahkemesini vesayet makamı olarak görüyor yani AKP, yargıyı yargı olarak tanımıyor. Bunun adı yargıdan kaçmak, bunun adı yargısız bir demokrasi, daha açıkçası bu bir postmodern diktatörlüktür.

25 Aralık MİT ve yolsuzluk operasyonları ortaya çıkınca AKP Hükûmeti, suç delillerinden kurtulmak için önce delilleri ele geçiren polislere, savcılara, hâkimlere jimnastik yaptırdılar -dosyayı al ver, sağa sola sür- daha sonra kanunlara takla attırdılar. Bu takla atmaktan HSYK, Yargıtay, Danıştay, Adalet Akademisi, Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu ve torba kanunlar nasibini almıştır. Altın kaçakçılığından kuyruğu kurtarmak için Kaçakçılık Kanunu’nun 4’üncü maddesi de sizlerin oylarıyla değiştirilmiştir. Değiştirilen bu maddeyle, Sayın Bakan Yazıcı gibi, kaçakçılık fiillerini önlemekle görevlilerin kaçakçılık yapılmasına kasten göz yumması hâlinde işlenen suçun müşterek faili olarak sorumlu tutulmasına ilişkin bu madde yürürlükten kaldırılmıştır. Bu maddeyi yürürlükten kaldırırken minareyi çalanlar kılıfını AKP milletvekillerine hazırlatmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu yolsuzluk olayları dinen günahtır, ahlaken ayıptır, kanunen suçtur ve bundan kurtuluşu da vardır. Dinen tövbe edeceksin, ahlaken istifa edeceksin ve hukuken, kanunen de mahkemede hesap vereceksin. Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır. AKP iktidarında bu suçlardan kurtulmanın yolu yukarıda anlattığım şekilde iken bunun yerine, yargıyı tanımayan AKP’nin postmodern diktatörlüğünün ilanı hayra alamet değildir.

Değerli milletvekilleri, Meclis Soruşturma Komisyonuna da birkaç cümle etmek isterim. Bu Komisyon 5 Mayıs tarihinde kuruldu. AKP, altmış dört gün üye vermemek suretiyle oyaladı. 7 Temmuzda ilk toplantı yapıldı ve Sayın Hakkı Köylü üye seçildi. Sayın Köylü’nün üye seçileceği iki gün önce kulislerde basın mensupları tarafından konuşuldu, ben duydum, biz duyduk, hepimiz duyduk. İlk kurada isminin çıkması çok şaşırtıcı ama çıktı! İlk toplantı yapıldı, Sayın Köylü Başkan seçildi, Komisyonu toplamadan dosyaları dertop etti, İstanbul’daki savcıya gönderdi. Niçin? Dizi pusulası yaptırmak için.

Değerli arkadaşlarım, Komisyon Bakanlar Kurulunun yetkilerinin tümünü kullanmayı haizdir, bu Anayasa hükmüdür. Dizi pusulası yapmaya muktedir olamaz mı bir komisyon? Olur ama işin içerisinde iş var. Niçin? Fezlekeleri tanzim eden savcılar jimnastik nedeniyle sağa sola gitmişti, onun yerine yenileri gelmişti, bu dosyaları yeni savcıların yeniden dizayn etmesi gerekirdi. Nitekim, basının verdiği bilgiye göre, ilk geldiğinde 64 olan dosya sayısı, Komisyona geldiğinde 33 dosyaya inmiş, Komisyon Başkanı Hakkı Köylü Bey tarafından gönderilmesinden sonra bu 33 dosya da 11 dosyaya inmiştir. Uranyum gibi dosya yarılanıyor!

Değerli arkadaşlarım, bunun bizim zihnimizde olduğu gibi, sizin zihninizde de çok ciddi şüpheleri yaratması gerekmektedir. Ancak, Komisyon karar vereceği günü açıkladı “22 Aralık tarihi, saat 14.00, Pazartesi günü” diye, her ne hikmetse o gün toplanmadı; saat “15.00” dediler, toplanamadı; “15.30” dediler, toplanamadı; “18.00” dediler, toplanamadı; dünkü tarih itibarıyla toplandı. Bu Komisyonunun toplantısının 4 defa ertelenmesinin bir tek sebebi vardı, o da yüksek tepe ile alçak tepeden gelen talimatlara karşı Komisyonun hangisine uyacağını şaşırmasıydı. İşte, yolsuzlukla ilgili…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FARUK BAL (Devamla) - …“Kim yaparsa kolunu keserim.” diyen Sayın Başbakanın en sonunda, Komisyon kararıyla anlaşıldı ki kendisinin sesi kesilmiş oldu. Yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, gazi Meclisin huzurunda 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu, 9 AKP milletvekilinin ikna edilmesi veya tehdit edilmesi veya bir şekilde razı edilmesiyle aklanmış oldu. Tabii, bu aklanma burada bitmeyecek diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bal.

Tokat Milletvekili Zeyid Aslan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Aslan.

ZEYİD ASLAN (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, önceki gün akşam vefat eden Halkların Demokratik Partisi Adana Milletvekili Sayın Murat Bozlak’a ve bugün akşam saatlerinde Sultanahmet’te bir karakola yapılan saldırıda şehit düşen değerli polisimize Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün, Cumhuriyet Halk Partisi Tokat Milletvekili Orhan Düzgün ve arkadaşlarının, Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Sayın Hayati Yazıcı hakkında altın kaçakçılığını önleme noktasında yetersiz kaldığı ve bu noktada gümrük görevlileriyle ilgili gerekli takibatı yapmadığı ve aynı zamanda da bu yapılan altın kaçakçılığı sebebiyle bu kaçakçılığı yapanların daha az ceza alabilmesi için kanunda değişiklik yapılmasına öncülük yaptığı iddiasıyla cezalandırılması, Yüce Divana gönderilmesinin ön aşaması olan soruşturma önergesini vermişlerdir.

Öncelikle, soruşturma önergesinde geçen olayı arkadaşlarımız özetlediler ama ben de kısaca şöyle bir özetlemek istiyorum: 1 Ocak 2013 tarihinde Gana’dan yola çıkan, Gana’dan çıkış belgelerinde içerisinde “mineral samples” yani numune olduğu belgelerde belirlenen ama çıkışta, gümrükte, içinde altın olduğu ifade edilen bir kargo uçağı 1 Ocak 2013 günü Atatürk Havalimanı’na iniş yapar. İnişle birlikte kaptan pilot, gümrük idaresine, içerisinde altın olduğunu ifade ettiği kargo yükü bulunduğunu belirtir ama buna dair belgeleri ibraz edilemediğinden dolayı gümrük memurları şüpheli bir durumdan bahisle uçağın belgelerini ister ama belgeler gelmemesi üzerine uçağı mühürlerler ve bir kenara çekerler. Aradan geçen zaman içerisinde ilgili uçak yetkilileri ve altının Gana’dan yola çıkışında kendisine ait olduğu taşıma sözleşmesini imzalayan İranlı bir firmanın yetkilileri, bu süreç içerisinde birtakım konşimentoları ve belgeleri gümrük idaresine ibraz ederler ama ibraz edilen belgelerin asıllarının olmaması, fotokopi olması sebebiyle asılları beklenir. Belirlenen süre içerisinde de asıllarının gelmemesi üzerine, uçağa ilgili şahısların girişine ve altının Türkiye’ye bırakılmasına gümrük memurları ve gümrük idarecileri müsaade etmezler. Bunun üzerine, ilgili firma yetkilileri ve havayolları 8 Ocakta yeni bir konşimento düzenleyerek uçağın Dubai’ye transit geçişini isterler ve buna dair evraklarını gümrük memurlarına, gümrük idaresine ibraz ederler. İbraz edilen bu belgeler muvacehesinde, gümrük idaresinin yaptığı inceleme ve araştırmanın sonucunda 17 Ocak tarihinde ilgili uçağın içindeki kargo yüküyle beraber Dubai’ye kalkmasına izin verilir. Olayın ana teması bu yöndedir.

Şimdi, burada gerek soruşturma önergesinin içerisinde yer alan gerekse konuyu incelediğimizde 1 Ocaktan 17 Ocağa kadar geçen süreç içerisinde yapılan işlemlere göre Gana’dan yola çıkan ve Türkiye’den transit yoluyla Dubai’ye geçen altın bir kaçakçılık suçunun gerekçesi midir? O altının ithali sebebiyle burada uygulanacak olan cezai hükümlerin ya da hukuk hükümlerinin neler olduğu hususu bir tartışma konusu olmaktan öte aslında çok nettir.

Özellikle önerge sahipleri adına konuşan değerli Tokat milletvekili arkadaşım, birlikte Tokat’ta siyaset yaptığımız arkadaşım, belki hukukçu olmaması hasebiyle hukuk nitelendirmelerinde birtakım eksiklikler yaptı. Öncelikle, elbette ki gümrüğe tabi olan ve gümrükte muayene edilmesi gereken ama gümrük muayenesi yapılmadan geçirilmek istenen her işlem bir kaçakçılık suçunun gerekçesini oluşturur. Ama özellikle külçe altın ve benzerlerinin ithalatında –diğerlerini saymayacağım- ithalat vergisine tabi olmaması, KDV’den istisna bulunması sebebiyle vergiye tabi olmayan ve KDV’den istisna edilmiş olan her türlü girişlerin kaçakçılık hükümleri içerisinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Çünkü kaçakçılık suçunun ana unsurunu oluşturan şey, kaçakçılıktaki ana amaç, getirilen emtianın, malın vergisinden kaçmak ya da vergisini daha az ödemek, KDV’sinden kurtulmak gibi ana unsurlar taşır. Bu unsurların taşınmaması sebebiyle, özellikle de Gümrük Kanunu’nda belirtildiği üzere külçe altının Türkiye’ye girişi herhangi bir vergiye tabi değildir, KDV’ye tabi değildir, başkaca herhangi bir harca tabi değildir. Bu nedenle, altın ithaline ilişkin yapılmış olan her bir işlem, kaçakçılık suçu içerisinde değerlendirilmesi mümkün olmayan işlemlerdir. Ama eğer burada yapılmış olan bir usulsüzlük varsa, belge ibraz edilememişse veya belgeler eksik ibraz edilmişse elbette ki gümrük idaresinin yapması gereken işlemler vardır, bu da Gümrük Kanunu’nun içerisinde yer alan 239’uncu maddedeki hükümlerdir. Ki dosyayı incelediğimizde, gümrük memurlarının 239’uncu madde gereğince gerekli işlemleri yaptıklarını ve cezai işlemlerin, özellikle -çünkü bu madde kapsamında değerlendiriliyor- bu madde kapsamında gerekli idari para cezalarının yapılan inceleme ve araştırma sonucunda uygulandığını görüyoruz. Özellikle bu ithalat süresi içerisinde belgelerde ismi geçen 3 firmaya 239’uncu maddenin gereği olarak belirtilen emtia değerinin onda 1’i oranında her birine ayrı ayrı idari para cezalarının uygulandığını, bunun dışında da ayrıca Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nun 3’üncü maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarına dair de işlem yapıldığını dosyayı incelediğimizde görüyoruz. Yani, burada Gümrük ve Ticaret Bakanlığının ve dolayısıyla gümrük memurlarının kendi üzerine düşen yükümlülükleri sonuna kadar uyguladıklarını ve bu nedenle de herhangi bir şekilde bir soruşturmaya tabi olmalarının mümkün olmadığını görüyoruz.

Kaldı ki bu süreç içerisinde, biraz önce ismi geçen “Reza Zarrab” denen şahsın teknik takip altında olduğunu da daha sonradan, dosyada, savcılık incelemelerinde görüyoruz. Bu süreç içerisinde, on yedi günlük süreç içerisinde, gerek Reza Zarrab ya da onunla bağlantılı olduğu iddia edilen tüm kişilerin gümrük memurlarıyla yaptıkları görüşmelerde ya da gümrük memurlarıyla yapılan görüşmeleri birbirlerine aktarmalarında görüyoruz ki Atatürk Havalimanı’ndaki gümrük memurları yapılmaya çalışılan usulsüzlüğe sonuna kadar direnmişler ve Gümrük Kanunu’nun, gümrük mevzuatının gereklerini yerine getirmişler.

Şimdi, burada, gerek Sayın Bakanımızın ya da “üst düzey bürokrat” denilen kişilerin hangi talimatı, hangi yazılı talimatı ya da şifahi talimatı nasıl verdikleri, ne zaman verdikleri, hangi belgeyle ya da hangi konuşmayla ilettiklerine ilişkin, ben, bu soruşturma önergesinin içerisinde hiçbir şey göremedim. Buna rağmen, savcılıktan bir şekilde elde edilmiş dosyaları, tüm “tape”lerini de başından sonuna kadar inceledim ama buna dair hiçbir şey görmedim.

Kaldı ki savcılığın, 17 Aralık sürecini yürüten Celal Kara’nın -ki bu soruşturmayı da yürütendir- kendisinin tayin ettiği ve 18 Ocak 2013 tarihinde savcılığa iletilen bilirkişi raporunda da bilirkişinin, özellikle gümrük memurlarının, Atatürk Havalimanı’ndaki gümrük muayene ve muhafaza memurlarının tüm işlemleri hukuka uygun bir şekilde yerine getirdikleri ve kendilerine bu suretle isnat edilebilecek herhangi bir suç bulunmadığına dair o dosyayı, o savcının eline de bu bilirkişi raporunu vermişler. Şimdi, bir yanda savcılığın yürüttüğü bir soruşturma dosyasının içerisinde “17 Aralık savcısı” dediğimiz savcıların bilirkişisinin kendi verdiği raporun içerisinde gümrük memurlarının herhangi bir suç işlemedikleri ve bir suç isnadı mümkün olmadığı ifade edilecek hem de bundan dolayı Bakan suçlanacak. Gerçekten bunu anlamak mümkün değil.

Bu nedenle, gerek altın kaçakçılığı yapıldığına ilişkin mevzuatın buna uygun olmaması gerekse gümrük memurlarının görevlerini yerine getirmediklerine dair iddianın altının tamamıyla boş ve savcılık dosyasıyla da bertaraf edilmiş olması sebebiyle, bu soruşturma önergesinin aslında iyi hazırlanmamış, üzerinde iyi çalışılmamış ve hukuki mevzuattan ve hukuki mesnetten uzak bir önerge olduğunu görüyoruz. Elbette bu önerge sadece şu amaçla verilmiş olabilir: 17 Aralıkta başlayan ve Türkiye’nin gücünü kırmaya, Türkiye’nin itibarını sarsmaya ve bölgesinde bölgesel güç olma yolculuğunu engellemeye çalışan algı operasyonuna “Acaba buradan da bir katkı verebilir miyiz, bunu bir tartışma konusu yapıp gündemde tutabilir miyiz?”in dışında hiçbir altyapısının olmadığını düşünüyorum.

Bu vesileyle, bu soruşturma önergesine kişisel olarak “hayır” oyu vereceğimi beyan ediyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Aslan.

Son söz, hakkında soruşturma açılması istenen Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Hayati Yazıcı’ya aittir.

Buyurunuz Sayın Yazıcı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAYATİ YAZICI (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hakkımda verilmiş bulunan soruşturma önergesine ilişkin kanaatlerimi, görüşlerimi ifade etmek üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Anayasa’nın 98’inci maddesi yasama organının yürütmeyi denetlemesine ilişkin prosedürleri düzenlemiştir: Genel görüşme, Meclis araştırması, sözlü-yazılı soru önergeleri ve gensoru, soruşturma önergesi. Bir defa, Meclis araştırması, genel görüşme, sözlü ve yazılı soru önergeleri bir kuşkuya, bir duyuma, inandırıcı bir algıya dayalı olarak bilgi edinmeyi amaçlar. Ama soruşturma önergesi, gensoru, bir kişiyi veya kişileri hedef alır, onun kişilik haklarına ilişkin iddialar öne sürer, çok ciddidir. Bir insanın soruşturma önergesi ya da gensoru önergesi hazırlarken kişi haklarına, hukukun en temel kuralı olan kurallara öncelikle riayet etmesi gerekir. Bu perspektifte baktığımız zaman, bu soru önergesi, gerçekten, nesnel olgulardan uzak, öznel amaçlarla hazırlanmış bir önerge. Bunları şimdi sırasıyla, madde madde ortaya koyacak, paylaşacağım.

Değerli milletvekilleri, bir defa, bu önergeyle altın kaçakçılığının delillerini ortadan kaldırdığım iddia ediliyor. Hangi delili ortadan kaldırmışım? Ne varmış ki ben onu yok etmişim? Bu olayla ilgili ne varsa uçağın Türkiye’ye geliş anından itibaren çıkışına kadar bütün işlemler, prosedürler hâlen dosyasında mevcuttur. Ha oradan bir şey bulabilip de “Şunu yok ettiniz.” diyebiliyor musunuz? Gerçek dışı bir iddia.

İkinci bir iddia: Yasal kılıf hazırlamak için yirmi dokuz gün sonra, işte uçağın taşıdığı eşyanın transit eşyası olduğu, Dubai’ye gittiği, akaryakıt ihmali için Türkiye’ye geldiği şeklinde sınırlama yaparak müfettişi görevlendirdiğim iddia ediliyor. Bu da tamamen gerçek dışı şu kısmı itibarıyla, gerekçesi itibarıyla: Bir defa, burada alıntısı yapılan ibare benim soruşturma talimatımın ön kısmıdır. Soruşturma talimatım şu: “Havayollarına ait kargo uçağının Atatürk Havalimanı’na indiği andan itibaren Türkiye’den ayrılıncaya kadar yapılan bütün işlem ve aşamalar dikkate alınarak konunun tüm yönleriyle, gizlilik esasına riayet edilerek bir ay içerisinde incelenip soruşturulması ve makama bilgi verilmesi” şeklinde yazılı talimat vermişim. Burada eksik ne var? Ha işine gelmiyor bunu almıyorsun giriş paragrafını alacaksın. Bu, hak ve hukuk değil.

Bir ay süreyle sınırlamışım. Ne yapacakmışım? Süreyi siz mi öngöreceksiniz? Bakan olduğumda, 2008 yılında bir gazetede manşet: “70 Tır Buhar Oldu.” Allah Allah ne oldu da buhar oldu? Konuyu inceledim; daha önce işlenmiş bir gümrük olayı yeni haber konusu oluyor. Müfettiş yeni rapor vermiş. Hemen bütün denetim birimlerinin elindeki dosyaların özet listesini istedim; kimde var, konusu ne, ne aşamada ve bunları iki klasör hâlinde topladım, bir heyet oluşturdum, incelettim ve orada gördüm ki üç dosya gizlenmiş. Bir tanesi çok meşhur, özellikle o bankaların battığı dönemlere ilişkin, on yıllık zaman aşımına uğratmışlardı. O müfettişin denetim yetkisini disiplin kurulu kararıyla aldık. Almamalı mıydım? Ve bana ders oldu bu. O günden itibaren arkadaşlarıma verdiğim talimat: “Mutlaka işin niteliğine göre denetim, soruşturma sürelerini takvime bağlayacaksınız.” Ha, süre yetmez, dönüyor, binlerce örneği var, şu sebeple yurt dışı yazışması var, şu araştırma var, süre yetmiyor; yeniden süre isterler, biz o süreyi de veriyoruz, çalışmayı böyle yapıyoruz.

“Yirmi dokuz gün sonra” diyorsunuz. Nereden biliyorsunuz, niye bakmıyorsunuz evraka? Ben, içinizden pek çok arkadaşım yazılı soru yöneltti, hepsine cevap verdim. Önergeyi de onlar hazırlamamış, bu da tuhaf bir çelişki. Efendim, işlemler bitiyor. Olayı öğrenir öğrenmez arkadaşlarıma verdiğim talimat şu: Kesinlikle yanlış bir iş yapılmasın, her şeyi hukukun içerisinde hem yazılı hukukun hem etik kuralların içerisinde yürüteceksiniz. Ben mi gidip icra edeceğim? Ve arkadaşlarım da bu hassasiyet içerisinde süreçlerdeki işlemleri icra etmişler ve sonuçta evrakları istemişiz, ilk verdiğim talimata göre, 13 Şubat 2013 tarihinde bana geliyor. Ben talimatı ne zaman vermişim? 15 Şubatta. Ee, bir gün de müsaade edin ben inceleyeyim. Müfettiş raporu yazmış getirmiş, ne demiş sonucunda? “Memurların bir suçu yok, işlemler tamam.” Ama 3 firmayla alakalı Gümrük Kanunu’nun 239’uncu maddesindeki yaptırımı önermiş: 11 milyon 400 bin. Gereği yapılsın demişiz ve gereği yapılmış, 3 firmaya ayrı ayrı 11 milyon 400 bin… Efendim, sahtecilik olabilir, savcılık değerlendirsin demiş ve Bakırköy Savcılığına göndermişiz. O evraklar değişti vesaire falan.

Efendim, “Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’na muhalefet var.” Savcının görevi oraya göndermişiz ve o savcılık da bir gerçek kişi bir tüzel kişiye 57 milyon TL ceza kesmiş, hukukun içerisinde.

Değerli arkadaşlar, çok enteresan…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Cezayı niye kesmiş Sayın Bakan?

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Çok enteresan bir iddia…

ÜNAL KAÇIR (İstanbul) – Dinle dinle!

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Cezayı niye kesmiş? Bir usulsüzlük var da ona kesmiş herhâlde.

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Ne yapacaktı?

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Onu söyleyin, orayı bir anlatın.

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Ne yapacaktı? O onun görevi. Türk Parası Kıymeti Koruma Kanunu’na göre idari yaptırım cezası uygulama yetki ve görevi savcıya aittir, idare yapamaz. Kanunu açıp bakarsanız, öğrenirsiniz.

Efendim, arkadan diyorsunuz ki: “Kamu görevlilerini akladın.” Kimi aklamışım, kim suç işlemiş de ben onu aklamışım?

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Soruşturma izni vermedi valilik.

HAYATİ YAZICI (Devamla) – “Üst düzey görevliler.” diyorsunuz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Memur memur!

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Kim var içinde, üst düzey görevli kim var?

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Gümrük görevlisinin soruşturma iznini vermedi valilik.

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Benim o zaman ki İstanbul’daki bölge müdürüm hakkında Kaçakçılık Kanunu’na muhalefetten soruşturma açılmış ve onun hakkında takipsizlik kararı verilmiştir.

Değerli arkadaşlar…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – İlgili memura valilik soruşturma izni vermedi!

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Bak, ben savunma yapıyorum.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Verdinse söyle.

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Bak, savunma hakkı kutsaldır, savunma hakkı kutsaldır Sayın Günal.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Tam söyle o zaman Sayın Bakan.

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Sen beni dinleyeceksin.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Madem suç yok da niye soruşturtmuyorsunuz?

MEHMET ALTAY (Uşak) – Ya bir dinle ya Allah aşkına!

HAYATİ YAZICI (Devamla) – “Gümrük Kanunu’nda, Kaçakçılık Kanunu’nda yaptığımız değişiklikle ben bu eylemin ileride soruşturulmasını önlemişim.” Ya vahim yani çok üzülüyorum. İçinizde çok değer verdiğim hukukçular var, bazı arkadaşlarım da imzalamış bu önergeyi. Ya bu kadar hukuki garabet olabilir mi? Bakın, fiil 1 Ocak 2013’te, müfettiş raporunun tarihi 18 Mart 2013 yani müfettiş, raporunu verdiğinde değişmeyen Kaçakçılık Kanunu yürürlükte, o tartışmayı da yapmış, 5607 sayılı Kanuna girer mi? Girmez ve sizin sözünü ettiğiniz kanun 11 Nisan 2013’te yürürlüğe girmiş; bir, bu.

İki: Bakın, Kaçakçılık Kanunu ile Gümrük Kanunu arasındaki en belirleyici uygulama ölçütü şudur: Vergiye tabi mi değil mi? Sayın Aslan kardeşim burada çok güzel izah etti. Vergiye tabiyse, işlemlerde bir eksiklik varsa, teşebbüs varsa Kaçakçılık Kanunu’na girer; vergiye tabi değilse Gümrük Kanunu’na girer.

Gene, ithali yasaksa ne olursa olsun bu Kaçakçılık Kanunu’na girer. Altının ithali yasak değil, ticareti yasak değil, hiçbir vergiye tabi değil katma değer vergisine tabi değil, ne zamandan beri? 1984 yılından bu yana. ÖTV’ye tabi değil 1990 yılından bu yana. Gümrük vergisine tabi değil 1996 yılından bu yana. Dolayısıyla, vergiye tabi olmayan bir ürünün…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Yanlış beyan vermek ne peki? Cezayı neyden aldı? Yanlış beyan vermek gümrükte suç değil mi?

HAYATİ YAZICI (Devamla) – İşte, oraya geliyoruz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Cezayı niye yemiş, onu söyle.

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Gümrük Kanunu’nun 239’uncu maddesi -demin ifade ettim- uygulanmış, Türkiye’ye ithal edilmeye çalışıldığı kanaatiyle Gümrük Kanunu’nun 239’uncu maddesi uygulanmış.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Bu maddeyi tutanaklara geçmesi bakımından aynen okumak istiyorum. “İthalat veya ihracat vergilerinden muaf eşyayı 33’üncü madde hükümleri gereğince…”

FARUK BAL (Konya) – Süre verin Sayın Bakana.

BAŞKAN – Bir dakika süre veriyorum.

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

 “…belirlenen gümrük kapıları dışında başka yerlerden izinsiz olarak ithal veya ihraç veya bunlara teşebbüs edenlerle, bu tür eşyayı gümrük işlemlerini yaptırmaksızın yurda sokanlar veya çıkaranlar…” İşte ithal olursa CIF değeri, ihraç olursa FOB değerinin onda 1’i oranında idari yaptırımı uygulanır. Bu uygulanmış, olay bu.

Değerli arkadaşlar, bu olayda kamunun, Bakanlığın yapması gerekip de yapmadığı, uygulamadığı hiçbir prosedür yoktur. Dolayısıyla, biz kül yutmadık bu olayda ama siz önergenizde çiğ köfte yapmışsınız; içine de benim şahsiyetimi, kişilik haklarımı koymaya çalışıyorsunuz. Ben bu çiğ köfteyi yemem, size de yedirmem!

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yazıcı.

ORHAN DÜZGÜN (Tokat) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Düzgün.

ORHAN DÜZGÜN (Tokat) – Sayın Başkan, Sayın eski Bakan benim kendisine, kişilik haklarına hakaret ettiğimi iddia etti. Bu durumu düzeltmek için söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Düzgün.

X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Tokat Milletvekili Orhan Düzgün'ün, Rize Milletvekili Hayati Yazıcı’nın (9/12) esas numaralı Meclis Soruşturması Önergesi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ORHAN DÜZGÜN (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle şunu açıkça söylemek isterim ki Sayın Bakanın benimle hiçbir kişisel husumeti yoktur, benim de onunla yoktur. Ben burada kendisiyle ilgili bir tek…

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Özür dile!

ORHAN DÜZGÜN (Devamla) – Konuşmam belli, gevezelik etme! (AK PARTİ sıralarından “Aa” sesleri, gürültüler)

ORHAN DÜZGÜN (Devamla) – Konuşmam belli, konuşmam belli.

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Sen gevezelik etme!

BAŞKAN – Lütfen sakin olunuz, lütfen!

ORHAN DÜZGÜN (Devamla) – Konuşmam belli.

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Tehdit etme!

ORHAN DÜZGÜN (Devamla) – Sayın Bakanın şahsına yönelik bir tek hakaret cümlesi bulabilirseniz…

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Demin ki konuşmanda da söyledin!

ORHAN DÜZGÜN (Devamla) – …kendisinden memnuniyetle özür dilerim; bir.

İkincisi: Sayın Aslan benim için dersimi çalışmadığımı söyledi. Sayın Aslan’la ben Tokat’ta beraber siyaset yapıyoruz, bu kadarını söyleyecek hukukumuz vardır ancak Sayın Aslan beni Tokat’tan da bilir dersimi iyi çalışırım.

Bir diğer mevzu: Sayın Bakan, dediniz ki: “Bu soruşturma doğru yürütülmüştür, yerinde yürütülmüştür.” Size sadece şu soruyu soruyorum; bakın, bu kürsüde konuştunuz, bir tek kelime söylemediniz: Bu kayıp olan 300 kilo altın nereye gitti? Bunu bize izah edin. Vazgeçtim ondan, “Müfettiş incelememiş.” diyorsunuz. Peki, Sayın Bakan, siz bu raporu gördünüz, incelediniz, ortada 300 kilo altının olmadığını gördünüz, peki siz bu müfettişe “Kardeşim, bu 300 kilo altın nereye gitmiş, siz bunu niye soruşturmadınız?” diye neden sormadınız? (CHP sıralarından alkışlar) Bunu cevaplayın, ben sizden başka bir şey istemiyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Düzgün.

Siz?

HAYATİ YAZICI (Rize) – Müsaade edin de bir noktayı açıklığa getireyim.

BAŞKAN – Tabii, buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- Rize Milletvekili Hayati Yazıcı'nın, Tokat Milletvekili Orhan Düzgün’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

HAYATİ YAZICI (Rize) – Değerli milletvekilleri, bakın ben hukukçuyum; tevazu göstermeyeceğim, iyi bir hukukçuyum, bunu iddia ediyorum.

Sizin soruşturma önergenizde o konu yok, onu siz bana soramazsınız.

İLHAN CİHANER (Denizli) – Şimdi soruyoruz.

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Ceza hukukunun, usul hukukunun temel kuralı bu ama gene de cevap vereceğim şu milletvekilliğinin mehabeti için.

Bakın, gelen eşyayı altın olarak taşıyıcı beyan ediyor. Siz hani “Taşıyıcıya niye ceza vermediniz?” diyorsunuz.

TANJU ÖZCAN (Bolu) – Peki, niye fazla beyan eder?

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Taşıyıcı beyan ediyor, taşıyıcı beyan etmese belki bu araştırma, inceleme yapılmayacak, “mineral samples” diye geçecek. Onun beyanı önemli, etkin.

ORHAN DÜZGÜN (Tokat) – Yol geçen hanı mı orası?

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Niye o ceza almadı? Onun için ceza almıyor. Dolayısıyla, fiziki arama yapılıyor, kontrol yapılıyor, fiziki kontrol sonucu ne varsa o çıkıyor. Uçak 3 defa mühürlenmiş, geldiği gün sabah mühürlenmiş, 4 kişi 3 yerde mühür yapmış, dördünde 2 defa mühürleme yapılmış, anahtar olmadığı için açılamamış; sonra fiziki kontrol, tespit yapılmış, yol verilmiş. Dolayısıyla, 292 kilo altının Türkiye’ye girip girmediğine ilişkin bir veri yok ama biz idari para cezasını 1.5 ton altın gelmiş gibi o miktarı dikkate alarak uygulamışız.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – O da haksızlık, o da adaletsizlik Sayın Bakan.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Nereden gitmiş?

HAYATİ YAZICI (Devamla) – Ha, öyle. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yazıcı.

IX.- MECLİS SORUŞTURMASI (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

2.- Tokat Milletvekili Orhan Düzgün ve 54 milletvekilinin; İstanbul Atatürk Havalimanı’nda bekletilen 1,5 ton altının bulunduğu bir uçağın sahte belge ve beyanlarla Dubai’ye gönderilmesine imkân sağlayarak altın kaçakçılığıyla ilgili suç delillerini ortadan kaldırdığı, olayla ilgili sorumlulukları bulunan üst düzey kamu görevlileri hakkında hiçbir işlem yapmadığı, olayın etkin soruşturulmasını engelleyerek denetim görevini yerine getirmediği, altın kaçakçılığı ile rüşvet ve yolsuzluk olaylarının kapatılmasına olanak sağladığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçuna uyduğu iddiasıyla Anayasa’nın 100’üncü ve TBMM İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri uyarınca Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Hayati Yazıcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/12) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Meclis soruşturması önergesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Hayati Yazıcı hakkında Meclis soruşturması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım. Anayasa'nın 100'üncü maddesi hükmü gereğince oylamayı gizli oylama şeklinde yapacağız.

Bildiğiniz üzere, pullardan beyaz olanı “Kabul”, kırmızı olanı “Ret” yeşil olanıysa “Çekimser” oyu ifade etmektedir. Oylama gizli olarak yapılacağından vekâleten oy kullanılamayacağını belirtmek istiyorum. Oylamada adı okunmayan milletvekiline pul ve zarf verilmeyecektir.

Şimdi, gizli oylamayı Adana ilinden başlatıyorum.

(Oylar toplandı)

BAŞKAN – Oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok.

Oylama işlemi bitmiştir.

Kupaları kaldırıyoruz.

(Oyların ayrımı yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, (9/12) esas numaralı Gümrük ve Ticaret eski Bakanı Hayati Yazıcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergenin gizli oylama sonucu:

“Kullanılan Oy sayısı:                      319

Kabul:                                             59

Ret:                                                251

Çekimser:                                         7

Boş:                                                 1

Geçersiz:                                          1

                Kâtip Üye                                              Kâtip Üye

           Mine Lök Beyaz                                        Dilek Yüksel

               Diyarbakır                                                Tokat”

Meclis soruşturması açılması bu sonuçlarla kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

XI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, Genel Kurulun 7 Ocak 2015 Çarşamba günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin önerisi

6/1/2015

Danışma Kurulu Önerisi

Danışma Kurulunun 6/1/2015 Salı günü yaptığı toplantıda aşağıdaki önerinin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

 

                                                                               Cemil Çiçek

                                                            Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                               Başkanı

 

                  Mihrimah Belma Satır                                                    Levent Gök

              Adalet ve Kalkınma Partisi                                       Cumhuriyet Halk Partisi

                  Grubu Başkan Vekili                                              Grubu Başkan Vekili

                        Oktay Vural                                                         İdris Baluken

               Milliyetçi Hareket Partisi                                      Halkların Demokrasi Partisi

                  Grubu Başkan Vekili                                              Grubu Başkan Vekili

Öneri:

Genel Kurulun 7/1/2015 tarihli Çarşamba günkü Birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesi önerilmiştir.

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 7 Ocak 2015 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 21.52