TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                  37’nci Birleşim

                                                                                         22 Aralık 2014 Pazartesi

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, bütçe görüşmelerindeki özverili çalışmaları için herkese teşekkür ettiğine ve 2015 yılının milletimiz ve tüm insanlık için sağlıklı, başarılı, huzur ve barış dolu bir yıl olmasını dilediğine ilişkin konuşması

 

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/978) (S.Sayısı 656 ve 656’ya 1’inci Ek)

2.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2013 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577, 3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657)

 

 

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, Sinop Milletvekili Engin Altay’ın 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında Hükûmete sataşması nedeniyle konuşması

 

VI.- OYLAMALAR

1.- (S.Sayısı 656 ve 656’ya 1’inci Ek) 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın oylaması

2.- (S.Sayısı: 657) 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylaması

 

VII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın, Artvin Defterdarlığına kayıtlı bir mükellefin vergi borcunun yapılandırılmasında uygulanan faiz oranına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/55717)

2.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, bir cemaate karşı hazırlandığı iddia edilen eylem planına ve yapılan işlemlere ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı (7/56826)

 

22 Aralık 2014 Pazartesi

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.00

BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK

KÂTİP ÜYELER: Muharrem IŞIK (Erzincan), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

----0----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37’nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, bütçe görüşmelerindeki özverili çalışmaları için herkese teşekkür ettiğine ve 2015 yılının milletimiz ve tüm insanlık için sağlıklı, başarılı, huzur ve barış dolu bir yıl olmasını dilediğine ilişkin konuşması

 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bugün 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümüyle ilgili son müzakereleri yapacağız.

Bugün yapacağımız müzakereler 2014 yılının aynı zamanda son Genel Kurul görüşmeleridir. Bu bütçe de, 24’üncü Dönem milletvekilleri olarak Meclisimizin yasalaştıracağı son bütçedir. Yapacağımız müzakereler dâhil bugüne kadar yaptığınız tüm özverili çalışmalar için teker teker milletvekillerimize, Grup Başkan Vekillerimize, Komisyon Başkanlarımıza, Meclis Başkan Vekillerimize ve Divan Üyelerimize, Sayın Genel Başkanlarımıza ve Meclis çalışanlarına teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum.

2015 yılının, şimdiden, hepimiz, milletimiz ve tüm insanlık için sağlıklı, başarılı, huzur ve barış dolu bir yıl olmasını diliyorum.

Görüşmelere başlıyoruz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/978) (S.Sayısı 656 ve 656’ya 1’inci Ek) (*)

2.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2013 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577, 3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657) (*)

 

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 3/12/2014 tarihli 22’nci Birleşiminde alınan karar gereğince, bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve Hükûmete birer saat süreyle söz verilmesi -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir- İç Tüzük’ün 86’ncı maddesine göre yapılacak lehte ve aleyhteki kişisel konuşmaların ise beşer dakika olması kararlaştırılmıştı.

Şimdi, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Recai Berber ile Kayseri Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mustafa Elitaş, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata ile İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi ile İzmir Milletvekili Sayın Rahmi Aşkın Türeli, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Bingöl Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın İdris Baluken ile Iğdır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Pervin Buldan; Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan; şahsı adına, lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın İsmail Safi; şahsı adına, aleyhinde, Sinop Milletvekili Sayın Engin Altay.

Şimdi, ilk söz Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Recai Berber’e aittir.

Buyurun Sayın Berber. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Berber, süreniz otuz dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA RECAİ BERBER (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Plan ve Bütçe Komisyonumuzun titizlikle yürüttüğü yoğun ve özverili çalışmaların ardından 2013 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın Genel Kuruldaki görüşmelerini yine yoğun bir çalışma temposu sonunda gerçekleştirerek bugün sonuna gelmiş bulunuyoruz. Ben de 2013 Yılı Kesin Hesap Kanunu ve bütçe kanununun geneli üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçeler devletin gelirlerinin toplanmasına izin veren ve giderlerinin yapılmasına yetki veren kanunlardır. Bütçelerin mali yönlerinin yanında, sosyal ve ekonomik yönleri de önemlidir. Bütçeler, devletin bir yıl içinde milletine sunacağı kamusal hizmetleri, izleyeceği ekonomik ve sosyal politikaları ortaya koyarlar. Aynı zamanda, iyi tasarlanmış bütçeler ekonomi politikalarına yön verir, geleceğe ilişkin öngörüler içerir. Bir ülkedeki ekonomik faaliyet düzeyi bütçelerle şekillenir. Bir bütçe ne kadar sağlam, öngörülebilir ve güvenilir ise ülkenin dünya ekonomisi içindeki yeri de o derece güçlü ve sağlamdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel rekabet yarışında ülkemizin layık olduğu yere gelebilmesi etkin kaynak kullanımı ve mali disipline bağlıdır. Bunu sağlayacak olan ise bütçelerdir. Bu nedenle, bütçelerin iyi idare edilmesi ve mali disipline bağlı kalınması zorunluluğu vardır. Bizden önceki dönemlerde iyi hazırlanmayan ve yönetilemeyen bütçeler yüzünden, milletimiz, yüksek bütçe açıkları ve kamu borç yüküyle baş etmek zorunda kalmış ve yüksek faizler ödemiştir. Önceki dönemlerde, bazı yıllarda toplanan vergiler faizlerin büyük kısmını bile karşılayamıyordu. Böyle olunca da kamu hizmetleri borç almak suretiyle yapıldı ve bütçeler milletimizin ve gelecek nesillerin sırtında bir borç sarmalı olarak, yük olarak kaldı. Hükûmetlerimiz döneminde ise biz bütçeyi milletimizin sırtındaki bir yük olmaktan çıkarıp milletimize hizmet eder hâle getirdik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uyguladığımız yapısal reformlar ve doğru maliye ve ekonomi politikaları sayesinde son on iki yılda büyük başarılara imza attık. Türkiye’de 1992-2002 döneminde ortalama yüzde 3,3 olan büyüme, AK PARTİ hükûmetleri döneminde ortalama yüzde 4,8 oldu. Yine, 1992-2002 döneminde millî gelir sadece 1,5 kat artarak 230 milyar dolar olmuşken AK PARTİ hükûmetleri döneminde millî gelirimiz 2002’ye göre 3,6 kat artarak 822 milyar dolara ulaştı.

BAŞKAN – Arkadaşlar uğultu var Genel Kurul salonunda.

RECAİ BERBER (Devamla) – Öte yandan, 1992-2002 döneminde sadece 1,3 katına çıkarılabilen millî gelir, AK PARTİ döneminde 2002 yılına göre 3,1 kat artırılarak 2013 sonu itibarıyla 10.807 dolar seviyesine ulaştı.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Hesaplama yöntemiyle kağıt üzerinde arttığını da kayıtlara geçelim.

RECAİ BERBER (Devamla) – Biraz sonra anlatırız onları.

BAŞKAN – Sayın Işık olmadı.

ALİM IŞIK (Kütahya) – 2008’le 2014 arasında ne kadar arttı?

RECAİ BERBER (Devamla) – Hükûmetlerimiz döneminde enflasyonda kalıcı iyileşmeler elde ettik.

BAŞKAN – Sayın Işık, daha beş dakika bile dolmadı, hemen başladınız ya! Bak, bugün dedik ki, son bütçe. Lütfen, rica edeceğim.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Eksik bilgi verdi Sayın Başkan, eksik bilgi veriyor. Bilgiyi tamamlamakta fayda var.

BAŞKAN – Sonra ben ayrı bir süre vereyim size.

RECAİ BERBER (Devamla) – Uzun yıllar yüksek çift hanelerde olan, hatta bazı yıllarda üç haneye de çıkan enflasyon oranlarını dönemimizde tek hanelere indirdik. Enflasyon 2013 yılının sonunda yüzde 7,4 seviyelerine indi.

Değerli arkadaşlar, tabii, bu yıl 9,2 diyeceksiniz. Onun için, özellikle, geçen hafta Merkez Bankamızı Plan ve Bütçe Komisyonumuzda dinledik ve bunun yani geçen yıla göre hedefteki sapmanın gerekçeleri tamamen bu yıla özgü; özellikle gıdadaki, tarımdaki kuraklık ve birtakım konjonktürel nedenler.

Şimdi, orada bazı arkadaşlar enflasyonun önümüzdeki yıl, özellikle yine konjonktürel olarak önümüzdeki yıllarda devam etmesi hâlinde petrol fiyatlarından ve tarımdan gelen düşüşlerle beraber hedefin yakalanacağını söyleyince “Bu da konjonktürel. Dolayısıyla, enflasyon hedefi hiçbir zaman tutmuyor.” dendi. Değerli arkadaşlar, petrol fiyatları dünyada genel olarak düşerken bu petrolden kaynaklanıyor. Ama biz iktidara geldiğimizde 26 dolar olan petrolün 120 dolarlara çıktığı geçtiğimiz dönemlerde bunun enflasyona etkisini görmenizi istiyorum. Özellikle, bakın, bu tabloda enflasyonun 1992-2002 ve 2003-2013 dönemini görüyorsunuz.

Yine, 2002 yılında 36,1 milyar dolar olan ihracat 2013 yılında 4,2 katına çıkarak 151,8 milyar dolara… Dikkat ederseniz yani trajik bir şekilde geçmiş yıllardaki, neredeyse on yıldaki ihracatı bir iki yılda gerçekleştirebilir hâle geldik.

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, bir de ithalatı göster.

BAŞKAN – Arkadaşlar, bakın, rica ediyoruz, bu son müzakere, ne olur laf atmadan şu işleri bir götürelim.

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın Çam yani sizin adınıza da grup başkan vekilleriniz, değerli sözcüler konuşacak, ne olur şu huyumuzdan vazgeçelim ya!

RECAİ BERBER (Devamla) – Değerli arkadaşlar, ben burada bütçeyi değerlendirirken hepsini söylüyorum.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, eksik bilgi veriyor; eksik vermesin, tam versin o zaman.

BAŞKAN – Efendim, sizler de konuşacaksınız. Neden hatibin sözünü kesiyorsunuz? Yapmayın ya, bu iyi bir görüntü değil ya! Daha yeni başladık yani altı saat buradayız ya.

RECAİ BERBER (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın, 2002 yılında 10,2-10,3 olan işsizlik, 2012 yılında 9,2’ye kadar düşmüştü ama bugün itibarıyla 9,8; bunu söylüyoruz, kabul ediyoruz. İşsizlik oranının arzu edilen seviyelere inmemesinde iş gücüne katılım oranlarındaki artış etkili olduğu gibi, 2008 yılında Amerika’da başlayan ve 2009 yılında bütün dünyayı etkileyen global ekonomik krizin etkilerini göz ardı etmemek gerekir. Ancak, alınan önlemler sayesinde ekonomimiz 2010 yılından itibaren yeniden yüksek büyüme performansı göstermiş ve 2009 yılından bu yana 5,7 milyon kişi daha istihdama katılmış, iş sahibi olmuştur. İstihdam yaratma potansiyelimiz eğer 1990’lı yıllar seviyesinde olsaydı değerli arkadaşlar, bugün işsizlik oranı yüzde 14’ler seviyesine çıkar ve işsiz sayımız 3,5 milyon kişi daha fazla olurdu. Dünyanın hâlâ atlatamadığı büyük global krize rağmen, bu sonuçların herkesin takdir ettiği büyük başarı olduğu bir gerçektir.

Uygulanan ekonomi politikaları ve mali disiplinle sağlanan güven ve istikrar ortamı sayesinde büyümemizde önemli etkisi olan doğrudan yabancı sermaye girişi 2002 yılına göre yaklaşık 12 kat artmıştır, 2002 yılında ülkemize doğrudan yabancı sermaye girişi 1,1 milyar dolarken bu rakam 2013 yılında 12,8 milyar dolara çıkmıştır. Özellikle, burada, geçtiğimiz yıllarda Türkiye’ye gelen sabit sermaye yatırımlarının, yabancı sermaye yatırımlarının rakamlarını yıllar itibarıyla verdim. Ki -yani son on yılı- geçtiğimiz 1992-2002 döneminin toplamından daha fazlası bir yılda gerçekleşti değerli arkadaşlar.

Yine, 1992-2002 döneminde Merkez Bankası rezervleri 17,3 milyar dolar, ortalama. Bizim, 2003-2013 döneminde ise 76,2 milyar dolar; şu anda ise rezervlerimiz 132 milyar dolar.

Değerli arkadaşlar, uygulanan mali disiplin ve ekonomi politikalarıyla özetle belirttiğim bu kazanımlar yanında, bütçe performansımızda da önemli sonuçlar elde edilmiştir. 2002 yılında yüzde 11,5 olan merkezî yönetim bütçe açığını 2013 yılında yüzde 1,2’ye kadar indirdik, 2014 yılında bu oranın yüzde 1,4 olarak gerçekleşmesini öngörüyoruz. 1992-2002 döneminde ortalama bütçe açığı yüzde 6,5 iken 2003-2013 döneminde bu oran yüzde 3’e düşmüş ve bu, mali disiplinin açık bir göstergesi olarak önümüzde durmaktadır. Görüşmekte olduğumuz 2015 yılı bütçemizde açığın yüzde 1,1’e indirilmesi hedefleniyor, Orta Vadeli Programda 2016 yılından itibaren de yine yüzde 1’in altına indirilmesi hedefleniyor.

Değerli arkadaşlar, bu tabloda da geçmiş yıllardaki bütçe açıklarını görüyorsunuz. Gerçekten, 2003 yılından itibaren hızlı bir şekilde bütçe açıklarının azaldığını ve 1995 yılından bu yana da bizim faiz dışı fazla verdiğimizi bu tablo gösteriyor.

Yine, 1992-2002 döneminde faiz giderlerinin bütçe içindeki payı yüzde 34,7 iken bu oran 2003-2013 döneminde ortalama yüzde 24,2’ye düştü. Eğer faiz giderlerinin bütçe içindeki payı 1990’lardaki gibi olsaydı, faiz giderleri 2013 yılında 48 milyar yerine 142 milyar TL olacaktı. Benzer şekilde, 1990’lardaki performans devam etseydi, bizim 2003-2013 döneminde faize ödediğimiz toplam para 392 milyar TL daha fazla olacaktı, ki biz bu tutarı milletimize hizmet olarak harcadık, eski hükûmetler gibi rantiyeye vermedik.

Diğer yandan, 1992-2002 döneminde faiz giderlerinin millî gelire oranı ortalama 8,6 iken AK PARTİ hükûmetleri döneminde bu oran yüzde 6,1’e düşmüş. Yine, 2002 yılında devraldığımızda millî gelirin yüzde 14,8’i bütçeden faize gidiyordu, 2014 bütçemizde bunu 2,8’e kadar düşürdük. Değerli arkadaşlar, bu da yine aynı şekilde bütçelerimizdeki faizlerin nasıl azaltıldığını gösteriyor.

AK PARTİ hükûmetleri döneminde iç borç stoku da aynı şekilde, dramatik bir şekilde çok önemli oranlarda azalmıştır. Bakın, 1992-2002 döneminde iç borç stoku 418 kat, yanlış duymuyorsunuz, 418 kat artış gösterirken 2003-2013 döneminde sadece 1 kat artmıştır.

Değerli arkadaşlar, 1992-2002 döneminde merkezî yönetim borç stokunun -bakın bu çok önemli bir gösterge- millî gelire oranı yaklaşık yüzde 40 oranında, 40 puan daha artış göstermiş. Borçlanma eğilimimiz bu şekilde devam etseydi, 2013 yılı itibarıyla borç stokumuzun millî gelire oranı yüzde 109’a çıkacaktı; bunun da parasal karşılığı 1,7 trilyon yani 1 trilyon 700 milyar liralık bir borç stoku altında, biz de Yunanistan gibi şimdi borç batağında iflas etmiş durumda olacaktık.

Kayıp 1990’lı yılların aksine, ak yıllarda faiz giderlerinin hem bütçe hem de millî gelir içindeki payını hızlı bir şekilde azalttık. Bu sayede daha fazla kamu kaynağını vatandaşımızın hizmetine sunduk; eğitime, sağlığa, altyapı yatırımlarına daha fazla kaynak ayırdık.

Kamu kesimi borçlanma gereğinde durum daha da çarpıcıdır. 1992-2002 döneminde kamu kesimi borçlanma gereğinin millî gelire oranı ortalama yüzde 7,8; 2003-2013 döneminde yüzde 1,8. Değerli arkadaşlar, bu oranın 2014 yılında yüzde 1 olacağını, 2015 yılından itibaren de yüzde 1’in altına ineceğini öngörüyoruz. Değerli arkadaşlar, aslında bu, kamu kesimi borçlanma gereğinin ortadan kalkması anlamına geliyor, bazı yıllarda zaten artık negatif duruma düşmüştü.

Bakın, burada özellikle şu hususa dikkati çekmek istiyorum: Bütçe görüşmeleri sırasında bazı arkadaşlar, muhalefet milletvekili arkadaşlar Plan Bütçe Komisyonunda ve Genel Kurulda bu bütçenin seçim bütçesi olduğunu iddia ettiler.

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Evet, öyle.

RECAİ BERBER (Devamla) – Bir iktidar milletvekili olarak keşke biraz dediğiniz gibi olsaydı demek geliyor içimden. Ancak, altı ay sonra bir genel seçim ve ondan sonra da dört yıl boyunca seçimsiz bir dönem ülkemizi beklerken bütçemizde yine sıkı duruştan taviz verilmediğini görüyoruz.

Bir yandan borçlarımızın azalmasından dolayı Komisyonumuzda pek çok muhalefet milletvekili, şehir hastaneleri, havaalanları, otoyollar, köprüler, limanlar gibi yatırımların kamu-özel iş birliği yöntemiyle değil de hazine borçlanmasıyla yapılmasını savundular, bunu tercih etmemizi söylediler; bu bir tercih meselesi. Eğer hükûmetlerimiz özelleştirmelerle ekonomik faaliyetlerden büyük ölçüde çıkmasaydı, birçok projeyi muhalefetin dediği gibi kamu-özel ortaklığı modeliyle -PPP projeleri- değil de borçlanarak yapsaydı işte o zaman bugün dünyanın takdir ettiği ekonomik performansı asla gerçekleştiremezdik. Herkes şunu bilsin ki AK PARTİ hükûmetleri ülkemizin potansiyelini harekete geçirmeye, özel sektör eliyle büyümeye devam edecektir.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Ama, özel sektörün borçlarını üstlenmiyorsunuz, onları hesaba katmıyorsunuz.

RECAİ BERBER (Devamla) – Biz de devlet olarak altyapı yatırımlarına devam edeceğiz. Enerji dâhil tüm üretim alanlarının özel sektörümüz, girişimcilerimiz yani milletimiz eliyle yapılmasını sağlayacağız.

Son yıllarda, 2008 global krizi sonrası, bazı sektörlerin, mesela bankacılık gibi, regülasyon ve finansal istikrar amacıyla bir kısmının devletin elinde kalması gerektiği savunulmuştu değerli arkadaşlar. Bu tez doğru olsa bile bizim genel ilkemiz olan devletin düzenleyici ve denetleyici rolünün dışına çıkmasını gerektirmez, sadece çok küçük ve konjonktürel istisna olarak değerlendirilebilir. Uyguladığımız sıkı maliye politikaları, sadece bütçe açıklarının azaltılması, faizlerin nominal olarak düşmesi ve bütçe içinde faiz ödemelerine ayrılan payın azalmasını sağlamamıştır; aynı zamanda piyasa faiz oranlarını da düşürmüş, hazinenin borçlanma faizini 2013 yılında ortalama yüzde 7,6’yla son kırk yılın en düşük oranına indirmiştir. Bu sayede özel sektörün kullandığı kredilerin faiz oranları da düşmüştür. Bugün esnafımız yüzde 4-5 gibi, çiftçilerimiz yüzde 0-5 gibi, sanayicilerimiz, tüketicilerimiz yüzde 10’lar seviyesinde faizle kredi kullanabiliyorsa bu sayede olmuştur.

Değerli arkadaşlar, ben her iki tabloda Türkiye’de özellikle reel faizlerdeki ve nominal faizlerdeki düşüşleri gösterdim. Bakın, son yıllarda faiz oranlarındaki, reel faizlerdeki düşüş o kadar hızlı ki bazı yıllarda negatife düşmüş, şu anda da aşağı yukarı sıfır seviyelerinde seyrediyor. Bu yeterli mi değerli arkadaşlar? Biz, özellikle bu faizlerin düşmesiyle, ekonomideki faiz yükünün azaltılmasıyla sadece devlet bütçesinden değil, milletin cebinden çıkan faizin de yine rantiyecilere gitmesini önlemiş olduk. Yani, millî gelir pastasından daha önce toplam olarak faize daha fazla pay ayrılırken bu, üretime ve üretimde emeğiyle çalışan insanlara aktarılmış oldu.

Değerli arkadaşlar, bunu yeterli bulmuyoruz. Biz bunu da aşabilmek açısından, özellikle önümüzdeki dönemde iç tasarrufları desteklemek suretiyle bunu artırmamız gerektiğini biliyoruz. Başbakanımızın 25 başlıktan oluşan ve 17’sini açıkladığı Yapısal Dönüşüm Programı’nda bu konu özellikle yer almış ve eylem planları oluşturulmuş, hedefler ve yol haritaları açıklanmıştır. Bu sayede, kamu ve özel sektör daha uzun vadeli ve düşük maliyetli finansman sağlama imkânına kavuşacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; geçtiğimiz on iki yılda dünyanın yaşadığı en büyük krize rağmen, ülkemiz ortalama yüzde 4,8 büyüme gerçekleştirmiştir. Yüce milletimize, Meclisimizin kabul ettiği Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı ve Orta Vadeli Program’da öngörüldüğü gibi yine en az yüzde 5’ler seviyesinde bir büyümeyi gerçekleştirme zorunluluğumuz olduğunu belirtmek istiyorum. 2009 yılından bu yana alınan önlemler sayesinde, krizden sonra, 2010-2014 döneminde yine dünya ortalamasının üzerinde büyümeye devam ettik.

Şimdi, Sayın Başbakanımızın bir kısmını açıkladığı Yapısal Dönüşüm Programı ve eylem planlarıyla ülkemiz yeni bir kalkınma seferberliğini başlatmış olacaktır. Herkes görecek ki AK PARTİ hükûmetleri devrim niteliğindeki reformları sayesinde yine kendi rekorlarını kırmaya devam edecektir. Milletimizden aldığı destekle yine sadece milletimize, ülkemize hizmet etmeye ve İstanbul üçüncü havaalanı, üçüncü köprü, Marmaray, Körfez geçiş köprüsü gibi büyük projeleri yapmaya, ülkemizin her köşesini eserlerle donatmaya devam edecektir.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Kanal İstanbul ne oldu, Kanal İstanbul?

RECAİ BERBER (Devamla) – İşte bu bütçe bunu sağlayacaktır. Gerçekçi bir bütçedir. Milletten aldığını yine milletimize sunan, rantiyecilere değil memuruna, emeklisine, işçisine ve köylüsüne daha çok imkânlar sağlayan, eğitimine ve sağlığına aslan payını ayıran, sosyal adaleti sağlamaya çalışan; engellisini, yaşlısını, garibanını kayıran sosyal devlet anlayışının ürünü bir bütçedir.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Kanal İstanbul da var mı?

RECAİ BERBER (Devamla) - AK PARTİ hükûmetleri döneminde, sadece iki yıl hariç bütçe hedeflerimizi -2009 ve 2012- tutturduk, hatta çoğu zaman bütçe hedeflerimizi aştık. Oysa 1992 ve 2002 döneminde hedeflerin tutturulabildiği yıl sayısı sadece 3. Bu, hükûmetlerimiz adına büyük bir başarıdır. Bu başarı da hükûmetlerimizin istikrarlı, kararlı, tutarlı ve şeffaf maliye politikaları sayesinde olmuştur. Bu başarıda imzası bulunan sayın bakanlarımıza, Başbakanımıza ve bu dönemde Başbakanımız olan, milletimize on iki yıl hizmet etmiş olan Sayın Cumhurbaşkanımıza şahsım ve milletimiz adına teşekkürlerimi sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçemizin biraz da gelir kısmına ait son derece önemli hususları belirtmek istiyorum. Bütçemiz sağlam kaynaklardan finanse edilmektedir. Biraz önce de belirttiğim gibi, 2015 yılında bütçe açığımızı millî gelirin yüzde 1,1’ine, izleyen yıllarda da yüzde 1’in altına düşürmeyi en önemli hedef olarak koyduk. Bu da yine maliye politikalarında Hükûmetimizin, seçimlere rağmen, sıkı duruşunun devam edeceğinin göstergesidir. 473 milyarlık bütçemizde sadece 21 milyarlık bir açık öngörülmektedir, esasen bu rakam da Sosyal Güvenlik Kurumu açıkları olan 22,6 milyarlık açığın bile altındadır. 2014 yılında öngörülen açık, bu yıl yaşadığımız bütçede 33,2 milyar idi ancak gerçekleşme inşallah 24,4 milyar olacak. Değerli arkadaşlar, biraz önce söyledim, 2015 yılı bütçesi hadi seçim bütçesi falan iddiaları, elimizde 2014 yılı bütçesine koyduğumuz açık var; 33,2 milyar ve bunun yaklaşık 9 milyar altında bir rakamla, açıkla bütçeyi kapatıyoruz. Yani, elimizde, aslında Sayın Maliye Bakanımızın elinde, 9 milyarlık daha bize bu yüce Meclisin bütçeyle verdiği harcama yetkisi var ama buna rağmen bu kullanılmıyorsa demek ki 2015 yılında da…

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Tasarruf ediyorsunuz, bravo!

RECAİ BERBER (Devamla) – Tasarruf ediyoruz, tasarruf.

Bütçenin 452 milyarlık gelirinin 389,5 milyarlık kısmı vergi gelirlerinden, 51,5 milyarlık kısmı diğer gelirlerden oluşuyor.

Değerli arkadaşlar, yine yeri gelmişken Komisyonda ve kamuoyunda çokça tartışma konusu olan doğrudan ve dolaylı vergilerin vergi gelirlerindeki payı konusuna değinmek istiyorum. AK PARTİ iktidarları dönemlerinde dolaysız vergilerin yeterli düzeyde artırılmadığı veya dolaylı vergilerin göreceli olarak fazla artırıldığı algısı gerçek değildir. Burada gelir, kurumlar vergisi artırılmadı; KDV, ÖTV artırıldı gibi bir algı söz konusu yani dolaylı, dolaysız vergiler diye.

Değerli arkadaşlar, 1980 yılından 2013 yılına kadar, bu dönemde seyreden vergi dilimlerinde onar yıllık dönemler itibarıyla bir analiz yaptığımızda şunu görüyoruz üç açıdan: Dolaylı vergilerin gayrisafi yurt içi hasıladaki payı, otuz üç yıllık dönemde 10,1 artmış; bunun da yüzde 6’sı 1990-2000 yılları arasında, bu dönemdeki artış, dolaylı vergilerdeki toplam artışın yüzde 60’ı. AK PARTİ hükûmetleri dönemindeyse sadece 1,9. Yine aynı şekilde, dolaysız vergilerin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı yani gelir ve kurumlar vergisinin, doğrudan aldığımız vergilerin, bakın, 1990-2000 yılları arasında 3,3; 2000-2013 yılları arasında 5,7; bu otuz üç yıllık dönemde de 5,9 artmış.

Değerli arkadaşlar, özellikle daha çarpıcı olan, dolaysız vergilerin ve dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payı çok ciddi anlamda değişmiş ve toplam artışın, bu 5,9’un yüzde 2,7’si dolaysız vergiler; bu da doğrudan vergilerin yüzde 46’sına tekabül ediyor. Yani, biz gelir ve kurumlar vergisi oranlarında indirim yapmamıza rağmen, yüzde 50’ye yakın bir artış sağlamışız bu dönemde. Dolayısıyla, bizim bu dolaylı, dolaysız vergiler konusunda daha adaletsiz bir yapıya gittiğimizi kimse söyleyemez ancak bunlar yeterli değil, biz de biliyoruz. Şu anda Maliye Bakanlığının, biliyorsunuz, özellikle dolaysız vergilerin yeniden düzenlenmesi konusunda Plan ve Bütçe Komisyonu alt komisyonunda gelir ve kurumlar vergisi kanunlarıyla ilgili bir düzenlemesi var. İnşallah, bunu en kısa zamanda yasalaştırmak suretiyle, arkasından Maliye Bakanlığının yine önemli vergi reformu kapsamında Vergi Usul Kanunu ve diğer alanlardaki düzenlemeleriyle bunların gerçekleşeceğini düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, bir de son olarak özellikle milletimizle ve yüce heyetinizle paylaşmak istediğim bir husus var. Komisyonumuzda da özellikle geçtiğimiz yıl ve bu yıl kesin hesap kanunu ve Sayıştay raporlarının müzakereleri sırasında ciddi tartışmalar oldu. Bazı arkadaşlarımız ısrarla kesin hesap kanunu ve Sayıştay raporunun görüşülmediğini, hatta Sayıştay denetimlerinin ve raporlarının yetersiz olduğunu iddia ettiler.

MUSA ÇAM (İzmir) – Doğru değil mi Sayın Başkan?

RECAİ BERBER (Devamla) – Burada, hatta bir anekdotu da hatırlatacağım. Bu arada da, geçtiğimiz dönemde kaybettiğimiz Plan ve Bütçe Komisyonumuzun çok renkli, çok değerli üyesi Mevlüt Aslanoğlu’nu da rahmetle anmak istiyorum. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Çünkü, o, geçtiğimiz dönemde bu konularda çok seviyeli bir –“şov” demeye dilim varmıyor ama- tepki gösterirdi ve her defasında da Sayıştay raporlarından birini yırtardı.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Ayıp ya! Yani, yaşamını yitirmiş bir milletvekiline karşı…

RECAİ BERBER (Devamla) – Bir gün, artık herhâlde ya rapor kalmadı ya da elinde yoktu, ben de o sırada tam karşı sırada oturuyorum, “Recai Bey, şu raporun bir tanesini verir misin.” dedi, ben de “Mevlüt ağabey, eğer okuyacaksan vereyim ama yırtacaksan kusura bakma, kendi raporlarını yırt.” dedim. Ancak, değerli arkadaşlar, hakikaten, dediğim gibi çok seviyeli bir tepki gösteren değerli ağabeyimizdi, kendisini rahmetle anıyorum.

Şunu bilmemiz lazım: Sayıştay, bu yüce Meclis adına denetim yapmakta ve raporlarını da 5018 sayılı Kamu Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 6085 sayılı Sayıştay Kanunu çerçevesinde, kendi yönetmelikleri, denetim ve raporlama standartları çerçevesinde Meclisimize sunmaktadır. Bizler de Plan Bütçe Komisyonunda ve Genel Kurulumuzda bu raporlardan yararlanarak denetimlerimizi yapıyoruz.

Malumunuz, bir önceki yıl kesin hesap kanunu ve raporları ile gelecek yıl bütçe kanununun Komisyonumuzda birlikte görüşülmesinde sıkıntılar ve zorluklar olduğunu görüştük ve birlikte görüşülüyor. Bir alt komisyonda, kesin hesap kanununun, bütçe görüşmelerinden önce görüşülmesi konusunda da mutabıkız ancak bu yıl bütçemizin, Komisyonumuzun yoğunluğu nedeniyle bunu ele alamadık. Ancak, Komisyonda çok ciddi şekilde bu raporlar ve kesin hesap kanunu tartışıldı, müzakere edildi, denetimler gerçekleştirildi. Dolayısıyla, bu konuda, ne verdiği raporlar dolayısıyla Sayıştayımızı ne de Komisyon çalışmalarımızı sanki yapılmamış gibi, burada, kamuoyumuzu ve milletimizi yanıltmaya gerek yok. Bunların yeterli olmadığı söylenebilir, tartışılabilir. Ancak, özellikle 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nda yaptığımız değişiklikten sonra Sayıştayın daha etkin ve kapsamlı denetim yapma yetkisi, imkânı getirilmiştir. Özellikle, bazı muhalefet milletvekillerimiz tarafından, savunma sanayisi bütçeleri ya da harcamaları, belediye iştirakleri konusunda denetimlerin yeterince yapılmadığı söyleniyordu. Şimdi, artık, kamu kaynağı kullanan herkes, yüzde 50’sinin üzerinde kamu kaynağı kullanan herkes, her kurum Sayıştayımız tarafından denetlenmektedir. Dolayısıyla, bu konuda bazı mali suç içeren raporların Meclisimize niye gelmediği arkadaşlarımız tarafından söyleniyor. İnşallah, bu dönem son dönem ama Plan ve Bütçe Komisyonunda görev yapacak arkadaşların mutlaka çağrılıp Sayıştay tarafından bilgilendirilmesi, brifing verilmesi, hangi raporlarının sunulacağı konusunda, bu konuda bilgilendirilmesi lazım. Çünkü, mali suç içeren bu raporların, Sayıştayın yargı fonksiyonu nedeniyle Sayıştay tarafından süreci takip edilmektedir. Burada Sayıştayın 2013 yılındaki denetimleriyle ilgili rakamlar var, bunlar arkadaşlarda da var, ben tek tek bunlara girmek istemiyorum ama Meclis Başkanlığımıza genel bütçeye dâhil ve katma bütçeli diğer idarelerden, 5018’e tabi olan, olmayan kurumlardan toplam 400 kamu idaresi hakkında Sayıştay denetim raporu düzenlenmiştir ve denetlenen kurumlarımız da aşağı yukarı -ilçe belediyeleri hariç- yüzde 95’ler, yüzde 99’lar seviyesindedir.

Değerli arkadaşlar, ekonomik alanda elde ettiğimiz başarıların arkasındaki temel güç, mali disiplin anlayışımız ve ihtiyatlı mali politikalarımız olmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Berber, süreniz doldu.

İki dakika ek süre veriyorum, lütfen konuşmalarınızı tamamlayınız.

RECAİ BERBER (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Şeffaf ekonomi yönetimi, öngörülür yapısal reformları da Türkiye’deki dönüşümün temel motoru hâline getirdik. Bundan sonra da tüm alanlarda, ekonomimizde değişim, dönüşüm ve yenileşmeyi sürdüreceğiz. Yeni Türkiye’yi inşa etmeye hep birlikte devam edeceğiz inşallah. Bu yaklaşımımız sayesinde, 2023 hedeflerimize hızla ilerliyoruz. Gelmiş olduğumuz nokta, bu hedeflere ulaşacağımızın en güzel göstergesidir. Mali disiplin sayesinde elde ettiğimiz kazanımlar ülkemize hem sağlam bir duruş hem de mali esneklik kazandırmıştır. Dünyada büyümenin yavaşladığı ve belirsizliklerin devam ettiği bir ortamda sağlam mali ve ekonomik göstergelerimiz en güçlü dayanağımızdır. 2015 yılı bütçesi de bu politikalarımızın devam ettirileceği bir bütçedir. 2015 yılında büyümeyi destekleyecek, kamu altyapı yatırımlarında, teşviklerde ve AR-GE desteklerinde kullanılacak bir mali alan yaratılmasına devam edilecektir. Bunun için, temel politika araçları yine faiz dışı harcamaların kontrol edilmesi, kamu kesimi harcamalarında gereğinin makul seviyelerde tutulması -kamu borçlanmasının- cari harcamalarda daha verimli kullanımların sağlanması, bütçe gelirlerinin sağlıklı ve sürekli kaynaklardan temin edilmesi, yine kayıt dışı ekonomiyle mücadele edilmesi temel hedefler olacaktır. Sonuç olarak, mali disiplin önümüzdeki dönemde de devam edecek ve bu, bizim en önemli gücümüz olacak.

Değerli arkadaşlar, konuşmama burada son verirken, öncelikle ve özellikle Maliye Bakanımız ve ekibine, görüş ve eleştirileriyle katkı sağlayan Plan ve Bütçe Komisyonumuzun çok değerli üyelerine, milletvekillerimize, bu süreçte emeği geçen tüm çalışanlarımıza teşekkür ediyorum.

2015 yılı bütçemizin milletimiz, ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Berber.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci konuşma, Adıyaman Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Ahmet Aydın’a aittir.

Buyurun Sayın Aydın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz otuz dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında konuşmak üzere AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyor, 2015 yılı bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

2015 mali bütçesinin hazırlanmasında emeği geçen başta Maliye Bakanımıza, bakanlarımıza ve bürokratlarımıza, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı ve üyelerine, personellerine ve siz saygıdeğer milletvekillerine, iktidarıyla muhalefetiyle teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, 2015 bütçesi, AK PARTİ hükûmetlerince hazırlanan 13’üncü bütçedir. Daha önceki 12 bütçe gibi, 2015 bütçesi de insan merkezli ve ekonominin odağına insanı yerleştiren bir anlayışla hazırlandı. Bu anlayışın doğal bir yansıması olarak yeni bütçede de eğitime, sağlığa, adalet ve emniyete, toplumun her kesimini gözeten sosyal harcamalara önemli paylar ayrılmıştır. Şu hususu özellikle vurgulamak istiyorum: AK PARTİ hükûmetleri, bütçe hazırlarken açık söylemek gerekirse boş kese mantığıyla hareket etmiyor. Yani sorumsuz ve tedbirsiz planlamalarla günü kurtarıp gelecek nesillerin sırtına semer vurmuyor. Bütün dünyanın şaşkınlıkla izlediği ve uluslararası ekonomi otoriterlerinin sitayişle bahsettikleri mali disiplinimizin temelinden, mantığından da asla vazgeçmiyoruz. Bu sebepledir ki AK PARTİ hükûmetlerinin kendisi eyyamcı olmadığı gibi bütçeleri de eyyamcı değildir. Neden? Çünkü armut dibine düşer. Ülkemizin imkân ve ihtiyaçları doğrultusunda, önceden tayin edilmiş orta ve uzun vadeli hedeflere ulaşmanın yollarına, evvelkiler gibi 2015 bütçesi yoluyla da kilit taşları döşenmektedir.

Kıymetli arkadaşlar, muhalefetin ekonomik meselelere değinirken yaptığı bir kurnazlık var, oransal değerlendirme yapmak yerine mutlak rakamlar itibarıyla azalış ya da artışlardan bahsediyorlar. Bu, sadece işgüzarlık değil, aynı zamanda bilimsel bir eksikliktir. Çünkü bir ekonominin ölçümlenmesi ya da performans değerlendirmesi, millî gelir gibi esas parametrelere borç rakamları gibi ikinci parametrelerin oranlaması yoluyla yapılır. Bunun sebebi çok basittir: Bireysel ya da mikroekonomik değerlendirmelerde de doğal olarak yine aynı mantık geçerlidir.

Mesela, bir insanın borcunun gerçek anlamı, bu borcun o şahsın sırtındaki yük değeriyle ortaya çıkar. Eğer bu kişinin servetinde 10 liradan 100 liraya artış varken borcunda 20 liradan 30 liraya yükselme söz konusu ise ortada bir problem yoktur. Tam tersi, bu şahsın çok ciddi bir ekonomik başarısı söz konusudur. Çünkü borcu yüzde 50 artarken serveti yüzde 900 artmıştır ve borcunu ödeyebilme kapasitesi yükselmiştir.

BAŞKAN – Arkadaşlar, salonda uğultu var, lütfen…

AHMET AYDIN (Devamla) – Tıpkı bu basit bireysel denklemde olduğu gibi, bir ülkedeki ekonomik değişkenler hakkında konuşurken yapılacak olan değerlendirmelerde nispi rakamların konuşulması asgari bilimsel bir zarurettir. Değilse, hem kendimizi hem de milletimizi aldatmış oluruz. Çünkü millî servet yani gayrisafi millî hasıla rakamlarında bir artış varsa bu da görevdeki ekonomi yönetiminin başarısıdır. Nitekim, büyüme oranlarında bir düşme olduğunda muhalefetin felaket tellallığı yaparak Hükûmeti suçlaması bunun en büyük delilidir. Düşen hasıla rakamlarının ceremesini Hükûmete yüklerken yükselen hasıla rakamlarını Hükûmetin başarı hanesine çıkarmamak iyi niyetten yoksun bir yaklaşımdır, üstelik bilimsel de değildir.

Muhalefetin, bilhassa ana muhalefetin bununla da sınırlı olmayıp, yine, geçmişte özellikle Sayın Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun da ifade ettiği birtakım hususlar var. Eline aldığı birtakım bilgileri cımbızlama yapmak suretiyle farklı verilerden farklı sonuçlar çıkarmaya çalışıyor. Geçmişi bugüne taşırken istediği sonuca ulaşabilmek adına rakamlarla âdeta oynanıyor. Zira, özellikle son birkaç bütçede sıkça tekrar ettiği bir husus var. Bakınız, 1946 ile 2002 yılları arasındaki büyüme ortalaması hakkında tutanaklara geçen cümlesi şu: “1946-2002, kırk üç yılda ortalama büyüme yüzde 5,1. Darbeler oldu, 5 sente muhtaç olunan dönemler oldu, ekonomik krizler oldu, Kıbrıs çıkarmaları oldu, Türkiye’ye yönelik ambargolar oldu; 5,1 ortalama büyüme.” “Peki, 2003-2014 ortalama büyümesi nedir?” diye sorduğunda, “Yüzde 4,7.” diye kendisi zaten tutanaklarda beyan ediyor? “Kurnazlık bunun neresinde?” diyeceksiniz arkadaşlar. Baktığımızda, hakikaten çok basit, başlangıç yılına dikkat etmemiz gerekiyor. Sayın Kılıçdaroğlu hikâyeyi neden 1946’dan başlatıyor? Çünkü 1945 savaşın bittiği ama savaşla birlikte ekonomilerin de bittiği bir yıldır. Bütün dünyada, savaşan ülkeler noktasında özellikle, ekonominin yerle bir olduğu bir yıldır. Ekonomi literatüründeki “baz etkisi” denilen şey işte tam da budur. Bitmiş bir ekonomiden sonra meydana gelecek bir sıçrama, oransal olarak elbette ki çok yüksek olacaktır. Bütün savaşan ekonomilerde de, savaşan ülkelerin ekonomilerinde de böyle olmuştur. Şu hâlde, gerçekten ve samimi bir mukayese yapılacaksa daha gerilerden bir yerden almak gerekmez mi? Mesela 1939 yılı. Neden? Çünkü, Atatürk’ün vefatını takip eden bu yıl, CHP’nin tam anlamıyla sorumluluk mevkisine geldiği yıldır.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – 1939 savaşın başlangıç yılı Sayın Aydın, savaş başlıyor, İkinci Dünya Savaşı. Böyle bir şey olur mu?

AHMET AYDIN (Devamla) – İşte 1939-2002 yılları arasındaki kümüle büyüme oranı yüzde 263,1. Bu altmış dört yılın ortalama büyüme oranı ise 4,1’dir.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sen bir de milattan önceye doğru bir git Ahmet, milattan önceye doğru bir uzan!

İZZET ÇETİN (Ankara) – O hesabı nereden aldın?

AHMET AYDIN (Devamla) – AK PARTİ hükûmetlerinin on bir yıllık kümüle büyüme oranı yüzde 54,6; ortalama büyüme oranı yüzde 4,9’dur. Asıl hesap buradadır arkadaşlar.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ahmet, milattan önceye doğru da bir uzan bakalım!

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar, bakınız, daha sonra sizler konuşacaksınız. Bir cevap vermek gerekiyorsa orada verirsiniz.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Konuşmacıya katkı veriyoruz Sayın Başkanım, katkı veriyoruz.

AHMET AYDIN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, 1945’ten sonra, 1946-1947 yıllarında yüzde 20, yüzde 30 büyümelerin olması da mümkün, yüzde 40’ların da olması mümkün.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Adıyaman teorisi mi o?

AHMET AYDIN (Devamla) – Çünkü, savaş sona ermiş. Savaş sonrası ekonomiler bir anda bütün dünyada böyle bir sıçrama yaptı.

Bir diğer kritik konu ise muhalefetin, Türkiye’nin rakamlarını ısrarla Türkiye’nin rakamlarıyla karşılaştırmak istemesidir. Oysaki dışsal şartların son derece belirleyici, küresel kırılganlıkların önemli ölçüde etkili ve bilhassa ekonomik zaafların süratle bulaşıcı olduğu bir süreçte bu perspektif yanlıştır. Bütün dünyayı etkisi altına almış olan küresel krizin artçı poyrazları hükmünü devam ettirirken ulusal rakamlar arasında sıkışıp kalmış bir değerlendirme modeli çok gülünçtür.

Bu yüzden, evvela dünyaya kısaca bir göz atmakta fayda var. Stoklarının yüksek seyrettiği bir dönemde güçlü mali dengeler Türkiye’yi diğer ülkelerden pozitif yönde ayrıştırmakta değerli kardeşlerim. Şimdi, dünyada hem gelişmekte olan ülkelerde hem gelişen ülkelerdeki durumu bütün kamuoyu çok iyi biliyor. Dünyanın büyük ülkeleri âdeta iflas eşiğine gelmiş, büyük bankaları batmış, gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin neredeyse büyüme oranları gittikçe düşmüş ama Türkiye dünyada yüz yılda bir yaşanacak ekonomik krize rağmen ekonomisini en çok artıran iki üç büyük ekonomiden biri olmuştur.

Diğer taraftan, 2002 yılında yüzde 74 olan Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı… Çok da dile getirildi, borçlar arttı. Evet -az önce de ifade ettim- borç artmış olabilir ama toplam millî gelirin toplam servetin içerisindeki oranı esastır, aslolan budur. 2002 yılında yüzde 74 olan Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2014 yılında yüzde 33,1’e düşmektedir. Dikkat ediniz, borç yükümüz 2014 yılı itibarıyla avro bölgesi ortalamasının yaklaşık üçte 1’i, Maastricht Kriteri’ninse neredeyse yarısı kadardır.

Mali disiplin sayesinde ülkemiz önemli kazanımlar elde etmiştir. 2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 85,7’si faiz ödemelerine giderken bugün bu oran 14,3’e kadar gerilemiştir ve 1983’ten beri de en düşük orandır bu oran.

2002 yılında yüzde 62,7 düzeyinde olan iç borçlanma faiz oranıysa 2014 Aralık itibarıyla yüzde 8,1’e düşmüştür. Reel faiz oranları ise 2002 yılında yüzde 25,4 iken Kasım 2014 itibarıyla eksi 1,4’e kadar düşmüştür.

İşte, bunun gibi, sayın milletvekilleri, sadece bütçeden yapılan faiz ödemelerinin AK PARTİ hükûmetleri dönemindeki düşüş seyrine bakılırsa, bizim hükûmetlerimizin bütçesi talancı, peşkeşçi veyahut yağmacı bütçe yerine, tam tersine, rantiyecilerin rant yollarını kapayan bir bütçedir.

Şimdi, bu seyir hakkında sizlere bazı çok basit ve kısa bilgiler vermek durumundayım. Faiz giderlerinin 2002 yılı toplam bütçe giderleri içindeki payı yüzde 44,7’ydi, 2002 yılında. Yani, toplam bütçemizin yarıya yakını faize gidiyordu. Zaten bütçemiz de 2002’de 119 milyardır, bunun yaklaşık yarısı faize gidiyor ve yatırıma ayrılan pay neredeyse kalmıyor. Bu oran -sıkı durun arkadaşlar- 2015 bütçesi itibarıyla yüzde 11,4’e çekilmektedir ve bunun için muazzam bir faiz tasarrufu söz konusudur. Yani, bütçenin, 119 milyarlık bütçenin yüzde neredeyse yarıya yakını faize giderken şu anda 473 milyarlık bir bütçe var, bunun ancak yüzde 11,4’ü faize gidecek ve bu oran her geçen yıl da düşmektedir.

Çok daha önemli ve çarpıcı bir hesap var, onu da aktarıp bu faslı bitirmek istiyorum. Şimdi, AK PARTİ hükûmetleri bahsini ettiğim bu faiz oranlarıyla ilgili hiçbir şey yapmasa ve 2002 yılındaki oran korunsaydı ne olurdu? Ya da tersinden soralım: AK PARTİ 2002 yılından sonra faiz oranlarıyla mücadeleye girişip faizin bütçe içindeki payını indirerek millet namına ne kadar tasarruf yapmış ve millete ne kadar kazandırmıştır? Bu sorunun cevabı her hür vicdanı ayağa kaldıracak ve AK PARTİ’yi alkışlatacak çaptadır çünkü bu rakam tamı tamına 942 milyar liradır. Bu tutar, para değerimizin eski ifadesiyle 942 katrilyon liradır değerli arkadaşlar. AK PARTİ’nin faizlerle mücadelesi noktasında vermiş olduğu bu gayretin neticesinde tasarruf oranı, tasarruf miktarı 942 katrilyon. Bu hakikaten her hür vicdanı ayakta alkışlatacak bir rakamdır, bunun altını özellikle çizmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, önemli sorunlarımızdan biri olan cari açık 2013 yılındaki 65 milyar dolarlardan 2014 yılı Eylül itibarıyla 46,7 milyar dolara gerilemiştir. Altın ve enerji hariç denge ise 4,1 milyar dolar açıktan 7 milyar dolar fazlaya dönmüştür.

Özetle bahsettiğim bu başarılardaki temel faktör nedir diye sorarsanız bu, siyasi ve ekonomik istikrar adına çok önemli adımlar atmış olan ve küresel krizi mali disiplin ile psikolojik direnç açısından başarıyla yöneten AK PARTİ hükümetlerinin performansıdır.

Çok kritik bir bilgi daha vereceğim sizlere. İhracat alanında kırılan rekorların haddi hesabı yok malum. 1923 yılındaki toplam ihracatımız 51 milyon dolar, 2014 yılında on bir aylık ihracat 144 milyar dolar, on iki aylık tahmin ise yaklaşık 160 milyar dolardır. 1923’te bir yıl içinde yapılan ihracatı bugün beş saatte yaptığımızı duymayan kalmadı. 1992 ile 2002 yılları arasındaki ihracat artış oranı yüzde 145’tir. 2002 ile 2014 yılları arasındaki ihracat artış oranı ise yüzde 344’tür. Verecek olduğum bilgi, bu muazzam başarıların arkasındaki sırrı da deşifre eden bir bilgi. Birincisi: Sattığımız mallar açısından sınıf atladık. İhracat sektöründe üretilen mallar ciddi bir rekabet kıymetine erişmiş ve göz doldurmaya başlamıştır. İkincisi ve bence daha önemlisi: İhracatımız çeşitlendi. Bakınız, 1995 yılında en çok sattığımız ilk 5 ürünün toplam ihracatımız içindeki payı ne kadardı diye soracaksanız, tam yüzde 65 oranındaydı, ilk 5 ihracat ürününün ortalaması. Şimdi aynı oran yüzde 45 dolayında yani ihracatımız çeşitlendi, dış ticaretimiz hem arttı hem de çeşitlenmiş oldu.

Son on bir yıldaki ekonomik istikrarı ve güçlü büyümeyi, AK PARTİ hükûmetlerinin sağladığı siyasi istikrara, uyguladığı doğru makroekonomik politikalar ile kararlılıkla yürüttüğü yapısal reformlara borçluyuz. Bu sayede son on bir yıllık dönemde yılda ortalama 4,9 büyüyerek millî gelirimiz 230,5 milyar dolardan 821 milyar dolara yükseldi. Ülkemiz dolar bazında 3 kattan fazla zenginleşti. Aynı dönemde kişi başına düşen millî gelirimiz 3.492 dolardan 10.807 dolara çıktı. Gelişmiş ülkelerle olan gelir makası hızla daraldı. Gerçekleştirilen reformlarla ülkemizde kurumsal yapı güçlendirilmiş ve iş yapma ortamı iyileştirilmiştir.

1980-2002 arasındaki yirmi iki senede sadece 14,8 milyar dolar doğrudan yatırım çekebilen Türkiye, son on bir yılda 137,5 milyar dolar doğrudan yatırım girişi sağlamıştır. Zamana bağlı performansın aynı düzeyde kalması durumunda bu yirmi iki yıllık dönemde 7,4 milyar dolarlık yatırım girişi gerçekleştirilmiştir ancak AK PARTİ hükûmetlerinin olağanüstü performansı bunun tam 18,5 kat fazlasına netice vermiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, iktisadi literatüre girmiş olan, epeyce kullanışlı ve çok önemli bir gerçeği tek cümlede özetleyen meşhur bir söz vardır: Ekonomide ya rakamlar vardır ya da masallar. Bu sözün ima ettiği gerçekse şudur: Eğer birisi ekonomiden bahsederken rakamlarla konuşuyorsa anlattığı şey masal değildir. Yahut, masal anlatıyorsa rakamlarla konuşmuyor demektir.

Vatandaşların en hassas olduğu konu elbette ki maişet davası ve geçim şartları. Bu masalcı siyasetin en ziyade dolaştığı mıntıka alanı da burasıdır. Bu sebeple, söz konusu mıntıka boş bırakmaya gelmiyor. Dolayısıyla, bir şeyler söyleyip sizi yine şaşırtmak istiyorum. Çünkü vatandaşın alım gücü üzerinde, oldukça, daha önceki konuşmalara baktığımız kadarıyla, farklı yönlendirmeler, farklı anlamlara yol açabilecek bilgi eksikliğini de içeren birtakım konuşmalar yapıldı.

Değerli milletvekilleri, aile yardımı ödeneği dâhil en düşük memur maaşı 2002 Aralık ayında 392 TL iken bu rakam 2014 Ekim ayında 2.025 TL’ye çıktı, artış oranı yüzde 416,8. Net asgari ücret 2002 Aralık ayında 184 lira iken bu rakam 2014 Ekim ayında 891 liraya çıktı, artış yüzde 383,6.

MUSA ÇAM (İzmir) – Geçen yıla göre?

AHMET AYDIN (Devamla) – En düşük memur emekli aylığı 2002 Aralık ayında 377 lirayken bu rakam 2014 Ekim ayında 1.312 liraya çıktı, artış yüzde 248,4. En düşük SSK emekli aylığı 2002 Aralık ayında 257 lirayken bu rakam 2014 Ekim ayında 1.047 liraya çıktı, artış yüzde 307,4. En düşük BAĞ-KUR esnaf emekli aylığı 149 liradan 849 liraya çıktı, artış yüzde 470,9.

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Açlık sınırı ne kadar, açlık sınırı?

AHMET AYDIN (Devamla) – En düşük BAĞ-KUR çiftçi emekli aylığı 66 liradan 634 liraya çıktı, artış yüzde 862,9. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 65 yaş aylığı 24 liraydı, bakın 2002’de 65 yaş aylığı 24 liraydı, bu rakam 142 liraya çıktı, artış yüzde 478,1. Muhtar aylığı 97 liraydı, bu rakam 871 liraya çıktı, artış yüzde 794,7 oldu. Bu dönemde enflasyon kümüle olarak yüzde 177 artmış. Yani, bütün ücretlilerin, bütün çalışanların aylıkları enflasyonun katbekat üzerinde arttı. Enflasyona ne memurumuzu ne işçimizi ne çiftçimizi ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz. Bu maaş tutarları ve artış oranları, bu dönemde gerçekleşen enflasyona bakıldığında emekli ve dar gelirli vatandaşlarımızın harcanabilir gelirinde önemli bir artış olduğunu göstermektedir. Bu oransal mukayeseleri sizlerin vicdanına ve milletimizin takdirine bırakıyorum.

Yine, değerli arkadaşlar, tabii ki 13’üncü bütçeyi yapıyoruz ve bundan önceki 12 bütçe gibi yine insan odaklı, toplumu, milleti önceleyen, milleti merkeze alan bir bütçe yapıyoruz ve yeni Türkiye’nin yeni kodlarını da bilerek, özümseyerek bu bütçenin, bugüne kadar nasıl ki insanlarımıza hizmet olarak, yatırım olarak, demokratikleşme olarak gittiğini biliyorsak, aynı şekilde, yeni Türkiye’de yeni yatırımlara, yeni hizmetlere, yeni “Yapılamaz.” denilenlere, inşallah, bu bütçeyle ulaşacağız.

Değerli arkadaşlar, “yeni Türkiye” dedik. Yeni Türkiye eski Türkiye’nin birçok kodlarını unutturacak bir ülke olacak. Çünkü, biz şunu biliyoruz ki: Eski Türkiye’de 3 Kasım 2002’den önce millî irade vesayet altındaydı. Eski Türkiye’de insanlar dışlanıyordu, tehdit olarak tanımlanıyordu. Eski Türkiye’de istikrarsız hükûmetler vardı, on altı ayda bir hükûmetler değişiyordu. Bu, istikrarsızlık demekti ve yeni Türkiye’de artık istikrar var, artık güven var, artık büyüme var, artık kalkınma var. Eski Türkiye’de âciz bir devlet görünümü vardı maalesef, olağanüstü hâller vardı eski Türkiye’de. Eski Türkiye’de Türkiye’nin gündemini günün iktidarları belirlemiyordu, eski Türkiye’de Türkiye’nin gündemini eli çantalı bir IMF memuru belirliyordu ve bu, ülkemiz için, milletimiz için acı bir durumdu.

MUSA ÇAM (İzmir) – Şimdi kim belirliyor?

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Millet, millet!

AHMET AYDIN (Devamla) – O günün, o haftanın gündemi eli çantalı memur ve o memurdan, o IMF’den 5 kuruş almak adına kırk takla atan bir iktidar görüntüsü vardı, bir Türkiye vardı. Acziyet içerisinde olan bir iktidar vardı.

MUSA ÇAM (İzmir) – Onun reçetelerini uyguluyorsunuz!

BAŞKAN – Lütfen, arkadaşlar, müdahale etmeyin ya. Lütfen, rica edeceğim. Bakın, bundan sonra hep siz konuşacaksınız.

AHMET AYDIN (Devamla) – Şimdi, Türkiye'nin gündemini belirlediği gibi, dünyanın gündemini belirleyen bir Türkiye var artık, dünyanın gündemini belirleyen bir ülke var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Eski Türkiye'de ekonomide faiz ödemelerini bile yapmaktan âciz bir Türkiye vardı. Hatırlayın eski Türkiye'nin manşetlerini, televizyon ana haberlerini, gazetelerin sürmanşetlerini. Neler vardı eski Türkiye'de? Eski Türkiye'de iktidarlar sorunları çözmekten âcizdi. O sorunlar büyüyordu, canavarlaşıyordu ve canavarlaşan sorunlar o iktidarları yiyordu. Hatırlayın faiz canavarlarını, gecelik faizlerin yüzde 7.500’lerde, 8 binlerde olduğu bir Türkiye vardı.

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Enflasyon canavarlarını…

AHMET AYDIN (Devamla) – Hatırlayın enflasyon canavarlarını, hatırlayın trafik canavarlarını, hatırlayın ekonomi canavarlarını. Bütün bu sorunlar birer canavar hâline dönüştü eski Türkiye'de. Canavarlaşan sorunları, işte, bu yeni Türkiye'nin yeni iktidarları bir bir ortadan kaldırdı.

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Geçen hafta 15 kişi öldü trafik kazalarında.

AHMET AYDIN (Devamla) – Bundan sonra, bu sorunların hepsini bu iktidar nasıl ki çözdüyse bundan sonraki sorunları da aynı şekilde, aynı kararlılıkla, aynı ihtiyatla çözmeye devam edecektir.

Yine, eski Türkiye'de dünya gündemine sadece, maalesef, terörle, depremle, faili meçhullerle, işkencelerle gelen bir Türkiye vardı. İki büklüm duran bir Türkiye vardı. Tabiri caizse, eskiden, âdeta hastanelerin yoğun bakım odasında can çekişen bir Türkiye vardı. Böylesine bir reçete vardı önümüzde. İşte, buradan devraldık biz Türkiye'yi. Bütün sıkıntılara rağmen yılmadık, enkaz edebiyatı da yapmadık ama bunların da bilinmesi lazım.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – On iki yıldır enkaz edebiyatı yapıyorsunuz.

AHMET AYDIN (Devamla) – Bunun üzerine, milletten aldığımız dua ve destekle, milletimizden almış olduğumuz verginin her kuruşunu yine millete geri döndürdük.

Bakın, eski Türkiye'de her 100 lira verginin 85-86 lirası faize gidiyordu, acı bir şeydi. Milletin alın teri heba olup uçuyordu, birilerinin cebine gidiyordu. Batan bankalar vardı eski Türkiye'de, birtakım hortumlar vardı eski Türkiye'de. İşte bütün bunlarla mücadele eden, yasaklarla mücadele eden, yolsuzlukla mücadele eden bir Türkiye vardı. Böyle bir Türkiye'yi biz inşallah hedef edindik, yeni Türkiye'de bütün bunların sıkıntılarını, milletimizin önündeki toplumsal meseleleri ortadan kaldırmak adına ciddi adımlar attık, atmaya da devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, artık küresel krizlerden etkilenmeyen bir yeni Türkiye var. Artık yazar kasadan etkilenmeyen, artık kitapçık fırlatmadan, artık dünyanın en büyük ekonomik krizinden dahi etkilenmeyen güçlü bir ekonomimiz, güçlü bir Türkiye var. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Ülke kaynakları bir grubun elinde talan edilmiyor, ülkenin dar imkânlarından artık mucizeler gerçekleştiren bir yeni Türkiye var.

Türkiye 2014 sonu itibarıyla -az önce de ifade ettim- borç stokunda çok önemli bir noktaya geldi. 25 Avrupa ülkesinden çok daha önemli bir yere geldi Türkiye. Türkiye her açıdan demokratikleşmede, ekonomik büyümede, refah seviyesinde adından sıkça söz ettiren bir başarı hikâyesini resmen yaşıyor.

OECD rakamlarına göre… Çünkü burada sıkça değerli arkadaşlar, dile getirildi; gelir dağılımındaki adaletsizlik, maalesef, haksız bir şekilde, mesnetsiz birtakım iddialarla dile getirildi. Bakın, OECD rakamlarına göre dünyada gelir dağılımının en doğru düzeldiği ülkelerin başında Türkiye geliyor. Artık 1 doların altında, 2 doların altında, 3 doların altında bir Türkiye yok. Değerli arkadaşlar, 2002’de 4,3 doların altındaki nüfusumuz yüzde 30 civarındaydı yani bu ülkenin nüfusunun yüzde 30’u 4,3 doların altında yaşıyordu. Şimdi, biz bunu yüzde 2’ye düşürdük arkadaşlar, yüzde 30’dan yüzde 2’ye düşürdük. Hani gelir dağılımındaki adaletsizlik? Bunu bütün dünya takdir ediyor. OECD rakamları ortada. Dünya Türkiye’nin bu başarı hikâyesini yazıyor, anlatıyor. “Bu başarıyı nasıl sağladınız?” diye “Gelin, bize ders verin.” diyor dünya ama maalesef bizim arkadaşlarımız bu başarıdan hoşlanacağına, sevineceğine, ülkenin geldiği durumdan mutlu olacağına, maalesef bu rakamları da çarpıtarak halkın kafasını karıştırmaya çalışıyor ama ne yaparlarsa yapsınlar, dokuz seçimdir, on üç bütçedir bu halkın kafasını karıştıramadılar çünkü halkın kafası berrak, kafası karışık olanlar başkaları. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yine, yeni Türkiye’de ülkemizin her bir bireyiyle devlet arasındaki aidiyet bağını pekiştirmeye çalışıyoruz. Yeni Türkiye’de, değerli kardeşlerim, el atılamaz, yapılamaz, hayal dahi edilemez birçok soruna el attık, çözmeye çalışıyoruz. Birliği, kardeşliği, toplumsal bütünleşmemizi, çözüm sürecini gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Yeni Türkiye’de milletin iradesinin karşısında duran her kesime karşı, kim olursa olsun, nereden gelirse gelsin kararlı, dirayetli bir karşı duruş sergiliyoruz ve bugüne kadar da AK PARTİ hükûmetleri bu on iki yıllık süreç içerisinde çeşitli darbe planlarıyla da karşı karşıya kaldı. Romantik birtakım insanlarla darbe planları oldu, parti kapatılmaya çalışıldı, e-muhtıralara maruz kaldık; Gezi’yi yaşadık, 17 Aralığı, 25 Aralığı yaşadık, Kobani’yi yaşatmaya çalıştılar, birtakım paralel operasyonlar olmaya çalıştı ama değerli arkadaşlar, burada hedefin sadece AK PARTİ Hükûmeti olmadığının farkındayız. Burada hedef, bu milletin geleceğiydi. Burada hedef, büyüyen, gelişen Türkiye’ydi. İşte bunun adına, korkmadan, bıkmadan, kararlılıkla, cesaretle, nereden gelirse gelsin, kim tarafından olursa olsun, millî iradeye karşı yapılan bütün bu kalkışmalara da sonuna kadar karşı direndik, karşı direnmeye de devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yine hedefimiz ve amacımız, değerli arkadaşlar, bu dönemde arzumuz yeni bir anayasayı yapabilmekti. Bu milletin beklentilerine uygun, bu milleti kucaklayan, 77 milyonu bir ve kardeş gören ve bu millete ait olan herkesin benim anayasam, benim ülkem, benim vatanım diyebileceği, kimsenin kendini ötekileştirmeyeceği yepyeni bir anayasayı hedefledik ve bu noktadaki bütün azmimizi, gayretimizi ortaya koyduk ve bu noktada da, maalesef, bu dönemde bütün arzularımıza rağmen yeni anayasayı gerçekleştiremedik. Hedefimiz, arzumuz… Halkımıza gideceğiz. 2015 seçimleri var. Bu milletin mutlaka ama mutlaka tüm bu kazanımlarının muhafazası ve üzerine yeni kazanımlar elde edebilmesi adına da mutlak surette milletin kendine ait olan, kendine ait hissedebileceği bu yeni anayasayı gerçekleştirmesi lazım. Bu manada da, inşallah, halkımızdan, 2015 seçimleri için yine destek isteyeceğiz yeni anayasa yapma noktasında. Bu, milletin de talebidir, önceliğidir, beklentisidir. Bu manada, bizler de bu seçimlerde, inşallah, yeterli sayıya ulaşabilirsek, yeni anayasa konusundaki hedefimizi de gerçekleştireceğiz.

Yine, değerli arkadaşlar, on iki yıllık süreçte başkalarının hayallerine dahi sığdıramayacakları birçok hayali gerçekleştirdik, birçok icraatı gerçekleştirdik. Ekonomiden, eğitimden, sağlıktan, adaletten bir tarafa ama bir zihniyet değişimi yaptık. Bu millete, nerede yaşıyorsa yaşasın, kim olursa olsun, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı olduğu, bu ülkeye ait olduğu hissini verdik. Çünkü, biz, kırmızı çizgilerimizle siyasete girdik, bölgesel siyaset yapmadık, etnik siyaset yapmadık, dinsel siyaset yapmadık. Bu ülkede yaşayan her bir unsuru, kuzeyden güneye, doğudan batıya bir ve beraber gördük, kardeş gördük. 77 milyon kişinin, 77 milyon nüfusumuzun, insanımızın birliği ve kardeşliği üzerine siyaset yaptık. O kardeşliğin pekişmesi adına siyaset yaptık ve siyasetimizin merkezine de insanımızı koyduk.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aydın, süreniz doldu.

Konuşmanızı tamamlamak için iki dakika süre veriyorum.

Buyurun.

AHMET AYDIN (Devamla) – İnsan merkezli bir siyaset yaptık. İdeolojilerden arınmış, fikriyatı ne olursa olsun, siyasi düşüncesi ne olursa olsun benim insanım, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı dedik, kim olursa olsun ve bütün politikalarımızı bunun üzerine gerçekleştirdik ve Türkiye’de geçmişte ötekilenen her kim varsa, Alevilerden Kürtlere kadar, mütedeyyin insanlardan gayrimüslimlere kadar her kesimin sorunlarını çözmek adına ciddi gayretler sarf ettik. Bir kısım sorunları ciddiyetle çözdük, başkalarının hayal edemeyeceği noktalara taşıdık. Reformlar yaptık, adımlar attık; temel hak ve özgürlükler noktasında hamleler gerçekleştirdik. Daha da yapacağımız çok şey var. Biz, her şey bitti, tozpembe de demiyoruz. Ama değerli arkadaşlar, Türkiye, artık o eski Türkiye değil. Türkiye on iki yılda çok değişti, Türkiye on iki yılda çok gelişti ve ne olursunuz, hep birlikte, iktidarıyla muhalefetiyle, bu ülkenin milletvekilleri olarak, siyasi partileri olarak hepimiz ülkenin temel problemleri konusunda sorumluluğumuzun bilincinde olalım. Çözüm sürecinde bunu yaşayalım, dış politikada yaşayalım, toplumsal meselelerde millet adına siyaset yapalım. Milleti önceleyelim, milletin bütün sorunlarının çözümü noktasında hep birlikte gayret edelim. Tabii ki muhalefet aykırı düşünebilir, farklı seslere ihtiyacımız da var bizim ama sadece ve sadece reddetmek üzerine bir muhalefet değil, bize proje geliştiren, bize öneri getiren bir muhalefet de bizim arzumuz.

Yine, bu süreçte zihniyet değişimi yaptık dedik, demokratikleşmede adımlar attık dedik. İşte, olağanüstü hallerden devlet güvenlik mahkemelerine kadar değerli kardeşlerim, çok ciddi adımlar attık. Bu ülkede bazı etnik gruplar âdeta yok sayılıyordu, bazı insanlar dillerini konuşamıyordu; bazı insanlar değerli kardeşlerim, inançlarını yaşayamıyordu, kültürlerini yaşayamıyordu. İşte, herkesin inancına saygı dedik, herkesin ibadetine özgürlük dedik. Kim olursa olsun, ne olursa olsun, neye inanırsa inansın, benim gibi inanmak zorunda değil herkes ama herkes inandığı şekilde yaşasın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aydın, Genel Kurulu selamlamak üzere son defa açıyorum mikrofonu.

AHMET AYDIN (Devamla) – Tekrardan bütçemizin hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Bütçeye katkı sunan herkese, bütün gruplara teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.

Sayın milletvekilleri, söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata’ya aittir.

Buyurun Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Kutluata, sizin de süreniz otuz dakika. Ek süre veririm.

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sağ olun.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 yılı merkezî yönetim bütçesinin tamamı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Bütçe görüşmelerinde bütçenin yeterliliği, güvenilirliği, gelirlerin sağlamlığı, toplanmasındaki adalet, kalkınmaya hizmet edip edemeyeceği, fakirliğe çare olup olamayacağı, toplum kesimlerinin önceliklerini belirleyip belirleyemeyeceği tartışılır. Bu anlamda güzel geleneklerimiz de oluşmuştur. Cumhuriyet tarihimiz boyunca bütçe görüşmeleri her zaman ciddiye alınmış ve bu şekilde bütçe görüşmeleri sonuçlanmıştır.

AKP Hükûmetlerinin döneminde bütçe görüşmelerinin her geçen yıl heyecanını kaybetmesi, bütçelerin arkasında bulunması gereken siyasi iradenin durumunu ve dayandığı ekonomik yapının hâlini ortaya koymaktadır.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, içeride gerçekten konuşulanları duymakta zorlanıyoruz.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) – Yeterlilikleri ve güvenilirlikleri açısından tartışılan bütçeler son iki yıldır itibarı açısından da tartışılır olmuştur. Bu nedenle, AKP iktidarının siyasi hedeflerinin Türk milletinin beklenti ve hedeflerinden farklı istikamete yöneldiğinin ortaya çıkması ve bütçenin dayandığı ekonominin yolsuzluk ekonomisine dönüşmüş olmasının büyük önemi vardır.

Geçen yıl aralık ayında bütçesi görüşülen AKP Hükûmetinin büyük bir yolsuzluk olayına karıştığı ortaya çıkmış ve önce 17 Aralık, arkasından da 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk olayları patlak vermişti. Bu yılın bütçe görüşmelerini de Milliyetçi Hareket Partisinin ilan etmiş bulunduğu 17-25 Aralık yolsuzlukla mücadele haftası içerisinde görüşüyoruz. Geçen yıl 20 Aralık tarihinde 2014 yılı bütçesi üzerinde konuşurken 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk olaylarının çok vahim olduğunu, ancak 17 Aralıktan sonra ortaya çıkan tablonun yani AKP Hükûmetinin sergilediği tavrın çok daha vahim olduğunu ifade etmiştim. Nitekim, bu vahim tablonun ardından patlayan 25 Aralık yolsuzluklarına rağmen adaletin işlemesinin önü kesilmiş, bu yüzden bu yara toplumun derinlerine doğru işlemiştir. O tarihte, sadece yolsuzluğa karışanlar suçlanırken aradan geçen süre içinde gereği yapılmadığı için yolsuzluk girdabı yolsuzlukları savunanları, ona göz yumanları, görevini yapmayanları, zaman zaman maalesef bu Mecliste de şahit olunduğu gibi alkışlayanları da içine çekmiş bulunmaktadır.

Esasen, bütçelerin yetersizliği bile hükûmetleri düşürmeye yeterken bizzat Hükûmet üyeleri ve daha ileri makamların içinde bulunduğu yolsuzluk iddiaları önlenemez, tartışılamaz ve mahkemelere sevk edilemez hâle gelmiştir. İktidar, ortaya çıkan yolsuzlukları ne reddedebilmiş ne de adalete sevk etmiştir, sadece yolsuzlukların Hükûmeti düşürmek için ortaya çıkarıldığını söylemiştir. Dünyanın her yerinde yolsuzluğa bulaşan hükûmetler düşerdi ama Türkiye’de maalesef öyle olmadı; düşen, ülkenin itibarı oldu, iktidarın itibarı oldu ve bu seneki zayıflıktan görüldüğü gibi bütçenin itibarı oldu.

Türkiye ekonomisinin içine sürüklendiği durumu değerlendirirken aslında Hükûmetin bir ekonomi politikası olmadığını, sadece bazı uygulamalar setiyle ülkeyi yönettiğini daha önceden ifade etmiştik. Üretim yerine ithalatla yürütülen bir ekonomi, gelir yerine borçla tüketen bir toplum oluşturuldu. Böyle bir tercihin sonucu olan devamlı yüksek cari açığa Türkiye’nin dayanamayacağı, bunun devam edemeyeceği biliniyordu. Bunu Hükûmet de biliyordu, bu nedenle ekonomideki her bozulmayı “Temel ekonomik göstergeler sağlam.” asılsız teziyle savundu, cari açık gölgesinde temel göstergelerin sanal olmasını umursamadan durumu idare etti. Şimdi yolun sonuna gelindi. Temel ekonomik göstergelerden yüksek olması arzulananlar aşağıya doğru gitmekte, düşük olması gerekenler dramatik şekilde yükselmektedir. Yüksek cari açığa rağmen büyüme düşmekte, tasarruflar düşmekte, yatırımlar düşmektedir. Buna karşılık enflasyon yükselmekte, işsizlik yükselmekte, borçlar artmakta, fakirlik artmakta, yolsuzluk artmaktadır. Ekonomide ortaya çıkan bu toplu bozulma toplumun sosyal bünyesine de sirayet etmektedir. Cinayetler, cinnetler, kadına yönelik şiddetler; esrar kullanımının, uyuşturucu kullanımının bu kadar yaygınlaşması; dalgınlığa bağlı trafik kazaları, iflaslar, icralar, hepsi bunların işaretidir.

Değerli milletvekilleri, biraz önce burada konuşan iktidar milletvekili ekonominin iki şekilde konuşulduğuna dair bir hüküm ortaya koydu, “Ya rakamlarla ya da masallarla.” dedi ve bize rakamlara dayanan masallar anlattı. Ben size çok kısa olarak büyüme, enflasyon, işsizlik ve tasarruflar konusunda birkaç cümleyle durumu özetlemek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, son üç yıldır Türkiye’nin büyümesi dramatik şekilde düşmektedir. 2012’de 2,2; 2013’te 3,9; bu sene de 2,8’ler civarında gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. Bu Türkiye gibi ekonomiler için resesyona girilmekte olduğunun işaretidir. Dünyada gelişmekte olan ülkelerde bu sene için beklenen büyüme oranı yüzde 4,5 iken niye Türkiye hep gerilerden gitmektedir, bunu iktidara sormak zorundayız. Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 10,5’ları bulmuş, iş aramaktan yorulup kenara çekilenleri de dâhil edersek işsizlik ordusu 5,5 milyona çıkmışken, Türkiye bu işsizlik ordusunun sayısını 5,5 milyonda tutabilmek için bile yüzde 5 büyümek mecburiyetinde iken Türkiye’nin büyüme rakamları neden resesyon düzeylerine kadar inmiştir? Bunun bilinmesi, açıklanması, en azından bu hâlin iktidar tarafından pişkinlikle savunulmaması gerekiyor.

Gözlerden gizlenen bir başka nokta var: Yabancılar tarafından satın alınan tesis ve işletmeler ve sıcak para bir arada düşünüldüğünde Türkiye ekonomisi, yabancı kazançlarını ödeyebilmek için bile en az yüzde 4 büyümek mecburiyetindedir. Yani gayrisafi yurt içi hasıladan yabancı payını düştükten sonra gayrisafi millî hasılayı bir önceki yılın seviyesinde tutabilmek için bile bu büyüme oranları gerekirken büyüme üzerinden methiyeler yapmanın veya savunmalar yapmanın hiçbir anlamı yoktur.

Enflasyon konusuna gelince -çok kısa olarak ifade etmek istiyorum- Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı en son ifadelerinden bir tanesinde “Türkiye’de Merkez Bankasının mucize yaratacak hâli yok.” demek suretiyle enflasyonu düşürme konusunda iktidarın kendisine düşen görevleri yapmadığını ifade etmiş oldu.

İşsizlik konusu Türkiye’de Hükûmetin tutumu yüzünden, olduğundan daha yakıcı hâle gelmektedir. Üretime dayalı büyümenin olmadığı yerde istihdam artmıyor, işsizlik müzminleşiyor. İthalata dayalı büyüme olsa bile istihdamın kalitesini bozuyor. Öyle veya böyle, büyüme olmayınca işsizlik alıp başını gidiyor, yüzde 10,5’lara çıkmış durumdadır ve üstelik daha acısı bir gelişme, artma trendi içerisindedir. Gelişmiş ülkelerde iş gücüne katılım oranının bizden en az yüzde 20 fazla olduğunu kabul edecek olursak işsizliğin vahameti iyice ortaya çıkacaktır. Bunlar da yetmiyormuş gibi Türkiye’de partizanlık işsizliğin tahribatını çok daha fazla artırmaktadır. Sağlanan istihdamın çoğu kamuda, oraya da insanlar doğrudan doğruya AKP’lileştirilerek alınıyor yani kişilerin, insanların, işsizlerin işe girmeleri için şahsiyetleriyle oynanıyor. Özel sektöre eleman alımı da siyasi iktidarın kontrolüyle yürütüldüğünden, insanların AKP’nin kapısına düşmeden iş sahibi olması mümkün görünmüyor. İş arayan gençlerimizin durumu timsahların kontrolü altında bulunan göletlerden su içmeye çalışan ürkek ceylanlara benziyor; ya burunlarından yakalanacaklar ya da susuzluktan ölecekler. Türkiye’de işsizliğin acımasızlığını ortaya koyan tablonun bir cephesi de budur.

Tasarruflara gelince, değerli milletvekilleri, bu iktidar, ekonominin can suyu olan tasarrufları Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en düşük seviyesine indirmiştir. 2012 yılındaki 24 oranının yarısına, 12’ye indirmeyi başarmıştır. Bu, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 33-36’dır, bazı ülkelerde çok daha yüksektir. Gelişmiş ülkelerde bile yüzde 20’nin üzerinde seyrederken Türkiye ekonomisinin can suyu, bu iktidar tarafından bu anlamda kesilmiştir.

AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin toplam dış borçları 3 katından yüksek artarak 402 milyar dolara çıkmıştır, dolar olarak söylüyorum rakamı. İç borçları 436 milyar TL’yi aşarak 3 katına ulaşmıştır, hele hele hanehalkı borçları 58 kat artmak suretiyle 6 küsur milyardan 350 milyar Türk lirasına çıkmış bulunmaktadır. Bu tablo üzerine “Rakamlarla ekonomi konuşalım.” diyen arkadaşlarımızın hangi rakamları duymak istediklerini merak ediyorum.

Büyüme konusunda yapılan çok ciddi bir yanlışlık var değerli milletvekilleri. Büyüme kıyaslamaları, AKP döneminin büyüme rakamları ile cumhuriyetin diğer dönemlerinin büyüme rakamları kıyaslanırken her iki dönemin şartları dikkate alınmıyor. AKP’den önceki dönemlerde hiçbir zaman yüzde 5’in altına düşmemiş olan büyüme oranları, bugünün AKP’sinin yüzde 4,7’lere düşen büyüme oranlarıyla karşılaştırılırken gözden kaçırılan çok önemli bir şey var: O dönemlerin büyümeleri, o dönemlerin tasarrufları ülkenin kendi imkânlarıyla sağlanmış ve doğrudan doğruya iktisadi kalkınmaya intikal etmiş ve bir iktisadi birikim sağlamıştır. Bu iktidarın dönemindeki büyüme, Cumhuriyet Dönemi’nin bütün birikimlerinin satılması ve 2014 yılını da işin içine katarsak 395 milyarı bulmuş bir cari açık ve bununla da yetinmeyip ülkenin otuz kırk yıl ilerisine yönelik yatırımları özel sektöre kefil olmak suretiyle yaptırırken “mega projeler” adı altında ülkenin geleceğe yönelik vergi gelirlerinin ipotek edilmesi karşılığında olmaktadır. O bakımdan, şartları eşitlemeden yapılacak büyüme kıyaslamalarının herhangi bir anlamı olmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bu noktaya nasıl geldiğine bakmak da lazımdır. Üretimden kopmuş bir ekonominin kalkınma getirmeyeceğini, kalkınma olmayan yerde gelişme olmayacağını, gelişmenin durduğu hâllerde de toplumsal yapının yerinde duramayıp bozulmaya başlayacağını Milliyetçi Hareket Partisi olarak devamlı söyleyegeldik.

Ekonomide kural dışı diyebileceğimiz bir yapı oluşturuldu. Ekonomiyi ekonominin kuralları dışında yönetme arzusu, iktidarı bir ekonomi politikasına sahip olmaktan alıkoydu, o nedenle dedik ki: “AKP iktidarının bir ekonomi politikası olmamıştır, olamamıştır.” Eğer üretime dayalı bir ekonomi politikası tercihi yapılmış olsa idi, ülkenin tamamı zenginleşecekti. AKP’nin tercihi yandaşlarını zengin etmek olunca, bir AKP’li zengini çıkarabilmek için on binlerce, yüz binlerce insanın fakirleşmesi gerekiyordu, nitekim öyle oldu. AKP dönemi zenginlerinden, bu dönemde türeyen iş adamlarından yatırım yaparak, üretim yaparak, istihdam sağlayarak büyüyen bir örnek gösteremezsiniz. Bu iktidar döneminde ekonominin temelleri o kadar yerinden oynadı ki, üretim faktörleri üretime yönelemez hâle geldi.

AKP iktidarı döneminde sermaye yatırıma dönüşemiyor, üretim yapamıyor, istihdam sağlayamıyor, spekülatif kazançların peşinde koşmak zorunda bırakılıyor; müteşebbis, yatırım yapıp, istihdam sağlayıp faaliyetini sürdüremiyor, iktidarın yanaşması hâline getirilip yolsuzluk ve rüşvet çarkına eklemlenmeye zorlanıyor.

Size, doğal kaynaklar açısından da örnekler vermek isterim. Doğal kaynaklar üretime gidemiyor, iktidar yandaşlarının yağmasına tabi tutuluyor. Sakarya’dan bir örnek vermek suretiyle Türkiye'nin bütün illerine tercüman olacağımı zannediyorum. Hepinizin gözünün önünde, Sapanca Gölü’nün, iktidarın yağmasından korunamadığı için çoraklaşmaya başladığı bilgilerinizin dâhilindedir. Şimdi, yine Türkiye’nin çok yerinde görülen bir yakıcı örneğinin Sakarya’da yaşanmakta olduğunu ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, mineralli su işleteceği gerekçesiyle bir yandaşa Sakarya’da 49 bin küsur dönüm arazi tahsis ediliyor ve şu anda muazzam bir orman kırımı var ve çiftçiler, köylüler, gazeteciler, Sakaryalılar hiç bölgeye yaklaştırılmadan işlem sürdürülüyor. Buradan söylemek istediğim, ekonominin üretimine girdi olarak katılmak zorunda olan doğal kaynaklarımızın iktidar eliyle yağma edildiğidir. Diğer taraftan, iş gücü üretime katılamıyor, işsizler ordusuna katılmak mecburiyetindedir. Kural dışı ekonomi ekonomiyi temellerinden sarsmakla kalmadı, hukuk düzenini de altüst etti çünkü kural dışı ekonomi, yolsuzluk ekonomisi ancak hukuk dışı bir yönetim yapısıyla sürdürülebilirdi, nitekim Türkiye’de yapılmaya çalışılan, sağlanmaya çalışılanın o olduğunu da görüyoruz. O nedenle, ekonominin tahribatı ve devletin tahribatı ve dahi milletin fakirleştirilmesi beraber yürütüldü. Bunun sonrasında “Ümit var mı?” denilirse, maalesef o da yok, ekonomi politikası olmayan Hükûmetin istese bile ekonomiyi düzeltecek dirayeti yok. Yeni Başbakan ümit vermeyi denedi, sonra kendisi de ümitsizliğe düşüp kenara çekildi. Hatırlayacaksınız, Sayın Davutoğlu 5 Kasım 2014 günü “öncelikli dönüşüm programı”, “yeni eylem planı” gibi isimler altında birtakım başlıklar, fazla sayıda maddeler açıkladı, sonra “Hepsini birden kaldıramazsınız.” demeye getirerek gerisini daha sonra açıklayacağını ifade etti, şimdi, tefrika hâlinde arada bir açıklıyor. Ancak, ekonomi çevreleri ve kamuoyu bu söylenenlerin Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda aynen olduğunu görünce işi ciddiye almadı, yeni Başbakanın yeni duyduğu konularda kendini heyecanlandırmaya çalıştığına hükmetti. Kendisini dinlerken ümitlenmek şöyle dursun, endişeye kapılmamak mümkün değildi. Sayın Davutoğlu dış politikada olduğu gibi bir de ekonomiye merak sararsa “Vay halimize.” dedirtiyordu. Dürüst iş adamlarının, esnafımızın, çiftçimizin maazallah, Türkiye sokaklarında sefalete terk edilmiş 2 milyon Suriyelinin durumuna düşmesi ihtimali ortaya çıktı çünkü onları Sayın Davutoğlu’nun ilgisi bu hâle getirmişti.

Bu arada söylemek isterim ki, kim 2 milyona yakın Suriyeliyi evinden, yurdundan kopartsa, buna sebep olup kendi ülkesinin sokaklarına salsa siyaset dünyasından kopar giderdi ama bizde bu işin faillerinden Dışişleri Bakanı olan Başbakanlığa, Başbakan olan da Cumhurbaşkanlığına terfi etti. Bu da bir başka Türkiye manzarası.

Ortada ekonomi politikası yok, ekonomiye güven yok, Hükûmetin ekonomi yönetimine de güven yok; ortada tek başına bir Başbakan Yardımcısı var sayın milletvekilleri. Bu Başbakan Yardımcısı, o makama PKK terör örgütü kontenjanından getirilmiş görüntüsü veren Başbakan yardımcıları gibi itibar kaybına uğramamış, ekonominin durumuyla ilgili yanlış şeyler söylemeye zorlanınca yüzü kızaran bir kişi; Sayın Ali Babacan’dan bahsediyorum. Ekonomiyi iyi yönettiğinden değil, yalan söylememekten ötürü prim yapmış bir kişiden bahsediyorum. Nasıl prim yapmasın demek gerekiyor çünkü devletin en üst kademelerinden her gün, her saat devletin, ülkenin 40 kanalından ve 40 gazetesinden millete en olmayacak yalanlar tekrarlanırken kendini yalandan uzak tutan insanlarımızın prim yapmasını normal karşılamak lazım. “Bu Başbakan Yardımcımız -bugün de konuşacak, öyle anlaşılıyor- yalan söyleyemiyor ama doğruları söyleyebiliyor mu?” derseniz, onları da söyleyemiyor çünkü her söylediği doğrunun arkasından şiddetle muaheze ediliyor. O bakımdan, Türkiye’de ekonomiden sorumlu olanların bir kısmının yolsuzlukların içinde olduğunu, bir kısmının yanında durduğunu, bir kısmının da söylemesi gerekenleri söyleyemeyecek durumda olduğunu görüyoruz. Kendisi güven vermeyen ekonominin yönetiminin de güven vermediğini bu vesileyle ifade etmiş oluyoruz.

Değerli milletvekilleri, AKP’nin 17-25 Aralık yolsuzluklarının yıl dönümü olması, MHP’nin de 17-25 Aralığı “Yolsuzlukla Mücadele Haftası” ilan etmiş olması dolayısıyla yolsuzluklar üzerinde biraz durmak istiyorum.

AKP iktidarının Türkiye’de yolsuzluk ekonomisini nasıl hâkim kıldığını, ekonominin süreçlerinin tamamında bu sarsıcılığın nasıl yaşandığını görüyoruz. Yatırımlarda yolsuzluk var, üretimde yolsuzluk var, tüketimde yolsuzluk var; istihdamda, finansta, eğitimde, her yerde yolsuzluk var; nereye başınızı çevirirseniz yolsuzlukla karşılaşıyorsunuz. Yatırımların verildiği iş adamlarının iktidarın yolsuzluk ortakları hâline getirildiği, her parmak şaklatmada 100 milyonlarca doları yolsuzluk havuzuna aktardıkları, 17-25 Aralık yolsuzluklarının bir parçası olarak gözlerimizin önüne serilmişti.

İhale Kanunu, ikinci mevzuatı da dâhil olmak üzere en az 110 kere değiştirilmiş durumdadır. Her ihale mevzuatı değiştirilmesi yeni bir yolsuzluk usulünün keşfedildiğinin işareti olmaktadır. Başbakandan bakanlarına ve diğer AKP’lilere kadar iktidarın yolsuzluk savunması çok dikkat çekicidir. Bu kişiler çıkıp “Biz yolsuzluk yapmadık, yaptırmayız.” demiyorlar. Dedikleri “Yolsuzluk olsaydı bu yatırımlar yapılır mıydı?” Dikkatinizi çekiyorum. Âdeta paranın yatırıma giden kısmına hayıflanır gibi “Yolsuzluk olsa idi bu yatırımlar yapılır mıydı?”

İşte, bu 110’un üzerinde ihale mevzuatı değişikliği, yolsuzlukların yatırımlar üzerinden yapıldığını ortaya koyuyor. O bakımdan, bu tür savunma sahiplerinin, bu tür savunmanın içine girenlerin bir ayaklarının nerede olduğuna çok iyi dikkat etmek lazım gelir diye düşünüyorum. Bakanlardan bir tanesi “Yol varsa yolsuzluk yoktur.” diyecek kadar işi basite indiriyor. Bir başka Bakan “Yaptığımız yolların yüzde 70’ini üç sene içinde tazelemek, yenilemek zorunda kaldık.” diyerek yol üzerinden yapılan yolsuzlukları ifade ediyor. Türkiye’de böyle bir komedi tiyatrosu diyaloglarını seyretmeye yüce milletimiz mahkûm ediliyor, mecbur kılınıyor.

Değerli milletvekilleri, bu sebeple, sadece yatırımlarda değil yolsuzluklar, biraz önce ifade ettiğim gibi üretimde de yolsuzluk var. Zamanım dar, sadece, Soma faciasının, maden patronu ile iktidar arasındaki yolsuzluk iş birliğinin sonucu olarak madene yapılması gereken güvenlik harcamalarının yapılamamasından kaynaklandığı hepinizin hafızasındadır. Tüketimde de yolsuzluk var. O kadar sayısız yolsuzluk var ki ama sadece yardım paketlerine, nerelerden alındıklarına, nasıl verildiklerine, kaça alındıklarına, kömür torbalarının nasıl geldiğine bakacak olursanız orada da bunları göreceksiniz. İstihdamdaki yolsuzlukları muhalefet her hafta açıklıyor, hepinizin önündedir, biraz önce o konudaki endişeleri dile getirmiş oldum. Finansta yolsuzluk var, kamu bankaları kaynaklarının kimlere nasıl akıtıldığını görüyoruz. Eğitimde yolsuzluk var, sınav sorularının nasıl ellerde dolaştığını ve nasıl yolsuzlukla insanların hak etmedikleri yerlere sokulduğunu görüyoruz. Yandaşa devlet arazisini verip kamu bankasından kredi de sağlayıp arkadan da devlet hizmet binası diye fahiş fiyatlarla, fahiş kiralarla devletin zarara sokulması bu yolsuzluk metotlarının harmanlandığı usuller olarak önümüzde duruyor. Yolsuzluk sarayının harcamalarına bakın, yüzde binlere varan maliyetlerine bakın, bunları savunanlara bakın, yolsuzluk bataklığının nereleri sardığını hep birlikte görmüş olacağız. Yolsuzluk örnekleri saymakla bitmiyor sayın milletvekilleri. Ancak yolsuzluğun niye bu kadar bu ülkede, bu iktidar döneminde hızlı yayıldığının anlaşılması gerekiyor. Bunun sebebi de, öyle görülüyor ki, yolsuzluk Türkiye’de bu iktidar döneminde aşağıdan yukarıya doğru yayılmamıştır -eğer öyle yayılsaydı bu kadar hızlı gitmeyecekti- yukarıdan aşağıya doğru yayılmıştır, devletin en üst kademelerinden aşağıya doğru yayılmıştır, hatta emir komuta zinciri içerisinde yayıldığı için ülke bu hâle gelmiş durumdadır.

Peki, şimdi bu durumdayız, “Bu durumdan kurtulmamız mümkün mü?” diye soranlar olabilir, sormak gerekir. Evet, bu durumdan bu iktidar iş başında iken maalesef kurtulamayacağız, yolsuzluklar bu iktidar varken kesilemeyecek, Türkiye ekonomisi düze çıkamayacak. Bunun işaretini yeni Başbakan, Sayın Başbakan 62’nci Hükûmet Programı’nı bu kürsüden sunarken burada ilan etti. Sayın Başbakan 17-25 Aralık yolsuzluklarına hiç temas etmedi, bunların üzerinin kapatılmaya çalışılacağının dolaylı işaretini verdi. Ancak, sözlerinin bir yerinde dedi ki Sayın Başbakan: “Biz yolsuzluklarla mücadele edeceğiz.” Şimdi, bunun anlamı çok açıktı. 17-25 Aralık gibi Türk tarihinde görülmemiş, dünya tarihinde rastlanmamış bir yolsuzluğun üzerine oturmayı içine sindiren bir başbakanın, hele yeni bir başbakanın “Ben yolsuzlukla mücadele edeceğim.” demesinin anlamı, küçük hırsızlara verilmiş bir mesaj gibi duruyordu. Yolsuzluk yapacak olanlar gelip şebekeye kaydolmalıydı, aksi takdirde kendilerine izin verilmeyeceği anlaşılıyordu.

İşte, Sayın Başbakanı dinlerken, aklımızdan bunlar geçerken Ziya Paşa’nın yüz elli sene önceden haykırdığı ses kulaklarımızda çınladı. Diyordu ki Ziya Paşa: “Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz/ Birkaç kuruşu mürtekibin cây-i kürektir.”

Şimdi söylemek istiyorum: Sayın Başbakan, 17-25 Aralık yolsuzluklarının üstüne oturmaya devam edecekseniz, bunu içinize sindiriyor iseniz, bu konuda tedbir almayacaksanız, toplumu rahatlatmayacak iseniz, bunu günümüzün Türkçesine çevirip, günümüzün şartlarına da uyarlayıp “Milyarla çalan devletin tepesinde, küçük hırsızlar iktidarın pençesindedir.” deyip yolsuzluk sarayının alnına çok uzaklardan görülecek şekilde çakmalısınız. Hatta, devlet dairelerindeki “Adalet mülkün temelidir.” tabelalarını bununla değiştirmelisiniz.

Değerli milletvekilleri, AKP’nin 2 temel hedefi var, herkesin malumudur, 2 de gündemi var. Bunlardan bir tanesi, terör örgütünün taleplerinin gerçekleştirilmesidir; bir tanesi de, bu arada yolsuzluk ekonomisinin sürdürülebilmesidir. Bütün icraatlar, bütün konuşmalar bunu gösteriyor, hepimiz de bunu biliyoruz. Gidişatın iyi olmadığını, AKP iktidarının bölücülük ve yolsuzluk ayakları üzerinde yürümeye çalıştığını görüyoruz. AKP’nin bu hâliyle daha ileri gitmesine Türk milletinin izin vermeyeceğini biliyoruz ve 2015 yılı seçimlerinin Türkiye’nin demokrasi içinde kurtarılması için bir fırsat olduğunu Milliyetçi Hareket Partisi olarak görüyoruz. Türkiye’nin bu tabloyu daha fazla kaldıramayacağı açıktır. O bakımdan, milletimizi AKP tarafından içine itildiği çaresizlikten çıkarmak zorundayız. Beş buçuk ay sonra yapılacak seçimlerde milletimizin bu yıkımdan kurtulacağını ümit ediyoruz. O nedenle, burada ifade etmek istiyorum: Milliyetçi Hareket Partisi, inşallah, milletimizin bu haziran ayındaki takdiriyle iktidar olacak ve derhâl milletimize rahatlatıcı, kalkınmacı ve gelişmeci politikalarını takdim edecektir. Türk toplumunun borçlu, fakir, ümitsiz, çaresiz kesimleri Milliyetçi Hareket Partisinin rahatlatıcı politikalarıyla, hazırlıklarıyla nefes almaya iktidara geldiğinin ilk günlerinden itibaren başlayacaklardır. İş çevreleri, esnafımız, çiftçimiz, işçilerimiz, üretime gerektiği gibi katılamayan toplum kesimleri kendilerini Milliyetçi Hareket Partisinin kalkınmacı politikalarının kucaklayıcılığı içinde bulacaklardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kultuata, süreniz doldu. Size de aynı şekilde ek süre veriyorum.

Buyurun.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz, öğretim üyeleri, gerçek aydınlar, iktidarın paspası hâline getirilmemiş sanatçılarımız, gençlerimiz, kadınlarımız Milliyetçi Hareket Partisinin gelişmeci politikalarıyla içine sürüklendikleri olumsuz ruh hâlinden kurtulacaklardır.

Değerli milletvekilleri, son olarak, “Yeni Türkiye” tabirinin çok kullanıldığını, hatta bunların Başbakan tarafından flamalar hâlinde milletin nefes almasını engelleyecek tarzda ülkenin her yerine, Ankara’nın her direğine asıldığını gördük, görüyoruz. Bugün de söylendi, çok sık kullanılıyor. Yeni Türkiye'nin bölücülerin Türkiye’si olduğunu, yeni Türkiye'nin yolsuzların Türkiye’si olduğunu, yeni Türkiye'nin yolsuzları ve bölücüleri destekleyen milliyetsiz kesimlerin Türkiye’si olduğunu herkes biliyor. Bu konuda ısrar etmenin, bunu tekrar tekrar dile getirmenin Türk milletinin direncini kıracağı düşünülüyorsa tam tersi olmaktadır çünkü hiç kimse, Türk milletinin hiçbir ferdi ve Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye'nin yolsuzlukların, soysuzlukların ve bölücülüklerin hâkim olduğu bir ülke hâline gelmesine izin vermeyecektir. O bakımdan, tavsiyemiz şudur: Lütfen kendinizi gerçek Türkiye'nin, büyük Türkiye'nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir evladı sayınız, bir parçası sayınız ve hizmet edebiliyorsanız ediniz; yoksa, size Türkiye’de böyle bir dünya bağışlanmayacak. Herkes bunu bilmeli, bu anlamda da kendi var olan itibarlarını bu yolda paspas hâline getirmemelerini tavsiye ediyorum.

Bu tespitler ve duygular içinde bütçenin her şeye rağmen milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kutluata.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Sayın konuşmacı konuşmasının son bölümünde özellikle “yolsuzların, milliyetsizlerin Türkiye’si” gibi birtakım sözler söyledi. Bu konuşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisine, halkın iradesiyle geldiğimiz bu yere yakışmadığını, kendisini kınadığımı söylemek istiyorum.

Teşekkür ederim.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Hükûmet cevap versin Hükûmet, grup değil Hükûmet cevap versin.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci söz, İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural’a aittir. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Vural, sizin de süreniz otuz dakika.

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 bütçesi üzerinde son konuşmayı yapmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, aziz milletimizi ve onun saygıdeğer vekillerini Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına saygılarımla selamlıyorum.

Evet, bugün, Davutoğlu Hükûmetinin ilk bütçesini görüşüyoruz ama bugün Sayın Davutoğlu yok burada. Bu salonlarda sadece 3 bakan, 33 vekil var AKP’nin çoğunluk iradesiyle.

Şimdi, bir başbakanın eğer kendi bütçesini parlamentoda dinleyecek, eleştiri dinleyecek cesareti yoksa, bu bütçesine sahip çıkmıyorsa, o zaman bu bütçeye neden “Hayır.” dememiz gerektiği gayet açık ve net ortaya çıkıyor. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar) Bir başbakan bütçesine sahip çıkamıyor. Bir başbakan kendisi için yapılan başbakanlık binasını bile selefine terk edip götürmesine izin vermiş bir başbakan… (MHP sıralarından alkışlar) Bakanlar Kurulunun kimin başkanlığında toplanacağını eski bir milletvekili aracılılığıyla öğrenen bir başbakanın bütçesine bu milletin aziz vekilleri nasıl “Evet.” diyebilir? Böyle bir başbakanın bütçesi millete ne hayır getirebilir? Onun için, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz böyle bir anlayışla devleti yönetenlere, halkın bütçesine sahip çıkamayan bir Başbakanın bütçesine peşinen “Hayır.” demeyi bir görev addediyoruz. Umuyor ve diliyorum ki, Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğu da kendi bütçesine sahip çıkmayan bir iradeye karşı milletin çoğunluğu olarak “Hayır.” iradesini ortaya koyar.

On üç yıldır Türkiye'yi yönetenler var, tek başına yönetiyor. Yaptıkları vardır, hizmetleri vardır, bunu değerli milletvekilleri ve bakanlar anlattı, Milliyetçi Hareket Partisi milletvekilleri olarak da eksiklikleri, yapılamayanları, daha iyi yapılacakları anlattık. Bugüne kadar milletimize kim hizmet etmişse hepsinin kadrini bildik, geçmişi inkâr etmedik, “Geçmişte bir şey yapılmamış.” demedik. Bugüne kadar hizmet eden bütün hükûmetlerin yaptıkları iyi şeylerden dolayı hepsine “Allah razı olsun.” dedik; gocunmadık, gocunmayacağız. Kimisi imkânlar dâhilinde, şartlar dâhilinde az, bazıları fazla yapmış olabilir. Kimisi az yapmıştır, çok söylemiştir; kimisi yapılanları inkâr etmiştir; kimisi çok yapmıştır, az söylemiştir ama kimisi temel atmıştır, kimisi bu temelin üzerine oturmuştur. Evet, yapılmıştır elbette bazı şeyler. Rakamlar ve bugün Türkiye’yi yöneten bir muhafazakâr demokrat olduğunu söyleyen bir iktidar. Aman Allah’ım, rakamlar içerisinde eğip büküyorlar, “Şöyle yaptık, böyle yaptık.”, kendilerini Cumhuriyet Dönemi’yle kıyaslıyorlar ama bir muhafazakâr demokrat olduğunu söyleyen bir iradenin kendisini böylesine bir maddeci felsefeye terk etmesi ama toplumun temel değerlerinin nereye gittiğinden bihaber olması, işte, Türkiye’nin yozlaşan bir siyaset anlayışının tezahürüdür. Evet, bugün sormamız gereken husus budur. Gerçekten bizi biz yapan değerler var. Biz kimiz? Evet, bir insan olarak yaratılış felsefemiz var, yaratılış gayemiz var; bir milletin var oluş sebepleri vardır, bir devletin kuruluş felsefesi vardır; ailemiz vardır, dinimiz vardır, millî değerlerimiz vardır; kimliğimiz, kültürümüz vardır. Türkiye’yi on üç yıldır yürüten, yöneten bir iktidar bugün “Bu değerler nereye gidiyor?” diye sormaz mı? Bize yön veren değerler var. Sizler tesadüfen mi buraya geldiniz? Bir millî iradeyse bugün millî iradeyi temsil edenler tarihimizin, ecdadımızın, medeniyetimizin bıraktığı bu değerleri düşünmeden Türkiye’yi yönetebilirler mi? Türkiye nereye gidiyor? Onun için, bugün belki de her şeyden önce bu değerler istikametinde Türkiye’nin nereye gideceğini bilmemiz gerekiyor. Nizamülmülk Siyasetname’sinde diyor ki: “Evet, idare kanallar, köprüler, şehirler kurar ama bundan daha önemlisi adaletle hükmeder çünkü ülke kanunla genişler ve dünya düzene girer; ülke zulümle eksilir ve dünya bozulur.” Evet, Nizamülmülk, bugün sık sık kullanılan bir deyim var, “Çalıyorlar ama çalışıyorlar.” sözlerine bin yıl öncesinden aslında ne güzel cevap veriyor değil mi? “Çalışacaksın ama çalmayacaksın.” (MHP ve CHP sıralarından alkışlar) “Çalışacaksın ama çalmayacaksın.” diyor Nizamülmülk. Evet, köprüler yapılır yıkılır, yollar yapılır yıkılır ama adalet yıkılırsa, milletin inançları, değerleri yıkılırsa yeniden yapılamaz. Millî kimliği yıkarsanız yeniden yapamazsınız, dinimizi yozlaştırırsanız yeniden kuramazsınız. İşte, bu yüzdendir ki dönemin Şam valisinin bir gayrimüslimin arsasının üzerine zorla cami yapma girişimi karşısında, Hazreti Ömer onu “Camiyi yık ama adaleti yıkma.” diyerek uyarmaktadır. Evet, yüzlerce cami yapabilirsiniz ancak milletin devletine, adaletine olan inancını yıkarsanız bir daha tamir edemezsiniz.

Evet, bugün burada Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün işaret ettiği hayati ve kadim uyarının ne anlama geldiğinden bahsedeceğim. Değerlerimiz istikâmetinde Türkiye’yi on üç yıldır yöneten bu iktidarın Türkiye’nin değerlerini nasıl yozlaştırdığından bahsedeceğim. Evet, bugün geldiğimiz bu noktada, bütün bu yapılanları dikkate aldığımızda, bizim bugün dile getirdiğimiz hususlar… Evet, Namık Kemal “Baisi şekva bize hüznü umumidir Kemal/ Kendi derdi gönlümün billah gelmez yâdına.” diyor.

Evet, şikâyetlerimiz milletin genel meseleleridir, kendi derdimiz değil, onun bunun derdi değil. Ama, biz, insanımız nereye gidiyor, ailemiz nereye gidiyor, milletimiz nereye gidiyor, devletimiz nereye gidiyor, adalet nereye gidiyor, özgürlükler nereye gidiyor diye soruyoruz. Evet, bütün bu soruları sormaya devam edeceğiz. Kendi derdimizden, bireysel sorunlarımızdan ziyade, milletimizi üzen, milleti devletinden, çocuğu aileden koparan, mütedeyyini dininden soğutan, adalete pranga vuran, vicdanlarımızı kanatan politikalara, halka reva görülen uygulamalara, hükûmet edenlerin çelişkili siyasetine işaret etmek istiyorum.

Bugün eleştireceğim konu, bütün bu sorunların temelinde, merkezde milletimizin oluşturduğu değerlerin yozlaşması vardır. Bu milleti millet yapan değerler yozlaşıyor, yok oluyor farkında mısınız acaba? Gerçekten, tarih boyunca bize yön veren değerler vardır, metinler vardır. “Millet”, “devlet”, “adalet”, “hak” ve “hukuk” gibi bizi biz yapan, bizim biz kalmamızı sağlayan kavramlar vardır.

Bugün millî iradeyi temsil edenler burada; unutmasınlar ki kendilerinin burada bir varlık sebebi vardır. Bu milletin bir varoluşu vardır, temsil ettiğiniz insanların bir onuru vardır, bir devleti kuranların felsefesi vardır; bunları görmeyerek, bunları yok ederek geleceğe istikamet veremezsiniz. Bugün, işte, geldiğimiz bu noktada, gerçekten, bu değerlere biz “bengi” diyoruz yani ölümsüzleşmiştir bu değerler. Evet, bu değerler bizim için “insan”, “millet”, “vatan”, “adalet”, “erdem”, “ahlak”, “hürriyet” gibi değerlerdir. Değerli milletvekilleri, sağlıklı toplumlar bu kavramlara verdikleri önemle eş değer olarak var oluyorlar.

Sürekli olarak söyleniyor: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Evet, Cenabıhak diyor “İnsan eşrefi mahlukattır.” Şimdi, işte, bugün geldiğimiz bu noktada devletlerin itibarı saraylarla, köşklerle değil insanına verdiği değerle ölçülür. Kur'an-ı Kerim “eşrefi mahlukat” demişse, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” demişse Şeyh Edebali, o zaman burada bizim bu konularda insanın nereye gittiğini sorgulamamız gerekiyor.

2013 yılının Kutlu Doğum Haftası’nın konusu insan onuruydu. Bir insan Allah’ın kendisine verdiği onur, izzet ve şerefle dünyaya gelir. İnsanın hürriyeti onurudur. Maalesef bugün insan hürriyetini garanti edecek bir ahlaki, siyasi ve hukuki ortam yoktur. İnsanlar izleniyor, dinleniyor, fişleniyor, kendi kimliklerine göre ayrıştırılıyor, çatıştırılıyor, düşman kılınıyor, kindar nesiller meydana getiriliyor. Ve bugün geldiğimiz bu noktada sırf “Siyaseten aykırı.” diye düşmanlar üretiliyor. Kendi yandaşları, çevresindekileri dost; kendisiyle beraber, birlikte olmayanları düşman gösteriyor. Maalesef giderek tekelleşen kamusal güç insanı bir korku tüneline sokmuştur. Yasama, yürütme, yargı, medya gibi kamu güçleri tekelleşmiş, denge ve denetimden uzak bir hâle gelmiştir. Evet, bir insanın kendisini yöneten bu kamu güçlerine sahip olanların faaliyetlerinden haberdar olma hakkı vardır ama maalesef insanların bu gelişmeler hakkında haber alma hürriyetleri bile kısıtlanmaktadır. Medya özgürlüğü dediğimiz şey, aslında insanın haber alma özgürlüğüdür ama medyaya verilen cezalar, ama ağlatılan medya patronları, “Alo Fatih”lerle, “Alo Mustafa”larla yönlendirilen ey şanlı medya, “Dükkân senin, aleyhinde yazanları at.” denilen medya, değerli medya… İşte, basına müdahaleyle, havuç, havuz ve sopa yöntemiyle baskı altına alınan medya aracılığıyla toplum köleleştiriliyor; görmeyen, duymayan, konuşmayan bir toplum oluşturulmak isteniyor. Güç sahibi eline geçirmiş gücünü, halkın haber alma hürriyetini kısıtlıyor. Böylece, gelişmelerden habersiz, insanları beyaz asa sopasıyla, medyasıyla yönlendirmek ve yönetmek istemektedirler. Evet “Bütün insanlar Allah’ın huzurunda tarağın dişleri gibi eşittir.” diyor. Evet, bizim akidemiz bu. Allah’ın verdiği değeri günlük hayatta da korumamız gerekmiyor mu? Ama gelin görün ki “Kadın ve erkeğin eşitliği, fıtratında yoktur.” diyen bir siyaset bu akidemizi dahi çarpıtmaktan çekinmemiştir.

Evet, devletlerin birincil görevi, vatandaşlarına, insan onuruna, şeref ve haysiyetine uygun standartları sunmaktır. Neresinden bakarsak bakalım, insanımızın onuru, şerefi, izzeti maalesef dumura uğramıştır. Sokakta kalmış çocuğun onuru bizim onurumuzdur. Ayazda mendil satarak geçinen kadının onuru bizimdir. Şiddete maruz kalan kadınların onuru bizim onurumuzdur. Geçinemeyen emekli, 1 milyonu aşkın taşeron işçi, evine götüreceği lokmanın sayısını sayarak alan bir asgari ücretli, milyonlar bizim onurumuzdur. Geçim kaynağı olan zeytin ağacı kesilen, kesilirken hor görülen köylü bizim onurumuzdur. Toprağını ekemeyen, ektiğini biçemeyen, biçtiğini satamayan, sattığıyla doyamayan köylü bizim onurumuzdur. Takma ayağıyla belediye otobüsünden darpla indirilen gazimizin onuru bizim onurumuzdur. Soma’da kurtarıldığı maden kazasından sonra yattığı sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkarmak isteyen işçi kardeşimizin onuru bizim onurumuzdur. Ermenek’te delik lastik ayakkabı giyen Recep amcanın onuru bizim onurumuzdur. Bayramiç’te evi yanan yaşlı çiftin, yeni ev yapılması için kendilerine gönderilen yardımların devam etmesi üzerine “Artık yeter, göndermeyin. Bu, bize yeter.” diyen Hüseyin Alacaoğlu’nun onuru bizim onurumuzdur. Parkta yaşamını sürdürmek zorunda kalan Batmanlı Gülşen ailesinin onuru bizim onurumuzdur. 600 TL’lik işitme cihazını alamayan Cengiz amcanın onuru bizim onurumuzdur. Borçlarını ödemediği için intihar eden Gaziantepli esnafların onuru, Mustafa Akkollar, Cemil Güller’in onuru bizim onurumuzdur. Çorum’da yıkık dökük bir evde kalan, ekonomik zorluklar için kanser tedavisi gören ve oğlu tarafından terk edilen teyzenin onuru bizim onurumuzdur. Aydın’da çöpten ekmek arayan teyzemizin onuru bizim onurumuzdur. Merdiven yıkayarak geçinmeye çalışan, yeni doğan bebeğine bakamayarak sokaklarda bırakmak zorunda kalan Sivaslı annenin onuru bizim onurumuzdur. İki göz odada hayat mücadelesi, çocuklarına ekmek götüremediğini söyleyen böbrek hastası Adanalı Nurullah Özen’in onuru bizim onurumuzdur. Onuru ve itibarı sarayın ihtişamında arayanların, “Saray milletindir.” diyerek milletle alay edenlerin milletin bu iç acıtan hâllerinden bihaber olmaları ne kadar ibretliktir, ne kadar ibretliktir.

Değerli milletvekilleri, işte, bu tablo karşısında, insanın geldiği bu tablo karşısında insanın hangi durumda olduğunu hepiniz idrak etmeniz gerekiyor. Uyuşturucu yaşı 10’a düşmüş, fuhuş yaşı 13’e düşmüş. En zengin yüzde 10, ülke varlıklarının yüzde 80’ine sahip. Gelir dağılımı içerisinde, 21 ülke içerisinde sondan 2’nciyiz. Barınmada 36 ülkeden 36’ncıyız. Türkiye, Yaşam Kalitesi Endeksi’nde maalesef son sıralarda. Türkiye'de insanın hayat kalitesi uluslararası rekabet endekslerine göre maalesef mümkün değil, maalesef gerilerdedir. Dünya Ekonomik Forumu’nun Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre Türkiye 134 ülke içerisinde 134’üncüdür. 2014 yılının ilk dokuz ayında 207 kadın cinayeti gerçekleşmiştir.

Şimdi, bütün bu mukayese ve bu yaşadıklarımızı dikkate aldığımızda hani “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” diyordunuz? Bu tablo karşısında bir düşünmek, insan nereye gidiyor, nasıl yalnızlaşıyor bir bakmak gerekiyor. Mesele tek başına insan mıdır? Hayır, değil, elbette değil. Aşırı bireycilik kültürünün toplumsal normlar alanına taşınmasının bütün olarak otorite unsurlarını aşındırdığını, aileleri, mahalleleri, milletleri bir arada tutan bağları zayıflattığını dikkate almamız lazım. Evet, bir insana mücerret olarak, sadece insan olarak, sadece bir birey olarak bakmamamız lazım ama insanın yaşadığı sosyal ortamı, ailesini görmek lazım. Bugün geldiğimiz bu noktada, gerçekten, sosyal sermayemizin en önemli unsurlarından biri olan ve bizim birliktelik sanatımız olan ailemizin durumu hangi ortamdadır, nasıl bir durumdur? Acaba bunu görebiliyor muyuz? Evet, aile toplumun temel taşıdır. Aile toplumun temel taşı olduğu gibi, ülkenin, geleceğin de bugünden inşasıdır.

İnsana saygı, hoşgörü, sevgi kavramları aile ocağında öğrenilir. Doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık vatan ve millet sevgisi aile ocağında öğrenilir. Hürriyet, şahsiyet, demokrasi kültürü aile ocağında öğrenilir. Aile bir tuğladır, millet de, devlet de onun üzerine inşa edilir. Tuğla ne kadar sağlamsa millet de, devlet de o kadar sağlam olur.

Anayasa’mız “Aile toplumun temelidir.” diyor. Peki, bugünkü manzara nedir? Değerli milletvekilleri, bugün aile kurumumuz büyük bir tehdit altındadır. Bugün gördüğümüz, gençlerde meydana gelen suçların ve kusurların yüzde 90,36’sının aile ve çevresinden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Huzursuz bir aile ortamında yetişen her 100 gençten 78’i, huzurlu bir ortamda yetişen her 100 çocuktan 4’ü suç işlemektedir. Boşanma sayısı son on yılda yüzde 40 artmıştır, aileler yıkılıyor. Neden yıkılıyor diye bir baktınız mı? Boşanan çift sayısının yılda 100 binleri aştığı bir ortamda toplumun temeli sayılan aileyi nasıl ayakta tutabiliriz? Bu bakımdan, bir toplumun geleceğini tahmin etmek istiyorsanız değerler açısından aile yapısına bakmalıyız.

19 milyon ailemiz var. Bu 19 milyon ailenin yüzde 78,8’i 1,9 milyar TL ve altında gelirle geçinmeye çalışıyor. Aile yapısı araştırmalarına göre, hanelerin sadece yüzde 5’i yoksulluk sınırı olarak tespit edilen 3.200 TL’nin üzerinde. Bugün geldiğimiz bu noktada hanehalkının borçluluğu yüzde 52’ye varmış. Evet, 2002 yılında yüzde 2 olan bu borçluluk bugün yüzde 52’ye ulaşmış.

Her konuşmalarında “Bugüne kadar ne yaptıysak aile için yaptık, aile saadeti, ailenin huzuru, refahı için yaptık.” diyenler, bu rakamlardan, ailenin içinde bulunduğu ortamdan haberdar mısınız? Aile değil, sivil toplum örgütlerimiz var, meslek örgütlerimiz var, vakıflarımız var -sosyal sermayede- insanlar, bu vakıflar bu toplum örgütleri içerisinde yer alarak kendilerini güvende hisseden faaliyetlerde bulunur. Ama, maalesef bugün Türkiye’de sivil toplum örgütlerine baskı var. Federasyonlara, spor federasyonlarının özerkliğine bile bir baskı var. Vakıflar, aile destekli vakıflar hâlinde devletin beytülmalinden zenginleşerek hizmet verme gayreti içerisine girmiş. Bugünlerde, maalesef, hayır kurumları, eğitim kurumları, hepsi horlanır hâle gelmiş. Çevreye sahip çıkanlar darbeci olarak nitelendirilmiş. Türkiye'nin geldiği bu noktada, maalesef, parti devleti anlayışı içerisinde bu sosyal kurumlarımız, sosyal sermayemiz, sivil toplum ve mesleki örgütler dâhil olmak üzere, eğitim kurumları, hayır kurumları, hepsi tehdit altındadır. Maalesef huzurlu bir yer bırakmıyorlar bize.

Değerli milletvekilleri, hepimizin hep beraber, birlikte… Bir insanın en önemli sosyal sermayelerinden biri millettir. Bir millet olarak bu coğrafyayı vatan yapmışız, millet olarak birbirimizi anlamışız, millî kimliğimiz oluşmuş, millî kültürümüz oluşmuş, millî tarihimiz oluşmuş. Tarih bu coğrafyayı vatan yapan Türk milletiyle müşerref olmuş. Hep beraber, birlikte millî kimliğimizi ve kültürümüzü inşa etmişiz. Cenabıhak Kur'an-ı Kerim’de “Ey insanlar, sizi birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ayırdık.” diye buyuruyor. “Milletimizi, kabilelere, 36 etnik gruba ayırıp, daraltıp daraltıp dağılmak ve dövüşmek için değil, tanışıp yardımlaşmak, güzel ahlakları tatbik ederek daha büyük, daha güzel toplumlar meydana getirmek, korunmak içindir.” diyor Yüce Allah. Ama, siz ne yapıyorsunuz? Binlerce yıldır tanışmış milletimizi, millî kimliğiyle, millî kültürüyle, itikadıyla, diniyle, millî ve manevi değerleriyle beraber, birlikte olmuş bu milletimizi etnik kimliklere ayırarak Cenabıhakk’ın “Tanışasınız diye sizi milletler hâlinde yarattık.” diyen bu akidesine aykırı bir şekilde, Peygamber Efendimiz’in nehyettiği ırkçılık eksininde topluma bakıyorlar. Millete böyle bir bakış açısının bu milleti götüreceği bir nokta yoktur.

Evet, milletler birbirini anlayan insanların bir araya geldiği, kader birliği eden topluluklardır. Maalesef bugün, Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda yer alan 16 devlete adını veren Türk milletinin adının Anayasa’dan çıkartılmasına şahitlik ediyoruz. Maalesef bugün ülkemizi yöneten zihniyet, bu coğrafyayı vatan yapan ve bu coğrafyayı vatanlaştırarak bütünleştiren, bir kader birliği yapan milletimizin adını dahi zikretmiyor. Her milletin bir adı vardır. Fransa’da yaşayana Fransalı mı diyorsunuz? Rusya’da yaşayana Rusyalı mı diyorsunuz? İngiltere’de yaşayana İngiltereli mi diyorsunuz? Mensubiyet şuuru içerisinde yer aldığımız bu milletin adı Türk milletidir, Türkiyeli değil.

Bakınız, Pakistan’ın büyük şairi var. Peygamber Efendimiz’i rüyasında görüyor. Peygamber Efendimiz soruyor, diyor ki: “Bana ne getirdin İkbal?” Soruyu tekrar ediyor “Bana ne getirdin?” diye söylüyor. Evet, Muhammed İkbal diyor ki: “İslamiyet için, devletlerin bekası için savaşırken şehit olan Türklerin kanını getirdim ya Resulullah.” Bu cevap Peygamber Efendimiz’in katında kabul görüyor ve Muhammed İkbal seviniyor. Ne yapacaksınız, Muhammed İkbal’in Peygamber Efendimiz’e söylediği, “Türklerin kanını getirdim.” dediği bu kanı da 36’ya mı böleceksiniz, ne yapacaksınız?

Evet, Muhammed İkbal’in Türk milletine duası budur:

“Allah’ım, lütfunla, kereminle bu milletin ağacı yeşildir.

Senin kereminden bu millet bugün hâlâ yaşayabilmektedir.

Allah’ım, İslam milletine kıpırdanış, silkiniş imkânı bağışla,

Hazreti Ali gönlü, Hazreti Ebubekir sadakati ve ihlası bağışla.

Bu ümmetin ciğerine Muhammed (SAV) aşkının okunu sapla.

Yeniden dünyaya hâkim olma arzusu uyandır onlarda.” diyor.

Şimdi, ne yapıyoruz? Muhammed İkbal’in övdüğü milletimizin adını silmeye çalışıyoruz, etnik kimliklere ayırmaya çalışıyoruz.

Değerli milletvekilleri, sizler birer milletvekili olarak burada yoksunuz. Sizlerin tarihe, millete karşı sorumluluğunuz vardır. Bugün, aldığınız oylarla sadece, sadece milletin iradesini temsil ediyorsunuz ama bir millî irade olmak için bu milletin adına, bu milletin değerlerine sahip çıkmanız gerekir. Muhammed İkbal, ilk Türkiye seyahatine çıktığında “Türk hava sahasına girildiğinde bana haber vermelerini söyleyin.” diyor. Haber verilmesi üzerine ayağa kalkıyor ve ayakta duruyor, diyor ki: “Bu topraklar mübarek topraklardır. Bu mukaddes mekânda yaşayan millet de öyle bir millettir ki yıllarca İslam’ın muhafızlığını yapmıştır. Eğer Türk milleti olmasaydı, İslam, Arap Yarımadası’na hapsolurdu. Bunun içindir ki gönlümde Hazreti Mevlâna'ya ve onun necip milletine karşı sonsuz bir saygım vardır. İşte bundan dolayı yani onlara hürmeten ayağa kalktım.” Ne hazindir ki bugün Türkiye’yi yöneten çoğunluk iktidarı bu milletin adından bahsetmiyor, katliamcı ilan ediyor ve maalesef, bu milleti bölmek isteyen Marksist, Leninist bölücü çetelerle bu milletin adına, bu devletin yapısına yönelik çözüm projeleri getiriyor.

Evet, bu topraklarda birbiriyle tanışmış milletimiz etnik kimliklere bölünmek isteniyorsa bu, cehalet, cahiliye döneminin zihniyetidir. Bugün geldiğimiz bu noktada milliyetçiliği ayaklar altına alanlar aslında sizi buraya getiren millî iradenin tarihini, itikadını, anlayışını, manevi değerlerini ayaklar altına alıyorlar. Ne hazindir ki bugün görüştüğümüz, bütçesini görüştüğümüz Davutoğlu bile milliyetçilikle hesaplaşmak istiyor. Nedir derdiniz bu milletle? Yedi düveli geldi, bu milletle baş edemedi ama çoğunluğun iradesini temsil eden insanlar, nedir derdiniz millî kimlikle, nedir derdiniz milliyetçilikle, nedir derdiniz Türk milletinin adıyla, nedir derdiniz? Onun için bunları sormamız gerekiyor.

Bugün geldiğimiz bu noktada gerçekten... Mehmet Akif diyor ki: “Milletler topla, tüfekle yıkılmaz; milletler ancak kendi arasındaki bağlar çözülerek yıkılır. Herkes, kendi başının derdine, kendi menfaatine düştüğü zaman yıkılır ve ‘Kürdistan’ diye ilan edilen meseleler aslında düşmanın meselesidir.” Ne oldu ki bugün Türkiye’de, Türkiye’yi yönetenler “Türkiye'nin bir Kürt meselesi, bir Kürdistan meselesi” diyor, Diyarbakır’da “Kürdistan’a selam.” diyorlar? Evet, nerelere geldik değerli milletvekilleri? Bugün geldiğimiz bu noktada “Milletim nevi beşer, vatanım ruyi zemin.” diyenler, nifak tohumu ekenler, 36 etnik gruptan bahsedenler, adından rahatsız olanlar, dilinden rahatsız olanlar var. Rahatsız olmaya devam edecekler, biz de onları rahatsız etmeye devam edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, sahip olduğumuz en önemli değerlerden biri dinimizdir. Maalesef, bugün geldiğimiz bu noktada bu değerlerimiz siyaset ve ticaret aracı olarak kullanılmaktadır. Dinî değerlerimiz yozlaştırılıyor, içi boş hâle getiriliyor. İnsanların Allah rızası için verdiği sadakalar, fitreler, zekâtlar birileri tarafından siyaset ve ticaret aracı olarak kullanılıyor. “Evet, çalıyor ama çalışıyor.” diyerek dinimizin nehyettiği şeyler meşrulaştırılıyor. “Yolsuzluk hırsızlık değildir.” diye fetvalar veriliyor. Liderlerini başkan yapanlar oldu, padişah yapanlar oldu, sultan yapanlar oldu, halife yapanlar oldu, Orta Doğu’nun lideri yapanlar oldu, İslam dünyasının imamı yapanlar oldu, dünya lideri yapanlar oldu, haşa, ikinci peygamber olarak ilan edenler oldu. Hızını alamayan bir diğer gafil “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde taşıyor.” diyebildi. Bir diğer gafil “Allah şirk, devlet şerik kabul etmez.” dedi. Başka bir zavallı “Biz varsak varsınız, yoksak yoksunuz.” diyerek bütün varlık, varidadı ona bağladı. Bir diğeri “Erdoğan Türkiye'nin ezelî ve ebedî başkanıdır.” dedi. Doğduğu şehri mübarek ilan ettiler. “Çıktığı televizyon yere konulmaz.” dediler. Peygamber Efendimiz’in sünnetine paralel onun sünnetine uymayı tembihlediler. “Ona dokunmak ibadettir, üslubu bize Allah’ın bir lütfudur, Allah’ın gönderdiği bir lütuftur.” dediler. Haşa, “Kibir de, gurur da sadece Allah’a aittir.” diyecek kadar şuur kaybına uğradılar. Tarihin ve coğrafyanın kendisi için kıyama kalktığını söyleyenler oldu. Hazreti İbrahim’e uzanan davanın son neferi ilan ettiler. Bütün bu sapıklıklar ve dalaletlerle… “Biz zahmet için geldik, gazap için değil. Rahmetimiz gazabımızı aşacak.” diyecek kadar şirazeden çıktılar. Bir diğeri Peygamber Efendimiz’e gurur isnat etti.

Arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bu atıflarla nasıl bir yozlaşmayla karşı karşıya olduğumuzu idrak edebiliyor musunuz? Gözler ve kulaklar şehadet etsin diye söylüyorum: Andolsun, eğer bunlara karşı sesimizi yükseltemiyorsak, kirâmen kâtibîn meleklerinin yazdıklarını ne “montaj” ne de “dublaj” olarak inkâr etme imkânınız olmayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar) Evet, bu ifadeler, muhafazakâr, millî ve manevi değerler eksenindeki milletimize bir hakarettir. Bugün geldiğimiz bu noktada gerçekten, bir Türkiye düşünün; bir Türkiye düşünün; çoğunluk iradesi İmralı canisiyle Türkiye’ye yol gösteriyor, demokrasinin bütün sorunlarını çözeceklermiş. Hani Menderes nerede, darbelere karşı çıkanlar nerede? 40 bin kişinin katili olanlar Türkiye’de demokrasiyi getireceklermiş, herkesin sorunlarını çözeceklermiş. Menderes demokrasi şehidiydi, nerede? Bütün bunları gördüğümüzde gerçekten, dün, haşa, kendini Allah, peygamber olarak gösterenin bugün bir muhafazakâr, demokrat siyasetin çözüm ortağı olması; dün “Doğu Roma İmparatorluğu’nu yıkan Türk barbarıdır.” diye Papa’ya mektup yazanların bugün çözüm sürecinin sahibi olması gerçekten acınılacak bir noktadır. Evet, çözüm dediğiniz nedir biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz. Nereye götürdüğünüzü bilmiyorsunuz.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Biliyoruz, biliyoruz.

OKTAY VURAL (Devamla) – Eğer biliyorsan çık, anlat, buraya. Eğer biliyorsan çık anlat. Müzakere, çözüm taslağını çık anlat, anlat! Niye milletten saklıyorsunuz?

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Zamanı gelince, zamanı gelince.

OKTAY VURAL (Devamla) – Kandil’in bildiğini, İmralı’nın bildiğini, Hatip Dicle’nin bildiğini bu milletin asil vekillerinden niye saklıyorsunuz?

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Hiçbir şey saklamıyoruz.

OKTAY VURAL (Devamla) – Çıkın açıklayın. Milletten korkuyor musunuz? Korkuyorsunuz.

Evet, değerli milletvekilleri, aslında çok önemli sorunlar var. Rüşvet ve yolsuzluk bir ur gibi, devleti felç eder, adaleti felç eder. Ama, 17-25 Aralık sürecinde rüşvet ve yolsuzluktan hesap vermek isteyenler savcılara, adli kolluğa, hâkimlere, adalet yapımıza darbe vurdu, hürriyetlerimizi kısıtladılar. Twitter’ı, Facebook’u yasakladılar, hepimizi makul şüpheli hâline dönüştürdüler, hepimizin mal varlığına el koyma hakkı getirdiler. Nedir? Erdoğan Bayraktar diyor ki: “Ben istifa ediyorum ama Sayın Başbakan, milleti ve devleti rahatlatmak için siz de istifa edin.” dedi, canlı yayında söyledi. Ama nerede? Millete rahat yok, devlete rahat yok. Rüşvet ve yolsuzluk paralel çetesi hukukumuza, özgürlüklerimize, adaletimize, medyamıza, her alanımıza nüfuz ederek hepimizi nefes almaz duruma getirdi.

Evet, değerli milletvekilleri, söyleyecek çok şey var ama burada bütün bunları dikkate aldığımızda, ben özellikle bu tabloya destek olanlara... Ey değerli vatandaşlarım, değerli milletvekillerim, gerçekten...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Vural, süreniz bitti, ek sürenizi veriyorum.

Buyurun efendim.

OKTAY VURAL (Devamla) – ...bugünkü Hükûmet doğruluktan ve güvenlikten sapmıştır. Gerçekten ne güzel demiş: “Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten,/Çekilmelisiniz izzet ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten.” Evet, “Hayır.” diyeceğimiz bu bütçe inşallah Davutoğlu’nun ilk ve son bütçesi olacaktır.

MUSA ÇAM (İzmir) – İnşallah.

OKTAY VURAL (Devamla) – Ve sözlerimi de Tevfik Fikret’in bir şiiriyle bitirmek istiyorum:

“Bu sofracık efendiler ki iltikama muntazır,

Huzurunuzda titriyor bu milletin hayatıdır;

Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır,

Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır.

 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.

 

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir,

Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?

Bu nadi niam bakın kudumunuzla müftehir,

Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak elde bir.

 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.

 

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say,

Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray.

Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;

Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay.

 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.”

 

Hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Vural.

Sayın milletvekilleri, şimdi söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi’ye aittir.

Sayın Hamzaçebi, bizdeki bilgiye göre süreniz otuz beş dakika.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına sizi ve bütçe görüşmelerini televizyonlardan izleyen vatandaşlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, uzun yıllar Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili olarak beraber çalıştığımız, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin bütçe görüşmelerinde aralıksız bir şekilde birlikte olduğumuz ancak bugün aramızda olmayan, rahmete intikal etmiş olan, Malatya ve sonra da İstanbul Milletvekili olan Değerli Arkadaşımız Mevlüt Aslanoğlu’nu sevgi ve saygıyla anıyorum ve kendisine bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Bütçenin ilk tur görüşmelerini 10 Aralık tarihinde gerçekleştirdik. Şimdi son tur görüşmelerini gerçekleştiriyoruz. İlk turdaki görüşmelerde Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, 2015 yılı bütçesine yönelik olarak “Bu bütçenin stratejisi yok, ufku yok, vizyonu yok.” değerlendirmesinde bulundu. Sayın Başbakan, Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu eleştirisine karşılık strateji, vizyon, ufuk kaygısıyla bir konuşma yapmaya çalıştıysa da bir saatlik konuşma süresi içerisinde biz doğrusu bu kavramlara ilişkin herhangi bir ipucunu Sayın Başbakanın konuşmasından alamadık. Sayın Başbakanın o günkü konuşmasında söylediği en önemli cümle şuydu: “Türkiye'nin yükseliş programını yapacağız.” Bu cümleyle birlikte birkaç kavramı daha kullandı “güçlü ekonomi, yaşanabilir çevre, ileri demokrasi, yaşanabilir mekânlar” gibi.

Değerli milletvekilleri, bu kavramların hepsi kulağa hoş geliyor ancak on iki yıllık sürede yapılanlara baktığımızda, on iki yıl önce söz verilenlere kıyasla bugün yapılanlara baktığımızda, Sayın Başbakanın bu sözlerine inanmak mümkün gözükmüyor. On iki yıl önce söz verilenler ile bugün yapılanlar on iki yıllık bir değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. O nedenle, biz, Sayın Başbakanın bu cümlesini doğrusu ihtiyatla karşılıyoruz, güven verici bulmuyoruz.

Sayın Başbakan bütçe konuşmasında öğrencilik yıllarına gitti, İstanbul Lisesinde okuduğu yıllara gitti, İstanbul Lisesinin eski Düyun-ı Umumiye İdaresi binası olduğunu hatırlatarak öğrencilik yıllarında o binada Düyun-ı Umumiye döneminden kalma kasaları gördükçe Allah’a dua ettiğini söyledi, “Allah’ım, bir daha bu millete Düyun-ı Umumiye günlerini gösterme.” dedi. Sonra 2002’ye geldi, 2002 ile Düyun-ı Umumiye dönemi arasında bir paralellik kurdu, “Düyun-ı Umumiye yerine Türkiye’de IMF vardı.” dedi ve “İthal bakan vardı.” dedi.

Sayın Başbakanın “İthal bakan vardı.” dediği, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nı düzenleyen, uygulamaya koyan Sayın Kemal Derviş’ti. Doğrusu, Adalet ve Kalkınma Partisinin 2002 seçimlerine girerken millete verdiği sözü gayet iyi hatırlıyorum “Türkiye’den IMF’yi kovacağız.” ve iktidar olduktan sonra da bu yönde gerçekten çaba sarf etmeye başladı, ta ki 1 Mart 2003 tarihli tezkereye kadar. Amerika’yla Mehmetçik’in kanı üzerinden, Irak’a girmek üzerinden bir para pazarlığı yapıldı. Para alınsaydı IMF gönderilecekti. 1 Mart tezkeresi burada reddedildi ve Hükûmet IMF’nin ipine sarıldı. Sayın Davutoğlu, Sayın Başbakan, “İthal bakan” dediğiniz Kemal Derviş’in Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’yla on iki yıllık hayatınızı sürdürdünüz.

On iki yıl önce ile bugünü kıyaslıyor Sayın Başbakan. Evet, kıyaslayalım, on iki yıl önceye kıyasla Türkiye bugün nerededir? İnsan hakları, özgürlükler, barış, huzur gibi toplumsal hayatımızı ilgilendiren konularda insanımızın on iki yıl öncesine göre daha mutlu, daha huzurlu olduğunu, geleceğe daha umutla baktığını söylemek mümkün değildir. Başbakanlıktaki isim değişikliği bizim, geleceğe, vatandaşımızın geleceğe umutla bakmasını sağlamak için yeterli değil, yetmiyor. 1990’ların mazlumu, ezileni rolüyle yola çıkıp “Adalet devleti kuracağız.” diye iktidar olanlar on iki yıllık iktidarlarının sonunda adaletin değil zulmün, baskının, otoriter anlayışın, tek adamın yönetimini kurdular. Size nasıl inanacağız?

Başbakanlıktaki isim değişikliği yönetimin şekli açısından hiçbir şey ifade etmiyor. Baskı, otoriter tek adam yönetimi aynen devam etmektedir. 2002’de iktidar olduklarında bir başka ülkenin değil Türkiye Cumhuriyeti’nin Genelkurmay Başkanıyla görüşebilmek için Amerikalı dostlarından yardım isteyenler, iktidarlarının onuncu yılında yıllarca beraber çalıştıkları Genelkurmay Başkanını terör örgütü üyesi sıfatıyla cezaevine göndermekten çekinmediler. “Darbelere karşıyız.” deyip 27 Nisanı, 28 Şubatı bütün bunları eleştirirken, kamuoyu önünde eleştirirken, 27 Nisan e-muhtırasını veren komutanı, Genelkurmay Başkanını üstün hizmet madalyasıyla ödüllendirdiniz. Sizin söylemlerinize nasıl inanacağız?

Mazlum olunan 1990’lı yıllarda “AB bir Hristiyan kulübüdür.” diyordunuz. 2002’de iktidar olduğunuzda AB projesine sarıldınız. 17 Aralık 2004 tarihinde Avrupa Birliğinden bir müzakere takvimi aldınız. Ertesi günkü gazetelerin “On yıl sonra AB’ye tam üyeyiz, merhaba Avrupa.” manşetlerini, zamanın Başbakanı Sayın Erdoğan’ın “Avrupalılar, bize sessiz devrim yaptınız.” cümlesini ve Kızılay’da güpegündüz yapılan havai fişek gösterilerini unutmadık. 17 Aralık 2004’ün üzerinden tam dokuz yıl geçip onuncu yıla girdiğimizde, bir başka 17 Aralık tarihinde, 17 Aralık 2013 tarihinde AB yolunda değil ama yolsuzluk konusunda Türkiye büyük bir mesafe aldığını bütün dünyaya gösterdi. (CHP sıralarından alkışlar) Ve iki hafta önce, “Bizim AB’ye ihtiyacımız yok, bizim AB gibi bir derdimiz yok.” dediniz. Size nasıl inanacağız?

Değerli milletvekilleri, 2007 seçimlerine “Müslüman Cumhurbaşkanı seçeceğiz.” diye girdiniz sanki önceki cumhurbaşkanları Müslüman değil, inançsız kişilermiş gibi, onlara büyük bir saygısızlık yaparak. 2007 seçimleri yapıldı, seçimlerden sonra Avrupa Birliği Projesi ikinci plana atıldı. Bugünkü tablo aslında 2007’den başlamıştır, AB’yle ilişkilerin temeli ta o zaman atılmıştır, bu kötü tablonun temeli o zaman atıldı. AB derdiniz, Hükûmetin AB derdi hiçbir zaman olmadı esasen. Avrupa Birliğini, iç politikada manevra alanınızı genişletmek, Hükûmetinize muhalif gördüğünüz kesimleri susturmak, Türk Silahlı Kuvvetlerini, yargıyı, üniversiteleri, sivil toplumu, aydınları, gazetecileri, bilim adamlarını, kısaca bu iktidar karşısında görüş ifade edebilecek kim var ise hepsini potansiyel tehlike görüp Avrupa Birliğine yaslanarak onları susturmak için kullandınız AB’yi.

Hukuksuz Ergenekon, balyoz, askerî casusluk, Oda TV ve daha bir sürü davayı yarattınız. 17 Aralık 2013 tarihinden sonra masumiyet karinesini hatırladınız, adil yargılanma ilkesini hatırladınız, “İçeride çok sayıda günahsız adam var.” dediniz. Sonra, ne zamanki 17 Aralığı kontrol altına almaya başladığınızı düşündünüz, tekrar döndünüz, “Ergenekon ve Balyoz bir darbe teşebbüsüdür.” demeye başladınız. Size kim inanır?

14 Eylül 2011 tarihinde Mısır’a gittiniz, Sayın Erdoğan Mısır’a gitti. “Ben Mısır’ın da laik bir anayasaya sahip olmasını istiyorum. Çünkü laiklik ateizm değildir, laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın.” dedi. Şapka çıkarılacak bir cümle; tarih 14 Eylül 2011. Aynı Erdoğan, Sayın Erdoğan, Sayın Cumhurbaşkanı 8 Aralık 2014 tarihinde laikliği şöyle tanımladı: “Kilise ile devlet ilişkilerini taklit eden, dini devlete düşman gören bir anlayış.” Size kim inanır?

Mısır’daki laiklik sözünden iki yıl sonra, Kasım 2013 tarihinde bir grup toplantısında şöyle konuştunuz: “İnsanımıza iki yüz yıldır bir istikamet dayatılıyor.” İki hafta önceki eğitim ve din şûralarında bu cümleleri biraz daha açtınız. “Eğitim iki yüz yıldır insanımızı formatlama aracına dönüşmüştür. İki yüz yıldır insanımıza bir hayat tarzı dayatılıyor. Biz şimdi anaokulundan başlayarak çocuklarımıza yeni bir hayat tarzı sunacağız.” Evet, “İki yüz yıl” ifadesi burada anahtar cümle. Yani Osmanlının modernleşmesine, Osmanlıdaki dönüşüme de karşı çıkan, cumhuriyet, laiklik, bütün bu modern değerlerin hepsine karşı çıkan, hepsini taa kökenine gitmek suretiyle Osmanlıdan başlayarak reddeden bir anlayış. Size nasıl inanacağız?

Parti kongrelerinizde büyük şair Sezai Karakoç’un muhteşem şiirlerinden okudunuz. Keşke onun “Mona Roza”sını da aynı içtenlikle okuyabilseydiniz, keşke Cemal Süreyya’nın da bir şiirini, örneğin “Göçebe”sini aynı içtenlikle okuyabilseydiniz.

Seçimlerden, referandumlardan sonra balkonlara çıktınız; keşke o balkonlarda zafer kazanmış mağrur bir komutan edası içinde ya da rakiplerini geçmiş olmanın verdiği ürkütücü keyif ifadesiyle konuşmasaydınız. Keşke o balkonlardan tevazuyu hissettirebilseydiniz, barışı, kardeşliği, kucaklaşmayı hissettirebilseydiniz. O balkonlarda verdiğiniz barış, kardeşlik gibi sözlerin içtenliğine milleti inandırabilseydiniz. Keşke o balkonlardan indikten sonra o verdiğiniz sözleri unutmasaydınız. Maalesef, sizin konuştuğunuz o balkonlar artık, barışın, kardeşliğin, özgürlüğün değil ölümün körfezleri oldu. Başbakanlıktaki isim değişikliği balkon konuşmalarının içeriğini değiştirmiyor. Aynı balkon konuşmaları bugün de devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, sonra, Ege’de, Ege’nin bir kasabasında bir balkonda ayakkabı kutusunu gösteren bir kadından ürktünüz, onu karakola götürdünüz. Şimdi, takılmış bir plak gibi “ileri demokrasi” diyorsunuz, Sayın Başbakan “ileri demokrasi” diyor. Sizin ileri demokrasi sözünüze kim inanır?

6 kişinin hayatını kaybettiği, 11 vatandaşımızın gözünü kaybettiği, binlerce vatandaşımızın yaralandığı Gezi olaylarında talimatınızla hareket eden polisleri “Destan yazdılar.” diye övdünüz, daha sonra bu polisleri “Savcının talimatıyla görev yaptılar.” diye kış kıyamette sürgün ettiniz. Size kim inanır?

Gezi olaylarında otelinin kapılarını biber gazından kaçanlara açtığı için bir otelin sahibi olan holdingi vergi denetimine aldınız, ceza üstüne ceza yağdırdınız. Öte taraftan, İranlı bazı kişilerle olan yasa dışı ilişkilerden doğan kazançların meşrulaştırılması için Varlık Barışı Kanunu’nu çıkardınız. Size kim inanır?

SONER AKSOY (Kütahya) – Türkiye, Türkiye.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Dün dindarlıklarından şüphe etmediğiniz, “muhterem” sıfatıyla andığınız, beraber namaza durduğunuz, Amerika’ya bakanlarınızı gönderip “Bir emri var mı?” diye sorduğunuz insanları bugün sahte peygamberlikle suçluyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Size kim inanır?

Cumhuriyetin kurucu önderlerini ayyaşlıkla suçladınız. Hukuksuz Ergenekon, Balyoz ve diğer davaların hukuksuzluğuna işaret etmek için “Biz bu davaların avukatıyız.” diyen Cumhuriyet Halk Partisini, Sayın Kılıçdaroğlu’nu darbecilikle suçladınız ve 17 Aralık 2013’ten sonra döndünüz hukuka sarıldınız. Ne zamanki bunları kontrol altına almaya başladığınızı hissettiniz, farklı şeyler yapmaya başladınız. O zaman “makul şüphe” kavramını “kuvvetli şüphe”yle değiştirdiniz. 17 Aralıktan hemen sonra “Makul şüphe, yargının eline olağanüstü bir güç vermektedir, bütün vatandaşların özel hayatı tehlike altındadır.” dediniz; kuvvetli şüpheyle değiştirdiniz. Şimdi, işleri kontrol altına aldığınızı düşünüyorsunuz, kuvvetli şüpheyi tekrar makul şüpheye dönüştürdünüz. Ne için? Sizin karşınızda olanları tutuklamak, gözaltına almak için. Sizin ileri demokrasi anlayışınıza kim inanır?

Dün “Bu Hükûmet sayesinde ekonomide işler iyi gidiyor.” diyen zamanın TÜSİAD Başkanını, dolar 2,4 liraya doğru o zaman giderken dikkatli bir dille Hükûmeti uyardığı, Hükûmete tavsiyelerde bulunduğu için, vatan hainliğiyle suçladınız. Sizi överken iyi; sizi eleştirirken, dikkatli bir dille yol gösterirken vatan haini; size kim inanır?

Bugünkü TÜSİAD Başkanı da vatan hainliğiyle eleştirilme korkusu nedeniyle, dolar 2,4 liraya doğru seyrederken, sesini çıkarmıyor, çıkaramıyor. Bu mu Sayın Davutoğlu, Sayın Başbakan sizin ileri demokrasi anlayışınız? Siz, şimdi, iş adamlarına diyorsunuz ki: “Bizi eleştirin.” Sayın Davutoğlu, iş adamlarının sizi eleştirecek gücü yok, onlara bu alanı yasakladınız, memlekette demokrasi yok.

12 Eylül 2010 referandumuyla yargıya yeni bir sistem getirdiniz, yeni bir düzen kurdunuz; “Artık üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü.” dediniz. HSYK yeniden yapılandırıldı. Şimdi, diyorsunuz ki: “Biz, o Anayasa değişikliğinde yanlış yapmışız, HSYK’yı yanlış yapılandırmışız. Gelin, bu yaptığımız değişikliği bir daha değiştirelim.” Size kim inanır?

“Bir şiir okuduğum için beni hapse attılar.” diyerek 1990’lı yılları acımasızca eleştirirken, bugün, kırmızı bülten çıkardıklarınızla beraber olduğunuz yıllarda, daha yayınlanmamış bir kitap için “Bir kitap bombadan daha tehlikelidir.” dediniz. Size kim inanır?

Şimdi, herhâlde aynı şeyi diziler için söyleyeceksiniz. “Bir dizi bombadan daha tehlikelidir.” İleri demokrasi anlayışı.

Bir otel salonunda İsrail Cumhurbaşkanına “…”(x) diyerek kahramanlığa oynadınız, sonra tutup bu olay nedeniyle bozulan İsrail ilişkileri ve Amerika Birleşik Devletleri kamuoyundaki olumsuz algıyı düzeltmek için lobi şirketlerine milyon dolarlar ödediniz. Mavi Marmara’dan sonra mangalda kül bırakmadınız. Bütün dünyaya meydan okuyor gözüktünüz. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinde, aralarında İsrail Genelkurmay Başkanının da olduğu 4 kişi hakkında dava açıldı. Mahkeme, 4 kişiyle ilgili olarak tutuklanmalarına ve haklarında kırmızı bülten çıkarılmasına karar verdi. Kırmızı bülten mahkemeden Adalet Bakanlığına, oradan Dışişleri Bakanlığına gitti. 6 Haziran 2014 tarihinden bu yana da kırmızı bülten Dışişleri Bakanlığında bekliyor. Öyle anlıyorum ki bu kırmızı bülten, Dışişleri Bakanlığının stratejik derinliklerinde kaybolacak. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Davutoğlu Dışişleri Bakanı olarak arşivlerde beklettiği bu bülteni, herhâlde şimdi Başbakan olarak bekletiyor.

Öte yandan, bir başka kişiyle ilgili bir kırmızı bülten daha çıkarıyorsunuz şimdi. İstediğiniz kırmızı bülten Amerika’ya gidecek, istediğiniz kırmızı bülten istediğiniz ülkeye gidecek, istemediğiniz bülten gitmeyecek; bu mu sizin ileri demokrasi anlayışınız?

Sayın Kılıçdaroğlu bütçe konuşmasında bir şey söyledi: “Orta Doğu’daki ülkelerle, Mısır’la ve diğer ülkelerle ilişkilerimiz bozuldu.” Sayın Davutoğlu da çıktı dedi ki: “Sayın Kılıçdaroğlu, siz Kahire’ye gidin, bir taksiye binin, Türk olduğunuzu anlarlarsa sizden para almazlar.”

Ben şimdi Sayın Davutoğlu’na, Sayın Başbakana bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Sayın Recep Tayyip Erdoğan, zamanın Başbakanı, 8 Eylül 2011 tarihinde “Gazze’ye gidecek yardım gemisine Türk donanması eşlik edecek.” dedi. 12 Eylül 2011 tarihinde “Er veya geç Gazze’ye gideceğim.” dedi. 23 Mart 2013 tarihinde “Nisanda Gazze’ye gideceğim.” dedi. 15 Nisan 2013 tarihinde “İnşallah, mayıs sonu Gazze’de olacağız.” dedi. Sonra 21 Nisan 2013’te, John Kerry: “Erdoğan’ın böyle konuşması şık olmadı, hiç doğru olmadı, ertelemesi iyi olur.” dedi. 18 Mayıs 2013’te de Sayın Erdoğan “Gazze’ye haziran ayında gideceğim.” dedi. O tarihten bu yana Sayın Erdoğan’ın sözü havada kaldı.

Sayın Başbakan, biz bütün ülkelere gideriz. Mısır’a gittik, Mısır’da Müslüman Kardeşlerle de görüştük. Bakın, şimdi sizin Başbakan Yardımcınız açıklama yapıyor “Mısırla ilişkilerimizi düzeltmeliyiz.” diyor. Doğru bir şey söylüyor, çok doğru bir şey söylüyor. Bizim giden heyetimiz, Mısır’la ilgili raporunu Dışişleri Bakanlığına, Sayın Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu dönemde de verdi.

Ben, şimdi Sayın Davutoğlu’na, Sayın Başbakana bir şey sormak istiyorum: Sayın Erdoğan’ın 4 kez gideceğim dediği hâlde gidemediği Gazze’ye Sayın Başbakan siz gidebilecek misiniz?

Sayın Başbakan, Sayın Kılıçdaroğlu’nun sorduğu sorulara ya cevap vermedi ya eksik cevap verdi ya da yanlış cevap verdi. Darbelerle ilgili bir şeyler söylemeye çalıştı, bir anda Adıyaman’daki bir meydandan konuştuğunu duydum: “Biz; 27 Mayısı, 12 Martı, 28 Şubatı, 27 Nisanı darbe olarak tanımladık ama Cumhuriyet Halk Partisi tanımlamıyor.” dedi. Sayın Başbakan, sizin hobi olarak o yaptığınız Dışişleri Bakanlığı döneminde herhâlde Cumhuriyet Halk Partisini iyi takip etmemişsiniz, zamanınız buna yetmemiş, öyle anlıyorum. Biz, bütün darbeleri kınıyoruz, darbenin iyisi kötüsü yoktur. (CHP sıralarından alkışlar) Ama bir şey dikkatimi çekti. Sayın Davutoğlu “27 Mayıs, 12 Mart, 28 Şubat, 27 Nisan.” derken 12 Eylülü atlıyor. Acaba gazetelerde mi yanlışlık var dedim, Anadolu Ajansı’nın metnini aldım, 12 Eylülü saymamış. Yani, bu bir dil sürçmesi midir, yoksa bilinçaltında 12 Eylülün darbe anlayışını da kendisi barındırdığı için mi? (CHP sıralarından alkışlar) Bakın, burada darbe mağdurlarının haklarının iadesi hakkında bir kanun çıkardınız. “Darbe” deyince siz sadece 28 Şubatı anlıyorsunuz kendi anlayışınıza göre. Biz de 28 Şubatı siyasete müdahale olarak görürüz ama “darbe mağdurlarının haklarının iadesi” deyince 28 Şubat mağdurlarının haklarını iade ettiniz; 12 Eylül, 12 Mart ve hatta 27 Mayısın haklarını, bunların mağdurlarının haklarının iadesi hakkında önergelerimize rağmen, kanun teklifimize rağmen hiçbir şey yapmadınız. Hadi, gelin, bizim kanun teklifimiz bekliyor; ocak ayının ilk haftasında onu yasalaştıralım, onların haklarını da verelim.

Sayın Başbakan ekonomiyle ilgili sabun köpüğü gibi programlar açıklıyor, sabun köpüğü gibi. “Tasarrufları artıracağız, tasarruflar yetersiz.” diyor. Çok doğru bir yerden başlıyor. Türk ekonomisi tasarruf etmediği sürece sürdürülebilir yüksek büyümeyi yakalayamaz; bu, bir gerçektir. Tasarruf oranları Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde en düşük seviyesine inmiştir. 2013 yılı seviyesi millî gelire oran olarak 13,4’tür. Ne diyor Sayın Başbakan? “Tasarrufları artıracağız, plaket verilmeyecek.” Sayın Başbakan, bu bir kara mizah örneği, yapmayın. Yani, plaket tasarrufuyla siz ancak kaçak sarayın bir günlük masrafını belki karşılarsınız. (CHP sıralarından alkışlar) Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar olduğunda kamuda 86 bin araç vardı. 86 bin araç. On iki yılda ne oldu arkadaşlar, biliyor musunuz? 96 bin oldu, 10 bin artırdınız. 2015 yılı bütçesinde 8.400 araç var. Hadi, bunun bir kısmı hibe, bir kısmı savunma, bir kısmı güvenlik ihtiyacı, bunun dışında kamuya yine binlerce araç alıyorsunuz. Sayın Başbakan, hadi, gelin, otomobilden, araçtan tasarruf edin, plaketle niye uğraşıyorsunuz? “Efendim, bu bir semboldür.” demeyin, sembol arabadır, araba da bir semboldür. Araba da nihayet milyarlarca lira tasarruf edilecek bir kalem değildir ama yüzlerce milyon lira tasarruf edilecek bir kalemdir.

Şimdi, Sayın Başbakan, tabii, rakamları kendi istediği gibi veriyor. Sayın Ahmet Aydın burada diyor ki: “Cumhuriyet Halk Partisi mutlak rakamları veriyor oysa nispi, oransal vermesi lazım.” Çok doğru, Sayın Aydın’a katılıyorum. Ona bir örnek vereceğim ben şimdi.

Sayın Başbakan diyor ki: “Türkiye 2009-2013 döneminde 100 olan büyümesini 120’ye çıkardı.” Doğru, doğru bir rakam. Sayın Başbakan bunu Avrupa’yla kıyaslıyor; hayır, Türkiye'yi Türkiye'nin yarışmakta olduğu gelişmekte olan ülkelerle kıyaslayacaksınız.

Bakın, aynı dönemde Türkiye'nin de içinde olduğu yükselen piyasalar ve gelişen ekonomiler büyümesini 103’ten 129’a çıkardı; Sahra Altı Afrika 104’ten 128’e çıkardı; yükselen ve gelişen Asya 107’den 144’e çıkardı. Sayın Başbakan, siz şimdi eksik bilgi verirseniz biz sizin bilgilerinize nasıl inanabiliriz?

Şimdi, Sayın Aydın’ın o örneği doğru, nispi rakamlar kullanmak lazım. Sayın Başbakan diyor ki: “2002 yılında 28 milyar döviz rezervimiz vardı, 133 milyar dolara çıktı.” Bu kadar, bir oran falan vermiyor. Oysa, Merkez Bankasının sayfasında bu rakamlar kısa vadeli borçlara oran olarak da veriliyor. Tablo burada; bir sütunda döviz rezervi, bir sütunda kısa vadeli borçlar, üçüncü sütunda da rezervin kısa vadeli borçları karşılama oranı. Aynı dönemde kısa vadeli borçlarımız da 16 milyar dolardan 130 milyar dolara çıkmış. Şöyle örnekleyelim: 2002’de her 100 dolar kısa vadeli borcumuza karşılık cebimizde 170 dolar vardı, 2014’te, üçüncü çeyrek sonu itibarıyla, her 100 liralık borcumuza karşılık 101 liramız varmış. Evet, tekrar ediyorum, 2002’de her 100 liralık borca karşılık 172 dolarımız varmış, 2014’te her 100 dolarlık borcumuza karşılık cebimizde 101 dolar var. Şimdi, Sayın Davutoğlu diyor ki: “Cumhuriyet Halk Partisi gelecek, paraları harcayacak.” Para kalmamış ki Sayın Başbakan.

Değerli milletvekilleri, zamanım azalıyor, bazı şeyleri çok kısaca geçmek istiyorum.

Tarım sektörü. Sayın Kılıçdaroğlu “Çok pahalı mazot kullanıyor çiftçi." dedi. Evet, ekonominin bir gerçeği. Gelin, çiftçiye ÖTV’siz mazot verilmesi hakkında kanun teklifimiz Mecliste bekliyor, bunu yasalaştıralım Sayın Başbakan. Bütün Avrupa Birliği ülkelerinde bu uygulama var. “Siz bir kanun çıkardınız, millî gelirin yüzde 1’i oranında bütçeden destek verme sözü verdiniz.” dedi Sayın Kılıçdaroğlu. Sayın Başbakan da “O hesap öyle yapılmaz." dedi. Yani olur mu? Şimdi, yüzde yarım, tamam, bütçeden verdiğimiz destek millî gelirin yüzde yarımı düzeylerinde ama faiz sübvansiyonu var, hibe var, vesaire var, kredi destekleri var. Bütün bunları topladığınızda yüzde 1,12 ediyor. Sayın Başbakan, o kanunu çıkardığınız zaman da bu destekler vardı. Sonra, OECD’den bir ölçü veriyor. Bizim bütün desteklerimizin toplamı OECD rakamlarına göre millî gelirin yüzde 2’si. Sayın Başbakan, bu rakam da 2002 yılında millî gelirin yüzde 3,6’sı. Benim size tavsiyem: Döneminizi anlatırken 2002’yi de alın da bir kıyaslayın, hakikaten bir başarı varsa elbette övünmek hakkınız ama yoksa böyle eksik bilgiler vermeyin Meclise.

Sayın Başbakan Konya Milletvekili, Konya’dan seçilmiş. Buğday örneğini vereceğim, buğdayda durum nedir diye, onun için aklıma Konya geliyor. Konya, medeniyetimizin kadim şehirlerinden. Sezai Karakoç’un “Gördüm Diyarbekir’i, Konya’yı, Bursa’yı, İstanbul’u, görmediğim şehirlere karşılık." diye yücelttiği; Cemal Süreya’nın “Bir başak ufak ufak bildirir Konya’yı/ O başakta o Konya’da seni ararım.” diyerek duygularını ifade ederken Konya’nın bir buğday memleketi olduğu gerçeğini de gözümüzün önüne serdiği şehir, Konya. Sayın Başbakan Konya’ya elbette gidiyor, seçim bölgesidir ama sanıyorum yoğunluktan dolayı buğday üreticilerine uğrayıp onların durumunu sorma imkânı bulamıyor. Ben onun yerine, Sayın Başbakana buğday üreticisinin durumunu anlatayım. En iyi nasıl anlatılır? Kaç kilo buğdayla ne kadar mazot alıyordun? 2002 yılında buğday üreticisi 4 kilo buğdayla 1 litre mazot alıyordu; şimdi 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alıyor. Şimdi, mazot fiyatları düştü diyeceksiniz. 5,5 kilonun altına inmez, eğer şu an çiftçi alıyorsa. 2002’nin fersah fersah gerisindesiniz.

Pamuk: 998 bin ton pamuk üretiyormuşuz 2002 yılında, şimdi 878 bin tona düşmüş. 7 milyon 210 bin dekar alanı pamuk üretiminde kullanırken şimdi 4 milyon 508 bin dekar alanı pamuk üretiminde kullanıyoruz. Süt üreticisi 2002 yılında 1 kilo sütle 2 kilo yem alırken şimdi 1 kilo sütle 1 kilo yem alıyor. Hadi mazot fiyatı biraz düştü şimdi, eğer şimdi alıyorsa 1,4 kilo yemdir.

Ben Tonya’daki hayvan üreticilerine sorarım durumunuz nedir diye. Her sene sorarım bunu, hayvanın durumunu, yemin durumunu, süt fiyatının durumunu onlardan alırım. Üç sene önce bana söyledikleri bir cümle vardı, yine aynısını söylüyorlar: “Vekilim, eskiden 1 inek 10 kişiye bakıyordu, şimdi 10 kişi ancak 1 ineğe bakıyor.” diyor. (CHP sıralarından alkışlar)

Konya’da birkaç üreticiden örnek vereceğim: Baki Uzan, Ilgın Göstere köyünde hatırı sayılır bir çiftçi iken, şimdi Antalya’da seralarda işçilik yapmak zorunda kalmış. İbrahim Akalın, Sarayönü’nde çiftçilik yapıyor, elektrik borçlarını ödemekte zorluk çekiyor. Fazlı Bâki Aras, icra takibinde. Muzaffer Ölmez, ciddi ekonomik yük altında, borç altında çarkını çeviremiyor.

Sayın Başbakana tavsiyem, Konya’ya gittiğinde bir buğday üreticisine uğrasın, durumunu bir sorsun.

Sayın Başbakan o günkü konuşmasında “Türkiye'nin yükseliş programını yapacağız.” dedikten sonra yaşanabilir şehirlerden söz etti. Daha önce “yatay şehir” kavramını kullanmıştı. Adalet ve Kalkınma Partisi kongresinde de konuşmasına “Eşrefi mahlukat” cümlesiyle başladı. İnsanları selamlarken “Selam olsun eşrefi mahlukat olan o insana.” dedi. Evet, insan, eşrefi mahlukattır.

Sayın Başbakanın, inanın, “yatay şehir” ve “yaşanabilir mekân” çevre kavramlarını ben son derece beğendim, son derece beğendim. Bir temel dönüşümü, değişikliği ifade eden kavramlar. Eşrefi mahlukat olma özelliğinin bilincinde olan insanlar, dünyayı güzelleştirme sorumluluğunu taşırlar. Dünyadaki bütün varlık tabakalarını gözetme yükümlülüğünün bilincinde olan insandır, eşrefi mahlukat olma özelliğinin bilincinde olan insanlar. Sayın Başbakanın bu cümleleri gerçekten önemliydi.

“Yatay şehir” deyince, ben, artık, imar planlarıyla oynanarak birilerine rant aktaran sistemin sonuna geldik mesajını aldım Sayın Başbakanın cümlesinden. Mimari, bir irade veya güç sembolü değil, bir meydan okuma değil, birilerine rant aktarmanın değil, dünyayı güzelleştirmenin aracı olmalıdır. İnsanın dünyadaki görevi dünyayı güzelleştirmektir.

Şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu bir soru sordu Sayın Başbakana, dedi ki: “Sayın Başbakan, şu 16/9’u, İstanbul’un siluetine hançer gibi saplanmış olan bu 16/9’u tıraşlayacak mısınız?” Sayın Başbakan diyor ki: “Benim Cumhurbaşkanıyla arama nifak sokmak istiyor Sayın Kılıçdaroğlu.” Sayın Başbakan, bir soru var ortada: Tıraşlayacak mısınız, tıraşlamayacak mısınız, yoksa siz de Sayın Erdoğan gibi o kişiye “küstüm” mü diyeceksiniz, hangisi? Yani bir tavır ortaya koyun, bunu görelim.

“O eskiden yapıldı.” diyecek belki Sayın Davutoğlu ama ben şimdi ona başka bir örnek vereceğim. Burada yaşanabilir mekânlar sözünü etti, ondan iki gün sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bir imar planını askıya çıkardı. Tarih: 12 Aralık 2014. Ayazma Toplu Konut, 1.340 ada, 5 parsel, 61 bin metrekare, 785 konutluk. Yükseklik: 100 metre. Yani Sayın Başbakan, yatay değil, dikey şehir bu. Tarih ne? 12 Aralık…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, süreniz doldu, ek sürenizi veriyorum.

Buyurun efendim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tarih: 12 Aralık 2014; yaşanabilir mekân, yatay şehir sözünü verdikten iki gün sonra. Sayın Başbakan, bundan sizin haberiniz yok mu? Bu imar planlarını kim askıya çıkarıyor? Yoksa bir paralel başbakan mı var? (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, büyümeyle ilgili Sayın Ahmet Aydın bazı şeyler söyledi, dedi ki: “Cumhuriyet Halk Partisi 1946-2002 arasını alıyor. 46 hemen savaştan sonraki ilk yıldır, onu almak doğru değil çünkü savaştan hemen sonra ekonomi yüksek büyüme gösterir.” Doğru ama bizim 1946’yı alma nedenimiz çok partili siyasi hayata başladığımız yıl olmasıdır, bir başka nedenle değil. O zaman, ben size başka bir örnek vereyim. Gelin 1924-2002’yi alalım. 1929 dünya ekonomik bunalımı var -dünyanın bugüne kadar yaşadığı en büyük ekonomik kriz- ihtilaller var, darbeler var, krizler var, kesintiler var, her şey var bu dönemde, koalisyon hükûmetleri, istikrarsızlık dönemleri. Bütün bu ortalama dahi yüzde 4,8’dir; yine sizin büyümenizin, 2003-2014 büyümesinin gerisinde değil.

Değerli milletvekilleri, maalesef, 2015 yılı bütçesi, Sayın Davutoğlu’nun hükûmet programı, hükûmet anlayışı insanımızın geleceğe umutla bakmasına izin vermiyor. Sayın Davutoğlu’nun demokrasi konusundaki güven vermeyen tutumu, Sayın Cumhurbaşkanıyla ters düşmeme kaygısıyla her dediğine “Evet.” demek, onunla paralel hareket etme kaygısı, bu kişisel…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Son cümlelerim.

BAŞKAN – Evet, Genel Kurulu selamlamak üzere buyurun.

Son süreniz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – …bireysel inisiyatifini kullanamıyor olması bize umut vermiyor. 2015 yılı bütçe rakamları da ekonomimizin iyi yolda olduğu anlamına gelmiyor. Temel problemler hâlâ devam etmektedir. Cümlelerimi burada sonlandırıyorum. Ancak umutsuzluğa gerek yok. Buradan bütün vatandaşlarımıza sesleniyorum, umutsuz olmaya gerek yok. Türkiye büyük bir ülkedir, Türkiye’nin potansiyeli çoktur, Türkiye’yi düze çıkaracak kadrolar Türkiye’de mevcuttur. Bu, bu toplumda vardır. Türkiye düze çıkacaktır.

2015 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum. İnşallah, Hükûmet, bu bütçeyle almış olduğu yetkiyle hayırlı hizmetler yapar, saydam bir harcama sistemi yapar, Sayıştay raporlarını da Meclise getirir.

Sözlerimi sonlandırırken hepinize en içten sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bostancı.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Değerli konuşmacı konuşmasında grup başkanımız ve Başbakanımızla ilgili olarak vizyon sahibi olmadığı bütçe çerçevesinde... (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika arkadaşlar. Bir anlayalım da ondan sonra. Hemen otomatiğe bağlamayın bu işleri.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – …kamuoyunu yanılttığı, 12 Eylül darbesinin de bir bakıma destekçisi gibi bir akılla davrandığı istikametinde açıklamaları olmuştur.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hükûmete bir sataşma efendim.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sataşmadan üç dakika söz istiyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hükûmete efendim.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Grup başkanımıza.

BAŞKAN – Süreyi de sen koyuyorsun, hem de söz var.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Affedersiniz.

BAŞKAN – Şimdi, bu bir genel eleştiri midir, yoksa sataşma mıdır; buna bir bakalım.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sataşmadır efendim, sataşmadır.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Tutanakları inceleyin, ona göre karar verin.

BAŞKAN – Bugün iyi başladık, şu işi iyi götürelim.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Ben sataşmayacağım.

BAŞKAN – Şimdi, Hükûmet adına bütün bunlara cevap verecek bir arkadaşımız var, Sayın Babacan konuşacak.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Efendim, laf yarıştırmak, sataşmak için değil ama cevap verilmesi gereken…

BAŞKAN – Zaten tutanağa geçti Sayın Bostancı.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Lütfen, konular var efendim.

BAŞKAN – Peki, buyurun.

İki dakika. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

 

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; Sayın Hamzaçebi vizyonsuzluktan bahsetti. Eğer vizyon olmasaydı, bir gelecek perspektifi olmasaydı karakuşi gündelik uygulamalarla bir iktidarın ömrü uzun olmazdı yani günübirlik politikalarla on iki yıl iktidarda kalmak mümkün olmazdı. Öncelikle buna dikkatinizi çekmek isterim; 2023 hedefine, 2053 hedefine yönelik anlatıları da hatırlatmak isterim.

İkincisi: Bütçe süresince ve geçmişte de değerli muhalefet üyeleri, sözcüleri burada gerçekten bize demediklerini bırakmadılar; hırsız yaptılar, uğursuz yaptılar, otoriter yaptılar, diktatör yaptılar… (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Söylediklerinizi tekrar ediyorum.

Toplumun canına okuduğumuzdan bahsettiler; memur, işçi, işveren, esnaf, herkes perişan. Kardeşim, biz piyangodan mı çıkıyoruz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Hamzaçebi “2002’den daha iyi değil.” dedi. Millet, 2002’de öncekiler daha iyi olmadığı için iktidarı değiştirdi. Bugün biz kötüysek sizin muhalefette ne işiniz var, niye orada oturuyorsunuz, niçin oradasınız? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Acaba biz milleti mi büyülüyoruz, yoksa muhalefet bizden daha mı kötü –sizin dilinizi kullanacak olursak- daha mı beceriksiz, daha mı milletle bağ kuramıyor? Niye oradasınız, niçin? Bunun cevabını vermek lazım.

Sayın Hamzaçebi “AB, muhalifleri susturmak için kullanıldı.” dedi. AB, böyle şeyler için kullanılmaz Hamzaçebi. Türkiye o kadar kudretli değil, AB’yi kullanacak kadar ama yine de iyimser bir hayal olarak görüyorum bunu. “Osmanlı modernleşmesine karşısınız.” dedi, yapmayın; İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık, bunların tarihini bilmeniz lazım, bunların hepsi modernliğin içindedir, bugün de modernleşmenin ürünüyüz hepimiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Mona Roza konusunda da biz bu şiiri ezbere biliriz, o yüzden kalbimize yazmışız, zamanım olsaydı ezbere okurdum onu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bostancı.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Efendim, tabii, söz verdiniz, saygı duyarım ama eğer ki sataşma ise Hükûmet adına Sayın Ali Babacan cevap verebilirdi, kendisine bu söz düşmezdi ama konuşurken de doğrusu son derece şaşırdım. Gerçek dışı şeyler söyledi. Bir kere ben “AB’yi kullandınız.” değil “Avrupa Birliğine tam üyelik sürecini kullandınız.” dedim.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Anlamamış.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Ve şimdi, AB’ye tam üyelik ihtiyacınız olmadığını söylüyorsunuz. Ayrıca “İki yüz yıldır insanımıza bir istikamet dayatılıyor.” diyen Sayın Eski Başbakan, Sayın Cumhurbaşkanıdır, gayet açık.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/978) (S.Sayısı 656 ve 656’ya 1’inci Ek) (Devam)

2.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2013 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577, 3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657) (Devam)

 

BAŞKAN - Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, İzmir Milletvekili Sayın Rahmi Aşkın Türeli.

Buyurun Sayın Türeli, süreniz yirmi beş dakika. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2015 yılı bütçesi ve 2013 yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve televizyonları başında bizi izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Konuşmamı ağırlıklı olarak ekonomi üzerine, bütçe üzerine kurguladım ama en son bu tartışmadan sonra benim de bir demokrasi tartışmasına girmem gerekiyor diye düşünüyorum.

Şimdi, biz, sık sık Plan ve Bütçe Komisyonunda da dile getirdiğimiz zaman, işte “Biz kazanıyoruz, seçimlerden biz çıkıyoruz, madem yeniliyorsanız, seçimde bizim kadar oy alamıyorsanız demek ki vatandaş bizi tercih ediyor, bize teveccüh gösteriyor.” diye bunları duyuyoruz. Ve de aynı zamanda, AKP’nin hızla Türkiye’yi otoriter bir sisteme doğru götürdüğünü söylediğimizde de gene “Hayır, ileri demokrasi, Türkiye’de demokrasi vardır.” nutuklarını, söylemlerini duyuyoruz. Peki öyle mi gerçekten?

Şimdi, tabii, demokrasilerde şekil şartı önemlidir. Yani çok partili bir siyasi rejim, siyasi sistem ve belli aralıklarla sandığa gitmesi insanların, vatandaşların ve kendilerini yönetecek yöneticileri yerel ve ulusal ölçekte seçmeleri demokrasinin gereklilik şartıdır, olmazsa olmazıdır. Ama demokrasinin yeterlilik şartı değildir. Demokraside şekil, biçim önemlidir ama en az onun kadar önemli olan öz ve içeriktir. Bu açıdan da baktığımızda, AKP döneminde demokrasinin öz ve içerik açısından zenginleşmediğini, gerçek bir demokrasiye doğru gitmediğini, tam tersine, otoriter bir sisteme, diktatörlüğe doğru gittiğini görebiliriz.

Demokrasinin öz ve içerik açısından zenginleşmesi için birtakım kurallara ihtiyaç vardır. Bunların başında hukuk devleti gelir. Hukuk devleti, parlamenter sistemimizde yasama, yürütme ve yargı arasında güçler ayrılığı üzerine oturur. Bu mahkemelerin bağımsızlığıdır ve yargıçların yasalara ve vicdanlarına göre, vicdani kanaatlerine göre hüküm vermelerini kurallar manzumesi içinde bir yere oturtur, bir çerçeveye oturtur. Ama, biz, AKP döneminde yargıçların, savcıların nasıl ciddi anlamda eleştiriye uğradığını, AKP Hükûmetinin beğenmediği kararlar verdiği zaman nasıl eleştirildiğini, 17 Aralıkta, 25 Aralıkta, daha önce Deniz Feneri davasında savcıların nasıl görevden alındığını, hâkimlerin tayin edildiğini biliyoruz arkadaşlar. Yargı üzerindeki baskılar hukuk devletini işlemez hâle getirir ama hukuk devleti demokrasinin omurgasıdır.

Gene o kadar önemli olan bir konu -Anayasa’daki terimiyle söyleyeyim- hür ve sansür edilemeyen bir basındır. Basının özgürce çalışması... Basın, toplumda yaşananların, insanların, o ülkede yaşayan insanların doğru bilgi alabilmelerini sağlayan en önemli organdır ve demokrasilerde yasama, yürütme ve yargının dışında dördüncü kuvvet olarak nitelendirilir.

Bu açıdan da baktığımızda, demokrasi konusunda nasıl baskıların olduğunu, basının üzerine nasıl şiddetle gidildiğini ve gazetecilerin, basın mensuplarının nasıl cezaevlerinde tutulduğunu, nasıl baskılara uğrandığını, nasıl gazete patronlarına talimat vererek Hükûmet aleyhinde yazan gazetecilerin işten çıkarılmalarının sağlandığını biz biliyoruz. O zaman, demokrasi öz ve içerik açısından zenginleşmez. Demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü ve bu doğrultuda toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkıdır. Eleştiri olmazsa demokrasi olmaz. Demokrasi ortak akla dayanır. (CHP sıralarından alkışlar) Bir insanın, bir grubun her şeyin en iyisini bildiği değil, toplum içinde bunların tartışılarak, müzakere edilerek en doğru sonuçların alınabileceği rejimin adıdır. Bunun için de insanlar burada eleştirecekler, toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yapacaklar ama biz Gezi Parkı gibi bir olayda bile gördük ki, AKP Hükûmetinin hiçbir şekilde eleştiriye tahammülü yok. Neydi Gezi Parkı? Taksim’deki bir gezi parkındaki ağaçların kesilerek oranın park olmaktan çıkartılmasıydı. Ama bunun üzerine nasıl şiddetle gidildiğini gördük. Ne oldu ilk başta böyle bir şey çıktığı zaman? “Tamam gençler, madem böyle düşünüyorsunuz yeniden düşüneceğiz.” denseydi bunlar olur muydu, bunlar yaşanır mıydı? Ama ne oldu? Gençlerimiz hayatını kaybetti, insanlar plastik mermiyle gözlerini kaybetti, tazyikli suyla, copla, biber gazı yüzünden fiziksel ve ruhsal sağlıklarını kaybeden, hastanelere giden insanların sayısı on binlerle ifade ediliyor arkadaşlar. Böyle demokrasi olmaz. Demokrasi, kamu kaynaklarının kullanımındaki hassasiyettir -biraz sonra bütçe hakkında buna geleceğim- ülkede yaşayan insanların, yönetenlerin kendilerini de ilgilendiren kararları nasıl verdiklerini ve kamu kaynaklarının nerelere, nasıl yönlendirildiğini bilme hakkıdır bu ve aynı şekilde de insanların, vatandaşların yaşadıkları ülke ve kentle ilgili karar alma ve uygulama süreçlerine katılım hakkıdır. İşte bütün bunlar olduğu zaman demokrasi öz ve içerik kazanır ve zenginleşir ve gerçek bir demokrasi olur. Bugün ne yazık ki AKP döneminde gerçek bir demokrasi yoktur ama Cumhuriyet Halk Partisi döneminde Türkiye’de gerçek bir demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla kurulacak ve işletilecektir. (CHP sıralarından alkışlar)

Buradan bütçe hakkına geçmek istiyorum. Şimdi, tabii, demokrasilerde kamu harcamalarının büyüklüğü ve kapsamı ile bu harcamaların yapılabilmesi için vatandaşlara yüklenecek olan yükümlülüklere yani vergilere halkın karar vermesi bütçe hakkı olarak adlandırılır. Bu çok önemli bir haktır çağdaş demokrasilerde. Bu iki aşamada işler: Önce, ilk süreçte, bütçe hazırlama sürecinde hangi harcamaların yapılacağı, hangi vergilerin toplanacağı -tabii, bütçe hakkını temsilcileri vasıtasıyla kullandığını bildiğimiz için vatandaşların- Parlamentoya gelir, Parlamentoda gerekli onay ve izin verilir. Arkadan da, bittikten sonra süre, acaba bu gelirler usulüne uygun olarak toplandı mı, harcamalar bahsedilen yerlere yapıldı mı, bunlarda saydamlık ve hesap verilebilirlik ilkelerine uyuldu mu, bunların hepsinin de denetlenmesine ihtiyaç vardır. Yani, hem bütçenin hazırlanma süreci hem uygulama süreci hem arkasından raporlanması ve sonrasında da denetlenmesi bir bütçe hakkını bütün boyutlarıyla ortaya koymaktadır.

Şimdi, tabii 5018 sayılı bir Kanun var, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu. Bu kanun önemli bir kanun. Biliyorsunuz bu 2003 yılında yasalaştı ve yasalaşırken Cumhuriyet Halk Partisi olarak gerekli desteği verdik. 2005 yılından itibaren uygulamaya geçildi. Ama üzerinden on yıl geçmiş değerli milletvekilleri, hâlâ 5018 sayılı Kanun uygulanmıyor. Sadece kâğıt üzerinde kalmış 5018 sayılı Kanun. Birazdan bunun örneklerini size vereceğim.

5018 sayılı Kanun’un 1’inci maddesi şöyle diyor, aynen kanun metninden okumak istiyorum: “…kaynakların etkili, ekonomik ve verimli şekilde elde edilmesini ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve mali saydamlığı sağlamak üzere, kamu mali yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm mali işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve mali kontrolü düzenlemek amaçlanmıştır.” Peki, böyle midir gerçekten? Ne yazık ki öyle değildir. Sayıştay raporları önümüze geldiği zaman öyle olmadığını gördük. Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporu’nda da buna ilişkin değişik hükümlere yer verilmiştir. Mesela bir tanesi, stratejik planlama ve performans esaslı bütçelemenin kağıt üzerinde kaldığı tespitidir.

Bakın, 5018 sayılı Kanun’un getirdiği en önemli yeniliklerden biri de budur. Her kamu kurumunun kendi içinde bir araya gelerek, SWOT analizleri yaparak -bunlar güçlü yönler, zayıf yönler, tehditler, fırsatlar nedir diye bir analiz içinde- paydaşlarıyla konuşarak, diğer kamu kurumlarıyla görüşerek stratejik amaç ve hedeflerini belirlemesi üzerine kuruludur. Sonra bunlar performans göstergelerine çevrilir, performans programlarına konur ve ondan sonra da bütçelere konur ve sonra da faaliyet raporlarıyla ilişkisi kurulur, denetlenir. Böyle bir şey yok arkadaşlar. Stratejik amaç ve hedeflerin şu ana kadar performans programlarında kullanıldığını görmedik. Hâlbuki bunların ölçülebilir bir şekilde belirlenmesine ihtiyaç vardı. Bunlar belirlenecek ki dönem sonunda hangi hedefler, hangi performans göstergeleri vardı, acaba bunlara ulaşıldı mı, ulaşılamadıysa neden ulaşılmadı, bu hesabı sorma ihtiyacı vardı ama ne yazık ki bugün böyle bir şey yoktur.

Gene, aynı şekilde bütçe ilkelerine aykırı uygulamalar vardır. Mesela döner sermayeli işletmeler. Arkadaşlar, her şeyin bütçenin içinde görülmesine ihtiyaç var. Geçmişte de döner sermayelerde ve bütçe dışı fonlarda biz bunu eleştirdik. Dedik ki bunlar bütçenin olmalı. Nitekim, 5018 sayılı Kanun da öyle dedi. Önce “Döner sermayeli kuruluşlar bütçe içine alınsın, sonra yeniden yapılandırılsın.” dedi ama şu ana kadar baktık ki hiçbir şey yok. Döner sermayelerde ne harcanıyor, nedir gelir, gider, biz bunları görmüyoruz değerli arkadaşlar; Sayıştay da görmüyor bunları.

Bakın, döner sermayeli kuruluşların sahip olduğu yıllık bütçe tutarı 2013 yılında 35 milyar Türk lirasıdır arkadaşlar. Bütçenin yüzde 8’idir, az bir para değildir.

Gene başka bir husus, E cetvelinin -bütçenin cetvelleri vardır, eki cetveller- amaç dışı kullanımının yaygınlaşmasıdır. Önce -üç yıl önce- bütçe kanununun maddelerinin azaltılması söz konusu oldu ama ne yazık ki ona ekli olan cetvellerin sayıları, kapsamları gittikçe genişledi. Ve bakın bütçe şöyle diyor arkadaşlar: “Bütçe kanununa ekli cetvellerin kanunun uygulanmasına ilişkin açıklayıcı hükümleri içermesine ihtiyaç var.” Yani Anayasa’mıza göre bütçe kanunlarıyla bütçeyle ilişkisi olmayan hükümleri koyamıyoruz. Bu cetveller de onların nasıl uygulanacağını açıklıyor ama bugün E Cetveli öyle değil. E Cetvelinin kapsamına baktığınızda gittikçe sayısının arttığını görüyoruz; en son bu sene 91 maddeye ulaştı ve bunun içinde de bu sene özel hesap konusu var arkadaşlar.

Özel hesap konusu, kamu idareleri bütçe ödeneklerinin bütçe sistemi dışına çıkarılmasıdır. Özel hesaba aktardığınız zaman bunun artık nerelere harcandığını bilme hakkınız yok; ne kadar harcandığı, nerelere harcandığı, bunu bilemezsiniz. Bu 5018 sayılı Kanun kapsamı dışındadır özel hesaplar. 4734 sayılı Kanun kapsamı dışındadır. Özel hesaptan yapılan harcamaların hesabı TBMM’ye verilmemektedir. Sayıştay denetimi konusu bile tartışılabilir bir durumdadır ve böyle bir şey söz konusu olabilir mi?

Yani alıyorsunuz, bütçede şeffaflık, saydamlık, hesap verilebilirlik diyorsunuz, bazı hesapları kamuoyunun ve TBMM’nin denetiminden kaçırıyorsunuz. Bunlar yanlış uygulamalardır ve zaten Sayıştay raporlarında da eleştirilmektedir.

Gene başka bir konu, dernek, vakıf, birlik, kurum, kuruluş, sandık ve benzeri teşekküllere yapılan yardım niteliğindeki transferlerin kamuoyu ve TBMM tarafından bilinmesidir.

Arkadaşlar, 5018 sayılı Kanun’un 29’uncu maddesi var ve ona dayalı çıkmış bir yönetmelik var. Diyor ki: “İdareler yardım yapılan teşekküllerin isim listesini, teşekküllere ilişkin bilgileri, yardımın amacını, konusunu ve yapılan yardımın tutarını izleyen yılın şubat ayının sonuna kadar kamuoyuna açıklar.” Açıklıyor mu? Hayır. Biz o zaman bilmiyoruz. Nerelere yaptınız, hangi derneklere, hangi vakıflara? Böyle bir şey söz konusu olabilir mi arkadaşlar? Neden bunları yapmıyorsunuz? Kendi çıkardığınız kanunun hükümlerine uymuyorsunuz.

Gene, aynı şekilde, sağlanan teşvik ve desteklemelerin açıklanmasına ihtiyaç var, kamuoyu ve TBMM denetimine. 5018 sayılı Kanun’un 7’nci maddesi bunu söylüyor. Yani, bizim, vergi ve SGK teşviklerinin, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu’ndan yapılan teşviklerin, arazi teşviklerinin nereye harcandığını bilme hakkımız var. Bilmiyoruz, kamuoyuna açıklanmıyor arkadaşlar. Bittikten sonra bu işler, işlemler, bunun açıklanmasına ihtiyaç var. O zaman nerelere… Eğer bunlar açıklanmıyorsa o zaman bizde şüpheler beliriyor. O zaman demek ki yandaş derneklere, vakıflara, kuruluşlara bu yardımları yaptınız ve toplumun da, Sayıştayın da denetiminden bunları kaçırdınız.

Gene başka bir konu -Sayın Genel Başkanımız da konuşmasında belirtmişti- yapılan denetimin… Bakın, iki sene önce hiç Sayıştay raporları gelmedi. Geçen sene Sayıştay raporları geldi, içi boştu. Bu sene geldi ama son derece sınırlı geldi.

Bakın, bütçenin yüzde 90’ında genel bütçeli idareler yani bakanlıklar -ve bazı kuruluşlar da tanımlanmış- 47 kuruluş var. Bunların varlıklarının, yükümlülüklerinin, faaliyet sonuçlarının, bütün hepsinin raporlanmasına ihtiyaç var ama raporlanamıyor. Sadece bütçe ödenekleri ve taşınır mallara ilişkin cetveller denetlenmiş arkadaşlar. Onun dışındaki varlıklar, yükümlülükler, faaliyet sonuçları, mizanı yok, bilançosu yok; hiçbiri toplumun denetiminde değil. E, böyle bir şey nasıl olabilir? Yani, denetlemeniz gerekenin çok azını denetlemişsiniz bütçe içinde. İşte, Genel Başkanımızın da söylediği odur. Denetim yeteri kadar yapılmamıştır. Ve Sayıştay, bir araya gelinmiş, işte, 2013, 2014, 2015 yıllarını ötelediği söyleniyor ama ne yazık ki burada da ciddi sıkıntılar vardır.

Gene, bir kesin hesap komisyonunun kurulmaması ciddi bir sakıncadır çünkü kesin hesapların, kesin hesap kanunu tasarılarının bütçenin, bütçe kanunu tasarılarının gölgesinde kalmasına neden olmuştur arkadaşlar. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim seçim beyannamemizde de var. Dedik ki: “Bir kesin hesap komisyonu kurulması ve hatta gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bunun da başkanlığının ana muhalefet partisine verilmesine ihtiyaç vardır.” Bu açıdan da toplumun izin verdiği onay temsilcileri vesilesiyle, -onay verdiği, izin verdiği- harcamaların nerelere yapıldığına, usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığına, kamu zararının doğup doğmadığına ilişkin bu toplumun bilgi edinme hakkı vardır.

Buradan ekonomiye geçmek istiyorum, fazla da zamanım kalmadı.

Tabii, Türkiye ekonomisinin sorun alanları var ve sorun alanlarında şunu görüyoruz arkadaşlar: AKP döneminde Türkiye ekonomisinin sorunları çözülmemiştir, aksine, ağırlaşmıştır. On iki yıldan beri iktidarsınız, şimdi aklınıza geldi, öncelikli dönüşüm programları, eylem planları hazırlıyorsunuz. On iki yıldır neredeydiniz? Türkiye ekonomisi kan kaybederken, üretim, istihdam dibe doğru vururken, Türkiye ekonomisi ithalata dayalı bir ekonomi hâline gelirken, cari işlemler açığı bu kadar artarken, dış borç stoku bu kadar artarken, istihdam artmazken, işsizlik oranları yükselirken, yoksulluk artarken aklınız neredeydi?

Bakın, şunu da söyleyelim: Bütün bunlar, bu öncelikli dönüşüm programları 10’uncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda -ki, Temmuz 2013’te yasalaştı, TBMM kararı hâline geldi- zaten vardı. Şimdi, onları aldınız, üzerinden bir de beş yılın bir senesi geçti, yeni eylem planıyla Türkiye ekonomisini dönüştürmeye çalışıyorsunuz. Diyorsunuz ki: Ne olacak? Üretimin ve ihracatın ara mal ithalatına bağımlılığını azaltacağız, kamu harcama reformu yapacağız, gelirlere ilişkin reform yapacağız, diğer birçok alanın, enerjiyle ilgili diğer alanların hepsini de… Taşımacılıktan Lojistiğe Dönüşüm Programı uygulanacak.

Arkadaşlar, bunların on iki yıl içinde yapılmasına ihtiyaç vardı. Siz, olağanüstü şanslı bir dönemi, 2001 krizi sonrası devraldığınız, dünyada ekonomilerin canlı olduğu, ekonomilerin büyüdüğü, dış ticaret hacminin arttığı, uluslararası likiditenin, paranın bol olduğu bir dönemi ıskaladınız, taşıma suyla değirmen döndürdünüz. Sonra 2008-2009 krizi geldi. Kriz sonucunda tabii birden bütün göstergeler bozuldu ama siz aynen devam ettiniz. Herkes söyledi, biz de söyledik, dedik ki: Bu kriz geçecek bir kriz değil, bu kriz yapışkan bir kriz. Bu kriz sürecek. Geçse bile tekrar ekonomiler eski hâline gelmeyecek çünkü finansal piyasaların şişmesi üzerine, şişen balonlar üzerine kurulu sistemsel bir kriz vardır. Balonlar var, sonra patladığı zaman birden aşağıya doğru çöküşlerin yaşandığı bir dönemdeyiz. Bunun doğru analizleri yapılmadı arkadaşlar. Oysa, bunun doğru biçimde analiz edilmesine ihtiyaç vardı. Farkındaysanız, 2008, 2009, 2010, 2011 yıllarında yine ekonomi büyüdü, sonra baktınız ki olacak gibi değil, çünkü ekonomi büyüdü mü cari işlemler açığı anormal seviyelere çıkıyor. Ne demek cari işlemler açığı arkadaşlar? Bir ekonominin dışarıya sattığı mal ve hizmetlerle, yani ihracatıyla, dışarıdan aldığı mal ve hizmetler ithalatı arasındaki fark. Sattığınızdan daha fazla alıyorsunuz, cari işlemler açığı verirsiniz. Ama uyguladığınız bu modelin içinde siz yıllarca yüksek faiz verdiniz. Dışarıdan uluslararası para geldi. Paranın gelmesi tabii dövizi bollaştırdı, dövizin fiyatı düştü. Dövizin fiyatı düşünce ne oldu? İthalat cazip hâle geldi. Türkiye'de aynı malı üreten KOBİ’ler, şirketler birer birer kapandı arkadaşlar, kepenk kapattı, işten işçi çıkardı. Bu model Türkiye'ye yarayan bir model değil, Türkiye'nin üreticisine, Türkiye'nin yatırımcısına yarayan bir model değil diye söyledik. Ama gelinen noktada da zaten şimdi farkındasınız ve birtakım adımlar atarak ekonomiyi dönüştürmeye çalışıyorsunuz ama artık çok geç, artık çok geç. Çünkü ekonominin şu anda gördüğü tahribat da zaten bunun olamayacağını, zor olacağını gösteriyor. Zaten zamanınız yok, 2015 yılında Cumhuriyet Halk Partisi iktidar olduğu zaman zaten o politikaları çok da ayrıntılarıyla birlikte bizler uygulayacağız. (CHP sıralarından alkışlar) Hiç kuşkunuz olmasın, çok daha iyisinin, çok daha güzelinin, çok daha şeffafının, hesap verilebilir, kamu kaynaklarının doğru kullanıldığı, hırsızlığın yolsuzluğun olmadığı bir sistemin kurulması konusunda Cumhuriyet Halk Partisine tüm vatandaşlarımız güvensinler, güveniyorlar zaten.

Şimdi, izin verirseniz, bütçe konusuna biraz girmek istiyorum bütçe giderleri, bütçe gelirleri açısından bu bütçe ne getiriyor diye. Çünkü herkes onu soruyor bize “Bu bütçede bizimle ilgili ne var?” diye. Biz de diyoruz ki “Yeni hiçbir şey yok.” İşçiye, memura, emekliye, çiftçiye, hayvancıya, sanayiciye, hiçbirine ne yazık ki buradan bir müjde yok.

Bakın, bütçe giderleri, personel harcamaları… İsterseniz, bütçe giderleri itibarıyla bir gireyim kısaca: Mesela personel harcamaları, personel giderleri. Ne var burada? İki şey belirliyor personel giderlerini: Bir, ücret, maaş ve diğer mali özlük, haklar, bir de personel sayısındaki değişme.

Şimdi AKP sıklıkla şunu yapıyor: “Bizim zamanımızda personel giderlerinin bütçe içindeki payı arttı.” diye söylüyor. Gerçekten de artmış, doğru; yüzde 18 iken 2002’de, 2013’te yüzde 27,6’ya çıkmış. İyi de arkadaşlar, personel giderinin bütçe gideri içindeki payına bakmak yanlış, yanıltıcı olur. Personel giderlerinin faiz dışı bütçe giderleri içindeki payına bakmak lazım. Çünkü, daha önceki dönemlerde ekonomide hem yüksek faiz oranları hem yüksek enflasyon oranları vardı. Buna dayalı olarak artık onu temizleme ihtiyacı var.

Bakın, ben size bir örnek vereyim. 4 kişilik bir aile düşünün. Ailede her kişi 1 ekmek yiyor, değil mi? Nedir payları? Dörtte 1, yüzde 25’tir değil mi arkadaşlar? Şimdi, ailenin çocuğu üniversiteyi kazandı gitti, 3 kişi kaldılar, gene 1 ekmek alıyorlar, gene 1’er ekmek, payları değişmedi. Ne oldu, payları kaça çıktı? Yüzde 33, üçte 1’e çıktı dörtte 1’den. Arkadaşlar, bu matematiksel bir şeydir. Sizin döneminizde personel giderlerinin faiz dışı bütçe giderleri içindeki payı artmadı. 2002’de yüzde 32,3’müş, 2013’te yüzde 31,4’müş. Bu niye önemli? Bu şunun için önemli: Sonuçta, bu ülkede daha nitelikli kamu hizmetlerinin sunulmasına ihtiyaç var; nüfus artış hızı var, köyden kente göç devam ediyor, kentleşme devam ediyor. Buna dayalı olarak da bu hizmetlerin layıkıyla verilmesine ihtiyaç var. Bir taraftan 2015 yılında gene yüzde 3 artı yüzde 3’lük artışlar var, hedef enflasyon kadar. Ki biz biliyoruz, hep enflasyon yukarıya doğru sapıyor, yüzde yüz sapmalar var. Burada da gene bunun sapacağını görüyoruz. Refah artışından pay yok. Yani, asgari ücret 2014 yılının ikinci yarısında 891 liraydı arkadaşlar. TÜRK-İŞ’in rakamları var, açlık sınırı 1.205 lira, yoksulluk sınırı da 3.926 lira. Bu, 1.205 lira olan açlık sınırını bile karşılamıyor. Türkiye’nin böyle bir durumu var.

Tabii, diğer taraftan da personel rejiminde, kamu görevlilerinin çalıştığı kariyer ve liyakat sistemine dayalı bir kamu görevlisi sistemi tahrip edilmiştir. Taşeron, hizmet alım sözleşmesi gittikçe yaygınlaştırılmış ve şu anda sistem içinde de çok belirleyici bir noktaya gelmiştir.

Bakın arkadaşlar, 2002 yılında kamuda neredeyse taşeron yoktur, çok azdır. 2004 yılında 3.183 kişidir. Şu anda ne kadar biliyor musunuz arkadaşlar? 781 bin kişi. 781 bin kişiye çıkarmışsınız bunu.

Arkadaşlar, taşeron demek çağdaş kölelik demektir. İnsanların hiçbir güvenceleri yok, iki dudağının arasında taşeron şirket sahibinin. Asgari ücretle uzun çalışma saatleri… İkramiyesi yok, yıllık izin hakkı yok. Böyle bir modeli Türkiye’de niye yaygınlaştırıyorsunuz? Cumhuriyet Halk Partisi olarak iktidara geldiğimizde ilk yapacağımız işlerden biri derhâl kamuda taşeron çalıştırmanın engellenmesi ve kamuda çalışan taşeronların kadroya alınmasıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Geleceğiz, bütün bunların hepsini uygulamaya koyacağız.

Arkadaşlar, 4/C’liler, geçici personel… Bakın, 657 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin (C) bendi belirliyor -23.666 kişi var şu anda- diyor ki: “Bazı işler sürekli değil. Sürekli olmadığı için oralarda geçici işçi çalıştırabilirsin.” Örneğin anketörler, örneğin güzel sanatlarda modeller. Ama siz ne yapmışsınız? Özelleştirilen kuruluştaki işçileri almışsınız buraya doldurmuşsunuz, 23.666’ya çıkarmışsınız.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Meclis dolu, Meclis.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) – Kadroya alın diyoruz, almıyorsunuz. Neden? Herhâlde sırada yeni özelleştirmeler var, oradan gelen işçileri de gene buraya koyacağınız için almıyorsunuz. Bari düzeltmeler… İşte “Çalışma koşullarını düzenledik.”, işte “Daha uzun süreler çalışacak.” gibi şeyler söylüyorsunuz. Arkadaşlar, 4/C’liler kadroya alınmak istiyor. 4/C’liler kadroya alınmak ve devletin kadrosunda… Çünkü aynı işi yaptıkları insanlarla yan yanalar arkadaşlar. Devletin içinde aynı işi yapan insanlar arasında fark var.

LEVENT GÖK (Ankara) – Biz yapacağız.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) – Gene atanmayı bekleyenler var. Bakın arkadaşlar, personel rejimine girdik, çıkamıyoruz. Atanmayı bekleyen öğretmenler var, gıda mühendisleri, ziraat mühendisleri, veterinerler, su ürünleri mühendisleri, arkeologlar, sanat tarihçileri…

MUSA ÇAM (İzmir) – Karayolları işçileri.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) – Niye atamıyorsunuz arkadaşlar bunları? İnsanlar eğitimini gördüğü alanlarda çalışmak istiyor, ne güzel. Hem zaten buralarda da açık var. Hem o açığı karşılarsınız, nicelik açısından problemi çözersiniz hem de sonuçta çok daha nitelikli hizmet sunulmasının da -kamu hizmetleri açısından- oluşmasını sağlarız.

Bütçenin K cetveli var arkadaşlar, fazla mesai… Bana söylediler, koruma ve güvenlik memurlarının fazla mesaisi kesildi iki sene önce. Sayın Bakan, kaç defadır söyledik, çözmüyorsunuz. Çözün bu işi. Bu arkadaşların fazla mesaileri kesildi, çözün bunu. Bunun toplam maliyeti yıllık 6 milyon 310 bin Türk lirası, bütçeye getireceği yük yüz binde 1,3. Arkadaşlar, lütfen çözün bu sorunu, niye çözmüyorsunuz?

Muharip gazilerin şeref aylıkları var, sosyal güvenlik sistemine tabiyse ayrı, tabi değilse ayrı. Arkadaşlar, bunu yapın, bunları belirleyin, bunları çözün.

Yatırım harcamalarına geliyoruz. Yatırım harcamalarında da kamu yatırımlarının millî gelir içindeki payı düşüyor arkadaşlar. Bakın, 2002 yılında yüzde 4,9’du, 2013 yılında yüzde 5’e yükseldi -özel bir yıl o- ama 2014’te yeniden yüzde 4,8; 2015-2017 döneminde de yüzde 4,6. Devletin resmî rakamları bunlar. Hem yatırımların düzeyi düşüyor hem de yatırımlar verimli alanlara gitmiyor. Yatırımların nitelikli, istihdam yaratacak, katma değeri artıracak alanlara gitmesine, yönlendirilmesine ihtiyaç var. Kamunun devreye girmesine ve teknolojik altyapı yatırımlarına ciddi anlamda kaynak aktarmasına ihtiyaç var. Peki, kamu ne yapıyor? İşi bırakmış, kamu-özel ortaklık modeli altında bütün işleri, geçmişte kendi yaptığı işleri özel sektöre yaptırıyor şimdi. Gerektiği zaman yaparsınız bunu ama oturduğunuz zaman bugün yap-işlet, yap-işlet-devret, yap-kirala modelinin gittikçe kapsamı genişliyor. Arkadaşlar, bütçe açığı düşük gözüküyor. Şu anda bütçe açığında bir şey yok ama diğer taraftan, baktığınızda, her sene mesela yap-kirala modeline para ödeyeceksiniz, kira ödeyeceksiniz. Bunun maliyeti ne kadar? Bunların bilinmesi ihtiyacı var.

Transfer harcamaları, tarımsal destek, Sayın Hamzaçebi söyledi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Evet, süreniz doldu, ek sürenizi veriyorum Sayın Türeli. Sözlerinizi tamamlayınız.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Hamzaçebi de söyledi, vermeniz gereken, taahhüt ettiğiniz miktarları bile vermiyorsunuz. Çiftçi, hayvancı aç arkadaşlar. Maliyetler 4 kat artmış. Gübrenin, zirai ilacın, mazotun fiyatı 4 kat artmış, ürünün fiyatı yerinde sayıyor, bazı ürünlerde 2 kat artmış. Nasıl ayakta kalacak, nasıl geçinecek çiftçi?

Sosyal yardım sistemi. 2013 yılında 20 milyar lira, yüzde 1,28. Arkadaşlar, OECD ortalaması yüzde 2,5. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde aslında bunu daha da fazla verme ihtiyacınız var. Ve son derece dağınık bir sistem; kimin ne yaptığı belli değil, çok başlı bir sistem, 8 ayrı kuruluş sosyal yardım veriyor. Sosyal sigorta, sosyal hizmet, sosyal yardım arasında bütünleşik bir yapı yok. Ama biz orada ne söyledik: Aile sigortası dedik arkadaşlar. Aile sigortası, işte bütün bu sistemi birleştiren hem ödeyeceğimiz sosyal yardımın miktarını artıran hem de çok daha etkin ve verimli sistem kuran bir yapıdır. Cumhuriyet Halk Partisi olarak iktidara geldiğimizde ilk yapacağımız işlerden biri de aile sigortasını uygulamaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

Tabii, gelir kısmına geçmeye çok vaktim kalmadı. En son kaçak saray üzerinde durayım. Bütün bunları konuştuktan sonra, bu kaçak saray olayı da tabii çok ilginç çünkü bütçe harcamalarının kullanımının israfa gitmemesinin önemli olduğunu düşünüyoruz, açıklık, şeffaflık. Bir soru sormak istiyorum yalnızca: Bunun Başbakanlık için yapıldığı söylendi. Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı olmasaydı ne olacaktı arkadaşlar? Bu saray, kaçak saray -diyelim ki Sayın Gül devam etti ya da başka birisi oldu- gene Cumhurbaşkanına tahsis edilecek miydi yoksa Başbakanlıkta mı kalacaktı? Ben diyorum ki Başbakanlıkta kalacaktı. Tersini düşünen bir arkadaş varsa da görmek isterim burada, lütfen söylesin. O zaman gözüküyor ki aslında hepsi Cumhurbaşkanına göre tasarlanmış bir sistem. Böyle bir şey olmaz arkadaşlar. 1 milyar 370 milyon, Maliye Bakanı açıkladı. Yeni uçak alındı, 185 milyon dolar. Bunları topladığınız zaman… İnsanlar atanmayı beklerken, insanların yiyecek ekmekleri yokken bu kadar büyük paranın harcanması yanlıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Son bir söz… Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Lütfen Genel Kurulu selamlayın, süreniz bitti.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) – Tamam.

İtibar binalarla olmaz arkadaşlar. İtibar inandırıcılıkla olur, itibar güzel yönetimle olur, adaletle olur, hakla olur, eşitlikle olur.

Bütün bunları vurguladıktan sonra, bütün bu saydığım nedenlerle 2015 yılı bütçesine ret oyu vereceğimizi belirtmek istiyorum.

Ben, yüce heyetinizi ve televizyonları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımızı saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Birleşime 16.45’e kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.26

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.46

BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK

KÂTİP ÜYELER: Muharrem IŞIK (Erzincan), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 37’nci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

Bütçe görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi söz sırası, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Bingöl Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın İdris Baluken’e aittir.

Buyurun Sayın Baluken. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz otuz dakika.

HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 yılı merkezî yönetim bütçesinin tümü üzerine Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bütçenin Genel Kurula getirilişiyle ilgili birkaç hususu buradan belirtmek istiyorum. 2015 yılı merkezî yönetim bütçesi, ne yazık ki demokratik, katılımcı ve şeffaflık ilkesinden uzak bir anlayışla hazırlanarak Genel Kurula getirilmiş ve bugün de Genel Kurulda yasalaşmak üzere burada görüşülmeye başlanmıştır. Bütçenin halka kapalı yapılmış olması, komisyon gündemi sırasında muhalefet milletvekillerinin önerilerinin dikkate alınmaması, iktidar partisi milletvekillerinin Hükûmetin getirdiği planlamaya farklı boyutlarda eleştirel birtakım yaklaşımlarla katkı sunması anlayışının olmaması ve Genel Kurulda da önergelerle bu bütçe planlamasıyla ilgili değişikliklerin yapılmamış olması bütçenin demokratik ve katılımcılık açısından maalesef ilkeli bir şekilde hazırlanmamasını beraberinde getirmiştir.

Bizler, yapılan bütçelerin sadece istatistiksel birtakım düzenlemeler olmadığını, gelir-gider dengelerini sağlamaya çalışan birtakım rakamlardan ibaret olmadığını defalarca bu kürsüden dile getirdik. Bütçe planlamalarına bakılarak hem iktidar partisinin ve Hükûmetin toplumsal yaşamla ilgili hem de ortaya koyacağı politikalarla ilgili net tomografilerin çekilebileceğini yine bu kürsüden defalarca dile getirdik. Maalesef üzülerek söylüyoruz ki on iki günün sonunda burada önümüze getirilen tomografi sonucunda büyük sorunlar, büyük hastalıklar vardır ve buna karşı umarız ki iktidar partisi, görüşmeler sırasında yapmadığı birtakım düzenlemeleri önümüzdeki yılın içerisinde Genel Kurulda yapacak şekilde bir politika izler.

Bu hazırlanan bütçe, açık bir şekilde ifade ediyoruz ki yüzü sermayeye dönük olan rant sahipleri için hazırlanmış bir devlet bütçesidir. Toplumsal barışı değil, zoru, baskıyı, silahlanmayı merkezine alan bir bütçedir. Bu bütçe, demokratik bir geleceği değil, otoriter bir hegemonyayı dayatmaya çalışan bir bütçedir. Bu bütçe, kadını dışlayan, erkek egemen; doğayı talan etmeye çalışan, çevre düşmanı; emekçiye ölümü reva gören emek karşıtı bir bütçedir.

Yine 2015 bütçesinin de Sayıştay raporlarının eksik gelmesinden ötürü ve yine bütçe içerisindeki birtakım ek ödeneklerin, örtülü ödeneklerin açık bir şekilde detaylandırılmamasından dolayı şeffaflık ilkesi açısından da gayrimeşru olduğunu buradan açık bir şekilde ifade ediyoruz. Yani gerek usul açısından gerekse içerik açısından 2015 yılının bütçesi, halklarımız nezdinde, bugün gayrimeşruluğu henüz yasalaşmadan bile kabul edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de yaşanan en büyük sorunlardan biri gelir dağılımı adaletsizliğidir. Bu süre içerisinde AK PARTİ adına konuşan konuşmacıların çoğu bir ekonomik büyümeden burada bahsettiler; oysa, biliyoruz ki bahsettikleri ekonomik büyüme gerçek bir büyüme değil, gelir dağılımı adaletsizliğinin büyümesinin ta kendisidir. “Bir hırka, bir lokma” ifadeleriyle seçmene giden, iktidara gelen bir parti ne yazık ki on iki yıllık iktidarı süresi içerisinde 40’ın üzerinde dolar milyarderi yaratmıştır. AKP döneminde son on yılda 10 milyon aile sosyal yardımlara muhtaç olacak şekilde sosyal yardımlar üzerinden kendi geçimini sağlayan bir noktada olmuştur. Yine, bu on yıllık süre içerisinde halkın değerlerine hakaret eden, halka küfürler eden, burada isimlerini zikretmeyi gerekli görmediğim birtakım iş adamlarının önü açılmış, deyim yerindeyse memleketin her tarafı bu iş adamlarına âdeta peşkeş çekilmiştir.

Açıktır ki zenginler daha fazla zenginleşirken yoksullar daha fazla yoksullaşmıştır. Hazırlanan bütçede de nüfusun yüzde 20’sini oluşturan zengin kesim bütçeden yüzde 46,7, yoksul kesimi oluşturan yüzde 80’lik kesim ise yüzde 53,4’ünü almaktadır yani yüzde 20 en zengin ile yüzde 80 en yoksul arasındaki bütçeden yararlanma payı âdeta birbirine denk olarak görülmektedir.

Avrupa ülkeleri içerisinde gelir dağılımı adaletsizliğinde Türkiye 1 numaradır. Türkiye'nin bu mevcut durumunda, bugünkü koşullarında her 100 kişiden 15’i yoksulluk sınırının altında yaşamakta, her 100 kişiden 65’inin de borçlu olma gibi bir gerçekliği vardır. Özellikle siyasal İslam referansına dayanarak iktidara geldiğini iddia eden bir parti için bizce bu tablo son derece vahimdir çünkü biz biliyoruz ki referans verdikleri İslam dininin hem özünde hem de pratik uygulamasında bu şekildeki adaletsizlikler asla söz konusu bile olmamıştır. Hazreti Ömer’in “Dicle’nin kenarında bir kurt bir kuzuyu kapsa hesabı benden sorulur.” korkusuyla devlet yönetimini, bugün neredeyse cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk iddialarının dolaştığı bir dönemle kıyaslamak açıktır ki mümkün değildir. Biz her şeyden önce bu pratiğinizin referans olarak kullanmış olduğunuz değerlere büyük haksızlık olduğunu buradan ifade etmek istiyoruz.

Böylesi yoksulluğun olduğu bir dönemde milyon dolarların, milyar dolarların havada uçuştuğu saraylar yapmayı -bütün tartışmaları bir kenara bırakıyoruz- her şeyden önce haram olarak, israf olarak yorumladığımızı buradan açık bir şekilde ifade ediyoruz. Binlerce insana yardım elini uzatacak birtakım mekanizmaları kurmanın imkânı varken, yüzlerce hastane, yüzlerce okul yapabilmenin imkânları varken, milyonlarca öğrenciye karşılıksız burs verme imkânı varken, ataması yapılmayan binlerce öğretmeni bu şekilde istihdam etme imkânı varken milyon dolarların bir saraya harcanmasını biz asla kabul edilemez olarak buradan tekrar ifade ediyoruz. Özellikle, bu konuda AK PARTİ’li milletvekillerinin de ellerini vicdanlarına koyarak arpa unu ve helvayla karnını doyuran bir Peygamber’in anlayışı ile bu dönem uygulamalarının ne kadar örtüştüğünün hesaplaşmasını mutlaka yapmaları gerektiğini ifade ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu bütçede çalışma hayatı ve emek alanıyla ilgili mevcut sıkıntılar aynı şekilde devam ediyor. Esnek ve güvencesiz çalıştırma, sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırmanın ruhu maalesef bu bütçenin içerisinde de yine aynı şekilde görülüyor. Burada, işçi ölümlerinin, işçi cinayetlerinin bu kadar yoğun tartışıldığı bir yılda bile hâlâ işçi güvenliği üzerinden değil iş güvenliği üzerinden birtakım planlamaları yapan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Açık ifade etmemiz gerekirse ülkemiz AKP döneminde âdeta bir işçi mezarlığına dönmüştür. Mevcut politikalarınızla, duyarsız yaklaşımlarınızla her yıl işçi ölümleri değil, âdeta işçi katliamları yaşanmıştır. Soma ve Ermenek başta olmak üzere tüm madenlerde, inşaatlarda, pek çok çalışma alanında yaşanan ölümler kaza veya fıtrat değil, açıkçası ihmal ve sorumsuzluğun getirdiği katliamlardır. Bizler Türkiye'nin her tarafının âdeta bir işçi kıyım makinesine döndüğünü buradan üzülerek ifade ediyoruz ve işçi katliamlarında ortaya çıkan görüntünün de âdeta bir iç savaş görüntüsü olduğunu, tabloların bir iç savaş tablosu olduğunu buradan tekrar hatırlatıyoruz. Türkiye’de her gün 172 iş kazası yaşanıyor, her gün ortalama 4 işçi yaşamını yitiriyor; sadece 2014 yılının 8 ayında 1.270 işçi yaşamını yitiriyor ama buraya getirdiğiniz bütçe planlamasının sırtı emeğe, emekçiye dönük oluyor. Bunu, Halkların Demokratik Partisi olarak kabul etmemizin mümkün olmadığını ifade etmek istiyorum.

Yine ekolojik yıkım, doğa ve çevre tahribatı açısından da aynı durumla karşı karşıya olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Ağaca bakınca odun gören bir anlayış, suya bakınca HES gören bir anlayış büyük doğa tahribatlarını maalesef halklarımızın gündemine getirmiştir. Gezi’de, İstanbul’un Taksim’deki tek yeşil alanı olan bir alana AVM yapmaya çalışan anlayış Karadeniz doğasını, Kürdistan doğasını, coğrafyasını HES’lerle âdeta insansızlaştırmaya çalışıyor.

Sadece AKP döneminde 1.012 HES Türkiye'nin dört bir tarafına yapılmaya başlanmıştır. Bu HES’lerin biyoçeşitliliğin ölümü olduğunu, ekosistemin tamamen talanı olduğunu burada defalarca dile getirdik, bugün yine aynı uyarımızı buradan ifade ediyoruz. Bizler sizin bu ekolojik yıkımı öngören politikalarınızı değil, Karadeniz’de sularımız özgür aksın diyen, Yırca’da zeytin ağaçlarına sahip çıkan halkımızın onurlu duruşunu dikkate alıyoruz. HES yapımlarının enerji politikasıyla açıklanmaya çalışılmasını da yine buradan kabul edilemez bulduğumuzu ifade etmek istiyoruz. HES’lerin dışında özellikle gündemleştirmeye çalıştırdığınız termik ve nükleer santrallerin sadece güncel yaşamı değil, gelecek nesillerin yaşamını da tamamen ortadan kaldırma riskini buradan tekrar ifade ediyoruz. Burada enerji politikalarıyla ilgili, yenilenebilir enerji politikasıyla ilgili rüzgâr, güneş ve jeotermal enerji elde etmeyle ilgili hiçbir çabanızın olmadığını tekrar vurgulamak istiyoruz.

Ekolojik açıdan özellikle Kürdistan coğrafyasında 1990’lı yıllarda yaşanan pek çok uygulamanın AKP döneminde de aynı şekilde yaşandığını burada tekrar vurgulamak istiyorum. Orman yangınları Bingöl dağlarından, Gabar’dan, Cudi’den Munzur dağlarına kadar âdeta biri sönmeden bir diğerinin başlaması şeklinde son birkaç yıl içerisinde de maalesef aynı şekilde yaşanmaya devam ediliyor.

Köy boşaltmalar, eski köy yakmalar yöntemiyle olmasa bile HES’ler, karakollar, kalekollar, güvenlik barajları ve bölgeye gönderilen korucu kadroları üzerinden âdeta farklı bir teknikle hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bakınız, sadece iktidarınız döneminde, son birkaç yıl içerisinde bölgeye 402 yeni karakol ve kalekol ihalesi yaptınız. Bunların 102’si tamamlanmış, 143’ünün yapımı sürmekte, diğerleri de ihale aşamasındadır. Deyim yerindeyse Bingöl’ün, Dersim’in, Diyarbakır’ın, Şırnak’ın her tarafını kalekollarla çeviren bir politikayı maalesef gündemleştirdiniz. Bitlis’e, Van’a, Bingöl’e, Diyarbakır’a çözüm sürecinde, silahların bırakılmasının konuşulduğu bir süreçte, silahların devreden çıkarılmasının konuşulduğu bir süreçte binlerce korucu kadrosu gönderdiniz. Güvenlik barajları, güvenlik yollarıyla ilgili tablo da yine aynı şekildedir. Dolayısıyla, bu 2015 bütçesinin toplumsal barışa değil âdeta savaş hazırlıklarına delalet ettiğini buradan ifade etmemiz gerekir.

Biz Halkların Demokratik Partisi olarak, yürüyen çözüm süreciyle ilgili de bu ülkede bir toplumsal barış bakanlığının mutlaka kurulması gerektiğini ifade ettik, hatta bütçeden en büyük payın da bu barış bakanlığına verilmesi gerektiğini buradan yine ifade ediyoruz ama maalesef sizin uygulamalarınıza baktığımızda Millî Savunma Bakanlığına ve Emniyet Müdürlüğüne aslan payı ayıran bir planlamayı görüyoruz. Âdeta barışın yerine TOMA’ya, silaha, güvenlik barajına, karakola bütçe ayıran bir Hükûmet programıyla karşı karşıyayız.

Bizler özellikle önümüzdeki dönemde bu yaklaşımın otoriterleşme anlamında toplumda kaygıları artırdığını ve bu uygulamalardan bir an önce vazgeçmeniz gerektiğini ifade ediyoruz çünkü yakın dönemdeki siciliniz de bu kaygıları artırmaya yetiyor da artıyor bile. Lice’de Medeni Yıldırım’ın, Eskişehir’de Ali İsmail’in, Ankara’da Ethem Sarısülük’ün, Hatay’da Ahmet Cömert’in, İstanbul’da Berkin Elvan’ın, Gever’de, Yüksekova’da Rojhat Özdel’in, Diyarbakır’da Kadir Çakmak’ın sokak ortasındaki yargısız infazlarıyla ilgili siciliniz bütün halkımız tarafından, halklarımız tarafından görülüyor.

Değerli milletvekilleri, AKP’nin özellikle çöktüğü alanlardan birinin de dış politika olduğunu tekrar buradan ifade etmek istiyorum. Bakınız, Avrupa Birliğinden gün geçtikçe uzaklaşan AKP Hükûmetinin uygulamaları son, polise “vur” verme yetkisi ve makul şüpheden sonra artık iyice tartışılır bir hâle geldi. Son operasyonel süreçlerden sonra da Avrupa Birliğiyle neredeyse ipler kopma noktasına geldi. Avrupa Birliğiyle bu şekilde olan ilişkiler Orta Doğu’da da deyim yerindeyse tam bir bataklığa saplandı. Suriye’de yaşanan ölümlerden egemen politikaların sahibi olan tüm ülkeler ne kadar sorumluysa AKP Hükûmetinin politikaları da o düzeyde dolaylı olarak sorumludur. AKP Hükûmeti, Suriye’de Esad rejiminin birkaç ayda gideceğini öngörerek ve Kürtlerin orada hak kazanmaması üzerinden bir politikayı öngörerek maalesef büyük yanlışlara imza attı. Ancak, bu politikanın iflas ettiğini Şengal’e ve Kobani’ye bakarak görebilirsiniz. Şengal’de iki gün önce YPG, YPJ, HPG, HPJ güçlerinin ve peşmerge güçlerinin IŞİD’i kovmasıyla beraber, artık Orta Doğu’da yeni bir sürecin işlediğini burada rahatlıkla ifade edebiliriz. Bizler, Sayın Öcalan’ın Ezidi halkına gönderdiği mektupta da ifade ettiği gibi, Ezidi halkının şahsında tüm insanlığa dayatılan ihanet ve katliam kültürüne karşı Derweşe Evdi’nin yaşam pınarından fışkıran özgürlük sevdasını, direnişi, mücadeleyi, onuru buradan selamlıyoruz. Kobani’de de aynı direniş çizgisinin bugün IŞİD’i tamamen o bölgeden atmak üzere büyük zaferlere hazırlandığını buradan ifade etmek istiyoruz.

Bakın, Rojava’da kabul etmediğiniz tabloda Türk, Kürt, Ermeni, Asuri, Süryani, Sünni, Şii, Nusayri, bütün halkların ortak bir gelecekle bir araya gelmesinin modelleri var. Sizin anlayışınız maalesef hâlâ tekçi olduğu için, oradaki çoğulcu yapıyı hâlâ içinize sindiremiyorsunuz ve hâlâ bu anlayıştan dolayı da IŞİD’e destek verir görüntünüz bütün dünya kamuoyunda tartışılmaya devam ediyor. Biz açık bir şekilde ifade edelim ki Türkiye’nin çözüm sürecinin de, toplumsal barışının da geleceği Kobani’yle yakından ilgilidir. Türkiye’de darbe mekaniğinin sonuç alıp almaması da yine Kobani politikasıyla yakından ilişkilidir. Çünkü, Kobani Kürt halkı açısından artık bir onur meselesi hâline gelmiştir, sadece Kürt halkı açısından değil, insanlık açısından da oradaki mücadele bir onur meselesi hâline gelmiştir. O nedenle siz hâlâ bütün bu tabloyu görmeyerek anlamaz bir şekilde “Niye bütün dünyanın gündemi varsa yoksa Kobani?” diye serzenişlerinize devam ediyorsunuz. Önümüzdeki dönemde bizler bu anlayışın büyük kaybedeceğini buradan tekrar ifade etmek istiyoruz. Hele hele son üç günde, Cumhurbaşkanının birkaç konuşmasında hâlâ, Suriye’de, kuzey Suriye’deki kantonların birleşmesini bir tehdit olarak gören, PYD ve IŞİD’i aynı kefede terör örgütü olarak tanımlayan yaklaşımlarını kabul edilemez ve son derece tehlikeli olarak görüyoruz. Yıllarca Esad rejimiyle sınır komşuluğu yaptığında onu bir tehdit olarak görmemişti. Şu an itibarıyla Hatay sınırında IŞİD’le, El Nusra çeteleriyle sınır komşuluğunu tehdit olarak görmeyen bir anlayış, orada Kürtlerin statüsü üzerinden şekillenen bir modeli tehdit olarak görüyorsa burada tehlike gerçekten son derece büyüktür.

Biz, Cumhurbaşkanına şunu ifade edelim: Senin PYD’yi terör örgütü görüp görmemen önemli değil, senin IŞİD’i nasıl değerlendirip değerlendirmediğin önemli değil. Zaten bütün dünya IŞİD’in ve YPG’nin nasıl tanımlandığını ortaya koyuyor. IŞİD bütün dünyada, bütün dünya halklarında barbar bir insanlık düşmanı terör örgütü olarak, orada çarpışan YPG güçleri de kahramanca direnen özgürlük savaşçıları olarak görülüyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde de bu yaklaşımların hızla netleşmesi gerekiyor.

Bu tanımda hâlâ ısrar etmenin iki yönü olabilir: Birincisi, ya büyük bir ideolojik körlük söz konusu. İkincisi, iflah olmaz bir Kürt düşmanlığı söz konusu. Umarız ki, ikinci seçenek geçerli değildir. Eğer birinci seçenek geçerli ise de ihtişamına boğulduğunuz o saraydan çıkıp halkın gündemine, bölgenin gündemine bakmanızı tavsiye ederiz. Çünkü sizin cümlelerinizle ifade edelim: Hem Orta Doğu’da hem Kürdistan’da IŞİD düştü düşecek haberiniz olsun. O nedenle önümüzdeki dönemde de Kobani politikasıyla ilgili yanlışlardan bir an önce vazgeçmeniz gerekir. Özellikle 6-8 Ekim olaylarında da, 6-8 Ekim direnişinde de içerideki tüm Türkiye halklarının Kobani’ye ne kadar duyarlı olduğu ortaya çıkmıştır.

Değerli milletvekilleri, önemli bir konu başlığımız da demokratikleşme ve yerelleşmedir. Maalesef, biz, bu bütçenizde bu iki başlıkla ilgili de halkın gerçek sorunlarını çözen bir planlama görmüyoruz. Bakın, yerelleşmeyle ilgili Gezi direnişinde ortaya çıkan mesajları alamadınız. Orada, bir, ekolojik duyarlılık; iki, halkın karar alma süreçlerine katılımı yani yerinden yönetim; üç, demokrasinin ve özgürlüklerin genişletilmesi mesajı vardı ama siz maalesef o mesajlara kurşun sıktınız. Öyle yaptığınız için de bugün Karadeniz’de yapılan HES barajlarının kararını Ankara’da alıyorsunuz. Yırca’da zeytin ağaçlarıyla ilgili kararları burada almaya devam ediyorsunuz. Lice’ye kalekol, karakol yapılıp yapılmayacağını Lice halkına değil, kendi bürokratlarınıza soruyorsunuz. Bu anlayış devam ettiği sürece ne yerelleşme adına ne demokratikleşme adına yol almanız mümkün değildir.

Demokratikleşmeyle ilgili Türk Ceza Kanunu’nun antidemokratik bütün mevzuatının ayıklanması gerektiğini defalarca siz ifade ettiniz. Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması gerektiğini defalarca Hükûmet yetkilileriniz buradan aktardı. Siyaset yapma önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini defalarca ifade etmenize rağmen hâlâ Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasası’na dokunamıyorsunuz. Hâlâ 12 Eylül darbecilerinin apoletlerinin arkasına saklanarak yüzde 10 seçim barajını savunmaya devam ediyorsunuz. Bir de bu pozisyonunuzdan çıkıp “Biz, yüzde 10 seçim barajından korkmuyoruz.” diye halka doğru olmayan beyanlarda bulunuyorsunuz. Biz biliyoruz ki siz gece rüyalarınızda da barajda boğulmuş kabuslarla uyanıyor, gündüz de o şekilde konuşuyorsunuz ama bunların kâr etmeyeceğini buradan ifade etmek istiyorum.

Bakın, önümüzde bir seçim var. Bütün seçimlere siyasi partiler hangi eşitsiz koşullarda girdi, defalarca ifade ettik. 3 siyasi parti bütçeden 315 milyon değerinde hazine yardımı alırken Halkların Demokratik Partisi bugüne kadar devletin hazinesinden tek bir kuruş almadı ve siz bu tabloyu içinize sindiriyorsunuz. Biz size şu çağrıyı yapıyoruz: Burada çeşitli politikalarla ilgili, madencilerin yaşadığı sorunlarla ilgili, çalışma hayatının sorunlarıyla ilgili defalarca konuşma yaptınız, her üç siyasi parti de. Gelin, o zaman hep beraber devletin hazinesini soymaktan vazgeçelim. Gelin, hiçbir siyasi parti devletin hazinesinden aldığı paralarla siyaset yapmasın, halkına başvursun. Biz nasıl yapıyorsak siz de sırtınızı devlete değil halka dayayarak siyaset yapın. Gelin, bir de o koşullarda seçime girin de bakalım demokratik seçeneklerin nasıl şekillendiğini hep beraber burada görelim.

Değerli milletvekilleri, özellikle Türkiye’deki önemli sorun alanlarından biri de bütün farklı kimliklerin, halkların, inançların yasal ve anayasal güvence altına alınması gereken hak ve özgürlükler sorunudur. Alevi halkının, gayrimüslimlerin, bütün kimliklerin hak ve özgürlük taleplerinin anayasal güvence altına alınmasını ısrarla savunuyoruz; bu ısrarımızı 2015 yılı içerisinde de halkımızla birlikte buraya taşımaya devam edeceğiz. Cemevlerinin ibadethane statüsünü kazanması, gayrimüslim insanlarımızın, halkımızın inanç özgürlüğüyle ilgili düzenlemelerin yapılması hem Hükûmetin hem devletin en önemli görev ve sorumluluğu olarak karşımızda duruyor.

Özellikle son dönemde Türkiye her alanda yaşanan bu sorunlardan dolayı büyük bir gerilimi biriktirerek âdeta fay hatlarının kırılma noktası üzerinde bulunuyor. Biz, bu fay hatlarının kırılmasını aşmak için, bu büyük enerji boşalmasının önlenmesi için tek çıkışın çözüm sürecini kalıcı barışa götürecek, Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak ve Kürt meselesinin çözümünü sağlayacak uygulamalar olduğunu ifade ediyoruz. Halkların Demokratik Partisi olarak Sayın Öcalan ile devlet heyeti arasında başlayan görüşmelerin kalıcı barışa evrilmesi için bugüne kadar gerekli olan bütün katkıyı sunduk, bundan sonra da katkı sunmaya devam edeceğiz.

Partimize karşı, eş genel başkanlarımıza karşı, milletvekillerimize karşı yürütülen linç ve saldırı kampanyalarına rağmen, halklarımızın barışa olan ihtiyacı ve onlara vermiş olduğumuz barışın sözünü yerine getirmek üzere, çözüm süreciyle ilgili ısrarımızı devam ettireceğimizi buradan ifade etmek istiyorum.

Burada, Meclis bütçe görüşmeleri sırasında on dakikalık bir konuşma yapmıştım. Yurt dışındaki Türklerin kültürel asimilasyon, ana dil eğitim hakkı, kendi kendini yönetim hakkıyla ilgili bir konuşmada hepiniz beni can kulağıyla dinlemiştiniz; ta ki özneyi değiştirip “Türk”ün yerine “Kürt”ü koyduğumuz zamana kadardı. İşte, Kürt meselesinin aslında tanımı da budur; Türk için istediğini Kürt için istemektir. Kürt meselesinin çıkış sebebi de Türk’e reva gördüğünü Kürt’ten esirgemektir. Bu anlayışın açılması gerektiğini, ana dil başta olmak üzere bütün sorunların çözülmesi gerektiğini ifade etmek istiyoruz. “Demokrasi sorunu” dediğimiz şey de aynı anlayışla, aynı hakkı Alevi için de, Ermeni için de, Asuri Süryani için de, Türkiye’deki bütün farklılıklar için de tanımaktır diyoruz.

Aslında Türkiye bütün bu meseleleri nasıl çözeceğini çok iyi biliyor; çünkü, yakın dönemde, Filipinler ile Moro İslami Kurtuluş Cephesi arasında yürütülen müzakere sürecinde, Türkiye, 3’üncü göz olarak, ara bulucu olarak görev aldı ve orada, Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin talep ettiği özerklikle bir kalıcı barış sağlandı. Bunu bilmenize rağmen, içeride, özerklikle ilgili, statü talebiyle ilgili yapay gündemler yaratıyorsunuz; bunu bilmenize rağmen, bir 3’üncü gözün bu süreci takip etmesini -bugüne kadar büyük bir çelişki içerisinde- reddetmeye devam ediyorsunuz. Biz, bütün dünyada bu sorunlar nasıl çözülmüşse Türkiye’de de aynı şekilde çözülmesi gerektiğini ifade ettik, bugün de aynı şeyi söylüyoruz.

Meclis Başkanlığına da ben buradan bir çağrı yapmak istiyorum: Burada, bu süreçle ilgili tereddüdü olan bütün milletvekillerini, bir planlama dâhilinde, benzer sorunların yaşandığı ülkelere göndermenizi özellikle tavsiye ediyoruz. İspanya ETA, İrlanda-İngiltere IRA, Kolombiya FARC, Güney Afrika ANC, pek çok örnek var. Bütün bu ülkeler nasıl bu sorunu çözmüşse burada tereddüdü olan milletvekillerinin de o ülkelere gidip gerekli olan bilgileri almasını özellikle sizden talep ediyoruz. Biz çözüm sürecinde sürecin hızlandırılması, dengede giden bisikletin düşmemesi için hızla pedalların çevrilerek nihai hedefe ulaştırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için dünya örnekleri dışında başvurabileceğimiz önemli bir referansımız daha var.

Bu Meclisin kuruluş iradesini incelediğinizde çözümü tüm milletvekilleri tüm çıplaklığıyla görür. İlk Mecliste, Meclisi Mebusanda tüm milletvekillerinden 71’i Müslüman, 48’i gayrimüslimdi. Bu Mecliste Kürdistan ve Lazistan mebusları tüm ülke için, tüm halkımız için burada faydalı tartışmalar yapıyorlardı. İşte bu tablolar, inkâra, redde, asimilasyona gelen tablolar Kürt meselesinin de yaratıcısıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Baluken, süreniz doldu, ek süre veriyorum. Lütfen konuşmanızı tamamlayın.

Teşekkürler.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Yine, 1921 Anayasası’nda da Kürtlere özerklik tanıyan, muhtariyet tanıyan anayasal statünün de yine bu Meclisin tutanaklarında olduğunu ifade etmek istiyorum. Biz o nedenle Meclisin inisiyatif alması gerektiğini ifade ediyoruz. Cumhuriyet Halk Partisinin de önerdiği gibi bu Meclis bünyesinde hakikatleri araştırma ve adalet komisyonlarının, toplumsal çözüm ve barış komisyonlarının iktidar partisi tarafından bir an önce kurulması ve bu şekilde kalıcı barışa gidecek bir yüzleşmenin, tarihî bir yüzleşmenin esas olması gerektiğini ifade ediyoruz. Şeyh Sait kıyamı, Dersim katliamı, Ağrı Zilan’da yapılan katliamlar, Yassıada mahkemeleri, Sivas, Çorum, Maraş katliamları, darbe dönemleri, Roboski katliamları, yüzleşilmesi gereken ve artık tarihin utanç sayfalarına yazılması gereken, demokratik geleceğimizi şekillendirmemiz için mutlaka Meclisin gündemine gelmesi gereken toplumsal olgular olarak, toplumsal olaylar olarak önümüzde duruyor. Önümüzdeki dönemde de barışla ilgili, çözüm süreciyle ilgili bu hassasiyetimizi ortaya koyacağız. Biz anaların ağladığı, anaların oğullarının arkasından yas tutan, gözyaşı döken tablosunun artık devreden çıkması gerektiği, barışla uyanan, ölümün de, yaşamın da barışla ve dostlukla şekilleneceği bir ülkenin özlemini çekiyoruz. Fazla söze hiç gerek yok, aslında burada yaptığınız bütün planlamaların tek bir reçetesi var: Silahların ölüm kusmadığı, zeytin dallarıyla, barış güvercinlerinin uçurulduğu bir 2015 yılının Türkiye’sinde yaşamak istiyoruz.

Bunu bütün halklarımız adına buradan tekrar sizlere hatırlatıyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Baluken.

Şimdi Halkların Demokratik Partisi Grubu adına ikinci konuşma Iğdır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Pervin Buldan’a ait.

Buyurun Sayın Buldan. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz otuz dakika.

HDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında Halkların Demokratik Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlarken Genel Kurulu ve ekranları başında bizleri izleyen tüm halkımızı saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmelerini bugün tamamlamak üzere olduğumuz 2015 yılı Bütçe Kanunu, Hükûmetin sahip olduğu siyasal perspektifin politik olarak neleri amaçladığının ve de planladığının izahı niteliğindedir ve Hükûmetin önümüzdeki yıl için politik hedeflerini açıkça ifade etmektedir.

Bu bütçe, onlarca yıldır hazırlandığı üzere yine darbe geleneğinin, darbe zihniyetinin kalemlerini içeren, demokratik kurum ve kuruluşlar işletilmeden darbe ürünü yasalar ve hatta o yasaların bile gerisine düşen AKP dönemi düzenlemeleriyle oluşturulmuştur. Bu bütçeye bakarak bile şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki otuz beş yıldır Türkiye, demokratikleşme, sivilleşme ve de şeffaflaşma yolunda bir arpa boyu mesafe, yol katetmemiştir.

Denetime kapalı olarak hazırlanan bu antidemokratik Bütçe Kanunu Tasarısı sosyal bütçe anlayışından tamamen yoksundur. Türkiye’nin gerçek sorunlarına ve ihtiyaçlarına bu bütçede kaynak ayrılmamıştır. Bu bütçede barışın adı yoktur. Çözümü hedefleyen mali bir planlamaya bu bütçede ne yazık ki yer verilmemiştir. Türkiye toplumunun ötekileri, yani ezilenleri, yani kadınları, emekçileri, yoksulları bu bütçenin dışında bırakılmıştır. 17 Aralık operasyonuyla gün yüzüne çıktığı üzere AKP Hükûmetinin önümüze koyduğu bütçe kanun tasarılarında cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluklarının gölgesi bulunmaktadır.

Bu bütçe kendi ailelerini, oğullarını küçük ülkeler kuracak kadar zenginleştirirken halkının cebinden yiyen, halkını yoksulluğa, muhtaçlığa mahkûm eden bir Hükûmetin bütçesidir. Bu bütçe yandaşlarını maden ocaklarında zengin ederken binlerce işçiyi göçük altında çaresiz ve kimsesiz ölüme terk edenlerin bütçesidir. Yandaşlarından oluşturduğu patronlar sınıfının iş güvenliği sağlanmadan binlerce işçinin ölümüne sebebiyet vermesine göz yumanların bütçesidir. Bu bütçe yine bu kalantorların, ülkenin doğal kaynaklarını yağmalayanların, köylünün geçim kaynaklarını talan edenlerin, suyumuza, toprağımıza zehir akıtanların yasalarını oluşturan ve uygulayan bir Hükûmetin bütçesidir. Bu bütçe yüzde 70 dolaylı vergiyle halkın belini bükerken, halkın parasıyla kendi patronlarının sırtını pek edenlerin bütçesidir.

Sonuç olarak Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçe koca bir ülkenin varını yoğunu kendi zenginlerinin sermayelerine kanalize ederken halkını devletin soysal adaletinden, güvencesinden, korumasından mahrum bırakanların bütçesidir.

Emekçileri kölelik koşullarında çalışmaya, esnafı büyük holdinglerin gücü karşısında tükenmeye, köylüyü koyduğu kotalarla tarım dışı kalmaya mahkûm eden bu Hükûmetin eli artık bu köylünün dağında, taşında, toprağında ve suyundadır. Bu vesileyle HES’lerle derelerimiz kurutulmakta, madencilik faaliyetleriyle doğal varlıklarımız heba edilmekte, bir gecede yüzlerce ağaç bir şirketin kârı uğruna tek seferde yok edilmektedir.

Onlarca yıldır bütçe tasarrufunun savaştan yana yapılmasının yanı sıra, demokratikleşme ve sivilleşme iddiasında olan; barışı, çözümü hedeflediğini deklare ederek iktidar olan AKP Hükûmeti, verdiği sözleri gerçekleştirecek adımları atma konusunda yeterince istekli ve kararlı hareket etmemiştir ve Hükûmetin, bu vaatlerini gerçekleştireceğine dair ipuçlarına da hiçbir devlet plan ve programında görmemekteyiz. İşte bizim 2015 Bütçe Kanun Tasarısı’ndan gördüğümüz, okuduğumuz ve anladığımız bu gerçekliktir.

AKP’nin bu yola çıkarken sarf ettiği demokrasi vaatleri açıkça söylemek gerekirse berhava olmuştur. Dolayısıyla, bu bütçe kadar Hükûmette meşruluğunu hızla yitirmektedir çünkü aldığı destekle mücadele yürüttüğü askerî vesayetin yerine kendi vesayetini kurmuştur ve rejimi daha keskin bir şekilde monarşik, totaliter bir duruma getirmiştir. Çünkü Hükûmet demokrasi, adalet ve sivilleşme iddiasını gerçekleştirecek bir demokratik reform sürecine yönelmemiştir. Kendinden olmayanı, kendisi gibi düşünmeyeni, itiraz edenleri bastırılması, susturulması gereken kesimler olarak görmüş ve toplumsal muhalefete karşı oldukça tahammülsüz, baskıcı, otoriter bir yaklaşım içerisinde olmuştur.

İşte cezaevlerinin bugün itibarıyla cumhuriyet tarihinin en dolu seviyesine ulaşmasının nedeni bundandır. Sokak ortasında devlet eliyle gerçekleştirilen infazların, sokakların ve meydanların devlet eliyle birer vahşet alanına çevrilmesi bu nedenledir. Cumhuriyet tarihi boyunca hiç olmadığı kadar onlarca, yüzlerce çocuk bu nedenlerle ya sokaklarda infaz edilmiş ya da cezaevlerine kapatılmıştır.

Gazetecilere, yayıncılara ve yazarlara yönelik baskı artarak devam etmektedir. Hükûmeti eleştiren bütün kesimler yargı pençesine alınmıştır. Darbeciler hariç, herkes darbeci ilan edilmiştir. Muhalif duruşa sahip birçok kamu görevlisi işinden edilmiştir. Öğrencilerin eğitim hayatlarına son verilmiştir. Halkın değil devletin, bilhassa Hükûmetin güvenliği esas görülmüş, bu nedenle de bir korku imparatorluğu inşa edilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dile getirdiğim bu antidemokratik uygulamalar ülke gündeminde ve Hükûmetin masasında esasen çözüm, barış, demokratik açılım varken meydana gelmektedir. Bir yanda demokratik yollardan ülkeyi yüzyıllık bir yanlışlıktan çıkarmak, ülkenin en ağır, en yakıcı sorununu çözüme kavuşturmak hedeflenirken, diğer taraftan bu hedeflerle asla uyuşmayacak uygulamalar devreye sokulmaktadır.

Bu bağlamda, Hükûmetin vaatleri ile tezahür edenler arasında çok ciddi bir mesafe bulunmaktadır. Toplumun yükselen adalet, eşitlik, özgürlük taleplerini karşılama noktasında Hükûmetin tutumu oldukça geri düzeyde kalmakta, aradaki makas açılmaktadır.

Sayın Başkan, sayın üyeler; Kürt özgürlük hareketi yirmi yılı aşkın süredir silahsız bir çözümü dillendirmekte, bu yönlü bir çözüm için çaba sarf etmektedir. Bu süre içerisinde tam 9 defa çatışmasızlık ilan edilmiştir. AKP bu süreçlerin avantajlarından faydalanarak 3 genel seçim, 3 yerel seçim, 2 referandum ve 1 Cumhurbaşkanlığı seçimi atlatmıştır.

Sayın Öcalan’ın 21 Mart 2013’te açıkladığı tarihî deklarasyonun üzerinden yaklaşık olarak iki yıl geçti. Hükûmet, her seferinde çözüm ve kalıcı bir barış konusunda ne kadar kararlı olduklarını deklare etti. Ancak bu süreçte, ifade edilenin tam tersi uygulamalara bolca yer verildi. İki yıllık süreçte onlarca kişi polis ve asker kurşunuyla hayatını kaybetti.

Kalekolların, askerî yolların ve barajların inşasına devam edildi. 6-7 Ekim Kobani direnişinde bir ay içerisinde 51 insanımız hayatını kaybetti. Bunların büyük çoğunluğu güvenlik güçlerinin öldürücü müdahaleleri ve saldırısında yaşamlarını yitirdi. Ancak bu ölümlerin sorumlularından tek bir tanesi bile yargı önüne çıkarılmadı.

Sadece 6-7 Ekim Kobani direnişinden bu yana 4 bin dolayında kişi gözaltına alındı; bunların 600’ü tutuklandı, üstelik bunların da büyük bir çoğunluğu çocuktu. Son bir yıl içerisinde 120 bin çocuk polis, karakol, cezaevi ve yargı sürecine dâhil olmuştur. Son bir yıl içerisinde 14 bin çocuk yargı karşısına çıkarılmıştır.

Adalet Bakanlığı 8 tane daha çocuk cezaevi açacaklarını gururla açıklamaktadır. Çocuklar cezaevlerinde F tipinde tecrit edilmektedir. Çocuk cezaevlerinde ayda bir defa açık görüş yapılmakta; çocukların, annelerinin saçlarına dahi dokunmasına izin verilmemektedir.

Şimdi, Hükûmete sormak isterim: Sizler devletin bu kadar ağır şekillerde cezalandırdığı ve onlar için sadece yeni yeni cezaevleri hayal ettiği bu çocuklarla mı bir barış oluşturacaksınız, aydınlık bir geleceğe yürüyeceksiniz?

Bir hukuk devletinde insan onurunu korumak, insanı yaşatmak esastır. Cezaevleri, eza ve zulümevleri değildir. Son yıllarda her yıl 200’ün üzerinde hasta tutuklu ve hükümlü cezaevlerinde hayatlarını kaybetmektedirler. Ağır hasta tutuklu ve hükümlüler cezaevlerinde âdeta ölümle cezalandırılmaktadırlar. Hükûmetin bu hayati konuda adım atması için daha kaç tutsağın canından olması gerekir? Bu insanlık dışı durum hangi haklı devlet politikasıyla açıklanabilir? Hangi zihniyet, hangi dünya görüşü bu hukuksuzluğu daha anlaşılır hâle getirebilir? Bu noktada ısrarla vurgulamak isterim ki insan hakkının teslim edilmesi, insan onurunun korunması bir devlet için binlerce ölümden sonra tanınır hâle gelmemelidir, bu hakların edinimi bu denli kanlı olmamalıdır.

Yine, bazı maddeleri değiştirilse de Anayasa’nın tekçi ve militarist özüne hiçbir şekilde dokunulmamıştır. Aksine, Hükûmet, daha fazla militarizm tesis eden güvenlikçi yasa tasarılarını Meclisin gündemine getirmiştir. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde emsaline rastlanmayacak ibareler içeren bu yasalar insanlar için dağı, sokaklardan ve meydanlardan daha güvenli bir hâle getirmektedir. Dahası, bu yasalar birer darbe mekaniği değil de nedir? Darbe niteliği taşıyan uygulamaları icra ederken toplumun farklı kesimlerini sürekli darbecilikle suçlamanız ne kadar inandırıcı olabilir? Hangi cenahtan olduğu hiç fark etmez; bir yandan kendi çizginizde durmayan tüm medyayı polis operasyonlarıyla derdest edeceksiniz, bir yandan sokağa çıkmayı yasaklayacaksınız, sokağa çıkanı vuracaksınız, infaz yasalarını yürürlüğe koyacaksınız. Barış sürecinin tüm hızıyla yürüdüğüne dair mesajlar verirken, bir yandan siyasi kadrolarımızı yeniden cezaevlerine kapatacaksınız. Partimize yönelik bu sürdürülen gözaltı ve tutuklama operasyonları demokratik siyasete müdahale değil de nedir?

Hükûmet, “kamu güvenliği” adı altında kendi otoritesini güvence altına almaya çalışmaktadır. Biz, devleti yönetenlerin “kamu güvenliğini, millî güvenliği sağlamak” derken aslında neyi hedeflediklerini yakın siyasi tarihimizden en ağır şekillerde deneyimleyerek öğrendik. “Millî güvenlik” adı altında türbanlı kadınlar derdest edildiler, okullarından uzaklaştırıldılar, kamusal alandan itildiler. Solcu, aydın, sanatçı ve öğrenciler bütün dönemlerin olağan suçlusu sayıldılar. Alevilik inancına sahip olmak, katliama uğramak ve inancından dolayı aşağılanmakla eş değer tutuldu. Kürtler millî güvenlik bozulmasın diye her türlü hakaret, haksızlık ve işkenceye maruz bırakıldılar. Diyarbakır Cezaevi böyle oluştu. Mamak’ta, Ulucanlar’da işkence tezgâhları böyle kuruldu. Seyit Rızalar, Denizler, Erdal Erenler ve daha niceleri için millî güvenlik adına darağaçları kuruldu. Dersim, Zilan, Uludere katliamları millî güvenliği tesis etmek adına yapıldı. 17 bin yurttaşımız millî güvenliği sağlamak maksadıyla devlet güçlerince katledildi.

Bu nedenle, Sayın Hükûmet, biz bir asırdır “millî güvenlik” derken neyin kastedildiğini çok acı bir şekilde öğrendik. Sizin “millî güvenlik”, “kamu güvenliği” dediğiniz şey iktidarın güvenliğidir. Hükûmetin bu yasalarla halk için tasavvur ettiği millî güvenlik tesisi, her türlü hukuksuzluk, işkence ve ölüm demektir.

Diğer taraftan, darbeyle kurulmuş kurumların gölgesinden faydalanmak sizi darbecilerden nasıl ayırabilir? Hem bu kurumları koruyacaksınız hem darbe yasalarını daha da militarist, daha da katı bir hâle getireceksiniz, sonra da kamuoyuna “Süreç yürüyor.” diyeceksiniz. “Demokratik siyaset” diyeceksiniz ama bir yandan siyasetçilerimizi tutuklarken diğer yandan “Yüzde 10 barajına dokundurmam.” diyeceksiniz? “Millî irade” lafını dilinizden düşürmezken diğer taraftan milyonların iradesini yüzde 10’luk barajla ipotek altına alacaksınız. Bu koca aldatmacaya inandıracak birilerini belki bulursunuz fakat bu aldatmacanın bir çözüm yolu açmayacağı, ülkeyi demokrasi hedefinden kesin bir şekilde saptıracağı ve karanlık günlerin habercisi olacağı gayet açık ve nettir. Bu nedenle, Sayın Başbakanın da ifade ettiği üzere, tutarlı olmanız icap eder.

Siz barajlardan korkmuyorsunuz, bu doğru çünkü bu barajın mimarı siz değilsiniz ama bekçisi sizsiniz. İnsan bekçiliğini yaptığı şeyden korkmaz tabii ki. Sürekli dile getirdiğiniz millî irade sizin için bu kadar kıymetli ise millî iradenin önündeki engelleri de kaldırmanız gerektiğini hatırlatmak isteriz. Yüzde 10 barajının yürürlükte olduğu bir siyasal sistemde kimse millî iradeden söz edemez. Böyle bir sistemde ancak ve ancak millî iradenin gasbından söz edilebilir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP Hükûmetinin iktidara geldiğinden bu yana yürüttüğü politikalar sonucunda mezhepler, kültürler ve cinsler arasında müthiş bir kutuplaşma meydana gelmiştir. Şiddet kültürü hiç olmadığı kadar derinleşmiştir. 90’lı yıllardan söz etmiyorum, 2014 yılında hâlâ Kürtçe konuştuğu için yurttaşlarımız linç edilerek öldürülmektedir.

Her gün onlarca kadın çok sıradan bir şekilde katledilmektedir, ki bu katliamların nicel ve nitel olarak ülke tarihinde eşi ve benzeri yoktur. Türkiye Cumhuriyeti yeryüzünde kadın kıyımlarının ve şiddetinin en fazla yaşandığı ülke konumuna bu Hükûmet döneminde ulaşmıştır. On yıllardır sürmekte olan savaş ortamının, tesis edilmeyen barışın, uzun uzadıya süren çözümsüzlük sürecinin toplumu hızla çürüttüğü nefret ve şiddet sarmalının toplumun bütün kesimlerine hâkim olduğu bir gerçeğe sahibiz. Bu gerçeği görmezden gelerek şiddet politikalarına ve yasalarına yönelmek, bu antidemokratik politikalarda ısrar etmek kaosta ısrar etmektir. Unutmayınız ki tarih boyunca ispatlanmıştır; zulüm rejimi, politikaları er ya da geç kaybetmeye mahkûmdur. Bugün itibarıyla Orta Doğu’da yaşanan savaş ortamı da yine bu tezi doğrulamaktadır. Zulüm rejimlerinin hâkim olduğu devletler kendilerini birer alev topuna dönüşmekten kurtaramamışlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 21’inci yüzyılda Orta Doğu acı ve gözyaşıyla yeniden şekillenirken Orta Doğu’nun kadim halkı olan Ermeniler, Aleviler, Türkmenler gibi Kürtler de bölgeye salınan çetelerin hedefi hâline geldiler. Bu saldırılar sonucu bu kadim halklar kıyımdan geçirildiler, talan edildiler; binlerce kadına el uzatıldı, kadınlar ve çocuklar köle pazarlarında satılığa çıkarıldı. Bu uygulamalar uygarlık tarihinin tanıklık ettiği en vahşi saldırılar olarak gerçekleşti.

Bütün bunlar olurken Türkiye Cumhuriyeti, mazlum halklara yardım eli uzatmadığı gibi bu canilere yardım etmek, onlara sınırlarını açmak, Türkiye topraklarında örgütlenmelerine olanak sağlamak ve her türlü lojistik desteği sağlamak iddialarıyla dünya gündeminde yerini aldı.

Savaş bölgesine gönderilen binlerce tırın bu çetelere silah ve mühimmat taşıdığı bilgisi gündeme bomba gibi düşmüştür. Türkiye-Suriye sınırında Türk silahlı güçleri bu çetelere yardım ederken sık sık görüntülenmişlerdir ve hatta bu görüntüler özgür basın tarafından canlı olarak Türkiye halklarının bilgisine sunulmuştur.

Yakalanan çete mensuplarının üzerlerinde sık sık Türkiye Cumhuriyeti resmî evrakları ele geçirilmiştir ve en son IŞİD çeteleri Türkiye topraklarından bomba yüklü bir kamyonla ve ateş açarak Kobani’ye saldırmışlardır. Bütün bunlar dünya kamuoyuna taşınan iddiaları somutlaştırmaya kâfi gelen delil niteliği taşımaktadır. Vaktinde bu kürsülerde küfür yerine kullanılan Ezidilik bu dilin devamı olan çetelerce katliama maruz kalmıştır.

Bu somut veriler göstermektedir ki Türkiye Cumhuriyeti bir insanlık trajedisi içerisinde faillerle beraber hareket etmiş, onlara örtük ve kimi zaman da aleni bir şekilde destek sunmuştur ve bu desteğin aksini kanıtlayacak girişimlerde bulunmaya bugüne kadar hiçbir şekilde ihtiyaç duymamıştır.

Ne bin yıldır beraber yaşamaktan kaynaklanan bir vefa, ne tarihî bağlarımız ve ne de kader birliğimizin bizi bir arada yaşamaya mecbur kıldığı gerçeğini Hükûmet hiçbir şekilde referans almamıştır. Hükûmet, kardeşlik hukukundan değil imha girişimlerinden yola çıkarak hareket etmiştir.

Sınırlar içerisinde KCK operasyonları ile paralel yapıya ihale edilen imha girişimi sınır ötesinde IŞİD terör örgütüne ihale edilmiştir. Oysa Türk halkı, Orta Asya’dan Anadolu’ya ayak basmalarından bu yana Kürtlerin desteğine ve kabulüne ihtiyaç duymuştur. Bu destek ve kabulle bin yıldır bu topraklarda varlığını idame ettirebilmiştir.

Kurtuluş Savaşı, Kürtlerin canı pahasına verdiği destekle zafere ulaşabilmiştir. Tarih boyunca Türk halkından desteğini esirgemeyen bir halkı imha girişimine maruz bırakmak, soykırım tehdidi altında yalnız bırakmak, Kürtlerden ziyade Türkiye devletine de kaybettirecektir.

Nihayetinde bugün için gelinen nokta, tam kelimeyle “başarısızlık” olmuştur. Orta Doğu’daki vekâlet savaşlarının bir parçası olma hevesiyle yola çıkan Hükûmetin dış politikası Suriye krizinde batmıştır; Kürt iflah olmasın da ne olursa olsun politikasında batmıştır. Uluslararası alanda dışlanmaya ve içeride de kaosa ve savaş ortamına sebebiyet veren bu stratejik akıl tarihsel bir hata, bir felaket girişimidir.

Kobani’de olanları, bütün dünyanın gördüğünü, Hükûmetin de ivedilikle görmesi gerekmektedir. Çünkü Kobani’de iyilik kötülüğe karşı savaşıyor. İnsanlık onuru köleliğe, barbarlığa karşı savaşıyor. Haklı olan zalime karşı savaşıyor. Bu nedenle, Kobani kazandığında iyilik kazanacak, haklı olan kazanacak, insanlık onuru kazanacak. Kobani düşerse yalnız Kobani değil dünya kötülere yenilmiş olacak.

Bu nedenle, hemen sınırda bin yıllık bir halk kendisini soykırımdan, talandan, tecavüzden korumak için ölüm kalım savaşıyla mücadele verirken ve Hükûmet sadece seyretmekle yetinir ve hatta canilere destek görüntüleri verirse ne Allah katında ne tarih sahnesinde bunun hesabını veremez, bu vebalin altında kalır.

Hiçbir hükûmetin ve hiçbir gücün Türkiye Cumhuriyeti’ni savaş suçları mahkemesinde sanık sandalyesine oturtmaya hakkı yoktur. O nedenle, Hükûmete çağrımızın altını önemle çizmek istiyorum: Savaşa değil, barışa; vahşete değil, vicdana güç verin. İnsanlık değerlerini yücelten politikalar aynı zamanda ülkemizi de yüceltecektir. Bu nedenle Kobani’ye bir an evvel insani koridor açın, hem halkların kardeşliği ve birliği adına hem de insanlık adına.

Sayın Başkan, değerli üyeler; tarih zaman aşımını tanımayan bir kara kutudur, hiçbir şey kaybolmuyor. Bir Meksika atasözü diyor ki: “Bizi gömmeye çalıştılar fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.” Bu nedenle, yüzleşilmeyen geçmiş geçip gitmiyor, şimdiyi ve geleceği de biçimlendiriyor. Resmî tarih, resmî ağız unutturmaya çalışsa da kolektif hafıza unutmuyor. Psikoloji ilmine göre, travmalar anne karnındayken nesilden nesle aktarılmaktadır. Oysa bizler acılarımızı ve travmalarımızı geleceğe miras bırakmak istemiyoruz. Acının acıya üstünlüğü yoktur, biliyoruz. Biz halk olarak acılarımızı ortaklaştırabilir, duygu bağı kurabiliriz fakat yüzleşme olmadan, hakikatler gün yüzüne çıkmadan, adalet sağlanmadan yasımızın bitmesi imkânsızdır. O yüzden, Sayın Hükûmet, bu yası bitirin artık. Dokunmadığınız, hesaplaşmadığınız her kötülük sizindir. Her defasında farklı suçlular göstererek bu cinayetlerin aydınlatılmasındaki sorumluluğunuzun üstünü örtemezsiniz. Bir zamanlar ortak olduğunuz güçlerin bulaştığı her suça siz de ortaksınız. Bu ortaklığı daha fazla sahiplenmek istemiyorsanız gerçek anlamda bir yüzleşme ve hakikatleri gün yüzüne çıkarma sorumluluğunu ifa etmelisiniz. Gerçek hesaplaşma ortaklarla değil, geçmişle yapılır.

On iki yıldır sadece vadettiniz fakat bizler vaatten fazlasını, icraat bekliyoruz ve biliyoruz ki dünya ve tarih huzurunda yüzleştiğiniz kötülükler karşısında diz çöküp “Bir daha asla.” demediğiniz sürece de bu acılara yenileri eklenecek ve de ekleniyor. Nitekim 2014 yılı faili meçhul cinayetlerin son yıllarda en çok yaşandığı ve arttığı yıl olmuştur.

2008 yılında düzenlenen Güneş Operasyonu askerin PKK’nin kökünü kazımak üzere düzenlemiş olduğu son operasyondur. O tarihten bu yana AKP hem Hükûmettir hem de devlettir. Bu nedenle, Hükûmet tarihsel görevlerini yerine getirmekten ne askerî vesayet ne paralel güçler ve ne de darbe tehditlerini gerekçe göstererek imtina edemez.

Yirmi yılı aşkın süredir silahın çözüm olmadığı tüm kesimler tarafından kabul görmüştür ve uzun bir süredir Sayın Hükûmetle gerçekleştirilen çözüm odaklı görüşmeler mevcuttur. Fakat süreç uzadıkça uzuyor, somut anlamda ilerleme ne yazık ki sağlanamıyor. Aksine, tutuklamalar, militarist yasalar, düzenlemeler ve her türlü uygulamalar ve en kötüsü de ölümler doğru tabirle de infazlar meydana gelmektedir ve bütün bu olanlar aslında süreci ciddi anlamda tehlikeye sokmaktadır. Bir müzakere söz konusu olacaksa amaç uzlaşma olmalıdır; amaç, taraflardan birini alt etmeye çalışmak, oyalamak ya da aldatmak değildir, olamaz da. Aksi durumda, bir çözüm sürecinden bir müzakereden değil, başka bir savaş yönteminin devreye sokulmuş olduğundan söz edilebilir. Sürecin başlatılması kadar korunması ve ilerletilmesi de her iki tarafın sorumluluğundadır.

İşte bu nedenlerle Hükûmete çağrıda bulunuyoruz: Faşizmin sermayesi nefrettir. Nefretle barış olmaz. Nefretin yeşertildiği bir ülkede aydınlık bir gelecek mümkün olamaz.

Bu bağlamda, öncelikle bir zihniyet değişimine ihtiyaç vardır. Türk ve Sünni olmayan kimliklere karşın sahip olunan kötümser tutum ve bu karşıtlık üzerinden takip edilen strateji terk edilmelidir, ivedilikle müzakere sürecine geçilmelidir. Ancak müzakere yoluyla sorunun çözümü konusunda ortak bir hedef belirlenebilir, bu hedeflere ulaşmada hangi yöntemlerin nasıl geliştirilebileceği konusunda ortak bir kanaate varılabilir. Süreç, taraflardan birinin mevcut eşitsizliğe dayanarak konumunu, üstünlüğünü ve gücünü kullanmaya kalkışmasıyla ne yazık ki sekteye uğrar. Bu nedenle, Hükûmet üyelerinin zaman zaman başvurduğu buyurgan, üstenci ve suçlayan üslubu terk edilmelidir ve zaman zaman HDP kanadından birini hedef alarak yıpratma çabasından bir an önce vazgeçilmelidir.

Şunu inanarak ve çok emin bir şekilde söylüyorum: Toplum onurlu bir barışa, insanca bir yaşam vaadine her zaman hazırdır. Önemli olan Hükûmetin de bu gücü göstermesi, barış arzusunu icraatlarıyla ortaya koymasıdır. Fakat demokrasiden, hukuktan ve hukukun üstünlüğünden, çoğulculuktan, basın ve ifade özgürlüğünden, eşitlik ilkesinden, inanç ve kimliklerin özgürlüğünden yönünü döndürmüş bir hükûmet, değil toplumu, bir çocuğu bile barış sürecine inandıramaz.

Bizler, bu vatanın asli unsurları yani bu toprakların ezelî sahipleri olan halklar; bizim bir başka vatanımız, bir başka toprağımız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Buldan, süreniz doldu.

Ek sürenizi veriyorum, lütfen tamamlayın.

PERVİN BULDAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bizim bir başka vatanımız, bir başka toprağımız ve başka başka diyarlarımız yok. Biz de yeryüzündeki bütün halklar gibi içine doğduğumuz din, dil ve kültürle çocuklarımızı büyütmek ve yaşatmak istiyoruz. Bu nedenle kendi aidiyetlerimizle demokrasi ve hukukun üstün güç olduğu bir toplumsal düzende yaşam mücadelesini ne pahasına olursa olsun elden bırakmayacağız. Bizler bu mücadeleyi yürütürken zindanları da işkenceleri de idamları da gördük, OHAL yasalarını da. Bu nedenle Hükûmetin yeni güvenlikçi konsepti, özgürlük ve demokrasi güçlerini asla ve asla geriletemeyecektir. Ancak demokrasiyi, hukuku ve evrensel insan hakları kriterlerini hiçe sayan bu konsept, tarihî bir sürecin, barış şansının heba olmasına neden olur ki Hükûmet bu durumdan bir zafer beklemesin. Bilinsin ki zafer, demokrasiyi, özgürlükleri, eşitliği, insan haklarına yakışır bir yaşamı ve barışı tesis edenlerin ve bu mücadeleyi yürütenlerin olacaktır diyor, Genel Kurulu saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Buldan.

Siyasi parti grupları adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi şahsı adına lehinde olmak üzere İstanbul Milletvekili Sayın İsmail Safi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Safi, süreniz beş dakika olarak gözüküyor ancak bugüne kadar ki uygulamalar ve bana şifahen grupların mutabık kaldığının ifade edilmesiyle sürenizi on dakika olarak kullanabileceksiniz.

Buyurun, süreniz on dakika.

İSMAİL SAFİ (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bütçemizin hazırlanmasında büyük emeği geçen, başta Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerini, Maliye Bakanlığımızı ve uzmanlarımızı yürekten selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, elli yıldır bir türlü dikiş tutmayan, sürekli açık veren, eğitime, sağlığa, yatırımlara, sosyal yardımlara, AR-GE’ye yeterince kaynak ayıramayan bütçeler dönemi artık kapanmıştır. Bugün AK PARTİ hükûmetleriyle birlikte Türkiye, yatırımı ve sosyal adaleti birlikte gözeten ilkeli, tutarlı, dengeli ve sağlam bütçeler yapar hâle gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, zaten milletimizin de bildiği gibi bizim başarımız sadece yıllık bütçelerle sınırlı değildir. Bu ülkede kimileri günlük, anlık plan ve hesaplar yaparken bizimse bu güzel ülke için on yıllık, yüz yıllık, hatta bin yıllık planlarımız ve projelerimiz vardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Onun için 2023, 2053, 2071 diyoruz. Çünkü, bizim bu ülke için büyük hayallerimiz, derin vizyonumuz, sarsılmaz inancımız, bitmez ümidimiz, tükenmez azmimiz ve yürekten sevdamız vardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bağımsız, onurlu bir ülkenin bütçesi, o milletin şerefidir, namusudur ve ancak o milletin kendi özgür, millî iradesiyle yapılır. Bizden önceki hükûmetlerin kurtarıcı olarak ülkemize davet ettiği ve “IMF” adıyla elli yıldır bu millete şart koşan, ipotek koyan, ev ödevleri veren, azarlayan, hakaret eden, buyuran Düyun-ı Umumiye temsilcilerini bu ülkeden biz çıkardık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yüz yıldır yerlerde sürünen ve âdeta makûs talihimiz hâline getirilen ekonomimizi on yılda biz ayağa kaldırdık.

Değerli milletvekilleri, bağımsız ve güçlü devlet olmanın birinci şartı, yerli ve millî bir savunma sanayine sahip olmaktır. Bugün artık Türkiye, kendi insanlı ve insansız hava araçlarını yapar hâle gelmiştir. ATAK helikopterini uçuran, RASAT ve GÖKTÜRK uydularını uzaya gönderen, millî gemisini yüzdüren, Altay tanklarını yürüten biz olduk. On iki yıldır Türkiye’yi âdeta yeniden inşa ediyoruz. Türkiye’nin her iline üniversite ve havaalanı yapıyoruz. 100 üniversite, 26 havaalanı, 90 organize sanayi bölgesi, 750’den fazla hastane, 300 baraj, 1.000’den fazla spor tesisi ve gençlik merkezi, 632 bin konut, 189 adalet sarayını biz yaptık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Evet, burada gururla söylüyorum: Bu millete yakışan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı da biz yaptık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü, bu millet hep daha iyilerine layıktır. Yüz yılda yapılandan 3 kat daha fazla bölünmüş yolu on yılda biz yaptık. Türkiye'yi hızlı trenle biz tanıştırdık. Sayısız tüneller yaptık. Abdülhamid’in hayalini gerçekleştirdik. Dünya çapında bir proje olan Marmaray’ı hizmete açarak Asya ile Avrupa’yı denizin dibinde buluşturduk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Böylelikle, Londra ve Pekin’i birbirine biz bağladık. Boğaz’a üçüncü gerdanlığı biz yapıyoruz, haberiniz yok galiba. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Dünyayı kıskandıran hatta endişelendiren en büyük havaalanlarından birini yine biz İstanbul’da yapıyoruz. Türkiye'nin ilk nükleer santralini biz kuruyoruz, inşallah ikinci ve üçüncüsünü de yine kurmak bize nasip olacak.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Parayı kim veriyor?

İSMAİL SAFİ (Devamla) – TAP, TANAP, Türk Akımı gibi küresel ve bölgesel projelerle ülkemizi bir enerji koridoru ve enerji üssü hâline getiriyoruz.

Değerli milletvekilleri, dün 70 sente muhtaç olan Türkiye, bugün mazlum ve mağdur ülkelere 3,5 milyar dolar yardım yapmaktadır. Kimilerinin bu ülkede dikili bir ağacı bile yokken ve olmayan o ağaçların üzerinden siyaset yaparken, biz 3 milyardan fazla ağaç diktik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Fakat, bu ülkede dikili bir ağacı olmayanlar üzülmesin, Sayın Başbakanımız da bütçe konuşmalarında ifade ettiler, hem onların yerine hem de bütün dünyadaki her bir insan adına biz bir ağaç dikeceğiz, yani toplam 7 milyar ağaç.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – İsmail Safi, ayakkabı kutularından bahset.

İSMAİL SAFİ (Devamla) – Biz, aziz milletimizden aldığımız ruh ve heyecanla yeni Türkiye'yi inşa etmeye çabalarken birileri bu ülkede medeniyetimiz adına maalesef taş üstüne taş koymamıştır. Hatta, değerlerimiz, kültürümüz, inancımız ve ruh dünyamız adına âdeta bu ülkede neredeyse taş üstünde de taş bırakmamıştır.

Değerli milletvekilleri, dün, Türkiye'nin ihracatı 10 milyar doların üzerine çıktığında monşerlerimiz bunu şampanya patlatarak kutlarlardı. Bugün ihracatımız 160 milyar dolara dayanmıştır, biz Rabb’imize şükrediyoruz. Hedefimiz 500 milyar dolardır, inşallah bunu da başaracağız.

Birazdan ekonomiden sorumlu Bakanımız Sayın Babacan çok daha iyi izah edecektir konuları ama ben yine birkaç noktanın altını da çizmeye devam etmek istiyorum. AK PARTİ hükûmetlerimiz döneminde millî gelirimiz 3 kat, döviz rezervimiz 4 kat, yabancı yatırım miktarı ise 10 kat artmıştır.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Borçlar?

İSMAİL SAFİ (Devamla) – Aynı şekilde, kamu borçlarını 3 kat azalttık…

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Doğru söyle, doğru söyle.

İSMAİL SAFİ (Devamla) – …3 haneli enflasyon ve faiz rakamlarını tek haneli rakamlara biz indirdik. Böylece, kangrenleşmiş enflasyon canavarı ve faiz sarmalından Türkiye’yi biz kurtardık. Türk lirasından sıfır atarak paramızın değerini ve milletimizin onurunu biz koruduk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bir taraftan büyürken, diğer taraftan OECD ülkeleri içinde gelir dağılımını en hızlı düzelten ülke biz olduk. Önceki hükûmetler döneminde yüzde 10’un üzerinde olan bütçe açığını yüzde 1’ler seviyesine biz düşürdük.

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Siz düşürmediniz, Rıza Sarraf düşürdü!

İSMAİL SAFİ (Devamla) – Bugün Avrupa Birliği ülkeleri içinde bütçe dengesinin en iyi olduğu 4’üncü ülke Türkiye’dir.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Cari açık ne oldu, cari açık?

İSMAİL SAFİ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu vesileyle de on iki yıldır burada bütçe konuşmalarında bizlere hitap eden, bu parlak başarının altında Başbakan olarak imza atan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Türkiye ikinci bin yılının bu ilk çeyreğinde büyük bir değişime ve dönüşüme, özetle yeni Türkiye’nin kuruluşuna şahitlik etmektedir. Türkiye iki yüz yıldır kendisine biçilen kefeni yırtmakta, sırtına geçirilen deli gömleğini çıkartmakta, ayağındaki prangalardan bir bir kurtulmakta ve tekrar o muhteşem tarihsel misyonuna dönmeye hazırlanmaktadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Delik lastik ayakkabılarla mı?

İSMAİL SAFİ (Devamla) – Tabii ki bundan rahatsız olan karanlık odaklar ve onların maşaları boş durmamaktadır.

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Paralel mi?

İSMAİL SAFİ (Devamla) – Çeşitli çirkin senaryoları da sahneye koymaktadırlar.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Karanlıkta beraber yürüdünüz ama.

İSMAİL SAFİ (Devamla) – Ama ne yapsalar nafile, Türkiye bir daha asla yolundan geri döndürülemeyecek ve dizlerinin üzerine çökertilemeyecektir. Artık milletimiz uyanmış, ak ile karanın ne olduğunu gayet iyi görmüştür.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Doğru, doğru, doğru; paraları gördük, dolarları gördük, ayakkabı kutularını gördük İsmail Safi.

İSMAİL SAFİ (Devamla) – Şunu herkes bilmelidir ki milletimiz kendisine kumpas kuran ihanet çetelerini ve onların iş birlikçilerini de asla affetmeyecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Düne kadar beraber kumpas kurmadınız mı?

İSMAİL SAFİ (Devamla) – Ama kendisine hizmet edenleri hiçbir zaman unutmayacak, daima takdir edecek ve hep de ödüllendirecektir.

Ben bu vesileyle tekrar yüce Meclisimizi ve temsilinden de onur duyduğum aziz milletimizi saygıyla selamlıyor, 2015 yılı merkezî yönetim bütçemizin ülkemize ve milletimize hayırlara vesile olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Safi.

Değerli arkadaşlarım, bir şey rica edebilir miyim? Birleşimi açtığımda da ifade ettim, bu 2014 yılının son müzakeresi. 24’üncü Dönem milletvekilleri olarak da son bütçeyi yapıyoruz. Hepinize müteşekkirim, şu ana gelinceye kadar hatiplerin sözünü kesmeden bir müzakere gerçekleştirdik. Çok alışageldiğimiz bir husus değil bu dönem için. Ne olur -şurada 2 arkadaşımız kaldı- şu alışkanlıklarımızdan vazgeçsek. Bu türlü laf atmaların ne kişilere ne de siyasi parti gruplarına bir faydası yok. Millet bizi seyrediyor. Hakikaten örnek bir müzakereyi bugün yapalım.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan, bu yalanlara sabretmek için de taş olmak lazım.

BAŞKAN – Şimdi söz sırası Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan’da.

Buyurun Sayın Babacan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz bir saat Sayın Babacan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında Hükûmetimiz adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2015 yılı bütçemiz, milletimiz için, ülkemiz için hayırlara vesile olsun diyorum.

Bütçenin hazırlanmasında emeği geçen başta Maliye Bakanlığımız olmak üzere tüm ekonomi yönetimlerimize de ayrıca teşekkür ediyorum.

Hem komisyon aşamasında hem de Genel Kurul aşamasında bütçede çok emeği olan Plan ve Bütçe Komisyonumuzun Değerli Başkanına ve üyelerine de ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.

Burada, Genel Kurul salonunda gerçekleştirdiğimiz bu uzun maratonda çok sayıda konuşmacıyı hep beraber dinledik, izledik. Bu kürsüde dile getirilen tüm yapıcı görüş ve düşünceler için de ayrıca teşekkürlerimi sunduğumu belirtmek istiyorum.

Sözlerimin yine hemen başında, Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun selamlarını Genel Kurulumuza iletmek istiyorum. Kendisi, Makedonya’ya yapacağı bir program sebebiyle bugün maalesef aramızda olamadı. En derin saygılarını, hürmetlerini benden sizlere iletmemi istedi; bunu da sözlerimin başında iletmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ iktidarı döneminde bugüne kadar 12 bütçe hazırladık ve bunların hepsini çok şükür başarıyla uyguladık. Bugün 13’üncü bütçemizin görüşmelerinin son günündeyiz. Böylesine uzun bir süre hizmet etme görevinin milletimiz tarafından bizlere tevdi edilmiş olması hiç kuşkusuz büyük bir onurdur ancak bu onurun çok büyük bir sorumluluk anlamına geldiğini de biz gayet iyi biliyoruz. On iki yıl boyunca bu sorumluluğun gereğini yerine getirmenin gayreti içerisinde olduk. Hazırladığımız tüm bütçelerde belirlediğimiz hedeflere titizlikle bağlı kaldık. Tüm dünyada ekonomik ve finansal krizin yoğun olarak hissedildiği 2009 yılında Hükûmetimizin zamanlı ve çok iyi tespit edilmiş önlemlerini yürürlüğe koyduk ve böylece birçok ülkede görülen istihdam kayıplarının ve ekonomik daralmanın önüne geçmiş olduk.

Cumhurbaşkanımız, Değerli Kurucu Genel Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın dirayetli yönetimiyle kamu maliyesinde çok temel, sağlam bir duruş sergiledik ve yine onun liderliğinde gerçekleştirmiş olduğumuz siyasi istikrarla birlikte ekonomimizdeki tüm aktörlerin üretim ve yatırım kararlarının sağlıklı bir biçimde alınabilmesini sağladık. Diğer taraftan, başta özelleştirme olmak üzere, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi alanlarda yapısal reformlarımızı zamanlıca gerçekleştirdik ve bütün bunların sonunda sağlam bir kamu maliyesi ve sağlam bir bankacılık sistemi bizi 2008-2009 krizinin türbülansından korudu.

Bazen cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadarki geçtiğimiz dönemi değerlendirirken, gerçekleştirirken, hangi yılları hangi yıllarla mukayese edeceğimizi hesap ederken şuna çok dikkat etmemiz gerekiyor: Bu 2008-2009 yılında başlayan ve bugün hâlâ tüm dünyayı etkilemeye devam eden kriz, 1920’lerden bu yana dünyanın gördüğü en büyük finansal ve ekonomik krizdir. Bu krizin tüm ülkelere maliyeti İkinci Dünya Savaşı’nın maliyetinden daha yüksektir. Böylesine bir kriz ortamında Türkiye ekonomisinin büyümeye ve istihdam üretmeye devam etmekte olduğunu ben özellikle vurgulamak istiyorum. Normal şartlarda değiliz, olağanüstü şartlarda dünya ekonomisi ve biz böylesine bir dönemde Türkiye ekonomisini büyütmeye devam ediyoruz.

Bakın, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altındayız ve çok şükür, oldukça sakin, yüzlerde genelde gülümsemenin olduğu, herkesin koltuklarında rahatça oturduğu bir oturum yapmaktayız. Oysa 2008 yılından bugüne şöyle bir dünyaya baktığımızda, pek çok ülkenin parlamentosunda çok zorlu mücadeleler verildi, çok zorlu oturumlar yapıldı ve bu parlamentolarda, pek çok ülkenin parlamentosunda vergi artışları tartışıldı, işten memur çıkartmalar, adam çıkartmalar parlamentolarda onaylanarak geçti. Hemen yanı başımızdaki komşularımızdan tutun pek çok ülkede nasıl olur da emekli maaşları azaltılır, nasıl olur da memur maaşları azaltılır, bunların tartışması yapıldı ve gerçekten siyaset kurumu pek çok ülkede ciddi şekilde örselendi, yıprandı. Hamdolsun, Türkiye’de biz bunların hiçbirisini yaşamadık, topyekûn kalkınmaya devam ettik ve bu kalkınmanın olumlu sonuçlarını da geniş toplum kesimleri üzerinde görmeye devam ettik.

Dünya Bankası tarafından yapılan sınıflandırmaya göre, Türkiye uzun bir süre düşük orta gelirli ülke grubunda yer almıştı. Oysa Türkiye, 2004 yılından bu yana artık üst orta gelir grubuna yükseldi ve inşallah birkaç yıla kadar da yüksek gelir ülke grubuna resmen girmiş olacağız. Kişi başına düşen millî gelirimiz yaklaşık 10.800 dolara çıktı ama satın alma gücü paritesine göre hesap ettiğimizde, 18.800 doları aşan bir millî gelirimiz söz konusu. İşte, bu şekilde hesap ettiğimizde, Avrupa Birliği ortalamasının 2013 yılı itibarıyla yüzde 53’üne ulaşmış durumdayız. Oysa 2002 yılında Türkiye’nin kişi başına düşen millî geliri, Avrupa ortalamasının yüzde 36’sındaydı. Yani, on iki yıllık dönemde yüzde 36’dan yüzde 53’e yükseldik ve aradaki makası, farkı daralttık. İnşallah bu fark daralmaya devam edecek diyoruz.

Yine, önümüzdeki döneme şöyle bir baktığımızda, bu bütçemizde de her yılki bütçemizde olduğu gibi yine insanı ön plana koyduk ve bütçe harcamalarımızın yüzde 18,5’ini eğitime ve yine yüzde 17,1’ini de sağlığa ayırmış durumdayız. Yani, bütçemizin harcama kompozisyonu nasıl diye baktığımızda, harcamalar içerisinde 1 numarada eğitim var, 2 numarada da sağlık var ve birbirine çok yakın rakamlar. 2002 bütçesinde nasılmış diye dönüp baktığımızda, 2002’de sadece yüzde 9,4’lük bir eğitimi görüyoruz ve yüzde 11,5’luk bir sağlık harcaması olduğunu görüyoruz. Yani, bütçedeki payını neredeyse oransal olarak 2’ye katlamış, nominal olarak zaten çok çok daha yüksek rakamlara ulaşmış eğitim ve sağlık harcamamız söz konusu.

Türkiye’de, hamdolsun, yoksulluk ve gelir dağılımı göstergelerimiz de hızla iyileşiyor. Dünyada şu anda 1 milyar insan 1 doların altında günlük bir gelirle yaşamaya çalışıyor. Dünya nüfusu, biliyorsunuz, geçen yıl 7 milyarı geçti, bunların 1 milyarı günde 1 doların altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor. Bizim böyle bir nüfusumuz kalmadı. Hatta 2,15’lik bareme baktığımızda yine Dünya Bankasının, öyle bir nüfusumuz da kalmadı. 4,3 dolarlık bareme baktığımızda, 2002 yılında halkımızın yüzde 30’u 4,3 dolar günlük bir gelirin altında yaşarken, bugün itibarıyla bu 2,06’ya düşmüş durumda, yüzde 2,06. Ve inşallah hedeflenmiş sosyal politikalarımızı daha da rafine ederek bu oranı biz önümüzdeki yıllarda sıfırlamayı hedeflemekteyiz.

Yine, OECD ülkelerine baktığımızda, Türkiye, gelir dağılımını en hızlı düzelten ülke oldu. Zaten OECD ülkelerinin çoğunda gelir dağılımı hızla bozulmakta ve sadece 5 ülkenin gelir dağılımı düzelmiş durumda ama bu ülkelerin başında da Türkiye geliyor. Belki mutlak değer olarak bulunduğumuz nokta çok da tatmin edici değil ama düzelme hızı, yani gelir dağılımındaki düzelme hızında OECD içerisinde 1 numarayız.

Yine, Dünya Bankasının son açıkladığı raporda, Türkiye’de son on yılda orta sınıfın tam 2 kat arttığı görülüyor. Yani, Dünya Bankası standartlarına göre hesap edilmiş orta sınıf yüzde 22’den yüzde 44’e büyümüş durumda. Orta sınıfın, orta direğin güçlenmesinin, genişlemesinin çok önemli olduğunu burada özellikle ifade etmek istiyorum. Orta sınıfın yükselmesi demek, demokrasimizin derinleşmesi demek; orta sınıfın yükselmesi demek, cumhuriyetimizin güçlenmesi demek; orta sınıfın yükselmesi demek, siyasi meşruiyet zemininin Türkiye’de güçlenmesi demek.

Ve biz bütün bu dönem boyunca dışlanmışları kucakladık; etnik kökenleri nedeniyle dışlanmışları kucakladık, mezhep aidiyetleri nedeniyle dışlanmışları kucakladık, sosyoekonomik durumları nedeniyle dışlanmışları kucakladık. Ve çok şükür, çok geniş kesimlerin ve geniş toplum kitlelerinin desteklediği ve her seçimde tekrar tekrar gösterdiği bir desteğe kavuştuk ve bunu da her seçimde halkımızın gösterdiği teveccühle görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu gelişmeleri şöyle bir biraz daha somut rakamlara dökerek incelediğimizde nereden nereye geldiğimiz daha iyi anlaşılmakta yani, ekonomi politikalarımızın sosyal sonuçları, halkımızın yaşam standartları üzerindeki sonuçları.

Bakın, yıl 2002, Türkiye’de satılan otomobil adedi 90.615, 2013’te sayı 664.655. 2002’de traktör üretimi 10.652, geçen yıl traktör üretimimiz 40.509. 2002’de 1 milyon 88 bin tane buzdolabı satılmış, 2013’te 1 milyon 879 bin buzdolabı satılmış. 2002’de satılan bulaşık makinesi sayısı 282 bin -buraya özellikle dikkatinizi çekiyorum- geçen yıl satılan 1 milyon 513 bin. Yani, bir zamanlar lüks olarak görülen bugün artık geniş kitlelerin, vatandaşlarımızın kolayca ulaşıp evine alabileceği bir beyaz eşya hâline gelmiş.

2006 yılında -bu söyleyeceğim rakamlar için 2002 rakamları elimizde sıhhatli olmadığı için 2006’yı baz alıyorum- bilgisayar sahipliği yüzde 20, 2013’te yüzde 49. Otomobil sahipliği 2006’da yüzde 29, 2013’te yüzde 38. Bütün bu rakamlar halkımızın artık çok daha farklı yaşam standartlarına daha kolay ulaştığını bize göstermekte.

Yine, düşük gelirli vatandaşlarımızın satın alma gücüne şöyle bir bakalım. Net asgari ücretle 2002’de ne alabiliyormuş, 2014’ün Kasım ayında net asgari ücretle ne alabiliyorsunuz? 181 kilo ekmek alınabiliyormuş 2002’nin Aralığında, 2014 Kasımda 265 kiloluk ekmek alınabiliyor. 181 kilodan, 265 kiloya. 180 kilo makarna alınabiliyormuş, şimdi 313 kilo makarna alınabiliyor. 1.370 adet yumurta alınabiliyormuş, şu anda 2.539 adet yumurta alınabiliyor. 2002’de bir asgari ücret sadece 5 adet gömlek satın alabiliyormuş, bugün bu sayı 15’e çıkmış.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Hangi marka gömlek?

BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Doğal gaza bakıyoruz, tüp ücretine bakıyoruz, hepsinde aynı rakamları görüyoruz.

Yine, en düşük memur maaşına gelelim. En düşük memur maaşıyla 56 kilo çay alınabiliyormuş, bugün 114 kilo çay alınabiliyor. En düşük memur maaşıyla 1.047 metreküp doğal gaz alınabiliyormuş, bugün 1.737 metreküp doğal gaz alınabiliyor. Tüpe bakıyoruz, tüp gaza, 12 kiloluk 19 adet tüp gaz alınabiliyormuş, şu anda 31 adet tüp gaz alınabilmekte. Çok şükür, bu rakamlar nereden nereye geldiğimizi bize somut şekilde göstermekte.

Yine, bir başka önemli çalışma: Türkiye İstatistik Kurumu, ilk defa 2003 yılında vatandaşımızın devlet hizmetlerinden memnuniyetini ölçmeye başladı. Bunu o dönemde çok tartıştık “Böyle bir şey yapılsın mı, yapılmasın mı?” diye. Şimdiye kadar da yapılmamış bir çalışma çünkü devlet ilk defa açık, izlenebilir bir şekilde kendi performansını vatandaşa soruyor ve bunun sonuçlarını da kamuoyuna ilan ediyor.

ALİM IŞIK (Kütahya) – 17-25 Aralıktan sonra nasıl Sayın Bakan?

BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Bakın, 2003 yılında ilk defa bu ölçüm yapılıyor, 2003’te. Sağlık hizmetlerinden memnuniyet yüzde 39,5; 2013’te yüzde 74,7’ye çıkmış. Sosyal güvenlikten memnuniyet yüzde 40,2’ymiş, yüzde 69,6’ya çıkmış. Asayişte yüzde 57’den yüzde 79’a çıkmış. Eğitimde yüzde 48’den yüzde 69’a çıkmış. Adli hizmetlerde de yüzde 45’ten yüzde 52’ye çıkmış. Bu, tabii, iyi bir performans değil, bunun farkındayız. Onun için de hep ne diyoruz? “Yargı reformu” diyoruz ve yargı reformu konusunda mutlaka gerekenleri yapmamız gerektiğini de hep vurguluyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çiftçilerimizle ilgili tabloya şöyle bir bakacak olursak… Sayın Hamzaçebi’nin verdiği rakamları arkadaşlarımız şöyle bir kontrol ettiler, Değerli Tarım Bakanımız en son rakamları bana iletti. Sayın Hamzaçebi’nin -eğer yanlış not almadıysak- şöyle bir ifadesi var, dedi ki: “2002’de 4 kilogram buğdayla 1 litre mazot alınabiliyordu, şimdi ancak 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alınıyor.” Yani şu anda 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alındığının ifadesi var Sayın Hamzaçebi’nin sözlerinde. Oysa, bugün, bakıyoruz, 2014’ün Kasımında buğday piyasalarındaki ortalama fiyat, 1 ton buğday 864 lira.

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Makarnalık buğday o, makarnalık, ekmeklik değil.

İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) – Hayır efendim, hayır, öyle değil o. O rakamlar yanlış.

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Yine bakıyoruz bu yılın ortalamasına, mazot 4 lira 3 kuruş.

Ben, sadece…

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – O rakamlar doğru değil.

BAŞKAN – Sayın Belen, siz yeteri kadar laf attınız bugün, yapmayın, kotanız doldu bence. Rica edeceğim sizden. Yapmayın ya!

İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) – Sayın Başkan, Tarım Bakanı yanlış bilgi veriyor.

BAŞKAN - Ne olur yani? Bunun ne faydası oluyor ki oradan laf atınca?

İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) – Ama yanlış bilgi veriyor.

BAŞKAN – Yapmayın… Rica edeceğim ya, sonuna geldik şu işin, tadında bırakın.

BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Şimdi, şöyle: Sayın Hamzaçebi teftiş kökenli olduğu için, yani rakamları böyle bir başkasının kontrol etmesine de alışık olduğu için, özellikle ondan da cesaret alıp bunları şöyle bir kontrol edelim dedik.

Bakın, 864 lira buğdayın tonu, mazotun da kasım ortalama fiyatı 4,03 lira, pompa fiyatı. Böldüğümüz zaman 4,66 buluyoruz yani 4,66 kilo buğdayla 1 kilo mazot alınabiliyor. İfade 6 kiloydu, önce bunu bir düzeltelim.

Yine, 2002 Kasıma dönelim, 2002 Kasım ayında TMO’nun buğday alım fiyatı 1 ton 230 lira, mazot 1 lira 23 kuruş, onu da hesap ediyoruz 5,34 çıkıyor, yani 4 değil 5,34. Yani 2002 Kasımda 5,34 kilo buğdayla 1 litre mazot alınabilirken bu yıl kasımda 4,66 kiloyla 1 litre mazot alınıyor. Yani burada az da olsa bir iyileşme var, bir bozulma yok, bunu burada ifade edeyim.

İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) - Tarım Bakanı yanlış bilgiler veriyor Sayın Başbakan Yardımcım.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Rakamları dans ettiriyorsunuz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Öte yandan baktığımızda Ziraat Bankamız ve tarım kredi kooperatifleri tarafından çiftçilerimize ve tarımsal üreticilere ne yapmışız? Bakın, biliyorsunuz, Halk Bankası, Ziraat Bankası faizleri “yüzde 46-yüzde 59” bandındaydı 2002’de. Şu anda Ziraat Bankasının tarım kredileri yüzde sıfır ile yüzde 8,25 arasında değişiyor ve şu anda Ziraat Bankası toplam, tam 21 milyar liralık kredi kullandırmış durumda çiftçimize, eski parayla 21 katrilyon. Ve bunun da sübvansiyonuyla ilgili 2015 bütçemizde 1 milyar 300 milyon, eski parayla 1 katrilyon 300 trilyonluk bir ödenek var. 590 bin üreticimiz şu anda bu Ziraat Bankasının tarım kredilerinden faydalanmakta.

Geliyoruz Halk Bankasına, Halk Bankasında şu anda esnafımızın 12 milyarlık hesabı var, yani 12 milyarlık bakiye var, Halk Bankasının esnafımıza kullandırmış olduğu kredi. Sayı orada 124 bin ve 2015 bütçemizde de 600 milyon liralık sübvansiyon koyduk. Çünkü Halk Bankası esnafımıza kredi kullandırırken yüzde 4 ila yüzde 5, iki baremde faiz uygulaması yapıyor, enflasyonun dahi altında.

Bir de Kredi Garanti Fonu uygulamamız var biliyorsunuz, orada da şu anda KOBİ’lerimize 3,8 milyarlık ayrıca kredi garantisi, kefalet sağlamış durumdayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu olumlu tabloyu Türkiye'de istihdam alanında da güzel sonuçlar olarak görüyoruz. Bakın, krizin en derin noktasına, 2009 Ocak ayına baktığımızda ve elimizdeki en son Eylül 2014 istihdam verilerine baktığımızda, Türkiye’de çalışan toplam kişi sayısı 5 milyon 638 bin kişi artmış. Avrupa Birliğinde, Amerika’daki istihdam rakamlarına da baktığınızda, gerçekten tek başına bu kadar yüksek bir istihdam artışı şu anda dünyada yok. Çalışan sayısına göre orantıladığımızda da dünyada en hızlı istihdamın arttığı birkaç ülkeden biri olduk. Son on iki aya dahi baktığımızda, 1 milyon 229 binlik bir istihdam artışını orada yine görmekteyiz.

Başta kadınlarımız olmak üzere iş gücüne katılım oranı Türkiye’de hızla artmakta. 2008’de iş gücüne katılım oranımız toplamda yüzde 44,1 iken Eylül 2014’te yüzde 50,7’ye çıkmış durumda. Yani, bu kadar kısa zamanda iş gücüne katılım oranının 6 puan artması, yine, dünyada şöyle bir yakın ekonomi tarihine baktığımızda pek vaki bir durum değil. İstihdam oranına baktığımızda da yüzde 40’tan yüzde 45,3’e çıkmış bir istihdam oranı söz konusu.

Yine, 2015 bütçesine baktığımızda, 2015 bütçesinde 32,9 milyarlık bizim sosyal yardım harcamamız var yani eski parayla 32 katrilyon 900 trilyonluk bir harcama. Burada ağırlıklı olarak faiz harcamalarından elde ettiğimiz tasarrufu aslında biz sosyal harcamalara yönlendirmiş durumdayız. Başta engelli vatandaşlarımız olmak üzere pek çok toplum kesimine yaygın bir şekilde ulaşan bir kaynak bu.

Yine, nereye, nasıl harcıyoruz diye baktığımızda birkaç örnek vereyim sadece. Engellilerin evde bakımı, engelli ve engelli yakını aylıkları, 65 yaş üstüne verilen aylıklar, engellilerin istihdamı, koruyucu aile programları, kadın konukevleri gibi çok geniş bir alan burada söz konusu.

BAŞKAN – Arkadaki arkadaşlar, ya oturun ya kulise çıkın. Bakın, sizin uğultunuzdan konuşmayı takip edemiyoruz, lütfen… (CHP sıralarından alkışlar) Yani yapmayın bu türlü şeyleri. Sayın bakanlarla makamlarında görüşün ya da kuliste.

BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm bölgelerimizin kalkınma hızlarının artması ve birbirine yakınsaması için kamu yatırımlarını çok önemsiyoruz. Ulaştırma yapısına önem veriyoruz. Yine, sağlık gibi, eğitim gibi alanlarda altyapının güçlenmesine önem veriyoruz. Üçüncü havaalanını yapıyoruz, üçüncü köprüyü yapıyoruz, İzmir-İstanbul otoyolu gibi büyük projeleri gerçekleştiriyoruz.

Burada, yine, tartışmalarda, bütçemizde kamu yatırımlarına ayrılan payın yeterli olmadığı ifade edildi. Bu aslında bizim de katıldığımız bir tespit ama şunu hatırlamalıyız ki biz artık kamu yatırımlarını sadece bütçe kaynaklarımızla yapmıyoruz, etkin bir şekilde kamu-özel ortaklığı projeleri uygulamaktayız. Hatta Türkiye’deki uygulamalar pek çok dünya ülkesine şu anda örnek teşkil etmekte ve biz G20 çalışmalarımız çerçevesinde, biliyorsunuz, Dönem Başkanı olduğumuz G20’de de altyapı yatırımlarını temel bir öncelik alanı olarak ilan ettik, üç önemli öncelikten birisi olarak kamu yatırımlarını ilan ettik. Ve Dünya Bankasından bir çalışma istedik, dedik ki: “Kamu-özel ortaklığı projeleri için siz standart şablonlar oluşturun, standartlar oluşturun ki o standartlara uygun hazırlanan projelerin finansmanı da yine dünya finans kanallarından daha kolay yapılabilsin.” Ve şu anda bu çalışma devam ediyor. İnşallah önümüzdeki yıl kendi Dönem Başkanlığımızda bu çalışmanın neticesini de tüm G20 ülkeleriyle paylaşacağız ve sadece kendi altyapımız için değil, pek çok ülkenin altyapısında daha çok kamu-özel ortaklığı modeli oluşması için özel bir çaba ortaya koyacağız.

Yine, son dönemde yatırımlardan bahsederken, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık hizmet binaları ve devlet ricaline millete hizmet için tahsis edilen ulaşım imkânları üzerinden yapılan tartışmalara da kısaca değinmek istiyorum.

Gerek Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık binaları gerekse hava ulaşımında kullanılan araçlar her şeyden önce şahıslara değil bu hizmet makamlarına tahsis edilmiştir. Milletimizin oylarıyla bu görevlere gelen devlet ricali görevde kaldıkları süre içerisinde bu imkânları devlete ve millete hizmet yolunda kullanacak, anayasal çerçevede demokratik seçimlerle görevden ayrıldıklarında yerlerine gelenlere emaneti teslim edeceklerdir. Tüm bu imkânların gerçek sahibi sadece millettir, emanetin kime verileceğine de yine sadece aziz milletimiz karar verecektir. Milletimizin ve devletimizin itibarını temsil eden hizmet binaları ve araçlar üzerinden tamamen art niyetli polemikler yapılmasının hiç kimseye faydası yoktur. Bugüne kadar, başta yargı kurumları, bakanlıklar ve birçok kamu binaları için büyük yatırımlar yapılmıştır ve devletimizin birçok birimi hizmetin gereğine yakışır imkânlara kavuşturulmuştur. Nasıl 2002’nin şartlarındaki bir hastaneyle bugünkü şartlar çok farklıysa, okullarımızın durumuyla bugünkü okullarımızın durumu çok farklıysa, yollarımızın durumunun 2002’deki şartlarıyla bugünkü şartları nasıl farklıysa, nasıl 18 bin kilometrelik duble yola Türkiye kavuştuysa, yine, havalimanlarına şöyle bir baktığımızda -bir 2002’nin Esenboğa Havalimanı’na bakın, bir bugünkü limana bakın- nasıl şartlar, fiziki imkânlar çok farklılaştıysa, yine Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık hizmet binalarındaki iyileşmeler de Türkiye'nin kalkınmasının, gelişmesinin doğal sonucudur. Türkiye büyümektedir, ülkemiz dünyada hak ettiği yeri hızla alırken temsil ve hizmet imkânlarının da aynı şekilde büyümesinden ve milletimize layık standartlara ulaşmasından da kimse rahatsız olmamalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şöyle bir dünya ekonomisine bakacak olursak, gerçekten küresel kriz sonrasında hâlâ tam bir toparlanmadan söz edemiyoruz. Büyüme eğilimi devam etmekle birlikte, henüz geneli kapsayan dengeli ve sürdürülebilir bir toparlanma sağlanamamış durumda. Kriz sürecinde biriken sorunlardan kaynaklanan kırılganlıklar ekonomik büyümenin önünde engel oluşturmakta. Finansal piyasalara ilişkin riskler geçen yıla göre azalmış olsa da önümüzdeki döneme ilişkin belirsizlikler varlığını sürdürmekte. Küresel büyüme ve dünya ticaretindeki artış kriz öncesi dönemin altında seyretmekte ve son bir yıllık dönemdeki gerçekleşmeler beklentinin de altında kalmakta. Ekonomik aktivitenin toparlanma süreci bölgeler ve ülkeler arasında önemli farklılıklar göstermekte. Amerikan ekonomisi nispeten hızlı toparlanırken avro bölgesi ve Japonya ekonomilerindeki büyüme düzensiz ve yavaş seyretmekte. Amerika’da konut ve istihdam piyasalarındaki iyileşmeyle birlikte iç talep güçlü ama avro bölgesinde –ki bizim ticaret ve yatırım bağlarımızın, finans bağlarımızın en kuvvetli olduğu bölge Avrupa- yavaş, kırılgan ve ülkeden ülkeye değişen bir büyüme yapısı görülmekte. Finans sektöründeki kırılganlıklar devam etmekte ve reel sektörde istenen toparlanma henüz sağlanamamış durumda. Bölgenin enflasyon oranında da sert düşüşler var ve deflasyon riski bugün itibarıyla artmış durumda. Yine Japonya’da yüksek kamu borcu, deflasyon riski ve zayıf büyüme yapısal bir sorun olarak durmakta.

Gelişmekte olan ülke ekonomilerine bakıyoruz, genel olarak bir yavaşlama eğilimi var ve 2009 krizinden sonra küresel büyümeyi sürükleyen gelişmekte olan ülkeler önümüzdeki dönemde eskisi kadar hızlı büyümeyecek. Küresel talebin ılımlı seyri, Çin ekonomisindeki büyümenin yavaşlaması ve doların değer kazanması nedeniyle emtia fiyatları gerilemekte, özellikle petrol fiyatları arz artışı ve zayıf talebe bağlı olarak son dönemde de önemli ölçüde düşüş göstermiş durumda.

İşte, böyle bir durumda, böyle bir ortamda Türkiye'nin önümüzdeki dönemde neler yapacağı son derece kritik. Bakın, hemen yanı başımızdaki Suriye’de bir iç savaş var ve bu iç savaş evreler değiştirerek devam etmekte. Hemen sınırımızın 50-100 metre ötesinden tutun da, Suriye’nin derinlerine kadar çok ciddi bir güvenlik riski söz konusu. Irak’ta siyasi istikrar hâlâ sağlanabilmiş değil ve şu anda Irak topraklarının neredeyse üçte 1’i bir terör örgütünün işgali altında. Öbür taraftan, hemen kuzeyimize bakıyoruz, Rusya ve Ukrayna arasındaki problemler ve gerginlik Ukrayna ekonomisi üzerinde son derece olumsuz etkiler göstermişti, Ukrayna ekonomisi bu sene yüzde 6-7 daralacak. Rusya’da ise -hepinizin takip ettiği- finansal kriz Rus ekonomisinin en az iki yıl boyunca ciddi bir resesyonun içine düştüğünü bizlere göstermekte. Yani, jeopolitik ortam maalesef son derece negatif.

Öte yandan, bakıyoruz, Avrupa’da ekonomide ciddi bir zayıflık söz konusu, bir toparlanma söz konusu değil. Amerikan Merkez Bankasının parasal sıkılaştırmaya başlaması ve faiz artımına geçmesi yine Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkilemekte. Bütün bunlara rağmen, bütün bu saydığım şartlarda Türkiye büyümeye devam ediyor. Bu sebeplerden bir tanesi dahi, jeopolitik konumlar, tek başına Türkiye'yi bir resesyona düşürebilirdi. Suriye’deki iç savaş Türkiye'yi bir resesyona düşürebilirdi. Irak’taki bu son tablo Türkiye'yi resesyona düşürebilirdi. Bunların her birisi tek başına Türk ekonomisini bir durgunluğa, eksi büyümeye itebilecek güçte gelişmeler. Bunları mutlaka dikkate almamız gerekiyor. Biz bunlara rağmen büyümeye devam ediyoruz.

Bakın, 2014 için gelişmekte olan ülkelerin büyüme beklentileri: Latin Amerika’nın tümüne bakıyoruz, büyüme bu yıl yüzde 1,3; bütün Latin Amerika ülkelerini topluyoruz, ağırlıklı ortalamasını hesap ediyoruz, yüzde 1,3. Orta ve Doğu Avrupa’ya bakıyoruz, büyüme yüzde 2,5. Çin ve Hindistan’ı çıkarıyoruz, geri kalan Asya’ya bakıyoruz, büyüme yüzde 2,7. Türkiye'nin bu yıl yüzde 3,3; gelecek yıl ise yüzde 4 büyümesini bekliyoruz. İçinde bulunduğumuz küresel ekonomik konjonktür ve jeopolitik şartlar dikkate alındığında, gerçekten, Türkiye'nin büyümesi ve istihdam üretmeye devam etmesi başlı başına önemli bir başarı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz Orta Vadeli Program’ımızı 8 Ekim 2014 tarihinde kamuoyuyla paylaştık. 2015-2017 dönemini kapsayan bu Orta Vadeli Program’ımıza baktığımızda, burada temel öncelikler nedir? 1) Enflasyonun düşmesi. 2) Cari açığın düşmesi. 3) Yapısal reformlara hız vermek yoluyla büyüme potansiyelimizin artması.

Bununla alakalı, bu program döneminde hedeflerimiz ne? Büyümenin gelecek yıl 4, 2016’da ve 2017’de yüzde 5 olmasını bekliyoruz. 2015-2017 döneminde ortalama istihdam artışının yıllık yaklaşık yüzde 2,2 olmasını bekliyoruz ve dönem sonunda işsizliğin yüzde 9,1’e düşmesini bekliyoruz. Enflasyonun gelecek yıl yüzde 6,1; 2016 ve 2017 yıllarında ise yüzde 5 olmasını hedefliyoruz. Yine, Orta Vadeli Program’da cari açığımızdaki düşüşün devam etmesini bekliyoruz. Geçen sene yüzde 7,9 olan cari açık bu sene yüzde 5’e doğru inecek ve gelecek yıl eğer petrol fiyatları düşük olmaya devam ederse yüzde 4 civarında bir cari açığı gelecek sene görmemiz de mümkün.

Bunları elde etmek için bütçedeki sıkı duruşumuzu devam ettiriyoruz. Bakın, bütçe açığımız 2014 yılı için, bu yıl için, bu yıl şu anda uygulamakta olduğumuz bütçede millî gelirin yüzde 1,9’u olarak hedefleniyordu; yüzde 1,9 açık verecek şekilde biz bu yılın bütçesini yaptık. Ama şu gün itibarıyla bakıyoruz ki inşallah yüzde 1,4’le bitireceğiz yani millî gelirimizin yüzde yarımı kadar daha düşük bir bütçe açığıyla bu yılı kapatacağız.

Şu anda görüşmekte olduğumuz 2015 bütçemizin açık hedefi yüzde 1,1. Bakın, dünyada şu anda bütçe açığını yüzde 1’e indirebilmiş ülke sayısını belki iki elin parmaklarıyla ancak sayarsınız. Bunu, hamdolsun, bugün burada, bu yüce Meclis çatısı altında gerçekleştirdiğimiz ve oylayacağımız bütçede hedefliyoruz. Ve 2017 için, Orta Vadeli Program’ımızda açıkladık, 2017’nin bütçe açık hedefi yüzde 0,3. Yani, neredeyse 2017’de denk bütçeye yürüyoruz. Bunlar gerçekten, kamu maliyesinde ne kadar sıkı durduğumuzu gösteren çok çok önemli rakamlar.

Ben şunu da buradan, bu kürsüden yine açıkça ifade etmek istiyorum ki: İnşallah, hep beraber, Allah kısmet ederse göreceğiz ki 2015 yılı, 2014 yılına göre her açıdan daha iyi bir yıl olacak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 2015 yılının büyümesi 2014’e göre daha yüksek bir büyüme olacak. 2015’te cari açık 2014’e göre daha düşük bir cari açık olacak. 2015’te enflasyon 2014’e göre daha düşük olacak ve 2015 yılı seçimin olduğu bir yıl, asla seçim ekonomisi olmayacak. Zaten, yüzde 1,9 hedeflemişiz, yüzde 1,4’lük bütçe açığıyla kapatıyoruz, gelecek yıl yüzde 1,1’lik bir bütçe açığı hedefliyoruz. Sadece bu parametrelere bakan hiç kimse tutup da 2015 yılının bir seçim ekonomisi yılı olduğunu zaten iddia edemez. Bütün bunun teknik şartları da bunu bize göstermekte.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 62’nci Hükûmetimiz, önümüzdeki dönemde Onuncu Kalkınma Planı’nın daha etkin uygulanmasını sağlayacak olan Öncelikli Dönüşüm Programları’nın hayata geçirilmesi konusunda kararlı. Öncelikli Dönüşüm Programı dediğimiz, Türkiye’nin şiddetle ihtiyaç duyduğu yapısal reformlar ve bunları somut eylem planlarına döktük. Yani, 25 ayrı alanda 1.350 eylemle biz bu reformları gerçekleştireceğiz, bunu açıkladık. Sayın Başbakanımız ilk grubu kasım ayında açıkladı, ikinci grubu geçtiğimiz hafta açıkladı. İlk grupta tam 417 eylemi açıklamış olduk, ikinci grupta 425 tane eylem açıklamış olduk ve en sonunda geri kalanların da açıklanmasıyla beraber sayı yaklaşık 1.350 olacak. Bu 1.350 eylemin her birisinin karşısında bir tarih var ve sorumlu kuruluş belli.

Ben şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki bizim, kendi on iki yıllık iktidar dönemimizdeki en kapsamlı ve en iddialı yapısal reform programını biz bugünlerde ortaya koymaktayız. Âdeta, şimdiye kadar kendi yaptıklarımızın da ötesinde bir performansı ortaya koyacak şekilde ve Türkiye’nin gerçek anlamda sürdürülebilir ve daha yüksek büyüme oranlarına kavuşmasını sağlayacak reformları önümüzdeki dönemde kararlılıkla gerçekleştireceğiz.

Peki, burada neler var? Hangi alanlarda Türkiye’nin daha iyi reformlarla yola devam etmesi gerekiyor?

1) Üretimde verimliliğin artırılması: Yani, ekonomimizdeki yapıyı daha verimli hâle getirebilmek. Daha verimli hâle getirmek ne demek? Daha az kaynakla daha yüksek bir üretim yani bir bakıma ülkenin toplam faktör verimliliğini artırmak.

2) İthalata olan bağımlığın azaltılması: Bu klasik ithal ikamesi değil. Türkiye’nin pek çok sektörde rekabet gücünü artırarak kendi ürünleriyle kendi iç piyasasına hâkim olması ve böylece ithalat yoluna başvurmak zorunda kalmaması.

3) Yurt içi tasarrufların artırılması ve israfın önlenmesi: Tasarruf oranlarımızın artırılmasını çok önemsiyoruz ve bununla ilgili de yeni programlar başlattık. Örneğin, yeni başlattığımız, geçen sene başında uygulamaya koyduğumuz Bireysel Emeklilik Sistemi’nde şu anda vatandaş sayımız 5 milyonu geçti, toplanan fon da 37 milyar liraya ulaştı, eski parayla 37 katrilyon. Gerçekten, bu yeni sistem ülkenin tasarruf oranlarına şimdiden katkıda bulunmaya başladı. Orta, uzun vadede çok daha güzel sonuçlar alacağımızı bekliyoruz.

4) İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi olması: Finans sektörü son derece önemli. Bir ülkenin kalkınmasının sıhhatli bir şekilde finanse edilmesi o ülkenin kalkınma performansını doğrudan belirleyen bir konu ve İstanbul’un sadece Türkiye için değil, bütün içinde bulunduğumuz coğrafya için bir finans merkezi hâline gelmesini çok önemsiyoruz ve ülkemizin büyümesini tetikleyecek önemli bir konu olarak görüyoruz.

5) Kamu harcamalarının rasyonelleştirilmesi: Doğru mali disiplini sağladık, daha da güçlendiriyoruz ama harcama kompozisyonumuzun gözden geçirilmesi, harcamalarımızın daha etkin yapılması da bir ihtiyaç yani “İyiyi çok daha iyiye nasıl götürürüz?”ün şu anda çabası içindeyiz.

6) Kamu gelirlerinin kalitesinin artırılması: Yani bütçe gelirlerimizin kompozisyonu ve gelir kompozisyonunun daha verimli, daha yüksek bir ekonomik yapıya, daha yüksek bir büyüme hızına nasıl bizi ulaştıracağı.

7) İş ve yatırım ortamının geliştirilmesi: Yerli-yabancı ayırt etmeden, Türkiye’nin yatırımcılar için, iş yapmak isteyenler için daha kolay bir ülke hâline gelmesi, iş yapmanın daha kolay olduğu bir ülke hâline gelmesi.

8) İş gücü piyasasının etkinleştirilmesi: Yani, buradan daha çok verimi nasıl elde ederiz? İnsan bizim en önemli kaynağımız, daha iyi yetiştirerek ve eğitim sistemimiz ile iş gücü piyasamız arasındaki bağları kuvvetlendirerek çalışan insanlarımızın daha yüksek katma değer üretmesini nasıl sağlayabiliriz?

9) Kayıt dışı ekonominin azaltılması: Yani ülkemizde daha kayıtlı bir yapıya geçilmesi.

10) İstatistiki bilgi altyapısı: Doğru bilgiye sahip olmak, doğru bilgiyle daha doğru kararlar alabilmek, bu konudaki elde ettiğimiz başarıları daha da çoğaltmak.

11) Öncelikli teknoloji alanlarında ticarileşme: Yani araştırmayı, geliştirmeyi, teknolojiyi daha iyi bir rekabet gücü olarak nasıl kullanabiliriz, daha yüksek katma değerli üretimde bunu nasıl kullanabiliriz, bunları çalışacağımız alanlar.

13) Yerli kaynaklara dayalı enerji: Yani, enerjide ithalata bağımlılığımızı azaltmak, yenilenebilir yerli kaynaklarla Türkiye’nin kendi enerji kaynaklarını daha çok kullanması, büyüyen, gelişen bir ekonomi olarak, şiddetle enerjiye ihtiyaç duyan bir ekonomi olarak bu enerjinin daha çok kendi kaynaklarımızla karşılanması.

15) Tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi: Küresel ısınma ve çölleşme karşısında su kaynaklarını, sahip olduğumuz suyun her bir damlasını israf etmeden, daha etkin, tarımda nasıl kullanabiliriz? Bununla ilgili çok önemli bir çalışma alanı.

16) Sağlık endüstrilerinde yapısal dönüşüm: Sağlığa artık bir endüstri olarak bakıp ilacıyla, sağlık hizmetleriyle dünya standartlarında ve bu alanlarda ihracat yapacak bir alana nasıl gelebiliriz? Yani, 17’nci alanımız olan sağlık turizminin geliştirilmesine nasıl katkı verebiliriz?

18) Taşımacılıktan lojistiğe dönüşüm: Türkiye’nin sahip olduğu coğrafya, eşi benzeri olmayan, paha biçilmeyen bir coğrafya. Tam kavşak noktasındayız, kıtaların, denizlerin, kültürlerin buluştuğu noktadayız. İşte bunu, sadece basit bir taşımacılıktan stratejik, lojistik yönetimine nasıl çevirebiliriz. Bunu çalışacağımız çok önemli bir alan.

19) Temel ve mesleki becerileri geliştirme: Yani, insanımızın günün ekonomik şartlarına uygun niteliklere ulaşmasını sağlamak için neler yapmalıyız? Dünya değişiyor, ekonomik yapımız değişiyor. Genç nüfusumuzu ve büyüyen nüfusumuzu yeni ekonomik yapımıza nasıl adapte edebiliriz? Bununla ilgili çok önemli bir çalışma alanı.

20) Nitelikli insan gücü için çekim merkezi olmak: Yani, dünyanın neresinden gelirse gelsin, eğer nitelikliyse, katma değer üretiyorsa ve Türkiye’nin ekonomisine, sosyal hayatına destek verecekse kapılarımızı açık tutabilmek.

21) Sağlıklı yaşam ve hareketlilik: Toplumumuzun daha sağlıklı ve daha hareketli olmasını nasıl sağlayabiliriz, Hükûmet olarak neler yapmalıyız?

22) Ailenin ve dinamik nüfus yapısının korunması: Aile bizim kültürümüzün temeli. Bir siyasi parti muhafazakâr bir siyasi parti olduğunu söylüyorsa muhafazakârlığın uluslararası tanımında mutlaka aile vardır, ahlâk vardır, dinî değerler vardır, kültür vardır ve bunların hepsini dinamik nüfus yapısıyla beraber nasıl daha iyiye götürebiliriz?

23) Yerelde kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi: Yani, Türkiye'nin tüm sathında, kurumlarımızın, yerel yönetimlerden tutun, ta en küçük birimlere kadar kapasitesinin güçlendirilmesi, daha verimli çalışmasının sağlanması. Bunların her birinin altında bileşenler var, her birinin altında 50, 60, 80, 100 tane eylem var.

24) Rekabetçiliği ve sosyal uyumu geliştiren kentsel dönüşüm: Bakın, sadece “Bir kentsel dönüşüm.” demiyoruz, “Rekabetçiliği ve sosyal uyumu geliştiren bir kentsel dönüşüm.” diyoruz. Burada, kentsel dönüşüme bir nitelik getiriyoruz. Yani, sadece hızlı bir şekilde gecekondudan apartmanlara dönüş değil, bunu yaparken daha rafine, daha dikkatli nasıl politikalar uygulayabiliriz, bunun altyapısını şimdiden kuruyoruz.

25) Ve sonuncu kalemimiz de, kalkınma için uluslararası iş birliği altyapımızın gelişmesi: Türkiye, geçen yıl 3,3 milyar dolarlık dış yardımıyla dünyada artık yükselen bir donör ülke. Geçen yılki insani yardımlarımıza bakacak olursak dünyada 3’üncü sıraya yükseldik. Dünyada nominal rakam olarak en çok insani yardım yapan 3’üncü ülkeyiz, millî gelire oranla hesap ettiğimizde de 1’inci ülkeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Burada da komşuluk kültürümüzle hareket ediyoruz. Biz ne diyoruz? “Komşusu açken kendisi tok uyuyan bizden değildir.” Ama, komşuluk kavramı değişti, dünyanın neresinde olursa olsun, eğer insanlar sıkıntı çekiyorsa, yardıma ihtiyacı varsa ve biz bundan haberdarsak orada vebal başlıyor, sorumluluk başlıyor ve biz bu anlayışla hareket ediyoruz ve tabii ki kaynaklarımız nispetinde elimizden gelenin azamisini yapmaya çalışıyoruz.

Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; Türkiye uluslararası kuruluşlarla olan ilişkisini de çok farklı bir evreye soktu. Bakın, ilk defa, Uluslararası Para Fonunda, yönetilen ve kredi alan bir ülke kategorisinden kredi veren ve yöneten ülke kategorisine geçtik. Hazine Müsteşarımız Sayın Çanakcı, 1 Kasım itibarıyla artık Uluslararası Para Fonunun Yönetim Kuruluna yani İcra Direktörleri Heyetine resmen girdi ve şu anda, karar alıcı heyetin üyesi.

Öte yandan, bakıyoruz, Dünya Bankasında yeni yaptığımız Ülke Grubu Anlaşması’yla beraber, 2014-2016 yılları arasında İcra Direktörlüğü Vekilliği ve 2020-2024 yılları arasında da İcra Direktörü görevini üstlenmiş durumdayız. Bunun anlaşmasını imzaladık çünkü her iki kuruluşta da hissemiz neredeyse 2’ye katlandı. “Artık, büyüyen bir ekonomi olarak yönetimde de söz sahibi olmak istiyoruz.” dedik, çalıştık, uğraştık ve çok şükür bunları aldık. Şimdi, Dünya Bankasında da, aynı Uluslararası Para Fonunda olduğu gibi, 2020-2024 yılları arasında dört yıl bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşımız orada, yönetimde artık oturacak.

G20’nin Dönem Başkanlığına seçildik. Bakın, bu böyle sırayla üstlenilen bir rol değil, seçimle oluyor ve mutabakatla seçiliyor yani 19 ülke, artı Avrupa Birliği, G20’nin tüm üyelerinin tam yüzde 100 oyunu almak gerekiyor ki Dönem Başkanlığını üstlenebilelim. Biz bu seçimlerde başarılı olduk ve bu Başkanlığı seçimle elde ettik. Başkanlığımız boyunca gerçekten çok önemli bir sınav vereceğiz. Türkiye’nin şu son on iki yıllık başarılarını ve dünyadaki ekonomik gelişmeleri ne kadar yakından izlediğimizi ve bu gelişmelere yön verecek bilgi, tecrübe ve kapasiteye sahip olduğumuzu da inşallah, o masanın başında, o 20 ekonominin başında oturarak göstermiş olacağız. G20 demek dünya nüfusunun üçte 2’si demek. G20 demek dünya ticaretinin yüzde 75’i demek. G20 demek dünya ekonomisinin yani gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 85’i demek. Gerçekten, temsil gücü çok ağır bir yapıdan bahsediyoruz ve bunun Başkanlığından bahsediyoruz ve gündemi biz belirliyoruz, Başkanın kabul etmediği hiçbir konu gündeme girmiyor ve bizim gündemde olmasını istediğimiz ne kadar konu varsa, çok şükür hepsi kabul edildi çünkü o da 20 ülkenin onayıyla ve mutabakatıyla yapılıyor ve şu anda, o gündemi, aralık ayında yapılan müsteşarlar, merkez bankaları başkan yardımcıları ve “şerpa”lar toplantılarında bunların hepsini belirlemiş ve kesinleştirmiş olduk.

Dünya ekonomisinin daha hızlı büyümesini nasıl sağlayacağımızı masaya yatırıyoruz. Yatırımların, özellikle altyapı yatırımlarının çoğalması için, pek çok ülkenin büyümesine destek vermesi için neler yapmamız gerekiyor, bunu masaya yatırıyoruz. İstihdamın, özellikle kadın ve genç istihdamının artması için neler yapmamız gerekiyor, masaya yatırıyoruz. Sağlam bir finans sistemi için, daha dengeli bir finans yapısı için neler yapmamız lazım, küresel bankacılıkla ilgili ne tür düzenlemeler yapmamız lazım, bunların uygulaması bu dönemde çok çok önemli olacak. Çok taraflı ticaret sisteminin güçlendirilmesi, Dünya Ticaret Örgütü, ister TTIP ister TPP gibi geniş bölgelerdeki yeni ticaret anlaşmalarının etkinliğini yine masaya yatırıyoruz. Kalkınma, enerji, iklim değişikliği, uluslararası vergilendirme gibi temel küresel ekonomiyle ilgili tartışma alanları burada, Türkiye’de görüşülecek. İlk defa bir enerji bakanları toplantısı yapıyoruz. Çalışma bakanlarımız toplanıyor, ticaret bakanlarımız toplanıyor, turizm bakanlarımız toplanıyor. Yine, tarım ve gıdadan sorumlu bakanlarımızın toplanması için girişimde bulunduk, çalışıyoruz ve olacağını tahmin ediyoruz. Dışişleri bakanlarımız toplanıyor. Bu 19 ülke artı Avrupa Birliğinin Liderler Zirvesi’ni 2015’te 15-16 Kasımda Antalya’da Türkiye’de yapıyoruz ve 2004’teki NATO Zirvesi’nden bu yana ev sahipliği yaptığımız en önemli uluslararası organizasyonun çok şükür, alnımızın akıyla, başarılı bir şekilde gerçekleştirileceğine inanıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu politikalarda biz hep insanı ön plana koyuyoruz. G20 masasında da “Önce insan.” dedik ve “Gelişmekte olan az gelirli ülkelerin sorunlarını da biz masada görüşmek istiyoruz.” dedik. “Dünyanın en az gelişmiş ülkelerinin sorunlarını da bu masaya getireceğiz.” dedik. “Her gündem, her başlık altında KOBİ’lerin bu masada tartışılması gerekiyor.” dedik ve bunların hepsi geniş bir kabul gördü.

Türkiye, sadece o masa etrafındaki 20 ülkenin sorunlarını konuşmayacak; dünyada en ücra köşede kalmış ve en az gelişmiş ülkelerin sorunlarını da G20 masasına taşıyacak. Bizim kapsayıcı ve kucaklayıcı bir yaklaşımla insan odaklı anlayışımızın G20’ye taşınması da ilk defa Türkiye’nin Dönem Başkanlığında gerçekleşiyor.

Yine, istihdam dediğimizde, girişimcilik dediğimizde, araştırma-geliştirme dediğimizde KOBİ’ler son derece önemli. Türkiye’de şu anda ihracatın yüzde 61’ini KOBİ’ler yapıyor, istihdamın yüzde 75’i KOBİ’lerde. Bu sadece Türkiye’de değil, Almanya gibi, İtalya gibi gelişmiş ülkelerde dahi böyle fakat KOBİ gündemi G20’de şimdiye kadar yoktu. Sadece büyük şirketler orada biraz etkindi ve büyük şirketlerde çalışanların sendikalarının bir etkinliği vardı. Biz KOBİ gündemini koyuyoruz ortaya ve Uluslararası Ticaret Odasıyla beraber de küresel bir KOBİ forumu kuruyoruz ilk defa ve bunun merkezinin de İstanbul’da olmasını istiyoruz. Sadece G20 Dönem Başkanlığımızda değil, dünya KOBİ’lerin sesini kalıcı olarak duyuracak yapının, yeni kurumun da inşallah, İstanbul merkezli kurulmasını hedefliyoruz. Dünya Ticaret Örgütüyle de mutabakata vardık; hem Başkan hem Genel Sekreter geçtiğimiz haftalarda Türkiye’deydi, onlar da fikri çok çok beğendiler ve beraberce Türkiye’nin de kurucusu olduğu bu yapıyı inşallah oluşturuyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Şeyh Edebali’nin öğüdü doğrultusunda “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” ilkesi her alanda ve her anlamda Türkiye’de hayata geçiriliyor. Milletimizle kurduğumuz irtibat ve gönül bağı sayesinde milletimizin refah düzeyi artarken devletimiz daha da güçlendi, devletimiz itibar kazandı, bölgesinde ve dünyada daha etkin bir konuma yükseldi. Milletin tamamını kucaklayan, tamamının sesine kulak veren, 77 milyonu eşit, beraber, kardeş gören bir anlayışla devlet, milletin hizmetkârı hâline geldi.

On iki yıl içinde, her alanda çok büyük reformlar gerçekleştirdik. Demokratikleşmede çok önemli adımlar attık. Demokrasi ile ekonomiyi beraberce yükseltmek için büyük bir gayret içinde olduk. Biliyoruz ki ileri bir demokrasi olmadan ileri, gelişmiş bir ekonomi olamaz ama aynı zamanda, hızla kalkınan bir tablo o ülkede yoksa o ülkedeki demokrasinin ilerlemesi konusunda da sorunlar ortaya çıkabilir. Yani, ekonomi ile demokrasiyi böyle, beraberce yüceltmek, yükseltmek bizim temel politikamız oldu bu dönemde. Her iki alanda da eş zamanlı bir yükseliş yaşandı Türkiye’de. Ekonomik başarılarımız demokrasimizi destekledi, demokratik adımlarımız ekonomimizi yükseltti.

Başta Avrupa Birliği üyeliği olmak üzere, dış politikadaki aktif tutumumuzla hem Türkiye’yi büyüttük hem dünyada hakkı savunan bir ülke olarak takdirleri topladık.

On iki yıl boyunca demokratikleşme alanında ekonomide, sosyal yaşamda ve dış politikada gerçekleştirdiğimiz adımlar, âdeta hayal gibi görünen, gerçekleşmesine imkân ve ihtimal tanınmayan reformlardı. Şu anda, Türkiye, terör meselesini çözerken sadece gençleri yaşatmakla, annelerinin gözyaşını dindirmekle kalmıyor, ekonomik anlamda da çok büyük bir kaynağı Türkiye’ye, milletimize yeniden kazandırmaktayız. Türkiye, çözüm süreciyle millet olarak topyekûn kazanmaya çalışırken birileri de maalesef Vandalizmi teşvik ediyor, terörün devam etmesinden nemalanmaya çalışıyor. Bunların hepsinin farkındayız. Kararlılığımızdan da asla bir adım geri atmayacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada bir hususu, gerek sizlere gerekse aziz milletimize bir kez daha açık açık ve altını çizerek vurgulamak istiyorum. Yolsuzluklar konusunda Hükûmetimiz, göreve başladığı ilk günlerden itibaren çok ciddi bir hassasiyet içinde olmuştur. Şeffaflık ve hesap verebilirlik temel ilkelerimiz olmuştur. AK PARTİ iktidarı, yolsuzlukla mücadeleyi, yasaklarla mücadeleyi, yoksullukla mücadeleyi en temel ve en acil hedefleri olarak belirlemiş ve bu 3Y’nin üzerine kararlılıkla gitmiştir. AK PARTİ Hükûmetlerinin en belirgin vasfı hiç kuşkusuz güven olmuştur, hizmet olmuştur.

Eğer Hükûmetimiz yolsuzluklara karşı gerçekten büyük bir hassasiyet içinde olmasaydı, Türkiye’de refahın bu kadar artması kesinlikle mümkün olamazdı. Eğer AK PARTİ iktidarı yolsuzluklara karşı son derece dikkatli olmasaydı, var olan 347 bin adet dersliğe on iki yılda 234 bin adet derslik eklenemezdi. Yolsuzluklara müsamahanın olduğu bir Türkiye’de Marmaray yapılamazdı, hızlı tren hatları inşa edilemezdi, hem ülkemizde hem ta Somali’de, ta Myanmar’da, Filistin’de, Suriye’de, Afganistan’da, Afrika’da yoksulların elinden tutulamazdı. Yolsuzlukların üstü örtülseydi Merkez Bankasının rezervi 28 milyar dolardan 132 milyar dolara yani bu tarihî seviyelere yükselemezdi, 23 milyar dolar olan IMF’e olan borç sıfıra inemezdi, hazinenin borçlanma faizi yüzde 63’ten yüzde 8’lere inemezdi. Eğer yolsuzlukların üstü kapatılsaydı, kamu borcunun millî gelire oranı yüzde 74’ten yüzde 33’e inmezdi, inemezdi. Eğer Türkiye’de yolsuzluklara göz yumulsaydı, AK PARTİ bugüne kadar girdiği bütün seçimlerden zaferle çıkamaz, milletin güvenini kazanamaz, milletin bu kadar yoğunlukta teveccühüne mazhar olamazdı.

Bakın, geçen yıl 20 Aralık tarihinde, yine bu kürsüden sizlere ifade ettiğim bazı sözlerimi aynen kelime kelime paylaşmak istiyorum. Tarih 20 Aralık yani 17 Aralıktan üç gün sonra, yine bu kürsüde, o zaman Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlık döneminde, uygun görmeleriyle sizlere hitap etmiştim. O günkü ifadelerimi aynen tekrar ediyorum, tırnak açıyorum:

“Ancak burada şunu da milletimizin özellikle bilmesini istiyorum: Seçimlere sadece üç buçuk ay kala bu olaylar gerçekleşti. Ancak, şöyle bir zamanlamasına baktığınızda, muhtevasına baktığınızda, yöntemine baktığınızda medyada işleniş ve servis tarzına baktığınızda burada, maalesef bir siyaset mühendisliği görüntüsü vardır ve eğer böyleyse bu oyun yeni Türkiye’ye, büyük Türkiye’ye yönelik bir oyundur. Bu oyun doğrudan doğruya Türkiye’yi, doğrudan doğruya Türkiye siyasetini, doğrudan doğruya Türkiye’nin büyük ideallerini hedef almaktadır.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu Meclis tutanaklarından, deşifrelerden okuyorum kendi sözlerimi. “Bu oyun millî iradeye kastetmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinden, iktidardan ve muhalefetten beklenen, bu olanlar karşısında ilkeli, prensipli bir tutum sergilemektir. Milletin aleyhine olan hiç kimsenin, hiçbir örgütün, hiçbir siyasi partinin lehine olamaz -buraları dikkatle dinlemenizi özellikle rica ediyorum- millet esastır. Biz hiçbir yolsuzluğu örtmeyiz, hiçbir yolsuzluğa duyarsız kalmayız ama büyüyen Türkiye’ye yönelik hiçbir girişim, hiçbir oyun karşısında da seyirci kalmayız, kalamayız. Biz on bir yıl boyunca –o gün on bir yıldı çünkü- her türlü çeteyle, her türlü illegal örgütle, her türlü yolsuzlukla mücadele ettik ve bu mücadelemizi cesaretle verdik. Bundan sonra da mücadelemiz devam edecek.” Tırnağı kapatıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakın, işte, daha sonra ortaya çıkan belgeler -Sayın Cumhurbaşkanımıza “dönemin Başbakanı” ifadesi kullanılıyormuş, onları gördük daha sonraki belgelerde- bu ilk teşhislerimizin ne kadar doğru olduğunu aynen gösterdi.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakan, şu anda yukarıda 4 tane bakan oylanıyor. Yani, bari bunları okumayın burada.

BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Bugün, neredeyse tam bir yıl geçti ve aynen gösterdi. “Dönemin Başbakanı” dedikleri Başbakan, dönemin tuzağını gördü ve millet de bu oyunu gördü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Milletimiz bu tuzağı ters yüz etti, 30 Martta ve 10 Ağustosta da en iyi hakem olan sandıkta, gereken en güzel cevabı verdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Tuzak kuranların millet nezdinde hiçbir itibarları olmadığını da gördük, yaşıyoruz. Koalisyon çabaları da, kapı kapı AK PARTİ aleyhtarlığı da, din istismarı da kimseye itibar getirmedi, bunu da yaşadık, 30 Martta yaşadık, daha sonra Cumhurbaşkanlığı seçiminde, 10 Ağustosta yaşadık. Yani, farklı kombinasyonlar, permütasyonlar, koalisyon çabaları da yine kimseye itibar getirmedi. Millet bu operasyonu yapanlara hem de onların arkasına takılanlara şunu söyledi: “Biz bu Hükûmetten memnunuz, iktidar partisinden memnunuz. Bu Hükûmetin bizim irademizi temsil ettiğini ve bize hizmet ettiğini eserlerinden biliyoruz. Öyle, operasyonlarla, tuzaklarla biz millî iradeyi çiğnetmeyiz.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yine, bu millet, o “dönemin Başbakanı” diyen ve o günlerde sahte dokümanları hazırlayanlara şu cevabı da verdi: “Biz o Başbakanı alırız, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı da yaparız.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; millet, ferasetiyle en büyük hakemdir. Milletimiz sergilenen oyunları çok net bir şekilde görüyor, izliyor. Milletimizin gönül penceresi açık. Milletimiz gerçekten pek çok olay karşısında çok sıhhatli analiz yapabiliyor, doğruyu ve eğriyi çok iyi ayırt edebiliyor. Sizlerin ve milletimizin şunu çok iyi bilmesini istiyoruz ki her türlü saldırıya karşı göğüs gererek Türkiye’yi büyütmeye devam edeceğiz, demokrasimizi ilerletmeye devam edeceğiz. Kim ne derse desin, çocuklarımıza, gençlerimize artık üzerinde operasyon yapılamayan bir Türkiye emanet etmek için aynı heyecanla, aynı gayretle çalışmaya devam edeceğiz.

Kim ne derse desin, çözüm sürecini kararlılıkla devam ettireceğiz. Çözümsüzlükten nemalananları halkımız, milletimiz gayet iyi anladı, gördü. Bakın, etnik kökeni ne olursa olsun, mensup olduğu din, ait olduğu, aidiyet duyduğu mezhep ne olursa olsun, 77 milyonun tümü bunu gördü, çözümsüzlükten nemalananları gördü, terörden nemalananları gördü, gençlerin kanından beslenenleri gördü milletimizin sağduyusu son derece kuvvetli ve işte bunun içindir ki ölümlerden, kandan ve gözyaşından beslenenlere karşı mücadele etmeye, gençleri yaşatmak için çırpınmaya devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yıkanlara karşı duracağız, inşa etmeye devam edeceğiz. İstikrarla, güvenle, daha güçlü bir kardeşlikle Türkiye’yi yüceltmeye devam edeceğiz. Demokrasiyi daha da derinleştirmeye devam edeceğiz.

Devletimiz 77 milyonun tümünü aynı samimiyetle kucaklıyor, kucaklamaya devam edecek. Aktif dış politikası, itibarı artan bir Türkiye’nin, kirli çıkarları zedelenen bazı çevreleri rahatsız ettiğini biliyoruz. Türkiye’nin güçlenmesini, büyümesini, tüm dünyada sözü dinlenen itibarlı bir ülke olmasını kıskananlar olduğunu biliyoruz. Kim ne derse desin biz dünya genelinde hakkı savunmaya devam edeceğiz, doğruyu savunmaya devam edeceğiz.

2023’e, cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yıl dönümüne şurada artık sadece dokuz yıl kaldı. Bu dokuz yıl içinde daha çok çalışarak 2 trilyon dolarlık millî gelire, 25 bin dolarlı kişi başı millî gelire ve 500 milyar dolarlık ihracat hedefine inşallah hep beraber ulaşacağız. Bizim, kendi denizaltısını üreten, kendi savaş uçaklarını imal eden, kendi ürettiği uyduları kendisi uzaya fırlatabilen bir Türkiye inşası hayalimiz var. Bu hayali gerçekleştirmeye başladık, somut adımlarla bu hayali gerçekleştiriyor ve hedeflerimize basamak basamak ulaşıyoruz. Yatırımın önündeki engelleri tek tek kaldırıyoruz, Türkiye’yi yatırımlar için daha uygun hâle getirip, daha cazip bir ülke hâline getirip, küresel bir yatırım üssü hâline getirmeyi planlıyoruz. Son on iki yıllık icraatımız, son on iki yılda ortaya koyduklarımız bu gelecek hayallerimizin aslında iddialı ama bir o kadar da gerçekçi hedefler olduğunu bize göstermekte. Hayal etmek güzeldir, hayal ulaşılamayanı da düşünmek demektir, ulaşılmazı da dikkate almak demektir. Biz, çok şükür bugüne kadar Türkiye için hayal ettiklerimizi tek tek gerçekleştirdik ve bundan sonraki dönemde de hedeflerimize inşallah hep beraber ulaşacağız. Türkiye’yi bu hedeflerinden, bu hayallerinden uzaklaştırmaya çalışanlar oldu, olacak ama bunlar bize kararlılığımızdan asla geri adım attırmayacak. Türkiye’nin gerçekten toplumuyla, ekonomisiyle, dünyadaki görünürlülüğüyle ve etkinliğiyle hangi noktadan hangi noktaya getirdiğimizi hepimiz çok açık görüyoruz.

Bugün, bakın, Türk Hava Yolları 108 ülkeye uçuş yapıyor artık İstanbul’dan. Dünyada en çok ülkeye uçuş yapan havayolu hâline geldi. İstanbul, dünyada New York’tan sonra en çok başkonsolosluğun olduğu şehir hâline geldi. Bugün, Türkiye dünyanın en büyük 7’nci tarım ülkesi hâline geldi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Babacan, süreniz doldu. Ek sürenizi veriyorum. Lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Teşekkür ederim.

Bugün, Türkiye dünyanın 7’ci büyük tarım ülkesi oldu, 6’ncı büyük turizm ülkesi oldu.

Yedi coğrafi bölgenin hep beraber refah içinde büyüdüğü, şehirlerimizin daha da güzelleştiği, altyapı sorunlarının çözüldüğü, sosyal politikaların daha da güçlenip yaygınlaştığı bir Türkiye’ye doğru hızla ilerlemekteyiz. Türkiye her şeyin en iyisini hak ediyor. Türkiye en iyiye, en güzele ulaşmak için her türlü imkâna sahip. Bizim kaynaklarımız, başta insan kaynaklarımız olmak üzere gelişmemizi ve büyümemizi, ilerlememizi sağlayacak kadar güçlü. Türkiye genç nüfusuyla, eşsiz coğrafyasıyla daha iyi ve her sene daha iyi olan eğitimli nüfusuyla dünyada çok önemli bir ekonomik güç oldu, oluyor. Bir olarak, beraber olarak Türkiye'yi dünyanın en büyük ekonomilerinden biri konumuna yükselteceğiz. Milletimizin güveni bizimle, milletimizin duası bizimle. Bu yolda milletimizle yürümeye devam edeceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son verirken, tekrar, 2015 bütçemizin hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Burada, 17 Ekim tarihinden bu yana bütçe çalışmalarına çok yoğun bir şekilde katılan Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımıza, üyelerine; Genel Kurulda, başlangıç ve bitiş günlerini de sayarsak on üç gün boyunca geceli gündüzlü çalışarak, sabah akşam demeden, hafta sonu demeden, uykularından fedakârlık ederek çalışmalara katılan, destek veren, yapıcı eleştirileriyle, yapıcı görüşleriyle bütçe çalışmalarına ışık tutan tüm milletvekillerine tekrar hepinizin huzurunda buradan teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Emekleriniz, katkılarınız için teşekkür ediyorum.

2015 yılı bütçemizin ülkemize, memleketimize, devletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Babacan.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Başbakan Yardımcısı buğday fiyatlarıyla ilgili benim aldığım rakamları kısmen kullanarak -tamamını kullanmadı- benim yanlış söylediğimi söyleyerek bana sataşmada bulundu. Söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Başkan, bu sataşma değil, bir cevaptır.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bakın, hayır, Sayın Başkan…

BAŞKAN - Yani siz dediniz, ben takip ettim, “4 kilo buğday karşılığı 1 litre mazot, şimdi 6 litreye çıktı.” dediniz, o da buna bir cevap verdi, yani bir sataşma…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, bakın…

BAŞKAN – Sataşmada biraz bunun ötesinde bir şey var. Eğer bunun yanlış olduğunu söylüyorsanız, buyurun bulunduğunuz yerden söyleyin.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, bakın…

BAŞKAN – Yani iki dakikayı esirgediğimden değil ama gerçekten, samimi olarak, sataşma değil bu. Yani aksi takdirde hiç kimsenin kimseye bir cevap vermemesi lazım. Sataşma bunun ötesinde bir şey, bunu siz de biliyorsunuz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Ama bakın, o zaman ben…

BAŞKAN – Şimdi, zaten son söz Sayın Altay’ın…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, ben cümlemi tamamlamadım, siz hüküm ifade ediyorsunuz.

BAŞKAN – Sataşma dediniz, ben de sataşma görmedim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – O zaman devam edeyim efendim.

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Ben 4 kilo buğdayla 1 litre mazot alındığını söyledim, 2002 yılında. 2014 yılında da 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alındığını söyledim. Ama devamında bir şey daha söyledim, “Şu an petrol fiyatları düşmüştür, bu da 5,5 kiloya inmiştir.” dedim, bu kısmını kullanmadı Sayın Başbakan Yardımcısı. Dolayısıyla, benim verdiğim bilgiyi amacından başka bir amaca hizmet edecek şekilde kullandı. 69’a göre söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Peki, Sayın Altay’a söz vereyim de ondan sonra, şimdi onun sözünü kesmeyelim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Peki efendim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Altay, son söz sizin.

Aleyhte, şahsı adına, Sinop Milletvekilimiz Sayın Engin Altay. (CHP sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bir plaket hazırladım, malum, plaket genelgesi bugün yarın yayımlanacak. Konuşmamın sonunda plaketi de ait olduğu, hazırlanan makama sunacağım.

Ancak, önce şunu belirtmek isterim: Sayın milletvekilleri, başbakanlar bütçelerine selam göndermez. Sayın Ahmet Davutoğlu’nun ilk bütçesidir, muhtemelen son bütçesi olacak. (CHP sıralarından alkışlar) Ama maalesef bütçeye, Genel Kurula selam göndermesi siyasi etikle bağdaşmaz, Parlamentoya bundan daha büyük bir saygısızlık da yapılamaz.

Başbakanın Makedonya gezisi… Bu bütçenin bugün görüşüleceği bir ay önceden belliydi, Makedonya orada duruyor, bir yere gitmiyor, her vakit oraya gidebilirdi; bu bir.

İki: Şimdi, Sayın Babacan “Mevcut Başbakan için ‘dönemin Başbakanı’ yazan evraklar” dedi, çok güzel, doğru. Bunların bir komplo olduğunu, bir tezgâh olduğunu, orta yerde bir yolsuzluk olmadığını söyledi; kendi kanaatidir. Keşke Sayın Babacan şunu da söyleseydi: Adli Tıptan montajsız olduğu tescillenmiş “tape”lerde “Babacığım, 30 milyon avroyu saklayamadım, onu koyacak yer bulamadım.” da diyebilseydi Sayın Babacan. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Babacan’a sormak istiyorum: Bugün saat 14.30 itibarıyla (9/8) esas numaralı Komisyon odasında ne yapıyor Sayın Babacan, kabak çekirdeği mi yiyor orada onlar?

BAŞKAN – Genel Kurula hitap et Sayın Altay.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Evet, (9/8) esas numaralı Komisyonu niye kurdunuz oy verip? Eğer bu kumpas idiyse, yolsuzluk yok idiyse, bu bir darbe idiyse bu Komisyon niye kuruldu, bunu da anlamış değilim.

Bir ülkenin başka ülkelere çok büyükelçilik açması ya da İstanbul’da çok başkonsolosluk olması o ülkenin itibarının yüksek olduğu anlamına da gelmez.

Evet, ilaveten… Gözle görülen hizmetleri yaparak yani “Biz yol yaptık, köprü yaptık, metro yaptık, tüp geçit yaptık; o vakit yolsuzluk yapılmamıştır.” demek anaokulu çocuklarını bile güldürecek bir durumdur. Siz yolla, köprüyle değil, daha önce de söyledim, Kâbe’den örtü getirseniz 17 Aralığın üstünü örtemezsiniz. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçe görüşmeleri hükûmetlerin ekonomi karnesinden ibaret değildir. Bütçe görüşmeleri, aynı zamanda, hükûmetlerin siyasi ahlakının, hukuka uygunluğunun, kültürel ve sosyal anlayışının, dış politikasının, demokrasi ve insan haklarına yaklaşımının ve zaaflarının sorgulanacağı, irdeleneceği görüşmelerdir. Böyle baktığımız zaman, bizim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak kırmızı çizgimiz bellidir: Biz “temiz toplum” diyoruz. Devletin laik niteliğinin ve hukuk devleti olma özelliğinin her hâl ve şartta korunmasını ve muhafazasını istiyoruz. Ve milletin huzurunu, refahını, mutluluğunu istiyoruz. Sizin bu bütçeniz benim saydığım bu 3 kriteri de altüst eden, bu 3 kritere de cevap vermeyen bir anlayışla ilgili.

Türkiye’nin ekonomik sorunları çok ama öncelikli sorunu, bana göre, demokrasi sorunudur. 62’nci Hükûmetle birlikte Türkiye’de bir demokrasi daralması yaşıyoruz. Sayın Bakanlar Kurulu, sayın milletvekilleri; hiçbir zaman unutmayın ki demokrasi bir tepki ve protesto rejimidir ve siyaset de bir refleks işidir. Demokrasiyi olgunlaştırmanın yolu devleti daraltmak, özgürlükleri genişletmektir. Hiçbir güvenlik kaygınız, bu Hükûmetin hiçbir güvenlik kaygısı temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına dayanak olamaz. Olursa o ülkede demokrasiden söz edilemez.(CHP sıralarından alkışlar)

Bakanlar Kurulunun son ayıbı 20 Aralık Cumartesi günü Tandoğan’da EĞİTİM-İŞ üyesi öğretmenlere uygulanan polis Vandalizmidir, ileri demokrasinizin son ve en acı örneğidir. Dün Maraş’ta da gösteri hakkını kullanmak isteyen insanların Anayasa’da var olan seyahat etme özgürlüğünü kısıtlama hakkı da bu Hükûmete ait değildir. Dün Maraş’ta, Anayasa’dan almadığınız bir yetkiyi kullandınız.

Değerli milletvekilleri, ileri demokrasi anlayışı bu ülkede kitlesel ölümlere meydan verdi, sebep olur hâle geldi. Türkiye’yi kitlesel ölümler ülkesine çevirdi bu Hükûmet. Uludere’de ölen 34 kişi ve Gezi’de ölen 9 kişiden bu Hükûmet ve bundan önceki 61 numaralı Hükûmet birinci derecede sorumludur. (CHP sıralarından alkışlar) Soma’da ölen 301 kişiden, Ermenek’te ölen 18 kişiden bu ve bundan önceki Hükûmet ikinci derecede sorumludur. Mecidiyeköy’de ölen 10 kişiden ve Yalvaç’ta ölen 18 kişiden bu Hükûmet hukuken de siyaseten de üçüncü derecede sorumludur, kusurludur. Siz cesetlerin üstünde oturan bir Hükûmetsiniz.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Yapma ya!

ENGİN ALTAY (Devamla) – Sokağa çıkmayı kan akıtılmasına gerekçe gören bir Başbakan bir ülkede orta yerdeyse o ülkede demokrasi emboli atmıştır, o ülkede artık demokrasi felç hâline gelmiştir, bunun altını çizmek istiyorum ve sizi en azından şu beğenmediğiniz, “Biz bu Anayasa’yı referans alarak iş yapmayız.” dediğiniz Anayasa’ya uymaya da davet ediyorum.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Sakın atma, sakın atma!

ENGİN ALTAY (Devamla) - Bu Hükûmetin bir sorunu da darbe paranoyası ve sendromudur. Darbe paranoyasıyla, darbe sendromuyla Türkiye’de demokrasiyi sıfırlamış bir Hükûmetin bütçesini biraz sonra oylayacağız hep beraber. Bu Hükûmete göre hak aramak darbe, eleştirmek darbe, seçim barajının aşağı çekilmesini söylemek darbe, yolsuzluğu açıklamak darbe, rüşveti belgelemek de darbe, “Hırsız var.” demek çok büyük bir darbe, “Atanmak istiyorum.” diye feryat etmek bile bu Hükûmete göre darbe, feryat edenler de darbeci. Bu Hükûmete göre bu Hükûmete karşı her şey darbe, bu Hükûmete karşı herkes darbeci. Bu mantık sizi uçuruma götürür, benden söylemesi.

Bu Hükûmete göre hırsızlık millî iradeye dayalı bir demokrasi anlayışı, bu Hükûmete göre yolsuzluk sandık destekli meşruiyet, bu Hükûmetin demokrasiden anladığı budur. (CHP sıralarından alkışlar) Ama darbe istiyorsanız, darbe arıyorsanız ben size bir adres söyleyeyim: 2-6 Aralık Antalya Millî Eğitim Şûrası. Orada konuşulanlar, orada kayda geçenler laik, demokratik cumhuriyete karşı bir darbedir, bir karşı devrim girişimidir. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Şikâyet ettiğiniz ikinci bir konu da vesayet. Geldiğiniz günden beri vesayet dırdırınız, vesayet şikâyetiniz bitmedi. Belli konularda haklıydınız ama şimdi geldiğimiz noktada Türkiye daha garip bir vesayet manzarasıyla karşı karşıya. İmar ve Şehircilik TÜRGEV vesayetinde; Millî Eğitim Bakanlığı EĞİTİM BİR SEN’in vesayetinde; Ekonomi Zarrab’ın vesayetinde; medya havuz vesayetinde; Kürt sorunu, Öcalan, Fidan, Erdoğan vesayetinde; adalet, uzun adamın hayranlarının vesayetinde; yasama yürütmenin vesayetinde; en vahimi, Başbakan, ağabeysinin vesayetinde. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler) Sürem daralıyor.

FATİH HAN ÜNAL (Ordu) – Siz kimin vesayetindesiniz?

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Süheyl Batum nerede?

ENGİN ALTAY (Devamla) – 17-25 Aralık asrın rüşvet yolsuzluğudur. 17-25 Aralık soruşturmasına takipsizlik kararının verildiği gün olan 17 Ekim asrın vicdan yolsuzluğudur. 14 Aralık da asrın hukuk yolsuzluğu olarak bu ülkenin kayıtlarına geçmiştir. 17 Aralıkta aklınıza gelen ve bizden sıkça talep ettiğiniz masumiyet karinesini siz şurada oturan Haberal için, şurada oturan Balbay için hiç aklınızdan geçirdiniz mi? (CHP sıralarından alkışlar)

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Evet.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Siz şayet 17 Aralıkta özel uçakla Aksaray’dan adam alıp İstanbul’a oturtmasaydınız, siz şayet 17 Aralıkta binlerce emniyet mensubunu görevden almasaydınız, siz şayet 17 Aralıkta yüzlerce yargı mensubunu görevden alıp yerlerini değiştirmeseydiniz, biz 17 Aralıkla ilgili masumiyet karinesi derdik ama bu telaşınız, bu paniğiniz suçluların telaşının çok somut bir örneği oldu ve biz 17 Aralıkla ilgili bunun için böyle bir hüküm verdik.

Paralelle ilgili… Kimse devlete sızmadı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

METİN KÜLÜNK (İstanbul) – Sızmadı mı Sayın Altay?

BAŞKAN – Süreniz doldu, cümlenizi lütfen toparlayın.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Kimse devlete sızmadı. Siz, bu Hükûmet, bundan önceki hükûmetler, onları teker teker yerleştirdiniz. Ondan sonra da 17 Aralıkta ve 25 Aralıkta onların mideleri bulanınca onları paralel ve darbeci ilan ettiniz. Muhterem, Haşhaşi oldu; gönül dostu, darbeci oldu.

Plaket genelgesi geliyor. Böyle bir plaket hazırladık.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Balbay’a ver, Balbay’a. Madem öyle Balbay’a ver.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Bu plaket kaçak sarayda 1 metreküp kazının birim fiyatı maliyetinden 30-40 kat fazlasıyla müteahhite verilen paranın karşılığıdır. 1 metreküp toprak işinde yapılan usulsüzlük 45 lira, 1 metreküpte, bu plaket 35 lira. Kaçak saray için başka şey söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Ben bu plaketi, kabul ederler etmezler, Bakanlar Kuruluna bırakıyorum.

(Hatip, Bakanlar Kurulu sıralarının önündeki merdiven basamaklarına plaket bıraktı)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Altay, sözünüzü bitirin, bunlar usule çok uygun şeyler değil, onu bilhassa belirtmek isterim.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Bu bütçe Türkiye’nin hayrına bir bütçe değildir, Türkiye'nin hayrına bir bütçe değildir.

BAŞKAN – Maalesef, son zamanlarda kürsüye bir kısım materyaller getiriliyor, burası çok farklı bir görüntüye giriyor, bu doğru değil.

Lütfen sözünüzü tamamlayın.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Sayın Başkan, ben görsel kullandım. Bu benim en doğal hakkım.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

Sayın Hamzaçebi, işi uzatmamak adına size iki dakika söz vereceğim ama bilesiniz ki bu sataşma değil.

Buyurun.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, ben buğday fiyatıyla ilgili şöyle bir örnek vermiştim: 2002 yılında 4 kilo buğdayla 1 litre mazot alınıyordu. Şimdi de 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alınabiliyor ve konuşmamın sonunda şunu da söyledim buğdayla ilgili bölümün sonunda: Şu anda petrol fiyatları düştüğü için bu 6 kiloluk rakam 5,5 kiloya inmiştir. Sayın Başbakan Yardımcısı işin bu ikinci kısmını almayıp birinci bölümünü aldı. Dolayısıyla, sataşma gerekçesi var burada Sayın Başkan.

Asıl söyleyeceğim şu: Şimdi, Sayın Başbakan Yardımcısı Ofisten bir fiyat aldı, Ofisin fiyatları şu an itibarıyla nedir diye onu aldı, “Buğdayın fiyatı 86 kuruş.” dedi. Tabii, Ofise şu an buğdayı veren kişiler üreticiler değil, tüccarlar. Konya’da buğday haziran sonunda hasat edilir, hasada başlanır, temmuz, ağustosta piyasaya çıkar ve temmuz, ağustosta Konya’daki buğday üreticimiz buğdayını 73 kuruştan sattı Sayın Bakan. Şu anda Ofise 86 kuruştan buğday satanlar üreticiler değil, tüccarlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Yani biz üretici açısından meseleyi konuşuyoruz, siz tüccar açısından konuşuyorsunuz, şaşırmıyorum. Ve 73 kuruştan, temmuz, ağustos, eylül mazot fiyatlarını aldığımızda, 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alınır, hesap budur. 2002 yılında da buğday fiyatıyla mazot fiyatını karşılaştırdığımızda 4 kilo buğdayla 1 litre mazot alınır.

Teşekkür ederim.

Saygılarımla… (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.

Sayın Arınç, buyurun, bir söz talebiniz var sataşma sebebiyle. Konu nedir?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Sayın Başkanım, şahsı adına konuşan sayın hatip eleştirileri sırasında Hükûmetimize ithafen “Cesetlerin üzerinde oturan Hükûmet” tabirini kullandı. Bu açıkça bir sataşma ve hakarettir. Buna cevap vermek istiyorum Hükûmet adına.

BAŞKAN – Peki, yeni bir sataşmaya meydan vermemek üzere, buyurun Sayın Arınç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, Sinop Milletvekili Engin Altay’ın 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında Hükûmete sataşması nedeniyle konuşması

 

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinize iyi akşamlar diliyorum.

Bugün bütçe görüşmelerinin son günü. Sayın Başkanımız da bir süre önce, gerçekten nezih bir ortamda bütçeye yönelik önemli bir toplantı yapıldığını ifade etmişlerdi, buna biz de katılıyoruz.

Sayın Başbakan Yardımcımız gerçekten bütçenin tümü üzerinde teknik anlamda bir konuşma yaptı, polemik konularına girmedi. Bütçeyi, geçmişiyle bugünü arasında Türkiye’nin geldiği noktayı anlattı. Buna yönelik eleştirileri saygıyla karşılıyoruz. Ancak, son konuşmacı, şahsı adına konuşan Değerli Grup Başkan Vekilimiz, bütçeyle ilgisi olmayan bazı konuları -esasen tartışma konusu olduğunu biliyoruz- Hükûmetimizi suçlamak adına dikkate getirdi. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar, lütfen…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Arkadaşlar, söylediklerinin içerisinde Hükûmete ait ne kadar ağır söz, hakaret varsa, plaketiyle beraber kendilerine iade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, eleştirinin en ağırına tahammül ederiz ama hakareti kabul edemeyiz. Şurada veya burada hepimizin ortak acısı olan ölümleri anlatarak, bunları “cesetler” ve Hükûmetimizi de bunun suçlusu olarak “cesetlerin üzerindeki Hükûmet” diye tarif etmesini lanetle kınıyorum. Bu fevkalade yanlıştır. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakanımız bugünkü toplantıya katılamamıştır. Bu bir mazerettir.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Roboski nerede, Roboski? (AK PARTİ sıralarından “Otur yerine!” sesleri)

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Oturun…

Değerli arkadaşlar…

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Roboski nerede?

BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu, lütfen…

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Nerede katilleri?

BAŞKAN – Lütfen… Sayın Tanrıkulu, lütfen…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bakınız, bunu eleştirebilirsiniz ama aynı durumda Sayın Kılıçdaroğlu da vardır, bugünkü toplantıyı takip edememiştir. Dolayısıyla, her zaman vuku bulan bu olay karşısında… (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – …hepimizin Sayın Bahçeli’ye teşekkür borcu vardır ama gelemeyenleri eleştirmek gibi bir hakka sahip değiliz.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Genel Başkanımız buradaydı.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Elbette biz Hükûmet olarak buradayız, grubumuz olarak buradayız, bütçenin son günü konuşmalarını büyük bir dikkatle takip ediyoruz.

Sayın Başkan, saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Altay, buyurun.

Yani bakın, gene…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan, hassasiyetinizi anlamaya çalışıyorum ancak benim konuşmamda lanetle kınanacak bir durum yoktur. Bütçeyle ilgisi olmayan konuları konuştuğumu söyledi. Sayın Arınç gibi tecrübeli bir siyasetçinin böyle bir laf etmesini de anlamış değilim. Yani Soma’daki maden işçilerinin bütçeyle ilgisi yok mu Sayın Başkan?

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hayır. Sayın Başkan, şu kadar, madem yerimden söyleyeyim: Bir ülke için yöneticilerin yolsuz olmasının…

BAŞKAN – Ama bu âdet hâline gelir.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hayır! Sayın Başkan, lütfen… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika canım! Niye bağırıyorsun ya!

ENGİN ALTAY (Sinop) – Bir şey söylüyorum! Bir şey söylüyorum!

BAŞKAN – E bağırmadan söyle, ben dinliyorum.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Bir ülke yöneticilerinin hırsız, yolsuz olmasından daha büyük bir tehlike arsız da olmalarıdır! Arsız olmalarıdır! (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/978) (S.Sayısı 656 ve 656’ya 1’inci Ek) (Devam)

2.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2013 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577, 3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657) (Devam)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylamalarını yapacağız.

Tasarılar açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Her iki kanun tasarısının açık oylamasının elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.

Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı açık oylama sonucu:

“Kullanılan Oy Sayısı

:

442

 

Kabul

:

297

 

Ret

:

145 (x)

 

 

Kâtip Üye

İsmail Kaşdemir

Çanakkale

Kâtip Üye

Muharrem Işık

Erzincan”

Bu durumda 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.

Oylama için üç dakika süre veriyorum.

Oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya başlandı)

BAŞKAN – Daha gündem bitmedi, ne zaman toplanacağımızı ve hangi gündemle toplanacağımızı ilan etmedim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Tablo uygun değil Sayın Başkan.

BAŞKAN – Arkadaşlar, gündem bitsin, ondan sonra tebrik edin. Bakalım ne olacak, oylama sonucunu bilmiyoruz ki.

Gölü görmeden paça sıvadı bir kısmınız. Bu çatı altında birçok sürpriz olur, siz hemencecik tebrike girdiniz. Bakalım ne çıkacak, bilemiyoruz.

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı açık oylama sonucu:

 

“Kullanılan Oy Sayısı

:

434

Kabul

:

293

Ret

:

141 (x)

 

Kâtip Üye

İsmail Kaşdemir

Çanakkale

Kâtip Üye

Muharrem Işık

Erzincan”

Bu sonuca göre 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, bütçe ve kesin hesap kanun tasarıları kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Hükûmet adına teşekkür konuşması yapmak üzere Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan…

Buyurun Sayın Babacan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok değerli üyeleri; 10 Aralık Çarşamba günü Genel Kurulda bütçemizi görüşmeye başladık ve on üç gün aralıksız olarak çalıştık. Toplam yüz on üç saatte Genel kurulda görüşmeler tamamlanmış oldu ve arkadaşlarımızın verdiği bilgiye göre de 872 konuşmacımız burada, bu kürsüde söz aldı.

Bütçe görüşmeleri sadece bütçenin rakamsal boyutunun tartışıldığı, görüşüldüğü görüşmeler olmuyor, aynı zamanda genel bir uluslararası ve Türkiye konjonktürünü değerlendirmiş oluyoruz, politikalar tamamen baştan aşağı bir gözden geçirilmiş oluyor ve buradaki tartışmalar, istişareler, eleştiri ve öneriler de bizim için, Hükûmetimiz için gerçekten çok çok faydalı oluyor, biz bundan istifade ediyoruz. Politikalarımıza yön verme konusunda hem Plan ve Bütçe Komisyonu aşaması hem Genel Kurul aşaması gerçekten bütün bakanlıklarımızın kendi bütçeleriyle ve kendi politika alanlarıyla ilgili konularda faydalandığı tartışmalar oluyor.

Ben tekrar burada, bu kürsüde ve Plan ve Bütçe Komisyonunda dile getirilen bütün yapıcı eleştiriler için, güzel öneriler için teşekkür ediyorum ve Hükûmetimizin bu politikalarını destekleyen ya da farklı bakış açılarıyla belki eleştiren görüşlere de değer verdiğimizi burada özellikle ifade etmek istiyorum, yeter ki hakaret, fiziksel konular gündeme gelmesin, medeni, güzel bir tartışma gerçekten faydalı. Sonuçta hep beraber burada temsil edilen bütün koltuklar, 550 koltuğun 550’si de millet tarafından seçilmiş ve milletimizi temsilen buraya, bu çatı altına gönderilmiş üyelerimizden oluşuyor.

Ben tekrar sizlere teşekkür ediyorum Maliye Bakanımızın kendisine, ekibine, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun Başkanına, üyelerine teşekkür ediyorum. Sayın Başkana da bu son oturumu başarıyla yönettiği için ve nispeten sakin ve güzel bir oturum olduğu için ayrıca teşekkür ediyorum.

2015 bütçemiz, hem Türkiye’miz için faydalı olsun diyorum, hayırlı olsun diyorum ama aynı zamanda yükselen bir donör ülke olarak, 100’den fazla ülkeye bağış yapan, destek veren bir ülke olarak tüm destek verdiğimiz, bağış yaptığımız ülkeler için de hayırlı olmasını diliyorum. Hepinize tekrar saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Babacan.

Sayın milletvekilleri, bugünkü gündemimiz tamamlanmıştır.

Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Hükümetçe Takdir ve Tespit Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri Unsurlarının NATO’nun Afganistan’da İcra Edeceği Kararlı Destek Misyonu ve Devamı Kapsamında Yurtdışına Gönderilmesi, Aynı Amaçlara Yönelik Olmak Üzere Yabancı Silahlı Kuvvetlerin Anılan Misyona Katılmak İçin Ülkemiz Üzerinden Afganistan’a İntikali ile Geri İntikali Kapsamında Türkiye’de Bulunması ve Bunlara İmkan Sağlayacak Düzenlemelerin Hükümet Tarafından Belirlenecek Esaslara Göre Yapılması İçin Hükümete Anayasanın 92’nci Maddesi Uyarınca İki Yıl Süreyle İzin Verilmesine İlişkin Başbakanlık Tezkeresi ile alınan karar gereğince 9/11 esas numaralı Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında ve 9/12 esas numaralı Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı hakkında verilen Meclis soruşturma önergelerinin görüşmelerini yapmak için 6 Ocak 2015 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum.

Yeni yıl hepinize kutlu olsun.

Kapanma saati: 19.41



 

(*) 656 ve 656’ya 1’inci Ek ve 657 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 10/12/2014 tarihli 25’inci Birleşim Tutanağı’na eklidir.

 

(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.