TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

25’inci Birleşim

10 Aralık 2014 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/978) (S.Sayısı 656 ve 656’ya 1’inci Ek)

2.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2013 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577, 3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657)

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Konya Milletvekili Faruk Bal'ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına ve Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında CHP Grup Başkanına ve Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

4.- Trabzon Milletvekili Koray Aydın'ın, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

5.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş'ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

V.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, seçim dönemleri öncesinde taşeron şirketler aracılığıyla işçi alımlarının artış gösterdiği iddialarına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un cevabı (7/47409) (Ek cevap)

2.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında TBMM ile bağlı kurum ve kuruluşlarınca satın alınan sigorta hizmetlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/54684)

3.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak'ın, 17 Aralık 2013 tarihinden itibaren görevden alınan bürokratlara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un cevabı (7/54720)

4.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Türkçe-Kürtçe sözlüğün satışlarına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un cevabı (7/54997)

5.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak'ın, Haydarpaşa Garı ve çevresinin özelleştirilmesine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/55446)

6.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2004-2014 yılları arasında bağlı kurum ve kuruluşlarda görev yapan müsteşarlara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un cevabı (7/55817)

7.- Mersin Milletvekili Ali Öz'ün, Süleymaniye Camii'nin restorasyon çalışmaları tamamlandığı halde avludaki şantiyenin kaldırılmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un cevabı (7/56141)

10 Aralık 2014 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.00

BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.

Gündemimize göre 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/978) (S.Sayısı 656 ve 656’ya 1’inci Ek) (X)

2.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2013 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577, 3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657) (*)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Sayın milletvekilleri, Komisyon Raporları 656 ve 656’ya 1’inci Ek ve 657 sıra sayılarıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi Hükûmetin sunuş konuşmasını yapmak üzere Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’e söz vereceğim.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi ve ekranları başında bizi izleyen değerli vatandaşlarımızı saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Bugün 2013 yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile 2015 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlıyoruz. Yoğun ve özverili çalışmalar sonucunda bu tasarıların Genel Kurula getirilmesinde emeği geçen Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine, bakan arkadaşlarıma ve kamu idarelerinin temsilcilerine teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilk olarak küresel ekonomiye ilişkin kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Küresel krizin üzerinden altı yıl geçti ancak küresel ekonominin karşı karşıya olduğu hâlâ ciddi sorunlar var ve kriz öncesi seviyelere dönemedik.

Küresel ekonominin 2014 yılında yüzde 3,3’le beklentilerin ve potansiyelin altında büyüyeceği beklenmektedir. Bunda temel olarak ABD ekonomisinin beklentilerinin altında büyümesi, avro bölgesinde süregelen durgunluk, jeopolitik gerginlikler, gelişmekte olan ekonomilerde yavaşlayan büyüme belirleyici olmuştur.

Küresel büyümenin 2015 yılında yüzde 3,8; 2015-2019 döneminde ise ortalama yüzde 4 civarında olacağı tahmin edilmektedir. Tabii ki bu oranlar, kriz öncesi dönemde elde edilen yüzde 5’lik büyümenin oldukça altındadır.

Gelişmiş ekonomilerde büyüme iyileşmekle birlikte potansiyelin altında seyretmektedir. 2013 yılında gelişmiş ülkeler yüzde 1,4 oranında büyümüş, 2014 yılındaysa yüzde 1,8 oranında, 2015-2019 döneminde ise ortalama yüzde 2,4 oranında büyüyeceği öngörülmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerde büyüme performansı, zayıf talep ve yapısal sorunlar nedeniyle kriz öncesi dönemin de altındadır. Küresel finansal koşulların göreceli olarak sıkılaşması, Çin ekonomisinin yavaşlaması ve düşük emtia fiyatları bu yavaşlamada belirleyici olmuştur.

Bu ülkelerin 2014 yılında yüzde 4,4, önümüzdeki beş yıllık dönemde ise yüzde 5,2 oranında büyüceği tahmin edilmektedir.

Çin ve Hindistan hariç, gelişmekte olan ülkelerin 2014 yılında yüzde 2,7; 2015 yılındaysa yüzde 3,6 oranında büyüyeceği tahmin edilmektedir.

Küresel ekonomide zayıf talebin etkisiyle ticaret hacmindeki artış hâlâ kriz öncesi seviyelerin oldukça gerisindedir. 2003-2007 döneminde küresel ticaret hacmi ortalama yıllık yüzde 8,4 büyürken, 2008-2013 döneminde sadece yüzde 2,9 oranında büyümüştür.

Dünya ticaret hacminin 2014 yılında yüzde 3,8; 2015 yılında ise yüzde 5 artması beklenmektedir. Küresel iktisadi faaliyetteki sınırlı toparlanmanın etkisiyle küresel enflasyon düşük kalmıştır. IMF 2013 yılında yüzde 3,6 olan küresel enflasyonun 2014 ve 2015 yıllarında yüzde 3,9 olacağını öngörmektedir. Enerji ve endüstriyel metal fiyatlarında son dönemde yaşanan düşüşün kalıcı olması hâlinde enflasyon bu tahminlerin altında da gerçekleşebilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın başında da söylediğim gibi küresel ekonomi hâlâ ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Şimdi sizlere küresel ekonominin karşı karşıya olduğu temel bazı risklerden bahsetmek istiyorum.

Küresel ekonominin önündeki en önemli risk avro bölgesindeki yavaş büyümenin devam etmesi ve bölgenin 90’lı yıllardaki Japonya gibi deflasyonist bir sürece girmesidir. Bu, Türkiye ekonomisi için de en büyük risklerden bir tanesidir. Gelişmekte olan ülkelerde büyümenin daha da yavaşlaması, Çin ekonomisinde sert bir düşüş, diğer bir temel risk olarak karşımıza çıkıyor.

Diğer önemli bir risk ise FED’in yani Amerikan Merkez Bankasının faiz artırımının finansal piyasalarda yaratabileceği aşırı oynaklık ve sermaye akımlarının tersine dönmesidir. Ancak Avrupa ve Japonya Merkez Bankalarının genişletici para politikası uygulamalarına devam ediyor olması bu riski belli ölçüde dengeleyecek bir unsurdur.

Öte yandan, jeopolitik gerginliklerin artması küresel ekonomik görünümü aşağı çekebilecek başka bir risk olarak karşımıza çıkıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bölümde Türkiye ekonomisinin görünümü hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum.

2013 yılında hedeflediğimiz gibi yüzde 4,1 oranında büyüyen Türkiye ekonomisinin 2014 yılında bir miktar yavaşlayarak yüzde 3,3 büyüyeceğini tahmin ediyoruz.

Şimdi, tabii, bugün üçüncü çeyrek rakamı çıktı, yüzde 1,7. Bu, aslında öngördüğümüze yakın. Biz, yüzde 2,2’lik bir büyüme öngörüyorduk üçüncü çeyrekte yani bizim 3,3’lük tahmininde yüzde 2,2 var. Buradaki temel sapma tarım sektöründen kaynaklanıyor. Tarımda maalesef son on üç yılın en büyük kuraklığını yaşadık ve tarımda üçüncü çeyrekte biliyorsunuz ekonomide ağırlığı büyük ve tarımın tabii ki küçülmesiyle, daralmasıyla üçüncü çeyrekte üçüncü çeyrek rakamı öngördüğümüz yüzde 2,2’nin bir miktar aşağısında, yüzde 1,7 olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Orta Vadeli Program’da hâlâ öngördüğümüz rakama yakın bir büyümeyi gerçekçi olarak görüyoruz.

Tabii, büyüme tahminlerinde aşağı yönlü revizyon sadece Türkiye’ye özgü bir durum değildir. IMF 2014 yılı büyüme tahminlerini, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler için 2 kez aşağı yönlü, bu sene, revize etmiştir. Türkiye'nin 2014 yılı büyüme performansı Latin Amerika’daki gelişmekte olan ülkeler için öngörülen yüzde 1,3’ün, gelişmekte olan Avrupa için öngörülen yüzde 2,5’in, Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkeler için öngörülen yüzde 2,7’nin üstündedir.

Tabii, Türkiye, bu büyüme performansını en büyük ticaret ortağımız olan Avrupa Birliğinde süregelen ekonomik durgunluk, Irak ve Suriye’deki iç savaş ve küresel sermaye girişlerindeki azalmaya rağmen elde etmiştir. Yani zor bir konjonktürden geçtiğimiz açık ve nettir. 2015 yılındaysa küresel ekonomide beklenen toparlanma, ticaret ortaklarımızdaki büyümenin hızlanması iç talepte bir miktar canlanmayla büyümenin yüzde 4 olmasını öngörüyoruz. Ayrıca, son dönemde petrol fiyatlarında yaşanan düşüşün kalıcı olması büyümeyi yukarı yönlü tabii ki destekleyecektir.

Orta uzun vadeye gelince, siyasi istikrar, güçlü kamu mali dengeleri, sağlam bankacılık sektörü, dinamik Türk özel sektörü, genç nüfusumuz, sağlıklı hanehalkı bilançosu, başarılı ihracat pazar çeşitlendirmesi, esnek kur rejimi ve makroihtiyati politikalar büyümeyi destekleyen ve dış şoklara karşı Türkiye’yi dirençli kılan unsurlar olmaya devam edecektir.

Tabii, küresel ekonominin sorunları ve bölgesel sorunlardan az etkilenmek için biz güçlü mali dengelerimizle bu dönemde istikrarı önceliklendirdik. 2015 için de böyle bir çerçeve çizeceğiz. Birçok ülkenin kamu açıklarının ve borç stoklarının yüksek seyrettiği bir dönemde güçlü kamu mali dengeleri Türkiye’yi diğer ülkelerden pozitif yönde ayrıştırmakta ve çıpa görevi görmektedir.

Türkiye genel devlet açığında, küresel kriz yılı olan 2009 hariç son on yıldır Maastricht Kriteri’ni sağlamıştır. 2002 yılında yüzde 10,8 olan genel devlet açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranının 2014 yılında yüzde 0,8 olmasını bekliyoruz. Bu oran Maastricht Kriteri’nin üçte 1’inden ve gelişmekte olan ülke ortalamasının yarısından azdır. Orta Vadeli Program dönemi sonunda yüzde 0,1 ile genel devlet fazlası vermeyi öngörüyoruz.

Diğer taraftan, 2002 yılında yüzde 74 olan Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranını 2014 yılında yüzde 33,1’e, program dönemi sonunda ise yüzde 28,5’e düşürmeyi hedefliyoruz. Borç yükümüz 2014 yılı itibarıyla avro bölgesi ortalamasının yaklaşık üçte 1’i, Maastricht Kriteri’nin ise neredeyse yarısı kadardır.

Mali disiplin sayesinde ülkemiz önemli kazanımlar elde etmiştir. 2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 85,7’si faiz ödemelerine giderken, bugün bu oran yüzde 14,3’e kadar gerilemiştir. Bu, 1983’ten beri en düşük orandır. 2002 yılında yüzde 62,7 düzeyinde olan iç borçlanma faiz oranı 2014 Aralık itibarıyla yüzde 8,1’e inmiştir. Reel faiz oranları ise 2002 yılında yüzde 25,4 iken Kasım 2014 itibarıyla eksi 1,4’e kadar düşmüştür.

Hükûmetlerimiz döneminde faiz yükünün azalmasıyla elde ettiğimiz mali alanı eğitim, sağlık ve altyapı için kullandık, vergi oranlarını düşürerek özel sektör yatırımlarının ve istihdamının önünü açtık. 1993-2002 döneminde reel olarak yüzde 5 daralan özel sektör yatırımları mali disiplini sürdürdüğümüz son on iki yıllık dönemde yüzde 154 oranında artmıştır. Önümüzdeki dönemde kararlılıkla sürdüreceğimiz mali disiplinle enflasyonla mücadelede etkinliği artırmayı, tasarrufları artırarak cari açığı düşürmeyi, yapısal reformlar için gerekli mali kaynağı sağlamayı amaçlıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bankacılık sektörü gerek güçlü sermaye yapısıyla gerekse varlık kalitesiyle finansal istikrarı ve orta vadede büyümeyi desteklemektedir. Son yıllardaki hızlı kredi büyümesine rağmen ekim ayı itibarıyla sermaye yeterlilik oranı yüzde 16,4 ile yasal sınır olan yüzde 8’in 2 katından fazladır. Hükûmetlerimiz döneminde, finansal piyasaları güçlendirmek adına kapsamlı makroihtiyati tedbirleri uygulamaya koyduk. Stres testleri, hedef sermaye yeterlilik oranı, yüksek karşılık oranları ve kâr dağıtımına ilişkin getirdiğimiz sınırlamalar bankacılık sektörünü güçlendirmiş ve şoklara karşı direncini artırmıştır. Bu sayededir ki küresel finans kriz döneminde bankaların kurtarılmasına vatandaşımızın cebinden bir kuruş harcanmamıştır.

Hanehalkı yükümlülüklerinin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı yüzde 22 ile avro bölgesindeki en düşük orandır. Ayrıca, 2009 yılından bu yana aldığımız tedbirler sayesinde hanehalkının kur riski yok denecek kadar azalmıştır. Reel sektörün dış borcunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 15,3 ile makul bir seviyededir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sürdürülebilir yüksek büyüme ve artan çalışma çağındaki nüfusun istihdamı için enflasyon ve cari açığı daha da azaltmamız lazım, azaltacağız. Enflasyonla mücadele neticesinde uzun yıllar çift hanelerde seyreden enflasyonu hükûmetlerimiz döneminde tek haneye düşürdük. Son dönemde enflasyon bazı negatif şokların etkisiyle yüksek tek hanelere çıkmıştır. Kuraklık nedeniyle yüksek seyreden gıda fiyatları, Türk lirasındaki değer kaybı, jeopolitik gerginlikler ile enflasyon beklentilerindeki bozulma bu yükselişte etkili olmuştur. Ancak alınan makroihtiyati tedbirler, uyguladığımız sıkı para politikası, bu geçici şokların fiyat etkisinin kaybolması ile temel enflasyon göstergelerinin ana eğilimi düşüş yönündedir. Bu çerçevede, Merkez Bankamız enflasyonun yıl sonunda yüzde 8,9'a, 2015'te ise yüzde 6,1'e düşeceğini tahmin etmektedir. Ayrıca, başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarındaki gerileme enflasyondaki düşüş sürecini 2015 yılında hızlandıracaktır. Orta Vadeli Program'da 101,9 dolar olarak öngördüğümüz yani varsayılan petrol fiyatlarının 65 dolar civarında kalması enflasyonu tek başına 1,4 puan aşağı çekecektir.

Makrofinansal istikrarı korumak ve yüksek sürdürülebilir büyüme için cari açığı da daha düşük seviyelere çekiyoruz. 2013 yılında 65 milyar dolar olan cari açık 2014 yılı Eylül ayı itibarıyla on iki aylık bazda 46,7 milyar dolara gerilemiştir. Altın ve enerji hariç denge ise 4,1 milyar dolar açıktan 7 milyar dolar fazlaya dönmüştür. 2014                    yılında ticaret ortaklarımızdaki ekonomik durgunluk ve jeopolitik sorunlara rağmen pazar ve ürün çeşitlendirme politikalarımız ve rekabetçi kur neticesinde ihracatımız olumlu bir performans göstermiştir. İç talepteki yavaşlamanın etkisiyle de ithalat artışı önemli ölçüde yavaşlamıştır. 2013 yılında yüzde 7,9 olan cari açığın gayrisafi yurt içi hasılaya oranının bu yıl yüzde 5,7'ye, önümüzdeki yıl ise yüzde 5,4'e gerileyeceğini öngörüyoruz ancak düşen petrol fiyatlarının mevcut seyrini sürdürmesi hâlinde cari açığın yüzde 4'ün altına da gerileyebileceğini tahmin ediyoruz.

Güçlü istihdam artışı ekonomik kalkınmayı destekleyen en önemli unsurlardan biridir. Bu nedenle AK PARTİ hükûmetleri olarak istihdamı destekleyen politikaları hayata geçirdik ve istihdam artışında başarılı olduk. Küresel krizin başladığı 2007 yılından bu yana birçok ülke istihdam kayıplarını telafi edemezken Türkiye net 5,6 milyon kişiye iş imkanı sağlamıştır. IMF verilerine göre küresel kriz sonrası dönemde yıllık ortalama istihdam artışında yüzde 3,6’yla Singapur'dan sonra dünya 2’ncisiyiz. İç talepteki yavaşlamaya rağmen son bir yıl içerisinde yaklaşık 1,3 milyon ilave istihdam sağladık. İstihdamdaki güçlü artışa rağmen işsizlik oranı son dönemde iş gücüne katılımdaki artış nedeniyle nispeten yükselmiş ve yüzde 10’un biraz üzerine çıkmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükûmetlerimiz döneminde makrofinansal istikrarı sağlamaya yönelik birçok reformu hayata geçirdik. Bu politikalar sayesinde ekonomimizi hızla büyüttük, yüksek düzeyde istihdam sağladık. Son altmış yılın en büyük küresel finans krizi, en büyük ticaret ortağımız avro bölgesi borç krizi ve Orta Doğu'daki siyasi çalkantılara rağmen Türkiye 2003-2013 döneminde ortalama yüzde 4,9 büyüdü. Bu oran 1923-2002 döneminde gerçekleşen ortalama yüzde 4,5'lik büyümenin biraz üzerindedir.

AK PARTİ hükûmetleri döneminde gelişmiş ülkelerle aradaki farkı azaltıp refah düzeyini artırdık. Örnek olarak, 2000’li yılların başında Türkiye’nin kişi başına millî geliri satın alma gücü paritesiyle Avrupa Birliğinin üçte 1’i civarındayken bugün yüzde 55’ini aşmış durumdadır. Benzer şekilde, Amerika’nın beşte 1’inden daha az iken bugün üçte 1’i düzeyine çıkmıştır. Aynı dönemde gelir dağılımını iyileştirdik ve mutlak yoksulluğu azalttık. Türkiye ekonomisini şoklara karşı dayanıklı hâle getirdik. Bütçe açığımız OECD ortalamasının dörtte 1’inden, borç yükümüz ise üçte 1’inden azdır. Bankacılık sektörümüzün ve hanehalkı bilançomuzun da risklilik oranları oldukça düşüktür. Ekonominin yumuşak karnı olarak gösterilen cari açıkta önemli iyileşmeler sağladık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükûmetlerimiz önemli makroekonomik sorunları endişe kaynağı olmaktan çıkarttı. Kronik ve yüksek enflasyonu, yüksek bütçe açıklarını ve sürdürülemez borç yükünü, zayıf ve dalgalı büyümeyi geride bıraktık. Şimdi ikinci nesil reform yapma zamanı. Verimliliği artırmak, ülkemizin rekabet gücünü geliştirmek ve küresel katma değer zincirinde yukarı çıkmak için önemli bir reform paketini uygulamaya koyuyoruz.

Bu amaçla, Onuncu Kalkınma Planı’nda belirlediğimiz 25 öncelikli dönüşüm programını hızla hayata geçiriyoruz. Önümüzdeki dört yılda uygulayacağımız 1.200'den fazla mikro tedbiri kapsayan reform paketine ilişkin çalışmaları tamamladık. Tek tek her bir tedbirin hangi kurum tarafından, ne zaman uygulamaya konulacağını ve bu reformların gerektirdiği mali yükü belirledik. Reel sektöre dair 9 dönüşüm programının eylem planlarını kasım ayında Sayın Başbakanımız kamuoyuyla paylaştı. Yakın zamanda diğer programları da tüm detaylarıyla birlikte Sayın Başbakanımızın öncülüğünde duyuracağız.

Şimdi, bu reform alanlarının bazılarına değinmek istiyorum: Orta ve uzun vadede sürdürülebilir büyüme hedefimize ulaşabilmek ancak yurt içi tasarrufların artırılmasıyla mümkündür. Özel sektör tasarruflarının düşük olması, 2000’li yıllarda ivme kazanan yapısal değişim sürecinden kaynaklanmaktadır. Son on yıllık dönemde finansmana erişimin artması, kredi faiz oranlarının düşmesi, siyasi istikrarla birlikte yatırım ve tüketim ortamının iyileşmesi ile kentleşmenin getirdiği ihtiyaçlar özel sektör tasarruflarını düşürmüştür.

Kamu tasarrufları ise son on iki yılda sağladığımız mali disiplin sayesinde önemli ölçüde artmıştır. 2002 yılında kamu tasarruflarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı eksi yüzde 4,8 iken, hükûmetlerimiz döneminde bu oran 8 puan artarak yüzde 3,2’ye çıkmıştır.

Orta ve uzun vadede toplam tasarrufları artırmak için yapısal reformları hayata geçirdik. 2014-2016 Orta Vadeli Program’ında temel önceliklerimizden biri tasarruf oranlarını artırmak ve cari açığı azaltmak olarak ifade edilmişti. Bu hedeflerle uyumlu olarak, 2014 yılında tasarruf oranı bir önceki yıla göre 1,5 puan artmış ve cari açığın gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2,2 puan azalmıştır.

Onuncu Kalkınma Planı’nda ise yurt içi tasarrufların artırılması ve israfın önlenmesi programını kapsamlı eylemlerle belirledik. Uzun vadede ülkemizi katma değer zincirinden yukarı taşıyacak reformlar ve istihdam artışı sayesinde tasarruf oranlarını yüzde 20’lerin üzerine çıkartmayı hedefliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çevremizdeki ülkelere oranla petrol ve doğal gaz gibi yer altı zenginliklerimiz oldukça sınırlıdır. Bundan hareketle, AK PARTİ hükûmetleri olarak en büyük yatırımı eğitime yani beşerî sermayemize yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Bu sayede, on bir yıllık süreçte, okul öncesinde 4 katına çıkardığımız okullaşma oranlarını ilk, orta ve yükseköğretimde yüzde 100’ler civarına çıkarttık. Okullaşma oranlarıyla birlikte eğitimde fırsat eşitliğini de artırdık. 2002 yılında 100 erkek öğrenciye karşılık 91 kız öğrencimiz ilköğretimde okurken, 2013-2014 dönemi itibarıyla bu oran yüzde 102,3’e çıkmıştır.

Eğitime erişimde büyük mesafe katettik ancak eğitim kalitesindeki artışa rağmen henüz hedeflediğimiz noktada, arzuladığımız noktada değiliz. PISA sonuçlarına göre Türkiye OECD ortalamasının altındadır ancak kaliteyi iyileştirme yönünde attığımız adımlar sayesinde, 2006-2012 döneminde, eğitimde kalitede en hızlı ilerleme kaydeden ülkelerden biri olduk.

Hükûmetlerimiz döneminde 234 bin derslik açtık, 458 bin kadrolu öğretmen atadık, bu dönemde üniversitesiz il bırakmadık. Toplam üniversite sayısı 2002 yılında 76 iken, bu sayıyı vakıf üniversiteleri dâhil 176’ya çıkardık. Devlet üniversitelerinde harcı kaldırarak üniversiteye erişimi kolaylaştırdık. Bu çabalarımız sonucunda Dünya Ekonomik Forumu’nun yükseköğretim sıralamasına göre, 2008 yılında 144 ülke içerisinde Türkiye 72’nci sırada iken, 2014 yılında 50’nci sıraya yükseldi. Hedefimiz OECD ülkeleri arasında en iyilerden biri olmaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; altyapı yatırımları yarattığı rekabet avantajıyla ekonomik büyümeyi desteklemekte ve yeni istihdam olanakları sağlamaktadır. Yapılan bilimsel çalışmalar yol ağında sağlanan yüzde 1’lik artışın verimliliğe yüzde 0,5 puan katkı yaptığını göstermektedir. Ekonomimizin can damarı olan ulaşım altyapısının gelişimine bu nedenle büyük önem verdik. Son on iki yılda çok şeritli kara yolları ağımızı 3 kat artırarak 23.561 kilometreye çıkardık. Yaptığımız yatırımlarla demir yolu taşımacılığını da canlandırıyoruz. Türkiye bugün yüksek hızlı tren işletmeciliğinde dünyada 8, Avrupa’da ise 6 ülke arasındadır. Marmaray Projesi’yle tarihî İpek Yolu’nu Avrupa’ya bağladık. Hükûmetlerimiz döneminde hava yolu halkın yolu oldu. 2003 yılında 34,4 milyon olan toplam yolcu sayısını 150 milyona yükselttik. Aktif havaalanı sayısını 26’dan 53’e çıkardık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükûmetlerimiz döneminde yüksek düzeyde istihdam sağladık. Bu başarımıza rağmen, çalışma çağındaki nüfus ve iş gücüne katılım oranındaki artış nedeniyle işsizlik oranı yatay seyrine devam etmektedir.

İlave iş gücüne yeterli istihdam sağlamak ve işsizlik oranlarını aşağıya çekmek için yapısal reformları gerçekleştireceğiz. Bu kapsamda, Ulusal İstihdam Stratejisi’yle belirlediğimiz dört politika ekseni üzerinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu eksenleri eğitim-istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi, iş gücü piyasasının esnekleştirilmesi, kadınların, gençlerin ve dezavantajlı grupların istihdamının artırılması, istihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi olarak belirledik.

Kadınlar, gençler ve dezavantajlı grupların iş gücüne ve istihdama katılımlarının önündeki engelleri kaldırıyoruz. 2005 yılında yüzde 23,3 olan kadınların iş gücüne katılım oranı, Ağustos 2014’te yüzde 30,9’a yükseldi. Uzun vadede, eğitim, çocuk bakımı ve esnek çalışma modellerinin yardımıyla kadınların iş gücüne katılımını yüzde 41 seviyesine çıkarmayı hedefliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; finansal piyasaların derinleşmesi yatırım ve tasarrufları daha etkin bir şekilde kullanarak sürdürülebilir yüksek büyümeyi desteklemektedir. Bu nedenle, hükûmetlerimiz döneminde finansal piyasaların derinleşmesi amacıyla önemli reformları uygulamaya koyduk.

Bu çabalarımız sonucunda, İstanbul 2009 yılında Küresel Finans Merkezleri Endeksi’ne göre 75 ülke arasında 72’nci sıradayken, 2014 yılında 83 ülke arasında 42’nci sıraya yükselmiştir. Hedefimiz 2018 yılında ilk 25 arasında yer almaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin enerjide dış kaynaklara bağımlı olması rekabet gücümüzü olumsuz etkilemekte ve cari açığı yükseltmektedir. Enerji ithalatı 2014 Eylül ayı itibarıyla on iki aylık bazda 56,2 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu rakam, toplam cari açığın yaklaşık 10 milyar dolar üzerinde olmuştur. Bu nedenle, yatırımlarımızı yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde yoğunlaştırıyoruz. Bu konuda da ciddi bir mesafe katettik. 2014 yılı Eylül ayı itibarıyla toplam elektrik enerjisi kurulu gücümüzün yüzde 40,4’ü yenilenebilir kaynaklardan oluşmaktadır ancak inşa hâlindeki santrallerin devreye girmesiyle bu oran yüzde 50’ye ulaşacaktır. Enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasında en hızlı sonuç alabileceğimiz alan enerji verimliliğidir. Bu kapsamda birincil enerji yoğunluğunu azaltırken kamu binaları ve tesisleri başta olmak üzere enerji verimliliğini yaygınlaştırıyoruz.

Öncelikli dönüşüm programlarımız arasında yer alan eylemlerden biri de milyonlarca konutun ısı yalıtımının yapılmasıdır. AR-GE faaliyetleri için ayırdığımız mali ve beşerî kaynakları artırırken sağladığımız teşviklerle bu alandaki desteklerimizi artırarak sürdürüyoruz. 2002-2013 döneminde AR-GE harcamalarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranını yüzde 0,53’ten yüzde 0,95’e çıkardık. Bu oranı 2018 yılında yüzde 1,8’e, 2023 yılında ise yüzde 3’e çıkarmayı öngörüyoruz.

AR-GE ve teknoloji alanındaki çalışmalarımız sayesinde Küresel İnovasyon Endeksi’nde 2009 yılında 132 ülke arasından 67’nci sırada olan Türkiye, bugün 143 ülke arasında 54’üncü sıradadır. Ülkemizde düşük teknoloji yoğun üretim ve ihracat azalırken orta üstü teknoloji yoğun üretim ve ihracat artmıştır. Önümüzdeki on yılda yüksek teknoloji ürünlerin ihracattaki payını yüzde 3,5’tan yüzde 15’e çıkarmayı hedefliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; haksız rekabetin önlenmesi, kaynak dağılımında etkinliğin sağlanması, ekonomide rekabet gücünün ve kamu gelirlerinin artırılması amacıyla kayıt dışı ekonomiyle mücadele kapsamında önemli adımlar attık. Bu çabalar sonucunda son on iki yılda kayıt dışı ekonominin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı 6 puan azalarak yüzde 26,5 seviyesine düşmüştür. Kayıt dışı istihdamın toplam istihdam içindeki payını 15,7 puan azaltarak Ağustos 2014 itibarıyla yüzde 36,4’e indirdik. Önümüzdeki dönemde kayıt dışı ekonomiyle mücadeleye kararlılıkla devam ederek orta, uzun vadede kayıt dışılık oranını gelişmiş ülkeler seviyesine indireceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükûmetlerimiz döneminde gerçekleştirdiğimiz reformlarla Türkiye’nin kurumsal kapasitesini güçlendirdik. Mevzuat uyumu ve idari kapasitenin güçlendirilmesi bakımından Türkiye, AB standartlarına önemli ölçüde yaklaşmıştır. Ekim ayında yayımlanan ilerleme raporunda Türkiye’nin 26 fasılda AB müktesebatına uyum düzeyinin iyi olduğu vurgulanmıştır. Müzakere sürecinde bugüne kadar resmî olarak her ne kadar 14 fasıl açıp 1 fasıl kapattıysak da ilerleme raporuna bakarsanız 27-28 faslın açılıp 13-14 faslın kapatılabileceğine işaret etmektedir. Ayrıca ilerleme raporunda Türkiye’nin 33 faslın 30’unda değişik düzeylerde ilerleme kaydettiği ifade edilmektedir. Bütün bunlar Türkiye’de kurumsal altyapının ve mevzuatın AB standartlarına yaklaştığını, arayı kapattığımızı göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükûmetlerimiz döneminde yaratılan istihdam, eğitim ve sağlık alanında yapılan reformlar ile sosyal destek programları sayesinde mutlak ve göreceli yoksulluk azalmış, vatandaşlarımızın yaşam standartları iyileşmiştir. Gelir dağılımı göstergeleri son on iki yılda önemli ölçüde iyileşmiştir. 2002 yılında en zengin yüzde 10’luk kesimin ortalama geliri, en yoksul yüzde 10’luk kesimin gelirinin 18,3 katıydı. Bu oran 2013 yılında 11,9 kata gerilemiştir. Mutlak yoksulluk göstergelerinde de önemli iyileşmeler kaydettik. 2006 yılından itibaren günlük 1 doların altında geliri olan nüfus kalmamıştır. Günlük 2 dolar 15 sentin altında geçinen nüfus 2002 yılında yüzde 3 iken 2013 itibarıyla sıfırlanmıştır. Günlük 4,3 doların altında geçinen nüfus ise on bir yılda 28 puan azalarak yüzde 2,1’e gerilemiştir. Nitekim İnsani Gelişme Endeksi’nde 2000 yılında 80’inci sırada yer alan Türkiye, 2013 yılında 69’uncu sıraya yükselmiştir. Yüksek insani gelişmişlik grubundaki en yüksek hızlı gelişmeyi gösteren 3 ülkeden 1’i Türkiye olmuştur.

Bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarını azaltmak amacıyla GAP, DAP, KOP ve DOKAP kapsamındaki 35 ilimize 2002-2014 döneminde 2014 fiyatlarıyla 93,2 milyar lira kaynak aktardık. Bu politikalarımızın sonuçlarını almaya başladık. En fakir bölgemiz olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi, diğer bölgelerimize oranla, en zengin bölgemiz olan İstanbul’la arayı hızla kapatan bölge olmuştur. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin ortalama geliri 2006 yılında İstanbul'un ortalama gelirinin yüzde 30,7'si iken bu oran 2013 yılında yüzde 37,9'una yükselmiştir. Önümüzdeki dönemde, bölgesel kalkınmada sosyal adaleti önceliklendiren, dengeli kalkınmayı ve rekabet edilebilirliği güçlendiren çalışmalarımız devam edecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomi ve reform gündemine ilişkin değerlendirmelerimin ardından, kesin hesap kanun tasarısı ve Sayıştay raporları hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. 2013 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’na ilişkin temel büyüklükler şu şekildedir: Bütçe giderleri 408,2; bütçe gelirleri 389,7; bütçe açığı 18,5; faiz dışı fazla ise 31,4 milyar olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi sizlere Sayıştay raporlarındaki hususlarla ilgili olarak yürüttüğümüz çalışmalar hakkında bilgi vermek istiyorum. Geçen yılki raporlarda genel bütçeli idarelerin bazı mali tabloları üretemedikleri eleştiri konusuydu. Sayıştayla Bakanlığımız arasında ilgili mevzuatın farklı yorumlanmasından kaynaklanan bu soruna kalıcı bir çözüm bulmak üzere ortak bir çalışma grubu oluşturduk. Ortak çalışma grubunun önerileri çerçevesinde, sorunun çözümü için yönetmelik taslağı hazırlanmış, Sayıştayın da olumlu görüşü alınarak Başbakanlığa yayımlanmak üzere gönderilmiştir. Söz konusu değişikliklerin yürürlüğe girmesiyle birlikte, 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri, mevzuatta öngörülen temel mali tabloların hepsini özel bütçeli idarelerde olduğu gibi Sayıştaya sunabilecektir.

2013 yılı raporlarında yer verilen bir diğer konu, uluslararası standartlar çerçevesinde “mali istatistik” tanımının yapılmadığı, bu istatistiklerin hazırlanma ve yayımlanmasına ilişkin esasların belirlenmediği eleştirisiydi. Bu alanda referans kabul edilen dokümanları ve uluslararası standartların uygulamalarını inceledik. Hâlihazırda uygulamakta olduğumuz uluslararası standartları esas alarak “mali istatistik” kavramının tanımlandığı, temel ilkelerin açıklandığı, hazırlanma ve yayımlanmasına ilişkin esasların belirlendiği yönetmelik taslağını hazırladık; Sayıştayın olumlu görüşünü alarak bu taslağı da yayımlanma aşamasına getirdik.

Genel mali yönetim istatistiklerini uluslararası standartlara göre yıllık olarak hazırlamakta ve yayınlamaktayız. Bu kapsamdaki çalışmaları üçer aylık dönemler içinde hazırlayarak mali performansımızı diğer ülkelerle daha sık kıyaslanabilir hâle getireceğiz.

Geçen yılki raporlarda yer alan ve bizim de katıldığımız eleştirilerden biri de kamu idarelerine ait taşınmazların değerleme işlemlerinin tamamlanamaması ve muhasebe kayıtlarına yansıtılamaması idi. Bu eleştiri üzerine, 2014 yılında ikincil mevzuatta değişiklik yaparak taşınmazların muhasebe kayıtlarında izlenmesine imkân sağladık. Kasım ayı itibarıyla muhasebe sistemine aktarılması gereken 3 milyon taşınmazın 2,9 milyonunun envanter işlemlerini tamamladık. Geriye kalan taşınmazların kayıtlara alınmasını yıl sonu itibarıyla tamamlamış olacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi sizlere 2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi yıl sonu gerçekleşmelerine dair bilgi vermek istiyorum. 2014 yıl sonunda bütçe giderlerinin 448,4 milyar, bütçe gelirlerinin ise 424 milyar olarak gerçekleşeceğini öngörüyoruz. Buna göre, bütçe açığının 24,4 milyar lira ile başlangıç tahmininin yaklaşık 8,8 milyar lira altında, faiz dışı fazlanın ise 25,8 milyar lira ile başlangıç hedefinin 7,1 milyar lira üstünde gerçekleşmesini bekliyoruz. 2014 yılında bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 1,4 ile hedefin yaklaşık 0,5 puan altında gerçekleşecektir. Benzer şekilde faiz dışı fazla yüzde 1,5’le hedefin 0,4 puan üzerinde gerçekleşecektir. Genel bütçe açığınınsa yüzde 0,8’le hedefe göre 0,3 puan daha az olacağını öngörüyoruz. Bu oranla Türkiye, genel devlet açığında, 28 Avrupa Birliği üyesi ülkenin 25'inden daha iyi bir performansa sahiptir.

Küresel ekonomideki zayıf seyre, finansal dalgalanmalara, jeopolitik gerginliklere ve dolayısıyla iç ve dış talepteki yavaşlamaya rağmen hedefin üzerindeki bütçe performansı yadsınamaz bir başarıdır. Türkiye bütçede bu başarıyı, yerel ve Cumhurbaşkanlığı olmak üzere, iki önemli seçimin gerçekleştiği bir yılda elde etmiştir. Hükûmetlerimiz hiçbir şekilde mali disiplinden taviz vermediğini ve seçim ekonomisini uygulamadığını bir kez daha söylemde bırakmamıştır, gerçekleştirmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi sizlere 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında bilgi vermek istiyorum. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, genel seçimlerin gerçekleşeceği 2015 yılında da mali disiplini kararlılıkla sürdüreceğiz. AK PARTİ hükûmetlerinin, diğer bütçelerinde olduğu gibi, 2015 yılı bütçesini de ülkemizin orta-uzun vadeli hedeflerini esas alarak oluşturduk. Temel hedefimiz, enflasyonla mücadeleyi desteklemek, cari işlemler açığını azaltmak ve sürdürülebilir büyüme potansiyelini artırmaktır. Bu çerçevede 2015 yılı bütçesi; büyümeyi, istihdamı, yatırımları destekleyen, makrofinansal istikrarı gözeten, eğitim, sağlık ve altyapı yatırımlarını önceliklendiren, vatandaşlarımızın refahını artırmayı hedefleyen ve sosyal yönü güçlü bir bütçe olarak hazırlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 yılı bütçesinde merkezî yönetim bütçe gelirlerinin 2014 yılı sonu tahminine göre yüzde 6,6 oranında artarak 452 milyar liraya ulaşacağını tahmin ediyoruz. Gelirlerdeki mütevazı büyüme, 2014 yılında yüksek miktarda gerçekleşen vergi dışı gelirlerin baz etkisinden kaynaklanmaktadır. Zira, vergi gelirlerinin gayrisafi yurt içi hasıladaki nominal artışa paralel olarak yüzde 10,8 oranında artarak 389,5 milyara ulaşacağını öngörüyoruz.

Bütçe giderlerini ise sıkı maliye politikasıyla yüzde 5,5 oranında artırarak 472,9 milyar TL ile sınırlandırmayı hedefliyoruz. Faiz hariç giderleri 418,9 milyar lira olarak öngörüyoruz.

Bu çerçevede, 2015 yılında bütçe açığını 21,0 milyar lira, faiz dışı fazlayı 33,0 milyar lira olarak hedefliyoruz. Buna göre, 2014 yılında yüzde 1,4 olarak gerçekleşmesini beklediğimiz bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranını 2015 yılında yüzde 1,1'e düşürmeyi, faiz dışı fazlayı ise yüzde 1,5'ten yüzde 1,7'ye yükseltmeyi hedefliyoruz.

Sürdürmekte olduğumuz sıkı maliye politikasıyla genel devlet açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranını 2015 yılında, bir önceki yıla göre 0,3 puan azaltarak yüzde 0,5’e düşürmeyi, 2017 yılında ise yüzde 0,1’lik genel devlet fazlası vermeyi hedefliyoruz.

Borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranını da program sonunda, 2014 yılına göre 4,6 puan azaltarak yüzde 28,5’e indirmeyi öngörüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de sizlere 2015 yılı bütçesiyle vatandaşlarımıza sunacağımız hizmetlerden, önceliklerden bahsetmek istiyorum.

2015 yılı bütçesinde en yüksek payı yine eğitime tahsis ediyoruz. 2014 yılı bütçesine göre yüzde 11,5 oranında artırdığımız toplam eğitim ödeneklerini 87,5 milyar liraya çıkartıyoruz. Bu, 2002’ye göre yaklaşık 7 katlık bir artışı ifade etmektedir. Böylece, bütçenin yüzde 18,5’ini, vergi gelirlerinin ise yüzde 22.3’ünü eğitime ayırmış oluyoruz.

2015 yılında, Millî Eğitim Bakanlığına 62 milyar lira, üniversitelere 18,5 milyar lira, YURTKUR’a ise 7 milyar liralık kaynak ayrılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükûmetlerimiz döneminde sağlıkta bir devrim gerçekleştirdik. Vatandaşlarımıza daha kaliteli sağlık hizmetlerinin idamesi için 2015 yılında da gerekli kaynağı, en yüksek ikinci kaynağı bütçeden sağlığa ayırdık. 2015 yılında Sosyal Güvenlik Kurumunun, yapacağı harcamalar dâhil, toplam kamu sağlık harcamalarına 80,9 milyar lira kaynak tahsis edilmiştir. Böylece, sağlık harcamalarını 2002 yılına göre 6 katına çıkartmış oluyoruz. Sağlığa verdiğimiz önemle sağlık göstergelerinde örnek verilen ülkelerden biri hâline geldik. 2002 yılında yetmiş iki yıl olan doğumda beklenen ortalama yaşam süresi 2013 yılında yetmiş yedi yıla çıkmıştır. Bebek ölüm oranı 2002 yılında binde 31,5 seviyesinden 2013 yılında binde 7,8'e, anne ölüm oranı ise on binde 6,4'ten on binde 1,6'ya düşmüştür. Böylece OECD ülkelerinin otuz yılda başardığını Türkiye son on-on iki yılda başarmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu yatırımlarını, ülkemizin rekabet gücünü artırma, büyüme ve istihdamı destekleme, bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarını azaltma amacıyla etkin bir araç olarak kullanmaya devam edeceğiz. Bu kapsamda, 2015 yılında yatırım ödeneklerini bir önceki yılın başlangıç ödeneğine göre yüzde 9,3 oranında artırarak 48,4 milyar liraya çıkartıyoruz. Böylece, 2015 yılında yatırım ödeneklerini 2002'ye oranla 6 katına çıkartıyor ve yatırım harcamalarının bütçe içindeki payını yüzde 10,2'ye yükseltiyoruz. 2002 yılında ise bu oran yüzde 6,6 idi. Kamulaştırma hariç toplam kamu sabit sermaye yatırımlarını ise 2015 yılında 88,5 milyar liraya yükseltiyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarımız döneminde kamu çalışanlarımızı ve emeklilerimizi gözettik, gelirlerini reel bazda artırdık. 2002 yılı sonundan 2014 Aralık ayına kadar enflasyondaki artış yüzde 182,4’tür. Aile yardımı ödeneği dâhil en düşük memur maaşı ise yüzde 416,8 oranında artarak 2.025’e yükselmiş ve reel olarak yüzde 82,7 artmıştır. Aile yardımı ödeneği dâhil ortalama memur maaşı yüzde 309,7 oranında artarak 2.368 liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 44,9 oranında artmıştır. Net asgari ücret nominal olarak yüzde 383,6 artarak 891 liraya yükselmiş ve reel artış yüzde 71 olmuştur. En düşük SSK emekli aylığı yüzde 307,4 artarak 1.047 liraya yükselmiş ve reel olarak yüzde 44 artmıştır.

Gösterge niteliğindeki bu artışlara paralel unvanlar itibarıyla da iktidarımız döneminde kamu çalışanlarının gelirleri enflasyonun oldukça üzerinde artmıştır. Emekli ve dar gelirli vatandaşlarımızın harcanabilir gelirindeki artışa paralel olarak bu dönemde satın alınabilen temel ürün miktarları da önemli ölçüde artmıştır. Dağıttığım kitapçıktaki tablo 3 ve 4’e de bakılırsa bu görülecektir. 2014 yılına ilişkin, kamu görevlilerinin mali ve sosyal hakları 2014-2015 yıllarını kapsayan 2. Dönem Toplu Sözleşme’yle belirlenmiştir. Bu kapsamda, kamu görevlilerinin tamamının maaşlarında, yılın başından itibaren geçerli olmak üzere, brüt seyyanen 175 lira artış, merkezî yönetim kapsamındaki çalışanların neredeyse üçte 1’ini oluşturan öğretmenlere ocak ayında ilaveten 75, temmuz ayında da 75 olmak üzere brüt 150 liralık tazminat artışı; geçici personel ücretlerinde ise brüt 350 liralık artış yapılmış ve geçici personele ayrıca -memurlarda olduğu gibi- aile yardımı ödeneğinden faydalanma imkânı getirilmiştir. Böylece, 2014 yılında göreve yeni başlayan bir öğretmenin maaşı yüzde 14,4; en düşük memur emekli aylığı yüzde 12,8; ortalama memur maaşı yüzde 8,5; en düşük memur maaşı yüzde 8,3 oranında artmıştır. Bu sözleşme uyarınca çalışanlarımızın maaş ve ücretlerinde 2015 yılında Ocak ve Temmuz aylarında yüzde 3’er olmak üzere kümülatif bazda yüzde 6,1’lik artış yapılacaktır. Bunun yanı sıra, 2015 yılının birinci yarısında TÜFE oranının yüzde 3'ü aşması hâlinde aradaki fark 2015 yılı Temmuz ayından geçerli olmak üzere maaşlara yansıtılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidara geldiğimiz günden beri sosyal yardıma ve korunmaya ihtiyacı olanları gözettik. Kimsesiz çocuklarımızın koruyucu, eğitici hizmetlere ve aile sıcaklığını hissettirecek ortamlara kavuşmasını, engelli vatandaşlarımızın topluma sunulan tüm hizmetlerden yararlanmasını amaçladık. Sosyal yardım programlarını çeşitlendirdik, sosyal harcamalara ayırdığımız kaynağı yıldan yıla hızlı bir şeklide artırdık. 32,9 milyar lirayla 2015 yılı bütçesinin yüzde 7'sini sosyal harcamalara ayırıyoruz. Benzer şekilde, 2015 yılı bütçemizde sosyal güvenlik kurumlarına yapılacak transferleri 80,6 milyar lira olarak öngörüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sürdürülebilir yüksek büyüme için yurt içi tasarruf oranının artırılması büyük önem taşımaktadır. Bu konuyu daha önce vurguladım. Bu amaçla, bireysel emeklilikte teşvik sistemini değiştirip doğrudan devlet katkısı sistemine geçiş yaptık. Yeni sistem katılımcı sayısı 2014 yılı Aralık itibarıyla yaklaşık 5 milyon kişiye, fon büyüklüğü ise 36,8 milyar liraya ulaştı. 2014 yılı Kasım sonu itibarıyla bireysel emeklilik devlet katkısı olarak toplam 2,9 milyar liralık ödeme gerçekleştirdik. 2015 yılı bütçesinde bu sistem için 2,4 milyar lira ödenek ayırdık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarımda verimliliği ve çiftçilerimizin yaşam standartlarını artırmak hükûmetlerimizin öncelikli hedeflerinden biri olmuştur. 2015 yılında tarıma ayırdığımız kaynaklarla tarımsal destekleme bütçesini 2002 yılına göre 5 katına çıkarmış olacağız. 2015 yılı bütçemizde tarımsal destekler için toplam 10 milyar lira kaynak ayırıyoruz. Öte yandan, tarımsal kredi sübvansiyonu, müdahale alımları ve KİT’lerin finansmanı da dâhil, 2015 yılı merkezî bütçesine tarım için toplamda 13,1 milyar liralık kaynak ayırdık. Bu tutarın gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 0,68’dir. Ancak, vergi teşvikleri, tarıma sağlanan hizmetler ve tüketiciler üzerinden sağlanan destekleri de dikkate alırsak bu oran yüzde 2’ye kadar çıkmaktadır. Böylece Türkiye, 2013 yılında tarıma en çok destek veren 2’nci OECD ülkesi konumundadır. AK PARTİ hükûmetleri döneminde tarıma verdiğimiz destekler ve uygulamaya koyduğumuz reformlar sayesinde 2002 yılında 23,7 milyar lira olan tarımsal gayrisafi yurt içi hasıla yaklaşık 3 katına çıkarak 2013 yılında 60,7 milyar dolara ulaşmıştır. Böylece Türkiye, tarımsal gayrisafi yurt içi hasılada Avrupa’nın en büyük ülkesi konumuna gelmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; göreve geldiğimiz günden bu yana güçlü Türkiye’nin, bilgiyle ve bilimle atılan temeller üzerinde yükseleceğinin bilinciyle bilim ve araştırma çalışmalarını destekledik. 2015 yılında TÜBİTAK’ın AR-GE harcama kapasitesini 3,2 milyar liraya çıkarıyoruz.

Yine, hükûmetlerimiz döneminde mahallî idarelere hem daha fazla görev ve sorumluluk verdik hem de bütçeden ayrılan kaynağı artırdık. 2015 yılı bütçesinde mahallî idarelerin gelir payını bir önceki yıla göre yüzde 15 artırarak 44,7 milyar liraya çıkarıyoruz. Öte yandan, sokak aydınlatma, köy hizmetleri personelinin maaş ve diğer ödemeleri, KÖYDES, SUKAP, belediyelere verilen denkleştirme ve belediye katı atık ve atık su arıtma desteği için yaklaşık 3,5 milyar lira ilave ödenek öngördük. Böylece, merkezî yönetim bütçesinden yerel yönetimlere ayırdığımız toplam kaynağı 48,2 milyar liraya çıkarıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bölümde son olarak Bakanlığımızca yürütülen program bütçe çalışmalarından kısaca bahsetmek istiyorum. Program bütçeyle bütçemizi daha şeffaf ve halkımız tarafından daha iyi anlaşabilecek bir yapıya kavuşturmayı hedefliyoruz. Yeni bütçe yapısıyla bütçemizin kamu programlarını gösterecek şekilde yeniden tasarlanmasını ve Hükûmetimizin öncelikleri ile bu önceliklere ayrılan kaynakların halkımız tarafından daha iyi takip edilmesini amaçlıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde sizlere gelir politika ve uygulamalarımız hakkında bilgi vermek istiyorum. Gelir politikalarımızı sürdürülebilir büyüme ve istihdam artışını destekleme, mali kazanımları sürdürme, yurt içi tasarruf oranlarını artırma ve cari açığı azaltma hedefleri kapsamında sosyal amaçlarla uyumlu bir şekilde yürütmekteyiz. Bu çerçevede, vergi mevzuatını modern ve adil bir yapıya kavuşturma çabalarımız devam edecek. Geçen yıl Meclise sevk ettiğimiz Gelir Vergisi Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmeler Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından oluşturulan alt komisyonda devam etmektedir. Yine, 1961 yılında yürürlüğe giren Vergi Usul Kanunu’nu uluslararası standartları ve modern vergi ilkelerini esas alan bir anlayışla gözden geçiriyoruz. Ümit ederim ki önümüzdeki yılın ilk çeyreğinde veya ilk yarısında yine yüce Meclislimize bu tasarıyı da sunmuş olacağız.

Benzer şekilde, Damga Vergisi Kanunu ile Harçlar Kanunu’nu da gözden geçiriyoruz. Yine, vergi mevzuatımızın sadeleştirilmesi ve mükellef uyumunun artırılması için sayısı 123’e ulaşmış olan KDV tebliğlerini birleştirdik ve KDV Genel Uygulama Tebliği’ni yayımladık. Böylece hem mevzuattaki dağınıklığı gidermiş olduk hem de KDV iadelerini hızlandırdık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1 Aralık 2014 tarihi itibarıyla G-20 Dönem Başkanlığı ülkemize geçmiştir. Uluslararası vergi konularıyla ilgili çalışmaları da Maliye Bakanlığımız yürütecektir. G-20 ve OECD üyeliğimiz çerçevesinde vergide şeffaflık ve bilgi değişimi ile matrah aşındırması ve kâr aktarımı çalışmalarını yakından takip ediyoruz. Bu alanlarda küresel ölçekte düzenlemeler yapılmasına katkıda bulunacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükûmetlerimiz döneminde istihdam üzerindeki vergi yükünü düşürdük. Gelir vergisi tarifesine yaptığımız indirimlerle çalışanlar üzerindeki vergi yükünü azalttık. Gelir vergisi tarifesindeki dilim sayısını 6’dan 4’e, en yüksek vergi oranını ise yüzde 49,5’tan yüzde 35’e indirdik. Benzer şekilde en alt dilimdeki gelir vergisi oranını da yüzde 22’den yüzde 15’e düşürdük. Asgari geçim indirimi müessesesiyle de 4 çocuklu bir asgari ücretlinin yüzde 12,8 olan gelir vergisi yükünü sıfıra indirdik. Gelir Vergisi Kanunu Tasarısı’nda ise 3 çocuklu asgari ücretlinin gelir vergisi yükünü sıfıra indirmeyi öngördük. Benzer şekilde, iktidara geldiğimiz 2002’de yüzde 65 olan kurum kazançları üzerindeki vergi yükünü yaptığımız indirimlerle yüzde 34’e çektik. Böylece, ülkemizin uluslararası rekabet gücünü artırdık ve vergi yükü açısından, OECD ülkeleri arasında, kurum kazançları üzerindeki en düşük vergi yüküne sahip 7’nci ülke konumuna geldik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine hükûmetlerimiz döneminde temel ihtiyaç maddeleriyle hizmetler üzerindeki KDV oranlarını da indirdik. Bu kapsamda, KDV oranını, eğitimde, turizmde, sağlıkta, giyimde yüzde 18’den 8’e, birçok gıda maddesinde ise yüzde 1’e kadar indirdik. 2014 yılı itibarıyla Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama standart KDV oranı yüzde 21,5; OECD ülkelerinde yüzde 19,1; hem OECD hem AB üyesi olan 21 ülkede ise yüzde 21,7 olarak gerçekleşmiştir. Yaptığımız KDV indirimleri neticesinde ülkemizde efektif KDV oranı yüzde 14,4’e gerilemiştir. Genel KDV oranı bakımından ise ülkemiz, OECD ülkeleri arasında en düşük oran sıralamasında 6’ncı sıradadır. Avrupa Birliği ülkeleriyle karşılaştırıldığında ise en düşük 2’nci orana sahip ülkeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2014 yılında 1.300’den fazla mükellef tarafından beyan edilen 6,4 milyar liralık matraha, teşvik sistemi kapsamında indirimli kurumlar vergisi uygulamasını yaptık. Yine, kıymetli taş ithalatının borsa üzerinden yapılmasını destekliyoruz. Ayrıca, kıymetli taşlar ve bunları içeren mücevheratın tüketiciye tesliminde KDV istisnasını kaldırdık. Böylece, lüks tüketim niteliğinde bu ürünlerden yüzde 18 oranında KDV alınmasını sağlayarak vergide adaleti bir miktar da olsa iyileştirdik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükûmetlerimiz döneminde Türkiye, vergisel açıdan dünyadaki en rekabetçi ülkelerden biri hâline gelmiştir. Bunu ben söylemiyorum. Ülkelerin vergi rekabetini ve tarafsızlığını ölçen Uluslararası Vergi Rekabeti Endeksi’ne göre, Türkiye, 2014 yılında 34 ülke arasında en rekabetçi 9’uncu ülke olmuştur. Söz konusu endekste birçok gelişmiş ülke bizden çok daha geridedir. Vergi yükünün yüksek olduğu algısı gerçeği yansıtmıyor. Ülkemizde temel sorun dolaylı vergi yükünün yüksekliği değil, dolaysız vergi gelirlerinin yeterli düzeyde olmamasıdır. Ülkemizde mahallî idareler ve sosyal güvenlik primleri dâhil dolaysız vergi gelirlerinin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı yüzde 15,2’dir. Bu oran OECD’de ise ortalama yüzde 23,4’tür yani Türkiye 8,2 puan aşağıdadır. Oysa, dolaylı vergilerin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki paylarına baktığımız zaman Türkiye'de yüzde 12,5; OECD ortalamasının yüzde 1,4 puan üzerinde ama Avrupa Birliği ortalamasının 0,8 puan altındadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; zamanım biraz azaldı, onun için bir kısım atlayacağım ama zaten metin olarak dağıtmıştım, o nedenle oradan takip edilebilir.

Son olarak şunu ifade edeyim: Sosyal politikalar ve mali imkânlar çerçevesinde vatandaşlarımızın yaşam standartlarını iyileştirmek için birçok destek sağlıyoruz. Bu kapsamda, engelli vatandaşlarımızın istihdamının ve fiziksel şartlarının iyileştirilmesi için korumalı iş yerlerini teşvik ediyoruz.

Yine, çevre kirliliğinin azaltılması ve enerji verimliliğinin sağlanması kapsamında çalışmalarımız devam ediyor. Bu kapsamda, 2015 yılında üç önemli düzenlemeyi öngörüyoruz: Binalarda ısı yalıtımının teşviki, elektrik tüketiminde cimri beyaz eşyaların yayınlaştırılması ve karbondioksit salınımlı düşük araçların teşviki.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 yılı bütçesi yeni Türkiye'nin kutlu yürüyüşünü devam ettirecek bir bütçedir. Bu bütçe, daha önceki bütçelerimizde olduğu gibi, günlük siyasi kaygıların çok ötesinde, ülkemizin uzun vadeli geleceği düşünülerek hazırlanan bir bütçedir. Bu bütçe, 21’inci yüzyıla damgasını vuracak olan yeni Türkiye'nin beşeri sermayesine, altyapısına ve toplumun tüm kesimlerine, kısacası geleceğine kaynak ayıran bir bütçedir. Bu bütçe ülkemizin dört bir yanını mamur edecek, refahı daha adil dağıtacak, 77 milyon insanımıza hizmet sunacak ve kardeşliğimizi pekiştirecek bir bütçedir. Bu bütçe misafirlerimize, muhacirlere ve mazlumlara da sahip çıkan bir bütçedir.

Geçmişten ders ve ilham alamayanlar geleceği inşa ve ihya edemezler. Türkiye, Yahya Kemal’in de dediği gibi, kökü mazide olan bir atidir. Bu bütçe bu anlayışla hazırlanmış, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü görevi görecek olan bir politika dokümanıdır. AK PARTİ hükûmetlerinin ve iktidarımızın en belirgin vasfı hizmet olmuştur. Bu bütçe yine bir hizmet bütçesidir.

2015 bütçesi bu ülkenin, bu güzel ülkenin güzel insanları için, yarınlarımız için, dünyayı kendilerinden ödünç aldığımız çocuklarımız için, hayat standartlarımızı yükseltmek için, kardeşliğimizi daha da pekiştirmek için, istikrar ve güven içinde büyümek ve kalkınmak için, israf eden değil üreten bir ülke olmak için, gelişmiş ülkelerle arayı daha da hızlı kapatmak için hazırlanan bir bütçedir.

Mehmet Akif Ersoy’un dizelerinde de yer aldığı gibi:

“Varmak istersen diyor Sadi eğer maksada,

Tuttuğun yollar hiç bitmeyecek gibi olsa da,

Yola devam et, durmayıp git, yolda kalmaktan sakın!

Azim sahibi insan için neymiş uzak, neymiş yakın?

Hangi güçlüktür ki gayrete gelince kolaylaşmasın?

Hangi korkunç şey var ki insandan korkmasın?”

Bu duygu ve düşüncelerle tarihimizden ilham alarak 2023 ve sonrası hedeflere azim, sabır ve sebatla ilerlemeye devam edeceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçenin hazırlanmasında desteğini eksik etmeyen Sayın Başbakanımıza ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Bu vesileyle, Türkiye’de mali disiplinin ve ekonomik istikrarın kökleşmesini sağlayan, önceki 12 bütçemizin mimarı olan Sayın Cumhurbaşkanımıza değerli hizmetleri ve eserleri dolayısıyla şükranlarımızı arz ediyorum.

Genel Kurulda yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar için Hükûmetim ve şahsım adına sizlere şimdiden teşekkürü borç biliyorum.

2015 yılı bütçemizin hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 3/12/2014 tarihli 22'nci Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.

Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde siyasi parti grupları ve Hükûmet adına yapılacak konuşmalarda süre birer saat -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmalarda onar dakikadır. Kişisel konuşmalarda bütçenin tümü üzerinde şahsı adına iki milletvekiline söz verilecektir.

Şimdi bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve İstanbul Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili Sayın Adil Zozani ve Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Muş ve Isparta Milletvekili Sayın Süreyya Sadi Bilgiç; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli; Hükûmet adına Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu; şahısları adına lehinde Çorum Milletvekili Sayın Cahit Bağcı, aleyhinde İstanbul Milletvekili Atila Kaya.

Şimdi, gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve İstanbul Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; bir bütçeyi görüşüyoruz, yeni bir bütçe. Sayın Maliye Bakanı az önce bir sunuş yaptı. Baktığınızda, bütçenin heyecanı yok, ufku yok, amacı yok, vizyonu yok; bir savunma içgüdüsü içinde bir bütçe sunuşu yapıldı.

Değerli arkadaşlarım…

AHMET YENİ (Samsun) – Hakarete de başladınız işte.

ENGİN ALTAY (Sinop) - Neresi hakaret?

BAŞKAN – Sayın Ahmet Yeni, soyadın Yeni ama kendin eskisin. Oradan söz atmanın ne sıkıntılar açtığını en iyi bilenlerdensin. Ne olur…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Kendisi eski olduğu için Sayın Başkan, dikkate almıyoruz zaten. İstediği kadar konuşabilir, herhangi bir sorunumuz yok. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, herkes için bir hatırlatma yapmak istiyorum.

Kestiğim süreyi ilave edeceğim Sayın Kılıçdaroğlu.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Bakınız, değerli arkadaşlarım, sözlerime niye böyle başladım onu da anlatayım. “Bütçe hakkı” denen bir kavram var. Yani 77 milyon yurttaşın ödediği verginin nerelere harcandığının hesabının sorulması lazım, siyasi iktidarın da bu hesabı vermesi lazım.

Bütçe hakkının 3 temel ayağı var değerli arkadaşlar, 3 temel ayağı: Bir, bütçenin hazırlanmasında hukuka uyuyor muyuz? İki, bütçenin kullanılmasında hukuka uyuyor muyuz? Üç, bütçenin nasıl hazırlandığını, harcamaların nasıl yapıldığını sağlıklı değerlendiriyor muyuz?

Bir, bütçenin hazırlanmasında hukuka uyuyor muyuz? Değerli arkadaşlar, 2006 yılından bu yana Orta Vadeli Plan, Orta Vadeli Mali Program zamanında ilan edildi mi? Edilmedi. Zamanında duyuruldu mu? Duyurulmadı. Peki, değerli arkadaşlar, bu yasayı sizler çıkarmadınız mı? Sizler çıkardınız. Bu yasaya vatandaşın uyması lazım mı, sizin çıkardığınız yasalara? Uyması lazım. Hükûmetin bir ayrıcalığı var mı? Hayır, bir ayrıcalığı yok. “Orta Vadeli Program eylül ayının ilk haftasında yayımlanır.” diyor, bu kadar basit. Yayımladılar mı? Yayımlamadılar. Orta Vadeli Mali Plan’ın eylül ayının ilk 15’inde yayımlanması lazım. Yayımlandı mı? Yayımlanmadı. Şimdi ben Hükûmete soruyorum: Hangi gerekçeyle siz bu planları, bu programları yayımlamadınız zamanında, hangi gerekçeyle? Bana çıkıp makul bir açıklama getirsinler. Eğer getirmiyorlarsa Parlamentonun itibarıyla oynuyorlar. Şöyle bir yasa teklifi verin, özellikle konuşan eski arkadaşım versin: “Hükûmet Orta Vadeli Mali Planı, Programı arzu ettiği zaman yayımlar.” Hiç değilse biz de bu eleştirileri yapmamış oluruz. 2006 yılından bu yana defalarca söyledik hâlâ süreye uymuyorlar.

İkinci konu, bütçenin kullanılması. Değerli arkadaşlarım, bütçeye yüzde 2 ödenek koyuyoruz Maliye Bakanlığı için. Niye koyuyoruz? Olur ya deprem olur, sel olur, bir felaket olur, dolayısıyla Maliye Bakanlığı süratle müdahale etsin diye. Doğru mudur? Uygulama doğrudur. Olması gerekir mi? Elbet olması gerekir. Peki, ödenek kaç liraydı arkadaşlar? 949 milyon liraydı, 949 milyon lira. Ne kadar kullandılar biliyor musunuz? 36 milyar lira. 949 milyon lira Parlamentodan geçiyor, 36 milyar lira kullanıyorlar, eski parayla 36 katrilyon lira.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, sizin itibarınız var mı Allah aşkına? Parlamentonun itibarı tartışma konusu olmaz mı? Ben 900 milyon ödenek ayıracağım kullanabilirsin diye, 36 milyar lira harcayacak, buraya gelecek hesabını vermeyecek. Ek ödenek talebi mi var arkadaşlar? Yeni bütçe getirirsiniz, Parlamentoya bilgi verirsiniz. Hem kul hakkından söz edeceksiniz hem harcanan paranın hesabını vermeyeceksiniz. Olmaz, olmaz. Biz eleştirmeyeceğiz de kim eleştirecek, biz doğruyu söylemeyeceğiz de kim doğruyu söyleyecek?

Değerli arkadaşlarım, bununla kalsa gene iyi. Kayıt dışı bütçe var. Bu 36 milyar bunlardan birisi. Döner sermayeler. Döner sermayede para veriyor mu vatandaş? Veriyor. Harcanıyor mu? Harcanıyor. Kaç lira biliyor musunuz? 35 milyar lira. Bu bütçede var mı? Hayır, bu bütçede yok. Niye yok, hangi gerekçeyle yok, neden koymuyor? Siz yeri geldiğinde millete hesabı vermeyecek misiniz? Vermeniz gerekiyor. Size yetki veriliyor bütçeyi kullanın diye. Siz bütçeyi babanızın çiftliği gibi kullanamazsınız. Parlamentonun düzenlemesi vardır, yasası vardır, kuralları vardır, fasıllar vardır, bölümler vardır, bakanlıklar vardır. “Ben istediğim gibi kullanırım, istediğim zaman gelir istediğim hesabı veririm, istediğim hesabı veremem” Bu doğru değil arkadaşlar. 35 milyar lira, eski parayla 35 katrilyon lira yine bütçenin denetimi dışındadır değerli arkadaşlarım. Sadece bu mu? Hayır. Dernek var, vakıf var, kurumlar var, kuruluşlar var, bunlara yardımlar yapılıyor. Biliyor musunuz ne kadar yardım yapıldığını? Bilmiyorsunuz. Niye bilmiyorsunuz? Hangi gerekçeyle bilmiyorsunuz? Biz yasama organı değil miyiz, bize hesap verilmesi gerekmez mi? Hesap verilmiyor. Sonra da burada bütçeyi kabul edeceğiz. Özellikle de TOKİ (Toplu Konut İdaresi), hesabını bilen var mı? Niye gelmiyor buraya, neden çıkardılar bütçeden? Hepimizin sorması gerekiyor değerli arkadaşlarım.

Bütçe hakkının bir üçüncü ayağı: Paranın nasıl harcandığını da bizim bilmemiz lazım. Yasalara uygun olarak para harcanıyor mu, harcanmıyor mu? Kim denetleyecek? Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Sayıştay denetleyecek. Dilimizde tüy bitti raporlar gelsin diye, en nihayet 157 rapor geldi bu sene, 157 rapor geldi. Değerli arkadaşlarım, bu raporlarda birden fazla sıkıntı var. Birincisi şu: Bu raporlar Sayıştay tarafından kuşa çevrilerek geliyor buraya. Sayın Cemil Çiçek’e sesleniyorum: Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kamu harcamalarını denetleyen kurum özel bir çalışmayla denetçilerin raporlarını kuşa çeviriyor, buna engel olun, buna engel olun. Milletvekillerinin, denetim elemanlarının raporlarını görme hakkı vardır. Makaslanıyorsa, düzeltiliyorsa hangi gerekçeyle düzeltildiğini bizim bilmemiz gerekir. Hangi gerekçeyle düzeltiliyor, hangi gerekçeyle belli bölümler çıkarılıyor benim bilmem gerekir. Eğer Sayıştayın üzerinde bir vesayet varsa, bir siyasi baskı varsa o kurum Türkiye Büyük Millet Meclisi adına sağlıklı denetim yapamaz ve bunun sorumlusu da Sayın Başkan, başta sizsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Cemil Çiçek’tir, açık, net söylüyorum. Ve, size örnek: Orman ve Su İşleri Bakanlığının bütçesi. Bütçeleri denetleniyor. Millî parkların kiralanmasıyla ilgili büyük olaylar var. Denetim raporu geliyor, denetim kurulundan da geçiyor -raporları denetleyen bir kurum var, oradan da geçiyor- Parlamentoya gelecek fakat bir karanlık el tekrar devreye giriyor. Aynı kurul tekrar raporu yeniden incelemeye alıyor, rapor gerçek anlamda kuşa çevriliyor ve bizim önümüze geliyor. Bunun muhatabı Hükûmet değil, onu da söyleyeyim, Hükûmetin burada bir kabahati yok. Sayıştaya sahip çıkmayan Parlamento, asıl sorun orada. Şimdi Sayın Cemil Çiçek’e soruyorum: Hangi gerekçeyle Orman ve Su İşleri Bakanlığının millî parklarla ilgili raporu ikinci kez Komisyona gelip makaslanıyor? Bunun bilgisini istiyoruz biz, bu bilgi gelmelidir. Bu mu sadece? Hayır. Raporlar geldi. Raporların bir kısmındaki ifadeyi aynen okuyorum değerli milletvekilleri: “Gerekli mali tablolar alınamadığı için denetim yapılamadı.” Sayın Başbakan da herhâlde duyuyor değil mi? “Gerekli mali tablolar alınamadığı için denetim yapamıyoruz.” diyor Sayıştay. Ben sormak istiyorum: Hangi gerekçeyle bu mali tablolar denetim elemanına verilmiyor, neden çekiniliyor? Hangi gerekçeyle hangi kurumlar hangi tabloları vermedi? Siz biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz. Ben de bilmiyorum. Sayın Çiçek de bilmiyor. Gruplar da bilmiyor. Hükûmet biliyor ama. Burada sorumlu Hükûmettir. Sayın Davutoğlu’na birinci sorum: Hangi bakanlıkların mali tabloları denetim elemanlarına ibraz edilmedi, hangi gerekçeyle ibraz edilmedi? Cevabını bekliyorum. Ben merak ediyorum, benim grubum da merak ediyor, eminim Parlamento da, Adalet ve Kalkınma Partisinin grubu da merak ediyordur. Size oy verecekler, kabul verecekler, en azından oy verirken vicdanları rahat olsun diye cevabını bekliyorlar.

Değerli arkadaşlarım, Hükûmetin bütçe politikası var mı? Ekonomi politikası var mı? Neyi hedefliyor? Neyi hedefliyor? Ben şimdi sizlere hedefleri göstereceğim tek tek arkadaşlar: Şimdi, bakın on iki yıl geçmiş yapısal reformlardan söz ediyorlar. Pes ya! On iki yıldır sanki başka bir Bakanlar Kurulu vardı, başka bir siyasi iktidar vardı, on iki yıldır hiç yönetmiyorlar, şimdi yapısal reformlardan söz ediyorlar. Başka? Efendim katma değeri yüksek ürün üretmekten söz ediyorlar. On iki yıldır bu ülkeyi kim yönetiyordu? Hangi politikayla yönettiniz siz?

Bakın, değerli arkadaşlar, ekonomi politikasının temel amacı ülkeye refahı getirmektir. Vatandaş refah içinde yaşasın, huzur içinde yaşasın, çağdaş uygarlığı yakalasın, uygar toplumun bir parçası olsun, kişi başına gelir yüksek olsun; asıl hedef, bildiğimiz bütün dünyadaki ortak hedef budur.

Şimdi, bakın değerli arkadaşlar, bir büyüme masalıyla on iki yıl bu milleti uyuttular, on iki yıl. Şimdi size rakamları vereceğim. Rakamlar yanlışsa Sayın Başbakan gelsin desin ki: “Ey Kılıçdaroğlu, senin verdiğin rakamlar yanlıştır.” O zaman ben de gider ilgili kamu kuruluşuna sorarım neden siz bunları yayınladınız diye.

1946-2002, kırk üç yılda ortalama büyüme yüzde 5,1. Darbeler oldu, beş sente muhtaç olunan dönemler oldu, ekonomik krizler oldu, Kıbrıs çıkarmaları oldu, Türkiye’ye yönelik ambargolar oldu; 5,1 ortalama büyüme. Peki, 2003-2014 ortalama büyüme yüzde 4,7.

Sayın Başbakan, istirham ediyorum, bu rakamlar yanlışsa gel burada söyle, doğruysa o zaman bu büyüme masalıyla bu milleti artık aldatmayın.

Bakın, değerli arkadaşlar, 2008 yılını veriyorum: Kişi başına millî gelir 10.444 dolar. 2014’ü veriyorum: 10.537 dolar. Kaç dolar artmış biliyor musunuz dört beş yılda? 93 dolar. Hangi ekonomi politikasından bana söz ediyorlar? Parlamentoya nasıl ve hangi yüzle gelip bize “Bu bütçeyi getiriyoruz, bize oy verin.” diyorlar? Bütün cumhuriyet hükûmetlerinin harcadığı paradan 1 trilyon dolar daha fazla harcadılar. Altını çiziyorum, bütün cumhuriyet hükûmetlerinin harcadığı paradan 1 trilyon dolar daha fazla para harcadılar. Ortalama büyüme yüzde 4,7. En son rakamlar açıklandı, orası çok daha kötü. O bu rakama dâhil değil, oran olarak koysak belki biraz daha düşecek.

Peki, vatandaş refah içinde mi? Değerli arkadaşlarım, kredi kartı borçlarını size söyleyeyim. Eğer yanlışsa verdiğimiz rakamlar Sayın Başbakan gelir düzeltir, biz de memnun oluruz. 2002, hani bu yazar kasanın atıldığı, gecelik faizlerin yüzde 1.500’lerde olduğu dönemler kredi kartı borcu 4,3 milyar lira yani eski parayla 4 katrilyon 300 trilyon lira. Ekim 2014; 4 milyar kaça çıkmış biliyor musunuz? 73,9 milyar liraya çıkmış, 4 milyar 73 milyara. Artış ne kadar biliyor musunuz? Yüzde 1.604. Hangi refahtan söz ediyoruz?

Peki, bankalara bakalım, bankalarda tüketici borcu nedir vatandaşın? 2002’de 2,3 milyar lira, tüketici borcu 2,3 milyar lira. Geçiyorum Ekim 2014’e, 2 milyar kaça çıkmış biliyor musunuz? 273 milyar liraya çıkmış. 2 milyar, 273 milyar liraya çıkmış, vatandaş borç batağında, nefes alamıyor, ülkedeki gelişmeleri izleyemiyor. “Akşam eve nasıl gideceğim?” diye düşünüyor. “Evde tencere kaynayacak mı?” vatandaşın derdi bu. Eğer bu tablo doğru bir tablo değilse, bu rakamlar yanlışsa emin olun çıkacağım özür dileyeceğim. Doğruysa hükûmet çıksın bu milletten özür dilesin. (CHP sıralarından alkışlar) Borçtaki artış ne biliyor musunuz? Yüzde 11.954. Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükûmet bunu yaşatmadı bu topluma.

Değerli arkadaşlarım, gelir dağılımına bakalım. 2002’de nüfusun en zengin yüzde 1’lik grubu gelirin yüzde 39,4’üne sahipti. 2014’te bu oran yüzde 54,3’e çıkıyor. O nedenle bizde dolar milyarderi sayısı Japonya’dan çok daha fazla. Birileri köşeyi dönüyor, birileri zengin oluyor, birileri malı götürüyor, biz bunu biliyoruz ama vatandaş perişan vaziyette. Esnafa sorun ah işitirsiniz, çiftçiye sorun ah işitirsiniz, e sarayda oturanlara sorun onlar sarayın penceresinden bakınca günlük güneşlik, yeşil, ağaçlıklı bir bölge görüyorlar, sanıyorlar bütün Türkiye böyle. (CHP sıralarından alkışlar) Bütün Türkiye böyle değil değerli arkadaşlarım. Söyledim, olağanüstü büyük paralar harcadılar.

Bir hükûmetin hedefi ne olur biliyor musunuz? Bir hükûmetin hedefi Türkiye’yi bilgi toplumuna taşımak olur. 21’inci yüzyıldayız artık. İnsan beyni dünyanın en stratejik ürünü artık. Eğer Türkiye’yi bilgi toplumuna taşırsanız, Türkiye o zaman itibar sahibi bir devlet olur, bir ülke olur. Bakın değerli arkadaşlarım, bilgi toplumuna taşımanın temel noktası eğitim sistemidir. Bütün milletvekili arkadaşlarımdan istirham ediyorum, Norveç’e baksınlar, eğitim sistemine baksınlar, son yirmi yılına baksınlar yalnız. Norveç nasıl geriye gitti, Norveç nasıl ileriye gitti ve eğitim sisteminde neleri yaptı?

Bakın değerli arkadaşlarım, 4+4+4 sistemini getirdik. Kalkınma planında yoktu. Hükûmetin Programı’nda yoktu. Millî Eğitim Bakanlığının stratejik planında yoktu. Bakanlar Kurulunda görüşülmedi. Sizlerin içinden 5 değerli arkadaşımız kalktı bir kanun teklifi verdi. Hiçbirisi eğitimci değildi. Kavga dövüş Parlamentodan çıktı. 5 yaşındaki çocuğu okula gönderme zorunluluğu getirdiniz. Anneler göndermek istemedi, dediniz ki: “Sizin çocuğunuz geri zekâlı mı siz okula göndermek istemiyorsunuz?” Bir kısmı düzeltildi bunların ama bizi hiç kimse dinlemedi. Eğitim sistemi nedir biliyor musunuz? Hallaç pamuğu gibi atıldı. 11 yılda 13 kez eğitim politikası değişti arkadaşlar, 11 yılda 13 kez. Bana söyler misiniz, kendi çocuklarını denek konumuna getiren dünyada hangi ülke var? Anne baba çocuğu hangi okula göndereceğini bilmiyor, nasıl göndereceğini bilmiyor. Yazık günah değil mi bu ülkeye değerli arkadaşlarım? Bizim çocuklarımıza yazık günah değil mi? Bu ülkenin eğitim kurumları yok mu? Var. Eğiticileri yok mu? Var. Pedagogları yok mu? Var. Bilim insanları yok mu? Var. Niye oturup uygar insanlar gibi tartışıp, stratejiyi oluşturup sonra Parlamentoya getirmiyoruz? Hangi gerekçeyle yapıyoruz biz bunu? “Ortak akıl” denen bir şey vardır. Siz iyi bir şey getirdiniz de Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz karşı mı çıktık?

OSMAN ÇAKIR (Düzce) – Evet karşı çıktınız.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Neyini getirdiniz de biz karşı çıktık, neyi getirdiniz de biz karşı çıktık? (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Açık, net söyleyeyim, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde gelen bütün yasalar bu Parlamentodan oy birliğiyle çıktı değerli arkadaşlarım, oy birliğiyle çıktı. (CHP sıralarından alkışlar) Geldiğimiz nokta nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlarım, İran bilimsel yayınlarda bizi geçti biliyor musunuz? Bu ayıp bu Hükûmete yetiyor zaten. Bilimsel yayınlarda geçti. Neden oluyor bu arkadaşlar? Hangi gerekçeyle oluyor? Biz Güney Kore’den önce otomobil ürettik. Şimdi bizim otomobilimiz var mı? Güney Kore’nin dünya çapında 3 markası var. Hiç acaba Hükûmet yetkilileri “Ya, bu Güney Kore bizimle beraber aynı süre içinde kalkınma hamlesini başlattı, nasıl oldu da geldi ilk 20’de bile bizi geçti?” diyorlar mı? Bir masal daha var: “Efendim, ilk 20’deyiz.” Ya, zaten eskiden beri ilk 20’deydik ama 84’te ilk 20’nin 13’üncü, 14’üncü sıralarındaydık, şimdi 17’nci sırasındayız. 3 ülke daha atak yaparsa biz ilk 20’nin bile altında kalabiliriz.

Değerli arkadaşlarım, imalat sanayi, katma değeri yüksek ürün üretmenin yolu bilimden, akıldan, mantıktan, üniversiteden geçiyor. Bir ülkenin eğitimi bozuksa orada katma değeri yüksek ürün de üretemezsiniz. Övünüyorlar değil mi? 2002, imalat sanayisinde ileri teknoloji ürünlerin oranı yüzde 5,7. 2013 -hani dedim ya, 1 trilyon dolar daha fazla para harcadılar- yüzde 3,4 arkadaşlar. İleri teknoloji ürün sayısı, ürün miktarı genel imalat içinde düşmüş durumda.

Peki, ihracata bakalım: 2002, yüzde 6,2; ihracat içinde katma değeri yüksek ürünlerin payı yüzde 6,2. 2013, yüzde 3,5 arkadaşlar. Düşüyor. 2014 Ekim, yüzde 3,3. Bu ayıp bu Hükûmete yeter.

Hani bizim üniversitelerimiz vardı? Hani bilgi üretiyorduk biz? Ne oldu bize? Hangi gerekçeyle oldu? Tüketime gelince koşuyoruz, üretime gelince duruyoruz.

Bakın, size bir şey daha söyleyeyim: 1 milyon kişi başına AR-GE’de çalışan insan sayısı: Ukrayna, 1.253 kişi; Güney Kore, 5.928 kişi; Rusya, 3.096 kişi; Norveç, 5.588 kişi; Türkiye, 987 kişi. Neyimiz eksik o ülkelerden, neyimiz eksik? O ülkelerden siyasetimiz eksik arkadaşlar. Siyasette ahlakı egemen kılmadığınız zaman, bozulma başladığı zaman, yolsuzluklar olduğu zaman bu tablo karamsar bir tablo olarak ortaya çıkar. (CHP sıralarından alkışlar)

Bilim nedir arkadaşlar? Aklın zenginleşmesi demektir. Siz aklın zenginleşmesine karşı çıkan bir millî eğitim politikasını hayata geçiren bir Hükûmetle karşı karşıyasınız.

İşsizlik… Size bir tablo göstereceğim. Bu belediye başkanı Adalet ve Kalkınma Partili bir belediye başkanı arkadaşlar. Önündeki dosyalar da kendisine iş için başvuranların dosyaları. Özellikle iktidar kanadından birisini getirdik ki, CHP’li olsa diyeceksiniz ki “Ya, CHP’liler hep muhalefet ediyorlar.” diye. Ben değil, Adalet ve Kalkınma Partisinden bir belediye başkanı, kendisine yapılan başvurular dolayısıyla dosyaları görüyorsunuz. Rakam ne biliyor musunuz arkadaşlar? Altı ayda 9 bin kişi iş istiyor. Altı ayda 9 bin kişi. Nereye giderseniz gidin elinize bir kâğıt tutuşturuluyor “Bana iş bulun.” diye. Niye işsizlik bu noktada? Yüzde 10’u aştı işsizlik. Genç işsizlik yüzde 20’lerde, üniversite mezunlarında yüzde 20-25’lerde. Niye işsizlik var?

Beyefendilerin çocukları işsiz değil. Bu Hükûmet kanadını görüyorsunuz ya, bunların hiçbirisinin çocuğu işsiz değil. (CHP sıralarından alkışlar) Bunların bir eli yağda, bir eli balda.

Sorun nerede biliyor musunuz? Sorun Ermenek’teki Recep ustada, Recep amcada sorun; onun ayakkabısında sorun, onun çocuğunda sorun. (CHP sıralarından alkışlar) Kahvede oturan Mehmet efendi, onun çocuğu işsiz. 330 bini aştı atama bekleyen öğretmenler, 330 bini aştı. Üniversiteyi bitirmiş 65 kişi intihar etti. Neden bahsediyorsunuz arkadaşlar? Bu Hükûmet nelerden bahsediyor? İşsizlik gelmiş dayanmış, evde tencere kaynamıyor, huzursuzluk var. Bu Hükûmete sorar mısınız veya ben sorayım: Sayın Başbakan, buraya geldiğinizde size ikinci sorum olsun; bonzai tüketimi niye bu kadar arttı? Siz mi teşvik ediyorsunuz? Niye arttı? Boşanmalar niye arttı? Aile yapısı niye bu kadar derinden sarsılıyor Türkiye’de? “Maneviyatçı” diyorsunuz kendinize. Aile yapısı neden bu kadar derinden sarsılıyor Türkiye’de? Uyuşturucu bataklığına, fuhuşa Türkiye neden sürükleniyor? Hani siz para pul peşinde değildiniz, huzur getiriyordunuz memlekete? Neden oluyor değerli arkadaşlarım?

Bütçenin hesabını vermiyorlar, 35 milyar lirayı Parlamentonun dışında kullanıyorsunuz, getirmiyorsunuz buraya, sonra kalkıp diyorsunuz ki: “Bizim Hükûmet, başarılı bir Hükûmettir.” Yok arkadaşlar, sizin Hükûmet başarılı bir Hükûmet değil kimse kusura bakmasın.

Bakın, Sayın Davutoğlu çıktı TRT’de bir açıklama yaptı; 19 Kasım 2014. Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli milletvekillerinin ve vatandaşlarımın beni bu konuda dikkatle dinlemelerini istirham ediyorum. Şöyle diyor Sayın Başbakan: “Emek ücretleri bizde çok yüksek Avrupa standartlarında sendikal yapılanma olduğu için. Çin’de olmayan bir şey. Çin ile o yüzden rekabet gücümüz zayıflıyor.” Emin olun, Sayın Başbakanın Türkiye’nin gerçekleriyle yakından uzaktan ilgisi yok. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum.

Sayın Başbakan, siz bu ülkede kaç işçinin sendikalı olduğunu biliyor musunuz? Yüzde 4. Amerika’da yüzde 10, bizde yüzde 4. Asgari ücretle kaç kişi çalışıyor biliyor musunuz? 4 milyon 780 bin 807 işçi asgari ücretle çalışıyor. Taşeron işçisi 1 milyon 361 bin 373. Hangi yükseklikten söz ediyorsunuz siz? Kendi maaşınıza bakıp “Bütün işçiler bu maaştan alıyor, dolayısıyla biz rekabet edemiyoruz.” diye bir düşünce mi egemen sizde? (CHP sıralarından alkışlar) TÜRK-İŞ açıklama yaptı, Kasım 2014, açlık sınırı 1.225 lira, yoksulluk sınırı 3.990 lira. Asgari ücretli net ne kadar alıyor biliyor musunuz? 891 lira, açlık sınırının altında ve Sayın Başbakan devletin televizyonuna çıkıp “Bizde ücretler yüksek.” diyor. İnsaf, insaf, vallahi insaf, söyleyecek bir söz bulamıyorum, ne söyleyeyim. Bu sözleri lütfen bu kürsüye geldiğinizde düzeltin Sayın Başbakan. Asgari ücretliye gerçekten de haksızlık yapıyoruz.

Taşeron işçilik sizin zamanınızda patladı. İşi, patronun iki dudağı arasında örgütlenme, sıfır; asgari ücret, ömür boyu mahkûm; sekiz saat, patron derse sekiz değil on sekiz saat çalışmak zorunda, kızdı mı hemen kapının önünü gösteriyorlar. Hangi düzenden bahsediyoruz biz değerli arkadaşlarım? Hangi düzenden bahsediyoruz? Biz bunları dile getirmeyeceğiz de kim getirecek?

Değerli arkadaşlarım, biz ülkemizde birinci sınıf demokrasi istiyoruz. Bunun diğer anlamı şudur: Bütün işçilerin, işverenler nasıl örgütleniyorsa işçilerin de örgütlenmesi lazım, onların da sendikalaşması lazım ama açık, net Parlamentoda da ifade ediyorum; biz ücret sendikacılığına karşıyız ama işçilerin kendi haklarını aramak için örgütlenmelerinden yanayız, sendikalı olmalarından yanayız. (CHP sıralarından alkışlar)

Peki, bu tablo neyi doğuruyor biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Bu tablonun doğurduğu bir başka tablo daha var; icradaki vatandaş sayısı. 2002, şu ekonomik krizin en yüksek olduğu dönemlerde, icra dosya sayısı 8 milyon 613 bin 759. 2013’te bu 8 milyonluk rakam kaça çıktı biliyor musunuz? 20 milyon 194 bin 933. Hani az önce dedim ya, tüketici kredi batağında, bankalara parasını ödeyemiyor; asgari ücretli batakta, ödeyemiyor; kredi kartını ödeyemiyor; işte, onların dosyaları. Hükûmet belki şu gerekçeyi söyleyecektir: “İyi ya, vatandaş borçlanıyor ve harcıyor.” Harcıyor ama ödeyemiyor. İcra dosyaları bunu gayet net gösteriyor.

Değerli arkadaşlarım, dünyanın en garip işlerinden birisi, Hükûmet yetkilileri gittiler törenle icra dairesi açtılar. Böyle bir şey olabilir mi; böyle bir akıl, mantık olabilir mi? Vatandaşı icraya vereceksin, törenle icra dairesi açıyorsun. (CHP sıralarından alkışlar) İnsan utanır, ben şahsen utanırım, hesabını veremem. Bakın, Kalkınma Bakanlığının bütçesinde ne diyor biliyor musunuz? “Cezaevi yapımlarına hız verilecektir.” diyor. E, bu kadar adam icralıysa nereye gidecek? Hapislere gidecek.

Size Türkiye'nin bir başka gerçeğini söyleyeyim. Cezaevindeki vatandaş sayısı… 2002 yılında hani şu gecelik faizlerin yüzde 1.500’lere çıktığı ve sık sık burada dile getirilen yıllardan söz ediyorum; yazar kasaların atıldığı, esnafın yürüyüş yaptığı yıllardan söz ediyorum hapisteki kişi sayısı 59.429; 1 Aralık 2014, hapisteki vatandaş sayısı 156.707; 3 kat artmış. Cezaevlerinde yer yok, biliyor musunuz? Sırayla yatıyorlar, biliyor musunuz? 10 kişilik koğuşta 25-30 kişi var, biliyor musunuz? Türkiye'nin gerçeği bu. Bu gerçeği neden milletin önünden kaçırıyorsunuz? Birisi kalkıp bir ara Diyarbakır’a gitmişti, “Size modern bir hapishane yapacağım ey Diyarbakırlar.” demişti. Şimdi bunlar da diyorlar ki: “Meraklanmayın, cezaevi yapımlarına hız veriyoruz.” Milletle dalga geçmek değil de nedir bu değerli arkadaşlar! Yazık, günah değil mi?

Bu Hükûmet bir şey daha yaptı, özelleştirme şampiyonluğu sözde yapıyor ama bir devletleştirme yaptı. DEİK dediğimiz Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu var, özel sektördeki sivil toplum kuruluşları bir araya geliyorlar, değişik ülkelerle ihracatı geliştirmek, iş birliğini geliştirmek için DEİK’i kuruyorlar. Bunlar dediler ki: “DEİK’i kurmaya gerek yok, DEİK’i bundan sonra sizin elinizden aldık, doğrudan Bakanlığa bağladık.” Niye Bakanlığa bağlıyorlar? Kimdi bunlar? Türkiye Sanayicileri ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD). Başka? Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği. Başka? Türkiye İhracatçılar Meclisi. Başka? Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD). Başka? Türkiye Müteahhitler Birliği. Ve dediler ki: “Bunların gelirlerinin yüzde 1’ini de biz alacağız.”

Sayın Başbakan, siz akademisyensiniz, Anayasa’nın 73’üncü maddesi var, der ki: “Vergi kanunla konulur, kanunla kaldırılır.” Vergi konusunda kanun hükmünde kararname bile çıkarılamaz. Siz kalktınız -yüzde 1’i- kanun bile çıkarmadınız, “Ben el koydum, alıyorum.” dediniz. Hangi gerekçeyle siz yüzde 1’leri alıyorsunuz, hangi gerekçeyle? Hangi gerekçeyle siz vergi koyuyorsunuz?

Bir şey daha yaptı, değerli arkadaşlarım, bu gördüğünüz Hükûmet: Havuz medyası başta, bir de yandaş iş adamları var. Bunlar yandaş iş adamlarına her türlü cezayı değil, her türlü övgüyü, her türlü imkânı sunuyorlar. Tuttular, bu şirketlere dediler ki… Bir kararname çıkardı, Sayın Davutoğlu’nun ilk kararnamesidir bu, oturdu, Bakanlar Kurulundan ilk kararnameyi çıkardı. Bu şirketlerin, yandaş şirketlerin tahsil edemediği alacakları için dediler ki: “Bir dakika, sen tahsil mi edemiyorsun? Yolu çok basit. Çiftçinin bizden alacağı var, ben o alacağı mahsup edeceğim, o parayı sana vereceğim, çiftçiye bu parayı vermeyeceğim.” Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, Türkiye Cumhuriyeti devleti yandaş iş adamlarının tahsilatçısı konumuna getirildi. (CHP sıralarından alkışlar) Bir devlet, bir yandaşın tahsilatçısı olur mu arkadaşlar? Böyle bir şeyi siz nasıl yaparsınız? Bu Hükûmetin burada oturacak yeri bile yoktur, yatacak yeri bile yoktur bu Hükûmetin. (CHP sıralarından alkışlar)

Ne oldu biliyor musunuz? Bu kararname iptal edildi, üstelik oy birliğiyle iptal edildi. Şimdi, merak ediyorum, siz hangi gerekçeyle yandaş şirketlerin tahsilatçılığına devleti görevlendirdiniz; hangi gerekçeyle, hangi kanunla? Parlamentonun iradesi dışında, koskoca Türkiye Cumhuriyeti devletini üç beş yandaşın tahsilatçısı durumuna getirmek sizin vicdanınızı hiç sızlatmıyor mu?

Değerli arkadaşlar, çiftçilerden de söz edildi. İki Trakya büyüklüğünde, iki Trakya büyüklüğünde alan son on yılda ekilmiyor.

Soru 3 Sayın Başbakan, soru 3: İki Trakya büyüklüğünde alan hangi gerekçeyle ekilmiyor? Buraya gelin ve yüce Meclise bilgi verin, hangi gerekçeyle ekilmiyor? Ekse, zarar edecek.

Soru 4: Tarım Kanunu çıktı, Tarım Kanunu. 21’inci maddesi diyor ki: “Millî gelirin en az yüzde 1’i oranında çiftçiye destek verilir.” Bugüne kadar hiç yüzde 1’i bulmadı. Hangi gerekçeyle siz çiftçinin hak ettiği teşviki ona vermiyorsunuz? Parlamentonun iradesi var, yasa çıkarmış “Yüzde 1’ini vereceksin.” diyor, “Verebilirsin.” demiyor, “Vereceksin.” diyor. Ama siz vermiyorsunuz ve buraya geliyorsunuz “Bize oy verin, bizim bütçemize destek verin.” diyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bu Hükûmetin bir markası daha var, saman ithal ettiler bunlar. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti saman ithal edecek diye aklınıza gelir miydi? Saman ithal ettiler.

Çekirdeksiz yaş üzüm ne biliyor musunuz? Geçen yıl 5 liraydı kilosu, bu yıl 2,5 lira.

Soru 5: Sayın Başbakan, hangi gerekçeyle siz yaş üzümde 5 liralık fiyatı 2,5 liraya indirdiniz? Ne ucuzladı? Neyi ucuzlattınız siz? Mazot mu ucuzladı, gübre mi ucuzladı, ne ucuzladı? Hangi gerekçeyle indirdiniz? E, bunun bir açıklamasının olması lazım.

Narenciye… Gidin Dörtyol’a. İçinizde Adanalı, Hataylı var; gidin Dörtyol’a, narenciye üreticisine sorun, 25 kuruşa alıcı bulamıyorlar. Ne olacak? Peki manavda kaç lira? 2-2,5 lira. 25 kuruş dalda, 2-2,5 lira manavda. Aradaki parayı kim yiyor? Kim alıyor bunu? O şirketin kurucuları arasında acaba sizlerden birisi var mı? Nasıl oluyor bu düzen, bu dümen nasıl oluyor? Ben bunu sormak zorundayım değerli arkadaşlarım, ben üreticinin hakkını savunmak zorundayım, benim görevim budur zaten. (CHP sıralarından alkışlar)

Eskiden mazotta dünya ikincisiydik -fiyat açısından söylüyorum- şimdi, Uluslararası Enerji Ajansının Ekim 2014 rakamları çıktı, orada da birinciliği elde ettik, Norveç’i geride bıraktık. (CHP sıralarından alkışlar) 1 litre mazot Norveç’te 1 dolar 70 sent, Almanya’da 1 dolar 50 sent, Romanya’da 1 dolar 15 sent, Amerika’da 70 sent, Türkiye’de 2 dolar 10 sent.

Şimdi ben Sayın Başbakana 6’ncı soruyu soruyorum: Hangi gerekçeyle bu kadar pahalı mazotu çiftçiye veriyorsunuz? Bana çıkıp bunun bir gerekçesini anlatın. Almanya’dan zenginsek, eyvallah; Norveç’ten zenginsek, eyvallah. “Kişi başına gelir çok yüksek, 30-35 bin dolardır, ne olacak canım 2 dolar 10 senti ödesin.” “Efendim, biz bunu ithal ediyoruz.” Rafineri çıkış fiyatı nedir biliyor musunuz kâr dâhil? 1 lira 70 kuruş, 1 lira 70 kuruş. Kaça veriyorsunuz köylüye? 5 liradan veriyorsunuz. Her Petrol Ofisi istasyonunu, her benzin istasyonunu vergi dairesine dönüştürdünüz. Sayın Maliye Bakanı vergi dairelerini kapatsın, zaten var orada, istasyonlar var, petrol istasyonları; onlar şakır şakır, üstelik hepsini peşin alıyorlar.

Bakın değerli arkadaşlarım, neden bu hâle geliyoruz biliyor musunuz? Ülke akılla yönetilmiyor, ortak akılla yönetilmiyor ülke. Ortak akılla yönetilen bir ülkeden size örnek vereceğim, Hollanda’dan; Konya’dan küçük, demokrasi gelişmiş, insan hakları gelişmiş, kişi başına geliri yüksek. 2013 rakamlarını vereyim: Hollanda’da tarım ve gıda ürünü ihracatı ne kadar biliyor musunuz? 105 milyar dolar. Konya’dan küçük. 105 milyar dolar. Peki, bizim ihracatımız? 17 milyar dolar. Neyimiz eksik? Çiftçi var, toprak var, su var, gübre var, her şey var. Eksik olan ne? Temiz siyaset. Eksik olan ne? Akılla bir ülke yönetildiği zaman gelişir, akılla; mantıkla yönetildiği zaman bir ülke gelişir. (CHP sıralarından alkışlar) Kaynaklarının hesabı vatandaşa verildiği zaman bir ülke gelişir.

Cargill, şeker pancarı üreticisi. Bu Hükûmetin bir karnesi daha var. Şeker düşmanı bu Hükûmet. “İlla şeker pancarını ektirmeyeceğim.” diyor. Niye ektirmiyorsun? Ya, fabrika var, tarla da var, çiftçi de var; ekmek istiyor, şeker elde edecek, “Hayır efendim, hepsini satacağım.” Kim için? “Cargill için yapacağım ben bunu.” Siz Türk çiftçisinin haklarını mı koruyacaksınız, yabancı sermayenin haklarını mı koruyacaksınız? Bunun hesabını ben sormak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Memurlar için bir şey demiyorum değerli arkadaşlarım, nedeni de şu: Zaten, Hükûmet ile MEMUR-SEN el ele, kol kola gittiler, memurlara en büyük kazığı attılar, 123 lira verdiler, hayatlarından çok memnun memur arkadaşlarımız, öyle anlaşılıyor. Şimdi “enflasyon farkı” diye bağırıyorlar. E, hangi sendika “Biz enflasyon farkı istemiyoruz.” diye gidip imza attı? Hükûmetin önerisi kabul edilseydi bugün ellerine daha fazla para geçecekti. Eğer, bir sendika memuru satarsa onun adına “sarı sendika” denir. Bütün Türkiye'de değil, bütün dünyadaki ismi budur ve siz satıldınız, kimse kusura bakmasın.

Değerli arkadaşlarım, bu Hükûmetin bir karnesi daha bozuk: Ekonomik ve Sosyal Konsey. Neydi Ekonomik ve Sosyal Konsey? Üç ayda bir toplanacaktı. Bakın, anayasal kurul, kanunu var, üç ayda bir toplanacak. Başkanı kim? Sayın Başbakan. En son ne zaman toplandı biliyor musunuz? 5 Şubat 2009. 2010, 2011, 2012, 2013, 2014 ve şimdi 2015’e geliyoruz, niye toplanmıyor? Bir vatandaş kanuna uymadığı zaman onu içeri atıyoruz. Hükûmet uymadığı zaman ne yapıyoruz? Neden sormuyorsunuz?

Soru 6: Sayın Başbakan, Ekonomik ve Sosyal Konseyi Parlamentonun iradesine rağmen -çünkü yasa çıkardı Parlamento- neden toplamıyorsunuz ve hangi gerekçeyle toplamıyorsunuz? Bu kadar işsizlik varken, çiftçi perişanken, emekli, esnaf perişanken siz neden Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplamıyorsunuz? Size Türkiye'nin gerçekleri anlatılacak ve siz onun altında ezileceksiniz diye mi toplamıyorsunuz?

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakanın Başbakan olduktan sonra söylediği güzel bir cümle vardı: “Beni muhatap alın.” Doğru. Biz de altına imza atıyoruz. Sayın Başbakanı niye muhatap almayalım, ülkeyi o yönetiyor ama kaygılarımız var. Üstünüzdeki siyasi vesayetten kurtulacaksınız Sayın Başbakan, siyasi vesayetten kurtulacaksınız. (CHP sıralarından alkışlar) Sizin boynunuza davulu astılar, tokmak yukarıdaki birisinin elinde; olmaz, olmaz arkadaşlar, olmaz. Siz kendiniz Başbakan olarak yetkilerinizi sonuna kadar kullanacaksınız, biz eleştiririz eleştirmeyiz o ayrı bir şey ama Türkiye'de çift başlı yönetim olmaz. İki tipik örnek vereceğim ve kısa keseceğim bu bölümü.

Birincisi şu: 26 Kasım 2014, Sayın Cumhurbaşkanı açıklama yapıyor: “BAĞ-KUR’lulara kredi vereceğiz, şunu yapacağız, bunu yapacağız, inşallah bu öğleden sonra gerçekleşecek.” Ben merak ediyorum, ya Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı var mı? Var. Kime bağlı? Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına bağlı. Açıklamayı yapacaksa o yapsın. Haydi o yapmadı, Başbakan olarak siz yapın; siz de yapmıyorsunuz, hiç bu konularda yetkisi olmayan birisi yapıyor. O zaman bizim kafamızda kocaman bir soru işareti: Bu ülkeyi kim yönetiyor? Kocaman bir soru işareti. Çiftçiye kredi açılacaksa, esnafa kredi açılacaksa, memura bir avantaj sağlanacaksa bunu açıklayacak olan Sayın Başbakandır. Yukarısı açıklarsa tokmak orada, davul burada olmuyor, ses çıkmıyor, farklı bir ses çıkıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Ahenk yok. Devlet yönetiminde ahenk yok. O nedenle söyledim, iki koltuk da boş gibi görünüyor. E, birbirinizin işine karışıyorsunuz. Affedersiniz, siz karışmıyorsunuz, o sizin işinize karışıyor! Olmaz! Olmaz böyle bir şey!

İkinci konu: Sayın Putin geldi, Sayın Erdoğan’la toplantı yaptılar. Doğal gaz dolayısıyla yüzde 6’lık indirimi görüştüler. Putin de çıktı, açıklama yaptı. Ya bu konuda Enerji Bakanının bir açıklaması var “Yüzde 6 yetmez” diye. Pazarlığı kim yapıyor? Siz Hükûmet değil misiniz? Neden müdahale etmiyorsunuz? O nedenle siz, bu eleştirilerimi sakın ola ki size yönelik, sizi karalamak için yapılan bir eleştiri olarak algılamayın Sayın Başbakan. Bu eleştirinin temel mantığı, bulunduğunuz koltuğa sahip çıkın. E, ben onun için eleştiriyorum sizi. Birisinin sizin alanınıza müdahale etmesine izin vermeyin; verirseniz sizin Başbakanlığınız sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada tartışma konusu olur. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başbakan arada bir çok güzel laflar da ediyor, cümleler de kuruyor. Kendisine gerçekten minnettarım, o ifadeleri kullandığı için. 27 Ağustos 2014’te bir açıklaması var. Siyaseti erdem ve ahlak meselesi olarak görüyor. Yürekten kutluyorum. Siyaset erdem ve ahlak meselesidir. Ayrıca şunu da söylüyor: “Siyasetimizin ahlakı Şeyh Edebali’nin ahlakıdır.” Bunun altına da hiç kuşkusuz hepimiz imza atarız. Şeyh Edebali’nin ne olduğunu hepimiz biliriz. O ahlakı yüceltmek hepimizin ortak görevidir. Ahlakın bütün inançların ortak paydası olduğunu da bilerek söylüyorum, gayet güzel bir cümle ve Sayın Davutoğlu şöyle söylüyor: “Kadim şehirlerimizde -ki bunun başında İstanbul geliyor- dikey değil, yatay mimariyi geçerli kılacağız.” Çok güzel Sayın Başbakan, yatay mimariyi geçerli kılacaksınız. Ben şimdi size -Başbakansınız, başbakanlığınızı kanıtlayacaksınız- güzel, açık, net bir örnek vereceğim. İstanbul Zeytinburnu’nda 16/9 kuleleri, Sultanahmet Camii’ne bir hançer gibi saplanmış. Onun siluetini bozuyor. Mahkeme kararı çıktı, tıraşlanması lazım. Eski Başbakan “Ben ‘tıraşla’ dedim, tıraşlamadı. Ben de küstüm.” dedi. Şimdi siz Başbakansınız, hukuka, Şeyh Edebali’ye yollama yapıyorsunuz, güzel.

Önce bu dairelerden söz edeyim size, bu apartmandan. Bu dairelerin fiyatı 1 milyonla 4 milyon arasında değişiyor. Eski fiyatla 1 trilyonla 4 trilyon arasında değişiyor. Kimler aldı buradan daire? Eski Bağcılar Belediye Başkanı, eski İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri, Genel Sekreter Yardımcısı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı, Zeytinburnu Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı ve sizinle beraber görev yapan Sayın Nihat Zeybekci. Onun birden fazla dairesi var.

İşin garip tarafı şu: Bu kadar büyük bir bedeli hiçbir yerden kredi çekmeden “şak” diye ödemişler. Bunu hafızanızın bir köşesine koyun Sayın Başbakan.

Benim sormak istediğim şu: Siz hukuku egemen kılacak mısınız? Mahkeme kararlarını uygulayacak mısınız? Anayasa’nın 138’inci maddesini gündemde tutacak mısınız, ona uyacak mısınız? Onu tıraşlarsanız, diyeceğim ki: “İşte, gerçek Başbakan.” (CHP sıralarından alkışlar) Tıraşlamazsanız, kusura bakmayın, Başbakanlığınız tartışma konusu.

Bir başka önemli konu: Sayın Başbakan belki de heyecanla “Ey Kılıçdaroğlu, Yalova’da ağaçlar kesiliyor, sen neden konuşmuyorsun? Hiçbir şeyini duydunuz mu?” diye çağrı yaptı. Haklı, doğru. Bizim ağaç konusunda duyarlılığımız varken “Niye konuşmadın?” diye soruyor. Hâlbuki bir gün beklese konuşacağım. Neyse… Konuştuk, doğru bulmadığımızı söyledik. Neden doğru bulmadığımızı da anlattık. Ama benim Sayın Başbakana bir sorum var. Bana sordun ben cevabını verdim, düşüncelerimi aktardım. Sayın Başbakan, siz niye bu kaçak saray konusunda hiç konuşmuyorsunuz? (CHP sıralarından alkışlar) Niye konuşmuyorsunuz? Sayın Arınç konuştu, “İsraftır.” dedi, siz niye konuşmuyorsunuz? En çok sizin konuşmanız lazım. Neden biliyor musunuz? Nedeni şu: Bakın, değerli arkadaşlar, Şubat 2012; 3 kurum bir araya geliyorlar -Başbakanlık, Orman Genel Müdürlüğü, TOKİ- bir protokol hazırlıyorlar, Başbakanlık binası yapılmak üzere protokol imzalanıyor ve uygulamaya geçiliyor.

Şimdi, 7’nci sorum Sayın Başbakana.

İSMET UÇMA (İstanbul) – 8.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – 8.

8’inci sorum Sayın Başbakana: Sayın Başbakan, Başbakanlık binası olarak yapılan bir binayı ve protokolü hangi gerekçeyle siz Cumhurbaşkanlığına tahsis ettiniz? (CHP sıralarından alkışlar) Hangi gerekçeyle? Başbakanlık için yapıldı. Giderken binayı da götürüyor. (CHP ve AK PARTİ sıralarından gülüşmeler) E, siz demeyecek misiniz, “Ya, bu bina Başbakanlık için yapıldı, protokol var ortada. Nasıl olur da siz gidersiniz?”

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Başkanlık sistemine geçiyoruz, başkanlık sistemine.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakana 9’uncu soru: Şimdi, bu binayla ilgili, bu kaçak sarayla ilgili bazı rakamlar vereceğim, hepiniz de hayret edeceksiniz, eminim. Bu rakamlar bana ait değil, devletin bir denetim kurumuna ait, Sayıştaya ait. Kaçak sarayda ciddi yolsuzluklar var. Örnek: “Makineyle her derinlikte yumuşak ve sert toprak kazılması.” Tanım böyle. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının belirlediği fiyat, metreküpüne 3 lira 10 kuruş. Müteahhide verilen fiyat ne biliyor musunuz? Para 37 lira 19 kuruş, fark yüzde 1.120. “Makineyle her derinlikte yumuşak ve sert küskülük kazılması.” Fark yüzde 980. “Elle kum ve çakıl serilmesi.” Fark yüzde 1.915. Bir liste var, Sayın Başbakan, arzu ederseniz ben bu listeyi size veririm; arzu ederseniz, Başbakansınız, Sayın Cemil Çiçek Sayıştaydan bu raporu getirir, önünüze koyar. Soru şu: Bu kadar büyük fiyat farklarının olduğu bir yerde siz bir soruşturmayı başlatacak mısınız, başlatmayacak mısınız? (CHP sıralarından alkışlar) Siz, tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyacak mısınız, üstüne şal mı örteceksiniz? Bunu öğrenmek istiyorum.

Tabii, Sayın Başbakan arada bir celalleniyor tabii, haklı. Şunu söylüyor, “Milletin hakkına uzanacak eli kardeşimiz olsa koparırız.” diyor. Eyvallah, hiç itirazımız yok. (CHP sıralarından alkışlar) “AK PARTİ kadroları şeffaflık ve yolsuzlukla mücadele konusunda töhmet altında bırakılamaz.” Eyvallah, o zaman gereğini yap. Konuşmak değil, herkes konuşur. Başbakanlık makamları konuşma makamı değil, gereğini yapma makamlarıdır. Gereğini yaparsanız size saygı duyarız. Size haksız bir eleştiri getirmek doğru değil ama gereğini yapmazsanız eleştirmek zorundayız.

O sarayla ilgili Ebu Zer örneğini vermiştim. Sahabedir, makamı Adıyaman’dadır. Muaviye Şam’da kendisine görkemli bir yeşil saray yapıyordu, bunun gibi. Ebu Zer gitti ve Muaviye’ye aynen şunları söyledi: “Ey Muaviye, bu sarayı halkın parasıyla yaptırdıysan hırsızlıktır, haksızlıktır; eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır, haramdır.” (CHP sıralarından alkışlar) Sizden sadece ve sadece Ebu Zer’in düşüncelerine tercüman olmanızı istiyorum. Bakın, Ebu Zer’in düşüncelerine tercüman olmanızı istiyorum.

Şimdi, bakın, bu sarayın kaçak olduğunu söyledik, hukuksuz olduğunu da söyledik. Bu kürsüde bu Meclise Adalet Bakanı en sonunda “Evet, yargı kararı var.” dedi. O da dedi ki: “Burada bir hukuksuzluk var.” Ne dedi Sayın Cumhurbaşkanı: “Güçleri yetiyorsa yıksınlar.” Biz yıkmaktan yana değiliz, onu da söyleyeyim başta ama “Güçleri yetiyorsa yıksınlar.” ne demek biliyor musunuz? Sayın Davutoğlu, size açıkça meydan okuyor. Çünkü onu yıkacak olan sizsiniz, ben değilim. (CHP sıralarından alkışlar) Yargı kararını uygulayacak olan sizsiniz. “Güçleri yetiyorsa yıksınlar.” diyor. E, sizin gücünüz yeter mi? Ben şahsen yetmeyeceği kanısındayım, kimse kusura bakmasın. Bu konuda samimi düşüncemi söyleyeyim: Güçleri yetmez.

Ve işin bir başka garip tarafı değerli arkadaşlarım, sarayın fiyatını soruyorlar; ya, maliyeti kaç? Maliyeti kaç lira bunun? Maliye Bakanı Plan Bütçe Komisyonunda bir açıklama yaptı, 1 milyar 370 milyon lira diye bir rakam yanlış hatırlamıyorsam, yani eski fiyatla 1 katrilyon 370 trilyon liraya yapıldı. Bilgi Edinme Yasası’na göre, Ankara Mimarlar Odası TOKİ’ye yazı yazıyor, diyor ki: “Bunun gerçek fiyatları nedir, bize bildirin.” Verdiği cevap ne biliyor musunuz değerli arkadaşlarım? “Açıklanması ya da zamanından önce açıklanması hâlinde ülkenin ekonomik çıkarlarına zarar verecek veya haksız rekabet ve kazanca sebep olacak bilgi ve belgeler bu kanun kapsamına girmediği için size bildiremiyoruz fiyatı.” Yahu, açıklanması hangi ekonomiye zarar verecek? Malı götürdüyseniz zaten yeteri kadar götürdünüz, fiyatları açıkladık. Nasıl oluyor da böyle bir şeyi siz açıklamıyorsunuz? Hangi gerekçeyle açıklamıyorsunuz?

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – İyi bir bütçe konuşması olmadı.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Neden açıklanmıyor biliyor musunuz, ben size söyleyeyim: Metrekaresi 8 bin liraya yapılan jakuziler var, biliyor musunuz? Metrekaresi 8 bin liraya yapılan buhar odaları var. Sizin vicdanınız buna elveriyor mu? Benim vicdanım elvermiyor, ben rahatsızım. Sizin vicdanınız elveriyorsa hiç itirazım yok. Ebu Zer örneğini özellikle verdim. O zaman, hepimizin oturup düşünmesi lazım. Kendi parasıyla yapsa vallahi ses çıkarmayacağım ama bu milletin fakir fukarasının parasıyla yapıldı o saray, kaçak saray; yazık günah değil mi?

Efendim, o itibarmış. Büyük saraylar hiçbir topluma itibar kazandırmamıştır, örneği de yoktur dünyada, itibar kazandıran saray. Merkel nerede oturuyor, biliyor musunuz? Dairesinde oturuyor. Almanya’nın itibarı sıfır, böyle mi düşüneceğiz? Japonya’ya bakın veya Amerika’ya bakın, bizim kaçak saray onun yanında 3 misli, 4 misli daha büyük; gariban Amerikalı, itibarı sıfır! İtibar bilgiyle olur, itibar üretmekle olur; itibar sizin üniversitelerin yayınladığı bilgilerle, raporlarla olur; itibar ahlakla olur, erdemle olur; itibar adaletle olur. Eğer bunlar varsa itibarlısınız, bunlar yoksa itibar yoktur. (CHP sıralarından alkışlar)

Ve bir başka kaçak iş: Sayın Başbakan diyor ya, “Kolunu koparırım kim yolsuzluk yaparsa.” Sayın Başbakan, kimsenin kolunu koparmayın, sadece devletin kurumlarını harekete geçirin o kadar, biz onu istiyoruz.

Size bir hikâye anlatacağım; 1,5 ton altın hikâyesi değerli arkadaşlar. 1 Ocak 2013, Gana’dan bir uçak kalkıyor, Atatürk Havalimanı’na iniyor. Gümrükçüler gidiyorlar, “Ne var içinde?” diyorlar, “Vallaha, içinde doğal taş var.” diyorlar. “Ya, Türkiye’nin her tarafı taş, yani bizim ihtiyacımız yok. Kime getirdiniz bunu?” adres de veriyorlar, adresi okuyayım: Güzelyurt Mahallesi, Yıldırım Beyazıt Caddesi, Delta Apartmanı, A2 Blok, No:22, Beylikdüzü/İstanbul. “Buraya getirdik.” diyorlar. “Açın ya, bu taşları bir görelim.” diyorlar. Açıyorlar kapağı, içinden 1,5 ton doğal taş değil 1,5 ton altın çıkıyor; 1,5 ton altın.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, siz kaçak televizyon getirseniz televizyona el koyarlar, bisiklet getirseniz bisiklete el koyarlar, bilye getirseniz bilyeye el koyarlar. 1,5 ton altına hangi gerekçeyle el konmadı -bir diğer soru Sayın Başbakana- hangi gerekçeyle? El konulan mallar nerede satılıyor? Ulus’ta TASİŞ mağazasında satılıyor. Merak eden milletvekili arkadaşlarım gitsinler, görsünler orada. Elbise de var onların içinde, televizyon da var, sehpa da var, her şey var. Kaçak geliyorsa el konulur. 1,5 ton altın geliyor, kaçak geliyor, el konulmuyor.

Size müfettişin raporunu da okuyayım Sayın Başbakanım: “Gana’dan düzenlenen belgeleri…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, söz süreniz doldu ama iki dakika süre veriyorum konuşmanızı tamamlamanız için.

SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) – Sayın Bakana beş dakika verdiniz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, önemli bir konuya değiniyorum.

BAŞKAN – Evet, siz devam edin, siz devam edin.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Güzel, teşekkür ederim. (CHP sıralarından “Sayın Bakana beş dakika verdiniz.” sesleri)

BAŞKAN – Bu kararı ben almadım, siz aldınız.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Güzel. Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Ben de gerekli toleransı gösteririm.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – İtiraz etmeyin lütfen. Kararı siz aldınız, ben almadım.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Tamam. Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Rıza Zarraf devreye giriyor, telefon ediyor, “Rüşvet ver kurtar. Gümrük dediğin nedir?” diyor. Karşıdaki kişi diyor ki: “Teoman’a neler yaptın, ne vaatler…” Adam “Ben memuriyetimi yakmam, almam rüşvet.” diyor. Bunu sonra başka yere gönderdiler, rüşvet almayan adamı ödüllendirerek başka yere gönderdiler.

Şimdi, ben şu soruyu da merak ediyorum Sayın Başbakan: Mala el koymadınız. Gümrük müfettişlerinin raporu var, onu da gördünüz. Görmediyseniz ben size o raporu da göndereyim. Uçağı gerisin geriye gönderdiniz, altınla geri gönderdiniz, el koymadınız. Birinci sorum: Neden el koymadınız kaçak mala? İkinci sorum şu değerli arkadaşlar, daha garip bir şey… Altınlar geri giderken bakıyorlar, 292 kilo altın yok, 292 kilo altın yok. Bir diğer soru şu Sayın Başbakan: 292 kilo altını kim yürüttü, kim götürdü? Bugüne kadar… Bakın, Rıza Zarraf hiç şikâyet etmiyor, ya, altınlarım gitti demiyor, mahkemeye de müracaat etmiyor ama hakkında bir yazı çıksa koşuyor mahkemeye doğru, tekzip gönderiyor. 292 kilo altının fiyatını söyleyeyim: 14 milyon 600 bin dolar. Hangi gerekçeyle bu altın geri gönderildi? Kim 292 kilo altını aldı? Şimdi, siz Başbakansınız, emrinizde devletin bir sürü kurumları var, harekete geçirin. Bunu da ben kısaca burada keseyim. Sizden bunun yanıtı bekliyorum, Parlamento da bekliyor, Parlamento da bekliyor.

Dış politika: Sayın Başbakan dış politikanın mimarlarından birisidir. Bakın değerli arkadaşlar, bu Suriyeli küçük bir kız çocuğu, İstanbul’da soğukta, trafikte, kırmızı ışıkta arabalar duruyor ve gidiyor, egzoz dumanında ısınmaya çalışıyor. Türkiye’yi getirdikleri manzara bu. Sayın Başbakan… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar, lütfen...

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – 1.5 milyon Suriyeliyi Türkiye’ye getirdiniz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Arkadaşlar lütfen… Nasıl olsa sizler cevap vereceksiniz, konuşma daha sonra size de verilecek.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Ben soruyu size sormuyorum arkadaşlar, soruyu buraya soruyorum. Siz bu Hükûmeti şımartıyorsunuz. Yasaya uymuyor ses çıkarmıyorsunuz, yolsuzlukları var ses çıkarmıyorsunuz, yasa dışı işlemler yapıyorlar ses çıkarmıyorsunuz. Ben o nedenle size sormuyorum. Zaten sizden bir şey de beklediğimiz yok, bunlara soruyorum ben. Niye alınıyorsunuz? (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Çok yanlış söylüyorsunuz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Siz, yasama organıyla yürütmeyi karıştırıyorsunuz. Bunlar yürütme organı, neleri yürüttüklerini öğreneceğiz. Bu kadar basit. (CHP sıralarından alkışlar) Siz yasama organısınız, hesap sorması gereken organ sizsiniz. Size biz hesap sormuyoruz ki, gerçekleri anlatıyoruz, sorularımızı soruyoruz. Varsa bir yanlışımız çıkar burada anlatırlar. Hükûmet onlar değil mi? Neden onların sorumluluklarını üstleniyorsunuz? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyen insanların sorumluluğunu niye üstleniyorsunuz? (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Suriye’de kan akıyor. Sayın Başkanın söylediği bir cümle vardı, çok önemli, bir toplantıda söylemişti: “Birisi saldırıyor ‘Allah Allah’ diye, öbürü de saldırıyor ‘Allah Allah’ diye ve birbirlerini öldürüyorlar.” Bu tabloyu kim hazırladı? Kim hazırladı bunu? Yazık günah değil mi orada ölen insanlara. 1.5 milyon Suriyeli Türkiye’de. Gidin bakın bakalım, o kadınlara, o gencecik kızlara neler yapılıyor Türkiye’de. Hadi bize inanmıyorsunuz, Birleşmiş Milletler raporlarını da mı okumuyorsunuz arkadaşlar? Ben insan oldukları için üzülüyorum, insan. Elbette kabul edelim, elbette misafirlerimiz ama değerli arkadaşlarım, bu dış politikanın faturası bizim millete çıkıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Neden bu politikayı siz övüyorsunuz? Hangi gerekçeyle övüyorsunuz? Hani iki ayı kalmıştı? Bakın, üç büyük merkezde büyükelçiliğimiz yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Kahire’de yok.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, üç dakika daha ilave süre verdim, beş dakika oldu.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bir dakika daha vereyim, sözlerinizi tamamlayın lütfen.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Kahire’de büyükelçiliğimiz yok, Şam’da büyükelçiliğimiz yok, Tel Aviv’de büyükelçiliğimiz yok ama Fransa’nın yetkilisi gidip pekâlâ Şam’da görüşebiliyor, Amerikan Dışişleri Bakanı görüşebiliyor. Biz büyükelçi göndermek istedik Mısır’a, Mısır “Sizin büyükelçinizi istemiyoruz.” dedi. Bu ayıp yetmez mi arkadaşlar? Bizim Mısır’la ne alıp veremediğimiz var? Darbeye karşıyız, elbette karşıyız darbeye. Darbeye karşıyız diye gidip orada darbe mi yapacağız? Demokratik yollardan söylersin, düşüncelerini açıklarsın, darbenin yakışmadığını söylersin, darbeye karşı olduğunu söylersin ama bir halkı toptan düşman ilan edemezsin.

SEVİM SAVAŞER (İstanbul) – Halkı mı?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Evet, bir halk toptan düşman ilan edildi. El Ezher’in Şeyhine söylenen laflar yutulacak sözler mi? Gidin, Mısır’da taksiye binin bakayım, Türk olduğunuzu söyleyin, bakayım ne söyleyecekler size?

Değerli arkadaşlarım, ilk kez Türkiye böyle bir tabloyla karşı karşıya. Buradan bütün yurttaşlarıma sesleniyorum: Asla karamsar olmayın, asla karamsar olmayın. Türkiye büyük ülkedir, Türkiye güçlü ülkedir, bütün sorunlarını aşar bu Hükûmete rağmen.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.

Şimdi, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili Sayın Adil Zozani.

Buyurun Sayın Zozani. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz, bölüştüğünüze göre otuz dakika. Ek süreyi paylaştıracağım size de.

Buyurun.

HDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız; hepinizi grubumuz, Halkların Demokratik Partisi adına saygıyla selamlıyorum.

Ermenek’te, Soma’da yer altı maden facialarında, iş cinayetlerinde yaşamlarını yitiren halkımızın emekçi evlatlarına ve Rojhat Özdel şahsında sokakta katledilen bütün insanlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı dileyerek başlamak istiyorum.

Bugün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü, bütçemizin de açılış günü, bütçenin geneli üzerinde konuşmaları yaptığımız ilk gün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne denk geldi. Bu vesileyle sokakta hakları ihlal edilen bütün insanlarımızın müsterih olmasını arzu ediyoruz, bu ceberut yaklaşımlar karşısında mücadele ederek, sokaklarımızı boş bırakmayarak, meydanlarımızı boş bırakmayarak, ancak ve ancak bu şekilde haklarımızı kazanabileceğimizi… Bu mesajı vermeyi arzu ediyorum ve 10 Aralık vesilesiyle insanlarımızın demokrasinin gelişmesi için sokağın önemini asla ve asla göz ardı etmemelerini arzu ettiğimizi ifade etmek istiyorum.

Bütçe hakkını 10 Aralık vesilesiyle konunun başına aldım ve bütçe hakkından başlayacağım.

Demokratik toplumların olmazlarından bir tanesi bütçe hakkıdır, bütçenin yani ekonomik kaynakların kullanım hakkıdır. Eğer ki ekonomik kaynaklar eşit ve adil bir şekilde paylaşılıyor ve bölüşülüyor ise bütçe hakkından söz edebilirsiniz yani temel kural kaynakların eşit kullanımıdır. İkinci önemli temel kural ise bütçe hakkı açısından kullanılan kaynakların denetlenebilir olmasıdır. Eğer siz kaynakları denetleyebiliyor iseniz önemlidir ancak mevcut durumda bütçenin denetlenemediği tablosuyla karşı karşıyayız, bütçe denetlenmiyor. Verilerine gideceğim, ayrıntılarıyla paylaşacağım neden, nasıl denetlenmediğine ilişkin olarak. Ancak, Hükûmet adına Maliye Bakanının başlangıçta verdiği tablolar, muhtemel sonrasında Sayın Başbakanın burada oluşturacağı, vereceği pembe tablolar kesinlikle ve kesinlikle Türkiye’nin gerçekliğini yansıtmayan tablolardır.

Bakın, Sayın Maliye Bakanı matbu açıklamasını burada yaptı. Sanırım son açıklanan rakamı ilave etme ya da o doğrultuda revize etme imkânı bulamadı. Türkiye’nin 2014 yılı üçüncü çeyrek büyümesi Orta Vadeli Program’da yüzde 2,9-yüzde 3 aralığında bekleniyordu. Bugün açıklanan gerçekleşme yüzde 1,7. Konuşmasını revize edemediği için Orta Vadeli Program üzerinden burada rakamları, istatistikleri kamuoyuyla paylaştı. Daha başından itibaren söylenenlerin, ifade edilen istatistiklerin gerçeği yansıtmadığını burada ifade etmiş olayım.

Öncelikle, Parlamentonun bütçe yapımı konusunda Genel Kurulun hiçbir yetkisinin olmadığını ifade etmek durumundayız. Şurada on üç gün boyunca bütçeyi konuşacağız. Genel Kurul bütçede bir virgülün yerini değiştirebilecek mi? Değiştiremeyecek. Bir ödeneği eksiltebilecek mi? Eksiltemeyecek. Bir ödeneği artırabilecek mi? Artıramayacak. Peki, ne yapacak Genel Kurul burada? Tek bir yetkisi var; ya kabul edecek ya reddedecek. Ya tümden kabul edecek ya da tümden reddedecek. E sonu baştan belli bir tabloyu konuşuyoruz. Kabul edeceksiniz, bu şekilde gidecek. Peki, Plan ve Bütçe Komisyonu esnasında -ki Anayasa’ya göre, bütçede ödenek artırımı veya eksiltmesini sağlayabilecek tek mekanizma orasıdır- burada böyle bir şans var mıdır? Orada da yok. 40 üyeli Komisyonun Parlamento aritmetiği ne olursa olsun 25 üyesi mutlak olarak iktidar partisinindir. 25 üyeli bir komisyonda, Hükûmetin Komisyonun önüne getirdiği bir bütçede halkın lehine bir değişiklik yapma şansı var mıdır? Yoktur.

Parlamento adına denetim yapan mekanizma olarak Sayıştayın denetimleri layıkıyla yapabildiğini ifade edebilir misiniz? Edemezsiniz çünkü Sayıştayın üyelerini de Parlamento belirliyor. Neye göre belirliyor? Parmak sayısına göre belirliyor. İktidar partisinin üst yapısını oluşturduğu Sayıştayın, iktidar partisinin ve dolayısıyla Hükûmetin katılmadığı herhangi bir raporu verme şansı var mıdır, böyle bir kabiliyeti var mıdır? Yoktur. Dolayısıyla, hiçbir şekilde denetimleri olmayan, denetimi mümkün olmayan bir bütçeyi konuşuyoruz.

Performans ölçümünü -Sayıştay Yasası’nda- yani kaynakların verimliliği, verimli bir şekilde kullanımı konusundaki yasal düzenlemenin gereğini Sayıştay yerine getirebiliyor mu? Getiremiyor. Parlamento yerine getirebiliyor mu? Getiremiyor.

Dolayısıyla, hangi bütçe hakkından söz ediyoruz? Hiçbir şekilde -demokratik işleyişi olmayan- demokrasinin kurum ve mekanizmalarının işletilerek oluşturulmuş bir bütçeden söz etmiş olmuyoruz.

Bakınız -herhangi bir köy ihtiyar heyetinin- Türkiye'nin ücra köşesindeki bir köyde yapılacak bir su veya yol çalışmasıyla ilgili olarak Ankara kendisini merkez sayıyor, “Siz bilmezsiniz, ben yaparım.” diyor, “Ben karar veririm.” diyor. Oysaki bir köy ihtiyar heyetinin rahatlıkla verebileceği bir kararı siz Ankara’dan tayin ediyorsunuz, kaynağı da ona göre belirliyorsunuz.

Dolayısıyla, içinde yerelin hiçbir şekilde olmadığı, yerelin yansıtılmadığı bir bütçe yapısından söz ediyoruz ama işin özü itibarıyla siz yerelin kendisini konuşuyorsunuz. Herhangi bir kasabaya, herhangi bir köye yapılacak bir yolu, bir yatırımı, bir su çalışmasını ya da bir okulu, bir sağlık ocağını konuşuyorsunuz. Bütçenin ayrıntılarında bu var, Komisyona sunulan ayrıntılarda bunların hepsi var. Bunların hiçbirinde yerelin katılım sağlama yetkisi yoktur. Tam da işin bu noktasında Türkiye’nin esasında imzalamış gibi göründüğü Avrupa Birliği Yerel Özerklik Şartı’nı size hatırlatmak istiyorum. Arzu ediyorsanız, bu konuda gerçekten samimiyseniz, bu bütçenin demokratik bir işleyişe kavuşmasını arzu ediyorsanız, kaynakların demokratik ve eşit bir şekilde paylaşımından yanaysanız herkes kendi yerelinden karar versin. Yerele yetki devrinin yapıldığı ve altına şerh koyduğunuz bu sözleşmeyi aklıselim bir şekilde Parlamentonun gündemine taşıyalım, Avrupa Birliği Yerel Özerklik Şartı’nı kabul edelim. Oradaki şerhlerimizi, 10 madde ve bentteki şerhimizi kaldıralım diyoruz. Tek tek burada sıralıdır, vaktimiz el vermediği için onlara girmeyeceğim. Avrupa örnekleri var, dünya örnekleri var bu konuda, başarılı örnekler var, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye’nin de yasal altyapısında feyiz kaynağı olan Fransa ve İtalya örnekleri var, ne şekilde uyguluyorlar bakalım, idari mekanizmalarını nasıl işletiyorlar bakalım buraya. Bakın, Fransa, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar 15 defa anayasal sistem değişikliği yapmış, çekinmiyorlar, yapıyorlar. Ama biz sadece cumhuriyetin kuruluş yıl dönümü, kuruluş dönemine denk gelen o yirmi yıllık faşizan Avrupa geleneğini almışız buraya, toplumumuza kılıf olarak giydirmeye çalışmışız ve orada kalmışız. Bütün idari yapılarımız böyledir, demokratik bir işleyişten söz edemiyoruz, hiçbir şekilde söz edemeyiz. Dolayısıyla, eğer gerçekten siz bu konuda yerele inisiyatif taşımayı arzu ediyorsanız buradan başlamak durumundasınız.

Bir diğer önemli husus -biz değindiğimiz zaman çoğunuz gocunuyorsunuz, çoğunuz rahatsızlık duyuyorsunuz- bölgeler arası eşitsizlik meselesi. Daha doğrusu, kibarlaştırılmış söylem itibarıyla bölgeler arası eşitsizlik; esasında, bölgeler arası sömürü mekanizmasıdır. Türkiye’nin bazı bölgeleri diğer bazı bölgelerinin kalkınması için sömürülüyor, gerçeğinde böyledir. Türkiye’nin GAP hikâyesine baktığınız zaman, Türkiye’nin kırk küsur yıllık GAP hikâyesini okuduğunuz zaman, bu sömürü çarkının nasıl işlediğini çok açık ve net bir şekilde göreceksiniz.

GAP iki üniteli bir projedir: Enerji üretimi ve sulama. Türkiye’nin enerji ihtiyacı kaleminde GAP’tan beklediğinin yüzde 100’ü bu proje itibarıyla tamamlanmıştır ve elektrik üretiminde GAP’tan alacağının yüzde 100’ünü Türkiye almıştır. Peki, ikinci ünite yani sulama ünitesi açısından durum nedir? İfade edeyim, yüzde 21’ler civarındayız. Bu Hükûmet, 11 bakanla, dönemin Başbakanıyla Diyarbakır’da çıkarma yaptı 2008 yılında. GAP’ta söylenmiş en büyük yalan oldu o. Bir buçuk yıl içerisinde sulama projelerinin tamamı bitirilmiş olacaktı. 11 bakanla Diyarbakır’da çıkarma yapıldı ve Diyarbakır’da açıklama yaptı dönemin Başbakanı. O günden bugüne ne yapıldı? Mevcut olana yüzde 3 ilave oldu sulama boyutu itibarıyla. Sayın bakan, ilgili bakan geçen sene Komisyonumuza, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonuna içi Photoshop’la doldurulmuş sulama kanallarını getirdi gösterdi, resimlerini gösterdi. İnkâr edemedi, delilleriyle ispat ettik. İçi Photoshop’la su doldurulmuş sulama kanalı getirildi, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda gösterildi. Bakın, bu Hükûmetin gerçekliği bu, yaptığı bu.

Peki, GAP bölgesi açısından… Şimdi siz bir rakam veriyorsunuz, “Türkiye’de gayrisafi millî hasıladan kişi başına düşen pay 10.500 dolar civarındadır.” diyorsunuz. Doğru, Türkiye geneli böyledir, Türkiye ortalaması bu şekildedir. GAP bölgesindeki illerde ortalama kişi başına düşen millî gelir payı nedir? 4 bin dolar civarındadır. Yani, Türkiye ortalamasının 2,5 katı aşağısında. Peki, GAP kaynaklarının sömürü mekanizması olarak sunulduğu Türkiye’nin Marmara Bölgesi’nde kişi başına düşen millî gelir payı ne kadardır? 24 bin dolardır. Şimdi, biz, burada bu tabloyu önünüze sererken, bu tabloya değinirken rahatsızlık duyuyorsunuz. Zatımuhteremleriniz gerilmesin diye geçen sene muhalefet şerhinde ifade ettiğimiz belirlemeleri yeniden ifade etmeyeceğim ama bir dipnot olarak da konuşmamın içerisinde olsun.

Bu bütçe, cinsiyet eşitlikçi bir bütçe değildir her şeyden önce. Kadını yok sayan bir bütçedir, kadın emeğini yok sayan bir bütçedir, kadın istihdamını ve dahası, kadının ekonomik üretime katılımını hiçleştiren, dikkate almayan bir bütçedir. OECD ülkeleri açısından, bu bütçe itibarıyla kadının istihdama katılım oranı en düşük olan ülkedir Türkiye, yüzde 27 nokta küsur, en düşük olanıdır. Kadının istihdam sürecine katılım oranı ise yüzde 30,9. Dolayısıyla, kadına sadece ev işlerini reva gören bir siyasi zihniyetle karşı karşıyayız.

İstihdam içerisinde kadınların hangi sektörlerde çalıştığı da çok önemlidir. İstihdam kalemi içerisinde gösterilen kadınların büyük çoğunluğu tarım ve yardımcı hizmetler sektörlerinde çalışıyor. Dolayısıyla, kadının yönetime katılım oranı da çok çok zayıftır. Bütün milletvekillerinin dikkat etmesini arzu ederim, bakanlar gelecekler, bürokratlarıyla burada oturacaklar Genel Kurul çalışmaları döneminde, tek tek sayın, kaç tane kadın bürokrat burada göreceksiniz, kaç tane kadın bürokrat göreceksiniz. Buradaki zihniyet kadın istihdamına bakış açısını da bir şekilde dışa vuruyor, kadını yok sayan bir düşüncedir. Onurla ifade etmeliyim ki, sadece Türkiye’de değil, Orta Doğu coğrafyasında kadın emeğinin sömürüsü çarkına çomak sokan bir siyasi görüşüz biz, bir siyasi partiyiz biz, bir siyasi zihniyetiz biz, çomak sokmaya da devam edeceğiz. Kadının toplumsal yaşamdaki görünürlüğü, emek dünyasındaki görünürlüğü ve yönetim mekanizması içerisindeki görünürlüğünü hak ettiği noktaya getirinceye kadar, taşıyıncaya kadar mücadelemizi sürdüreceğiz, bundan emin olabilirsiniz. Çünkü, biz şuna inanıyoruz: Kadını özgürleşmeyen bir toplumun özgür olması ya da özgürleşmesi mümkün değildir. Toplumsal özgürlüğün temel dinamiği kadının kendisidir. Eğer siz kadını hapsediyorsanız, özgürlüğünü elinden alıyorsanız toplumsal özgürlükten söz edemezsiniz.

Muhtemelen bu bütçede geçen seneden kalma çokça tartışmalar yapılacaktır. Türkiye’nin idari ve siyasi yapısının bizce artık tartışılması gerekir. Yolsuzluk, rüşvet vesaire tartışmaları burada çokça yapılacaktır ama biz şuna inanıyoruz: Sistem içinde kalarak sistem içinden bakışla yolsuzluk meselesine çözüm üretmek mümkün değildir, doğru bir pencereden meseleye bakmak mümkün değildir. Ancak bu sistemin dışına kendinizi çıkardığınız zaman, sistemin dışından meseleye baktığınız zaman söyleyeceğiniz sözün bir kıymetiharbiyesi olur. Çok açık ve nettir burası. Tersi bir durumda, sistem içinden sisteme yapılan taşlamalarda biz şu anlamı çıkarıyoruz: “Efendiler, siz torbayı doldurdunuz, siz sıranızı savdınız, götüreceğiniz kadar götürdünüz, artık çekilmeniz gerekiyor, sıra bizdedir, artık biraz da biz götürelim.” Sistemin dışına kendinizi taşırıp bu meseleye bakmadığınız sürece sistem içinden yaptığınız taşlamada söylediğiniz sözün toplumdaki karşılığı budur ve maalesef toplum da artık “Kim gelirse götürür.” algısıyla kaynaşmaya başladı. “Kim gelirse nasılsa götürüyor.” demeye başladı toplum. Sistem içi tartışmanın getirdiği noktadır burası.

Önemli bir başka sorun daha var, o da şu: Evet, Türkiye’de şu anda defakto Başkanlık sistemi uygulanıyor, fiilî Başkanlık sistemi uygulanıyor. Sayın Başbakan burada değil, gitti galiba, televizyonlardan dinliyordur mutlaka, öyle umuyorum. Gerçekten, Sayın Başbakan kendini bu sistemin içerisinde ne olarak tarif ediyor merak ediyorum. Bakın, Mayıs 2013’te Gezi eylemlerinden dolayı Ankara’da eylemler vardı. Dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Gül Ankara Valisine “Herhangi bir aşırılığa sebebiyet vermeyin, kolluk kuvvetleri gösteride bulunanlara müsamahalı davransın.” diye bir telkinde bulundu. Dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan çıktı, açıklama yaptı, dedi ki: “Bir ülkede iki baş olmaz. Bir valiye iki kişi talimat veremez, vali benim emrimdedir, ben talimat veririm.”. Aynı Erdoğan şimdi Cumhurbaşkanı, değil valiye, sokaktaki polise kadar talimat veriyor. Sayın Davutoğlu’ndan beklentimiz şudur: Aynen Sayın Erdoğan’ın kullandığı cümleyi kullanmasını bekliyoruz. “Evet, bir devlette iki baş olmaz, valiye siz değil ben talimat veririm” demelidir; “Parlamentoya siz değil, iktidar partisinin Başbakanı olarak, genel başkanı olarak ben gündeme taşırım.” diyebilmelidir. Bunu söylerse Başbakanlık yapmış olacak, bunu söylemediği sürece Sayın Davutoğlu kusura bakmasın bu ülkeye Başbakanlık yapmış olamaz. Kişiliğiyle, şahsıyla hiçbir sorunumuz yoktur. Kurulu devlet mekanizmasından söz ediyoruz, kendisini bunun dışına çıkardığı zaman böyle olur.

Saray meselesine çok girme heveslisi değilim. İşin açıkçası, bina fetişizmiyle de benim hiçbir işim olmaz. Ancak Türkiye'de pek çok ilin eğer sembolü armut, elma, patates, domates, karpuz, kavun ise, e, sembolü de saray olur, ne olur? İllerin sembolünü karpuz yaptınız, illerin kalkınmışlık derecesinin ayarını kavun karpuzla ölçtünüz, patatesle ölçtünüz, ülkeye de artık bir saray simgesi yaparsanız kimse sizi artık çok yadırgamaz. Doğru… Çok yadırganacak bir konu olmaktan çıktı. Tasvip mi ediyoruz? Hayır, mümkün değil. Ama bizim esas önemsediğimiz Recep amcanın ayağındaki yırtık kara lastikti, ne olarak geçer? O Ankara lastiğidir. Vallahi, Ankara’da lastik çok gevşedi, kayış kopmuş Ankara‘da, kayışı kopmuş Ankara’nın. Dolayısıyla artık siyasetin bu tartışmalarının çokça bir kıymeti kalmadı.

Sistemi baştan tartışmak arzusundayız, sistemi tartışmamız gerekiyor, bir yenilik yapmak durumundayız. Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinin Nehri köyündeki bir konağın restorasyonunu eğer siz Ankara’da kararlaştırıyorsanız bu bütçe adaletli ve hakkaniyetli bir bütçe olmaz.

Diğer önemli bir konu başlığım şu: Şimdi, sayın bakanlar, pek çok bakan telaffuz etti, Maliye Bakanı da telaffuz etti; Türkiye’nin Kürt halkına karşı savaşta son otuz yılda 1,2 trilyon dolar para sarf ettiğini söyledi. Merak ettim, 1,2 trilyon dolar parayla bu ülkede neler yapılabilirdi? Değerli arkadaşlarım, 1,2 trilyon dolarla, ki Türkiye’nin mevcut gayrisafi hasıla büyüklüğünün yüzde 30 daha fazlası bir rakama tekabül ediyor bu… 891 milyarlık bir ekonomi büyüklüğümüzün söz konusu olduğunu bilin; biraz önce ifade ettim, tekrar altını çizeyim, kişi başına düşen gelir payının 10.500 dolar olduğunu bilin, bırakın 2013 vizyon hedeflerini, mevcut durumda, Hükûmetin ifade ettiği şekliyle 2023 hedefine ulaşması için dünyanın durması gerekir, dünyada hiç kimsenin hareket etmemesi gerekir, hiç kimsenin taş üstüne taş koymaması gerekir ve Türkiye’nin de son sürat yürümesi gerekir ki 2023 hedeflerini yakalasın. Ama an itibarıyla, ben şöyle bir rakamı önünüze koyayım: Eğer Türkiye demokratik yol ve yöntemleri işletseydi, insan haklarına saygılı davranmış olsaydı, ret ve inkâr politikalarının arkasına sığınmamış olsaydı, kendi halkına karşı bomba kullanmamış olsaydı, dağını, taşını bombalamasaydı bu 1,2 trilyon dolarla Türkiye an itibarıyla 2023 vizyon hedefine ulaşmış olurdu. Bugün itibarıyla, Türkiye’de yaşayan her yurttaşın gayrisafi millî hasıladan aldığı pay 25 bin doların üzerinde olurdu ve 2 trilyon dolar hedefini aşmış olurdu. Bakın, bu kadar açık ve net bir hesap. Peki, hesap ettim, bu 1,2 trilyon dolarla, eğer dağa taşa bombalama yapılmamış olsaydı, tanka, tüfeğe, uçağa, helikoptere yatırım yapılmamış olsaydı bu parayla ne yapılabilirdi?

Bakın değerli arkadaşlar, bu paranın yüzde 25’iyle 24 derslikli 296.703 okul yapılabilirdi. Bu paranın yüzde 25’iyle 400 yataklı, tam teşekküllü 56.750 hastane yapılabilirdi. Madencilerimizin meselesi, dramı içler acısıdır, gündemimizde olan bir konudur, onun üzerinden de… Yüzde 25’i de yer altı iş güvenliğine harcanmış olsaydı ne yapılabilirdi, tablo ne olurdu diye düşündüm. 40 kişilik yaşam odaları hesabı üzerinden yaptım, tam 29.875 yaşam odası yer altında inşa edilebilirdi. Yüzde 25’iyle Hakkâri’den Edirne’ye 3 tur metro hattı yapılabilirdi. 4.820 kilometre metro hattı yapılabilirdi bu parayı sarf etmeseydi.

Türkiye’nin dış politikası meselesi içler acısıdır, yeri geldiğinde bu konuya gireceğiz. Ancak, biz, Türkiye’nin açılımının nerede olduğuna ilişkin bir vurgu yapmak istiyoruz. Türkiye’nin, Amerika’nın Avrupa Birliğiyle başını çektiği Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı ile Rusya ve Çin’in başını çektiği Asya Pasifik Yatırım Ortaklığı arasındaki sıkışmışlık hâline son vermesi gerekir. Türkiye’nin geleceği buralarda değildir. Türkiye’nin geleceği buralarda değildir çünkü buralar Türkiye’yi içine almıyorlar, istediğiniz kadar zorlayın. Dış politikada siz güdümlü stratejik ortaklığı kabul ettiniz. Size reva görülen elbiseyi, size biçilen kıyafeti giymek mecburiyetindesiniz elbette. Çıkış burada değildir. İçinde bulunduğu yakın coğrafyasında Türkiye’nin çıkışı araması gerekir. Üç parametreli bir yönelimle Türkiye’nin içinde bulunduğu, içinde yaşadığı coğrafyada önünü açma imkânı vardır.

Bir: Özgürlük. İki: Demokrasi. Üç: Farklılıkların gönüllü bir aradalığına yaslanacak ve ancak ve ancak bu şekilde Türkiye önünü açabilecektir. O zaman Türkiye kendi yakın coğrafyası açısından rol model ülke pozisyonuna gelebilecektir. Bunları yaptığı zaman Türkiye önünü açabilecektir, Türkiye büyüyen bir ekonomi durumuna gelecektir. Tersi durumda mümkün değildir, Türkiye’nin yol alması mümkün değildir. Kimlikleri yok sayılan, inkâr edilen halklar açısından özgürlük kavramı ön açıcıdır. Bir arada yaşama kültürü açısından demokrasi kavramı ön açıcıdır. Farklılıkların gönüllü olarak bir arada yaşaması kültürü açısından da bu ilkeyi işletirsek sorunlarımızı çözme şansına sahip olacağız.

Bakın, Türkiye’nin mezhebi alışkanlıklarından vazgeçmesi gerekir. Irka dayalı yaklaşımlarından Türkiye’nin vazgeçmesi gerekir. Ben iddia ediyorum, bakın, ben iddia ediyorum, 1924 Anayasası ve sonrasında yapılan yasalara göre Türkiye’de Türkler de Türk değildir. Bakın, Türk’ün de tarihsel geçmişi yok sayılan bir yasal düzenleme vardır Türkiye’de. 1924 sonrası toplumsal akliyede Türk de artık Türk değildir. Kendi tarihsel geçmişinden, kültüründen, kimliğinden…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADİL ZOZANİ (Devamla) - …koparılmış bir Türklükten artık söz ediyoruz.

BAŞKAN – Sayın Zozani, size ayrılan süre bitti. Ek sürenizi veriyorum. Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

1924’ten sonra oluşturulan kurumların tamamı bu reddiye kültürü üzerinden kuruldu. Bunların başında da Diyanet İşleri Başkanlığı geliyor. Bir toplumsal dizayn yapmak istiyorsanız, demokratikleşme hamlesini başlatmak istiyorsanız 1924 sonrası kurulmuş, ret ve inkâr politikalarını dizayn etmek üzere oluşturulmuş kurumları bir kere lağvedeceksiniz. Bunların başında da Diyanet İşleri Başkanlığı gelir. Bunu lağvetmezseniz gerisini yapmanız, başka bir şey yapma şansınız mümkün değil.

1924’te kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının temel iki amacı olmuştur. Nedir? Bir: Dergâhların kapatılması. İki: Medreselerin kapatılması. Dergâhları Aleviler bu coğrafyada kullanıyorlardı, medreseleri Kürtler kullanıyorlardı. Bu iki toplumsal dinamiğin inanç kaynaklarını kesmek için ve Sünniliği, Türk-İslam sentezini dayatmak için 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığıyla başladılar bu işe.

Bakın, önemlidir, o tarih itibarıyla, hatta bugüne kadar İslam ulemasının çoğunun beslendiği medrese geleneğinin sonlandırılması önemlidir, önemli bir gelişmedir, darbe niteliğinde bir girişimdir. Evet, Diyanet İşleri Başkanlığının 1924’te kurulması Türkiye’de inançlar açısından bir darbedir, bir darbeyi gerçekleştirdi. Türki hassasiyet bunların başında gelir. Hangi Türki hassasiyet?

Fethullah Gülen’in 1992’de bir röportajında söylediği cümleyle bitireceğim Sayın Başkan. Bu tekçi anlayışın yarattığı tahribatı açık ve net bir şekilde göreceğiz. Ne diyor Fethullah Gülen? Kendisine soruluyor: “Bediüzzaman Saidi Kürdi’yle niye hiç buluşmadın? Bediüzzaman’ın yanına niye hiç gitmedin?” Diyor ki: “Ben Bediüzzaman’a esasında gidip elini öpecektim, sonradan Kürt olduğunu öğrenince vazgeçtim.” Ne anlama geliyor biliyor musunuz? “Bir Kürt’ten ulema olamaz. Bir Kürt’ten ulema yapılıyorsa bir Türk de gidip onun elini öpemez.” diyor çünkü o röportajında diyor ki: “Benim milliyetçi hassasiyetlerim, hatta Turancılığım ağır basar.” Şimdi, bu akliye Anadolu’daki kültürleri yok sayıyor, bu akliye Anadolu’daki farklı kimlikleri, farklılıkları yok saydı ve önümüze böyle bir tablo çıkardı. Bu tablo içerisinde bir bütçe görüşeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Zozani.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Umuyor ve diliyorum ki toplumsal dinamiklerimizi etkin bir şekilde işletir ve demokratik bütçelerin hazırlanmasına vesile olacak toplumsal bir dönüşümü sağlayabiliriz.

Hepinize teşekkür ediyorum, hayırlı olsun. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Zozani.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına ikinci söz, Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan’a aittir.

Buyurun Sayın Kaplan. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Televizyonları başında bizi izleyen halkımıza da sevgi ve saygılarımızı iletmek istiyorum. Bu kürsü halkın kürsüsü, bu bütçe halkın bütçesi değil, bunu anlatacağız.

Komisyonda 22 gün 171 saat 55 dakika çalıştık, gece gündüz, ikiye kadar. Daracık bir salonda, bir koridorda 500 bürokratın olduğu, bir kadın bürokratın on dört saat ayakta, ellerinde bilgisayarla dolaştığı bir “mobbing” ve angarya koşullarında çalıştık Sayın Meclis Başkanım. Bugün, İnsan Hakları Günü. Bir parlamenter olarak kendi hukukumu koruyamayacaksam -insan haklarını- ben yurttaşlarımın haklarını nasıl korurum? Meclis Başkanı olarak -bütçeniz de buna dâhildir- tez elden, bir saray istemiyoruz ama, insani çalışma tarzı olan bir bütçe komisyonu yapınız. Gelen bürokratlar da oturacak bir sandalyeye sahip olsunlar ve Hükûmetinizi İnsan Hakları Günü’nde insan haklarına, hukuka, demokrasiye davet ediyorum buradan.

Sayın milletvekilleri, bütçe hakkı demokrasinin özüdür. Burada söylenecek çok şeyi biz muhalefet şerhinde yazdık, basıldı, dağıtıldı size. Ancak, bütçeyi sadece uzmanların anlayacağı, halkın anlamayacağı anlaşılmazlıklara boğarsanız, sonra da bu harcamalar, transferler, örtülü, yedek ödenekler belirsizse, Hükûmet de hesap vermiyorsa burada şeffaflık yok. Bakın, dikkat edin, şeffaflık yok bu bütçede. Yine, katılımcılık yok. Muhalefetin katılmasını istemiyorsunuz ama size bütün içtenliğimle buradan ifade etmek istiyorum: Bu bütçeye damgasını vuran en önemli konu yolsuzluklardır. Bakın, yolsuzluklar kanser gibi yayıldı; insanlığı, adaleti, toplumu çürütüyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütünün 2014 sonuçlarına göre 175 ülke içinde 53’üncü sıradayken 64’e düştük. Avrupa’da 27’nci sıradayız arkadaşlar. Bakın, Uluslararası Şeffaflık Örgütü bu bağlantıda diyor ki: “Yolsuzluk ile düşünceyi ifade özgürlüğü arasında bir ilişki vardır.” Bakın, çok önemli bir konu bu. Yargıya müdahale, yolsuzlukların üzerine gidilmemesi, İnternet, sosyal medya yasakları, yargı ve güvenlik paketleri, baskı yasalarına yönelme aslında ciddi bir demokrasi sorunu yaşadığımızı gösteriyor. Gezi olayları, 17-25 Aralık tarihî yolsuzluklar, ki hatırlatmak istiyorum -ilahi bir tesadüf olsa gerek- 17 Aralık 2010’da Tunus’ta bir genç kendini belediyenin önünde yakmıştı ve Arap Baharı o zaman başlamıştı. 17 Aralıkta da Türkiye’deki yolsuzluk olaylarında 4 bakan Kabineden istifa etmek zorunda kaldı. Şu anda Mecliste komisyonda bir soruşturma sürüyor.

Şimdi, TÜSİAD’ın 801 iş adamıyla yaptığı araştırmada iş adamlarının tamamı “Yolsuzluk vardır.” diyor. Küresel Yolsuzluk Barometresine göre Türkiye’de her 5 kişiden 1’i kamu hizmetlerinden yararlanmak için rüşvet veriyor. Avrupa Komisyonunun da içinde olduğu bir rapora göre yüzde 64,5 mahkemelerin tarafsızlığına ve bağımsızlığına inanmıyor arkadaşlar. İnsan haklarının ihlal edildiğine inananların oranı yüzde 47,8. Yani resmî dairede sarı zarf modası gelişti arkadaşlar. Fuzuli’nin Şikâyetname’sini hatırlarsınız, “Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar.” demişti. O noktaya geldik.

Şimdi, MİT, İnternet, HSYK, torba kanunlar, hepsi sizin eseriniz; bakın, dikkat edin bu olaylardan sonra. Yakında Kenan Evren davası da zaman aşımından düşecek, “Aha burada Hasip Kaplan söyledi.” diyeceksiniz. 12 Eylül darbecilerini de akladınız arkadaşlar çünkü bütün 12 Eylül davaları zaman aşımına uğramaya başladı. Bugün, Dünya İnsan Hakları Günü’nde sizi insan haklarına davet ediyorum ve bu Hükûmeti “İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı uygulanmaz.” diye bir hüküm getirmeye davet ediyorum.

Sizin iktidarınız zamanında yurttaş “makul şüpheli” oldu. Kutsal savunma hakkını kaldırdınız. “Avukatlar dosya incelemesin.” dediniz. El koymadan gizli dinlemeye hukuku yok ettiniz. Polise mahkeme kararı olmadan her yerde, araçta, evde gözaltı ve kırk sekiz saat tutma hakkı getirdiniz. Yani, Türkiye’de olağanüstü hâl ilan ettiniz, oysaki Anayasa’ya göre bu ilan edilir arkadaşlar. Sıkıyönetim, olağanüstü hâlin ilan koşulları vardır.

Yolsuzluklar buz dağı gibi, görünen sadece küçük bir yüzü. Meclis Soruşturma Komisyonunda, Roboski’de olduğu gibi, aklama komisyonu çalışmaya devam ediyor. Biz buna alet olmadık, üyemizi çektik ve Meclis tarihinde -38 soruşturma komisyonunda- ilk yayın yasağını da AK PARTİ koymuştur arkadaşlar.

Şimdi, Sayıştay Meclis adına denetim yapıyor. E, kim atadı Başkanını? Hükûmet. Hükûmet nereden geliyor? AK PARTİ’den. Mecliste çoğunluk kim? AK PARTİ. Yani, yasama, yürütme birleşip kendi ak Sayıştayını atadı. Ak Sayıştay olunca tabii ki kendini aklamak için de çalışacak. Oraya boşuna gelmedi ya, çalışmazsa bir daha gelemez. Onun için Meclise boş raporlar gelse de, Danıştay çalışmasa da, Meclis Başkanı görevini yapmasa da, adınız “ak” olsa da aklamaz sizi; bunu size söyleyelim.

2003 Meclis görüşmelerinde o zaman Adalet Bakanı Bekir Bozdağ çok güzel söylemişti, önceki koalisyon davalarıyla ilgili, yolsuzluklarla ilgili takipsizlik kararı verilmişti, “O zaman onlar iktidar çoğunluğuydu, geçersizdir. Onun için kararı kaldırıyoruz, Yüce Divana sevk edeceğiz o dönemin bakanlarını, Başbakan dâhil.” demişti ve karar verilmişti, Yüce Divana gönderilmişti. “Çünkü o kararlar kesin değildir.” diyordu. İşte, gün ola devran döne, sizi de bir ihtimal yakalar, hep iktidar kalacak değilsiniz ya arkadaşlar.

Bakın, size samimiyetimle söylüyorum, ben burada daha önce de söyledim, size Japonlar gibi harakiri yapın demiyorum ama yargının önünü açın, yargıya gidin, bağımsız yargı yurttaşın gideceği son limandır arkadaşlar. Eğer yargıya gidemiyorsanız İspanya’da Luis Barcenas gibi, Paraguay’daki bir bakan gibi, Almanya Eski Cumhurbaşkanı Christian Wulff gibi, Tokyo Valisi Naoki Inose gibi, ne diyelim size arkadaşlar ya? O zaman gelin, hep burada oturun, bakan olun mu diyelim size?

Arkadaşlar, AİHM’de tekrar 4’üncü sıraya yükselmiş 10 bin davayla. Buradan hatırlatmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, biz bu bütçenin halkın bütçesi olmadığını söyledik. Zaten “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” yazarı Thomas Piketty İstanbul’a gelmiş, diyor ki: “Türkiye’deki gelir dağılımı verileri yok.” Garip ne bilsin, bizde atasözü var: “Para ile imanın kimde olduğu bilinmez.” Yani Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital’in yazarı bu atasözünü bilmediği için, imanın ne kadar kalbî, paranın da ne kadar gizli olduğu AKP hükûmetlerinin temel felsefesidir, keşfedememiş.

Dünya Zenginlik Raporu’nu açıklayan UBS Bankasına göre, bakın, Türkiye’de 915 ultra zengin var; ellerinde 120 milyar dolar, bir yılda 15 milyar kazanmışlar. Büyüme gerilerken 2-3, onlarınki yüzde 14,3 artmış. Rakamı görüyor musunuz? Rakam bu arkadaşlar. Forbes dergisi boşuna demiyor. Çıkarmış multimilyoner olan şehirleri, İstanbul 37 kişiyle 5’inci sırada yer alıyor. Hadi buyurun… Bu bütçe kimin, anlaşılıyor mu şimdi?

Kurumlar vergisi AK PARTİ döneminde 2006’da yüzde 30’dan 20’ye inmedi mi? İndi. Bakıyoruz, işveren primini de devlet ödüyor, 6 milyar. Vergi afları, mali aflar da var. İşçiden ne alıyorsun? Kaynakta yüzde 27, dolaylı vergi hariç. Şimdi, bakın, 2015 yılındaki 452 milyarda kurumlar vergisi sadece 36,1 milyar lira. Bu vergiyi kim veriyor, anladınız mı? Bu devletin yükünü işçi, emekçi çekiyor, memur çekiyor, emekli çekiyor, çalışan çekiyor, esnaf çekiyor ama bu bütçe onların değil. Çünkü 1980’de yüzde 37 olan dolaylı vergiler, iktidarınız zamanında yüzde 69 oldu. Darbeciler bile sizden daha insaflıydı arkadaşlar. Yani biraz elinizi vicdanınıza koyun, ABD’de yüzde 27 dolaylı vergiler, Almanya’da yüzde 28.

Vergi konusunda Deli Dumrul’u geçtiniz arkadaşlar. Biliyorsunuz, köprüden geçenden 5 akçe, geçmeyenden 10 akçe alıyordu. Sonra, Osmanlının son kralları durum kötüye gidince Galata Köprüsü’ne girenden 1 akçe, çıkandan 1 akçe almaya başladılar. Siz de maşallah, Boğaz Köprüsü’nden, Fatih Köprüsü’nden, yoldan geçenden kilometresine tam 3 sent alıyorsunuz, kilometre başına. Bunu biliyor muydunuz arkadaşlar? Yolda arabanız giderken kilometrede 3 sent para alıyor sizden AK PARTİ Hükûmeti, köprüde 3 dolar. Üçüncü köprüde ne olacak, OGS, HGS sizi nasıl çarpacak, bilemem.

Şimdi, bizde Elo Dino var; kalesi var, bir de onun kasrı var Dicle Nehri’nde. Zincir atardı karşı tarafa Dicle Nehri’nde, Diyarbakır’dan Musul’a giden keleklerden haraç alırdı. Ama vallahi AKP ondan daha insafsız ya, o bile insaflı alırdı.

Şimdi, biz devlet payını istedik arkadaşlar. Madende devlet payı yerel yönetimlere verilen bir haktır, yasada var. “Vay, bölücüsünüz.” dediler, kıyameti kopardınız. E, kardeşim, peki, kıyameti koparıyorsunuz da aha şu asfalt vergisine ne diyorsunuz Gökçek’in? Yirmi beş senedir Belediye Başkanınız Ankara’da. Bu asfalt vergisi… 300 liradan 70 bin liraya kadar vatandaşa asfalt vergisi çıkıyor. E, kardeşim, güzel İzmir’in rahmetli bir başkanı vardı, Osman Kibar. Bütün İzmir’i asfaltlamıştı, onun için, “Asfalt Osman” demişlerdi. Yirmi beş senedir bütün Ankara’yı asfalt edemeyen Gökçek’e ne diyelim şimdi? Ya, şu sarayın önü, arkası, hepsi asfalt; merak ettim, vatandaşa makbuz çıkarmışsın da köşke ne makbuz çıkardın? Sayın Başbakan inşallah çıkar, burada bunu açıklar. Yani vatandaşa haraç…

Bakın, arkadaşlar, size şunu ifade edeyim: Sayenizde tam 50 milyon yurttaşımız açlık sınırının altına düştü. Nasıl? Bunun rakamlarını, sendikacılar burada, bilirler. Asgari ücret net 891 değil mi? Peki, memurun en düşük maaşı 2.025 değil mi? TÜRK-İŞ’in 2014 Kasım ayı verilerine göre açlık sınırı kişi başına 1.205 lira. Şimdi, sadede gelelim, 19 milyon 482 bin aktif sigortalı yok mu? Var. 10 milyon 795 bin pasif sigortalı yok mu? Var. 1 milyon 783 bin emekli ile beraber hepsi açlık sınırının altında değil mi şimdi? Açlık sınırının altında. Yoksulluk sınırı 4 kişilik ailede bakın, 3.926 lira; 4 kişilik ailede bu. Şimdi, buraya baktığımız zaman 3 milyon 196 bin memur ile 20 milyon esnaf, çiftçi, dikkat edin, şoför, bakkal, marangoz, dondurmacı, kalaycı, hepsi, bunların hepsi yoksulluk sınırının altında, 50 milyon. 50 milyonu açlık ve yoksulluk sınırının altında olan bu ülkenin, dikkat edin, sendikalaşma oranı ne kadar biliyor musunuz? Bakanın resmî açıklaması, yani 12 milyon 287 işçide sadece 1 milyon 189 bin sendikalı var. Sendikal hak ve özgürlükleri mahvettiniz. Yeşil sendikalar yarattınız biat eden ama bir taraftan, hak arayan sendikaların üzerine gazla, TOMA’yla gittiniz. Bıraktırdınız, zorladınız memuru, istifa ettirdiniz yoksa işten attıracaktınız. Bu yeşil sendikacılık da sarı sendikacılıktan beter biat sendikalardır arkadaşlar.

Şimdi, cari açık arttı. Evet, büyüme geriledi, tutmadı rakamlar. Ben, arkadaşım açıkladı rakamlara girmeyeceğim ama Türkiye’nin dış borcu 400 milyar, gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 43,5. Beşli kırılgandan, beş tanesinden bir örnek. Peki, Brezilya’da ne kadar? Yüzde 13,2. Hindistan’da yüzde 18,9; Endonezya’da yüzde 28. Şimdi anladınız mı küresel sermayenin en zayıf halkası, aynı zamanda kırılgan beşlinin kaybedeni niye Türkiye’dir? Şimdi, G20 zirvesine başkanlık yapacağız.

Döviz kuru artacak arkadaşlar, hiçbir tahmin tutmadı. Enflasyon yüzde 10’un üstüne çıktı; bu, IMF’nin raporuyla, son açıklamayla ortada. İşsizlik yine yüzde 10’un üstüne çıktı. Resmî rakamlar bunlar. Burada işsizlikle ilgili inanın her gün telefon alıyoruz arkadaşlar. Karayolları işçilerinin mahkeme kararları uygulanmıyor. Tarım, gıda mühendisleri arıyor, her gün öğretmenler arıyor, 330 binin üstünde öğretmen tayin bekliyor yani bu ülkede genç işsizler ordusu oluştu arkadaşlar. Taşeron sayısı da 2 milyon.

Şimdi, arkadaşlar, Türkiye’nin en temel sorununa geleceğim, cari açıkta niye açık veriyoruz noktasına geleceğim. Cari açıkta açık vermemizin nedeni, ithal enerjidir. Enerji alanı artık bu Hükûmet zamanında mafyalaşmıştır, enerji resmen mafyalaşmıştır. Bakın, siyaset, ondan sonra özel sektör, medya -dikkat edin benim söylediğim şeylere- küresel sermaye, şirketler, gizli ortaklıklar, komisyonlar ve hanedanları yönetenler. Şimdi, “Nasıl oluyor bu?” diyeceksiniz. Putin geldiği zaman, Akkuyu Nükleer Santrali 22 milyar dolar, hemen ÇED raporu çıkıyor. Japonlar geliyor, Sinop’ta 22 milyar, hemen hallediyorlar. HES’lerde sınır tanımıyorsunuz. Sizin vicdanınız kurusun.

MUSA ÇAM (İzmir) – Kurusun.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Tarihe en büyük kültür ve doğa katliamını yapmış hükûmet olarak geçeceksiniz. Şu Hasankeyf resmine iyi bakınız. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar) Şu Hasankeyf resmine iyi bakınız, iyi bakınız. Tarih ve halk sizi affetmeyecek. Bunun niçin yaptınız? Bunu niçin yaptınız biliyor musunuz? Bunun için yaptılar arkadaşlar, bunun için yaptılar. “Osmanlı tarihi” diyorlar, “Osmanlı Türkçesi” diyorlar, yok “marka” diyorlar. Hasankeyf on beş bin yıllık marka değil miydi; Türk’ün de, Kürt’ün de, Türkmen’in de, Süryani’nin de, Arap’ın da, hepsinin kültürü değil miydi? Sizin kökünüz bu kadar, bir karış mı toprağa basıyor? Hasankeyf’e kıydınız arkadaşlar.

O bir şey değil, o bir şey değil. HES’lerde sınır tanımadınız ama korkunç bir şey yaptınız, zeytinlere kıydınız. Şu ağaca bakın, şu zeytinlere bakın arkadaşlar, şu zeytinleri kesen makineler... Ve zeytinler kutsaldı, eski Yunan tanrıçaları onlara dokunanları öldürürdü, idam ederdi ve olimpiyatlarda şampiyonların taçları zeytin yapraklarından olurdu. Hazreti Nuh’un gönderdiği güvercin, gagasında bir zeytin dalıyla dönmüştü ve dünyada barışın sembolü olmuştu. Tüm kutsal kitaplarda, Tevrat’ta, İncil’de, Kur’an’da zeytin kutsal ağaçtı. Ahmet Arif “Değil öyle yoksulluklar, hasretler Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır. Bir tek zeytin dalı bile yalnız...” derken kıydınız efendiler, kıydınız! Zalimce kıydı bu enerji mafyası; lanet olsun bu enerji mafyasına, lanet olsun! (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

Turgutlu’da, Çal Dağı’nda İngiliz Kraliyet Ailesi için 1 milyon 800 bin ağaç kesiyorsunuz, nikel madeni... Gediz Ovası’nı tahrip edeceksiniz, Kuş Cenneti gidecek, Ege gidecek, incir gidecek, üzüm gidecek, pamuk gidecek, hayat ölecek. Sizin bir şirketiniz gidip İngiltere’de böyle bir tesis kurabilir mi, çevreyi zehirleyebilir mi, sülfürik aside boğabilir mi dokuz yıl için, söyler misiniz? Biraz vicdan sahibi olacaksınız, vicdan. Ama, siz “cüzdan cüzdan, cüzdan…” diye tutturmuşsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

Nükleer santralde elektriğin dünya fiyatı, 5-6 sent kilovatı siz 12,38 sentten bu ülkeyi yirmi yıllığına borçlandırdınız, yirmi yıllığına. Torunlarımızı da borçlandırdınız. “Allah’ınızdan bulasınız.” mı diyeyim, ne diyeyim size? Torunlarımızı bile borçlandırdınız, yirmi yıl üzerinden, yirmi yıl.

Uranyumunuz yok, ekipmanınız yok, kömür ocaklarında ölüm…

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Bu ne Hasip Bey?

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bu, Soma arkadaşlar. Soma’da ciğeri yanan ve Ermenek’te ciğer yananların anlayacağı şeyler bunlar. Bunlar da sizin eseriniz.

Dün iki gensoru verdik. Çalışmayan Bakan, enerjisi bitmiş Bakan, kürsüye yapışmış, istifa etmiyor. Kaç kişinin ölmesi lazım bu ülkede istifa etmeleri için lazım? Kaç ocak sönmesi lazım? Kaç işçi daha ölmesi lazım? İnsanlık, vicdan, hukuk, ahlak, bir denetim olmaz mı bir ülkede arkadaşlar? Nerede bu denetim? Geldi, pişkin pişkin burada “Hayat devam ediyor, Bakanlık da devam ediyor.” dediler. Başbakan 2012’den bu yana ruhsatları kendine bağlamıştı. Hatta, acaba diyorum Başbakana “Ben gidersem sen de gidersin, şimdiki Cumhurbaşkanı da gider, onun için, istifa etmeyeyim daha iyi.” mi dedi? Bakın, değil arkadaşlar. Enerji mafyası iyi çalışıyor.

Size bir örnek daha: Sizin böyle gaz karneniz var mı evde? Biz hanımla çok dikkat ediyoruz ay sonunu çıkarmak için çünkü 300 liradan fazlasına enerji, gaz vermiyorlar. Bakın, dikkat edin, bu, 21’inci yüzyılda AKP’nin enerji karnesi. Bu karne olayı kıtlıklarda ve savaşta olurdu.

Sayın Babacan, buradaydı, gitti…

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Burada, burada.

HASİP KAPLAN (Devamla) – …dedi ki: “Petrol fiyatları düştü, dört buçuk milyar cari açıkta da bizde düşüş oldu. Hazirana kadar da zam yok.” Peki, niye yüzde 9 zam yaptınız? Niye bu karne kalkmıyor? O da yok.

Şimdi, siz sadece zeytine kıymıyorsunuz, sadece insana kıymıyorsunuz, şehirlere kıymaya başladınız; betonlaştırdınız, yaşanmaz duruma getirdiniz, tarihe sahip çıkalım derken tarihi katlettiniz. İşte size İstanbul’un silüeti. Bu sizin fotoğrafınız ey iktidar! Bu silüet sizin imar anlayışınız, beton anlayışınız, zalim anlayışınız. Hani tarihinize sahip çıkıyordunuz? Bakın, Sultanahmet’in arkasında bu silüetler nedir İstanbul’da, Ayasofya’nın arkasında?

CELAL DİNÇER (İstanbul) – Onların hepsi dolar.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Dolar, dolar…

HASİP KAPLAN (Devamla) – Evet, peki, şu betonlar nedir İstanbul’da, betonlar? Güzelim İstanbul’u betona çevirdiniz, betona. AVM’lere çevirdiniz her tarafı.

Sizin anlamadığınız bir şey daha var biliyor musunuz? Bu bütçe zaten halkın değil ama en çok kazananın en az vergi verdiği, en az kazananın en çok vergi verdiği bir devlet, hükûmet bütçesi bu; 13’üncü bütçeniz. Lastik cızlavetlerde hayat… Heyhat, bu bütçe Ermenekli Recep amcanın bütçesi değil; bu bütçe zatışahanelerinin, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Başkanın, bu bütçe onun. İki Recep var; bir bu Recep, bir de bu Recep. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, saraylarınız bol olsun. Saraylarınız bol olsun, dolarlarınız da bol olsun.

MUSA ÇAM (İzmir) – Olsun.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Olsun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Zehir zıkkım olsun.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Fakat ahdolsun zekât vermeyen Müslümanlardan, din tüccarlarından, vergi vermeyen zenginlerden, “Vatan millet Sakarya” diyen paraseverlerden HDP hesap soracaktır çünkü Halkların Demokratik Partisi (HDP) Türkiye’nin vicdanıdır, halktır, halkın bütçesini savunuyorsa hayatın her alanında bunun hesabını soracaktır. Siz baskı yasalarını getireceksiniz, polise öldürme emri vereceksiniz ve insanların her türlü baskıya maruz kalması için yasa çıkaracaksınız, “Biz meydanlara dökülürüz.” dediğimiz zaman Başbakan çıkacak “Hayır, siz cinayet işlersiniz, sizi cinayetten sorumlu tutarız.” diyecek.

Peki, bu muhalefet sussun mu, bu muhalefet meydanlara çıkmasın mı, yürümesin mi, konuşmasın mı, gösteri yapmasın mı? Bir demokratik ülkede halk itirazını nasıl dile getirecek? 6-7 Ekim olaylarında Hükûmetin çıkıp buradan şunun cevabını vermesi lazım: Hükûmet, İzmir’de öldürülen, Antep’te öldürülen, Kurtalan’da öldürülen, Dargeçit’te, Varto’da, Esenyurt’ta, Muş’ta, birçok yerde öldürülen… Bu öldürmelerin polis, jandarma, AKP’li korucu, belediye başkanı, ırkçı, milis çeteler ve kendi güdümündeki gruplarca işlendiğine dair basında yer almasına rağmen 36 kişiyle ilgili hangi işlemi yapmıştır? Yok.

Askerî harcamaları denetleyemiyoruz arkadaşlar. Zamanımız da kalmadı ama… Askerî harcamalarda, en son bir cevap aldım Millî Savunma Bakanlığından, F-16’ların modernizasyonu, F-35’lerin alınması konusunda ve bu konuda da maalesef Hükûmetin verdiği rakamların dışında ciddi rakamlar önümüze çıktı yani 27 milyar dolar silah satışı.

Şimdi, Hükûmetin 2023 vizyonu, 2014’te gördü revizyonu. On Yıllık Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program, arkasından Eylem Planı, kümü değişti. İhracatın ithalatı karşılaması yüzde 66’dan düştü… 2023 vizyonu: 10’uncu büyük ekonomi, kişi başına 25 bin dolar. Şimdi, bu yıl daha 10.970 dolardan 10.570 dolara kişi başına gelir düşmüş. Şimdi, Allah aşkına söyler misiniz, siz 2023’te nasıl bunu yapacaksınız? Ya en son gördüğümüz fotoğraf: Başbakan, 11 ekonomi bakanı bir kamyonun arkasına geçmiş, lastikler patlak, fren yok, ekonomi kamyonunu ittiriyorlar yürü diye. Yürümüyor arkadaşlar, yürümüyor.

Ey Hükûmet, zamlar, harçlar, vergiler, cari açıkta artış, vurgun, talan, haram, yolsuzluk yürümüş, büyüme düşmüş, enflasyon yükselmiş, özelleştirme, taşeron, kölelik, işsizlik, bana her şey seni hatırlatıyor.

Ey Hükûmet, TOMA’lar, gazlar, coplar, panzerler, iş kazaları, kadın, Gezi, Kobani, cinayetler, gizli dinlemeler, kelepçeler, zindanlar, çöken adalet, yitirilen özgürlükler, baktığım her yerde izin duruyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, süreniz bitti, ilave sürenizi veriyorum. Lütfen toparlayınız.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Şiiri bir daha oku.

HASİP KAPLAN (Devamla) – En son nokta: “Baktığım her yerde izin duruyor.”

Arkadaşlar, vaktimiz sınırlandı, Başkan da uyarıyor. Yalnız, dış politikada Hükûmete şunu söyleyeceğim: IŞİD’in, DAİŞ’in, El Nusra’nın, El Kaide’nin ideolojik akrabalığı, hamiliği size kaybettirdi, vazgeçin bu tehlikeli olaydan. Sizi terör örgütlerini destekleyen hükûmetler olarak suçladılar. Siz kalktınız “IŞİD de, DAİŞ de aynı.” dediniz. Sonra “DAİŞ” dediniz ve dediniz ki: PYD’yle aynıdır. Sizin vicdanınız yok mu? Şu resme iyi bakın. Şu kafa kesen DAİŞ, IŞİD. Ve o topraklarda on binlerce yıldır yaşayan Kürt halkı, Türkmenler, Süryani’ler, onlar, kahramanca şu genç kızlar, köle tacirlerine karşı, kadınları Musul pazarında satanlara karşı mücadele ediyor. (HDP sıralarından alkışlar) Kobani direniyor, Kobani direniyor ve Hükûmet “Düştü düşecek.” derken Hükûmet düştü, dış politikası düştü, Hükûmet çöktü. Şu genç kızlara bakın, şu kahramanlara bakın. Musul’da kadınları, Türkmen, Asuri, Ezidi, Kürt kadınlarını Musul pazarlarında satanlara karşı bu kahraman kadınlara “terörist” diyenin… Ne diyeyim, ne diyeyim?

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Söyle, söyle.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Vicdanı mı yok, insanlığı mı yok, insanlığı mı bitmiş?

MUSA ÇAM (İzmir) – Orada kal, orada kal. Efendilik sende kalsın Hasip Bey.

HASİP KAPLAN (Devamla) – İşte Kobani’nin son resmi arkadaşlar ve Roboski, Gezi… Daha, enerji falan, iyiydi işler. Bakın, Barzani’yle bayrak, Kürdistan…

Şimdi, son sözlerimi bağlayacağım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Son bir dakika.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Sayın Başkan, son sözlerimi bağlayacağım.

BAŞKAN – Lütfen.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Arkadaşlar “Bu bütçe seçim bütçesi değildir.” dediler. Bal gibi seçim bütçesidir, bal gibi seçim bütçesi. Bakın, 46 termik ve HES santralini 70 milyara satacaklar. 25 şeker fabrikasını 100 milyarın üstünde… Seçim fonu çıkacak.

Şimdi, emekçileri yok sayan bu bütçe seçim ve savaş bütçesidir. Roma’da şaşaayla karşılanan komutana yanındaki mütemadiyen “Unutma efendim, siz tanrı değilsiniz.” derdi. Fatih’e de Akşemseddin “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var.” demişti.

Şimdi, HDP olarak Hükûmete bir çift sözümüz var: Unutmayalım, bugün iki Türkiye oluşmuş durumda; biri varsılların, diğeri yoksulların zirvesinde iki Türkiye. Bu durum son derece tehlikeli. Toplumu yay gibi gerdiniz. Sosyal patlamalara zemin ve iklim hazırladınız. Yanlış yoldasınız, kendinize geliniz, tarih ve halk asla affetmez sizi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bu halkın bütçesi olmadığı için ret oyu veriyoruz, ret oyu veriyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.

Sayın milletvekilleri, birleşime 16.40’a kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.23

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.39

BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Şimdi söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Muş’a aittir.

Buyurun Sayın Muş. Süreniz otuz dakika. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Başta Maliye Bakanımız ve ilgili bürokratlar olmak üzere, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun çok değerli üyeleri ile katkı sunan tüm çalışanlara ben de teşekkür ediyorum emeklerinden dolayı ve 2015 bütçemizin milletimiz, ülkemiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.

Değerli milletvekilleri, ilk önce, şu sorunun cevabını bulmamız gerekir: Bir devletin bütçesi ne olmalıdır? Neyi amaçlamalı, neyi hedeflemeli ve neye hizmet etmelidir? AK PARTİ iktidarı öncesindeki gibi bir siyasi yatırım aracı mıdır, yoksa bir seçim yatırım aracı mıdır, yoksa bütçe bir refah dağıtım aracı mıdır? Bizler, bizden önceki anlayışların tersine, her ekonomik faktör refahın bir aracıdır anlayışından hareketle bütçenin bir refah dağıtım aracı olduğunu düşündük ve merkezine de bunu aldık.

İşte, onun içindir ki AK PARTİ iktidarlarının bütçeleri, hamdolsun, hep millete rağmen bütçeler değil, lobilere, faiz lobilerine, rantiyelere rağmen olan bütçeler olmuştur. İşte, bu anlayış AK PARTİ’nin ne büyük bir hizmet ehli olduğunun, rantiyenin değil de milletin yanında nasıl saf tuttuğunun en önemli delillerinden birisidir ve bu anlayış, Allah’a hamdolsun, milletimizden de teveccüh görüyor ve arkamızdaki destek de her geçen gün artmaktadır.

Bizler, değerli milletvekilleri, hiçbir zaman kolaycılığa, günü kurtarma basitliğine kaçmadık, yeltenmedik. Bu milletin geleceğini, ülkenin ekonomisinin geleceğini mali disiplinde gördük. Sürdürülebilir mali disiplinle bütçe dengesini kırılgan olmaktan çıkardık, kamu harcamalarının kalitesini artırarak bütçemizi daha sağlıklı bir yapıya kavuşturmayı başardık. Bu anlayışın, değerli milletvekilleri, biz, meyvelerini 2008 küresel krizinde gördük ve en az etkiyle bu krizi atlatarak ekonomimizi büyütmeye devam ettik.

Bakınız değerli milletvekilleri, dünyada hiçbir kriz yokken, dünyada bir kriz ortamı mevzubahis değilken biz, ülkemizde 1994, 1999 ve 2001 krizlerini yaşadık ve bunlarla mücadele etmek zorunda kaldık. O dönemde bu krizleri yaşamak ne kadar bir başarısızlık ise dünyanın kriz ortamında olduğu bir dönemde o krizi en az etkiyle atlatmak da bir o kadar başarıdır, bunun kabul edilmesi, takdir edilmesi gerekir.

Bakınız değerli milletvekilleri, Türkiye’nin, Türkiye ekonomisinin bu küresel krizi çok hafif atlatması ve ekonomisini büyütmeye gitmesinin en önemli sacayaklarından üç önemli faktör vardır; bunlar, bankacılık sektörü, kamu borç yükü ve bütçe açığıdır. Bu üç alan, aynı zamanda küresel krizin de tetikleyicisi olan faktörlerdi. Bizler krize girerken bu üç alanda güçlü pozisyonumuzu koruduğumuz için hızlı bir şekilde bu kriz ortamından ülkemizi çıkarmayı başardık. 1990’larda, o kayıp yıllarda Türkiye’nin en kırılgan alanı olan bütçe dengesi, mali disiplin AK PARTİ iktidarları döneminde Türkiye’nin en güçlü alanlarından biri hâline geldi. Biz sanal refahın peşinde hiçbir zaman koşmadık. Bir yıl yüzde 5 büyüyüp bir başka yıl yüzde 5 küçülmeyle refah üretilemez. Sağlıklı bir ekonomik zeminde sürdürülebilir büyüme, sürdürülebilir kalkınma dedik ve 20 çeyrektir kesintisiz ülkemiz büyüyor. Kalıcı refahın ancak böyle üretilebileceğine inanıyoruz. Bir yıl büyüyüp bir yıl küçülmeyle refahın üretileceğine inanmıyoruz.

Bakınız değerli milletvekilleri, 1970 ile 1980 yılları arasındaki on yıllık dönemde Türkiye'de toplam 12 Hükûmet değişmiş. Ortalama on aylık Hükûmet ömürleriyle Türkiye tarihindeki en yoğun siyasal istikrarsızlıkların yaşandığı dönemdir 1970-1980 arası. Akabinde, 1991 ve 2002 yılları arasındaki on bir yıllık dönemde de 9 Hükûmet değişmektedir. Bu dönemde de bir hükûmetin ömrü ortalama on beş aydır. Bu da yine Türkiye’nin yoğun siyasal istikrarsızlık dönemlerinden bir tanesini ifade etmektedir. Düşünebiliyor musunuz, bir hükûmet bütçesini yapıyor, yaptığı bütçeyi tamamlayamadan, realize edemeden görevi bitiyor, başka bir hükûmet geliyor veya bir hükûmet düşünün bir bütçe yapıyor, onu realize ediyor, ikincisini göremeden koltuğunu başka bir iktidara devrediyor ama bizler, AK PARTİ hükûmetleri olarak 12 bütçeyi yaptık, tamamladık ve realize ettik. Bugün de Genel Kurulda 13’üncü bütçe için görüşmeleri yapmaktayız. İnşallah, 20’nci bütçe tasarısıyla 2022’de, 21’inci bütçe tasarısıyla da 2023’te AK PARTİ Grubu ve AK PARTİ Hükûmeti burada olacak ve o bütçeyi de burada tartışacak, milletimize sunacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz, o gün daha fazla refahın nasıl dağıtıldığını, o gün bütçenin nasıl fazla verdiğini bu kürsüden, AK PARTİ Grubundan ve Hükûmetinden, inşallah burada açıklayacağız.

Değerli milletvekilleri, bütçe açığı, hakikaten ekonomilerin, hükûmetlerin uğraşmak zorunda oldukları önemli sorunlardan, meselelerden en önemlisidir. Bakın, bizden önceki on yılı ve bizim dönemimizi bir mukayese etmemiz lazım ki bu dönemde elde edilen başarıları daha iyi fark edebilelim. 1992 ila 2002 arasındaki on yılda, Türkiye'nin verdiği bütçe açığı ortalama yüzde 6,5’tur. Bizim dönemimizde ise 2003-2013 arasındaki bütçe açığı ortalama yüzde 3; 2010’dan itibaren aldığınız zaman ise bu yüzde 1,9’a düşüyor çünkü ilk iktidara geldiğimiz dönemde o mali disiplini, bütçedeki eksiklikleri kontrol altına alana kadar biraz fazla bütçe açığı vardı, ondan yüzde 3 çıkıyor ama şu an itibarıyla, o da yüzde 1,9 - yüzde 1,5 bandına oturmuş durumda. 2015-2017 Orta Vadeli Program’da ise inşallah, bu bütçe açığını daha aşağıya çekecek yüzde 1’in altında bırakacağız.

Değerli milletvekilleri, 2014 yılında Hükûmetimiz, geçmiş yıllarda olduğu gibi, bütçe hedeflerini gerçekleştirmiş, hatta hedeflerin üstünde bir performans göstermeyi başarmıştır. Yüzde 1,9 olarak öngördüğümüz bütçe açığının yüzde 1,4 olarak gerçekleşeceğini düşünmekteyiz. 33 milyar TL olarak öngörülen bütçe açığının 24 milyar lira, 19 milyar lira olarak öngörülen faiz dışı fazlanın ise 26 milyar lira olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. 2015 bütçesine baktığımız zaman, gelir tarafında 452 milyar liralık bir rakam vardır, 390 milyarı vergi gelirlerinden 62’si vergi dışı gelirlerden; gider tarafında ise 54’ü finansman maliyeti olmak üzere, 473 milyarlık bir bütçe bulunmaktadır ve 2015’le alakalı planımız, 21 milyar liralık bir açık ve millî gelire oranının da yüzde 1,1 olacağı düşüncesidir.

Değerli milletvekilleri, bütçelerimizde ekonomik ve sosyal refahımızı artırmayan tüm kalemleri minimize ettik; yerlerine, milletin yaşam kalitesini ve ekonomik koşullarını iyileştirecek, artıracak kalemlerin istihkakını artırdık. Şöyle bir tablo düşünün: Hükûmeti devralıyoruz, devraldığımız dönemde bütçenin yüzde 43’ü sadece faizlere giden bir bütçe ve faizler yapılacak olan harcamaları âdeta istila etmiş durumda, bütçede hizmet alanlarına ayrılması gereken kaynaklar kısıtlanmış. Zaten, bu bir kısır döngüdür; yüksek bütçe açıkları verilir, bu yüksek bütçe açıklarını finanse etmek için daha fazla kaynağa ihtiyaç duyulur, bu daha fazla kaynak daha yüksek faiz, daha yüksek risk primi, ve bu bir kısır döngüye girer ve bunun önünü almak âdeta imkânsız hâle gelir. İşte, Türkiye’nin 1990’lardaki yılları böyle geçti. AK PARTİ hükûmetleri, hükûmeti devralır almaz dirayetli, kararlı ve mali disiplinli duruşuyla bu döngüyü kırmış, kısa zaman içerisinde bütçeyi kontrol altına almayı başarmıştır. Faiz lobisine refah üreten bir bütçeden, millete refah üreten bir bütçeye geçtik.

Değerli milletvekilleri, bakınız, 2002’deki o döngü devam etmiş olsaydı bugün nasıl bir tabloyla karşı karşıya kalacağımızı anlatmak istiyorum. Bugün finansman maliyeti olarak 54 milyar yerine 2002’deki oranlar devam etmiş olsaydı, biz 205 milyar gibi bir rakamı faize ayırmış olacaktık. Bu, hakikaten inanılmaz, büyük bir rakamdır. Yani, düşünün, 2002’de 100 liranın 43 lirası faize, geri kalan 57 lirası eğitim, sağlık, güvenlik, sosyal yardımlar, yatırım ve bilumum hizmetler arasında kıt kanaat paylaşılıyordu. Aynı şekilde, bu 2002’deki oranlar devam etmiş olsaydı Türkiye bugüne kadar kümülatif olarak 767 milyar lira fazla faiz ödeyecekti.

Değerli milletvekilleri, ya biz bu rakamı ödeyecektik ya da az önce bahsettiğim zorunlu hizmetlerdeki yatırımlarımızı minimize edecek, kaynakları sıfırlayacak, ne var ne yok buraya aktaracaktık. İşte, bu döngü, değerli milletvekilleri, kırılmıştır. Bunun şöyle de bir etkisi var: Yani, böyle yüksek bir finansman maliyetin bütçe içerisinde olduğu zaman sanmayın ki biz yüzde 1,5 gibi bir bütçe açığı verecektik, o zaman bu bütçe açıkları 1,5 değil 9-10 seviyelerinde gerçekleşecekti; kamu borç yükünün yüzde 33 olacağını sanmayın, en az bunun 3 katı gibi bir rakamla bu ülkenin karşı karşıya kalacağını bilmemiz lazım.

Değerli milletvekilleri, Türkiye eğer yüzde 10 bütçe açıklarıyla, yüzde 90 kamu borç yüküyle küresel ekonomik krize yakalanmış olsaydı neler olacağını düşünebiliyor musunuz? Ekonomide nasıl bir travma, nasıl bir tahribata neden olacağını hiç düşündünüz mü? Belki, Türkiye, ekonomisini toparlayabilmek için yıllarını sarf edecekti.

Burada, çeşitli defalar bu kürsüden hep şu dile getirilir: “Efendim, Türkiye’nin borcunu artırdınız. Türkiye’nin borcu arttı.” Değerli milletvekilleri, rakamlara bakalım: 259 milyar liralık bir borcu vardı kamunun, 2014 ikinci çeyrek itibarıyla bu rakam 571 milyara çıkmış. Miktar olarak bir artış var ama borcun nasıl hesaplanacağını, nasıl ölçüleceğini, bu Parlamentodaki her bir milletvekilinin bildiğini düşünüyorum. Çünkü, aksi takdirde, sadece miktar olarak bunun beyan edilmesinin bir izahı yoktur.

Bakın, bizim 2000’de ülke olarak 86 milyar liralık bir borcumuz vardı -2000 öncesindeki rakamlar AB tanımlamasıyla uyuşmadığı için 2000’den itibaren aldım- bunun millî gelire oranı yüzde 51,5 idi. 2001’de bu 189 milyara çıktı, millî gelire oranı yüzde 78,8. 2002’de borç 259 milyara çıkmış, millî gelire oranı yüzde 73,4. İşte, biz, buradan devraldık Hükûmeti ve yüzde 74 olan borç yükünü yüzde 33’e indirmeyi başardık.

Değerli milletvekilleri, borca net olarak baktığınız zaman ise, o 215 milyarlık kamu borcu 186 milyara iner bizim dönemimizde. Oranladığınız zaman da yüzde 61 olan oranın bizim dönemimizde yüzde 11’e düştüğünü görürsünüz. Buna ek olarak borç yönetimimizde hem faiz riskini hem döviz riskini hem de vade riskini ciddi oranda azaltmayı başardık. İktidarımız öncesi hep şu anılırdı: Yani, Türkiye’de kamu bankalarının ciddi görev zararları olur, bundan hem vatandaşımız hem hükûmetler ciddi sıkıntı, sorun yaşarlardı -ki kamu bankalarının görev zararlarından- ve bunların bütçe üzerinde bir risk oluşturmasından dolayı bütçenin finansman maliyetlerinde de daha yüksek maliyetlere ülke katlanmak zorunda kalırdı. Bu görev zararlarının zamanında ödenmemesi, ekonomik etkinliğe ters düşen müdahaleler, asli fonksiyonların dışında verilen görevler, yönetim zafiyeti, siyasilerin keyfî talimatlarıyla verilen kredilerin batık çıkması bankaların mali bünyelerini ciddi anlamda bozmuştu ve bu bozulma 2001 kriziyle zirveye ulaşmış ve patlak vermişti.

İşte, değerli milletvekilleri, 2001 kriziyle beraber hem kamu bankalarında hem de özel sektördeki bankalarda patlayan bu balonun şimdi maliyetini açıklayacağım ki hakikaten nasıl bir tablonun Türkiye’nin omuzlarına yüklendiğini iyi anlayalım. Bakınız, değerli milletvekilleri, 2001 yılı sonuna kadar bizdeki kamu bankalarının, Halk Bankası ve Ziraat Bankasının toplam görev zararlarının miktarı 25 katrilyon, o zamanki rakamla 25 katrilyon. Bu görev zararlarının yüksekliği bankaların sermaye yapısını da ciddi anlamda bozuyordu. 2013 yılına geldiğimiz zaman, kamu bankalarının net kârını biliyor musunuz? 6,1 milyar lira. Yani, 25 katrilyon zarardan, 2013 yılı için sadece 6,1 milyar kâr elde edilmiş, buna Vakıfbank’ı da eklediğiniz zaman 7,5 milyar lira gibi bir kârın kamu bankaları tarafından elde edildiğini görürsünüz.

Değerli milletvekilleri, bakınız, az önce burada bazı istatistikler verildi, ben de size bir istatistik vermek istiyorum: 2002 yılında bankaların takipteki alacakları yani vatandaşın borcunu ödeyemediği kredinin toplam kredilere oranı Ziraat Bankası için yüzde 11,7’ydi, bugün bu rakam yüzde 2. 2014 Eylül itibarıyla veriyorum rakamları. Halk Bankasının oranı yüzde 48,8’di yani verdiği kredilerin hemen hemen yarıya yakını batık çıkıyor veya ödenemiyordu, bugün bu rakam yüzde 3,8. Vakıfbank’ın yüzde 24,2 idi yani verdiği her 4 liradan 1 lirası batık çıkıyordu, bugün bu oran yüzde 4 ve bunların ortalamasını aldığınız zaman sektör ortalaması olan yüzde 3 civarındadır. Yani, kamu bankalarının performansı özel bankalarla yarışır duruma gelmiştir.

Bakınız, değerli milletvekilleri, kamu bankalarının 2003-2013 arasında Hazineye aktardıkları toplam kaynak ne biliyor musunuz? 16,6 milyar lira temettü, yaklaşık 14 milyar lira da kurumlar vergisi olmak üzere toplam 30 milyar veya eski parayla 30 katrilyon lira gibi bir rakam hazineye aktarıldı. Şimdi, 25 katrilyon lira gibi bir görev zararından 30 katrilyon gibi bir hazine transferine gelmiş durumda bankalar.

Değerli milletvekilleri, eğer, o dönem bu kamu bankalarının bu zararı ve TMSF’ye devredilen 21 banka olmamış olsaydı, bugün Türkiye'nin bu borç yükünü tartışmıyor olacaktık. Bakın, o bankaların, kamu bankalarının görev zararlarının Türkiye'ye bugünkü rakamlarıyla maliyeti -Hazinenin resmî rakamıdır- 525 milyar TL’dir. Türkiye'nin toplam borcu ne kadar? 571 milyar.

Değerli milletvekilleri, ben size sormak istiyorum: Buna sebep olan yöneticilerin, idarecilerin acaba vicdanları hiç sızlıyor mu? Bu durumun buraya gelmesine müsamaha gösterenler başlarını yastığa rahat koyabiliyorlar mı? Bu 525 milyar kimin cebinden çıktı, kim ödedi bu parayı? İşte, o madenin 500 metre, 1.000 metre, 1.500 metre altında çalışan maden işçisinin maaşından kesilen gelir vergisiyle dolduruldu bunlar, başka bir yerden gelmedi ve eğer, o gün bu bedeller Türkiye'ye ödetilmeseydi biz bugün kamu borç yükü diye hiçbir şeyi konuşmayacaktık ve bugün Türkiye'nin bütçesinin içerisinde azalttığımız o 54 milyarlık bir finansman maliyetini bile şimdi hiçbirimiz konuşmuyor olacaktık. Onun için, meselenin, durumun vahametinin anlaşılması açısından, o gün yaşananlardır bugün Türkiye'nin yüzde 33 borç yükünün olmasına sebep olan. Hâlen, eğer biz 54 milyar faiz ödüyorsak o gün yaşananlardır bunun sebebi, AK PARTİ iktidarları değildir.

Değerli milletvekilleri, bakınız, bu kürsüden de çeşitli defalar dillendirildi, ana muhalefet partisinin sitesinde de vardır bu, bir çalışma yapıldı ve oradan sunuluyor fakat sunum sadece şu şekilde: “Efendim, AK PARTİ kendinden önceki 42 hükûmetin elli sekiz yılda kullandığı paranın 2 katını on yılda kullandı. Kendisinden önceki hükûmetler 775 milyar dolar kullandı, AK PARTİ Hükûmeti 1,5 trilyon dolar kullandı.” Peki, kullanılan kaynağı koyuyorsunuz da bunun karşılığında yapılanları neden koymuyorsunuz? Bilançonun pasifini gösteriyorsunuz da aktifinde neler olduğunu neden söylemiyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz yaptığımız çalışmaları, ürettiğimiz hizmetleri sadece bizden önceki bir veya iki hükûmetle mukayese etmiyoruz ki biz yaptığımız çalışmaların, hizmetlerin tamamını bizden önceki seksen yılla mukayese ediyoruz, bunun da bilinmesi gerekiyor.

Bakın, o kullanılan kaynaklardan neler oldu? Duble yollar oldu bu ülkede, okullar, üniversiteler kuruldu, hastaneler, altyapılar, hızlı trenler, hava yolları, otoyollar, köprüler, Göktürk Uydusu, adalet sarayları, konutlar, barajlar, KÖYDES projeleri, GAP, DAP’a, KOP’a inanılmaz paralar aktarıldı, Marmaray yapıldı, Avrasya Tüneli var bunun içerisinde, kendi piyade tüfeğimiz var, Altay tankımız, ATAK helikopterimiz, MİLGEM, Anka insansız savaş uçağımız, ilk millî uçağımız Hürkuş, obüsler, Kirpi zırhlı mayın taşıyıcılar var, seyir füzeleri var, tanksavar füzeleri var, güdümlü roketler var bu kaynağın içerisinde. Bunu da yazacaksınız diğer tarafına o zaman.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde doğru dürüst adalet sarayları yoktu geldiğimizde. Hepimiz milletvekiliyiz, hepimizin şehrine bu dönemde adalet sarayları ciddi anlamda geldi, olmayan ilçelere bu dönemde ciddi anlamda yatırımlar yapıldı. Bunlar belki göze görünmüyor ama milyarlarca kaynak buralara aktarıldı.

Bakın, değerli milletvekilleri, biz, bir taraftan bu hizmetleri meydana getiriyorken bir taraftan da bizden önce bırakılan açıkları kapatmakla uğraştık, onların finansmanıyla uğraştık. Bunların da bilinmesi gerektiğini düşünüyorum.

Efendim, ikinci konu, devletin borcu böyle ama Türkiye'nin dış borcu da çok azaldı. Neymiş Türkiye’nin dış borcu, bakalım. 2002 yılında 130 milyar dolar, millî gelire oranı yüzde 56,2. 2014’ün ikinci çeyreği itibarıyla veriyorum rakamları: Türkiye’nin toplam dış borcu 402 milyar dolar. Nedir millî gelire oranı bunun? Yüzde 50,4. Yani eğer bir taraftan bir maliyet kullanılmışsa, bir kredi varsa onun diğer tarafında da gelire oranına bakarsınız.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – 2003’le kıyasla.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bakın, değerli milletvekilleri, bu dönemde sadece özel sektörün yaptığı yatırım 1,7 trilyon Türk lirasıdır. Kalkınma Bakanlığının verileri İnternet sitesinde var, isteyenler ulaşabilir. Aynı şekilde net borcuna bakalım. Hangi alana bakarsanız bakın, Türkiye 2002’den kötü durumda değildir, çok daha iyi durumdadır ve bu kadar hizmeti üretmesine rağmen iyi durumdadır. (AK PARTİ ve Komisyon sıralarından alkışlar) 2002’deki net dış borcumuz yüzde 38; bizim dönemimizde yüzde 30. Kamuyu aldığınız zaman artıdayız değerli milletvekilleri çünkü kamunun belli bir dış borcu var ama onun yanında ciddi de bir döviz rezervi var. Bunları oranladığınız zaman ülkemiz artıdadır.

Ve yine ülkede güven ve istikrarın tesis edilmesiyle beraber gelen yabancı sermayeyi küçümsememek gerekiyor. İktidarımızın döneminde, ülkemize yaklaşık 140 milyar dolarlık bir yabancı dış kaynak doğrudan yatırım olarak gelmiştir. Bakın, bizden önceki seksen senenin tamamı 15 milyar dolardır. Yani Türkiye’de bizim dönemimizde bir yılda gelen kaynak seksen yılda anca gelebilmiştir. Güvenin olmadığı yere, istikrarın olmadığı yere, yarının belli olmadığı yere yabancı sermaye gelir mi veya doğrudan yatırım gelir mi değerli milletvekilleri? Gelmez.

Bakınız, geçtiğimiz günlerde 25 dönüşüm programıyla alakalı -9 tanesi bunların açıklandı- 417 eylem planını açıkladı Başbakanımız ve bununla alakalı ekonominin hemen hemen tüm kesimlerinden olumlu tepkiler geldi. Üniversitelerinden, iş dünyasından, iş dünyasının sivil toplum kuruluşlarından, ekonomik tüm paydaşlardan buna olumlu tepkiler geldi. Fakat ana muhalefet partisinin ekonomi kurmaylarından bir tanesine “Bu 25 dönüşüm programını nasıl yorumluyorsunuz?” diye sormuşlar. Cevap şöyle: “Türkiye’nin asıl ihtiyacı olan böyle 25 tane değişim programı değil, tek maddelik bir programdır.” O da neymiş? CHP’nin iktidar olmasıymış.

Ben de tek parti dönemini dışarıda bıraktım ve CHP’nin tek başına olduğu iktidarları aradım. 1978 ve 1979 yıllarında Cumhuriyet Halk Partisi tek başına iktidarda.

Şimdi, bazen, ana muhalefet partisinden milletvekili arkadaşlarımız şu sitemde bulunuyorlar: “Ya siz de yirmi-otuz yıl önce veya otuz-kırk yıl öncesine gidiyorsunuz.” Arkadaşlar, inanın, 1978 ve 1979’dan bu yana tek başına iktidarınız yok. Nereye gideyim? Tek parti dönemi var bir de. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Onun için bu döneme baktım sizler nasıl ekonomik program yapmışsınız. Elimde 11’inci ve 12’nci stand-by anlaşmalarının ilgili metinleri var. Ben de bakayım dedim sizler ne çalışmalar yapmışsınız.

Değerli milletvekilleri, 1978 yılında -enflasyon oranını da söyleyeyim size- Türkiye’de enflasyon yüzde 45. Bakın “Tütüne ne kadar destek verdik?” diyor. Bu IMF’e yazılmış. Diyor ki: “Yüzde 14 destek verdik tütüne.” Düşünebiliyor musunuz, az önce çiftçi dostu, köylü dostu geçinen CHP, yüzde 45 enflasyon olan yerde “Yüzde 14 verdim.” diyor. Tütün o dönemde en çok üretilen tarım ürünlerinden bir tanesi ve zahmetle üretilir.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Nerde var?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Burada var. Hazineden alırsınız. (CHP sıralarından gürültüler)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – O zaman tütün vardı, şimdi tütün yok.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Peki, bununla bitiyor mu? Hayır, bununla bitmiyor.

GÖKHAN GÜNAYDIN (Ankara) – Sen hangi dönemden bahsediyorsun?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bakın, değerli milletvekilleri…

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar… Lütfen, rica edeceğim…

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bununla da bitmiyor.

Şimdi, buraya çıkan “Efendim, atanamayan öğretmenler var. 300 bin kişi bekliyor. Şu kadar memur var. Şu kadar meslek grubundan bekleyenler var.” diyor. Ben de baktım ne yapmışlar onlar. Diyorlar ki: “Biz personel rejimi noktasında kısıtlayıcı olacağız.” Yani kamuya olabildiğince personel almayacağız. O dönemde öğretmen açığı yok muydu?

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Yoktu.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Hiç mi polis açığı yoktu, hiç mi memur açığı yoktu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Vardı, vardı ama taahhüdünüz bu.

Değerli milletvekilleri, bakın, bizim dönemimizde 475 bin öğretmen atandı, toplam 853 bin öğretmenin yarısından fazlası bu dönemde atandı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bitmedi…

MUSA ÇAM (İzmir) – O zaman nüfus ne kadardı, şimdi nüfus ne kadar?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Dinleyin, dinleyin! Arkadaşlar dinleyin!

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar… Rica edeyim…

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bakın, programın ismi “İstikrar Programı”

1977’de verilen taahhütler var. Aynen onlar da teyit ediyorlar, diyorlar ki: “Petrol ürünlerine, çimento, demir çelik ve kâğıt ürünlerine yüzde 50 ile yüzde 150 arasında zam yapılacak. Bu, gelirlerimizi şu kadar artıracak.” Fakat yetmiyor, 1978’de onlar da bir yüzde 35 bunun üzerine yapıyorlar. Ya, enflasyon birinde yüzde 27, birinde yüzde 45, toplasanız yüzde 70. Bunların yaptığı ortalama zam ne kadar? Yüzde 130’larda. Kim yapıyor bunu? Emekçi dostu CHP yapıyor, emekçi dostu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İnkâr eden varsa hazineden alsın bu rakamları arkadaşlar. Hazineden alabilirsiniz ya, rakamlar burada.

GÖKHAN GÜNAYDIN (Ankara) – Sen şu son on iki yıla gelsene…

MEHMET MUŞ (Devamla) - Peki, bununla bitirdiler mi? Bitirmediler. Ya, bir de bu millete yüzde 23 devalüasyonu reva gördüler, bir de yüzde 23 devalüasyon yapıp 1978’i tamamladılar. Karne bu. Şimdi geliyorum 1979’daki karneye…

ORHAN DÜZGÜN (Tokat) - Ayıp oluyor bak!

MEHMET MUŞ (Devamla) - Ya, ben size veririm bunları, okursunuz.

1979’daki karneye geliyorum, onu da açıyorum. Bakın, ne taahhütlerde bulunmuşlar…

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Sen kendi karnenin hesabını ver.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Yazan kim? Ziya Müezzinoğlu. Hangi taahhütlerde bulunmuşlar? Madde 6’da diyor ki: “Enflasyon yüzde 50’nin üzerinde, bunu indirmemiz lazım.” Bakın, altta da “1979 yılında bütçe kanununda memura yüzde 20 zam vereceğiz.” diyor ama yukarıda “Yüzde 50 enflasyon var.” diyor. Yüzde 50 enflasyon olan yerde emekçiye yüzde 20 zammı reva gören zihniyet kim? Sizsiniz. Emekçi dostu CHP reva gördü. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar, rica edeceğim…

MEHMET MUŞ (Devamla) - Bakın değerli milletvekilleri…

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – 70’li yıllar ya!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Ya, ondan önce iktidarınız yok ki nereye gideyim? 90’da iktidarda mısınız? 70’li yıllarda gelmişsiniz, bir de tek parti döneminde gelmişsiniz, başka yok iktidarınız. Başta söyledim ben. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bakın, 1979’a geliyoruz. Yüzde 80 ile yüzde 100 arasında tekrar zam geliyor. Ya, bunun ismi istikrar programıydı, zam programı değildi ki.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Yolsuzluğa gel, yolsuzluğa! 80 tane milletvekilinin çocuğunun atamalarına gel.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Zamdan milletin belini büktünüz; biletinizi kesti, bir daha iktidar yüzü görmediniz zaten. Sebebi bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

MEHMET MUŞ (Devamla) – Ya, en çok üzüldüğüm konu şu: Ya, ne istediniz gariban buğday üreticisinden?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Yolsuzluğa gel! Bakanların çocuk atamasına gel! Hırsızlığa gel!

UĞUR AYDEMİR (Manisa) – Dinle Tanal, dinle!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Ne yaptılar biliyor musunuz? “Buğdaya verdiğimiz desteği kesiyoruz.” diyor.

BAŞKAN – Sayın Tanal, önde oturuyorsunuz, yapmayın… Yapmayın…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkanım, eş dost atamasını anlatsın.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Ya, bir çift öküzle, bir kara sabanla buğday eken gariban çiftçiden ne istediniz? Ona mı yetti gücünüz?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – CHP’nin iktidarında eş dost ataması yoktu, hırsızlık yoktu, rüşvet yoktu.

MEHMET MUŞ (Devamla) - Tütün çiftçisine, buğday çiftçisine mi yetti gücünüz? Sizin gücünüz bunlara yetmiştir.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın, 4 tane bakan Yüce Divana gitmedi.

BAŞKAN – Yapmayın ama, böyle bir müzakere yok.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Sizin gücünüz bunlara yetti.

BAŞKAN – Yapmayın.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri…

BAŞKAN – Eğer varsa söz istersiniz, İç Tüzük’e uygunsa değerlendiririz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında yolsuzluk yoktu; namus vardı, ahlak vardı.

BAŞKAN – Lütfen…

UĞUR AYDEMİR (Manisa) – Sus Tanal, sus!

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Var mı şu anda ahlak?

MEHMET MUŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, tablo bu, karne bu. Ben bakıyorum, bundan önce, işte ahlak bu.

BAŞKAN – Bunları konuşacaksınız on iki gün süreyle bu kürsüden. Ama böyle bir konuşma usulü yok. Lütfen…

MEHMET MUŞ (Devamla) – Ahlakı gördünüz işte; çiftçiye reva gördükleri, memura reva gördükleri ahlakı gördünüz. Taahhütler bunlar.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ahlaktan bahsetsinler, adaletten bahsetsinler.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) – Sana mı soracağız?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bana soracaksınız!

BAŞKAN – Lütfen…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Namussuzluğa karşıyız, ahlaksızlığa karşıyız…

MEHMET MUŞ (Devamla) – Peki, 1979’da…

UĞUR AYDEMİR (Manisa) – Otur, dinle!

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar… Lütfen… Yapmayın.

MEHMET MUŞ (Devamla) – 1979’da başka ne yapmışlar? Yüzde 30 bir devalüasyon daha yapmışlar.

Ya, yeter, yeter millete çektirdiğiniz! Yüzde 30 daha devalüasyon yapıp hükûmetten çekildiler.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, biz yolsuzluğa karşıyız, adaletsizliğe karşıyız, hırsızlığa karşıyız, ahlaksızlığa karşıyız.

BAŞKAN – Sayın Tanal, böyle bir usul yok canım, böyle bir usul yok!

MEHMET MUŞ (Devamla) – Hükûmetten çekildiler ve biletleri o gün kesildi, o günden beri iktidar yüzü de görmediler.

BAŞKAN – Söz alırsın, gelir istediğini burada söylersin ama böyle bir şey yok.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bakınız…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ama Hükûmetin yaptığı bu, iktidarın yaptığı bu.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) – Ya, sussana sen!

BAŞKAN – Yapmayın…

MEHMET MUŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bakınız, uzun dönemlerden sonra Türkiye ekonomisiyle, diplomasisiyle, dış politikasıyla, millî savunma sanayisiyle, Millî İstihbarat Teşkilatıyla en yoğun millîlik duygusunu bu dönemde yaşamıştır ve değerli milletvekilleri, bu millet refahı, istikrarı bu dönemde görmüştür.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hırsızlık yok bizde, ahlaksızlık yok bizde, namussuzluk yok bizde!

(AK PARTİ ve CHP sıralarından karşılıklı laf atmalar)

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…

Sayın Tanal, yapmayın; bak, önde oturuyorsunuz.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bu millet kime destek olacağını çok iyi biliyor.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Oradan bana laf atıyor ama.

BAŞKAN – Kim yapıyorsa doğru yapmıyor.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Yapıyor işte.

BAŞKAN – Siz de yapmayın, onlar da; hiç kimse yapmasın.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – O zaman söyleyin, atmasın o zaman.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bakın, burada size bazı rakamlar daha vermek istiyorum. Tabii böyle bir tablo okusalar ben de bağırırım. Böyle bir tabloyu kim kendine reva görür? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Biz ahlaksızlığa karşıyız, biz hırsızlığa karşıyız.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bakınız, değerli milletvekilleri, az önce büyüme rakamları verildi. Büyüme göreceli olarak hesaplanmak durumundadır. Sizlere Türkiye’deki dönemsel büyüme oranlarını vereceğim. Bakın, 1950 ve 1960 arasında -çok partili hayattan başlıyorum- Menderes dönemi, tek başına iktidarda. Büyüme ne biliyor musunuz? Dünya yüzde 1 büyümüşse Türkiye yüzde 1,5 büyümüş yani dünya yüzde 6 büyümüşse Türkiye yüzde 9 büyümüş. Sonra darbe oldu; 1961-1980 arasında dünya 1 büyümüşse Türkiye de 1 büyümüş yani dünyadaki büyümenin üzerine çıkamamış Türkiye. Akabinde 1983-1991 arası tek başına yine bir iktidar dönemi var, Anavatan Partisi dönemi, Özal dönemi. Burada yine büyüme oranı yükseliyor, dünya yüzde 1 büyümüşse Türkiye o dönemde yüzde 1,53 büyüdü yani 1,5’tan fazla. Akabinde 1991-2002 dönemi var. Bakın değerli milletvekilleri, burada da dünya yüzde 1 büyümüşse Türkiye yüzde 1,2 büyüdü. Akabinde biz iktidara geldik. O dönemde bakın ne oldu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Evet, ek süre veriyorum, süreniz doldu. Lütfen konuşmanızı tamamlayın.

MEHMET MUŞ (Devamla) – Bakın, değerli milletvekilleri, o dönemde ne oldu? Dünya yüzde 1 büyüdüğü zaman biz yüzde 1,9 yani 2 katı kadar büyüme yapmışız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Büyüme hesaplaması böyle yapılır. Dünya ne büyümüş, biz ne büyümüşüz? Yani dünya yüzde 5 büyümüşse biz yüzde 10 büyümüşüz. Büyümenin hesaplaması böyle yapılır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, onun için, iktidarın, tek başına iktidarın tadını aldığı için… Az önce size ifade ettiğim dönemlerin tamamı koalisyon dönemleridir, hep geride kalmışızdır, hep zaman kaybetmişizdir. İşte az önce, konuşmamın başında onun için söyledim, 21’inci bütçemizi de inşallah 2023 yılında yapıp milletimize hediye edeceğiz.

Şimdi, değerli milletvekilleri, neden rahmetli Menderes’i, rahmetli Özal’ı bu milletin hayırla yâd ettiğini daha iyi anlayabiliyoruz değil mi? Neden Tayyip Erdoğan’ı ve Ahmet Davutoğlu’nu bu milletin bağrına bastığını daha iyi anlayabiliyoruz değil mi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü bu dönemde refah göreceli olarak vatandaşa, millete daha fazla gitmiş, bu dönemde millet daha fazla refahı tüm veçheleriyle hissetmiştir.

GÖKHAN GÜNAYDIN (Ankara) – Göreceli olarak

MEHMET MUŞ (Devamla) – Aslında birkaç tane daha konu vardı, onlara sürem yetmediği için girmeyeceğim.

İşte, ben bu duygu ve düşüncelerle 2015 bütçemizin hayırlı olmasını diliyor, tekrar Genel Kurulu ve ekranları başında bizi izleyen milletimizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Muş.

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bal, buyurun efendim.

FARUK BAL (Konya) – Sayın hatip konuşması sırasında 57’nci Hükûmet döneminde bankaların görev zararları ve batan bankalarla ilgili, benim de Bakan olduğum dönemde, eksik ve yanlış bilgi vermiştir. Bunu düzeltmek için, sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Peki, buyurun.

Yeni bir sataşmaya, cevaba imkân vermeyelim.

Değerli milletvekilleri, müsaade ederseniz size bir şeyi ifade etmek istiyorum. Bu yaptığımız bütçe müzakereleri 24’üncü Dönemin son bütçe müzakereleridir. Bir daha bütçe müzakeresini bu Parlamento yapmayacak, 25’inci Dönem yapacak. Hassaten rica ediyorum, hoş sada bırakarak bu müzakereleri yapalım. Yarın sokakta, caddede, başka yerlerde karşılaşacağız; ne olur birbirinizi kırmadan, incitmeden, zarafet içerisinde bir müzakere yapalım, hiç olmazsa örnek bir bütçe müzakeresi olsun, bunu herkesten rica ediyorum.

Buyurun Sayın Bal.

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Konya Milletvekili Faruk Bal'ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına ve Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Zatıalinizin de ifade ettiği gibi, bütçe görüşmeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin en ciddi, en sorumlu konuşmalarının yapıldığı görüşmelerdir. Burada doğru şeylerden bahsedilir ve geleceği yönelik olarak birtakım düşünceler ifade edilir. Müflis tüccar gibi geriye dönerek geleceğe aklama yapmanın hiçbir anlamı yoktur.

Biraz önce konuşan sayın hatip de 57’nci Hükûmet döneminde bankaların görev zararlarıyla ilgili birtakım rakamlar verdi, yalan yanlış, eksik; bizim Hükûmetimiz dönemine ait olduğu imasında bulundu. Bu, külliyen yanlıştır çünkü 1990’lı yıllardaki ağır ekonomik, siyasi krizler ve o krizlerin siyasete yansımasının sonucu ortaya çıkan yolsuzluklar ve banka hortumculukları neticesinde bankaların içi boşaltılmış ve 1997 yılında Bankacılık Kanunu Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş, neticede ortadaki üçkâğıtçı, dolandırıcı, vatandaşın tasarrufuna musallat olmuştu, bizim Hükûmetimiz iktidara geldiğinde zaten bankaların içi boştu. 57’nci Hükûmetin ilk yaptığı iş, Haziran 1999 tarihinde Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kanunu’nu çıkararak bu ciddi sorunu çözmek olmuştur. Dolayısıyla, bu hakkı teslim etmesini beklerken buradan siyasi çıkar bekleyen bir konuşma yapmasını yadırgadım.

Diğer taraftan, batan bankalarla ilgili de aynı şeyi ifade etti. Görev zararlarını tasfiye eden 57’nci Hükûmettir. Daha önce, 90’lı yıllarda, tütüne, pamuğa, hububata ve birtakım kamu kaynaklarının yaratılmasına ilişkin bankalara verilen özel görev zararlarını tasfiye eden 57’nci Hükûmet olmuştur. Bunların bu şekilde yapılması ve geleceğe yönelik mesaj verilirken, bir de hesap verilmesi gerekirken Halk Bankasının, Ziraat Bankasının 700 milyon dolarlık kredisiyle yandaş bankalar yaratılmasından hiç bahsetmedi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FARUK BAL (Devamla) – İnşaat işleriyle…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bal.

FARUK BAL (Devamla) – Bitti efendim.

İnşaat işleriyle, müteahhitliklerle iştigal eden kişilerden havuz yapıp bu havuzlardan, iş adamlarından para toplanmasından ve diğer yolsuzluklardan başlamak lazım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Efendim, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşan sayın konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidar olduğu yıllarla ilgili ve Genel Başkanımızın konuşmasıyla ilgili olarak değerlendirme yaparken Genel Başkanımızın konuşmasında verdiği rakamları ve Cumhuriyet Halk Partisinin 1978-79 yıllarındaki iktidar dönemindeki rakamları çarpıtmak suretiyle gerçeğe aykırı bilgi vermiştir. Söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun, iki dakika.

Lütfen, ricamı sizin için de tekrarlıyorum.

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe konuşmalarında rakamları konuşmak gerekir. Rakamların da güvenilir bilgilere, devletin raporlarına, istatistiklerine dayanması gerekir. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşan sayın konuşmacının kullandığı rakamları üzüntüyle karşıladım. Çünkü sadece bir metin almış eline, eline bir metin verilmiş bir yerden, o metni okudu. Keşke o metne hâkimiyet sağlayabilmiş olsaydı. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Tütünden örnek verdi 1978-79 yıllarında. Değerli milletvekilleri, tütün üreticisi, tarımsal ürün üreticileri, üreticilerimiz, rahmetli Bülent Ecevit’in 1978-79 yılındaki Hükûmeti döneminde altın çağını yaşamıştır. O zaman Türkiye’de tütün vardı, şimdi tütün kalmadı sayenizde.

İkincisi, Türkiye’nin büyüme rakamlarını kıyasladı. Evet, Sayın Muş, büyüme rakamlarını -şu Devlet Planlama Teşkilatının yayınladığı 2015 yılı programı, ben buradan alarak kıyaslayacağım; Devlet Planlama Teşkilatının, şimdiki Kalkınma Bakanlığının rakamlarını kullanacağım- öyle “Türkiye’nin büyümesini dünyayla kıyaslarım.” diye yuvarlak bir lafla geçiştiremezsin, ayrıntı vermiş program, niye ayrıntıyı kullanmıyorsunuz? 2003-2014 dönemi -sizin iktidar döneminiz- Türkiye'nin büyümesi yüzde 4,8. Gelişmekte olan ülkeler ne büyümüş yani bizim yarıştığımız ülkeler? Yüzde 6,3. Gerisinde kalmışsınız. Afrika ülkeleri ne büyümüş, Sahra Altı Afrika ülkeleri? Yüzde 5,5. Afrika’nın gerisinde kalmışız. Bu mu övündüğünüz büyüme?

İSMAİL TAMER (Kayseri) – Almanya...

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri -Orta Doğu beğenmediğimiz, Kuzey Afrika ülkeleri beğenmediğimiz ülkeler- yüzde 5 büyümüş. Türkiye, sizin döneminizde büyümede sınıfta kalmıştır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Muş.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Burada, benim, yalan yanlış ve elime bir kâğıt tutuşturulduğundan bahsetti sayın hatip. Ben, burada verdiğim bilgileri kendilerine nereden aldığımı izah etmek istiyorum. Burada bir sataşma var şahsıma.

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Muş, memnuniyetle veririm. Mesele bir iki dakika meselesi değil ama Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına bir konuşmacı arkadaşımız daha var. Eğer konuya açıklık getirilmek isteniyorsa o arkadaşımız da getirebilir. Müsaade ederseniz evvela onu da dinleyelim, icap ediyorsa size tekrar söz vereyim eğer bir açıklık kazanmazsa.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Benimle alakalı olduğu için.

BAŞKAN – Evet, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına...

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Sayın Başkan, yalnız “Eline kâğıt tutuşturuldu.” dedi.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Şahsıma yalan yanlış...

UĞUR AYDEMİR (Manisa) – Ama “Eline tutuşturuldu.” dedi.

BAŞKAN – Tamam, vereceğim, öbürünü de dinleyelim vereceğim.

Aynı birleşim içerisinde olmak kaydıyla yetkimiz var, size de söz veririm.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/978) (S.Sayısı 656 ve 656’ya 1’inci Ek) (Devam)

2.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2013 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577, 3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657) (Devam)

BAŞKAN – İkinci konuşmacı, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Isparta Milletvekili Sayın Süreyya Bilgiç.

Buyurun Sayın Bilgiç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ iktidarının 13’üncü bütçesi olan 2015 yılı merkezî yönetim bütçesinin geneli üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Başta Maliye Bakanımız olmak üzere, bütçe çalışmalarını yürüten tüm bakanlarımıza, Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerimize, milletvekillerimize, Bütçe Başkanlığına, bakanlıklarımızın bürokratlarına teşekkürlerimi sunarak konuşmama başlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bütçeye ilişkin değerlendirmelerime geçmeden önce, Parlamentonun bütçe hakkına ve AK PARTİ iktidarının bu hakkın kullanımının güçlendirilmesi için neler yaptığına kısaca değinmek istiyorum.

Bildiğiniz gibi, bütçe hakkı parlamentoların varlık sebebidir. Parlamento, yıllık bütçeler aracılığıyla kamu gelirlerinin toparlanmasına ve giderlerin yapılmasına yetki ve izin vermek suretiyle, kamu hizmetlerinin yürütülmesini ve hükûmet politikalarının uygulanmasını mümkün kılar. Diğer yandan, Parlamento vermiş olduğu bu yetkinin ne şekilde kullanıldığını da denetler. Özetle ifade edecek olursak başlangıçta gider yapılması ve gelir toplanmasına belli bir süre için yetki ve izin vermek suretiyle, yıl içerisinde ve ilgili yıl bitiminde de bu yetkinin uygun bir biçimde kullanılıp kullanılmadığını denetlemek suretiyle Parlamento bütçe hakkını kullanmış olmaktadır. Bütçe, ekonomik ve sosyal hayatın düzenlenmesinde devletin kullandığı temel araçlardan biridir.

Görüşmekte olduğumuz 2015 yılı bütçesinde 472 milyar 913 milyon lira tutarında harcama yapılması öngörülmektedir. Bu tutar, 2015 yılı için öngörülen 1 trilyon 945 milyarlık millî gelirin yüzde 24,3’üne tekabül etmektedir. Bu tablo, Parlamentonun bütçe sürecinde oynadığı rolün ve bütçe hakkının önemini ortaya koymaktadır.

Bütçe hakkının etkin kullanımı açısından etkin ve şeffaf işleyen bir kamu mali yönetim ve denetim sistemi büyük önem arz etmektedir. İktidara geldiğimiz zaman ilk yaptığımız işlerden biri de Parlamentonun bütçe hakkına uygun bir kamu mali yönetim ve kontrol sistemi kurmak olmuştur. Kamu mali yönetimi ekonomik ve siyasi istikrarın sağlanmasında en önemli politikalardan bir tanesidir. Bu anlayış doğrultusunda, 1990’lı yıllardan itibaren pek çok gelişmiş ülke kamu mali yönetimi sistemlerini reforma tabi tutmuştur. Bu reformların temel unsurlarından biri de kaynakların daha etkin ve verimli kullanılması, denetlenmesi, şeffaflığın ve hesap verebilirliğin sağlanması amacıyla parlamentoların rolünün güçlendirilmesi olmuştur. Bu kapsamda, biz de kamu mali yönetiminin yapısını ve işleyişini değiştiren ve 2006 yılında uygulamaya konulan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nu; yine kamu yönetiminde şeffaflık ve hesap verilebilirliğin sağlanması, verimlilik, etkinlik ve tutumluluk ekseninde denetimin gerçekleştirilebilmesi amacıyla 2010 yılında da 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nu çıkardık.

5018 sayılı Kanun, kalkınma planları ile bütçeler arasında gerekli bağlantının kurulamaması, kamu harcamalarındaki sistemsizlikler ve kesintiler nedeniyle kamu mali yönetiminin stratejik planlama, performans esaslı bütçeleme, orta vadeli harcama sistemi ve mali saydamlık ile hesap verebilirlik ilkeleri çerçevesinde yeniden düzenlenmesi ihtiyacının sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

5018 sayılı Kanun’la bütçe bütünlüğü sağlanmış ve kapsamı genişletilmiş, politikalar ile bütçeler arasında sıkı bir bağ kurulmuş, sağlıklı bir hesap verme mekanizması oluşturulmuş, harcama sürecinde yetki-sorumluluk dengesi yeniden kurulmuş ve etkin bir iç mali kontrol sistemi oluşturularak kamuda muhasebe birliği sağlanmıştır. Yine, hiçbir harcama bütçe dışı kalmasın diye dönemimizde önemli düzenlemeler yapılmış -ki az sonra detaylandıracağım- bütçe dışı onlarca fon sayısı bugün itibarıyla 4’e düşürülmüştür.

5018 sayılı Kanun’la oluşturulan sistemin tamamlayıcısı ve dış denetimi tüm yönleriyle ortaya koyan temel kanun ise 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’dur. Bu kanunla Sayıştayın denetim alanı genişletilerek kamu kaynağı kullanan tüm kurum ve kuruluşlar Sayıştay denetimi, dolayısıyla Parlamento denetimi altına alınmıştır.

Muhalefet sözcüleri Sayıştayın denetim yapmadığını söylüyorlar. Değerli arkadaşlar, bu doğru değildir. Sayıştay 25 milyon hesabı denetlemiştir, tüm bu denetimler yapılmış ve raporlanmıştır. Devlet muhasebe sisteminde kurumsal bazlı bilanço, mali tablolar üretilemediği için birtakım mali tablolar oluşturulamamıştır ki bununla ilgili olarak burada Devlet Muhasebesi Standartları Kurulunun yapmış olduğu bir toplantıda mevcut muhasebe sisteminde kurumsal bazlı bu tabloların üretilemeyeceği kayıt altına alınmış ve tek bir Maliye tarafından, tek bir tabloyla bilanço ve bu mali tabloların verilmesi hüküm altına alınmıştır 3 Nisan 2013 tarihinde. Ve bu kurulun kararının altında Sayıştay temsilcisinin de imzası vardır.

Sayıştay, bir yandan bu Devlet Muhasebesi Standartları Kurulunun yapmış olduğu bu toplantıdaki kararın altına imza atmaktadır, öbür taraftan da bu tabloların üretilemeyeceği savını bir tarafa bırakarak bu tabloların verilmediğinden bahisle o konudaki mali tablolar üzerindeki denetimin yapılmadığını ifade etmektedir. Bunun kabul edilebilir hiçbir tarafı da yoktur. Bugün bu denetimin yapılmadığı ifadesi, Sayıştayın denetimini yapmadığı ifadesi boş bir safsatadan başka hiçbir şey değildir.

Ki değerli arkadaşlar, Sayıştay gene kendi içerisinde almış olduğu bir kararla 2013, 2014 ve 2015 yılları içinde bu mali tabloların çıkarılamayacağına ki 2015’ten sonra, kesin hesabından sonra çıkarılmasına ilişkin bir yönetmelik yayınlamasına rağmen, Maliye Bakanlığı çalışmalarını tamamlamıştır ve 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren de bu kurumsal bazlı tablolar üretilebilir hâle gelmiştir.

Gene muhalefet sözcülerinin konuşmalarına baktığımızda şunu ifade ediyorlar, diyorlar ki: “Bu ödenek üstü harcamaların tamamı Sayıştay denetiminin dışına çıkmıştır.”

Değerli arkadaşlar, öncelikle şunu söylemek istiyorum: Ödenek üstü harcama yetkisi bütçe kanunuyla Bakanlığa verilen bir yetkidir. Dolayısıyla, bütün yapılan ödenek üstü harcamalar kanuna uygun bir şekilde, kanunun Bakanlığa vermiş olduğu yetki dâhilinde yapılmaktadır ve Sayıştay denetimine tabidir. Bütün bu harcamalar yapıldıktan sonra yılı içerisinde listeler hâlinde Sayıştaya gönderilmekte ve bütün detaylarıyla kesin hesaplar içerisinde yer almaktadır. 2013 yılı kesin hesaplarına bakıldığında da detaylı olarak bu ödenek üstü harcamaların nereye yapılmış olduğu tamamen görülecektir.

Onun için, böylesi bir tartışmayı açmak, 945 milyon lira başlangıç ödeneği var ama 35 milyar liralık bir işte ödenek üstü harcama…

Değerli arkadaşlar, bunların hepsi kurumlar arası geçiştir.

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Anayasa’ya aykırı o.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Sadece 6 milyar lirası, bakın bu rakamın sadece 6 milyar lirası teşkilat kanunundaki değişikliklerden kaynaklanmıştır. Mesela Sosyal Güvenlik Bakanlığının uhdesinde olan birtakım işler Aile Sosyal Politikalar Bakanlığına kaydırıldığı için oradaki personel giderleri oraya kaydırılmıştır. Bunun 10 milyar lirası aynı şekilde yatırım ödenekleri için götürülmüştür, harcanmıştır. 1 milyar 205 milyon lirası da afette harcanmıştır.

Sayın Kuşoğlu, siz bunların hepsini gayet iyi biliyorsunuz ama neden bilmezden geliyorsunuz, hakikaten zaman zaman bunu da anlamakta cidden güçlük çektiğimi de ben ifade etmek istiyorum.

Ayrıca, şeffaflık, saydamlık ve hesap verebilirlik diyoruz. Burada biz neler yaptık? Bakın, sadece şunu söyleyeyim: 5018 sayılı Kanun’la Meclisin bütçe hakkı güçlendirildi diyoruz. Ne yaptık? Bir, bütçe kanununun kapsamı genişletilmiştir. Kesin hesap kanununun kapsamı genişletilmiştir. Bütçe kanunu sadeleştirilmiştir. Özel ödenek, özel gelir uygulaması sınırlandırılmıştır. Hazine garantilerine ve borç üstlenim tutarlarına bütçe kanunuyla sınır getirilmiştir. Mali saydamlık artırılmıştır. Meclise gönderilen raporlar son derece genişletilmiş ve sayıları da artırılmıştır.

Kamu yönetiminde saydamlığı artıran diğer düzenlemeler de Bilgi Edinme Kanunu’dur, Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kanunu ve 2012 yılında yürürlüğe giren Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu’dur. Bu anlamda, AK PARTİ iktidarlarının denetim, şeffaflık ve hesap verebilirlik anlamında bu kadar yapmış olduğu düzenlemelere rağmen, hâlâ muhalefet tarafından bir denetimden kaçıyor gibi suçlanmasının gerçekten millet nezdinde de hiçbir tutar yanı yoktur ve kabul edilebilir tarafı da yoktur.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hangisi doğru?

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – Şeffaflık alanında kaydedilen gelişmelerden bahsetmek istiyorum. Bakın, 2006 yılından itibaren, cumhuriyet tarihinde ilk defa, mahallî idareler konsolide bütçe istatistikleri kamuoyuyla paylaşılmaya başlanmıştır. Sadece merkezî yönetim için yayınlanan mali istatistikler, sosyal güvenlik kurumları ve mahallî idareleri de içerecek şekilde düzenli olarak kamuoyuyla paylaşılmaya başlanmıştır. Kamu idarelerinin bütçe sonuçları dışında varlık, yükümlülük ve nakit akışlarına ilişkin bilgiler sunan bilanço nakit akış tablosu gibi temel mali tablolar da Maliye bazında konsolide olarak düzenli olarak yayımlanmaya başlanmıştır. Kamu kurumlarına ait sosyal tesislerin mali istatistiklerini düzenli olarak verilmektedir. Bunları çoğaltabiliriz ancak vakit sınırlı olduğu için daha fazla bunun üzerinde konuşmak istemiyorum.

Ama 2013 yılı ödenek fazlası harcamalara ilişkin olan deste detay buradadır ve buradaki yetki, 2013 yılı bütçe kanununun 5/2’nci maddesiyle yedek ödeneklere aktarma yapma, 6/1-a maddesiyle de personel ödeneği dâhil yedek ödeneğe aktarma yetkisi Maliye Bakanlığındadır. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki 2015 yılı bütçesi için Plan Bütçe Komisyonunda yapmış olduğumuz düzenlemeyle, artık bu ödenekleri Maliyenin yedeğine çekmeden kurumlar arasında aktarma imkânı da 6’ncı maddede yapmış olduğumuz düzenlemeyle imkân dâhiline sokulmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimiz dönemlerinde yapısal reformlar bunlarla sınırlı değildir. Gerçekleştirdiğimiz diğer yapısal reformlarla enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasını, rekabet gücünün artırılmasını, iş ve yatırım ortamının iyileştirilmesini, özel tasarruf oranlarının artırılmasını ve finansman kalitesinin iyileştirilmesini hedefledik. 1990’ların sonları ve 2000’li yılların başlarında Merkez Bankasının bağımsızlığı ve üst kurulların kurulmasıyla başlayan reform sürecini, hükûmetlerimiz döneminde kamu mali yönetimi, sosyal güvenlik sistemi, yerel yönetimler ile reel ve finansal sektörü ilgilendiren önemli reformlarla sürdürdük. Sosyal güvenlik sisteminde yaptığımız reformlarla sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altında birleştirdik. Tüm vatandaşlarımızı sosyal güvenlik kapsamına ve genel sağlık sigortası kapsamına aldık. Yerel yönetimlere daha fazla kaynak ve yetki aktarılması, böylece, hizmetlerin yerinde, daha verimli ve etkin sunulması amacıyla belediye, büyükşehir belediyesi, il özel idaresi ve mahallî idareler gelirleri kanunlarını çıkardık.

Finansal sektörde 2005 yılında yeni Bankacılık Kanunu, 2012 yılında Sermaye Piyasası Kanunu ve Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu’nu ile Bireysel Emeklilik Kanunu’nu çıkardık. Böylece, finansal piyasaların etkinliği artırıldı.

Eğitim reformu yaptık. Zorunlu eğitim süresini de sekiz yıldan on iki yıla çıkardık. Aynı dönem içerisinde devlet üniversitesi sayısı 104’e, vakıf üniversiteleriyle beraber toplam üniversite sayısı da 176’ya çıkarılmıştır.

Yapılan reformlar sayesinde rekabet gücüne, yatırım ortamına ve kurumsal altyapıya ilişkin uluslararası göstergelerde de önemli iyileşmeler sağlanmıştır. Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl yaptığı Küresel Rekabet Endeksi’nde Türkiye, dokuz yılda tam 26 basamak birden yükselmiştir ama nasıl yükselmiştir? 2005 yılında 117 ülke arasında 71’inci sıradayken bugün 144 ülke arasında 45’inci sıraya yükselmiştir.

Burada şuna da değinmeden geçmek istemiyorum arkadaşlar, müsaade ederseniz: Bu özel sektör yatırımları da 1992 ve 2002 yılları arasında baktığınızda ki 1992 yılını 100 reel bir yatırım bazı olarak aldığınızda, 1992’den 2002’ye on yıllık süreçte 95’e düşmüştür. Bizim başlangıç tarihimiz olan, iktidarımızın başlangıcı 2002 yılını 100 baz aldığınızda, bugün 2012 sonu itibarıyla bu rakamın yüzde 54’e çıktığını görüyoruz. Bu da tamamen güvenin ve istikrarın sonucu olarak ortaya çıkmıştır ki bunun rakamlara yansımasına baktığınızda da Türkiye’ye gelen doğrudan toplam yabancı yatırım tutarı 1980-2002 yılları arasında sadece 14,8 milyar dolar iken bizim iktidarımız döneminde, on iki yılda 145,1 milyar dolara çıkmıştır.

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Transferler, transferler?

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, kamu maliyesine ilişkin uygulanan politikalarla vergi yükü azaltılarak istihdam ve yatırımlar da desteklenmiştir. Toplam vergi yükünde OECD ortalaması yüzde 34,5 iken Türkiye’de yüzde 27,7 olmuştur. Vergi teşvikleriyle tasarruflar, AR-GE, yatırımlar ve istihdam desteklenmiş, cari açığı azaltıcı önlemler alınmıştır.

Bireysel emeklilikte yüzde 25 devlet katkısı getirilmiştir. 2013 yılı başından itibaren yürürlüğe giren bu uygulamayla birlikte, bireysel emeklilik sistemi fon büyüklüğü 25,1 milyar dolara, buradaki katılımcı sayısı ise 4 milyon 153 bine çıkmıştır. Sadece 2014 yılının ilk dokuz ayında sisteme 685 bin yeni katılımcı girmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de 2015 yılı bütçemize ve on iki yıllık iktidarımız boyunca yaptığımız yatırımlar ve elde ettiğimiz başarılara ilişkin bazı değerlendirmelerde bulunmak istiyorum: AK PARTİ’nin 13’üncü bütçesi olan 2015 yılı bütçesi, önceki bütçeler gibi sosyal adaleti, ekonomik büyümeyi, ülkemizin kalkınmasını, milletimizin sağlığını ve refahını esas alan bir bütçedir. Bu bütçe, çocuklarımızın ve gençlerimizin ülkemizin geleceği olduğu şuuruyla, son birkaç yılda olduğu gibi bu yıl da 87 milyar lirayı bulan tutarıyla aslan payını eğitime ayıran, vatandaşlarımızın sağlıklı yaşam kalitesini daha da artırmak için sağlık harcamalarına 80,9 milyar lira kaynak ayıran bir bütçedir. Bu bütçe, 13 milyarı bulan doğrudan ve dolaylı desteklerle çiftçimizin yanında olan ve tarımın sahip olduğu stratejik önemin hakkını veren bir bütçedir. Bu bütçe, milleti esas alan, gücünü milletten alan bir partinin ve onun hükûmetlerinin milletine duyduğu şükran ifadesinin tezahürü olan bir bütçedir. Nitekim, politikalarımız millet iradesine dayandığı için, milleti esas aldığı için, milletimizin mutluluğunu, huzurunu, refahını temin etmeye yönelik olduğu için, çok şükür bunda da on iki yıllık iktidarımız süresince önemli bir mesafe aldığımız için milletimiz bize olan teveccühünü her gün daha da artırmıştır.

Bu bütçe, iddia edilenin aksine, hiçbir seçim kaygısı gütmeden, mali disiplinden taviz vermeden, hükûmetlerimizin ilan ettiği 2023 hedeflerini gerçekleştirmede kilometre taşlarından biri olarak hizmet odaklı, millet odaklı hazırlanan bir bütçedir. İktidarımızın atmış olduğu sağlam temeller üzerinde güçlü yeni Türkiye'nin inşasına, halkımızın refah düzeyinin yükselmesine katkı sağlayacak bir bütçedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; millî gelir ve büyüme açısından baktığımızda da ülkemiz, son on iki yılda dünyada ve bölgemizde yaşanan tüm sorunlara rağmen, çok iyi ekonomik bir performans sergilemiştir. On iki yıllık dönemde siyasi istikrar sağlanmış, kamu mali dengeleri çok güçlü hâle getirilmiştir. 2002 yılında 230 milyar dolar olan millî gelirimiz yaklaşık 4 kata yakın artarak 2013 yıl sonu itibarıyla 822 milyar dolara yükselmiştir. Bu dönemde kişi başı millî gelir de 2002’ye kıyasla 3 katından daha da fazla artmıştır.

1990 ile 2002 yılları arasında mutlaka dönüp bir bakmamız gerekiyor. 1990’da 200 milyar dolar olan millî gelir, on iki sene sonra 2002 yılında ancak 230 milyar dolara taşınabilmiştir değerli arkadaşlarım ancak 2013 yılına geldiğimizde, bu 230 milyar dolar olan millî gelirin yaklaşık 4 kat artarak 822 milyar dolara ulaştığını hep beraber görüyoruz. Bu da tekrar söylüyorum, güven ve istikrarın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Sabit fiyatlarla ne oldu?

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – Geçmiş dönemlerde kriz üreten bankacılık sektörü, yapılan reformlar sonrasında dünyada örnek gösterilen bir sektör hâline gelmiştir.

Ayrıca, faiz harcamalarının bütçe içerisindeki payı azaltılarak yatırımlara ayrılan pay da artırılmıştır.

2002 yılında bütçenin yüzde 43,2’si faiz harcamalarına ayrılırken 2014 yılında bu oran yüzde 11,9 olmuştur değerli arkadaşlarım. Böylece, Türkiye ekonomisi güçlü kamu maliyesi ve bankacılık sektörüyle dış şoklara karşı dayanıklı, dirençli hâle gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, içinde bulunulan olumsuz konjonktüre rağmen, 2013 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 4,1 oranında büyüme kaydetmiştir. 2014 yılında ise Irak, Suriye, Rusya, Ukrayna kaynaklı jeopolitik risklere ve AB ekonomisindeki toparlanmanın istenen düzeyde olmamasına rağmen yüzde 3,3‘lük bir büyüme olacağı tahmin edilmektedir. Bugün açıklanan son üçüncü çeyrekteki büyüme oranlarından sonra belki çok az da olsa, düşük bir oranda da olsa bu revize edilebilir ama yine de bu oranı dünya geneliyle mukayese ettiğinizde ne kadar iyi bir oran olduğu da mutlak suretle hepimiz tarafından görülecektir.

İhracat, sanayi üretim endeksi ve kapasite kullanım aracı gibi göstergeler ülkemizin büyümeye devam etmekte olduğunu göstermektedir. Küresel ekonomideki sorunlara ve Orta Doğu'da yaşanan problemlere rağmen, Türkiye'nin 2015 yılında yüzde 4 büyümesi öngörülmektedir. 2016 ve 2017 yılları için de yüzde 5 büyüme öngörülmekte. İstihdam rakamlarına bakıldığında, ülkemizin AB ve OECD ülkelerinden daha başaralı olduğu açıkça görülmektedir. Küresel kriz sonrası avro bölgesinde istihdam yüzde 3,2 azalmıştır. OECD bölgelerinde, ülkelerinde ise bu sadece yüzde 2,3 oranında artarken Türkiye'de bu artış 28,3 olmuştur ve bu süreç içerisinde 5,7 milyon kişiye istihdam sağlanmıştır. Son beş yıl içinde iş gücüne katılım oranı yüzde 45,7’den yüzde 51,3’e, istihdam oranıysa yüzde 39,8’den yüzde 46,3’e yükselmiştir. Aynı dönemde, avro bölgesinde yaklaşık 3,6 milyon istihdam kaybı yaşanmıştır. İstihdamdaki güçlü performansa rağmen iş gücü piyasasının yapısal sorunlarından dolayı işsizlik oranı yüzde 9-10 seviyelerinde direnç göstermektedir. İşsizlik sorununa kalıcı çözüm bulmak amacıyla Ulusal İstihdam Stratejisi hazırlanarak kabul edilmiştir. İş gücü piyasasının yapısal sorunlarını çözmek amacıyla öğrencilerin staj imkânları artırılmış ve aktif iş gücü piyasası programlarıyla iş dünyasıyla temasları sağlanmıştır. İşsizlere meslek deneyimi ve iş disiplini kazandırılmıştır. Aktif iş gücü piyasası programlarından yararlananların sayısı 2007 yılında 23 bin kişiyken 2013 yılında 220 bine çıkmıştır.

İstihdam yüklerini hafifletmek ve istihdamı artırmak amacıyla 2004’ten bu yana işverenlere sağlanan prim desteği yaklaşık 41 milyar lira olmuştur. Bu teşviklerden her ay ortalama 1,5 milyon iş yeri ile 10 milyonu aşkın sigortalı faydalanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükûmetlerimizin en önemli başarılarından biri de enflasyonla mücadele konusudur. Maalesef, vatandaşlarımız, bizden önce uzun yıllar yüksek enflasyonla yaşamak zorunda bırakılmıştı. Nitekim, bunun yıkıcı etkilerini çoğumuz yaşadık. İstikrarsız ve kırılgan ekonominin maliyeti vatandaşlara yüklendi. Yıllarca kötü yönetilen ekonominin ağır faturası vatandaşa ödettirildi. Ancak vatandaş, 2002 yılı seçiminde AK PARTİ’yi iktidara getirerek çıkış yolunu kendisi bulmayı bildi.

2014 yılında cari açıkta da önemli iyileşmeler kaydedilmiştir. 2013 yılı sonunda 65,1 milyar dolar olan cari açık, 2014 yılı Temmuz ayı itibarıyla, on iki aylık bazda 48,5 milyar dolara gerilemiştir. Enerji hariç denge ise 15,9 milyar açıktan 1,4 milyar dolar fazlaya dönmüştür. Benzer şekilde, 2013 yılının aynı döneminde altın ve enerji hariç 4,1 milyar dolar açık verilirken 2014 yılı Temmuz ayı itibarıyla on iki aylık bazda 5 milyar dolar fazla verilmiştir. Bu yıl ilk defa, ihracatı artırıp ithalatı daraltmak suretiyle cari açığı ihracata dayalı bir şekilde düşürdük. Cari açıktaki toplam 16,5 milyar dolarlık aşağı doğru gidişin 9,2 milyar doları net ihracat artışından, 6,2 milyar doları da ithalattaki daralmadan sağlanmıştır. 2002 yılında 36 milyar dolar dolayında olan ihracatımız, güçlü ve istikrarlı ekonomik büyüme sayesinde 2014 Eylül ayı itibarıyla 158 milyar dolarlık bir hacme ulaşmıştır. Dış ticaret açığı, 2014 Ocak-Ağustos döneminde bir önceki yıla oranla yüzde 20 daralma göstermiştir. 2013 yılının ikinci çeyreğinde yüzde 60,3 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı 2014 yılında ithalatın daralması ve ihracatın artmasıyla beraber, ağustos ayı itibarıyla, on iki aylık bazda yüzde 64,6’ya yükselmiştir. Türkiye’nin ihracat pazarlarında yaşanabilecek risklere karşı duyarlılığı, ihracatta gerçekleştirilen ürün ve ülke çeşitlendirilmesine yönelik çalışmalara bağlı olarak azalmıştır. İhracatın bölgesel ve sektörel bileşimindeki çeşitlenme, orta ve uzun vadede hedef pazarların büyüme öngörüleri de dikkate alındığında, Türkiye'nin ihracat potansiyelinin önümüzdeki dönemlerde de güçlü seyredeceğine işaret etmektedir.

Bankacılık sektörü 2014 yılında da güçlü ve istikrarlı konumunu sürdürmüştür. Kredilerin takibe dönüşüm oranı ise oldukça düşük seviyelerde kalmış, ayrıca ticari krediler lehine değişen toplam kredi artış oranları finansal istikrarın sağlanmasına da büyük katkı yapmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birçok AB üyesi ülke Maastricht Kriterleri’ni yerine getirmekte başarılı olamazken Türkiye hem bütçe dengesi hem de borç stoku açısından bu kriterleri yerine getirmektedir. Maastricht Kriterleri açısından yüzde 3’ü geçmemesi gereken bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranının, ülkemizde uygulanan başarılı mali politikalar sayesinde 2013’te 1,2 olduğunu görmekteyiz. 2014 yılında ise bütçe açığının yüzde 1,4 olması beklenmektedir.

İhtiyatlı kamu borç yönetimi politikaları ve mali disiplini sağlamadaki kararlılık borç göstergelerine de olumlu yansımıştır. Bu çerçevede, 2002 yılında yüzde 74 olan AB tanımlı genel yönetim borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2014 yılında yüzde 33,1’e inmiştir. Bu oran Maastricht Kriteri olan yüzde 60’ın ve yüzde 96,4 olan Avrupa bölgesi ortalamasının oldukça altında bir orandır.

Kamu borç yönetimi politikaları, önceki yıllarda olduğu gibi 2014 yılında da Türkiye ekonomisinin sağlam duruşunu desteklemiştir. 2014 yılının ilk sekiz ayında kamu borç yükü azalmaya devam etmiş, borçlanmanın reel maliyeti düşük seviyelerde gerçekleşmiş, borç stokunun ortalama vadesi uzamış ve borç stoku içinde faiz ve döviz kuruna duyarlı borç senetlerinin payı azalmıştır.

Tüm bu iyileşmeleri uluslararası kuruluşlarla olan ilişkilerimize yansıması açısından da değerlendirebiliriz. Tabii ki ülke olarak son derece önem verdiğimiz bu IMF’yle ilişkilere baktığımızda da 14 Mayıs 2013 tarihinde yapılan son ana para geri ödemesiyle birlikte, ülkemizin IMF’ye stand-by anlaşmalarından, düzenlemelerinden kaynaklanan borç yükümlülüğü de sona erdirilmiştir. Ayrıca, ülkemiz, IMF’nin yönetiminde, ilk defa, 1 Kasım itibarıyla, icra direktörlüğü düzeyinde temsil edilecektir. İktidara geldiğimiz dönemde ülkemiz IMF kapılarına el açan konumdaydı, şimdi ise, çok şükür, veren el konumunda.

IMF’ye olan borçlarımızı ödediğimiz gibi, TİKA’yla, dünyanın yardıma muhtaç olan pek çok ülkesindeyiz. Türkiye’nin yapmış olduğu insani yardım tutarları da toplamda 2 milyar dolara yaklaşmıştır. Bu alanda da Türkiye, dünya lideri olmuştur. Öte yandan, G20 Dönem Başkanlığı 1 Aralık 2014 tarihinden itibaren ülkemiz tarafından üstlenilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, vakit daraldı, ancak şunu ifade etmek istiyorum, en önemli hususlardan bir tanesi: On iki yıllık süreçte mahallî idareler de dâhil olmak üzere 628 milyarlık kamu yatırımı yapılmıştır. 2014 yılında da kamu yatırımlarına 75,7 milyar lira tahsis edilmiştir. Kamu yatırımlarının millî gelir içindeki payı da yüzde 4,1’e ulaşmıştır.

Evet, değerli arkadaşlar, sıklıkla hem Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerde dile getirilen hem de bütçe görüşmelerine başladığımız bugün, gene Genel Kurulda dile getirilen Cumhurbaşkanlığı Hizmet Binası’na ilişkin de bir iki bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda üç ayrı dava var. Bunlardan bir tanesi, doğal ve tarihî sit alanı niteliğine ilişkin idari işlemin iptaline dairdir, 11. İdare Mahkemesine açılmış bir davadır. Burada herhangi bir şekilde bir yürütmeyi durdurma kararı yoktur. Aksine, Danıştay 14. Dairesi de yürütmeyi durdurma kararının yürütmesini durdurmuştur. İkinci dava, binanın ruhsatının iptaline ilişkin dava, Ankara 5. İdare Mahkemesinde. Burada da herhangi bir şekilde yürütmenin durdurulmasına ilişkin verilen bir karar söz konusu değildir. Üçüncü dava da imar planlarıyla ilgili, gene 5. İdare Mahkemesinde yürütmeyi durdurma kararıyla ilgili davadır. Evet, burada yürütmeyi durdurma kararı çıkmıştır. Ancak, bu karar Danıştay 14. Dairesinin buranın tarihî sit alanı özelliği taşımadığı gerekçesiyle verdiği karar nedeniyle hukuki dayanaktan yoksun kalmıştır.

Kısaca, ortada Cumhurbaşkanlığı Hizmet Binası’nın yapımını engelleyen bir mahkeme kararı yoktur. Bina yasalara uygun olarak yapılmıştır. Cumhurbaşkanlığı Hizmet Binası’nın kaçak olduğuna dair tüm eleştiriler asılsızdır ve insafsızdır. Daha yaklaşık on-on beş gün önce de buradaki yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgeleri, isteyen arkadaşlarımızla da Genel Kurulda paylaşılmıştır.

Ama bunun da ötesinde… (MHP sıralarından gürültüler)

ALİM IŞIK (Kütahya) – Bekir Bozdağ doğru söylemiyor mu?

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - …bu devletin… (CHP ve MHP sıralarında gürültüler)

MUSA ÇAM (İzmir) – Bilgiç, bu dediklerine inanıyor musun, söylediklerine inanıyor musun?

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar, lütfen…

ALİ ÖZ (Mersin) – Bekir Bey’e sor.

BAŞKAN - Cevap verilecek. Size de söz hakkı geliyor. Müsaade edin kendi kanaatini söylesin.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – …en yüksek temsil yeri olan Cumhurbaşkanlığına böylesi bir binanın tahsis edilmesinden, böyle bir binanın yapılmış olmasından daha doğal hiçbir şey olamaz. Herkes kendi görev süresi içerisinde bu binayı kullanacaktır, görev süresi bittiğinde, görev süresi dolduğunda da sonraki gelecek Cumhurbaşkanına burada hizmet ifa etmesi için o binanın devrini yapacaktır; kendi evine götürecek hâli yoktur. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

MUSA ÇAM (İzmir) – Götürse bari, onu da götürse bari!

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - O yüzden, bütün bütçe görüşmelerinde, on iki yıllık AK PARTİ iktidarında yapılmış bütün reformları sadece bir Cumhurbaşkanlığı Hizmet Binası’nın arkasına sığınarak sizin eleştirme imkânınız yoktur, bunu ifade etmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Senden izin mi alacağız?

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Bu büyük bir yanlışlıktır, bu büyük bir hatadır.

MUSA ÇAM (İzmir) – İmara aykırı, imara!

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, geçmiş dönemlerde olduğu gibi 2015 yılı bütçesinde de en fazla pay ülkemizin geleceğine ve beşerî sermayesine yatırım anlamına gelen eğitime ayrılmıştır. 2002 yılında 10 milyar lira olan bu tutarın 2015 yılında yüzde 775 artışla 87,5 milyar lira olması öngörülmektedir. Eğitimin 2002 yılında bütçeden aldığı pay yüzde 9,4 iken bu pay 2015 yılında yüzde 18,5’a ulaşmıştır.

Değerli arkadaşlarımız, gene iktidarımızın olmazsa olmaz önceliklerinden biri, sağlıklı toplum ve sağlıklı nesiller için erişimi kolay ve kaliteli sağlık hizmeti sunmaktır. Sağlık alanında yaptığımız hizmetler ve elde ettiğimiz başarılar hiç kuşkusuz milletimizin en çok takdir ettiği konuların başında gelmektedir. Bunun için de 2015 yılında da sağlık hizmetlerine 80,9 milyar lira bütçeden kaynak ayrılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bakın, Sağlıkta Dönüşüm Programı neticesinde 2003 yılında yüzde 39,5 olan sağlık hizmetlerinden memnuniyet oranı 2013 yılında yüzde 74,7’ye ulaşmıştır.

MUSA ÇAM (İzmir) – Cepten ödenenler, cepten…

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Evet, milletimizin hayallerini gerçeğe dönüştürdüğümüz ve bununla gurur duyduğumuz diğer bir sektörümüz ulaştırmadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bilgiç, ek sürenizi veriyorum, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Hükûmetlerimiz döneminde ulaştırma alanında da çok önemli yatırımlar yapılmıştır. Milletimizi hızlı trenle tanıştırdık, ülkemizi duble yol ağlarıyla donattık. İnşallah en kısa sürede Isparta duble yolu da Antalya arasında yapılacak.

1882’de Sivas Valiliği yapmış Halil Rıfat Paşa’nın Karayollarımız tarafından bir şiar olarak kullanılan ve hepinizin de bildiği “Gidemediğin yer senin değildir.” diye veciz bir sözü var. Gidemediğimiz yer çok şükür bu Türkiye topraklarında yok, hem de duble yollarla gidiyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 6.101 kilometre olarak devraldığımız çok şeritli kara yolları ağına 2014 yılı Eylül ayı sonu itibarıyla 17.400 kilometre uzunluğunda bölünmüş yol ilave ettik ve bu uzunluğu 23.522 kilometreye çıkardık.

Hızlı treni biliyorsunuz, Ankara-Eskişehir-İstanbul, Ankara-Konya, bunlar hizmette. Şimdi Antalya, İzmir, Bursa projeleri de devreye giriyor. Ankara-Sivas yüksek hızlı tren hattının yapım çalışmaları şu an devam ediyor. Kars-Tiflis-Bakü demir yolu yapım çalışmaları hızlı bir şekilde devam ediyor.

Asırlık hayal, Asya ile Avrupa’yı denizin altından demir yoluyla birbirine bağlayan Marmaray Projesi de hayata geçirilmiştir. Kuzey Marmara Otoyolu Projesi’ndeki 95 kilometrelik yolun yapım çalışmaları ise süratle devam etmektedir.

Değerli arkadaşlar, sürem kalmadı. Aslında, AK PARTİ’nin yapmış olduğu hizmetleri sizlere aktarma noktasında hakikaten bu süre yetmiyor ama sadece şunu söyleyeyim: 1999-2002 yılları arasındaki Hükûmet döneminde sadece DSİ tarafından yapılabilen proje sayısı, hizmete açılan proje sayısı 9’dur. Bizim on iki yıllık dönemimizde ise bu sayı 2.200’ün üzerine çıkmıştır değerli arkadaşlarım. Bu önemli bir veridir, bunu da sizinle paylaşmak istiyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) – Nerede? Bir istatistiklerini versene onların.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – Bir kez daha, bütçemizin milletimiz ve memleketimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi ve yüce milleti saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bilgiç.

Şimdi söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli’ye aittir.

Buyurun Sayın Bahçeli. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

MHP GRUBU ADINA DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’yla birlikte 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısı’nı görüşmek üzere toplanmış bulunuyoruz. Bu maksatla, Milliyetçi Hareket Partisinin gerek bütçe gerekse de Türkiye'nin ana gündem konuları hakkındaki düşünce ve kanaatlerini paylaşmak amacıyla huzurlarınızdayım. Konuşmamın ana muhteviyatına geçmeden evvel ekranları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımı ve Gazi Meclisin siz muhterem üyelerini şahsım ve parti grubum adına saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, on iki yılı aşan bir süredir büyük bir Meclis çoğunluğuna sahip tek başına iktidar tarafından yönetilmektedir. Şu an görüşmekte olduğumuz 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı AKP’nin bu kapsamdaki 13’üncü hazırlığıdır. On iki yıllık zaman zarfında 13 bütçe yapılsa da sonuç değişmemiş, sosyal ve ekonomik hedefler umut vadetmemiştir. Bütçelerin inandırıcılığı ve samimiyeti rakamlarla, oranlarla, dibi görünmeyen sözlerle sağlanamayacaktır. Burada asıl önem taşıyan, asıl öncelikli olan bütçenin arka planındaki siyasi iradenin tutum ve kapasitesidir. Bütçe, ciddiyeti yansıtmadıktan, vizyona sahip olmadıktan, sosyoekonomik meselelere neşter vurmadıktan sonra sıradanlığa mahkûmdur. Hepsinden önemlisi, bütçe, toplumsal gerçekleri kavramalı, insanımızın ihtiyaç ve beklentilerini cevaplandırmalıdır. Daha doğru bir deyimle, Türkiye'nin kılcal damarlarına, Türk milletinin özlem ve sorunlarına ayna tutmalıdır. Ne var ki bugüne kadar teşekkül ettirilen bütçelerde sosyal ve ekonomik bir ufuk çizilememiş, insanımızın yüzünü güldürecek derinlikli bir tedbir geliştirilememiştir. Devlet çarkının dönmesi, ekonomik dişlilerin çalışması amacıyla hayati bir işlevi olan bütçenin, kaynakların dağılım ve bölüşümünde en zorda bulunan toplum kesimlerini gözetmediği de ortadadır. Dar ve orta gelirli vatandaşlarımıza mesela kömür ve makarna dağıtmayı marifet sayan iktidar zihniyeti, sıra kendi yakın ve yandaş çevresine gelince aslan payını hiç gocunmadan, hiç yüksünmeden peşkeş çekmiştir. Burada hazır bulunan her arkadaşımın kendi vicdanında bu haksızlığı, bu çelişkiyi sorguladığından hiç kuşkum yoktur.

Eşitsizliğin keskinleştiği ekonomik bir sistemin ahlaki pusulası bozulmuştur. Adaletsizliğin hüküm sürdüğü ekonomik ve sosyal bir yapının iddia ve idealleri çürümüştür. Artan gelir, servet ve fırsat eşitsizliğinin nelere mal olduğunu, hangi badirelere yol açtığını özellikle 2008 küresel krizine bakarak söylememiz mümkündür. Eğer ekonomi politikaları ahlak ve adalete vurgu yapmıyorsa, eşitlik ve özgürlüğe temas etmiyorsa, millî ve manevi özellikler içermiyorsa, dahası yalnızca “görünmez el” metaforuna bel bağlamışsa sorun büyüktür.

Sosyal dokumuzu ve ekonomik yapıyı kemiren ana sorun artan eşitsizliktir. Çok yiyen, çok tüketen, çok kazanan ile hiç yemeyen, hiç tüketmeyen aynı toplumun fertleridir ve ateş ile barut gibi yan yanadır. Bu vicdansız dağılım ve dengesizlik ne inançlarımızla ne de insanlığımızla bağdaşmaktadır. Bir ekonominin başarısı ancak insanların hayat standartlarını düzeltmesiyle değerlendirilmektedir.

Uzunca bir süredir demokrasinin garantörü olan orta sınıf, yaşanan ekonomik açmazlardan dolayı küçülmektedir. Hazmedilmesi çok zor olacak bu sorun, Türkiye’nin alttan alta kabaran dip dalgasıdır. Eşitsizlik ve adaletsizlikle mücadelede üst gelir dilimini dizginlemek, orta kesimi güçlendirmek, alt toplumsal gruplara da yardım etmek esas olmalıdır. Bunun için tutarlı, iyi projelendirilmiş programlara ihtiyaç vardır.

Malumunuz, zenginliğin iki yolu vardır. Bu da ya servet yaratmak ya da başkalarının servetine el koymaktır. Bugün Türkiye’de üretim zaaf geçirdiğinden, meşru ve doğal yollardan zenginliğin yeşermesi imkân dışıdır. Zenginleşen, köşeyi dönen, cebini ve küpünü dolduranların ise nasıl bu duruma geldiklerini görmek için 17 ve 25 Aralıkta deşifre olan rezaletlere bakmak yeterlidir.

Uluslararası Şeffaflık Örgütünün 2014 Yolsuzluk Algı Endeksi’nde en fazla puan kaybeden ülke olan Türkiye, 11 basamak düşerek 175 ülke arasında 64’üncü sıraya inmiştir. Demek ki darbe sözleri tutmamış, paralel tezlerine aldırış edilmemiştir.

Ayrıca, gelir dağılımındaki uçurum, millî kimliğimiz, millî birliğimiz, millî varlığımız üzerinde zehirli hançer gibi sallanmaktadır. Büyük ve ana gövde olan Türk milletinin millî reflekslerini aşındıran en önemli iki faktörden biri yoksulluk, diğeri Hükûmet ve bölücü çevrelerin birlikte organize ettiği algı operasyonlarıdır. Siyasi ve ekonomik gelgit ruhsal ve duygusal kopuşları daha da tetikleyecek, millî hisler şiddetli bir kırılma ve kanama geçirecektir. Bu gidişle Türkiye'nin mevcut hâl ve özeti mumla aranacaktır. Sermayenin giderek güç kazanması karşısında emeğin zayıflaması, alın terinin sekteye uğraması, ücret, maaş ve gelirlerin reel olarak azalması büyük çaplı yoksullaşmayı da beraberinde getirmektedir. Krizler bir yönüyle alt ve orta gelir gruplarının kaybı, daha doğru bir deyimle yoksulluk tuzağına düşmeleri demektir. Demokrasisi tıkanmış, sosyal denge ve uyumu zedelenmiş bir ülkenin övülecek ekonomik büyüme ve kalkınma düzeyine ulaşması henüz görülmüş bir şey değildir. İş birliği ve güven duygusunun ağır hasar aldığı bir ortamda, güvenlik ve gelecekle ilgili kaygıların arttığı bir dönemde ekonomik güç ve toparlanmanın temin edilmesi imkânsıza yakındır. Ne kadar iyi bütçe yaparsanız yapınız, ne denli parlak hedefler koyarsanız koyunuz, şayet huzur ve sükûnet irtifa kaybediyorsa, şayet beka ve birlikte yaşama iradesi risklerle boğuşuyorsa süslü sözler bir anlam doğurmayacaktır. Yine, bütçenin parametre ve paradigması nasıl olursa olsun, bir yanda Ermenekli Recep lastik ayakkabı giyerken diğer yanda kutulara, saraylara, uçaklara, lükse ve israfa oluk oluk kaynak aktarılıyorsa bütçenin hayrı küçük bir azınlık dışında hiçbir vatan evladına dokunmayacaktır. Bu durum hepimizin vicdanını sızlatması gereken hazin bir gerçektir.

Egemenlik yetkilerini vekâleten kullandığımız aziz milletimiz işsizliğin, ümitsizliğin, muhtaçlığın pençesinde ömür tüketirken iktidar koltuğunda oturan zevatın yolsuzluğa, rüşvete, haram heveslere bütçe yapması korkunç ve kahredici bir travmadır.

Değerli arkadaşlarım, lütfen söyleyiniz: Tencerede pişirip kapağında yiyen milyonların hakkına hepimizin riayet etmesi gerekmiyor mu? TÜRK-İŞ verilerine göre, kasım ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 1.225, yoksulluk sınırının da 3.990 lira olduğu bugünkü şartlarda, 891 liralık asgari ücretle geçinen milyonların feryadına ne diyeceğiz? Sayıları 5,5 milyonu aşan işsizler ordusuna, işsiz kalan her 4 gencimizden birisinin hüznüne hangi mazeretleri uyduracağız? “Kusura bakmayın, 1.150 küsur odalı kaçak ve karanlık sarayla uğraşıyorduk. Altın varaklı bardakları, paha biçilmez halıları seçiyorduk. Size gelesiye akşam oldu.” mu diyeceğiz? Tarihle yüzleşmek isteyenler, buyursun, önce milletimizin içler acısı hâline kafa yorsun. İstismar faciasıyla vakit geçirenler zahmet edip çiftçimizin, memurumuzun, esnafımızın, işçimizin, emeklimizin derdiyle dertlensin.

Bütçenin, millet menfaatinden ziyade, imtiyazlı çevrelerin sultanlık hasreti çeken yeni yetme despotların emir ve kullanımına sunulması -açık açık söylüyorum- haksızlıktır, zulümdür. Helal kazancın örselendiği, haram yemenin öne geçtiği şu günkü ülke tablosunda yalan ve aldatma mekanizmasıyla gerçek gündem ötelenmektedir. Vatandaşlarımızın perişanlığı rakam ve hesap oyunlarıyla örtbas edilmektedir. Başbakanın ezber dolu sözlerine kanarsak dünya âlem durgunluk ve ekonomik yavaşlama içindeyken ülkemiz istikrar abidesi, istikrar adası olarak sivrilmektedir. Emin olunuz ki, ileri sürüldüğü gibi bir Türkiye manzarası olmuş olsaydı herkesten fazla sevinir, herkesten fazla umutlanırdık. Fakat mızrak çuvala sığmamakta, hayal tacirliği karın doyurmamaktadır.

Yalanı meslek edinmiş, tepeden tırnağa yalana batmış bir iktidarın en büyük kâbusu doğruların ifşası ve haykırılmasıdır. 2015 yılı merkezî yönetim bütçesi, Türkiye ekonomisinin düşük büyüme, enflasyon, borç, cari açık, işsizlik gibi musibetlerin gölgesinde açıklanmıştır. Ekonomideki kronik sorunlar bütçeyi öldürücü ur gibi sarmıştır ve bu bütçe, Hükûmetin öngörüden uzak ekonomi politikalarının sadece bir yönü, sadece bir bölümü olarak vasat bulmuştur.

Bütçe aynı zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hükûmet üzerindeki siyasal denetim araçlarından birisi olarak ekonomik, siyasi ve sosyal sorumluluğun aynı anda gerçekleştiği hukuki ve siyasi bir belgedir. Ancak bu belgenin çocuk oyuncağına çevrilmesi şöyle dursun, müsrifliğin finansmanı için planlandığı gün gibi meydandadır. Bütçe, havuzculara açık, vatandaşlarımıza kapalıdır. Bütçe, denizlere durmadan gemi indirenlere davetkâr, mağdur ve mazlumlara uzaktır. Bütçe, ranta, faize, sömürüye çaresizliğe, soyguna ikram, geçim ve maişet teminine yabancıdır ve samimiyetle söylüyorum, bütçede öngörülen ekonomik hedefler milletimizin beklenti ve talepleri ile ilaveten, ekonominin reel durumuyla örtüşmemektedir.

Bu kapsamda, son olarak ifade etmek isterim ki Meclis grubumuzun değerli üyeleri bütçeyle ilgili teferruatlı değerlendirmeleri sırası gelince yapacaklar, öneri, eleştiri ve düşüncelerimizi sizlerle ve milletimizle paylaşacaklardır.

Muhterem milletvekilleri, siyaset tarihimizin en büyük sorunu birbirini anlamak, birbirini dinlemek, uzlaşma ve diyalogla sorun çözmek sorumluluğunda olan siyasetçilerin, bütün güçlerini birbirini yıkmaya harcamaları olmuştur. Meşrutiyet Meclisinin çalkantılı o atmosferine bakınız, bunu görürsünüz; 1946’dan sonraki çok partili siyasi sürece bakınız, bunu fark edersiniz. Siyasetin bir amacı vardır ve toplumsal bölünmüşlüğü, fikrî çatışmayı en aza indirmek, minimum seviyelere çekmek olmalıdır. 1930’lu yıllarda Hitler’i etkileyen bir Alman siyaset kuramcısında anlamını bulan kategorik dost, düşman kamplaşması otoriter ve tahammülsüz emellerce beslenerek fayda yerine felaketlere ortam açmıştır. İnsanlık, yanlış formüle edilmiş siyaset kanalıyla yeşeren, diktatörlerin nefesiyle yayılan kin ve öfke selinde kontrolsüzce sürüklenmiştir. Böyle bir girdabın faturası ağır, sonucu feci olmuştur. Siyasette nezaket yerine hakaret, vizyon yerine hamaset, belagat yerine belahet, birlik yerine bölücü dil egemen olduğu müddetçe iş birliği dinamikleri belini doğrultamayacak, etkinlik kuramayacaktır. Kutuplaşmaya teslim olmuş bir siyaset anlayışının, nefret ve nifak salgınına yakalanmış bir siyaset söyleminin millet yararına değer üretmesi bize göre hayal mahsulüdür. Siyasetin iki ana özelliğinden birisi olan kolektif hayatı etkileme mücadelesi ancak ve ancak proje temelli bir bakışın, geleceği bugünden okuma becerisinin rehberliğiyle anlam kazanacak. Bu çerçevede, siyasetin bir diğer asal niteliği ise iktidar ilişkileriyle billurlaşmasıdır. Fikirlerin kıran kırana yarıştığı bir sürecin nihayetinde hakikat sahteciliği yenecek, adalet ön yargılara üstünlük kuracaktır. Fikirsiz siyasetin kavgadan başka geçim kapısı yoktur. Ülküsüz siyasetin huzuru yutması, akılsız, donanımsız ve vicdansız siyasetçinin millî haysiyet ve hatıraları çiğnemesi âdeta makûs bir sondur. Kalbi ve zihniyeti tel örgülerle çevrili siyaset üslubunun, siyaseti yalnızca sandığa, yalnızca kendi aldığı oy oranına sıkıştırması ilkel bir yavanlıktır. Eğer ki siyaseti insanlık durumunun kalıcı bir parçası olarak kabul edeceksek -ki doğrusu budur- sanal ihtilafları körüklemesine engel olmak zorundayız. Körleşen ve kangrenleşen söylemlerle düşmanlık üretmenin, insanları birbirine düşürmenin sonu ve saygınlığı olmadığı gibi bunun da dehşet verici gelişmelere hız vereceğini görmek zorundayız.

Hepinizin huzurunda altını kalın olarak çizerek belirtmek istiyorum ki, bekasını kutuplaşmaya bağlayan her iktidar kaybetmeye mahkûmdur. Yozlaşan, gerçeklerle ters düşen, yoldan çıkan, ahlakla arasına duvar ören her iktidar hesap vermeye mecburdur. Gelecek günleri geceden farklı yapmayacak bir iktidarın devamı hâlinde kopkoyu bir cehalet devri sökün edecektir. Böylesi bir vahim tabloya siyasi aidiyeti, dünya görüşü, ideolojik bağı, kendisini bulduğu düşünce kaynağı ne olursa olsun her milletvekili arkadaşım itiraz etmelidir. Demokrasiye inanıyorsak, Türkiye’nin istikbaline sadakatle bağlıysak başka bir seçeneğimiz yoktur. Bu kutlu çatının altında gururla görev yapan her arkadaşım elbette böyle gelmiş böyle gider demeyecek, demeyi de aklından geçirmeyecektir. Tarihin ibret sayfalarında, sınırlanmayan her gücün; ahlakla, hukukla özde tanışmamış her faninin, bir vesileyle ele geçirdiği konjonktürel imkânı kötüye kullandığı yazılıdır. Meşhur fıtrat kavramı asıl burada kendisini acı da olsa göstermektedir. Demokrasiyi mümkün kılan ortak iyiye atıf yapması kadar adaletin beşerî ve siyasi yapısıdır. Bu yapı küflendikçe, bu yapı içe kapanıp saldırılara uğradıkça demokrasi demagogların eline geçecek, oligarşik zihniyetlerce kuklaya çevrilecektir. Zekâya sınır çizilemeyeceği doğrudur ama ihtiraslara gem vurulmazsa, ihanet ve inkârlara engel olunmazsa doğacak fecir aydınlığın değil, kavurucu ve feci bir ateşin hükmünü hepimize, 77 milyona tebliğ edecektir. Türkiye’nin geniş bir “Oh olsun!” ile derin bir “Eyvahlar olsun!” arasına sıkışmasına fiil ve eylemleriyle sebep olan herkes bu ateşe odun taşımaktadır. Dürüst ve nezih bir mizaca sahip her arkadaşım bu söylediklerimi enine boyuna yorumlayacaktır. Anlaşmaya açık, algıların kilitleri kapanmamış, niyet ve istidadı temiz her milletvekili bu düşüncelerimi çok boyutlu değerlendirecektir.

Dikkatinizi çekiyorum, uzun bir süredir “çözüm” kavramı etrafında bloklaşmalar ve yığılmalar yaşanmakta, yığınaklar yapılmaktadır. “Çözüm” diyenlerle ile “çözülme” diyenler doğal olarak iki ayrı uçta birikmiş, karşılıklı olarak mevzilenmiştir. Çözüm ezberine takılan iktidar ve bölücü çevreler ya bilerek ya da kördüğüm olmuş zihniyetleri gereğince dibe sürüklendiğimizi görmekten acizdirler. Alaattin’in sihirli lambasından ovula ovula çıkarılmış gibi sunulan, Allah affetsin ama neredeyse ilahi emir gibi gösterilen “çözüm” kavramını konuşmak için önce sorundan, sorunun ne olduğundan bahsetmek lazımdır.

Sorun, kelime anlamı itibarıyla, araştırılıp öğrenilmesi, düşünülüp çözümlenmesi ve bir sonuca bağlanması gereken durum ve problemdir. Çözüm ise bir sorunla ilgili varılan sonuçtur. O hâlde sorun nedir, neleri kapsamaktadır? Çözümle kastedilen, çözümle ulaşılmak istenen nelerdir? Sorun terör ise çözümü tam saha pres, teröristlere soluk aldırmamak, hainlerin kökünü kurutacak mücadele azmini sergilemektir. Kan dökmek için silah başında bekleyen mihraklarla önce sorun seansları düzenleyip sonra da sözde çözüm sofrasına oturmak zillettir, hezimettir. Marjinal ve marazi gruplarla masaya kurulup pazarlıklarla devlet ve millete kumpas kurmak, millî birlik ve beraberliğimizi dinamitlemek en hafif tabirle ihanet değil de nedir? Alçalışı yükseliş zannetmek şuursuzluk örneğidir. Bölünmeyi birleşme, dağılmayı toparlanma zannetmek kaskatı kesilmiş vicdan özrüdür. Biz, terörden jest bekleyerek, medet umarak hiçbir meselenin çözülemeyeceğini, teröristlerle müzakere edilerek hiçbir neticenin alınamayacağını defalarca söyledik. Hamdolsun, millî hafızamızı kaybederek mankurtlaşanlardan olmadık. Tarihe baktığımızda bugünümüzü gördük, yarınımızı öngördük. Kültür mirasımızla kardeşliğimizin, millet emanetinin şükür duasını yarım asırdır yaptık.

Muhterem heyetinize özellikle hatırlatmak istiyorum. Geçmişte ne zaman sorun izahları yapılsa, ne zaman çözüm sloganları atılsa ya insanımızdan ya da toprağımızdan olduk tıpkı bugünkü gibi. İmparatorluğumuzun sinir uçlarıyla oynandığında devletle beraber fes de göçmüş, sancakla beraber millet de son yurduna sancılı bir geri dönüş yaşamıştır. İşkodra’dan Basra’ya kadar nüfuz eden emperyalizm, her defasında, benzerlerine şimdilerde de tanık olduğumuz propaganda taktikleri ve Şark Meselesi vasıtasıyla üzerimizde oyunlar oynamıştır. Retorikte “üst akıl” diye fişlenenlere pratikte eş başkanlık yapanlar emperyalizmle fikir birliği içinde olacak kadar köleleşmek yerine tarih yapraklarını birazcık karıştırırlarsa ne dediğimizi anlayacaklardır. Çok uzaklara gitmeye gerek yoktur. 1910’lu yıllardaki hazin olduğu kadar sarsıcı çekiliş ve bozgunlara her seferinde koz olarak kullanılan “sorun” ve “çözüm” kavramlarıyla muhatap kaldık. Balkan Dağları’nda ellerinde kanlı tüfeklerle gezen çeteler, şehirlere tutunmuş bölücü nitelikli komite ve dernekler çözüm istiyorlardı. Düveli muazzama “çözüm” diye bastırıyordu. Etniki Eterya’nın Helenizm yani Enosis’le simgeleşen arzuları ve bunun baş destekçisi İstanbul’daki Fener Rum Patriği “çözüm” diye bağırıyordu. İncil, istavroz, tabanca ve hançer üzerine edilen yeminlerin ana teması çözüm, gizlenmiş ana hedefi ise bağımsızlıktı. İkinci Meşrutiyetten sonra Meclisi Mebusanda yer alan yirmiye yakın Rum kökenli mebus ve bunların başaktörü Yorgi Boşo Efendi çözüm temposu tutuyordu. Yunanistan, Karadağ, Sırbistan, Bosna Hersek, Bulgaristan, Makedonya, Arnavutluk, Hicaz çöllerinden Yemen’e kadar Türk toprakları sorun tanımlamasıyla çözülerek bir bir kaybedilmişti. Her sorun, yeni bir isyan dalgası, yeni bir kopuş getirmiştir. 1908’lerde Pançe Doref Efendi’nin Bulgaristan’a “devlet” demesine bile kızan ve öfkelenenler malum akıbeti engelleyememiş, çözülmeyi durduramamıştır. Dış tesir ve telkinler Türklüğe kefen biçmiş, bunun için de “hasta adam” olarak tarif edilen koskoca imparatorluk günbegün budanmıştır.

Arap vilayetlerini temsil eden ve sayıları 60 ila 90 arasında değişen mebusların hepsi Abdülhamit Zehrâvî öncülüğünde Araplık davası gütmüşler, “çözüm” diyerek imparatorluğa yüz çevirmişlerdir. Ne çare ki, Osmanlı kimliği, çözülmeye fren olamamış, çöküşün önüne geçememiştir. Bir tek “milleti hâkime” sorumluluğu taşıyan büyük Türk milleti imparatorluk fikrine sımsıkı sarılmış, kaderi kabul etmiştir.

Şimdi bu tarihî hakikatleri unutalım da sorun ve çözüm akıntısına biz de kapılalım? Bir asır sonra bu sıralarda oturacak gelecek neslin temsilcilerine, bölünmüş, parça parça kopmuş, yerleşim yeri isimleri değiştirilmiş, eğer adına “devlet”, eğer adına millet denirse, bir miras mı bırakalım? Kendi ismiyle değil de “Manisa” isminin dahi değişmesini öngören şahsiyetlerle nereye gideceğiz?

Sayın milletvekilleri, ne diyeceksiniz? Sorun ve çözüm makasına alınmış Türk milletine böylesi karanlık bir yola, böylesi meçhul bir güzergâha, sürekli uyardığımız bir felakete, isteseniz içeriğini bile bilmediğimiz sözde çözüm kulvarına yuvarlanırsınız. Bunu tarihe nasıl anlatacaksınız? Bunu ecdadımıza nasıl söyleyeceksiniz? Bunun vebalini nasıl üstleneceksiniz? Bunun hesabını iki cihanda nasıl vereceksiniz? Hayır, asla, kata bunu kabullenemeyiz, bu iflasa razı olamayız, tarihin tekerrür etmesine göz göre göre onay veremeyiz.

Yüreklerinize sesleniyor ve soruyorum: “PKK” denilen insan ve insaf kasaplarıyla Türkiye’yi masaya yatırmak çözüm müdür? Ömür boyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm bir katilin “Benim bu kadar ağırlığım yoktu, İmralı’da daha fazla etkili ve güçlü bir lider oldum.” sözlerini duymak çözüm müdür? PKK’lı militanların Kalaşnikoflarla yol kesip kimlik kontrolleri yapmaları, maske takıp sözde asayiş timleri oluşturmaları, haraç alıp sokakları geçilmez hâle getirmeleri çözüm müdür? Mehmetçiklerin enselerinden kahpece vurulmaları çözüm müdür? Van’da Bergama Belediye Sporlu bir futbolcunun gol sevincini paylaşırken asker selamı vermesine hiddet ve şiddetle cevap vermek çözüm müdür? Bölücü terörün sözde vali ve kaymakam ataması yapacak kadar zıvanadan çıkması, sorarım Hükûmet sıralarında oturan zevata, çözüm müdür? Kürdistan kurulunca iş bitecek, Sevr dirilirse İmralı ve Kandil’den düşen zehirli elmalar kaçak ve karanlık sarayın başına düşünce herkes muradına erecek midir?

Kimse boşu boşuna hayale kapılmasın, Türk milleti bu tezgâha düşmeyecektir. Mezhebi, kökeni, yöresi ne olursa olsun hiçbir kardeşim çözülmeyi benimsemeyecektir. Şehit ve gazilerimiz emin olsun, Türkiye ilelebet payidar kalacaktır. Güvence arayanlara, teminat soranlara diyorum ki: Milliyetçi Hareket Partisi zalimin korkulu rüyası, hainin amansız düşmanı olarak dimdik durmaktadır. (MHP sıralarından alkışlar)

Niyet sahiplerini bir kez daha ikaz ediyorum: Milliyetçi Hareket Partisi ve milyonlarca Türkiye sevdalısı şanlı bayrağımıza, şehit yadigârı aziz vatanımıza, yaşanmış asırların tanığı asil Türk milletine yan gözle, çatık kaşla bakanların tam karşısındadır.

Hükûmete diyorum, kamu düzenini idrak edememiş vesayet altındaki Başbakana sesleniyorum: Aldığınız oya bakıp “Türkiye’nin tamamıyız.” deyip duruyorsunuz. Dikkat edin, bir milletin tarihinde, medeniyet meselesinin oy toplayarak halledildiği görülmemiştir. Bir milletin varlık ve hayat haklarının sandık yoluyla kazanıldığı da vaki değildir. Düzmece bir demokrasi anlayışını sığınak yaparak millete ve devlete çelme takılmasına dün sessiz kalmadık bugün de kalmayacağız. Kars’tan Edirne’ye, Hakkâri’den Manisa’ya, Şırnak’tan İzmir’e, Rize’den Antalya’ya kadar bu kutlu vatanda yaşayan bütün kardeşlerim hesaplarınızı boşa çıkartır, heveslerinizi kursaklarınızda bırakır. Türkiye Cumhuriyeti tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak, tek dil esasına dayanan, millî ve üniter yapıda teşekkül eden kurtuluş mücadelemizin ulvi bir emanetidir ve bu emanet ne pahasına olursa olsun, hangi zorluklar çıkarsa çıksın korunacaktır. Devletimiz evrensel değil tarihsel bir olgu olup, yapaylıklar üzerine inşa edilip farklılıkları teşvik etmek için örgütlenmiş ısmarlama bir organizasyon olmamıştır. Millet kaderine yine sahip çıkacak, istikbaline ve istiklaline yine leke sürdürmeyecektir. Vatanımız birbiriyle müşterek oluşturamayacak kadar farklı insanların kafesler arkasında birbirleriyle zorla ve temassız yaşadıkları toprak parçası değildir. Vatan için bedel ödenmiş, şehit verilmiş, çileye katlanılmıştır. Hangi bedbahtın kardeşliğimizi bozmaya, bin yıllık kaynaşma ve kucaklaşmayı yıkmaya gücü yetecektir? Tarih, içinde yaşadığı toplumla uzlaşacak ortak değerleri azalmış olanların ana gövdeden koparak aynı geleceği paylaşmaktan uzaklaştığının örnekleriyle doludur. Elbette ki birlikte yaşamanın zorbalık, zulüm, eritme veya yok etmeyle sağlanamayacağı net ve açıktır. Fakat şu sorumuzun cevabı mutlaka verilmelidir: Aldıkça iştahı kabaran ve adım adım emellerine yaklaşan bölücülüğün duracağı yer neresi olacak, Hükûmetin direnci nerede ortaya çıkacaktır?

“Çözüm süreci millete mal oldu.” “Kamu düzeninin olmadığı yerde çözüm süreci yürümez.”, “Çözüm süreci kamu düzeninin alternatifi değildir.” ifadeleriyle tenakuz deryasında yüzen Başbakan nereye kadar hareketsiz kalacak, hangi eşiğe kadar bölücü güruhun tehditlerine boyun eğecektir? Sayın Davutoğlu “Çözülme sürecinden çok rahatsız olan var.” diyerek siyasi iz sürücülüğü yapıyor, öznesi gizli uyarılarda bulunuyor. Başka yerlerde sorumlu aramasına gerek yoktur. Evet, biz, çözülmeden de, Kandil ve İmralı’yı kapsamına alan rezil müzakerelerden de oldukça rahatsız ve şikâyetçiyiz. (MHP sıralarından alkışlar) Mücadeleden mütareke ve müzakereye kıvrılan korkaklık ve teslimiyetçilikten kaygılıyız. Farkında mısınız, siyasi bölücüler kıyamet koparmaktan bahsetmektedirler? Bu çevreler sokak diliyle tahrik kampanyalarını sürdürmekte, iç güvenlikle ilgili düzenlemeye ateş püskürmektedir. Siyasi partilerin eylemleri devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olamayacaktır. Aksi bir tavır anayasal yaptırımlar uygulanmasını gerektiren anayasal suçtur. Peki, hukuk neyi beklemektedir? Kobani bahanesiyle ekim ayının ilk haftasında çıkan vahşet olaylarının bir benzeri yaşanırsa bunun hesabını kim ödeyecektir?

Sayın Başbakan, dilinizden düşürmediğiniz “kamu düzeni” yerlerde sürünüyor; hâlâ uyumaya, saray savunuculuğuna devam mı edeceksiniz? Asker ve polislerimizle uğraşırken, PKK militan kadrosunu dolduruyor, yaşları 13-18 arasındaki çocukları dağa götürüyor, hâlâ atalet ve acizce bakacak mısınız? Süreç ihanetinin PKK’yı serbest bıraktığı, güvenceye aldığı aşikârdır. Artık, ihanet saklanmıyor, maske takarak duvar diplerinde, dağ kovuklarında gezme ihtiyacı duymuyor. Türkiye eriyor, millet tahrip ediliyor, vatan tartışılıyor, bugün ve geçmişteki hainler baş tacı yapılıyor, hâlâ “Durmak yok, yola devam.” mı diyeceksiniz? Devamsa bu nereye kadardır, tamamsa bu ne zamandır?

Hain taleplerin yoğunluğu aşırı yüklenmeye yol açıp sistemin cevap verme kapasitesini zorlayacak ve bir noktadan sonra, sıcak bakılan istekler karşılanmazsa devlet kendi kendini idame ettiremez hâle gelecektir. Buna tarihin her devrinde “çöküş” denmiştir. 13 Kasım 2009 tarihinde bu kürsüden sormuştum, yine tekrarlıyorum: Kesinlikle vermek istemeyenler ile ısrarla almak isteyenler arasındaki engeller zayıfladığında, mesafeler kısaldığında, taraflar görüş menziline girdiğinde ortaya çıkabilecek gelişmeler hakkında aranızda bir fikri olan veya öngörü geliştiren var mıdır? Kısaca, bölmek isteyenler ile “böldürmem” diyenlerin kaçınılmaz karşılaşması vuku bulursa nelerin olacağını burada bulunan saygıdeğer milletvekilleri hiç düşünmüşler midir?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu duygu ve düşüncelerle, 2015 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum. Konuşmama son verirken, sizleri ve ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı bir kez daha saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bahçeli.

Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.28

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.44

BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi şahısları adına lehinde olmak üzere Çorum Milletvekili Sayın Cahit Bağcı.

Buyurun Sayın Bağcı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

CAHİT BAĞCI (Çorum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 yılı merkezî yönetim bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Sizleri ve ekranları başında bizleri izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 2015 yılı bütçesine ilişkin değerlendirmelere geçmeden önce 2000’lerin başındaki Türkiye fotoğrafını tekrar sizlere hatırlatmak istiyorum.

Türkiye, 1990’larda en yoğun siyasi istikrarsızlıkları yaşamış ve 1991-2002 yılları arasında tam on bir yılda dokuz hükûmet değiştirmiş bir ülkedir. Siyasi istikrarsızlıklar beraberinde ekonomik istikrarsızlığı getirmiş ve 1994, 1999 ve 2001 yıllarında krizlerle karşı karşıya kalınmıştır. Bu dönemde yüksek bütçe açıkları kamunun borçlanma gereğini artırmış, kamunun borç yükü artmış, bütçeden faiz giderleri yükselmiş ve sonucunda ülke gelirler ile borç ve faiz ödeme sarmalına sıkışmış bir hâle gelmiştir.

2002 yılında merkezî yönetim bütçe açığı yüzde 11,5’tur. Değerli arkadaşlar, bütçe açığı 2011’den bugüne yüzde 1’ler seviyesindedir ki, küresel krizden etkilenen pek çok Avrupa Birliği üyesi ülke bugün Maastricht Kriterleri’ni yerine getirememektedir. 2014 yılı bütçe açığının yüzde 1,4 olarak gerçekleşmesi, 2015 bütçe açığının ise yüzde 1,1 olarak gerçekleşmesi öngörülmektedir ki, sizlere 2002-2017 Orta Vadeli Program dönemindeki bütçe açıklarına ilişkin tabloyu göstermek istiyorum.

2003’te Hükûmet, AK PARTİ iktidarları, başladığında 8,8 olan bütçe açığı Orta Vadeli Program sonunda 0,7 olarak öngörülmektedir. İnşallah bu hedefler gerçekleştirilecektir.

Değerli milletvekilleri, 2003 yılı bütçesine ilişkin 58’inci Hükûmetimizin Başbakanı Sayın Abdullah Gül yaptığı açıklamada bu kürsüden şöyle diyordu: “İstikrarlı bir makroekonomik büyümeye ortam sağlamak ve yapısal reformları gerçekleştirmek temel hedefimizdir.”

2002’den bugüne AK PARTİ hükûmetlerince uygulanan mali disiplinle kamu harcamaları kontrol altına alınmış, Türkiye ekonomisinin en büyük kırılgan alanlarından biri olan kamu maliyesi en güçlü alanlardan biri hâline gelmiştir. AK PARTİ iktidarları döneminde bütçenin kompozisyonu da değişmiş, faiz lobisine refah üreten bir yapıdan millete refah üreten bir yapıya kavuşmuştur.

Değerli arkadaşlar, faiz giderlerinin bütçe içindeki payı 2002 yılında yüzde 43,25’tir. Bu rakam 2014’te yüzde 11’e gerilemiştir. Yani 2002’de her 100 liralık gelirin 43 lirası faize giderken bugün 100 liralık gelirimizin 11 lirası faiz ödemelerine gitmektedir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, uğultu var. Hem sayın milletvekilleri kendileri dinleyemiyor, biz de dinleyemiyoruz. Lütfen…

CAHİT BAĞCI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, 2002’de faiz giderlerinin millî gelir içerisindeki oranı yüzde 14,8’ken büyüyen Türkiye’de faiz giderlerinin millî gelir içerisindeki oranı sadece 2,8’dir.

Türkiye, hem dolaylı hem de dolaysız vergiler açısından, KDV oranları bakımından Avrupa Birliğinin 28 üyesinin ortalamasının altındadır. Efektif KDV oranı sadece yüzde 14,4’tür. Yani Türkiye geçtiğimiz on iki yılda KDV’yi artırarak bir büyüme sağlamış değildir. Yüzde 52’lik kayıt dışı ekonomiyi yüzde 36’lara çekmiş ve gene yüzde 50’lerin üzerinde olan asgari ücretli çalışma gösterme oranı da yüzde 36’lara gelmiş bir Türkiye vardır.

Değerli arkadaşlar, bu bütçe Sayın Başbakanımızın ilk bütçesidir. Bütçemiz 452 milyar lira gelir ve gider de 472,9 milyardır. Bütçenin on aylık gerçekleşmeleri göstermektedir ki bütçemiz 2014 yılında öngörülen gelirleri sağlamış olacaktır.

Bu çerçevede, 2015 yılında hedeflenen gelirlerin de şu şekilde dağılacağını ifade etmek istiyorum: 2015 yılında eğitime yüzde 18,5 pay ayrılmıştır ki 2003’te sadece yüzde 9,3’tür. Yine, 2015 yılında sağlığa yüzde 17 pay ayrılmıştır, 2002-2003 yılında, yani AK PARTİ Hükûmetlerinin ilk yılında sadece yüzde 2,4’tür. 2015 yılında yatırımlara yüzde 10,2 pay ayrılmıştır, 2003 yılında yüzde 6,6’dır. Sosyal harcamalar: Bugün hedef yüzde 7 bütçe ayırmaktır sosyal harcamalarımıza, 2003’te sadece 3,2’dir.

Bu, büyüyen ve güçlenen Türkiye’nin fotoğrafıdır değerli arkadaşlar. 2015 yılı bütçesi, refah seviyesini ve yaşam kalitesini arttırmayı hedefleyen askerî harcamaları ve faiz giderlerini refah arttırıcı kalemlere yöneltmiş bir bütçedir. 2015 yılı bütçesi, sosyal bir bütçedir, yoksullukla mücadele eden bir bütçedir, bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarını azaltmayı hedefleyen bir bütçedir, sosyal yaraları saran bir bütçedir; yaşlıyı, engelliyi, kimsesizi koruyan bir bütçedir.

Sosyal harcamaların gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı, değerli arkadaşlar, sadece 0,8’di, bugün bu oran 1,7’dir. Sosyal harcamaların bütçe içerisindeki payı artmaktadır. 2002’de günlük harcaması 4,30 doların altındaki nüfusumuz yüzde 30’dur. AK PARTİ iktidarları devraldığında bu ülke yoksul bir ülkeydi. 2014’te bu oran, yani 4,30 doların altında günlük harcaması olan nüfusumuz yüzde 2,2’dir. Orta Vadeli Program hedefleri çerçevesinde bu oranı da sıfırlamayı hedeflemekteyiz. Gayrisafi yurt içi hasıladaki büyüme toplumun bütün katmanlarına yayılmış, büyümeden ve refahtan payını alan mutlak yoksulluk sorununu çözmüş bir Türkiye olacaktır.

Değerli arkadaşlar, zaman zaman tasarrufların düşük olması bir zayıflık olarak gösterilmekte ve eleştirilmektedir. Doğrudur, tasarruflarımız düşmüştür. Ancak, 2000’lerde çalışanlarımız, yoksullar kendi evinde oturmanın dahi hayalini kuramazken, bugün, 2014 yılı sonunda kendi evinde oturma oranı yüzde 67’lere ulaşmıştır. Ki bu, TOKİ imkânları ve sağlanan kredilerle insanlarımızın kendi evlerinde oturma oranını yükselttik ve tasarrufların nerelere kanalize olduğunu göstermesi açısından da önemlidir.

Ayrıca, hanehalkı borçlanmasının gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki payına da bakmak gerekir. Pek çok Avrupa Birliği üyesi ülke yüzde 100’ler seviyesindedir gayrisafi hasıla bakımından. Türkiye’deki hane halkı borçlanmasının gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki payı sadece yüzde 20’dir. Bu bakımdan, dünyayla kıyasladığımızda da iyi bir noktadayız.

Bütün dünyada küresel mali krizin etkileri devam ederken, ücretler ve emekli maaşları dondurulup kesintiye gidilirken, son yedi yılda 5,7 milyon kişiye istihdam yaratan, gelir dağılımını düzelten, orta sınıfı genişleyen bir Türkiye vardır.

Değerli arkadaşlar, 2015’e giderken pek çok ülkenin küresel mali kriz nedeniyle darmadağın olduğu bir dünyada kamu borç yükü azalan, yatırımların millî gelire oranı giderek artan, uluslararası rekabet gücü artan, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını artıran, ihracat pazarını çeşitlendiren, insan merkezli ekonomi politikasını benimsemiş, 2002-2014 yılları arasında yüzde 4,9’la dünyada büyümede 4’üncü olmayı başarmış ve dünya hasılasından aldığı payı artıran ve en önemlisi de her türlü kriz çabalarına rağmen, kamu düzenini bozma girişimlerine rağmen, milletimizin huzurunu ve güvenliğini koruma konusundaki hassasiyeti, duyarlılığı ve kararlılığı nedeniyle bugün nüfusun yüzde 91’inin kendisini mutlu hissettiği bir Türkiye var.

BAŞKAN – Sayın Bağcı, bir dakika ek süre veriyorum, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

CAHİT BAĞCI (Devamla) – Tamamlıyorum Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün “Emekliye zam yapmayacaksınız.” diyen IMF’nin direktifleriyle yönetilen, Dünya Bankasından, sosyal yardımlar ve şartlı nakit transferi uygulaması için borç alan, kredi ile sosyal devlet uygulamaya çalışan bir Türkiye vardı. Bugün IMF’ye borç veren, on iki yıldır Recep Tayyip Erdoğan Başbakanlığındaki AK PARTİ hükûmetleri döneminde sağlanan istikrar, güven, huzur ve barış ortamı sayesinde dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi olmayı başarmış, Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu liderliğinde 2023’te ilk 10’da olmayı hedefleyen, buna göre yol haritası ortaya koyan, 1 Aralık 2014 tarihinden itibaren G20’ye dönem başkanlığı yapan güçlü bir Türkiye var.

Biz ülkemizle gurur duyuyoruz, sizler de gurur duyunuz. Değerli arkadaşlar, 2015 yılı bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini diliyorum, sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bağcı.

Şimdi Hükûmet adına Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu.

Buyurun Sayın Başbakan. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)

Sayın Başbakan, süreniz bir saat.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Konya) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, siyasi partilerimizin saygıdeğer genel başkanları, değerli milletvekillerimiz; sizleri ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

2015 yılı merkezî yönetim bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını Cenab-ı Allah’tan diliyorum.

Görüşmeler esnasında ve bugün öneri ve uyarılarıyla 2015 bütçemizin oluşumuna katkıda bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerine, Maliye Bakanımıza ve uzmanlarımıza, AK PARTİ ve muhalefet partilerimizin bütün milletvekillerine teşekkürü bir borç biliyorum.

Ayrıca, bugün Dünya İnsan Hakları Günü, bugün vesilesiyle dünyada insan haklarından mahrum olan bütün mazlumlara da buradan dayanışmamızı bir kez daha teyiden vurgulamak istiyorum. İnsanoğlunu korumak ve eşrefi mahlûkatın hak ettiği insanlık onurunu savunmak üzere dünyanın her tarafında vermekte olduğumuz mücadeleyi şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da devam ettireceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Aslında, tarihin çok hızlı aktığı bir süreçten geçiyoruz. Bu hızlı tarihî akışı doğru yorumlamak ve her yıl bütçe görüşmelerini aslında tarih akışı içindeki yerine doğru oturtmak durumundayız. Bu çerçevede, Sayın Kılıçdaroğlu konuşmaya başlarken “Strateji yok, ufuk yok, vizyon yok.” dedi. Onun için stratejimiz nedir, ufkumuz nedir, vizyonumuz nedir bunu anlatmaya çalışacağım. Keşke kendisi bize bir strateji ve vizyon çizebilseydi, biz de istifade etseydik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Onun yerine eksik rakamlarla ki kendisinin de sayısını unuttuğu sorularına tek tek cevap vereceğim, arkadaşlarım cevap verdi ben de vereceğim ama öylesine bir polemik içine, tartışma içine girmeden önce bütün Meclisimizi yüce milletimizin huzurunda soğukkanlı bir şekilde bir yüzyıl muhasebesi yapmaya davet ediyorum.

Sayın Bahçeli bir yüzyıl muhasebesi yaptı gidip gelerek ama çok karamsar bir tablo çizdi. Vizyondan çok çözülme ve imparatorluğun çözülme süreçlerine atıfta bulunarak karanlık bir tabloyla bizi baş başa bıraktı. Bense size aydınlık bir tablo çizmek istiyorum. İmparatorluğumuzun çözülmesiyle değil cumhuriyetimizin kurulmasıyla başlayan aydınlık bir tablo çizeceğim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yüz yıl önce -bu bütçeler, hayat hiçbir zaman tarihte boşluk içinde gelişmiyor- dünya insanlık tarihinin iki küresel olayıyla karşı karşıya kaldık. Birisi, siyasi, askerî alandaydı. O vakte kadar savaşlar sınırlı alanlarda kalıyordu, belli ülkeleri ilgilendiriyordu. İlk defa Birinci Dünya Savaşı’yla savaşın etkisinde kalmamış hiçbir ülkenin olmadığı, hiçbir milletin olmadığı bir süreç 20’nci yüzyılda yaşandı. Yine, ilk defa küresel anlamda büyük bir kriz 1929’da yaşandı, bütün küresel ekonomiyi ilgilendiren.

Şimdi, biz 19’uncu yüzyıldan 20’nci yüzyıla geçerken bir büyük devlet geleneğine, birbiriyle kenetlenmiş bir millete sahiptik ve üç kıtada bu milletin her bir ferdi Trablusgarp’tan Balkanlar’a, Balkanlar’dan Yemen’e, Galiçya’ya, Sarıkamış’a kadar bir medeniyeti, kadim bir medeniyeti savunmak için omuz omuza vermişlerdi ve omuz omuza verirken sağındakine, solundakine “Hangi millettensin, hangi mezheptensin, hangi etnik gruptansın, hangi bölgedensin?” demeden omuz omuza vermişlerdi çünkü kadim bir medeniyeti savunma bilinciyle hareket ediyorlardı. Ne oldu? Devletimizi -ki her vesileyle vurguluyorum, Türkiye Cumhuriyeti devleti nevzuhur bir devlet değildir; Türkiye Cumhuriyeti devleti, Selçuklu, Osmanlı, cumhuriyet çizgisi içinde, daha da öncesine giden çok köklü bir medeniyetin son halkasıdır ve bu medeniyet değerlerini savunmak her bir siyasetçi için bir onur vesilesidir- ne oldu da biz bu kadim medeniyetin son devletini kaybettik? Üç vurguda bulunacağım:

Bir: Maalesef, bu aidiyet bilincini kıran yanlış uygulamalarla millet fertleri arasında ihtilaflar ortaya çıktı.

İki: Halâskâran-ı zabitan gibi devletin kurumsal işleyişinde kendi içinde vesayet odakları oluşturan iç yapılar doğdu.

Üç: Düyun-ı Umumiye’yle ekonomi başkalarının idaresine verildi.

Ve “Dördüncü de burada ekliymiş.” dedim, dördüncüyü de ekleyeyim: Komşu halklar ve dünya siyaseti üzerindeki etkisi gittikçe zayıflatıldı.

Şimdi gelin bir muhasebe yapalım: Yüz yıl sonrasına gidelim yani 2001’e. 19’uncu yüzyıldan 20’nci yüzyıla giderken bu dört gerekçeyle sarsılan devletimizin, 2001’de, AK PARTİ iktidarı öncesindeki durumuna bakalım. Aidiyet bilinci zayıflamıştı. Devlet-millet-aidiyet bağı neredeyse çökmüştü. Başörtülü kızlar kapıda bekliyordu, tahkir ediliyorlardı, aşağılanıyorlardı. Bir istiklal harbini Kahramanmaraş’ta başlatan o gerekçe tahkir ediliyordu. Kürt vatandaşlarımız -dillerini konuşmak için- hapishaneye gittiklerinde anneleriyle konuşurken ana dilini kullanamıyordu. Alevi vatandaşlarımızın haklarından ise bahsetmek bile mümkün değil, ilk defa bizim çalıştaylarla gündeme geldi. (CHP sıralarından gürültüler)

Dinleyin, bakın, Sayın Kılıçdaroğlu, sizin ikazınız üzerine ben grubuma bir mesaj gönderdim, bütün grup sonuna kadar dinledi, lütfen grubunuza sahip çıkın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Daha gelmedi, çünkü söyleyecek çok sözümüz var, şimdiden hiddetlenirseniz olmaz, daha çok söyleyecek sözümüz var.

MUSA ÇAM (İzmir) – Siz de üslubunuza dikkat edin.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Biz dinledik, biz dinledik.

MUSA ÇAM (İzmir) – Siz de üslubunuza dikkat edin.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Biz dinledik, siz de dinleyin.

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlarım, bakın, yapmayın, yapmayın, saygıyla birbirimizi dinleyelim, o zaman anlaşmak daha kolay olur.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Millet, devlet aidiyeti 28 Şubat uygulamalarıyla tarumar edilmişti, vesayet açık bir şekilde ortadaydı. Başbakanlar belli görevlerinden bahsederken sembolik dil kullanmak zorundaydılar, demokrasi bu hâldeydi. Düyun-ı Umumiye benzeri, 2001 krizinden sonra Düyun-ı Umumiye memurunun yerine IMF memuru gelir, karşısında bakanlar ceket iliklemek zorunda kalırdı. İş dünyası başbakanın ne dediğine bakmaz, IMF memuru, gelen memur ne der, ona bakardı. Ben bunun ızdırabını çok iyi bilirim. İstanbul Lisesi eski Düyun-ı Umumiye binasıydı. Orada her Düyun-ı Umumiye kasasını gördüğümde “Allah bir daha bu millete, bu devlete bu zilleti yaşatmasın.” diye lise çağlarında dua ederdim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama, 2001’de öyle bir ekonomimiz vardı ki bir gecede yüzde 5 binlere, 6 binlere varan faizler ve reçetelerin dışarıdan beklendiği, bakanların ithal olarak geldiği, millî iradenin ekonomi üzerindeki hâkimiyetinin tümüyle kalktığı bir dönem yaşandı ve bunun uluslararası, ulusal boyutları da söz konusu oldu.

Bakınız, aynen yüz yıl önceki gibi, şimdi de, 21’inci yüzyıl biz iki büyük küresel ölçekli krizle girdik. Bir, 11 Eylülle birlikte Irak, Afganistan müdahaleleri ve 2008 küresel krizi, aynen 1929 gibi ve bu dönemlerde AK PARTİ iktidarı öylesine bir siyasi basiret ve liderlik gösterdi ki 1990’lı yıllarda genişleyen dünya ekonomisi karşısında daralan Türk ekonomisinin yerini küresel krize rağmen büyüyen Türk ekonomisi aldı, bunun üzerinde de duracağız.

4 ilkeyi öne çıkarıyoruz tekrar ve bunu gerçekleştireceğiz.

1) Millet-devlet birliğini, beraberliğini, aidiyet bilincini güçlendireceğiz; güçlendirdik, güçlendireceğiz.

2) Siyaset üzerindeki bütün vesayet odaklarını, ister darbe geleneğinden gelen isterse postmodern ya da başka adlarla, paralel yapılarla gelen bütün vesayet odaklarını kaldırdık, kaldırmaya kararlıyız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bir daha gücünü milletten alan ve bu Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen millî iradenin yerine kimse başka bir güç ikame edemeyecek, AK PARTİ farkı bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ve ekonomimizi -ki burada sadece Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak değil, G20 Dönem Başkanı olarak konuşuyorum- dünya ekonomisiyle yarışır hâle getireceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Kılıçdaroğlu “Eskiden de G20 ülkeleri arasındaydık.” diyor. Biz iktidara geldiğimizde 26’ncıydı Türkiye.

Şimdi, bakınız, peki, millî aidiyeti nasıl güçlendireceğiz? Bu ağır sorumluluğu Allah, tarih ve millet huzurunda aldığımda, bir taraftan Başbakanlık görevini ifa etmek için Ankara’da bütün memleketin meseleleriyle iştigal ederken, diğer taraftan AK PARTİ Genel Başkanı olarak partimizin kongrelerine giderken bir şeyi ihmal etmedim. Özellikle Sayın Bahçeli’nin bunu çok iyi idrak ettiğini düşünüyorum ve takdir edeceğini de ümit ediyorum. Görevi aldığımdan sonra, bu toprakları vatan yapan bütün ecdadın ve manevi önderlerin huzuruna gittim. Önce Hacı Bayram Veli, Ankara; sonra Şeyh Edebali -Söğüt Şenlikleri’nde birlikteydik-; Ebu Eyyûb El-ensarî, İstanbul; Hazreti Mevlâna, Konya; Hacı Bektaş Veli, Nevşehir; Seyyid Burhaneddin Veli, Kayseri; Ahi Evran, Kırşehir; Baba Mansur, Tunceli; Herekani Hazretleri, Kars; Feqiyê Teyran, Van, hepsine. Bunu niye yaptım biliyor musunuz?. Şunu göstermek için: Bu topraklarda yüz sene önceki devletimizi savunmak üzere Çanakkale Savaşı’nda yan yana duran, Yemen’de birlikte ölen, şehit olan, Bakü’yü birlikte kurtaran o ecdadın torunları arasına Kürt, Türk, Alevi, Sünni gibi bir ayrımı sokmadık, sokulmasına da izin vermeyeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bizim için çözüm süreci çözülme süreci falan değil, aksine, milletin bütün fertlerinin kaynaşma sürecidir ve bizim için Feqiyê Teyran’ın güzel Kürtçesiyle Yunus Emre’nin güzel Türkçesi arasında bir fark yoktur.

Onun için, bir taraftan bize bu vatanı emanet eden o manevi öncüleri ziyaret ettim ama iki hafta içinde de sembolik olarak bir şeyi daha yaptım: İstiklal Harbi’mizin bütün önemli mekânlarını… Samsun’a gittim “meşale şehir” diyerek, Erzurum Kongresi’nin yapıldığı Erzurum’da kongrelerimizi başlattık, il kongrelerimizi. Amasya’ya gittik Amasya Tamimi’ni okumak üzere ve Balıkesir’de ilk Kuvayımilliye ışığının yandığı Alaca Mescit’in orada, Kuvayımilliye Meydanı’nda da konuştuk.

Şunu söylemeye çalıştık bir gün Erzurum’da, bir gün Balıkesir’de: Erzurum’da Erzurum Kongresi’ne katılan Dersimli Abbas Necati’nin dünyası neyse, Balıkesir’de Kuvayımilliye’yi başlatan, 15 Eylülden iki gün sonra 17 Eylülde Kuvayımilliye’yi başlatan Vehbi Efendi’nin dünyası aynıdır. Doğuyla batının, kuzeyle güneyin ayrılmasına izin vermedik, ayrılmasına hiçbir zaman izin vermeyeceğiz.

Onun için, mücadelemiz, yeniden Kuvayımilliye mücadelesidir; mücadelemiz, bütün bir milleti tekrar bir aşk, sevda ile yeni bir tarihî yolculuğa çıkarma mücadelesidir.

Şimdi bakınız, buradan bütün muhalefet liderlerimize ve muhalefet partilerimize çağrıda bulunuyorum: Hepimiz mahallerimizden çıkalım –bütün millete- kimse kendi mahallesinin sığınağında rahat bir dünyada yaşamasın, çıksın mahallesinden, köyünden, kasabasından ve başka mahallelere girsin. Sünni vatandaşlarıma sesleniyorum: Alevi kardeşlerinizle kucaklaşın. “Hakk, Muhammed, Ali” diyenlerle Hazreti Muhammed’in yolunda olduğunu her fırsatta zikredenler arasına kimse giremez.

Türk ve Kürt kardeşlerime sesleniyorum; Zaza kardeşlerime, Arnavut, Boşnak, hepsine sesleniyorum: İstiklal Harbi’nde nasıl bir aradaysak, nasıl Balıkesir’de Kuvayımilliye aşkı yanarken, Van’da 120 genç -ondan üç dört…- Sarıkamış’a 14-15 yaşlarında cephane taşırken şehit olmuşsa Van ile Balıkesir’i, Kars ile Kırklareli’ni kimse ayıramaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama bu yetmez. Ben katılıyorum Sayın Bahçeli’ye, hamasi nutuklarla bu olmaz, alana ineceğiz. Bakın, ben indim, inmeye devam edeceğim, kongrelerimize… Ve seçim için talimat verdim.

ALİ UZUNRIMAK (Aydın) – Biz elli yıldır alandayız, elli yıldır.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu süreç içinde gitmediğimiz vilayetimiz, al bayrağı ve AK PARTİ bayrağını dalgalandırmadığımız yurdun hiçbir köşesi kalmayacak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü, AK PARTİ 81 ilin 71’inde 1’inci parti, 81 ilin 78’inden milletvekili çıkarmışız. AK PARTİ demek milletin ta kendisi demek. Onun için, biz çözüm demişsek hamaset falan yapmayız, gider etnik ve mezhebi arka planına bakmadan herkesin, Anadolu’da ve Trakya’da terinin kokusunu yanağımızda hissederiz. Evet, gerekirse yaşına hürmeten herkesin de elini öperiz ama kimseye elimizi öptürmeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Peki, Cumhuriyet Halk Partisi 33 ilden, Milliyetçi Hareket Partisi ise 47 ilden hiç milletvekili çıkaramamış. Şimdi, alın haritayı, ne olur, bu bize lazım. Bir iktidar partisi olarak bundan memnun olmam lazım ama memnun değilim. Bize her yerde konuşan muhalefet lazım ki muhalefette de bir birlik, beraberlik olabilsin, milletin buna ihtiyacı var. CHP 16 şehirde, MHP ise 23 şehirde yüzde 10 barajının altında kalmış. Güneydoğu Anadolu’da yüzde 5’in altındasınız, Doğu Anadolu’da yüzde 7’nin altındasınız, CHP için söylüyorum. MHP için de, Güneydoğu Anadolu’da yüzde 5’in altındasınız. Nasıl temsil bu?

Şimdi, bakınız, o zaman çözüm sürecinden bizim anladığımız şudur: Bu toprakların her rengi, her dili, her dağı, her şehri, her karesi bizim için kutsaldır ve orada yaşayanların kültürü, dili, kendi ananesi neyse onlar da aynı şekilde kutsaldır. Süphan Dağı’nı Uludağ’dan, Ilgaz’ı Nemrut Dağı’ndan ayırmak nasıl mümkün değilse farklı lehçeler, diller konuşuyor diye bu milleti birbirinden ayırmak mümkün değildir, olmayacaktır.

Tabii, HDP’ye de aynı çağrıda bulunuyorum: Artık Türkiyeli olun. Türkiyeli partisi olmak bir meziyettir. Her yerde konuşalım; bir mahallede, bir bölgede değil, öncelikli çağrım bu. Aidiyet bilincini güçlendiriyoruz, güçlendireceğiz ve AK PARTİ kadrosu buradayken, AK PARTİ tabelaları yurdun her yerindeyken bu milleti bölmeye de, bu millet arasına fitne sokmaya da kimsenin gücü yetmeyecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, ikincisi, demokrasinin güçlendirilmesi. Hepimizin demokrasiye sahip çıkması lazım, hepimizin “Demokrasi söz konusu olduğunda başka her şey teferruat.” demesi lazım. Demokrasiye, millî iradeye, ister şu cihetten ister bu cihetten, herhangi bir müdahale söz konusu olduğunda hepimizin gür bir sesle ayağa kalkması lazım. Evet, biz kalktık. Partilerin kapatılmasını biz neredeyse imkânsız hâle getirdik ama yeterli desteği bu Meclisten göremedik, tamamıyla imkânsız hâle gelecekti. Daha birçok gelişmede, Dünya İnsan Hakları Günü’nde iftiharla söylüyorum, on iki yıl içindeki demokratik reformlarımızı saysak herhâlde bir başka kitapçık daha dağıtmamız gerekir. Vaktimizin darlığı sebebiyle girmeyeceğim ama on iki yıl önce olağanüstü hâlde yaşıyordu bu memleket. Köyler boşalmıştı, mezralar, yaylalar sessiz kalmıştı. Şimdi, olağanüstü hâli de kaldırdığımız gibi, demokratikleşme adımlarını attık, atmaya devam edeceğiz çünkü ekonominin temeli siyasi istikrardır, siyasi istikrar da demokrasiyle gelir.

Yurt dışında bir konferansta, Dışişleri Bakanlığım döneminde, “Türkiye’nin bu ekonomik başarısını neye borçlusunuz?” diye bir soru sordular, şunu söyledim: “Biz bu arada büyük doğal gaz kaynakları bulmadık –İngiltere’de bir toplantıda- petrol kaynaklarımız da yok. Kimse bize Avrupa’daki krizde olduğu gibi milyarlarca, yüz milyarlarca euro para da vermedi. Biz bir sömürgeci devlet olmadığımız için elimizde birikmiş sermaye de yoktu ama neyi keşfettik biliyor musunuz? İşte aramızdaki fark bu, insan odaklı siyaset anlayışı bu. Biz insanımızdaki cevheri harekete geçirdik, insanımızdaki cevheri. Hiçbir cevher insan cevherinden daha kıymetli değildir.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve bu harekete geçiş sebebiyle, bakınız, sizler reddedebilirsiniz Sayın Kılıçdaroğlu ama binalar ortada, yapılanlar, her şey ortada.

Bakınız, sadece zikredeceğim, zaten gittiğiniz her ilde görürsünüz: Son on iki yıl içinde 100 yeni üniversite açtık, 76 idi 176 oldu; ilk ve ortaöğretimde 234 bin derslik yapıldı; 73 şehrimizi doğal gaza kavuşturduk, yakında doğal gazın ulaşmadığı şehir kalmayacak; 757 yeni hastane inşa ettik; 1.737 birinci basamak sağlık tesisi inşa ettik; 276 barajın yapımını tamamladık; 1.330 spor tesisi yaptık; 182 gençlik merkezi açtık; 632.630 konut yaptık; 189 adalet sarayı yaptık; 17.591 kilometre bölünmüş yol yaptık; bütün dünyanın takdirle izlediği Marmaray’ı hizmete açtık, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağladık; bunları hep biz yaptık ve milletin helal kazançlarıyla yaptık. ATAK helikopterini yaptık; Rasat ve Göktürk uydularını uzaya gönderdik; ilk defa millî savunma sanayisini bu derece güçlü hâle getirdik, bağımsızlığımızın birinci şartı savunma sanayimizin güçlenmesidir. Türk Silahlı Kuvvetleri bundan sonra -sizin dönemlerde olduğu gibi diyeyim- tank modernizasyonu için bizden çok daha gerideki ülkelere müracaat etmek zorunda kalmayacak; Altay tankını da yapıyoruz, uçağımızı da yapıyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 90 tane organize sanayi bölgesi yaptık, 700 bin istihdam sağladık buralarda. Ayrıca istihdama geleceğim çünkü zikredildi. Havalimanlarımızı 26’dan 53’e çıkardık ve Türkiye’nin her yerine siz de herhâlde uçabiliyorsunuz havalimanlarından. Kredi Yurtlar Kurumunun yurt sayısını 190’dan 438’e çıkardık. Kredi verilen öğrenci sayısını 451 binden 881 bine çıkardık. Ayrıca, 364 bin öğrencimize burs veriyoruz. TİKA’nın faaliyet sahasını 38’e çıkardık, dünyanın en önemli insani kuruluşlarından biri hâline getirdik. 30 ülkede 38 Yunus Emre Kültür Merkezi açtık. 3 milyar 307 milyon dolar resmî kalkınma yardımıyla şu anda gayrisafi millî hasılasına göre dünyada -İnsan Hakları Günü’nde söylüyorum- en fazla insani yardım yapan ülke Türkiye’dir. İşte Türkiye Cumhuriyeti devleti böyle şefkatli ve kuvvetli bir devlettir bizim dönemimizde. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IMF defterini kapattık. Oraya geleceğim makroekonomik dengede. Şimdi, IMF’nin işlerine, icra direktörü olarak Türkiye’deki başarıları dolayısıyla bizim Hazine Müsteşarımız bakıyor. Dünyada en çok turist alan 6’ncı ülke konumuna geldik. Sosyal hizmetlere 1 milyar 376 milyon lira ayrılırken, yeni bütçemizde 26 milyar 561 milyon ayırdık. Sadece engellilerimize 10 milyar -eski rakamla 10 katrilyon- sosyal yardım ayırdık. Engellilerimizin aileleri her gittikleri yerde bize teşekkür ederler çünkü aileler tatil yapmak istediklerinde bakıcı gönderiyoruz bütün masrafı devletten karşılanmak üzere çünkü onlar bizim başımızın tacıdır, memleketimizin bereketidir. Engelli ya da herhangi bir vatandaşımız darda ise bize Ankara’da uyumak haramdır. KÖYDES Projesi’yle 9 milyar kaynakla köylerimize gittik. Tarımla ilgili söylediklerinize tek tek geleceğim. Tarımsal millî geliri 36 milyar liradan 116 milyar liraya çıkardık. 759 enerji santrali yaptık. On bir yılda, evet, 3 milyar 250 milyon fidan diktik. Tabii, buradan Yalova’da kesilen asırlık çınarları eksi olarak çıkarmak gerekecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (Sinop) – Yırca’dakileri de çıkar.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ayrıca, teşekkür ederim, bilseydim bir gün daha beklerdim ama inşallah benim çağrıma kulak vererek yapmamışsınızdır o açıklamayı ama oradaki hassas şey şu: Yalova Belediye Başkanı “Genel Başkanın haberi vardı.” diyor, siz “Yoktu.” diyorsunuz, üzüldüğünüzü söylüyorsunuz. Tabii, benim Başbakanlığımı tartışmaya açıyorsunuz ama belediye başkanınızla biraz daha iyi koordinasyonunuz olursa, tavsiye ederim, faydalıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Kaçak saray için kesilenler…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Gelecek, hepsine cevap vereceğim, merak etmeyin.

Bakın, 3 milyar 250 milyon, sayıyı biliyorsunuz. İnşallah, yakında her bir birey için bir ağaç dikmiş olacağız. 7 milyar ağaç dikeceğiz bu ülkeye, yemyeşil kılacağız her yeri. Çevre duyarlılığımız da bu.

Makroekonomik göstergelere gelince -biraz hızlanmak zorundayım, cevap verilecek hususlar var- Türkiye ekonomisini 230 milyar dolarlık bir ekonomiden 822 milyar dolarlık bir ekonomi hâline getirdik. Ekonomimizi 3,5 kat büyüttük. Şimdi, bu büyüme, bu rakam, matematiksel olarak bir rakam yani hayalden söylenmiyor. Matematiği bilen aradaki farkı görür.

Şimdi, elli altı yılı ”Kırk üç yıl” dediniz 1946’dan bugüne, onu mazur görelim matematik hesaplama hatası olarak ama bu rakamları ne yapacaksınız, nasıl izah edeceksiniz? Yani 230 milyardan 822 milyara. Ve ayrıca öyle bir kurnazlık yapıyor ki Sayın Kılıçdaroğlu, diyor ki: “2009’da gayrisafi millî hasıla şuydu, şimdi -10.500- yükselmedi.” Peki, 2009’da kim iktidardaydı, oraya kim getirdi? Bizi bizimle karşılaştırıyor, başka karşılaştıracak bir şey yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Peki, aynı dönemde küresel ekonomik kriz yaşandı ve Türkiye'de 2009’dan bu yana 100 olan millî gelir nispet olarak 120’ye çıktı, aynı dönemde Avrupa’da 100’den 98’e geriledi, negatif büyüme var. Bazı ülkelerde –ismini zikretmeyeyim, hepsi komşu ülkelerimiz, hiçbirini rencide etmek istemem- bu rakamlar 70’e filan geriledi. Küresel krizin olduğu bir dönemde biz ekonomiyi büyütmeye devam ediyoruz ve her sene büyüyor ama tabii, bizimle bizi karşılaştırdığı için bunu idrak etmek mümkün olmuyor.

Şimdi, 2002 yılında 28 milyar döviz rezervimiz vardı, 133 milyara çıktı. Bakın şimdi, bu çarpıcıdır. Sayın Kılıçdaroğlu’nun çok ilginç bir demeci var –sürekli tekrar ediyor bugünlerde, milletimiz de dinliyor- diyor ki: “Bana bir dört yıl verin, sonrasını istemiyorum.” Şimdi, neden söylüyor biliyor musunuz? Bu rakamları biliyor, yani hazinemizin dolu, rezervimizin bol olduğunu biliyor, gelecek, dört yıl harcayacak -neyi harcayacak biraz sonra geleceğim- sonra gidecek, yok öyle ucuza mal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakın şimdi, 1991’de SSK Genel Müdürlüğüne geldiniz, SSK kâr yapıyordu o zaman. O zamanın parasıyla 128 bin lira, az da olsa kâr görünüyordu, dört yıl sonra 1995’te 81 trilyon 335 milyon zarar yaptı SSK. Keşke dört yıl kalsaydınız, sekiz yıl kalmışsınız, 1 katrilyon 111 trilyon zarar yaptı SSK. Allah milletimizi korusun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, bakın… (CHP sıralarından gürültüler)

MÜSLİM SARI (İstanbul) – Şimdi kaç şimdi?

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Dinleyin, niye? Ben sinirlenmedim, orada güzelce dinledim, not aldım.

MÜSLİM SARI (İstanbul) – Şimdi ne kadar?

ENGİN ALTAY (Sinop) – Şimdiyi söyle.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ne güzel, dinleyin, daha çok ders alacaksınız, dinleyin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Evet, şimdi…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Şimdi?

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …OECD…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Şimdi, SGK…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Sonra cevabı verirsiniz siz.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Şimdi?

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bakınız, OECD ülkeleri içinde gelir dağılımını en hızlı düzelten ülke biziz. Devraldığımızda -yoksulluk sınırı 4,2 dolardır günde; bir de 2 dolar, bir de 1 dolar dilimi var- Türkiye’de yüzde 30 4,2’nin altında yaşıyordu, günde 4,2 doların altında yüzde 30 yaşıyordu. Şu anda kaç kişi yaşıyor biliyor musunuz? Sadece 2,7. Hepsi, o yoksulluk sınırın üstüne, orta gelir grubuna çıktılar ve orta sınıfın en güçlendiği ülkelerden biriyiz. OECD rakamlarına göre de gelir dağılımını Singapur’dan… Gelir dağılımını en hızlı düzelten ülkeyiz.

Şimdi, istihdam konusu, tabii, yine o da sorular arasında geldi ve gerçekten üzüntü duyduğum bir husus, aslında sonda söyleyecektim, vizyonumuzu tamamladıktan sonra ama… Neyse onu sonra söyleyeyim, sizin özel şeyinizi de bozmayayım.

Yoksulluğu azalttık, günlük 2,15 doların altında kimse kalmadı. 2002 yılında sadece 36 milyar dolar olan ihracatımızı 2013 yılında 4 katına çıkartarak 151,8 milyar dolara çıkardık. Bu senenin ilk on ayında ihracatımızı yüzde 5,6 oranında artırdık, ithalatımızı yüzde 3,9 azalttık, dış ticaret açığımız yüzde 18,2 düştü. Ekim sonu itibarıyla, on iki aylık ihracatımız 158,8 milyar dolar.

Bütçe rakamlarına bakalım: Merkezi yönetim bütçe açığının millî gelire oranı 2002’de yüzde 11’di, şimdi yüzde 1 seviyesine düştü. 2013 yılı sonu itibarıyla, 28 AB üyesi ülkeyle kıyaslandığında genel devlet bütçesi dengesi en iyi durumdaki 4’üncü ülke konumundayız. 2002 yılında her 100 liralık verginin, değerli milletvekilleri, 86 lirası faiz ödemelerine gidiyordu; bugün, sadece 15 lirası gidiyor, gelecek sene bunu 13 liraya kadar düşüreceğiz. 2002 yılında toplam bütçe harcamalarının yüzde 43,2’sini faiz ödemeleri oluşturuyordu, bugün faizin bütçedeki payını yüzde 12’ye düşürdük. 2002 yılında yüzde 74’e ulaşan kamu borcunun millî gelire oranını yüzde 33’lere kadar gerilettik. 25 Avrupa Birliği üyesi ülkeden bu anlamda daha iyi durumdayız, Avrupa standartlarının çok üzerindeyiz. 2002 yılında ülkemizde sadece 1,1 milyar dolar olan doğrudan yabancı yatırım 2013 yılında 12,9 milyar dolara yükseldi. 1984-2002 döneminde ülkemize gelen doğrudan yabancı yatırım 14,6 milyar dolar olurken 2003 yılından bugüne toplam 145 milyar oldu.

Şimdi, deminki o büyük inşa faaliyetleri ve bunları, bütün bu makroekonomik göstergeleri yan yana dizdiğimizde, yüz yılın muhasebesini yaptığımızda, artık, Düyun-ı Umumiye benzeri, IMF’ye borçlu bir ülke yok. Kendi kendine kalkınabilen, dış yardım almadan, IMF’ye el açmadan kalkınabilen bir ülke var.

Bugün AK PARTİ’nin 13’üncü bütçesini sunuyorum ben. Bu vesileyle, biraz önce saygı sınırlarını aşarak Cumhurbaşkanımıza sarf edilen sözleri de burada şiddetle kınayarak, Sayın Cumhurbaşkanımıza, geçmiş 12 bütçeyi sunan ve on iki yıl bu millete hizmet etmiş, bu başarılara imza atmış Cumhurbaşkanımıza buradan huzurunuzda selamlarımı ve saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Eğer bugün başı dik, onurlu bir ülke varsa, dünyada en fazla temsil edilen 7’nci ülke isek itibar budur, itibar budur.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Yolsuzlukta?

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Geleceğim ona. Eğer yolsuzluk sizin dönemdeki gibi olsaydı biz bu başarıları sağlayamazdık. 2001’i unutmayın, kimlerin Yüce Divanda yargılandığını unutmayın. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; MHP sıralarından gürültüler) Unutmayın, unutmayın, yok.

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Müdahale ederseniz müdahale görürsünüz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – 4 tane bakanı niye aldınız, 4 tane bakanı?

BAŞKAN – Lütfen dinleyelim, cevap vermek gerekiyorsa söz veririz. Lütfen…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Biz öyle sataşmalardan falan çekinip susacak değiliz. Bu ülkeye kimse borç vermedi. Biz maden de bulmadık. (MHP sıralarından gürültüler)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – 4 tane bakanınız yolsuzluktan yargılanıyor.

BAŞKAN – Lütfen Sayın Türkkan, Sayın Uzunırmak… Lütfen…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Tasarrufla, yolsuzlukları engelleyerek bu ülkeyi bu hâle getirdik. Şimdi… (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen… Böyle bir usul yok.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Böyle söz de yok.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Sayın Bahçeli, size saygım sonsuz. Lütfen arkadaşlarınıza söyleyin.

BAŞKAN – Cevap vermek gerekiyorsa verirsiniz. Yapmayın lütfen. Bakın, şu ana kadar iyi götürdük. Şunun şurasında fazla bir şey kalmadı. Biraz daha sabırlı olalım lütfen.

Buyurun Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi, 2015 bütçemizin büyüklüğü 473 milyar Türk lirası. Bu büyüklük -dikkat ediniz- 119 milyar Türk lirasıydı 2002’de. Sadece -sağlık ve eğitimdekini zikrediyorum- eğitime ayırdığımız 87,5 milyar, sağlığa ayırdığımız 80,9 milyar. İkisini topladığınızda 168 milyar, iki kaleme 168 milyar ayırıyoruz şimdi. 2002’de bütün bütçe 119 milyardı. Nereden geldi bu para? İşte hortumları kestiğimiz için, yolsuzlukları durduğumuz için. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sadece eğitime…

MUSA ÇAM (İzmir) – Hortumları kendinize…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi yolsuzluklara geleceğim. Size de söyleyecek sözüm var. Bekleyin, biraz sabredin canım, aceleye gerek yok.

Şimdi, sadece eğitime -eğitim dediği için Sayın Kılıçdaroğlu- ve sağlığa ayırdığımız bütçe 2002’deki toplam bütçeden 60 milyar daha fazla. İşte aradaki fark bu.

Peki, 62’nci Hükûmet olarak ilk bütçemizi sunuyoruz. Görevi alır almaz hemen Hükûmet Programı’mızı bu kürsüden okuduk. Bazı beklentiler muhtemelen şuydu: Hükûmet, yeni Hükûmet, 62’nci Hükûmet geride kalan sekiz dokuz ayı kapsayan -seçime kadar- bir program yapar, geçici bir program sunar. Hayır, arkadaşlarıma talimat verdim. Değil sekiz aylık; dört yıllık, dokuz yıllık, 2023’e kadarki programın ana çerçevesini çizeceğiz. İkinci atılım hamlesini ve yeni Türkiye’nin yükselişinin programını yapacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve bunu yaptık, beş temel esas üzerine yaptık: İleri demokrasi, insani kalkınma, yaşanabilir mekânlar ve çevre, güçlü ekonomi, öncü ülke. İşte 2023 vizyonumuz bu. Biz bu vizyonu gerçekleştirmek için çalışırken sizin hayalleriniz buna yetişemez Sayın Kılıçdaroğlu. Bizde strateji de var, ufuk da var, vizyon da var, sadece eleştirmek yok. Hemen Orta Vadeli Programı açıkladık, arkasından… Şimdi, tabii, ekonomiyi statik zannettikleri için şaşırıyorlar. “Niye on iki yıldır yapısal dönüşüm programları…” diyor. Dünya değişiyor, ekonomi dinamik, küresel krizden çıkmışız. G20 toplantısında herkes yapısal reform çabasından bahsediyordu, sadece iki ülke yapısal reform paketi açıklayabildi: Türkiye ve Meksika. Dünya ekonomilerinde şu anda, G20’de alınan kararda “Yüzde 2 kalkınmayı nasıl sağlayacağız?” diye tartışılıyor. Biz, normal hedef olan yüzde 2 kalkınmanın dünya ortalamasının 2-3 mislini gerçekleştiriyoruz bu şartlarda; bunu gerçekleştirmeye de devam edeceğiz. Yapısal, sektörel 25 alanda programı açıkladık, 9’unda detayları verdik, 1.300 eylem planı açıkladık ve inşallah bunları tek tek gerçekleştirdiğimizde de Türkiye’de reel sektörün canlanması, ihracatın ithalatı karşılama oranının en üst düzeye çıkması sağlanacak ve en önemlisi de AR-GE alanında çok ciddi atılımlar yapacağız.

Geçen hafta inovasyon toplantısında -ki “uygulamalı buluş” diye Türkçeleştirme teklifinde bulundum- inovasyon haftasında zikrettik. Biz iktidara geldiğimizde gayrisafi millî hasıladan AR-GE’ye ayrılan pay sadece yüzde 0,55’ti; şu anda 2 misline çıktı, yüzde 1. En kısa zamanda gelişmiş ülkelerdeki nispetlere, yüzde 3’e doğru çıkacağız, hedefimiz bu. Her yerde AR-GE çalışmalarını teşvik ediyoruz. Eğitim ve diğer alanlarda bu çalışmaları sürdürmeye kararlıyız.

Kısaca, millî, aidiyet bilincimiz güçlendiğinde, buna dayalı olarak millî irade tahkim edildiğinde, demokrasi sağlam zeminlere oturduğunda, ekonomi sağlam ayakları üstünde durduğunda -4’üncü önemli husus- dünyada da itibarlı bir ülke hâline gelirsiniz.

Yüz sene önce bizi komşu halklardan kopardılar, milletimizi parçaladılar. Biz dış politikamızı komşu halklarla bütünleşme üzerine kurduk.

Bakınız, bir ay içinde Bağdat’a gittim, Bağdat’a ve Erbil’e gittim. İnşallah Sayın Abadi buraya gelecek. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nde ortak kabine toplantısını tekrar başlatıyoruz, size kara haber. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yunanistan’daydık, Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Toplantısı yaptık. Sayın Putin Ankara’ya geldi, Üst Düzey İşbirliği Konseyi Toplantısı yaptık. Hani “Komşularla sıkıntı var.” deniyor ya, bakın, başladık, hepsiyle yapıyoruz.

Kiminle sıkıntımız var biliyor musunuz Sayın Kılıçdaroğlu? İşte, o gördüğünüz küçücük Suriyeli kızı buraya gönderen Beşar Esad’la sıkıntımız var ve olacak. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) O bahsettiğiniz küçücük kız var ya, eğer sizin sözünüzü dinleyip kapımızı onlara kapatsaydık şu anda yaşamıyor olacaktı, yaşamıyor olacaktı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Halep’in üzerine bombalar yağarken, Türkmenler Bayırbucak’ta katledilirken, Halep A’zâz’da, İdlip’te Kürtler, Türkmenler, Araplar katledilirken…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, Genel Kurula hitap etmesi gerekir iken kişileri hedef alıyor, genel başkanlara doğru laf söylüyor.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – E, Sayın Kılıçdaroğlu da dönüp dönüp böyle konuşuyordu. Öyle değil mi arkadaşlar? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Her taraf Genel Kurul.

Evet, buyurun Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi, bir dakika, siz oraya heyet gönderdiniz, Bayırbucak Türkmenleri katledilirken heyet gönderdiniz, elini sıktınız Beşar Esad’ın. İşte, biz onlarla problemliyiz. Bir daha ilan ediyorum: Nerede zalim varsa onunla problemliyiz, bu bize onurdur. Nerede mazlum varsa onunla kucak kucağayız, bu da bize onurdur. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Mısır konusu… Bizim Mısır halkıyla bir problemimiz yok. Kılıçdaroğlu Kahire’ye hiç gitmediği için… Bir giderseniz, bir taksiye binin, eminim Türk’sünüz diye para almaz sizden çünkü hepsi bizi bilir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Mısır’da biz…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Siz Mısır’a gidecek misiniz Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Mısır halkıyla hiçbir problemimiz yok. Mısır bizim aziz ve kadim dostumuzdur ama darbecilerle problemimiz var sizlerle problemimiz olduğu gibi, siz de darbecisiniz, sizlerle problemimiz olduğu gibi… (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri ve alkışlar; CHP sıralarından ayağa kalkmalar, gürültüler ve sıra kapaklarına vurmalar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Daha yeni başlıyoruz, oturun. (CHP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)

BAŞKAN – Arkadaşlar, bir dakika…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan…

LEVENT GÖK (Ankara) – O sözünü geri al!

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen… Lütfen yerinize oturunuz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim, konuşmasını bitirsin, size söz vereceğim. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar, CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)

LEVENT GÖK (Ankara) – O sözünü geri alacak, o sözünü.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, Sayın Başkan…

BAŞKAN – Hayır, size söz veririm, konuşmasını bitirsin.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Asla kabul etmiyoruz.

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Sözünü geri alacak.

LEVENT GÖK (Ankara) – O sözünü geri alacak Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hayır, şimdi, bakınız, değerli milletvekilleri, bir dakika… (AK PARTİ ve CHP sıralarından ayağa kalkmalar, karşılıklı laf atmalar, gürültüler)

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Grup Başkanı orada. Grup başkanının muhatabı da grup başkanıdır.

BAŞKAN – Lütfen yerinize oturunuz. Eğer konuşmasını bitirdikten sonra…

LEVENT GÖK (Ankara) – Böyle bir şey olabilir mi ya? Sözünü geri alacak, sözünü.

BAŞKAN – Müsaade edin, müsaade edin, Sayın Başbakan ne demek istediğini bir açıklasın.

LEVENT GÖK (Ankara) – Nasıl Başbakansın sen öyle?

(AK PARTİ ve CHP sıraları arasında ayakta karşılıklı laf atmalar, gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen yerinize oturunuz. Lütfen yerinize oturunuz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, söz istiyorum efendim.

(AK PARTİ ve CHP sıraları arasında ayakta karşılıklı laf atmalar, gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen yerinize oturunuz, konuşmasını bitirsin size söz veririm.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Türkiye'yi gerdin, Meclisi de gerdin. Helal olsun!

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen, değerli arkadaşlar… Lütfen, yerinize oturunuz.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Lütfen yerinize oturunuz.

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – O sözünü geri alacak Başkan.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Oturun, oturun.

BAŞKAN – Ne demek istediğini Sayın Başbakan belki açıklayacak. Tatmin olmazsanız size söz veririm, size söz veririm. (CHP sıralarından gürültüler)

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Arkadaşlar… Sayın Gök… Sayın Başbakan ne demek istediğini açıklar. Tatmin olmazsanız size söz veririm. (AK PARTİ ve CHP sıraları arasında ayakta karşılıklı laf atmalar)

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Konuşması bitince cevabını verir.

BAŞKAN – Ama böyle olmaz, böyle müzakere yapamayız.

Evet, lütfen, Sayın Başbakan… (AK PARTİ ve CHP sıraları arasında ayakta karşılıklı laf atmalar)

Arkadaşlar, lütfen, yerinize oturunuz.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen… Lütfen, yerinize oturunuz.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bırakın, izah edeyim. Sayın Başkan, izah edeyim. (Gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen, lütfen yerinize oturunuz.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Evet, izah edeyim, oturun, oturun, izah edeyim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan…

BAŞKAN – Bir dakika… Bir dakika, anlaşılmıyor, bu gürültüden karşılıklı anlaşma imkânı yok. Sayın Başbakan ne demek istediğini açıklar. Katılmıyorsanız, yeterli bulmuyorsanız size söz veririm, onu söylüyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Ama Sayın Başkan…

BAŞKAN – Size söz veririm diyorum. Onun için...

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, konuşma bittiğinde grup başkanı muhataptır, cevabını verir. Bu şekilde söz kesilir mi?

BAŞKAN – …bırakın, Sayın Başbakan konuşmasını bitirsin, usul böyle. Elbette her konuşmasına katılmak mecburiyetiniz yok. (CHP sıralarından gürültüler)

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sataşma varsa, sizin açınızdan sıkıntılı bir açıklamaysa… Sayın Başbakan, ne demek istediğinizi tekrar lütfen açıklar mısınız? (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Peki.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Sayın Başkan, hakaretin açıklaması olmaz, özrü olur.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bir dakika…

BAŞKAN – Bir dakika… Bir dakika…

Efendim, Sayın Başbakan, ne demek istediğini açıklar. Eğer tatmin olmuyorsanız, doğru bulmuyorsanız ondan sonra İç Tüzük hükümlerine göre işlem yaparız.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, Başbakanımız konuşmasına devam eder…

BAŞKAN – Evet, lütfen… Lütfen, arkadaşlar, yerinize…

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - …Grup Başkanları orada, Grup Başkanları gerektiği gibi cevabını verir konuşma bittiğinde.

BAŞKAN – Herkes yerine otursun… Bir anlaşalım, herkes yerine otursun. Aynı anda bu kadar kişiyi dinleme imkânım yok benim.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Yani… Yani…

BAŞKAN - Sayın Başbakan, ne kastediyorsunuz bununla? Bunu bir tavzih edin.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi müsaade edin…

AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, oturmadan nasıl olacak!

BAŞKAN – Herkes yerine otursun lütfen… Lütfen arkadaşlar…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu kadar hiddete gerek yok. Çıkar… (CHP sıralarından gürültüler) Bir dakika…

BAŞKAN – Lütfen Sayın Başbakan…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Sayın Kılıçdaroğlu, -herkes gibi- bir kişinin ağzından bir söz çıktı mı duyacağı sözü de düşünmeli. Siz dönüp bana “Mısır halkıyla kavgalısınız.” diye hitap ederseniz bütün dünyaya… (CHP sıralarından gürültüler)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Ne ilgisi var?

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bir dakika…

LEVENT GÖK (Ankara) – Bunda ne var?

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bir dakika… Bir dakika… (CHP sıralarından “Düşman değil misiniz?” sesi)

Değiliz.

BAŞKAN – Lütfen… Arkadaşlar, bir dinleyin! Lütfen arkadaşlar…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Mısır halkıyla Türk halkı kardeştir. Ben de size…

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Orta Doğu’yu bu hâle getirdiniz! Yazıklar olsun!

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Darbe geleneğinizde var ya! Neyi inkâr ediyorsunuz? (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Bal gibi darbecisiniz işte ya!

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen yerinize oturunuz.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ya bir dakika, hiddetlenmeyin, daha sorularınıza cevap vereceğiz. Bir dakika… Allah Allah!

LEVENT GÖK (Ankara) – Siz bir darbeciliğe cevap verin, darbeciliğe. Kim darbeci, bir anlat onu.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…

Sayın Başbakan, devam edin. Ancak bir tavzih getirirseniz de uygun olur Sayın Başbakan, rica edeceğim.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi, bakınız, siz, bizim Mısır halkıyla bizi düşman yaptığımızı söylediniz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır “düşman” demedim. Tutanaklara bakın.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Çıkartırız.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – “Suriye’de savaşın sorumlusu sizsiniz.” dediler.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Evet, Suriye…

BAŞKAN – Sayın Ünal, kimse karışmasın.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ben de darbe döneminde, Mısır’da darbe olmuşken oraya heyet gönderdiğiniz için sizi darbecilikle suçluyorum. Tamam mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Hayır, bir dakika… Efendim...

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Darbeyi desteklemekle suçluyorum ama siz yaranız var da 27 Mayısı hatırlıyorsanız kendi bileceğiniz bir iş.

MEHMET AKİF HAMAZÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, bunu kabul etmiyoruz.

BAŞKAN – Şimdi, arkadaşlar, ne demek istediğini söyledi. Eğer bununla tatmin olmuyorsanız konuşmasını bitirsin, söz vereceğim. Konuşmasını bitirsin. (AK PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler) Ama söyledikleriniz anlaşılmıyor.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, böyle bir usul yok. Grup başkan vekili, grup başkanı buradayken karışamaz. Böyle bir usul yok.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Söyledikleriniz anlaşılmıyor.

Sayın Başbakan, lütfen devam edin.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bakınız, siz bu ülkenin…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başbakan, sözünüzü lütfen geri alın.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Geri falan almıyorum. Darbecilerin elini sıktınız. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen arkadaşlar…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başbakan, özür dilemek zorundadır.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, lütfen…

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Lan sen kimsin de Başbakana emir verirsin ya! Kimsin sen! Sen kimsin be!

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Grup Başkanı cevap verir.

BAŞKAN – Lütfen... Lütfen…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Asıl darbeci sizsiniz!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Siz bu ülkenin Cumhurbaşkanına hakaret edeceksiniz, bu ülkenin Hükûmetine “Başka bir milletle problemli hâle getirdi.” diyeceksiniz, en ufak bir eleştiride tepki göstereceksiniz. Bir dinleyin bakalım. (CHP sıralarından gürültüler)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başbakan, bir tek şey söyleyeceğim efendim…

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Ya muhatabı sen değilsin! Grup Başkanı orada.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, konuşmacının nasıl konuşacağını tarif edemez!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Başbakan bir tek şey söyleyeceğim efendim: Siz Mısır’a gidebilecek misiniz?

BAŞKAN – Lütfen!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bakınız, tekrar söylüyorum… (CHP sıralarından gürültüler)

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Anayasa’yı ihlal ediyor!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ya siz bana dikte ettiremezsiniz diye söylüyorum, ben ne söylediğimi biliyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Siz Mısır’a gidebilecek misiniz?

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi… Sayın Hamzaçebi, lütfen.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Oturun, oturun…

BAŞKAN – Ama, bakınız, bir şeyde anlaşalım: Sayın Başbakanın sözüne katılmıyor olabilirsiniz, rahatsız olabilirsiniz. Konuşmasını bitirir, talep edersiniz, size söz veririz. Bunun usulü böyledir. Konuşmayı keserek karşılıklı bir şey yapamayız.

AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başbakan, dinliyoruz sizi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sadece bir cümle söylüyorum: Sayın Başbakan Mısır’a gidebilecek mi acaba? Bunu açıklasın.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, siz tecrübeli bir arkadaşımızsınız. Bunun nasıl olacağını biliyorsunuz. Konuşmasını tamamlar, görüşlerini açıklar, bir sataşma varsa, bir itham varsa cevap verirsiniz. Söz vermezsek o takdirde bu türlü itirazları yaparsınız.

Bırakın, lütfen, Sayın Başbakan konuşmasına devam etsin.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Siz bundan alındınız Sayın Kılıçdaroğlu, alındınız. Benim kastettiğim… (CHP sıralarından gürültüler)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sadece bir cümle: Siz Mısır’a gidecek misiniz, bunu açıklayın efendim.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Dinleyin, dinleyin bir dakika.

Benim kastettiğim çok açıktır. Biz Mısır halkıyla beraberiz, darbecilere karşıyız. Siz de gidip darbenin yapıldığı dönemde heyet gönderdiniz. Kastettiğim budur.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Mısır’a siz gidebilecek misiniz? Gazze’ye gidebilecek misiniz?

AHMET YENİ (Samsun) – Laf atma be!

OSMAN ÇAKIR (Düzce) – Dinle, dinle!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ama niye bu kadar alınıyorsunuz, bilmiyorum. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Arkadaşlar…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – 27 Mayısı düşünüyorsanız kendi bileceğiniz şey.

Şimdi sakin bir şekilde dinleyecekseniz bir konuya daha dikkati çekeceğim, sakin bir şekilde dinleyeceksiniz.

Niçin bu kadar ağır bir ifade kullanmak durumunda kaldım biliyor musunuz Sayın Kılıçdaroğlu?

ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) – Bak hâlâ kullanıyorsun!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bir dakika!

BAŞKAN – Lütfen Sayın Başbakan… Genel Kurula lütfen, Genel Kurula.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bazen empati yapmakta fayda var.

Şimdi bir başka konuya geleceğim. Evet, ben, AK PARTİ Olağanüstü Kongresinde dedim ki: “Bizim siyasetimiz ahlak meselesidir, erdem meselesidir.” Ve bundan sonra da söylüyorum: “Bizim siyasetimizin esası ahlak olacaktır, erdem olacaktır, irfan olacaktır.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (Sinop) – İnşallah… İnşallah…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi, siz, şöyle döndünüz ve ben başta olmak üzere bütün Bakanlar Kuruluna dediniz ki: “Tabii, sizin çocuklarınızın iş problemi yok ve…” (CHP sıralarından gürültüler)

MÜSLİM SARI (İstanbul) – Bir rahat konuşsun.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bir dakika… Bir dakika…

Anonim bir suçlamada bulundunuz. Kastettiğiniz şey şu: Bizim çocuklarımız haksız yere bir yerlerde istihdam ediliyor, öyle mi? (CHP sıralarından “Aynen öyle.” sesleri)

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Peki.

Bakın, benim çocuklarımın da, akrabalarımın da, hepsi meydanda, bakan arkadaşlarımızın da. Yalnız size bir şey göstereceğim, bir belge.

Sene 1997. Sayın Kılıçdaroğlu o yıllarda müsteşar yardımcısı ve SSK Genel Müdürü. Kılıçdaroğlu’nun oğlu… Ki, ben hiçbir zaman siyaset ile aileyi karıştırmaya ilkesel olarak karşıyım ama mademki siz döndünüz ve bizi, bütün bu heyeti anonim olarak suçladınız şimdi duyacağınız sözleri sabırla dinleyin.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dinleriz…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Kılıçdaroğlu’nun oğlu, 14 yaşında, ilköğretim son sınıf öğrencisi; bir şirkete işe giriyor, bir kuruma, işe giriş tarihi 1 Mart 1997.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sizin çocuklarınız da giriyor.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Dinle.

İşten çıkış tarihi 1 Mayıs 1997. O günlerde emeklilik yaşıyla ilgili bir düzenleme var. 14 yaşındaki çocuğunuzu işe alıyorsunuz, sigortalı yapıyorsunuz, çocuk okuldayken işte çalışıyor görünüyor, sonra da çıkartıyorsunuz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – O kürsüde açıkladım.

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ve işte giriş ve çıkış... Açıklayın, açıklayın… 14 yaşında bir çocuğun nasıl sigortalı yapıldığını açıklayın sizin döneminizde. (Gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi ben soruyorum, dinleyin, siz de cevap vereceksiniz. Aaa…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – O çocuğun gemisi var mı?

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Eğer bana dönüp, bak, bana dönüp ailemle ilgili bir şey söylersen cevabını alırsın, kim yaparsa yapsın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Başbakan lütfen Genel Kurula hitap edin.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Kızınız Azime Aslı Kılıçdaroğlu, doğum tarihi 1976, 19 yaşında; 1 Nisan 1995’te işe giriyor, 30 Nisanda işi bırakıyor. Sadece sigortalı olarak işe başlamış olmak için yapılıyor bu işlem sizin döneminizde. Sayın Zeynep Kılıçdaroğlu, hepsinden özür diliyorum. Çocuklarınızın bir kabahati yok, kabahat size ait. Onlardan özür diliyorum ama bunu söylemek zorunda bıraktınız.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Hiç iyi bir şey yapmıyorsunuz Sayın Başbakan. Aileleri neden karıştırıyorsunuz?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan, yeter artık! Ayıp! Ayıp! (Gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

Sayın Başbakan, konuyu çok fazla kişiselleştirmeden konuşalım lütfen.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi, yine, Genel Başkan Yardımcınız birtakım iddialarda bulundu. Birilerinin fısıldamasıyla KPSS sınavlarını çalan bazı çevrelerin… Bakın, sınavsız alındığı iddiası.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Beraber çaldınız.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Burada onlarca Kılıçdaroğlu ve Kılıçdaroğlu’nun daha önceki soy ismini taşıyan Karabulut, Gündüz ailelerinin şeyleri var.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, bunun şu anda konuştuğumuz bütçeyle ne ilgisi var?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bütçeyi konuşun, bütçeye gelin.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sana ne? Sen her şeyi konuşuyorsun, sana ne?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ne alakası var bunun? Türkiye’yi bununla mı aldatacaksınız?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Burada değerlendirme yapın, eleştiri yapın burada.

Nezaket diye bir şey kalmadı. Ayıp ya!

BAŞKAN – Sayın Başbakan, konu yeteri kadar anlaşıldı, lütfen konuyu fazla kişiselleştirmeden Genel Kurula hitap edelim.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Peki.

Sayın Kılıçdaroğlu, bu dosyayı size yollarım. Sizin imzanızla, sizin hakkınızda teftiş kurulunun raporu var ve bu kurulda açık bir şekilde söyleniyor ki…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bütçeyi konuşuyoruz ya, 2015 bütçesini.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …ilave puanlar verildiği ve neticede kazanan sayısının arttırıldığı. Bunu size vereceğim. Vakit kaybetmemek için zikretmiyorum.

Eğer siyasete seviye getireceksek ailelerimizi bunun dışında tutalım. Anonim olarak Hükûmete dönüp de bir itham da bulunamazsınız, buna izin vermeyiz.

Şimdi, bir de şu güzel bir şey yalnız, Kılıçdaroğlu’nu bir yerde takdir edeceğim. Eminim herkes Ebu Zer’i biliyor, çok önemli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Birkaç gün önce din dersi bağlamında “Orta Çağ karanlığı” diye sözler sarf etmişti. Sizin “Orta Çağ karanlığı” dediğiniz dönemin aydın şahsiyetidir Ebu Zer, biz onun yolundayız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) “Orta Çağ karanlığı” dediğiniz dönem, Hacı Bektaş Veli’nin dönemidir, Ehli Beyt’in dönemidir, On İki İmam’ın dönemidir ama mesafe var. Ebu Zer’i okuyun, daha başkalarını da okursanız medeniyetimizin künhüne vâkıf olma ihtimaliniz var.

Şimdi, DEİK, DEİK’e yüzde 1 vergi. Şimdi, hesap uzmanı Sayın Kılıçdaroğlu. Bu sorulardan biri buydu. DEİK’teki vergi değil, aidat. Aidat için kanun gerekmez. Aidat yönetmelikle düzenlenir, kesinlikle hiçbir şekilde de gayrikanuni bir işlem burada yoktur.

Şimdi, enerji konusunda çiftçilerimizi de istismar eden bazı hususlar zikredildi. Şimdi, “Mazot Türkiye’de en pahalı, 2,10 dolara satılıyor Türkiye’de.” dedi. Şimdi, tabii, piyasaları takip etmediği için, danışmanları da hep yanlış notlar verdiği için herhâlde. Giderken Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezine, sağda bir yerde bir benzin istasyonu olduğunu zannediyorum. Giderken bakın, şu anda 3,97 Türk lirası, o da 1,74 dolar eder, 1,74 dolar, 2,10 dolar değil, 1,74 dolar. Tamam, yani dolayısıyla buna bakın. Son beş ayda da motorinde yüzde 26, benzinde yüzde 33,5 indirim yapıldı. Şimdi, çiftçilerin kullandığı mazotla ilgili de yine çiftçilerimizi tahrik etmeye kalkıyor. Biz ayrıca mazot fiyatında mazot desteği veriyoruz. Her bir çiftçinin kullandığı mazotun maliyetinin yüzde 15’ini onlara ödüyoruz ve bizim dönemimizde 5,3 milyar Türk lirası yani katrilyon mazot desteği verildi çiftçilerimize. Buradan çiftçilerimize sesleniyorum, onların bereketiyle inşallah ekonomimiz gelişecek.

Şimdi, yine sorduğunuz sorulardan biri tarım alanında. “İki Trakya arazisi tarım dışına çıktı.” dedi. Nasıl hesap etti, nerede buldu, Trakya’yı, nereye yerleştirdi de bunu hesap etti, bilemiyorum. Yani bu matematik, coğrafya bilgisi ama 1961-2002’de, kırk bir yılda 450 bin hektar toplulaştırma yapıldı yani verimli tarım için. Bizim dönemimizde on iki yılda 4,5 milyon hektar verimli hâle getirildi, 10 misli. Kırk yılda yapılanın on yılda 10 mislini yaptık. Dolayısıyla, rakamlara atıfta bulunurken dikkat etmek lazım.

“Millî gelirin neden yüzde 1’i oranında destek vermiyorsunuz yasa gereği?” dedi. Çünkü sadece –burada, ben size gönderirim bütün dökümünü- nakdi şeylere bakıyor. Destek konusu: Bakın, nakit hibe desteği, tarımsal ürün alımları yoluyla destekler, tarımsal kredilerin faiz sübvansiyonu vesaire; bütün detay var, oran yüzde 1,12; yüzde 1’in üstünde. Ayrıca, OECD’nin verdiği rakama göre vergi teşvikleri ile OECD Türkiye’nin bu tarım desteğini yüzde 2 olarak ilan ediyor. Yani sadece bir kalemi ele alıp burada rakamı saptırmak doğrusu yapılmaması gereken bir işlem.

Aynı şekilde, Hollanda örneği verdi. Şimdi, Hollanda Konya büyüklüğünde, doğru, ben Konyalı olarak gurur duyuyorum, Konya birçok Avrupa ülkesi kadar vardır. Şimdi, Hollanda’nın 100 milyar dolar ihracat yaptığını söylüyor toplam, Türkiye’nin 17 milyar, doğrudur. Hollanda’nın toplam gıda üretimi ne kadar biliyor musunuz Sayın Kılıçdaroğlu? 16 milyar. Türkiye ondan fazla çünkü Türkiye Avrupa’da en büyük tarım üreticisi. Peki, 100 milyarı nasıl satıyor? İthal olarak alıyor, işliyor ve öyle satıyor. Şimdi, dolayısıyla, 100 milyarın 80 milyarı zaten ithalat üzerinden gelen.

GÖKHAN GÜNAYDIN (Ankara) – Saman ithal ettiniz.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) -Şu anda biz dünyanın 7’nci büyük tarım ülkesiyiz, Avrupa’nın 1’inci tarım ülkesiyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz geldiğimizde Avrupa’da 4’üncüydük. Dolayısıyla, bütün bu alanlarda katettiğimiz mesafe herkesin takdirini toplayan hususlardır.

Yine, memur maaşlarıyla ilgili olarak “2014’te ek enflasyon farkı verilmedi.” dedi. Çünkü taban aylığı 1.027 Türk lirasından 1.205’e çıkartıldı. 178 Türk lirası arttı, bu yüzde 17 artış demek. Bir seferde maaşı tabanda artırdığımız için zaten enflasyonun çok üzerinde bir destek verdik. Yani buraya gelip memurları, çiftçilerimizi bize dönük olarak son derece tahrik edici sözlerle harekete geçirmeye çalışmanız bir sonuç üretmez…

ENGİN ALTAY (Sinop) – O da bir darbecilik, o da bir darbecilik!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - …sonuç vermez çünkü bu millet biliyor, on iki yılda nereden nereye geldiğimizi bu millet çok iyi biliyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – Saman ithal ettiniz, saman, saman.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bakınız, Millî Eğitim Bakanlığı öğretmen sayılarını zikretti. Şu anda 851.854 öğretmenimiz var, bunun 458.bini bizim dönemde işe başladı, yüzde 50’si. Yani toplam öğretmenimizin yüzde 50’sinden fazlası bizim dönemde başladı. Eğer hasbelkader -olmaz ya- sizin gibi bir iktidar olmuş olsaydı herhâlde var olan öğretmenler de işlerini kaybederdi. Bu anlamda, 2015 bütçesinde öğretmenlere ayırdığımız miktar herkes için zaten yeterince açıklayıcı bir çerçeve sunuyor.

Bütçeyle ilgili, Sayıştayla ilgili konuları değerli arkadaşlarım cevaplandırdığı için özellikle girmeyeceğim.

Bu altın meselesini biraz daha şey yaparak, yüksek sesle söylediniz. Külçe altın ithalatı, Türkiye’de 1984 yılından beri KDV’den, 1996 yılından beri gümrük vergisinden muaftır yani sizin dönemlerden beri. Dolayısıyla, vergiye tabi olmayan bir mala, Türkiye’den geçişi olan bir mala zaten el konmaz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Türkiye’den geçişi yok.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu, bizim dönemimizde gelişmiş bir husus değil. Eşyaya ilişkin yanlış beyanda bulunduğu için yasal olarak ceza kesilmiştir. Bu ceza da Gümrük Kanunu’nun 239’uncu maddesine göre idari para cezasıdır.

MÜSLİM SARI (İstanbul) – 292 kilo altın ne oldu?

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Onu da söyleyeceğim, onu da. Bütün bunlar kayıtlarda zaten bir soruşturma yürüyor, hiçbir şey saklı değil. Altınlarla ilgili, buraya gelmeden önce beyan edilen miktar 1.500 kilogram. Buraya geldikten sonra bu beyanın dışında herhangi bir şekilde o altınlarla hiçbir Türk yetkili temasa geçmedi ve daha sonra ayrılırken 1.283 kilogram olduğu tespit edildi. Ön beyanla, gerçek buradaki tartı arasındaki farktır bu, hiçbir Türk yetkili herhangi bir şekilde bununla bir temasa geçmedi. [CHP sıralarından alkışlar (!)]

ENGİN ALTAY (Sinop) – Kantar farkı!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu, yine isterseniz dosyalara bakarsınız, dosyalara bakarsınız.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – O dosyaların tamamı var bizde.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Varsa çıkartır… Zaten zikrettiniz, ben de size cevap veriyorum. Altın konusundaki düzenlemelere mugayir hiçbir gayrikanuni işlem yoktur. O kadar. [CHP sıralarından alkışlar (!)]

Şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu, son derece yine kurnazca, akıl değil de daha çok bir kurnazlık ifadesiyle Sayın Cumhurbaşkanımızla beni bir şekilde karşı karşıya getirme çabası içinde. Bunu diğer açıklamalarıyla da yapıyor. Çünkü kendisi Sayın Baykal’la nasıl bir serüven yaşadığını iyi bildiği için bizim de öyle olduğumuzu zannediyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Ne alakası var?

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Var, var. Sayın Baykal’ı ziyaretinizde “Genel başkan olmayacağım.” dediniz, iki gün sonra genel başkan adayı oldunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Ne alakası var?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, İç Tüzük 69’a sizi davet ediyorum.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bakınız, şimdi, bizim Cumhurbaşkanımızla ilişkimiz siyasetle başlamamıştır, siyasetle bitmez, ölümle de bitmez; dünya-ahiret kardeşliğidir. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

ENGİN ALTAY (Sinop) – Allah bozmasın! Allah bozmasın!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bizim siyasi kültürümüzün, ahlakımızın temel kavramı da vefadır, onun için kongremize “Vefa Kongresi” dedik. Ama, sizi aday gösteren 900 küsur kongre delegesinden 200’ü size oy vermedi, kendi kongrenizdi. Aramızdaki fark bu. Biz söz verdik mi mezara kadardır, mezara. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, bir kere yenilgiyi hazmedemediniz, bunu kabul edin.

MUSA ÇAM (İzmir) – Siz seçilmediniz, atama oldu. Atama Başbakansınız, atama!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – “Çatı aday.” dediniz, hepiniz bir araya geldiniz. Cumhurbaşkanlığı seçiminde halkımız kendisine on iki yıl hizmet etmiş Başbakanımızı Cumhurbaşkanı yaptı. Hâlâ hazmedemiyorsunuz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Meclis Başkanımız, İç Tüzük 69’a sizi davet ediyorum. Bu kişilik ve şahsiyetle uğraşan bir beyan değil midir? Yani, bu kişiyle, bu şahısla bir başbakan böyle konuşur mu? (AK PARTİ sıralarından “Kes sesini!” sesleri)

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bakın şimdi...

BAŞKAN – Sayın Başbakan, devam edin lütfen.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Tabii, sessiz sakin kalacağımı zannettiniz değil mi? Susacağımı zannettiniz, susmayız.

BAŞKAN – Sayın Başbakan, Genel Kurula hitap edin lütfen.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Soru soran cevabını alır.

MUSA ÇAM (İzmir) – Boks eldivenlerinizi giyin.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi, diyor ki: “Niye sarayla, Cumhurbaşkanlığı sarayıyla ilgili açıklama yapmadınız?”

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, İç Tüzük 69’u biliyorsunuz.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – 6 Kasım, konu ilk gündeme geldiğinde Başbakanlığa talimat verdim ve Başbakanlık açıklaması, uzun bir açıklama, herhâlde Sayın Kılıçdaroğlu’nun gözünden kaçtı veya olayları takip edemiyor. Bu açıklamanın bir kısmını okuyacağım sadece: “Milletimizin oylarıyla bu görevlere gelen devlet ricali, görevde kaldıkları süre içinde bu imkânları devlete ve millete hizmet yolunda kullanacak, anayasal çerçevede demokratik seçimlerle görevden ayrıldıklarında yerlerine gelenlere emaneti teslim edeceklerdir. Tüm bu imkânların gerçek sahibi sadece millettir. Emanetin kime verileceğine de yine sadece aziz milletimiz karar verecektir.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, bu ne demek? Hani, açıklama yaptık, anlamamışlar, şerh edeyim. Ne demek biliyor musunuz? İyi çalışın, halkın kalbine girin, beş sene sonra seçimlere girin, oraya gidin siz oturun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Seçimler dört yılda bir.

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Yani, bunun için Cumhurbaşkanlığı makamını, bunun için Cumhurbaşkanımızı tartışma konusu yapmaya gerek yok, gerek yok. Dolayısıyla, bütün bu sorulara cevap verdiğimi düşünüyorum, sizin sayılı sorularınıza.

Özetle şunu bir kez daha vurgulamak istiyorum: 62’nci Hükûmetimizin ikinci atılım döneminin ilk bütçesi olan bütçemiz, yeni bir atılım bütçesi ve bir anlamda yeni bir inşa döneminin başlangıcıdır. Nasıl cumhuriyetimizin kuruluşundaki heyecanla yepyeni bir dönem başlamışsa, inşallah, 2023’te de yükselen küresel bir gücün ayak seslerini bütün dünya her yerde hissedecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun için başta söylediğim 4 temel hususu tahkim etmeye de kararlıyız. Aidiyet bilincimizi güçlendireceğiz, Türkiye’nin her bir köşesindeki vatandaşlarımızla, tarihdaşlarımızla, kaderdaşlarımızla buluşacağız, kucaklaşacağız, onları bu ülkenin ayrılmaz bir parçası kılacağız. Birileri bölmeye çalışacak, birileri fitne sokmaya çalışacak, birileri sadece doğuda, birileri sadece batıda konuşacak, birileri kuzeye gidecek, Trakya’ya, birisi İç Anadolu’ya…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Böl, böl, böl!

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …ama biz her yere gideceğiz, her yerde “millî birlik ve beraberlik”, her yerde “Kuvayımilliye ruhu” diyeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İki, kim nereden ilham alırsa alsın, kim ne tür tuzaklar kurarsa kursun, AK PARTİ vesayetleri kıra kıra geldi, vesayetleri kıra kıra demokrasiyi bu ülkede kalıcı kılacaktır ve nasıl 20’nci yüzyılın başındaki o büyük dünya savaşı ve arkasındaki büyük kriz içinde Türkiye Cumhuriyeti doğmuşsa şimdiki küresel krizin ve küresel gerilimlerin içinden de, inşallah, demokrasiyle taçlanmış yeni bir Türkiye inşa ediyoruz. Bu yeni Türkiye, demokrasiyle kültürünü bezemiş, ilmik ilmik vatandaşlarını, kaderdaşlarını buluşturmuş, ekonomisinde başı dik, savunma sanayisinde güçlü ve uluslararası alanda herkesin saydığı bir Türkiye olacaktır. Bizim yolumuz dün başlamadı, geçen yüzyılda da başlamadı, asırlardır süren bir kutlu yürüyüşün bugünkü hadimleriyiz. Ne kibrimiz var ne gururumuz. Eğer tarihte sadece bu kutlu yürüyüşün bir yerinde bu kutlu yürüyüşün tozu toprağı olmak şerefi bize nail olursa bunun için sadece kıvanç duyarız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu temennilerle ve bu vizyonla inşallah 2023 yılında her alanda yükselen küresel güç olma iddiamız çerçevesinde 2015 bütçemizin hayırlı olmasını diliyor, saygılarımı, muhabbetlerimi sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başbakan.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başbakan konuşmasında Cumhuriyet Halk Partisi için darbeci suçlamasını yapmıştır.

GÜLAY DALYAN (İstanbul) – Doğru.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Daha sonra sözlerine açıklık getirmek amacıyla yapmış olduğu konuşmada da bu konuşmayı, bu suçlamayı tekzip eden bir değerlendirme yapmış değildir. O nedenle 69’uncu maddeye göre söz istiyorum efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?

BAŞKAN – Peki, buyurun Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Burada bir bütçe görüşmesi yapıyoruz.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir dakika, evvela dinleyeyim, başka şeyler de varsa, sonra…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sözü verdiniz; onu sonra dinlemeniz gerekir Sayın Başkan.

BAŞKAN – Lütfen, hayır. Onun başka talepleri de var. Efendim, bir dakika.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Usulen Hamzaçebi konuşur, sonra dinlersiniz. Uygulama hep böyle oldu.

BAŞKAN – Efendim, bir dakika.

Ya vermeyeceğimi söylemedim ki. Bir dakika.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Elitaş kararınızı mı değiştirecek?

BAŞKAN – Bir dakika, hayır. Başka talep eden arkadaşımız da var. Talep bize geliyor. Kimsenin hakkını yemem, merak etmeyin. Yani, birkaç dakikadan bir şey çıkmaz.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hayır, kararınızı değiştirebilir Elitaş şimdi.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, bir bütçe görüşmesi yapıyoruz. Siyasi parti genel başkanları bütçe üzerinde eleştirilerini dile getirdiler. Hatta biraz da kantarın topuzunu kaçırarak farklı şekilde de söylediler. Bu, bütçe görüşmelerinde yapılan iştir.

Burada Sayın Genel Başkanın, Sayın Başbakanın yaptığı konuşmanın muhatabı, Sayın Kılıçdaroğlu buradayken Sayın Kılıçdaroğlu’dur. Sayın Grup Başkan Vekilinin Sayın Başbakana burada cevap vermesi etik olarak uygun değildir. Eğer Sayın Kılıçdaroğlu çıkarsa Sayın Genel Başkana karşı, biz burada cevabı verelim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, peki, anlaşıldı Sayın Elitaş.

Sayın Vural…

KORAY AYDIN (Trabzon) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Vereceğim efendim, bir dakikanızı rica edebilir miyim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ben sadece yerimden bir şey söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Yerinizden…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan…

BAŞKAN – Lütfen şeye basmanız lazım oradansa.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır, önemli değil.

…2002 yılında yolsuzluklardan bahsettiniz. O dönemde koalisyon şartlarında Hükûmette bulunmuş bakanlar olarak 2002-2007 arasında bizim herhangi bir dokunulmazlığımız yok ve bugün o bakanların bir kısmı burada. On iki yıldır iktidardasınız; eğer bununla ilgili bir hesabı sormamışsanız namertsiniz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

OKTAY VURAL (İzmir) – Bakın, kimse bizim şeref ve namusumuza laf atamaz. Dolayısıyla Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir dakika…

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, bu nasıl bir dildir?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, edebe davet eder misiniz?

BAŞKAN – Ya, bir dakika arkadaşlar… Anlayacağım. Bir dakika, anlayalım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, ya da o dönemde yolsuzluk ekonomisinden beslenenlerle birliktedirler ya da müfteridirler.

BAŞKAN – Peki…

OKTAY VURAL (İzmir) – O bakımdan, bunu kayıtlara geçmesi açısından ifade ediyorum.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başbakanın bu anonim bir şekilde suçlamalarına karşılık da sözlerine dikkat etmesini istirham ediyorum.

BAŞKAN – Peki.

Buyurun Sayın Hamzaçebi.

Arkadaşlar, her şeyi usulüne göre yapalım. Mesele bir dakika, iki dakika konuşma meselesi değil ama usulüne uygun yaparsak bu bir anlam ifade eder, değilse yanlış bir yol açmış oluruz.

Buyurun Sayın Hamzaçebi.

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında CHP Grup Başkanına ve Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisiyle gerçekleştirdiğimiz 13’üncü bütçe görüşmesidir bu. 13’üncü bütçe görüşmesi maalesef çok üzücü bir şekilde Sayın Başbakanın konuşmasıyla gerçekleşti.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Sayenizde, sayenizde.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bu kürsü hiç bu kadar amacı dışında kullanılmamıştı. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Ben Sayın Başbakanın üslubunu kullanmayacağım ancak şuna çok üzüldüm: Sayın Başbakan buraya çıktığında Sayın Kılıçdaroğlu’na yönelik bir eleştiri yöneltti, dedi ki: “Sayın Kılıçdaroğlu ‘Bu bütçenin vizyonu yok.’ dedi, ‘Stratejisi yok.’ dedi. Ben vizyon ve strateji anlatacağım.” dedi. Soruyorum size: Vizyon ve strateji adına Sayın Davutoğlu burada ne söyledi? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Anlamadıysanız sorun sizde.

GÜLAY DALYAN (İstanbul) – Kapasiteniz bu.

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Davutoğlu, hem diyeceksiniz ki…

BAŞKAN – Sayın hatibi dinleyin, ne konuşacaksa kendisi takdir eder, kabul etme mecburiyetiniz yok, o sizin bileceğiniz iş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ama onları da öyle uyarın Sayın Başkan.

BAŞKAN – Lütfen, herkese söylüyorum canım, birbirinizin yanlışını emsal göstererek daha büyük yanlışlar yapmayın.

Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Efendim, sürem azalıyor.

BAŞKAN – Yoksa sabaha kadar bu yanlışlar tevali eder gider.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Şimdi, Sayın Davutoğlu, hem diyeceksiniz ki “Ailelerimizi bu işe katmayalım. Ailemle ilgili bir laf ederseniz sizi perişan ederim.” hem de Sayın Kılıçdaroğlu’nun çocuklarıyla ilgili bir değerlendirme yapacaksınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Doğru mu yanlış mı?

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Öyle oldu, öyle oldu, Kılıçdaroğlu’nun foyası ortaya çıktı.

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Hiç sakınca yok, Sayın Kılıçdaroğlu’nun çocuklarıyla ilgili değerlendirme yapın. Ne yapmış Sayın Kılıçdaroğlu’nun çocukları? Öğrencilik zamanında bir özel şirkette iki ay sigortalı olmuş. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Okurken, okurken.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bunu neye karşılık söylüyorsunuz? Sizin bakanlarınızın, Cumhurbaşkanının çocukları, yakınları sınavsız olarak devlet memuriyetinde işe girmişler.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Nerede?

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Nerede, nerede?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bunun karşılığı olarak bunu söylüyorsunuz. Size bravo, bravo! Bunu milletimiz takdir edecektir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Size bravo!

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Bir tane örnek ver, hukuksuz olarak ne yapılmış, bir örnek ver.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Davutoğlu, diyorsunuz ki: “Bakın, tarımsal destekleme OECD’de yüzde 2, biz daha fazlasını veriyoruz.”

GÜLAY DALYAN (İstanbul) – Ya, üzülmeyin, çok sıkmayın canınızı.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Davutoğlu, eski yıllarda konuştuk, sizin haberiniz yok herhâlde, Başbakan yardımcınız size bilgi vermemiş. Bu rakam, OECD rakamlarıyla tarımsal destek 2002 yılında yüzde 3,6 Türkiye’de. Onun altına düşmüşsünüz, perişansınız.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun çocukları sadece iki ay sigortalı olmuş.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Çocuk işçi, çocuk işçi!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Sizlerin çocukları gibi 14 yaşında 14 tane şirketleri yok onların. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

“Biz vesayetleri kıra kıra geldik.” diyor. Sayın Başbakan, siz şu an vesayet altındasınız. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler) Sizin selefiniz bir Başbakanlık genelgesi yayınladı, bütün gayrimenkulleri, kamunun gayrimenkullerini, maden ruhsatlarını kendine bağladı. Cesaret gösterip, Başbakanlık örneği gösterip o genelgeyi kaldıramıyorsunuz bile.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.

GÜLAY DALYAN (İstanbul) – Genel Başkanınız şuraya çıkıp cevap bile veremiyor.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Peki, söylenecek çok şey var tabii ama zamanımız el vermediği için burada konuşmamı noktalıyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, çok teşekkür ediyorum. Sürenizi uzattım yalnız, onu bilmenizde fayda var.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, bir şeyi ifade edeceğim. Bakınız, siyaseti karşılıklı laf, cevap vermeden ibaret zannediyoruz. On iki gün daha burada, bu kürsüde, bu salonda bütçe konuşacağız. Kaçan bir fırsat yok. Bugün cevap veremediğinize yarın verebilirsiniz, başka gün verebilirsiniz ama birisi bir şey dedi, bir başka şey… Gereksiz tartışmalara yol açmamak adına, başkasının yanlışını siz emsal, sizin yanlışınızı başkası emsal göstererek bir İç Tüzük uygulaması yapmaya zorlanıyoruz. Yapmayın, böyle bir Genel Kurul müzakeresi doğru değil. Herkes dinledi, milletimiz de dinledi. En büyük kararı milletimiz verir. İşi tatlıya bağlayalım ve bunu burada bırakalım müsaade ederseniz.

MÜSLİM SARI (İstanbul) – Darbeciliğe itirazınız yok mu?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, izin verirseniz… Sayın Hamzaçebi konuşmasında AK PARTİ iktidarının, hepimizin vesayet altında olduğunu ifade etti.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hayır, Başbakan, Başbakan vesayet altında dedi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, Sayın Başbakanın vesayet altında olduğunu söyledim efendim.

BAŞKAN – Bir dakika, sizden evvel Sayın Koray Aydın’ın bir talebi vardı galiba.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Ben Sayın Başbakanın vesayet altında olduğunu söyledim, gruba yönelik bir sataşmam yok. Grubun söz hakkı yok burada.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Seni kastetmedik, sen vesayet altında değilsin.

Tutanakları inceleyip ondan sonra söz vermeniz gerekir. “Söylemedim.” diyor hatip.

KORAY AYDIN (Trabzon) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim, bir dakika…

KORAY AYDIN (Trabzon) – Sayın Başbakan sıralarımıza doğru dönerek, “Yüce Divana gönderilen arkadaşlarınız var.” diyerek, şahsen de beni kastederek şahsıma sataşmıştır. Onun için söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun konuşacaksanız.

Size de vereceğim. Yalnız Sayın Elitaş, yapılan bir sataşma varsa Hükûmet adına.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Evet, Hükûmete efendim.

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisine yapılmadı, Hükûmete yapıldı. Hükûmet cevap vermek istiyorsa söz vereyim. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, bunun takdirini bize bırakır mısınız? Genel Başkanımıza hakaret ediyor.

BAŞKAN – Ama bu türlü konuşmalarla bir yere varamayız, emin olun yani. Böyle bir tartışma… Bakın, şu ana gelinceye kadar iyi götürdük, iyi bir sınav veriyorduk, iyi bir görüntü veriyorduk. Her şey bir başka mecraya döküldü. Türkiye’ye fayda getirmez bu türlü bir müzakere tarzı.

Buyurun Sayın Aydın. (MHP sıralarından alkışlar)

4.- Trabzon Milletvekili Koray Aydın'ın, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 656 ve 656’ya 1’inci Ek sıra sayılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 657 sıra sayılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

KORAY AYDIN (Trabzon) – Değerli arkadaşlar, biraz önce Sayın Başbakanımızı dinledik. Vallahi, seçimde işiniz çok zor, Allah yardımcınız olsun. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Sayın Başbakan, 2002 yılında partiniz iktidar oldu, büyük bir çoğunlukla Meclise geldiniz. O zaman bir önceki hükûmetten, sayısal çoğunluğunuza dayanarak birçok bakanı Yüce Divana sevk ettiniz. Onlardan biri de benim. Ben, o zaman o görüşmeler yapılırken bu kürsüye geldim. O zaman partim de Mecliste değil, tek başıma buraya geldim, gene şu kürsüden, buradan bir konuşma yaptım. Açın tutanakları bir okuyun, dedim ki: “Elinizden geleni ardınıza koymayın, beni Yüce Divana sevk edin çünkü benim verilemeyecek bir hesabım yok, oraya gideceğim, hesabımı vereceğim.” (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Arkasından, Meclis çoğunluğu sizde, devlete hâkimsiniz, benim bütün duruşmalarıma Maliye Bakanlığınız, Bayındır Bakanlığınız müdahil oldu, yalvar yakar olmadık, gittik yargılandık ve 11 hâkimin ittifakıyla, en ufak bir şüphe duymadan verilen bir kararla ben Anayasa Mahkemesinin tarihine geçtim. Şimdi parmağınızı buraya uzatarak yapmaya çalıştığınız suçlama sizin üzerinizde asılı duruyor. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar) Daha üç gün önce bakanınız soruşturma komisyonunda “Beni Yüce Divana göndermeyin.” diye yalvarıyordu Sayın Başbakan. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar) Niye? Çünkü, arkadaşlar, hırsızlık yaparken yakalanana “hırsız” denir, bunun başka bir şeyi yoktur. “Tape”lerin doğru olduğunu adli yargı tescil etmiş, en tepeden en aşağıya kadar olan o ilginç ve ortaya saçılmış yolsuzluk iddiaları varken, sizin kalkıp bir de dönüp bu taraflara bunları söylemenizi hayretle karşılıyorum. Allah sizleri hidayete erdirsin, size doğru yolu göstersin. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, biraz önceki açıkladığım sebeplerden dolayı, sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun ama bu son, daha bundan sonra söz vermiyorum. Siz de lütfen yeni bir sataşmaya imkân vermeyin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

5.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Elitaş, imamı anlat imamı!

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Kayseri’deki imamı anlat, imamı!

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Yaklaşık altı saattir, yedi saattir burada konuşuyoruz. Sayın Kılıçdaroğlu’nu AK PARTİ Grubu sabırla dinledi. Buradan laf atan ilk arkadaşımıza da siz bir uyarıda bulundunuz.

BAŞKAN – Doğru.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ve arkasından Sayın Başbakan -karelerde de, televizyonlarda da gözüktü- grubumuza uyarı yaptı, dedi ki: “Arkadaşlar, bir siyasi partinin, özellikle ana muhalefet partisinin genel başkanı konuşurken saygıyla dinlemek bizim vazifemizdir.”

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Hakaret etmedi, hakaret etmedi.

KAMER GENÇ (Tunceli) – “Darbeci” demedi mi?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Bahçeli konuşurken arkadaşlarımız elden geldiğince hiç söz atmadan büyük bir ilgiyle dinleme gayreti içerisinde bulundular.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Ama o konuşmacılar hakaret etmedi.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ama Sayın Başbakan burada konuşmaya başlayıp da özellikle Suriyeli bir çocuğu istismar anlamındaki bir resmi gösterip Sayın Başbakanın “İstismar ettiğiniz çocuğun sebebi sizsiniz.” şeklindeki söylemlerinden sonra Cumhuriyet Halk Partisinde bir gerilim ortaya çıktı. (CHP sıralarından gürültüler)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – “Darbeci…” “Darbeci…” O değil.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ve Sayın Kılıçdaroğlu burada dururken, yanında grup başkan vekilleri, arkasında milletvekilleri Sayın Başbakana hakaret ettiler ve ben üzülüyorum.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Ne hakareti ya?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Asla.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Genel Başkan, bakın, yanınızda grup başkan vekilleri duruyor 3 tane. O grup başkan vekilleri zıplıyorlar, o grup başkan vekilleri “Özür dileyecek.” diyorlar, “Sen nasıl Başbakansın?” deme cesaretini buluyorlar, sizden buluyorlar.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Cesaret mi? Burası Parlamento.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hiç alakası yok.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakın Sayın Kılçdaroğlu, yanınızdaki arkadaşa sorarsanız söyler, ben onu uyardım.

BAŞKAN – Lütfen, Genel Kurula hitap et Sayın Elitaş.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bak Elitaş, “Darbeci sözünü söyleyemezsiniz burada.” dedim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakın, Sayın Kılıçdaroğlu, burada eleştiriler olabilir, incitici de olabilir. Burada arkadaşlarınız AK PARTİ Grubuna döndüler bir ay süreyle “Hırsız var.” dediler. (CHP sıralarından “Var!” sesleri)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hırsız var, yalan mı?

BAŞKAN – Lütfen…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakın, şimdi de hâlâ doğru diyorlar ve siz de bunları gülerek dinliyorsunuz.

Sayın Koray Aydın, sizin soruşturma komisyonu başkanınız bendim ve orada biz komisyon içerisinde neler geçtiğini de biliyoruz. (MHP sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KORAY AYDIN (Trabzon) – Ne geçti, ne?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bu bütçe görüşmelerinde ben Sayın Kılıçdaroğlu’nun burada Sayın Başbakana cevap vermesini isterdim ama demek ki bir genel başkan olarak… (Gürültüler)

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Elitaş.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Efendim, sayın hatip konuşmasında beni de işaret ederek…

BAŞKAN – Yok…

LEVENT GÖK (Ankara) – …“Grup Başkan Vekiliniz Başbakana hakaret etti.” Dedi. Ben ona açıklama getirmek istiyorum.

ENGİN ALTAY (Sinop) – “Başbakana hakaret etti.” dedi.

BAŞKAN – Yok efendim, yani, ben, böyle bir şey görmedim.

LEVENT GÖK (Ankara) – Öyle söyledi Sayın Başkan.

BAŞKAN – Böyle bir şey yok, lütfen…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – “Hakaret etmedim.” diyorsa kayıtlara geçmiştir.

BAŞKAN – Müsaade ederseniz, o zaman tutanakları getireyim, eğer bir şey varsa…

LEVENT GÖK (Ankara) – Ben kimseye hakaret etmedim.

BAŞKAN – Şimdi, zaten, aleyhte söz sahibi İstanbul Milletvekili Sayın Atila Kaya, o da aleyhte konuşacak, onu bir dinleyelim. (MHP sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Ben ne söylediğimi açıklayayım.

BAŞKAN – Getirteyim tutanakları, varsa…

LEVENT GÖK (Ankara) – Ama ne söylediğimi açıklamak istiyorum yani.

BAŞKAN - Yani, şu işi tadında bırakalım.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Tamam, tutanakları isteyelim.

BAŞKAN – E, şimdi, siz bir şey söyleyeceksiniz…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, ben hakaret etmedim.

BAŞKAN – Tamam, sözleriniz geçti, emin olun geçti sözleriniz. Yapmayın Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım, biz kimseye hakaret etmedik.

BAŞKAN- Tamam, peki.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bir saniye…

Ben, Sayın Başbakana sadece “Siz darbeci diyemezsiniz, bu sözü bir başbakan söyleyemez.” Dedim. Bunu söyledim. Söylediğim budur benim.

BAŞKAN- Tamam, peki. Tutanaklara geçti.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/978) (S.Sayısı 656 ve 656’ya 1’inci Ek) (Devam)

2.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısına İlişkin Olarak Hazırlanan 2013 Yılı Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdarelerine, Sosyal Güvenlik Kurumlarına ve Diğer Kamu İdarelerine Ait Toplam 157 Adet Denetim Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Faaliyet Genel Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi, 2013 Yılı Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/949, 3/1575, 3/1576, 3/1577, 3/1578, 3/1579) (S.Sayısı: 657) (Devam)

BAŞKAN - Buyurun İstanbul Milletvekili Sayın Atila Kaya, aleyhte olmak üzere. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Kaya.

ATİLA KAYA (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 yılı merkezî bütçesinin tümü üzerine aleyhte şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, şu an 1.150 odalı sarayında oturmakta olan Sayın Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı makamını devralmadan sadece bir gün önce partisinin kongresinde Genel Başkanlığı Sayın Davutoğlu’na devretmiş ve akabinde de onu Başbakan olarak atamıştır.

Önce Erdoğan’ın dış politika danışmanı, ardından da Dışişleri Bakanı olan Sayın Davutoğlu, cumhuriyet tarihinin en başarısız ve en istenmeyen sonuçlar doğuran dış politika uygulamalarının mimarıdır. Bunu anlamak için “Bosna’da bizi seviyorlar, Filistin’de bizi alkışlıyorlar, Mora’da bize teşekkür ediyorlar, Arakan’da bize dua ediyorlar.” retoriğinin ötesine geçip sınırlarımızdaki cehennemi ve sınırlarımızın içindeki milyonlarca mülteciyi görmemiz kafidir.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, çok gürültü var.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen ya oturun ya kulislere çıkın. Uğultudan dinleyemiyoruz.

ATİLA KAYA (Devamla) - Kendisinden sonraki Dış Politika Başdanışmanı Sayın Davutoğlu’nun Türk dış politikasını getirdiği durumu “değerli yalnızlık” ifadesiyle nitelemiştir. Bu ifadedeki “yalnızlık” nitelemesinin bir gerçekliğe geldiği, “değerli” nitelemesinin ise sadece bir züğürt tesellisi olduğu malumunuzdur. Bizler anladık ki onun hayal dünyasında “stratejik derinlik” olarak adlandırdığı şey bir kör kuyuymuş meğer.

Şimdi, yeni Dışişleri Bakanının işi hem zor hem de çok kolaydır. Çok zordur çünkü yerlerde sürünen bir Dışişlerinin sorunlarıyla boğuşmak ve yerden kaldırmak durumundadır.

BAŞKAN – Ayaktaki arkadaşlar, rica ediyorum, lütfen yerlerinize oturun.

ATİLA KAYA (Devamla) – Çok kolaydır çünkü çıta o kadar yerlerdedir ki en ufak bir olumlu değişiklik bile başarı olarak algılanacaktır.

Sayın milletvekilleri, ilk siyasi tecrübesinin Türkiye'ye maliyetini hatırlatmaya çalıştığım Sayın Davutoğlu’nun Başbakanlığıyla ilgili sorulması gereken ilk soru şudur: Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eş Başkanı, iktidarı boyunca “Her istediklerini verdim.” dediği ama bakanlarına yönelik yolsuzluk soruşturmaları açılınca da yok etmek istediği paralel yapının amansız düşmanı, ayakkabı kutularının koruyucusu, yürütmenin ebedî başı, ülkesi bölgesel güç ama kendisi dünya lideri olan 1.150 odalı saraydaki milletin adamı Başbakanlık koltuğunu emanet etmek için neden böylesine başarısız bir bakanı seçmiştir? Belli ki, Sayın Davutoğlu selefi tarafından mutemet görülmüştür. Peki, bu mutemedin itimadına emanet edilen nedir? Hâl ve uygulamalarıyla, ilan etmekten çekinmedikleri şekliyle yolsuzluk soruşturmalarının kapatılması, üniter yapının imhası pahasına teröristbaşıyla yapılan pazarlıkların sürdürülmesi, “paralel devlet yapılanması” olarak adlandırdıkları eski iş birlikçilerinin ortadan kaldırılması ve bunların hepsiyle ilgi içerisinde yargının yürütmenin emrinde bir yapıya dönüştürülmesi.

Değerli milletvekilleri, parti genel başkanlığı ve Başbakanlık koltuklarını emanet etmek için başarısız bir bakanın seçilmesinin sırrı onun “Aldım kabul ettim.” dediği yeni Türkiye'yi devam ettirme iradesinde aranmalıdır. Bir yandan bir zanlıya “Önüne yatarım.” diyen İçişleri Bakanını, “bakara makara” diyerek yüce dinimizle alay etmesi yolsuzluk iddialarının bile önüne geçen bir bakanını, kolundaki saat zamanı değil de tıynetini gösteren bir bakanını, “Ben ne yaptıysam Başbakanın talimatıyla yaptım.” diyen bir bakanını Yüce Divanda hesap vermekten kurtarmaya çalışırken, diğer taraftan kendisini hâkim yerine koyan, haddi olmadığı hâlde “Mahkeme kararına gerek yok, kırın kapıyı alın adamı.” diyen, haddi asayişi sağlamak olduğundaysa “Bölgede alan hâkimiyetini zaman zaman kaybettik.” diyebilen bir İçişleri Bakanının, parti çıkarları için yasaları yapıp bozdukları eleştirisinin yapılabileceğini itiraf eden bir Adalet Bakanının, “Süreci en iyi okuyan Öcalan’dır.” diyen bir Başbakan Yardımcısının, özellikle Cumhuriyet Bayramı’mıza denk getirilen ikinci Habur rezaletini sahiplenme yarışını “Benim haberim var, ben askerin bakanıyım.” diyerek katılan Millî Savunma Bakanının, 3 askerimizin kahpece şehit edildiği olayın ardından “Teröristin de bir gururu, onuru olur.” diyen Ekonomi Bakanının Kabinesinde bulunması Sayın Ahmet Davutoğlu’nun da “yeni Türkiye” kavramından selefinden farklı bir şey anlamadığının göstergeleridir.

Değerli milletvekilleri, karşımızda yeni bir Başbakan vardır ama yeni bir iktidar yoktur, yeni bir zihniyet ve yeni hedefler yoktur. Bizler yeni şeyler umabilecek durumda değiliz, yine kişisel çıkarlar ve hırslar uğruna millî çıkarlar ve hedefler yok sayılacaktır. Yine, dış politikayı iç politikanın aracı hâline getirenler yüzünden dış politikanın sonuçlarının dışta kalmayacağını en acı tecrübelerle öğrenmeye devam edeceğiz. Filistin’i, Suriye’yi, Mısır’ı kendi iç işi gibi gördüklerini söyleyenlerin kendi iç işlerini görmekten âciz ve gafil olduklarını isyan provaları ve sözde özerklik ilanlarında bir kez daha göreceğiz. Yandaşlara peşkeş çekilen imkânların arsız ağızlarda millete yönelik galiz küfürlere dönüştüğüne tanık olmaya devam edeceğiz. Süregelen iktidarda hiçbir şey değişmeyeceği için hukuk katledilmeye ve memleket sıfırlanmaya devam edecektir.

Değerli milletvekilleri, Başbakanın selefi tarafından tercih edilmesindeki hikmet bellidir. Sayın Davutoğlu, Tayyip Erdoğan’ın yeni Türkiye’sini yönetsin diye seçilmemiştir. Zira, sınırları yolsuzluklarla, hukuksuzluklarla ve teröristlerle yapılan pazarlıklarla çizilen yeni Türkiye’nin mimarı iktidarını devretmiş değildir. Bunu en iyi bilen kişi Sayın Davutoğlu olduğu için de kendisini Osmanlının kuruluşundaki bir devlet adamıyla değil bir müderrisle özdeşleştirmiş ve “21’inci yüzyılın Davud el-Kayserî’si benim.” demiştir.

Değerli milletvekilleri, çiçeği burnunda Başbakanın söylemine dikkat ederseniz bir kavramın özellikle öne çıkartıldığını görürsünüz. Teröristlerle yapılan pazarlıklar tutmadığında bir anda Başbakanın aklına geliveren bu kavram “kamu düzeni”dir. Sanki, bir ülkedeki yönetimin başkaca bir işi varmış gibi Başbakan kamu düzeni kavramını yeni keşfetmiştir. Yıllardır yollar kesilirken, teröristler sözde asayiş kontrolü yaparken, bayraklar indirilip Atatürk büstleri ve okullar yakılırken, çözüm ortaklığına yakıştırdıkları terör örgütü kendi mahkemelerini kurup vergi adı altında halktan haraç toplarken akıllarına gelmeyen kamu düzeni kavramı nedense akıllarına yeni gelir olmuştur. Bununla birlikte, Sayın Başbakan, akademik titrine yakışmayacak bir şekilde kavramı sadece güvenlik alanıyla ilgiliymiş gibi kullanmaktadır. Hukuk terminolojisine aşina olanlar bilirler ki onun sandığından çok daha genel bir kavram olan kamu düzeni güvenliği de kapsamakla birlikte, onun ötesinde, kamu yararı, kamu vicdanı ve genel ahlakla ilgilidir. Yani, ayakkabı kutularındaki paralar da, yatak odalarındaki para kasaları da, kollardaki 700 bin liralık saatler de, rüşveti meşrulaştıran fetvalar da, arsız iktidar zenginlerinin millete sövmeleri de, havuz medyaları da, kendine “milletin adamı” diyenlerin 1.150 odalı saraylarda oturmaları da en az güvenliği tehdit eden hâller kadar kamu düzenine zarar vermektedir.

İdeolojik saplantının ve körlüğün bir profesörü sıradan bir militanla eşitlediği noktada bulunan Sayın Davutoğlu rüyalarında Hegel’le konuştuğunu söylemiştir. Hegel tarih felsefesinin önemli bir kavramı olan “aklın hilesi” konusunda belli ki Sayın Davutoğlu’nu uyarmamış. Yoksa Osmanlının ihyasına hizmet ettiğini zannederken cumhuriyetin imhasına hizmet eder duruma hiç düşer miydi?

Değerli milletvekilleri, buradan Sayın Başbakana bir hatırlatmada bulunarak sözlerimi bitirmek istiyorum. Sayın Başbakan, devlet imkânlarını yandaşlarına peşkeş çeken, devlet makamlarını kendi ashabına dağıtan, kendi çıkarlarına uygun yasa yapan, devletin gücünü kendinden olmayanların hak ve hukuklarını elinden almak için kullanan, lüks ve ihtişam içinde saraylarda hüküm süren yönetimlerin, sultanların, yöneticilerin akıbetini tarihten bir kere daha öğrenin, safınızı ve konumunuzu ona göre belirleyin diyor, yüce Meclisi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.

Sayın milletvekilleri, 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.

2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Böylece 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi sırasıyla her iki tasarının da 1’inci maddelerini okutuyorum:

“2015 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider, Gelir, Finansman ve Denge

Gider

MADDE 1- (1) Bu Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 464.163.399.000 Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 53.069.588.000 Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 3.212.692.000 Türk Lirası, ödenek verilmiştir.

 

2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI

 

Gider bütçesi

MADDE 1- (1) 6363 sayılı 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 396.705.004.350 Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 45.002.167.100 Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 2.363.741.000 Türk Lirası, ödenek verilmiştir.

(2) Kanunların verdiği yetkiye dayanarak yıl içerisinde eklenen ve düşülen ödenekler sonrası merkezi yönetim kesin hesap gider cetvellerinde gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin 2013 yılı bütçe giderleri toplamı 397.275.131.828,49 Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2013 yılı bütçe giderleri toplamı 57.090.735.703,98 Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların 2013 yılı bütçe giderleri toplamı 2.430.916.918,27 Türk Lirası,

olarak gerçekleşmiştir.

(3) 2013 yılı merkezi yönetim konsolide bütçe gideri toplamı 408.224.559.856,04 Türk Lirasıdır.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 164’üncü maddesi uyarınca bütçe kanunu tasarısı ile kesin hesap kanunu tasarısının görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1’inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2015 yılı merkezî yönetim bütçeleri ile 2013 yılı merkezî yönetim kesin hesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.

Alınan karar gereğince, programa göre, kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için 11 Aralık 2014 Perşembe günü yani yarın saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 20.31



(X) 656 ve 656’ya 1’inci Ek ve 657 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri Tutanağa eklidir.