TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                 18’inci Birleşim

                                                                                             25 Kasım 2014 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Divan olarak, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutladıklarına ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde kadına şiddetin son bulmasını dilediklerine ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na kayınvalidesinin ve İzmir Milletvekili Oktay Vural’a eşinin vefatları nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin konuşması

 

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İzmir Milletvekili Nesrin Ulema’nın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

 

 

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması

2.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun, MHP Grubu olarak, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutladıklarına ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na kayınvalidesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediklerine ilişkin açıklaması

3.- Samsun Milletvekili Ahmet Yeni’nin, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması

4.- Konya Milletvekili Ayşe Türkmenoğlu’nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

5.- Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

6.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne, kadına karşı şiddeti kınadığına ve ALS hastalarına takılan diyafram ve kalbe uyarı pillerinin devlet tarafından karşılanması gerektiğine ilişkin açıklaması

7.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, HDP Grubu olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na kayınvalidesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediklerine ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

8.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

9.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer’in, Trakya’daki ulaşım sorununa ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

10.- Manisa Milletvekili Sakine Öz’ün, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kadınlarla ilgili bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

11.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova’nın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması

12.- İstanbul Milletvekili Tülay Kaynarca’nın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

13.- İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu’nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması

14.- İstanbul Milletvekili Sevim Savaşer’in, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

15.- Yalova Milletvekili Temel Coşkun’un, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması

16.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun, Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın birleştirilerek görüşülen Meclis araştırması önergeleri üzerinde yaptıkları konuşmalarındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

17.- Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz’ın, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 655 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerindeki soru-cevap işlemi sırasında yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Makedonya Meclis Başkanı Trajko Veljanoski ve Arnavutluk Parlamentosu Başkanı Ilir Meta'nın vaki davetlerine icabet etmek üzere 23-25 Kasım 2014 tarihleri arasında Makedonya’ya ve 25-26 Kasım 2014 tarihleri arasında Arnavutluk’a resmî birer ziyarette bulunması Genel Kurulun 18/11/2014 tarihli 15’inci Birleşiminde kabul edilen Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin tezkeresi (3/1630)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Avrupa Konseyi İtalya Başkanlığınca 20-21 Kasım 2014 tarihlerinde İtalya’nın başkenti Roma’da düzenlenen İstihdam, Araştırma ve Yenilik Komisyonları Başkanları Toplantısı’na Türkiye Büyük Millet Meclisinden katılması Genel Kurulun 18/11/2014 tarihli 15’inci Birleşiminde kabul edilen 1 üye için siyasi parti grubunca bildirilen isme ilişkin tezkeresi (3/1631)

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Afif Demirkıran'ın, Avrupa Parlamentosu Türkiye İlerleme Raporu'na ilişkin Avrupa Parlamentosu üyeleriyle temaslarda bulunmak üzere 24-27 Kasım 2014 tarihlerinde Strazburg'u ziyaret etmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 21/11/2014 tarihli 83 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1632)

4.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki bir heyetin, Umman Sultanlığı Şûra Meclisi Başkanı Khalid bin Hilal Al Maawalı ve Ürdün Temsilciler Meclisi Başkanı Atef Tarawneh’in vaki davetlerine icabet etmek üzere 6-8 Aralık 2014 tarihleri arasında Umman’a ve 8-9 Aralık 2014 tarihleri arasında Ürdün’e resmî birer ziyarette bulunmasına ilişkin tezkeresi (3/1633)

 

B) Önergeler

1.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, Adalet Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/214)

2.- Mardin Milletvekili Erol Dora’nın, Çevre Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/215)

3.- Muş Milletvekili Demir Çelik’in, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/216)

4.- Van Milletvekili Nazmi Gür’ün, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/217)

5.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, (2/1800) esas numaralı Millî Eğitim Temel Kanunununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/218)

 

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar ve 25 milletvekilinin, madencilik faaliyetlerinin tarihî ve kültürel yapılara, çevreye, tarımsal üretim ile ekonomik faaliyetlere etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1123)

2.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 20 milletvekilinin, Kars ilinde arıcılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1124)

3.- Muş Milletvekili Demir Çelik ve 21 milletvekilinin, Muş’un Varto ilçesinde yapılması planlanan hidroelektrik santrallerin bölgeye olumsuz etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1125)

4.- Mersin Milletvekili Ali Öz ve 21 milletvekilinin, Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, kadın sığınma evleri ile şiddete maruz kalan kadınların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1140)

5.- İstanbul Milletvekili Sedef Küçük ve 20 milletvekilinin, Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, kadın sığınma evleri ile şiddete maruz kalan kadınların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1144)

6.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 27 milletvekilinin, Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, kadın sığınma evleri ile şiddete maruz kalan kadınların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1146)

7.- Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç ve 32 milletvekilinin, Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, kadın sığınma evleri ile şiddete maruz kalan kadınların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1148)

 

Ç) Meclis Soruşturması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın ve 57 milletvekilinin, 2013 yılında yapılan Seviye Belirleme Sınavı’nın iptaline ilişkin Ankara 18. İdare Mahkemesinin kararını uygulamadığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçuna uyduğu iddiasıyla Anayasa’nın 100’üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri uyarınca Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/11)

 

 

D) Duyurular

1.- Başkanlıkça, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonlarında siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine düşen birer üyelik için aday olmak isteyen siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerinin yazılı olarak müracaat etmelerine ilişkin duyuru

VIII.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, HDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel ve 22 milletvekilinin, Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 26 milletvekilinin, Van Milletvekili Nazmi Gür ve 21 milletvekilinin, Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 20 milletvekilinin, Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan ve 24 milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Celal Dinçer ve 20 milletvekilinin, Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 milletvekilinin, İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler ve 27 milletvekilinin, Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 milletvekilinin, Mardin Milletvekili Erol Dora ve 21 milletvekilinin, Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 21 milletvekilinin, Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 22 milletvekilinin, Mersin Milletvekili Ali Öz ve 21 milletvekilinin, Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 29 milletvekilinin, Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 21 milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Sedef Küçük ve 20 milletvekilinin, HDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak ve 23 milletvekilinin, Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 27 milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 27 milletvekilinin, Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç ve 32 milletvekilinin, Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 21 milletvekilinin, kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, kadın sığınma evleri ile şiddete maruz kalan kadınların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla vermiş oldukları Meclis araştırması önergelerinin Genel Kurulun 25 Kasım 2014 Salı günkü birleşiminde okunmasına ve bu önergelerin (10/124), (10/226), (10/320), (10/321), (10/336), (10/601), (10/637), (10/958), (10/1055) esas no.lu Meclis araştırması önergeleriyle birleştirilerek ön görüşmelerinin aynı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

 

X.- MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Ön Görüşmeler

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/124)

2.- İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu ve 38 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/226)

3.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, kadına yönelik şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/320)

4.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, kadınlara yönelik cinayet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/321)

5.- Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu ve 23 Milletvekilinin, toplumsal cinsiyet sorunlarının ortadan kaldırılması için alınması gereken önlemlerin araştırılarak belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/336)

6.- Aydın Milletvekili Bülent Tezcan ve 22 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/601)

7.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar ve 24 Milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/637)

8.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 41 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/958)

9.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 Milletvekilinin, kadın sığınma evlerinin koşullarının ve ihtiyaçlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1055)

10.- HDP Grubu adına Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in, kadına yönelik şiddetin nedenleri ve azalması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1127)

11.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel ve 22 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin engellenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1128)

12.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 26 Milletvekilinin, aile içi şiddetin nedenlerinin ve boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1126)

13.- Van Milletvekili Nazmi Gür ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1137)

14.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 20 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1136)

15.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan ve 24 Milletvekilinin, kadına yönelik artan şiddetin ve suçların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1135)

16.- İstanbul Milletvekili Celal Dinçer ve 20 Milletvekilinin, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un uygulanmasında karşılaşılan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1133)

17.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 Milletvekilinin, cinsel saldırı suçuna maruz kalan kadınların dava sürecinde yaşadıkları sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1132)

18.- İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler ve 27 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1130)

19.- Batman milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin tüm boyutlarıyla araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1129)

20.- Mardin Milletvekili Erol Dora ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddet uygulayanların denetimli serbestlikten faydalanmaları hususunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1131)

21.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 21 Milletvekilinin, kadınların ve çocukların cinsel suçlardan korunması konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1134)

22.- Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 21 Milletvekilinin, kadın cinayeti ve kadın intiharlarında erken yaşta evliliklerin etkisinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1138)

23.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 21 Milletvekilinin, kadın sığınma evlerinin kapasitesinin artırılması ve kadınları korumaya yönelik tedbirlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1139)

24.- Mersin Milletvekili Ali Öz ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin artmasının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1140)

25.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 29 Milletvekilinin, kadın cinayetleri konusunda alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1141)

26.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddet bağlamında ülkemizde bir kadın politikası oluşturulması ile koruyucu ve kollayıcı tedbirlerin alınması için konunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1142)

27.- İstanbul Milletvekili Sedef Küçük ve 20 Milletvekilinin, kadınların maruz kaldığı şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1144)

28.- HDP Grubu adına Grup Başkanvekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, kadın cinayetlerinin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1143)

29.- İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak ve 23 Milletvekilinin, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1145)

30.- Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 27 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1147)

31.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 27 Milletvekilinin, kadına yönelik sistematik şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1146)

32.- Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç ve 35 Milletvekilinin, kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik yürütülen hizmetlerin uygulamalarının değerlendirilmesi ve eksikliklerin tespit edilmesi için konunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1148)

 

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

3.- Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve Isparta Milletvekili Recep Özel ile 52 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın; 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 59. Maddesinde Noterlerin Hastalıkları Hâlinde Yapılacak İşlemlere İlişkin Sorunların Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın; 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı ile 33 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan ve Elâzığ Milletvekili Şuay Alpay ile 1 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Adalet Komisyonu Raporu (2/2397, 2/2101, 2/2209, 2/2380, 2/2418) (S. Sayısı 655)

4.- Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/742) (S. Sayısı: 616)

5.- Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Yedinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/337) (S. Sayısı: 73)

 

XII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- 655 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle Genel Kurulda görüşülüp görüşülemeyeceği konusunda Başkanın tutumu hakkında

 

XIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Murat Başesgioğlu’nun, Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’ın 655 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

XIV.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Manisa Milletvekili Özgür Özel'in, Soma'da yaşanan maden kazasında hazırlanan bilirkişi raporuna ve giderilen eksikliklere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/51251)

2.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Zonguldak'ta bir maden ocağında çalışan işçilerin erken çıkmalarını engellemek için madene kilitlendikleri iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/51716)

3.- İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın, TBMM yerleşkesindeki PTT şubesinin bir uygulamasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/51847)

4.- Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu'nun, TBMM Sağlık Merkezi’ne çeşitli şikâyetlerle yapılan başvurulara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/51850)

5.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın, TBMM Sağlık Merkezi’nde açılması planlanan yeni bölümlere ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/51852)

6.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, rüzgar enerjisi kullanımına yönelik çalışma ve teşviklere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/51963)

7.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, güneş enerjisi kullanımına yönelik çalışma ve teşviklere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/51964)

8.- Ankara Milletvekili Zühal Topcu'nun, HES'lerden elde edilen enerji miktarı ile elde edilmesi planlanan enerji miktarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/51965)

9.- Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu'nun, IŞİD'in ürettiği petrolü Türkiye üzerinden geçirdiği iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/51966)

10.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, Tuz Gölü'nde olduğu iddia edilen plansız üretimin yol açabileceği sorunlara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/51967)

11.- Muş Milletvekili Demir Çelik'in, doğal gaz kullanılmayan şehir sayısına ve Muş'a doğal gaz boru hattı döşenmesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/51968)

12.- Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek'in, son on iki yılda kurulan çok sayıda maden şirketinin sahipleri veya ortaklarının bir siyasi partiye yakın insanlar olduğu iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/51970)

13.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, Orhaneli Termik Santraline ve özelleştirileceği iddialarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/52279)

14.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, Soma Termik Santraline ve özelleştirileceği iddialarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/52280)

15.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, Tunçbilek Termik Santraline ve özelleştirileceği iddialarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/52281)

16.- Erzincan Milletvekili Muharrem Işık'ın, Erzincan'da faaliyet gösteren maden şirketlerinden belediyelere ve Köylere Hizmet Götürme Birliklerine ne kadar para aktarıldığına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/52282)

17.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, yazılı soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/52283)

18.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, doğal gaza ve elektriğe yapılan zamlara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53364)

19.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, Adıyaman'da kaçak elektrik kullanıma ve elektrik hizmetine erişimde yaşanan sorunlara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53365)

20.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut'un, araç giriş kartları üzerindeki boyaların bozulmasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/53525)

21.- Iğdır Milletvekili Sinan Oğan'ın, İŞKUR yoluyla yapılan personel alımlarının denetimine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/53590)

22.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, maden işletmeciliği yapan firmalardan tahsil edilen devlet hakkına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53608)

23.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve Şanlıurfa'da değiştirilen elektrik sayaçlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53609)

24.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, Şanlıurfa, Siirt, Mardin, Batman ve Şırnak'ta vatandaşlara kullandıklarından fazla elektrik faturası ödetildiği iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53610)

25.- Balıkesir Milletvekili Haluk Ahmet Gümüş'ün, Kazdağları'nda yapılması planlanan HES projelerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53611)

26.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından satın alınan akaryakıt miktarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53612)

27.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından satın alınan servis aracı kiralama ve servis hizmetlerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53613)

28.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından satın alınan deprem performans analiz testi hizmetlerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53614)

29.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından mobil ve sabit telefon hatları için yapılan harcamalara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53615)

30.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan İnternet erişim hizmeti alımlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53616)

31.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından tüketilen elektrik miktarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53617)

32.- İzmir Milletvekili Musa Çam'ın, İşsizlik Sigortası Fonu hakkındaki usulsüzlük iddialarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/53776)

33.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, doğalgaz fiyatlarına yapılan zamma ve zammın sebeplerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53800)

34.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Erzurum, Gümüşhane ve Bayburt illerinde enerji konusundakiler başta olmak üzere yaşanan çeşitli sorunlar ile söz konusu iller için ayrılan bütçeye ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53801)

35.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Elazığ, Mardin ve Diyarbakır illerinde enerji konusundakiler başta olmak üzere yaşanan çeşitli sorunlar ile söz konusu iller için ayrılan bütçeye ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53802)

36.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Bingöl, Bitlis ve Batman illerinde enerji konusundakiler başta olmak üzere yaşanan çeşitli sorunlar ile söz konusu iller için ayrılan bütçeye ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53803)

37.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Muş, Hakkari ve Şırnak illerinde enerji konusundakiler başta olmak üzere yaşanan çeşitli sorunlar ile söz konusu iller için ayrılan bütçeye ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53804)

38.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Van, Siirt ve Adıyaman illerinde enerji konusundakiler başta olmak üzere yaşanan çeşitli sorunlar ile söz konusu iller için ayrılan bütçeye ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53805)

39.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Kars, Iğdır ve Ağrı illerinde enerji konusundakiler başta olmak üzere yaşanan çeşitli sorunlar ile söz konusu iller için ayrılan bütçeye ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53806)

40.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, maden işletmelerinde çalışanlara yönelik olarak getirilen düzenlemeler nedeniyle çok sayıda işletmenin kapandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/53807)

41.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın, Gaziantep ilinin Şahinbey ilçesine bağlı bir köyde yaşanan sel felaketine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un cevabı (7/54098)

42.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi'nin, Dolmabahçe Sarayı Muâyede Salonu'ndaki halıların tadilat çalışmaları esnasında zarar gördüğü iddiasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/54293)

43.- İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli'nin, işsizlik sigortasından yararlanma koşullarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/54577)

44.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, TBMM İnternet sayfasına erişimde yaşanan sorunlara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/54679)

 

25 Kasım 2014 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Muharrem IŞIK (Erzincan), Muhammet Bilal MACİT (İstanbul)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

 

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Divan olarak, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutladıklarına ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde kadına şiddetin son bulmasını dilediklerine ilişkin konuşması

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, dün, 24 Kasım Öğretmen Günü’nü kutladık. Hepimiz biliyoruz ki, öğretmenlerimizle ilişkilerimiz karnemizi, diplomamızı aldıktan sonra hayatımızdan tamamen çıkardığımız bir ilişki değildir. Onlar yanımızda olmasalar da her zaman tercihlerimize, davranışlarımıza, kararlarımıza, üslubumuza, zevklerimize yansıyan bir gerçek olarak hep içimizde yaşarlar. “Benim bir öğretmenim vardı.” veya “Öğretmenim bana demişti ki…” diye başlayan cümleleri yaşamımızın her alanında mutlaka kullanmışızdır ve kullanmaktayız. Başka hiçbir meslek yoktur ki, hayatımızda bu kadar derin iz bırakabilsin. Ben de Divan üyeleriyle birlikte, başta Başöğretmen Atatürk olmak üzere, aramızdan ayrılan bütün öğretmenlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Tüm öğretmenlerimizin saygıyla ellerinden öpüyorum.

Bu vesileyle, yetişmemde üzerimde büyük bir katkısı olan, hâlen emeğini benden esirgemeyen ve şu anda görev yapan, birçok Almanca öğretmeninin de hocası olan Sevgili Ablam Profesör Doktor Tülin Polat’ı da saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, ayrıca içinde bulunduğumuz bu gün “25 Kasım günü” Birleşmiş Milletler tarafından Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü olarak kabul edilmiştir.

Bir kadın olarak dile getirmek isterim ki, şiddet nerede olursa olsun, kime karşı uygulanırsa uygulansın, hangi mazeretle yapılırsa yapılsın demokratik bir yaşam biçiminde, hukuk devleti çatısı altında asla kabul edilemez. Kadına yönelik şiddet büyük bir ayıptır, büyük bir utançtır.

Yine, ben ve Divan üyeleri olarak, bu anlamlı günde toplumsal yaşantımızın temel direği olan kadınlara uygulanan şiddetin son bulmasını diliyor, güçlünün değil, eşitliğin hüküm sürdüğü, şiddetin çözüm yolu olmadığı bir dünya ümit ediyorum.

Sayın milletvekilleri, dünkü Öğretmenler Günü ve bugünkü Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle bugüne ve bu iki konuya mahsus olarak gündem dışı konuşmalardan sonra 12 sayın milletvekiline birer dakikalık söz vereceğim, sisteme girmelerini rica ederim.

Gündeme geçmeden önce 3 sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Öğretmenler Günü hakkında söz isteyen İzmir Milletvekili Sayın Nesrin Ulema’ya aittir.

Buyurun Sayın Ulema. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

 

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İzmir Milletvekili Nesrin Ulema’nın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

 

NESRİN ULEMA (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. 

Bilindiği gibi, öğretmenlerimiz insanı en ideal şekilde eğitmek suretiyle geleceğin Türkiye’siyle birlikte geleceğin dünyasını inşa etmek gibi kutsal bir vazifeyi icra etmektedirler. Türkiye, iyi yetişmiş, genç ve dinamik nüfusuyla eğitimden sağlığa, adaletten emniyete büyük başarılara imza atıyor ve her geçen gün muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma yolunda da hızlı adımlarla ilerliyor. Elbette ki, milletçe elde ettiğimiz bu başarıda, katettiğimiz bu mesafede en büyük emek yurdumuzun dört bir yanında görev yapan çok değerli öğretmenlerimize aittir.

On iki yıldan beri AK PARTİ iktidarları olarak “İnsanı yücelt ki devlet yücelsin.” felsefesiyle insana yapılan her türlü yatırıma büyük değer verdiğimiz için öğretmenlerimizi baş tacı ediyor, emeklerini takdirle karşılıyoruz. İktidara geldiğimiz 2002 yılından bu yana her dönemde eğitim birinci önceliğimiz oldu. 2005 yılından itibaren hazırlanan her bütçede eğitime ayırdığımız payı birinci sırada tuttuk. 2003-2014 yılları arasında 450 bini aşkın öğretmen ataması gerçekleştirdik. 2015 Ocak ayında da 15 bin yeni öğretmen ataması müjdesini dün Sayın Başbakanımız kamuoyuyla paylaştı. Mümkün olan en yüksek sayıda atama yapmakla kalmıyoruz, bunun yanında, öğretmenlerimizin hayat standartlarının yükseltilmesi, özlük haklarının iyileştirilmesi, morallerinin yüksek tutulması için de pek çok düzenleme gerçekleştirdik ve gerçekleştirmeye devam ediyoruz.

2002 yılına kıyasla yüzde 726 oranında artırılan Millî Eğitim bütçesi 62 milyar liraya ulaşmıştır. 210 bin yeni derslik yaptık, yetmiyor, bu sayıyı daha da çok artırıyoruz. 21’inci yüzyıla girerken öğretmenlerimiz 70-80 kişilik sınıfta eğitim faaliyetlerini sürdürürken şu anda dersliklerimizde 30 öğrencimiz ders görmekte. Öğrenciler bilgiye daha kolay ulaşsın diye tabletler dağıtıyoruz. On bir yılda 17 milyon öğrencimizin annesine yaklaşık 3 milyar liralık eğitim desteği verdik.

İzmir ilimizle ilgili de birkaç rakamı sizlerle paylaşmak istiyorum. 2002 eğitim öğretim yılında 25 bin olan öğretmen sayımız bugün itibarıyla İzmir’de 38 bine çıkmıştır. On iki yıl boyunca İzmir’e toplamda 1 milyar 600 milyon liralık eğitime destek ve yatırım sağlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; inanıyorum ki insan sevgisini hiçbir zaman yitirmeyen, idealizmlerini asla kaybetmeyen, dünyadaki gelişmelere bigâne kalmayan öğretmenlerimiz sayesinde bu ülkenin geleceği çok daha aydınlık olacaktır. Bizim öğretmene bakışımız “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” anlayışının bir tezahürüdür. Bu nedenle de bizim kültür ve medeniyetimizde öğretmen, öğretmenlerimiz, anne babalarımız kadar değerli, onlar kadar aziz ve muteber sayılmaktadır. Ancak, öğretmenlerimiz bu kutsal görevi yaparken geçmişten günümüze büyük zorluklara, yasaklara ve türlü baskılara da maruz bırakılmışlardır. AK PARTİ iktidarları öncesinde kişisel tercihi gereği başını örtmek isteyen öğretmenlere okul yolunda bile örtünmeyi yasaklayan, başı örtülü öğretmen adaylarını üniversite kapılarında rencide eden, kulübelerde başlarını açtıran, ikna odalarında inançlarının gereğini yapmamaları telkin edilen öğretmenlerimiz bugün hiçbir yasak ve engele takılmadan özgürce ders verebilmekteler.

Bu vesileyle, ebediyete intikal etmiş tüm öğretmenlerimizi bir kez daha rahmetle anıyor ve 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyorum.

Saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ulema.

Gündem dışı ikinci söz, aynı konuda söz isteyen İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’e aittir.

Buyurun Sayın Serter. (CHP  sıralarından alkışlar)

 

2.- İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

 

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben öncelikle, yurdun dört bir köşesinde özveriyle görev yapan, öğrencilerini sevgi ve şefkatle kucaklayan eğitim emekçisi tüm öğretmenlerimizin ve Millî Eğitim Bakanlığının kapısında yıllardır atama bekleyen, sayıları 350 bine yaklaşmış olan öğretmen adaylarımızın Öğretmenler Günü’nü kutluyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bizler milletvekilleri, milletin gerçek temsilcileri isek eğer öğretmenin de insan olduğunu, başarı ve motivasyonu için emeğinin karşılığını alması gerektiğini hatırlamamız gereken bir gündeyiz. Ne yazık ki AKP dönemi, öğretmenlerin onur kaybına uğradığı, öğretmenlerin itibarlarının toplum nezdinde ciddi ölçüde zedelendiği, kamu çalışanları içinde en düşük maaş alan gruba indirgenerek ciddi yoksulluk, yoksunluk sorunlarıyla boğuştukları bir dönem olarak tarihe geçmiştir. Türkiye’de bugün öğretmenler OECD ülkelerinin öğretmenlerinin 4 kat azı maaş almaktadırlar. Bugün Türkiye’deki öğretmenlerin yüzde 79’u bankalara borçludur, yüzde 40’ı ailesinin yardımıyla geçinmektedir, 3 öğretmenden 1’i kendi mesleğiyle ilgili olmayan bir işte ek iş olarak çalışmak zorundadır. Satın alma güçleri sürekli düşmektedir ve atama bekleyen öğretmenler bekleye bekleye yaşlanmaktadır. Bu koşulların olduğu bir ülkede, değerli milletvekilleri, ben soruyorum: 24 Kasımlar neye yarar, ne işe yarar? 24 Kasımları, Öğretmenler Günü’nü sanki bir öğretmen bayramı gibi kutlayanlar bu tablo karşısında acaba hiç mahcubiyet duymazlar mı?

Bizler bugün öğretmen adaylarına 40 bin yeni atamanın müjdesini vermeyi çok isterdik, ne yazık ki sayı 15 binde kaldı. Yine, bizler bugün cefakâr öğretmenlerimize, yaşadıkları zorlukları sesleri titreyerek, gözleri yaşararak ama onurları zedelendiği için bütün bunları anlatmaktan da utanarak kamuoyuyla paylaşan Hızır Öğretmen gibi cefakâr öğretmenlerimize, çocuğunun küçücük bir isteğini yerine getiremediği için vicdanı sızlayan değerli öğretmenlerimize ciddi bir maaş artışı müjdesini de vermek isterdik ama ne yazık ki o da olmadı.

Ancak, ben şimdi önce öğretmen adaylarımıza sonra da öğretmenlerimize seslenmek istiyorum: Sevgili öğretmen adaylarımız, biliyor musunuz ki “kaçak saray”a, yeni alınan lüks uçağa ve “kaçak saray”ın bir yıllık giderlerine karşın 71 bin yeni atama yapılabilir ve bunların bir yıllık maaşı karşılanabilirdi. Yine, Anadolu’nun dört bir köşesinde kırık dökük sınıflarda, çatısı çökmüş binalarda eğitim yaptıran öğretmenlerimize sesleniyorum: Biliyor musunuz ki bu harcamalara karşın 12’şer derslikli 700 pırıl pırıl okul binası ya da 7.406 derslik inşa edilebilirdi ama Hükûmet tercihini lüksten ve şatafattan yana kullanmıştır. Ancak siz hakça, adaletçe yönetilen, öğretmenin gerçek değerini bulduğu bir Türkiye’yi hayal etmekten asla geri durmayın. Böyle bir Türkiye’de eğitime emek veren yöneticiler bir gecede görevinden alınmayacaklar; böyle bir Türkiye’de siyasi kadrolaşma, eğitimdeki haksızlıkların fitilini ateşlemeyecek; böyle bir Türkiye’de ücretli öğretmen sömürüsü son bulacak ve böyle bir Türkiye’de artık laik eğitime yönelik saldırılar son bulacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FATMA NUR SERTER (Devamla) – Ben öğretmenlerimize umut diliyorum ve direnme gücü diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Serter.

Gündem dışı üçüncü söz, yine aynı konuda söz isteyen Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’a aittir.

Buyurun Sayın Bulut. (MHP sıralarından alkışlar)

 

3.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

 

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk’ün 24 Kasım 1928 yılında “Millet Mektepleri Başöğretmenliği” unvanını aldığı ve 100’üncü doğum yılından, 1981 yılından itibaren bugünü Öğretmenler Günü olarak kutlamaya başladığımız 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü, “Ben öğretmenim.” diyen, kendini öğretmen farz eden, hisseden, Anadolu’nun dört bir yanında, en ücra köşelerinde, maddi manevi sıkıntılar içerisinde onurunu, haysiyetini zedelenmiş hisseden, toplumda kendini dışlanmış gibi gören, her 24 Kasımda övgülerle karşılaşan ama diğer tarafta kendisine bir şeyler verilmeyen öğretmenlerimizin bu güzel gününü kutluyor, hepsini saygı ve sevgiyle selamlıyorum. 

Değerli milletvekilleri, öğretmenler 24 Kasımda bizden övgü beklemiyorlar, bizden övgü istemiyorlar. “Bir mum gibi ömrümüz boyunca sizlere emek verdik, kendimizi erittik, tükettik; sizlere Türk tarihini öğrettik, medeniyeti öğrettik, insanlığı öğrettik, bilimi öğrettik, haksızlığa karşı koymayı, haksızlık karşısında susmamayı öğrettik; sizlere iki günü denk olanın zararda olduğunu söyledik; sizlere haramı, helali öğrettik, israfı öğrettik; sizlere ülke sevmeyi, milletini sevmeyi öğrettik, bayrağı öğrettik, kalkınmayı öğrettik, ekonomiyi öğrettik, tarımı öğrettik. Şimdi ne yaptınız? Bizim için değil, ülkeniz için ne yaptınız?” diye soruyorlar Parlamentoya, Hükûmete, devlete. Emin olunuz, bugün yoksulluk sınırının altında yaşamaya terk ettiğimiz, geçinmede büyük sıkıntılar çeken, üniversitedeki çocuklarını okutmak için burs arayan bu insanlar hem ekonomik sıkıntıları hem özlük hakları itibarıyla büyük problemlerle iç içeler.

Öğretmenler ve eğitim yöneticileri, on iki yıldır bir eğitim politikası olmayan, her gelen bakanın yoğurt yiyişine uymak zorunda kalan… Bugün de Bakanlıkta oluşan bir paralel yapı yani Bakanlığı ele geçiren bir sendikanın emrine giren Bakanlık, öğretmenin hakkını savunmak değil, sadece siyasi kadrolaşmak adına bir çırpıda 8 bin yöneticiyi görevinden etti. İnsan Allah’tan korkar, vicdanlı olur. Bir günde, bir defada 8 bin eğitim yöneticisi. Yıllarını vermiş, emek vermiş, vicdana, hakka, hukuka inanmış bu insanlar adalet arıyorlar adalet ve bir yerden bir şey bulamıyorlar. Bu haksızlıklara Türkiye Büyük Millet Meclisinin çözüm bulacağı noktasını hiç dile getiren var mı? Hiç bu Hükûmetin, iktidar partisine ait milletvekilinin bu konuda bir çabası var mı? Millî Eğitim Bakanlığına soruyoruz: Neden aldınız bunları? Görevinde mi başarısız? Takdirname mi almadı yıllardan beri? Ne yaptı da aldınız bunları? Sadece siyasi kadrolaşma adına bir haksızlık yapılıyor. O değerli öğretmenlerin, o değerli yöneticilerin haklarını takip edeceğiz. Milliyetçi Hareket Partisi onları en iyi şekilde değerlendirecek inşallah iktidarı zamanında ama bugün içinde bulundukları bu duruma mutlaka çözüm bulunması gerekiyor.

Birçok mesleğin kıdem tazminatı var. Öğretmenler büyük sıkıntı içerisinde, okuldaki sorunları evine taşıyan insanlar. Onlar için kıdem tazminatı konusunda bir kanun teklifi hazırladım, bugün Meclis Başkanlığına sunuyorum. Meclisin, Hükûmetin partilerüstü bir bakışla bu işi değerlendirmesini ve bu insanlara bu desteğin verilmesini istiyorum.

İsterdim ki 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde öğretmenlere bir maaş ikramiye verilsin. Karanfil dağıtmakla, güzel nutuklarla değil, bu değerli milletvekilimin bahsettiği banka borçlarına, kredi kartı borçlarına… Kıyasladığınız Avrupa’ya göre en düşük maaşı alan bu insanların maaşlarının insan gibi yaşayacakları bir düzeye getirilmesi konusunda gayretlerinizi diliyor, Öğretmenler Günü’nü tekrar kutluyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bulut.

Şimdi, sisteme giren arkadaşlara birer dakika söz vereceğim belirttiğim konular çerçevesinde. Ancak, önce grup başkan vekillerinden başlamak isterim.

Sayın Gök’e söz vereceğim. İlk defa nöbetteyiz birlikte, iyi bir çalışma sergileriz diye düşünüyorum.

Buyurun Sayın Gök.

 

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması

 

LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Elbette, içinde bulunduğumuz hafta, öğretmenlerimize olan vefa duygumuzu ne kadar fazla izah etsek de onlara hakkımızı, onların bize olan hakkını hiçbir zaman ödeyemeyeceğimiz bir hafta. Öğretmenlerimizin içinde bulundukları ücret durumu, yaşam koşulları hepimizin ortak çözümler getirmesi gereken bir nokta.

Özellikle atanamayan, ataması yapılmamış öğretmenlerin çığlıkları her gün yüksek sesle odalarımızdan yankılanıyor, alanlardan yankılanıyor. Üniversiteyi bitirdiği hâlde iş bulamamış, öğretmenlik yapamamış, öğrencisine kavuşamamış, ataması yapılmamış öğretmenler ordusuyla karşı karşıyayız. Çok güç koşulların içinden geçiyorlar, her biri ayrı ayrı saygın bir şekilde yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyor. Ama biz de Meclisimizde, maalesef, onlara hak ettikleri ücreti, sosyal yaşamı sağlayamamanın ezikliğini yaşıyoruz. Umuyor ve diliyorum ki bizleri yetiştiren ve bundan sonra da gelecek nesillerimizi emanet ettiğimiz öğretmenlerimiz bundan sonra çok daha iyi yaşam koşullarında, çok daha iyi ortamlarda kendilerini güvenceli hissedecekleri bir yaşamı sürerler.

Ben, bu duygu ve düşüncelerle, bizleri yetiştiren ve elbette öğretmenlerine Başöğretmen olan Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm öğretmenlerimizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum, onların yollarını aydınlatmak bizlerin başlıca görevidir diyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim.

Sayın Halaçoğlu, buyurun.

 

2.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun, MHP Grubu olarak, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutladıklarına ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na kayınvalidesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediklerine ilişkin açıklaması

 

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) -  Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Biz de Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Öğretmenler Günü dolayısıyla, tüm çocuklarımızı yetiştiren, onlara bilgi aşılayan öğretmenlerimizin gününü kutluyoruz. Elleri öpülesi öğretmenlerimizin sorunlarının muhakkak ki Türkiye Büyük Millet Meclisi aracılığıyla çözümlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu sebeple de yarın bir araştırma önergesi sunacağız bu konuda. Eğer diğer partili arkadaşlarımız da iştirak ederlerse bu konuda bir Meclis araştırması söz konusu edilebilir.

Diğer taraftan, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun kayınvalidesinin vefat etmesi dolayısıyla ona da başsağlığı diliyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi camiasına da aynı başsağlığını diliyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Halaçoğlu.

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na kayınvalidesinin ve İzmir Milletvekili Oktay Vural’a eşinin vefatları nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin konuşması

 

BAŞKAN – Evet, hem Sayın Kılıçdaroğlu’nun kayınvalidesini kaybetmesinden dolayı hem de Sayın Vural’ın eşini kaybetmesinden dolayı iki aileye başsağlığı dileklerimizi de sunuyoruz. Allah rahmet eylesin.

Şimdi, sisteme giren milletvekili arkadaşlarıma birer dakikalık söz vereceğim.

Sayın Yeni, buyurun.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

3.- Samsun Milletvekili Ahmet Yeni’nin, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması

 

AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, 24 Kasım Öğretmenler Günü tüm yurtta kutlandı. Ben de bütün öğretmenlerimizin ve bir öğretmen olan eşimin de Öğretmenler Günü’nü kutluyorum. “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.” diyen Hazreti Ali’nin yolundan gittiğimizi de belirtmek istiyorum. AK PARTİ döneminde öğretmenlerimizin itibarı artmıştır. Türkiye’de artık ikna odaları yoktur ve olmayacaktır. Başörtüsü sebebiyle görevden ihraç edilen öğretmen yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır.

AK PARTİ iktidarları döneminde eğitime birinci derecede önem verilmiştir. 2002 yılına oranla öğretmen atamalarında yüzde 100 artış olmuştur. Samsun’a 3.302 yeni derslik kazandırılmıştır. Samsun’a yapılan eğitim harcamaları 678 milyon 116 bin TL’dir. Türkiye’de ne kadar derslik ihtiyacı varsa yapılmaya devam ediyor. Bütçeye göre de öğretmen atamalarımız bir taraftan devam ediyor. Hayırlı olsun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Türkmenoğlu…

 

4.- Konya Milletvekili Ayşe Türkmenoğlu’nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

 

AYŞE TÜRKMENOĞLU (Konya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Ben de 24 Kasım Öğretmenler Günü’müzü kutluyorum. Özellikle gelecek nesillerimizin geleceğe daha güvenle bakabilmesi için, sorunlarını daha rahat çözebilmeleri, hayatlarını kolay idame ettirebilmeleri için ve saygı dolu bireyler olarak yetiştirilebilmeleri için emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin sosyal ve ekonomik durumlarını iyileştirmek, kültürel ve çağdaş ihtiyaçlarını  karşılamak, toplumda hak ettikleri yer ve itibarı sağlamak adına AK PARTİ hükûmetleri döneminde yoğun çaba sarf edildi ve ediliyor. Özellikle Sayın Başbakanımızın dünkü açıklamalarından sonra tekrar öğretmenlerimizin bu konudaki beklentilerinin kısmen de olsa karşılandığını müşahede ettik. 15 bin yeni öğretmen atanacak.

Yine bugün, 25 Kasım, Birleşmiş Milletler tarafından Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü olarak açıklandı ve özellikle 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne kadar bu konuda farkındalık yaratmak adına çeşitli  sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, siyasetçilerin bu konuya dikkat çekmesi adına böyle bir gün belirlendi. Ben özellikle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Çalık, buyurun.

 

5.- Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

 

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın Başkanım, ben de teşekkür ediyorum.

Bir kez daha 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü ben de kutluyorum ve bizi yetiştiren bütün öğretmenlerimizin ellerinden öpüyorum. Ve öğretmenlerimiz bize sevgiyi, kardeşliği, hoşgörüyü öğretti ve o öğretmenlerimiz, eli öpülesi öğretmenlerimiz “Kadına şiddeti uygulamayın.” dedi. 25 Kasım Kadına Şiddeti Önleme Günü ve dün Kadın ve Demokrasi  Derneğinin İstanbul’da organize etmiş olduğu Adalet Zirvesi’ndeydik. “Önce adam olun.” diyoruz şiddeti uygulayan herkese. Çocuğa, kadına, kime uyguluyorsanız şiddeti durdurun ve insanca yaklaşın. Eğitimde, sağlıkta, siyasi hayatta, kamu düzeninde, yönetim kademesinde kadının fırsatları eşitlensin ama öncelikle insan olarak karşılıklı anlayışı, sevgiyi tesis edelim. Kadına karşı uygulanacak her türlü şiddete sıfır tolerans edilmesi gerekiyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Özkan…

 

6.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne, kadına karşı şiddeti kınadığına ve ALS hastalarına takılan diyafram ve kalbe uyarı pillerinin devlet tarafından karşılanması gerektiğine ilişkin açıklaması

 

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Başta, Başöğretmenimiz Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm öğretmenlerimin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü candan kutluyorum. Bugün verilen 15 bin yeni öğretmen kadrosunun yetersiz olduğunu, bunun en az 40 bin olarak belirlenmesini ve öğretmenlerimizin maaşlarına seyyanen, günün koşullarına göre bir artış yapılmasını beklemekteyim. Verilecek kadrolarda da branşlara göre adaletli bir dağılım beklenmektedir.

Kadına karşı şiddeti de kınıyorum.

Ayrıca, Sağlık Bakanlığına bir uyarım olacak. ALS hastalığında diyaframa ve kalbe uyarı pilleri takılmaktadır. Ancak bunun parası devlet tarafından ödenmemektedir, hastalar mağdur olmaktadır. Bu konuda Hükûmeti ve Sağlık Bakanlığını duyarlılığa davet ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Buldan, önce grup başkan vekillerine söz verdim ama siz şimdi geldiğiniz için…

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Dışarıdaydım.

BAŞKAN – …arkadaşlardan izin isteyerek size de söz veriyorum.

Buyurun.   

 

7.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, HDP Grubu olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na kayınvalidesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediklerine ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

 

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de öncelikle Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun kayınvalidesinin vefatından dolayı başta Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve eşi olmak üzere tüm CHP camiasına başsağlığı dileklerimi sunmak istiyorum HDP adına.

Aynı zamanda bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü. Biz de Halkların Demokratik Partisi olarak artık kadına yönelik her türlü şiddetin durması açısından siyasi iradenin ve Hükûmetin bu konuda sorumluluk üstlenmesi gerektiğini ve kadına yönelik her türlü şiddetin son bulması amacıyla gerekli mekanizmaların işletilmesi gerektiğini ifade ediyoruz.

Bugün burada bir komisyon kurulacak  kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik her türlü şiddetin araştırılmasına dair. Bunu önemsediğimizi ama sadece bununla sınırlı kalınmaması gerektiğini ve kadına yönelik her türlü şiddetin son bulması için çok farklı mekanizmaların devreye girmesi gerektiğini ifade ediyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim.

Sayın Canalioğlu, buyurunuz.

 

8.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

 

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Ben de bir öğretmen olarak çok sevgili öğretmenlerimizin günlerini kutluyor, mutluluklar diliyorum yaşamlarında. Öğretmenler Günü’nü kutlarken güzel sözler söyleniyor fakat ne yazık ki bazı yerlerde çeşitli ayrımcılıklar yapılıyor. Örneğin, Trabzon Öğretmenevi’nde öğretmenlerimiz televizyonlarını izlerken bazı kanallar ne yazık ki kapatılmış ve bu nedenle onların televizyon izleme özgürlükleri de ellerinden alınmıştır. Bunun ivedili olarak düzeltilmesini umuyor ve bekliyoruz.

Yine bugün, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü. 2014 Türkiye’sinde ne yazık ki kadınlar öldürülüyor, çocuklar öldürülüyor, emekçiler öldürülüyor. Kadınlar hiçbir dönem yaşamadıkları kadar baskı ve şiddet altındadırlar.

Bu gün vesilesiyle kadınlar emeklerine, bedenlerine, kimliklerine sahip çıkarak, seslerini duyurmak istiyorlar. Sevginin, huzurun, barışın ve insanca bir yaşamın yeşermesi için seslerini yükseltip kamuoyuna duyurmak istiyorlar ve diyorlar ki: “Kadınlar yaşasın diye yaşasın kadınlar.” Ve biz de kadınlarımızı destekliyoruz, onlara sağlık ve mutluluklar diliyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Yüceer, buyurun.

 

9.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer’in, Trakya’daki ulaşım sorununa ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

 

CANDAN YÜCEER (Tekirdağ) – Tekirdağ-Edirne-İstanbul arasında ulaşımı sağlayan tren yolunda yaklaşık iki yıldır bakım yapılıyor. Bu süre başladığından beri sadece haftanın üç günü tek gidiş geliş olmak üzere sefer düzenlendi. Yeniden Trakya hattındaki yenileme çalışmaları sebebiyle 2013 senesinden beri de yeniden ulaşım sağlanamıyor.

Söz konusu durumla ilgili üç kez önerge vermeme rağmen hâlâ bir cevap almış değilim. Bu durum, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli’nde ucuz ulaşım yolu olan treni en çok kullanan öğrenciler başta olmak üzere, tüm Trakyalı hemşehrilerimize ağır bir maddi yük oluşturmakta.

Çerkezköy’den İstanbul’a gitmek isteyen yurttaşlar için sadece tek otobüs firması fahiş fiyatlarla hizmet vermektedir. Trakyalı hemşehrilerim ulaşım mağduriyetinin giderilmesi için alternatif üretilmesini beklemekte.

Bugün tabii, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, tam da en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan kadına şiddete ve bu şiddetin temelinde kadın erkek ayrımcılığının yattığına dikkat çekeceğimiz günde Sayın Cumhurbaşkanının kadın ile erkeğin eşit konumda olamayacağına ilişkin sözlerini gerçekten hayretle, endişeyle ve üzüntüyle izledim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Öz…

 

10.- Manisa Milletvekili Sakine Öz’ün, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kadınlarla ilgili bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Sayın Başkan, kadın cinayetlerinin önlenmesi konusunda farkındalığı yaratmak amacıyla söz aldığım bu günde ne yazık ki Cumhurbaşkanının -alışkanlık yaptığı- açıklamasıyla karşı karşıyayız, kınıyorum.

Atanamayan öğretmenleri, madende işçi olmak zorunda kalan öğretmenlerimizin sorunlarını, iktidarın yolsuzluk ve hukuksuzluklarını kapatmak için, üstünü örtmek için, gündem değiştirmek için ve iç dünyasını yansıttığı “Kadın ve erkek hiç eşit olur mu?” sözlerinin ardından kendisine sormak istiyorum: Yoksa tekçe tekçe anlattığınız ve daha detaylı anlaması için yanına gönderdiğiniz Bilal ile Sümeyye sizin gözünüzde bir yani eşit değil mi? Bu bir fıtrat mı? Biz buradan “fıtrat değil” diyen bütün kadınlara, bu mücadeleyi yapan bütün kadınlara selam gönderiyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Akova…

 

11.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova’nın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması

 

AYŞE NEDRET AKOVA (Balıkesir) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Öğretmenlerin örgütlenme, atanma, yükselme, tayin, özlük haklarının iyileştirilmemesi, öğretmenlerin itibarsızlaştırılması, eğitimde gerici yapılanma, maaş ve ek derslerdeki kayıplar, norm kadro ve alan değişikliği sorunları, özür grubu atamalarında yaşanan sıkıntılar, ailelerin parçalanmışlığı, öğretmenler için gerekli sayıda kadro çıkarılmaması, sözleşmeli öğretmenlerin iş ve gelecek güvencesiz ağır çalışma koşulları, sürekli eğitim ve sınav sisteminin değiştirilmesi gibi çok önemli sorunlar hâlen devam etmektedir, üstelik çözümüne yönelik de gerekli politikalar üretilmemektedir.

Öğretmenlerin yüzde 50’si kredi kartı borcunu ödeyemiyor, yüzde 2,5’u tefeciye borçlu, yüzde 27’si ek iş yapmak zorunda. Aydın ve çağdaş bir Türkiye için öğretmenlerimizin haklarının iyileştirilmesi, sorunlarının çözülmesi ve siyasi baskıya maruz kalmamaları için mücadelemize devam edeceğiz.

Öğretmenler Günü kutlu olsun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Kaynarca…

 

12.- İstanbul Milletvekili Tülay Kaynarca’nın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

 

TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, öncelikle 24 Kasım vesilesiyle eğitim emekçisi tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü tebrik ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü. Birleşmiş Milletler 1999 yılında kabul etti bu günü ama o günden bu yana ise dünyanın hâlâ, maalesef, kadına yönelik şiddet gibi bir gündemi var. Oysa şiddet acizliktir, şiddet zavallılıktır ve şiddet insan hakları ihlalidir. Ne insani ne vicdanidir. Dolayısıyla, asla kabul edilemez. Bugüne kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinde hükûmetlerimiz döneminde bu konuyla ilgili birçok yasal düzenleme yapıldı, birçok iyileştirici kanunlar, önleyici hükümler getirildi ancak asıl önemli olanın toplumsal zihniyet dönüşümüyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu vesileyle Meclisi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Moroğlu…

 

13.- İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu’nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması

 

MUSTAFA MOROĞLU (İzmir) – Sayın  Başkan, dün yine öğretmenler bir kez daha sizin iktidarınızın şatafatlı sözleriyle avutuldu ama öğretmenler yine sokaklarda kendi taleplerini haykırdılar. Aynı zamanda kadına karşı, cinayetlere karşı, şiddete karşı mücadele günüydü. İsterdim ki bugün hem Aileden Sorumlu Bakanımız hem de Millî Eğitim Bakanımız burada olsalardı, iyiydi. Biz de sokakta gördüklerimizi, öğretmenlerin taleplerini aktarırdık.

İzmir’deki Millî Eğitim Müdürlüğü 480 müdürü bir çırpıda görevden aldı ve görevden aldıklarının yerine -daha henüz- o okula yeni atanmış  öğretmenleri, performansı ölçülemeyen öğretmenleri atadı. Ama aynı Millî Eğitim Müdürü Gültepe’de bir ilkokulda sınıfta öğretmen olmadığını bilmeyecek kadar da görevinden uzak çünkü başka şeylerle ilgili. Daha önce de bir soru önergesi vermiştim, hâlâ bir cevap alamadım Millî Eğitim Bakanımızdan, acaba…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Savaşer…

 

14.- İstanbul Milletvekili Sevim Savaşer’in, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne ilişkin açıklaması

 

SEVİM SAVAŞER (İstanbul) -  Teşekkürler Sayın Başkan.

Öncelikle tüm öğretmenlerin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyorum.

Yine bugün 25 Kasım, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından belirlenmiş önemli bir tarih. Ülkemizde ve dünya çapında kadına yönelik şiddet ilk çağlardan bu yana kanayan bir yara. En son yakın zamanda da IŞİD’in Suriye ve Irak’taki kadınlara uyguladığı zulüm, yüzbinlerce kadının  vahşice öldürülmesi, tecavüze uğraması ve köle olarak satılmasıyla sonuçlandı.

Tüm ulusların bir araya gelerek kadına karşı şiddetle mücadeleye destek vermesi gerekiyor yoksa dünya, kadınlar için güvenli bir gezegen olmayacaktır diyorum ve bu vesileyle Meclisi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Son konuşmacı, Sayın  Coşkun.

TANJU ÖZCAN (Bolu) – Niye son efendim?

BAŞKAN – Daha önce açıklamıştım 12 kişiye söz vereceğimi.

15.- Yalova Milletvekili Temel Coşkun’un, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması

 

TEMEL COŞKUN (Yalova) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Biz  de diğer arkadaşlarımız gibi 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü dün illerimizde kutladık. Bugün de -bu yüce Meclisin çatısı altında- tüm ülkemizde görev yapan öğretmenlerimizin gününü kutluyorum. Bizi bu günlere getiren öğretmenlerimizi de saygıyla, hürmetle anıyorum.

Kuşku yok ki en değerli varlıklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlerimiz bizim için çok önemlidir. Her mesleğin önemi vardır ve kutsaldır, ancak öğretmenlik mesleği bütün mesleklerin yetiştiricisidir ve her türlü fedakârlığı yapan en büyük insanlardır. Dolayısıyla, öğretmenlerimizin düne göre bugün daha iyi durumda olduğunu ifade ediyorum ama durumlarının daha da iyileşmesi için, inşallah, önümüzdeki günlerde de gereken çalışmaların yapılacağını temenni ediyor, tüm öğretmenlerimizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gündeme geçiyoruz sayın  milletvekilleri.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının üç tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup bilgilerinize sunacağım.

 

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Makedonya Meclis Başkanı Trajko Veljanoski ve Arnavutluk Parlamentosu Başkanı Ilir Meta'nın vaki davetlerine icabet etmek üzere 23-25 Kasım 2014 tarihleri arasında Makedonya’ya ve 25-26 Kasım 2014 tarihleri arasında Arnavutluk’a resmî birer ziyarette bulunması Genel Kurulun 18/11/2014 tarihli 15’inci Birleşiminde kabul edilen Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin tezkeresi (3/1630)

20/11/2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek'in, Makedonya Meclis Başkanı Trajko Veljanoski ve Arnavutluk Parlamentosu Başkanı Ilir Meta'nın vaki davetlerine icabet etmek üzere, beraberinde bir Parlamento heyetiyle 23-25 Kasım 2014 tarihleri arasında Makedonya'ya ve 25-26 Kasım 2014 tarihleri arasında Arnavutluk'a resmî ziyaretlerde bulunması TBMM Genel Kurulunun 18/11/2014 tarih ve 15’inci birleşiminde kabul edilmiştir.

28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 2’nci maddesi uyarınca, heyetimizi oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimler Genel Kurulun bilgisine sunulur.

                                                                                                                                    Cemil Çiçek

           Türkiye Büyük Millet Meclisi  

                                                                                           Başkanı

 

Adı Soyadı:                                    Seçim Çevresi:

1) Mehmet Sarı                                      Gaziantep

2) Hüseyin Bürge                                     İstanbul

3) Rıfat Sait                                                İzmir

4) Lütfü Türkkan                                       Kocaeli

5) Emre Köprülü                                      Tekirdağ

 

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Avrupa Konseyi İtalya Başkanlığınca 20-21 Kasım 2014 tarihlerinde İtalya’nın başkenti Roma’da düzenlenen İstihdam, Araştırma ve Yenilik Komisyonları Başkanları Toplantısı’na Türkiye Büyük Millet Meclisinden katılması Genel Kurulun 18/11/2014 tarihli 15’inci Birleşiminde kabul edilen 1 üye için siyasi parti grubunca bildirilen isme ilişkin tezkeresi (3/1631)

                                                                                                                    21 Kasım 2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Avrupa Konseyi İtalya Başkanlığınca 20-21 Kasım 2014 tarihlerinde İtalya'nın başkenti Roma'da düzenlenen "İstihdam, Araştırma ve Yenilik Komisyonları Başkanları Toplantısı"na; Türkiye Büyük Millet Meclisinden katılım sağlanması Genel Kurulun 18/11/2014 tarihli ve 15'inci birleşiminde kabul edilmiştir.

28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 2'nci maddesi uyarınca ilgili siyasi parti grubunun bildirdiği Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı İbrahim Halil Mazıcıoğlu Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                                                                    Cemil Çiçek

Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                                       Başkanı

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Afif Demirkıran'ın, Avrupa Parlamentosu Türkiye İlerleme Raporu'na ilişkin Avrupa Parlamentosu üyeleriyle temaslarda bulunmak üzere 24-27 Kasım 2014 tarihlerinde Strazburg'u ziyaret etmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 21/11/2014 tarihli 83 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1632)

                                                                                           24 Kasım 2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Avrupa Parlamentosu Türkiye İlerleme Raporu'na ilişkin Avrupa Parlamentosu üyeleri ile temaslarda bulunmak üzere Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Afif Demirkıran'ın 24-27 Kasım 2014 tarihlerinde Strazburg'u ziyaret etmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı’nın 21/11/2014 tarihli ve 83 sayılı Kararı ile uygun bulunmuştur.

Söz konusu ziyaret, 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 10'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                                                                                    Cemil Çiçek

Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                                       Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Komisyonlardan istifa önergeleri vardır, okutuyorum:

 

B) Önergeler

1.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, Adalet Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/214)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Üyesi bulunduğum Adalet Komisyonundan gördüğüm lüzum üzerine istifa ediyorum.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. 25/11/2014

                                                                                                                                    Bengi Yıldız

                                                                                                                                       Batman

 

2.- Mardin Milletvekili Erol Dora’nın, Çevre Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/215)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Üyesi bulunduğum Çevre Komisyonundan istifa ediyorum. Gerekli işlemin yapılmasını arz ederim. 25/10/2014

                                                                                                                                      Erol Dora

                                                                                                                                        Mardin

 

3.- Muş Milletvekili Demir Çelik’in, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/216)

 

                                     Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Üyesi bulunduğum Sağlık, Aile Çalışma Ve Sosyal İşler Komisyonu üyeliğinden gördüğüm lüzum üzerine istifa ediyorum. Bilgilerinize saygılarımla arz ederim. 25.11.2014

                                                                               Demir Çelik

                                                                                     Muş

 

4.- Van Milletvekili Nazmi Gür’ün, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/217)

 

                          Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Üyesi bulunduğum Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeliğinden gördüğüm lüzum üzerine istifa ediyorum.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. 25.11.2014

                                                                                  Nazmi Gür

                                                                                       Van

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar ve 25 milletvekilinin, madencilik faaliyetlerinin tarihî ve kültürel yapılara, çevreye, tarımsal üretim ile ekonomik faaliyetlere etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1123)

                                                        

                          Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Madencilik faaliyetlerinin tarihî ve kültürel yapılara, ormana, tarımsal üretime, su ve içme suyu kaynaklarına olan etkilerinin incelenmesi amacıyla Anayasa'nın 98, TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105'inci maddeleri kapsamında Meclis araştırması açılması konusunda gereğini arz ederiz. 10/10/2012                                                  

1) Gürkut Acar                                                          (Antalya)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

3) Aytun Çıray                                                          (İzmir)

4) Muharrem Işık                                                      (Erzincan)

5) Celal Dinçer                                                         (İstanbul)

6) Sakine Öz                                                            (Manisa)

7) İhsan Özkes                                                         (İstanbul)

8) Mehmet Şeker                                                      (Gaziantep)

9) Ayşe Nedret Akova                                               (Balıkesir)

10) Veli Ağbaba                                                       (Malatya)

11) Ali Haydar Öner                                                  (Isparta)

12) Aytuğ Atıcı                                                         (Mersin)

13) Hasan Ören                                                        (Manisa)

14) Hülya Güven                                                       (İzmir)

15) Ali Özgündüz                                                      (İstanbul)

16) Mustafa Serdar Soydan                                       (Çanakkale)

17) Umut Oran                                                          (İstanbul)

18) Ramazan Kerim Özkan                                        (Burdur)

19) Ali Sarıbaş                                                         (Çanakkale)

20) Bülent Tezcan                                                    (Aydın)

21) Doğan Şafak                                                      (Niğde)

22) Haluk Eyidoğan                                                  (İstanbul)

23) Kazım Kurt                                                         (Eskişehir)

24) İzzet Çetin                                                         (Ankara)

25) Hasan Akgöl                                                       (Hatay)

26) Tolga Çandar                                                     (Muğla)

Gerekçe:

Madencilik mevzuatında AKP döneminde yapılan değişikliklerin ardından kısa bir süre içinde maden arama ve işletme ruhsatlarının sayısında ciddi artışlar yaşanmış, neredeyse Türkiye yüzölçümünün dörtte 1’i madencilik faaliyetlerine açılmıştır. Türkiye genelinde yaşanan bu artış Antalya ve Akdeniz Bölgesi'nde de ciddi şekilde etkilemiştir. Madencilik ruhsatlarının dağıtımı aşamasında, tarihî yapılar, doğal yapı, ormanlar ve diğer ekonomik faaliyetlerin dikkate alınmaması, madencilik faaliyetlerinden sağlanan katma değerden çok daha fazlasının kaybedildiği durumları ortaya çıkarabilmektedir.

Sagalassos antik kenti dünyanın en büyük ve en sağlam antik şehri konumundadır. Türkiye'nin geleceği açısından paha biçilemez bir değer taşımaktadır. Hâlen işlevini görmekte olan Antigonlar Çeşmesi ve diğer bölümleriyle Türkiye'nin ayakta kalmış ve en iyi korunmuş, bugüne gelmiş antik yerleşim alanıdır. Böylesine önemli bir tarihî merkezin altına ve çok yakınına mermer ocağı açılması cinayetten farksızdır. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir izin verilemez, verilmez.

Burdur'un Karamanlı ilçesinin tepesinde mermer ocağı ruhsatı verilmiştir. Dinamitsiz çalışma yapılmış olsa bile mermer ocağının tozları nedeniyle Karamanlı'da binalar ve yollar toz içinde kalmaktadır.

Burdur’un Bucak ilçesinin girişinin batısında kalan antik yerleşim yerlerine yakın bölgelerde mermer ocağı izni verildiği bilinmektedir. Madencilik faaliyetleri yanında, tarihî bölgelerin yakınlarında özellikle işletme ruhsatları alınarak gözden ırak bu yerlerde tarihî kentlerin ve eserlerin yağmalandığı da görülmektedir.

Antalya'nın çeşitli bölgelerinde ormanı yok eden, köy yollarını tahrip eden, havaya yaydıkları tozlarla çevreyi ve bitki örtüsünü sıkıntıya sokan 3.267 adet mermer, taş, kum, maden ocağı ruhsatı verilmiştir. Yıllarca bir eşek yükü odun kesen köylümüze bir yıl ile iki yıl arasında değişen hapis cezaları vererek korumaya çalıştığımız ormanlarımız, binlerce dönüm hâlinde maden ocağı ve taş ocağı ruhsatı izinleriyle tahrip edilmektedir.

Köy yerleşim yerlerinin sularının ocak ruhsatları nedeniyle bulandığı, içme suyu kaynaklarının kesildiği, bu nedenle köylülerin, Antalya'nın Serik ilçesi köylerinde olduğu gibi, yürüyüşler yaptığı bir gerçektir. Ayrıca, köylülerin ürünleri de bu faaliyetler nedeniyle zarar görmektedir.

Bu nedenlerle, maden, taş, kum ocaklarının ormanlara verdikleri zararların, bu faaliyetler nedeniyle kaç hektar orman alanının kesildiğinin; tarihî ve kültürel alanların yakınlarında -10 kilometre çevresinde- kaç adet maden ve taş ocağı işletme ruhsatının verildiğinin, bunların tarihî yapılara etkilerinin; madencilik faaliyetlerinin yer altı, yer üstü su kaynakları ile içme suyuna etkilerinin; bu faaliyetlerin bölge ve Türkiye'nin iklimine verdikleri zararın tespiti ve madencilik faaliyetlerinin tarihî ve doğal yapı ile diğer ekonomik faaliyetlerle birlikte değerlendirilerek yapılmasını sağlayacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılması gerekli görülmektedir.

 

2.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 20 milletvekilinin, Kars ilinde arıcılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1124)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Potansiyel olarak "arıcılıkta" önde gelen illerden biri olan Kars'ın, bu alanda ilerleme kaydedebilmesi için, ilde arıcılıkla ilgilenen halkın yaşadığı sıkıntıların tespit edilmesi ve arıcılığın geliştirilerek, il ekonomisine katkı sağlayan bir sektöre dönüşmesi için Kars balının coğrafi işaretlemesi ve Kafkas arı ırkının korunması dâhil olmak üzere, alınacak tüm önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ve teklif ederiz.

1)           Mülkiye Birtane                                (Kars)

2)           Pervin Buldan                                  (Iğdır)

3)           İdris Baluken                                                                (Bingöl)

4)           Sırrı Sakık                                                                    (Muş)

5)           Murat Bozlak                                    (Adana)

6)           Halil Aksoy                                                                   (Ağrı)

7)           Ayla Akat Ata                                                                (Batman)

8)           Hasip Kaplan                                   (Şırnak)

9)           Hüsamettin Zenderlioğlu                                             (Bitlis)

10)         Emine Ayna                                                                  (Diyarbakır)

11)         Nursel Aydoğan                               (Diyarbakır)

12)         Altan Tan                                                                      (Diyarbakır)

13)         Adil Zozani                                                                   (Hakkâri)

14)         Esat Canan                                                                  (Hakkâri)

15)         Sebahat Tuncel                                (İstanbul)

16)         Erol Dora                                                                      (Mardin)

17)         Ertuğrul Kürkcü                                (Mersin)

18)         Demir Çelik                                                                  (Muş)

19)         İbrahim Binici                                  (Şanlıurfa)

20)         Nazmi Gür                                                                    (Van)

21)         Özdal Üçer                                                                   (Van)

Gerekçe:

Kars, potansiyel olarak arıcılıkta önde gelen illerden biridir. Bitki örtüsünün arıcılığa elverişli olması, çiçek türü ve bolluğu, kaliteli bal üretimine uygun bir ortam oluşturuyor. Ancak buna rağmen Kars, Türkiye'deki toplam arı kovanı sayısı ve bal üretimi bakımından en düşük oranlara sahiptir. 1999 yılındaki verilere göre, ülkedeki toplam arı kovanlarının yüzde 1,13'üne ve toplam bal üretiminin ise yüzde 1,25'ine sahip olan il, arıcılıkta o günden bugüne pek ilerleme kaydedememiştir.

İlde arıcılıkla ilgili büyük firmalar yoktur. Arıcılık küçük aile işletmeciliği şeklinde yapılıyor. Bütün ilçelerde ve merkez köylerin birçoğunda bu şekilde üretilen bal, daha çok ilde yağ, kaşar, peynir gibi ürünleri satan, kapasiteleri son derece kısıtlı olan küçük şarküterilerde ya da sadece yöreye has ürünlerin satıldığı küçük dükkânlar aracılığı ile pazara sürülüyor. İlde yerli arıcılar tarafından üretilen balın yüzde 60'ı Kağızmanlı arıcılar, yüzde 40 ise Digor, Arpaçay, Selim, Sarıkamış, Susuz, Akyaka ve merkez köylüleri arıcıları tarafından üretiliyor. İl genelinde bugün yaklaşık 90 bin-100 bin koloni var. Türkiye'de ise yaklaşık 5 milyon koloni var. Ülke genelinde yaklaşık 80 bin ton bal üretiliyor. Bunun sadece 1.200 ton gibi bir kısmı Kars'a aittir. İlde yerli üreticiler bu işi küçük aile işletmeciliği şeklinde yürüttükleri için ihracat da yoktur. Yerli üreticinin balı Kars dışına, kendi tanıdıklarına ve il dışında marketi olan tanıdıkların aldıkları kısıtlı miktarlar şeklinde çıkıyor.

Ayrıca ilde, petek üretimi, balın işlenmesi ve uygun koşullarda paketlenmesi için herhangi bir tesis de bulunmuyor. Daha önce bu ihtiyacı karşılamak için, organize sanayi bölgesinde bir arazi tahsis edilmiş. Ancak bu arazi gıda üretimine uygun bulunmamış ve böylelikle bu ihtiyacın karşılanması bugüne kadar ertelenir hâle gelmiştir. Sorunlarını dinlediğimiz arıcılar, gıda üretimine uygun bir arazi tahsis edilmesinin önemi üzerinde durmuşlardır. Bunun yanında, ildeki üreticilerin çoğunun teknolojik imkânlardan yoksun olduğu söylenebilir. Hijyenik ürünler için gerekli olan malzemelere sahip olan üretici sayısı fazla değil. Yerli üreticinin tamamının bal süzme, ambalajlama gibi teknolojik imkânlara sahip olması gerekiyor.

İlde arıcılıkla ilgili en büyük sorunlardan biri de Kars'a özgü Kafkas arı ırkının koruma altına alınmamış olmasıdır. Arıcılık mevsiminde Ordu'dan, Samsun'dan, Giresun'dan ve başkaca illerden arıcılarla gidip bal üretimi yapıyorlar. Yerli üretici, dışarıdan gelen arıcılardan dolayı mağdur olduklarını öne sürüyor. Dışarıdan gelen arıcıların, Kafkas arı ırkını melezlediğini anlatan yerli arıcılar, bu arıcıların aynı zamanda kalitesiz bal üretimi yaptıklarını da öne sürüyor. Uygun olmayan yöntemlerle üretim yaptıkları için de balı ucuza sattıklarını anlatan yerli üreticiler, bu nedenle de kendi ürünlerini belirledikleri fiyattan satamadıklarını anlatmışlardır. Kars Arıcılar Birliği yetkilileri, dışarıdan gelen arıcıların engellenmemesi durumunda Kafkas arı ırkının tamamen biteceği uyarısını yapmışlardır.

İldeki mevcut potansiyelin desteklenmesi durumunda, arıcılığın il ekonomisi için önemli bir gelir kaynağı olacağı ve büyük bir sektöre dönüşeceği aşikârdır. Arıcılığın desteklenmesi için uzun vadeli ya da karşılıksız destekler verilmelidir. Aynı zamanda ildeki Kafkas arı ırkının korunması, Kars balının coğrafi işaretlemesinin kısa zamanda yapılması gerekiyor. Kars halkı için önemli bir gelir kaynağı olacak arıcılığın geliştirilmesi ve bu alanda yaşanan sorunların tespit edilerek alınacak önlemlerin belirlenmesi için Meclis araştırması açılmasını Genel Kurulun takdirine sunuyoruz.

 

3.- Muş Milletvekili Demir Çelik ve 21 milletvekilinin, Muş’un Varto ilçesinde yapılması planlanan hidroelektrik santrallerin bölgeye olumsuz etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1125)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde yapılması planlanan 842 adet hidroelektrik santralinden 6 tanesi Muş ilimizin Varto ilçesine yapılması planlanmaktadır.

Muş ilimizin Varto ilçesinde yapılması öngörülen hidroelektrik santrallerinin bölge ekolojisine ve bölgede yaşayan yurttaşlarımızın tarım ve hayvancılık faaliyetlerine olan olumsuz etkilerinin araştırılarak tespit edilmesi ve başta bölge ekolojisi olmak üzere bölgede yapılan tarım ve hayvancılık faaliyetleri üzerinde oluşabilecek olumsuz etkilerin önlenmesi ve giderilmesi için Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

 

1)        Demir Çelik                                                  (Muş)

2)        Pervin Buldan                         (Iğdır)

3)        İdris Baluken                          (Bingöl)

4)        Sırrı Sakık                                                    (Muş)

5)        Murat Bozlak                                                 (Adana)

6)        Halil Aksoy                                                   (Ağrı)

7)        Ayla Akat Ata                          (Batman)

8)        Hasip Kaplan                          (Şırnak)

9)        Hüsamettin Zenderlioğlu                                (Bitlis)

10)      Emine Ayna                                                  (Diyarbakır)

11)      Nursel Aydoğan                                             (Diyarbakır)

12)      Altan Tan                                                      (Diyarbakır)

13)      Adil Zozani                                                   (Hakkâri)

14)      Esat Canan                                                   (Hakkâri)

15)      Sırrı Süreyya Önder                                       (İstanbul)

16)      Sebahat Tuncel                                             (İstanbul)

17)      Mülkiye Birtane                                             (Kars)

18)      Erol Dora                                                      (Mardin)

19)      Ertuğrul Kürkcü                                             (Mersin)

20)      İbrahim Binici                         (Şanlıurfa)

21)      Nazmi Gür                                                    (Van)

22)      Özdal Üçer                                                    (Van)

Gerekçe:

Cumhuriyetin ilanından bugüne hükûmet politikaları çerçevesinde gerek sosyal gerekse de ekonomik bağlamda geri bırakılmış olan birçok bölge günümüzde de hidroelektrik santralleri projeleriyle yeni yaratılan rant alanlarına kurban edilmek istenmektedir. 90’lı yıllarda uygulanan olağanüstü hâl kapsamında yaylacılığın yasaklanması, köylerin boşaltılarak yurttaşların zorla göç ettirilmesi gibi insanlık dışı pratiklerin bir sonucu olarak sosyoekonomik anlamda bölge halkı, günümüz modern toplumların refah seviyesinin altında ezilmiştir. Genel olarak geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olan bölge halkının bu hakkı, devlet eliyle hükûmetler tarafından on yıllarca gasbedilmiş, insanların yaşam hakları ellerinden alınmış, bölge insanlardan arındırılmıştır.

90’lı yıllarda uygulanan OHAL deneyimi ve buna bağlı olarak yaylacılığın yasaklanmış olması mikro düzeyde bölge halkının geçim kaynaklarını elinden alırken makro düzeyde de topyekûn tüm bir ülkenin ekonomisinde derin yaralar bırakmıştır. Bölge halkının ekonomik getirilerinin kesilmesiyle birlikte doğu illerinden batı illerine büyük göçler yaşanmış, bu göçler dolayısıyla, hem bölgenin hem de batı illerinin sosyoekonomik yapılarında köklü ve geri dönülmesi zor değişimler yaşanmıştır. Şüphesiz ki bu değişimden yüksek ölçüde etkilenen Muş ilimiz ve bağlı ilçeleri kısıtlı kaynaklarla ayakta kalmaya çalışmaktadır. Hâlen belli oranlarda tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin yürütüldüğü ilimiz ve ilçelerinde varlık mücadelesi veren halkımız, uygulanan yanlış politikalar neticesinde sosyoekonomik anlamda, tabiri yerindeyse, âdeta can çekişmektedir. Bu anlamıyla birçok yurttaş dün olduğu gibi bugün de yaşadıkları toprakları terk ederek başka coğrafyalara göç etmek zorunda bırakılmıştır.

Son dönemde uygulamaya konulan hidroelektrik santrali projeleri de yine dün olduğu gibi bugün de bölgeyi insansızlaştırma amacı taşımaktadır. Hâlihazırdaki ekonomik değerlere yönelik olarak bölgeyi yeniden yapılandırmak ve bölge insanını bu ekonomik faaliyetlere teşvik etmek yerine ellerinde kalan son birkaç parça toprağı da devlet eliyle ellerinden alarak yeni rant alanları yaratan ve insanları bölgeyi terk etmeye zorlayan bir yapılanma ile karşı karşıya kalınmıştır. Dolayısıyla yapılması planlanan HES'ler bölgede yaşanan göçleri daha da fazlalaştırarak bölge halkını derinden etkileyecektir. Kısıtlı tarım arazilerine can suyu olan birçok derenin ve nehrin yatakları değişecek, bölgenin ekolojik dengesinde tamiri zor yaralar açılacaktır.

Ülkemizde 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile birlikte tüzel kişiler ve kurumlar aracılığıyla projelendirilerek elektrik santrali yapılmak üzere ihaleye çıkarılan 842 adet hidroelektrik santrali projesi bulunmaktadır. Bu projelerden 6 tanesinin Muş ilimizin Varto ilçesine yapılması planlanmaktadır.

Varto ilçesinde bulunan ve HES yapılması planlanan dere ve nehirler Mengel Çayı, Goşkar Deresi, Murat Nehri, Başkan Çayı ve Başkent Çayı’dır. İlçemizde bulunan özellikle Goşkar (Koçkar) Deresi başta içme suyu ihtiyacının karşılanması, tarım arazilerinin sulanması ve hayvancılık gibi alanlarda kullanılması anlamında bölge halkı için hayati öneme sahipken, aynı zamanda bölge halkı için Alevi inanışında önemli kutsal bir merkez olan Goşkar Tepesi'ni de içinde barındırmaktadır. Bu bölgede yapılacak olan hidroelektrik santralleri hem ekonomik faaliyetleri olumsuz etkileyecek hem de kültürel anlamda bölge halkının inanışlarını hiçe saymak anlamına gelecektir. Yapılacak HES'lerden olumsuz etkilenecek olan Goşkar Tepesi bölgede yaşayan Alevi yurttaşlarımız için inançları gereği önemli bir yere sahiptir.

Bu anlamıyla Muş ilimizin Varto ilçesinde yapılması öngörülen hidroelektrik santrallerinin bölge ekolojisine ve bölgede yaşayan yurttaşlarımızın tarım ve hayvancılık faaliyetlerine olan olumsuz etkilerinin araştırılarak tespit edilmesi ve başta bölge ekolojisi olmak üzere, bölgede yapılan tarım ve hayvancılık faaliyetleri üzerinde oluşabilecek olumsuz etkilerin önlenmesi ve giderilmesi için Anayasa’nın 98’inci İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Şimdi, bir Meclis soruşturması önergesi vardır.

Önerge bastırılıp sayın üyelere bugün dağıtılmıştır.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

 

Ç) Meclis Soruşturması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın ve 57 milletvekilinin, 2013 yılında yapılan Seviye Belirleme Sınavı’nın iptaline ilişkin Ankara 18. İdare Mahkemesinin kararını uygulamadığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçuna uyduğu iddiasıyla Anayasa’nın 100’üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri uyarınca Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/11)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Anayasa'nın 100'üncü, TBMM İçtüzük’ünün 107'nci maddeleri uyarınca aşağıda yer alan gerekçeler çerçevesinde Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında Meclis soruşturması açılmasını arz ve talep ederiz.

Aydın Ayan Ayaydın                  Ercan Cengiz             Mehmet Ali Susam

      İstanbul                                 İstanbul                         İzmir

Mehmet Volkan Canalioğlu          Sakine Öz               Sena Kaleli

               Trabzon                         Manisa                      Bursa

Hüseyin Aygün                           Levent Gök              Nurettin Demir

      Tunceli                                   Ankara                       Muğla

Bülent Kuşoğlu                     Ayşe Nedret Akova         Ali Sarıbaş

      Ankara                                  Balıkesir                Çanakkale

Haluk Ahmet Gümüş            Malik Ecder Özdemir       0sman Faruk Loğoğlu

         Balıkesir                               Sivas                            Adana

Selahattin Karaahmetoğlu Erdal Aksünger Mustafa Sezgin Tanrıkulu

               Giresun                           İzmir                            İstanbul

İlhan Demiröz                         Mustafa Balbay           Ali Serindağ

      Bursa                                       İzmir                   Gaziantep

Veli Ağbaba                              Celal Dinçer             Ahmet Toptaş

      Malatya                                  İstanbul                Afyonkarahisar

Musa Çam                              Ali Haydar Öner           Emre Köprülü

      İzmir                                       Isparta                    Tekirdağ

İdris Yıldız                                Aytun Çıray              Kemal Değirmendereli

      Ordu                                        İzmir                              Edirne

Gürkut Acar                           Gökhan Günaydın         Orhan Düzgün

      Antalya                                   Ankara                       Tokat

Tolga Çandar                         Gülsün Bilgehan          Hülya Güven

      Muğla                                     Ankara                       İzmir

Oğuz Oyan                              Aylin Nazlıaka            Arif Bulut

      İzmir                                       Ankara                 Antalya

Haydar Akar                       Mehmet Hilal Kaplan       Aytuğ Atıcı

      Kocaeli                                   Kocaeli                    Mersin

Şafak Pavey                            Mahmut Tanal            Haluk Eyidoğan

      İstanbul                                 İstanbul                    İstanbul

Ali İhsan Köktürk                    Mehmet Haberal          Namık Havutça

      Zonguldak                            Zonguldak                   Balıkesir

Mehmet Şeker                           Melda Onur              Tanju Özcan

      Gaziantep                              İstanbul                      Bolu

Binnaz Toprak                       Mustafa Moroğlu          Turhan Tayan

      İstanbul                                    İzmir                         Bursa

Muhammet Rıza Yalçınkaya Birgül Ayman Güler Metin Lütfi Baydar

               Bartın                                      İzmir                                 Aydın

Gerekçe:

A. GENEL HUKUKSAL DEĞERLENDİRME

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Başlangıç bölümünde; "Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasa'da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı, Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve iş birliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu" hususlarına yer verilmiş, 2’nci maddesinde ise hukuk devleti ilkesi cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmıştır.

Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarına göre hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık devlettir.

Anayasa’nın 138’inci maddesinin son fıkrasında da “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükmü yer almaktadır.

Yine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu’nun 28’inci maddesinin (1)’inci fıkrasında “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararların icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. (...)” denilmektedir.

Öte yandan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Görevi kötüye kullanma” başlıklı 257’nci maddesinin (1)’inci fıkrasında, “Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Anayasa’nın 100’üncü maddesi, Başbakan veya bakanlar hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisinin önemli bir denetim mekanizması olan Meclis soruşturmasını; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 107-113 maddeleri ise Meclis soruşturması ile soruşturma usulünü düzenlemiştir.

TBMM İçtüzüğünün 107’nci maddesinde, Meclis soruşturması açılması önergesi koşulları;

a) Görevde bulunan veya görevinden ayrılmış Başbakan veya bakan hakkında olması,

b) Önergenin, TBMM üye tam sayısının en az onda 1’inin imzasını içermesi,

c) Suç teşkil eden eylemin görevle ilgili işlerden ve görev sırasında işlendiğinin vurgulanması,

d) Eylemlerin, gerekçe gösterilerek, maddesi de yazılmak suretiyle hangi kanuna ve nizama aykırı olduğunun belirtilmesi şeklinde belirlenmiştir.

Bu çerçevede, Anayasa ve kanunlara açıkça aykırı şekilde davranılarak yargı kararlarının idarece uygulanmaması, görevi kötüye kullanmak suçu kapsamında yer aldığından Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bu önergenin düzenlenmesi gerekli görülmüştür.

B. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI HAKKINDA MECLİS SORUŞTURMASI AÇILMASINI GEREKTİREN EYLEMLER

Millî Eğitim Bakanlığınca geçen yıl ilköğretim 8’inci sınıflara yönelik yapılan seviye belirleme sınavı (SBS) 08/06/2013 tarihinde gerçekleştirilmiş olup söz konusu sınav sonuçları 12/07/2013 tarihinde açıklanmıştır. Ankara 18. İdare Mahkemesi hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle 10/01/2014 tarihinde dava konusu seviye belirleme sınavı sonuçlarının yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Daha sonra Ankara 18. İdare Mahkemesi 2013/1539 E. 2014/505 K. sayılı 31/03/2014 tarihli kararı ile SBS sonuçlarının iptaline karar vermiştir. Ancak Millî Eğitim Bakanlığı verilen bu kararlara uymamış, idari yargı kararlarını hiçe saymıştır. Bu çerçevede, Millî Eğitim Bakam Nabi Avcı'nın idari yargı kararını uygulamamak suretiyle görevi sırasında ve görevindeki işlerden dolayı işlediği fiiller, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257'nci maddesinde tanımlanan görevi kötüye kullanma suçuna uygun düştüğünden hakkında Meclis soruşturması açılması zorunluluk arz etmektedir.

C. SONUÇ

Yukarıda belirtilen gerekçelerle Millî Eğitim Bakam Nabi Avcı’nın görevi sırasında ve görevindeki işlerden dolayı işlediği fiiller, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257'nci maddesinde tanımlanan görevi kötüye kullanma suçuna uygun düştüğünden söz konusu eylemlerin soruşturulması için hakkında Anayasa’nın 100’üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 107’nci maddeleri gereğince Meclis soruşturması açılmasını arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN – Anayasa’nın 100’üncü maddesindeki “Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde görüşür ve gizli oyla karara bağlar.” hükmü uyarınca Meclis soruşturması önergesinin görüşülme gününe dair Danışma Kurulu önerisi daha sonra Genel Kurulun oyuna sunulacaktır.

 

D) Duyurular

1.- Başkanlıkça, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonlarında siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine düşen birer üyelik için aday olmak isteyen siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerinin yazılı olarak müracaat etmelerine ilişkin duyuru

 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile Kamu İktisadi Teşebbüsleri komisyonlarında siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine de birer üyelik düşmektedir. Bu komisyonlara aday olmak isteyen siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerinin 1 Aralık 2014 Pazartesi günü saat 18.00’e kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yazılı olarak müracaat etmelerini rica ediyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır, okutup oylarınıza sunacağım:

 

A) Tezkereler (Devam)

4.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki bir heyetin, Umman Sultanlığı Şûra Meclisi Başkanı Khalid bin Hilal Al Maawalı ve Ürdün Temsilciler Meclisi Başkanı Atef Tarawneh’in vaki davetlerine icabet etmek üzere 6-8 Aralık 2014 tarihleri arasında Umman’a ve 8-9 Aralık 2014 tarihleri arasında Ürdün’e resmî birer ziyarette bulunmasına ilişkin tezkeresi (3/1633)

                                                                               20.11.2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki heyetin, Umman Sultanlığı Şura Meclisi Başkanı Khalid bin Hilal Al Maawalı ve Ürdün Temsilciler Meclisi Başkanı Atef Tarawneh'in vaki davetlerine icabet etmek üzere 6-8 Aralık 2014 tarihleri arasında Umman'a ve 8-9 Aralık 2014 tarihleri arasında Ürdün'e resmî ziyarette bulunması hususu, 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 6’ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                               Cemil Çiçek

                                                               Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                  Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Danışma kurulunun bir önerisi vardır. Okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

 

VIII.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, HDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel ve 22 milletvekilinin, Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 26 milletvekilinin, Van Milletvekili Nazmi Gür ve 21 milletvekilinin, Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 20 milletvekilinin, Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan ve 24 milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Celal Dinçer ve 20 milletvekilinin, Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 milletvekilinin, İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler ve 27 milletvekilinin, Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 milletvekilinin, Mardin Milletvekili Erol Dora ve 21 milletvekilinin, Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 21 milletvekilinin, Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 22 milletvekilinin, Mersin Milletvekili Ali Öz ve 21 milletvekilinin, Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 29 milletvekilinin, Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 21 milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Sedef Küçük ve 20 milletvekilinin, HDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak ve 23 milletvekilinin, Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 27 milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 27 milletvekilinin, Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç ve 32 milletvekilinin, Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 21 milletvekilinin, kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, kadın sığınma evleri ile şiddete maruz kalan kadınların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla vermiş oldukları Meclis araştırması önergelerinin Genel Kurulun 25 Kasım 2014 Salı günkü birleşiminde okunmasına ve bu önergelerin (10/124), (10/226), (10/320), (10/321), (10/336), (10/601), (10/637), (10/958), (10/1055) esas no.lu Meclis araştırması önergeleriyle birleştirilerek ön görüşmelerinin aynı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

                                                           25.11.2014

Danışma Kurulu Önerisi

Danışma Kurulunun 25.11.2014 Salı günü (Bugün) yaptığı toplantıda, aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

                                                                               Sadık Yakut

                                                               Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                               Başkanvekili

     Ahmet Aydın                                                        Levent Gök

Adalet ve Kalkınma Partisi                             Cumhuriyet Halk Partisi

  Grubu Başkanvekili                                                 Grubu Başkanvekili

 

    Yusuf Halaçoğlu                                                   İdris Baluken

Milliyetçi Hareket Partisi                                Hakların Demokratik Partisi

  Grubu Başkanvekili                                                 Grubu Başkanvekili

Öneriler:

Genel Kurulun 25/11/2014 tarihli Salı günkü (Bugün) Birleşiminde, kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, kadın sığınma evleri ile şiddete maruz kalan kadınların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş ekli listede yer alan Meclis araştırması önergelerinin okunması ve önergelerin görüşmelerinin gündemde bulunan bu konuda verilmiş Meclis araştırma önergeleriyle birlikte aynı günkü birleşimde yapılması önerilmiştir.

(10/124) Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin, (10/226) İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu ve 38 milletvekilinin, (10/320) HDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, (10/321) HDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, (10/336) Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu ve 23 milletvekilinin, (10/601) Aydın Milletvekili Bülent Tezcan ve 22 milletvekilinin, (10/637) Antalya Milletvekili Gürkut Acar ve 24 milletvekilinin, (10/958) İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 41 milletvekilinin, (10/1055) İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 milletvekilinin, evrak no (156676) HDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, (157294) İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel ve 22 milletvekilinin, (154976) Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 26 milletvekilinin, (262583) Van Milletvekili Nazmi Gür ve 21 milletvekilinin, (261499) Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 20 milletvekilinin, (222510) Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan ve 24 milletvekilinin, (212106) İstanbul Milletvekili Celal Dinçer ve 20 milletvekilinin, (196054) Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 milletvekilinin, (176172) İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler ve 27 milletvekilinin, (170028) Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 milletvekilinin, (180756) Mardin Milletvekili Erol Dora ve 21 milletvekilinin, (285832) Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 21 milletvekilinin, (302947) Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 22 milletvekilinin, (303421) Mersin Milletvekili Ali Öz ve 20 milletvekilinin,  (324197) Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 29 Milletvekilinin, (346697) Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 21 Milletvekilinin, (353331) İstanbul Milletvekili Sedef Küçük ve 20 Milletvekilinin, (353282) HDP Grubu adına Grup Başkanvekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, (353784) İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak ve 23 Milletvekilinin, (354522) Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 27 Milletvekilinin, (354527) İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 27 Milletvekilinin, (354664) Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç ve 26 Milletvekilinin, (216698) Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 21 Milletvekilinin.

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Önergeler (Devam)

5.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un, (2/1800) esas numaralı Millî Eğitim Temel Kanunununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/218)

                                                                               21 Kasım 2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2/1800 esas numaralı yasa teklifimin, iç tüzüğün 37. Maddesine göre 45 gün içinde komisyonda görüşülmemesi nedeniyle doğrudan gündeme alınmasını talep ederim.

Engin Özkoç

Sakarya

BAŞKAN – Teklif sahibi olarak Balıkesir Milletvekili Sayın Namık Havutça konuşacak.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ben de burada bugün başta Başöğretmen Atatürk olmak üzere tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü yürekten tebrik ediyorum.

Bizi burada dinleyen, Anadolu’nun her coğrafyasında görev yapan sevgili öğretmenlerimizin bir kez daha bu vesileyle sorunlarını bu kürsüden dile getirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakın, günümüzde öğretmenlerin en önemli sorunu ekonomik sorunları. Sayın Başbakan dün öğretmen arkadaşlara müjde veriyor, 15 bin yeni öğretmen atanacakmış. Öğretmenler için gerçek müjde buradan onlara yoksulluk sınırının üzerinde bir maaş verilmesi olarak kabul edilebilir; yoksa, Türkiye’de 15 bin ek atama yapılacağını söylemek ve bunu müjde olarak söylemek öğretmenlere bugün gerçekten hakaret etmektir, onların zekâlarıyla alay etmek demektir.

Bakın, on iki yıldan beri Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarda. Demin değerli bir milletvekili arkadaşımız öğretmenlerin durumlarının iyileştirildiğini söylüyor. Bakın, ben size… Hukukçular gerekçeyle, öğretmenler notlarla konuşur. 2002 yılında bir öğretmen arkadaşın bir maaşıyla aldığı küçük altın 24 adet, günümüzde 14 adet. Yani, öğretmenlerin gelirleri yüzde 41 erimiş, bitmiş. Siz şimdi buradan “Biz on iki yıllık iktidarımızda öğretmenlerin durumunu iyileştirdik.” diyorsunuz. Ben buradan bizi dinleyen Balıkesir Öğretmenevindeki öğretmen arkadaşlara, Ankara Öğretmenevindeki arkadaşlara sesleniyorum: Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarında sizin durumunuz iyileşti mi gerçekten?

Bakın, bozuk bir saat bile günde 2 defa doğruyu gösterir. On iki yıldan beri iktidardasınız. 2002 yılında atanamayan öğretmen sayısı 70 bindi ve Başbakan -şu andaki Cumhurbaşkanı- şunu söylüyordu: “Olur mu öyle şey? Atanamayan öğretmen diye bir sorun mu olur? Biz iktidara geldiğimizde öğretmenleri derhâl atayacağız.” Şimdi hatırlatıyorum, bakın.

Siz Millî Eğitimi yönetiyor musunuz yoksa saldınız gidiyor mu? Somut şey söylüyorum, hamaset yapmıyorum. Bakın, 2002 yılında atanamayan öğretmen 70 bindi, 2007’de 200 bine çıktı, bugün 350 bin atanamayan öğretmen var, atama bekleyen öğretmen var. Ya, bugünkü teknoloji günümüzde Ankara’ya hangi saatte yağmur yağacağını, kaç damla yağacağını hesap ediyor. Siz, Türkiye’de kaç tane matematik öğretmeni gerekli, Ankara’nın nüfusu ne olacak, Balıkesir’in nüfusu ne kadar artacak, Türkiye’nin ne kadar sınıf öğretmenine ihtiyacı var, edebiyat öğretmenine ihtiyacı var, bunu hesaplayamıyor musunuz?

Biz buradan söz veriyoruz, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bir yıl içerisinde atanamayan öğretmen kalmayacaktır, ben buradan söylüyorum, söz veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar) CHP iktidarında tüm öğretmenlerimiz yoksulluk sınırının üzerinde maaş alacaktır. Ben buradan Hükûmetin bakanlarına sesleniyorum: Ya, artık ailenizde sizin öğretmen var, sizleri de öğretmenler yetiştirdi, öğretmenlere artık hamaseti bırakalım.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Fakülteleri kapatacak mısın? Öğretmen yetiştiren okulları kapatacak mısın? Böyle bir şey olur mu?

NAMIK HAVUTÇA (Devamla) - Bakın, 2002 yılındaki tablo aynen devam etmiş, öğretmenlerin maaşları erimiş. Demin arkadaşımız söyledi, bir gecede uluslararası hukuku mahvettiniz. Tüm yöneticilerin, öğretmenlerin statülerini bir yasayla yok ettiniz. Ne yaptınız yerlerine? “EĞİTİM-BİR-SEN” diye bir sendika var, sizin yandaş sendikanız. Onların fişleme yaptığı, “Bu öğretmen Alevi’dir, bu öğretmen solcudur.” diye fişleme tutanakları ellerimizde ve mülakat sınavlarında hepsine bu arkadaşları atadınız. Şu andaki eğitim yönetici kademelerinde çalışan yöneticilerin yüzde 90’ına yakını EĞİTİM-BİR-SEN üyesi. Ya, bu ülkede başka sendika yok mu? Öğretmen arkadaşlarımızın sendikal tercihlerine niye müdahale ediyorsunuz? Sizden şunu bekler öğretmenler: Grevli toplu sözleşme hakkını OECD ülkelerinde olduğu gibi, Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi getirmenizi. Yoksa sendikal ayrım yaparak, öğretmenler arasında ayrım yaparak kendi yandaşlarınızı yönetici olarak atamanızı değil, öğretmenlere Avrupa Birliği standartlarında grevli toplu sözleşmeli sendikal haklar düzenlemenizi bekliyor, sadaka beklemiyor. O nedenle bizim öğretmenlerimizi Avrupa ülkeleriyle kıyaslayın, Suriye’yle değil, İran’la değil. Bizim yönümüz Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş uygarlık yönüdür, Avrupa Birliği normlarıdır, yüksek demokrasi standartlarıdır. Sizin öğretmenlere dayattığınız yoksulluk, kölelik düzeni, cop ve gaz.

Saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Havutça.

Bir milletvekili adına Sayın Uğur Bayraktutan konuşacak, Artvin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; ben de sözlerimin başında büyük öğretmen, Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve bütün öğretmenlerin Öğretmenler Günü’nü kutluyorum. İnşallah, önümüzdeki günlerde sıkıntıların yaşanmadığı, sadece 24 Kasımlarda da hatırlatılmayan bir öğretmen kitlesini selamlamak istiyorum sözlerimin başında.

Şimdi, değerli milletvekilleri, sadece 24 Kasımlarda hatırlanan, hamasetle anılan öğretmenlerin ötesinde bir gerçeği, realiteyi de ortaya koymak istiyorum. Demin Namık Havutça çok güzel şekilde anlattı. Bakın, bir öğretmen gerçeği var Türkiye’de, 119 bin civarında bir açık ve bunun yanında 330 bin atama bekleyen öğretmen ve aynı zamanda da daha dün açıklanmış 15 bin atama. Bununla öğretmenlerin sorunlarını halledebilir miyiz diye bir anlamda kendi iç vicdanımızda sorgulamalıyız diye düşünüyorum.

Bunun haricinde, öğretmenlerle alakalı ciddi sorun var. Millî Eğitim Bakanının geçen gün burada yapmış olduğu açıklamada, ben buradan bakarak kendisine demiştim, bir açıklama yaptınız Sayın Bakan, oradan bakınca biz saf gibi mi gözüküyoruz diye. Burada özellikle şu ilk atanan müdürlerle alakalı, ilk defa yeniden görevlendirme,  mülakat sınavlarıyla alakalı olarak çok ciddi bir sorun var Türkiye’de. Benim bölgemde de sorun var, Artvin’de de sorun var.

Değerli arkadaşlar, Artvin’de hangi okula kimin müdür atandığını berber biliyor, o öğretmenler, o müdürler bilmiyorlar, berberden öğreniyorlar kimin nereye atandığını, çok ayrıntılarıyla biliyorum. Diyeceksiniz ki: Olabilir mi? Oluyor işte ne yazık ki.

Bakana dedim ki: Sayın Bakanım, bakın, sadece belli bir sendikal örgütlenme içerisinde yer alan –açıkça söyleyelim- EĞİTİM-BİR-SEN’e üye olan öğretmenler atanıyor. “Hayır, bunun bir mantığı var.” dedi. Aynen şöyle söyledi, 4 Kasım 2014’te şurada yapmış olduğu konuşmada Bakan diyor ki: “Şimdi, gerçekten, atanan yöneticilerin içerisinde sendikal dağılımlarına baktığımız zaman, EĞİTİM-BİR-SEN’in üyelerinin çok büyük bir çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Ama gelinen noktada atamalarla bunu karşılaştırdığınız zaman, kıyas uygulaması yaptığımız zaman öyle bir tabloyu görmüyoruz değerli arkadaşlarım.” Bugün Türkiye’de global olarak rakamlara baktığımız zaman, 250 bin civarında EĞİTİM-BİR-SEN üyesi var. 200 bin civarında TÜRK EĞİTİM-SEN’e üye olan öğretmen arkadaşımız var, 115 bin civarında EĞİTİM SEN’e üye olan arkadaşımız var, 43 bin civarında Eğitim-İş’e üye olan öğretmen arkadaşımız var, 25 bin civarında da AKTİF EĞİTİM-SEN’e üye olan arkadaşımız var. Şimdi, bu tabloya baktığınız zaman, Millî Eğitim Bakanının dediği denkleme göre matematik problemi sıfır. Eğer Millî Eğitim Bakanı matematikten sınava giriyor olsa sınıfta kalır yani onu o öğretmenler kesin sınıfta bırakırlar. Demek ki bu denklem bir anlamda doğru değil çünkü sınavın nasıl  yapıldığını biliyoruz, kimlerin nasıl sorular sordurduğunu da biliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Allah rahmet etsin, Ahmet Taner Kışlalı’nın bir sözü vardı: “Millî Eğitim Bakanlığı bu ülkede millî ihanet bakanlığına dönüştüğü için Türkiye’de laik eğitim sistemi ve çağdaş cumhuriyetin ilkeleri bir anda gözardı edildi.” O nedenle, gelinen tabloda, atamaların nasıl yapıldığını biliyoruz, kadrolaşmanın nereye götürülmek istendiğini biliyoruz ve nereye götürülmek istendiğini bir anlamda iyi değerlendiriyoruz.

Sayın Bakana Ocak 2014 tarihinde bir soru sordum değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri, yaklaşık bir yıl önce, “Öğretmenlerin maaşları ve iyileştirmeleriyle alakalı ciddi bir problem var, bu ciddi tabloyu nasıl gidereceksiniz.” diye bir soru sordum. Değerli arkadaşlarım, bakın, bugün öğretmen maaşlarını bir anlamda Avrupa ülkeleriyle kıyasladığınız zaman ciddi anlamda uçurum olduğunu görüyorsunuz. 1.000 dolar ile 900 dolar arasında maaş alan bir öğretmen kitlesi var ama Avrupa ülkelerinde, hani hep model olarak gösterdiğimiz, çağdaşlaşmaya ilişkin örnek gösterdiğimiz Amerika’da, Avrupa Birliği ülkelerinde 2 bin dolar, 3 bin dolar; daha yüksek rakamlara çıkıyor. Avusturya’da… 4 bin dolarlara çıkıyor. Siz, yoksulluk sınırının ötesinde, açlık sınırıyla yan yana getirmiş olduğunuz bir öğretmen kitlesini sadece 24 Kasımlarda anlatarak tabloyu bir pembe tablo olarak Türkiye’nin önüne koyamazsınız değerli arkadaşlarım. Bakın, Millî Eğitim Bakanına bundan on bir ay evvel soru sordum. Sayın Bakan sorulan soruları ciddiye almıyor. Dedim ki: “Sayın Bakan, bakın, böyle bir tablo var. Öğretmenlerin diğer ülkelerle arasındaki bu maaş uçurumlarını nasıl gidereceksiniz?” Bir yıl oldu yanıt yok. Biz de bir laf vardır “Sükût ikrardan gelir.” diye. Sanıklar susma haklarını kullanırlar ama bakanlar susma haklarını kullanamazlar değerli arkadaşlarım, bakanlar buna yanıt vermek zorundadırlar. Şimdi, hem göstergelerine ilişkin ciddi problemler var hem de biraz önce ifade ettiğim gibi atamalarına ilişkin ciddi sorunlar var. Adaleti, hak ve nasafeti, hakkaniyeti eğer Bakanlığınızda sağlayamazsanız, öğretmenlerin çocuklara bu kavramları öğretmesini beklemek iyimserlik değil midir değerli milletvekili arkadaşlarım? O nedenle, gelinen noktada ciddi anlamda bir problem vardır.

Ben burada Millî Eğitim Temel Kanunu’na Andımız’ın yeniden koyulmasına ilişkin bir konuşma yapacağıma bin yıl deseler inanmazdım. “Andımız’ın çocuklara öğretilmesini geri çekeceğiz.” diye, daha sonra da Atatürk’ün parlamentosunda “Bunu yeniden koyalım.” diye bir kanun teklifini bana bundan üç yıl evvel deselerdi güler geçerdim. Türkiye’yi ne hâle getirdiniz, yazıklar olsun, başka bir şey demiyorum.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

 

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

 

BAŞKAN – Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler" kısmına geçiyoruz.

Alınan karar gereğince, biraz önce okunan ve kabul edilen Danışma Kurulu önerisi kapsamında, kadına yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin 32 adet Meclis araştırması önergelerinin birlikte yapılacak görüşmelerine başlıyoruz.

Hükûmet? Burada.

Şimdi, birlikte görüşülecek olan Meclis araştırması önergelerinden bilgiye sunulmamış olanlardan, her siyasi parti grubuna mensup milletvekillerinden birer önerge okunarak bilgilerinize sunulacaktır. Ancak, birlikte görüşülen bütün araştırma önergeleri tam metin olarak tutanak dergisinde yayımlanacaktır.(*)

Araştırma önergelerini okutuyorum:

 

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) Meclis Araştırması Önergeleri (Devam)

4.- Mersin Milletvekili Ali Öz ve 21 milletvekilinin, Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, kadın sığınma evleri ile şiddete maruz kalan kadınların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1140)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'de kadına yönelik şiddet, baskı ve devamında gelen kadın cinayetlerinin hiç durmadan giderek artmasının nedenlerinin araştırılarak, alınması gereken önlemlerin tespiti konusunda Anayasa’nın 98’inci ve İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince ekte sunulan gerekçe çerçevesinde Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 29/04/2014

1) Ali Öz                                                                          (Mersin)

2) Atila Kaya                                                                   (İstanbul)

3) D. Ali Torlak                                                                (İstanbul)

4) Edip Semih Yalçın                                                        (Gaziantep)

5) Oktay Öztürk                                                                (Erzurum)

6) Zühal Topcu                                                                (Ankara)

7) Murat Başesgioğlu                                                       (İstanbul)

8) Emin Çınar                                                                  (Kastamonu)

9) Sinan Oğan                                                                 (Iğdır)

10) Hasan Hüseyin Türkoğlu                                             (Osmaniye)

11) Mehmet Erdoğan                                                        (Muğla)

12) Seyfettin Yılmaz                                                         (Adana)

13) Cemalettin Şimşek                                                     (Samsun)

14) Necati Özensoy                                                          (Bursa)

15) Koray Aydın                                                               (Trabzon)

16) Özcan Yeniçeri                                                           (Ankara)

17) Alim Işık                                                                    (Kütahya)

18) Mesut Dedeoğlu                                                         (Kahramanmaraş)

19) Celal Adan                                                                (İstanbul)

20) Mustafa Erdem                                                           (Ankara)

21) Ali Halaman                                                               (Adana)

Gerekçe:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre, ülke sınırları içinde yaşayan herkesin sağlıklı bir çevrede yaşayabilmesi devletin görevidir. Biyolojik ve fiziksel çevrenin yanında sosyal çevrenin de sağlıklı olması bireyin en temel anayasal hakkıdır. Sağlıklı bir sosyal çevrenin oluşması ve sürdürülebilmesinin önündeki en büyük engellerden biri bireysel ve toplumsal şiddettir.

Toplumsal cinsiyete dayanan roller iktidar ilişkilerini yansıtmakta ve erkeğin kadına hükmetmesini meşrulaştırmaktadır. Erkek egemen dil ve kültür ortamı, hem özel hem toplumsal alanda cinsiyete dayalı ayrımcılığın bir araç olarak kullanılmasının ve yeniden üretilmesinin temel taşıyıcıları olmuştur. Devletin, hem özel hem kamusal alanda mevcut olan şiddeti görmezden gelmesi, yok sayması, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına karşı etkili politikalar geliştirmemiş olması, kadına yönelik şiddeti sürekli kılmaktadır. Bu şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşit olmayan güç ilişkilerinin bir göstergesi, kadınları zorla bağımlı bir konuma sokmanın toplumsal mekanizmalarından biri olarak, kadını ekonomik ihtiyaçlarından, sosyal haklarından yoksun bırakmaktadır.

Ülkemizde yasalar kadına karşı şiddetle mücadele için yeterli hükümlere sahip değil mi? Şiddet azalacağına niçin artmaktadır? Son yıllardaki artış yüzde binlerle ifade edilecek rakamlara ulaşmıştır. Türkiye'de 2014 yılının ilk yüz gününde 61 kadın şiddet sonucu yaşamını yitirmiştir. Ne hoştur ki kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesini ilk imzalayan ve onaylayan ülke Türkiye olmuştur.

Sorunun kökenine inerek, kadınların bilinç üstünde olmasa da bilinçaltında neden erkekleri bir anlamda daha üstün saydıklarını araştırmak, çözüm önerileri üretmeyi kolaylaştıracaktır.

Erkek merkezli, yanlış bakış açısının nedenleri üç başlıkta incelenebilir: Aile faktörü, eğitim sistemi, toplumsal kalıplar.

Erkek Egemen Toplumun göz ardı edilmeye çalışılmasına rağmen, aslında kadınlar kadar erkekler de bu çarpık sistemin mağdurudurlar. Bunun içindir ki erkek egemen toplum bakış açısının aşılması, kadınların olduğu kadar erkeklerin de yaşam standartlarını yükseltecektir.

Şiddet konusunda bilgilendirmekle, tedbirler getirmekle ancak toplumda bir farkındalık yaratıldı; medya aracılığıyla yaygınlaştırıldı. Çözüm için çok yönlü çalışmalar yapıldı; yapılıyor fakat olumlu bir gelişme sağlanamıyor çünkü sorunu çözmek için bir yanı eksik kalıyor. Şiddetle mücadele için 6284 sayılı Kanun yürürlükte. Ancak, yasanın amaca uygun uygulanmasını destekleyecek altyapısı henüz oluşturulmadı. Şiddeti önleme izleme merkezleri ülke çapında kurulmadı, yönetmeliği çıkarılmadı. Bir toplumsal sorun olan kadına yönelik şiddet ancak kararlı bir devlet politikası uygulanmasıyla sona erdirilebilir.

Yoksunluk ve baskı şiddetin ortaya çıkışında önemlidir. Düşük gelir düzeyi ile beraberinde yaşanan stres ve kısıtlı kaynaklar şiddet riskini arttırmaktadır. Şiddet, işsiz veya prestiji düşük işlerde çalışanlar arasında daha dramatik olmaktadır.

Tüm toplumda var olan kemikleşmiş kültür özellikleri, şiddetle mücadeleyle görevli mesleklerin alt kültürüyle pekiştirildiğinden bunların değiştirilmesi güçtür ancak imkânsız değildir. Hem tüm topluma hem kadınların kendilerine hem de kolluk ve yargıçlara ısrarla eğitici ve bilinçlendirici mesajlar verilmeli, yoğun kurs ve medya desteğiyle bu vahşetle mücadele daha etkin bir şekilde yapılmalıdır. Uygar toplum, kadın ve erkeğin omuzlarında yükselecek ve geleceğe taşınacaktır. Konuya bu bilinçle yaklaşıldığında toplumda her iki cinsin özellikle de kadının yeri, etkinliği, donanımı ve gereksinimleri, daha fazla önem ve değer kazanacaktır. Bu gerçeği kavrayıp benimseyen ve gereğini tam olarak yerine getirebilen uluslar, sadece kendi geleceklerini kurmakla kalmayıp diğer ulusların yarınlarında da söz sahibi olacaklardır. Bireysel ve toplumsal şiddetin izlerini derinden yaşayan ülkemizde şiddet konusunda daha yapılacak çok şey, söylenecek çok söz vardır.

 

5.- İstanbul Milletvekili Sedef Küçük ve 20 milletvekilinin, Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, kadın sığınma evleri ile şiddete maruz kalan kadınların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1144)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kadınlarımızın maruz kaldığı şiddet, ülkemizin en acı ve kalıcı hâle gelmiş sorunlarından birisini oluşturmaktadır. Her yıl yüzlerce kadınımız kör bir şiddetin kurbanı olmakta ve canlarını kaybetmektedir. Canlarına kıyılan kadınlarımızın yanı sıra resmî makamlara da yansıyan on binlerce şiddet olayı vuku bulmaktadır. Bu şiddetin önüne geçilebilmesi amacıyla kanunlar çıkarılmış, uluslararası sözleşmeler imzalanmış olsa da toplumsal zihniyet kalıpları ve uygulamadaki hatalar nedeniyle şiddetle mücadele konusunda ilerleme sağlanamamış, kadınlarımızın maruz kaldıkları şiddet etkisini artırarak devam etmiştir. Kadınlarımıza yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin sonlandırılması için kararlı bir mücadele stratejisine ve toplumsal zihniyet kalıplarını kıracak kararlı bir irade sergilenmesi gerekmektedir.

Bu nedenle, ülkemizde yaşayan kadınlara yönelik şiddet ve kadın cinayetleriyle ilgili sorunların ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz. 19/11/2014

1) Sedef Küçük                                                         (İstanbul)

2) Veli Ağbaba                                                          (Malatya)

3) Özgür Özel                                                            (Manisa)

4) Kadir Gökmen Öğüt                                               (İstanbul)

5) Ali Özgündüz                                                        (İstanbul)

6) Ömer Süha Aldan                                                    (Muğla)

7) Emre Köprülü                                                       (Tekirdağ)

8) Ercan Cengiz                                                        (İstanbul)

9) Turhan Tayan                                                         (Bursa)

10) Mehmet Haberal                                                (Zonguldak)

11) Osman Taney Korutürk                                         (İstanbul)

12) Osman Oktay Ekşi                                                (İstanbul)

13) Turgay Develi                                                       (Adana)

14) Haydar Akar                                                        (Kocaeli)

15) Sena Kaleli                                                           (Bursa)

16) Binnaz Toprak                                                     (İstanbul)

17) Gürkut Acar                                                         (Antalya)

18) Ali Serindağ                                                      (Gaziantep)

19) Ali Haydar Öner                                                   (Isparta)

20) Sinan Aydın Aygün                                               (Ankara)

21) Aydın Ağan Ayaydın                                             (İstanbul)

Gerekçe:

Ülkemiz "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi" (İstanbul Sözleşmesi) ve "BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi"ni imzalamış, 6284 sayılı "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun"u Meclisimizden geçirmiştir. Söz konusu sözleşmelerle taraf devletler "kadınları her türlü şiddetten korumak, aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmakla" yükümlü kılınmıştır. Ancak, uluslararası sözleşmelerin anılan yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde ve 6284 sayılı Kanun’un uygulanmasında yaşanan aksaklıklar nedeniyle kadınlarımıza yeterli bir güvenlik şemsiyesi sağlanamamış ve kadınlarımızın şiddet görmesinin, canlarına kıyılmasının önüne geçilememiştir.

Cinayetlere kurban verdiğimiz kadınlar ve şiddet mağduru kadınlar genellikle aile içi şiddetin kurbanı olmaktadır. Aile içi şiddet nedeniyle bireysel ve toplumsal bozukluklar ortaya çıkabilmekte, bir şiddet sarmalı doğmasına neden olmakta, gelecek kuşakların da şiddete eğilimli olması sonucunu doğurmakta ve toplumsal bir tehdit hâlini almaktadır. Bu açıdan, kadınlarımızın maruz kaldığı şiddetle mücadelenin taviz vermeden sürdürülmesi gereği vardır. Ancak, kimi kamu görevlilerinin bu mücadele konusunda yeterince kararlılık göstermedikleri, şiddeti aile içi bir mesele olarak algıladıkları gözlenmektedir. Diğer yandan, kimi kamu görevlileri kadına şiddet konusunda en önemli etkenlerden biri olan geleneksel, toplumsal zihniyet kalıplarıyla mücadele konusunda isteksiz davranmaktadır. Oysa diğer ülke uygulamaları, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda en önemli mücadelenin toplumsal zihniyet kalıplarına karşı olan mücadele olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim altında imzamız olan uluslararası sözleşmeler, imzacı devletleri cinsiyet rolleri ve toplumsal cinsiyet kalıplarıyla mücadele etmeye zorunlu kılmaktadır.

Kadınların ikinci sınıf olduğu ve erkeklerle eşit olmadığına yönelik çarpık toplumsal algı, kadınlarımızın maruz kaldıkları şiddetin en temel belirleyicisidir. Bu çarpık algıyla ile mücadele edilmeden kadına yönelik şiddetin engellenmesi mümkün görünmemektedir. Bu konuda asıl önlem alınması ve kanunla belirlenmiş hükümlerin uygulanması kamunun görevidir. Ancak, kamu otoriteleri tarafından toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı yeterince vurgulanmamakta ve şiddetle mücadele konusunda yeterince aktif olunmamaktadır.

Yukarıda belirtilen gerekçelerle, kadınlara yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin araştırılması ve alınacak tedbirlerin Yüce Meclisimizce tespiti amacıyla bir Meclis araştırması açılmasının yerinde olacağı düşüncesindeyiz.

 

6.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 27 milletvekilinin, Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, kadın sığınma evleri ile şiddete maruz kalan kadınların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1146)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kadına yönelik şiddetin sistematik olarak devam etmesine yol açan var olan yasaların uygulanmaması ya da yasal boşlukların sonucunda meydana gelen cezasızlık mekanizması, mağdurların adalet talebinin yerine getirilmemesine yol açarken bir yandan da kadına yönelik şiddetin devam ettirilmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Eril zihniyet, böylece, devam edebileceği bir hukuk sistemi üzerinden kendini yeniden üretmektedir. Bu nedenle, kadına yönelik şiddette cezasızlık olgusunun Türkiye'deki vakalar üzerinden irdelenmesi, cezasızlığı engellemek adına İstanbul Sözleşmesi'nin koyduğu ilkelere göre yapılması gereken yasal reformların belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederiz.

1) Sebahat Tuncel                                                    (İstanbul)

2) İdris Baluken                                                        (Bingöl)

3) Pervin Buldan                                                      (Iğdır)

4) Sırrı Süreyya Önder                                              (İstanbul)

5) Ertuğrul Kürkcü                                                    (Mersin)

6) Murat Bozlak                                                        (Adana)

7) Halil Aksoy                                                          (Ağrı)

8) Ayla Akat Ata                                                       (Batman)

9) Bengi Yıldız                                                         (Batman)

10) Hüsamettin Zenderlioğlu                                     (Bitlis)

11) Nursel Aydoğan                                                  (Diyarbakır)

12) Altan Tan                                                           (Diyarbakır)

13) Adil Zozani                                                         (Hakkâri)

14) Esat Canan                                                        (Hakkâri)

15) Abdullah Levent Tüzel                                        (İstanbul)

16) Mülkiye Birtane                                                  (Kars)

17) Erol Dora                                                           (Mardin)

18) Gülser Yıldırım                                                   (Mardin)

19) Demir Çelik                                                        (Muş)

20) İbrahim Binici                                                     (Şanlıurfa)

21) İbrahim Ayhan                                                    (Şanlıurfa)

22) Hasip Kaplan                                                      (Şırnak)

23) Selma Irmak                                                       (Şırnak)

24) Faysal Sarıyıldız                                                 (Şırnak)

25) Özdal Üçer                                                         (Van)

26) Nazmi Gür                                                          (Van)

27) Leyla Zana                                                         (Diyarbakır)

28) Aysel Tuğluk                                                      (Van)

29) Kemal Aktaş                                                       (Van)

Gerekçe:

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü vesilesiyle gündemleşen kadına yönelik şiddetle mücadelede Türkiye'nin oldukça geride kaldığı tespit edilebilir. Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nde çok net olarak tanımlanan cinsel şiddet tanımı en son yürürlüğe giren ve Türkiye'nin de imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi'nde devletin de sorumluluklarını ve görevlerini anlatan bir şekilde ele alınmıştır. Cinsel şiddet ve saldırının en korkunç boyutu elbette ki kadın cinayetleri. Bazı yasalarda reformlar yapılmasına rağmen kadınlar öldürülmekte ve cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Sorunun temelinde yasalar değişse de asıl bu sistematik katliama sebep olan kökleşmiş eril zihniyetinde bulunuyor. Dolayısıyla topyekûn eril zihniyete karşı bir zihniyet dönüştürme mücadelesi yürütülmediği sürece yasal değişiklikler ne yazık ki yetersiz kalmaktadır.

Uluslararası hukuki metinlere, mahkeme kararlarına, içtihatlarına baktığımızda cinsel şiddetle mücadelede önemli araçlar sunmakta. AB İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yanı sıra, cinsel şiddeti tanıyan ve Türkiye'yi mahkûm eden Opuz ve Şükran Aydın AİHM kararları, İstanbul Sözleşmesi, CEDAW (Kadına Karışı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi) bu metinlerin en öne çıkanları. Benzer şekilde iç hukukta TCK'da cinsel saldırıya dair düzenlemeyi içeren 102’nci madde, 103’üncü madde ve 104’üncü madde, şiddetin önlenmesine dair yasa yürürlükte bulunmakta. Ancak tüm bu düzenlemelere ve ceza mekanizmalarına rağmen eril zihniyetin yanı sıra sorunun devam etmesinde en önemli etken cezasızlık olarak ortaya çıkmaktadır. Uluslararası hukukta ve İstanbul Sözleşmesi'nde kadına yönelik şiddetin ve cinsel saldırının nasıl araştırılacağı, soruşturmanın nasıl yürütüleceği ve sonrasındaki onarım mekanizmaları ayrıntılı olarak yazılmıştır. Türkiye'de cezasızlık mefhumu savcılık soruşturmasından başlamaktadır. Savcılık iddianamelerinde, kadının bir süre geçtikten sonra başvurmasını, kişisel yorum bulunduğu, çok net delillerin olmadığı gerekçelerle başvurunun reddine karar verilebilmektedir. Oysaki cinsel şiddete maruz kalmış bir kadının başvuruda bulunmada özgün konumu hiçbir şekilde dikkate alınmamaktadır Türk hukuk sisteminde. Yine kadına yönelik şiddette cezasızlık uygulamalarını izleyen uzmanlar, soruşturma ve konuşturma süreçlerinde fail odaklı soruşturma sistemi, şiddete uğramış ve travma yaşayan kadınların ifadelerini uzman olmayan erkeklerin alması, avukat yardımından yararlandırmama, beden ve ruh sağlığı raporlarının alınmaması, taraflara uzlaşma önerilmesi gibi pek çok engelin varlığına işaret etmektedir. Mahkeme salonlarında bu yaklaşım devam ederek mağdurun özel hayatına girilmesi, sürekli faille karşı karşıya getirilmesi, geleneksel kalıplara dayalı beraat kararlarının verilmesi cezasızlığa yol açan bir başka sorundur. Cezalandırma kısmında ise genelde beraat kararının çıkması, eylemle orantılı bir cezanın verilmemesi, verilen hapis cezasının çok cüzi bir kısmının infaz edilmesi gibi sorunlar bulunmaktadır. Yargı süreçlerinde cinsel saldırı suçlarına özgü özel bir infaz rejiminin ve güvencesinin bulunmaması, en büyük problem olarak ortaya çıkmaktadır.

Özetle, mağdurun ve yakınlarının korunmaması, yargılamanın uzun sürmesi, mağdurun beyanlarına itibar edilmemesi, psikolojik bulguların delil olarak kabul edilmemesi, şeklî cezaların verilmesi, kadına yönelik şiddet vakalarında ortaya çıkan cezasızlığı içermektedir. Dolayısıyla, cezasızlık mekanizması, mağdurların adalet talebinin yerine getirilmemesine yol açarken bir yandan da kadına yönelik şiddetin devam ettirilmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Eril zihniyet böylece devam edebileceği bir hukuk sistemi üzerinden kendini yeniden üretmektedir. Bu nedenle, kadına yönelik şiddette cezasızlık olgusunun Türkiye’deki vakalar üzerinden irdelenmesi, cezasızlığı engellemek adına İstanbul Sözleşmesi’nin koyduğu ilkelere göre, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifine göre yapılması gereken yasal reformların belirlenmesi için bir araştırma komisyonu kurulmasını önermekteyiz.

 

7.- Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç ve 32 milletvekilinin, Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, kadın sığınma evleri ile şiddete maruz kalan kadınların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1148)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik yürütülen hizmetlerin uygulamalarının değerlendirilmesi, eksikliklerinin tespit edilmesi, tespitler doğrultusunda çözüm önerilerinin ve önceliklerinin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci maddesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırma komisyonu kurularak konunun tüm boyutlarıyla araştırılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Gökcen Özdoğan Enç                                            (Antalya)

2) Mine Lök Beyaz                                                    (Diyarbakır)

3) Nesrin Ulema                                                       (İzmir)

4) Öznur Çalık                                                          (Malatya)

5) Sevde Bayazıt Kaçar                                             (Kahramanmaraş)

6) Gülşen Orhan                                                       (Van)

7) Salim Uslu                                                           (Çorum)

8) Ebu Bekir Gizligider                                             (Nevşehir)

9) Yusuf Başer                                                         (Yozgat)

10) Fuat Karakuş                                                      (Kilis)

11) Zülfü Demirbağ                                                  (Elâzığ)

12) Ünal Kacır                                                          (İstanbul)

13) Sermin Balık                                                      (Elâzığ)

14) Sebahattin Karakelle                                          (Erzincan)

15) Hasan Karal                                                       (Rize)

16) Tevfik Ziyaeddin Akbulut                                     (Tekirdağ)

17) Ahmet Haldun Ertürk                                           (İstanbul)

18) İsmet Su                                                            (Bursa)

19) Salih Fırat                                                          (Adıyaman)

20) Hüseyin Filiz                                                      (Çankırı)

21) Eşref Taş                                                           (Bingöl)

22) İsmail Güneş                                                      (Uşak)

23) İsmet Uçma                                                        (İstanbul)

24) Murat Göktürk                                                     (Nevşehir)

25) Suat Önal                                                           (Osmaniye)

26) Bayram Özçelik                                                  (Burdur)

27) Yılmaz Tunç                                                       (Bartın)

Gerekçe:

Birleşmiş Milletler (BM) Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nde kadına yönelik şiddet, "ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayalı bir eylem uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfî olarak özgürlükten yoksun bırakma" şeklinde tanımlanmaktadır.

Şiddet, dünyanın neresinde olursa olsun, insanların temel hak ve özgürlüklerini kullanmasında önemli bir engel teşkil eden ağır bir insan hakkı ihlalidir. Özellikle kadına karşı fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik olarak kendini gösterebilen şiddet, tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ortak sorunu olduğu gibi Türkiye'nin de en güncel sorunlarından biridir.

Ülkemizde kadınların toplumu ileriye götüren sosyal dinamiğin temel kaynağı olduğu gerçeğinden hareketle şimdiye dek birçok somut politika ve düzenleme hayata geçirilmiştir. 2005 yılında hazırlanan Yeni Türk Ceza Kanunu'nda, kadının mağdur olduğu birçok suç, topluma karşı işlenen suçlar kapsamından çıkarılıp kişilere karşı işlenen suçlar kapsamına alınarak cezaları ağırlaştırılmıştır. Ayrıca, töre cinayetleri faillerinin kanunda öngörülen en ağır ceza olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması hükmü getirilmiştir. Töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 2005 yılında kurulan Meclis Araştırması Komisyonunda önemli çalışmalara imza atılmıştır. Yine buna paralel olarak 2006/17 sayılı "Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler" konulu Başbakanlık Genelgesi yürürlüğe girmiştir.

24 Kasım 2011 tarihinde İstanbul'da imzalanan, alanında ilk ve bağlayıcı olma özelliğine sahip "Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"ni onaylayan ilk ülke Türkiye'dir. Yine, 8 Mart 2012 tarihinde, 6284 sayılı "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun" TBMM'de kabul edilmiştir. Bu kapsamda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından, gerekli uzman personelin görev yaptığı, şiddetin önlenmesi ve koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve hizmetlerin verildiği, çalışmalarını 7/24 saat esasına göre yürüten şiddet önleme ve izleme merkezleri kurulmuştur. 2012 yılında ise "Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı (2012-2015)" yürürlüğe girmiştir. "6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun" ve "Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"nde yer alan tedbirler göz önünde bulundurularak ilgili tüm kurum ve kuruluşların katkı ve katılımlarıyla "Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı (2012-2015)" hazırlanmıştır.

Bu konuda birçok yasal düzenleme yapılmış ve önlemler alınmış olmasına rağmen, şiddet olgusu hâlen toplumun kanayan bir yarası olarak varlığını devam ettirmekte olup kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin azalması noktasında hâlâ istenen seviyeye gelinememiş olmasının nedenlerinin araştırılması ihtiyacı doğmuştur. Bu bağlamda, kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik yürütülen hizmetlerin uygulamalarının değerlendirilmesi, eksikliklerinin tespit edilmesi, tespitler doğrultusunda çözüm önerilerinin ve önceliklerinin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci maddesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırma komisyonu kurularak konunun tüm boyutlarıyla araştırılmasını saygılarımızla arz ederiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

X.- MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Ön Görüşmeler

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/124)

2.- İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu ve 38 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/226)

3.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, kadına yönelik şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/320)

4.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, kadınlara yönelik cinayet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/321)

5.- Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu ve 23 Milletvekilinin, toplumsal cinsiyet sorunlarının ortadan kaldırılması için alınması gereken önlemlerin araştırılarak belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/336)

6.- Aydın Milletvekili Bülent Tezcan ve 22 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/601)

7.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar ve 24 Milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/637)

8.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 41 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/958)

9.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 Milletvekilinin, kadın sığınma evlerinin koşullarının ve ihtiyaçlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1055)

10.- HDP Grubu adına Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in, kadına yönelik şiddetin nedenleri ve azalması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1127)

11.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel ve 22 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin engellenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1128)

12.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 26 Milletvekilinin, aile içi şiddetin nedenlerinin ve boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1126)

13.- Van Milletvekili Nazmi Gür ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1137)

14.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 20 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1136)

15.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan ve 24 Milletvekilinin, kadına yönelik artan şiddetin ve suçların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1135)

16.- İstanbul Milletvekili Celal Dinçer ve 20 Milletvekilinin, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un uygulanmasında karşılaşılan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1133)

17.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 Milletvekilinin, cinsel saldırı suçuna maruz kalan kadınların dava sürecinde yaşadıkları sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1132)

18.- İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler ve 27 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1130)

19.- Batman milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin tüm boyutlarıyla araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1129)

20.- Mardin Milletvekili Erol Dora ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddet uygulayanların denetimli serbestlikten faydalanmaları hususunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1131)

21.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 21 Milletvekilinin, kadınların ve çocukların cinsel suçlardan korunması konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1134)

22.- Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 21 Milletvekilinin, kadın cinayeti ve kadın intiharlarında erken yaşta evliliklerin etkisinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1138)

23.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 21 Milletvekilinin, kadın sığınma evlerinin kapasitesinin artırılması ve kadınları korumaya yönelik tedbirlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1139)

24.- Mersin Milletvekili Ali Öz ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin artmasının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1140)

25.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 29 Milletvekilinin, kadın cinayetleri konusunda alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1141)

26.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddet bağlamında ülkemizde bir kadın politikası oluşturulması ile koruyucu ve kollayıcı tedbirlerin alınması için konunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1142)

27.- İstanbul Milletvekili Sedef Küçük ve 20 Milletvekilinin, kadınların maruz kaldığı şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1144)

28.- HDP Grubu adına Grup Başkanvekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, kadın cinayetlerinin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1143)

29.- İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak ve 23 Milletvekilinin, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1145)

30.- Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 27 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1147)

31.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 27 Milletvekilinin, kadına yönelik sistematik şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1146)

32.- Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç ve 35 Milletvekilinin, kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik yürütülen hizmetlerin uygulamalarının değerlendirilmesi ve eksikliklerin tespit edilmesi için konunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1148)

 

BAŞKAN – İç Tüzük'ümüze göre Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunda sırasıyla Hükûmete, siyasi parti gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahibine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri Hükûmet ve gruplar için yirmişer dakika, önerge sahipleri için onar dakikadır.

Şimdi söz olan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Hükûmet adına Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam; gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sedef Küçük, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Sebahat Tuncel, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ali Öz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Mihrimah Belma Satır; önerge sahipleri olarak Binnaz Toprak, Pervin Buldan, Ruhsar Demirel, Gökcen Özdoğan Enç konuşacaktır.

Şimdi Hükûmet adına Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Ayşenur İslam konuşacak.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI AYŞENUR İSLAM (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadına yönelik şiddetle ilgili Meclis araştırma önergesi dolayısıyla Hükûmetimiz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuyla ilgili sözlerime başlamadan önce, Öğretmenler Günü’nün bütün ülkemizdeki öğretmenlere kutlu olmasını diliyorum, hepsine selam ve sevgilerimi gönderiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir toplumda kadını güçlendirmek, birey olarak kadına sağlayacağı katkıların yanı sıra, tüm toplumlarda ve kültürlerde yoksulluğu azaltmanın, sosyal sermayeyi güçlendirmenin ve ailenin refahını yüksek seviyelere çıkarmanın en etkili yollarından biridir.

Ülke olarak biz, özellikle son on iki yılda insanı merkeze alan politikalar izlemek suretiyle kadınlarımızın toplumsal hayata etkin katılımını sağlamak amacıyla pek çok çalışma yapıyoruz. Bütüncül bakış açısıyla kadını, aileyi, toplumu, ekonomik düzeni, sosyal yapıyı ele alarak ihtiyaç duyulan ve kadınlarımızın kamusal alanda daha fazla yer almalarını destekleyen pek çok düzenleme yaptık, yapmaya devam ediyoruz.

Kadına yönelik şiddet, toplumsal şiddetin bir parçası, aile içi şiddetin bir parçası ve ne yazık ki bütün dünyada, Türkiye’de de mevcut bir sorun. Bütün dünya ülkelerinin ve bizim şu anda yoğun olarak uğraşmak zorunda olduğumuz bir sorun. Bundan iki ay önce İstanbul Sözleşmesi’nin dünya ölçeğinde yürürlüğe girmesiyle ilgili bir toplantıya katılmak üzere Roma’ya gitmiştik. Orada konuyla ilgili yapılan çalışmalar değerlendirildi ve ilgili arkadaşların, ilgili yetkililerin bize anlattıklarına göre Avrupa Birliği ülkelerinde, son yapılan araştırmaya göre, kadına yönelik şiddet 3 kadından 1’ine yönelmiş durumda.

Şunu söylemek istiyorum: Türkiye'nin doğusunda, batısında, güneyinde, kuzeyinde, bütün dünyada aile içi şiddet, toplumsal şiddet ve elbette bunun bir parçası olan kadına yönelik şiddet ne yazık ki var ve bununla şiddetli bir biçimde mücadele etmek mecburiyetindeyiz. Şiddetin ortadan kaldırılması ancak toplumun tüm kesimlerinin ortak ve kararlı mücadelesi ile bütüncül bir yaklaşımla elbette mümkün. Bu çerçevede  yürütülecek çalışmalarda disiplinler arası yaklaşım ve çok sayıda kurum ve kuruluşun politika belirleme, uygulama ve izleme boyutlarıyla sürecin içinde yer alması son derece önemli.

Kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında çalışmalarımızı 4 aşamada sürdürdüğümüzü söyleyebilirim. Bunlardan birincisi, mevzuat düzenleme, ki bunu hep birlikte burada yapıyoruz. İkincisi, eğitim ve farkındalığı artırma. Bir diğeri, kurumlar arası iş birliği ve koordinasyonu sağlama ve nihayet, şiddet mağduru kadınların korunması, desteklenmesine yönelik kurumsal mekanizmaları güçlendirmek.

Bu başlıklar altındaki çalışmalar elbette çok geniş bir yelpazede, tüm tarafların kapsamlı iş birliği ve koordinasyonuyla ve ortak duruşuyla sürdürülmek mecburiyetinde. Biz de bunu başarmaya çalışıyoruz.

Son on iki yılda yapılan düzenlemelerle başta Anayasa olmak üzere, yasalarımızda kadın-erkek fırsat eşitliği ilkesi daha da güçlendirilmeye çalışıldı. Başta Anayasa, sonra Medeni Kanun, İş Kanunu ve Türk Ceza Kanunu gibi temel kanunlarda yapılan eşitlikçi reformlarla Türkiye’de tüm mevzuat kadın-erkek eşitliği ilkesini gözeten ve kadına yönelik şiddete sıfır tolerans tanıyan bir yapıya kavuşturulmaya çalışıldı.

Türkiye'nin Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı sırasında, İstanbul’da imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi olarak da adlandırılan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 2011 yılında siz değerli milletvekillerinin tam katılımıyla ülkemiz tarafından çekincesiz olarak imzalandı ve yürürlüğe girdi. Kadına yönelik şiddetle mücadelede uluslararası alanda atılmış çok önemli bir adım olarak kabul edilen bu Sözleşme henüz dünya ölçeğinde yürürlüğe girmeden -ki biliyorsunuz yürürlük tarihi 2014’tür yani bu yıldır- 2011 yılından başlayarak Hükûmetimiz bu Sözleşme’yi geçerli saydı ve o andan itibaren de yapılan pek çok mevzuatta bu Sözleşme’nin maddelerini uygulamaya çalıştı. Bunun en iyi örneği, 2012 yılında çıkarılan Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’dur. Yine, bu kanun da içinde bulunduğumuz Parlamentoda -yanlış hatırlamıyorsam- oy birliğiyle hepimiz tarafından kabul edildi ve yürürlüğe girdi.

Ülke olarak kadına yönelik şiddetle mücadelenin kapsamlı, eş güdümlü ve bütüncül bir yaklaşım gerektirdiğinin elbette hepimiz farkındayız ve bu bilinçle hareket ediyoruz. Bu çerçevede, kadına yönelik şiddetle mücadeleye ilişkin 2012-2015 yıllarını kapsayan bir eylem planı uygulamaktayız. Kadına yönelik şiddetle mücadelede ilerleme sağlanabilmesinde yasal düzenlemeler ve kurumsal mekanizmalar kadar konuya ilişkin bilinç ve duyarlılığın artırılması, toplumsal farkındalık sağlanması da son derece önemli bir unsurdur.

Şiddetle mücadelede bir diğer konu ise mağdurlara yönelik koruyucu tedbirlerin alınması, hepinizin bildiği gibi. Ülkemizde şiddet mağduru kadınların korunması ve desteklenmesine yönelik olarak kadın konukevlerimiz var. Bugün itibarıyla, Bakanlığımıza bağlı 95, yerel yönetimlere bağlı 33, sivil toplum kuruluşlarına bağlı 3 kadın konukevi var ve toplamda 131 kadın konukevinin yaklaşık kapasitesi 3.400. Bu konuda kendimizi sürekli yeniliyoruz, sürekli güçlendiriyoruz. Şu anda bu kapasite ülkemizin ihtiyacına cevap verecek bir kapasitedir ama diyelim ki bu konuda herhangi bir ihtiyacımız var, herhangi bir ilde, herhangi bir şekilde bir ihtiyacımız var; bu ihtiyacı tespit ettiğimiz andan itibaren, hemen, bir iki gün içerisinde yeni kadın konukevleri açabilecek kapasiteye de sahibiz.

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında kurulan şiddet önleme ve izleme merkezleri yani kısa adıyla ŞÖNİM’ler de şu anda 14 ilde hizmetlerine devam ediyor. ŞÖNİM’lerin hizmetlerini daha etkin bir biçimde sürdürebilmeleri için yeni çalışmalar yapıyoruz, bununla ilgili -biraz sonra inşallah vakit kalırsa değinirim- bir proje yürütüyoruz. ŞÖNİM’leri yani bu pilot uygulama içerisinde, şu anda 14 ilde açık olan ŞÖNİM’leri daha etkili, daha kapsamlı, daha kapasiteli bir hâle getirebilmek için birtakım çalışmalar yapıyoruz. En kısa süre içerisinde bütün şehirlerimizde bazen bir, bazen birden fazla ŞÖNİM açabilmek için de hizmetlerimize devam ediyoruz.

Kadına yönelik şiddetin engellenebilmesi için eğitim programlarımız var. Eğitim programlarımızın bir tarafı aile eğitim programını ilgilendiriyor ve bütün merkezlerimizde halkımıza yapıyoruz. Bir diğer tarafı da kadına yönelik şiddeti engellemek için -protokoller yaptığımız- kamu kurum ve kuruluşlarıyla yaptığımız eğitimler. Bu amaçla, İçişleri Bakanlığıyla, Sağlık Bakanlığıyla, Adalet Bakanlığıyla, Diyanet İşleri Başkanlığıyla imzalanan eğitim protokollerimiz var. Ağustos 2014 rakamlarına göre 71 bin polisi, 65 bin sağlık personelini, 21 bin din görevlisini bu eğitimlerden geçirmiş durumdayız. 336 aile mahkemesi hâkimi ve cumhuriyet savcısının katılımıyla da çok çeşitli seminerler yaptık. Bu yılın eğitim programlarına eylül ayında başladık. Şu anda sayılarımız bunların çok daha üstünde. Eğitimler tamamlandığında bu yıl sonunda hangi rakamlara ulaştığımızı tekrar sizlerle paylaşırız.

2008 yılında gerçekleştirilen ve resmî istatistik programı kapsamında değerlendirilen Türkiye’de kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet araştırmasını güncellemeye başladık, 2014 versiyonunu çalışıyoruz. Çalışmalarımız son aşamaya geldi. Aralık ayında inşallah, bu çalışmanın da sonuçlarını sizlerle paylaşacağız.

Diğer yanda yürüttüğümüz 6284 sayılı Kanun’un uygulamasına yönelik etki analizi çalışmasını da sizlerle paylaşmak isterim. Biraz önce araştırma önergelerinin gerekçelerinde pek çoğunuz dinlediniz “Kanunlarımız var ama bunlar iyi işliyor mu?” sorulardan bir tanesiydi. İşte bu soruyu bugün burada tartışmadan çok daha önce gördük biz aslında ve bu kanunlarla ilgili etki analizi çalışmaları yapıyoruz şu anda. “Çıkardığımız kanunları iyi uygulayabiliyor muyuz, doğru uygulayabiliyor muyuz, uygulama sorunları yaşıyor muyuz ya da kanunları çıkarırken acaba açık bıraktığımız noktalar var mı, ileri gittiğimiz, geri kaldığımız noktalar var mı? Bunlarla ilgili yeni çalışmalar yapılmalı mı?” konusunu da inşallah, bu yılın sonuna kadar tamamlayacağız.

Bakanlığımızca yürütülen “Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi” adını verdiğimiz büyük ve kapsamlı bir çalışmamız var. Bu çalışma, özünde aile içi şiddet konusunda faaliyette bulunan bütün ilgili tarafların kurumsal kapasitelerinin geliştirilmesine yönelik bir kapasite geliştirme, eğitim ve iş birliği projesi.

Bu yukarıda özetlediklerimin yanı sıra yaptığımız pek çok çalışma var. STK’larla birlikte yaptığımız çalışmalar var; bilinçlendirme çalışmaları, eğitim çalışmaları, engelleme çalışmaları, bilinç oluşturma, zihniyet dönüşümüne yönelik çalışmalar. Bunların pek çoğunu çeşitli kamu kurum, kuruluşlarıyla, STK’larla beraber gerçekleştiriyoruz ve bu konudaki bütün çalışmalara kararlılıkla devam edeceğimizi peşinen sizlere deklare etmek istiyoruz burada.

Kadın konusunda yaptığımız, şiddetin engellenmesiyle doğrudan ilişkili olmayan ama şiddetin engellenmesi noktasında kadını güçlendiren bunun dışında çok daha farklı programlarımız ve çalışmalarımız var, onlara da çok kısaca değinmek istiyorum. Ülkemizde son yıllarda kadın sağlığı ve özellikle üreme sağlığına ilişkin göstergelerde son derece olumlu gelişmeler yaşıyoruz. Anne ölümlerinin önlenmesi ve bu bağlamda doğum öncesi bakım bizim öncelikli hedeflerimiz arasında yer alıyor. 1990-2008 yılları arasında anne ölümlerinde yaşanan düşme eğilimi dolayısıyla biz dünyanın örnek ülkelerinden biri konumundayız, ilk 10 ülke arasındayız. Bu politikanın sürdürülebilir olması amacıyla şartlı sağlık yardımı ve gebelik yardımları yapıyoruz annelerimize. Öte yandan, şartlı nakit transferleri yapıyoruz  yine annelerimize, çocuklarını sağlıklı okutabilmeleri için; 0-6 yaş grubu çocuklarının sağlık kontrollerini rahatlıkla yapabilmeleri için. Bu şartlı nakit transferlerinde önemle üzerinde durduğumuz bir konu var; bu yardımlar kesinlikle kadına yapılıyor ve kız çocuğuna yapılan yardım oranı erkek çocuğuna yapılan yardım oranlarından her zaman daha fazla, daha yüksek oluyor.

Eğitim alanında da, özellikle kız çocuklarının okullaşması amacıyla yürüttüğümüz kampanyalar var. Bu kampanya ve destekler sayesinde kız çocuklarının erkek çocuklarıyla aralarındaki eğitim uçurumu, çok uzun yıllar boyunca sürmüş olan eğitim uçurumu kapandı, kapanmak üzere. Hedefimiz kız çocuklarının yüzde 100 eğitime katılımı, bunun için de elimizden gelen bütün gayreti gösteriyoruz.

Ülke olarak kadının istihdama katılımını, iş hayatına katılımını son derece önemsiyoruz, bunun da dolaylı olarak kadına yönelik şiddetle, aile içi şiddetle mücadelenin bir parçası olduğunu düşünüyoruz.

Son yıllarda aile ve iş hayatının uyumlaştırılmasına yönelik gebelik, doğum ve süt izinlerinin anne ve çocuk lehine düzenlenmesi alanında örnek sayılabilecek birtakım düzenlemeler gerçekleştirdik. Kadınların sosyoekonomik konumlarının güçlendirilmesi, iş ve aile hayatının uyumlaştırılması, kadınların istihdama katılması bizim açımızdan oldukça önemli. Mesela, evde ve ticari amaçla ürettikleri ürünlerden vergi alınmıyor artık. 6552 sayılı Kanun’la doğum borçlanması 2’den 3’e çıkarıldı. Ev hizmetlerinde çalışan kadınların sosyal güvenlik kapsamına alınması sağlandı. 2010 yılında Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği’nde değişiklik yaptık ve çok sayıda iş kolunun artık kadınlar için de uygulanabilir işler olduğuna dair yeni bir yönetmelik hazırladık. Dolayısıyla, kadınların ve gençlerin istihdamına ilişkin sınırlandırmaları ortadan kaldırmış olduk. Hamile ve doğum yapan memurlara nöbet, turne, gece vardiyası gibi konularda muafiyet getirdik. Resmî nikahlıyken eşi vefat eden ve hiçbir sosyal güvencesi olmayan kadınlara aylık bağladık, 280 binden fazla kadınımız bugün bundan faydalanıyor. Oğlu askere giden kadınlara yine bu tür bir desteğimiz var. Çalışan kadınlar çalışma güçlerinin bir kısmını kaybettiklerinde, sadece yüzde 10’unu kaybettiklerinde artık sürekli iş göremezlik aylığı alabiliyorlar. Çalışan kadınların vefatları durumunda maaşlarından eşleri, evlatları faydalanabiliyor. Ölüm aylığı alan kız çocukları evlendikleri takdirde, bu ölüm aylığının iki yıllık tutarını peşinen alabiliyorlar. İstihdam konusunda kadına verilen ciddi destekler var. İş sahibi olmak isteyen kadınlarımıza verilen çok ciddi desteklerimiz var.

Bütün bunları ülkemizde kadını güçlendirmek için yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Kadını güçlendirmek toplumu güçlendirmek demektir. Kadını güçlendirmek aileyi güçlendirmek demektir. Belki biraz sonra burada arkadaşlarımız konuşacak. Aileyi ön plana çıkardığımıza, kadının biraz arka planda kaldığına dair birtakım eleştiriler alıyoruz sizden. Bir daha konuşma hakkım olmayacağı için peşinen bu eleştirileri cevaplamak istiyorum. Aileyi güçlendirmeye çalışmak, kadını arka plana atmak demek değildir. Kadını birey olarak güçlendirmek ayrı bir programdır, aileyi güçlü tutarak toplumu güçlendirmek ayrı bir programdır. Bunlar birbirinin tersi, birbirinin zıttı politikalar değildir, biri diğerini ortadan kaldırmaz. Biz her iki politikayı da güçlü bir biçimde uygulamaya çalışan bir Hükûmetiz. Kadınlar güçlü oldukları müddetçe güçlü ve iyi aileler olacaktır bu toplumda. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Evet, aileyi ve güçlü aile yapısını önemsiyoruz ama kadını asla ihmal etmiyoruz. Kadını ihmal ettiğimize dair sadece ortada bir söylem var, bu bir hakikat, ne yazık ki, değil.

Değerli arkadaşlarım, bütün milletvekili arkadaşlarım, parti farkı gözetmeksizin aynı çatı altında birlikte çalıştığımız arkadaşlarım; size bir teklifim var: Dünya görüşlerimiz farklı olabilir, dünyaya farklı pencerelerden bakıyor olabiliriz; önemli olan hangi noktaya doğru baktığımız, önemli olan farklı pencerelerden nereye baktığımız.  Kadınlar konusunda, özellikle toplumsal şiddet, aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddet konusunda sizlere birlikte çalışmayı teklif ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Artık, birbirimizi hırpalamaktan vazgeçelim. “Sen onu söyledin, ben bunu söyledim…” Bunlardan vazgeçelim.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Önce siz başlattınız.

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Birlikte çalışalım, güçlerimizi birleştirelim, bir sinerji oluşturalım ve bu lanetlenmesi gereken sorunu ülkemizden başlayarak, inşallah, başka ülkelere de örnek olabilecek bir biçimde ortadan kaldıralım, kaldırmaya çalışalım.

Buraya geldiğinizde eleştirilerinizi yapacaksınız ama bu eleştirileri yaparken sizlerden çözüme yönelik birkaç cümle de söylemenizi rica ediyorum. Çözüm için size, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olarak elimi uzatıyorum, elimi geriye boş çevirmeyin; bunu rica ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Size ve tüm STK’larımıza.

Dün bir olay yaşadık, belki biliyorsunuz, gazetelerde var bugün. Ben bir konuşma yaparken çok nezaketsiz bir biçimde bir arkadaşım sözümü kesti; bu bir nezaketsizlik.

KEMALETTİN YILMAZ (Afyonkarahisar) – Yapılan hareket de çok nezaketsizdi ama.

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Evet, evet, ben de onu söyleyeceğim müsaade ederseniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KEMALETTİN YILMAZ (Afyonkarahisar) – Lütfen.

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Sayın Başkanım, bir dakika alabilir miyim?

BAŞKAN – Milletvekillerimiz uygun görürse bir dakika verelim.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Tabii tabii.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Uygun olur, uygun olur.

BAŞKAN – Ama sadece Sayın Bakana ait olmak üzere, anlaştık mı? Anlaştık.

Bir dakika daha ek süre verelim.

Buyurun.

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Bana yapılan davranış son derece nezaketsizdi ama dikkatinizi çektiyse bu nezaketsizliği yapan arkadaşıma müdahale edenleri uyardım ben kürsüden; lütfen, nezaketle davranın diye.

Evet, sonradan öğrendim ki bu sözüm çok da kale alınmamış, o arkadaşımıza da nezaketsizce davranılmış.

KEMALETTİN YILMAZ (Afyonkarahisar) – Maalesef… Maalesef…

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI AYŞENUR İSLAM (Devamla) –  Her ikisi de yanlış. Ben artık, bütün bu yanlışlıkları düzeltelim istiyorum, birbirimize nezaketle davranalım, iyi niyetle davranalım ve sorunu çözmeye odaklanalım.

Şimdi, o arkadaşlarımıza da buradan sesleniyorum: Bakanlığımızın kapısı bütün STK’larımıza, bütün çözümcü önerilere açık. Onları dinleyeceğimi zaten orada vadetmiştim. En kısa süre içerisinde davet edeceğim, kendileriyle görüşeceğim; sizlerle de öyle. Yeter ki bir şeyi bina etmeye çalışalım, yeter ki bir şeyi inşa etmeye çalışalım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

On dakikalık bir ara verelim birleşime.

                                                                               Kapanma Saati: 17.08

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.20

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Muharrem IŞIK (Erzincan), Muhammet Bilal MACİT (İstanbul)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Kadına yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin görüşmesine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Hükûmet burada.

Söz sırası, şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşacak olan İstanbul Milletvekili Sayın Sedef Küçük’te. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun.

CHP GRUBU ADINA SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadına yönelik şiddet ile ilgili tüm siyasi parti grupları tarafından verilen Meclis araştırması önergesi lehinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Dün günlerini kutladığımız tüm sevgili öğretmenlerimizi ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ne yazık ki ülkemizde kadın ve şiddet, kadın ve cinayet kavramları artık çok sık yan yana gelmekte. Örneğin geçtiğimiz ekim ayında 29 kadın eşleri, sevgilileri, babaları veya akrabaları tarafından acımasızca hayattan koparıldı. Her yıl yüzlerce kadın sudan sebeplerle bu 29 kadının akıbetine uğramakta köylerde, kasabalarda, kentlerde. Hem de bu kadınlarımızın bazıları adli koruma talebinde bulunmuşken öldürülüyor. Yani kadınlar şiddet gördüklerini, hayatlarından endişe ettiklerini belirterek adli mercilere başvuruyorlar ve buna rağmen cinayete kurban gidiyorlar. Bütün bu cinayetler ve sayısı belirsiz şiddet olayları açık ve seçik bir şeylerin yolunda gitmediğini göstermekte. Bu kör şiddetin önüne geçmek için uluslararası sözleşmeleri imzaladık, kanunlar çıkardık, yönetmelikler yaptık ama gelin görün ki herhangi bir gelişme kaydedemedik. Çünkü uygulamadaki sorunlar aşılmadı. Çünkü zihniyet aşılamadı. Nitekim AB 2014 İlerleme Raporu’nda da uygulamadaki aksaklıkların altı çizilmekte ve kanunun uygulanmasındaki etkinlik, bazı hükümlerin açıklığı ve aile içi şiddetle ilgilenen personelin sayısı, yetkinliği ve eğitimi hususları eleştirilere neden olmuştur.

Örneğin, Meclisimizden eşine az rastlanır bir mutabakatla geçirdiğimiz Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da “şiddet önleme merkezleri kurulması” hükmü bulunmaktadır. Ama bu konuda da gerekli düzenlemeler hayata geçirilmemiştir.

Yine, AB Raporu’nda şiddeti önleme merkezlerine ilişkin olarak “Gerekli olduğu hâlde söz konusu merkezlerin işletilmesine ilişkin bir düzenleme yapılmamış, personel atamaları tamamlanmamış, ataması yapılan personele eğitim verilmemiştir.” denilmektedir. Bunların hepsi doğru saptamalar.

Peki, o zaman neden böyle olmakta? Çünkü kadınların ikinci sınıf olduğuna ilişkin çarpık toplumsal algıyla yüzleşilmemektedir ve mücadele edilmemektedir. Bununla yüzleşilmediği gibi bu çarpık algıyı besleyecek açıklamalar yapılmaktadır. Yani tam bir vurdumduymazlık hâkimdir.

Kadına şiddet konusundaki bu vurdumduymazlık yargıda da mevcuttur. Hepinizin hafızalarında hâlâ tazeliğini koruduğunu düşündüğüm bir örneği vermek istiyorum. İzmir’de bir kadının karakolda polisler tarafından hunharca dövüldüğüne ilişkin görüntüler eminim hâlâ hafızalarınızda. İzmir’de o kadını feci şekilde döven polislerin yargılandığı davada ne oldu biliyor musunuz? Savcı, şiddet gösteren 2 polis için bir yıl bir aya kadar hapis cezası istedi. Aynı savcı, dövülen kadın için ise, polise hakaretten sekiz yıl dokuz aya kadar hapis talep etti. İşte ülkemizdeki adalet!

Biz hep kadına şiddette cezaların caydırıcı olacak düzeye getirilmesini talep ettik. Bu örnekte, gerçekten de ortada caydırıcı bir ceza var ancak bu ceza, kadına acımasızca döven polislere değil, polise hakaret etti diye kadına verilmiş. Yani kamu gücünü temsil eden, güvenmemiz gereken polisler bir kadını öldüresiye dövüp hastanelik ettikleri takdirde alacakları ceza bu, bir yıl. Eğer bu ceza sizlerin de nezdinde caydırıcıysa o zaman şunu bilmenizi isterim ki bugün burada bizler havanda su dövüyoruz ve bu konuda bir ilerleme sağlamamız bir hayal ve eminim ki yine bu görüntüler basına yansımamış olsaydı, bu dava bile açılmayacaktı ve yüzlerce olayda olduğu gibi üstü örtülüp gidecekti.

Değerli milletvekilleri, kadınlar hangi coğrafyada olurlarsa olsunlar yalnızca kadın oldukları için şiddet görüyor, bunun için öldürülüyorlar, hem de çok sudan bahanelerle. Bakınız, Şefkat-Der’in şiddet mağduru kadınlar ve temasa geçtikleri 20 bin kadın üzerinde yaptıkları araştırmaya göre perdeyi yeterince kapatmamak, çayı iyi demlememek, telefonun sürekli meşgul çalması, Facebook veya Twitter profil hesabı açmak, zayıflamak veya şişmanlamak gibi nedenler kadına şiddetin bahanesi olabiliyor. Hatta, erkeğin tuttuğu futbol takımının  o gün yenilmesi bile bir bahane olarak ileri sürülebiliyor. Elbette bunlar bahane. Bu bahanelerin altındaki gerçekler çok daha acımasız. Kadının erkeklerle eşit olamayacağına ve kadının erkeğe boyun eğmesi anlayışı üzerine kurulmuş bir zihniyet kadınların bu ülkede güvercin ürkekliğinde yaşamalarına neden olmaktadır. Bu zihniyetle topyekûn mücadele şarttır. Hiçbir gerekçenin arkasına saklanma lüksünüz yoktur. Ne dinsel ne geleneksel ne toplumsal ne de başka bir nedenle kadını yok sayan ve dışlayan bir zihniyet  kimse tarafından haklı gösterilemez. Tarafı olduğumuz Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi kadınlara karşı doğrudan ve dolaylı, kasıtlı ve kasıtsız ayrımcılığı yasaklar; yalnızca yasal ve biçimsel eşitlik değil, gerçek eşitlik talep eder. Eğer bu sözleşmenin altında imzamız varsa bu imzanın yerine getirilmesi için çaba göstermek hepimizin boynunun borcudur ama en çok da bu ülkeyi yönetenlerin borcudur. Bu borcu ertelemek, çeşitli gerekçelerle üstünü örtmek gibi bir hakkınız yoktur. Yasama alanında gerçekleştirilen ilerlemelerin uygulayıcıların elinde çarçur edilmesine izin verme lüksünüz yoktur.

Şu kurulması için mutabakata vardığımız Meclis araştırması komisyonunu ele alalım. Neden bu kadar geç kalındı? 24’üncü Yasama Döneminde bu konuya ilişkin onlarca öneri verildi, her kadın cinayetinde konu muhalefet tarafından gündeme getirildi. Yalnızca biz söylemedik, sivil toplum örgütleri de kapınızı aşındırdı, en azından toplumsal duyarlılık artsın diye bir komisyon kurulması istendi. Dönemin bitimine sekiz ay kala böyle bir komisyon kurulması nihayet kabul edildi. Keşke çok daha erken olsaydı, keşke geçtiğimiz hafta henüz 17 yaşında, henüz üç aylık hamileyken öldürülen Tuğba’nın canına kıyılmadan önce olsaydı. Yine de yanlış anlaşılmasın, geç de olsa böyle bir komisyonun kurulmuş olmasını Cumhuriyet Halk Partisi olarak çok değerli bir adım olarak değerlendiriyoruz. Ben isterdim ki iktidar partisinin de tüm vekilleri burada tam kadro olarak, bu kadar önemli bir günde destek olarak dinleselerdi. Buna katkı veren tüm partilere de teşekkür ediyoruz. Bu konuda Meclisi harekete geçmeye zorlayan tüm kadın sivil toplum örgütlerine teşekkür ediyoruz.

Daha önce de kürsüden defalarca ifade ettim, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi meselesi bizler açısından siyaset üstü bir meseledir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak kadınlarımızın maruz kaldığı bu kör şiddeti ve maalesef, günlük rutin hâline gelmiş kadın cinayetlerini önlemek adına getirilen her düzenlemeyi destekliyoruz ve desteklemeye devam edeceğiz; bunun için herkesle iş birliği yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Mevzu cezaların caydırıcı hâle gelmesi ise biz varız. “Cinsiyete ilişkin toplumsal zihniyet kalıplarıyla mücadele edelim.” diyen herkesin her zaman yanındayız. Kadınların istihdam oranını arttıracak her girişimin destekçisiyiz. “Kadın ve erkek eşit olamaz, fıtratına aykırı.” diyenlere inat, kadınlar ve erkekler eşit haklara sahip olana dek mücadelemize devam edeceğiz çünkü biz insanın fıtratında eşitlik olduğuna inanıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Bu ülkede kadın olmanın fıtratında dayak yemek olmasın, zulüm olmasın diyoruz; bu ülkeden kadınların fıtratında ölüm olmasın istiyoruz; haklarda ve fırsatlarda, kanunlarda ve uygulamada, yaşamın her alanında eşitlik istiyoruz; bu ülkede kadınların da artık birinci sınıf olduğu görülsün istiyoruz çünkü biz kadınlarla erkekler eşit olmadan bir ülkenin uygar bir ülke olmayacağına inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, kadınların bunca sorun yaşadığı bir ülkede idarecilerin önünde iki seçenek vardır: Ya durumu idare edeceklerdir ya da sorunu çözeceklerdir. Sorunları sürüncemede bırakmak, herhangi bir sorun yokmuş gibi görmezden gelmek kafaları kuma gömmek demektir. Ne yazık ki kafayı kuma gömünce veya kadınlara yönelik şiddeti gündeme getirmek isteyenleri konuşturmayınca, azarlayınca, salondan attırınca sorunlar ortadan kalkmıyor.

Mesela, bu ülkede kadınların çok ciddi bir istihdam sorunu var. OECD ülkeleri, AB ülkeleri, Avrasya ülkeleri, hangi ülke grubu olursa olsun kriter alındığında Türkiye hep sonlarda. Bildiğiniz gibi, kadınların iş gücüne katılım oranı ancak yüzde 31, istihdam edilen kadın nüfusu ise yüzde 26. On yıl sonra bile bu oranın ancak yüzde 38’i bulabileceği öngörülmektedir. Avrupa Birliği ortalaması ise yaşanan onca krize rağmen şu anda yüzde 70. Atılan olumlu adımlar olsa da o kadar gerilerdeyiz ki yetişmemiz olanaksız. Oysa kadınlarımız iş gücüne dâhil olmadan ne sorunları çözebiliriz ne de ülkemizi orta gelir tuzağından kurtarabiliriz. Tek sorun iş gücü de değil, eğitim de büyük sorun ülkemizde. Küresel Cinsiyet Uçurumu 2014 Raporu’na göre, ülkemiz, kadınların eğitimi sıralamasında 142 ülke arasında ancak 105’inci olabilmiş. Bu eğitim performansıyla herhangi bir ilerleme beklemek hayaldir. Bütün bunlar kadınlarımızın şiddete maruz kalmasıyla doğru orantılıdır. Çünkü ekonomik bağımlılık ve eğitimsizlik kadınları toplumsal cinsiyet kalıpları içine daha çok itmektedir. Kadın, çalışma hayatı içinde var oldukça daha bağımsız davranabilmektedir. Kadınların eğitim düzeyleri yükseldikçe kendilerine dayatılan kimliğin dışına çıkma şansına sahip olabilmektedir. Bu, çok önemli bir güçtür. Eğitimli ve ekonomik olarak güçlenmiş bir kadının, başta kendi uğradığı ayrımcılık olmak üzere, toplumda var olan tüm eşitsizlikler konusunda farkındalığı artmakta, yalnızca kendi uğradığı haksızlığa karşı değil, her türlü haksızlığa karşı koyabilmektedir. İşte bazılarını da en çok korkutan budur. Bu yüzden kadınlar evlerinde otursun, çocuk baksın, makbul bir eş olsun istenmektedir çünkü bağımsızlaşan kadın özgürleşen toplum demektir. Özgür topluma tahammülü olmayanların kendisine biçilen rolün dışında davranan kadınlara da tahammülü yoktur. İşte bu yüzdendir ki bir belediye başkanı “Örf ve âdetlerimiz gereği belediyede kadın çalıştırmayacağım.” deme cüretini kendinde bulmaktadır. İşte bu yüzden birileri çıkıp “Eşitlik politikaları Türkiye’de aile birliğini bozuyor.” demektedir. Bu nedenle, birileri, işsizlikten yakınan kadınlara “Evdeki işler yetmiyor mu?” diyebilmektedir. İşte bu yüzden birileri, bırakın toplumsal cinsiyet eşitliğini, herhangi bir alanda eşitlik kavramını bile ağzına alamamaktadır.

Değerli milletvekilleri, başta da belirttiğim gibi, aşılması gereken çok büyük bir zihniyet sorunu var. Örfün, âdetin, geleneğin, dinin arkasına sığınan bu zihniyetle mücadele edilmesi şarttır, hem de öyle kaçamak sözlerle veya görmezden gelerek değil, güçlü bir irade konularak mücadele edilmelidir. Çünkü kadınları ikinci sınıf gören bu zihniyet ve bu çarpık algı, kadınlarımızın maruz bırakıldığı şiddetin asıl belirleyici unsurudur. Denilebilir ki: “Kadına şiddet, doğulusuyla batılısıyla, zenginiyle fakiriyle, gelişmişiyle geri kalmışıyla her toplumda var.” Denilebilir ki: “Bunun tarihî, sosyolojik, antropolojik nedenleri var.” Denilebilir ki: “Bu sorun bugünden yarına çözümlenebilecek bir sorun değil.” Her ne kadar haklılık payı olsa da ileri sürülen bu argümanlar mücadele etmemek için bir bahane olamaz, kadınların uğradığı şiddete yüksek perdeden karşı koymamanın açıklaması bunlar değildir. Elbette şiddet çok boyutludur, elbette topyekûn bir mücadele gerekmektedir ama elinizi kolunuzu bağlayan bir şey de yoktur. Kaçak saraylara katrilyonlar harcanabiliyorsa bu mücadeleye de kaynak ayrılabilir, eğer belediyeler altı ayda bir kaldırımları değiştirebilecek mali güç bulabiliyorlarsa o zaman sığınma evleri de açabilecek mali güçleri var demektir. Sorun mali değil, zihinseldir; sorun, konuya kadın odaklı yaklaşamamaktır; sorun “bayan” kalıbına sıkışıp “kadın” diyememektir.

Değerli milletvekilleri, 80’li yıllarda yükselmeye başlayan kadın hakları mücadelesinin bazı toplumları ne kadar değiştirdiğini görmemiz gerekir. Bu toplumların cinsiyet kalıplarını ne kadar kırdığına, cam tavanları ne kadar incelttiğine, kadınların toplumdaki yerini ne kadar güçlendirdiğine bakmamız gerekiyor. Buralarda kadınların iş gücündeki payı nasıl arttı, eğitim eşitliği nasıl sağlandı, kadınların siyasi temsilinde ne kadar ilerleme var, işte, bunları örnek almamız gerekiyor. Ve bütün bu gelişmelerden yalnızca kadınların yarar sağlamadığını, daha sağlıklı, daha eşitlikçi bir toplum oluşturdukça, bunun için gereken irade ortaya konuldukça tüm toplumun kazandığını herkese göstermemiz gerekiyor, yoksa gerekçe üretmek çok kolay ancak bu Meclisin ve Hükûmetin işi gerekçe üretmek değil, çözüm üretmek. Umuyorum, bugün burada atılan bu adım ve ortaya konulan Meclis iradesi, yaşama dokunur ve bizleri çözüm üretmek açısından bir adım daha ileri götürür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadınlarımızın sosyal ve ekonomik hayattan dışlandığı, yok sayıldığı bir Türkiye’de eşitliği sağlamamız olanaksızdır. Kadınları yalnızca iyi bir ev kadını, iyi bir eş, iyi bir anne oldukları sürece makbul gören anlayışı kırmadan, eşitlik konusunda aşama kaydetmemiz mümkün değildir. Bu anlayışın kırılması için önce kadınların mutlaka iş yaşamına katılması lazım; sosyal hayatın bir parçası olmalılar, bilim dünyasına katkı sağlamalılar ama bunların olabilmesi için de önleri açılmalı, her koşulda desteklenmeliler; siyasette temsilleri ve ağırlıkları artırılmalı, bunun için de gerekiyorsa cinsiyet kotası konulmalı.

Değerli milletvekilleri, kadını ve erkeğiyle eşit haklara, eşit koşullara sahip bir toplum yaratmazsak hiçbir yere varamayız; ne adaleti sağlayabiliriz ne barışı, ne insan haklarını tam olarak uygulayabiliriz ne demokrasiyi, ne kalkınmayı başarabiliriz ne paylaşımı. Bu ülke için asıl sorun, yalnızca kadın şiddeti veya kadın cinayetleri değildir; bu, aslında bir seçim durumudur, Orta Çağ ile çağdaş dünya arasında bir seçimdir ve bizler bu seçimde mutlaka bir taraf olmak durumundayız diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel konuşacak.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda bu kürsüde çok defalar konuştuk, birçok yasa da çıkarttık. Hem Sayın Bakanın hem de milletvekili arkadaşımızın söylediği İstanbul Sözleşmesi’ni de burada çıkarttık ama hâlâ kadına yönelik şiddet devam ediyor, bunu engelleyemedik. Bunun bir nedeni var yani hâlâ bu kadar çok yasa çıkartılıyor, buna göre işler yapılıyorsa bunun bir nedeni var, biz bunu değerlendirmek durumundayız.

Sevgili arkadaşlar, bunun temel nedeni, zihinsel olarak kadın erkek eşitliğine inanmamak ve toplumu buna göre değerlendirmemektir, geleneksel rolleri her gün her gün yeniden üretmektir.

Biraz önce, Sayın Bakan, burada en çok eğitimden bahsetti, bilmem ne kadar kişiye eğitim verildiğinden bahsetti ama benim Sayın Bakana önerimdir; önce Sayın Cumhurbaşkanına, sonra Sayın Başbakana, Bülent Arınç başta olmak üzere bakanlara ve milletvekillerine bu eğitim verilmelidir. Üretilen dil, üretilen bu politika, cinsiyetçi politika ve her gün her gün bu cinsiyetçi rolleri üreten bu yaklaşım, aslında kadına yönelik şiddetin neden engellenmediğinin, neden arttığının da altını çizen bir konudur.

Yine, sevgili arkadaşlar, geleneksel olarak hep biz kadınların susmamız gerektiği, biz kadınların aslında hiçbir zaman elimizin hamuruyla erkeğin işine karışmamamız gerektiği, yine “eksik etek” belirlemeleriyle toplumsal yaşamın dışına itildiğimiz ve her zaman için susturulmamız gereken bir politikayla karşı karşıya kaldık. Bazen kadınlar da ne yazık ki birbirine karşı bunu uyguluyor.

Biraz önce, Sayın Bakan, bu kürsüde, dün yaşanan olayın iyi olmadığını, bunu tasvip etmediğini ifade etti, önemli ama bir özür dilemedi. Yani, aslında, o kadın arkadaşımız belki de sözünü söyleyebilmek için el kaldırarak söz istedi ama nazikçe çıkartılmak istense de bu nezaketin güvenlik güçleri tarafından nasıl algılandığını biz biliyoruz. Dolayısıyla, onların nezaketsiz davranmasına da zemin sunulmuş oldu. O açıdan, aslında toplumdaki bu geleneksel yaklaşımlar bir şekilde Parlamentoda, hem de burada devam ettiriliyor.

Ben, daha önceki bir konuşmamda bir cümle söylemiştim, yine söylüyorum: Yurdumuz Anadolu, Meclis baba dolu yer. Dolayısıyla, erkek egemen sisteme göre, zihniyete göre burası yönlendiriliyor, yönetiliyor. O yüzden de biz, kadına yönelik şiddet konusunda ne yazık ki engellenemiyoruz.

Ama, sevgili arkadaşlar, biz kadınlar, sadece kadınlara yönelik şiddet ve kadınların ezilmişlikleriyle ilgili konuşmak da istemiyoruz. Burada başka bir durum da var; buna karşı direnen, buna karşı mücadele eden kadınlar da var. Bugün binlerce kadın sokakta. Başta Pirsus’ta olmak üzere yani Suruç’ta, bütün Türkiye'de sokağa çıkan kadınları buradan selamlamak istiyoruz. Onlar, bu erkek egemen zihniyeti kabul etmedikleri için, “Başka bir yaşam mümkün.” dedikleri için, savaşa karşı barışı, erkek egemen zihniyete karşı özgürlükçü bir yaşamı savundukları için sokaktalar. Sevgili arkadaşlar, ben bu anlamda, Arin Mirkan ve Kader Ortakaya şahsında, direnen, mücadele eden, buna öncülük eden tüm kadınları  buradan bir kez daha selamlıyorum ve diyorum ki: Aslında umut var. Umut, tam da kadınların bu zihniyeti kabul etmemesi, buna karşı direnmesi ve mücadele etmesiyle alakalı.

Sevgili arkadaşlar, bu kürsüde İstanbul Sözleşmesi’nden çok bahsettik. Evet, İstanbul Sözleşmesi’ni biz burada imzaladık. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, asıl adı bu. Bu sözleşmede aslında çok önemli belirlemeler var. Bu belirlemeler: “Kadınlar ve erkekler arasında yasal ve fiilî eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadınlara yönelik şiddeti önlemede anahtar bir unsur olduğunun bilincinde olarak;

Kadınlara yönelik şiddetin, erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmasına ve kadınlara yönelik ayrımcılığa neden olan ve kadınların tam ilerlemesini engelleyen ve kadınlar ile erkekler arasındaki tarihsel eşitlikçi olmayan güç ilişkisinin tezahürü olduğunun bilincinde olarak;

Kadınlara yönelik şiddetin toplumsal cinsiyete dayalı şiddet şeklindeki yapısal niteliğinin ve bu şiddetin, erkeklerle kıyaslandığında kadınları ikincil konuma zorlayan temel sosyal mekanizmalardan birisi olduğunun bilincinde olarak;

Kadınlar ile kız çocuklarının, çoğunlukla aile içi şiddet, cinsel taciz, tecavüz, zorla evlendirme, sözde ‘namus’ adına işlenen cinayetler, kadın sünneti gibi insan haklarını ciddi şekilde ihlal eden ve kadın erkek eşitliğini sağlamanın önünde büyük bir engel oluşturan şiddetin pek çok boyutuna maruz kaldıklarını büyük endişeyle dikkate alarak;

Silahlı çatışma esnasında sivil halkı, özellikle de kadınları yaygın ve sistematik tecavüz ve cinsel suçlar şeklinde etkileyen insan hakları ihlallerinin ve gerek çatışma esnasında gerekse sonrasında tırmanan toplumsal cinsiyete dayalı şiddet potansiyelinin bilincinde olarak…” Daha devamı var. Aslında bu sözleşme, tam da bizim ne yapmamız gerektiğini çok net ifade ediyor.

Sevgili arkadaşlar, kadına yönelik şiddetin iki boyutu var, ben burada ona değinmek istiyorum. Bir tanesi, erkek egemen sistemden kaynaklı olan şiddet; aslında arkadaşlarımız bundan bahsetti. İkincisi de savaş nedeniyle kadınların yaşadıkları şiddettir. Kadınların savaş nedeniyle yaşadığı bu şiddeti çok yakından, sınırlarımızın yanı başında hissettik. Ezidi kadınlara yönelik IŞİD çetelerinin yaptığı saldırıda aslında savaşın ne kadar korkunç bir boyutu olduğunu, savaşlarda kadınların bir ganimet olarak değerlendirildiğini, kadınlara yönelik bir savaş politikası olarak cinsel taciz, tecavüz meselesinin çok yakıcı olarak yaşandığını gördük. O yüzden, bu Parlamentoda, aslında Ezidi kadınlara veya Türkiye’nin çok övündüğü “Suriye’den 1,5 milyon insan geldi. Biz onlara yardım ediyoruz.” gibi söylemlerin arkasında, oradan gelen özellikle kadın ve çocukların yaşadığı mağduriyete, kamplardaki durumuna dikkat çekmek lazım.

Yine, Kobani direnişi nedeniyle savaştan, IŞİD vahşetinden kaçan o köylerde yaşayan kadınların yaşadıkları sorunlar… Yani, savaş sadece cinsel saldırı değil, aynı zamanda zorunlu göç demek, yoksulluk demek, şiddetin her türlü şeyine açık hâle gelmek demek. Dolayısıyla, biz kadınların, aslında savaş politikalarına karşı güçlü bir mücadele yürütmemiz gerekiyor.

Biz bir kadın heyeti olarak eylül ayı başında IŞİD saldırıları başlamadan -CHP’den Melda Onur arkadaşımız da vardı- 26 kadın güney Kürdistan’a gittik, orada kampları ziyaret ettik Ezidi kadınların yaşadığı sorunlara dikkat çekmek için. Yine, Rojava’dan Cizre kantonuna gittik. Aslında çok önemli bir rapor sunduk. Oradaki kadınların, Türkiye’den           -gerçekten bir dayanışma olacaksa- kendilerinin doğru anlaşılması, savaşın son bulması ve kendi ülkelerine dönmeleri konusunda talepleri, beklentileri vardı.

Ben, bir kez daha, aslında, burada, bu Parlamentoda, iktidarından muhalefetine bütün kadınlarca bir kadın komisyonu oluşturularak savaş nedeniyle yerinden edilen kadınlarla, çocuklarla bir çalışma yapılmasının da önemli olduğunu düşünüyorum.

Sevgili arkadaşlar, diğer bir konu hep çok bahsettiğimiz kadına yönelik şiddet. Feministler yıllarca “Özel alan politiktir.” dediler çünkü yıllarca bize şu dayatıldı: “Eşidir; döver de sever de, aile içerisinde bunun tartışması olmaz.” Aslında, biz, özel alanın politik olduğunu kadınların mücadelesi, Cumhurbaşkanının beğenmediği o feminist kadınların mücadelesi sayesinde öğrendik.

Şimdi, Sayın Bakan bu aile kavramını öncesinden öne almak için “Şimdi bize ‘Neden aile diyorsunuz?’ diye eleştiri gelecek.” dedi. Doğru, siz aileyi kutsallaştırırsanız, geleneksel aileyi bizim önümüze model olarak koyarsanız aslında kadına yönelik şiddeti de engelleyemezsiniz. Biz buradan bir kez daha öneriyoruz: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı değişsin, bu Bakanlık sadece “sosyal politikalar bakanlığı” olsun, Ayşenur Hanım sadece bu sosyal politikalar bakanlığının Bakanlığını yapsın. Sosyal politikalarda kadınların durumu nedir, kadınların bu konulardan eşit olarak faydalanması tartışılsın ama bir “kadın bakanlığı” kuralım kadın sorunlarıyla ilgilenecek, kadına yönelik şiddeti engelleyecek ve sadece kadınlar için çalışacak. Ve -bütün o mevzuat incelemesi dedi ya- burada çıkacak bütün yasaları eşitlik perspektifinden göz önüne alacak bir yasa çıkarılması gerekiyor. O açıdan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı “sosyal politikalar bakanlığı” olsun, “kadın bakanlığı” diye bir bakanlık kurmak gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, burada, mesela kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi konusunda çıkartılan yasalarda çok önemli kararlar alındı, bizim de imzamız var. Daha önce Demokratik Toplum Partisi olarak -partimiz kapatıldı- Barış ve Demokrasi Partisi döneminde ve şimdi de Halkların Demokratik Partisi olarak 14 tane önergemiz var ayrı ayrı, konuşulmamış, bugün konuşulmuş olması önemli.

Yalnız bu konuda özellikle kadınların talebini de burada ifade etmeyi önemli görüyoruz. Sevgili arkadaşlar, Diyarbakır’da 17’nci Kadın Sığınakları ve Dayanışma Merkezleri Kurultayı sonuç bildirgesi açıklandı. Buna Sayın Bakan da diğer milletvekili arkadaşlarımız da ulaşabilirler. 25-26-27 Ekimde gerçekleştirildi, 6 kadın örgütü ve 200’e yakın delege katıldı. Orada aslında “Neden kadına yönelik şiddet engellenemiyor?” sorusuna çok ciddi cevaplar verilmiş durumda. Onların talepleri var:

Bunlardan birisi, kadınların Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına değil, kendileri için politika üretecek kadın bakanlığına ihtiyaçları var. Yani, onların talebi de aslında biraz önce bizim söylediğimiz taleple aynı. Kadın bakanlığının kurulması ve tüm bakanlıkların kadın bakanlığı üzerinden yasalar çıkartılırken bunu dikkate alması, eşitsizliği giderecek politikalar üretmesi önemli.

İkincisi: Şiddete maruz kalan, şiddetten uzaklaşmaya çalışan kadınların sığınak dışında psikolojik, sosyal ve hukuki destek alabilecekleri ulaşılabilir mekânlar olması gerekir. Şimdi, Sayın Bakan ifade etti, 14 tane ŞÖNİM var. Aslında yani şimdi yasayla 100 binin üzerinde olan yerlerde belediyeler sığınaklar açmak zorunda, açmıyorlar. Bu konuda şöyle bir sorun var: Çünkü bunun yükümlülüğünü belediyeye verdiğinizde, bütçeyi belediye karşılamıyor. Dolayısıyla, aslında kamunun karşılaması gereken ya da belediyenin karşılayacağı bir bütçeyle mutlaka sığınakların açılması gerekiyor; her yerde, kadınların erişebileceği alanda sığınakların açılması gerekiyor. Bu hâlâ yapılabilmiş değil. Biraz önce Sayın Bakan dedi ki: “Yeterlidir, aslında bu konuda hiçbir sorun yok.” Aksine, çok sorun var.

İkincisi: Sevgili arkadaşlar, bu ŞÖNİM’lere veya sığınaklara alınan kadınlara eşleri, sevgilileri ya da şiddet uygulayanlar çabuk ulaşıyorlar. Yani, paylaşılmaması gereken bilgiler başka birimler tarafından paylaşıldığında, örneğin, e-devlet uygulaması ya da Sosyal Güvenlik Kurumundaki Uygulamalar nedeniyle onlar engellenemiyor. Kadınlar, mutlaka bunun düzenlenmesi, bu gizlilik esasına dikkat edilmesi gerektiğini… Dikkat edilmediği için de aslında devletin korumasında olduğu hâlde 25 kadın öldürüldü şimdiye kadar ve daha çok kadın öldürülebilir. Bunun mutlaka dikkate alınması gerekiyor.

Yine, ŞÖNİM’lerde çalışanların, sevgili arkadaşlar, kadın perspektifi yok; kadın erkek eşitliğine inanmıyorlar yani aslında kadınların sorunlarını yeterince anlayabilecek kişiler değiller. Bunlar, ciddi anlamda kadınların orada sorun yaşamasına neden oluyor. Yine, ŞÖNİM’lerde erkeklerin  hizmet verdiğine dair bir bilgi var. Aslında, bu çok vahim bir durum. Böylece aslında kadınlara ulaşmak daha kolay oluyor; erkekler, erkekler aracılığıyla kadınlara çok rahat ulaşıyorlar.

Yine, sevgili arkadaşlar, İstanbul Sözleşmesi’nin çok önemli bir maddesi var ara buluculuk olmaz diye ama AKP iktidarı döneminde ara buluculuk sistemi getirildi. Diyanetle yapılan protokolle ve boşanma ombudsmanlığı, Kamu Denetçiliği uygulamalarıyla ara buluculuğu devlet eliyle yaptılar. Yani, çok ilginç bir durum. İşte, bu “Eşindir, döver de sever de. Yani, ne olacak, çocukların var, eve git.” diye diyanet İşleri Başkanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının imzaladığı protokolle devreye sokulmuş durumda. O yüzden, biz bu protokolün de derhâl lağvedilmesini, aslında bu ara buluculuk meselesinin ortadan kalkmasını istiyoruz. O yüzden de ceza indirimi, ara buluculuk, kadının cezadan vazgeçmesi gibi yöntemler hayata geçiyor.

Yine, İstanbul Sözleşmesi’nin yükümlülüğünden birisi, erkek şiddetiyle mücadelede devletin yükümlülüğü olarak düzenlenen kadına karşı şiddeti önlemek, korumak, kovuşturmak ve kadınlar için destek mekanizmaları oluşturmak için gerekli politikalar oluşturulması gibi bir görevi var. Bu konuda sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının çalışması yetmez.

Biraz önce Sayın Bakan dedi ki: “Ben elimi uzatıyorum size.” Sayın Bakan, biz, uzanan eli tabii ki tutarız ama şimdiye kadar ki… Özellikle sizin Bakan olduğunuz günden bugüne bırakalım sivil toplum örgütleriyle çalışmayı, burada, Parlamentodaki kadınlarla bir araya gelmediniz. Bir araya gelip bu işi birlikte çalışalım. Kadın politikası tabii ki siyasetüstü bir politikadır, o zaman gelin bunu birlikte çalışalım. Mesela, bu kadınlarla bir buluşma… Nedir, politikanız nedir, bakış açınız nedir, nasıl ortaklaştıralım? Yapmadınız, hatta bunu bırakın telefonlarımıza bile çıkmadığınız zamanlar oldu, kutlamak için aradığımızda ulaşamadığımız zamanlar oldu. O yüzden, çok ulaşılabilir, çok kolay ulaşılabilir bir Bakanlığınız yok. “Kadınlar gelsinler, dertlerini anlatsınlar…” Anlatmak için el kaldırdıklarında da zaten apar topar şeyden çıkartılır hâle geliyorlar.

Yine, sevgili arkadaşlar, tabii ki kadın sığınakları yönetmelikte “konukevi” diye tanımlanmış, kadın sığınakları da değil, konukevi; aslında, hani bir misafir etme hâli var. Dolayısıyla, yine, oradaki kadınların ekonomik olarak kendisini idame ettirmesi, çocuklarının yanlarında olması falan gibi o kadar çok sorun var ki… Ben bu sonuç bildirgesini Sayın Bakanın kendisine ileteceğim çünkü burada çok önemli bilgiler var, veriler var; mutlaka bunların dikkate alınması gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, biz, Halkların Demokratik Partisi olarak kadın özgürlük mücadelesini esas alan, bu konuda özellikle karar ve uygulama mekanizmalarında kadınların yer almasının ne kadar önemli olduğunu bilen ve bunun mücadelesini veren kadınlarız. Bunun için eş başkanlık sistemi uyguladık; sadece genel yönetimlerde değil, siyasi partide değil, yerel yönetimlerde de bunu uyguladık. Biraz önce Sayın Bakan dedi ki: “Kamu görevinde kadınların yer alması, istihdam edilmesi konusunda çok çabamız var.” Bu çabalardan birisi de yerel yönetimlerde eş başkanlığımızı iptal ettirmek. Yönetmelik durdurma kararı alındı valilikler aracılığıyla. Şimdi, ben size sorarım: Nasıl oluyor da siz kadınların eşit temsil hakkını savunuyorsunuz, yerel yönetimlerdeki istihdamını ya da yerel yönetimlerde de kadınların karar ve uygulama mekanizmalarında olmasını istiyorsunuz? Valilikler itiraz ettiler ve yerel mahkemeler karar aldı, şu an yerel yönetimlerde eş başkanlıklarımız durdurulmuş durumda.

İkincisi: Sevgili arkadaşlar, partilerin insafına kalmış durumda bu kota meselesi. Evet, biz yüzde 50 eşit temsil kullanıyoruz, eş başkanlık var ama AKP iktidarında örneğin kota yok, kotayı kendileri belirliyorlar. Erkeğin istediği gibi bir kadın profili. Yani, nasıl olacak? Hanımefendi bir kadın olacak, hanımefendi gibi konuşacak, hanımefendi gibi giyinecek. Yani, aslında bu aile politikalarının yansıması kadına da yansıyor, onun üzerinden… Erkeklerden daha çok çalışacak, erkeklerden daha yetenekli olacak, yoksa o kategoride eleniyor.

Şimdi, bu konunun da bir kez daha altını çiziyoruz. Kota uygulamasının anayasal güvenceye alınması yani sadece partilerin insafına bırakılan değil, bütün partilerin uygulamak zorunda olduğu bir yöntem olması gerekiyor. İşte o zaman, bakın görün kadına yönelik şiddet nasıl azalacak.

Şimdi,  sevgili arkadaşlar, bize dayatılan başka bir şey var. AKP hükûmetiyle biz aynı düşünmüyoruz, Sayın Cumhurbaşkanıyla, Sayın Başbakanla aynı düşünmüyoruz. Doğru, onlar kadın ve erkeğin eşit olmadığına inanıyorlar ama galiba İstanbul Sözleşmesi’ni yanlışlıkla imzalamışlar, okumamışlar çünkü bu, kadın erkek eşitliğini esas alan ve buna göre bütün yasaların düzenlenmesi gereken bir sözleşme. O açıdan, kendi toplumsal özellikleri olarak da bunu bütün yaşamımıza böyle ifade ediyorlar. Her konuştukları yerde, kadına yönelik şiddet konusunda ya da Kadınlar Günü’nde “Kadın ve erkek eşit olamaz, bize bunu dayatmayın.” diyorlar, biz de bu kürsüden diyoruz ki: Kadın ve erkek eşittir, kendi düşüncenizi bize dayatmayın. Biz kadınlar olarak bunun mücadelesini her yerde vereceğiz ve vermeye devam ediyoruz.

O konuda özellikle feministlere  yönelik yaklaşımları, hani “Bunlar iş bilmiyorlar.” gibi yaklaşımları da doğru değil.

Şimdi, sevgili arkadaşlar, bu konuda feministlerin de Sayın Cumhurbaşkanına bir cevabı var, izin verirseniz bir bölümünü okumak istiyorum: “Erdoğan haklı. Biz feministler fıtrattan anlamıyoruz. Erkek egemenliği sisteminin bizlere dayattığı kadınlık rollerini kabul etmiyoruz. Doğurabildiğimiz için doğurmamız gerektiğini, doğurduğumuz için bakmamız gerektiğini düşünmüyoruz. Ailenin hayattaki tek varoluş olmadığını biliyoruz, farklı dayanışmalar kurarak yaşamın mümkün olduğunu görüyoruz. Biz kadınlar ile erkeklerin eşit olacağı bir dünyaya olan inancımızı hiç kaybetmiyoruz. Eşitlik, adalet ve özgürlük için mücadele ediyoruz. Erkek adalet değil gerçek adalet talebimizin gerçekleşmesinin yolu eşitlikten geçiyor. Kadınların erkeklerle eşit olmayacağına dayandırılarak kurulan sözün, yürütülen politikaların da kadınların özgürlüğünü engellediği ortada. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AKP’nin kadınların erkeklerle eşitsizliğini derinleştiren politikalarına karşı daha çok kadın dayanışması ve örgütlenmesi içerisinde olacağız.” diyor İstanbul Feminist Kolektifi.

Şimdi, sevgili arkadaşlar, biz kadınlar üzerinden sürekli bir söz söyleme hâli var. Ben de feminist sosyalist bir kadın olarak bu kürsüde her zaman için ifade ettim; biz kadınlar bize dayatılanı yapmak zorunda değiliz. Çünkü, beş bin yıllık erkek egemen sistemden, aslında bugün kadını da, erkeği de zayıf düşüren, aslında bu eşitsizlik politikalarını devam ettiren köklü bir sistemden, zihniyetten bahsediyoruz. Dolayısıyla “kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite inşası” diye ifade ettiğimiz, Kürt kadınları olarak söylediğimiz bu söz, aslında eşitlikçi bir yaşamı inşa etmektir.

Biz kadınlar bize dayatılanı, verili olanı kabul etmiyoruz. Biz biliyoruz ki toplumun başlangıcında kadın ve erkek eşitti. Ne zaman ki iktidar, ne zamanki tahakküm, ne zaman ki artı değer ortaya çıktı, eşitsizlikler o zaman ortaya çıktı ve ilk eşitsizlik, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliktir. İlk eşitsizlik, aslında kadın emeğini erkeğin gasbetmesidir. Oradan başladı iktidar birikimi, oradan başladı hiyerarşi, oradan başladı tahakküm. O günden bugüne de bunun bizim kaderimiz olduğunu iddia etmeye çalışıyorlar. Biz diyoruz ki: Bu bizim kaderimiz değil.

Ben de buradaki kadın arkadaşlara özellikle bir çağrıda bulunuyorum. Gelin, birlikte… Bunun kaderimizin olmadığını, kadınlarla erkeklerin eşit olabildiğini, kadınların erkeklerin yaptığı her türlü işi yaptığını ama erkeklerin kadınların yaptığı her şeyi yapamadığını, örneğin doğuramadığını bilmeleri gerekiyor. Doğuramadıklarına göre aslında yaşam kadınların etrafında, kadın merkezi etrafında. Kadınları sürekli eksik gören yaklaşımları kabul etmiyoruz.

Bir cümle daha: İlla kadınlara sınıf belirtmek durumunda değiliz. Arkadaşımız dedi: “Biz birinci sınıf olmak istiyoruz.” Biz ne birinci ne ikinci sınıf olmak istiyoruz, sınıfsız olmak istiyoruz. Mümkünse sınıfımız olmasın arkadaşlar, biz eşit olalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Birinci olursa ikinci olacak, üçüncü olacak, dördüncü olacak. Böyle bir şeyi kabul etmiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tuncel.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Ali Öz konuşacak.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de kadına yönelik şiddet, baskı ve devamında gelen kadın cinayetlerinin hiç durmadan giderek artmasının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin tespiti konusunda Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına vermiş olduğumuz araştırma önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, devletimizin, milletimizin, bağımsızlığımızın, demokrasimizin, millî kültürümüzün bekasını ilgilendiren fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerin yetişmesi değerli öğretmenler eliyle mümkün olacaktır. Öğretmeni mutsuz olan bir milletin yarınları umutsuz, belirsiz ve risklidir. Öğretmenlerimiz fedakârca, samimiyetle çalışmaktadır. Dünden bugüne hiçbir tehdit, hiçbir tehlike sınıflardan parlayan eğitim ve öğretim aydınlığını engelleyememiştir. Öğretmenlerimiz zulüm görmüş, çile çekmiş, parasız kalmış, mağdur olmuş, teröristlerin saldırısına uğramış, ne var ki sahip oldukları saygınlıklarından ödün vermemişlerdir. Bu vesileyle, başta Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm öğretmenlerimizin 24 Kasım gününü kutlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre ülke sınırları içerisinde yaşayan herkesin sağlıklı bir çevrede yaşayabilmesi devletin görevidir. Sağlıklı bir sosyal çevrenin oluşması ve sürdürülebilmesinin önündeki en büyük engellerden biri  bireysel ve toplumsal şiddettir.

Ülkemizde son yıllarda suçun ve suçluların arttığını üzülerek görmekteyiz. Bu durum yoksulluğun, adaletsizliğin, yolsuzluğun arttığının, ahlakın zayıfladığının bir işareti sayılmalıdır. Ülkemizin geldiği bugünkü manzarada siyasi ve ekonomik güven ortamından, iç huzurdan bahsedilemeyeceği gün gibi ortadadır. Toplumsal ahlak maalesef hızla aşınmaktadır. Büyük kentlerimizdeki ahlaki çöküşün, şiddetin, kuşkunun egemen olduğu bir bunalım son on iki yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde artarak zirveye ulaşmıştır.

Aile içi şiddet en fazla göz ardı edilmiş insan hakkıdır. Son yıllarda kadınlarımızın giderek artan bir oranla her tarafta katledildiğine şahit oluyoruz.

Dünya Ekonomik Forumu’nun 135 ülkeyi her yıl değerlendirmeye aldığı Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre, Türkiye, geçtiğimiz yıla göre 3 basamak daha gerileyerek 124’üncü sırada yer almıştır. Resmî olmayan rakamlara göre, 2013 yılında 214 kadın, çevresindeki ya da tanımadığı erkekler tarafından öldürülmüştür. 2014’e dair tablo ise durumun geçen seneye göre daha vahim olduğunu göstermektedir. Buna göre, yalnızca 2014 yılının ilk yedi ayında 150 kadın, erkek şiddetine maruz kalarak yaşamını yitirmiştir. Bu kadınlardan yaklaşık 25’inin devlet koruması altındayken öldürülmesi insan hayatına verilen önemin kanıtı niteliğindedir.

Sayın Cumhurbaşkanının söylediği gibi, adalet kavramı önemlidir. Aile içinde adaletli davranmak gerekir ancak “Adaleti getireceğiz.” diye ortaya çıkanların yetkili oldukları hâlde hiçbir şey yapmayıp “Kadınların karşı karşıya kaldıkları sorunların çözümünde yegâne başvurulacak yol, hiç kuşkusuz, adalettir.” demesi neyin itirafıdır? Yoksa timsah gözyaşları mıdır? Kadın-erkek eşitliği konusu ya anlaşılmak istenmemektedir ya da amacından saptırılmaktadır. Her aklıselim Türk kadını eşitlikten, fizyolojik eşitliği değil, haklar bakımından eşitliği anlamaktadır.

Kadının kutsallığıyla ilgili söylenenlerin elbette ki hepsine katılmak mümkündür. Ancak, akıllarda sadece ekim ayında 29 kadın öldürüldüğü gerçeğinin, kadın cinayetlerinin önüne nasıl geçeceğiz sorusunun cevabı aranmaktadır. Bunun için, bildiğimiz klasik bilgileri sıralamanın kime ne faydası bulunmaktadır?

“İnançlı insanlar şiddet uygulamaz.” diyor Sayın Cumhurbaşkanı. Peki, kadın cinayetlerini işleyenlerin hepsi inançsız mıdır? Her geçen gün kadınların toplumdaki cinsiyet kaynaklı rollerini daha da derinleştiren, onları toplumun bütün kurumlarına daha derin bağlarla bağlayan, dört duvara hapseden uygulamaları, söylemleri ve politikaları uygulamakta inat ederseniz cinayetlere her gün davetiye çıkarıyorsunuz demektir.

Ülkemizde her 3 kadından 1’i fiziksel şiddet görmektedir. Hayatı boyunca eşinden en az 1 kez fiziki şiddet görmüş kadınların oranı Türkiye genelinde yüzde 39’dur. Boşanmış ve ayrılmış kadınların yüzde 78’i fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Eğitim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı azalmaktadır. Okuma-yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyenlerin oranı yüzde 43 iken yükseköğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran yüzde 12’dir.

Kadına şiddetin altında yatan sebeplerin başında, tüm ülke genelinde gelir dağılımı eşitsizliği ve işsizlik gelmektedir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik devam ettiği sürece kadınlarımız bu durumdan en fazla etkilenen grup olacaktır. Kadınların iş gücüne katılma verilerine bakacak olursak Avrupa ülkelerinin çok çok gerisinde olduğumuzu görürüz.

Sığınmaevinde kadınların genel durumuna bakıldığında şiddetin yaşının olmadığı görülmektedir, 15 yaşında ya da 60 yaşında kadınlar şiddet görmektedir. Türkiye'de hâlen olması gereken sayının otuzda 1’i kadar yani 40 civarında sığınmaevi vardır. Şiddet mağduru kadınlar için yeterli sayıda sığınmaevi yapılmayışını, gerçek bir korumanın sağlanmamasını, sistemin kadına yönelik şiddetin devam etmesine, yaygınlaşmasına ve olağanlaşmasına zemin hazırladığının açık bir kanıtı olarak görmekteyiz. Yürürlüğe giren yasa ve sözleşmelere rağmen cinayetlerin önüne geçilememesinin nedeni, uygulamada yaşanan eksiklikler ve yetkililerin üzerine düşeni yapmamasındandır. Sokak ortasında canice katledilen, pusuya düşürülerek vahşice kıyılan, karnındaki bebeğiyle hedef hâline gelen, sığınmaevlerinde çare bekleyen, hanelerinde hakarete ve ithamlara uğrayan kadınlarımız olduğu sürece hiçbirimize rahat yüzü yoktur ve asla da olmayacaktır. Hepimiz görüyor ve kamuoyuna yansıyan haberlerden işitiyoruz ki bir tarafta Hükûmet tarafından ileri demokrasi nutukları atılmakta, pozitif ayrımcılık propagandası yapılmakta, diğer yanda tecavüz, taciz ve cinayetlere kurban giden kadınlarımızın sayısı hızla çoğalmaktadır.

Değerli milletvekilleri, şiddete maruz kalan kadınlar hakkında ölüm riski ve durumun aciliyeti göz önüne alınarak devletin her türlü önlemi almasını öngören Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2012’de yürürlüğe girmesine rağmen, gerek bu sözleşme gerekse Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’la getirilen iyileştirmeler şiddetin önünü kesememiştir. Yasa çıkarmakla iş bitmemiştir, tedbirler sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Aradan iki yıl geçtiği hâlde uygulama yönetmeliği dahi çıkarılmamıştır. Kadına yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi için sadece yasa ve sözleşmelerle yetinilmemelidir. Millî eylem planı kapsamında kararlılık, süreklilik ve sorumluluk da gereklidir.

Kolluk kuvvetleri mağdurlara yönelik her türlü şiddete acil ve yerinde müdahale etmelidir. İhbar mekanizmasının işleyişi hızlandırılmalıdır.
Mağdur korunmalı ve psikolojik destek alması sağlanmalı, devlet tarafından geçici maddi destek verilmelidir.

Kadına yönelik şiddete aracı olanlar da mutlaka cezalandırılmalıdır.

Medyada gerekli yayınların yapılması artan bir oranda sağlanmalıdır.

Okullarda, kadının insani hakları ve kadın-erkek eşitliği konusunda derslere yer verilmelidir.

Zorla evlendirmelerin, erken yaşta evlendirmelerin suç sayılması için gereken hukuki, idari ve cezai önlemler mutlaka alınmalıdır.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak ilkokul 4’üncü sınıftan itibaren “toplumsal cinsiyet” diye bir dersin konulmasını daha önce teklif etmiştik. Çocuklarımızın kendilerinin farkına varmaları ve bir toplumda beraber hareket etme geleneğini sürdürebilmeleri için bunu teklif etmiştik.

2011 Seçim Beyannamemizde ise kadınların eğitim düzeylerinin yükseltilmesinin, kalkınma sürecinde, iş hayatında ve karar alma mekanizmalarında daha fazla rol almalarının sağlanmasının kadınlarımızın toplumsal konumlarını güçlendireceğini ifade etmiştik.

Yaşları ne olursa olsun evli olmayan kız evlatlar ile boşanan veya dul kalan kadınların kendi sigortalılığı ya da aylık veya geliri olmaması durumunda anne veya babasının bakmakla yükümlü olduğu kişiler arasına alınarak sağlık yardımlarından yararlandırılmasını ifade etmiştik.

Şiddete, tacize ve istismara uğrayan kadınlara yasal yollardan hak araması sırasında adli yardım desteği sağlanması gerektiğini, çocukların hayat kalitesinin iyileştirilmesi ve geleceklerinin mutlaka teminat altına alınması gerektiğini belirtmiştik.

Değerli arkadaşlar, tabii ki hepimizin bildiği gibi şiddetin iki boyutu var. Burada konuşurken kadına uygulanan şiddet ve kadın cinayetlerinden bahsediyoruz ancak bir de madalyonun öbür yüzü, şiddeti uygulayan erkek tarafı var. Maalesef, gözden kaçırdığımız, erkeklerle alakalı ne yapmamız gerektiği noktasında eğer olaya tek taraflı bir bakış açısıyla bakarsak netice alamayacağımız gerçeği herkes tarafından görülmeli ve bilinmelidir. Bugün yaşanan problemlerin arkasında ki bu şiddeti uygulayan erkeğin maruz kaldığı duygusal şiddeti görmezsek problemin önüne geçme şansımız yoktur. Erkeklere de öfke kontrolü eğitimi vermemiz gerekiyor. Son çıkardığımız, kolluk kuvvetlerine vermiş olduğumuz yetkilerle evden atılan erkek veya adam toplumdan da dışlanıyor, sonra buna sebep olarak da hayat arkadaşını görüyor, ondan da intikam alma hırsıyla hareket ediyor. Yanlış uygulanan politikalar sonucunda gelinen nokta maalesef kadınlara iyilik değil, daha fazla cinayete maruz kalmasına sebep olan bir politika uygulanıyor. Kadına yönelik şiddetin sorumlusu erkekler olduğu için şiddet önleme çalışmalarında erkekler dışlanmamalıdır. Şiddet uygulayanların ruh sağlığıyla ilgili ciddi bir inceleme yapılmalı ve teşhise göre tedavi yoluna gidilmelidir. Öte yandan, aile terapisi zorunlu tutulmalı ve buna erkeğin katılımı mutlaka sağlanmalıdır. Ülkemizde aile terapisti ve danışmanları vardır, ancak birçok ailenin sosyoekonomik durumu bu imkânı değerlendirebilecek kadar müsait değildir. Aile problemlerini çözüp bu hayati kurumu ıslah ve imar etme adına her bir sağlık ocağında ilgilenebileceği sayıda aileye danışmanlık yapan bir aile danışmanlığı projesi uygulanmalıdır. Bu danışman sorumluluğunda bulunan ailelerle, gerekirse evlerine ziyaretler yaparak, her hafta görüşüp problemlerine yerinde müdahalelerde bulunarak sorunların büyümeden çözülmesini sağlamak gerekmektedir.

Toplumdaki hastalığı teşhis için araştırıp çözüm önerileri ile politika üretmek sosyologların işidir. Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri, toplumdaki bütün sorunların teşhisi ve tedavisinde sosyologlara önemli işlevler ve görevler vermektedir. Önce kendini, sonra başkalarını ve toplumu anlayabilmek ve tanımak için liselerde sosyoloji dersinin zorunlu ve işlevsel verilmesi gerekmektedir. İlkokul, ortaokul ve liselerde rehberlik servislerinde rehberlik ve psikolojik danışmanlık mezunu öğretmenler yanında, sosyoloji mezunları da görev yapabilmelidir. Bunun için okul sosyoloğu kadrosu ihdas edilerek sosyologlar da rehberlik sürecinde aktif yer alabilirler. Böylece öğrencilere sosyal çevreleriyle bütünlük içinde rehberlik faaliyeti, eş güdümü yapılabilir. Şiddet eğilimli ve  patolojik bireyler daha önceden saptanarak tedavileri yapılabilir. Okul sosyologları, öğrencilerin aile monografilerini çıkararak aile ve sosyal çevresiyle sosyal danışmanlık yapabilir, okul-aile iş birliği ve ilişkilerini organize edebilir, okulun halkla ilişkiler faaliyetlerini yürütebilir.

Risk toplumu bağlamında sosyal ve kültürel risklere karşı insanı ve toplumu anlamak ve çözümlemek için sosyologlara ihtiyaç artmaktadır. Sosyal riskleri ve tehlikeleri önceden görebilmek ve sorunlar meydana gelmeden önlem alabilmek için sosyologlara ihtiyaç vardır.

Bireysel, psikolojik ve sosyal sorunların çözümü için Türk toplumunun özünde bulanan dayanışma ve yardımlaşma önem taşımaktadır. Aile üyelerinin birbirini desteklemesi ve sorunların çözümü için birliktelik ruhu gibi aile değerleri toplumsal anominin yol açtığı problemleri aza indirgeyecektir. Özellikle alt sosyal tabakanın yaşadığı semtler başta olmak üzere, kentlerin bütün semtlerinde devletin aile danışma merkezleri açması şarttır. Bu merkezlerde sosyolog, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, avukat, çocuk gelişim uzmanı gibi uzmanlar görevlendirilmelidir. Mahalle bazında sorunu olan kişiler, eğer bu merkezlerde uzmanlardan yardım alırlarsa şiddet ve suç eylemlerinin önlenmesi veya azaltılması mümkün olacaktır. Aile danışma merkezleri, kadın konukevleri, şiddet önleme ve izleme merkezlerinde sosyal hizmet uzmanları ve psikologlar yanında sosyologların görev yapması elzemdir. Aile danışma merkezleri, kadın konukevleri, gençlik merkezlerinde de mutlaka sosyologlar görev yapmalıdır. Aile Danışmanlığı Yönetmeliği’ne göre aile danışmanlığı sertifikası alan sosyologların bu merkezlerde görevlendirilmesi, yeni yetişen aile danışmanlarından yararlanmak açısından da önem taşımaktadır.

Hepinizin bildiği gibi, ülkemizde gerek psikoloji, psikolog bölümünden gerekse sosyoloji bölümünden mezun olmuş çok sayıda istihdam bekleyen gençler vardır. Dolayısıyla eğer gerçekten şiddeti toplumsal bir sorun olarak görüyorsak ve şiddet daha başlamadan biz bunu çözelim diyorsak ailelerin bütünlüğü içerisinde, ailede bulunan herkese destek sağlayarak daha sorun oluşmadan çözme yoluna gitmemiz gerekiyor. Yoksa cezai müeyyideleri artırarak veya kadın cinayetlerine yol açan sebeplere sadece cinsiyet eksenli bakarak bu işi çözemeyeceğimiz gayet açıktır ve buradan da herhangi bir sonuç çıkmayacaktır.

Cennetin ayaklarının altında olduğuyla müjdelenen, çalıştığı yerlerin fedakâr bireyleri, toplumda sevgi, barış ve hoşgörünün temsilcisi olan tüm kadınlarımıza saygılar sunuyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP, AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öz.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Mihrimah Belma Satır konuşacak.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadına uygulanan şiddet ve kadın cinayetlerinin araştırılması komisyonu kurulması lehinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyetinizi selamlıyorum.

Kadına yönelik şiddet, kadının fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan hareketlerdir. İster kamusal ister özel alanda olsun kadına yönelik her türlü baskı yöntemi şiddettir.

2005 yılında Sayın Fatma Şahin Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Araştırılarak alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu’nda kadına yönelik şiddet şu şekilde değerlendirilmiştir: “Cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona ızdırap veren, fiziksel, cinsel, zihinsel hasarla sonuçlanan veya sonuçlanma olasılığı bulunan, kamusal alanda ya da özel yaşamda ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfî olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır.” Ayrıca, 24’üncü Dönem İkinci Yasama Yılında İnsan Hakları Komisyonunda Kadına ve Aile Bireylerine Yönelik Şiddet İnceleme Raporu hazırlanmıştır, bu da kayıtlarımızda mevcuttur.

Avrupa Birliği Konseyinin 2000’lerin başında yaptırdığı bir araştırmaya göre, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri gerek Türkiye’de gerekse dünyada son on-yirmi yılın gündem maddesi olmuştur. Dünya genelinde her 4 kadından 1’i ve her 6 erkekten 1’i yaşamlarının bir döneminde aile içi şiddete uğramaktadır. Hem kadına şiddette bir artışın olduğunu hem de kamuoyunda farkındalık oluştuğunu söylemek mümkündür ancak bu artışı istatistiki verilerle temellendirmek geçmişe dair elimizde güvenilir veri olmadığı için mümkün değil. Mesela, her geçen gün artan sağlık çalışanlarının kadına yönelik şiddet konusunda duyarlılığı ve ihbar mekanizması eskiden görünmeyen, örtülen vakaları hem görünür kılmakta hem de yasal zemine taşımaktadır.

Bazen karşılaştığımız “Kadın cinayetleri sayısı son yedi yılda 1.400 artmıştır.” gibi politik söylemler istatistik bilimine hakaret olacağı gibi kadın farkındalığı konusunda ciddi adımlar atıldığı son on yıl için ciddi bir savrulmayı beraberinde getirir kanaatindeyim. İlk anda bakıldığında, bu kadar konuşulan ve düne göre önlemlerin alındığı bir ortamda Türkiye’de kadına yönelik şiddette bırakın artmayı eğer bir azalma görülmüyorsa bu konuyu tekrar ele almak ve gündeme taşımak gerektiği kanaati de hasıldır. Özellikle 2006 yılından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde ciddi çalışmalara hep birlikte imza attık. Bu konuda tüm milletvekili arkadaşlarımız hassasiyet gösterdiler. Kurulan komisyonlar ciddi çalışmalar yaptı ve bu çalışmalar yasal düzenlemelerle desteklendi. Bazı başlıklar şunlardır, çocuk ve kadına yönelik şiddet hareketleri ile töre ve namus cinayetlerinin önlenmesi için alınan tedbirleri başlıklar hâlinde şöyle sıralayabilirim: Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı, Kadına Yönelik Şiddet İzleme Komitesi, ŞÖNİM’ler, ALO 183 çağrı hattı ile şiddete uğrayan kadın ve çocuklara ilişkin ihbar hatlarının kurulması -bu hat, ihtiyaca göre, rehberlik ve danışmanlık hizmeti de vermektedir bildiğiniz gibi- aile içi şiddetle mücadele için kadın konukevi sayıları ve projeleri. Ki 2002 yılında 11 kadın konukevimiz varken, 283 kapasiteye sahipken bugün 130 konukevimiz var ve 3.348 kişilik hizmet kapasitesine ulaşmış durumdayız.

Tüm bu yasal düzenlemelere, devletin aileye, kadına bakışının değişmesinin yönünde atılan adımlara rağmen, polisiye tedbirlerin son derece artırılmasına rağmen yapılan araştırmalar gösteriyor ki koruma altında olan kadınların yaklaşık yüzde 9’u tedbir kararlarına rağmen öldürüldüler. Araştırmalara göre, cinayete kurban giden kadınların yüzde 13’ü boşanmak istediği ya da boşandığı kocasıyla barışmak istemediği için namus bahanesiyle; yüzde 9’u birliktelik teklifini reddettikleri için öldürüldüler. Burada polisiye tedbirler konusunda eksiklikleri konuşabiliriz ama öldürme konusunda kendisini ikna etmiş, yok etmeyi bir çözüm olarak gören kişi için polisiye ve adli tedbirler hep yetersiz kalmaya devam edecektir. Çünkü, kadın ve aile cinayetlerini işleyen kişilerin çoğunun, cinayet sonrası intihar ederek kendi yaşamlarına son verdikleri veya buna teşebbüs ettikleri biliniyor. Bu psikolojiyi polisiye, adli, yasal tedbirlerin durdurmasını beklemek iyimserlik olur. Bu psikolojinin hedef alınarak saldırganlığın altyapısının yok edilmesine yönelik eylem planlarının ortaya çıkarılması gerekmektedir. Unutmamalıyız ki kadın cinayetleri bir sebep değil, sonuçtur. Bu acı sonuçlara yol açan psikolojinin açığa çıkarılıp değiştirilmesi, devlet kadar ailenin, işverenin, evladın, eşin, akrabaların, velhasıl toplumu oluşturan tüm katmanların kadına bakışında şiddet ve cinayetle sonuçlanan bakışın evrilmesi gerekmektedir.

Türkiye, gelenekselden moderne, köyden kente hızla geçen ve çok göç yapan bir toplumdur. Bu ne demek? Geleneksel yapıların zayıflaması, çürümesi, dağılması demek. Sosyal dayanışma ağları zayıfladıkça daha atomize insanlar, aileler ortaya çıkıyor. Güvensizlik, aile üzerinde otokontrolü, gözlemlemeyi yapacak mekanizmalar da kalmıyor. Bu dağılma durumunun üzerine birbirlerine şiddet uygulama potansiyeli de artıyor. Bazen de tam tersi, geleneksel yapı, ataerkil aile içinde namus ve töre cinayetlerinin işlendiğini ve sessizce üstünün örtülmeye çalışıldığını da görüyoruz.

Yasal düzenlemelerle bu tip ataerkil aile yapılarında azmettiricilerin de bizzat cinayeti işleyen veya üstlenen yaşı küçük fert ile birlikte yargılanması, hatta zaman zaman daha ağır cezalara çarptırılması önemli oranda etkili olmuştur.

Günümüzde artık, dünyada ve Türkiye’de yaygın olarak rastlanan kadına yönelik şiddet olgusu insan hakları sorunu olduğu gibi bir halk sağlığı sorunu içeriğinde kabul edilmeye başlanmıştır. Şiddete meyilli kişilik yapısının özellikleri de aşağıdaki gibidir:

Fiziksel saldırganlık,

Şiddeti bir kontrol yöntemi olarak benimsemek,

Fiziksel saldırganlığı model olarak almak,

Çocukken istismar edilmiş olmak,

Aşırı alkol kullanımı, uyuşturucu madde kullanımı.

Aile içi şiddet ve kadına yönelik cinayetler Türkiye’de bir toplum sağlığı problemi olarak maalesef önümüzde duruyor. Bu konuda farkındalık oluşmadan evvel, kadın cinayetleri, sizlerin de bildiği gibi genelde gazetelerin 3’üncü sayfasında namus veya töre cinayeti olarak ele alınır ve istatistiklerde adli vaka olarak değerlendirilirdi. Aile birliğini korumak gibi anayasal bir görev, insan hayatını korumak ve ölümleri önlemek gibi kutsal bir görevle karşı karşıya bulunmaktayız.

Sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; bizler milletvekilleri olarak bu görevin birinci derece muhataplarıyız. Kadına yönelik şiddetin ölümcül olduğu kadar  fiziksel, bedensel bedelleri de var; insanlar sakat kalıyor, psikolojik yaralar, travmalar, içe kapanma, sosyal iletişimden çekinme ve incinmişlik oluşuyor. Bunlar uzun sürüyor ve uzun yıllar insanlar bunun altında eziliyorlar. Bireysel olarak bu zararların yanında, toplum olarak da birlikte var olabilmemiz zorlaşıyor.

Aile içi şiddet bumerang gibi geri geliyor, çocuklar, kendilerinin veya annelerinin gördüğü bu şiddetin potansiyel taşıyıcısı olarak bir sonraki nesle rol model olarak bu sorunu aktarma potansiyelini maalesef taşıyorlar.

Yine maalesef şiddete maruz kalanlar, genellikle, her zaman söylediğimiz gibi, kadınlar ve çocuklar. Dövülen kadının sığındığı karakoldan “Kocandır, döver de sever de.” diye kendisine şiddet uygulayan kocaya teslim edildiği Türkiye artık yok. Bunu tasavvur dahi edemeyiz, müsamaha asla gösteremeyiz.

Değişen dünyayla birlikte aile içinde bazı bireylerin değişimle birlikte öne çıkması ve direnç göstermesi, aile içi şiddetin artmasında etkili olmaktadır. Bir süre sonra aile içinde özellikle de eşler arasında yaşanan şiddet olağanlaşmaya başlamakta ve normal olarak algılanmaya başlanarak çözüm üretilmesi çalışmalarını olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle ataerkil yapılarda bu sorun aile içi bir mesele olarak dışarıya yansımamaktadır.

Kadına yönelik şiddetin engellenmesi için daha önceki komisyonlarımızda önemli kararlar alındığı, bu kararlar doğrultusunda da toplumsal çalışmalar yapıldığını biliyoruz.

Türkiye, 11 Mayıs 2011 tarihinde ülkemizde yapılan görüşmeler neticesinde imzalanan Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olmuştur. Avrupa Birliği İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmiştir.

Kurulması öngörülen komisyonun, kurmayı düşündüğümüz bu komisyonun aynı zamanda uymakla yükümlü olduğumuz uluslararası sözleşmeleri göz ardı etmeden bu yükümlülükleri de izleme, uygulamaları değerlendirecek bir şekilde çalışması Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışma ruhuna uygun olacaktır kanaatindeyim. 1 Ağustosu yeni bir başlangıç olarak kabul edip kadınlarımızı bu uluslararası anlaşmanın da sağladığı zeminle korumak için gerekli tedbirleri almalıyız.

Aile Bakanlığının verilerine göre bugüne kadar 71 bin polis, 65 bin sağlık, 21 bin din görevlisi olmak üzere, sair kurumlarımızdan da 7 bine yakın kamu görevlisi aile içi şiddetin önlenmesine yönelik eğitimden geçirilmiştir. Aile mahkemelerimizin hâkim ve savcıları da bu seminerlere katıldılar. Tüm bu gayretlere, farkındalık oluşumuna rağmen kadına yönelik şiddet olgusu dünyada ve Türkiye’de maalesef sık sık karşılaşılan ve kadının insan haklarını tehdit eden bir konu olarak hâlâ gündemimizde bulunmakta. Öte yandan sorunla mücadele için yapılan birçok düzenlemeye rağmen bu sosyal sorun yine de devam etmekte. Devletin bakışı, hükûmetlerin kadına yönelik şiddete ve erkek egemen bakış açısını en azından yasal düzeyde değiştirmesi, eşitlemesi ve yaptırım uygular hâle gelmesi kadın cinayetlerinin, şiddetin engellemesine yetmemektedir.

Şehirleşme kültürü, din olgusu, örfler, namus anlayışları, köyden kente göç, sosyoekonomik ilişkilerin değişmesi, hatta terör olayları, televizyon dizileri, çocuk bilgisayar oyunları, darbelerde işkenceden geçmiş insanımızın varlığı bile şiddet ve cinayete giden yollara taş döşüyor olabilir kanaatindeyim. Yanlış devlet uygulamaları, terör örgütlerinin baskı ve şiddeti, faili meçhul cinayetler gibi şiddet egemen ortamlar travmatik ve şiddeti olağan gören bir yaklaşımı beslemiştir. Şiddet döngüsünün birbirini beslediği, büyüttüğü, yayıldığı düşünülürse kanıksanmış hastalıklı bir durum ortaya çıkmaktadır.

Eşinden, ebeveyninden, ailesinden, çevresinden şiddet gören bireyin toplumla ilişkisi siz de takdir edersiniz ki zayıflar. Kendini güvensiz ve korunmasız gören kişinin içinde  bulunduğu, yaşadığı topluma, devlete, sosyal çevreye güveni ve uyumu kalmaz. Bu durumun kişiyi iteceği yerler, konumlar, durumlar bütün milletvekili arkadaşlarımızın tahmin edebileceği gibidir.

Komisyon çalışmalarımızda sadece kadın cinayetleri, sonuca bağlı yaptırımlar gözetilmemelidir; bilakis, sorunun kaynağına yönelik önlemlere öncelik verilmesi gerekir. Dolayısıyla komisyon çalışmalarının Millî Eğitim müfredatımız, Diyanet İşleri Başkanlığı, halk eğitim merkezlerimiz, bütün STK kuruluşlarımız, sağlık kuruluşlarımızın da müşterek gayretleri olacak şekilde ele alınması yerinde olacaktır. Sadece yasal düzenlemelerle çözmenin oldukça zor olduğu kanıtlanmış bir sorunla karşı karşıyayız.

Toplumsal değişimlerin aile, birey, kadın ve erkek üzerinde oluşturduğu sosyo-psikolojik etkiler zemininde düşünülerek, aslında kadına bakış açısını evirmek için eylem planları ortaya çıkarmalıyız kanaatindeyim.

Kadını, sahip olunacak, kontrol edilebilecek, üzerinde her türlü tasarruf yapılabilecek nesneye indirgeyen bakış açısı değişmelidir. Evlilik cüzdanı bir tapu değildir, erkek ve kadının birlikte bir ömrü paylaşma kararlarının sözleşmesidir, kadına sahip olunduğunu tescilleyen bir belge  asla değildir.

Kurulacak komisyon, aslında, toplumun algılarını değiştirecek ve kadın-erkek ilişkilerine ışık tutacak bir yol haritası ortaya çıkarır ümidindeyim. Evet, önyargılarla mücadele edeceğiz. Einstein önyargıların değişmesinin atomu parçalamaktan zor olduğunu söylemişti. Kanayan bir yara hâline gelen kadın cinayetleri için sürekli bir çaba ve takip içerisinde olacağız. Biliyoruz ki taşı delen suyun şiddeti değil, damlaların sürekliliğidir. Çalışacağız hep birlikte. İnsanı, kadını hayatta tutmak için her birimizin sorumlulukları var. Her kadın bir denizyıldızıdır. Denizden sahile vurmuş denizyıldızlarının şeceresini tutmak yerine, onları denize, hayata kazandırmalıyız fikrimi tekraren söylüyorum.

Değerli milletvekilleri, “Kadın dünyanın yarısıdır.” derler. Bizim muhteşem lügatimizde “namus” kelimesinin anlamı kanundur. Yüksek medeniyetimiz bize kadının namus olduğunu bildirirken, aslında, zannedilenin tersine şunu söylemektedir: “Kadın kanundur. O yoksa kaos vardır, düzen bozulmuştur, savrulma vardır, baş aşağı yıkılma vardır.”

Kadına yönelik şiddet, kadınlarda psikolojik ve fiziksel olarak yaralanmalara yol açan, acı çekmesine neden olan, onurunu kıran, kadınlara karşı ayrımcılığın sürmesine sebep olan, temel hak ve özgürlüklerini engelleyen bir durumdur. Bu durumun önlenmesi, engellenmesi ve kadın cinayetlerinin, her ne sebeple işleniyorsa işlensin nihayete ermesi için, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu olarak tüm desteğimizi vermeye hazırız.

Çalışmalarda şimdiden başarılar diliyorum, heyetinizi saygıyla selamlıyorum.  (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Satır.

Gruplar adına konuşmalar sona erdi.

Şimdi önerge sahiplerinin konuşmalarına geçiyoruz.

Önerge sahibi olarak ilk konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Binnaz Toprak.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Sayın Başkan, sevgili milletvekili arkadaşlarım; önce şöyle başlayayım: Doğruya doğru, bu iktidar döneminde kadına karşı şiddete ilişkin olarak çok ciddi mevzuat değişikliğine gidildi. 2004 yılında Ceza Yasası değişti ve Ceza Yasası’nda cinsel taciz ve cinsel tecavüz suçları ağırlaştırıldı, hatta namus saikiyle işlenen cinayetlerde indirime gidilmemesi öngörüldü. 2011’de burada hep birlikte İstanbul Sözleşmesi’ni imzaladık. Hatta Türkiye ilk imzalayan ülke idi. Onun ertesinde 2012’de, ailenin korunması ve kadına karşı şiddet yasası çıktı.

Şimdi, buna rağmen tablo dehşet verici. Kadına karşı şiddet azalmıyor, artmakta. Ben Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının rakamlarını vereceğim: 2014’ün ilk yedi ayında 7 bin kadın devlete sığınmış vaziyette. 2012-2014 arasında 22 bini aşkın kadın hakkında geçici koruma kararı verilmiş. 2014 Temmuz sonu itibarıyla 11 bine yakın kadın ve çocuk devlete bağlı sığınma evlerinde kalmakta ve 2011-2014 yılları arasında yani o üç yıl içinde Alo 183 hattına -ki bu şiddet gören kadınların kullandığı bir hat- müracaat eden kadınların sayısı 94 bin küsur, 94.400 mü ne, yani muazzam bir rakam. İstanbul Barosunun Kadın Hakları Merkezi de diyor ki: Son yedi yılda kadın cinayetleri yüzde 1.400 artmış vaziyette.

Mesela 2003 yılında sadece 83 –“sadece” diyorum yani 83 de yüksek bir rakam aslında ama “sadece” göreceli olarak- kadın öldürülmüş. 2014’ün ilk on ayında 255 kadın. Sadece Ekim ayında 2014’ün 29 kadın öldürülmüş ve İstanbul’da -yine baronun verdiği rakamlar- yılda 2 bin boşanma başvurusu var; bunların yüzde 85’inin nedeni aile içinde şiddet. Şimdi, bu rakamlara tabii, intihar süsü verilenler, intihara zorlananlar, kaza süsü verilen öldürülmüş kadınlar dâhil değil.

Mesela ben yaptığım bir araştırma vesilesiyle Batman’a gitmiştim 2008 yılında. O dönemde Batman kadın intiharlarıyla ünlüydü ve de nedenini hazır gelmişken araştırayım dedim; hiç kimse konuşmuyordu, yani tabu bir meseleydi. Bunu sadece bir kadın örgütünün eski başkanından öğrenebildim; dedi ki: “Bu kadın intiharlarının gerisinde ensest sorunu var.” Yani aile içinde cinsel ilişki sonucunda bu kızlar ve kadınlar bir yerlere kilitlenip, önlerine işte bir tas su konulup, bir de ip konulup intihara zorlanmaktalar. Yani Türkiye’deki tablo gerçekten de korkunç.

Şimdi, neden bu şeyler, cinayetler? Nedenleri çeşitli; boşanmamak istememek mesela ya da boşandığı eşiyle barışmamak ya da namus bahanesiyle, namus kisvesi altında, töre kisvesi altında ya da birliktelik teklifini reddetmek… Hatta bu o kadar sürrealist boyutlara vardı ki, birkaç yıl önce bir adam, yatakta yatarken rüyasında karısını başka bir adamla sevişirken görüyor; karısı da yanında, uyanıp kadını öldürdü. Başka bir adam “Bir genç kızı beğeniyordum. Takip ettim, bana yüz vermedi, sırtını döndü, yürüdü.” diye öldürdü. “Bakkalla uzun uzun, fazla uzun konuştu.” diye karısını öldüren adam var; yani gerçekten de sürrealist bir boyuta vardı bu. Yani kadın kıyımı, şurada yazıyor ya “Kadın katliamı var.” Gerçekten de bu ülkede kadın katliamı var.

Şimdi, peki neden bütün bu yasalara rağmen uygulamada ciddi sorunlar var? Bir kere polis, jandarma, her ne kadar Belma arkadaşım “Artık bunlar olmuyor.” demiş olsa da oluyor...

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – “Olmuyor” demedim.

BİNNAZ TOPRAK (Devamla) – …kocasıyla barıştırıyorlar şiddet gördü diye başvuran kadınları “Hadi canım, kocandır, barış.” vesaire diye. Hatta bir olayda, Van’da, böyle bir kadın barıştırıldı, ondan sonra adam öldürdü kadını ve de aile mahkemeye verdi İçişleri Bakanlığını, İçişleri Bakanlığı tazminata mahkûm edildi bu olayda.

Şimdi, ikinci sorun, mahkemelerin tutumu. Bu, AB Komisyonu raporlarına da geçmiş vaziyette. 2014 Raporu’nda mesela rapor diyor ki: “Cinsel istismarlarda rızası vardı deniyor.” Hatta hatırlarsınız, küçücük, 13 yaşındaki çocuklara… Bir N.D. miydi, baş harflerini şimdi unuttum, genç bir kız. 26 tane, aralarında öğretmen, subay vesaire olan erkek tecavüz etti bu kıza. Rapor olarak mahkemede “Rızası vardı.” dediler, 13 yaşındaki bir çocuğun rızası olabilirmiş gibi. “Haksız tahrik” deniyor, “Yaşından büyük gösteriyordu, ne bilelim küçük olduğunu?” deniyor. Hatta işte, kravat takıp, iyi hâlden dolayı bile indirime gidilebiliyor cezalarda.

Aynı rapor diyor ki… Soruşturmalarda da eksiklik var aslına bakarsanız. Şimdi, gene, bu raporda ve hepimizin bildiği yani kadın örgütlerinin de sürekli olarak gündeme getirdiği başka bir mesele, sığınmaevleri. Eskiden 50 bin kişinin ikamet ettiği yörelerde belediyeler sığınmaevi açmaya mecburdu; yapmadılar bunu, hiç kimse de takip etmiyordu. Bu, galiba bir kararnameyle 100 bine çıkarıldı; şimdi, hadi ona da razıyız diyelim. 100 bin insanın yaşadığı yerlerdeki belediyeler sığınmaevi açmak zorundalar. Bu da yapılmıyor ve de takip de edilmiyor sığınmaevi açmayan belediyeler.

Öteki mesele, dördüncü mesele, koruma verilmiyor. Her ne kadar Sayın Bakan bunun verildiğini iddia etse de yeterli değil, koruma altında öldürülen kadınlar var. Biliyorum, Sayın Bakanımız demeç verdi, belki onun döneminde olmamış olabilir ama çok sayıda kadın da koruma altındayken öldürüldü ya da korumalar çok kısa süreli, o süre biter bitmez adam öldürüyor.

Beşinci mesele, toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren politikalar ve söylemler. Şimdi, bakın, gene Sayın Bakan dedi ki: “Arkadaşlar bunu gündeme getirecekler.” Çünkü beni duydu, daha önce komisyonda gündeme getirmiştim. Kadına Şiddet ve Aileyi Koruma Yasası… Şimdi ben bunu defalarca -o zaman da söyledim Fatma Şahin’e, o zamanın Bakanına- tekrar ettim, dedim ki: “Bakın, siz kadını birey olarak görmedikçe, hakları olan vatandaş olarak görmedikçe bu sorunu çözemezsiniz çünkü zaten sorunun kökeninde aile var. Yani bu kadınları öldürenler aile fertleri, sokakta tanımadığı erkekler değil. Dolayısıyla, kadına birey olarak bakmak zorundasınız.

Bir de söylemler var. Yani daha dün son derece talihsiz bir söylemdi  Sayın Cumhurbaşkanın söylemi: “Fıtrat…” Yani bir fıtrattır gidiyor. İşçiler ölüyorlar, “İşçilerin ölmek fıtratında var.” Nedense hep Türkiyeli işçilerin fıtratında var! “Kadınların fıtratı…” Bundan kastettiği, zannediyorum, “Kadınlarla erkeklerin fıtratı  farklıdır, dolayısıyla eşit değildir.” Derken, yani kadın ile erkeğin fiziksel eşitsizliği var. E, yani yuvaya giden çocuk bile anne ve babasına baktığında bunların eşit olmadığını görüyor. Dolayısıyla, bunu vurgulamak aslında kadınlara karşı cinsiyetçi yaklaşımları toplumda pekiştirmekte.

Aynı şekilde buna benzer çok hikâye duyduk. İşte, “Gülmesinler, hamileyse sokağa çıkmasınlar, dört kadına kadar erkekler alır, bu erkeklerin fıtratında var.” falan diye, çeşitli vesilelerle söylenen sözler.

Şimdi, yıllardır kadın örgütleri bu meseleyle mücadele ediyor. 1 milyon imza topladılar gene yetmedi. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu sürekli olarak protesto ve yürüyüşlere katılıyor. En son çare de Mecliste olağanüstü bir oturumdu. Nihayet Meclis, sağır kulaklarımız duydu ve böyle bir toplantıyı yapıyoruz ve bir komisyon kurulacak. Bu komisyonda gerçekten de yapılacak çok şey var. Benim teklifim -daha önce de teklif ettim, komisyonda da söyledim bunu- 2015 yılını kadın cinayetleriyle mücadele yılı ilan etmek. Ama, bu mücadele sadece cinayetle mücadele ederek olmuyor. Kadın sorununa toplu bakmamız lazım, bütüncül bir yaklaşım lazım çünkü bunların hepsi birbiriyle bağlı. Yargının, polisin, sağlık birimlerinin eğitilmesi lazım, bunun için bütçe ayrılması lazım. Devlet, radyo ve televizyonlarda kamu spotları; işte, devletin desteklediği projeler vesaire…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BİNNAZ TOPRAK (Devamla) – Her şeyden önce, ilk ve ortaöğretim müfredatına…

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın  Toprak.

BİNNAZ TOPRAK (Devamla) – Yarım dakika daha istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun, mikrofonu açmadan söyleyin çünkü diğer arkadaşlara haksızlık yapmak istemem, lütfen toparlayın.

BİNNAZ TOPRAK (Devamla) – Yani, beş saniye falandı aslında.

…dersler konulması, bu çok önemli, kadına karşı ayrımcılığı  ve her türlü ayrımcılığı aslında önleyebilecek dersler…

BAŞKAN – Sayın  Toprak, teşekkür ederim.

BİNNAZ TOPRAK (Devamla) – Koruma tedbirlerinin çoğaltılması ve hem bu cinayetlere karar verenlerin hem de yardım edenlerin  çok daha ciddi bir biçimde cezalandırılması gerekiyor. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler.

Önerge sahibi adına ikinci konuşmacı, Iğdır Milletvekili Sayın  Pervin Buldan.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü.

Biz her yıl bu kürsüde konuşmamıza başlarken, kadına yönelik şiddeti ifade ederken şiddete uğrayan kadın sayısını belirterek başlıyoruz. Ne yazık ki bugün yine bu kürsüde konuşmama bu sayıları ve genel bir durumu izah ederek başlayacağım. Türkiye ve dünyada önemini ve aciliyetini ne yazık ki bu yıl da kadın cinayetleri konusunda korumaktadır. Ülkemiz kadınlara yönelik hak ihlalleri konusunda dünya sıralamasında ilk sıralarda, kadın hak ve özgürlükleri noktasında ise son sıralarda yer alan bir ülke olmaya bu yıl da devam etmiştir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, bu yapısal şiddetin en yoğun görüldüğü, kadına yönelik her türlü cinsel ve fiziksel şiddetin dünya ortalamasının çok üzerinde olduğu ve kadının şiddetten bağımsız düşünülemez hâle geldiği bir ülke olmaktan ne yazık ki kurtulamamaktadır.

Kadınların öldürülmediği tek bir günün bile yaşanmadığı günümüzde, kadın cinayetleri hızla artarak bir kadın katliamına, bir cins kırımına ne yazık ki dönüşmüş durumdadır. Resmî rakamlara göre son on yılda kadına yönelik şiddet yüzde 1.400 artmış durumdadır değerli arkadaşlar ve günde ortalama 5 kadın erkekler tarafından katledilmekte, bir o kadarı da ağır yaralanmalara, taciz ve tecavüzlere maruz kalmaktadır. Her yıl, onlarca kadın devlet koruması altında olmalarına rağmen, yaşam hakkının bile korunmadığı, bunun için kapsamlı ve etkin politikalar geliştirilmediği gerçeğini bir kez daha ortaya sermektedir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de kadına yönelik şiddet, genel olarak kadın sorunu ve aile içi bir mesele olarak görülmektedir. Oysa, toplumun her katmanında farklı türlerde ve sıklıkta yaşanan kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayanan; ekonomik, politik, hukuki, dinî, sosyal ve kültürel süreçleri içeren; karmaşık, kapsamlı ve toplumun genelini ilgilendiren kamusal bir sorundur.

Bireylerin gelecek inşasında önemli yeri olan aile, aynı zamanda bir güven ve teminat ortamı olarak da kabul edilir. Ancak, araştırmalar gösteriyor ki kadına yönelik şiddet çoğunlukla bir ev içi şiddetidir. Kadın için en güvenli olması gereken yer ve kişiler şiddetin birincil kaynağı olmaktadır. Kısacası, kadınların büyük bir kısmı, evlerinde, onlara en yakın olan erkekler yani babalar, kardeşler, eşler ve birlikte yaşadıkları kişiler tarafından şiddete maruz bırakılmaktadırlar.

Devletin en yetkili ağızlarından duyduğumuz, kadını aile içindeki geleneksel konumuna hapsetmeye çalışan görüşler bu politikaların birer ifadesidir. Bilinmelidir ki, erkek şiddetine yol açan, tam da toplumdaki geleneksel cinsiyetçi kadınlık ve erkeklik rollerinin kabul görmesi hâlidir. Bu bakımdan, kadınların öncelikle çocuk doğurmasını ve tabii ki bakmasını bekleyen, kürtajı engellemeye çalışan, kadın-erkek eşitliği için mücadele etmeyen ve her fırsatta kadınlarla çocuklar şiddet görse bile ailenin güçlendirilmesini savunan anlayış erkek şiddetinin sözcülüğünü yapmaktadır.

Değerli arkadaşlar, 1987 yılında Çankırı’da bir yargıcın, eşinden dayak yiyen hamile bir kadının boşanma talebiyle açtığı davayı “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.” sözüne atıfta bulunarak reddetmesi ülkenin dört bir yanında kadınların tepkisene neden olmuştu. 12 Eylül sonrası ilk kitlesel sokağa çıkma gösterileri o zaman düzenlenmiş, dayağa karşı kampanyalar başlatılmıştı. Kadınların her alanda verdikleri mücadelelerle, aradan geçen zaman içinde elbette ki değişen çok şey oldu. En azından, artık, yargıçlar kadını aşağılayan bu tür vecizelere atıf yapmadılar ama geçtiğimiz haftalarda evinden gece vakti kaybolarak yan komşunun havuzunda ölü olarak bulunan ve hepimizi de derin bir üzüntüye boğan küçük Pamir’in annesine, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet verdiği için dava açıldı. Değerli arkadaşlar, bu dava babaya açılmadı, anneye açıldı. Savcı, o yaştaki bir çocuğun bakım ve gözetiminin anneye ait olduğunu vurgulamıştı iddianamede. Evladını kaybetmenin acısı yetmezmiş gibi, erkek egemen zihniyetin ürünü, kendisini evladının ölümünden sorumlu tutan bu zihniyetle daha da yıkıldı bu acılı anne. Peki, bu da bir şiddet değil midir? Elbette ki bu da bir şiddettir. Üstelik, elinde kamu gücünü bulunduran ve bu eşitsizlik karşısında durması gereken, çocuğun bakım sorumluluğunu anne ve babaya ortak yükleyen yasalardan habersiz bir güç tarafından gerçekleştirilen bir şiddettir ne yazık ki. Ülkenin başı, halkın en büyük temsilcisi “kadın fıtratı gereği…”, “Kadın ve erkek eşit değildir.”, “feminist-antifeminist” tartışmalarıyla bu şiddeti artırırken, ülkenin savcısının ayrımcı bu bakışını anlamamak çok da zor değil kanımca.

Değerli milletvekilleri, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığı ve kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmaya yönelik uluslararası ve ulusal düzenlemede pek çok düzenleme ve mekanizma geliştirilmiş olmasına rağmen kadınların şiddet görmeye devam ediyor olması, meselenin gerisindeki etkenlere bakmanızı gerektiriyor. Kadına yönelik şiddetin gerisinde, kadınlarla erkekler arasındaki tarihsel eşitsiz güç ilişkileri gibi yapısal nedenler bulunmaktadır. Bu eşitsiz güç ilişkileri ve yapısal sorunlar giderilmediği sürece, yasal düzenlemeler ne denli mükemmel olursa olsun, kadına yönelik şiddetin son bulması ne yazık ki mümkün görülmemektedir.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en temel ve en keskin çelişkilerinden biri olduğu 21’inci yüzyıl, kapitalist modernitenin erkek egemen zihniyetle eklemlendiği, birbirini karşılıklı beslediği ve bunun kadına yönelik yapısal şiddet olarak döndüğü bir yüzyıl olmuştur.

Değerli arkadaşlar, dolayısıyla, binlerce yıldır erkek egemen toplum yapısı altında ezilen kadınlar savaş zamanlarında çocuklarla birlikte en büyük mağduriyeti yaşamaktadırlar. Egemenler topuyla, tüfeğiyle, tankıyla, asimilasyonuyla zapt edemediği bir halkı kadın üzerinden esir etmeye çalışmaktadır. Şengal’de, Rojava’da yaşanan tam da budur. Bugün Şengal’de tecavüze uğrayan, alıkonulan ve vahşice katledilenlerin başında kadınlar gelmektedir. Çok yakın bir zamanda, hemen yanı başımızda bir katliam gerçekleşti. IŞİD tarafından Ezidi ve Türkmen 7 bin kadın ve çocuk kaçırılarak köle pazarlarında satılmış, tecavüz edilmiş, din değiştirmeye zorlanmış, zorla nikâhlar kıyılmış, şiddetin en büyüğü yaşatılmıştır. Kadın bir savaş ganimeti olarak kabul edilerek onun tüm değerlerine amansızca saldırılmıştır. Bugün bu tehlike hâlen devam etmektedir değerli arkadaşlar. Dünyanın herhangi bir yerinde bir kadının yaşayacağı haksızlığı tüm kadınlar nezdinde yaşanmış kabul etmek gerekir. Bugün Rojava’dan, Suriye’den gelen yüz binlerce göçmenin çoğu kadın ve çocuktur, bugün kamplarda zorlu bir yaşam mücadelesi içindedirler; onlara destek olmak, yaralarını sarıp ihtiyaçlarını karşılamak biz kadınların vicdani bir görevidir.

Yine, ülkemizde yaşanan otuz beş yıllık savaş bu acıların benzerini Kürt kadınlarına, muhalif kadınlarına yaşatmıştır. Gözaltında tecavüz ve işkence bu dönemde çok yoğun gerçekleşmiştir. İnsanlar faili meçhul cinayetlere kurban edilmiş, kadınlar kaybedilen eşlerinin acısıyla beraber çocuklarını büyütmenin zorluklarını çekmişlerdir; göçe zorlanmışlar, gittikleri yerlerde emekleri sömürülmüştür. Kısacası, savaşın şiddeti en çok kadınları etkilemiştir.

Tüm bu nedenlerle gerçekleşecek bir barış dolayısıyla silahların kalıcı olarak susması kadına yönelik şiddetin bir nebze de olsa son bulmasını sağlayacaktır. Bu nedenle, Parlamentoda bulunan biz milletvekilleri başta olmak üzere, kadınlara ve insan haklarına duyarlı her kesime barış için çalışmak görevi düşmektedir.

Bu vesile ve bu duygularla Genel Kurulu saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önerge sahipleri adına üçüncü konuşmacı, Eskişehir Milletvekili Sayın Ruhsar Demirel.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bu konuda söylenecek çok şey var ama öncelikle ben Meclis içinden başlamak istiyorum. Şu anda bir kanun oylanıyor olsaydı bu salon dolu olurdu ama oylanmış, çıkmış kanun ya da uluslararası sözleşmelerin uygulanamaması sonucunda insan hakkı ihlali olduğunda kimse bunu dinlemek için burada bulunmuyor. Aslında bu bizim bir yerde kendimizi sorgulamamız. Burada birçok kanuna, birçok uluslararası sözleşmeye imza atılırken hepimiz elimizi kaldırıyoruz ama sonrasına hiç bakmıyoruz. Meclis yalnızca yasama organı değil, aynı zamanda denetim organı. Yürütmenin denetlenmesi ancak bu şekilde olabilir ve bu önergeler de o sebeple veriliyor. Eğer çıkarılan bütün yasalar, o el kaldırdığınız her yasa yürütme tarafından layıkıyla yapılsaydı, bunun denetlenebilirliği olsaydı, saydam bir ülke olsa idik bu cinayetlerle ilgili böyle konuşmalar olmazdı. Cinayet diyoruz; peki, kadınlar yalnızca öldürülerek mi şiddete maruz kalıyor? Hayır. Saygısızlık, hakaret, ekonomik kısıtlılıklar, hepsi var. Ama, bizim, öncelikle, bu milleti temsil etmek adına, aldığımız oyların karşılığı olarak, el kaldırdığımız, imza attığımız kanunların, sözleşmelerin ne kadar yürütülebildiğini, ne kadarının eksik kaldığını konuşarak kendi hâlimizle de yüzleşmemiz, sanıyorum, millet adına en büyük sorumluluğumuz olmalı.

Evet, şiddet evrensel sorun, bizim ülkemizde de var, dünyanın her yerinde var. Bu bir halk sağlığı sorunu, o da kabul. Ama, dünyada 148 ülke içinde 118’inci sırada kadın gelişimi var ise bu ülkede, bizim ülkemizin demek ki özel bir durumu var. Ben hiçbir zaman yönetimdekilerden şu sözü duymadım: “Cinsiyet eşitliğine dair kalkınmadaki sıramızı, gelişmişlikteki sıramızı ilk 10’a çıkarmak için de şöyle bir düzenleme yapalım.” diyen bir yönetim duymadım. İnşallah ben eksik kalmışımdır ama sanıyorum içinizde de hiç duyan yok. Ekonomimiz ilk 10’a girsin, inşallah girer ama insana insan demedikten sonra, vicdana uygun kanun, yönetmelik hazırlamadıktan sonra, yalnızca kanunlar çıksın, yönetmelikler çıkmış olsun, biz ödevini yapmış çocuk olalım ama dersi öğrenmeyelim diyen bir hâlimiz var. O sebeple zaten İnsan Hakları Sözleşmesi var ve imza atmışız, CEDAW var imza atmışız, bütün bunların gerekliliklerini yerine getirmemişiz, Anayasa’ya bir de 90’ıncı maddeyi koymuşuz uluslararası sözleşmeleri usulüne uygun ülke hukuku hâline getirdik diye bunun getirdiği sorumluluklarımız var; hiçbiri yetmedi, İstanbul Sözleşmesi… Hayhay, bütün milletvekilleri, bütün genel başkanlar da imza attı. Sonuç? Sonuç, hâlâ 148 ülke arasında 118’inciyiz. Peki, bundan biz kendimize bir ödev çıkarıyor muyuz? Genel Kurulun hâline bakılırsa biz bundan bir sorumluluk çıkarmıyoruz. O yüzden de yalnızca yasalar için burada el kaldırmamız hiçbir şeye yetmiyor. Sayısal çoğunluk da olsanız vicdandaki azınlıksınız, kusura bakmayınız.

Şimdi, hukuki olarak hiçbir eksiğimiz yok. Birincil hukuk, ikincil hukuk, hepsi var. İcraata bakıyorsunuz, yine aynı yerdeyiz. Şunu kabul ediyoruz: Farkındalıklar, tanımlamalardaki değişiklikler sayısal çoğalmayı yaratır. Bundan şunu murat ediyorum söylerken: Eskiden “şiddet” dediğinizde dövülmek anlaşılırdı, fiziki dövülmek. Bugün şiddetin tanımı değişti. Hakaret de bir şiddet. “Mobbing” dediğimiz bir şey var. Aşağılama bir şiddet, ekonomik kısıtlılık bir şiddet ama bu evrensel gelişim bütün ülkeler için aynı kabulü görürken biz 148 ülke içinde niye 118’iz, bunu hiçbirimiz sorgulamıyoruz. Sorgulamak için bu oturumların yapılması gerekiyor ama bu oturumların neticesinde alınacak kararları uygulaması konusunda karar verecek kişiler burada yok veya dinlemiyorlar. Hatta dinlemedikleri gibi, neredeyse ülkemizde meleklerin cinsiyetini tartışmak üzereyiz.

Başı sıkışan herkes kadın üzerinden siyaset yapıyor. Beyefendiler, lütfen, bizim üzerimizden siyaset yapmayın. Başımızın örtüsünü çekiştirdiniz, pantolonumuzu çekiştirdiniz, ne yapalım, nasıl doğuralım; nerelerde, ne yiyip içelim… Ya, yeter artık! Cinsiyet üzerinden siyaset yapmayınız lütfen. Ben inanıyorum ki, şu salonda bulunan ve bulunmayan bütün kadın milletvekilleri bundan rahatsız; siyaset yapan bütün kadınların rahatsız olduğuna inanıyorum. Lütfen vazgeçiniz. Yani, hani vardır ya bir inekten 5 litre süt çıkıyorsa siz 7 litre için uğraşmayın artık ya! Yani, 2010’daki Anayasa değişikliğini “Hanım kardeşlere eşitlik getiriyoruz.” diye çıkarmışsınız, 81 ilde miting yapmışsınız ama dün çıkıp da “Ya, nasıl eşit olurlar?” diyorsanız cevabı şu: Hakikaten sizin için eşit olmaz. Sizin için varsa yoksa paralel.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Çarpıtmayalım o lafı ya, o konuşmayı çarpıtmayalım.

RUHSAR DEMİREL (Devamla) – O zaman şunu söylüyorum: Kadın-erkek paralel. Eğer bunu kabul ediyorsanız, sizin nazarınızda paralel olmak makbulse onu söyleyelim ama bu ülkede kadın-erkek eşittir, insanız çünkü. İnsan olarak eşitliklerimiz var; siz kabul edin, etmeyin. Bireysel olarak istediğinizi söyleyebilirsiniz, o sizi bağlar ve sizin yakın çevrenizi bağlar eşit muamele edip etmemeniz ama biz kendimizi eşit yurttaş olarak kabul ediyoruz. Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarıyız ve bu milletin eşit vatandaşlarıyız. Sizin kişisel kanaatleriniz bizi ilgilendirmiyor. O bakımdan, kadın üzerinden siyasete yeter artık.

Şu bir gerçek: Dünyada 25 Kasımın niye kabul edildiği Dominik’teki bir olay. Ama neden 1999 yılında Birleşmiş Milletler böyle bir karar aldı diye bakarsanız, bunda biraz da Bosna-Hersek’i düşünmek lazım çünkü Bosna-Hersek’teki kadına uygulanan tacizler, tecavüzlerle ilgili 16 tane yürekli kadın Lahey’de ifade verdikten sonra savaş suçu sayılmıştır kadınlara yapılan istismar. Ve, 1998 yılında Lahey’de alınan bu karardan sonradır 1999 yılında Birleşmiş Milletlerin böyle bir kararın altına imza atışı.

Dünyanın birçok yerinde, birçok coğrafyasında savaşta, barışta, her tür çatışmada kadın mağdur. Suriye’de de kadınlar mağdur, Doğu Türkistan’da da kadınlar mağdur, Türkmenistan’da da kadınlar mağdur, Kırım’da da kadınlar mağdur, Bosna-Hersek’te de öyle olmuştu. O yüzden, kadınları mezhep, etnisite, kimlik üzerinden tanımlayarak, ayrıştırarak bir siyaset yapmak bugün için geçerli bir şey değildir. Bugünün gündemi kadının eşitliğidir. Öyle, “O kadın oralı, bu kadın buralı.” böyle bir şey yok, hepimiz insanız. Bütün kadınlar için konuşabiliyorsak varız burada. Biz milletin vekilleriyiz, belli bir grubun değil. Ve, o yüzden de insanların cinsiyet üzerinden, kimlik üzerinden siyaset yapmayı hepsinin reddetmesini talep ediyoruz ve insan adına şiddetsiz bir dünyada yaşamak hepimizin en büyük arzusu.

Tabii, gazetelere baktığımızda veya televizyon haberlerine ya da konu komşu sohbetlerine, şiddetin hep bir gerekçesi aranıyor: “Kocasına şöyle dediği için oldu, çocuğuna bunu yaptığı için oldu.” Şiddetin nedeni aranmaz, şiddet vardır ve orada olay bitmiştir. İnsanlara şiddet uygulamanın gerekçesini yaratan haberler de suçlu, medyanın da tabii ki kabahati var; Meclisin de kabahati var, çıkardığı yasaların takipçisi olamamaktan ötürü; insanların da kabahati var, aile içindeki bu eğitimleri tamamlamadığımızdan ötürü. Biraz yumurta-tavuk misali bu, ne tam biz kadınlar günahsızız ne de erkekler. Aslında, en kabahatsizimiz ilk taşı atsın desek hiçbirimizin atacak bir taşı yok. Biz kadınlar daha çok çocukları eğitiyoruz. Evet, toplumsal cinsiyet rolleri böyle olmuş ama babalar hiç mi eğitime katkıda bulunmuyor? En az bizim kadar bulunuyor ama onlar da kabahatlerini üstlenmeli ve burada kadına karşı şiddetle ilgili konuşan erkek arkadaşları takdir etmek lazım. Çünkü bu konu erkeklerle birlikte konuşulursa ancak bir sonuca ulaşır. Çünkü bu ülkede hâlâ kadın üzerinden siyaseti dillendirenler erkekler. Biz, kadın-erkek diye tasnif edilmeden, cinsiyetimizden arındırılmış olarak, insan olarak, vatandaş olarak, bir milletin ferdi olarak tanımlanmak istiyoruz ve eğer bu fikirde, bu vicdani algıda buluşursak zaten büyük ölçüde sorunlarımızı da aşmış oluruz.

Mevzuatta bir eksiğimiz olmadığı hepimizin şüphesi olmayan bir konu ama yürütmede eksiğimizin olduğu da herkesin kabul edeceği bir mevzu. Fırsat eşitsizliği bu ülkede bir realite ve şiddetten arınmış bir Türkiye için, şiddetten arınmış bir dünya için hepimizin vicdanımızla hareket etmemiz gerek. Hangi partiden olursak olalım, hangi ideolojiden olursak olalım, insan temelli, vicdanlı siyaset için hepimizin bu konularda hassasiyet göstermesi gerekiyor.

Çok teşekkür ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim Sayın Demirel.

Önerge sahipleri adına son konuşmacı Antalya Milletvekili Sayın Gökcen Özdoğan Enç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadına karşı şiddetin önlenmesi konusunda açılmasını istediğimiz Meclis araştırma komisyonuyla ilgili söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bir kadın olarak, bulunduğumuz çağda hâlâ kadına yönelik uygulanan şiddetle ilgili bir konuşma yapmaktan ötürü duyduğum utancı belirtmek istiyorum.

Kadın, inancımıza, örf ve âdetlerimize göre yuvanın asıl sahibidir. Kadın ailenin, aileyse toplumun temel direğidir. Kadın, insanlık âleminin yarısını teşkil eden, sadece bedeniyle değil, ruhuyla, duyarlılığıyla, merhametiyle ve aklıyla dünyayı dönüştürendir. Ülke nüfusumuzun yüzde 50’sinden fazlasını oluşturan kadınlar, ulusal gücümüzdür. Kadına yönelik şiddet tüm dünyada hâlâ -biraz evvelki konuşmacıların da belirttiği gibi- en önemli sorunlardan bir tanesidir. Kadına yönelik şiddet, kamusal ya da özel alan hiç fark etmiyor. Bunları ayrıştırabiliriz de; fiziksel şiddet, ekonomik şiddet, psikolojik şiddet ve cinsel şiddet şeklinde.

Değerli milletvekilleri, bu anlamda, kültür anlamında, coğrafi anlamda, dinî anlamda, inanç anlamında hiçbir şekilde sınır tanımayan bu insanlık suçuyla ilgili biz hükûmetlerimiz döneminde gerçekten konuya ciddiyetle sarıldık ve bu sorunun çözülmesi için elimizden geleni yaptık. Sizlerin de desteği oldu. Ben sizlere de teşekkür etmek istiyorum. Konuşmacılar ifade ettiler İstanbul Sözleşmesi, Ailenin Korunmasına Dair Kanun’la ilgili. Ancak, burada gerçekten temel bir sıkıntı var ki biz Mecliste bu araştırma komisyonunun kurulmasına hep birlikte ortak önergelerle karar vermiş durumdayız.

Şuradan ben konuya yaklaşmak istiyorum: “Saçı uzun, aklı kısa”, “elinin hamuruyla erkek işine karışma”, “kızını dövmeyen dizini döver”, “erkek sözü vermek”, “erkekçe dövüşmek”, “erkekliğe sığmamak”, “erkekliğe yedirememek”, “eksik etek”, “kaşık düşmanı” gibi bir dolu deyim var. Bir kere bu deyimlerle ilgili ne yapabiliriz onu düşünmemiz gerekiyor. Şimdi, şiddeti uygulayan erkeğin kendisi. Bütün konuşmacılara da baktığımız zaman onu anlıyoruz. Erkeğin kendisini yetiştiren de bir kadın. Ben, bu noktada, birazcık da sorumluluğu kadın olarak kadın arkadaşlara da yüklemek istiyorum. Erkek egemen bir dünyadan bahsediyoruz, “Yüzde 50’sini biz oluşturuyoruz bu dünyanın.” diyoruz. Peki, o erkek egemen dünyayı oluşturan yüzde 50 nerede? Yani, burada topyekûn bir mücadele söz konusu bence. Milliyetçi Hareket Partili milletvekili arkadaşımız konuşmasında gerçekten çok güzel bir şey ifade etti: “Erkekleri de dönüştürmek lazım, erkeklerin de fikrini alarak bu komisyonda sürece dâhil etmek lazım.” Buna tamamen katılıyoruz. Çünkü kadın-erkeği bütün olarak algıladığımız zaman aslında sorun çözülmüş oluyor ama ayrı ayrı algılarsak, kadın kimliği üzerinden siyaset yapmaya başlarsak ne yazık ki bu sorunu çözemiyoruz. Hiç kimse şu hâlden memnun değil. Bu kadar kadın cinayetlerinden, işte bu kadar sokakta kadınların dövülmesinden ne Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayanlar memnun ne de bizler memnunuz. O zaman sorun nerede? Bu sorunu çözmek için, inşallah, komisyon kurulduğu zaman değerli katkılarınızı bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, konuşmacılarımızdan birkaçı Bakanlığımızın açmış olduğu ŞÖNİM’lerle ilgili bilgi paylaşımında bulundu, bunları da düzeltmek istiyorum. ŞÖNİM bir kere kabul merkezidir yani oraya gelen kadın arkadaşımız sıkıntıları dinlendikten sonra kadın konukevine yerleştirilir. Ki ayrıca Antalya örneğini hemen vereyim: 25 çalışanı var -sosyolog yok biraz önce ifade ettiğiniz gibi- psikolog, hemşire, İŞKUR uzmanı gibi. Yani orada bir konaklama problemi yok, konaklayan hiç kimse yok orada. Ki Antalya örneğinde -yine onu örnek vermek istiyorum- 2010-2014 Kasım ayı itibarıyla 721 tane kadının ŞÖNİM’e girişi yapılmış. Yani aylık ortalama 50-60 kişilik kadının sığınmaevine talebinden bahsedebiliriz. Yani Sayın Bakanımızın söylediği gibi, aslında kadın sığınmaevi problemi yok, zaten bunları belediyelerimiz de açıyor, sorunun temeline inmemiz gerekiyor. Temeline indiğimiz zaman da -Sayın Bakanım da ifade etti, gönlünü açarak ifade etti, gerçekten çok güzel bir konuşmaydı- evet, bir sorun var ve gelin bunu birlikte çözelim. Elimizi uzatıyoruz, Hükûmet olarak uzatıyoruz, Bakanlık olarak uzatıyoruz, milletvekilleri olarak uzatıyoruz çünkü bu sorun hepimizin sorunu.

Ayrıca bir konuya daha temas etmek istiyorum. Yine bir milletvekilimiz, AK PARTİ’yle ilgili, erkeğin istediği kadın profiliyle siyaset yapmakla suçladı bizleri. Bakın, kadın milletvekili arkadaşlarımız var burada. Birtakım eleştirilerde bulunurken dışarıdan bakmamak gerekiyor. On iki yıldır siyaset yaptığım partimde ne kadın kimliğimle ilgili ne demokrat kimliğimle ilgili ne muhafazakâr kimliğimle ilgili ne kıyafetimle ilgili ne yaşam biçimimle ilgili en ufak bir dayatmayla karşılaşmadım. Dayatmayla karşılaşsam zaten Adalet ve Kalkınma Partisinde siyaset yapmam. Bunu söylerken, sizlerden rica ediyorum, bizim yerimize empati kurarak da söyleyin. Yani, vitrin olarak görülmekten, vitrinmiş gibi algılanmaktan ben gerçekten bıkmış durumdayım, bunu inşallah bir daha kullanmazsınız diyorum.

Bir diğer konu da kadın şiddetinin nedeni. Genel anlamda baktığımız zaman, sadece öğrenilmiş kodlar da değil kıymetli arkadaşlar. Erkekler ne yazık ki bunu kendilerinde bir hak görüyorlar, hak gördükleri için de… “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.” anlayışı da aslında arızalı bir anlayış.

Ancak şuna da katılmıyorum… Kadın-erkek eşitliğiyle de ilgili fıtrat anlamında, yaradılış anlamında Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadesine sonuna kadar katılıyorum. Orada hemen direkt bir çarpıtma usulüyle…

PERVİN BULDAN (Iğdır) - O zaman niye yaptın şimdi bu konuşmayı?

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Ben eşitim.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Devamla) - Hayır, kesinlikle.

Direkt bir çarpıtma usulüyle sanki kadınlar yaradılış anlamında…

PERVİN BULDAN (Iğdır) - Gökcen Hanım, niye şimdi bu konuşmayı yapıyorsun?

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Devamla) - Hepimiz biliyoruz bunun farklı olduğunu, neden Sayın Cumhurbaşkanı dillendirdiği zaman eşitlik dışı davrandığı söyleniyor? Bunu hepimiz biliyoruz. Biraz insaflı olun, sizden rica ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Adil ve hukuksal anlamda, anayasal anlamda zaten eşit olmak için dönemimizde o kadar fazla yasa çıkarılmış ki bunları -cumhuriyet tarihine baktığınız zaman- biraz şapkayı önünüze koyarak düşünmeniz lazım. Kadın-erkek fırsat eşitliğini istemeyen bir parti kızlarımızın okullaşma oranlarını yükseltmek için mücadele etmez, şartlı nakit desteklerini vermek için mücadele etmez. Bizim amacımız kadını görünür kılmak ve gerçekten kadının karar alma mekanizmalarında yer almasını sağlamak. Biz bu noktadan bakıyoruz. Yani, Sayın Cumhurbaşkanının bir ifadesini hemen başka bir taraflara çekip oradan siyaseten… Şurada gerçekten güzel bir iş yapmaya çalışıyoruz, gündemimizin bu olmaması lazım diyorum.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Meclis araştırması...

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, yerimden bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Sisteme girin lütfen.

Buyurun.

 

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

16.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun, Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın birleştirilerek görüşülen Meclis araştırması önergeleri üzerinde yaptıkları konuşmalarındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Şimdi, az önceki konuşmacı ve Sayın Bakanın konuşması üzerine bir söz almak istedim.

Şimdi, Sayın Bakan “Elimizi uzatıyoruz.” dedi. Zaten biz, bugün, Danışma Kurulu olarak bütün partilerin... Onun el uzatmasına gerek yok, biz elimizi uzattık kendilerine; iktidar, kendileri; biz değiliz. Dolayısıyla icra makamı olarak bizim uzattığımız eli tutmalarını bekliyoruz biz.

Burada, iktidar olanlar kadına olan şiddetin artmasını nasıl engelleyeceklerini bizimle eğer müşaverede bulunarak yapacaklarsa biz az önce hangi usulleri uygulayacaklarını belirttik.

İkinci olarak, şimdi, burada, şu partiyi veya bu partiyi savunmak veya iktidarı savunmaya gerek yok. Burada bir sorun olduğunu söyledik, bu sorunun olduğunu bütün partiler kabul etti. Öyleyse, burada iktidar partisinin ne yapmadığını veya ne yaptığını anlatmak yerine, hangi çözümle bu işi ortadan kaldırabileceğimizi dile getirmemiz gerekiyordu. Bunun için araştırma komisyonu kuruluyor ama bunun için biz diyoruz ki: Bu, kadın-erkek eşitsizliği meselesinin de ötesine geçmiş durumda. Bakın, sadece bu yıl 29 kadın katledildi. Sığınmaevlerinin olması bir şey ifade etmiyor, önemli olan kadının o sığınmaevlerine  düşmesine engel olacak tedbirleri almak. Dolayısıyla bunu öneriyoruz ve bu komisyonun bu işi gerçekleştirmesi önemli diyoruz. Bunun için de biz milletvekilleri, kadın veya erkek demiyorum, bu işi çözebilecek mercideyiz, yerdeyiz; bunu çözelim diyoruz. Onun için de Sayın Bakana diyoruz ki: Lütfen, gelin, kanunları birlikte çıkaralım ve bir an önce bu işi engelleyelim ama bunun cezai müeyyidelerle olmayacağını da söylüyoruz. Eğitim meselesi başta olmak üzere, değişik rehabilitasyonlar dâhil olmak üzere, ailelerin birtakım sosyologlarda eğitiminin yapılması başta olmak üzere her şeyi yapalım ve bunu artık önleyelim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN –Teşekkür ederim.

Ben de elbette ki bu konuda bütün arkadaşlarımızı dinledim, dilekler ortak. Bu yüzden de araştırma komisyonunun kurulmasına ilişkin önerge ortaklaşa verildi. Bugün, burada, siyaset de yapılarak, eller birbirine uzatıldı. Umuyorum ve sanıyorum ki eller en kısa noktada bu sorunu çözmek için buluşur.

 

X.- MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Ön Görüşmeler

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/124)

2.- İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu ve 38 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/226)

3.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, kadına yönelik şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/320)

4.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, kadınlara yönelik cinayet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/321)

5.- Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu ve 23 Milletvekilinin, toplumsal cinsiyet sorunlarının ortadan kaldırılması için alınması gereken önlemlerin araştırılarak belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/336)

6.- Aydın Milletvekili Bülent Tezcan ve 22 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/601)

7.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar ve 24 Milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/637)

8.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 41 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/958)

9.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 Milletvekilinin, kadın sığınma evlerinin koşullarının ve ihtiyaçlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1055)

10.- HDP Grubu adına Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in, kadına yönelik şiddetin nedenleri ve azalması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1127)

11.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel ve 22 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin engellenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1128)

12.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 26 Milletvekilinin, aile içi şiddetin nedenlerinin ve boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1126)

13.- Van Milletvekili Nazmi Gür ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1137)

14.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova ve 20 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1136)

15.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan ve 24 Milletvekilinin, kadına yönelik artan şiddetin ve suçların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1135)

16.- İstanbul Milletvekili Celal Dinçer ve 20 Milletvekilinin, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un uygulanmasında karşılaşılan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1133)

17.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 Milletvekilinin, cinsel saldırı suçuna maruz kalan kadınların dava sürecinde yaşadıkları sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1132)

18.- İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler ve 27 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1130)

19.- Batman milletvekili Ayla Akat Ata ve 21 milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin tüm boyutlarıyla araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1129)

20.- Mardin Milletvekili Erol Dora ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddet uygulayanların denetimli serbestlikten faydalanmaları hususunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1131)

21.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 21 Milletvekilinin, kadınların ve çocukların cinsel suçlardan korunması konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1134)

22.- Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 21 Milletvekilinin, kadın cinayeti ve kadın intiharlarında erken yaşta evliliklerin etkisinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1138)

23.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 21 Milletvekilinin, kadın sığınma evlerinin kapasitesinin artırılması ve kadınları korumaya yönelik tedbirlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1139)

24.- Mersin Milletvekili Ali Öz ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin artmasının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1140)

25.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 29 Milletvekilinin, kadın cinayetleri konusunda alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1141)

26.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 21 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddet bağlamında ülkemizde bir kadın politikası oluşturulması ile koruyucu ve kollayıcı tedbirlerin alınması için konunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1142)

27.- İstanbul Milletvekili Sedef Küçük ve 20 Milletvekilinin, kadınların maruz kaldığı şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1144)

28.- HDP Grubu adına Grup Başkanvekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, kadın cinayetlerinin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1143)

29.- İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak ve 23 Milletvekilinin, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1145)

30.- Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan ve 27 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1147)

31.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 27 Milletvekilinin, kadına yönelik sistematik şiddetin önlenmesinin yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1146)

32.- Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç ve 35 Milletvekilinin, kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik yürütülen hizmetlerin uygulamalarının değerlendirilmesi ve eksikliklerin tespit edilmesi için konunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1148)

 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Meclis araştırması önergeleri üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Meclis araştırması açılmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir… Edilmiştir.

Ben de yürekten tebrik ediyorum sizi. Ben de yürekten tebrik ediyorum bu kabul doğrultusunda herkesi.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Mecliste ilk oluyor herkesin kabul oyu vermesi herhâlde.

SAKİNE ÖZ (Manisa) – AKP’nin, bilinçaltı olarak, kadına şiddete bakış açışını ortaya çıkardınız.

BAŞKAN – Yapmayın Sayın Öz, ben bir kadın olarak burada oturuyorum. Yapmayın, lütfen…

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Manisa) – Hayırlı olsun.

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Aynı şey, bilinçaltı…Burada da bakış açınızı bilinçaltıyla ortaya koydunuz.

BAŞKAN – Burada da siyaset yapmayalım. Benim hangi partiye kayıtlı olduğumu biliyorsunuz ve bugün Meclis Başkan Vekilliği görevini sürdürmekteyim. Lütfen…

Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 17 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Komisyonun çalışma süresinin başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, birleşime bir saat ara veriyorum.

                                                                               Kapanma Saati: 19.16

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.15

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Muharrem IŞIK (Erzincan), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada…

Levent Bey, bir şey mi söyleyecektiniz?

LEVENT GÖK (Ankara) – Bir talebim olacaktı. Siz devam edin, ondan sonra efendim yani konuya gelin, ondan sonra.

BAŞKAN – Peki, 3’üncü sıranın ismini bir okuyayım.

3’üncü sırada yer alan Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve Isparta Milletvekili Recep Özel ile 52 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın; 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 59. Maddesinde Noterlerin Hastalıkları Hâlinde Yapılacak İşlemlere İlişkin Sorunların Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın; 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı ile 33 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan ve Elâzığ Milletvekili Şuay Alpay ile 1 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve Isparta Milletvekili Recep Özel ile 52 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın; 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 59. Maddesinde Noterlerin Hastalıkları Hâlinde Yapılacak İşlemlere İlişkin Sorunların Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın; 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı ile 33 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan ve Elâzığ Milletvekili Şuay Alpay ile 1 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Adalet Komisyonu Raporu (2/2397, 2/2101, 2/2209, 2/2380, 2/2418) (S. Sayısı 655)(X)

 

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon raporu, 655 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu teklif, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle teklif, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Buyurun Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkanım, ben bir usul tartışmasıyla başlamak istiyorum söze.

BAŞKAN – Sayın Gök, isterseniz yerinize geçin, sisteme girin, daha iyi duyulur diğer arkadaşlar tarafından da.

Buyurun.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, gündeme gelen, Meclis gündemine gelen 655 sayılı Kanun Teklifi, pek çok maddesi itibarıyla Anayasa’ya aykırılık teşkil etmektedir. Burada, getirilen pek çok hüküm, aslında Anayasa Komisyonunda incelemesi yapılıp Anayasa’ya uygunluğu denetlendikten sonra Meclisin huzuruna gelmesi gerekirken, bu, yapılmamıştır. Bu nedenle, çok önemli gördüğümüz ve temel hukuk prensiplerine aykırı ve Türk yargı sistemini kökünden etkileyecek derecede ağır ihlaller gördüğümüz bu konuda Anayasa’ya aykırılık iddiasında bulunuyoruz ve bu konuda bir usul tartışması açılmasını talep ediyorum.

BAŞKAN – Şimdi, bu, bazı kanunlar görüşülürken tabii ki talep olarak bize iletiliyor, her seferinde de ben tekrar etmek zorunda kalıyorum. Bu teklif, Komisyonda görüşüldü, sıra sayısı alınıp bastırıldı. Bu noktadan itibaren Genel Kurulda bu kanun maddeler üzerinde görüşülürken elbette ki Anayasa’ya aykırılık iddialarında bulunacaksınız ve Genel Kurul bu konuda bir karar verecek. Divan olarak veya Meclis Başkan Vekili olarak benim yapacak bir şeyim yok ama buna rağmen bir usul tartışması açacağım, tutumumun bu olduğunu belirterek.

Şimdi, lehinde… Anlaşarak söyleyelim lütfen arkadaşlar.

BAŞKAN – Siz lehte misiniz Levent Bey?

LEVENT GÖK (Ankara) – Aleyhinde.

BAŞKAN – Levent Gök aleyhte, Hasip Kaplan aleyhte; Sayın Halaçoğlu lehte diyeceğim, Sayın Ahmet Aydın lehte…

Tutumumun lehinde, Sayın Ahmet Aydın, Adıyaman Milletvekili.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika.

XII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- 655 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle Genel Kurulda görüşülüp görüşülemeyeceği konusunda Başkanın tutumu hakkında

 

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, tabii, 655 sıra sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu ile bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapan bu tasarıda görüşmelere başlamadan önce, tabii, CHP Grup Başkan Vekili arkadaşımız Sayın Levent Gök’ün usule itirazı oldu. Aslında, pek çok kanunda bu itirazlar usulen ileri sürüldü. Siz de az önce ifade ettiniz Sayın Başkanım: Komisyonlarda görüşüldükten sonra Genel Kurula inen bir kanunun Anayasa’ya aykırılığını tümden iddia edip “bunu görüşemezsiniz” gibi bir talep mümkün değil, bunu ortadan kaldıramazsınız. Yani burada, gelen kanunun görüşülmesi gerekiyor.

Zira, İç Tüzük’ümüzün 38’inci maddesi de çok açık. Bir defa, komisyonlar arasında bir hiyerarşik düzen yok. Anayasa Komisyonu, bütün komisyonların üzerinde değildir. Bütün komisyonlar, kendi içerisinde, gelen teklif ya da tasarıları öncelikle Anayasa’ya aykırılık iddiaları varsa onları incelerler. Adalet Komisyonunda da bu Anayasa’ya aykırılık iddiaları incelenmiş ve hepsi reddedilmiş. Dolayısıyla, İç Tüzük’ümüzün 38’inci maddesine de baktığımızda:Komisyonlar, kendilerine havale edilen tasarı veya tekliflerin ilk önce Anayasa’nın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler.” Adalet Komisyonunda yapılmış bu.Bir komisyon, bir tasarı veya teklifin Anayasa’ya aykırı olduğunu gördüğü takdirde gerekçesini belirterek maddelerin müzakeresine geçmeden reddeder.”

E, komisyon bunu görmemiş, reddetmemiş ve Genel Kurula gelmiş. Genel Kurula geldikten sonra İç Tüzük’ün 84’üncü maddesi çok açık, uygulanır. Anayasa’ya aykırılık önergeleri, madde 84’te tanzim edilmiş: “Bir kanun tasarı veya teklifinin Genel Kuruldaki görüşülmesi sırasında tasarı veya teklifin belli bir maddesinin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle reddini isteyen önergeler, diğer önergelerden önce oylanır.” Yani nedir bu? Maddelere geçildikten sonra hangi maddeye ilişkin Anayasa’ya aykırılık iddiası varsa, buna ilişkin bir önergeniz varsa, bu önerge, diğer önergelerden önce işleme konulur, görüşülür, Genel Kurulun takdirine sunulur.

Dolayısıyla, Genel Kurulun gündemine gelen ve şu anda görüşülmeye başlanmak üzere olan bu tasarının, Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla işlemden kaldırılması da mümkün değil. Bu açıdan baktığımızda, aslında bu usul tartışmasının da açılması doğru değildi ama Sayın Başkan, gene nezaket gösterdi her zamanki gibi.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

AHMET AYDIN (Devamla) – Gerçekten nezaketiyle, zarafetiyle, engin öngörüsüyle, hoşgörüsüyle de Meclisi idare ediyor Sayın  Başkanımız.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim.

AHMET AYDIN (Devamla) – Buna rağmen, Sayın  Başkan bu usul tartışmasını açtı, açtırdı ama Başkanın  da ifade ettiği gibi, bu saatten sonra zaten Başkanlık Divanının yapacağı bir şey yok. 84’üncü madde, maddelere geçildikten sonra uygulanır. Varsa böyle bir iddianız, önergeniz, onları maddelerde işleme alırsınız, Genel Kurulun takdirine sunarsınız. Bu açıdan bakıldığında, Başkanlık Divanının uygulaması yerindedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın  Aydın.

AHMET AYDIN (Devamla) – Lehindeyiz ve bu yasanın görüşmelerine başlanması gerektiği kanaatindeyiz.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Aleyhte, Sayın  Levent Gök konuşacak, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önemli bir kanun teklifini görüşüyoruz. Devlet hayatında devletin kurallarının ve kurumlarının sürekliliği esastır. Bir devlet hayatı, devletin temel kurumlarının yıllardan beri süregelen içtihatlarına, teamüllerine, geleneklerine, göreneklerine göre oluşturulur. Bütün medeni dünyaya baktığınız zaman, her köklü kurumun arkasında yüzyıllara dayalı bir tarih birikimi, kültür birikimi ve toplumsal birikim vardır.

Bugün görüştüğümüz 655 sıra sayılı Kanun Teklifi, çok temel bir şekilde Türk yargı sisteminin temel kurumlarını ve kurallarını altüst edici bir şekilde huzurumuza getiriliyor. Bakanlar Kurulu tasarısı olarak gelmiyor. Meclisin ya da uzmanların hiçbirinin görüşü alınmadan AKP’li milletvekillerinin verdikleri bir teklifle Meclise getirilen bu kanun teklifi, Türk adalet sistemi açısından gerçekten altüst edici özellikler taşıyor.

Getirilen hükümlerin çoğu, Anayasa’ya aykırıdır değerli arkadaşlarım. 7’nci maddede, idare mahkemesi hâkimlerine hukuk fakültelerine sınavsız giriş hakkı verilerek Anayasa’nın kanun önünde eşitlik ve hiçbir sınıfa, zümreye, kişiye imtiyaz verilemez maddesinden tutun, Yargıtayın ve Danıştayın kökleşmiş onlarca yıllık birikimlerini bir anda ortadan kaldıracak düzenlemelerle Türk yargı sistemi yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor. Bu, çok yanlış bir tutumdur. Elbette toplumsal ihtiyaç olursa, böyle temel konularda bütün herkesin mutabakatıyla gerekli girişimler yapılır ama sayısal çoğunluğa güvenilerek, sayısal çoğunluğun üstünlüğüne güvenilerek yargı sistemiyle bu denli oynanması, kurulların ve kurumların çökertilmesi kabul edilemez.

Kaldı ki AKP’li milletvekili arkadaşlarım, örneğin, Yargıtayın daire ve üye sayısının artırılacağı maddelerde, acaba 2007 yılında, yine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından verilen bir kanun teklifini, kanun tasarısını biliyorlar mı? O zaman, Yargıtayın üye sayısını azaltan bu kanun tasarısından bugün Yargıtayın daire ve üye sayısını artıran bir teklife giden süreçte hangi ihtiyaç neden ortaya çıkmıştır da böylesine temel kurumlarımızı altüst ediyoruz? Bu konuların tümü, ayrı ayrı tartışılmalı ve Anayasa’ya uygunluğu denetlenmelidir. Bu kanun, Anayasa Komisyonuna iade edilmelidir, Anayasa Komisyonunca Anayasa’ya uygunluğu denetlendikten sonra buraya gelmelidir.

Değerli arkadaşlarım, yaptığımız, basit bir iş değildir, hiçbirimiz altında kalmayalım diye bunları söylüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LEVENT GÖK (Devamla) – Sayın Başkanın tutumunun da aleyhinde olduğumu belirtir, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök. (CHP sıralarından alkışlar)

Lehte, Sayın Yusuf Halaçoğlu’nun yerine Konya Milletvekili Sayın Faruk Bal konuşacak.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başkanın tutumunun lehine söz almış bulunuyorum ama bu, İç Tüzük’ün yarattığı bir imkândır. Tutumumun Anayasa’ya göre değerlendirmesini bu konuşmada yapmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Anayasa, yasama, yürütme ve yargının bütün organlarını bağlayan temel kuruluştur. Bu temel demokrasi kuruluşu olan Anayasa, elbette ki bütün hükümleriyle her yerde cari olduğu gibi, şurada, şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yapan bizleri ve Sayın Başkanı da bağlamaktadır. Bunun istisnası yoktur. Bunun istisnasının arayışları da demokratik bir davranış biçimi değildir. Çünkü, parlamenter demokratik sistemde hukukun üstünlüğü esastır, hukukun üstünlüğünün en üstünde de Anayasa hükmü bulunmaktadır.

Bu teklife geldiğimiz zaman, bu teklif, değerli arkadaşlar, noterlerin durumlarıyla ilgili bir düzenleme ve hâkim ve savcıların sosyal ve ekonomik durumlarının iyileştirilmesine ilişkin bir düzenleme olarak karşımıza çıktı. Lakin, yola çıkar çıkmaz, peşine, torbayı da aşan, çuvalı andıran bir ucube teklif hâline geldi. Herkes şaşırdı, Adalet Komisyonunda birtakım birleştirmeler yapıldı, lakin özünü değiştiremedik. Özü şudur: Bu torba yasa hâline dönüştürülen teklifle amaç, masum olan birtakım düzenlemelerin yanına yapılan eklemelerle; bir, HSYK’daki çoğunluğu elde etmek; iki, Danıştaydaki çoğunluğu elde etmek; üç, Yargıtaydaki çoğunluğu elde etmek. Bu amaçla, Yargıtaya ve Danıştaya yeni daireler kuruluyor ve dünyanın en obez Danıştayı, dünyanın en obez Yargıtayı hâline getiriliyor. Böyle olmakla kalmıyor, Yargıtaydaki tüm dairelerin iş bölümlerini, siyasal üstünlük kurmak suretiyle Danıştayda Başkanlık Kurulu, Yargıtayda Birinci Başkanlık Kurulu adı altında teşkil edilen kurullara dairelerin iş bölümünü yapma yetkisi veriliyor, dairelerde hangi kişilerin üye olarak görev yapacağı belirleniyor; daha ileri giderek, hangi dosyaların hangi dairelere gideceği dahi belirleniyor. Bunun, hukuk devletiyle, yargının bağımsızlığıyla, tarafsızlığıyla, hâkim teminatıyla hiçbir alakası yoktur. Hâkimin bağımsızlığı, tarafsızlığı ve yargının bu gibi korumalarla anayasal olarak güçlendirilmiş bir kuruluş olarak tutulabilmesi imkânı bu teklifle ortadan kaldırılıyor. Dolayısıyla, bu, Anayasa’nın 2’nci maddesinden itibaren sıralayacağınız onlarca maddesine aykırı bir tekliftir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal.

FARUK BAL (Devamla) – Meclis gündemine hâkimdir. Burada Anayasa’ya aykırılık iddiaları söz konusudur.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Usul tartışmasında son konuşmacı, aleyhte olmak üzere, Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizler de bir hukukçusunuz Sayın Başkan ve iyi bilirsiniz ki kanunlar Anayasa hükümlerini değiştirmez. Anayasa hükümlerini bırakın, bu Meclisin imzaladığı, Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre Türkiye'nin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini, ondan sonra Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ni, oradaki adil yargılama hükümlerini, bunların hiçbirini değiştirmez. E, bile bile niye bu kanunları getiriyorsunuz arkadaşlar?

Bakın, şimdi, bu kanun hükümleri… Şu Anayasa’dan birkaç madde okuyacağım: “Kişi güvenliği ve özgürlüğü” Makul şüpheyi getiriyorsunuz. Makul şüpheyi getirdiniz bu kanunda, Anayasa’da diyor ki: “Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler…” Şimdi, gizli dinlemeyi getiriyorsunuz yetmemiş gibi, zaten herkes dinleniyordu. “Özel hayatın gizliliği”, Anayasa 20.

Şimdi, istediğiniz  gibi arama, tarama… Bir hâkim, istediği kadar, bütün Türkiye'yi dinleme, arama kararı verebilecek. Konut dokunulmazlığını kaldırıyorsunuz, haberleşme hürriyetini kaldırıyorsunuz. Yani, getirdiğiniz bu hükümler demokratik bir toplum olmanın gerekliliğini yansıtmıyor. Hukuka aykırı, İç Tüzük 38’e aykırı, Anayasa’ya aykırı. Gidip Anayasa Mahkemesine toslayacaksınız. Torba kanunda ben burada üç tane madde saydım, elimi de vurdum, “Bu üçü dönecek.” dedim ve üçü de döndü. Ben de size bunu söylüyorum, bu dönecek arkadaşlar. Ama, siz alıştınız, ne bileyim, yani iki günde bir kanun yapmaya alıştınız. E, nasıl? “Bir şey olmaz, tekrar yaparız. Ne olacak? Anayasa Mahkemesi kararı geriye uygulanmaz.” Ama, bir gün size lazım olacak arkadaşlar ya, bu hukuk, bu ülke, bu adalet size de lazım olacak. Yani, sizin evinizde priz ve sürekli kameralar olan, gizli tanıkların olduğu, gizli dinlemelerin yapıldığı… Ya, hükûmeti eleştirmeyi buraya, bu kanuna koymuşsunuz. Hükûmeti eleştirenin mal varlığına, üçüncü kişideki haklarına kadar el konuyor. Mülkiyet hakkını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No.lu Ek Protokolü, her şeyi ihlal ediyor. Şimdi, her şeyi ihlal eden bu kanunu bile bile burada görüşüp Anayasa Komisyonunu atlamak, buradaki anayasal hükümleri dikkate almamak… “E, biz çıkarırız.” Buyurun çıkarın kardeşim, çıkarın, istediğiniz gibi yönetin bu ülkeyi ama tarih AK PARTİ’nin içindeki hukukçuları affetmeyecek, burayı not alın; yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz… Beş ay sonra seçime gideceğiz, bu seçime giderken bari onurlu bir iş yapın, bu tür baskı yasalarına imza atmayın diyorum.

Sayın Başkan, vallahi, hani “Görüşeceğim.” diyebilirsiniz ama görüşülecek bir durum yok burada. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim.

Elbette, Anayasa’nın bir üst metin olduğunu hukukçu olmam dolayısıyla biliyorum ama başka bildiğim bir hukuk düzenlemesi daha var, o da şu anda Anayasa’ya aykırılık konusunda yapabileceğim hiçbir yetkinin olmaması. Ben tutumumda bu nedenden dolayı bir değişiklik yapmak durumunda değilim.

 

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri  (Devam)

3.- Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve Isparta Milletvekili Recep Özel ile 52 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın; 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 59. Maddesinde Noterlerin Hastalıkları Hâlinde Yapılacak İşlemlere İlişkin Sorunların Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın; 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı ile 33 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan ve Elâzığ Milletvekili Şuay Alpay ile 1 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Adalet Komisyonu Raporu (2/2397, 2/2101, 2/2209, 2/2380, 2/2418) (S. Sayısı 655) (Devam)

 

BAŞKAN – Şimdi, teklifin tümü üzerindeki görüşmelere başlayacağız.

Gruplar adına ilk konuşmacı, Hakların Demokratik Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.

Buyurun Sayın Kaplan. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına sizleri saygıyla selamlıyorum.

655 sıra sayılı, Türkiye’ye felaket getirecek bu pakete, yargı paketine karşı biz ne düşünüyoruz? Siz ne yapmak istiyorsunuz? Türkiye’de hukuk yoksa, adalet yoksa, adaletin olmadığı yerde barış da olmaz arkadaşlar. Adaletin olmadığı yerde, yani hakların korunmadığı bir yerde barış olabilir mi?

Şimdi, bütün Türkiye’yi açık cezaevine çevirecek -“açık cezaevi” diyorum- bir teklifi görüşüyoruz. Bu tekliften sonra -bu teklifte ne olacağını anlatacağım- güvenlik paketi gelecek buraya, İçişleri Komisyonuna verildi. Burada, İçişleri Komisyonuna verilen bu pakette de bu paketi tamamlayan durumlar var. Yani şunu söyleyeyim, Ankara’da bir sulh ceza hâkimine gideceksiniz ve sulh ceza hâkimi şöyle bir karar verecek: Üç yüz altmış beş gün Türkiye’de herkesin dinlenmesine, izlenmesine, takip edilmesine… Düşünebiliyor musunuz? Öyle hâkim de çoktur. Facebook sayfalarına bakarsanız, kimlerle ilgili ne yazdıklarını… Öyle insanlar bulunur. Peki, burada niye buna ihtiyaç duyuyor Hükûmet? Sorun burada.

Bakın, üç tane kanun teklifimiz vardı bizim. Bir tanesi, tamamen adil yargılanmanın sağlanması için… Bağımsız yargının üçlü sacayağı var; iddia, savunma ve yargı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesi çok net, “silahların eşitliği” diye bir kavramdan bahseder yani iddia ve savunmanın silahlarının eşitliği. Olağanüstü mahkemelerde, sıkıyönetimlerde, örfi idarelerde, DGM’lerde, özel yetkili mahkemelerde gördük, savcılar bir dönemler kendilerini savcı olmaktan da öte kral olarak görüyorlardı, kral ve istediklerini yapıyorlardı, hatta -Terörle Mücadele Kanunu duruyor daha, kaldırmadınız- her istedikleri soruşturmada, bir gizlilik kararı koyup, avukatın dosya evrakını incelemesinin önlenmesini istiyorlardı. Bu şekilde, savunma dosya evrakını inceleyemiyor, teknik delillere bakamıyor, gizli tanıkları bulamıyor, ne nedeniyle müvekkilinin suçlandığını bilemiyor, hangi suçun isnat edildiğini bilemiyor, niçin tutulduğunu, neyle suçlandığını bilemiyor ve o insanlar aylar, yıllar, hatta dört yıl, beş yıl hâkim önüne çıkmadan tutuklu kalıyorlardı bu ülkede; kaldılar da, kalıyorlar da şimdi. Maşallah, hâlâ cezaevlerinde 158 bin… Adalet Bakanın açıkladığı rakam var. Biz kanun teklifi verdik, dedik ki: “Bakın, bu düzenleme sakattır. Bağımsız yargı kutsal savunma hakkıyla başlar. Kutsal savunma hakkına kim saldırırsa, kutsal savunma hakkını kim ortadan kaldırırsa adaleti de ortadan kaldırır.” Şimdi, bizim verdiğimiz bu düzenlemeye karşı, bakıyoruz, burada ne yapılmış? Hükûmet hemen tam tersini yapmış. Yani 26’ncı maddede “Soruşturmanın amacını tehlikeye sokacağı anlaşılırsa savcının talebi, hâkim kararıyla, müdafi dosya evrakını inceleyemez.” diyor. Şimdi, siz burada yargıdan bahsedebilir misiniz? Savcı bilecek, hâkim bilecek; avukat bilmeyecek, savunamayacak kendini. Bunu siz getiriyorsunuz.

Peki, bu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesine uygun mu? Üçüncü fıkrasındaki “silahların eşitliği”ne uygun değil. Peki, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne? Ona da uygun değil. Peki, bile bile niye getiriyorsunuz bunu? Niye buna ihtiyaç duyuyorsunuz? Bakın, çok temel bir evrensel hukuk kuralını ihlal ediyorsunuz. Yani ihlal ettiğiniz kural, Türkiye’de zaten olmayan yargıda, zaten bağımsız olmayan, zaten tarafsız olmayan, işlemeyen bir yargıda baroları, avukatları susturmaktan başka bir şey değil. Avukatları susturmak isteyen çok diktatör biliyoruz. Napolyon da “Avukatların dili kesilmelidir.” diyordu. Yani daha başka örnekler de sayabiliriz. Adalet Komisyonu Başkanımız bu konuda çok güzel örnekler de sunabilir. Peki, niye avukatlardan, savunmadan korkuluyor bu kadar, neden? Bunun nedeni ne? Bunun nedenini bana kimse anlatabilir mi? Nedeni şu: Çünkü, muhaliflerini içeri attığı zaman hiç kimsenin sesi çıkmasın isteniyor.

Bakın, sizler daha beş altı ay önce burada Danıştay yasalarıyla ilgili, idari yargılamayla ilgili, istinaf mahkemeleriyle ilgili düzenlemeler yaptınız. Düzenlemeler yaparken şunu açık açık dediniz: “Bu yargı reformu devrim niteliğindedir.” Siz her gün devrim yapmaktan bıkmadınız. Devrim dediğiniz şeyi üç beş ay sonra çıkıyorsunuz… “İstinaf mahkemeleriyle yargının iş yükü yüzde 75 azalacak.” dediniz, yüzde 75. Kardeşim, yüzde 75 azalıyorsa o Yargıtaydaki daireler azalacak, Danıştaydaki daireler azalacak, teknik bir üst yargı denetimine dönecek. Siz ne yapıyorsunuz şimdi? Maşallah, artırıyorsunuz. Niye artırıyorsunuz? Size ihtiyaç neden? Madem bu kadar istinaf mahkemesini devreye koydunuz buna niye ihtiyaç duyuyorsunuz? Bunun adı nedir biliyor musunuz? Benim yargıcım olsun,  benim dediğimi yapsın, benim istediğim kararı versin. Allah’tan korkun, acele yargı sistemini koydunuz, geçen pakette çıktı. Ama, o acele yargılama çıkmasına rağmen    -özellikle enerji, maden, kömür ocaklarında- bir yürütmeyi durdurma kararı bir ayda çıkmadı. Bir ayda yargılama hani bitecekti? 6 bin zeytin ağacı kesilirken dozerlerle, dozerler ezerken zeytinleri Hükûmetiniz hepsini etti zengin, zenginleri kolladı. Danıştay kararı da sonra geldi “Efendim, yürütmenin durdurulmasına…” Ba’de harâb-il-Basra, ağaçlar kesildikten sonra karar geldi. Ne biçim acil yargılamaydı bu? Hani o acil yargılama… Yani, elektronik bir karar Soma hâkimine ulaşamaz mıydı, Soma’daki hâkime, polise anında bildirilemez miydi? Bildirilirdi. Demek ki burada da kayırmacılık farklı işledi.

Şimdi, siz dün bu yasayı çıkarıp bugün bunun aksini savunuyorsunuz. Ne oluyor size? İhtiyaçlarınız beş ayda nasıl değişti, niye değişti? Makul şüphe hâline taktınız kafayı? E, siz getirmediniz mi ya? Somut delillere dayalı kuvvetli şüphe hâli Anayasa’da var, bu Anayasa’da demin okuduğum bu: “Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler...” Anayasa’da var mı? Var. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde var mı? Var tabii, 5’inci maddesinde, kişi güvenliği ve özgürlüğünde, hazırlık aşamasında -dikkat edin- kuvvetli belirti, delil arar yani ilk alınacağı zaman. Son soruşturmada ise makul şüpheyi arar. Siz şimdi makul şüpheyi getiriyorsunuz. Zaten 77 milyon insanımızın hepsi sizin için makul şüphelidir, açık söylüyorum. Yani, ortada dolaşan her vatandaş potansiyel suçlu, her an suç işleyebilir. Ne yapacağız o zaman? Kuvvetli şüpheyi çıkaralım, makul şüpheyi getirelim, yakalayalım, içeri atalım. Kimi atalım? Herhâlde kendi üyelerinizi atmayacaksınız. 3 tane muhalefet partisi var, bir de Parlamento dışı partiler var. Sesini çıkaranı atacaksınız. Bu yetmedi.

Şimdi, kardeşim, hepimiz şunu iyi bilmiyor muyuz: Meclise karşı suç, Cumhurbaşkanına karşı suç, hükûmete karşı suç yani devlete karşı suçların hepsinin müeyyidesi ağır cezalık, ağır müebbet değil mi? Madem öyle, tekrar bu maddelere eklediğiniz, hükûmete karşı suçta mal varlığına el koyma ne demektir, biliyor musunuz? Ne demektir yani malvarlığına el koyma, alacaklarına ve üçüncü kişideki haklarına? Basınsa “Sustururum seni.”, yazarsa “Sustururum seni.”, siyasi muhalifse “Seni de sustururum, evine de, mülküne de el koyarım, hükûmete karşı geldin ya. Bir hâkim kararı lazım, bir sulh ceza hâkimi de bulurum canım. Sesini çıkarma, yoksa mallarına el koyarım.” Vallahi Şuppiluliuma döneminde bile böyle bir düzenleme yoktu. Bu kadar keyfî bir düzenleme dünyanın hiçbir yerinde yok. Yani, sırf hükûmeti korumak için taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma. Niye? “Hükûmete karşı suç.” Kardeşim, zaten hepsi var. Ağır müebbet veriyorsun, ağır müebbet; zaten cezaevine girdi mi bir daha çıkmayacak, bir de sülalesini de, ailesini de mal varlığıyla beraber cezalandırmak istiyorsun. Yani, karısı da aç kalsın, çocukları da aç kalsın, hepsi perişan olsun, bir evleri varsa o evini de elinden alın, hepsi sokağa düşsün, bunu mu istiyorsunuz? Vicdan olayıdır, insanlık olayıdır, sadece hukuk değil ahlak olayıdır. İnsan bu kadar acımasızlığı kime yapabilir? Sırf eleştirdi diye bir muhalifin…

Bakın, teklifin 23’üncü maddesine bakıyorum. İletişimin dinlenmesiyle ilgili kararların oy birliğiyle alınmasını siz getirmediniz mi kardeşim, niye pişman oldunuz? İstihbarat sizde değil mi? MİT, Başbakanın emri altında değil mi? İstediği gibi dinleme yapamıyor mu, istediği gibi izleme yapamıyor mu, istediği gibi takip yapamıyor mu? Yapıyor. Peki, siz niye tekrar bunu getiriyorsunuz? Var, emrinizde güç var. Siz tekrardan bunu niye getiriyorsunuz? Bunu belediye zabıtası aşamasına kadar yaygınlaştıracaksınız, polis, jandarma, sahil güvenlik, özel güvenlik, dedektiflik büroları...

Bu Hükûmet bir dedektif hükûmet olmaya başladı arkadaşlar, hükûmet etmeyi bıraktı, dedektiflik yapacak artık. İşi gücü dinlemek ve takip etmek. Takip etme işini takip edin arkadaşlar, seçimler yaklaşınca bu takip işleri piyasaya geçer. Nasıl takip? Şantaj kasetleri, dinleme, mahreme girme, kişisel hak ve hürriyetleri ihlal etme, konut dokunulmazlığını kaldırma, özel hayatı ihlal… Bakın, kaç tane suç saydım. Bütün bunları, CMK 140’ıncı maddede bir düzenlemeyle halledeceksiniz. Ne güzel, ne güzel… Ya, en ilkel kabilenin de kendine göre bir hukuku var, vicdanı var, insafı var, sınırı var arkadaşlar. Burada nerede bu sınır, bana anlatabilir misiniz.

Şimdi, böyle bir dikta altındaki toplum yasasıyla siz neyi çözebilirsiniz? Biz buna karşıyız. Biz ne demişiz? Teklif vermişiz, bilişim suçlarıyla ilgili demişiz ki: Bakın -bir de gizli soruşturmacı olayı var, ona gireceğim- bu işleri yapmayın, milletin mahremine girmeyin. Siz muhafazakâr adamlarsınız, insanlarsınız, sizde edep konusu çok öne sürülür, mahremiyet denen şeylere çok değer verirsiniz, etmeyin, eylemeyin, böyle her önüne gelen herkesi röntgenlemesin, röntgenleyip İnternet’e, televizyona vermesin, ahlaksızlık yapmasın, bunun önlemini alın. Verdiğimiz bu kanun teklifinin karşısında sizin getirdiğiniz kanun teklifi rezalet bir teklif, rezalet. Sadece skandal değil, rezalet, kepazelik, kepazelik, hukukun katli, hukukun dibe çökümü, hukukun ortadan kaldırılması, rezalet! Bunu da hukukçular yapıyorsa o hukuk komisyonundakilerin hepsine güzel bir madalya vermek lazım. Biliyorsunuz, her zaman pozitif madalyalar yok.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Şubat ayındaki düzenlemede bunun tam tersini konuşuyordunuz.

HASİP KAPLAN (Devamla) – En kötü bilmem ne ödülü de bazen verilir, vermek lazım. Hukukta en kötü hukuk ödülü neyse araştıracağım, bir yöntemini bulacağım ve size takdim edeceğim bu geçtiği zaman.

Şimdi, bakın, tasarının 26’ncı maddesinde getirilen sınırlama… Bakın, yargıda gizli tanığa niye ihtiyaç duyarsınız, gizli soruşturmaya niye ihtiyaç duyarsınız? Ya, bakın, açık konuşalım, insan avukatın bilmediği, kimsenin tanımadığı, kimsenin bilmediği X şahsının beyanlarına binaen hem tutuklanacak hem mallarına el konulacak hem hayatı kararacak hem hak aradığı zaman da “Gizli soruşturmacının beyanı var arkadaş.” diyeceksin. Var mı böyle tanık sistemi? Hani çapraz sorgu sistemini getirmiştik? Hani Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruyu getirmiştik? Getirdiniz de ne oldu? Üç senede Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde yine 4’üncü sıraya terfi etti. 10 bin küsur başvuru var şu an. 4’üncü sıraya geldi biliyor musunuz? Anayasa Mahkemesinin bendine rağmen, engellemesine rağmen 10 binin üstünde başvuruyla 4’üncü sıradasınız. Anayasa Mahkemesi bireysel başvurusu olmasaydı vallahi de billahi de 50 binin üstünde başvuru olurdu. Niye? Bu kadar hukuksuzluğun olduğu bir ülkede, bu kadar adaletsizliğin olduğu bir ülkede bundan ötesi ne olsun ki? Şimdi, bunlar önemli başlık noktalarıydı, vurgu yaptığımız.

Yargıtayla, Danıştayla ilgili… Ya, ayıptır, adli yıllarla uğraşmayın ya, bir törenle uğraşmayın. Ya, kişisel kaprisleri yasalaştırmayın ya, arkadaşlar ya. Bugün Feyzioğlu Barolar Birliği Başkanıdır, yarın bir başkası gelir ya. Feyzioğlu yasası bu ya, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu yasası yaptınız ya, yasaklama yasası. Hâkimleri, savcıları da yasağa soktunuz. Günahları neydi? Diyelim, hadi bir muhalife tahammül etmediniz, onu da kaldırdınız, ya hâkim ve savcıların disiplin afları? Bize çıkarır mısınız Sayın Bakan, kaç tane hâkim, savcı disiplin cezası almış, ne tür disiplin cezaları almışlar? Savcılık mesleğinden gelen, hâkimlikten gelen arkadaşlarımız var. AK PARTİ’de Şuay nerede? Süha Bey burada. Bu konuda umarım sizler güzel konuşmalar yaparsınız burada.

Yani paralelin yaptığı disiplin cezaları mı var çokça acaba? Onunla ilgili mi bu affa ihtiyaç duyuldu? Yoksa, hakikaten yüz kızartıcı bir suçtan dolayı bir hâkim disiplin cezası almışsa onu  terfi mi ettireceksiniz, soruyorum.

Şimdi, el koymadan avukatın dosyasına, Danıştayda Başkanlar Kuruluna, yeni yetkilere… Bakın arkadaşlar, bu Danıştay olayını basite almayın. Yakında 46 tane termik santral -HES- özelleştirilecek, 25 şeker fabrikası özelleştirilecek, sayılarını sayarsam aklınız şaşar. İşte, bütün bu taşeronlaşma, özelleştirme, bu zulüm, bu isyan, madem ocaklarında ölüm… Bunların hepsine Danıştayda, idari yargıda yürütmeyi durdurma kararı veriliyordu. Orayı da kendinize göre dizayn ederek kurtarma çabası… Her şey size göre. Böyle olmaz ki arkadaşlar, yanlış yapıyorsunuz.

Yargıtaya 8 tane yeni daire… Suç patlaması mı yaşıyor Türkiye? Suçlar mı patladı, ne oldu? O kadar istinaf mahkemesinden sonra 8 daire daha. Yoksa herkesi potansiyel suçlu olarak… “Binlerce dosya gelecek, dosya yığılması olacak, onun için yargıyı tahkim edelim.” mi dediniz? Yok arkadaşlar, biz buna karşıyız, despotluğa karşıyız, bu tür hukuksuzluğa karşıyız. Bunun da size hiçbir şey kazandırmayacağını söylüyor, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Sayın Ömer Süha Aldan konuşacak.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uzun süredir kamuoyunun gündeminde olan 655 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin nihayet Genel Kurula geldiğini görüyoruz.

Tabii, aslında şöyle başlamak lazım: Geçtiğimiz şubat ayında “yargı paketi” adı altında önemli bir değişiklik yaptık, bununla yetinmedik, Haziran 2014’te bir değişiklik daha yaptık. Her ikisinin adı da “yargı reformu”ydu. Şubat ayında yaptığımız değişiklikleri şu anda geri alıyoruz. Şimdi, o yargı reformuysa bu ne? Bu, reformun reformu mu?

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Rereform, rereform...

ÖMER SÜHA ALDAN (Devamla) – Şimdi, öncelikle üzerinde durulması gereken şey bu: Neden böyle bir değişiklik amacı güdüldü?

İkinci olarak üzerinde durmamız gereken bir şey var: Eğer bir ülkede hele ülkenin parlamentosu yargıyı bu denli fazla konuşuyorsa o ülkenin demokrasisinde sorun vardır. Eğer bir ülkede yargı mensuplarının adı film artistleriyle eş anlamlı bir şekilde gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını süslüyorsa o ülkenin demokrasisinde sorun vardır. Yargının yapısıyla çok oynanmıştır. Gerçekten de elbette ki yargıda uzun yıllara dayanan sorunlar vardır. Yargıda siyasallaşmaların belirtisi de görülmüştür zaman zaman. Keza yargıdaki bu siyasallaşma girişimlerinin çoğunluğunun bireysel olduğunu görmüşüzdür geçmişte. Ama, ne zamanki 12 Eylül 2010’da bir referandum yapılmıştır, o referandumdan sonra yargıdaki siyasallaşma artık kurumsal bir hâl almıştır. Keza, o dönemde iktidarı oluşturan koalisyon, belli bir dayanışma içinde yargıyı ele geçirme operasyonunu adım adım gerçekleştirmiştir. Ama, ne var ki her zaman ülkeye egemen olan bir güç eğer bir koalisyon yapısı içindeyse bir süre sonra güçler savaşının ortaya çıkması da kaçınılmazdır. Bugün yaşanan, iktidarda egemen olmak, daha fazla pastadan pay almak adına bir güç savaşından ibarettir. Keza güç savaşında üstün olan da şu aşamada, karşısında bir anlamda sindirdiği, bir anlamda susturduğu, bir anlamda sütre gerisine itilmesine neden olduğu yapıyı bir düşman gibi göstererek yargıdaki o siyasallaşma adımını daha da perçinlemek istemektedir. Bu yasa teklifi bir reform falan değildir. İşte bu, yargıya daha sağlam bir ayakla basmanın bir aracından ibarettir.

Bugün, tabii, sorun şu aslında: 2014’ün içinde, hemen hemen benzer konularda 3 tane değişiklik yapıyoruz ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurulu bütün mesaisini o yasa teklifi... Ki o teklifin altında imzası bulunan arkadaşlarımın o tekliften hiç haberlerinin bile olmadığına eminim ben çünkü Komisyon çalışmaları sırasında, yasa teklifinin değişikliklerinin Bakanlığın bürokratlarınca yerine getirildiği hepimizin malumuydu ve bir mutfakta hazırlanan bir yapı getirildi, önümüze konuldu. Peki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir ülkenin Parlamentosu aynı yıl içinde birbirine benzer konularda 3 tane yasama değişikliğini yapıyorsa bunun bir adının olması lazımdır, buna bir ad koymak zorundayız. Bunun adı, düpedüz, yasama görevini kötüye kullanmaktır. Ben, Adalet ve Kalkınma Partisinden oy veren arkadaşları tenzih ediyorum. Onlar, o bloklaşmanın etkisiyle, kendi arkadaşlarının verdiği bir teklif var, işte iktidarlarının verdiği bir teklif var dolayısıyla onaylama ihtiyacı hissediyorlar. Ama, gelecekte, Türk Ceza Kanunu’na böyle bir hüküm koyacağız, bu bir ihtiyaçtır. Bugün, yasama görevi kötüye kullanılmaktadır.

Türkiye’de, pek çok yasal düzenlemelerle karşılaştık değişik hükûmetler zamanında ama hiçbir hükûmet döneminde, bu denli kişiye özel düzenleme görmedik. Ha, onunla da yetinmedi bu iktidar, bugün gelinen noktada artık, zamana ve zemine göre de yasa değişikliği yapıyor. Yani, Şubat 2014’te, 17 Aralıkta sabaha karşı kapılar çalındığı anda bir karar veriliyor, deniyor ki: “Artık, bir evi aramak için somut delillere dayalı kuvvetli şüphe olacak.” Onunla da yetinilmeyip “Acaba, bizim hakkımızda filanca adliyedeki evrakların içinde ne vardır?” diye merak içinde, bir düzenleme daha yapılıyor. Müdafilerin, avukatların dosyanın istinasız bütününü incelemesine ortam sağlanıyor ve bugün gelinen noktada, önce HSYK -eski HSYK- kendi içindeki yapısı itibarıyla değişim gösteriyor, öncekine göre daha farklı davranıyor, mevcut egemen gücün daha çok yanında yer alıyor. Sonrasında, yeni HSYK seçimleri yapılıyor, artık, yeni koalisyon kuruluyor, yeni bir koalisyon var artık. Şunu görüyoruz ki iktidar artık, kendisine yeni partnerler arayışı içindedir ve bunu bulmuştur. Bu da ne kadar gidecek, onu da bilemiyoruz tabii ve iş sağlam olunca da Yargıtayın, Danıştayın yapısından başlayarak önemli derecede değişiklikler yapılıyor.

Bugün, yargının üzerindeki baskıyı anlamanın en önemli yollarından bir tanesi, Sayın Cumhurbaşkanının bu tip düzenlemeleri kamuoyuna ilk açıklayan kişi olmasıdır. Sayın Cumhurbaşkanının görevleri arasında Meclise ya da Meclisteki milletvekillerine “Şu yasa teklifini vereceksiniz.” telkini yoktur, imada dahi bulunamaz. Bu, doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine yapılan bir müdahaledir. Ama, güvenlik paketi olsun, bu yasal düzenleme olsun, biz bunu ilk ağızdan, Sayın Cumhurbaşkanından duyduk yani Sayın Başbakan, Sayın Adalet Bakanı baypas edilmiştir böyle bir noktada ve ne yazık ki -dün sanıyorum- Sayın Cumhurbaşkanı bir yargıç hakkında “vatan haini” ibaresini kullanmıştır. Siyasiler, o siyasi jargon gereği, zaman zaman, birbirine amacını aşan, hatta hakarete varan sözler söyleyebilirler ama bir ülkenin Cumhurbaşkanı kanıtlanmadıkça bir yargıcı vatan hainliğiyle suçlayamaz ve bunu Galataport ihalesinde yürütmeyi durdurma kararı vermesi dolayısıyla söylemiştir. Peki, burada şunu sormak lazımdır ondan hareketle: Yani “Galataport’a adam bir sürü yatırım yapmış, milyonlarını oraya dökmüş, memleket için iyi bir şey ama iki yıl sonra bunun hakkında yürütmeyi durdurma kararı verilmesi vatan hainliğidir.” gibi bir söz söyledi. O zaman, peki, Kolin İnşaatın santraliyle ilgili, 6 bin zeytin ağacının kesilmesi aşamasında yürütmeyi durdurma kararı veren Danıştay üyeleri de vatan haini midir? Böyle ,mameleke intikal eden konularda bu denli duyarlı olan Sayın Cumhurbaşkanı, 2007’den bu yana o dalgalar hâlinde süren aşamada, haksız yere sabaha karşı evleri basılan, haksız yere gözaltına alınan, yıllarca cezaevinde nedensiz yere, suçu dahi açıklanmadan yatanlara sebebiyet verenler için neden tek bir kelime etmemiştir?

Türk Silahlı Kuvvetlerine yapılan müdahaleleri biliyoruz. Özellikle, seçkin, çağdaş, bilgili Deniz Kuvvetlerine yapılan operasyonu acaba nasıl değerlendiriyor Sayın Cumhurbaşkanı? Oraya yapılan müdahalede vatan hainliği izleri var mı? Onunla ilgili ağzından şimdiye kadar hiçbir kelime duyduk mu?

Paraya vazıülyed eden hâllerde vatan hainliğini gündeme getirecekseniz ama bu ülkenin aydınları içeri tıkılırken gıkınızı çıkarmayacaksınız, sonra da ortaya çıkıp sabaha karşı Kısıklı’daki villanın önünde toplanan olduğu zaman bunları düşman göreceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Bu samimiyetsizliktir.

Yasaya gelince, ilk 6 madde, ilk 6 maddenin içeriğinde şunlar vardır: Noterlik Kanunu’yla ilgili düzenlemelerdir, arkadaşlar maddelere sıra geldiğinde açıklama yapacaklar.

7’nci madde açıkça Anayasa’ya aykırı bir maddedir. Hukuk mezunu olmayan idari yargıçlara, savcılara ve Danıştay üyelerine sınavsız olarak doğrudan hukuk fakültelerine giriş olanağı tanınmaktadır. Bu, Anayasa’mızın fırsat eşitliğine açıkça aykırıdır. Yükseköğretim Kanunu’nun 45’inci maddesinin birinci fıkrası aynen şöyledir: “Devlet üniversitelerine yerleştirmede YÖK tarafından yapılacak sınavla belirleme yapılır.” der. Birinci fıkra böyleyken o birinci fıkranın altına sınavsız giriş hakkı tanımak bir kere şöyle bir açıdan çok garabettir: İdari yargıçlar, beş yıl çalışmak şartıyla sınavsız, hukuk fakültesine kaydolabileceklerdir. Öncelikle, bu yargıçlara saygısızlıktır bu. Bu yargıçlara “Sizin hukuk nosyonunuz yeterli değil, siz doğru dürüst, adam gibi hâkim değilsiniz. Onun için, size bir de hukuk fakültesine girme hakkı veriyoruz.” demektir. Bu doğru bir şey değil. İkincisi, binlerce insan yüze yakın hukuk fakültesinden mezun oluyor. Gençlerimiz 3 kuruşa avukatların yanında, boğaz tokluğuna çalışmak zorundalar. Birtakım insanlara, yaşını başını almış insanlara sırf “Mesleklerinden sonra avukatlık yapsınlar, böyle bir olanağı tanıyalım.” diye imtiyaz tanınması gerçekten, o gençlerin emeğine saygısızlıktır. Bu açıdan, Komisyon çalışmalarında da üzerinde dikkatlice durduk ama ne yazık ki göz ardı edildi.

Şeylerden biri de şudur, aslında 11’inci maddedir. Bu da Danıştay Kanunu’nun 14’üncü maddesinde bir değişiklik yapıyor. Artık, dava dairelerinde hukuk, siyasi bilimler, iktisat gibi dallarda eğitim insanlar ancak görev yapabiliyorlardı Danıştay üyesi olarak, bu tamamıyla kaldırılmıştır. Şimdi, sıradan herhangi bir kişi dava dairelerinde görev yapacaktır. Keza Danıştaya üye seçilmek için yirmi yılın on yedi yıla indirilmesinin temelinde de sanıyorum o on yedi yıllık bareme girecek birkaç kişi vardır, onların listeye dâhil edilmesi istenmiştir.

Yargıtay Kanunu’nda da benzer bir değişiklik yapılıyor, biraz önce Sayın Kaplan söyledi. Yargıtaya ve Danıştaya üye seçiliyor. Elimde bir yasa tasarısı var; 2007 tarihini taşıyor, dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanmış. 1’inci maddesi şu şekilde, Yargıtay Kanunu’nun 5’nci maddesinde değişiklik içeriyor.  “Madde 5- Yargıtayda 13 hukuk, 7 ceza dairesi ve en fazla 150 üye bulunur.” diyor, 2007’de. Şimdi ne oluyor? 23 hukuk, 23 ceza dairesi, 516 Yargıtay üyesi seçilecek. Yargıtayda tetkik hâkimi sayısı 1.308’dir. Neredeyse 2 tetkik hâkimine 1 üye düşer konumuna geliniyor, yargıtay balon gibi şişiriliyor. Buradaki temel amaç, elbette iş yükü, şu bu falan değildir. Mevcut bir yapı var Yargıtayda, 2014 Haziranında bu yapıyı pasifize etmek amacıyla bir düzenleme yapılmıştır. Yapılan bu düzenleme kapsamında da amaç hasıl olamamıştır çünkü 2014’ün Haziranındaki yasal düzenlemenin Yargıtaydaki ittifakı bozulmuştur. Şimdiki Yargıtay Başkanının biraz da bireysel girişimleriyle, hiç arzu edilmeyen bir Başkanlık Kurulu oluşturulmuştur. Şimdi bu değiştirilmek istenmektedir. Bunun için ne yapılacak? Yargıtaya 129 yeni üye seçilecektir, Yargıtayın yapısı değiştirilecektir, çok kısa süre önce, daha haziran ayında oluşturulmuş Başkanlık Kurulu lağvedilecektir, yerine yenisi kurulacaktır. Nereye kadar? Eğer bu anlayış sürerse, inanın bana, bir gün Yargıtaydaki üye sayısı kürsüdeki hâkim sayısını neredeyse geçecek hâle gelecektir. Bu komedidir, yazıktır, yargıyı bu hâle getirmek gerçekten de ayıptır.

Bu noktada, Yargıtay tetkik hâkimlerinin seçiminin tümüyle HSYK’ya bırakılması da hiç doğru bir şey değildir. Yargıtaydaki daire başkanları… Ben buradan tavsiye ediyorum: Nasıl olsa bu yeni seçileceklerle birlikte yapı değişecek, gelin bu düzenlemeyi geçirmeyin. Yargıtaydaki daire başkanları beraber çalışacakları tetkik hâkimlerini sorsunlar. HSYK’ya Yargıtaydaki tetkik hâkimlerini seçme hakkının verilmesi, doğrudan, özerk bir yapı olan, üst bir yargı kurumu olan Yargıtayın HSYK’nın emrine girmesi anlamına gelir, buna izin verilmemelidir. Zaten bozdunuz, yapboz, yapboz derken hep bozdunuz, bari daha da bozmayın derim.

Tabii, düzenlemede yurt dışı teşkilatı var ama 3 tane daha önemli konu var. Yargıda Birlik Platformu oluşturulduğu zaman, bu platformdaki hâkim ve savcılar Sayın Başbakanla görüştüler ve çıkışta bir açıklama yaptılar, dediler ki: “Bir, maaşımız artırılacak. İki, ucuz silah edineceğiz. Üç, disiplin affı getirilecek.”

Şöyle söyleyeyim: Türkiye’de toplam 13 bin küsur, 14 bin hâkim ve savcı var idari yargıda, adli yargıda. Şu anda HSYK 3. Dairede 7 bin şikâyet var. Yani, her 2 hâkim, savcıdan -kabataslak düşüneceksek- 1’isi şikâyete maruz kalmış durumda. Bunların içinde esaslı olanlar da vardır, hayalî olanlar da vardır. Bu süre içerisinde, 59 hâkim, savcının meslekten ihraç edildiğini gördük, biliyoruz. Burada önemli bir nokta var, bunun üzerinde durmak istiyorum.

Sicil affı getiriliyor, bence çok doğru bir girişimdir, pek çok hâkim, savcıya haksızlık yapıldığını ben biliyorum. Sırf “şucu, bucu”dur diye insanlara eziyet edilmiştir, sudan yere cezalar verilmiştir. Bir adliyede 13 hâkim, savcı  hakkında  soruşturma  yapılmıştır, sırf göstermelik olsun diye -12’si aynı suçtan muzdarip diyelim- 12’si aklanmış, 1’ine ceza verilmiştir. Bu açıdan olumlu ama “1/4/2005 tarihinden 1/9/2013 tarihine kadar işlenmiş fiillerden dolayı…” Şimdi, niye böyle bir tarih konuldu? 1/5/2005 tarihi, bir önceki sicil affının çıktığı tarihtir, makuldür. Peki, “Niye 1 Eylül 2013?” derseniz: Çünkü, hani bu Ergenekon davalarında, bu 17 Aralık sürecinde çok meşhur olan bir savcı vardı ya, onun yurt dışına çıkış tarihi 2 Eylül 2013’tür. Anladınız mı değerli arkadaşlar? Yani, onun soruşturma kapsamına alınması amacıyla böyle bir şey yapılmıştır.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Kişiye özel!

ÖMER SÜHA ALDAN (Devamla) - Bunu yapacaksanız, lütfen, hepsini dâhil edin ya da buraya süre koymayın, bunu özellikle istirham ediyorum.

Şimdi, tabii, maddelere geldiğimizde de bazı özel değerlendirmeler yapacağız ama sürem dar, sadece bir konuya değineceğim. Müdafilerin dosyayı inceleme yetkisinde Komisyonda ısrarla üzerinde durduğum hâlde, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu bu kapsama alınmıştır katalog olarak. Bu, avukatların dosyayı incelemesini sonuna kadar sınırlayacak bir düzenlemedir. Bunun da madde metninden özellikle çıkarılması gerektiğini ifade ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aldan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Murat Başesgioğlu konuşacak.

Buyurun.  (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; 655 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini arz etmek üzere söz aldım. Sözlerimin başında şahsım ve  grubumuz adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, sözlerimin başında, belki de usule taalluk etmesi sebebiyle bir hususu dikkatlerinize sunmak istiyorum: Bu teklifin  başlangıcı hâkim ve savcılarımızın özlük haklarının iyileştirilmesine yönelik idi seçimden önce. Sonra, 2 ayrı kanun teklifleri verilmek suretiyle 52 maddeye kadar ulaşan  bir kanun teklifiyle şu anda huzura gelinmiş vaziyette. Bu iyileştirme konusu geciktikçe tabii Parlamentoya serzenişler başlayacak, diyecekler ki: “Ya, muhalefet bu kanunun görüşülmesini geciktiriyor dolayısıyla hâkim ve savcılarımız maaşlarına ulaşmakta gecikecekler.” diye bir taktik geliştirilebilir.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Demeyeceğiz,  demeyeceğiz.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Zaten, yasanın hızlı gitmesi için sürükleyici maddeler vardır. Bu teklifin de sürükleyici maddesi hâkim ve savcılarımız için öngörülmüş iyileştirmedir.

Burada bir teklifimiz var, diyoruz ki: Hükûmet yahut da Komisyon, tasarıyı Komisyona alsın, ben Sayın Halaçoğlu adına söz veriyorum, bir saat içerisinde hâkimlerimizin maaşlarını o Komisyondan geçireceğiz. Bir saat içinde de Meclisten, buradan geçer. Yarın, Türkiye, Meclis hâkim ve savcılarımızın maaşlarında 1.155 TL’lik iyileştirme yapmış olarak uyanır; birinci önerim bu. Bu olmaz gece geç saatte, yorulduk filan diyorsanız, o zaman, ilgili maddenin başına “Bu iyileştirme 1 Kasım 2014 tarihinden itibaren yürürlüğe girer.” diyelim. Diyelim ki bu kanun sürecek çünkü pazara kadar  çalışma süresi aldınız, ikide bir  muhalefet partilerini yersiz yere kimse suçlamasın, hodri meydan!

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – “Peşinen söyleyeyim.” diyorsunuz.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Hangisini seçerseniz seçin, ister Komisyona gidelim ister burada “1 Kasım 2014 tarihinden geçerli olmak…” ibaresini önerge olarak verelim, ikisine de hazırız.

Değerli arkadaşlarım, bunu olumlu buluyoruz, bu iyileştirme iyidir, çoğu ülkelerde hâkimlere bir maaş vermezler, maaş çeki verirler, hazine çeki verirler, hiçbir meblağ yok, hâkim yazar meblağını. Onun için, hâkimlerin maaşlarındaki iyileştirme adaletin tecellisi açısından son derece önemli ama bu iyileştirme emekliliklerine yansımıyor ve hâlen emekli olmuş hâkim ve savcılarımıza yansımıyor. Bu bir eksiklik, bunun da olmasını istiyoruz.

Adalet hizmetini adliyelerde, hâkim ve savcılarımızın yanında üreten değerli yöneticiler var. Kimler var? Yazı işleri müdürleri var, icra müdürleri var, kâtipler var, zabıt kâtipleri var, mübaşirler var. Bunlara hiçbir iyileştirme söz konusu değil. Bunların da yapılması lazım.

Aslında, bu maaş iyileştirmelerinin kamuda çalışan tüm kamu çalışanları için söz konusu olması lazım. Mesela, şimdi, mülkiye ile adliye arasında çok büyük uçurum söz konusu oldu. Aynı ilçede bir hâkim, bir kaymakam görev yapıyor, aralarında muazzam fark var.

Yine, Adalet Bakanlığı olduğu için konumuz, ceza ve tevkifevlerinde, denetim müdürlüklerinde çalışan infaz koruma memurları var, psikologlar var, öğretmenler var. Alt komisyonda onlarla ilgili kabul ettiğimiz tazminatlar, maalesef çok düşürüldü. Mesela, müdürler için yüzde 130 olarak kabul ettiğimiz tazminat yüzde 30’a düşürüldü. Bu haksızlık, alt komisyonda bunu hep birlikte kabul etmiştik. Onun için, bunların düzeltilmesi lazım; düzeltilmesi noktasında da 2 teklifimizi yüksek dikkatlerinize sunuyoruz.

Aslında, bu hâkim ve savcı maaşlarının bir anayasal güvenceye kavuşturulması lazım yani ikide bir hâkim ve savcıların, hükûmetin insafına kalıp “Maaşlarımıza ne zaman zam yapılacak?” diye beklememeleri lazım. İleri demokrasiler bunu nasıl çözmüşler? Gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 2’si ile yüzde 6’sı arasında bir payı yargı bütçesi olarak ayırmışlar; hâkim ve savcı veyahut da adalet bakanlığı biliyor ki “2015 bütçesinde benim yargı bütçem budur, hâkim ve savcıya ve adalet çalışanlarına yapacağım iyileştirme budur.”

Şimdi, yanlış hatırlamıyorsam, bizim 2014 Adalet Bakanlığı bütçesinin payı binde 48’dir, yüzde 1 bile değildir. Bu yıl okudum Sayın Bakanın sunuşundan “Yüzde 1,66” diyor. Bu, tabii gayrisafi hasıla mı yoksa bütçe toplam ödeneklerinden ayrılan pay mı bilmiyorum ama 1,6 bile yargı bütçesi için düşük bir rakamdır. Ondan da daha öteye, bu hâkim ve savcı maaşlarının mutlaka bir anayasal güvenceye kavuşturulması lazım. Netice itibarıyla, bu, bir hâkim teminatı ve yargı bağımsızlığı meselesidir.

Değerli arkadaşlarım, teklife geldiğimiz zaman yani bu yasama kalitesiyle ilgili birkaç şey söylemem lazım müsaadenizle. Çok kısa aralıklarla, bu konuya ilişkin, aynı gruptaki arkadaşlarımız birbirleriyle çakışan 3 ayrı kanun teklifi verdiler. Artı, daha önce komisyonlardan geçmiş 3 tane kanun tasarısı ve teklifi şu anda Meclis gündeminde. “Makul şüphe” yerine “somut delil” avukatın dosyaya erişimi meselesi ve Danıştayda 2 daire kurulmasını öngören tasarı şu anda Mecliste bekliyor. Peki, tasarı geldi, komisyonlarda görüştük, bir sürü emek, enerji harcandı bunun maliyetini kim ödeyecek? Aslında, yasama ve yürütme ayrı olsa, yasama hakkına hukukuna sahip çıkıp “Ey Hükûmet, beni bu kadar niye oyaladın kardeşim? 3 tane kanun burada dururken tekrar, bu kanun teklifinin içine, görüşüp yeni baştan niye bana görüştürme yaptırıyorsun?” diye Hükûmete sual sorması lazım. Ama, sıkıntımız yasama ve yürütmenin ayniyeti meselesidir, iç içe girmiştir. Şimdi, yargıyla ilgili bir atraksiyon var; yargıyı da aynı temerküz noktasında, tek elde toplamak istiyoruz. Bunun siyasal literatürdeki tanımı tek parti devletidir. Birazdan, parti devleti meselesine geleceğim. Bugünkü, Sayın Başbakanımızın grup konuşmasına istinaden bazı şeyleri de paylaşmak istiyorum. Evet, 3 tane teklif burada. Çok kısa sürelerle değiştirmişiz, arkadaşlarımız söyledi, Ömer Bey söyledi. Makul şüpheyi dört ay evvel değiştirmişiz, şimdi “somut delil”; tekrar makul delile dönüyoruz. Avukatın dosyaya erişimini daha önce değiştirdik, şimdi eski hâle getiriyoruz, yapboz hâline gelmiş yani bu kadar kısa sürelerde bir öngörüsüzlük, yasama kalitesini bozuyor ve yasama kalitesini bozuyor ve yasama tarihine, maalesef, iyi bir örnek bırakmıyoruz.

Daha özelinde teklifi incelediğimizde, ilk başta, 6 maddesi Noterlik Kanunu’yla ilişkili. Burada dikkat edeceğimiz nokta, kişisel verilerin korunması, mahremiyetin korunmasıdır. Noterler Birliği Başkanı geldi, açık açık sorduk “Hayır, bir endişe yok.” dedi. Ona itimat ederek bu 6 maddeye ilişkin herhangi bir itirazımız yok, noterlik camiasına hayırlı olsun diyoruz.

Efendim, sicil affındaki tarih konusunu ben de dikkatlerinize sunmak istiyorum, 14/2/2005 ile 1/9/2013 tarihleri arasını kapsıyor. Bu, kısıtlayıcı ve mağduriyetlere neden olacak bir zaman aralığıdır. Mutlaka, bunun-2013 tarihinin- en azından yasanın çıktığı tarihe kadar getirilmesinde fayda var diye düşünüyoruz.

Avukatın dosyaya erişimi noktasında, Sayın Bakan da gayret etti, bazı değişiklikler yapıldı, suçlar sayıldı ama  bunlar da kâfi gelmiyor, mutlaka bir süre sınırlamasının söz konusu olması lazım, dosyanın gizlilik kararının kaldırılması için.

Yine, arama, taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma, iletişimin dinlenmesi, teknik araçlarla izleme tedbirlerinde suç kataloğu genişletiliyor. Neleri katıyoruz? “Devlet güvenliğine karşı suçlar ile bu düzenin işleyişine karşı suçların soruşturulmasında yukarıdaki tedbirler uygulanır…” Yani, hepsi siyasal suçlar, bu suçların müeyyideleri çok ağır, müebbet hapisten başlıyor. Mutlaka, bunların, uygulamada çok dikkatli bir şekilde takip edilmesi gerekiyor.

Avukatların, üç yıllık avukatlık süresini tamamladıktan sonra hâkim ve savcı sınavına katılmasını öngören bir düzenleme var. Bununla birlikte, yine 2575 sayılı Yasa’nın 14’üncü maddesinin üçüncü .fıkrası kaldırılıyor, Danıştay dava dairelerinde görev yapacak üyeler için hukuk bilgisine yer veren siyasal, idari bilimler, iktisat ve maliye mezunu olma zorunluluğu kalkıyor. Artık, tıptan da, veterinerlikten de yüksekokul lisansını tamamlamış bir kişinin Danıştayın herhangi bir dairesinde üye olarak görev yapma imkânı açılıyor. Meslek taassubu olarak almayın. Ben hukukçuyum, herkes mesleğini korumak zorunda. Yüzü aşkın hukuk fakültesi var. O genç çocukların gözü kulağı burada, “Ağabeylerimiz bize sahip çıksınlar, mesleklerine sahip çıksınlar.” diyorlar. Avukat olanların, diğer mesleklere girme talebinde bulunan genç hukukçularımızın durumları iyi değil. Bu kadar istihdam talebi varken başka branşlardan, başka disiplinlerden Danıştaya üye almak hakkaniyete uygun değil, bunun değiştirilmesi lazım. Ayrıca, bu, ülkemizde yıllardır yerleşik yargıç tasarımının da köklü bir değişikliği anlamına geliyor. Yargıçlık bir kariyer mesleği, onun için hukuk bilgisi ve bu hukuk metodolojisine yakın bilimlerin seçilmesinde, tercih edilmesinde fayda var.

Bunun dışında, sayın milletvekilleri, bu tasarının en önemli özelliklerinden birisi Yargıtayın ve Danıştayın yapısında ve işleyişinde çok önemli değişiklikler yapmasıdır. Bunu daha önce de yaptık. Mesela Yargıtayla ilgili en son çıkardığımız yasada dedik ki: “Kanunla Yargıtayın ceza ve hukuk dairelerini ayırmayalım.” Ya ne olsun? “Büyük Genel Kurul kaç ceza dairesi, kaç hukuk dairesi olacağına karar versin.” Bu şekilde kanunu çıkardık, belki en doğrusu buydu ama şimdi ona müdahale ediyoruz; 38 daire var, 46’ya çıkarıyoruz. Ömer Bey de gayet güzel söyledi, 2007 yılında, ben de gayet iyi hatırlıyorum, Parlamentoya bir Hükûmet tasarısı geldi,  denildi ki: “Biz artık istinafa gidiyoruz. Bölge mahkemeleri kuracağız, Danıştaya, Yargıtaya tonlarca dosya gelmeyecek, çoğu istinaflar da hallolacak.” 150 üyeli bir Yargıtay ve daire sayıları düşürülmüş bir yapı. Şimdi, arkadaşlar, 516 üyesi olan, 46 tane dairesi olan, dünyanın en büyük Yargıtayına sahibiz. Bu anlayışla bidayet mahkemesi yerine geçer, ilk derece mahkemeleri hâline gelir; bu yanlış bir tasarımdır. Ha, diyeceksiniz ki “Şu anda konjonktürel sorunumuz var, acil durum var. Seni dinleyecek durumda değiliz, biz 46 değil, 86 yaparız.” Olur mu olur! Ama, iyi bir şey yapmayız, yarın bundan geri dönmek durumunda kalırız.

Yargıtaydaki tetkik hâkimlerinin atanması Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca olacak. BDDK’ya, bilmem başka üst kurullara giden tetkik hâkimlerine HSYK hiçbir şey demiyor ama Yargıtayda bir daire başkanı bir tetkik hâkimi almak isterse alamıyor. Kim tayin edecek? HSYK tayin edecek. Yani biraz kaba bir benzetme olacak ama danışman almak istiyorsunuz Meclis Başkanı diyor ki “Ahmet’i değil, Mehmet’i alacaksın.” Bunu da savunmak mümkün değil.

Evet, Yargıtayın ve Danıştayın yapılarında çok köklü değişiklikler oluyor, üye sayıları artıyor, daire sayıları artıyor, Başkanlar Kurulu, Başkanlık Kurulu değişiyor yani Yargıtayda yürütmenin etkisinde olabilecek bir yapı nasıl kurulacaksa milimetrik hesaplamalarla bu hesaplama yapılmış. Böyle bir düşüncemiz var ama bunu yüksek yargı tasavvurunda savunmak ve bunun sürdürülebilirliğine inanmak mümkün değil ama maalesef böyle bir yola girdiniz, bütün ikazlarımıza rağmen bu yoldan da dönme temayülünde olmadığınız görülüyor.

Tabii, yasa yapma konusunda uzun çalışmalara ihtiyaç var, kurumların katkısına ihtiyaç var. Mesela, bu yasalarda Danıştayı bilmiyorum ama Yargıtaya tek kelime sorulmuş değil. Şu bahsettiğimiz değişikliklerin aslında kurumlardan gelmesi lazım. Yargıtayın  demesi lazım ki: “Ey Parlamento, benim şu anda üye sayım yetersiz, daire sayım yetersiz; lütfen bir yasal düzenlemeyle bu sayıyı artırın.” ama Yargıtay diyor ki: “Daha Başkanlar Kurulunu yeni topladık, seçimini dört ay evvel yaptık. Şimdi kanunla tekrar müdahale ediyorsunuz; süresi gelmeden üçüncü kez Birinci Başkanlık Kurulunun seçimini yapmak zorundayım.” Bu, bir müdahaledir. Bu müdahale de yargı bağımsızlığına ve hâkim teminatına yapılmış olan bir müdahaledir ve anayasal sakıncaları olan bir konudur.

Evet, özetle bunları ifade ettim. Değerli arkadaşlarım bölümlerde ve maddelerde daha teknik konularda Genel Kurulumuzu aydınlatacaklar ama ben son beş dakikamı bugün Sayın Genel Başkanımızın grup konuşması ve Sayın Başbakanımızın konuşmasına ilişkin değerlendirmelerle bitirmek istiyorum.

Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli bugünkü konuşmasında istismar edilen kimlik siyasetinin artık bitmesi gerektiğini, bu Dersim isyanıyla başlayan tartışmaların gereksiz olduğunu, bunların bitmesi gerektiğini, Alevi vatandaşlarımızın istismar edildiğini ileri sürerek grubumuzda önemli şeyler ifade ettiler, dediler ki: “Başbakan, Dersim isyanıyla Alevi İslam inancına sahip kardeşlerimizi aynı karede değerlendirerek tarihî bir hataya imza atmaktadır. Altını çizerek söylemek istiyorum ki Alevi İslam inancına sahip kardeşlerimizin teröristlerle yollarının kesişmesi imkânsızdır. Efendimiz’e ve ehlibeyte gönül vermiş hiçbir vatan evladının isyancıların arasında olması düşünülemeyecektir. Milliyetçi Hareket Partisi hiç kimsenin nereli olduğuna, ana diline, etnik kaynağına merak salmamış, bunları mesele yapmamıştır. Geleceğini Türk milletinin içinde gören, ay yıldızlı al bayrağın altında yaşamaktan onur duyan herkesi Türkiye kabul ettik, bunları canımızdan bir parça ve varlığımızın da nişanesi olarak belledik.” Ve “Cami de bizim cemevi de bizim.” diyerek iktidara bir çağrıda bulunuyor: “Artık bu istismar konusunu bırakın, sözün zamanı bitmiştir; gelin, sahibi olduğunuz ayrımcı ve ayrıştırıcı sözde demokrasi paketlerinin içerisine katmadan, sorunun acilen halli yönünde ilk adımları atalım ve Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde bu konuyu tamamıyla çözelim.” ve 10 maddelik önerisini de sıralıyor.

Şimdi, Sayın Genel Başkanımızın bu olumlu yaklaşımına, bu konuyu istismardan kurtarma gayretine Sayın Başbakanımız diyor ki: “Ey Bahçeli, tek parti zihniyetini savunmak sana mı düştü? Bu söylediklerini Tunceli’de de söyle, Konya’da da söyle.”

Değerli milletvekilleri, tek parti zihniyetinden, 1946 tabutluklarından ve 12 Eylül sıkıntısından en büyük zarar gören, en büyük bedel ödeyen parti Milliyetçi Hareket Partisidir. Olağanüstü dönemlerde ağır bedeller ödenmiştir. Onun için, bu kadar ağır bedel ödemiş, tek partiden zulüm görmüş bir hareketin Genel Başkanına “Tek parti zihniyetini savunuyor.” iddiasında bulunmak çok sığ bir düşüncedir. Umarım Sayın Başbakan kastını aşmıştır.

Türk milliyetçileri, bu kadar acı çekmelerine rağmen, acılarını yüreklerine gömmüşler ve devletin manevi şahsiyetine hiçbir zaman saldırmamışlardır; evet, devlet elbisesi giymiş ceberut insanları hafızalarına kazımışlardır ama devletin manevi şahsiyetine kaşlarını kaldırmamışlardır. Biz biliriz ki devlet olmadan ayakta olamayız. Devlet adalettir, devlet merhamettir, devlet şefkattir, sıkıştığımız zaman hepimizin sığınabileceği bir limandır ama maalesef son yıllarda devletin manevi kişiliğine karşı çok ağır bir saldırı var. Bunu çeşitli vesilelerle yaptılar ve şu anda maalesef devletin temel sütunları, temel kadroları ağır bir travmadan geçiyor. Şu anda yaşadığımız sıkıntı bu. Aslında bu paralel yapıyla ilgili mücadele bağlamında sizler de bir devlet tasavvurunun vazgeçilmez olduğunu gördünüz ama iş işten geçti. Şu anda birden fazla paralel yapıyla, hangisiyle mücadele edecek noktasında… Devletin o öldürülmüş bulunan fonksiyonlarını ve dinamiklerini hayata geçirmek istiyorsunuz.

Rahmetli Alparslan Türkeş’in bir sözü var, diyor ki: “Dünyanın en alçak siyasi cinayeti milleti devlete düşman etmektir.” Evet, uzun yıllardır bu aziz milleti devlete düşman etmek için büyük bir gayret sarf edildi. Maalesef ve maalesef belli noktada izler kaydedildi. Bu, şu anda içinden geçmekte olduğumuz toplumsal sürecin en sıkıntılı anıdır.

Onun için değerli arkadaşlarım, iktidar muhalefet demeden herkese seslenmek istiyorum ki: Sakın ola tek parti alışkanlıklarını benimsemeyin. Şu anda karşı karşıya olduğumuz tehditlerin en büyüklerinden biri de demokrasiden uzaklaşmak ve tek parti yönelimine Türkiye’yi götürmektir. Buna kapılmayın, bu heveslere kapılmayın; ülkemizin güvenliğini sağlayın, demokrasiden uzaklaşmayın, hukukun üstünlüğünü korumaya gayret edin ve önümüzdeki seçimlere Türkiye’yi sağ salim götürmenin yollarını arayın. Yoksa durumumuz iyi değil. Zamanım bitti, daha ilerisine gidemiyorum.

Lütfen, aklımızı başımıza alalım ve Türkiye’nin bu büyük coğrafyada savrulmadan ayakta kalmasının mücadelesini birlikte verelim diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın  milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar sona erdi.

Şimdi, şahsı adına ilk konuşmacı…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın  Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın  Başkan, değerli konuşmacı konuşmasında hem kendisinin hem de Sayın  Genel Başkanlarının Alevi İslam inancından bahsettiğini hepimiz işittik. Alevilerin inançlarının ne olduğunu Alevilere bırakmak lazım. “Alevi İslam inancı” diyerek yeni bir polemik yaratmanın doğru olmadığını düşünüyorum, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN –Teşekkür ederim.

Şimdi, şahsı adına  konuşmalara başlayacağız.

İlk konuşmacı, Uşak Milletvekili Sayın  Dilek Akagün Yılmaz.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir yargı paketiyle daha karşı karşıyayız.

Bu yargı paketine girmeden önce, Sayın  Murat Başesgioğlu’nun tek parti döneminde zulüm görmüş bir Genel Başkanları ve o dönemin zulüm dönemi olduğunu belirten konuşmasını ben gerçekten çok yadırgadım. “Tek parti dönemi” dediğimiz dönem, Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün dönemidir. Ardından da Büyük Şef bizim Sayın Genel Başkanımız İsmet İnönü tarafından çok partili yaşama geçilmiştir. Elbette, o dönemde, İkinci Dünya Savaşı döneminde yaşanan acılar da vardır yani pek çok mağduriyetler de olmuştur ama bizim ikinci Genel Başkanımız Sayın  İsmet İnönü bu ülkeyi savaşa sokmayarak bu ülkede herhangi bir şekilde insanların burnu kanamadan o savaş günlerini geçirmesine neden olmuştur. Eğer o dönemde Sayın  İsmet İnönü olmamış olsaydı, herhâlde pek çoğumuzun babası, dedesi olmazdı. Bir, öncelikle onun görülmesini istiyorum.

Cumhuriyet Halk Partisine bu şekilde vurmanın bu dayanılmaz hafifliğine artık MHP’nin katılmasını inanın ben gerçekten yadırgadım. Bu türden konuşmaların ve görüşmelerin bize yarar getirmediğini, aksine zarar getirdiğini, demokratik yaşamımıza da zarar getirdiğini düşünüyorum.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, yargı paketiyle ilgili görüştüğümüzde ise bu paketin aslında konjonktürel bir düzenleme olduğunu hepimiz biliyoruz. Yani, bundan dört ay önce, yedi ay önce yapılan değişiklikler yeniden yapılıyor; bunu diğer arkadaşlarımız da söylediler. Artık bütün yasaların yapboz tahtası hâline dönüştüğünü biz biliyoruz, kanun hükmünde kararnamelerle, yasal düzenlemelerle bunların ne hâle getirildiğini görüyoruz.

Ben şunu öneriyorum AKP Grubuna: Fabrika ayarlarına yeniden dönelim. 2010 referandumunda değişiklik yaptınız ya, oradaki değişikliğin en büyük nedeni zaten yargıyı teslim almaktı; Anayasa Mahkemesini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu istediğiniz gibi dizayn edebilmekti. Onu yaptıktan sonra Yargıtay ve Danıştay Kanunu’nda değişiklikler yaptınız. Birlikte yapılmış olan, geçmişteki cemaat örgütlenmesiyle, “paralel yapı” dediğiniz örgütlenmeyle birlikte yapılmış olan bu kumpasların diyelim, bu yargının üzerinde hakimiyet kurma yaklaşımının daha sonra bumerang gibi sizi vurduğunu gördünüz, o paralel yapının hukuk dışı davranışlarını sizler de gördünüz; bizim geçmişte Balyoz ve Ergenekon davalarında yaşadığımız ve sizlere anlatmaya çalıştığımız şeylerin, siz daha sonra kendinize yapıldığını iddia ettiniz. Ama ne yazık ki aslında yolsuzluk ve rüşvet davasında sizlerin söylediği şeyler vatandaşlara çok da inandırıcı gelmedi. Vatandaşların çoğu tarafından deniyor ki: “O yolsuzluk ve rüşvet işleri yapılmıştır, biz buna inanıyoruz.” Ne zaman ki bu yapıldı, siz kendinizi tehlike altında gördünüz, işte o zaman yargıyı yeniden kendiniz için dizayn etmek üzere o hareketlere giriştiniz. Biz bunların hepsini biliyoruz.

Şimdi, bu teklifler nasıl geldi? İlk teklif hepinizin bildiği gibi 2 Ekimde geldi. İlk teklifte ne vardı? Noterlik Kanunu’nda değişiklikler vardı, hâkimlerin özlük haklarında değişiklikler vardı, bir de hâkimlere ve savcılara disiplin affı vardı. Bunu ne için getirdiniz? 12 Ekimde bir HSYK seçimi vardı, orada hâkimlerin ve savcıların gönlünü alabilmek amacıyla yaptınız, belki de onlara bir anlamda da şantaj anlamında yaptınız, “Eğer kabul ederseniz, siz bizim istediğimiz gibi bir HSYK seçerseniz bunlar geçecek, yoksa geçmeyecek.” dediniz. Hatta, sizlerden, bir grup başkan vekiliydi zannederim, “Eğer istediğimiz gibi olmazsa bu seçim sonuçlarını geçersiz sayarız.” dedi. Hani millî iradeydi, hani siz seçim sonuçlarına bağlı kalıyordunuz? Burada seçim sonuçlarını tanımayabileceğinizi söylediniz.

İlk teklif böyle gelmişti Adalet Komisyonuna. Ardından, HSYK seçimleri bitti, belki istediğinize yakın bir sonuç aldınız ve 14 Ekimde ikinci teklif geldi. Artık kendinizi biraz daha güvende hissettiniz ya o, 21 Şubatta kendinizi, bakanları, bakanların çocuklarını, kendi taraftarlarınızı güvence altına alabilmek amacıyla yapmış olduğunuz dinlemeler, teknik takip, gizli soruşturmacı vesair konularda, bütün o “Biz reform yapıyoruz ve bunları demokratikleştiriyoruz.” dediğiniz şeylerde kısmi olarak geri adımların atıldığı CMK’yla ilgili değişiklikler geldi. Aynı zamanda, bu CMK değişikliklerini bir anlamda muhaliflere karşı kullanmak amacıyla pek çok katalog suçlar da CMK’daki bu koruma tedbirlerinin içerisine konuldu.

Ayrıca, avukatların erişim hakkını… 21 Şubatta, siz o erişim hakkındaki yasakları kaldırdığınızı beyan etmiştiniz; yeniden o erişim hakkı, dosyaya erişim hakkı engellendi. O zaman neden siz o erişim hakkındaki yasakları kaldırıyordunuz? Çünkü, sizin hakkınızda, AKP’nin bazı yetkilileri hakkında yapılan soruşturmalarda avukatlar o dosyalara ulaşamıyordu. Dosyalara ulaşıldı, takipsizlikler verildi ve artık bertaraf ettiğinizi düşündüğünüz için yeniden eski hâle getiriyorsunuz.   

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Eski hâline getirmiyoruz.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) – Ayrıca, adli yıl açılış törenlerinin de yasaklanması ya da ortadan kaldırılması, yasal zemininin ortadan kaldırılmasının gerekçesini de hepimiz biliyoruz. Hem Tayyip Erdoğan’ın talebini yerine getirmek hem yüksek yargıya bu şekilde bir gözdağı vermek, aynı zamanda avukatlara, Barolar Birliğine de gözdağı vermek, “Eğer biz istersek sizi yasal düzenlemelerle sustururuz.” demek için onu getirdiniz.

Ardından üçüncü teklifi getirdiniz, daha Komisyonda görüşmeler yokken geldi o üçüncü teklif. O üçüncü teklifte de Yargıtay ve Danıştayın yeniden dizayn edilmesi söz konusuydu, bunu getirdiniz ve Yargıtay ve Danıştayı istediğiniz şekilde dizayn ediyorsunuz. Aslında, Yargıtay  ve Danıştayı siz birkaç kez dizayn etmeye çalıştınız ama istediğiniz sonuca ulaşamadınız. Ne yazık ki Yargıtayın ve Danıştayın o hâlinden en çok muhalifler mağdur oldu; Ergenekon, Balyoz ve diğer davalardaki insanlar mağdur oldu. Çünkü, o davaların bakıldığı ceza dairesindekiler hiçbir belgeye bakmaksızın, hiçbir belgeyi kontrol etmeksizin sahte delillerle bu cemaatçi yargıçlar tarafından verilen, bu ayarlanmış yargıçlar tarafından verilen kararları onamışlardı. En çok onlar zarar gördüler. Ama, siz, tabii, kendinizin de zarar görebileceğini düşünerek şimdi yeniden o konuda değişiklik öneriyorsunuz. Ve yasama tekniğine o kadar aykırı bir şey oldu ki “Alt komisyona gitsin, bunlar alelacele çıkmasın.” dememize rağmen, son gelen teklifi alt komisyona da göndermediniz. Hatta Komisyon aşamasında, sürekli, önergelerle, ne olduğunun bilinemediği, hatta Komisyon Başkanının bilemediği, o önergeleri veren arkadaşların bile ne olduğunu anlamadığı pek çok değişiklikler yapıldı. Bunu anlatmaya çalışacağım ben şimdi, ne türden değişiklikler yapıldığını anlatmaya çalışacağım.

Şimdi, öncelikle, Noterlik Kanunu’nda çok önemsediğim ve Komisyonda da dile getirmiş olduğum bazı sakıncaları size iletmek istiyorum. Noterlik Kanunu’nda elektronik ortamda işlem yapılmasıyla ilgili değişiklikler yapıldı. Elbette noterler şimdiki, bugünkü teknolojik gelişmelere uygun olarak bunun yapılmasını isteyebilirler ama çok sakıncalı olan ve hepimizin güvenliğini, hukuk güvenliğini ilgilendiren bazı sakıncalar var orada. Onlardan bahsetmek istiyorum.

Şimdi “Elektronik imza, elektronik ortamda hazırlanan belgelerle ilgili diğer kişi ve kurumlara gönderilebilir.” deniyor. Şimdi, bunu biz Komisyonda da çok tartıştık. MİT Kanunu’nda yapılan değişiklikle, artık, MİT istediği belgeyi istediği kurumdan alabilecek. Bunu vermediği takdirde o kurum… Noterler diyorlar ki: “Bizim yasal düzenlememiz bu konuda müsait değil, vermeyebiliriz.” Hayır, son olarak çıkartılan MİT Yasası’nda, herhangi bir şekilde kendi yasalarında engel olduğunu söyleyerek, örneğin “müşterilerimizin sırları” diyerek ya da “kişi güvenliği” diyerek bu belgeler eğer verilmezse hapis cezası öngörülüyor. Onun için, noterler bu elektronik ortamdaki belgeleri ve bilgileri gönderebilecek durumdalar. Onun için, buraya bir ayrık hüküm koymak lazım, kesinlikle MİT Kanunu’ndan etkilenmeyeceğine dair bir hüküm koymak lazım.

Aynı zamanda, güvenli elektronik ortamda hazırlanan belgelerin, eğer istek olmazsa fiilî, fiziki ortamda hazırlanmayacağı söyleniyor. Günümüz koşullarında biliyoruz ki biz, her zaman için bu, bilgisayar ortamında, elektronik ortamda, İnternet ortamında olan her şey “hack”lenebilir. Şimdi, hepimizin güvenliğiyle ilgili bir şey bu. Yani, talep olmasa da fiziki olarak mutlaka o belgenin saklanması gerekiyor, nasıl mahkemelerde UYAP sistemi olmasına rağmen dosyalar saklanıyorsa noterlerin de bunu saklaması gerekiyor herhangi bir şekilde bir “hack”lenme olduğunda, doğrudan doğruya bir müdahale olduğunda insanların hakkı hukuku ortadan kalkmasın diye.

Yine, Noterlik Kanunu’nda, çerçeve 6’ncı maddede şöyle bir şey var, diyor ki: “Belge aslını…” Eğer sunması gerekiyorsa, belge aslının sunulması gerekiyorsa...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, teşekkür ederim.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkanım, bunu, neyse…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Cümleyi tamamlayabilir.

BAŞKAN – Eşit davranmak zorundayım.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) – Bir dahaki maddeler hakkındaki görüşmelerde de bunları dile getireceğim.

Çok alelacele hazırlanmış ve gerçekten de hiçbir şekilde hukuk güvenliğine dayanmayan bu yasa tasarısı yarın yine bumerang gibi sizi de, bizi de vuracak, bunu buradan söylemek istiyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Halaçoğlu.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Az önce sayın konuşmacı, az önceki konuşmacımızın hiç ama hiç hedeflemediği bir şekilde, partimizi suçlar mahiyette konuştu. 69’uncu maddeye göre söz istiyoruz, Murat Bey konuşacak.

BAŞKAN – Buyurun.

İki dakika süreniz. (MHP sıralarından alkışlar)

 

 

 

XIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Murat Başesgioğlu’nun, Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’ın 655 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Belki benden oldu, tam ifade edemedik ama konu muallakta kalmasın, tutanaklara düzgün bir şekilde geçsin. “Tek parti” derken kastettiğim bir zihniyet meselesidir ve “Devlet elbisesini giymiş ceberut insanları hafızamıza kazıdık.” derken cumhuriyetin kurucu iradesine, kurucu kahramanlarına dair hiçbir sözümüz yok ama siz de takdir edersiniz ki 1946’da Milliyetçi Hareket Partisinin ilk kurucularına tabutluklarda eziyet edilmiştir, işkence edilmiştir. Bunu yok sayamayız ama bu, devlet elbisesini giymiş insanların yapmış olduğu bir şeydir, bunu devlete mal etmediğimi defaatle ifade ettim.

Sonra, tek parti zihniyeti sadece o tarihte değil, 12 Eylül 1980’de de var. Esas itirazım o.

MUHARREM VARLI (Adana) – Şimdi de var.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – En okkalısı şimdi Sayın Bakan.

BAŞKAN – Sayın Başesgioğlu, buyurun.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Birçok şeyle Türkiye hesaplaştı ama 12 Eylülle daha hesaplaşmadı, o gençlerin elleri havada, 5 bin kişi öldü. O da tek parti zihniyeti. 2014’te de tek parti zihniyetine doğru gidiş var, bunu anlatmaya çalışıyorum. Yoksa, benim rahmetli İnönü’yle, Atatürk’le davam yok; hepsi bu ülkenin kahramanları, kurucuları; hiç farklı düşünmüyoruz. Ama lütfen, bu tefriki iyi anlayın, Türk milliyetçileri olarak yaslandığımız evrensel değerler şunlar: Demokrasiye inanıyoruz, milliyetçiliğimizi besliyor; insan haklarına ve hukuka inanıyoruz, kuru kuru bir milliyetçiliğin savunucusu değiliz.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

 

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri  (Devam)

3.- Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve Isparta Milletvekili Recep Özel ile 52 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın; 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 59. Maddesinde Noterlerin Hastalıkları Hâlinde Yapılacak İşlemlere İlişkin Sorunların Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın; 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı ile 33 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan ve Elâzığ Milletvekili Şuay Alpay ile 1 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Adalet Komisyonu Raporu (2/2397, 2/2101, 2/2209, 2/2380, 2/2418) (S. Sayısı 655) (Devam)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ konuşacak.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, çok önemli bir kanun teklifinin müzakeresine başladık. Teklifin hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Konuşmamda eleştirileri değerlendirmek ve bazı hususların altını çizmek, açıklığa kavuşturmak için değerlendirmelerde bulunacağım.

Bir defa, bu teklif her maddesi itibarıyla Anayasa’ya uygun bir tekliftir, Anayasa’ya herhangi bir aykırılık teklifte söz konusu değildir. Tabii, yorum yoluyla, değerlendirme yoluyla birtakım aykırılık iddiaları yapılabilir ama işin özünde, esasında Anayasa’ya aykırı bir husus söz konusu değildir.

Teklifin birinci kısmında noterlerle ilgili önemli düzenlemeler yapılmaktadır. Noterlerin yaşadığı bazı sorunlara çözüm getirilirken noter işlemlerinin güvenli elektronik imza kullanılarak elektronik ortamda yapılabilmesinin yasal altyapısı da sağlanmaktadır.

Bu teklifin içerisindeki en önemli değişikliklerden birisi, yüksek yargıda daire ve üye sayısının artışını öngören düzenlemeler ve bu düzenlemelerin yansımalarıdır. Yüksek yargıda iş yükünün yoğunluğu hepimizin malumudur. 2011 yılında bu iş yükünün yoğunluğunu ortadan kaldırmak maksadıyla bir değişiklik yapıldı ancak bugüne kadar gelen duruma baktığımızda bu değişikliğin iş yükünde beklenen azalmayı sağlamadığı da ortadadır. Ceza dairelerinde 2010 yılında 364.500 olan dosya sayısı 2013 yılında 355.134 olarak gözüküyor, 31/10/2014 itibarıyla da 389.469 olarak görülüyor; tabii, derdest olanlar, devredenler dâhil. Hukuk dairelerine baktığınızda, 2010’da 171.814 olan dosya sayısının 31/10/2014 itibarıyla 219.386 olduğunu görüyoruz. Tabii, buradaki rakamlar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyaları kapsamıyor. Ona baktığımızda da 1 Kasım 2014 tarihi itibarıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında derdest dosya sayısı 353 bin civarındadır. Çok büyük bir iş yükünün olduğu tartışmasızdır. Yüksek yargıda davaların uzun süre karara bağlanamaması insanımızın yargıya olan güvenini zedelediği gibi, hakkını daha geç elde etmesine de neden olmaktadır. İş yoğunluğunu azaltmak için tedbirler almak bizim Parlamentomuzun önemli görevlerinden bir tanesidir. Türkiye adil yargılanma hakkı konusunda da uluslararası taahhütlerde bulunmuş bir ülkedir. Bu çerçevede, hem adil yargılanmanın hem de zamanında davaların karara bağlanmasının temini, gecikmiş adaletin önüne geçilmesi maksadıyla böyle bir değişiklik yapılması zarureti ortadadır. Bu değişikliğin gizli bir ajandası yoktur, tamamıyla Yargıtaydaki iş yükünü azaltmaya, oradaki dosya yoğunluğunu eritmeye dönük bir düzenlemedir. Bunun altını özellikle çizmek isterim.

Daha önce de 2011’de bu düzenleme yapılmış, Anayasa Mahkemesine de konu taşınmış. Anayasa Mahkemesi yaptığı yargılama sonucunda bu yöndeki iddiaları reddetmiştir; hem daire ve üye sayısının artışı hem Başkanlık Kurulunun bu üye artışına paralel olarak yeniden oluşturulması konusunu yasamanın takdir yetkisi içerisinde görmüş, hukuk devletine ve yargı bağımsızlığı ilkesine aykırı değerlendirmemiştir.

Hepsini okumayacağım ama sadece bir hususu okumak istiyorum bu karardan: “Kuralla, Yargıtay’ın karar organlarından biri olan Birinci Başkanlık Kurulu’na, Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nu oluşturacak ve yeni seçilecek olan üyelerin de iradelerinin yansıtılması sağlanmıştır. Buna göre, yeni seçilecek olsalar bile Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nu oluşturacak olan üyelerin Yargıtay’ın karar organlarından biri olan Birinci Başkanlık Kurulu’nun oluşumunda iradelerinin yansıtılmasında hukuk güvenliğini zedeleyen bir yön bulunmamaktadır. Kaldı ki kuralla, önceki Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nda görevli üyelerin yeniden anılan kurula seçilmesi engellenmemiştir.

Diğer taraftan, yeniden belirlenecek olan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nda görev yapacak üyelerin, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı kapsamında her türlü etkiden uzak olarak karar verecekleri açıktır. Bu nedenle dava konusu kuralın, hukuk devleti ilkesi ile yargı bağımsızlığı ilkesini zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.”

Şu anda yaptığımız düzenleme, Anayasa Mahkemesinin bu kararında da ifade edildiği gibi, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkesiyle çatışır bir niteliğe sahip değildir. Yargıtay tetkik hâkimlerinin atanması, Yargıtayın iç işlerine, yargı bağımsızlığına kesinlikle bir müdahale değildir. Bugün Yargıtayın üyeleri, Danıştayın üyeleri HSYK tarafından seçilmektedir. Eğer bu mantıkla bakarsak “Yargıtaya ve Danıştaya üye seçmek yargı bağımsızlığına, hukuk devleti anlayışına ters.” dememiz gerekir. Bölge idare mahkemelerinin başkan ve üyeleri, ilk derece mahkemelerinde görev yapan hâkim ve savcılar, bunların tamamı HSYK tarafından atanmaktadır. Eğer bu mantıkla bakarsak HSYK’nın mahkemelere hâkim ataması, savcı ataması, başkan ataması, Yargıtaya üye seçmesi, Danıştaya üye seçmesinin tamamı hukuk devletine aykırı demektir, tamamı yargı bağımsızlığını ihlal ediyor demektir. Bu kabul edilemez bir durum. Çünkü, HSYK da, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esasına göre kurulan ve faaliyetlerini sürdüren anayasal, idari bir kuruldur ve hepimiz HSYK’nın, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sigortası olduğunda hemfikiriz.

O nedenle, HSYK’nın Yargıtay üyelerini, Danıştay üyelerini seçtiği gibi tetkik hâkimlerini seçmesi, kesinlikle yargı bağımsızlığına herhangi bir müdahale olmadığı gibi, Yargıtayın iç işleyişine de bir müdahale değildir. Sayın Yargıtay Başkanı dün bir açıklama yaptı. Ama, orada Yargıtay Başkanını seçen kurulun, Başkanı seçerken, üyeleri seçerken ehliyetli, hukuk devletine ve yargının bağımsızlığına sadık olarak karar verdiğini düşünüp tetkik hâkimlerini seçerken bunun aksini düşünmek kabul edilebilir bir durum kesinlikle değildir. Özellikle bunu burada ifade etmek isterim.

Bu yapılan düzenlemenin bir benzeri Danıştayda vardır, şu anda Danıştay tetkik hâkimleri HSYK tarafından atanmaktadır. Bundan sonraki süreçte de Yargıtay üyesi nasıl seçiliyorsa, Danıştay üyesi nasıl seçiliyorsa, ilk derece mahkemelerine hâkim ve savcılar nasıl atanıyorsa, bunların tamamını yapmaya nasıl HSYK yetkiliyse aynı şekilde HSYK bu yetkisini kullanacaktır. Bunların hiçbiri Anayasa’ya, yargı bağımsızlığına, “hukuk devleti” ilkesine kesinlikle aykırı değildir, bunu özellikle ifade etmek isterim.

Ayrıca, Danıştayda Cumhurbaşkanı tarafından atanan üyelerin, hukuk fakültesi mezunu olmayanların dava dairelerinde görev almasını engelleyen düzenleme değiştirilmekte, dava dairelerinde görev almasına imkân verilmektedir. Bu, yargı bağımsızlığına aykırı bir şey değildir, hukuk devletine de aykırı bir şey değildir çünkü Anayasa Cumhurbaşkanına Danıştay üye sayısının dörtte 1’ini atama yetkisi veriyor ve onlarda hukuk fakültesi mezunu olma şartı aramıyor, başka şartlar arıyor. Ama ilk derecede görev yapan, vergi mahkemelerinde, idare mahkemelerinde görev yapan hâkim ve savcılarımız arasında hukuk fakültesi mezunu olmayan yüzlerce hâkim ve savcımız var. Bunlar bir mesleğe girmeden önce eğitime tabi tutuluyorlar ve ondan sonra görev yapıyorlar. Eğer biz Danıştayda Cumhurbaşkanımızın atadığı hukuk fakültesi mezunu olmayan bir harita mühendisinin veyahut da imar konusunda uzman birinin ilgili dairede görev yapmasını öngörmezsek veyahut da yanlış karşılarsak, o zaman idare mahkemelerinde, vergi mahkemelerinde hukuk fakültesi mezunu olmayanların görev yapmasına da aynı gözle yaklaşmamız lazım ki bu, fevkalade yanlış bir durumdur. Orada da görev yapar, orada da görev yapar.

Şu anda “Danıştayda birilerine imtiyaz mı sağlanıyor?” denirse, Danıştayda böyle 2 üye var, onun dışındaki bütün üyeler hukuk fakültesi mezunudur, Cumhurbaşkanı tarafından atanan üyeler. Bu hususun da altını özellikle çizmek isterim.

Tabii, diğer bir konu Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikler meselesidir. Bu konu çok tartışıldı. Ben tartışılmasını da, işin doğrusu, önemsiyorum ve doğru görüyorum. Birincisi, makul şüphe meselesi. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 116’ncı maddesindeki “makul şüphe” bu senenin şubat ayında “somut delile dayanan kuvvetli şüphe” olarak değiştirildi. Bu değişikliği yaparken temel düşüncemiz, aramalara kolay karar verilememesi ve ancak kuvvetli bir şüphe varsa ve bu şüpheyi doğuran somut bazı emareler, deliller vesaire varsa o zaman karar verilmesini arzu ediyorduk. Ancak, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana uygulamaya baktığımızda, uygulayıcılar bunu, suçu ve delili, daha doğrusu faili gösteren somut delil gibi, âdeta ispat vasıtası delil gibi algılayıp uygulamaya başladılar. Şüpheyi doğuran bir delil, birdenbire suçu ispat eden, suçluyu gösteren delil gibi algılanıp uygulanmaya başlayınca bu arama müessesesinden hedeflenen netice ortaya çıkmadı. Pek çok yerde     -şimdi tek tek saymak çok zaman alacak- maalesef arama kararları verilemedi. Bazı yerde savcılar vermedi, konu hâkime taşındığı zaman hâkimler vermedi ve bunun doğurduğu pek çok olumsuzluklar yaşadık. Bu nedenle, bu yaptığımız düzenleme bu olumsuzlukların ve ortaya çıkan kötü uygulamanın sonuçlarını ortadan kaldırmaya dönüktür.

Makul şüphe konusu Kıta Avrupası’nda da aynı şekilde var, “basit şüphe”, “makul şüphe” oralarda da görüyoruz. Almanya’da “iz ve emarelerle desteklenmiş tahmin ve basit şüphe” var, Avusturya’da “basit şüphe” var, İngiltere’de “makul bir neden olduğu zaman” var, İtalya’da “basit şüphe” var yani pek çok ülkede de “basit şüphe” olduğunu görüyoruz. Makul şüphe, o basit şüpheye göre daha yoğunlaşmış bir şüphedir.

Bir diğer konu el koyma meselesi. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda el koyma maddesinde katalog suçlara ilaveler yapıyoruz. Bu öyle bir yansıtıldı ki sanki muhalif olan herkesin malına, mülküne el konulacak, Hükûmet kendi aleyhine kim konuşuyorsa onun bütün ticari hayatını sonlandıracak. Böyle bir takdim yapılıyor, insafsızlıktır bu. Yani, böyle bir şey olmadığını bu takdimi yapan bütün arkadaşlarım gayet iyi bilmektedir. Zira, el koyma maddesinde, CMK 128’de “somut delillere dayanan kuvvetli şüphe”yi biz getirdik bir güvence olarak.

İki: El koyma kararından önce BDDK, SPK, MASAK, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınması şartını da el koyma maddesine biz koyduk.

Üç: El koyma kararının ağır ceza mahkemesince heyet hâlinde verilmesi kuralını da biz getirdik ve bu kararın oy birliğiyle alınmasını da getirdik, Meclisimiz kabul etti.

Şimdi, bu güvencelerin hangisi ortadan kalkıyor? Hiçbiri ortadan kalkmıyor. Kişi hürriyeti ve güvenliği bakımından, kişinin mal varlığı bakımından, hak ve alacakları bakımından da bu güvencelerin hiçbiri ortadan kalkmıyor. Eğer bir rapor varsa, eğer somut delillere dayalı kuvvetli şüphe varsa, ağır ceza mahkemesi heyet hâlinde karar veriyorsa bunlarla ilgili uygulama elbette yapılabilir. Bizim yaptığımız da burada anayasal düzene karşı suçlar, darbe teşebbüsü diye bildiğimiz suçlar gibi bazı suçları bunun kapsamına koymaktır. Yoksa, muhaliflerin mal varlığına, şuna buna el koyma gibi bir değerlendirme yapılırsa o zaman darbe suçu nasıl oluşuyor, onun iyi okunması lazım.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Yolsuzluk operasyonlarına nasıl darbe diyorsunuz Sayın Bakan? Önüne gelene darbe diyorsunuz.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bunların düşünce hürriyetiyle, kişilerin muhalefet yapma şekliyle, biçimiyle -bu düzenlemenin- hiçbir alakası yoktur. Bunu özellikle ifade etmek isterim.

Öte yandan, müdafinin dosyayı incelemesi ve dosyadan örnek alması hususu da son derece önemli bir husus. Biz, dosyadan müdafinin herhangi bir sınırlamaya tabi olmadan örnek alınması hususunda düzenleme yaptık. O zaman savunduk da. Ben bizzat savundum, bunun çok ileri bir düzenleme olduğunu hem Komisyonda hem de Genel Kurulda ifade ettim. Ancak, maddenin uygulamaya girmesinden sonra terör suçlarına ilişkin soruşturmalarda, örgüt soruşturmalarında, uyuşturucuyla ilgili soruşturmalarda ve başkaca pek çok soruşturmada, özellikle suçu işlemeyi meslek edinen kişiler avukatları vasıtasıyla savcılıklarda âdeta nöbet tutuyorlar. Bir soruşturmanın sağlıklı yürümesi, delillerin toplanması, faile ulaşılması âdeta imkânsız hâle geliyor. Dosyanın içerisinde ne varsa hepsini alıyor. Cumhuriyet savcısı nerelere müzekkere yazmışsa onu alıyor, hangi soruşturmanın hedefi hangi istikametse onu görüyor. Dolayısıyla, delilleri karartma konusunda büyük bir imkân elde ediyor ve deliller karartılıyor, kayboluyor, araştırmalar netice vermiyor. Böyle olunca da bu tip özellikle organize suçlarla ilgili, örgütlü suçlarla ilgili soruşturmaların akim kalması gibi bir tehlikeyle karşı karşıyayız. O nedenle, biz, bu noktada, soruşturmanın amacı tehlikeye düşecekse hâkim kararıyla belli evraklara ilişkin kısıtlamayı öngören düzenlemeye geri döndük. Ama, Komisyonda değerli Komisyon üyelerinin, muhalefet partisi üyelerinin de eleştirileri dikkate alınmak suretiyle burada bir katalog yapıldı. Bu katalogla sınırlamaya gidildi. Umarım ki bu sınırlama yasa koyucunun amacını karşılayacak niteliktedir.

Bakın, birkaç rakam vermek istiyorum bunu daha iyi anlatabilmek için: 2011 yılında devreden dosyalar dâhil 6 milyon 15 bin 659 soruşturma var, 1.050 soruşturmada gizlilik kararı verilmiş. 2012 yılında 6 milyon 285 bin 102 soruşturma var, 1.064 soruşturmada gizlilik kararı verilmiş. 2013 yılında 6 milyon 679 bin 973 soruşturma var, bunlardan 1.306’sında gizlilik kararı verilmiş. Tabii, bu rakamlara baktığınızda milyonlarca soruşturmadan sadece belli sayıda soruşturmada gizlilik kararı var. Şimdi, bu daraltmayla bu daha da aza inecektir, bunun kararını da hâkim verecektir. Ben bunun bir ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Burada birçok eleştiri yapıldı, tabii şahsım da bu değişikliği savunan birisi olarak bu eleştirilerden nasibini aldı ama bunu getirmek zorundayız, bunu getirmeye mecburuz, siz de bunu yakinen biliyorsunuz. Bu, bizim soruşturmalarımızın sıhhati bakımından son derece önemli bir düzenlemedir. Buradaki amaç, savunma hakkını kısıtlamak kesinlikle değil, delilleri doğru bir biçimde toplamak, faillere ulaşmak ve hak edenin hak ettiği cezaya kavuşması için etkin ve sağlıklı bir soruşturmayı yürütmek bakımından önemli.

Tabii, burada, hâkim ve savcılarımızın özlük haklarına ilişkin düzenlemeler var. Bu düzenlemeler üzerinden hâkim ve savcılarımız çok yıpratıldı, birtakım imkânlar getiren diğer düzenlemelerle de yıpratıldı ama bilinmesini isterim ki hâkim ve savcılarımız daha fazlasını almayı hak ediyorlar. Bütçe imkânlarımız çerçevesinde ancak bu kadar bir iyileştirme yapabiliyoruz, imkânlarımız arttığında bunu daha fazla yapma imkânımız da olacaktır.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Niye geç kaldınız? Niye geçen yıl değil de bu yıl? Niye şimdi, niye?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Ben, katkılarınızdan dolayı hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, teklifin hayırlı olmasını temenni ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

ALİ ÖZ (Mersin) - Diğerlerine niye yapmıyorsunuz?

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, sorularınızı biraz sonra sorarsınız, lütfen…

Şimdi, şahsı adına Isparta Milletvekili Sayın Recep Özel konuşacak.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RECEP ÖZEL (Isparta) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

655 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım.

Söz konusu ve gündemimizdeki bu yasa teklifiyle toplam 12 yasada değişiklik yapılmakta.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Yeter, yeter!

BAŞKAN – Sayın Hocam, lütfen…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, yarım dakika geçiyor, zaman geçiyor, yasalaşması lazım!

RECEP ÖZEL (Devamla) – İşbu yasanın temel amacı, yargının sorunlarının çözümü amacıyla hâkim ve savcıların özlük haklarında birtakım iyileştirmeler yapmak, Noterlik Kanunu’nun bazı hükümlerinin güncellenmesi, ceza uygulamasında ortaya çıkan sorunların çözümü amacıyla…

BAŞKAN – Bu sefer de size Sayın Hocam lütfen…

İki hocaya lütfen…

RECEP ÖZEL (Devamla) – …bazı koruma tedbirleri ile usule ilişkin hükümlerde değişiklik yapmak, hâkim ve savcılar hakkında bazı disiplin cezaları bakımından af getirmek, Türkiye Adalet Akademisi tarafından yürütülen eğitim faaliyetlerinin daha etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesi amacıyla değişiklikler yapmak, Adalet Bakanlığına gelişen ve değişen, büyüyen ilişkiler nedeniyle yurt dışı teşkilat kurmasına imkân tanımak, Yargıtay ve Danıştaya yeni daireler kurulmasına imkân tanımaktır.

Hukuk devletinin en önemli varlık şartlarından biri de yargı sisteminin adil ve etkin işleyişini temin etmektir. Etkin işleyişin en önemli boyutu da yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmasını oluşturmaktır. Yargının çatışmalı çıkar alanlarını hakemlik vasfıyla düzenleyerek sosyal barışı sağlaması sorun ve ihtilaflara süratle çözüm bulabilmesine bağlıdır.

Ülkemizde hukuk ve ceza yargılamalarında her yıl yaklaşık 6 milyon dosyanın ilk derece mahkemesinin önüne geldiği göz önüne alındığında bu iş yükünün kapsam ve sınırları daha iyi anlaşılabilmektedir. Davaların yüksek mahkemeler önünde uzun süre beklemesi şikâyetlere neden olmakta ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olarak adil yargılama taahhüdünde bulunmuş olan ülkemizin çare arayışını sürekli hâle getirmesini zorunlu kılmaktadır. Bu kadar yoğun iş yükü sebebiyle yüksek mahkemelerde dosyaların yeterince incelenmeden sonuçlandırıldığı algısı da farklı toplumsal kesimlerde varlığını maalesef korumaktadır.

Ana hatlarıyla bu şekilde izah edebileceğimiz işbu yasal çalışmanın, yargı paketinin içeriğini ihtiva eden madde ve düzenlemelerine kısaca bir göz atacak olursak, Noterlik Kanunu’ndan 6 madde ihtiva etmekte, noterliğe bazı işlemlerini elektronik ortamda yapma imkânı getirilmektedir.

Danıştay Kanunu’nda yapılan değişikliklerle Danıştaya 2 daire kurulmakta, yeni üye seçilme imkânı tanınmaktadır. Öte yandan, Danıştayın Başbakan ve Bakanlar Kurulunca gönderilen kanun tasarısı ve kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini bildirmek, tüzük ve tasarıları incelemek gibi istişari nitelikli görevleri de bulunmaktadır. İstişari görevleriyle Danıştay, yürütme organına yardımcı bir inceleme, danışma ve karar organı vasfındadır.

Teklifle, 1868 yılında Şûra-yı Devlet olarak kurulan ve önemli bir işlevi de yürütme organına danışmanlık yapmak olan Danıştayın bu fonksiyonu güçlendirilerek bir yeni idari daire daha kurulmaktadır. Yargıtaydaki iş yükü nedeniyle de... Biraz önce Sayın Bakanımız Yargıtayla ilgili daire sayısının artırılmasıyla ilgili görüşlerini de sundu.

Yargıtay Başkanının dünkü açıklamasını burada sizlerle de bu sırada paylaşmak istiyorum. Yargıtay Başkanı ve muhalefetten birtakım sözcülerimiz bu yasa teklifinin yasalaşma sürecindeki birtakım sıkıntılarından, yasalaşma sürecine hiç uygun olmayan koşullarda getirildiğinden bahsetmişler. Dün, Yargıtay Başkanının açıklamasında “Bu teklifin -yani gündemdeki, bugünkü görüştüğümüz bu teklifin- öncesinde ve hazırlanması sırasında kurumsal ihtiyaçlarımız ve taleplerimiz sorulmadığı gibi, bir istişare arayışına da girilmemiştir.” diye bir cümlesi bulunmakta. Hem bunu yazılı olarak sunmuş hem de sözlü olarak basına beyanda bulunmuştur.

Şimdi, elimde 30/10/2014 tarihli, Yargıtayın toplam 34...

FARUK BAL (Konya) – Üç gün önce Recep Bey, üç gün.

RECEP ÖZEL (Devamla) – Üç gün evvel değil. 30 Ekim 2014 tarihli, toplam 59 sayfalı... 1. Daire Başkanından tutun, bütün hukuk dairesi ve ceza dairesi başkanlarının, toplam 34 daire başkanının -bu ceza yargılaması- şu andaki, elimizdeki yasa teklifiyle ilgili olumlu, olumsuz birtakım görüşleri bulunmakta, Yargıtay Başsavcılığının görüşü bulunmakta. En sonunda, Yargıtay görüşlerinin birleştirilmesi 4 sayfadan ibaret, toplam 63 sayfa görüş burada vardır. Bu görüşleri tek tek sizlerle paylaşacak değilim. Bu 34 daire başkanının 6’sı sadece “Teklifle ilgili olarak hiçbir görüşümüz bulunmamaktadır.” demiştir. Bir kısmı da sadece maaş artışlarıyla ilgili, özlük haklarıyla ilgili düzenleme hakkında görüş bildirmiş, teklifteki diğer yasa maddeleriyle, kendilerini ilgilendiren diğer yasa maddeleriyle ilgili hiçbir görüşte bulunmamıştır. Şimdi, ya bundan Yargıtay Başkanının haberi yok...

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Nasıl olmaz, bak, “Birinci Başkanlık”a yazılmış onlar.

RECEP ÖZEL (Devamla) - Bütün daire başkanları da “Birinci Başkanlık” diye göndermişler, onun vasıtasıyla Meclis Adalet Komisyonuna geldi, bütün Adalet Komisyonu üyelerine bunlar dağıtıldı iktidar, muhalefet. Şimdi, bu görüş burada dururken “Bize hiç danışılmadı, Yargıtay olarak bizim hiç görüşümüz istişare edilmedi.” demenin...

Bir de bu yasa çalışmaları iki aydan beri gündemimizde. Ekimin başından bugüne kadar gerek Adalet Komisyonunda, alt komisyonda ve Genel Kurul gündeminde.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Recep Bey, hemen bir önerge hazırlayın, görevden alın.

RECEP ÖZEL (Devamla) – Siz, duruyorsunuz, duruyorsunuz... Genel Kurul gündemine geleceğinin arifesinde açıklamada bulunmak, bizim bu adli yıl açılışlarındaki konuşmaları, törenleri kaldırmamızın ne kadar haklı olduğunu da gösteriyor.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Kaldırdınız yani Recep, hani kaldırmamıştınız ya?

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – “Kaldırmadık.” diyor Sayın Bakan.

RECEP ÖZEL (Devamla) – Şimdi, bu düzenlemenin içerisinde 34 daire başkanından 1’i sadece, adli yıl açılış konuşmalarının yapılmasında bir sakınca görmüş, eleştirmiş, diğer 33 daire başkanı Yargıtaydaki adli yıl açılışlarıyla ilgili olumlu görüş vermişlerdir, hiç eleştirmemişler, “Düzenlemeyi tasvip ediyoruz.” diye olumlu görüş bildirmişlerdir.

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – “Kaldırmadık.” diyor Sayın Bakan ya.

RECEP ÖZEL (Devamla) – Şimdi, bunları siz de okudunuz değil mi? İçerisinde benim söylediğimin aksine bir durum olmadığını sizler de biliyorsunuz. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – En nihayet bunaldım.

RECEP ÖZEL (Devamla) – Yargıtayda 1.300’ü aşkın tetkik hâkimi bulunmaktadır. Şimdi, bu tetkik hâkimlerinin atanmasında yeni bir usule geçiyoruz, yeni bir yönteme geçiyoruz. HSYK mevcut Yargıtay üyelerini seçme imkânına, yeterliliğine sahipken orada daha alt görevde görev yapacak olan tetkik hâkimlerini seçmesinde bir yeterlilik olmadığı görüşü birbiriyle çelişir. HSYK üyeleri Yargıtaya üye seçebiliyorsa tabii ki de orada görev yapacak olan tetkik hâkimlerini de belirleyebilir, en iyi şekilde belirleyebilir.

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Görüş alsın görüş, istediğimiz o.

RECEP ÖZEL (Devamla) – Bu yasa çalışması gündemimize geldiği şekliyle özlük haklarında bir iyileştirme getiriyordu. Yaklaşık olarak da 1.155 liralık bir iyileştirmeyi hâkim ve savcılarımıza, ilk derece mahkemesinden Yargıtay üyelerine, Yargıtay Başkanlık Divanına, bütün herkesi kapsayacak şekilde… Tabii ki bunun diğer adliye çalışanlarına da yapılması, zabıt kâtiplerine, emekli olanlara da yansıtılması inşallah ileriki zamanlarda gündemimize gelir, onlara da bu güzel haberi verme imkânını inşallah yakalarız diye düşünüyorum.

Bu yasa çalışmasının önemli maddelerinden biri de disiplin affı. Disiplin affıyla ilgili de adli yargı hâkim ve cumhuriyet savcıları ile idari yargı, hâkim ve savcıları hakkında 14 Şubat 2005 ile 1 Eylül 2013 tarihleri arasında disiplin suçu oluşturan fiillerden dolayı verilen uyarma, aylıktan kesme, kınama ve kademe ilerlemesi durdurma cezalarının bütün sonuçlarının affedilmesi öngörülmektedir. Buradaki eleştiri, “Niye tarih aralığı belirtiyorsunuz?”du. Tarih aralığı belirtilmesi Anayasa Mahkemesi kararı gereğidir. Bütün çıkan af yasalarında, af kanunlarında bir tarih aralığı belirtilir çünkü tarih aralığı belirtilmediği zaman, teklifin buraya sevk edildiği tarihten görüşülme ve yürürlüğe girme tarihi arasındaki işlenmiş olan sanki bir, tekrar, suça teşvik anlamında da şeyler olabilir. Ondan dolayı, bu nedenlerle bir tarih aralığı belirtilmiştir.

Tabii, çok tartışılan diğer bir şey de “somut delil” ya da “somut delile dayalı şüpheli delil”, “makul şüphe”. Şimdi, bunu bir yıl önce, evet, yine bu Mecliste değiştirmiştik şubat ayında. “Makul şüphe”den vazgeçip “somut delile dayalı şüphe”ye geçmiştik ama o tarihten bugüne sorun yasaların çıkarılmasında değil, uygulamada yine sorunlarla karşılaşılmıştır. Uygulama, eline vermiş olduğumuz bu malzemeyi kötü bir şekilde kullanarak hiç olmayacak, soruşturmalarda olmayacak şekilde somut delil arama kararlarında sanki mahkûmiyet gerekçesi oluşturabilecek şekilde delil arayarak, mahkûmiyet şeklinde bir delil aradıktan sonra arama kararına gerekçe niye olsun? Arama kararında basit, ortada, herkesin anlayabileceği, herkesin, normal bir insanın kabul edebileceği bir şüphe varsa… Mahkemeler arama kararı vermesi gerekirken kesin, neredeyse mahkûmiyet kararı derecesinde bir delil aramış ve bazı davalarda, bazı soruşturmalarda maalesef, arama kararları verilememiş, soruşturmalar akamete uğramış, iyi bir şekilde ceza yargılaması yapılamamıştır.

Bu nedenle, getirilmiş olan düzenleme, daha birçok düzenleme hepimizin istediği, arzuladığı “Evet, ben bu yargıdan memnunum.” diyen bütün Türk milletinin, vatandaşlarımızın, yurttaşlarımızın memnun olduğu bir yargıyı tesis etmektir, başka amacımız, gayemiz yoktur diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özel.

Şimdi yirmi dakika soru-cevap işlemi yapacağız. Bu yirmi dakikanın on dakikasını soruya ayıracağız, diğer on dakikasında da Sayın Bakan sorulan sorulara cevap verecek.

Sisteme giren milletvekilleri var, sıradan itibaren başlıyorum.

Sayın Erdoğan, buyurun.

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, “çözüm süreci” adlı çözülme projenizi uygularken İmralı’da cezasını çekmekte olan bebek katiline sekretarya kurulacağı doğru mudur? Bu doğruysa bir terör suçlusuna sekretarya kurulmasını hangi mevzuata göre gerçekleştireceksiniz?

Görüşmekte olduğumuz kanun teklifi yargının hangi sorunlarını çözecektir?

Yine, Atatürk Orman Çiftliği’ne ak saray yaparken yargı kararını siz idare olarak tanımazsanız vatandaşın yargı kararlarına uymasını nasıl sağlayacaksınız? Ak saraydan yapılan bir açıklamayla ak sarayın teknik özellikleri ilan edilmiş, buraya nükleer silah, kimyasal silah, vesairenin işlemeyeceği, bunun için bu kadar yüksek harcama yapıldığı ilan edilmiştir. Pekâlâ buraya Azrail’in girmesini engelleyen bir sistem de var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Yeniçeri…

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. 

Sayın Bakan, makul şüpheyle tutukladığınız şahsın makul süre içinde soruşturmanın selametini tehlikeye düşürecek diye avukatı da dosyaya bakamayacak ve siz yapılan bu yargılamaya nasıl adalet diyeceksiniz? Makul şüpheyle ilgili açıklama yaptınız ama ikna olmadık. “Makul şüpheli” kavramının sınırları, kapsamı ve içeriğini kim tayin edecek? Maddi hiçbir delile dayanmayan makul şüpheli olmaktan Türk yurttaşları kendini nasıl kurtarabilecek? Önce sakıncalı bulunarak terk edilen bir kavrama yeniden dönülmesi hangi ihtiyaçtan kaynaklanmıştır? AKP’nin on iki yıllık iktidarı döneminde yargının paralel unsurların eline geçtiğini söylüyorsunuz. Yargının paralelin eline geçmesine sebep olmaktan siz sorumlu değil misiniz? Böyle bir yapının açtığı davaların savcısı olduğunu zamanın Başbakanı Erdoğan söylüyordu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – …paralel yargının savcısı Erdoğan hakkında işlem yapmayı düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Hocam, 7 tane soru sordunuz bir dakikada, maşallah.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, hâkim ve savcılara HSYK seçimleri öncesi ilan ettiğiniz maaş zamları sizi amacınıza ulaştırdı mı? Buna, benzer iyileştirmelerin yargıda çalışan, adliyelerde çalışan diğer personele de yapılmasını düşünüyor musunuz?

İkincisi: Hâlen Yargıtayda her üye başına düşen yıllık dosya sayısı ne kadardır, bu ortalama rakamlar AB ülkelerinde nedir? Yeniden Yargıtayda daire sayısının artırılması ihtiyacı nereden doğmaktadır? Bu yeni dairelere seçilecek üyelerin belli olduğu iddiaları doğru mudur, bu konuda bir açıklama yapabilecek misiniz?

Son olarak da on yıl ve üzerinde barolara kayıtlı avukatlara yeşil pasaport verilmesi konusunda Bakanlığınızın bir çalışması var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Hocam sizde 7 soru sordunuz, berabere kaldınız.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Hocamla yarışamayız.

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, buyurun.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, 516 üyeli, 48 daireli bir Yargıtay dünyanın başka bir ülkesinde var mıdır, bunun cevabını merak ediyorum.

Şimdi, bu HSYK seçimleri yapıldı. Bu HSYK seçimlerinde -takip edebildiğimiz kadarıyla- etnik kimlik üzerinden, mezhep, cemaat, ideoloji üzerinden bir seçim kampanyası yürütüldü. Bu şekilde oluşan HSYK’nın hukukun üstünlüğünü gözeterek bir çalışma yapabileceğine inancınız var mıdır Adalet Bakanı olarak?

On iki yıldır Türkiye’de hükûmet olarak görev yapıyorsunuz ve gelinen süre içerisinde şu anda adalete güveninin en az olduğu bir süreci yaşıyoruz ve birçok olumsuz kararı işte “paralel yapı” veya “yargı içindeki birtakım yapılanmalar” olarak değerlendirdiniz. Peki, soruyorum, yani on iki yıldır bu Adalet Bakanlığını başka ülkenin bakanı mı yönetiyor?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bayraktutan...

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bu 7’nci maddede bir hinoğluhinlik var. Şimdi, 7’nci maddede, beş yıl süreyle idari yargıda görev yapmış olan hâkimlere hukuk fakültelerini bitirme imkânı sağlıyor. Herhâlde hukuk öğrenmek için değildir bu amaç, avukat olmak için filan da değildir. Bakın, Noterlik Kanunu’na göre noter olabilmek için hukuk fakültesini bitirmek gerekiyor. Muhtemelen yüksek yargıdaki hâkimler... Bakın, 1.700 noter var Türkiye’de, 600’ü yeşil pasaport taşıyor. Bu ne demektir? Yüksek yargıdaki hâkimler görev yıllarının sonuna kadar noterlik belgesini alarak, şarap gibi yıllandırarak son yıllarda noterliğe geçiyorlar. Muhtemelen size şöyle bir talep olmuştur idari yargıdan ve Danıştaydan, çok iyi biliyorum, epey düşündüm, bunları avukat olmak için yapmıyorlar, arkada bürokratlarınız da var; muhtemelen noterliğe geçmek için bir rüşvet talep ettiler, dediler: “Biz noterliğe geçmek istiyoruz, ne yapalım? Hukuk fakültesini bitirmedik, bir yandan bitirelim, bir yandan mesleğimizi yapalım, bir yandan da noterlik belgemiz şarap gibi yıllansın.” Bundan başka bir gerekçe bulamadım…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Köktürk…

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, mevcut Danıştay ve Yargıtay Yasası’na göre, Danıştay ve Yargıtay üyesi seçilebilmek için, hepimizin bildiği gibi, hâkim ve savcılık mesleğinde yirmi yıl çalışma şartı aranmaktadır. Ancak, bu akşam görüştüğümüz teklifle bu yirmi yıllık süre on yedi yıla düşürülmektedir. Şimdi ben size sormak istiyorum: Niye yirmi yıl değil de on yedi yıl? Niye on sekiz yıl değil de on yedi yıl? Bu HSYK seçimleri sırasında hâkimlere karşı maaş artışı dâhil pek çok taahhüt altına girdiniz. Acaba, on yedi yılı doldurmuş ama yirmi yılı doldurmamış Yargıtay üyeliği taahhütü altına girdiğiniz hâkim ve savcılar mı var? Bu yasa genel anlamıyla kişiye özel olarak mı çıkıyor?

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Akagün Yılmaz…

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Sivas Barosu, Afyonkarahisar Barosu ve Uşak Barosundan bu konuda talepler geldi ve bütün baroların da aynı taleplerde bulunduğuna ben inanıyorum. Şöyle soruyorlar bütün barolarımız: Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler’i, Havana Kuralları’nı Türkiye imzalamıştır. Bu imzalanan anlaşmaya göre, “Avukatlık Faaliyetinin Güvencesi” başlıklı 16’ncı maddesinde aynen şöyle söylenmektedir: “Hiçbir baskı, engelleme, taciz veya yolsuz bir müdahaleyle karşılaşmadan her türlü meslek faaliyetini yerine getirmelerini, yurt içinde ve yurt dışında serbestçe seyahat etme ve müvekkilleriyle görüşebilmelerini hükûmetler sağlar.”

Şimdi, Havana Sözleşmesi’ni Türkiye imzaladıysa bu çerçevede yurt dışında ve yurt içinde serbestçe dolaşım hakkının avukatlara tanınması gerekmiyor mu? Yeşil pasaport hakkı avukatlara neden verilmiyor Sayın Bakan? Bunun bir an önce çözümlenmesi lazım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Acar…

GÜRKUT ACAR (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Yargıtayın iş yükünü hafifleteceğini söylediniz bu kanun teklifinin. Bu değişiklikleri yaparken Yargıtayın herhangi bir talebi oldu mu? Böyle bir talebe dayanıyor mu bu teklif? Dayanmıyorsa Yargıtay Başkanının “Bu değişiklikler yargısal kültüre, yargı bağımsızlığına ve temyiz incelemesinin mahiyetine ciddi zararlar verebilecek nitelikler taşımaktadır.” şeklindeki açıklamasına ne diyorsunuz?

Yargıtay Başkanı Ali Alkan yeni seçilmiş bir yüksek yargıç olarak, ortada ciddi bir sorun olmasa neden  Bakan olarak sizinle karşı karşıya gelsin?

Bir de Sayın Bakan, Yargıtayın yasal seçim yetkisine dayanarak belirlediği Birinci Başkanlık Kurulunun görevine hiçbir gerekçe göstermeden 28 Haziran 2014 tarihinde son verdiniz. Bu yasa uyarınca, henüz dört ay önce yeni bir seçim yapıldı, tecrübe ve kıdemi önceleyerek seçilmiş bulunan yeni kurulun da görevine bu teklifle son veriyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN –  Teşekkür ederim.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Bu nasıl oluyor yani bunu öğrenmek istiyorum.

BAŞKAN –  Teşekkür ederim.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Yani ne zaman, ne kadar süreyle daha…

BAŞKAN –  Sayın Can…

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Arama şartları oluştuğu hâlde somut delile dayalı kuvvetli şüphe yok…

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Yani, bu kurul nasıl oluşursa…

BAŞKAN –  Sayın Acar, lütfen…

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –  Başkanım, süremi yeniden başlatırsanız…

BAŞKAN – Buyurun, yeniden başlayın.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Arama şartları oluştuğu hâlde “Somut delile dayalı kuvvetli şüphe yok.” diye arama kararı verilmeyen olaylar var mıdır? Telafisi güç ve imkânsız zararlar doğmuş mudur?

Yürürlükteki metne göre CMK 157’ye 1 -soruşturma gizlidir- CMK 153’le çelişmez mi? Ayrıca, kişinin ifşası, lekelenmeme hakkı, masuniyet ilkesi ihlal ediliyor mu? Mukayeseli hukukta Almanya’da durum nedir? Dinlemenin tespiti ile dinlemenin kayda alınması arasında usul farklı mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN –  Sayın Atıcı, otuz saniye…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, hukuk fakültesi mezunu olmayan yargıç ve savcılara, hukuk fakültesine sınavsız, bedava giriş hakkı veriyorsunuz. Çok merak ediyorum, Yüksek Sağlık Şûrası’nda görev yapan ve tıp kökenli olmayan üyelere, tıp fakültesine de sınavsız giriş hakkı vermeyi düşünüyor mu Hükûmetiniz?

BAŞKAN –  Teşekkür ederim.

Sayın  Bakan, buyurun.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sürem içerisinde, yettiği kadar cevap vereceğim.

Sayın Erdoğan’ın, çözüm süreciyle ilgili soruları oldu. Bildiğiniz gibi, cezaevlerinde kimlerin bulunacağı yasalarla bellidir. Cezaevlerinde sadece tutuklu ve hükümlüler bulunur. Bunun dışında herhangi bir kişinin, kimsenin bulunması mümkün değildir. Yani İmralı’ya sekretarya tartışmaları kamuoyunda Hükûmetimizi yıpratmak için bir algı operasyonuna âdeta döndü. Sanki dışarıdan bir özel kalem gidecek, orada bir sekreter olacak, bir düzen kurulacak gibi bir algı yapılıyor. Bu fevkalade yanlıştır, böyle bir şey yok.

Bakın, bir şey söyleyeceğim: Siyaseten böyle bir şey yok.

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Bülent Arınç yalan mı söylüyor?

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Arınç “uygundur” diyor.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...  

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İki: Kanunen de bu mümkün değildir. Cezaevinde ancak tutuklu ve hükümlüler olabilir. İmralı’da da Öcalan’ın yanında şu anda bulunan hükümlüler var. Bu hükümlüler azalır, çoğalır, oradan ayrılıp giderler, başkaları gelebilir. Bunlar her cezaevinde olan rutin uygulamalardır. Bütün cezaevlerinde nasıl rutin uygulama oluyorsa İmralı’da da aynı uygulamalar yapılmaktadır, bir ayrıcalık söz konusu değildir.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Bülent Arınç doğru söylemiyor o zaman?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Şu anda orada olan bazı hükümlüler var. Bu hükümlüler değişebilir, başkaları gidebilir, artabilir, eksilebilir, kendi oradan ayrılabilir. Biz, insanları zorla bir yerde tutamayız.

Bir başka konu: Atatürk Orman Çiftliği’yle ilgili bir soru sordu. Atatürk Orman Çiftliği’yle ilgili, Ankara 11. İdare Mahkemesi, oradaki Cumhurbaşkanlığı hizmet binasıyla ilgili bir yürütmeyi durdurma kararı verdi ancak daha sonra Danıştay –şu anda tam hatırımda değil ama- 13. Dairesi bu yürütmeyi durdurma kararının hukuka uygun olmadığına karar verdi ve yürütmeyi durdurma kararını kaldırdı. Şu anda Cumhurbaşkanlığı sarayının kullanılmasını veya oranın yapımını engelleyen herhangi bir yargı kararı bulunmamaktadır. Ben bunu Komisyonda ifade ettim, ben yargı kararını da gösterdim orada. Bunu bir kez daha buradan ifade etmek isterim.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – 1’inci derece sit alanını 3’üncü derece gösteren mahkeme kararı var.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Tabii, Sayın Yeniçeri’nin makul şüpheyle ilgili sorusu oldu. Makul şüphe konusunda, ben teklifin tümü üzerindeki konuşmamda değindim. Makul şüphe ilk defa bizim hukukumuzda yer alan bir kavram değil, esasında 2014’ün Şubat ayına kadar Türkiye’de uygulanan bir müesseseydi. O zaman somut delile dayalı kuvvetli şüpheye çevrildi, tabii daha kolay arama kararı verilmesin diye ancak uygulamada âdeta arama kararı hiç verilmesin diye bir algılama ve uygulamaya yol açtı. Bunun üzerine de biz bunu bir kez daha değerlendirme gereği duyduk çünkü pek çok konuda somut delile dayanan şüphe aranırken, bu somut delil şüpheyi gösteren bir delil olması gerekirken âdeta suçu ispat eden, faili gösteren bir delil gibi algılandı, uygulandı ve pek çok sorun çıktı. İçişleri Bakanlığı bu konuda uygulamada ortaya çıkan problemlerle ilgili bize pek çok yazı gönderdi. Şimdi biz baktığımızda pek çok delilin kaybolduğunu, pek çok failin yakalanamadığını bu nedenle görüyoruz. Belki yakalanacaktı, belki deliller toplanacaktı. Bu açıdan, hem faillerin yakalanması hem de delillerin elde edilmesi bakımından makul şüpheye dönme zarureti hâsıl olmuştur. Bunun altında başka bir düşünce kesinlikle yoktur. Vatandaşlarımızı makul şüpheli gibi görmek değil, vatandaşlarımızın huzurunu, güvenliğini bozan; canına, malına, namusuna kasteden faillerle ilgili, şüphelilerle ilgili gerekli yakalama ve delilleri elde etme noktasında yaşanan sıkıntının doğurduğu bir düzenlemedir. Bunun altında başka bir şey aranması mümkün değildir.

İkincisi: Makul şüpheyle tutuklama bizim hukukumuzda yok. Makul  şüphe teklifte yer alınca bazı şeyler çıktı bir yerde mahkemeyle ilgili basında bir karar yer aldı. Bir defa şunu çok net ifade edelim: CMK’nın 100’üncü maddesi çok açık. Tutuklama kararı verilebilmesi için aranan şüphe makul şüphe değil  somut delile dayanan kuvvetli şüphedir. Yani bir defa, makul şüpheyle tutuklama kararı eğer birisi veriyorsa o zaman hukuka aykırı bir karar veriyor demektir, hukuku çiğniyor demektir. Veremez, verilmesi de mümkün değildir.

Sayın Işık “Hâkim ve savcılara ilişkin yapılan zamlar diğer adliye personeline yansıyacak mı?” dedi. Yansımıyor şu anda çünkü bütçe imkânları çerçevesinde biz ancak bunu yapabiliyoruz. Ancak bu yansımıyor. Onlar da elbette daha iyi bir ücreti hak ediyorlar.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Önergeyle buna dâhil  edelim Sayın Bakan.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Onlara da imkânlarımız olsa daha fazla versek, ondan da memnuniyet duyarız. Ancak, şu anda bütçe imkânları çerçevesinde sadece hâkim ve savcılara bunu veriyoruz.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sembolik olsun Sayın Bakan. Şimdi verelim burada bir önerge. 

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – “Peki, Yargıtay ve Danıştayda daire ve üye sayısının artırılmasına neden gerek duyuldu ve iş yükü konusunda nedir rakamlar?” diye soruldu. Ben konuşmamda izah ettim ama bir kez daha ifade etmek isterim: Şu anda, Yargıtay ceza dairelerinde, 2013 yılı itibarıyla 355.134 dosya, 30/9/2014 itibarıyla 394.617 dosya var. Yargıtay hukuk dairelerinde 215 bin dosya var. Toplam 609 bin dosya var. Ayrıca, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında da 354 bin dosya var. Yani çok büyük bir dosya yükü var. Ceza dairelerinde 1 üyeye 2.880 dosya düşmektedir. Hukuk dairelerinde de 1 üyeye ortalama bin dosya düşmektedir.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Yeni mi oldu ki Sayın Bakan? Daha önce yok muydu?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yeşil pasaport konusunda pek çok arkadaşımız soru sordular. Ben de avukat bir milletvekili olarak avukat meslektaşlarımızın hepsine yeşil pasaport verilmesini gönülden arzu ettim. Komisyon görüşmeleri sırasında arkadaşlarım dile getirdiğinde, ben bunu Dışişleri Bakanlığımızla da, başka ilgili bakanlıklarla da müzakere ettim ve oradan şöyle bir değerlendirme yapıldı: Şimdi, Avrupa Birliğine üye ülkeler ve başkaca bazı ülkeler, Türkiye’deki yeşil pasaport sayısının yüksekliği nedeniyle bunun azaltılmasını istiyor, bazı ülkeler de yeşil pasaporta vize koyuyor; örneğin, İngiltere, şu anda yeşil pasaporta vize koymuş durumda. Başka ülkelerde de bu konuda büyük bir baskı var. Türkiye’deki rakamla Batı ülkelerindeki rakam kıyaslandığında bizde çok büyük sayıda yeşil pasaportlu vatandaşımız var. O yüzden, bu noktada bir adım attığımızda belki şu andaki yeşil pasaportlularla ilgili sıkıntı da ortaya çıkabilir dendi. Böyle bir risk gördüğümüz için bu konuda bir adım atmadık. Ancak vize muafiyetiyle ilgili görüşmeler, biliyorsunuz, devam ediyor. Avrupa Birliği üyeleriyle yapılan anlaşmalar çerçevesinde eğer netice alınırsa, iki yıl içerisinde zaten bu noktada Avrupa Birliği bazında bir sıkıntı kalmayacak bu anlaşma yürürlüğe girerse. Ancak şu aşamada bunu sınırlama imkânımız yok çünkü öte yandan pek çok, başka, avukatlar gibi önemli meslek icra eden vatandaşlarımız var. Onlara da bunu vermemiz gerekecek ve bu kapsam çoğaldıkça da yeşil pasaportun şu anki uygulama alanı daha da daralabilecektir. O yüzden şu aşamada bunu yapamıyoruz ama bu gene incelememizde duracak. Ben de bunu takip edeceğim, tamam mı? Bunu özellikle takip edeceğim.

Ayrıca Avukatlık Kanun Tasarısı’yla ilgili de çalışmalarımızın burada sürdüğünü özellikle ifade etmek isterim.

Tabii, hukuk fakültesi mezunu olmayanlara sınavsız hukuk fakültesine girme imkânı veren düzenleme, esasında, sizin dediğiniz gibi noterlik yapma imkânı da verir eğer hukuku bitirirse, avukatlık yapma imkânı da verir ama noterlik yapmak için gündeme gelmiş bu konu değil. Sadece idari yargıda görev yapan, beş yıl hâkimlik yapmış birisi zaten hâkimlik yapıyor. Hukuk fakültesi mezununun hedeflediği bir mesleği icra ediyor. Hukuk fakültesini okuma imkânı elde edince kendisi bir eğitim yapacak eğer tercih ederse, etmezse zaten yapmayacak. Biz bir imkân getiriyoruz, bir fırsat getiriyoruz. Bu aslında bir hizmet içi eğitim olarak da görülebilir, kendini geliştirme bakımından bir fırsat olarak da görülebilir. Şu anda kontenjanların…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ederim.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Bakan, siz de gülüyorsunuz, siz de inanmıyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın Bayraktutan, size de teşekkür ederim.

Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Sayın Başkan, bir saniye… 60’a göre kısa bir açıklama yapacağım Bakanın ifadesiyle ilgili de.

BAŞKAN – Duymuyorum ki Sayın Yılmaz. 

 

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

17.- Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz’ın, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 655 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tümü üzerindeki soru-cevap işlemi sırasında yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Kısa bir açıklama yapacağım, bir yanlış bilgilendirme verdi. “Bu ‘kaçak saray’ olarak ifade edilen yerle ilgili bir mahkeme kararı yok.” dedi. Adalet Bakanı olarak şunu bilmesi gerekiyor ki, üç ay önce, 1’inci derecede sit alanının 3’üncü derecede sit alanına çevrilmesiyle ilgili Ankara Bölge İdare Mahkemesinin verdiği karar var ve şu anda kaçak sarayın yapılması kanuna aykırıdır; Sayın Bakanın bunu bilmesi gerektiğini düşünüyorum.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın vekilim, bilginiz yanlış.

BAŞKAN – Tamam, teşekkür ederim.

Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

 

III.- YOKLAMA

 

(MHP ve CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – “Kabul edenler” dedim.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Buraya bakmadınız.

BAŞKAN – Bir dakika… Arkadaşlar, bir dakika… (Gürültüler)

Arkadaşlar, sayın milletvekilleri, neden bağırdığınızı anlamadım. Bir karar bildirdim mi size? Birdenbire böyle bir ayağa kalkıyorsunuz, kıyamet kopuyor. Yaparız…

Ben görmemiş olabilirim, yanımda iki tane kâtip üyem var, arkada memurlar var. “Ayağa kalktı” dediler. Ben söze başlamadan önce ayağa kalktığınızı söylediler; yoklama talebiniz varmış.

20 tane milletvekili ayakta mı?

Sayın Halaçoğlu, Sayın Başesgioğlu, Sayın Bal, Sayın Korkmaz, Sayın Şimşek, Sayın Yılmaz, Sayın Bulut, Sayın Torlak, Sayın Erdoğan, Sayın Erdem, Sayın Işık, Sayın Kalaycı, Sayın Yılmaz, Sayın Yeniçeri, Sayın Adan, Sayın Çınar, Sayın Uzunırmak, Sayın Varlı, Sayın Bayraktutan, Sayın Öztürk …

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve süreyi başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklamaya başlandı)

BAŞKAN – Grup başkan vekili arkadaşlarımdan da ayrıca rica ediyorum, karar yeter sayısı veya yoklama istediğinizde lütfen ayağa kalkın…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Ayaktaydım efendim.

BAŞKAN – Yani size söylemiyorum, genel olarak söylüyorum.

Ve sesli olarak söylerseniz, birbirimizi bu anlamda da üzmemiş oluruz.

(Yoklamaya devam edildi)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri  (Devam)

3.- Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve Isparta Milletvekili Recep Özel ile 52 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın; 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 59. Maddesinde Noterlerin Hastalıkları Hâlinde Yapılacak İşlemlere İlişkin Sorunların Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın; 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı ile 33 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan ve Elâzığ Milletvekili Şuay Alpay ile 1 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Adalet Komisyonu Raporu (2/2397, 2/2101, 2/2209, 2/2380, 2/2418) (S. Sayısı 655) (Devam)

 

BAŞKAN – Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…  Kabul edilmiştir.

On beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 22.46

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 23.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Muharrem IŞIK (Erzincan), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

655 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Şimdi, birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm 1 ila 26’ncı maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Sayın Erol Dora konuşacak.

Süreniz on dakikadır.

Buyurun.

HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 655 sıra sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin 16’ncı maddesi kuvvetler ayrılığının anayasal devlet için zorunlu bir unsur olduğunu belirtmektedir. Kuvvetler ayrılığı ilkesini uygulamayan siyasal yapıların bir anayasasının olamayacağı da açıktır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi bir ülkenin siyasi sistemini demokratik kılan temel unsurlardan biridir. Çünkü ancak bağımsız bir yargı hukuk devleti ilkesini hayata geçirebilir. Öyleyse yargının yasama ve yürütmeden ayrı olmasını mümkün kılan kuvvetler ayrılığı ilkesi bir anlamda hukuk devleti ilkesinin de ön şartıdır.

Değerli milletvekilleri, bu çerçevede bu kanun teklifi incelendiğinde temel sorularımız şunlardır:

Bir: Bu teklif, hukuk devleti ilkesini daha da güçlendirmek için mi hazırlanmıştır?

İki: Bu teklif, kuvvetler ayrılığı ilkesini daha sağlam bir yapıya mı kavuşturmaktadır?

Üç: Bu teklif, yargının bağımsızlığı ilkesini daha güçlendirmek için mi hazırlanmıştır?

Kanun teklifini incelediğimizde bu sorulara yanıt olarak “Evet.” dememiz mümkün değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde konuştuğumuz kanun teklifinin birinci bölümünün 1 ile 7’nci maddeye kadar olan kısmı Noterlik Kanunu’nda değişiklik içermekte olup Noterler Birliğinin görüşü de alınarak gündeme getirilmiştir. Noterlik Kanunu’nda yapılan düzenlemeyle anılan kanunda yazılı kimi işlemlerin elektronik ortamda ve elektronik imzayla yapılmasına olanak sağlanmaktadır.

Kanun teklifinin 7’nci maddesiyle getirilmek istenen düzenleme ise hukuk ilkeleriyle, fırsat eşitliği ilkesiyle bağdaşmayan, kişiye özgü menfaatler öngören iltimas niteliğinde bir hukuksuzluğun Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında kanunlaştırılması girişimidir.

Değerli milletvekilleri, 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 45’inci maddesinin (1)’inci fıkrasına eklenmesi öngörülen bentte “İdari yargıda beş yıl süreyle görev yapmış hâkim ve savcılar ile Cumhurbaşkanı tarafından seçilmiş Danıştay üyelerinden hukuk fakültesi mezunu olmayanlar, talepleri hâlinde Yükseköğretim Kurulu tarafından mevcut kontenjanlara ilave olarak hukuk fakültelerine sınavsız olarak yerleştirilir.” denilmektedir.

Tüm Türkiye yurttaşlarının hukuk fakültelerine girebilme şartları belli  sınavlara tabi tutulmuşken, Cumhurbaşkanınca Danıştaya atanan üyelere, hukukun üstünlüğünü temsil eden bir kurumun üyelerine hukuk ilkelerini hiçe sayan imtiyazlar tanınması her şeyden evvel hukuk devleti ilkeleri, hukukçunun uyması gereken etik zorunluluklar ve yurttaşlar arasında fırsat eşitsizliği yaratması nedeniyle kabul edilmesi mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifinin 9 ile 19’uncu maddeleri arasında yer alan düzenlemeler ise özetle, yürütmenin yargı üzerinde kurduğu hegemonyayı derinleştirmek amacı taşımaktadır. Söz konusu maddelerde yapılan düzenlemelerle Danıştay içerisinde önemli bir işlev gören ve Danıştay Başkanı, başkan vekilleri, başsavcı ve tüm daire başkanlarının katılımıyla 19 kişiden oluşan Başkanlar Kurulunun yetkileri sıralanmakta, buna karşın Danıştay Başkanının başkanlığında 3 daire başkanı ve 3 üyeden oluşan ve dar bir kurul olan Başkanlık Kurulunun ise olağanüstü yetkilerle donatılması öngörülmektedir.

Bu yetkiler teklifle getirilen yasal düzenlemeler çerçevesinde şöyle belirtilmiştir: “Danıştay tetkik hâkimlerinin görev yerleri Başkanlık Kurulu tarafından belirlenir. Görev yerleri aynı usulle değiştirilir. Üyeler, Başkanlık Kurulunun kararı ile dairelere ayrılırlar ve hizmetin icaplarına göre, daireleri aynı usulle değiştirilebilir. Dairelerde vuku bulacak noksanlıklar, diğer dairelerden üye alınmak suretiyle tamamlanır. Bu üyeler Başkanlık Kurulunun kararı ile önceden tespit edilir. İdari İşler Kurulu, idari dairelerin başkanlarıyla her takvim yılı başında Başkanlık Kurulunca her idari daireden seçilecek bir üye ve her dava dairesinden seçilecek bir başkan veya üyeden oluşur. Kurulun seçimle belirlenen üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık Kurulunca otuz gün içinde seçim yapılır. Üyelerin görev yerlerini, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak belirlemek, zorunlu hâllerde daire başkanı ve üyelerin dairelerini değiştirmek. Danıştay tetkik hâkimlerinin çalışacakları daireleri, kurulları ve görecekleri işleri belli etmek ve gerektiğinde yerlerini değiştirmek. Yetkili merciin neresi olduğu belirtilmemiş olan yönetim işlerini belli etmek veya bu işleri yapmak. Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak, Danıştay daire başkanları, üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını yeniden belirler.”

Değerli milletvekilleri, görüldüğü üzere, Hükûmet, kontrolü açık bir biçimde yönetim, davalar, iş bölümünün belirlenmesi, üye görevlendirilmesi, değiştirilmesi, tetkik hâkimlerinin görevlendirilmesi, vesaire görevler Başkanlık Kuruluna verilmektedir. Böylece, teklifin yasalaşması hâlinde, Danıştaya yeni seçilecek üyelerin kritik dairelere yerleştirilmesi ve böylece yürütmenin yüksek yargıya açık bir şekilde müdahalesine kapı açılmakta ve belli, önemli davaların yürütmenin iradesine uygun biçimde sonuçlanmasına imkân oluşturulmaktadır.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifinde yer alan bu değişiklikler Venedik Kriterleri’ne de aykırılık göstermektedir. Venedik Konseyinin dikkat çektiği önemli bir nokta, yargı üyelerinin atanması ve soruşturulması gibi, hukuk devleti için en hassas konuların olabildiğince nesnel yöntemlerle yürütülmesidir. Yasama ve yürütmenin yanında apayrı bir görevi icra eden yargı erki tüm baskı ve etkilerden uzak tutulmalıdır. Oysa, Hükûmetin yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkelerini hiçe sayan, Danıştay içerisinde olağanüstü yetkilerle donatılmış ve oluşum biçimi itibarıyla yürütmenin güdümünde yöntemlerle oluşturulan Başkanlık Kurulunun bu hâli uluslararası hukukun da Hükûmetçe ciddiye alınmadığının göstergesidir.

Değerli milletvekilleri, yüksek yargı kurulları faaliyette bulundukları pek çok ülkede yargının bağımsızlığı açısından olumlu bir işlev yerine getirmektedir. Ancak, yüksek yargı kurullarının kendilerinden beklenen bu işlevi gerektiği gibi yerine getirmeleri bazı anayasal kurum ve güvencelerin varlığına bağlıdır. Kurul üyelerinin seçiminden çalışma usullerine, kurulun idari ve mali bağımsızlığından kararların niteliğine ve denetlenmelerine kadar pek çok unsur bu tür kurulların işleyişini etkilemektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’deki siyasal alanın en önemli sorunlarından birisi hukuk ve yargının toplumsal taraflar arasındaki uzlaşma alanlarının bir ürünü olmak yerine devlet ve iktidarın bir aracı olmasıdır. Hukuk ve yargının iktidar tekeline alınması güç ilişkilerinin hukuksal bir eşitliğe taşınmasını engellemiş ve dahası, yargının güçlünün esaslı bir aracı olarak kalmasını da sağlamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidar sınırlanmadığı takdirde kötüye kullanılabilir. İktidara sahip olanlar ellerindeki gücü keyfî biçimde iktidara sahip olmayanlar aleyhine kullandıklarında bu güç bir baskı aracına dönüşür ve iktidara sahip olmayanların dışlanması, ezilmesi hatta yok edilmesi söz konusu olur.

Değerli milletvekilleri, AK PARTİ iktidarı kendisine muhalefet eden kesimlere kendi kurguladığı adaletsiz uygulamalara rıza göstermek dışında yol bırakmak istememektedir. Oysa, iktidar ile onun dışındakilerin eşitliğinin mutlak biçimde korunması gereken en önemli mekân yargıdır. Ancak, Türkiye'de hukuk her geçen gün bir aksiyon, bir gerilim türünün adı olmaktadır ve AK PARTİ iktidarıyla da hukuk çarpıklığın derinleştirildiği bir alana dönüştürülmüştür.

Bu duygu ve düşüncelerle tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dora.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kırklareli Milletvekili Sayın Turgut Dibek konuşacak.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Teklifin birinci bölümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Öncelikle, saygılarımla selamlıyorum sizleri değerli arkadaşlar.

Şimdi, Sayın Bakanın -az önce dinlerken- aslında çok büyük ihtiyaç olduğunu bu maddelere, işte, teklifteki değişikliklere ve sanki bunların birkaç ay evvel yani aylık değişikliklerle önümüze gelmediğini ama önümüzdeki günlerde, geçen sürede de bu değişikliklere çok büyük ihtiyaç olduğunu ve yararlı olacağını belirten birtakım açıklamalarını izledik, dinledik daha doğrusu, yerimden ben de. Aslında, ne olduğunu biliyoruz değerli arkadaşlar. Komisyonda ben, diğer arkadaşlarımız bu konuda saatlerce konuştuk. Ben de az önce aldım konuşmalarımı, sayfalarca konuşmam var. Ne olduğu belli, ne olduğu biliniyor.

Şimdi, bu yeni bir olay da değil yani son yıllarda -ben iki dönemdir burada, Komisyonda arkadaşlarımla çalışıyorum- bir alışkanlık hâline geldi. Şimdi, değişiklikler artık tasarı olarak da gelmiyor. Bakın, bu güvenlik paketini tasarı olarak Hükûmet getirdi. Bilmiyorum, onu da herhâlde yılbaşından sonra görüşeceksiniz veya görüşülecek ama bir tasarı olarak geldi. Niye? Tasarı olarak  gelince biraz enine boyuna incelendi, belki belli yerlerden görüşler alındı ama bu teklif olarak geldi. Ve teklifi veren arkadaşlarımız -onlar da çok iyi biliyorlar ki- aylar evvel de bu tekliflerin tam tersini vermişlerdi. O gün onları dinlerken biz yine bugün söylediklerimizi aslında söylüyorduk, biz ilkesel bakıyoruz. Hukuk devletinin gereklerini, objektif hukukun gereklerini, işte, evrensel hukukun gereklerini orada da söyledik, Türkiye’nin geçmişinden gelen birikimlerini, kurumlarla bu kadar kesinlikle oynanmaması gerektiğini orada anlatmaya çalıştık. Yani, bir koalisyon var, bir koalisyon oluyor HSYK yapısında, o koalisyona göre buraya, önümüze teklifler geliyor; o koalisyon bozuluyor, efendim yeni bir koalisyon oluşuyor, ona göre teklifler geliyor. Yargıtayın, Danıştayın yapısı altüst ediliyor. Bunların olmaması gerektiğini anlattık Komisyonda ama sayısal çoğunlukla iktidar maalesef bunu alışkanlık hâline getirdi.

Şimdi, bunu yaparken şu gerekçeye dayanıyorlar, diyorlar ki: “Yargı mevzuatında değişikliğe ihtiyaç var, bazı maddeleri değiştirmemiz lazım.” Ama değerli arkadaşlar, esas tehlikeli olan şu, Sayın Bakan da çok iyi biliyor bunu: Bunu yaparken, işte, konjonktürel bir süreç içerisinde neyle karşılaşıldıysa onları bu tekliflerin içerisine koyuyorlar, burada olduğu gibi. Daha kötüsü şu oluyor: Kişisel birtakım teklifler var, daha doğrusu kişisel birtakım düzenlemeler var. Yani, 17 Aralık, 25 Aralık yolsuzluk sürecini düşündüğümüzde, o sürecin içerisinde yer alan kişileri, iktidara yakın olan kişileri koruyan, kollayan ya da onların hukuktan kurtarılmasını, yargıdan kurtarılmasını sağlayan birtakım düzenlemeler yapıldı geçmişte de. Şimdi de bu paketin içerisine, bu teklifin içerisine yine kişisel düzenlemeler, yine yargı mevzuatının dışında gizlenerek konan maalesef maddeler var. Önce bunları genel olarak belirtmek istiyorum.

Maddelere girdiğimizde, birinci bölüm içerisinde, tabii, ilk 5-6 madde noterlerle ilgili madde. Yani, onları Sayın Bakan da söyledi, sizler de belki söyleyeceksiniz, ihtiyaçtır, geçmişten gelen veya noterlerin de talepleri doğrultusunda olabilir ama onun dışında, değerli arkadaşlar, burada söylenen, işte teklifin kaçıncı maddesi, 8’inci maddesi sanıyorum, idari yargıdaki görev yapan hâkim ve savcılarla ilgili olarak getirilmeye çalışılan düzenleme, az önce söylediğim nitelikte olan bir düzenleme. Yani, bunu Komisyonda da konuşmuştuk, Danıştayda ve idari yargıda görev yapan ve hukuk fakültesi mezunu olmayan hâkim, savcılara, onlara özel bir düzenleme getiriliyor. Aslında, Anayasa’ya aykırı bir düzenleme geliyor, eşitlik kuralına aykırı bir düzenleme geliyor. Niye geldiğini orada da sorduk. Aslında, kötü olan şey şu oldu: Komisyonda tüm partiler -iktidar, muhalefet olmak üzere bizler- o önergeyi reddettik, iktidar partisi milletvekilleri de reddetti, sizler de reddettiniz o düzenlemeyi ama gelin görün ki -7’nci maddeymiş teklifteki- tüm maddeler görüşüldükten sonra, Sayın Bakan ısrarla, sizlerin iradesine, Komisyon iradesine rağmen, o teklifin tekrar tekriri müzakereyle görüşülmesini talep etti, kendisi yoktu, yardımcısı oradaydı, Bakan Yardımcısı oradaydı, onun vasıtasıyla onu talep etti ve ne acıdır, ne yazıktır ki bizim Komisyon olarak reddettiğimiz, iktidar partisi milletvekillerinin de çoğunun reddettiği o değişikliği, o yürütmeden gelen taleple, baskıyla, arkadaşlar, kabul etmek zorunda kaldınız. Anayasa’ya aykırıdır o madde, 10’uncu maddeye çok açık bir şekilde aykırıdır. 650’ye yakın hâkim ve savcıdan bahsetti Sayın Bakan.

Nedir olay değerli arkadaşlar? Şimdi, 65 yaşına kadar hâkimlik ve savcılık yapma hakları var mı onların Sayın Bakan? Var, o görevi yapıyorlar. Hukuk fakültesi mezunu olsalar ne olur olmasalar ne olur? O görevi yapıyorlar. 65 yaşından sonra bu hakkı onlara, binlerce genç öğrencinin, tamam onların belki ÖSYM’deki kontenjanlarında bir eksilme olmuyor, bunu savunma olarak getiriyor arkadaşlar, ilave ediliyor ama onlar meslek hayatına atıldıklarında onların önünü kapatacak -az önce burada noterlikle ilgili de bir kaygı çıktı ama- yüzlerce idari hâkim hukuk fakültesine sınavsız girecek, devam zorunluluğu olmayacak, birtakım fark derslerini verecekler ve sonra mezun olacaklar ve emekli olduklarında da kendilerine herhangi bir baroya kayıt olmak şartıyla avukatlık ruhsatı verilecek ve belki de noter olarak da noterlik belgelerini de alacaklar.

Bu düzenleme, belli kesime yapılmış olan özel düzenlemedir, bu paketin içerisinden maddeler geldiğinde mutlaka çıkması gerekir değerli arkadaşlar.

Birinci bölümde Danıştayla ilgili maddeler var, aynı, benzer maddeler Yargıtayda da var.

Bakın, bu Danıştayı ben başından beri takip ediyorum yani yıllardır Adalet Komisyonunda yer almam nedeniyle ve bütçe görüşmelerinde de genelde Danıştay üzerinde burada söz aldım ve dolayısıyla Danıştayın yapısını takip etme fırsatım oldu. Şimdi, Danıştayda 2010 referandumundan önce arkadaşlar, 95 üye vardı; Danıştay, idari yargıda yüz elli yıllık bir üst mahkeme, anayasal kurum ve Osmanlıdan geliyor, yüz elli yıllık bir kurum. Yani o kurumu altüst ettik, altüst ettiniz. 95 üye bugün 156 üye; bu değişikliği eğer geçirirseniz üye sayısı 195 olacak. Dünyanın hiçbir yerinde idari yargıda bir temyiz makamı, içtihat makamının böyle bir sayısı olmaz. Ama bunu niye yaptığınızı, zaten yapmak istediğinizi az önce söyledim. Yani koalisyon bozuldu, “Bize darbe yapıldı.” diyorsunuz, yeni bir koalisyon yapısı oluştu HSYK’da, o HSYK yapısıyla “Biz işte, Danıştayda bu, efendim, cemaat ekibini seyrelterek, yani sayıyı artırarak, onları etkisiz hâle getirerek Danıştaydaki süreci acaba kendi lehimize tamamlayabilir miyiz?” saikiyle, nedeniyle yapılıyor. Ve orada, çok acıdır, Başkanlık Kurulu, Başkanlar Kurulu diye iki tane makam var; onlarla pinpon topu gibi bir oraya, bir oraya oynadınız. Bakın, onlar, sanıyorum Şubat 2011 olması lazım, 6110 sayılı Yasa’da –kaçıncı paketti, üçüncü paket miydi, şimdi tam hatırlamıyorum ama- bu yetkiler, değerli arkadaşlar, Başkanlar Kurulundaydı daha önce, Başkanlar Kurulundaydı… Pardon, Başkanlık Kurulundaydı o yasayla Başkanlar Kuruluna verdiniz. Yani çünkü karışık bir olay. Başkanlık Kurulu 7 kişiden oluşan bir kurul, küçük bir kurul; Başkanlar Kurulu, Danıştay Başkanı ve tüm üyeleriyle oluşuyor. Baktınız ki, orada 7 kişilik kurulla biz bu yapıyı düzeltebilir miyiz? Tüm yetkileri -pardon, Başkan, ben de karıştırdım şimdi- Başkanlık Kurulundan Başkanlar Kuruluna verdiniz. Daha sonra bu yetkileri, Başkanlar Kurulunun kullandığı yetkileri, kalktınız, şimdi, tekrar Başkanlık Kuruluna getiriyorsunuz. Yani biz dahi içinden çıkamaz hâldeyiz değerli arkadaşlar, o hâle geldi. Şimdi, o Başkanlık Kurulu 2013’te seçilmişti, iki yıllık görev süreleri var, mevcut görev süreleriyle Danıştaydaki sayı arttıktan sonra yepyeni bir düzenlemeye gidecekler, tüm daireleri değiştirecekler. İşte, dairelerdeki üyeleri değiştirecekler, dairelerin görev alanlarını değiştirecekler ve bu yapıyı 7 kişi orada yapacak. Yani, bu maddeler onu içeriyor. Sayın Bakan “İhtiyaç var.” diyor, dosyalardan bahsediyor. Hiç de öyle değil. Yani, bu dosyalardan bahsediyor, burada almıştım çünkü… Süre de kısalıyor, geçiyor, belki maddelerde kalan kısımlarından bahsedeceğim.

Şimdi, değişiklikleri yapıyorsunuz süreç içerisinde. Sayın Bakan “uyarlama” dediğimiz bir olay var. Dosyalar Yargıtayın önüne geliyor, dosyalara bakmadan mevzuatta maddeler değişiyor, hiç bakmadan dosyaları geri gönderiyor; binlerce, yüz binlerce dosyayı geri gönderiyor. O dosyalar yerel mahkemeden bir daha kararla geri geliyor. Acaba bu sayıların kaçı öyle diye merak ettim, onunla ilgili bir çalışma varsa… Yani, Yargıtaya geldi, gitti, bir daha geldi. Böyle çok sayıda dosya var. Yani, sorun dosya sayısı değil. Koalisyon yeni bir yapı. HSYK yapısından sonra bu yeni düzenlemeyle Danıştay ve Yargıtayda yeni bir düzenlemeye gidiliyor.

Maddelerde tekrar bu konuları değerlendireceğim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dibek.

Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi grubu adına Sayın Faruk Bal konuşacak, Konya Milletvekili.

Yalnız, şahsınız adına da beş dakikalık konuşmanız var, eğer Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşulmazsa…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yok.

BAŞKAN – Yokmuş.

İsterseniz,  siz de uygun görürseniz on beş dakika süre verelim size Sayın Bal.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüştüğümüz kanun teklifi üç parça hâlinde geldi. Birinci parçasına bir diyeceğimiz yok; noterlerle ilgili ve hâkimlik mesleğine mensup insanların yürüttükleri göreve mütenasip bir hayat tarzına ulaşabilecekleri ekonomik imkânlara kavuşmasına ilişkindi. Burada bir sorun yoktu, eksikti ama bir sorun yoktu. Ama, ikinci ve üçüncü dalgalar -ki bu dalgalar AKP Hükûmeti zamanında epeyce yoğunlukla görülmüştür- işin insicamını bozdu.

Noterlikle başlayalım. Noterler Birliğinin ihtiyacı olan birtakım düzenlemeler gelmiştir. Bu düzenlemeler içerisinde, bizim Milliyetçi Hareket Partisi olarak, noterlik mesleğine katkı olması anlamında olumlu desteğimiz vardı ve bunu olduğu gibi yürütüyoruz. Lakin, noterlik verilerinin elektronik ortamda üçüncü kişilere giderek özel hayatın gizliliği, ticari ilişkilerin gizliliği, markaların ve birtakım sırların gizliliğini ihlal eder mi diye şüphemiz vardı. Bu şüpheyi paylaştık. Ancak, Noterler Birliği bunun birtakım güvenlik duvarlarıyla engellenebileceğini ifade etti. Temenni ederiz ki teknik bir sorun çıkmaz. İlk gelen dalgada, HSYK seçimlerinin başlangıcında havuç-sopa şeklinde kullanılan, hâkimlere “Eğer HSYK seçimleri olumlu biterse bu takdirde maaşları artacak.” şeklinde bir taahhüdü oldu Hükûmetin. “Eğer istediğimiz gibi bitmezse o takdirde de bu seçimin sonucunu kabul etmeyiz.” gibi antidemokratik bir ifadesi oldu. Bu tartışmayı bir kenara bırakıyorum.

Ancak, yargının içinde bulunduğu ekonomik sorunlarla boğuşan kitlesi sadece hâkim ve savcılar değildir. En az onlar kadar ve onlardan daha fazla emek ve mesai sarf ederek, gücünü harcayarak, enerjisini harcayarak ama onlardan çok daha az bir vaziyette ekonomik imkânlara sahip olan kitleler de vardır; bunlar kâtiplerdir. Osmanlının şarkısına ve bizim de şarkı dünyamıza giren “setresi uzun, eteği çamur” olan kâtibin cebi boştur değerli arkadaşlarım. Mübaşirler ciddi bir şekilde sorun yaşamaktadır genel idare hizmetlere geçmek ve orada daha iyi ekonomik imkânlara kavuşabilmek için. Seçim personeli, Türkiye’nin demokratik yapısını ortaya koyan; milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyeleri, sivil toplumun, kamu kurumu niteliğindeki organların seçiminde görev yapan seçim personeli bu sıkıntı içerisindedir. İnfaz koruma memurlarının, yaşadıkları hayat itibarıyla mahkûmdan farkı yoktur. Psikolojik sorunlar yaşayan ve ekonomik zorluklar içerisinde bulunan bu kitlenin de şu niteliklerde ekonomik talepleri vardır.

Bir: Yargı tazminatından destek hizmetlerinde bulunan yargı mensupları da yararlanmak istiyor. Bu en tabii hakkıdır. İki: Fazla mesai ücreti alamamaktadırlar. Oysa, Anayasa’ya göre angaryadır bu, fazla mesai dediğimiz mesele. Çok fazla çalışmalarına rağmen bu kitle fazla mesai ücreti alamamaktadır, iş riski alamamaktadır. Dolayısıyla, bunların bir aile içerisinde yaşadıklarını düşündüğümüzde, kreş, servis ve yemek gibi sorunları vardır. Demek ki bunların da böyle bir düzenlemeye ihtiyacı vardır. Böyle bir düzenleme getirilmiş olsaydı biz elbette ki buna destek verecektik ancak Komisyondaki ve diğer alanlardaki taleplerimizi AKP çoğunluğu maalesef reddetmiştir.

Değerli arkadaşlarım, ikinci dalgaya geldiğimiz zaman, ikinci ve üçüncü dalgaya geldiğimiz zaman, masum bir talep gibi gelen birinci dalga dönüştü torba yasasına. Torba yasasını da geçti, biraz önce bir arkadaşımızın ifade ettiği gibi çorbaya döndü bu tasarı. Çorbayı da aştı bence, ikinci ve üçüncü dalgayla gelen teklifler çuvala ve bu çuvalı da “AKP” damgasıyla, etiketiyle yapıştırarak, birleştirerek yargının kafasına geçirme şekline dönüştü.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarının ikinci ve üçüncü bölümleriyle ilgili amaç nettir ve kesindir, hiç kimse birbirini kandırmasın. Amaç şudur: Yargıtayda çoğunluğu kazanmak. Nasıl kazanacaksınız? “İş çok.” falan diye birtakım mazeretler uydurarak 120 adet yeni üye seçeceksiniz, 8 tane daire kuracaksınız, böylece Yargıtayda daha önce beraber aynı yolda yürüdüğünüz, beraber ıslandığınız kitleye karşı çoğunluğu elde etmiş olacaksınız. Bunun lâmı cimi yok, bu gerçek.

İkinci amaç: Danıştayda aynı çoğunluğu elde etmek, yine beraber yürüdüğünüz yolda şu anda istiklal mücadelesi verdiğiniz kitleye karşı çoğunluğu ele geçirmek.

Üçüncüsü ise: HSYK’da birtakım yeni yetkiler, yeni düzenlemelerle olağanüstü yetkiler vererek yargının kalbi olan HSYK’yı siyasi renklere uygun faaliyetlerde bulunabilir hâle getirebilmek. İşte, bu üçünün çoğunluğunu ele geçirmekle kalsaydı… Maruz görmeyiz tabii; bu, yargıya siyasi müdahaledir ama burada durmuyorsunuz yani sizi durduran bir güç olmuyor. Öyle bir vahim noktada yargının içinde bulunan denge ve denetim araçlarını ters düz ediyorsunuz ve kontrolsüz bir yargı gücü yaratıyorsunuz ki bu, parlamenter demokratik sisteme bir tehdit olacak noktaya ulaşmış durumda.

Yargı içerisinde oluşmuş olan idari nitelikteki organların yetkilerini elinden alıyorsunuz, yeni uydurmuş olduğunuz birtakım organlara yeni yetkiler veriyorsunuz ve bu yeni oluşturulan organlar ile bunlara verilen yetkiler, inanın, ne 1960 ihtilalinde ne 1971 12 Mart muhtırasında ne 12 Eylül darbesinde ne de 28 Şubatta görülmüş boyutta. Böyle bir uygulama askerî rejimlerde, ara rejimlerde, muhtıralar döneminde görülmemiştir. Nasıl oluyor bu iş değerli arkadaşlar? Yargıtayda Başkanlık Divanını, “Birinci Başkanlık Kurulu” adı altındaki -eski tabirle “divan”- divanı 120 üye ve 8 daire yeni seçiminden sonra değiştirerek Birinci Başkanlıkta çoğunluğu elde ediyorsunuz. Çoğunluğu elde ettikten sonra… Ondan sonrası vahim.

Bir: Daireler arasındaki iş bölümünü yeni oluşacak olan Birinci Başkanlık Kuruluna veriyorsunuz yani dosyaların Yargıtayda hangi daireden hangi daireye gideceğine, hangi dairenin hangi işe bakacağına bu Birinci Başkanlık Kurulu karar verecek. Demek ki kimin davası neredeyse bu Başkanlık Divanı ona uygun kararlar verebilecek bir yetkiyle donatılıyor. Böyle bir hukuk olmaz. Bu, tabii hâkimlik ilkesine aykırıdır. İnsanların nerede yargılanacağını bilmesi en tabii hakkıdır. Böyle bir hakkı siz parmak çoğunluğuyla elinize alıp başka bir kurula verebilirsiniz. Verirsiniz de bu hakkaniyetli olur mu, insani olur mu, vicdani olur mu, hukuki olur mu? Elbette ki olmayacaktır.

İkinci yetkileri bunların: Hangi dairede hangi üye görev yapacak? Değerli arkadaşlarım, bu, eski hâline göre Genel Kurulun görevi. Niçin? Bu, Yargıtay içerisinde bir denge mekanizmasıdır. Yani, parlamenter sistemde sadece yasama, yürütme, yargı arasında denge yok, yargının içerisinde de kendi dengeleri var, kendi denetim araçları var çünkü yargının içerisinde makamlara seçilerek gelinir. O seçimin doğal olarak ortaya koyduğu bir hesap verme sorumluluğu vardır, seçilen üye, tekrar aday olacaktır, tekrar seçilecektir ve seçen kişilere karşı, hukuka uygun davranıp davranmadığının hesabını da vermek zorundadır. Dolayısıyla, böyle bir Genel Kurul yetkisinde bulunan üyelerin dairelere dağıtımının o kuruldan alınıp sonradan çoğunluğu elde edilecek Birinci Başkanlık Divanına verilmesi yanlış bir iştir. Bu yanlış, yargı içerisindeki denge ve denetim araçlarını ortadan kaldıracak durumdadır. Aynı durum, Danıştayda geçerlidir. Orada da Başkanlar Kurulundan alıyorsunuz, Başkanlık Kuruluna veriyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar niçin yapılıyor? Eğri oturalım, doğru konuşalım. Sayın Bakan, birtakım hukuki gerekçeleri ifade etmeye çalıştı ama biz biliyoruz, bizim bildiğimiz gibi Türk milleti de biliyor, yukarıda Cenab-ı Allah da biliyor. Siz, bu işi, 17-25 Aralık yolsuzluk, kara para aklama, altın kaçakçılığı gibi vahim iddialar ile Hükûmetin belirli şahsiyetlerinin ve onların çocuklarının, yakınlarının, bürokratlarının kuyruğu, hukukun kapısına sıkışınca bunları getiriyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bundan kurtulmak için yapılacak tek yol, bağımsız ve tarafsız yargıda yargılanmaktır. Onun dışında, yargıyla oynamakla bu işlerin sonu gelmez. Yargıyla o derece oynadınız ki nasıl oynadığınızı ben size şimdi kanun numaralarını vereyim, tarihlerini siz nasıl olsa bilirsiniz. Yargıtay Kanunu’nda tam 8 defa, on iki yıl içerisinde tam 8 defa değişiklik yaptınız. Yargıtay Kanunu ihdas edildiği tarihten itibaren 4 veya 5 defa değiştirilmiş; sizin Hükûmetiniz zamanında esen rüzgâra, zülfüyâre dokunan yele göre 8 defa değişiklik yapılmış. Not alın: 4929, 5219, 5235, 6110, 6217 sayılı yasalar, 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, 6494 sayılı Kanun, 6545 sayılı Kanun. Bu kanunlarda en büyük değişiklikler, konjonktürel gelişmelere göre zülfüyâre dokunan sert rüzgârların etkisiyle yapılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Danıştayda -paralel gidiyorsunuz maşallah- Danıştay Kanunu’nda da tam 8 defa değişiklik yapmışsınız. 4390, 5435, 5536, 5720, 5793, 5217, 6110 ve 643 sayılı kanun hükmündeki kararnamelerle değişiklik yapmışsınız.

Değerli arkadaşlar, bu kanun içerisinde yer alan Ceza Muhakemesi Kanunu’nda 11 defa değişiklik yapmışsınız. Bir değiştirdiğinizi bir daha değiştirmişsiniz.

Şimdi, bu değişikliklerin ana fay hatlarına değinmek istiyorum. Ana fay hatlarından bir tanesi, 2010 Anayasa değişikliğidir. O zaman bu kürsüde Milliyetçi Hareket Partisinin konuşmacıları ne konuşmuşsa aynen bunlar yaşanan hadiseler oldu. O zaman bize dediniz ki: “Siz geleceğin falını okuyorsunuz.” Fal filan değildi, bu, olduğu gibi gerçek oldu. Şimdi de aynı şeyi söylüyoruz. Durduğumuz yer hukukun üstünlüğü, durduğumuz yer hâkimin teminatı, durduğumuz yer yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı.

İkinci fay hattı, 17-25 Aralık ve ondan da önce 7 Şubat 2013 MİT soruşturmasıdır. İşte, orada siz, esen rüzgârların zülfüyârinize dokunduğunu fark edince, üzerimize gelemesinler diye “makul şüphe” denilen kavramı… Evet, doğrudur Sayın Bakanın izah ettiği. “Bu makul şüphe bize çalışmasın. Kendimizi nasıl koruyalım?” Bunun için, “somut delillere dayalı kuvvetli şüphe hâli”ni getirdiniz ve buna ilişkin ek düzenlemeler yapılarak DGM’den sonra, özel yetkili mahkemelerden sonra, geçici yetkili, özel yetkili mahkemelerden de sonra yeni bir devlet güvenlik değil de AKP’yi koruma şeklinde bir hukuk düzeni inşa ettiniz, onun adı da “sulh ceza hâkimlikleri”. Sulh ceza hâkimliklerini elde edip, HSYK’daki çoğunluğu elde edip birtakım yasal düzenlemeleri yaptıktan sonra, artık saldıracağınız bir alan var, bu da paralel yapı. Paralel yapıya karşı, onun sığınma, hukuken savunma alanlarını daraltmak için “makul şüphe”yi getiriyorsunuz, avukatların delillere ulaşma yetkisini daraltıyorsunuz ve olmayacak işlere böylece imza atıyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, siz paralel yapı yerine, vergi alan, asker alan, mahkeme kuran, okul açan, şehitlik açan PKK’nın oluşturduğu paralel yapıya önce müdahale etseydiniz, bu paralel yapıyla da hukuken uygun bir tarz içerisinde mücadele etseydiniz size bir itiraz olmazdı ama öbür tarafta, PKK’yla oturmuş -pazarlık peşinde- Türk milletinin kanıyla, teriyle, gözyaşıyla elde etmiş olduğu vatan toprağındaki hükümranlığı pazarlık ediyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal.

Süreniz bitti.

FARUK BAL (Devamla) - Burada kendinizi hukuktan kurtarmak, yolsuzluktan, kara para aklamaktan, altın kaçakçılığından kurtarmak için Danıştayı, Yargıtayı, HSYK’yı değiştiriyorsunuz, Ceza Muhakemesi Kanunu’nu allak bullak ediyorsunuz. Bu iş, yanlış bir iştir. Gün gelir sizin mücadele edeceğiniz, daha büyük istiklal mücadelesine muhtaç olacağınız daha beter kapılar aralıyorsunuz. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Şahsı adına diğer konuşmacı, Elâzığ Milletvekili Sayın Şuay Alpay, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmacı arkadaşların konuşmalarını izlemeye çalıştım. Şimdi, kendileri de biriken iş yükünden ve dosyaların azaltılmasından bahsediyorlar. Kabul etmek gerekir ki toplum dinamik, yargı da dinamiktir. Eğer yargı, dinamik toplumun ihtiyaçlarına cevap verirse anlam ifade eder ve problemleri çözmüş olur ama değişen, gelişen, ekonomik ve sosyal hadiselerin gelişmesine ve zenginleşmesine bağlı olarak da yargı mercilerinin önünde bulunan ihtilafların da değişmesi ve çeşitlenmesini göz önüne aldığımızda, gelişen bu toplum yapısı karşısında hukukun da dinamik olduğunu, yargının dinamik olduğunu kabul etmek lazım, bu tereddütsüzdür.

Şimdi, bakın arkadaşlar, biz hukuk devletinin olmazsa olmaz gerçekliği içerisinde ve hukuk güvenliğinin sağlandığı bir hukuk devletinde problemleri çözmeye çalışıyoruz. Yani hukuk devleti gerçekliği içerisinde yargı sisteminin adil ve etkin işleyişinden bahsediyoruz, hepimizin ortak amacı bu. Peki, yargılamanın adil ve etkin işleyişindeki en temel yaklaşımımız nedir? Yargılama, adil yargılanma hakkıdır. Adil yargılanma hakkıyla ilgili olarak yine en temel yaklaşım nedir? Davaların makul sürede bitirilmesidir, yargılanma hakkı açısından. Hem Anayasa’mızda 141’inci maddede hem de imza koyduğumuz uluslararası sözleşmelerde davaların makul sürede bitirilmesiyle ilgili olarak, yani makul sürede yargılanmayla ilgili önemli prensipleri kabul etmişiz, bu konuda tereddüt yok. Bu cepheden bakıldığında, bu cihetten bakıldığında, Türkiye, hangi süreçlerden geçti ve hangi süreçlerden geçerken ne sıkıntılar yaşadı? Evet, biz, son dört yıl içerisinde makul sürede yargılanma hakkıyla ilgili olarak ve adil yargılanma hakkıyla ilgili olarak çok çeşitli düzenlemeler yaptık ve buna bağlı olarak mahkemeler önündeki dosyalarda kısmi azalmalar oldu ve yine toplam görülme süreleriyle ilgili belki göreceli değişiklikler oldu. Ancak kabul etmek lazım ki... Buradan rakamla ifade edeyim: Bakın, özellikle Yargıtayda, yüksek Yargıtayda hukuk dairelerinde 2013 yılı sonu itibarıyla toplam dosya sayısı 165 binden -yaklaşık olarak söylüyorum- 2014 yılı Eylül sonu itibarıyla 215 bin civarına... Yani kümülatif olarak da bakıldığında artan bir dosya yükünden bahsediyoruz.

Yine Yargıtayda ceza dosyaları açısından bakıldığında -yaklaşık rakam olarak söylüyorum- 2013 yılı sonu itibarıyla 355 bin dosyadan, 2014 yılı Eylül ayı sonu itibarıyla 395 bin civarında bir rakama ulaşıyoruz. Yani, dosyalar kısa sürede bitmiyor, birikiyor, biriktikçe de iş yükü, iş yükünün ağırlığı hem yargıyı tartışılır hâle getiriyor hem de hâkim ve savcılarımızla ilgili tereddütleri ve yüksek yargıda tereddütleri gündeme getiriyor. Bu, hepimizin kabul ettiği bir gerçeklik.

O zaman yapılması gereken şey… Evet, biz dört yıl içerisinde değişiklikler yaptık fakat bununla birlikte, gelişen ekonomik şartlar, sosyal şartlar, ekonomik şartlara bağlı olarak da ihtilafların çeşitlenmesi gibi, çok çeşitli vesilelerle oluşan bu problemi de bu yaklaşımla çözmek gibi bir gerçekliği ortaya koyuyoruz. Bunun için de biz, sizlere de komisyonlarda bunları anlatmaya çalıştık, rakamları da ortaya koyduk. Şüphesiz, istatistikler -yani yanıltıcı olabilir ama- büyük oranda doğruyu söylerler, rakamlar ortada.

Evet, yargının iş yükünün azaltılması gibi bir gerçeklikle karşı karşıyayız ve evet, adalet hissinin gerçekleştiği ortamda hâkim ve savcılarımızın kısa sürede dosyaları bitirip adalet hissini gerçekleştirme noktasında bir faaliyet yapmaları gerekir ve toplumun da bundan mutmain olması gerekir. Bu sebeple de hem Yargıtayda hem Danıştayda daire sayısını artırıyoruz, buna bağlı olarak da üye sayılarında artış oluyor.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – İstinaf mahkemelerini niye kurmuyorsunuz?

ŞUAY ALPAY (Devamla) – İstinaf mahkemeleriyle ilgili olarak toplumsal gerçeklik var, bununla ilgili de süreçler devam ediyor.

LEVENT GÖK (Ankara) – Süreç bitmedi ama Şuay Bey.

ŞUAY ALPAY (Devamla) - Tekraren söylemek gerekir: Toplum dinamik, yargı dinamik; böyle oldukça da yargı, toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek durumundadır.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Yapma, kendin de inanmıyorsun buna.

ŞUAY ALPAY (Devamla) – Yargı, Türkiye’de uzun süreden beri tartışılır hâldedir. Biz, yargıyı yeniden tartışılır olmaktan çıkarmaya çalışıyoruz. Hâkim ve savcılarımızın yaptığı işleri daha nitelikli hâle getirmeye çalışıyoruz ve onun için onların özlük haklarında düzenlemelere gidiyoruz.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Halkı kandırıyorsunuz.

ŞUAY ALPAY (Devamla) - Değerli arkadaşlar, yargıyla ilgili olarak, herkesin rahatsızlık hissinden kurtulduğu ve herkesin emin olduğu, adalet hissinin gerçekleştiği bir yargıya ulaşmak, hepimizin müşterek borcudur, müşterek vazifemizdir. Bu konuda çaba gösteriyoruz.

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – On iki senedir çok güzel adalet sağladınız.

ŞUAY ALPAY (Devamla) – Yaklaşımımızla ilgili olarak zaman zaman niyet sorgulamalarının yapıldığını biliyoruz ama biz bu konuda samimiyiz, yaklaşımlarımız samimidir.

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Balyoz’da, Ergenekon’da “Savcıyız.” diyordunuz, ne oldu?

ŞUAY ALPAY (Devamla) – Yargının problemlerini çözmek gibi tarihsel bir sorumlulukla baş başayız ve süreç içerisinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ŞUAY ALPAY (Devamla) - Arkadaşlar, biliyorsunuz, her yargı yılının açılışında yüksek yargı başkanları buna bağlı açıklamalar yapıyor. Gelin, hep birlikte bu problemi çözelim ve bu konudaki yaklaşımımızı ortaya koyalım.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi sevgi, saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi soru-cevap işlemine başlayacağız.

Süremiz on beş dakika, yedi buçuk-yedi buçuk olarak paylaştırdık.

Sisteme giren milletvekillerine, soru sormaları için sırasıyla söz vereceğim.

Sayın Köktürk, buyurun.

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, adli yıl kutlama töreni, Yargıtay Kanunu’nun 59’uncu maddesinde düzenlenmiştir. Bu akşam görüştüğümüz teklifle bu düzenleme yürürlükten kaldırılıyor. Komisyondaki görüşmelerde düzenlemenin kaldırılmasının törenlerin kaldırılması anlamına gelmediği, hem tarafınızca hem de Komisyon ve AKP sözcülerince ifade edilmişti. Ancak az önce AKP Grubu adına konuşan Sayın Recep Özel, adli yıl açılış töreninin kaldırıldığını söyledi. Birinci sorum: Bu açıklamalardan hangisi doğru? Gereksiz olduğu düşüncesiyle düzenlemeyi mi kaldırıyorsunuz, yoksa adli yıl törenlerini mi?

İkinci sorum: Bu düzenlemenin yasadan çıkarılmasında Cumhurbaşkanının ve 10 Mayıs 2014 tarihinin payının yüzdesi nedir? Cumhurbaşkanı, bu düzenlemenin yasadan çıkarılması konusunda tarafınıza, Bakanlığınıza veya teklif sahiplerine herhangi bir emir ve talimat vermiş midir?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bayraktutan…

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, özellikle benim seçim yörem açısından, Artvin açısından ilginç bir durum var. Yurt dışı yasağına ilişkin olarak verilen kararlarda Batum Havaalanı’nın kullanılmasında ilginç bir durum var. Batum Havaalanı, dünyada iki örnekten bir tanesi; biri İsviçre’de var, biri Türkiye’de var. Batum’a Ankara’dan veya İstanbul’dan uçmak isteyenler, iç hat seferleriyle örneğin Hopa’ya gelecekler, yurt dışı sayılıyor, aslında normal TC kimliğiyle uçuyorlar ama yurt dışı yasağı uyguluyorlar bunlara. Yani buna ilişkin bir problem var, uygulamada birçok kere bunlarla karşılaşıyoruz. Bu konuda bir genelge veya talimatınız olacak mıdır? Batum Havaalanı’nda Hopa terminalini kullanan hemşehrilerimiz, aslında yurt dışına gitmiyorlar, özel bir uygulama var, bir defakto durum var. Bu konuda bir düzeltme yapmayı düşünüyor musunuz? Hopa terminalini kullanarak yolculuk yapmak isteyenlerin, yurt dışı olmadığı hâlde, hiç yurt dışına ayak basmadıkları hâlde bu şekildeki bir olayda mağduriyetlerini gidermeyi düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, 17-25 Aralık operasyonlarından sonra, bugüne kadar kaç hâkim ve savcının hangi gerekçelerle yerleri değiştirilmiştir? Haklarında soruşturma açılan veya görevden alınan hâkim ve savcı var mıdır?

İkinci sorum da: Bugün medyaya düşen haberlere göre, Diyarbakır’da PKK’lı teröristlerin bazı sokakları kapatıp evlere, tüm dairelere PKK bayrağı astırdığı iddiaları doğru mudur? Bu konuda herhangi bir işlem yaptınız mı veya yapmadıysanız yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Yeniçeri…

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, AKP iktidarı döneminde yargının paralel yapının eline geçmesinin hesabını kim verecek? Yargının paralel yapının eline geçtiği doğruysa, bu yargının verdiği kararlardan zarar gören vatandaşların zararını kim tazmin edecek? “Paralel” diye ifade ettiğiniz yargının mahkûm ettiği insanlarla ilgili olarak bir af düşünüyor musunuz? Düşünülmüyorsa, bu paralel yargının vatandaşları uğrattığı zararları nasıl telafi edeceksiniz?

Bu yasa tasarısının, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonuyla bir ilgisi var mıdır? 17-25 Aralık operasyonu olmasaydı, bu yasa tasarısını getirecek miydiniz? Ayakkabı kutularındaki dolarlar, kollardaki saatler, havuzdaki paralar ortada dururken mahkemenin verdiği takipsizlik kararı, yargıya olan güveni sarsmamış mıdır?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Alim Işık Hocam, Sayın Yeniçeri sizi geçti bu sefer.

ALİM IŞIK (Kütahya) – O, bizim hocamızdır Sayın Başkan.

BAŞKAN – Evet, herhâlde ondan.

Sayın Bulut, buyurun.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakan, geçen gün bir konuşmanızda 300 PKK’lıyı salıvereceğinizi söylemiştiniz. Bunu nasıl yapacaksınız, af mı çıkaracaksınız, doktor raporuyla kılıfına mı uyduracaksınız?

İkinci sorum: Doğu ve güneydoğudan bir savcı “Markete alışverişe çıkamıyoruz.” diye ifade ediyor. Bölgede savcınızın, hâkiminizin güvenliğini nasıl sağlayacaksınız? Bunların adil karar vermeleri mümkün müdür?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim ben de.

Sayın Akagün Yılmaz…

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Yargıtay ve Danıştaydaki üye ve daire artırımıyla ilgili siz ve bütün AKP Grubundan arkadaşlar, yükün fazla olduğunu, dosyaların fazla olduğunu iddia ediyorsunuz. İstinaf mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleri ve bölge idare mahkemeleri ne zaman kurulacak, ne zaman faaliyete geçecek? Onlar kurulduktan sonra da Yargıtay ve Danıştayın daire sayısını ve üye sayısını azaltma yoluna mı gideceksiniz? Ayrıca yargıdaki asıl sorunun siyasallaşmadan, genç hâkim ve savcıların alınmasında, avukatlıktan geçişlerde mülakat komisyonunun objektif olmaması, görüntülü olmaması ve sadece Adalet Bakanlığı bürokratlarından oluşuyor olmasından kaynaklandığını biz defalarca söyledik. Mülakat komisyonunu değiştirmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Sayın Acar…

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, demin yarım kalmıştı, o sorumu tekrar sormak istiyorum: Yargıtayın yasal seçim yetkisine dayanarak belirlediği Birinci Başkanlık Kurulunun görevine hiçbir gerekçe göstermeden 28 Haziran 2014 tarihinde son verdiniz. 6545 sayılı bu Yasa uyarınca, henüz dört ay önce yeni bir seçim yapılmıştır, tecrübe ve kıdemi önceleyerek seçilmiş bulunan yeni kurulun da görevine bu teklifle son verilmek istenmektedir. Bu müdahale, daha ne zamana kadar devam edecektir? Yürütme, bu kurul nasıl oluşursa memnun kalacaktır? Bu kurula üçüncü kez seçilecek olan yüksek yargı üyelerine bu türden bir “memnuniyet” yükünü yüklemek, onlara da haksızlık olmayacak mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim ben de.

Sayın Bakan, buyurun…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Evet, Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar…

Sayın Köktürk: “Adli yıl açılışını düzenleyen maddenin yürüklükten kaldırılması, adli yıl törenlerini yasaklama anlamına geliyor mu?” dedi. Bir defa, sayın vekilimizin konuşmasını ben de dinledim ancak bu düzenleme, adli yıl törenlerini yasaklayan bir düzenleme değildir. Maddenin yürürlükten kalkması, adli yıl açılış törenlerinin yapılmasını yasaklamamaktadır, engellememektedir, sadece, bu alanda yasayla Yargıtaya verilmiş tekel sona ermekte, adli yıl açılış törenlerinin yapılması konusunda tam bir hürriyet getirilmektedir. Gerek barolar gerek adliyeler zaten bunları yapıyorlar, bundan sonra da Yargıtayımız bu adli yıl açılış törenlerini yapabilecektir.

Maddi konularda, Komisyonda da söylediler, bazı problemler olabilir diye. Bu konuda da biz destek oluruz sıkıntı olduğu zaman, Adaleti Güçlendirme Vakfından da destek olabiliriz, başka bütçe kalemlerinden de. Bir düzenlemede sorun olduğunda, maddi açıdan her türlü desteği veririz, bunu buradan özellikle ifade etmek isterim.

Sayın Bayraktutan’ın Batum Havaalanı’yla ilgili söylediği konu tabii benim doğru cevap verebileceğim bir konu değil, ancak bunu ben bir vazife olarak alıyorum. Hem Ulaştırma Bakanımızla hem de ilgili diğer yetkililerle bizzat görüşeceğim, takibini yapacağım, özellikle bilmenizi isterim.

Tabii, Sayın Işık’ın “17-25 Aralıkla ilgili kaç tane hâkim ve savcının yeri değiştirilmiştir?” diye bir sorusu var. Bunlara ilişkin, “17 ve 25 Aralıkta soruşturma yaptı” diye yeri değiştirilen bir hâkim ve savcı yok. Yani, yer değişiklikleri var, mazeret kararnameleri yapıldı, o mazeret kararnamelerinin içerisine bazıları başka nedenle, örneğin, diyelim ki Muammer Akkaş’tı, o, bildiri dağıttı, işte birtakım şeyler yaptı diye, o çerçevede hizmet gereği bir değişiklik yapıldığını biliyorum, diğerleri, mazeret kararnamesi ama o döneme rastgeldiği için sanki bu mazeret kararnamesinde yer alanların tamamı, bunlarla irtibatlıymış gibi kamuoyuna lanse edildi. Hizmet gereği ataması yapılanların sayısı, -tabii, o kararnamedekilerin tamamı değil, bir kısmının bizzat talebi- çok azdır, onu özellikle ifade etmek isterim.

Diyarbakır’la ilgili sorduğunuz konuyu benim incelemem lazım, ben, işin doğrusu, takip edemedim, size yanlış bir bilgi vermek istemem buradan. Ancak, eğer dediğiniz gibi bir şey varsa, bununla ilgili, tabii, kolluğun buna müdahale etmesi, gereğini yapması gerekir. Zannedersem, eğer olmuşsa, müdahale de mutlaka yapılmıştır ama süreçle ilgili doğru bir bilgi edindikten sonra benim size bilgi verebilme imkânım olur.

Sayın Yeniçeri, çok uzun sorular sordu yani epey bir peş peşe sıralayınca, işin doğrusu, hepsine cevap verme noktasında sıkıntım var, kendi de takdir eder, hepsine cevap veremeyebilirim. Bu düzenlemelerin, Yargıtay ve Danıştaydaki üye sayısını artıran düzenlemelerin Yargıtay ve Danıştayın iş yüküyle doğrudan ilgili olduğunu izah ettim. Herhangi bir af düşüncemiz yok. Bunu özellikle ben ifade etmek isterim. Burada zaman zaman söylüyorlar, böyle bir düşüncemiz yoktur. Bunu bir kez daha buradan ifade etmek isterim.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Ama yarın çıkabilir.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Tabii, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, hepimizin, üzerinde hassasiyetle durması gereken bir konudur. Yargı görevi yapanların, görevlerini yerine getirirken Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun vicdani bir kanaatle hareket etmeleri, kararlarını da bu çerçevede vermeleri, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının en somut göstergesi olur. Ben hep ifade ettim, biz hangi düzenlemeyi yaparsak yapalım, kâğıt üzerinde yaptığımız düzenlemeler, uygulayıcılar tarafından doğru uygulanmadığı sürece, yasal düzenlemelerle yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını temin edemeyiz. Bunun gerçek manada temini, yasal düzenlemeler yanında yargı görevi yapanların da verdikleri adil kararlarla bunu sağlamalarıyla olur. Herhangi bir demokratik ülke, kendi yargısı içerisinde yasalarıyla, anayasasıyla ve vicdanıyla bağlı olmayan, başka bağlılıklarla hareket eden herhangi bir kişinin varlığına göz yumamaz.  Böyle bir varlığı görmezden gelmezlik yapamaz, yaparsa orada hukuk devleti de yok olur, orada yargının bağımsızlığı da yok olur, sağlıklı demokrasi de yok olur. Hepimizin, hep beraber, hukuk devletine sahip çıkmamız lazım.

Ahmet Duran Bulut Beyefendi, Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında sorulan bir soruya verdiğim cevap üzerinden -zannedersem- soruyor 300 PKK’lının serbest bırakılmasıyla ilgili. Ben bir defa, böyle bir açıklama yapmadım. “300 PKK’lıyı serbest bırakacağız.” diye benim böyle bir açıklamam kesinlikle yok. Plan ve Bütçe Komisyonunda olan arkadaşlarım var, buradalar, MHP’den de arkadaşlarımız var, CHP’den de var; onlar da bunun tanığıdır. Bana sorulan soru şu: “Cezaevlerinde bulunan, tek başına hayatını idame ettiremeyeceği heyet raporuyla sabit olan ve raporu da Adli Tıp Kurumu tarafından onaylanmış olan kaç kişi var cezaevlerinde?” Bunlara ilişkin rakamlar verdim, “Bunlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?” diye sorduğunuzda.

Biz bu konuyu bir insani konu olarak düşünüyoruz, görüyoruz. Yani cezaevinde olan herkes, işlediği suç ne olursa olsun ailesinin ve sevdiklerinin devletimize emanetidir. Onların sağlığından, her türlü ihtiyacından, güvenliğinden devlet olarak biz sorumluyuz, bunun gereğini yapmamız lazım. Eğer bir kişinin tek başına cezaevinde yaşayamayacağı heyet raporuyla sabitse, yatalaksa ve tedavisi için de bunun  başka bir ortama geçmesi öngörülüyorsa, bizim burada bir değerlendirme yapmamız lazım.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Bu durumda kaç kişi var?

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Sayın Bakan, saldırgan canlı bomba oluyor ondan sonra.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Vicdani açıdan da bir değerlendirme yapmamız lazım, insani açıdan da bir  değerlendirme yapmamız lazım ama benim kesinlikle “Biz bunları, PKK’lıları serbest bırakacağız.” diye bir açıklamam olmadı, olması da mümkün değildir. Böyle bir değerlendirme yapamam ben.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Cumhurbaşkanı affıyla yaparsınız.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yani, benim de vicdanım, böyle bir değerlendirme yapmaya müsait değil. Benim anlayışım da müsait değil. Yani hukuk neyse bunlarla ilgili…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Kaç kişi…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Cezaevlerinde hasta, tutuklu ve hükümlülerden rapor aşamasında olan veya rapor süreçleri devam eden kaç kişi olduğuna ilişkin…

LEVENT GÖK (Ankara) – 500’ün üzerinde…

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Rakamları isterseniz yarın size takdim edeyim, şu anda elimde net rakamlar yok. Plan ve Bütçe Komisyonunda ben açıkladım ama yarın, isterseniz, ben size bu rakamları burada gelirim, arkadaşlarım… 

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.    

                                                                               Kapanma Saati: 23.58

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 00.01

BAŞKAN: Başkan Vekili Ayşe Nur BAHÇEKAPILI

KÂTİP ÜYELER: Muharrem IŞIK (Erzincan), Muhammet Bilal MACİT (İstanbul)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

655 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon yok.

Ertelenmiştir.

4’üncü sırada yer alan, Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/742) (S. Sayısı: 616)

 

BAŞKAN – Komisyon yok.

Ertelenmiştir.

5’inci sırada yer alan, Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Yedinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

5.- Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Yedinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/337) (S. Sayısı: 73)

 

BAŞKAN – Komisyon yok.

Ertelenmiştir.

Diğer işlerde de komisyon bulunamayacağı anlaşılmaktadır.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve  teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 26 Kasım 2014 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Teşekkür ediyorum, iyi geceler diliyorum.

                                                                               Kapanma Saati: 00.03

 



(*)(10/124), (10/126), (10/320), (10/321), (10/336), (10/601), (10/637), (10/958), (10/1055), (10/1126), (10/1127), (10/1128), (10/1129), (10/1130), (10/1131), (10/1132), (10/1133), (10/1134), (10/1135), (10/1136), (10/1137), (10/1138), (10/1139), (10/1141), (10/1142), (10/1143), (10/1145), (10/1147) esas numaralı Meclis araştırması önergeleri tutanağa eklidir.

(X)  655 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.