TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                  17’nci Birleşim

                                                                                        20 Kasım 2014 Perşembe

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç'in, Antalya’da yaşanan hayvan hakkı ihlallerine ilişkin gündem dışı konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Sedef Küçük'ün, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel'in, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu'nun, Giresun ve Ordu illerinin birleştirilerek tek il yapılması düşüncesine ilişkin açıklaması

2.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan'ın, Bolu’da ağaçlar katledilerek orman örtüsüne zarar verildiğine ilişkin açıklaması

3.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, İstanbul’un Şile ilçesinin sorunlarına ilişkin açıklaması

4.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel'in, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne, iş kazalarına, Meclis önünde açıklama yapan sağlık emekçilerine kolluk güçleri tarafından şiddet uygulandığına ilişkin açıklaması

5.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı'nın, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ilişkin açıklaması

6.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar'ın, Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç’in yaptığı gündem dışı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

7.- Afyonkarahisar Milletvekili Kemalettin Yılmaz'ın, Eskişehir’deki evini şehit Astsubay Üstçavuş Nejdet Aydoğdu’nun eşine ve çocuğuna bağışlayan Ali Dal’ı bu duyarlı davranışından dolayı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

8.- Manisa Milletvekili Özgür Özel'in, Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç’in yaptığı gündem dışı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

9.- Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek'in, Diş Hekimleri Haftası’na ilişkin açıklaması

10.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Tunceli’ye gitmesi nedeniyle Tunceli Üniversitesinde sınavların ertelenmesinin gençlere haksızlık olduğuna ilişkin açıklaması

11.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ilişkin açıklaması

12.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Madımak olaylarıyla ilgili bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

13.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın (3/1624) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

14.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 26 milletvekilinin, çay üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1120)

2.- Manisa Milletvekili Sakine Öz ve 41 milletvekilinin, Manisa Alaşehir’de kurulması planlanan jeotermal elektrik santralinin çevreye ve sultaniye üzümlerinin yetiştirildiği bağlara verebileceği olası zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1121)

3.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar ve 38 milletvekilinin, Türkiye’de göçün sosyal ve siyasal yaşama etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1122)

B) Tezkereler

1.- Hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Avrupa Birliğinin Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’de icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Hükûmete Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1624)

 

 

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve arkadaşları tarafından, Türkiye’de çocuk hakları kapsamında alınacak önlemlerin ve yapılacak yasal düzenlemelerin belirlenmesi amacıyla 20/11/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Kasım 2014 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- MHP Grubunun, Bursa Milletvekili Necati Özensoy ve arkadaşları tarafından, teröre finansman sağlayan kaynaklarla ilgili şüpheli işlem bildirim yükümlülüğünün etkin bir şekilde yerine getirilmesi konularının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 21/3/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Kasım 2014 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

3.- CHP Grubunun, Grup Başkan Vekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi tarafından, çocuk işçiliği sorununun tüm boyutlarıyla araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla 20/11/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Kasım 2014 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

B) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, Genel Kurulun 21 Kasım 2014 Cuma günü toplanmamasına ilişkin önerisi

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ'ın, Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin’in MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu'nun, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

3.- İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/758) (S. Sayısı: 640)

4.- Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve Isparta Milletvekili Recep Özel ile 52 Milletvekilinin; Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın; 1512 Sayılı Noterlik Kanunun 59. Maddesinde Noterlerin Hastalıkları Halinde Yapılacak İşlemlere İlişkin Sorunların Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın; 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı ile 33 Milletvekilinin; Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan ve Elazığ Milletvekili Şuay Alpay ile 1 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Adalet Komisyonu Raporu (2/2397, 2/2101, 2/2209, 2/2380, 2/2418) (S. Sayısı 655)

5.- Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/742) (S. Sayısı: 616)

6.- Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Yedinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/337) (S. Sayısı: 73)

7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İsveç Krallığı Hükümeti Arasında Çevre Teknolojileri Alanında Ticaret, Yatırım ve İşbirliğinin Geliştirilmesine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/806) (S. Sayısı: 565)

8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İsveç Krallığı Hükümeti Arasında Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/702) (S. Sayısı: 387)

9.- 167 Sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/975) (S. Sayısı: 649)

X.- OYLAMALAR

1.- (S. Sayısı: 649) 167 Sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın oylaması

XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında TBMM ile bağlı kurum ve kuruluşların sosyal tesislerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/44655)

2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, gıda ürünleri alımlarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/46732)

3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında bomba yapımında kullanıldığı değerlendirilen ve güvenlik güçlerince ele geçirilen malzemenin miktarına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı (7/49073)

4.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında gerçekleşen seyahat giderlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/50481)

5.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında yurtdışından satın alınan mal ve hizmetlere ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/50482)

6.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, ülkemizde faaliyet gösteren terör örgütlerinin finans kaynaklarının çökertilmesi adına yürütülmekte olan çalışmalara ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun cevabı (7/52481)

7.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, Adıyaman'ın ekonomik durumuna ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/53363)

8.- İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın, bir kanun teklifinin komisyonlara havalesine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/53526)

9.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan İnternet erişim hizmeti alımlarına ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/53581)

10.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan akaryakıt alımlarına ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/53582)

11.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından tüketilen elektrik miktarına ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/53583)

12.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından mobil ve sabit telefon hatları için yapılan harcamalara ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/53584)

13.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından satın alınan servis aracı kiralama ve servis hizmetlerine ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/53585)

14.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından satın alınan deprem performans analiz testi hizmetlerine ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/53586)

15.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından tüketilen elektrik miktarına,

2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından satın alınan deprem performans analiz testi hizmetlerine,

2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan İnternet erişim hizmeti alımlarına,

2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından satın alınan servis aracı kiralama ve servis hizmetlerine,

2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan akaryakıt alımlarına,

2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından mobil ve sabit telefon hatları için yapılan harcamalara,

İlişkin soruları ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin cevabı (7/53602), (7/53603), (7/53604), (7/53605), (7/53606), (7/53607)

16.- İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli'nin, SGK'nın ilaçta taban fiyat uygulamasına geçmesine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/53777)

17.- İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli'nin, yaş ve fiilî hizmet sürelerini dolduranların emekliye ayrılmalarına yönelik çalışmalara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/54122)

18.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, Doğu Türkistan'da idam edilen Uygurlar nedeniyle bir girişimde bulunulup bulunulmadığına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun cevabı (7/54138)

19.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak'ın, 17 Aralık 2013 tarihinden itibaren görevden alınan bürokratlara ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/54732)

20 Kasım 2014 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.01

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisin 17’nci Birleşimini açıyorum.

III.-YOKLAMA

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Antalya’da yaşanan hayvan hakkı ihlalleriyle ilgili söz isteyen Antalya Milletvekili Sayın Gökcen Özdoğan Enç’e aittir.

Buyurunuz Sayın Özdoğan Enç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç'in, Antalya’da yaşanan hayvan hakkı ihlallerine ilişkin gündem dışı konuşması

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya’da yaşanan hayvan hakkı ihlalleriyle ilgili söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Zorunlu olmadıkça bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı suçtur. Hiçbir hayvana acımasızca, zalimce davranılamaz. Hayvan hakları ihlalleri, ayrıca, Avrupa Adalet Divanı’nda yargılanabilmekte.

BAŞKAN – Sayın Enç bir saniye.

Sayın milletvekilleri, sayın hatipin sözlerini ben işitemiyorum. Arkadaşınız, hazırlık yapmış, lütfen, dinleyin.

Buyurun.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, burayı çok dikkatlice dinlemenizi rica ediyorum. Şimdi sizlere bir olay anlatacağım: Denizi, kumu, güneşi ve tarihî güzellikleriyle ülkemizin incisi olan bir kentinde, konuşmamın başında ifade ettiğim konuların tam aksi yaşanmış. Dönemin şehremini, yani kentin en güvenilir kişisi, halkın oylarıyla seçilmiş, yıl 2009, canlar, mallar, her şey ona emanet. O da bu bilinçle, ülkenin ilk hayvan morgunu yapmaya karar vermiş. Gerçi, insanlarla ilgili parlak fikirleri vardı bu şehremininin. Onların, cenazelerin gömüleceği yer olmadığı için insanlarla da ilgili krematoryum düşüncesi vardı. Konumuza dönelim. Bu hayvan morgu için 52 bin TL harcamış -ki sürekli borç edebiyatı yapan bir kardeşimizdi- 13 metreküplük bir odaya buna gerek duymuş çünkü belli ki Cumhuriyet tarihinin en büyük hayvan katliamını yapmayı kafasına koymuş. Bu da yetmemiş, katledilen hayvanlara özel krematoryum yaptırarak delilleri yok etmek için de mücadele etmiş.

Kıymetli arkadaşlar, tam sayı veriyorum size: 4 bin kedi ve köpek bu özel yöntemlerle 2009-2014 yılları arasında hunharca katledilmiş. Bu arada, 2 metrekarelik bir kafese 46 köpek konularak, bunlar da birbiriyle kavga ettirilerek kendilerini yok etmeleri sağlanmış. Tabii, bizim şehreminimiz tüm bu olaylara kayıtsız kalmış, “Benim hiçbir şeyden haberim yok.” demiş. 2004-2009 yıllarında bu güzel kentte 1 tane kuduz vakası varken, 2009-2014 yılları arasında ne yazık ki 19 tane kuduz vakası görülmüş. Tarım Bakanlığının, yaban hayvanlarını bile kuduza karşı aşıladığı dönemde, metropolün göbeğinde 19 tane kuduz vakasının görülmesini de sizin takdirlerinize bırakıyorum.

Sonra ne mi olmuş? Anlı şanlı hayvan hakları savunucularımız, sivil toplum örgütlerimizin çok kıymetli temsilcileri, birdenbire kör olmuş, sağır olmuş, hiçbir şey duymamış, bilmemiş! Her demeçlerinde haktan hukuktan bahsedenler, Akdeniz’in cennet kentinde yaşanan bu vahşete sağır kalmışlar, ses çıkarmamışlar ama biz susmuyoruz, bu vahşeti, bu katliamı Meclisin kürsüsünden dillendirmeyi milletvekilliği görevinin dışında, bir Antalyalı, Antalya’da yaşayan bir kentli olarak söylüyorum ve buradan savcıları göreve davet ediyorum.

Değerli milletvekilleri, ağaçlar yüzünden haksız bir şekilde protesto eylemleri yaparak ülkeyi savaş alanına çeviren aktivistler, taraf oldukları siyasi partinin yereldeki karar vericisine karşı neden suskunlar, neden ses çıkarmıyorlar? Bu ikiyüzlülük, çifte standart sürdüğü müddetçe daha çok mücadele etmemiz gerekiyor.

Bu ülke, her türlü rengiyle, her türlü canlısıyla hepimize ait, bizim ülkemiz. O renkleri ve canlıları korumak da bizim görevimiz diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Enç.

Gündem dışı ikinci söz, Dünya Çocuk Hakları Günü hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Sedef Küçük’e aittir.

Buyurun Sayın Küçük. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- İstanbul Milletvekili Sedef Küçük'ün, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ilişkin gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, “Çocukların yasa ve gerekli kurumların yardımı ile fiziksel, zihinsel, ahlaki, ruhsal ve toplumsal olarak sağlıklı normal koşullar altında, özgür ve onuru zedelenmeyecek biçimde yetişmesi sağlanmalıdır.” diye başlar Evrensel Çocuk Hakları Bildirgesi.

Bu bildirgenin altında ülkemizin de imzası var. Bu imza var olmasına var ama gereğini yerine getiriyor muyuz? İşte tartışılacak olan konu bu. Bu sözleşmenin altında yalnızca imzanız var diye çağdaş bir ülke olmuyorsunuz, eğer koşullar yerine getirilebiliyorsa çağdaş bir ülke durumuna gelirsiniz.

Bu ülkede sayısı milyonlara ulaşan çocuk işçi vardır, bu ülkede sayısı yüz binlere ulaşan çocuk gelin vardır, bu ülkede sokakta yaşayan on binlerce çocuk vardır ve hepimiz, bu çocuklara borçluyuz. Doğrudur, çocuklar hepimizin geleceği ama biz de onlara sağlıklı ve yaşanabilir bir gelecek borçluyuz.

Çocuklara nasıl bir gelecek bıraktığımız, çocuk haklarını nasıl koruduğumuzun en temel göstergesidir. Eğer, çocuklarımıza yeşili katledilmiş betondan bir ülke bırakıyorsak bunun ağır bir vebali vardır. Eğer, çocuklarımızın babalarını madenlere kurban veriyorsak ve bunu önlem alabileceğimiz hâlde önlem almadığımız için yapıyorsak bunun günahı hepimizin boynunadır. Çocuklarımızın eğitimine, sağlığına, geleceğine harcayacağımız paralarla kaçak saraylara trilyonlar harcıyorsak bu ülkenin geleceği kararmış demektir.

Bu saraylarla çocuklarımıza ne öğreteceğiz? Kibir ve debdebeyi mi? Ne söylenecek bu çocuklara? “Bu saraya harcanan parayla sizler için 685 adet okul açabilirdik ama bunu tercih ettik.” mi denecek? “Bu parayla bu ülkede yaşayan her çocuk için bir fidan dikilebilirdi ama dikilmedi, bunun yerine binlerce ağaç sökmeyi tercih ettik.” mi denilecek? Tabii ki hiçbir şey denilmeyecek. 14 yaşında sokaklarda canına kıyılmış fidanların yuhalatıldığı ülkedir burası.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, OECD ülkeleri arasında çocuk yoksulluğunda açık ara öndedir. Her 3 çocuktan 1’i yoksulluk içinde yaşamaktadır. Her 4 çocuktan 1’i örgün eğitime devam edememektedir. Her 2 çocuktan 1’i ailesinden, öğretmeninden, akrabalarından şiddet görmektedir. Yani, bu ülke, geleceğini şiddetle, eğitimsizlikle ve yoksullukla biçimlemektedir.

Eğitime ilişkin bir örnek vermek gerekirse, OECD Eğitim Kalite Raporu bulgularına göre Türkiye, ortaöğretim kalitesinde 44 ülke arasında 34’üncüdür. Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı verilerine göre Türkiye, 65 ülke arasında matematikte 44’üncü, okuma, anlama becerilerinde 42’nci, fen bilgisinde 43’üncü sıradadır. Bu, bizim çocuklarımızın diğer ülke çocuklarından daha az anlama yetisine sahip olduğundan değil, eğitim kalitemiz yerlerde süründüğünden çıkan sonuçtur. Bu kalite eksikliğine karşı Bakanlık ne yapıyor derseniz, kaç liseyi daha imam-hatip lisesi hâline getirdiğiyle, örtünmeyi ilköğretime kadar indirmekle övünüyor. Oysa eğitim hem de nitelikli eğitim, her çocuğun doğal ve vazgeçilmez hakkıdır. Sağlıklı bir çevrede yaşamak da çocuklarımızın hakkıdır. HES’lere kurban edilmemiş, denizleri kirletilmemiş, doğası katledilmemiş, zeytinlikleri talan edilmemiş bir gelecek çocuklarımızın hakkıdır.

Değerli milletvekilleri, bu ülke, çocuklarına eğitimiyle sağlığıyla, çevresiyle, yaşanabilir ve müreffeh bir ülke borçludur. Hepimiz, çocuklarımıza ana sütü kadar helal bir gelecek borçluyuz. Eğer bu borcu yok sayarsak, eğer bu borcu ertelersek, geleceğimiz, korkarım, ellerimizden kayıp gidecek diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Küçük.

Gündem dışı üçüncü söz, yine aynı konuda söz isteyen Eskişehir Milletvekili Sayın Ruhsar Demirel’e aittir.

Buyurun Sayın Demirel. Bugün hanımlar günü, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)

3.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel'in, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) – Sayın Başkan, salonda bulunan değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, bugün, Dünya Çocuk Hakları Günü ve dolayısıyla toplumsal cinsiyet ayrımcılığı da böylece belli oluyor, konuyu da hep kadın milletvekilleri dile getiriyor, analık duygusu olsa gerek, çocuklarımızı koruma güdüsüyle olsa gerek.

Dilerdim, ülkemizdeki bütün çocuklar şairin dediği gibi “Küçüktüm ufacıktım./Top oynadım, acıktım." diye serzenişte bulunabilselerdi. Oysa bu ülkenin çocukları, sokaklarında rahat top da oynayamıyorlar çünkü TOMA’lar müsaade etmiyor. Bu ülkenin çocuklarının acıkması için efor harcaması gerekmiyor, açlıktan ölen bebekler var.

Tabii, makul olan, sizlerce de, bugün hakların, güzelliklerin konuşulması ama malum olan haksızlıklar varken, pek de hakları konuşamıyoruz. Bu ülkede oturduğu yerde, yol anlamında ulaşım olmadığı için sağlık hizmeti alamadığından vefatında babasının sırtındaki çuvalla taşınan çocuk var. O yüzden çocuklarımız böyle şiirler okuyamıyorlar.

Bu ülkede, gittiği anaokulunda üstüne lavabo düşen, gittiği ortaokulda üzerine bayrak direği devrilerek ölen çocuklar olduğu için, biz, artık, çocukları “şiirlerde oynayan çocuklar” diye anabiliyoruz yalnızca. Ve maalesef bu ülkede, 7 aylık çocuğa tecavüz etmeyi 18 yaşındaki insanların zinasıyla mukayese edebilen, kendine büyük diyenler var, cüssesi büyük olanlar. Ve maalesef ülkemizde çocuklar, yalnızca -bugün olduğu gibi- seçilmiş günlerde anılıp seçilmiş günlerde kutlanıyor.

Oysa Türkiye, Çocuk Hakları Evrensel Beyannamesi’ne imza atalı çok oldu ve bu beyannamenin 42’nci maddesinde deniyor ki: “İlgili devletler, vatandaşların hem büyüklerine hem küçüklerine bu hakları öğretir.” Maalesef ülkemizde her 4 çocuktan yalnızca 1’i haklarını biliyor. Bildirmiyoruz onlara haklarını. Çocuklara bildirmiyoruz, biz yetişkinler yeterince biliyor muyuz ya da kullanma imkânımız oluyor mu? O da ayrı bir soru.

Haklarını bildirmediğimiz çocuklardan haklarını kullanmalarını ve talep etmelerini istemek elbette ki haksızlık. Bizlere düşen, onların haklarını bildirmekten öte, uygulayabilmeleri için imkân sağlamaktır ama son on iki yılda maalesef çocuk haklarında çok da gelişmişliğimiz yok. Mesela Çocuk Hakları Beyannamesi’nin 7’nci maddesi diyor ki: “Her doğan çocuk, bir kimliğe sahip olur, bir ülkenin vatandaşı olur.” Ülkemizde maalesef -ki biliyoruz- kimliksiz, nüfusa kayıtsız çok fazla çocuk var, çoğu da kız. İşte bu kızlar, 12-13 yaşına geldiğinde, biraz işi yumuşatmak adına “çocuk gelin” denilen, aslında erişkin olmayan insanların evlendirilmesiyle evlerde iş gücü ya da farklı amaçlarla kullanılan insanlar hâline geliyor. E peki, erkek çocuklarımız bundan muaf mı? 12-13 yaşına gelen oğlanlar da ya işçilik için kullanılıyor ya başka amaçlar için okullardan ayrılıyorlar, ortaöğretime devam etmeyip “çocuk işçiler” hâlinde ülkemizde geziyorlar.

Sonuç? Sonuçta şu oluyor: Gazetelere bakıyorsunuz “sigara tüketimini azalttık” diye sevinen coşkulu haberlerin yanında işte bu okullara gitmeyen, ne amaçla kullanıldıkları bilinmeyen çocuklar, kötü eğitilmiş çocuklarımızın bonzaiden ölüm haberleri var gazetelerde hemen her gün, televizyonlarda neredeyse günaşırı. Bunların neden olduğunu hiç sorgulamıyoruz ve o çocuklarımıza haklarını hiçbir zaman bildirmiyoruz. Haklarını bildirmediğimiz çocuklardan yarınları üstlenmelerini bekleyip “Geleceğimizin teminatısın.” diyoruz ve o çocukların omuzlarına çok büyük bir yük bırakıyoruz. Geleceği onlara devrederken nasıl bir bugün kurguluyoruz ki onlar için geleceği onlara devredelim. Onlar için daha iyi bir ülke, daha iyi bir dünya yapmak için, yalnızca seçilmiş günlerde konuşmak ve seçilmiş günlerde kendimizi methetmekten öte ne yapıyoruz? Hiçbir şey. İşte, bugün yine gazetelerde var: 14 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz eden 24 yaşındaki yetişkin, iyi hâlinden ötürü tahliye edildi ama sorarsanız ilgili bakanlıklara, o hâkim, mutlaka toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda eğitimden geçmiştir.

Eğitimi tutum hâline çevirebileceğimiz, çocuklarımızı gerçekten yarınlara hazırlayabileceğimiz, yetişkinlerimizin de, bizlerin de bu sorumlulukta olabileceğimiz daha güzel günlerde görüşmek üzere.

Çok teşekkür ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

10 arkadaşımıza 60’ıncı maddeye göre söz vereceğim.

Sayın Karaahmetoğlu…

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu'nun, Giresun ve Ordu illerinin birleştirilerek tek il yapılması düşüncesine ilişkin açıklaması

SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) – Sayın Başkan, Giresun ve Ordu kamuoyunun ciddiye almadığı ve tepki gösterdiği, iki ilin birleşmesini öneren ve AKP milletvekillerinin de imzaladığı teklif, ısıtılarak tekrar gündeme getirilmiştir. On iki yıllık iktidarlarında her seçim döneminde propaganda malzemesi olarak kullandıkları Eğribel Tüneli ihalesinin gecikmesinin arkasındaki asıl sebebin yakın müteahhitlere işi verme çabası olduğu yönünde kamuoyunda tartışmalar vardır. Bir ilin milletvekilinin kendi ilini diğer bir ilin ilçesi yapmak için verdiği mücadelenin arkasında ne olabilir? İktidarlarında her projenin arkasında bir rant tartışması yapılan Hükûmet ve mensuplarının bu birleşmeden de ne rant sağlayacakları bir merak konusu olmuştur.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özcan…

2.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan'ın, Bolu’da ağaçlar katledilerek orman örtüsüne zarar verildiğine ilişkin açıklaması

TANJU ÖZCAN (Bolu) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, biliyorsunuz, Bolu, orman örtüsü bakımından Türkiye'nin en zengin ili. Ancak AKP iktidarı döneminden başlayarak ağaçlar ciddi şekilde katledilir hâle geldi. Artık, orman köylüsünün vicdanı sızlıyor. Bir de, dışarıdan getirilen yandaş müteahhitler, ormana sokulan yandaş müteahhitler sayesinde Bolu orman örtüsü ciddi şekilde zarar görmeye başladı artık.

Son olarak, Bolu ili Seben ilçesi Kızık bölgesi mevkisinde yapılan sorumsuz kesimler yüzünden o bölgede artık, neredeyse, ağaç kalmadı. Burada Hükûmeti temsilen 2 sayın bakan oturuyor. Lütfen, bu sözlerimi ciddiye alın, Bolu’daki bu ağaç kıyımına son verilmesi konusunda bir adım atın.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Tanal…

3.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, İstanbul’un Şile ilçesinin sorunlarına ilişkin açıklaması

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İstanbul ilimizin Şile ilçemizin sorunlarının başında işsizlik sorunu gelmekte, imar sorunu gelmekte, köylerin yolları yapılmamakta. Şile merkezde otopark sorunu var. Şile’de hasta olan vatandaşlarımız, her branşta doktor olmadığı için, tüm hastalar İstanbul’a havale ediliyor ve Şile-İstanbul arasında belediye otobüsleri çalışmadığı için halk otobüsleri çalışıyor. Bunlar küçük ve yetersiz. Vatandaşlar, istifleme usulü üst üste biniyorlar.

Şile’de yaşayan vatandaşlarımız belirttiğim bu sorunlarla karşı karşıya ve mağdur. Siyasi iktidarın, bu mağduriyeti bir an önce gidermesini arz eder, hepinize saygılarımı sunarım.

BAŞKAN – Sayın Tüzel…

4.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel'in, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne, iş kazalarına, Meclis önünde açıklama yapan sağlık emekçilerine kolluk güçleri tarafından şiddet uygulandığına ilişkin açıklaması

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öncelikle, Dünya Çocuk Hakları Günü’nde çocuklarımıza aç ve eğitimsiz kalmayacağı, şiddetsiz bir gelecek, ana dilleriyle, özgürlükleriyle bir yaşam diliyorum.

Değerli Başkan, işçiler ölmeye devam ediyor ne yazık ki. Kazan patlıyor, asansör düşüyor, iskele çöküyor. Antalya’da 2 kadın emekçi, Bingöl’de 2 işçi, Ankara’da 1 işçi, bildik iş cinayetlerine kurban gitti.

Sağlık bütçesinin görüşüldüğü bugün sağlıkta şiddet yaşandı. Saldırı bu kez hasta yakınlarından değildi. Meclis önünde açıklama yapan sağlık emekçilerine devletin kolluğu, gazlı saldırı ve şiddet uyguladı, 10 sağlık emekçisini gözaltına aldı.

Günümüz Türkiyesi’ni yönetenler, çocuğun, kadının, işçinin sağlık hakkını ortadan kaldırmaktadır. Zulümle âbâd olamayacakların saray ve saltanatları er geç yıkılacaktır. Bu, böyle biline.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Atıcı…

5.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı'nın, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ilişkin açıklaması

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, bugün, Dünya Çocuk Hakları Günü. Bu günde AKP Hükûmetinin utanç tablosunu dikkatlerinize sunmak istiyorum. TÜİK rakamlarına göre, 18 yaş altı evlenme oranı yüzde 32’dir, çocuk gelin sayısı 181 bindir. 2012’de çocuk işçi sayısı, DİSK rakamlarına göre, 900 bindir. Tarımda çalışan ve sömürülen çocuklar kayıt dışıdır, bu rakama dâhil değildir. 2013’te 1.235 işçi ölmüştür, bunun 59’u çocuktur. Ölen her 20 işçiden 1’i yoksulluktan dolayı çalışmak zorunda kalan çocuklardır. 4+4+4 eğitim sistemi çocuk işçiliğini artırmıştır.

AKP Hükûmetinin, çocuklara birçok konuda özür borcu vardır. Hem bugünü onlara yaşatamadıkları için hem de 17-25 Aralıkta onların geleceğini çaldığı için derhâl ve acilen özür dilemelidir.

BAŞKAN – Sayın Acar…

6.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar'ın, Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç’in yaptığı gündem dışı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli Milletvekilimiz Gökcen Özdoğan Enç, bir algı yönetimi yapıyor, “En iyi savunma, hücumdur.” taktiği uyguluyor. AKP milyonlarca ağaç kestiriyor, binlerce işçi ölüyor; bütün bunları kapatmak için -şimdi hayvan hakları herhâlde akıllarına geldi- bizim önceki Belediye Başkanımızı suçlayarak bir puan kazanmaya çalışıyor. İlk defa Antalya’da köpek parkları yaptıran, ilk defa kedi evleri yaptıran ve hayvanlara sahip çıkan bir belediye yönetimini şimdi suçlamaya gidiyor. Hayvan mezarlığı için de yer tahsisini yaptırdı ancak maalesef olmadan zamanı doldu.

Türkiye Hayvan Hakları Federasyonu, Antalya Belediyesini örnek belediye seçtiği gibi -basında da bu yer almıştır- ayrıca PETA Hayvanları Koruma Örgütü 2 kez mektup yazmıştır, teşekkür mektubu yazmıştır hayvanlara sahip çıktığı için. Sayın Enç, herhâlde son vezirin taktiğini uyguluyor, “Senden öncekileri suçla.” taktiği ama onun 2 mektubu daha var. 2’nci mektup: “Çevrendekileri suçla.” 3’üncü mektup: “Sen de 3 mektup yaz.” Herhâlde bunların 3 mektup yazma zamanı geldi.

BAŞKAN – Sayın Yılmaz…

7.- Afyonkarahisar Milletvekili Kemalettin Yılmaz'ın, Eskişehir’deki evini şehit Astsubay Üstçavuş Nejdet Aydoğdu’nun eşine ve çocuğuna bağışlayan Ali Dal’ı bu duyarlı davranışından dolayı tebrik ettiğine ilişkin açıklaması

KEMALETTİN YILMAZ (Afyonkarahisar) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Fransa’da yirmi yedi yıldır sıva ustası olarak çalışan gurbetçi hemşehrim Ali Dal, Eskişehir’de helal parasıyla ve ruhsatlı olarak yeni yaptırdığı evini, 30 Ekim 2014 tarihinde Diyarbakır’da eşiyle birlikte pazar alışverişi yaparken maskeli 2 PKK’lı teröristin saldırısına uğrayarak şehit olan Astsubay Üstçavuş Nejdet Aydoğdu’nun eşine ve çocuğuna bağışlamıştır.

Hemşehrim Ali Dal’ı herkese örnek olması gereken bu duyarlı davranışından dolayı tebrik ediyorum, takdirlerimi sunuyorum. Allah’tan Ali Dal gibi hayırsever ve duyarlı insanlarımızın sayısının artmasını diliyorum.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Sayın Özel…

8.- Manisa Milletvekili Özgür Özel'in, Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç’in yaptığı gündem dışı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Biraz önce, Değerli Antalya Milletvekilimizin konuşmasını dikkatle dinledik. Kendisine gerçekten muhalefet yakışıyor. Mecliste gelecek sene partisiyle birlikte üstleneceği gelecek dönemki göreve yapmış olduğu hazırlığa saygı duyuyoruz ama şunu da ifade etmek isteriz ki kadın haklarını, çocuk haklarını, insan haklarını, hayvan haklarını, kısacası yaşam hakkını savunmanın partisi, siyaseti olmaz.

Bu konuda, geçtiğimiz hafta Manisa Saruhanlı Belediyesi -aynı partiye mensuplar- sadece Büyükşehir Belediye Kanunu’ndaki bir anlaşmazlıkla inatlaşmadan dolayı onlarca hayvanı kilitli bırakıp birbirlerini yemeleri sonucundaki görüntüler hakkında kendisi ne yaptı merak ediyorum ama partisinin ve kendisinin, geçtiğimiz sene bu tip durumların araştırılması için kurulması istenen bir Meclis araştırması komisyonuna “hayır” oyu kullandığını çok iyi biliyoruz. Bu yüzden dolayı, bu konularda bir iyi niyet gösterilecekse gündem dışı konuşmada siyaset yapmak yerine, bu tip araştırma komisyonlarını desteklemeli ve orada aktif görev almalıdır.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Şimşek…

9.- Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek'in, Diş Hekimleri Haftası’na ilişkin açıklaması

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Türk diş hekimliğinin bilimselliğe geçişinin 106’ncı yılını 22 Kasım 2014 tarihi itibarıyla kutlayacağız. Aradan geçen 106 yılda Türkiye’de diş hekimliği, bilimsel manada çok önemli mesafe kaydetmiştir. Bu konuda dünya standartlarında bilgi birikimi ve donanıma sahip hocalarımız var. 40 adet diş hekimliği fakültemiz var, 7 bine yakını kamuda olmak üzere toplamda 22 bin civarında diş hekimimiz bulunuyor. Ancak vatandaşlarımızın, ağız ve diş sağlığı hizmetlerine erişimde sorunu var. Bunun nedeni, AKP Hükûmetinin ağız ve diş sağlığı hizmetlerini, Türkiye genelinde 130’a yakın ağız ve diş sağlığı merkezinde 6-7 bin diş hekimiyle vermekte ısrar etmesinden kaynaklanmaktadır. Hükûmet derhâl vatandaşlarımızın, temel ve vazgeçilmez hakkı olan ağız ve diş sağlığı hizmetlerine erişimini sağlamalıdır.

Bu vesileyle tüm diş hekimlerimizin Diş Hekimliği Haftası’nı kutlar, saygılar sunarım.

BAŞKAN – Sayın Genç…

10.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Tunceli’ye gitmesi nedeniyle Tunceli Üniversitesinde sınavların ertelenmesinin gençlere haksızlık olduğuna ilişkin açıklaması

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Başbakan Ahmet Davutoğlu Tunceli’ye gidiyor diye Tunceli’de cumartesi ve pazar yapılması gereken üniversite imtihanları ertelenmiş. Bu çok aptalca bir davranış biçimi. Ya, böyle şey olur mu! Üniversite öğrencileri imtihana hazırlanmış, efendim, Davutoğlu oraya gidiyor diye, rektör de kendisine yağ çeksin diye, böyle kapatıyor. Böyle bir şey olmaz ki. Yani o zaman gitmesin oraya. Gittikleri yerlerde okulları kapatıyorlar, sınavları erteliyorlar. Bu insanlık dışı bir şey. Yani bu gençlere büyük bir haksızlıktır.

Gidecekse Davutoğlu oraya, bir iki tane şey yapsın. Mesela bir Pertek Köprüsü, yıllardır burada bu köprünün yapılması lazım, yapılmıyor. Kara yollarının durumu çok facia. Yani araştıralım, Türkiye’de en fazla, kara yolu kötü şartlarda olanlardan biri de Tunceli. Yani ciddi bir şey yapılacaksa gitsinler oraya.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi…

11.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ilişkin açıklaması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bugün Dünya Çocuk Hakları Günü. Bundan tam yirmi beş yıl önce, 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni kabul etmiştir. Çocuk Hakları Sözleşmesi’yle, çocukların hakları, yetişkinlerden farklı bir şekilde, korumacı bir anlayışla, gayet bir güzel bir şekilde ortaya konulmuştur. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 25’inci yılında, Türkiye açısından 20’nci yılında Türkiye’de en önemli sorunlardan birisi, çocuklar açısından en önemli sorunlardan birisi çocuk işçiliği sorunudur. Çocukların çocukluklarını yaşamak yerine çalışmalarının, çalışma hayatında yer almalarının çocukların gelişiminde çok önemli sorunlar yarattığı açıktır. Fiziksel ve ruhsal gelişimlerini tamamlayamayan çocuklar erken yaşlarda çalışma hayatına girmek suretiyle eğitim hakkından, sağlık hakkından da yoksun kalmaktadır.

Şimdi, Parlamentoya düşen görev, çocuk hakları konusunda ve çocuk işçiliği konusunda gerekli iyileştirmeleri yapmak üzere bir araştırma komisyonunu kurmaktır. Bugün bu çerçevede bir araştırma önergemizi Genel Kurula getireceğiz ve onu Genel Kurulun takdirine sunacağız.

Çocuk işçiliğinin önlenmesi dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Halaçoğlu…

12.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Madımak olaylarıyla ilgili bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Biz de Milliyetçi Hareket Partisi olarak, çocuk haklarıyla ilgili sadece gün kutlaması değil, onlarla ilgili gerçek adımlar atılması tarafında bulunuyoruz. Özellikle çocuk istismarları, tecavüzleri konusunda çok ciddi tedbirler alınması gerektiğini düşünüyoruz.

Ayrıca, bu arada şunu da özellikle belirtmek isterim antrparantez: Sayın Başbakan Filipinler’den gelirken Madımak olaylarının Milliyetçi Hareket Partisi ve SHP tarafından yapıldığı gibi bir söz sarf etti. Zannediyorum ki dil sürçmesiyle veya yanılmayla “MHP” dedi çünkü o sırada MHP iktidarda değildi, SHP’yle iktidarda olan Doğru Yol Partisiydi. Dolayısıyla, bunu -dil sürçmesiyse- düzeltmesi gerektiğini ifade ediyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 26 milletvekilinin, çay üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1120)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizin çay üretimi açısından önemli bir yere sahip olduğu ve üretilen çayın kalitesinin oldukça iyi bir seviyede olduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Günlük yaşamımızın vazgeçilmez keyif kaynağı olan çay, ülkemizin özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yetiştirilen bir üründür. Bölgede bugün itibariyle 1.500 çeşit çay üretilmektedir. Bölge halkının ana geçim kaynağı olan çay, ne yazık ki son dönemlerde üreticisinin yüzünü güldürmemektedir. Birçok tarımsal üründe olduğu gibi çayda da üretim-tüketim dengesizliği söz konusudur. Hükûmetlerin siyasal çıkarları için dönemsel, günü kurtarıcı teşvik, istidam ve fiyatlandırma politikaları sonucu çay tarımı ve çay üreticileri büyük sorunların içine saplanıp kalmıştır.

Çay sektöründe devletin payı uygulanan politikalar vasıtasıyla bilinçli olarak azaltılmış, özel sektörün ise sürekli artmıştır. 1990'lı yıllarda sektörde yüzde 25'lik bir paya sahip olan özel sektör, 2000'li yıllarda bu oranı yüzde 50'lere çıkarmıştır. Üreticilerin yaşadığı sıkıntıların başında ÇAYKUR'un kota ve kontenjan uygulamaları gelmektedir. Çünkü ÇAYKUR çayın taban fiyatını 1 lira 22 kuruş olarak açıklarken özel sektör bu fiyatı 60 kuruş olarak açıklamaktadır. Bu yıl 1 milyon 200 bin ton yaş çay üretimi yapılmasına rağmen ÇAYKUR geçen yıl üreticiden 654 bin ton, bu yıl ise 600 bin ton çay almıştır. 2012 yılı yaş çay kampanyası günlük 10 kg kontenjanla başlatılmıştır. Geçen yıl da ÇAYKUR'un kota ve kontenjan uygulaması nedeniyle özel sektör üreticiden devletin verdiği fiyatın çok altında çay satın almış ve çay üreticileri mağduriyet yaşamıştı. Bu yıl yaş çay kampanyasının kontenjan uygulaması ile başlatılması, ÇAYKUR'un üreticilerin çayını zamanında almaması ve fiyatları zamanında açıklamaması on binlerce üreticinin mağduriyetinin devam edeceğini göstermektedir.

Diğer önemli konu ise çay ihracatının her yıl biraz daha geriliyor olmasıdır. 2001 yılında 4.771 ton kuru çay ihraç edilmişken bu rakam yıllar itibariyle giderek azalmış, 2007 yılına gelindiğinde 2.629 ton kuru çay ihracatı gerçekleşmiştir. Ülkeye sokulan kaçak çay sorunu da ele alınması gereken ayrı bir konudur. Çünkü ihracat azalmasına rağmen hâlâ yaklaşık 50 bin ton ucuz ve kalitesiz çay ithal edilmektedir. İthal edilen bu kalitesiz çaylar “ÇAYKUR” etiketiyle basılarak piyasaya sürülmektedir. Bu da hem çay sektörünün hem de bölge ekonomisinin zarar etmesine neden olmaktadır.

Yaşanan tüm bu olumsuzluklar çay üreticilerini çileden çıkarmakta ve tek geçim kaynağı çay olan üreticiyi çaresiz bırakmaktadır. Bir gıda maddesi olan çayın gıda maddelerine uygulanan KDV oranına tabi tutulması, çay sektörüne verilen doğal gazın maliyetinin seramik sektöründe yapıldığı gibi ÖTV maliyeti ile aşağıya çekilmesi, devletin üreticiyi destekleyerek mağduriyet yaşamalarını önlemesine yönelik politikalar geliştirmesi, kaliteli yaş çay alımını sağlaması, hijyenik olmayan yöntemlerle çay üreten firmaların önüne geçilmesi için "Üretim İzin Belgesi" şartı getirilmesi, üreticiyi önemli ölçüde mağdur eden don, sel, heyelan gibi olaylara karşı çayın sigorta kapsamına alınması ve ulusal çay politikasının oluşturulması gibi önlemlerin alınması çay üreticilerinin rahat bir nefes almasına neden olacaktır.

Bu nedenle, çay üreticilerinin gerek üretim gerekse ürünlerini pazarlama aşamasında yaşadıkları sorunların detaylı bir şekilde tespit edilerek kalıcı çözüm yollarının bulunması, sivil toplum kuruluşlarının da fikrini alarak tespit edilen sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaların bir an önce başlatılması amacıyla Anayasa’nın 98’inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Candan Yüceer                                                     (Tekirdağ)

2) Süleyman Çelebi                                                  (İstanbul)

3) Uğur Bayraktutan                                                  (Artvin)

4) Ali Haydar Öner                                                    (Isparta)

5) Aytuğ Atıcı                                                           (Mersin)

6) İlhan Demiröz                                                      (Bursa)

7) Hülya Güven                                                        (İzmir)

8) Hasan Ören                                                          (Manisa)

9) Sakine Öz                                                            (Manisa)

10) Ali Özgündüz                                                      (İstanbul)

11) Osman Aydın                                                      (Aydın)

12) İzzet Çetin                                                         (Ankara)

13) Ramazan Kerim Özkan                                        (Burdur)

14) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                    (İstanbul)

15) Mustafa Serdar Soydan                                       (Çanakkale)

16) Melda Onur                                                        (İstanbul)

17) Muharrem Işık                                                    (Erzincan)

18) Kazım Kurt                                                         (Eskişehir)

19) Faik Tunay                                                         (İstanbul)

20) Veli Ağbaba                                                       (Malatya)

21) İhsan Özkes                                                       (İstanbul)

22) Ali Sarıbaş                                                         (Çanakkale)

23) Bülent Tezcan                                                    (Aydın)

24) Doğan Şafak                                                      (Niğde)

25) Haluk Eyidoğan                                                  (İstanbul)

26) Hasan Akgöl                                                       (Hatay)

27) Tolga Çandar                                                     (Muğla)

2.- Manisa Milletvekili Sakine Öz ve 41 milletvekilinin, Manisa Alaşehir’de kurulması planlanan jeotermal elektrik santralinin çevreye ve sultaniye üzümlerinin yetiştirildiği bağlara verebileceği olası zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1121)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Manisa'nın Alaşehir ilçesinde kurulacak jeotermal elektrik santralinin çevreye ve özellikle dünyaca ünlü sultaniye üzümünün yetiştirildiği bağlara verebileceği olası zararların araştırılması, bu doğrultuda önlem alınabilmesi için Anayasa’mızın 98, TBMM İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırma komisyonu kurulmasını arz ve talep ederiz.

1) Sakine Öz                                                            (Manisa)

2) Selahattin Karaahmetoğlu                                     (Giresun)

3) Ali Serindağ                                                         (Gaziantep)

4) Muharrem Işık                                                      (Erzincan)

5) Sedef Küçük                                                         (İstanbul)

6) Ramis Topal                                                         (Amasya)

7) Engin Altay                                                          (Sinop)

8) Aytuğ Atıcı                                                           (Mersin)

9) Hasan Akgöl                                                         (Hatay)

10) Hülya Güven                                                       (İzmir)

11) Ali İhsan Köktürk                                                (Zonguldak)

12) Mehmet Ali Ediboğlu                                           (Hatay)

13) Emre Köprülü                                                     (Tekirdağ)

14) Dilek Akagün Yılmaz                                           (Uşak)

15) Refik Eryılmaz                                                    (Hatay)

16) Ali Rıza Öztürk                                                   (Mersin)

17) Haluk Ahmet Gümüş                                            (Balıkesir)

18) Kazım Kurt                                                         (Eskişehir)

19) Veli Ağbaba                                                       (Malatya)

20) Namık Havutça                                                   (Balıkesir)

21) Ahmet İhsan Kalkavan                                         (Samsun)

22) Arif Bulut                                                           (Antalya)

23) Yıldıray Sapan                                                    (Antalya)

24) Mehmet Şevki Kulkuloğlu                                    (Kayseri)

25) Aytun Çıray                                                        (İzmir)

26) Celal Dinçer                                                       (İstanbul)

27) İhsan Özkes                                                       (İstanbul)

28) Ayşe Nedret Akova                                              (Balıkesir)

29) Mehmet Şeker                                                    (Gaziantep)

30) Ali Haydar Öner                                                  (Isparta)

31) Hasan Ören                                                        (Manisa)

32) Osman Aydın                                                      (Aydın)

33) Mustafa Serdar Soydan                                       (Çanakkale)

34) Ali Özgündüz                                                      (İstanbul)       

35) Ramazan Kerim Özkan                                        (Burdur)

36) Ali Sarıbaş                                                         (Çanakkale)

37) Bülent Tezcan                                                    (Aydın)

38) Doğan Şafak                                                      (Niğde)

39) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                    (İstanbul)

40) Haluk Eyidoğan                                                  (İstanbul)

41) İzzet Çetin                                                         (Ankara)

42) Tolga Çandar                                                     (Muğla)

Gerekçe:

Jeotermal enerji dünyanın önem verdiği zenginlik kaynaklarından biridir. Bu konuda şanslı bir ülke olan Türkiye, jeotermalde en zengin kaynaklara sahip ülkeler sıralamasında 6’ncı sırada bulunmaktadır.

Diğer fosil enerji kaynaklarıyla kıyaslandığında, temiz, çevre dostu ve yenilenebilir olarak bilinen jeotermal enerjinin uygulamalarında gerekli hassasiyet gösterilmezse, çevreye karşı birçok olumsuz etkiler ortaya çıkabilmektedir.

Manisa'nın Alaşehir ilçesinde çalışmaları sürdürülen jeotermal elektrik santraliyle ilgili, özellikle bölgede çiftçilik yapan vatandaşlarımız endişeler taşımaktadır. Bu bölgenin ince kabuğuyla ve farklı tadıyla dünyaca ünlü sultaniye üzümü üretiminin merkezi konumunda olması, santral yapımıyla ilgili endişeleri arttırmaktadır.

Dünyadaki örnekler incelendiğinde, jeotermal santrallerin çevreye zarar verebildiği anlaşılmaktadır. Bu santrallerden atmosfere bırakılan hidrojen sülfür, özel durumlarda amonyum ve cıva çevreyi tehdit etmektedir. Jeotermal suların içerisinde bitkilere yüksek zararlar veren bor elementinin yer aldığı da bilinmektedir. Özellikle sulama sularına borun karışması, tarım arazilerinin zarar görmesine yol açmaktadır.

Jeotermal elektrik santrallerinde 35-400 derece sıcaklıkta dışarıya akan jeotermal sıvı, akarsulara, nehirlere, göllere ve yer altı sularına karışabilmektedir. Çoğu organizmaların, 10 derecelik sürekli değişimlere bile duyarlı olduğu bilinmektedir. Bunun mevcut ekosistemde önemli değişikliklere sebep olabileceği kuşkusuzdur. Ayrıca, jeotermal enerji ürünlerinin havuzlarda reenjeksiyon yapılarak tahliye edilmesi sırasında çevreye zarar verilebileceği yönündeki endişelerin de bertaraf edilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, jeotermal elektrik üretiminde yoğun buhar çekimi ve kullanılan suyu geri basmanın yarattığı "tetiklenmiş depremsellik" dünyada önemli bir konu hâline gelmiştir. Bu nedenle, jeotermal elektrik santrallerinin bulunduğu yerlerde depremi tetikleyici kimi faaliyetler de oluşabilmektedir.

Manisa'nın Alaşehir ilçesinde kurulacak santralle ilgili yukarıda sıralanan risklerle ilgili her türlü önlemin alınıp alınmadığı belirsizliğini korumaktadır. Bu riskler, yalnızca üreticileri değil, bölgede yaşayan birçok vatandaşı endişelendirmektedir. Sultaniye üzümlerinin mükemmel bir dengede oluşan iklim koşullarında yetiştiği göz önüne alınırsa, santralin kurulmasıyla ortaya çıkabilecek ekosistem değişikliğinin bu nadide ürüne zarar verebileceği endişesini ciddiye almak gerekmektedir.

Kaldı ki bölgede santrali kurmak için çalışma yapan özel firmanın Alaşehir Alkan köyü mevkisinde açtığı kuyuda meydana gelen patlamalar, üreticilerin kaygılarının haklılığını ispatlamıştır. Mayıs 2012'de başlayan ve bir buçuk aydan fazla süren patlamalar nedeniyle 200 dekara yakın üzüm bağı zarar görmüş, bu bağlarda artık tarım yapılamaz hâle gelmiştir. Patlamaların yol açtığı zararlar ile yukarıda sıralanan endişeler bir araya getirildiğinde, sultaniye üzümlerinin potansiyel bir tehdit altında olduğu anlaşılmaktadır.

Türkiye, dünya kuru üzüm ihracatında lider konumdadır. Ülkemizin kuru üzüm ihracatında en önemli ürün sultaniye üzümüdür ve bu ürünün yüzde 90'ı da Manisa'da yetiştirilmektedir. Manisa'nın kuru üzüm ihracatı yıllık 500 milyon dolar seviyesindedir. Bu nedenle santralin üzüm bağlarına yönelik kısa ve uzun vadede tehdit riskinin ortadan kaldırılması ve bu konuda her türlü önlemin alınması şarttır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 56’ncı maddesinde "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir." denilmektedir. Anayasa’nın bu açık hükmü doğrultusunda, çevreye verilecek olası zararların önlenmesi için araştırma yaparak çeşitli tedbirlerin alınmasını sağlamak da siyaset kurumuna düşmektedir.

Yukarıda sıralanan gerekçelerle, Manisa Alaşehir'de kurulması planlanan jeotermal elektrik santralinin çevreye ve sultaniye üzümlerinin yetiştirildiği bağlara verebileceği olası zararların araştırılması, kaza risklerinin belirlenmesi, alınacak önlemlerin tespit edilerek ortaya çıkarılması, mevcut önlemlerin yeterli olup olmadığının anlaşılması için TBMM İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırma komisyonu kurulmasını arz ve talep ederiz.

3.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar ve 38 milletvekilinin, Türkiye’de göçün sosyal ve siyasal yaşama etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1122)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'de göçün sosyal ve siyasal yaşama etkilerinin araştırılması, köylerin boşalması, köy üretiminin azalmasının tarım ve ekonomiye etkilerinin araştırılması, göçün olumsuz etkilerini azaltacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98, TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105'inci maddeleri kapsamında Meclis araştırması açılması konusunda gereğini arz ederiz.

1)          Gürkut Acar                                                 (Antalya)

2)          Hülya Güven                                               (İzmir)

3)          Muharrem Işık                                             (Erzincan)

4)          Ali Rıza Öztürk                                             (Mersin)

5)          Celal Dinçer                                               (İstanbul)

6)          Namık Havutça                                            (Balıkesir)

7)          Hasan Ören                                                (Manisa)

8)          Ahmet İhsan Kalkavan                                  (Samsun)

9)          Sakine Öz                                                   (Manisa)

10)        Mehmet Ali Ediboğlu                                   (Hatay)

11)        Ali Serindağ                                                 (Gaziantep)

12)        Emre Köprülü                                              (Tekirdağ)

13)        Dilek Akagün Yılmaz                                     (Uşak)

14)        Refik Eryılmaz                                            (Hatay)

15)        Haluk Ahmet Gümüş                                    (Balıkesir)

16)        Arif Bulut                                                    (Antalya)

17)        Yıldıray Sapan                                            (Antalya)

18)        Hasan Akgöl                                                (Hatay)

19)        Mehmet Şevki Kulkuloğlu  (Kayseri)

20)        Aytun Çıray                                                 (İzmir)

21)        İhsan Özkes                                                (İstanbul)

22)        Ayşe Nedret Akova                                      (Balıkesir)

23)        Mehmet Şeker                                             (Gaziantep)

24)        Veli Ağbaba                                                (Malatya)

25)        Ali Haydar Öner                                          (Isparta)

26)        Aytuğ Atıcı                                                  (Mersin)

27)        İzzet Çetin                                                  (Ankara)

28)        Osman Aydın                                               (Aydın)

29)        Mustafa Serdar Soydan                                (Çanakkale)

30)        Ali Özgündüz                                               (İstanbul)

31)        Umut Oran                                                  (İstanbul)

32)        Ramazan Kerim Özkan                                 (Burdur)

33)        Ali Sarıbaş                                                  (Çanakkale)

34)        Bülent Tezcan                                             (Aydın)

35)        Doğan Şafak                                               (Niğde)

36)        Mustafa Sezgin Tanrıkulu  (İstanbul)

37)        Haluk Eyidoğan                                           (İstanbul)

38)        Kazım Kurt                                                  (Eskişehir)

39)        Tolga Çandar                                               (Muğla)

Gerekçe:

Türkiye'de sosyal yaşamın temel devinimi göç şeklinde olmuştur. Köylerden ilçelere, ilçelerden şehirlere, şehirlerden büyük şehirlere ve büyük şehirlerden de tüm dünyaya doğru kırk yıldır büyük bir göç dalgası sürmektedir. Sosyal ve siyasal hayata hiç hissettirmeden damgasını vuran, göç olaylarıdır.

Göç, özellikle Türkiye'de köy yaşamını etkilemiştir. Göçün doğal sonucu olarak köy üretimi azalmış, köyler boşalmış, köyler yaşlıların ve çocukların olduğu merkezler hâline gelmiştir.

Köylerdeki üretim faaliyetlerinin gerilemesi, tarımsal üretimi ve ekonomiyi olumsuz etkilemiştir. Bir yandan ekilebilir alanlar ekonomi ve üretim dışına çıkmış, bir yandan da tarımsal ürünlerin fiyatlarında artışlar yaşanmıştır. Köylerdeki boşalmanın ekonomiye ve tarımsal üretime olan etkilerinin hangi boyutlarda olduğu bir araştırma ile tespit edilmelidir.

Köylerden kentlere göçün bir başka sonucu, köylü nüfusunun şehirlerde işçiye dönüşmesidir. Bu anlamda, köylerden kente göçenlerin şehir yaşamına ne kadar uyum sağlayabildikleri, yaşadıkları sorunlar, yaşanan sorunların toplumsal yaşama olan etkilerinin de değerlendirilmesi gereklidir.

Bu nedenlerle, göçün nedenlerinin, göçün toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşama olan etkilerinin incelenmesi, göçün olumsuz sonuçlarını ortadan kaldıracak önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılması gerekli görülmektedir.                  

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.47

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.59

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Anayasa’nın 92’nci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

B) Tezkereler

1.- Hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Avrupa Birliğinin Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’de icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Hükûmete Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1624)

13/11/2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin Birleşmiş Milletler Şartının VII. Bölümü kapsamında 28/1/2014 tarihinde aldığı 2134 (2014) sayılı Kararının verdiği yetki temelinde, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde istikrarın yeniden tesisine ve siyasi geçiş sürecinin desteklenmesine matuf çabalara katkıda bulunmak maksadıyla "EUFOR RCA" adı altında bir askerî harekât icra etmeye karar vermiş ve söz konusu harekâta katkıda bulunma hususunda ülkemize davette bulunmuştur. Bu davete ilişkin olarak ülkemizin, Bangui'de konuşlu Kuvvet Karargahına bir personel katkısı ile stratejik havayolu ulaştırması desteği sağlaması öngörülmektedir.

Diğer taraftan, Avrupa Birliği, Mali'ye ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 20/12/2012 tarihinde aldığı 2085 (2012) sayılı Kararı kapsamında, 17/1/2013 tarihinde aldığı kararla "EUTM Mali" adlı bir askerî misyon kurmuş ve bu askerî misyon, 18/2/2013 tarihinde faaliyete başlamıştır. Avrupa Birliği ayrıca, 15/4/2014 tarihinde aldığı kararla "EUCAP Sahel Mali" adlı bir sivil misyon kurmuştur. Bu misyonların temel hedefi, Mali silahlı kuvvetlerine ve güvenlik güçlerine (polis, jandarma ve ulusal muhafızlar) stratejik tavsiye vermek ve eğitim desteği sağlamak olarak belirlenmiştir. Avrupa Birliği tarafından ülkemize söz konusu misyonlara da katılım davetinde bulunulmuştur.

Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali'deki harekât ve misyonlara katkılarımızın modalitelerinin, 29/6/2006 tarihinde imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği Kriz Yönetimi Harekatlarına Katılımı İçin Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti Arasında Çerçeve Teşkil Eden Anlaşma" kapsamında belirlenmesi öngörülmektedir.

Ülkemiz, Avrupa-Atlantik güvenliğinin bölünmezliği prensibinden hareketle Avrupanın güvenliğini ilgilendiren konularda gerek NATO gerek Avrupa Birliğini kapsayan bütüncül bir siyaset izlemekte ve Avrupa Birliğinin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasına, dış politika öncelikleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda katkıda bulunmaktadır. Ülkemizin barışı destekleme harekâtlarına olan yaklaşımıyla örtüşen ve Türkiye ile Avrupa Birliğinin uluslararası ve bölgesel sorunların çözümüne yönelik ortak anlayışlarının göstergesi olan bu tür katkılar, Avrupa Birliği üyelik sürecimize de görünürlük kazandırmaktadır.

Öte yandan, Afrikada bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan bu gibi insani ve siyasi krizlerin çözümüne ülkemizce askeri katkıda bulunulmasının, bölgede ve genel olarak Afrika kıtasında izlemekte olduğumuz faal dış politikamızın doğal bir uzantısını oluşturacağı değerlendirilmektedir.

Bu yaklaşımdan hareketle, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Avrupa Birliğinin Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali'de icra ettiği harekat ve misyonlar kapsamında yurtdışına gönderilmesi ve Hükümet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Hükûmete Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesini arz ederim.

Ahmet Davutoğlu

                                                                                          Başbakan

BAŞKAN – Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.

Tezkere üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Osman Faruk Loğoğlu; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Mustafa Erdem; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına, Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Şirin Ünal; Hükûmet adına, Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç. Şahıslar adına İstanbul Milletvekili Sayın Osman Taney Korutürk, Antalya Milletvekili Sayın Sadık Badak.

İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Osman Faruk Loğoğlu’na aittir.

Buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OSMAN FARUK LOĞOĞLU (Adana) – Sayın Başkanım teşekkür ediyorum.

Tutanaklar bakımından belki düzeltmek gerekebilir; İstanbul Milletvekilliğini layık gördünüz, Adana Milletvekiliyim. Onu, bu şekilde…

BAŞKAN – Sayın Loğoğlu, özür dilerim, öyle yazmışlar da. Yazılanı okudum, özür dilerim.

Adana Milletvekili Sayın Osman Faruk Loğoğlu.

Ben, şimdi sürenizi yeniden başlatıyorum.

Buyurunuz.

OSMAN FARUK LOĞOĞLU (Devamla) – Belki geleceğimi okudunuz Sayın Başkan. Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğinin Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’de icra ettiği harekât ve görevler kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesine ilişkin Hükûmet tezkeresi konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Orta Afrika Cumhuriyeti, adının da çağrıştırdığı gibi, Afrika’nın ortasında, yaklaşık 5 milyon nüfuslu bir devlettir. Biraz ayrıntıya gireceğim çünkü neyi oyladığımızı belki biraz bilmemizde yarar var diye düşünüyorum. Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünyanın en yoksul ülkelerinden birisidir. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde sömürgeciliğin acı mirası ve devlet gücünün yanlış kullanımının yarattığı sorunların bilançosu giderek ağırlaşmaktadır.

Bağımsızlığını ilan ettiği 1960 yılından bu yana, darbelerin neredeyse düzenli hâle geldiği bu ülkedeki paylaşım ve yönetim sorunları, son yıllarda Müslüman ve Hristiyan gruplar arasındaki bir savaşa dönüşmüştür. Ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 15’ini oluşturan Müslümanların ağırlıklı olduğu bir grubun Mart 2013’te darbe yaparak kurduğu yönetime Hristiyanların -ki nüfusun yüzde 50’sini oluşturuyorlar- şiddetle karşılık vermesiyle ülkedeki savaş etnik temizlik ve soykırım boyutuna tırmanmıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşların gayretleriyle küresel gündeme taşınan vahşetin yoğunluğu karşısında uluslararası toplum duruma el koymak zorunda kalmıştır.

Sayın milletvekilleri, burada bir parantez açmakta yarar var. Fransa başta olmak üzere Batılı devletlerin ve dış dünyanın ilgisini elbette Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki elmas başta olmak üzere zengin yer altı kaynakları da çekmektedir fakat uluslararası toplumun birlikte hareket etmesini mümkün ve zorunlu kılan nedenler, ülkedeki savaşın Afrika’nın tümünü ateşe sürükleyebilecek bir potansiyele sahip olması, milyonlarca masum sivilin hayatını tehdit etmesi ve dinler arasında küresel planda bir gerilim yaratma ihtimali taşıması mülahazaları olmuştur.

Değerli milletvekilleri, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki iç savaşın tırmanmasından sonra, ülkede barışı sağlamak için bölgesel ve uluslararası ölçekte çeşitli girişimler yapılmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ülkedeki duruma ilişkin olarak son iki yıl içinde birçok karar almıştır. Fransa, Afrika Birliği, Birleşmiş Milletler ve son olarak da Avrupa Birliği, savaşı durdurmak ve barışı sağlamak için ülkeye asker göndermişlerdir. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin bölgesel ve uluslararası sorunlara ilişkin yaklaşımına ters ama çağdaş dünyanın yaklaşımıyla uyumlu bir şekilde Orta Afrika Cumhuriyeti’nde icra edilen bütün askerî harekâtlar Birleşmiş Milletler tarafından karara bağlanmıştır. Bugün, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Birleşmiş Milletler bünyesinde 10 bini asker olmak üzere yaklaşık 16 bin personel 10 Nisan 2014 tarihli Güvenlik Konseyi kararı uyarınca görev yapmaktadır. Ülkedeki tüm yabancı güçler, görevlerini Birleşmiş Milletlerin denetimi altında ve Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde sürdürmektedir.

Değerli arkadaşlar, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde icra edeceği misyon kapsamında Türkiye'ye davette bulunan Avrupa Birliğinin meseleye dahli ne şekilde gerçekleşmiştir ve bu davet nedir? Öncelikle, Avrupa Birliği, 20 Ocak 2014 tarihinde uluslararası toplumun Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki girişimlerine Birleşmiş Milletlerin himayesi altında katkıda bulunma kararı almış ve Güvenlik Konseyine bu doğrultuda bildirimde bulunmuştur. Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki geçici otoriteler de Avrupa Birliğinin katkısına yeşil ışık yakmışlardır. Bütün bunlardan sonra, Güvenlik Konseyi 28 Ocak 2014 tarihinde çıkardığı 2134 sayılı Karar’la “Avrupa Birliği Barış Gücü Orta Afrika Cumhuriyeti” isimli Avrupa Birliği gücünü, ülkedeki Birleşmiş Milletler gücüne destek olması için yetkilendirmiştir. Diğer bir deyişle, Avrupa Birliği, gereken uluslararası meşruiyet zeminini tam olarak sağladıktan sonra harekete geçmiştir. Bu durum, Suriye konusunda uluslararası meşruiyet mekanizmalarını devre dışı bırakmaya ve onların arkasından dolanmaya çalışan Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetine ders olmalıdır.

Değerli arkadaşlar, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki şiddetin sonlandırılması için Türkiye’nin katkıda bulunmasına onay veren bu tezkereye Cumhuriyet Halk Partisi olarak olumlu oy vereceğiz. Zira, Türkiye öteden beri barıştan, barışı korumaktan yana olmuş ve Güvenlik Konseyinin bağlayıcı kararları zemininde barış çabalarına hep destek vermiştir. Ancak, Orta Afrika Cumhuriyeti bağlamında şunu da kayda geçirmek isterim: Uluslararası toplumun attığı askerî adımlar şiddeti durdurmaya yöneliktir, Orta Afrika Cumhuriyeti’nin tam olarak huzura kavuşması için ise hak meşruiyetine dayanan, hizmet ve adalet dağıtımının sağlandığı ve ortak siyasi değerlere sahip bir yapıya kavuşması elzemdir. Bunun için, bölgesel ölçekte ülkenin komşularını da kapsayan bir çözüme, Orta Afrika Cumhuriyeti ölçeğinde ise toplumsal bir uzlaşıya ihtiyaç vardır.

Bu yetkiyi verirken Hükûmete bir de uyarıda bulunmak istiyorum: Dünyadaki olaylara din ve mezhep açısından yaklaşma âdetinizi bırakın. Bu yaklaşımlar toplumları bölüyor, dinler ve mezhepler arası gerginlikleri artırıyor, çatışmaları körüklüyor. İnsanlara eşit davranın. Sadece Müslümanların değil, bütün insanların hamisi olun. Orta Afrika Cumhuriyeti toplumunun sadece bir kesimi için değil, tamamının huzuru için yetkilendirildiğinizi de unutmayın.

Değerli milletvekilleri, tezkerenin ikinci bölümünü oluşturan Mali konusunda da görüşlerimizi paylaşmak isterim. Tıpkı Orta Afrika Cumhuriyeti gibi Fransız kolonisi olan ve 1960 yılında bağımsızlığına kavuşan Mali, bugün etnik ve dinsel çatışmalar nedeniyle parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Genel bir ifadeyle, ülke, iç savaş ve terör nedeniyle, coğrafi olarak fiilen ikiye ayrılmıştır. Mali’de bugün insani bir felaket yaşanmaktadır. Yüz binlerce Mali vatandaşı yerlerinden edilmiş, yüz binlercesi de açlıkla boğuşmaktadır. Ayrıca, Mali’de bulunan ve insanlığın ortak tarihî mirası olan Timbuktu el yazmaları da ülkedeki çatışmalar nedeniyle yok olma tehlikesi altındadır.

2012’de, Tuareg Ulusal Azavad Kurtuluş Hareketi’nin ülkenin kuzeyinde ilan ettiği bağımsızlığın Afrika ülkeleri tarafından tanınmamasını, El Kaide bağlantılı Ensar Din terör örgütünün sahaya inmesi izlemiştir. Söz konusu terör örgütü, Mali’nin kuzeyinde şeriat yönetimi ilan ederek Tuaregleri yönetimden dışlamıştır. Daha sonra, asıl amacının bütün ülkeyi İslam devletine çevirmek olduğunu belirtmiş ve bağlantılı olduğu diğer El Kaide uzantılı örgütlerle birlikte ülkenin güneyine doğru ilerlemeye başlamıştır. Bunun üzerine, Malili yöneticiler uluslararası topluma yardım çağrısında bulunmuşlardır. Bu çağrıya ilk karşılık veren Fransa, Ocak 2013’te Ensar Din örgütüne yönelik hava saldırılarına başlamıştır. Ülkedeki durumu kontrol altına almak için, Afrika Birliği, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği de çeşitli şekillerde ülkedeki operasyonlara destek vermeye başlamışlardır.

Öncelikle, Güvenlik Konseyi 2012’de aldığı 2085 sayılı Karar’la, Afrika ülkeleri öncülüğündeki Uluslararası Destek Gücü’nün Mali’ye konuşlanmasına yetki vermiştir. Güvenlik Konseyinin bu kararı, aynı zamanda -burası önemli- Avrupa Birliğinin Mali’deki savunma ve güvenlik güçlerinin yapılandırılmasına da onay vermektedir. Dolayısıyla, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletlerin kararları zemininde hareket etmektedir.

Bu meşruiyet zemininden hareketle, Avrupa Birliği, Mali’deki güvenlik güçlerine eğitim vermek için, merkezi başkent Bamako’da bulunan çok uluslu bir askerî eğitim misyonu oluşturmuştur. Ayrıca, Mali polis, jandarma ve ulusal muhafızlarına eğitim vermek amacıyla ayrı bir misyon daha hayata geçirilmiştir. Avrupa Birliğinin, Mali’deki operasyonların icrası bağlamında, Türkiye’ye yaptığı davetin arka planı bu şekildedir.

Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Mali’de Birleşmiş Milletlerden aldığı yetkiyle faaliyet gösteren Avrupa Birliği misyonlarına katkı verilmesini de olumlu karşıladığımızı belirtmek istiyorum.

Öte yandan, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’de meydana gelen gelişmeler ve uluslararası toplumun bu iki ülkeye yaklaşımı Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisinin izledikleri dış politikanın farklılıklarını da ortaya koymaktadır. Bu farklara da dikkatinizi çekmek istiyorum.

İlk olarak: Uluslararası toplumun söz konusu iki ülkeye yönelik müdahaleleri, hem Güvenlik Konseyinin ilgili kararlarına hem Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali yönetimlerinin talep ve rızasına sahip olduğu için meşrudur, uluslararası hukuka uygundur. Aynı zamanda, giderek yükselen uluslararası terörizme karşı mücadeleye katkı da sağlayacaktır. Bu nedenlerle tezkereye destek veriyoruz. Zira, bu tezkerenin arka planında Birleşmiş Milletler kararları vardır, Avrupa Birliğinin meşruiyet arayışları bulunmaktadır. Oysa ve buna karşılık, Erdoğan-Davutoğlu hükûmetleri, uluslararası normları hiçe sayan, komşu ülkelerin iç işlerine tek taraflı olarak müdahale eden, o ülkelerin rejimlerini terör örgütleriyle iş birliği yaparak yıkmaya çalışan politikalar izlemeye ısrarla ve inatla devam etmektedirler.

İkincisi: Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’deki gelişmelere müdahil olmak isteyen Batı dünyası, yükselen küresel terörden ve bu terörün etkinlik sahasını genişletmesinden korkmaktadır. El Kaide bağlantılı örgütlerin güçlendiklerinde dünyayı ne hâle çevirecekleri Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nin bugününe bakarak kolaylıkla anlaşılabilir. Bu bağlamda, izlediği Orta Doğu politikasıyla güney sınırlarımızı, hatta bölgeyi ve komşu ülkeleri cihatçı terör örgütlerinin küresel merkezi hâline getiren Erdoğan-Davutoğlu hükûmetlerinin Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne yönelik aldığı kararların felsefesini, ruhunu özümsemediği, benimsemediği gayet açıktır.

Üçüncüsü: Güvenlik Konseyi, Birleşmiş Milletler Yasası’nın 7’nci bölümü altında yetkilendirdiği askerî operasyonlara zaman bakımından sınır koymakta, misyon bakımından da sınırlarını çizmektedir; bu da yetmemekte, kurulan misyonların faaliyetlerini de sıkı bir şekilde denetlemektedir, bu durum Avrupa Birliği için de geçerlidir. Önümüzdeki tezkerenin de başı ve sonu bellidir. Daha önce gelen diğer tezkerelere kıyasla, bu tezkere iyi kaleme alınmıştır, bunu teslim ediyorum. Oysa usul ve biçim bakımından bu tezkerenin ana iskeletini oluşturan bu unsurları, bugüne kadar Hükûmetin Meclise getirip çoğunlukçu bir anlayışla geçirdiği tezkerelerde görmedik. Geçen ay görüşülen Suriye-Irak tezkeresinin meşruiyetten yoksun ve açık uçlu olduğunu, Hükûmete sınırsız yetki verdiğini, ülkemizi bölgenin korsan devleti yapmaktan başka bir işe yaramadığını da unutmadık.

Dördüncüsü: Cumhuriyet Halk Partisi, uluslararası toplumun Afrika’daki çatışmalara yönelik kapsayıcı bakış açısını benimsemektedir. Cumhuriyet Halk Partisi, insanlara Müslüman ya da Hristiyan oldukları için değil, insan oldukları ve yardıma muhtaç oldukları için yardım edilmesini savunmaktadır. Zira, Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre, Orta Afrika’da sadece Müslümanlar değil, ülkenin yarısı insani yardıma muhtaçtır.

Bu bağlamda, Sayın Davutoğlu’nun içinde bulunduğu duruma dikkatinizi çekmek isterim. Bilmeyenler için söyleyelim. Sayın Davutoğlu Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Müslümanlara yönelik katliamlar yaşanırken -ki biz bunu da kınadık- şubat ayında, İslam Konferansı Örgütünü derhâl harekete geçmeye çağırmıştır. Fakat, ne hikmetse Erdoğan’ın yüksek perdeden gelen sesini ve Başbakan Davutoğlu’nun ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birlikte, yüksek perdeden gelen seslerini Mali konusunda duymuyoruz. Orta Afrika Cumhuriyeti konusunda bas bas bağırıyorlar ama Mali konusunda garip bir sessizlik içindeler. AKP Hükûmetinin bu çifte standartlı tutumu uluslararası kamuoyunda not edilmektedir.

Değerli arkadaşlar, hiç kimse Orta Afrika ve Mali’deki gelişmeleri ümmetçi kalkışma fırsatı olarak görmemelidir. Yükselen küresel terör, insani felaket ve bölgedeki devletlerin toprak bütünlükleri ve egemenliklerinin korunması uluslararası toplumun temel öncelikleridir. Bunlar, Cumhuriyet Halk Partisinin de öncelikleridir.

Beşincisi: Katkımızın, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 2006 yılında imzalanan konuyla ilgili anlaşma çerçevesinde yapılan davet üzerine yapılacak olmasıdır. Bu katkı, Avrupa için olduğu kadar uluslararası saygınlığımız açısından da önemlidir, olumludur fakat madalyonun bir de öbür yüzü vardır; Acı ve anlaşılmaz gerçek odur ki Avrupa Birliği, Türkiye’yi Avrupa Birliğinin ortak güvenlik ve savunma politikasından ve bu politikayı oluşturan kurumsal mekanizmalardan dışlamaya hâlâ devam etmektedir. Türkiye ise Avrupa Birliği kendisinden ne zaman yardım isterse destek vermektedir. Acaba, Hükûmet bu dengesiz ve eşit olmayan ilişkinin farkında mıdır? Bu tek taraflı işleyen ilişkiden rahatsız mıdır? Hem Türkiye’yi savunma ve güvenlik konularında karar alma, politika oluşturma mekanizmalarının dışında bırakacaksın hem her kapıyı çaldığında buyur edilmeyi bekleyeceksin! Güvenliğin bölünmezliği ilkesinden hareketle, bu eşitsizliğin giderilmesi için Hükûmet mutlaka girişimde bulunmalı ve netice almalıdır.

Son olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin Afrika’ya yönelik tutumuna somut bir örnek vermek isterim. Bunu, daha önce bu kürsüden defalarca dile getirdim. 2012 yılında, açıktan atamayla Çad Büyükelçisi yapılan –Afrika ülkesidir Çad- bir şahıs Twitter hesabından “El Kaide’yle terör aynı şey değildir.” mesajını paylaşmıştır, resmî Twitter hesabından. Bu mesajdan sonra, bütün uyarı ve ısrarlarımıza rağmen, zamanın Dışişleri Bakanı büyükelçiyi görevinde tutmaya devam etmiştir ve bildiğimiz kadarıyla da hâlâ bu görevini sürdürmektedir. El Kaide’yi terör örgütü olarak görmeyen bir kişiyi, büyükelçi olarak uluslararası toplumun küresel teröre karşı mücadele verdiği bir bölgeye göndermek başlı başına bir skandaldır. Biz bunu kabul etmiyoruz. Afrika’nın istikrarına katkıda bulunmak isteyen bir Hükûmet, El Kaide’ye “terör örgütü” diyemeyen bir kişiyi Afrika’da büyükelçi yapamaz, eğer yapıyor ise tarafı bellidir.

Değerli milletvekilleri, tezkereye olumlu oyumuzun, bahsi geçen bu iki Afrika ülkesinin huzura kavuşmasına, Afrika kıtasının istikrarına ve küresel barış ve terörle mücadele bağlamında katkıda bulunmasını umuyoruz. Hükûmetin kendisine bu tezkereyle verilen yetkileri bu doğrultuda kullanmasını bekliyoruz. Enselerinde olacağız, başka türlü hareket etmelerine rıza göstermeyeceğiz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Loğoğlu.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Mustafa Erdem.

Buyurunuz Hocam. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA ERDEM (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Türk milletinin aziz milletvekilleri, Orta Afrika ve Mali’ye ilişkin çıkarılmak istenen tezkereyle ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'nin dış politikasıyla alakalı olarak herkes her şeyi söyleyebilir, söylenmelidir ancak unutulmaması gereken bir husus, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Osmanlı İmparatorluğu gibi cihana nizam vermiş, insanlığa medeniyeti ikram etmiş, insanlığa insanlığın ne olduğunu öğretmiş bir devletin akabinde kurulmuş, aynı ruhu yaşayan, aynı değerlere sahip, aynı misyonu uygulamak durumunda olan bir devlettir. Bu çerçeveden bakıldığında, Avrupa’da da söyleyeceğimiz, Afrika’da da söyleyeceğimiz, Orta Doğu’da da söyleyeceğimiz, Kafkaslarda, Balkanlarda ve dünyanın her yerinde söyleyeceğimiz her şey olmalıdır zira bu bizim asli görev ve sorumluluk alanımızdır. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler, bu şuura sahip olduklarını hissetmeli, bu misyonu uygulamaya kararlı olduklarını bir şekilde bizlere de ifade etmelidirler. Eğer iradeicüziyyelerini sözüm ona bir külli iradeye ipotek edenler, kendi adlarına, kendi ruhuna, kendi milletine değil de, başkalarının adına, başkalarının misyonlarını icra etmek üzere bir görev ve sorumluluk alırlarsa hem rahmeti Rahman’a kavuşmuş ecdadı hem de onun ahfadı olan bu milleti rahatsız etmiş olurlar.

Değerli milletvekilleri, Afrika insanlığın dramıdır. Afrika insanlığın yüz karasıdır. Afrika bir çekim alanı, Afrika bir mücadele alanı, Afrika bir paylaşım alanıdır. Afrikalı garip, Afrikalı mazlum, Afrikalı mağdurdur. Asırlardır Afrika’ya uygulanan misyonerlik faaliyetlerinin küresel güçlerin ve emperyalistlerin ileri karakolları olduğunu düşündüğümüzde, Batılıların insanlık adına, medeniyet adına, teknoloji adına Afrika’ya ne götürdüklerine bir bakın. Şu anda Afrika’da bir insanlık dramı yaşanıyorsa, Afrika’da katliamlar yaşanıyorsa, Afrika’da sadece ve sadece renkleri siyah olduğu için kobay konumuna düşürülmüş insanlık toprağa düşürülüyorsa bugün, Afrika’ya adalet götürmek, Afrika’ya medeniyet götürmek için bizden tezkere isteyenlerin ne kadar kendileriyle çelişkili ve ne kadar bizlere, ikili anlaşmalara muhalif davrandıklarına dikkatlerinizi çekmek isterim.

Bakınız, 1963 yılında Kenya Devlet Başkanı Jomo Kenyatta “Beyaz adam geldiğinde bizim topraklarımız, onların ise İncilleri vardı. Bize gözlerimizi kapayıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde İncil, onların ellerinde topraklarımız kalmıştı.” der.

Misyonerlik faaliyetlerinin, bugün birlikte ittifak kurduğumuz küresel güçlerin diyalog çalışmalarına rağmen hâlâ nasıl ileri karakol vazifesi gördüklerini ve Afrika’da yaşanan fitnenin arkasında onların nasıl olabileceğini bir şekilde düşünmenizi istiyorum. Evet, bugün Afrika’da medeniyet, bugün Afrika’da insanlık, bugün Afrika’da değerler toprağa düşmüş. Medeniyet adına, ileri teknoloji adına kullanılan tek şey, kardeşin kardeşi katlettiği silahlardan başka bir şey değildir. O zaman bu silahları oraya verenlerin, bu silahları oraya gönderenlerin Afrika’yla ilgili hesaplarının ne olduğuna dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Afrika bugün Çin’in, AB’nin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin aslan sofrasında pay ettikleri bir konuma düştüğü sürece, bizim göndereceğimiz vatan evladı askerlerimizin küresel çıkarlara mı hizmet ettiği yoksa ecdadın emanetine sahip çıkmanın şuuruyla bir millî mutluluk mu yaşayabileceğini de takdirlerinize sunmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün Afrika’ya gönderilecek askerî birlikle alakalı bugüne kadar uygulayageldiğimiz uygulamalara dikkatinizi çekmek istiyorum. Özellikle milletvekili sıfatını taşıyan sizleri, bu milletin yüreği olan askerleri bir şekilde Millet Meclisinden çıkacak kararlar doğrultusunda yeniden düşünmeye davet ediyorum. “Ecdadımızın heybeti marufi cihandır.” diyenler, bugün ecdat emaneti askerlerimizin yurt dışında bir şekilde başlarına çuvalların geçirildiğini gördüğü zaman, bu devletin onları bile korumaktan acze düştüğünü gördüğünde en azından varsa vicdanlarının sızlaması ve onlara sahip çıkamadığı için başını bu yere sürtmesi lazım gelir.

Değerli milletvekilleri, bu milletin evladı askerler bize emanettir. Bu evlatlarını bizim irademize ipotek olarak yurt dışına gönderenler… Bu Meclisin, onların haklarını savunmasını, onların namusuna gölge düşürülmemesini, onların şereflerinin ayaklar altına alınmamasını da teminat altına alması lazım gelir. Devlet budur, devleti yönetmek de budur. Ama, gelin görün ki kimin peşine takılarak gittiğimiz, hangi insani değerleri kurtarmaya gayret ettiğimiz, hangi medeni çıkarları tesise muktedir olduğumuz belli olmayan bir uluslararası anlaşma var. Afganistan’a gönderdik, Orta Doğu’ya gönderdik, Afrika’ya gönderdik hangi yarayı iyileştirdik, hangi problemi çözdük, hangi insani değerlere yaşama fırsatı verdik? Birilerinin peşine takılarak gittiğimiz Afganistan, Müslüman insanların yaşadığı belde birbirine kurşun sıkan, birbirini toprağa gömen ama hepsi küresel güçlerin ortak aleti hâline gelen insanlar değil midir? Öyleyse, biz, kimin peşine takılarak küresel güçler uğruna asker gönderdiğimizi ve gönderdiğimiz askerlerin kimlere hizmet ettiğini çok iyi bilmek ve değerlendirmek durumundayız.

Suriye’ye kısa bir süre önce buradan tezkere çıkardık ve oradaki medeni değerlerimizi, İslam mimarisini ve Müslümanları koruma kararı aldık ve millet adına da buradan söz verdik. Ama, gelin görün ki milletin imanı, milletin ruhu, milletin iradesi 3,5 peşmergeye peşkeş çekildi ve PKK kıyafetleri bir şekilde peşmerge kıyafetiyle ters çevrilerek devlet statüsü kazanamamış, Birleşmiş Milletlere üye olamamış, henüz Türkiye’den başka da adam yerine konmamış bir Kuzey Irak kendi -sözüm ona- askerlerini bu Meclisin iradesinden kaynaklanan, alınan tezkere kararıyla “Kobani” denilen Ayn El Arap’a göndermiş midir, göndermemiş midir? O zaman size buradan şunu ifade etmek istiyorum: Eğer bu milletin iradesi bizim namusumuz ve şerefimiz ise, bu milletin evladı askerlerimiz bizim namus ve şerefimiz ise, o zaman herkes, millet adına aldığı kararları bu şeref terazisinde tartmak ve ondan sonra da milletin huzuruna alnı açık, yüzü ak çıkabilirken Rabb’inin huzuruna gittiğinde de yarın aynı durumu orada ikrar edebilmelidir.

Değerli milletvekilleri, şimdi soruyorum size: Ayn El Arap’a giden askerler kim adına gitti, nereden gitti, neyi gerçekleştirdi? Şimdi tekrar soruyorum size: Ayn El Arap’ta sivil halk var mıdır? Ayn El Arap sonuç itibarıyla bugün hangi amaca hizmet etmektedir? Ülkenin stratejik çıkarları açısından Ayn El Arap Irak’ın batısı, Suriye’nin doğusu olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin tehdidi olarak karşımıza çıkar mı, çıkmaz mı?

Efendim, “Avrupa Birliği ikili anlaşmalarla kurulmuş ve Türkiye de bu anlaşmalara söz vermiş.” Doğrudur. Türk milleti hiçbir zaman vaadinden dönmemiş, ölümü pahasına da olsa uluslararası anlaşmalara uymuş, gerektiğinde Kore’ye giderek binlerce vatan evladını da şehit vermiştir. Ancak bugün birlik tesis ettiğimiz, birlikte olmayı arzu ettiğimiz Avrupa Birliği, henüz bizi Avrupa Birliğine bile kabul etmemişken, onların güvenlik stratejileri ve savunma anlaşmaları doğrultusunda hangi yararı bize var ve biz onlarla nasıl böyle bir ittifak, nasıl böyle bir savunma birlikteliği tesis edebiliriz?

Değerli milletvekilleri, şunu unutmayın: Uluslararası ilişkiler pragmatist oluyorsa, uluslararası ilişkilerde çıkar ön plana çıkarılıyorsa o zaman hepimizin düşünmesi ve bizim bir şekilde kendi namusumuz ve şerefimizi bu manada korumamız lazım geldiğini hatırlatmak istiyorum. Ama gelin görün ki Afrika’ya gittik, Afrika’da birtakım çalışmalar yaptık, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine onların oylarını alarak gireceğimizi düşündük. Nitekim, bir önceki dönemde de böyle oldu.

Ama soruyorum size, burada devlet adına lütfen samimi bir şekilde söyler misiniz, istiyorsanız kapalı oturum yapın burada, söyleyin: Afrika’da Osmanlının şerefini korumak, Türkiye Cumhuriyeti devletini orada temsil etmek için mi yoksa birtakım küresel projelerin Afrikalıya uyguladığı alçakça mezalimi teyit etmek… Sudan’ın bölünmesine, Somali’nin hançerlenmesine, Afrika’nın yüreğine hançer saplanmasına vesile mi oldu? Çin ile Amerika arasındaki ilişkilerde ortada kalan birisi durumundayken, Avrupa’nın asırları aşan misyonerlik faaliyetlerine orada doğrudan veya dolaylı olarak katkıda bulunurken hangi devleti temsil ettiğimizi ve hangi hükûmet adına oralarda icrai faaliyette bulunduğumuza lütfen bir bakın.

Değerli milletvekilleri, Afrika’ya giderken TİKA Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresiyken misyonunu değiştirdik; adına muhalif olarak Afrika’ya gittik ve netice itibarıyla Afrika’da bugün sizin “paralel” dediklerinizle iş birliği yaparak bir başka paralelizmi beraberinde getirdiniz mi, getirmediniz mi?

O zaman size buradan şunu açıkça ifade etmek istiyorum: Devlet yönetilirken devlet adamlığı vasfı sadece günü kurtarmayı değil, asırları aşacak devleti ebet müddet felsefesinin sahibi olmayı gerektirir. Eğer günü kurtaracak, bugünün gerekçelerini yarın unutacaksak o zaman bu devlet bizim için zaaf, bu milletin kaderi bizim için karanlık olacaktır.

Değerli milletvekilleri, Mali nüfus olarak küçük bir ülke ama bizim için ifade ettiği anlam önemlidir. Nüfusu 12 milyon olmuş, 15 milyon olmuş ne çıkar? Yüzölçümü Türkiye'nin 1,5 katına… Teknik bilgilere girmiyorum, benden önceki konuşmacı bunları size verdi. Ama bilinmesi gereken hadise şu: Afrika bizim için en az Batı kadar önemli ama gelin görün ki, şair diyor ki: “Küfri zülfün salalı rahneler imanımıza, kâfir ağlar bizim ahvali perişanımıza.” Ben bugün Türkiye adına ve oralara hizmet götüren devlet yönetimi adına ve bu devletin şerefli askerleri adına, akıbetlerinin korunamayacağı, haklarının savunulamayacağı, küresel güçlere hizmet edeceği endişesiyle kaygılar taşıyorum.

Ama Türkiye sadece ve sadece Afrika’da değil, Avrupa’da da olmalıdır, Bosna-Hersek’te de olmalıdır, Batı Trakya’da da olmalıdır ama daha çok şimdi Orta Doğu’da olmalıdır. Ama gelin görün, biz buradan tezkere çıkardık, soruyorum size: Elinizi şakağınıza mı koyarsınız yoksa vicdanınıza mı; Filistin, Filistin, Filistin dedik, yattık ve kalktık, sonuçta Filistin’e Allah için ne katkı sağladık? Filistinlinin gözyaşı dindi mi? Filistin’e İsrail’in baskısı dindi mi? Filistin için İsrail’in yapılanma kararlarından vazgeçildi mi? Hayır. Suriye’yi gündeme getirdik, böldük, parçaladık; peki, Beşar Esad gitti mi? Hani, iş birliği yaptıklarımız neredeler?

Burada ona dikkatinizi çekmek istiyorum. Bizim iş birliği yaptıklarımızın bizimle ortak bir paydası yok. Unutmayın ki onlar kendi dünyalarında Türk milletiyle alakalı olarak verdikleri kararı siz o millete aidiyet hissetseniz de hissetmeseniz de vermişlerdir. “Bu vadedilmiş kutsal topraklar elbet bir gün silahsız Haçlı Seferleri’yle geri alınacaktır.” derken sene 1821’di. Sanıyor musunuz bu iki yüz yıllık karardan vazgeçildi? Siz sanıyor musunuz ki... 1915’te -hem de eski Başbakanlardan Şemsettin Günaltay’ın vermiş olduğu o bilgi, Zulmetten Nura kitabını okursanız göreceksiniz- bir müsteşrik aynen şöyle diyordu: “Türk milleti –tabii ki burada sözümün kime olduğunu siz çok iyi anlıyorsunuz, burası Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyük Millet Meclisidir, adını ağzına alamayanlar varsa onlar utansın, ben utanmıyorum- geldiği yere, Orta Asya’ya gitmedikçe, hilal yani İslam haçın altında sürünmedikçe bize bu dünyada rahat ve huzur yoktur.” O zaman ben sizlere şunu kısaca arz etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti küresel bir gücün oyuncağı olmaktan çıkmalı ama küresel bir dünyada yaşadığının irade ve izanıyla, irfanıyla namusuna, sözüne elbet sahip çıkmalıdır. Ben öyle inanıyorum ki bu yüce Meclisin vereceği karar Türk milletinin onur ve itibarı açısından sadece ve sadece Orta Afrika’daki mazlum Orta Afrika Cumhuriyeti’ne ve masum Mali’ye değil, uluslararası taşeron durumunda olan bütün alçakları kahretmeye yetecek diyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdem.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.

Buyurunuz. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına sizleri saygıyla selamlıyorum.

En son söyleyeceğimi en başta söyleyeceğim. Burada 3 parti de anladığım kadarıyla bu tezkereye “Evet.” diyecek. Yanlışım var mı? Üçünüz diyeceksiniz. O zaman size önerim, oraya Türk Silahlı Kuvvetleri gidecekse önce çocuklarınızı gönderin, bedelli peşinde kimse koşmasın. Dikkat edin, Hollanda Kralı, İngiltere Kralı, genelkurmay başkanı bilmem kim Afganistan’a, Pakistan’a, bilmem nereye oğlunu asker olarak gönderiyordu. Burada generallerin çocukları, siyasilerin çocukları, zenginlerin çocukları bankamatikten teskere alıp gelip bu Mecliste hamaset nutukları atıyor. Yazık, yazık, yazık! Bir kere gerçeği öğrenin, ne var burada yani bir öğrenin bakayım. Mademki Mali’ye, Afrika’ya Türk Silahlı Kuvvetleri gidecek, gelin içinizdeki, uhdenizdeki neyse onu yazın bu tezkereye. Öyle, NATO istemiş de, Avrupa Birliği istemiş de, Avrupa Birliği üyeliğimiz güçlenecek de, biz de göndersek oraya birkaç asker bir şey olmaz da, çok iyi olacak da... Libya’da olmuştu o. Hani demiştiniz ya “Libya’ya kimsenin müdahalesi olmayacak.” Fransa’nın o zamanki Cumhurbaşkanı Sarkozy çıktı “NATO gidecek.” dedi, bizim Hükûmet hemen “Tamam, bizim gemiler de geliyor yola.” dedi. Böyle bir dış politika olur mu arkadaşlar ya?

Bu ülkenin Türk Silahlı Kuvvetleri, bu ülkenin vergisi, bu ülkenin bütçesi bir yere gidecekse bu ülkenin insanlarının oturup düşünmesi gerekiyor: “Birileri istediği için mi ben gidiyorum, inandığım için mi gidiyorum, benim dış politikam nedir, ona göre mi gidiyorum?”

Arkadaşlar, çok açık konuşacağım. Bakın, burada Avrupa Birliği. Siz Avrupa Birliğinin neresindesiniz, Avrupa Birliğinin neresindesiniz? Koalisyon hükûmetlerinden bu yana müzakere sürecindesiniz. 1995’te Gümrük Birliğini imzaladık. 1995’ten bu yana vergi ödüyorsunuz, gümrük vergisini, bir.

İki: Asker istiyorlar, gönderiyorsunuz; Sudan’a, Somali’ye, Afganistan’a, Lübnan’a gönderiyorsunuz. Öyle buraya çıkıp bu kürsüden “Biz 20 devlet kurduk. Biz cihanşümul bir devletiz. Biz dünyayı titretiriz. Biz gittiğimiz zaman Afrika’nın çölleri ayağa kalkar, yok Orta Doğu’nun bilmem neleri ne olur.” diye burada kimse hamaset nutukları atmasın. Çok açık söyleyeyim size: 3’üncü dünya krizinin, küresel finans krizinin son sancıları yaşanıyor.

Mali yüzde 90 Müslüman. Mali kimin sömürgesi? Fransa’nın. 2012’de kim müdahale etti buraya? Fransa etti. Orada darbe oldu mu? Oldu. Kuzeyindeki güçlerle çatışıyor mu? Çatışıyor. Hangi güçlerle çatışıyor bir dikkat edin, etrafına bakın. Moritanya var, Nijerya var, Gine var, biraz ötede Libya var, Cezayir tabii kuzeyinde. Afganistan’da uzun bir süre bulunan cihadist grupların olduğu birçok kesim Nijerya’ya geldi, Mali’ye geldi, Somali’ye geldi, Sudan’a geldi. Şimdi bu güçler şu an Orta Doğu’da, Suriye’de ve Irak’ta.

Şimdi, bu dışarıdan gelen, cihadist gruplar olarak geçen El Kaide ve türevleri olan El Nusra ve IŞİD, onların benzerleri şu an Afrika’da. Afrika’da kiminle çatışıyorlar? Darbeci, askerî darbeyle yönetime el koyan kesimler var. Kimin çıkarları burada sallanıyor? Fransa başta olmak üzere… Niye? Çünkü 1960’ta bağımsız olan Mali, bütün Afrika, Afrika’nın tamamı Fransa’nın arka bahçesi arkadaşlar. Bakmayın, Osmanlı zamanında ta Trablus’a, oradan Cezayir’e, Fas’a… Osmanlının hâkimiyet alanları oldu ama ilk kaybettiğimiz yerlerdir Endülüs’ten başlayarak. Viyana kapılarından, Batı’dan, Afrika kuzeyinden, boynuzdan da, bu taraftan çekile çekile geldik, Osmanlı İmparatorluğu’nun ötesinde Anadolu’da, en son Churchill oturdu masaya cetveli çıkardı, Misakımillî’yi de attı bir kenara, şimdiki hudutları çizdi.

Şimdi, siz, bu hudutların içinde çıkıp, Neoosmanlı yayılmacı bir politika güderek küresel güç olacağınızı zannediyorsunuz. Neyle olacaksınız? Milletin parasıyla, evladıyla, askeriyle, kanıyla.

Peki, bütçe görüşmeleri yapıyoruz şu an. 30 milyon insan açlık sınırının altında biliyor musunuz? 891 lira asgari ücret, net. Var mı bunun ötesi? 20 milyon da yoksulluk sınırının altında, 50 milyon. Bizim nüfusumuz ne kadar? 77 milyon. Ne kadar insan burada zengin? Türkiye'nin yüzde 1’i. Bu yüzde 1’inden 1 tanesi Somali’ye, Sudan’a, Afganistan’a, Beyrut’a ve Mali’ye gitti mi asker olarak? Gitmedi.

Ermenek’te dün maden ocağında çocuğunu defneden babanın hâlini gözünüzün önüne getirin. Çiçekli lastik ayakkabıları yırtık babanın cenaze başındaki duruşunu getirin. İşte, o evlatları göndermek istiyorsunuz. Sizin küresel yayılmacı anlayışınız, Neoosmanlı yayılma anlayışınız budur. Halkların Demokratik Partisi buna şiddetle karşı çıkacaktır ve evlatlarının yanında duracaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri tıpkı son dönemlerin bütün hükûmetleri döneminde, sağcı, milliyetçi, muhafazakâr partilerin hepsinin döneminde… Hani burada Türkiye’de bir gelenek vardı ya “Kürt Mehmet nöbete.” diye, küresel olarak da Türk Silahlı Kuvvetlerini nöbete durmadan gönderiyorlar kardeşim. Bundan gururunuz incinmiyor mu? NATO istedi, Atlantik’i korumak Türkiye'nin en büyük hedefiymiş. Hayda! Kuzey Atlantik’i korumak Türkiye’nin hedefiymiş! Önce kendini koruyacaksın. Arkadaşlar, siz İHH’nin oraya iki otobüs, iki tır yardım getirmesiyle, üç cihadist grupla ilişki kurmasıyla, hükûmet nezdinde yardımsever, hayırsever dernek muamelesi görmesiyle, oradan üç beş tane radikal dinci grupla ilişki kurmasıyla bu küresel kriz esnasında riskler içinde fırsatlar yakalayacağınızı mı zannediyorsunuz? Böyle bir fırsat var mı? Size mama yapmazlar. Kolonyalist kriz var ama Afrika’yı ne Belçika ne İngiltere ne Almanya ne Fransa ne Amerika hiçbir ülke, Batı, bu size “Asker gönderin.” diyen Avrupa Birliği ve NATO vermez. Bunu kafanıza koyun. Oraya gidip asker eğiteceksiniz, oraya gidip jandarmasını, zabıtasını, polisini eğiteceksiniz, orada hukuk ve demokrasi kuracaksınız, maşallah, maşallah, maşallah! Bir de gerekçeye yazacaksınız: “Ülkemiz Avrupa Birliğine katılım konusundaki arzularına katkıda bulunacak.” Avrupa Birliğine postalla girilir mi? Kasaturayla Avrupa Birliğine girilir mi? Askerle Avrupa Birliğine girilir mi arkadaşlar? Eğer öyle olsaydı, işte Sayın Adalet Bakanı, adalet, güvenlik, özgürlük 23, 24’üncü fasılları niye açamıyoruz? Açamazsınız kardeşim. Çünkü bağımsız bir yargın yok, tarafsız bir yargın yok, adaletin yok. Adaletin de… Senin 463 tane subayın, generalin beş sene yatmış çıkmış, niye yattığı, niye çıktığı, kim koydu, kim çıkardı bilinmiyor ama bir tek şey biliniyor, Hükûmete karşı gelmekten. Sonra KCK soruşturmalarında bizim partimizden binlerce kişiyi almışsınız. Sonra başka siyasi muhalifleri almışsınız. “Efendim, paralel yaptı.” Ne paralelmiş yahu! Bu paralel Allah bilir kuyruklu yıldıza kadar gidiyormuş! Şimdi söyleyin bana: Siz, Avrupa Birliğine asker göndererek kolonyalist, neokolonyalist bu devletlerin maşası olarak küresel bir güç olacağınıza mı inanıyorsunuz? Mali yüzde 90 Müslüman’dır diye… Küresel krizde Türkiye’nin arayışını, yeni pazar arayışını, yeni ilişkilerini, yeni halklarla ilişkilerini HDP olarak destekleriz, olmalıdır. Ama bir araştırma var mı elimizde? Hangi akademisyenlerimiz, hangi dış politika uzmanlarımız, hangi siyasilerimiz gittiler Mali’yle ilgili bir rapor hazırlayıp getirdiler de gruplara, bize anlattılar da bizi ikna ettiler de halkımızın yararı var da “Evlatlarımızı oraya gönderelim” deyip karşı çıkmayalım diye bize bir done mi koydunuz?

Sayın Korutürk siz Paris’te en son büyükelçiydiniz, milletvekili olarak geldiniz, en iyi siz biliyorsunuz Fransa’nın Mali’deki haklarını, oraya asker göndermesini. Geçen sene asker gönderdiğinde yüzde 90 Müslüman oldukları için mi gönderdi? Arkadaşlar, orada, yazıktır günahtır… Zaten Türk Silahlı Kuvvetlerinin mevcudu 600 bin kaldı. 600 bin özel güvenlik var Türkiye'de, 270 bin emniyet, polis de var, 215 bin de jandarma var, topu topu bu kadar.

Şimdi, ben burada bir şey de anlamış değilim, eğer ben anlamadıysam belki kapasitem almıyordur, Sayın Arınç açıklayabilir. “Karargâha, 1 personel katkısıyla stratejik hava yolu ulaştırması desteği sağlaması öngörülmektedir.”

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – 1 kişi yetiyor!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Maşallah, hava yolunda da iyiymişiz, 1 personel ve hava yolu desteği! Şimdi, ben bunu öğrenmek istiyorum, HDP olarak halk adına bunun hesabını soruyorum: Bir taraftan diyorsun ki “Gideceğim Mali’de askeri eğiteceğim, jandarmayı eğiteceğim, zabıtayı eğiteceğim, hukuk düzeni kuracağım, demokrasi getireceğim.” Bir gerekçe de bu, o bir gerekçe de 1 personelle… Tabii, sınırını sonra Hükûmet belirleyecek ama hava yolu üzerinden ne götüreceksiniz oraya arkadaşlar? Stratejik olarak küresel bir güç olabilmek için ne getirebilirsiniz oraya, bana izah edebilir misiniz? İnsani yardım getirirsiniz, gıda getirirsiniz, ilaç getirirsiniz, başka türlü yardımlar yaparsınız, insani yardımlar yaparsınız, bunu Hükûmet olarak yaparsınız. Biz insani yardımların hiçbirinin karşısında değiliz arkadaşlar. İnsani yardımı Hükûmet, bu Meclis hangi ezilen halka getirirse biz ki ezilen halkların hakkını savunan bir parti olarak daima yanında oluruz. Ama yeter ya! “Orta Doğu’nun jandarması” dedik, şimdi Afrika’nın jandarmalığını bize yüklemeye çalışıyor NATO, Amerika, Avrupa Birliği. Avrupa Birliği o kadar çok iyiyse, o kadar çok kıymetliyse, Hükûmetinize çok yol verecekse, yeşil ışık yakacaksa bana söyler misiniz Allah aşkına… Balıkta 13’üncü faslı bile açmıyorlar. Avrupa Birliği balıkta faslı bile açmadı biliyor musunuz, haberiniz var mı? Hükûmet ne yazıyor orada biliyor musunuz? En çok çiftlik balığı üreten ve satan bir ülke olarak diyor ki: “Siyasi nedenlerle 13’üncü balık faslımızın açılmasını engelliyorlar.” Hangi siyasi nedenlerle söyler misiniz? Yani, siz Mali’ye asker gönderdiğiniz zaman balık faslını mı açacaklar? Tüketici haklarıyla ilgili bir fasıl var, siz o faslı mı açtıracaksınız? Bana söyler misiniz. Arkadaşlar, çevreyle ilgili bir fasıl var, asker göndererek bunu mu açacaksınız? Bunlar bu Parlamentonun yapması gereken işler. Bu ülkenin evlatlarını o kadar ucuz pazarlamayın, askerini pazarlamayın, yoksul evlatlarını pazarlamayın, başkalarının ülkelerinde başkalarının emri altına sokmayın, bunu söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz. Buraya da vaaz çeker gibi gelip “Biz, Neoosmanlının evlatları olarak dünyayı fethedeceğiz.” yok efendim “Küresel bir güç olduk, dünyada at oynatacağız…” Hadi oradan! IŞİD gelmiş Kobani’ye dayanmış. IŞİD de, bu tür örgütler de Afrika’da cirit atıyor. Bir nevi Orta Doğu’nun türevleri, aynısı Afrika’da, Mali’de Afrika’nın tam ortasındadır. Bakın, açık söylüyorum, Mali de Afrika’nın tam ortasındadır. Bir tarafında Fas, Tunus, Cezayir, Mısır’a kadar; aşağıya inin, Nijerya’ya kadar.

Şimdi, ticaret evet, diplomasi evet, ekonomik ilişki evet, hepsine evet ama kukla olmaya, başkasının askeri olmaya “hayır” diyor HDP, bunu onursuzluk olarak görüyor. Başkasının askeri olmayacağız. Her üç parti her seferinde her tezkerede birleşiyor, şuurunu, aklını yoklamadan gönderiyor. Sonra o askerlerin ne olduğuna bakmıyor. Ayıptır, günahtır. Ben anlamıyorum, niye paramızı gönderiyoruz? Yani biz NATO’nun içinde mecbur muyuz, NATO’nun hiyerarşisi içinde emir kulları mıdır Türkiye? Öyleyse söyleyin.

Bakın, Mali’de 2013’teki Merkezî Hükûmetle oradaki isyancı gruplar arasında çatışma oluyor. Bunlar kuzeydeki gruplar. Nüfusu zaten 14 milyon Mali’nin; yüzde 90’ı Müslüman ama nüfusun büyük yoğunluğu güneyde yaşıyor ve güneyde yaşayan nüfusun yoğunluğu da başkent çevresinde yaşıyor. Burada tabii ki küresel krizin getirdiği sancılardan dolayı enerji alanları, maden alanları… Hep sömürü var ya kolonyalist bir anlayışta, sömürü anlayışında, sömürüde. Sömürmek için bu alanlarda maden haritaları var. Şimdi ben Hükûmete soruyorum, bana Mali’nin maden haritasını çıkarabilir mi? Çin de ilgisiz değil, Rusya da ilgisiz değil, Brezilya da ilgisiz değil. Küresel kriz içinde riskler oluştuğu zaman fırsat aramak her devletin hakkıdır. Biz, gidin Latin Amerika’yla ile Güney Amerika’yla Afrika’yla Uzak Doğu’yla ilişki kurun diyoruz. Hükûmete bu konuda yapacağı her sağlıklı ilişki ve diyalogda yanınızdayız diyoruz. Ama siz neyapıyorsunuz? Uluslararası Ceza Mahkemesi kendi halkını katleden El Beşir hakkında tutuklama kararı çıkarıyor, getirip bu kürsüde karşımızda konuşturtuyorsunuz. Bu mu doğru politika? Güvenlik Konseyi Uluslararası Ceza Mahkemesine havale ediyor. Orası El Beşir hakkında tutuklama kararı çıkarıyor, biz de bu kürsüye getirip konuşturtuyoruz. Ondan sonra diyoruz ki bu tezkereyi yaparsak, oraya birkaç manga, tabur asker gönderirsek Avrupa Birliğine gireceğiz. Kim kimi kandırıyor? Birbirimizi kandırmanın bir gereği yok.

Burada Türkiye’yi büyük bir tehlike bekliyor. Sizleri uyarıyorum. Arkadaşlar, HDP olarak uyarıyoruz. Orta Doğu’daki cihadist grupların bir benzeri başta Mali olmak üzere Afrika cenahında var. Afrika’da eğer Türkiye’de Suriye dış politikasında yaptığınız yanlış gibi yanlış yaparsanız, o cihadist gruplarla bir taraftan ilişki kurup bir taraftan NATO’yla, Avrupa Birliğiyle ilişki kurarsanız şeşbeş olursunuz, ne olacağınızı bilemezsiniz. Öyle koca bir imparatorluğun evlatları olarak orada dolaşamazsınız; bir. İkincisi de küresel bir güç olamazsınız. Yapsanız, satsanız en fazla bir inşaat yaparsınız, üç tane bisküvi satarsınız. Yine silahı onlar satacak, yine madenlerini onlar alacak ve bize taşeron gibi işleri verecekler. Bu taşeron işlerin içinde de Türk Silahlı Kuvvetlerini kullanmak vardır. Kullandırtmayın arkadaşlar. Buna ortak olmayın. Bizden size söylemesi, bu çok çok kabul edilemez bir durumdur. Türkiye’yi üç kanaldan batağa sürecektir. Ret oyu vereceğiz.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Şirin Ünal.

Buyurunuz Sayın Ünal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Avrupa Birliğinin daveti üzerine şiddet olaylarının sürdüğü Orta Afrika Cumhuriyeti ile Mali’deki istikrarın yeniden tesis edilmesi, siyasi geçiş sürecinin desteklenmesi için ülkelerin silahlı kuvvetleri ile güvenlik güçlerine destek sağlanmasını öngören Başbakanlık tezkeresi hakkında söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Mart 2012’de Cumhurbaşkanı François Bozize’ye karşı Michel Djotodia liderliğinde yapılan askerî darbe sonrası her geçen gün daha derin bir siyasal krizle karşı karşıya kalan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde yaşanan gelişmelerin nasıl anlamlandırılması gerektiği meselesi, özellikle son dönemde yaşanan vahşet görüntüleri sonrası daha da önemli hâle gelmiştir. Ülkede yaşanan gelişmeler karşısında Birleşmiş Milletler dâhil birçok uluslararası kuruluşun soykırım ya da etnik temizliğe yol açabileceği konusunda alarm veren açıklamaları, Orta Afrika Cumhuriyeti’ni bir anda dünyanın gündemine taşımıştır.

Önceki dönemlerde genellikle olayları arkadan takip edip, süreç içerisinde sadece finansal anlamda destek vermeyi tercih eden Avrupa Birliği dahi ülkede yaşanan gelişmelere aktif katılım göstermeye başlamıştır.

Değerli milletvekilleri, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde yıllardır siyasal hayatın şekillenmesinde en kilit ülke Çad olmuştur. Eski Cumhurbaşkanı François Bozize’den desteğini çeken Çad, darbe yapan Michel Djotodia’ye destek vererek aslında ülkedeki siyasal gelişmelerde kilit rolünü sürdürmek istemekteydi. Fakat bu kez yapılan iktidar değişimi hamlesi, siyasal alanda yaşanan sorunu sosyal alana yani Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında çatışmaya yol açacak şekilde genişletmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, ülkede yaşanan sorunun temel sebebi, bölgesel ülke olan Çad’ın etkinliğini koruma çabası ve ülke içindeki kırılgan siyasi yapının sosyal sorun hâline dönüşmesindendir. Bu sorun bir taraftan kontrol edilmeye çalışılırken, diğer taraftan durumdan fırsat çıkaran bazı yerel gruplar özellikle Müslümanlara saldırarak siyasal sorunu hem derinleştirmek hem de sosyal alana çekmek istemektedirler.

Ülkede olaylar kontrolden çıkıp şiddet olayları arttığından, Mart 2013’te gerçekleşen askerî darbeden beri iktidarda olan Djotodia, Aralık 2013’te başlayan sosyal ve dinî çatışmalar sonrasında Ocak 2014’te istifa etmiştir. Yerine gelen geçici Cumhurbaşkanı Catherine Samba-Panza 20 Ocak 2014’te görevine başlamış ve teknokrat bir hükûmet kurarak 2015 yılında ülkeyi seçime götürecek şekilde hazırlıklar yapmakla görevlendirilmiştir. Bu süreçte sayıları yaklaşık 4.300 civarında olan Afrika Birliği Barış Gücü’ne 1.600 civarında Fransız askeri de katılmıştır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ocak sonunda aldığı bir kararla Polonya, Belçika ve Estonyalılardan oluşan 600 kişilik bir Avrupa Birliği asker grubunu özellikle Bangui’de yaşayan 100 binden fazla insanın güvenliği için bölgedeki havaalanında görevlendirmiştir.

Ülkede hem askerî varlığı hem de siyasal çözüm sürecini hızlandırmaya yönelik bu çabalara rağmen, çatışmaların önünü alacak bir çözüm hâlen bulunamamıştır.

Değerli milletvekilleri, Afrika Birliği Aralık 2013’te Birleşmiş Milletler tarafından onaylanan misyon çerçevesinde ülkede 5.300 civarında askerî varlığa sahipti fakat Afrika Birliğinin askerî varlığı maalesef sürecin başından beri ne askerî darbeyi engelleyebilmiş ne de sonrasında yaşanan çatışmaları engellemede başarılı olmuştur. Özellikle finans ve teçhizat noktasında sıkıntılar yaşayan Afrika liderliğindeki Orta Afrika Cumhuriyeti Destek Misyonu çatışmaları engellemekte etkisiz kalmıştır. Bu durum Afrika Birliğinin askerî varlığını sadece koruma ve destek gücüne dönüştürmüş ve çatışmaları engelleme konusundaki misyonunu Fransız askerlerine bırakmasına neden olmuştur.

Süreçte bir diğer aktör konumundaki Birleşmiş Milletlerin rolüne bakıldığında, her ne kadar üst düzey temsilciler aracılığıyla muhtemel soykırım uyarıları yapılsa da aslında Birleşmiş Milletler olarak Fransa’nın askerî teçhizat ve varlığına destek vermekten başka bir opsiyonu görülmemiştir. Birleşmiş Milletler 1994 yılında Ruanda’da yaşanan soykırım tecrübesinden hareketle, daha çok küresel bir ilgi uyandırarak, Fransa’nın durumu kontrol etmesi için destek verme çabasına girişmiştir fakat bununla birlikte, Birleşmiş Milletlerin açlık ve yerinden edilmeler gibi insanlık dramı sonrası oluşan durumu kontrol altına almaya yönelik destek ve çalışmaları sürmektedir.

Değerli milletvekilleri, Fransa’nın özellikle 2000’li yılların başından itibaren Afrika’ya biraz da agresif bir hareket tarzıyla geri dönmek istediği görülmektedir. Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı döneminde daha çok uluslararası ya da bölgesel oluşumlarda meşruiyet aramadan bir Afrika politikası üreten Fransa, François Hollande döneminde ise daha çok bölgesel ve uluslararası kuruluşların desteğini alarak politikasını şekillendirmek istemektedir. Zira, 2012 yılında Mali’ye yaptığı müdahale hem bölgesel entegrasyon örgütü olan Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik İşbirliği Teşkilatı tarafından destek görmüş hem de Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği tarafından desteklenmiştir. Aynı durum Orta Afrika Cumhuriyeti’ne yönelik politikasında da görülmektedir.

Olayların asıl şekillendiricisi Fransa olmakla beraber, yıllardır Çad’ın siyaseti şekillendirdiği Orta Afrika Cumhuriyeti’nde artık uluslararası kuruluşların sağladığı meşruiyetle birlikte Fransa’nın siyasal ve ekonomik anlamda etkinliğini artırma niyeti gözlenmektedir. Ayrıca bu, Fransa’nın Orta Afrika’daki etkinlik alanını genişletmesi için bir fırsat olarak da görülmektedir. Bir başka aktör Avrupa Birliği ise, çeşitli dönemlerde seçimlerin yapılmasına destek olmak amacıyla gönderdiği Avrupa Birliği Barış Gücü dışında genellikle Afrika’ya barışı koruma amacıyla çok sayıda asker göndermeyi tercih etmemiştir. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde son yaşanan gelişmeler sonrası Avrupa Birliği ilk defa 600 kişilik bir askerî gücü ülkeye göndermeye karar vermiştir. Bunun yeterli olmadığını düşünen Avrupa Birliği, Türkiye dâhil diğer bazı ülkelere mektup yazarak asker göndermesi için teklifte bulunmuştur.

Geleneksel anlamda Afrika’daki çatışma alanlarına askerî açıdan kurumsal olarak destek olmayan Avrupa Birliğinin bu yeni tavrı ancak iki şekilde okunabilir.

Bunlardan birincisi, 1993 yılında Somali tecrübesi sonrası Afrika’ya asker göndermede çekinceli davranan fakat 2000 yılı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri Afrika Komutanlığı ile kıtada askerî anlamda varlık göstermek isteyen Amerika Birleşik Devletleri’nin bıraktığı boşluğu doldurmak düşüncesidir. Her ne kadar Avrupa Birliği ne kapasite ne de siyasi anlamda bu şekilde bir iradeye net olarak sahip olmasa da, en azından finans anlamında hep desteklediği barış gücü kuvvetlerinin oluşması konusunda öncesine göre biraz daha aktif bir rol oynamak istemektedir.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğinin atılgan davranmasının ikinci bir sebebi ise Fransa’nın tutumudur. Fransa son yıllarda, biraz da agresif bir şekilde Afrika’daki eski sömürgelerine geri dönerek etki alanını genişletmeye çalışmaktadır. Biraz evvel arz ettiğim gibi, Nicolas Sarkozy döneminde daha çok tek başına kıtada hareket etmeyi tercih eden ve ne bölgesel ne de küresel kurumlarda meşruiyet arayışına giren Fransa, François Hollande döneminde bu politikasını revize etmiştir. Yeni politikaya göre, eski politika aynen devam etmeli fakat Afrika’daki bölgesel ve kıtasal örgütlerin desteği aranmalıdır. Meşruiyet anlamında destek istenen küresel kuruluşlar ise Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliğidir.

Değerli milletvekilleri, geride kalan süreçte, genellikle Afrika Kıtası’ndaki faaliyetlerde Fransa öne çıkmakla birlikte maliyet Avrupa Birliği tarafından karşılanmaktadır. Son yaşanan gelişmeler ışığında, Avrupa Birliğinin artık sadece finansal destek verip politikanın uygulanmasını Fransa’ya bırakma niyetinde olmadığını, aksine biraz daha sürece girmeye meyilli olduğunu söyleyebiliriz. Bu aynı zamanda Afrika’da kendi çıkarlarını Avrupa Birliği üzerinden meşrulaştırıp kendisine alan açmaya çalışan Fransa’yı biraz dizginleme amacı da taşımaktadır. Avrupa Birliğinin bölgeye 600 asker göndermesi ve sonrasında bir nevi barış gücünün genişletilmesi için diğer bazı ülkelere mektup yazması ancak bu çerçevede okunabilmektedir.

Özellikle 2011 yılında Güney Sudan’ın bağımsızlığına kurumsal anlamda ciddi destek veren ve önemli tecrübeler edinen Avrupa Birliği, bunu biraz daha ileriye götürme niyeti taşımaktadır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, özellikle son yıllarda Afrika Kıtası’ndaki sorunlara hiçbir zaman bir siyasal aktör olarak kayıtsız kalmamıştır; Somali’deki bölgesel ve iç barışa yönelik derin ve kapsamlı çalışma ve katkıları yanında, Sudan ve Mali’deki çatışmalarda bilinçli olarak daha düşük bir profil izlemiştir. Özellikle “sessiz diplomasi” olarak tarif edilebilecek bu politikaları Türkiye’ye hem arazi tecrübesi hem de kıtada saygınlık kazandırmıştır. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde yaşanan gelişmeler sonrası özellikle de Avrupa Birliğinin Türkiye’den asker talebi birkaç açıdan derinlemesine değerlendirilmelidir. Burada ilk olarak vurgulanması gereken nokta, bu davetin artık Türkiye’nin Afrika’daki sorunlarda katkı yapabilecek siyasal bir aktör olarak kabul edildiğinin bir tescili olduğudur. Türkiye ilkesel olarak asker göndermeyi tercih ederse kıtadaki bölünmüşlük ve ülkedeki sorunun dinî boyutunu da dikkate alarak hareket edebilecektir. 2012 yılında Afrika Birliği Komisyon Başkanlığı seçimi sırasında İngiliz Afrika’sı ile kıtadaki diğer ülkeler, özellikle de Fransız Afrika’sı arasında bir fikir ayrılığı yaşanmış ve bu durum seçimin ertelenmesiyle sonuçlanmıştır. Daha sonra yapılan seçimlerde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin adayı, diğerlerinin karşı çıkmasına rağmen seçimi kazanmıştır. Bu durum, kıtada bir bölünmeye yol açıp Afrika Birliği dâhil, kıtasal entegrasyon örgütlerinin artık 2000’lerde olduğu gibi birlikte hareket etmediğini gösteren bir örnektir.

Değerli milletvekilleri, askerî darbenin yaşandığı Mart 2013’te ülkede bulunan Güney Afrika Cumhuriyeti askerlerinden 15’inin hayatını kaybetmesi Güney Afrika Cumhuriyeti’nde bir infiale yol açmıştır. Bunun üzerine askerlerini çeken Pretoria, kıtadaki askerî ve teçhizat anlamında en güçlü ülkelerden birisi olarak sorunun dışında kalmıştır. Türkiye eğer asker gönderme kararı verir ve görüştüğümüz tezkereyi onaylarsa bu bölünmeyi ciddi şekilde dikkate almış Afrika Birliği ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi kıtadaki diğer kilit ülkelerle bir iş birliği zemini bulmaya çalışarak farklı bir yol haritası çıkaracaktır.

Türkiye’nin yaşanan sorun çerçevesinde açabileceği bir başka kanal ise sorunun asıl mağdurlarının Müslümanlar olduğu düşünüldüğünde İslam İşbirliği Teşkilatı gibi yapılardır. Onların sürece dâhil olması hem Türkiye’nin elini güçlendirecek hem de olayları pozitif yönde etkileyebilecektir. Türkiye daha önce Liberya, Sudan, Fildişi Sahili gibi çeşitli ülkelere sayıca küçük de olsa askerî destek vermiştir. Bu tür katılımlar Türkiye’nin hem operasyonel etkinliğini hem de kıta hakkında bilgisini artırmak için en ideal yoldur. Özellikle, yaşanan olayların sadece sayılı basın-yayın organları tarafından aktarıldığı bu süreçte bu tür bir katılım, devlet açısından yerelden sağlıklı bilgi akışında kilit bir rol oynayabilecektir.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, Avrupa-Atlantik güvenliğinin bölünmezliği prensibinden hareketle, Avrupa’nın güvenliğini ilgilendiren konularda gerek NATO gerek Avrupa Birliğini kapsayan bütüncül bir siyaset izlemekte ve Avrupa Birliğinin ortak güvenlik ve savunma politikasına, dış politika öncelikleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda katkıda bulunmaktadır.

Ülkemizin, barışı destekleme harekâtlarına olan yaklaşımıyla örtüşen ve Türkiye ile Avrupa Birliğinin uluslararası ve bölgesel sorunların çözümüne yönelik ortak anlayışlarının göstergelerinden biri olan bu tezkerenin, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubum adına onaylanmasını ümit ediyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünal.

ŞİRİN ÜNAL (Devamla) – Sağ olun Başkanım.

BAŞKAN - Şahıslar adına ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Osman Taney Korutürk’e ait.

Buyurunuz. Süreniz on dakika. (CHP sıralarından alkışlar)

OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, gene bir barış gücüne asker gönderme tezkeresini konuşuyoruz. Burada bütün konuşmacılar konuşmanın çeşitli yönlerine değindiler. Bunların içerisinde birçok doğrular söylendi. Ben de bir doğruyu önce dile getirmek istiyorum: Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bunu destekliyoruz. Çünkü, bu bir barış gücü operasyonu ve Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz Türk Silahlı Kuvvetlerinin dünya barışına, dünya istikrarına yardım edecek bütün görevlerde, barış koruyucu görevlerde yer almasına taraftarız.

Bunun NATO operasyonlarıyla bir ilgisi yok. NATO operasyonlarıyla ilgisi olmuş olsaydı da bilinmesi gereken bir şey var, o da şu: “NATO bizden şunu istedi, biz yaptık.” yahut “NATO bizden şunu talep ediyor, biz verdik, vermedik.” diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü NATO, bütün kararlarını oy birliğiyle alan bir kuruluştur, Avrupa Birliğinden farklı olarak, Türkiye NATO’nun çok eski bir üyesidir. Türkiye'nin talebi olmadan veya onayı olmadan, NATO Türkiye'den herhangi bir talepte bulunamaz. Eğer NATO Türkiye'den bir talepte bulunuyorsa o Türkiye'nin onayıyla olur. Yani, başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, NATO bizim dışımızda bir kuruluş değil, NATO biziz, NATO’nun sahibiyiz. Ama, bunun NATO’yla bir ilgisi yok. Bu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bir kararına dayalı bir operasyon.

Şimdi, bu operasyonun içerisinde Fransa’nın Mali üzerindeki pozisyonunu hepimiz biliyoruz. Orta Afrika Cumhuriyeti’ne Fransa’nın bakışını ve aralarındaki ilişkiyi de biliyoruz. Yalnız, burada, Mali’ye dönük olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin orada bir barış operasyonu yapılması konusunda, bir barış harekâtı yapılması konusunda bir kararı var. Ve bu karar da Afrika Birliği tarafından destekleniyor. Dolayısıyla, Fransa’nın tek taraflı olarak Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti üzerindeki hareket kabiliyetinin bir açıdan Fransa’yı da içine almak suretiyle önü kesiliyor. Biz, oraya asker gönderip askerimizi tehlikeye atmak için değil, oraya gidecek olan askerî unsurların o bölgenin barışına yardım etmesi için buna olumlu oy vereceğimizi açıkladık. Bunu önce söylemek istiyorum.

İkinci bir husus, buradaki konuşmacılardan Sayın Hasip Kaplan doğru bir soru sordu, çok doğru bir soru sordu, dedi ki: “Siz Avrupa Birliğinin neresindesiniz de Avrupa Birliği sizden oraya, buraya, şuraya askerî güç göndermenizi istiyor?”

Şimdi, Avrupa Birliği Türkiye'nin ilişkilerini oldukça gevşek tuttu baştan itibaren ve bu gevşek tutuş yüzünden de bugünkü Hükûmet önce çok hevesli gözükürken, gittikçe açılma ve Avrupa Birliği emelinden kopma fırsatını buldu. Avrupa Birliği, kendi savunma ve güvenlik politikalarının içerisine Türkiye'nin katılmasını engellemek için -biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan arkadaşım ismini söylemeden bunu açıkladı ama ben biraz daha açıklayayım- Türkiye'nin Avrupa güvenlik ve savunma politikalarının içerisine girmesini engellemek için “Batı Avrupa Birliği” adında NATO’nun öncülü olan bir güvenlik teşkilatını yok etti, feshetti. Türkiye Batı Avrupa Birliğinin ortak üyesiydi, Batı Avrupa Birliği Parlamentosunun üyesiydi; Batı Avrupa Birliği kapandı, Batı Avrupa Birliği Parlamentosu kapandı. Türkiye, Avrupa Birliğinin güvenlik ve savunma politikasından bu surette dışlandı. Dışladıktan sonra, başı sıkıştığında, geldiğinde, o gerekçe çok güzel bir gerekçe değil, “Avrupa Birliği istediği için buraya giriyoruz.” diye… Hayır, Türkiye’nin barış güçlerine katkısı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararına katkısı için olur ama Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi başka bir zemine oturtmamız lazım; Avrupa Birliğinin neresindeyiz, yeni baştan düşünmemiz ve Avrupa Birliğine yönelik çalışmalarımızı da buna göre düzenlememiz lazım.

Avrupa Birliğine bakan Avrupa Birliği Bakanının belirsiz bazı pozisyonlarda bulunduğunu görüyoruz. Bakıyorsunuz, bazen “Avrupa Birliğine şu tarihte gireceğiz.” diye zaman veriyor, bazen “Avrupa Birliği istemezse biz arkamızı döner, gideriz, arkamıza dahi bakmayız.” diyor. Hükûmetin nerede durduğu, nereye baktığı bu konuda belli değil, bunu çok açık şekilde bilmemiz lazım. Avrupa Birliği standartları önemli standartlardır, Türk halkı bu standartlara layık bir halktır; Avrupa Birliği standartlarını mutlaka halkımız için geçerli hâle koymalıyız. Söylediğimiz, konuştuğumuz lafların da nereye gidip gitmediğine bakmamızda fayda var diye düşünüyorum.

Küçük bir örnek vereceğim. Sayın Cumhurbaşkanı önemli bir konuşmasında diyor ki: “Abdurrahman Efendi adlı bir kadı Osmanlı bahriyesine ait bir gemiyle Basra’ya giderken gemi yolunu şaşırıyor; Brezilya’ya gidiyorlar, Rio Limanı’na yanaşıyorlar, Rio’yu Portekiz zannediyorlar, orada kalıyor…” Böyle bir hikâye anlatıp oraya gitmiş olan kadıyı hayırla yâd ediyor. Şimdi, böyle bir hikâye varsa dahi bunu söylemek çok doğru değil. Bir geminin 1866 yılında “Basra’ya gidiyorum.” diye çıkıp da Brezilya’ya düşmesi, orayı da Portekiz sanması, o geminin mensubu olduğu bahriyeye de, mensubu olduğu ülkeye de, taşıdığı sancağa da gurur verecek bir şey değil. Usturlap diye bir alet vardır, denizcilikten anlayanlar bilir, eski bir alet, İslam bilginleri bulmuştur, Yunanlılar kullanmıştır, bu alet yıldız yükselişlerini gösterir, baktığınız zaman rotanızı buna göre koyarsınız. Bu bahriyeliler usturlabı ters mi tutmuşlar da Basra’ya gidiyoruz diye Rio’ya gitmişler? Rio nere, Basra nere! Böyle bir hikâye anlatmak doğru mu arkadaşlar? Bu hikâye çok küçük düşürücü bir hikâye. Bakın, bugün Türkiye Cumhuriyeti bahriyesi, geminin pencereleri, lumbuzları olmadan kapalı alanda harita üzerine mevkisini koyar, noktayla girer. Geminin komutanı pencereden, lumbuzdan bakmaya ihtiyaç duymadan demirini atar, demirini kaldırır. Basra’ya gideceksiniz, Rio’ya düşüyorsunuz, düştüğünüz yeri Portekiz zannediyorsunuz, bunu da bundan yüz küsur sene sonra o ülkenin bugün Cumhurbaşkanı olan birisi medarıiftiharla anlatıyor. Bu çok ayıp, anlatmamak lazım böyle şeyleri. (CHP sıralarından alkışlar)

Keza, Amerika’yı 1178’de Müslümanlar bulmuş. Çok güzel bir şey, hepimize gurur verir ama bulduktan sonra ne yapmış? 1178 ne zaman, 2014 ne zaman? Bugün bakıyorsunuz, Amerika’nın güneyinin tamamı Katolik; Amerika’nın kuzeyinin büyük kısmı Protestan, bir kısmı Musevi. Bulduktan sonra ne yapmış? Bu da bir beceriklilik hikâyesi değil ama Müslümanların çok becerikli oldukları, ilim alanında, bilim alanında buluşlar, keşifler, icatlar alanında çok parlak oldukları dönemler var. Onlardan misal verip onları anlatacağımıza başarısızlık öykülerini anlatıyoruz, onlarla iftihar etmeye kalkıyoruz, bunlarla görüşme açıyoruz, konuşma açıyoruz; bunlar doğru şeyler değil arkadaşlar.

Mali’ye gidecek olan birlikler böyle büyük birlikler değil anladığım kadarıyla; karargâh personeli, stratejik hava desteği. Bunlarında gidecek olan insanların, o bölgenin barışına hizmet edeceklerini düşünüyorum. Bu yararlı bir faaliyettir. Türkiye dünya barışına, dünya istikrarına her zaman yardım etmek, her zaman katkıda bulunmak durumundadır. Bunu yaparken de biraz kendi çevresine bakıp kendi çevresinde de barış ve istikrarı artık bir şekilde oluşturmaya çalışmalıdır.

Suriye konusundaki politikamıza baktığımız zaman, maalesef Türkiye’yi bu çizgide görmüyoruz. Türkiye hâlâ Suriye’ye karşı bir hareketten bahsediyor. Başvekil ikide bir de “Amerika’dan olumlu işaret aldım.” diyor. Amerika’dan “Hiçbir işaret, mişaret vermedik.” diyorlar. “Suriye politikası bize doğru meyletti.” diyor. Amerikan Genelkurmay Başkanı “Almış olduğum emir IŞİD’i imha etmektir, Suriye rejimine karşı bir hareketimiz yoktur.” diyor. Amerikan Dışişleri Bakanı vermiş olduğu beyanatlarda “Bizim güvenlikli bölge, uçuşa yasak bölge kurmak şeklinde bir niyetimiz yoktur.” diyor. Biden yarın Türkiye’ye gelecek; gelmeden önce ön almak açısından bu beyanlarda bulunduruyor ve biz, bu bölgede istikrar ve barışı sağlamak yerine hâlâ “Oraya mı hamle etsek, buraya mı hamle etsek?” diye ve hamle etme konusunda da arkamıza başka destek almadan girişiyoruz.

Barış güçlerine asker vermeye karşı çıkmak değil ama barış güçleri dışında başka memleketlerin birliğine, bütünlüğüne karşı hareket etmek amacıyla dışarıya asker göndermeye gayet tabii ki karşıyız.

Onun için, konuştuğumuz sözlerin nereye gideceğini, başarı öyküsü diye anlattığımız öykülerin başkaları tarafından başarısızlık öyküsü olarak anlaşılıp alay konusu yapılıp yapılmayacağını iyi değerlendirmemiz lazım fakat Türkiye olarak dünyanın her tarafında ama önce de kendi ülkemizde barış, güvenlik ve esenliğe ciddi katkıda bulunmak üzere politikalarımızı, tertibatımızı almamız ve buna göre davranmamız lazım diyorum.

Hepinizi saygılarla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Korutürk.

Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç, buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Avrupa Birliğinin Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’de icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışına gönderilmesine ilişkin tezkere vesilesiyle huzurlarınızda bulunuyorum.

Biraz önce gruplar adına Sayın Loğoğlu, Sayın Erdem, Sayın Kaplan ve Sayın Ünal değerli konuşmalar yaptılar, şahsı adına Sayın Korutürk de özellikle bazı istifhamları gideren açıklayıcı bilgiler verdiler. Her birine teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletlerin kurucu üyelerinden biri ve NATO başta olmak üzere birçok Avrupa kuruluşlarının üyesi ve Avrupa Birliğine tam üyelik için müzakere sürecinde bulunan bir aday olarak Türkiye, güvenlik politikasının temellerini iş birliği ve ortaklık politikası üzerine inşa etmiştir. Türkiye, bu minvalde bir yandan uluslararası barış ve istikrarın korunması için, ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması, kolektif savunma ve kriz yönetim operasyonlarına katkıda bulunulması yani barışı korumak, insani yardım ve polis görevleri gibi, kitle imha silahlarının ve bunları fırlatma vasıtalarının yayılmasının önlenmesi, silahsızlanmanın teşvik edilmesi gibi hususlara önem vermeye devam ederken, diğer yandan istikrara katkı amacıyla uluslararası iş birliğinin küresel ölçekte artırılmasıyla ortaklığa, diyaloğa ve yumuşak güce dayalı güvenlik anlayışını giderek ön plana çıkarmaktadır.

Türkiye, iş birliği ve ortaklık politikası kapsamında hâlen Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında Lübnan’da, Afganistan’da, Mali’de, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde, Liberya’da, Güney Sudan’da, Fildişi Sahili’nde ve Darfur’da; NATO kapsamında Kosova'da, Afganistan’da ve Akdeniz’de; Avrupa Birliği şemsiyesi altında ise Bosna-Hersek’te ve Kosova’da yürütülen barışı destekleme harekât ve misyonlarına katılmaktadır. Ayrıca, Aden Körfezi ve Somali açıklarında yoğunlaşan deniz haydutluğu ve korsanlık faaliyetlerine karşı yürütülen deniz operasyonlarına da politikamız kapsamında katkı sağlamaya devam etmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, Avrupa-Atlantik güvenliğinin bölünmezliği prensibinden hareketle Avrupa’nın güvenliğini ilgilendiren konularda gerek NATO gerek Avrupa Birliğini kapsayan bütüncül bir siyaset izlemekte ve Avrupa Birliğinin ortak güvenlik ve savunma politikasına dış politika öncelikleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda katkıda bulunmaktadır. NATO-Avrupa Birliği iş birliği bağlamında karşılaştığımız tüm engellemelere rağmen ortak güvenlik ve savunma politikasına katılımı gerek Avrupalı bir NATO müttefiki gerek Avrupa Birliğine katılım sürecinde olan “aday ülke” sıfatıyla ulusal güvenlik siyasetimizin bir gereği olarak görmekteyiz. Gündeme geldiği günden itibaren ortak güvenlik ve savunma politikası Türkiye tarafından Avrupa Birliğine üyelik perspektifi de dikkate alınarak imkânlar ölçüsünde desteklenmiş, NOTA destekli ya da otonom Avrupa Birliği harekât ve misyonlarına katılım sağlanmış, Avrupa Birliği temel hedefine ve muharebe gruplarına taahhütlerde bulunulmuştur.

Türkiye, 2003’ten bu yana Avrupa Birliği kapsamında 7 misyon ve harekâta, Mekodanya’da Konkordiya, tekrar Makedonya’da Proksima, Kongo’da EUFOR, Kinshasa EUPOL, Bosna-Hersek 1’de EUPM; Bosna Hersek 2’de EUPM, Filistinde EUPOL-COPPS’a katılmış ve hâlen iki göreve; Bosna-Hersek’te ALTHEA, Kosova’da EULEX’e katkı sağlamaktadır. ALTHEA harekâtına -bilginiz olsun diye arz ediyorum- 239 personelle katkıda bulunmaktadır, EULEX harekâtına 3 personelle katkıda bulunmaktayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afrika ortaklık politikamız kıtada barış ve istikrarın tesisine, siyasi, ekonomik ve sosyal kalkınmaya yardımcı olmayı; bu amaçla siyasi, ekonomik, ticari, insani yardım, yeniden yapılanma, güvenlik, kamu diplomasisi ve ara buluculuk alanlarında karşılıksız yardımda bulunmayı içermektedir. Afrikada bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan bu gibi insani ve siyasi krizlerin çözümüne ülkemizce askerî katkıda bulunulması politikamızın da bir gereğini oluşturmakta ve bölge halkının refahı için sorunların bir an önce çözülmesi amaçlanmaktadır.

Türkiye, Afrika politikamız kapsamında Mali’nin toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin sağlanması, ulusal uzlaşma çabalarının başarıyla sonuçlanması, demokratik düzene dönüşle siyasi istikrarın ve sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın sağlanması yönünde bir politika takip etmektedir. Bu kapsamda ülkemiz, Birleşmiş Milletler Mali Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu’na 5 polisle, Birleşmiş Milletler Demokratik Kongo Cumhuriyeti İstikrar Misyonu’na 2 polisle, Birleşmiş Milletler Liberya Misyonu’na 11 polisle, Birleşmiş Milletler Güney Sudan Misyonu’na 23 polisle, Birleşmiş Milletler Fildişi Sahili Harekâtı’na 11 polisle, Birleşmiş Milletler Darfur Ortak Misyonu’na 32 polisle katkı sağlamaktadır.

Afrika ülkelerinden bugüne kadar, Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezi, Çok Uluslu Deniz Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi ve misafir askerî personel kapsamında toplam 2.198 personel Türkiye’de icra edilen kurs ve eğitim faaliyetlerine iştirak etmiştir. Misafir askerî personel kapsamında hâlen 263 personelini eğitimi devam etmektedir.

Tezkerenin konusunu oluşturan harekâtlardan ilki Avrupa Birliği tarafından “EUFOR RCA” adı altında icra edilen askerî harekâttır. Söz konusu harekât, meşruiyetini, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin Birleşmiş Milletler Şartı’nın VII. Bölümü kapsamında 28 Ocak 2014 tarihinde aldığı 2134 sayılı Karar’dan almaktadır. EUFOR RCA, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararının verdiği yetki temelinde Avrupa Birliği Konseyinin 1 Nisan 2014 tarihinde aldığı kararla, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde istikrarın yeniden tesisine ve siyasi geçiş sürecinin desteklenmesine matuf çabalara katkıda bulunmak maksadıyla başlatılmıştır. Avrupa Birliği yüksek temsilcisi tarafından söz konusu harekâta katkıda bulunma hususunda ülkemize davette bulunulmuştur. Hâlihazırda 12 Avrupa Birliği üyesi ülkeyle birlikte, Avrupa Birliği dışından Gürcistan ve Sırbistan tarafından toplam 741 personelin katılımıyla icra edilmekte olan harekâta ülkemiz tarafından da katkı sağlanması beklenmektedir. Bu 741 personelin dökümünü bilgi olarak arz ediyorum: Almanya, 4; Estonya, 1; İspanya, 93; Finlandiya, 20; Fransa, 323; Gürcistan, 153’tür. Ortak güvenlik ve savunma politikasına katılımımızın bir gereği olarak, söz konusun harekâta Bangui’de konuşlu kuvvet karargâhına 1 personel katkısıyla stratejik hava yolu ulaştırması millî imkânlarımız doğrultusunda şimdilik iki ayda bir destek sağlamayı öngörmekteyiz.

Avrupa Birliğiyle olan politikamızın yanı sıra, Osmanlıdan günümüze kadar bir Afroavrasya (Avrupa-Asya-Afrika) ülkesi olan ülkemizin, 21’inci yüzyılın gerçekleriyle uyum içerisinde yeni bir döneme giren Afrika politikasının da bir gereği olarak bölgede yer alması stratejik bir önceliktir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tezkerenin konusunu oluşturan diğer misyonlar Avrupa Birliği tarafından Mali’ye ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 20 Aralık 2012 tarihinde aldığı 2085 sayılı Kararı kapsamında verdiği yetki temelinde, Avrupa Birliğinin 17 Ocak 2013 tarihinde aldığı kararla kurulan Mali Askerî Misyonu ile Avrupa Birliğinin 15 Nisan 2014 tarihinde aldığı kararla kurulan EUCAP Sahel Mali adlı sivil misyondur. Bu misyonların temel hedefi Mali Silahlı Kuvvetlerine ve güvenlik güçlerine -yani polis, jandarma ve ulusal muhafızlar- stratejik tavsiye vermek ve eğitim desteği sağlamak olarak belirlenmiştir.

Avrupa Birliği tarafından ülkemize söz konusu misyonlara da katılım davetinde bulunulmuştur. Ülkemizin barışı destekleme harekâtlarına olan yaklaşımıyla örtüşen ve Türkiye ile Avrupa Birliğinin uluslararası ve bölgesel sorunların çözümüne yönelik ortak anlayışlarının göstergesi olan bu tür katkılar, bir taraftan Avrupa Birliği üyelik sürecimize görünürlük kazandırmakta, diğer taraftan Afrika kıtasında izlemekte olduğumuz faal dış politikamızın doğal bir uzantısını oluşturmaktadır.

Değerli arkadaşlar, sözlerimin burasında bazı arkadaşlarımın eleştiri mahiyetinde veya açıklama istenmesi konusunda talepleri olmuştu, esasen Sayın Korutürk bunların bir kısmına önemli katkılarda bulundu ancak şunu ilave etmek istiyorum: Şüphesiz, bu tür harekâtlara Türkiye'nin katılımı, uluslararası anlaşmalarla veya ikili anlaşmalarla mümkün olabilmektedir. Bir ahde yani sözleşmeye ve anlaşmaya dayanan yükümlülüğümüz bulunmaktadır. Bir taraftan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararı, bir taraftan da Avrupa Birliğinin kendi organlarında aldığı kararlarla bizim bunların dışında kalmamız hiçbir zaman düşünülemez. Yani şunu şöyle düşünemeyiz, şahsi, bireysel bir karar vermek durumunda olsak, ne işimiz var buralarda, buralara niçin insan gönderiyoruz veya ben gidiyorum diyemeyiz. Dolayısıyla Hükûmet olarak, devlet olarak taahhüt altına girdiğimiz konularda, yine ulusal çıkarlarımızı düşünerek, şümulünü, kapsamını ve oluşturacağımız komiteyi kendimiz tespit etmek suretiyle bazen sembolik olsa dahi bunlara katılmak mecburiyetimizin bulunduğunu ifade etmek istiyorum. Bunu açıklamak için de arkadaşlarımızın dikkatine sunmak istediğim şey, 29 Haziran 2006 tarihinde imzaladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği Kriz Yönetimi Harekâtlarına Katılımı İçin Avrupa Birliği İle Türkiye Cumhuriyeti Arasında Çerçeve Teşkil Eden Anlaşma vardır ve bu kapsamda harekâta ne şekilde katılacağımız da belirlenecektir. Ülkemiz, gerek NATO gerek Avrupa Birliğini kapsayan bu bütüncül siyasette kendi ulusal çıkarlarımız doğrultusunda bu kararları vermektedir. Eğer Meclisimiz Hükûmetimize bu yetkiyi verdiği takdirde, bu yetki çerçevesinde bunu kullanacağımızı açıklıkla bildirmek istiyorum.

Esasen konuşmamın içinde geçmişti, ancak 1 kişiylemi, yani 1 uçaklamı, nasıl bir katkı sağlanacak denildi. Henüz yetkiyi almadık ama planlamamız şöyledir: Personel ve tehlikeli madde içermeyen taşımalar için Türkiye veya Yunanistan’dan Gabon veya Kamerun’a kendi harekât ve lojistik ihtiyaçlarımız çerçevesinde en fazla iki ayda bir sefer ulaştırma uçağı katkısı yapılması düşünülmektedir. Bir personel katkısını da şöyle düşünüyoruz: Bangui, yani Orta Afrika Cumhuriyeti’nde konuşlu bulunan kuvvet karargâhına bir ulaştırma uzmanı katkısı öngörülmektedir. Şüphesiz değişebilir ama kapsamını, şümulünü Hükûmetimiz tayin edecektir.

Özellikle Afrika’yı, yani Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’yi bu işin içerisinde düşünüyor olmamızın millî hedeflerimiz açısından da önemli olduğuna karar vermek gerekir. Bizim, 2005’ten bu yana, Afrika hedefimiz diye dış politikamızda önümüze koyduğumuz ve ısrarla takip ettiğimiz ve başarılı sonuçlar aldığımız bir hedefimiz bulunmaktadır. Bunlardan biri, Afrika Kıtası’nda o güne kadar bildiğim kadarıyla sadece 12 yerde dış temsilciliğimiz bulunmaktaydı, bu sayı bu hedef çerçevesinde bugün 30’u aşmış bulunmaktadır. Bunun ekonomik ve ticari katkıları da oluyor. Türkiye’nin diplomatik ilişki kurması, dış temsilcilik açması ve ticaretimizin bir kısmının da Afrika’ya yapılıyor olmasıyla özellikle 2008’de başlayan global ekonomik krizde Avrupa’dan bir talep daralması yaşadığımız anda Afrika pazarının imdada yetiştiğini gördük ve arada açığı Afrika pazarıyla kapattık. Türkiye, Birleşmiş Milletler Geçici Güvenlik Konseyi üyeliğine aday olduğunda en yüksek katkıyı Afrika Kıtası’ndan temin ettik. Bildiğim kadarıyla, bir ülkenin dışında kıtanın tüm devletleri Türkiye lehinde oy kullanmıştı.

Ben bu izin ve talepler çerçevesinde hepinizin büyük bir anlayış gösterdiğine inanıyorum. Sayın Kaplan’ın “Yani, askerlerimiz oraya neden gidiyor? Kim gönderiyor? Kimin çocukları gidiyor…” Bunları tartışmanın herhâlde zamanı ve zemini değil. Biz, söyleyebildiğim kadarıyla da çok kapsamlı bir desteği anlaşmalar çerçevesinde vermek durumundayız, bunun zemininin, hukuki dayanağının da çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki, Türkiye’nin bu kapsamda yaptığı pek çok çalışmada da iyi bir sicili vardır. Dünyada hangi istikamette… Pek çok kıtada hizmet gördüğünü görüyoruz. Türk askerinin veya polisinin mevcudiyeti, Türk Bayrağı’nın orada temsil ediliyor olması –en son ziyaret ettiğim Afganistan için bu çok daha geçerlidir- bir övünç vesilesidir. Türk Bayrağı’nın ve askerimizin göründüğü her yerde büyük bir sükûnet olmakta, büyük bir sevgi ve bağlılık gösterilmektedir. Dolayısıyla, bir trajik noktaya getirmeden bu işi, bir devlet olarak ahdî sorumluluklarımız çerçevesinde meseleye bakmak gerekir.

Sayın Korutürk’ün bir cümlesine bir cümleyle atıfta bulunmak istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanımız bir yerdeki konuşmasında “Amerika Kıtası’nı Müslümanlar keşfetti.” dedi ve bunun üzerinde durdu. Bunun karşılığında da bir tartışma başladı. Fena bir tartışma değil. Yeri miydi, yeri değil miydi; bu, eleştiriye açık bir konu ama burada eleştirilirken şu argümanın kullanılmasını yadırgarım: “Peki, Müslümanlar keşfetti de ondan sonra ne oldu? İşte, güney kıtası tamamen Katolik.” Olabilir. Zaten Müslümanların böyle bir özelliği var; Müslümanlar bulundukları her yerde din ve vicdanlara baskı yapmaz, onları zorla Müslümanlaştırmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Başkaları için geçerli olmayan bu özelliğin Müslümanlarda bulunuyor olmasını takdir etmemiz ve alkışlamamız gerekirken, “Onlar niye Katolik olarak kaldılar da Müslüman yapılmadılar.” gibi, sonu belki buraya varacak bir eleştiriyi doğru bulmam.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Desteğinizi bekliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arınç.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, yerimden kısa bir söz talebim var.

BAŞKAN – Buyurunuz.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

13.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın (3/1624) esas numaralı Başbakanlık Tezkeresi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Çok teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Osman Korutürk’ün konuşmasını ben dikkatle dinledim. Sayın Korutürk şunu söylemiştir… Sayın Arınç’ın açıklamaları Sayın Korutürk’ün söylediklerinin farklı bir istikamete gitmesine yol açacak nitelikteki açıklamalardır ve asla Sayın Korutürk öyle bir şey söylememiştir.

Şimdi, Amerika’yı kim keşfetti? Sayın Cumhurbaşkanı dedi ki: “Amerika’yı Müslümanlar keşfetti.” Bunu, tarihçiler, bilim adamları şüphesiz ortaya koyacaktır, Sayın Cumhurbaşkanının bu açıklaması Fuat Sezgin’in bir iddiasına dayanmaktadır. Elbette, bu iddiadır. O iddia ortada olduğu gibi, bu iddiadan çok daha önce, yani Müslümanların şu tarihte keşfettiği iddiasından farklı olarak, bin yıl kadar önce farklı kişilerin, kavimlerin ya da kaşiflerin de oraya gidip Amerika’yı keşfettiği iddiaları vardır. Bütün bunları bilim adamları, tarihçiler incelerler, ortaya koyarlar. Sayın Korutürk bu çerçevede bir değerlendirme yapmıştır. “Eğer Müslümanlar oraya gidip keşfettiyse yani orada herhâlde bir İslam toplumu olurdu.” anlamında bir değerlendirme yaptı. Yoksa, Müslümanlar gider insanları zorla Müslüman yapar, böyle bir şey yok. Dinimizin temel kuralıdır, Kur’an-ı Kerim’in ayetidir, dinde zorlama yoktur. Sayın Korutürk de asla böyle bir şey söylememiştir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Tezkereler (Devam)

1.- Hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Avrupa Birliğinin Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’de icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Hükûmete Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1624) (Devam)

BAŞKAN – Şahıslar adına son söz Antalya Milletvekili Sayın Sadık Badak’ın, buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SADIK BADAK (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimizce Meclisimize sunulan ve görüşmekte olduğumuz tezkere üzerinde şahsım adına söz aldım. Bu vesileyle, Sayın Başkanı ve yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde 2012 yılında gerçekleşen askerî darbenin ardından yaşanmaya başlanan siyasi ve sosyal kriz maalesef hâlen devam etmekte. Ülke içinde oluşan güvenlik boşluğu, toplumun her kesimini hedef alan geniş çaplı insan hakları ihlallerine yol açmakta. Hukukun ve kamu düzeninin ortadan kalkması ve bu nedenle yaşanan şiddet olayları beraberinde dinî ve etnik temellere dayanan toplumsal ayrışmayı getirmiş, ülkedeki demografik yapının bozulmasına zemin hazırlamıştır. Bugün yönetim sivil bir geçici hükûmete devredilmiş olsa da tüm gayretlere rağmen, ülkedeki güvenlik sorunları ortadan kaldırılamamıştır. Krizin en şiddetli olduğu dönemde, hepimizin televizyonlardan izlediği gibi, tehdit altında bulunan ve büyük bölümü Müslüman olan siviller yerlerinden edilmiş durumdadır. Demografik yapının değiştiği ülkede kalıcı bir çatışma ve bölünme riski hâlen mevcuttur. Ayrıca, nüfusun yaklaşık yarısının insani yardıma ihtiyaç duyduğu da bildirilmektedir.

Kıymetli milletvekilleri, Mali’de yaşanan iç çatışma ise öncelikle iç siyasi istikrarsızlığı tetiklemiş ve neticede ülke bölünmenin eşiğine kadar gelmiştir. Uluslararası toplumun çabaları sayesinde Nisan 2012’de yönetim geçici olarak sivillere devredilmiş ancak ülkedeki çalkantıların ortadan kaldırılması hususunda iç dinamiklerin yetersiz kalacağı ortaya çıkmıştır. Neticede, uluslararası toplumun çabalarının da bir sonucu olarak Mali’de parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin düzenlenmesiyle birlikte anayasal düzenin sağlanmasına yönelik süreç umut verici bir güzergâha girmiş ve Malililer arası diyalog görüşmeleri başlatılabilmiştir. Esasen sevindirici olan husus, uluslararası toplumun Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’de yaşanan bu insani krizlere duyarlılık göstermiş olmasıdır.

Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 2085 sayılı Kararı’yla Afrika liderliğinde Mali Uluslararası Destek Misyonu’nun Mali’de konuşlandırılmasına izin vermiş ve bu ülkede kapsayıcı bir süreç başlatılmasını sağlamıştır. Avrupa Birliği de aynı karara istinaden 17 Ocak 2013 tarihinde Mali Askerî Misyonu’nu kurmuştur. Bu misyonla hedeflenen, Mali Silahlı Kuvvetlerini, ülkenin toprak bütünlüğünü sağlamak ve terörist gruplardan gelen tehdidi ortadan kaldırmak için gerekli askerî yeteneklere ulaştırmaktır. Bu amaçla komuta kontrol, lojistik destek, insan kaynakları yönetimi, insan hakları ve sivillerin korunması konularında danışmanlık desteğinde bulunulmaktadır.

Buna ilaveten, Avrupa Birliği, Mali için bir sivil misyon da başlatmıştır. Mali Askerî Misyonu’nu tamamlamayı amaçlayan bu sivil misyon kapsamında Mali güvenlik güçlerine stratejik tavsiye ve eğitim desteği sağlanması öngörülmektedir.

Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki krize yönelik olarak ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 5 Aralık 2013 tarihinde oy birliğiyle kabul ettiği 2127 sayılı Karar’la Afrika Birliği Orta Afrika Cumhuriyeti görev gücünü ve Fransız askerî güçlerini ülkede operasyonlar düzenlemek üzere on iki aylık süreyle yetkilendirmiştir. Krizin devam etmesi üzerine ise 28 Ocak 2014 tarihli toplantısında Birleşmiş Milletler Şartı’nın VII. Bölümü kapsamında 2134 sayılı Kararı kabul ederek Birleşmiş Milletler üyesi ülkeleri Orta Afrika Cumhuriyeti’ne yönelik insani yardım projelerine ve çalışmalarına ivedilikle destek vermeye davet etmiş ve Avrupa Birliğini Orta Afrika Cumhuriyeti’nde harekât başlatmak hususunda yetkilendirerek Birleşmiş Milletler üyesi ülkeleri anılan harekâta katkı sağlamaya davet etmiştir. Bugün ülkemize yapılan katılım çağrısıyla Orta Afrika Cumhuriyeti ile Mali’deki istikrara katkıda bulunulması çabalarına olumlu cevap verilmesi hususu Meclisimizin takdirine sunulmaktadır.

Kıymetli milletvekilleri, Türkiye, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’de istikrarın tesis edilmesine önem atfetmektedir. Ülkemiz, ayrıca, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’nin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığının korunması yönünde yapılan çalışmalara da her platformda katkıda bulunmaya gayret etmektedir. Bu bağlamda, uluslararası kuruluşlar bünyesinde soruna çözüm bulunması çabalarını en başından bu yana desteklemektedir. Hiç şüphesiz bu desteklerimizi aynı şekilde sürdürmemiz doğru olacaktır. Ülkemize yapılan davetin olumlu cevaplandırılmasında şahsen büyük fayda görmekteyim. Yapılan ilk değerlendirmeler sonucunda, ülkemizin bu aşamada Bangui’deki kuvvet karargâhına personel katkısıyla stratejik hava nakliye desteği sağlayabileceği anlaşılmaktadır. Mali’deki misyonlara da uygun düzeyde katkıda bulunulması için değerlendirmeler yapılacağı tabidir. Şüphesiz, bunlar, söz konusu ülkelerdeki sorunlar karşısında yapılabilecek mütevazi bir katkı şeklinde görülebilecek olmakla birlikte, ülkemizin Orta Afrika Cumhuriyeti’nde ve Mali’deki kardeşlerimize yönelik olarak gerçekleştirdiği gayretleri de tamamlayıcı unsur olacaktır.

Kıymetli arkadaşlar, söz konusu harekâta katılım, ortak güvenlik ve savunma politikası çerçevesinde Avrupa Birliğinin hayata geçirdiği inisiyatiflere ülkemizin verdiği ilk destek olmayacaktır. Türkiye 2003 yılından bu yana 6’sı tamamlanmış, 3’ü sürmekte olan toplam 9 harekât ve misyona katkıda bulunmuştur. Türkiye, Bosna-Hersek’te devam etmekte olan askerî ve sivil yardım misyonuna en çok katkı sağlayan ikinci ülke durumundadır. Ülkemize Avrupa Birliğinden gelen bu davete katılmamız, Türkiye’yi Avrupa Birliğinden uzak tutmaya çalışan Avrupa Birliği içindeki bazı kesimlere de, aynı zamanda, Avrupa Birliğinin güvenlik ve savunmasında Türkiye'nin önemini gösteren bir husus olacaktır kanaatindeyim. Ülkemizin barışı destekleme harekâtlarına olan yaklaşımıyla örtüşen ve Türkiye ile Avrupa Birliğinin uluslararası ve bölgesel sorunların çözümüne yönelik ortak anlayışlarının göstergesi olan bu tür katkılar milletimizin medeniyet anlayışı ve insanlığa hizmet misyonuna da uygundur. Ülkemizin bu gibi destek programlarının “Neoosmanlıcılık” ve “yayılmacı politika” olarak tanımlanması, en hafif ifadesiyle, ciddiyetten uzak bir yaklaşımdır. Afrika’da bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan bu gibi insani ve siyasi krizlerin çözümüne ülkemizce askerî yardımda bulunulması, bölgede ve genel olarak Afrika kıtasında izlemekte olduğumuz barış temelli, faal dış politikamızın ve anılan kıta ülkeleriyle ortaklığımızın doğal bir uzantısını teşkil edecektir.

Bugün, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin unsurlarının Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’de askerî harekât ile mali ve sivil misyonlarına katkıda bulunmasına yüce Meclisimiz tarafından onay verilmesini temenni ediyor, sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi tezkereyi tekrar okutup oylarınıza sunacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin Birleşmiş Milletler Şartı’nın VII. Bölümü kapsamında 28/1/2014 tarihinde aldığı 2134 (2014) sayılı Kararı’nın verdiği yetki temelinde, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde istikrarın yeniden tesisine ve siyasi geçiş sürecinin desteklenmesine matuf çabalara katkıda bulunmak maksadıyla “EUFOR RCA” adı altında bir askerî harekât icra etmeye karar vermiş ve söz konusu harekâta katkıda bulunma hususunda ülkemize davette bulunmuştur. Bu davete ilişkin olarak ülkemizin, Bangui’de konuşlu kuvvet karargâhına bir personel katkısı ile stratejik havayolu ulaştırması desteği sağlaması öngörülmektedir.

Diğer taraftan, Avrupa Birliği, Mali’ye ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 20/12/2012 tarihinde aldığı 2085 (2012) sayılı Kararı kapsamında, 17/1/2013 tarihinde aldığı kararla “EUTM Mali” adlı bir askerî misyon kurmuş ve bu askerî misyon, 18/2/2013 tarihinde faaliyete başlamıştır.

Avrupa Birliği, ayrıca, 15/4/2014 tarihinde aldığı kararla "EUCAP Sahel Mali" adlı bir sivil misyon kurmuştur. Bu misyonların temel hedefi, Mali Silahlı Kuvvetlerine ve güvenlik güçlerine (polis, jandarma ve ulusal muhafızlar) stratejik tavsiye vermek ve eğitim desteği sağlamak olarak belirlenmiştir. Avrupa Birliği tarafından ülkemize söz konusu misyonlara da katılım davetinde bulunulmuştur.

Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali'deki harekât ve misyonlara katkılarımızın modalitelerinin, 29/6/2006 tarihinde imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği Kriz Yönetimi Harekâtlarına Katılımı İçin Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti Arasında Çerçeve Teşkil Eden Anlaşma" kapsamında belirlenmesi öngörülmektedir.

Ülkemiz, Avrupa-Atlantik güvenliğinin bölünmezliği prensibinden hareketle Avrupa’nın güvenliğini ilgilendiren konularda gerek NATO gerek Avrupa Birliğini kapsayan bütüncül bir siyaset izlemekte ve Avrupa Birliğinin Ortak Güvenlik Ve Savunma Politikasına dış politika öncelikleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda katkıda bulunmaktadır. Ülkemizin barışı destekleme harekâtlarına olan yaklaşımıyla örtüşen ve Türkiye ile Avrupa Birliğinin uluslararası ve bölgesel sorunların çözümüne yönelik ortak anlayışlarının göstergesi olan bu tür katkılar, Avrupa Birliği üyelik sürecimize de görünürlük kazandırmaktadır.

Öte yandan, Afrika’da bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan bu gibi insani ve siyasi krizlerin çözümüne ülkemizce askerî katkıda bulunulmasının bölgede ve genel olarak Afrika kıtasında izlemekte olduğumuz faal dış politikamızın doğal bir uzantısını oluşturacağı değerlendirilmektedir.

Bu yaklaşımdan hareketle; hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Avrupa Birliğinin Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali'de icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Hükûmete Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesini arz ederim.

Ahmet Davutoğlu

Başbakan

BAŞKAN – Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.58

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.13

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve arkadaşları tarafından, Türkiye’de çocuk hakları kapsamında alınacak önlemlerin ve yapılacak yasal düzenlemelerin belirlenmesi amacıyla 20/11/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Kasım 2014 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

20/11/2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 20/11/2014 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisini İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

Pervin Buldan

Iğdır

Grup Başkan Vekili

Öneri:

20 Kasım 2013 tarihinde Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve arkadaşları tarafından verilen (4364 sıra no.lu) Türkiye'de çocuk hakları kapsamında alınacak önlemlerin ve yapılacak yasal düzenlemelerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırma önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 20/11/2014 Perşembe günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisinin lehinde Ağrı Milletvekili Sayın Halil Aksoy.

Buyurunuz.

HALİL AKSOY (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi Grubu olarak çocuk hakları konusunda vermiş olduğumuz araştırma önergesi üzerinde söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin kabulünün 25’inci yıl dönümüdür. Bilindiği üzere Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi 20 Kasım 1989’da oy birliğiyle kabul edilmişti. Türkiye ise bu sözleşmeyi 14 Eylül 1990’da imzaladı. Sözleşme 9 Aralık 1994’te Mecliste kabul edildi ve 27 Ocak 1995’te de yürürlüğe girdi. Ne yazık ki Türkiye bu sözleşmeyi imzalarken birçok maddesine çekince koydu ve bu çekinceler bugün de hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Konulan çekinceler nedeniyle milyonlarca çocuk temel haklardan yararlanamamaktadır. Türkiye, koyduğu çekincelerle etnik köken, dil veya din bakımından farklı gruplara mensup çocukların kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama hakkını korumamaktadır. Aynı şekilde, özel alanda da çocukların kendi ana dillerinde eğitim görebilme, kendi kültürlerini koruyup geliştirme olanakları tanınmamaktadır.

Çekince konulan maddeler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 17, 29 ve 30’uncu maddeleridir. 17’nci maddenin (d) bendinde “Kitle iletişim araçlarını azınlık grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik ederler.” şeklinde ifade edilmiş. 29’uncu maddenin (c) fıkrası ise “Çocuğun ana-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi.” öngörülmektedir. Benzer şekilde 30’uncu madde de “Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların var olduğu devletlerde böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılmaz..” şeklindedir.

Değerli milletvekilleri, bu maddeler Türkiye'nin çekince koyduğu maddelerdir, bilindiği gibi, ancak bu şu anlama gelmiyor: Türkiye Sözleşme’nin çekince koymadığı diğer maddelerine uyduğu ya da gereğini uyguladığı anlamı çıkmamalıdır. Türkiye'nin genel olarak insan hakları karnesi ve özel olarak çocuk hakları karnesi ortadadır ve denilebilir ki zayıftır.

Bakınız, Sözleşme’nin 6’ncı maddesi -çekince yok bunun altında- şöyledir: “Taraf Devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler. Taraf Devletler, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler.” Peki, Türkiye’de durum böyle midir? Böyle olmadığını size sadece bir iki örnek vererek anlatmaya çalışayım. Yıl dönümü olması nedeniyle sanırım en anlamlı örnek de bunlar olacaktır.

Bakınız, 21 Kasım 2004 günü, Mardin’de, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz 13 kurşunla devletin polisi tarafından katledildi. Yine, bu yakınlarda, Berkin Elvan’ın durumu budur. Keza, Roboski’de 34 kişi katledildi ve bunların 19’u çocuktur. Bu durum somut bir şekilde ortada varken ve Uğur Kaymaz’ın 13 kurşunla babasıyla birlikte katledildiği yetmiyormuş gibi, bir de failler -her 3’ü içinde söyleyebiliriz- ödüllendirilerek terfi ettiriliyor, yapılan yargılamada polisler beraat ediyor, Yargıtay beraat kararını onaylıyor ancak AİHM Türkiye’ye, özellikle Uğur Kaymaz olayından ötürü bir de mahkûmiyet kararı vermiş.

Yine, Sözleşme’nin 3’üncü maddesi “Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.” şeklindedir. Peki, Türkiye’de böyle midir gerçekten? Çocuk işçiliği, çocukların cinsel olarak istismar edilmesi, çocukların eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimde yaşadıkları sorunlar artarak devam ediyor. Çocuklar en temel haklarından dahi yoksundurlar. Türkiye’de çocukların suça bulaşma oranları da yoksulluk ve yoksulluğa bağlı nedenlerle fazla olmaktadır.

Aynı zamanda, Türkiye’de çocuklar bir örgüt ya da siyasi parti mensubu sayılabilmekte, erişkin insanlar gibi siyasi suçlu olarak yargılanabilmektedir. Her ne kadar, yargılama çocuk mahkemelerinde olsa da bu süreç çocuk haklarından yoksun olarak işletilmektedir. Sadece taş attığı ya da slogan attığı gerekçesiyle binlerce çocuk Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargılandı. Yirmi yıla yakın ağır hapis cezaları aldılar bu çocuklar. Kobani direnişine destek eylemine katıldıkları gerekçesiyle son bir ay içerisinde 600’e yakın kişi tutuklandı ve bu tutuklananların büyük bir çoğunluğu yine çocuklardan oluşmaktadır. Sadece Ağrı genelinde 30’a yakın çocuk tutuklanmıştır, gözaltına alınan çocuk sayısı binlerle ifade edilmektedir.

İnsan Hakları Derneğinin verilerine göre, 1 Ocak 2014-19 Kasım 2014 tarihleri arasında Derneğe yapılan başvurular ve basından tespiti yapılan vakalara göre 39 çocuk cezaevlerinde, 64 çocuk da gözaltı yerlerinde işkenceye maruz kalmıştır. Yine bu tarihler arasında, toplumsal olay ve gösterilerden dolayı 360 çocuk gözaltına alınmış, 59 çocuk tutuklanmış ve bu olaylarda 42 çocuk da yaralanmıştır. Tutuklanan bu çocuklar ne yazık ki cezaevlerinde her türlü hak ihlaline de uğramaktadır. Yakın tarihte -hatırlayacaksınız- Pozantı, Şakran, Kürkçüler, Antalya ve en son olarak da Sincan Çocuk Ceza İnfaz Kurumunda kalan çocukların işkence, kötü muamele ve diğer onur kırıcı muamelelere maruz kaldıklarını insanlık adına utançla ve büyük bir kaygıyla takip ettiğimiz malumdur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de 19 yaş altındaki çocuklar toplam nüfusun yüzde 39’unu oluşturmaktadır yani 30 milyon. 15 yaş altındaki çocuklar ise toplam nüfusun yüzde 29’unu temsil etmektedir yani 23 milyon. Şüphesiz, çocuk ölüm oranlarında çocukların salgın hastalıklara yakalanma oranlarında, okullaşma oranlarında, diğer bir ifadeyle, eğitim, sağlık, beslenme, barınma ve benzeri temel haklara erişim oranlarında önceki yıllara kıyasla bir iyileşmeden söz edilebilir. Buna karşılık, çocuklar arasında eğitim, sağlık başta olmak üzere, temel tüm haklara erişimde etnik, bölgesel, dil, inanç, cinsiyet ve sınıf gibi temel farklılıklardan kaynaklı eşitsizlikler ağırlığını tüm canlılığıyla korumaktadır. Türkiye’de dezavantajlı durumdaki çocukların başında ana dili Türkçe olmayan çocuklar –ki bunların başında Kürtler geliyor- engelliler, az gelişmiş ve kırsal kesimdeki çocuklar, yoksul kent mahallelerindeki çocuklar, Romanlar, Aleviler, gayrimüslimler, çatışma ortamındaki çocuklar, uluslararası göçmenler, kızlar ve benzeri sıralanabilir.

Çocukların yaklaşık dörtte 1’i göreli yoksulluk içinde yaşamaktadır. Ekonomik durgunluk hâlinde ciddi risklerle karşı karşıya kalacakların sayısı muhtemelen daha da yüksek olacaktır. Çocuklar arasında yoksulluk yetişkinlere göre daha da yaygındır.

Çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinden bazıları Türkiye’de hâlâ gözlenebilmektedir. Bu durum, çocukları sağlık ve gelişim haklarından yoksun bırakmakta, karşılaştıkları riskler artmakta, gelecekleri tehlikeye girmektedir. Kız ve erkek çocuklar tarımda mevsimlik işçilere katılmak üzere aileleriyle birlikte bir yerden bir yere âdeta sürgün edilmektedir.

Başta kızlar olmak üzere çok sayıda çocuk yoksulluk, çocuk işçiliği, muhafazakâr toplumsal roller, ev içi sorumluluklar, beklenti düzeylerinin düşüklüğü ve uyum sorunları gibi nedenlerle ilkokuldan ayrılmak zorunda kalmaktadırlar ancak bu sorunlarla henüz tam olarak yüzleşildiği de söylenemez. Kız çocuklarının çok genç yaşlarda zorla evlendirilmeleri hâlen sürüp giden ve ele alınmayan bir sorundur.

Türkiye’de uyuşturucu ve zararlı madde bağımlılığı her yıl artmakta ve bunların içerisinde çok sayıda çocuk da vardır. Bu yaş 10’a kadar inmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HALİL AKSOY (Devamla) - Tüm bu sorunlarla birlikte tüm çocuklarımızın, özellikle de savaştan kaçarak gelen mülteci çocukların Dünya Çocuk Hakları Günü’nü kutluyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aksoy.

Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisinin aleyhinde Ankara Milletvekili Sayın Nurdan Şanlı.

Buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

NURDAN ŞANLI (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisinin vermiş olduğu önerge üzerinde söz almış bulunuyorum ve Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

Hepinizin bildiği üzere, bugün Çocuk Hakları Günü. Yaşamımızın anlamı, umudu, yarınlarımızın güvencesi her şeyimiz çocuklarımızın Çocuk Hakları Günü’nü en içten duygularımla kutluyorum. Daha doğduğu andan itibaren biz büyükleri etkisi altına alan, hayatımıza anlam katan, hepimizi âdeta yeniden çocukluk günlerimize götüren çocuklarımız için ne yaparsak yapalım azdır çünkü onlar bizim geleceğimizdir.

Bütün anne babalar çocukları için ellerinden gelen tüm imkânları sonuna kadar kullanırlar. Onların yetişmesi ve topluma yararlı bireyler olmaları için her şeyi yaparlar. Küçük bedenlerin duygusal, ruhsal ve toplumsal gelişimlerinde aile ortamının yanı sıra okul, çevre gibi faktörler de önemli rol oynamaktadır. Çocuklarımızın bu gelişimleri aşamasında anne, baba ve büyükler olarak bilgili, eğitimli, ahlaki değerlere sahip kişiler olarak yetiştirmeli, kötü alışkanlıklardan uzak olmaları için tüm dikkatimizi ve ilgimizi çocuklarımızın üzerinde yoğunlaştırmalıyız.

Memnuniyetle gözlemlemekteyiz ki ülkemiz insanının çok az bir kısmı hariç duyarlılık büyük bir titizlikle çocuklarımıza gösterilmektedir. Ancak çocuklarımızı aile ortamında ve sosyal yaşam içinde gelişimlerini sürdürürken salt duygusal koruma yeterli olmamaktadır. Onların eğitim, sağlık, fiziksel ve psikolojik açıdan korunması için alınması gereken önlemler vardır ve bunun için de birtakım yasal düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Konuyla ilgili olarak Çocuk Hakları Sözleşmesi 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni 1995’te uygulamaya başlamıştır.

Çocuklarımızı geleceğe hazırlarken toplum, devlet ve birey olarak hepimize görevler düşmektedir. Gelecek kuşaklara daha yaşanabilir bir dünya bırakabilmemiz için doğayı da çok iyi korumalı, hassasiyet göstermeliyiz.

Ülkemiz çocuk hakları politikasında son yıllarda büyük adımlar atmıştır. Bugün toplumların gelişmişlik düzeyi çocuk ve çocuk haklarına bakış açısıyla doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda, çocuk hakları konusunda yaptıklarımızı kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ülkemiz, Birleşmiş Milletlerin yanı sıra Avrupa Konseyinin çocuk hakları konusunda birçok sözleşmesine taraftır. Çocukların her türlü cinsel istismardan korunmasıyla mücadelede Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Sözleşmesi ülkemiz tarafından 2007 yılında imzalanmış ve 2012 yılında yürürlüğe girmiştir.

Avrupa Konseyi Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi ülkemiz tarafından onaylanarak 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Ülkemiz, çocuk işçiliğinin önlenmesine yönelik, Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Örgütünün 182 sayılı Kötü Şartlardaki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesi ve İstihdama Kabulde Asgari Yaşa İlişkin 138 sayılı İLO Sözleşmesi başta olmak üzere, uluslararası sözleşmeleri onaylayarak uluslararası sözleşmelerde yer alan kıstasların ulusal mevzuatımızda da yer almasını sağlamıştır.

Türkiye tarafından imzalanan 182 sayılı İLO Sözleşmesi kapsamında belirlenen, çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinin önlenmesi amacıyla, ilgili tüm sektörlerin iş birliğinde, 2005-2015 yıllarını kapsayan, zamana bağlı politika ve program çerçevesi geliştirilerek uygulamaya konulmuştur.

Çocuk işçiliğinin önlenmesine yönelik çalışmalar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının koordinesinde ilgili tüm kurum ve kuruluşların desteğiyle sürdürülmektedir.

2005/5 sayılı Başbakanlık Genelgesi’yle Türkiye genelinde uygulamaya konulan, sokakta yaşayan, çalıştırılan çocuklara yönelik hizmet modeli çerçevesinde, sokakta yaşayan ve çalıştırılan, dilendirilen, madde kullanan çocukların sokaktan çekilerek örgün veya mesleki eğitime yönlendirilmeleri, madde bağımlılığı tedavilerinin yapılması, barınma, beslenme, giyim, sağlık, eğitim ve bu gibi tüm ihtiyaçlarının karşılanması, toplumla yeniden bütünleştirilmesi sağlanmaktadır.

Sokak ve iş yaşamından çekilen çocuklar sosyal rehabilitasyona yönlendirilirken bu çocuklar arasında madde bağımlısı olan çocuklar ise Sağlık Bakanlığına bağlı çocuk ve ergen madde bağımlılığı tedavi merkezlerine yönlendirilmektedir. Ayrıca, risk altında bulunan çocuklar için, önleyici müdahalelerde bulunarak çocukların sokakta çalıştırılmasını, yaşamasını, dilendirilmesini önlemeye yönelik de tedbirler alınmaktadır. Yoğun olduğu illerde yerel yönetimlerin iş birliğiyle denetim ve çocuklara yönelik hizmet faaliyetleri yürütülmüştür.

Ayrıca, mevsimlik gezici tarım işçilerinin çalışma ve sosyal hayatlarının iyileştirilmesine, strateji ve eylem planı çerçevesinde eğitimden uzak kalan çocukların eğitim hizmetlerine ulaşmasına yönelik çalışmalar da yapılmıştır.

Plan, 10 Aralık 2013’te kabul edilmiştir ve 2013-2017 tarihleri arasındaki strateji genel çerçevesini ortaya koymakta ve adalet, sağlık, eğitim, özel koruma hizmetleri ve medya gibi birçok alanda çocuklara yönelik hizmetlerin geliştirilmesini amaçlayan eylemleri belirlemektedir. Bunun yanı sıra, Çocuğa Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı hazırlanmış olup onaylanma aşamasındadır.

Eğitim konusunda yapılan çalışmalarla birlikte 2011-2012 ve 2012-2013 eğitim dönemleri arasında okula gitme oranı tüm eğitim kademelerinde artarak ilköğretimin ilk dört yılı içinde yüzde 99’a, 2’nci dört yılı için de yüzde 93’e, ortaöğretimde ise yüzde 70’e yükseltilmiştir.

Çocuk adalet sistemine ilişkin olarak da 22 ilde çocuklar için 31 adli görüşme odası oluşturulmuştur. Çocuk Koruma Kanunu uyarınca tüm illerde çocuk mahkemelerinin kurulması öngörülmüş, 84’ü faaliyette olan toplam 100 çocuk mahkemesi vardır. Bakanlığımızca alternatif bakım hizmetlerine ihtiyaç duyulan çocukların aileleri yanında bakımlarına öncelik verilmiş olup bu kapsamda yaklaşık 50 bin çocuk koruma altına alınmaksızın ekonomik destekle aileleri yanlarında bakılmaktadır. Ayrıca, bu çocukların her türlü eğitim, sağlık, giyim gibi ihtiyaçları da karşılanmaktadır. Bunun yanında, özellikle ekonomik nedenlerle kuruluşlarda koruma altında bulunan çocukların ailelerine ekonomik destek sağlanarak çocukların ailelerinin yanına dönüşü de sağlanmıştır.

Bakanlığımız, suç mağduru, suça sürüklenen sokakta ve risk altında bulunan 11-18 yaş arası çocuklara özgü çocuk destek merkezleri oluşturmaktadır. Çocuk destek merkezleri, çocukların sağlıklı bir birey olarak sosyal yaşamda uyumlandırılacağı süreçleri içeren psikososyal destek programlarının uygulandığı merkezlerdir.

Çocuk istismarının önlenmesi ve istismara uğrayan çocuklara bilinçli ve etkin bir şekilde müdahale edilmesi amacıyla öncelikli olarak cinsel istismara uğramış çocukların ikincil örselenmesini asgariye indirmek, adli ve tıbbi işlemlerin bu alanda eğitimli kişiler tarafından oluşturulan bir merkezde ve tek seferde gerçekleştirilmesini temin etmek üzere Sağlık Bakanlığına bağlı hastaneler, kurumlar bünyesinde çocuk izlem merkezi kurulmuştur.

Evet, görüldüğü üzere, iktidarımız döneminde bu konularda fazlasıyla çalışma yapılmış ama yeterli olmadığı düşünüldüğü için de çalışmalara devam edilmektedir.

Sözlerimi burada sonlarken bir kez daha hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şanlı.

Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisinin lehinde İstanbul Milletvekili Sayın Mahmut Tanal, buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü. Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme tarih boyunca en çok sayıda ülke tarafından kabul gören insan hakları belgesidir. Sözleşmenin imzalandığı 20 Kasım 1989 tarihinden bu yana her 20 Kasım günü tüm dünyada Çocuk Hakları Günü olarak kutlanmakta. Türkiye, sözleşmeyi 1990 yılında imzalamıştır. Sözleşmeyle cinsiyet, din, sosyal köken ve ülke ayrımı olmadan bütün çocukların hakları tanımlanmaktadır.

Bu sözleşmeye yön veren temel değerler ise şunlardır:

1) Ayrım gözetmeme

2) Çocuğun yararının gözetilmesi

3) Yaşama

4) Gelişme

5- Katılımdır.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çocuklarımız çeşitli sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Çocukların bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal, ahlaki ve ekonomik bakımdan korunması ve gelişmesinin sağlanması gerekmektedir. Türkiye’de çocukların yaşadığı sorunların arasında çocuk işçiliği, çocuk gelin, eğitim ve sağlık hakkında yoksulluk, şiddet, istismar gibi konular çıkıyor.

Türkiye’nin imzaladığı Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 1’inci maddesine göre, 18 yaşına kadar her insan bir çocuktur. Medeni hukuktaki rüşt yaşı dikkate alındığında, 18 yaşını doldurmamış olan herkes “küçük” olarak adlandırılmaktadır.

Türkiye’de çocukların çalışmasının başlıca sebebi yoksulluktur. Yoksulluk ise bozuk gelir dağılımı ve asgari ücretin yetersizliği, işsizlik, hızlı nüfus artışı, kayıt dışı ekonomi, teknolojik gelişmelerin sağlanamaması, bölgeler arası gelişmişlik farkı ve göç gibi birçok farklı soruna bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Gelir düzeyi düşük ailelerin çocukları, en azından kendi masraflarını karşılayarak aileye destek sağlamak için çalışma ortamına girmektedirler. Özellikle köyden kente göçün hızlanması gecekondulaşma sorununu ortaya çıkarmış, ailelerin kent yaşamına uyum sağlayamayıp ekonomik olarak zor duruma düşmeleri, çocukları sokaklarda ve bazı iş sektörlerinde çalışmaya itmiştir. Bugünlerde uygulanan özelleştirme politikaları da çalışan çocukların sayısını artırmaktadır.

Çocukların uzun süreler ve sağlıksız ortamlarda çalışması onların fiziksel gelişimlerini ve bedensel sağlıklarını olumsuz yönde etkilemektedir. Ankara Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesinin de desteğiyle yapılmış olan araştırmalar sonucunda çalışan çocukların bedenlerinin çarpık geliştiği ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin çocuk karnesine bakıldığı zaman durum hiç de iç açıcı görünmemektedir. Türkiye’de sokaktaki çocuklar konusunda ciddi sorunlar yaşayan illerimiz vardır. Son beş yılda çocuk suçlarında artış olmuştur, çocuk ihmali ve istismarı yaygınlaşmıştır. Çocuk hakları öğretiminde en sorunlu ülkelerden biri hâline gelmiş durumdayız. Çocuklara yönelik hak ihlalleri yaygınlaşmış durumda. Türkiye, 27 Ocak 1995’ten bu yana Çocuk Haklarına Dair Sözleşme çerçevesinde taahhüt ettiği hedeflere ulaşamadı. Çocuk hakları uyum yasaları, evet, hazırlandı deniliyor ama istenilen düzeyde hazırlanmadı. Çocuk Koruma Kanunu çocuk adalet sisteminin gerçekleştirilmesi için yeterli değil.

Engeller ne peki? Engeller de şunlar: Devletin bir çocuk politikasının olmaması. Tabii, çocuk politikalarından bahsedildi. Cumhuriyet Halk Partisi Programı’nda -ben gayet rahat sayfasını da size belirtmiş olayım değerli arkadaşlar- sayfa 271’den başlamak üzere çok ayrıntılı bir vaziyette çocuk politikasıyla ilgili hükümler ve düzenlemeler var. Milliyetçi Hareket Partisinde de aynı şekilde var, HDP’de de aynı şekilde var. Aynı şekilde benim elimde Adalet ve Kalkınma Partisinin de programı var değerli arkadaşlar, sayfa 629’dan itibaren başlıyoruz, çocuk politikasıyla ilgili tek bir cümle bulamazsınız değerli kardeşlerim. Yani, burada şu anda Parlamentoda grubu bulunan tüm partilerin programlarında çocuk politikasıyla ilgili hüküm var, çocuk politikasıyla ilgili hüküm olmayan tek parti varsa iktidar partisi, Adalet ve Kalkınma Partisidir.

Engeller nelerdir çocuk politikasıyla ilgili? Devletin bir çocuk politikasının olmaması tespit edilen en önemli engellerden biridir. Bu engelin aşılması için koruyucu, önleyici mekanizmaların oluşturulması ve genel bir çocuk yasasının çıkarılması gerekmektedir.

Kurumlar arasında bir koordinasyonun olmaması bir diğer önemli problemdir. Koordinasyonun sağlanması konusunda bir diğer sorun ise veri tabanının olmamasıdır; adalet sisteminin içerisine giren çocuğun ve hakkında yapılan işlemlerin takip edilmesini ve tek elde yürütülmesini sağlayacak bir veri tabanı bulunmamaktadır.

Dördüncü genel sorun ise bütçenin paylaşılmasında çocuk adalet sistemiyle ilgili kurumlara yeterli ve dengeli ödenek sağlanamaması. Yani, bütçe, çocuk odaklı, insan odaklı olması gerekirken maalesef -cumhuriyetin kurulduğu dönemlerde, Mecliste, yüzde 45 çocuk payı ayrılırken şu anda yüzde 27 küsurlarda- bütçelerde çocuğa ayrılan pay açısından sürekli bir geriye gidiş söz konusu.

Bu sorunların bir diğeri, yine devam edersek kaldığımız yerden: Bebek ve 5 yaş altı ölümler hâlen çok yüksek. Anne Çocuk Sağlığı Acil Eylem Programı etkin biçimde uygulanmamakta. 0-18 yaş arası sağlık güvencesi sağlandı ancak, yine “katkı payı” adı altında çocuklardan ödemeler alınıyor, aileler bunu ödemek zorunda kalıyor. Bu tür sıkıntılar var.

Nitelikli eğitim başarılamadı.

Üstün yetenekli çocukları eğitemeyen bir ülke konumundayız.

Okul Sağlığının İyileştirilmesi Projesi yaygınlaştırılamadı.

Korunmaya muhtaç çocuk sayısı gün geçtikçe artıyor.

Engelliler Kanunu’nun kuşatıcılığına karşı verilen hizmet sınırlı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Çocukları Sokağa Düşüren Nedenlerle Sokak Çocuklarının Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Araştırma Komisyonu Raporu hazırlandı, raporda tüm sorunlar yazılı ancak o araştırma komisyonu raporu olduğu gibi askıda. Keşke, o raporun bugün gerekleri yerine getirilmiş olsaydı, çocuk hakları konusunda bugün epey bir mesafe kat etmiş olacaktık.

Türkiye, çocuk pornografisi konusunda riskli ülkeler arasında. Medyanın olumsuz etkilerinden çocuğun korunması ve bu konuda bir sistem geliştirilmesi gerekir.

Türkiye’nin çocuk göstergeleri dünya ortalamasının altında.

Yine, Türkiye’de, pırıl pırıl gençlerimiz, çocuklarımız öldürüldü. Mesela Uludere’de öldürülen çocuklar. Berkin Elvan bu ülkenin geleceği olması gerekirken gaz kapsülüyle öldürüldü. Çocukların öldüğü, öldürüldüğü bir ülke oldu Türkiye.

En önemlisi ise Türkiye, çocuk sorunlarını erteleyen bir ülke görünümünde.

Cumhuriyet Halk Partisinin temel amacı, Türkiye’de doğan çocukların ellerinde olmayan koşullar sebebiyle eşitsizliğe maruz kalmalarını engellemek ve uzun vadede Türkiye’deki eşitsizliği gidermektir. Cumhuriyet Halk Partisi, çocuğa yönelik politikalar yoluyla gelecek nesillerde eşitsizliğe son verilebileceğine güçlü bir şekilde inanmaktadır. Sosyal demokrat bir parti olarak Cumhuriyet Halk Partisinin eşitsizliğe son verme amacına yönelik olarak kapsamlı, güçlü bir çocuk politikası programımızda var ve bu anlamda bu önemli. İktidar partisinin de bundan yararlanmasını talep ediyoruz.

Cumhuriyet Halk Partisinin çocuk politikası gerçekten, programda belirtildiği gibi, Çocuk Hakları Sözleşmesi uyarınca, bunun etkin, verimli ve hızlı bir zamanda uygulamaya geçilmesini talep eder.

Önergeyi destekliyoruz.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal.

Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisinin aleyhinde, Bursa Milletvekili Sayın Hakan Çavuşoğlu.

Buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye’de çocuk hakları kapsamında alınacak önlemlerin ve yapılacak yasal düzenlemelerin belirlenmesi amacıyla HDP tarafından verilen grup önerisi aleyhinde söz aldım. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bugün 20 Kasım Çocuk Hakları Günü münasebetiyle bütün dünya çocuklarının bugününü tebrik ediyorum ve kutluyorum.

Sayın milletvekilleri, ben kürsüye grubumuzun ikinci konuşmacısı olarak çıktım. Biraz evvel Sayın Nurdan Şanlı hükûmetlerimiz döneminde uygulamış olduğumuz politikaları ve yapmış olduğumuz icraatları burada son derece sarih bir şekilde anlatmaya çalıştı ve ne yazık ki on dakikalık süresi bunların tamamını anlatmaya yetmedi. Ben de onun eksik bıraktıklarını ya da yetiştiremediklerini anlatmakla iktifa edeceğim. Belki -anlaşılmayanların olduğunu diğer hatibin konuşmasından burada gördük- tekrarda da fayda vardır diye düşünüyorum, birkaç hususu da tekrar edebilirim.

Değerli milletvekilleri, biz AK PARTİ olarak çocuklarımızı her zaman geleceğin güvencesi olarak görüyor ve onlara mutlu, güvenli ve aydınlık bir gelecek hazırlanmasına özel bir önem atfediyoruz. Bu bağlamda çocuğun korunmasında aile ve devletin yükümlülükleri Anayasa’mızla güvence altına da alınmıştır. Çocukların yetiştirilmesi, eğitimi, sağlığı, ailenin korunması gibi konular Hükûmet programlarında özellikle vurgulanmıştır. On iki yıldan bu yana hükûmet eden bir partinin çocuk haklarıyla ilgili olarak, çocuklarla ilgili olarak yapmış olduğu icraatlar, faaliyetler ortadadır, yapılmıştır, Dolayısıyla Hükûmet programlarında yer verme şansımız olduğu için bunlara parti politikaları bakımından da yer veriyoruz ama Hükûmet programlarında özellikle altını çizerek vermiş olduk. Arkadaşlarımızın Hükûmet programlarımızı bu manada tekrardan gözden geçirmelerinde kendilerinin de istifade edeceği noktalar bulunduğunu ifade etmek istiyorum.

Değerli kardeşlerim, değerli arkadaşlarım; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10’uncu maddesinde çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Burada, anlaşılacağı gibi, çocuklar için pozitif bir ayrımcılık söz konusudur. Biliyorsunuz, bunu da 2010 Anayasa referandumuyla ülkemizin gündemine getirmiş ve yasalaştırma sürecini hep birlikte sağlamış idik. Diğer taraftan, gene çocukların korunmasına ilişkin olarak, ailenin korunması ve çocuk haklarıyla ilgili 41’inci madde hükmü aile ve çocuğa verilen önemin dayanaklarından bir tanesidir.

Toplumun en hassas kesimini oluşturan çocukların hakları ulusal ve uluslararası gündemde yer almaya devam etmekte olup Hükûmetimizce çocukla ilgili politika ve uygulamalar da yakından takip edilmektedir. Bu çerçevede ülkemiz tarafından onaylanan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, Anayasa’mızın 90’ıncı maddesi gereğince, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşme olması nedeniyle iç hukukumuzun da önündedir. Yine, 2005 yılında yürürlüğe giren 5295 sayılı Çocuk Koruma Kanunu da çocuklara ilişkin temel normları içeren bir düzenlemedir. Bunun yanı sıra, Hükûmetimiz, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne Ek Çocukların Silahlı Çatışmalara Dâhil Olmaları Konusunda İhtiyari Protokol’ü de 2004 yılında onaylayarak yürürlüğe sokmuştur. Türkiye, aynı zamanda Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesine bireysel başvuruları değerlendirme imkânı sağlayacak olan Bireysel Bildirimlere İlişkin Ek İhtiyari Protokol’ü de imzalamış olup onay sürecindedir.

Öte yandan, 18 yaşından küçükler genel sağlık sigortası kapsamına alınarak tüm çocuklara sağlık güvenliği sağlanmıştır, bu da önemli bir düzenlemedir. Gerçekten de genel sağlık sigortası kapsamında çocuklara getirilen bu imkân neden acaba önceki dönemlerde hiç düşünülmemiştir, bu da düşündürücüdür. Bu durum, çocukların genel sağlık sigortası kapsamına alınması özellikle prematüre doğumlarda farklı bir önem arz etmektedir. Zira bu çocukların, prematüre doğan çocukların günlük sağlık giderleri 2 bin liranın üzerindedir değerli arkadaşlar.

Yine, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi doğrultusunda 18 yaşını bitirmemiş herkesin çocuk sayılması düzenlemesi yapılmış ve çocuk mahkemelerinin görev alanıyla ilgili istisnalar da kaldırılarak çocuk mahkemelerinin dışında yargılamanın önüne geçilmiştir.

2005/5 sayılı Başbakanlık Genelgesi’yle Türkiye genelinde uygulamaya konulan sokakta yaşayan ve/veya çalıştırılan çocuklara yönelik hizmet modeli çerçevesinde, sokakta yaşayan ve/veya çalıştırılan, dilendirilen, madde kullanan çocukların sokaktan çekilerek örgün veya mesleki eğitime yönlendirilmeleri, madde bağımlılığı tedavilerinin yapılması; barınma, beslenme, giyim, sağlık, eğitim ve benzeri tüm ihtiyaçlarının karşılanması, toplumla yeniden bütünleştirilmesi sağlanmaktadır.

Çocuk hakları alanındaki ulusal ve uluslararası düzenlemelerin yanında ülkemizde eğitim, sağlık gibi hizmetler çocuklara ücretsiz olarak sunulmaktadır, bundan zaten bahsettim.

Yenidoğan yoğun bakım üniteleri kurularak, kurulması ve yürütülmesi çok zor olan bu üniteler Sağlık Bakanlığı tarafından hizmete sunulmuştur ve hizmet verilmeye devam etmektedir.

Örneğin, eğitim konusunda yapılan çalışmalarla birlikte 2011-2012 ve 2012-2013 eğitim dönemleri arasında okula gitme oranı tüm eğitim kademelerinde artarak ilköğretim ilk dört yılı için yüzde 99’a, ikinci dört yılı için yüzde 93’e, orta öğretim için ise yüzde 70’e yükselmiştir. Değerli arkadaşlar, ilköğretimde okullaşma oranı yüzde 99,6’ya çıkmıştır. Orta öğretimde toplumsal cinsiyet farklılığı 1,5’ten 1,2’ye düşerken okullaşma oranı artan uzaktan eğitim sayesinde yüzde 6 civarında artış göstererek yüzde 76,7’ye ulaşmıştır.

Öte yandan, özellikle ekonomik nedenlerle kuruluşlarda koruma altında bulunan çocukların ailelerine destek sağlanarak çocukların ailelerinin yanına dönüşü de sağlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, sözlerimin başında bahsettiğim gibi burada grubumuzun ikinci konuşmacısı olarak bulunuyorum. İlk on dakikalık zaman diliminde sayın milletvekili arkadaşımın yetiştiremediği icraatlarımızı bir bir burada saymaya devam ettim. Şimdilik bunları saymış olmakla yetineyim, iktifa edeyim ancak bir hususun altını burada özellikle ifade etmek istiyorum.

Arkadaşlar, Türkiye’mizde sorun olarak ortaya çıkan, karşımıza çıkan en önemli hususlardan bir tanesi de çocukların bazen ideolojik payanda olarak kullanılması, bazen de çocuk olmaları nedeniyle cezai ehliyetlerindeki birtakım avantajların payanda olarak kullanılması ve çocukların sürekli bu noktada kaos ortamlarında ve suç ortamlarında öne itilmesidir. Aslında, bu manada bütün partilerin ortak bir şekilde hareket etmesi çocuklarımızın, toplumumuzun ve neslimizin geleceği açısından çok önemlidir.

Değerli arkadaşlar, AK PARTİ’nin siyasi perspektifi bellidir. AK PARTİ gelecek seçimlere değil, gelecek nesillere yatırım yapan bir partidir. Gelecek nesilleri de çocuklarımız teşkil etmektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Meclisteki gündemimiz nedeniyle HDP grup önerisi aleyhinde olduğumuzu belirtiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Halkların Demokratik Partisi Grubunun önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

2.- MHP Grubunun, Bursa Milletvekili Necati Özensoy ve arkadaşları tarafından, teröre finansman sağlayan kaynaklarla ilgili şüpheli işlem bildirim yükümlülüğünün etkin bir şekilde yerine getirilmesi konularının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 21/3/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Kasım 2014 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

20/11/2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 20/11/2014 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

Yusuf Halaçoğlu

Kayseri

MHP Grup Başkan Vekili

Öneri:

21 Mart 2013 tarihi ve 10705 sayı ile TBMM Başkanlığına vermiş olduğu Bursa Milletvekili Necati Özensoy ve arkadaşlarının teröre finansman sağlayan kaynaklarla ilgili şüpheli işlem bildirim yükümlülüğünün etkin bir şekilde yerine getirilmesi konularının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verdiği Meclis araştırması açılması önergemizin 20/11/2014 Perşembe günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin lehinde, Bursa Milletvekili Sayın Necati Özensoy.

Buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terörün finansman kaynaklarının araştırılmasıyla ilgili verdiğimiz önerge üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bu önergeyi verdiğimizden bugüne bir buçuk yılı aşkın bir süre geçti. Terör, tabii ki bütün dünyanın problemi ve metotları da bütün dünyada aynı şekilde devam ediyor.

Terörün 3 ayağı vardır: Birincisi, silahlı güçleri; bir diğeri, kamuoyu oluşturmak; bir diğeri de finansman kaynaklarıdır. Bu 3 ayağın en önemlisi de elbette ki finansman kaynaklarıdır. Eğer, siz, bu terör örgütünün finans ayağını yok ederseniz, finansman sağlamasını bitirirseniz, ne etkin bir şekilde silahlı güçleri ortada kalır ne kamuoyu baskısı kalır ne de kamuoyu oluşturmak için herhangi bir girişimde bulunabilirler. Bana göre, terörle mücadelenin en önemli ayağı terörün finansmanıyla ilgili mücadele etmektir.

Tabii, biz, bu anlamda, son aylarda, son yıllarda gelinen noktada terörle mücadelede etkin bir mücadele yapılması için burada her anlamda, her platformda, her zaman bunu ifade etmemize rağmen, ülkemize çok büyük zararlar veren, gençlerimizi şehit eden bu terör örgütüyle, özellikle PKK’yla mücadele edilmesi noktasında sürekli uyarılarımıza rağmen, maalesef, Hükûmet mücadeleyi değil, müzakereyi seçti. Özellikle, 2010 yılında Sayın Genel Başkanımız “Hükûmet terör örgütüyle görüşüyor.” dediğinde o günün Başbakanı yine meydanlarda çıkarak burada ağzıma almayacağım şekilde Sayın Genel Başkanımıza suçlamalarda bulundu, “Görüşen şöyledir, görüşen böyledir, ispatlamazsanız şöyledir, böyledir.” gibi laflar etti. Tabii, şimdi geldiğimiz noktaya baktığımızda, kendisi, Oslo görüşmelerine o günün Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı, bugünün MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı bizzat kendisinin gönderdiğini de ifade etti. O gün Sayın Genel Başkanımızla ilgili söylediği sözler şimdi kime döndü, kim için söylenmiş oldu? Onu da takdirlerinize ve kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

Tabii, zaman içerisinde terörün finansman kaynaklarıyla mücadeleyle ilgili birtakım kanunlar da geçirildi, yönetmelikler çıkarıldı vesaire. Bununla ilgili çıkan kanunlardaki boşluklara vesairelere baktığımızda işte hukukçuların ortak görüşleri “Terörün finansman yasası PKK’yı kapsamıyor.” Şeklinde, işte kendi dallarında uzman hukukçuların ifadeleri bunlar.

Bakın, şimdi, terör örgütü şu anda ne yapıyor, mücadelesini nasıl sürdürüyor? Sizlerin de yine bildiği gibi, sizlerin de ifade ettiği gibi, artık terör örgütü kendi bölgesinde vergi toplamaya başladı bağışları da geçtik. Maliye oluşturdu, mahkemeler oluşturmaya başladı. İşte, bu anlamda, artık çok rahat bir şekilde uyuşturucu veya diğer kaynaklardan sağladığı kaynakların da çok önüne geçecek şekilde finansman ayağını daha da büyüterek geliştirmeye başladı. İşte “çözüm süreci”, “barış süreci” adı altında birtakım görüşmeler, acaba Türkiye Cumhuriyeti devletinin mi çözülmesine vesile oldu yoksa terör örgütünün mü çözülmesine vesile oldu? İşte geldiğimiz noktada, oradaki, Kandil’deki o sözcülerinin yaptığı açıklamalar, “Süreç bitti.”, efendim, onun akabinde bu süreç zarfında binlerce gencin daha terör örgütüne katıldığıyla alakalı yine o Kandil’deki bölücübaşlarının ifadeleri açık ve net bir şekilde ortaya konuyor.

Şimdi ben şunu da sormak istiyorum: PKK yıllardır burada terör estiriyor. Son on iki yıldır da mevcut iktidar uygulamalarını, işte çalışmalarını devam ettiriyor. Özellikle 1999-2002 yılında biten terör hadiseleri, 2003’te özellikle o mart tezkeresinden sonra azarak devam etti. Bugün “çözüm süreci” dediğimiz süreçte bile, masaya oturulduğu ifade edildiğinde bile -bakın, daha iki günde terör örgütünün yaptıklarının burada bir dokümanını çıkardım- iki günde tam 10’a yakın eylem yapmış PKK. Yani bu nasıl masaya oturmaktır, nedir, nicedir?

İşte, bakın, PKK Varto’da askere alma şubesi açmış. Resmî olarak kendi ilan ettikleri PKK’nın Varto’da askere… Biraz önce söylediğim binlerce gencin daha da artarak devam edeceği bir şekilde, PKK, çözülme değil, maalesef devletin karşısında bir güç olarak, daha da güçlenerek yoluna devam eden bir şekilde, maalesef, başımıza bela olmaya yine devam edecek.

Bakın, sadece Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde değil, dünyada bir sürü terör uzmanı ve bu konuyu takip edenler var. Amerika Birleşik Devletleri’nden bir terör uzmanı bile Türkiye’deki PKK’nın yaptığı birçok çalışmayı, işte, sahte ilaç kaçakçılığına geçtiğinin, efendim, sınır kaçakçılığının, efendim, bunlardan nemalandığının, uyuşturucu kaçakçılığının vesairesinin bir sürü dokümanlarını yapmış.

Şimdi, Hükûmet bu anlamda son on iki yılda acaba şunun bir araştırmasını yaptı mı: “Bu terör örgütü ne kadar silaha sahip, ne kadar insana sahip? Bu insanları sevk ve idare etmek için, bu eylemleri yapmak için ayda, yılda -neyse- ne kadar paraya ihtiyacı var ve bu paralar ne şekilde sağlanıyor, ne şekilde bu terör örgütüne ulaştırılıyor?”un bir araştırmasını yaptı mı acaba?

MİT, Millî İstihbarat Teşkilatı ne işe yarar? Oslo’da, Kandil’de, İmralı’daki o bebek katiliyle oturup onunla birtakım pazarlıklar yapmaktan öte işleri yok mudur Millî İstihbarat Teşkilatının? Veya devletin diğer güvenlik güçlerinin bu anlamdaki görevleri değil midir terörün finans kaynaklarının araştırılıp onlarla etkin bir şekilde mücadele edilmesi?

Gerçekten, son yıllardaki gelişmeleri, maalesef, ibretle izliyoruz. Seçim de yaklaştı, şimdi, o terör örgütünü, özellikle İmralı’da el bebek gül bebek beslediğiniz, işte, çeşitli imkânlar sağladığınız, MİT Müsteşarının gidip kendi telefonundan birtakım -WhatsApp gibi, vesaire gibi- yerlerden özel mesajlar gönderdiği bir süreci maalesef hep birlikte yaşıyoruz.

2007’de ilk dönem geldiğimde burada bütçe görüşmelerinde Adalet Bakanına bir soru sormuştum, dedim ki: “İmralı kaynaklı, terör örgütüne ulaştırılan bir bilgi, orayı yönlendirmeyle alakalı bir durum tespit ettiniz mi? Ettiyseniz bununla ilgili ne yaptınız?” Aynen cevabı: “2 defa tespit ettik. Bu tespitler doğrultusunda da 2 defa hücre cezası verdik.” demişti 2007 yılında. Şimdi bakıyorum, o zamanki avukatların yerine şimdi Hükûmetin bizzat yetkilileri, görevlendirdiği birtakım burada milletvekilleri bu kuryeliği, kuryelik de değil, ilanını rahatça yapıyor. Yani terör örgütünün -hani zamanın Başbakanının, şimdiki Cumhurbaşkanının deyimiyle “Nereden nereye.” diyor ya- işte, Türkiye’yi getirdiği nokta, içinde bulunduğumuz durum da hakikaten sizin döneminizde “Nereden nereye.” oldu.

İnşallah, bir an önce bu terör örgütünün kökünün kazınması için, önümüzdeki seçimlerde oluşacak iktidarda bunun her türlü tedbirini almak üzere hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özensoy.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin aleyhinde Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç, buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi hakkında söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

MHP grup önerisi, terörün finansmanının önlenmesine ilişkin şüpheli işlem bildirimi yükümlülüğünün etkin, zamanında ve uygun şekilde yerine getirilmesine yönelik araştırma yapılarak teröre finansman sağlayan kaynaklar hakkında gerekli önlemlerin alınması için verilen Meclis araştırma önergesinin bugünkü gündeme alınmasını içermektedir.

İnsanlığı tehdit eden terörizm tüm dünya ülkeleri açısından önemli bir sorundur. Dünyada da terörizmden en çok etkilenen ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. O nedenle, Birleşmiş Milletlere üye ülkeler arasında bu konudan en fazla zarar gören ülkelerden biri olarak terörizmin finansmanının önlenmesi ve bu konuda uluslararası iş birliği çerçevesinde çözüme katkıda bulunmamız ve bütün dünyayı bu konuda duyarlı olmaya davet etmemiz gereği açıktır.

Terör örgütüyle mücadelede teröristleri etkisiz hâle getirme anlayışının tek başına yeterli olmadığı günümüzde anlaşılmıştır. Bu nedenle, teröre finansman sağlayanlar hakkında gerekli önlemlerin vakit geçirilmeksizin alınması ve uygulamaya konulması gerekmektedir. Terör örgütlerinin dünya çapındaki finansal hareketlerinin önüne geçmek için uluslararası iş birliği şarttır. Bütün dünya ülkeleri bu konuda birlikte hareket etmezse ülkelerin tek başlarına bunu başarmaları da mümkün değildir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bu konudaki kararlarında belirtilen ilgili tedbirleri üye devletler gecikmeksizin almak zorundadır.

Terör örgütleri faaliyetlerini yürütebilmek için büyük miktarda finansmana ihtiyaç duyar. Bu finansmanı yasal ve yasal olmayan birçok faaliyet ve yöntemle elde etmeye çalışırlar. Finans kaynakları kesilen bir terör örgütünün uzun süre ayakta kalabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, terörle etkin bir mücadele için teröristlere lojistik destek sağlayan ulusal ve uluslararası mali kaynakların kurutulması gerekir. Bu mali kaynakların kurutulması için, Birleşmiş Milletler Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Sözleşme taraf devletlere gerekli önlemleri alma yönünde sorumluluklar yüklemektedir. Sözleşmeye göre, her taraf devlet, terörizmin finansmanı suçlarını iç hukukundaki cezai kovuşturma gerektiren suç kapsamına alacak, bu suçların ağırlığını göz önünde bulundurarak uygun şekilde cezalandırmanın sağlanması için gerekli önlemleri alacaktır. Terörizmin finansmanının önlenmesine ilişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi 1999 yılında imzalanmış, 2001 yılında yürürlüğe girmesine rağmen iç hukuk düzenlemeleri ve ceza mevzuatımızda bu konudaki düzenlemeler AK PARTİ hükûmetlerine kadar hayata geçirilmemiştir.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Ne zaman? 2013.

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – 2012’den önce de var yani ceza mevzuatımızda, terörle mücadele… Biraz sonra anlatacağım. Tabii, terörizmin finansmanına ilişkin kanun, evet, 2013 ama ondan önce iç hukuk mevzuatımızda yapılan düzenlemeleri de biraz sonra anlatacağım.

Terörizmin finansmanı suçu, 2006 yılında Terörle Mücadele Kanunu’nun 8’inci maddesinde düzenlenerek ilk kez mevzuatımıza girmiş, buna göre her kim tümüyle veya kısmen terör suçlarının işlenmesinde kullanılacağını bilerek ve isteyerek fon sağlar veya toplarsa örgüt üyesi olarak cezalandırılacak, fon kullanılmamış dahi olsa fail aynı şekilde cezalandırılacaktır. Bu düzenleme 2006’da Terörle Mücadele Kanunu’na girmiştir. Bundan önce ülkemizde terörün finansmanıyla ilgili Terörle Mücadele Kanunu’muzda bir düzenleme yoktu.

Türk Ceza Kanunu’muzda da suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçunun yaptırımları düzenlenerek iç hukukumuzda yerini almıştır, bu da 2005 yılındadır.

Terörizmin Finansmanın Önlenmesi Hakkında Kanun 7 Şubat 2013 tarihinde Mecliste kabul edilmiş, bu kanunla da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ile yabancı devletler ve ülkemiz tarafından terörizmin finansmanının önlenmesi amacıyla mal varlıklarının dondurulması yönünde alınan kararların ve bu yöndeki taleplerin yerine getirilmesine ilişkin esaslar belirlenmiştir.

Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’la da terörün finansmanının önlenmesi kapsamında veri toplama, şüpheli işlem bildirimlerini alma, analiz etme ve değerlendirme, bu kanunla buna ilişkin Bakanlar Kurulu kararlarının uygulanması konusunda düzenlemeler yapma görevi ve yetkileri de MASAK’a verilmiştir.

Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe girdiği günden itibaren, MASAK’a 2013 yılında 25.500, 2014 yılının ilk 10 ayında 29.500 adet şüpheli işlem bildirimi gelmiştir. Bu bildirimlerin hepsi MASAK sistemleri tarafından bir ön elemeye tabi tutulmakta, bu eleme sonucunda yüksek skor alan bildirimler ise uzmanlar tarafından detaylıca incelenmekte ve suç teşkil eden bir durum söz konusuysa ilgili savcılığa bildirimde bulunulmaktadır.

Yine aynı tarihten itibaren, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından da El Kaide, IŞİD gibi uluslararası terör örgütlerinin finans kaynaklarının kesilmesine yönelik bildirimler MASAK’a yapılmış, bunlar hızlı bir şekilde Bakanlar Kurulu kararına dönüştürülmüştür ve zaman zaman Resmî Gazete’de de bu kararları görmekteyiz.

Milletimiz, geride bıraktığımız son on iki yıllık süreç içerisinde AK PARTİ iktidarının ülkemizin biriken tüm sorunlarını çözmek için çalıştığına inanmaktadır ve bu sorunların önemli bir bölümünü çözdüğünü de görmektedir. Ülkemizin otuz yıldan bu yana başına musallat olan terör sorununun da çözüleceğine inanan milletimiz, bu konuda AK PARTİ hükûmetlerinin attığı adımlara da destek vermektedir. Terörün sosyal, kültürel, ekonomik sebeplerini tek tek ortadan kaldırmaya çalışan Hükûmetimiz, bu konuda mevzuatında yaptığı düzenlemeler ve uygulamalarıyla terörün finansal kaynaklarını kurutacak önemli adımlar atmıştır.

Son on iki yılda bu alandaki mevzuat düzenlemelerine baktığımızda ve getirilen mevzuat çerçevesinde gerçekleştirilen uygulamalara baktığımızda, ülkemizde AK PARTİ iktidarına kadar terörün kaynaklarını kesmeye dönük etkili, kapsamlı ve yeterli bir çalışmanın, özellikle mevzuat anlamında hiçbir çalışmanın yapılmadığını görmekteyiz.

Terörün finansmanıyla ilgili son on iki yılda hayata geçirilen mevzuatın PKK terör örgütünü kapsamadığı yönündeki beyanlara katılmak mümkün değildir. Bugün itibarıyla terör örgütünün paravan kaçakçılık şirketlerinin çökertilmesi, büyük uyuşturucu ve insan kaçakçılığı operasyonları -bunları hep birlikte takip ettik- ve 2013 yılında yürürlüğe giren Terörün Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun ve bu kanun gereğince yurt içinde toplam 54 bin şüpheli işlem bildiriminin MASAK tarafından değerlendirilmiş olması ve uluslararası yükümlülüğümüz çerçevesinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinden gelen çok sayıda mal varlığı tedbirlerinin dondurulması taleplerinin Resmî Gazete’de yayımlanması, bu yöndeki Bakanlar Kurulu kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanmış olması karşısında bu konuda Hükûmetin, AK PARTİ iktidarlarının ne derece kararlı olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle, bu aşamada Meclisin ayrıca bir araştırma yapmasına gerek olmadığı kanaatindeyim.

Bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunç.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin lehinde Gaziantep Milletvekili Sayın Ali Serindağ.

Buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun verdiği grup önerisi hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bugün Dünya Çocuk Hakları Günü. Biliyorsunuz, Türkiye, bu konuda öncü olmuş bir ülke. Türkiye Cumhuriyeti daha kurulmadan, 1921 yılında “Himâye-i Eftâl Cemiyeti” adı altında çocuklara yönelik bir cemiyet kurulmuş, bugünkü anlamıyla Çocuk Esirgeme Kurumu ta o zaman kurulmuştur. Gene Türkiye, çocuklarına bayram armağan eden tek ülkedir. Bu nedenle Türkiye’nin kuruluşunda çocuklara büyük önem verilmiştir. Ancak çocuklara önem vermek çok çocuk yapmayı tavsiye etmek değil, çocukların huzurlu, güvenli ve mutlu bir ortamda geleceğe hazırlanmalarını temin etmektir. Cumhuriyet Halk Partisi bu konuya bu şekilde bakmaktadır.

Sayın milletvekilleri, ülkemiz, terörist faaliyetlerle en çok muhatap olmuş, terörizmin sebep olduğu olumsuzlukları en çok yaşamış bir ülkedir. Bu nedenle terörle mücadele ülkemiz açısından büyük önem taşımaktadır. Terörle mücadelenin en önlemli yöntemlerinden biri de terörün finans kaynaklarının kurutulmasıdır.

Şunu öncelikle belirtmek gerekir ki ülkemizde terörle mücadele alanında düzenlemeler yapılırken sorun biraz da terörün tanımından kaynaklanmaktadır. Maalesef, Hükûmet “ileri demokrasi” dediği bir ortamda kendisine muhalif olan herkesi “terörist” diye suçlamaktadır, her tür muhalif hareket terör kapsamına alınmaktadır. Örneğin, Hükûmet, Gezi protestolarını “terör eylemi” olarak nitelemiş, bu protestolara katılan, barışçıl gösterilere katılan insanları terörist olarak damgalamıştır.

Sayın milletvekilleri, terör nedir, önce ona bir bakmak lazım. Pek çok tanımı var ama genel kabul görmüş anlamıyla terör ya da terörizm, siyasal dinsel veya ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla sivillere resmî, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımıdır. Terör uygulayan organize gruplara “terör örgütü”, terör uygulayan şahıslara da “terörist” denmektedir.

Terörle ulaşılmak istenen hedef ne olursa olsun tüm terör örgütleri faaliyetlerini gerçekleştirebilmek için finans kaynaklarına ihtiyaç duyarlar. Bunlar gerek yasa dışı faaliyetler, gerekse yasal görünümlü faaliyetlerden sağlanan gelirler ile teröre destek veren ülkelerce yapılan yardımlardır. Çıkar amaçlı suç örgütleri de yaptıkları yasa dışı faaliyetlerle teröre zaman zaman kaynak sağlarlar. Uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, insan ticareti, göçmen kaçakçılığı, tehdit, şantaj, haraç, gasp, soygun ve adam kaçırma bu faaliyetlerin başında gelir. İhalelere katılan firma veya şahıslardan zor kullanma yoluyla fon sağlanması da terör örgütlerinin başvurdukları finans sağlama yöntemlerinden biridir.

Sayın milletvekilleri, hiç kuşkusuz terör ağır bir insanlık suçudur. Ağır bir insanlık suçu olan terörle mücadelede terörün finansmanının önlenmesinin önemli olduğunu da biraz önce ifade ettim. Finans kaynakları kesilen, finans kaynakları kurutulan terör örgütlerinin ayakta kalmayacakları da izahtan varestedir. Terörizmin finansmanına karşı alınacak önlemler yararlı ve gereklidir çünkü bunlar, terörist faaliyet ve saldırılardan kaynaklanan kötü sonuçları azaltırlar veya yok edebilirler. Bu tür yaklaşım yani finansal kontrol sadece militan faaliyetlerinin izlenmesine imkân vermekle kalmaz, aynı zamanda önleyici tedbirlerin alınmasına da imkân sağlar. Ayrıca, finansal faaliyetlerin inceleme altında olduğunun bilinmesi aşırı uçlardaki grupları sürekli taktik değişikliği yapmaya ve istihbarat toplamak için de fırsatlar yaratan iletişimler kurmaya sevk eder.

Terörizmin finans kaynaklarının yok edilmesi uluslararası iş birliğini gerektiren bir husustur. Terörizm, 1934 yılından bu yana uluslararası toplumun gündemindedir. Milletler Cemiyeti tarafından 1937’de bir anlaşma hazırlanmışsa da bu, yürürlüğe girmemiştir. Birleşmiş Milletler de 1972 yılından beri terörizme uluslararası bir sorun olarak bakmakta ve bununla ilgilenmektedir. Genel Kurulun terörle mücadeleye katkısı, küresel terörizmin değişik yönlerini ele alan uluslararası sözleşmeler ve 8 Eylül 2006 tarihinde kabul ettiği Küresel Terörizmle Mücadele Stratejisi’yle somut bir hâl almıştır.

Şimdi benden önce konuşan Sayın Yılmaz Tunç buyurdu ki her şey AKP döneminde yapılmış. Zaten, Birleşmiş Milletler sözleşmeyi 1999 yılında kabul etmiş, Türkiye 2001 yılında uygun görmüş, 2002 yılında yürürlüğe girmiş. Siz de 2002 yılında iktidar oldunuz yani sizin yaptığınız normal bir hükûmetin yapacağı şeyler. Hâlbuki, siz geç kaldınız. Biliyorsunuz, bu konudaki örgüt, Türkiye’yi bu konuda geri kalmakla ve kara listeye almakla bile tehdit etti. Bunu siz de biliyorsunuz. O nedenle, biraz geç kaldınız, bunu da bilmemizde fayda var.

Terörizmin finansmanıyla mücadele konusunda ayrıntılı düzenlemeler içeren ilk ve en önemli uluslararası anlaşma -dediğim gibi- 1999 yılında yapıldı. Terörün ve terörizmin finansmanın engellenmesi hakkında birtakım Güvenlik Konseyi kararları da alınmıştır, bunlar, 1267 ve 1373 sayılı Güvenlik Konseyi kararlarıdır.

Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1267 sayılı Kararı’yla, terörizme finans, destek sağlayan kişi ve örgütlerin listesi belirlenerek Birleşmiş Milletler üyesi devletlere bu listede yer alan kişi ya da örgütlerin mal varlıklarının durdurulması yükümlülüğü getirilmektedir. Oysa, sizin devriiktidarınızda, listede olan Yasin El Kadı zaman zaman Türkiye’ye girmiş ve iddialara göre, Hükûmetin ileri gelenleri veya yakınları tarafından karşılanmış ve onlarla görüşmeler yapmıştır.

Sayın milletvekilleri, biraz evvel söylediğim Finansal Hareket Görev Gücü AKP iktidarını terörle mücadele konusunda stratejik kusur ve yetersizlikleri bulunan bir hükûmet olarak değerlendirmiştir. Hükûmet, nihayet, 2013 yılında terörizmin finansmanının önlenmesi hakkında bir kanunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirmiştir, o kanun da sorunlu çıkmıştır ve o kanun çıkarken zaten bu konuda Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri kanunun yetersizliklerini de dile getirdiler.

Şimdi, konuşmamın sonuna doğru geliyorum, aslolan şudur: Siz terörü önlemek istiyorsanız terörü yaratan sebepleri ortadan kaldıracak bir ortamı yaratmalısınız. Siz, terör yaratan ortamı ortadan kaldırmadıktan sonra veya böyle bir ortamın yaratılmasına kolaylık sağlayacak gelişmeleri uygulamaya koyduktan sonra “terörü önlemek” demekle terörü önleyemezsiniz.

Değerli milletvekilleri, çok söylüyoruz, sınırlarımız kevgire döndü. Şu anda, Türkiye’de Suriye’den gelen veya Suriye’den geldiği söylenen -biz onların tümünün Suriye’den gelip gelmediğini bilmiyoruz- 2 milyon civarında insan var. Bunların bir bölümü kayıt altında, bir bölümü değil. Geçen, zannediyorum Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısında 1 milyon civarında insanın kayıt altına alındığı ifade edildi ama demek ki 1 milyon insan hâlâ kayıt dışı. Bunların kim olduğu bilinmiyor, bunların nereden geldikleri, bugüne kadar ne yaptıkları, şu anda ne yaptıkları, neyle geçindikleri bilinmiyor, nerede kaldıkları bilinmiyor, kiminle irtibat hâlinde oldukları bilinmiyor. Siz böyle bir ortamı yaratırsanız, komşu bir ülkenin rejimini düşürmek için ülkenizde terörist grupları eğitirseniz, onları o ülkeye gönderirseniz, kendi ülkenizi de terörizme açık, teröre açık bir ülke hâline getirmiş olursunuz. O nedenle, Türkiye terörü önlemek istiyorsa, Hükûmet terörü önlemek istiyorsa teröre imkân yaratacak, terörü kolaylaştıracak ortamın ortadan kaldırılması lazım. Ancak bugüne kadar Hükûmetin yaptığı, maalesef, terörist faaliyetlere zemin hazırlayacak bir ortamın sağlanmasıdır. Hükûmetin bir an önce bu uygulamadan vazgeçmesini diliyorum, tavsiye ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ederim. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Serindağ.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin aleyhinde, Sivas Milletvekili Sayın Hilmi Bilgin.

Buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün 20 Kasım 2014 -bundan tam on iki sene önce, 19 Kasım 2002 tarihinde- 3 Kasım seçimleri sonrasında tek başına iktidara gelen AK PARTİ hükûmetlerinin kuruluşunun 12’nci yıl dönümü. Bu vesileyle, on iki yıl boyunca ülkemize her alanda hizmet eden, ülkemizin kalkınması, büyümesi, huzur ortamının tesisi için o günden bugüne kadar emek veren tüm parti yetkililerimize, bakanlarımıza, eski dönemde görev yapmış milletvekillerimize teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Özelse biz çıkalım, siz aranızda konuşun.

HİLMİ BİLGİN (Devamla) – Dinlersiniz Özgür Bey.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Özelse biz çıkalım, siz aranızda konuşun.

HİLMİ BİLGİN (Devamla) - Benden önceki konuşmacı, çok değerli Bartın Milletvekilimiz Yılmaz Bey, Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi hakkında teknik olarak, detaylı olarak bilgileri verdi.

AK PARTİ hükûmetleri kurulduğu günden bugüne kadar ülkeyi her alanda kalkındırmak için, ülkenin huzurunu, birliğini, beraberliğini sağlamak için çalışmışlardır ve çalışmaya devam edeceklerdir.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) - Konuya gelseniz, konuya.

HİLMİ BİLGİN (Devamla) – Çok değerli Cumhuriyet Halk Partili milletvekili “Geç kaldınız.” dedi. Şu hususta size katılıyoruz: Biz bir konuda geç kaldık, rahmetli Turgut Özal’dan sonra keşke bayrağı devralabilseydik de 1990’lı yıllarda Türkiye o kayıp yılları yaşamasıydı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – “Geç kaldınız.” demedim ben, özelse çıkın kendi aranızda konuşun dedim.

HİLMİ BİLGİN (Devamla) - 2002 yılından itibaren başlayan imar harekâtıyla, kalkınma harekâtıyla Türkiye daha iyi bir seviyeye gelirdi, bu noktada size katılıyoruz.

AK PARTİ hükûmetleriyle birlikte terörle mücadele noktasındaki anlayış değişmiştir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Meclis kürsüsü burası, AK PARTİ’nin…

BAŞKAN – Sayın Özel, lütfen.

HİLMİ BİLGİN (Devamla) – Terörle mücadelede sadece teröristi yok etme anlayışını kaldırmıştır, terörü besleyen, sosyoekonomik ve kültürel alanlarla ilgili çalışmalar yapılmıştır. Terörün finansmanıyla ilgili yapılan çalışmaları çok değerli milletvekillerimiz anlattı. Biz yola çıkarken -siz her ne kadar kabul etmeseniz de- toplumsal destek alarak, toplumu arkamıza alarak, milletin desteğini alarak yaptığımız her işi yapıyoruz. Onun için bugün buradayız. İnşallah, bugün on üçüncü yıl dönümümüzü kutluyoruz, daha nice yıllarda Türkiye’yi kalkındırarak, sizin de desteğinizle, sizin de iyi yapılan işlere destek verdiğiniz bir muhalefet anlayışıyla ülkeye, millete hizmet ederiz diyoruz.

Hepinizi sevgi, saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Kardeşim, konuyu neden anlatmadınız? Terörü niye anlatmadınız?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Gerçekleri çarptırdı bir kere, partisinin kuruluşunu bilmiyor yani.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Arkadaşlar, Sayın Serindağı duyamıyorum.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sayın Başkanım, sayın hatip benim sözlerimi çarpıttı. Şöyle: Ben “Geç kalmışsınız.” derken “Terörün finansmanıyla ilgili düzenlemeleri yapmakta geç kaldınız.” dedim. Sayın Hatip de bu sözleri ters çevirerek sanki kendileri iktidara gelişini…

BAŞKAN – Yok, öyle demedi.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Öyle dedi.

BAŞKAN - Hayır, ben dinledim, ayrıdır… Hayır, söz verebilirim, orada bir sakınca yok şimdi, o başka bir şey de yani öyle demedi, ben konuyu dinledim ama buyurun siz düzeltin.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sizin açınızdan değil de bizim açımızdan sakınca var.

BAŞKAN – Benim açımdan sakınca yok çünkü… Sayın Kacır, sizin için her konu sakıncalı, ona bir şey diyemeyeceğim ama şimdi, suhuletle, uhuvvetle, efendice götürmeye gayret ediyoruz şu Meclis yönetimini bugünlük hayırlısıyla. Onun için, sizinle anlaşmamız mümkün değil bu sakıncalar konusunda. Neyse, hoş görün. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Serindağ.

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ'ın, Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin’in MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, AKP sözcüleri bazı konuları çok istismar ediyor. İstismar edilen konulardan biri de…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ben istismar etmedim.

ALİ SERİNDAĞ (Devamla) – Yok, sizi kastetmiyorum.

İstismar edilen hususlardan biri de rahmetli Sayın Turgut Özal’la ilgili değerlendirmelerdir. Bakın, ben size şunu tavsiye ediyorum: Eski Genel Başkanınızın, yani şu anda Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Sayın Genel Başkanınızın Turgut Özal hakkında söylediklerini “Google”a girin, şöyle bir araştırın, o zaman bu sözleri söyleyecek misiniz? Siz, zemine ve zamana göre, konjonktüre göre kişileri kendinize yakın veya uzak hissediyorsunuz, hem rahmetli Menderes’i istismar ediyorsunuz hem Özal’ı. Her ikisi hakkında, sizin parti büyüklerinizin söylediklerini araştırın, ne demişler, ondan sonra söyleyin, birincisi bu.

İkincisi, AKP iktidar olduğu vakit Türkiye'de terör minimuma inmişti, hemen hemen yok derecedeydi. Siz de biliyorsunuz, herkes biliyor bunu, ama sizin uygulamalarınız, yaptıklarınız, teröre bakış açınız, terörle ilgili söyledikleriniz Türkiye'yi, maalesef, bu ortama getirdi. Siz, bunu görmezden gelerek veya bunu bastırmak için başka şeyler söyleyerek örtemezsiniz.

Değerli arkadaşlarım, tekrar ediyorum, Genel Başkanınızın, yani şu anda Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Genel Başkanınızın Turgut Özal hakkında söylediklerine bakın da ondan sonra konuşun.

Teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisini…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Şimdi, AKP’den değerli konuşmacı, bizim verdiğimiz önergeyle ilgili hiçbir şey konuşmayıp sanki, biz toplumsal desteğin gerekmediğini söylemişiz gibi bir tavırla orada bir konuşma yaptı. Biz öyle bir şey yapmadık.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Siz öyle bir şey söylemediniz!

BAŞKAN – Sayın Özel, yangına körükle gitmeyin.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Hayır, yangın meselesi değil.

BAŞKAN – Hayır, ben size demedim Sayın Halaçoğlu, yapmayın Allah aşkına, her sözüme bir itiraz!

Buyurun, ben sizi dinliyorum.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Bizim öyle bir sözümüz söz konusu değil. Yani toplumsal destek alınmayacak filan gibi bir şeyi söz konusu etmedik.

Biz, burada, açık ve net olarak teröre finansman sağlayan kaynaklarla ilgili şüpheli işlem bildirim yükümlülüğü konusunda konuştuk. Dolayısıyla, buna…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Rakamları verdiniz.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Rakamlar verdiniz… Destek verir gibi konuştunuz, “aleyhinde” dediniz, tamam da, ama, şimdi, burada, sanki biz toplumsal destekten veya onun alınıp alınmamasından söz ediyormuşuz gibi bizi suçlayıcı mahiyette konuştu.

BAŞKAN – Tamam, öyle olmadığını anlatmış oldunuz.

Teşekkür ederim.

Şimdi, oya sunacağım…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Ama şurasını söyleyeyim…

BAŞKAN – Buyurun.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Eğer gerçekten terörle mücadele edeceklerse gerçekten bu finansman sağlayan kaynakları ortadan kaldırsınlar. Yani şu an teröristler haraç topluyor. Bunu herkes biliyor, Sayın İçişleri Bakanı da söylüyor. Bunu ortadan kaldırsınlar. Ayrıca tutsunlar, özerk bölge ilan ettiler beş bölgede, bunu ortadan kaldırsınlar.

BAŞKAN – Sayın Halaçoğlu, anlattınız. Şimdi ben kendimi çok kötü hissediyorum ama, yönetici olarak ben kendimi çok kötü hissediyorum. Anlattınız, tamam, konuşma da oldu.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- MHP Grubunun, Bursa Milletvekili Necati Özensoy ve arkadaşları tarafından, teröre finansman sağlayan kaynaklarla ilgili şüpheli işlem bildirim yükümlülüğünün etkin bir şekilde yerine getirilmesi konularının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 21/3/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Kasım 2014 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN - Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Şu televizyon bitmeden herkesi konuşturmaya çalışıyorum da herkesten dayak yiyorum yalnız, sizden de yiyorum, buradan da yiyorum. Hadi bakalım işte, bu garibe de Allah baksın.

AHMET YENİ (Samsun) – Başkana kimse dayak atamaz.

BAŞKAN – Resmen herkesten sopa yiyorum.

AHMET YENİ (Samsun) – Olmaz.

BAŞKAN – Neyse…

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

3.- CHP Grubunun, Grup Başkan Vekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi tarafından, çocuk işçiliği sorununun tüm boyutlarıyla araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla 20/11/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Kasım 2014 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 20/11/2014 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

Mehmet Akif Hamzaçebi

İstanbul

Grup Başkan Vekili

Öneri:

İstanbul Milletvekili ve Grup Başkan Vekili M. Akif Hamzaçebi’nin “çocuk işçiliği sorununun tüm boyutlarıyla araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla 20/11/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (158 sıra no.lu), Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 20/11/2014 Perşembe günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi, buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Dünya Çocuk Hakları Günü. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin kabul edildiği 20 Nisan 1989 tarihinden bu yana geçen 25’inci yıl. Dünya Çocuk Hakları Günü’nün 25’inci yılındayız.

Çocuk Hakları Sözleşmesi çocukların haklarını üye ülkelere bildiren, üye ülkelerin de buna uygun düzenlemeler yapmasını isteyen bir sözleşmedir. Ancak, böyle olduğu hâlde, hâlen, dünyada, çocuk haklarını ihlal eden çok sayıda ülke vardır. Özellikle gelişmekte olan, az gelişmiş veya gelişmemiş olan ülkelerde çocuk hakkı ihlalleri olağanüstü ölçülerdedir.

Çocuk hakkı ihlali deyince karşımıza çıkan en önemli olgu çocuk işçiliğidir. Bugün çocuk işçiliği, özellikle gelişmekte olan, gelişmemiş, az gelişmiş ülkelerin ortak sorunudur ve çocuk işçiliğinin en temel nedeni de yoksulluktur. Yoksulluk, çocukları maalesef çalışmaya yöneltmektedir. Aileler, o çocukların ebeveynleri çocukların eğitim hakkını bir kenara bırakarak, onların okullarını bir kenara bırakarak çocuklarının çalışmasını istemektedir. UNICEF yani Birleşmiş Milletler Uluslararası Çocuklara Acil Yardım Fonu çocuk işçiliğini çocuğun bir şekilde kendisine zarar veren bir işi üstlenmesi olarak almaktadır ve çocuk işçiliği, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimi açısından, çocukluğunu yaşaması açısından, onun eğitimi açısından, sağlığı açısından kendisine zarar veren bir uygulamadır.

Yine çocuk işçiliği maalesef ya ücretsiz işçilik olarak ya da çok düşük maliyetli, düşük ücretli bir işçilik olarak ortaya çıktığından sömürüye açık bir alandır. Dünyada en çok sömürülen kesim, emekçi kesim çocuk işçilerdir. Bu bütün ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin sorunudur, Türkiye’nin de sorunudur. Çalışan çocuklar bugün ülkemizin önemli bir meselesidir. Bu çocuklar okula gidemiyor, kaydoldukları okullara yeterli şekilde devam edemiyorlar, sağlık haklarından yararlanamıyorlar, hasta oluyorlar, doktora gitme imkânları yok, tedavi olma olanakları yok ve her şeyden önemlisi bu çocuklar çocukluklarını yaşayamıyorlar. Çocukluklarını yaşayamayan ve bu nedenle fiziksel, zihinsel gelişimlerini tamamlayamayan; kültürel, sosyal, eğitsel gelişimlerini tamamlayamayan, sosyal gelişmenin dışında kalan çocuklarımız vardır. Bu çok önemli, çok acil bir sorundur.

Değerli milletvekilleri, çocuk işçiliği sorunu dediğimiz zaman, Türkiye’de TÜİK’in yaptığı istatistiklere bakmayı öneriyorum. TÜİK’in rakamları güvenilir rakamlar değildir diyemeyeceğim. İstatistik yöntemine ilişkin biraz sonra birtakım değerlendirmeler yapacağım ama eğer bir rakama dayanacaksak önce TÜİK’in rakamlarından hareket etmemiz gerekir.

TÜİK çeşitli yıllarda, çalışan çocuklara yönelik olarak istatistikler yayınlamaktadır. En son istatistiği 2012 Ekim-Kasım-Aralık ayı itibarıyla hanehalkı iş gücü anketiyle birlikte yaptığı çalışma sonucunda yayınlamıştır. Bu rakamlara göre Türkiye’de 15 milyon çocuk vardır ve 893 bin çocuğumuz çalışmaktadır. “Çocuk” deyince, hangi yaş grubundakilerin “çocuk” olduğunu, bunların hangi yaş grubunda olduğunu da ortaya koymak gerekir.

Birleşmiş Milletler “çocuk”u “18 yaşın altındaki kişiler” olarak tanımlar, 18 yaşın altındaki herkes çocuktur. ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) biraz daha farklı bir tanımı benimsemiştir. ILO 15 yaşın altında olup çalışan çocukları, gerek kendi hayatını kazanmak için gerekse ailesine yardımda bulunmak için çalışan çocukları “çocuk” olarak tanımlar ve ILO’ya göre de 15-24 yaş arasındaki diğer çocuklar veya gençler “genç işçi” tanımına girmektedir. Türkiye’de TÜİK’in istatistiklerinde esas alınan yaş grubu 18 yaşın altındaki yaş grubudur yani 17 ve altındaki yaş grubu. En alt dilimde de 6 yaşındaki çocuk grubu yer almaktadır.

18 yaşın altında olduğu hâlde çalışan çocuğun sayısı 893 bindir. Bu istatistiğin, çocuk işçilerin –ki mevsimlik işçiler var bunların içerisinde önemli ölçüde- mevsimlik işçilerin kendi memleketlerine döndükleri dönemde yapıldığını dikkate alırsak, yani 2012’nin Ekim-Kasım-Aralık ayları, kış dönemi, sonbahar-kış döneminde yapıldığını dikkate alırsak bu istatistikte ortaya çıkan rakamın gerçekçi olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar. Gerçekte çocuk işçi sayısı 893 binin çok çok üzerindedir. TÜİK bu istatistiği yaz aylarında yapsaydı karşımıza belki 2 milyon kişilik bir rakam çıkacaktı.

Buradan TÜİK’e bir öneride bulunmak istiyorum: Bir dahaki dönemde yapılacak istatistiği lütfen yaz aylarında yapın, bu çocukların mevsimlik olarak çalışmak için gittikleri yerlerde yapın; Karadeniz’de yapın, Akdeniz’de yapın, Ege Bölgesi’nde yapın, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yapın, oradan ne kadar çocuk bir başka bölgeye çalışmaya gitmiştir...

Yine TÜİK’in rakamlarına göre, bu çalışan çocuklarımızın yarısı, yüzde 50,2’si okula devam edemiyor yani her 2 çocuktan 1’i, çalışan her 2 çocuktan 1’i okula devam edemiyor, okula gidemiyor. Bu konuda çok acıklı öyküler var. Bir tanesini zamanın izin verdiği ölçüde size sunmaya çalışacağım.

Yine bu çocuklarımızın neredeyse yarıya yakını, yüzde 44’ü tarım sektöründe çalışmaktadır ve bunun da önemli bir kesimi mevsimlik tarım işçisidir. Bu çocuklar aileleriyle birlikte bir kentten başka bir kente göç etmekte ve orada insanlıktan yoksun şartlar içerisinde hayatlarını kazanmak ya da ailelerine yardımda bulunmak için çalışmaktadır. Bu tam bir sömürü düzenidir. Çocuğun küçücük bedeni üzerinden bu kadar büyük bir sömürüyü, çocuğun küçücük bedenini bu kadar büyük bir yükün altına sokmayı son derece yanlış buluyorum. Bunu düzeltmeyi bu Parlamentonun bir sorumluluğu olarak görüyorum.

Değerli arkadaşlar, bu konuda çalışma yapan dernekler var, çok güzel çalışmalar var. Hayata Destek İnsani Yardım Derneğinin çok güzel bir raporu var. Bu çalışmayı yaptığı için bu derneğimizi de kutluyorum. Çok güzel tespitler var. Bakın, ben biraz önce eğitimle ilgili birtakım istatistikler verdim. Bu derneğin 2014 yılında yaptığı çalışmanın çocuk bulgularını kapsayan ön raporuna göre, 12-15 yaş dilimindeki çocukların üçte 1’i okula gitmiyor. Çok önemli bir şey; bütün çağdaşları, o çocukların yaşıtları okula giderken bu çocuklar okula gitmiyor ya da okula devam edemiyor. Eğitim hakları yok. “Yasalara göre herkes eşittir.” şeklinde bir tanımın olması bir şey ifade etmiyor. Herkes yasalara göre eşit ama bu çocuklar okula gitmiyor, gidemiyor. Okula devam etmeme, gidememe oranı yaş oranı yükseldikçe artıyor. 16-18 yaş grubunda bulunan çocukların yüzde 71’i okula devam edemiyor. 18 yaşın üzeri fecaat, yüzde 90’ı okula gidemiyor, devam edemiyor. Bu çocuklar eğitim hakkından yoksun durumdalar.

Bakın, bu derneğin raporunda yer alan birkaç hikâyeyi -belki birkaçını okuyamayacağım- bir tanesini sizlerin dikkatine sunmak istiyorum. Reyhan isimli bir çocuğumuzun hikâyesi, kendi ağzından; isim tabii ki gerçek isim değil, bir başka isimle rapora alınmış çocuğumuzun ve ailesinin üzülmemesi açısından.

Reyhan: Reyhan, 13 yaşında, doğduğundan beri mevsimlik tarım işçiliği yapan ailesiyle birlikte göçüyor. Küçükken havale geçirmiş olan Reyhan, 10 yaşından beri Urfa Virahşehir’deki evine hiç dönmemiş. İlkokula başlamış fakat düzenli gidememiş. Babası, “Çocuklar okuyorlardı, hepsini okuldan çıkardım. Ben orada kalsam benim gelirim yok, çocukları orada besleyip okula gönderecek bir maaşım yok.” Okula düzenli gidemedikleri için de devletten eğitim yardımı alamıyorlar. Reyhan’ın kardeşi var, Adile, 11 yaşında. O, göç ettikleri yerlerde küçük çocuklara annelik yaparak zamanını geçiriyor. O da okula gidemiyor. Reyhan ve kardeşi Adile, Ordu’da Uzunisa köyünde bir kampta yaşıyorlar fındık toplamaya gittikleri dönemde ve orada gerçekten son derece zor şartlar içerisinde yaşıyorlar.

Zaman izin vermiyor, daha fazla anlatamayacağım. Bu önergemizle çocuk işçiliğinin nedenlerinin araştırılması ve çözüm yollarının bulunmasını istiyoruz. Desteğinizi istiyorum. Gelin, bu önergeyi kabul edelim. Bu, hepimizin ortak sorunudur. Bunu hep birlikte çözelim arkadaşlar.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin aleyhinde İstanbul Milletvekili Sayın Abdullah Levent Tüzel.

Buyurunuz.

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin kabul edildiği günümüzde, Cumhuriyet Halk Partisinin çocuk işçilikle ilgili Meclis araştırması konusuna elbette ben de katılıyorum. Son derece yakıcı bir ihtiyaç ülkemizin içinde bulunduğu durum ve sorunları açısından.

Konuşmama geçmeden önce, yine bir zamanlar çocuk olan, Türkiye’de gençlerin idolü olmuş, devrimci gençlerin örnek aldığı Deniz Gezmiş’in annesi Mukaddes Gezmiş İstanbul’da hayatını kaybetmiş. Deniz’ine kavuştu ve geride binlerce Deniz bıraktı. Gezmiş ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Yine, Dünya Çocuk Hakları Günü’nde, 21 Kasım 2004 tarihinde Mardin Kızıltepe’de babasının yanında -12 yaşında- 13 kurşunla vurulan ve gerçek anlamıyla hesabı sorulmayan Uğur Kaymaz’ı buradan sevgiyle, saygıyla anıyorum.

Bu çocukları öldüren, vuran anlayış hâlâ son bulmadığı için, geçtiğimiz yıl yine haziran eylemlerinde gaz fişeğiyle vurularak öldürülen Berkin Elvan’ı da buradan sevgiyle anıyorum.

Evet, Dünya Çocuk Hakları Günü’nde çocuk işçilik üzerine Türkiye’nin manzarasına bakıldığında, 30 milyon genç ve çocuk, bunun 23 milyonu 15 yaş altında. Yasalarımız ilköğretimi görmek koşuluyla çocuk işçiliğine ne yazık ki izin veriyor. Yani dünyanın yasakladığı, sözleşmelerin yasakladığı çocuk işçilik bizde yasal bir şemsiye altında.

Oysaki Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocukların yüksek yararı ve onların korunması açısından birçok hüküm getirmiş. Çocuk işçiliği, suç, ceza, cezaevi kavramlarını, bunları bağdaşır bulmamış. Ama, bizde 1 milyona yakın çocuk işçi, inşaat ve tarım alanı başta olmak üzere, sanayi sitelerinde çalışır durumda.

Şimdi, bu konuyla ilgili, Çalışma Bakanlığına bir soru sorulmuş muhalefet milletvekili bir arkadaşımız tarafından. Bakanlık bu alanda 18 müfettişi görevlendirdiğini söylemiş yani bu kadar acz içerisindeyiz.

Yakın zamanda yaşadığımız bir trafik kazası diye sunulan işçi cinayetinde, o Isparta Yalvaç’ta mevsimlik tarım işçisi kadınlar çocuklarıyla birlikte hayatlarını kaybettiler ve orada da gördüğümüz manzara, tarım işçiliğinde yaş ortalaması 11’e kadar düşmüş durumda.

2014 yılının ilk dokuz ayında 42 çocuk işçinin ölümü söz konusu. Özellikle de Suriye’deki göçmenlerden sonra-ki, bu göçmenlerin yarıya yakını çocuk yaşında- bunların da memleketin her bir yerinde işçi olarak sömürülen ucuz iş gücü kaynağı olarak değerlendirildiğini görüyoruz. Yani, çocuklar, çocuk işçiler bir kez daha her tür istismara, emek sömürüsüne, cinsel istismara, şiddete açık bir şekilde memleketimizde her tarafta karşımıza çıkıyor.

Bunlardan birkaç örneği özellikle hâlâ hesabı verilmediği için sizlere hatırlatmak istiyorum. Ahmet Yıldız, 13 yaşında, günlük 18 lira için kafası preste kaldı ve onu çalıştıran patrona yirmi dört ay taksitle ödenmek üzere 30 bin lira ceza kesildi. Yılmaz İdareci, 16 yaşındaydı, epilepsi olan babası çalışamadığı için kendi ablasını okutmak adına okulu bırakıp çalıştığı inşaatın 8’inci katından düşüp öldü. Yine, Serkan Altunay, 16 yaşında, Bolu’da inşaatta kalıp çıktığı 4’üncü katta düşüp öldü. Nice inşaat işçisinin, nice tarım, sanayi işçisinin koşulları bu durumda.

Bir başka yönden yine çocuklarımızın manzarasına değinmek istiyorum: Anne ve babası çalıştığı için bu kez -kimileri çocuklarını evde bırakıyor ama- bu talihsiz anne-baba Antalya’da bir fabrikada çocuklarını yanlarında götürüyorlar ama o fabrika ne yazık ki -Çalışma Bakanlığının verdiği yanıt bu- 12 işçi çalıştırdığı için ve bir kreş yapma yükümlülüğü olmadığı için 6 yaşındaki küçük Ali Can Öz tomruk altında kalarak hayatını kaybediyor. Emekçi ailesinin hayat koşulları böyle ve Bakanın da cevabı ne yazık ki böyle.

Bugün kimi fırsatçıların, yani çocuk sevgisinin, Çocuk Hakları Günü nedeniyle çocuk sevgisinin istismarını yapan bu tekellerden bir tanesi -burada sıklıkla bugünlerde bahsediyorum size- Ülker fabrikasının, firmasının bir reklamı var -hani çocuklarımıza şeker, bisküvi, çikolata almamızı teşvik eden- diyor ki: “Mutlu et ki mutlu ol.” Şimdi, bu sloganı konuşarak ürünlerinin reklamını yapan ve çocuk sevgimizi istismar eden bu firma, aslında mutluluktan, çocuk sevgisinden en son söz edebilecek bir durumda. “Neden mi?” derseniz... Çünkü bu Ülker fabrikası “Fabrikamı yakarım da DİSK’i oraya sokmam.” diyen bir emek düşmanlığının sonucu olarak 8 işçisini günlerdir kapıya atmış ve orada direnmeye mecbur etmiş durumda. O 8 işçinin çocuğu yok mu? Yirmi yıl boyunca o fabrikaya hizmet etmiş o 8 işçi gibi binlerce emekçinin çocukları, emekçi ailelerinin durumu ne yazık ki bu durumdadır. Ülker patronuna da, onun gibi davranan sermayedarlara da buradan seslenmek istiyorum: İşçilerinize, ailelerine, çocuklarına böyle davranmayın, çalışma hayatını zehretmeyin. On iki saat boyunca onları çalıştırıp, sırtlarına kilolarca çikolata, şeker, un torbalarını yükleyip hayatlarını zehretmeyin diyorum.

Değerli milletvekilleri, bakın, ülkemizin yüzde 80’i yoksulluk koşulları altında yaşarken, 891 lira asgari ücretle çalışmaya zorlayıp “2015 yılında da günde 1 lira artışla sana zam yapacağım, bununla yaşa.” derken, çok kazananın az, az kazananın çok vergi ödediği çarpık ve adaletsiz vergi düzeni, vergi politikaları devam ettiği sürece; paralı, ayrıcalıklı ve dinin istismar edildiği eğitim sistemi böyle oldukça tabii ki emekçi ailelerinin çocuklarına, o ailenin geçimine katkı sağlamak üzere kimi zaman bütün yıl boyunca, kimi zaman yaz aylarında çalışmak, işçilik yapmak ve aile bütçesine katkı sağlamaktan başka bir şans, bir gelecek tanınmamaktadır. Türkiye'nin, bu geri kapitalist düzenin, bu vahşi, barbar çalışma ve toplum yaşantısının emekçi ailesine sunduğu budur.

O hâlde, ne diyeceğiz? Bu yasalardan ve yasaklardan öte, aslında insan emeğini, çocuk emeğini sömüren, o, okul çağında, okuması gereken, beslenmesi, koşup oynaması, kişiliğini geliştirmesi, dünyayı tanıması gereken çocukları bu çarklara atan bu vahşi kapitalist barbarlıktan kurtarmak, kurtulmak için de mücadele etmek, emekçilerin ellerini birleştirmesi gerekir.

İşte, o emekçilerin bir kısmı bugün devlet şiddetiyle karşı karşıya kaldılar Meclisin önünde. Sağlık emekçilerinin taleplerini sağlık bütçesinde görüşülsün diye dile getirdiler ama gazlı, coplu, darplı bir saldırıyla karşı karşıya kaldılar.

Değerli milletvekilleri, bu ülkede emekçilerin birikimleri ranta, savaşa ve tabii ki milyar liralar harcanan ak saraylara, kaçak saraylara harcandığı sürece, emekçi ailesinin bütçesine katkı sunulmadığı sürece yine gözyaşı dökeceğiz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) - …binlerce, 1 milyona yakın çocuğumuz çalışmaya devam edecek. Bunun önüne geçmek için elbette Meclis araştırması yapılmalı ve hep birlikte bu konuların üzerine gitmeliyiz.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tüzel.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin lehinde, Eskişehir Milletvekili Sayın Ruhsar Demirel.

Buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Dünya Çocuk Hakları Günü. Dolayısıyla, tabiatıyla, Meclisimizin böyle bir gündem maddesiyle çalışması hepimizin arzusu ama bu tür konularda keyfiyetle hakkaniyet arasındaki denge parmak sayısı nedeniyle korkarım ki keyfiyet tarafına kayacak ama ben yine de parti grubum adına bu konuda lehte tutum takındığımızı ve bu konunun hiç değilse bugün için görüşülmesini arzu ettiğimizi ifade etmek istiyorum.

Keşke çocuklar da oy verebilseydi, oy verselerdi sanıyorum, keyfiyet tarafı da bu gündem maddesinin bugün Meclis gündemine alınmasını uygun bulurdu ya da keşke bütün çocukların anne-babaları çocuklarını çalıştırmasını gerektirmeyecek gelir düzeyinde olsalardı ya da anne-babaları yoksa veya anne-babaları uygun gelir düzeyinde değilse Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne imza atmış ülkeler için 32’nci madde şöyle söylüyor: “Taraf devletler, çocuğun ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ya da toplumsal gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını taraf olan devlet uygular, korur.” diyor. Taraf devlet bunu yapmıyor, taraf devlet maalesef ki bir süredir bunu yapmıyor.

Nitekim, istatistikler ne derse desin son on iki yılda çocuk işçiliğinin arttığını günbegün hepimiz canlı görüyoruz muhatap olduğumuz çocuk çalışanlarla ve bu çocuk işçiliği öyle zannettiğimiz gibi yalnızca tarlada tapanda çalışmıyor. Televizyonlara, medyaya bakınız, artan çocuk sömürüsünü orada da görüyorsunuz. Yarışma programları, açılan kutuların arkasındaki çocukları devriiktidarınızda daha çok artırdınız. Tabii, mevzuatta şöyle bir şey var: “14 yaşını tamamlamış, 15 yaşından gün alan kişiye çocuk işçi denilir.” diyorsa da Anayasa’nın 90’ıncı maddesi nedeniyle ülkemizde 18 yaşın altındaki herkes çocuk ve toplumda ağır yükü taşıyan, o bedenleriyle kaldırmayacakları bir yükün altına giren bu çocuklar giderek sayısal olarak artıyorlar.

Peki, niye? Ne oluyor da çocuk işçiliği bu kadar artıyor? Hükûmet programlarına bakıyorsunuz, çocuğun adı ya var ya yok ya da usulen bulunuyor, tıpkı 2010 yılında Anayasa değişikliğindeki o 10’uncu maddedeki gibi. Hani hep diyordunuz ya kadın kardeşlerimize… “Hanım” kardeşlerimize, pardon, siz “kadın” demiyordunuz. “Hanım kardeşlerimizin hakkını artırıyoruz, engellilere daha fazla hak tanıyacağız.” dediğiniz yerde, işte o dezavantajlı bir grup daha var: Çocuklar. Onların da adını orada zikrettiniz, yoksa aklınıza bile gelmeyecekti. 23 Nisanlarda “geleceğimizin teminatı” demekten öte pek aklınıza gelmiyor. Bazen eğitimde aklınıza geliyor hani “Kızlı-erkekli ayrı ayrı okusunlar.” önerileri olabiliyor bazen ya da 4+4+4’le beraber gelen ilköğretim bitince çocuk işçiliğini teşvik eden bir sistemle.

Çocuk işçiliğini önlemek yalnızca “Biz buna karşı duruyoruz, mevzuatı hazırlıyoruz.” demekle olacak bir şey değil, çok bacaklı bir iş bu, multidisipliner bir şey. Ülkenin sağlık politikasından eğitim politikasına, istihdam politikasına kadar hepsini bir arada, bir bileşik kap gibi düzenlemeniz gereken bir şey. Çünkü, okumuş insanı aşağılarsanız kimse okumak istemez. “Adının başında profesör olan o koskoca adam şöyle demiş.” diyen bir karar verici, bir kanaat önderi, çocuklar nezdinde o profesörlerin hepsini yerle yeksan eder, ulemaya sorar gider çünkü. Ya da atanamamış öğretmenler…“Okumuş da ne olmuş, işsiz geziyor.” dedirttiğiniz zaman, kimse çocuğunu okutmak istemez. Veya okuduğunuz zamanın karşılığı olmayan bir maaşı size takdim ediyorsa devletiniz, “Okudu da ne oldu, o da alıyor üç kuruş, okuma, hiç değilse çalış, kıdemin olsun.” der, okumaz çocuklar. Ailelerin çocuklarını okumaya özendirmesi için önce Millet Meclisinde, önce toplumdaki kanaat önderlerinde eğitime saygı, öğretime bir takdir olmalı. Önce bunu önceliklemeliyiz. Kaldı ki bizler, yüzde 99’umuz İslam dinine iman etmiş insanlarız ve Kitabımız “Oku.” diye başlıyor. Okumaya saygı göstermezsek “Okumuş çocuklarımız yok.” diye çok da üzülme şansımız olmaz.

Bu sebeplerle, ülkemizde giderek eğitim, öğretim çok da istenilesi bir şey değil. Anne babalarda şöyle bir kanaat var: “Ne var canım, televizyonda bir reklamda oynasın, öylelikle tanınır, şöhret olur, çok da para kazanır.” Anneler babalar böyle düşünüyor, çünkü okumaya saygısızlığı telkin eden, “Ben doktorlara iğne bile yaptırmam kendime.” diyen kanaat önderleri var maalesef ülkemizde.

İşte bütün bunlar, ülkedeki hakkın, hukukun keyfiyet tarafına kaymasıyla ilgili. Tabii, daha farklı sebepler de var: Gelir dağılımındaki eşitsizlik. Gelir dağılımındaki eşitsizlik nedeniyle çocuklarını çalıştırmak zorunda kaldığını ifade eden aileler var. Kim bu aileler? Göç eden aileler. Ekonomik olarak bölgesel farklılıkların olumsuz yönde gerçekleştiği yerlerde yaşayan aileler, göç edip büyük şehirlerin varoş dediğimiz yerlerinde yaşayan aileler. Bunlar, yeni geldikleri şehirde hayata tutunabilmek için, şehrin nimetlerinden değil yalnızca yaşamlarını sürdürebilmek için, o kadarlık kazancı elde edebilmek için küçücük bedenli çocuklarına ağır yükler yüklüyorlar.

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın ofisine gittim. Yemek için “Telefonla bir şey isteyelim.” dedi, “Tabii, ne istersen.” Dedim. “Döner yiyelim.” dedi bana ve bir yere telefon etti. O dönerleri getiren çocuğu gördüğümde ürktüm, çok küçüktü. Sordum, dedim ki: “Kaç yaşındasın?” Öğretilmiş gibi “15” dedi. Çünkü 15’in altında olursa suç olduğunun farkındaydı çocuk, birileri ona öğretmiş. Ankara’nın bir ucundaki bir büro burası. “Sen nerede yaşıyorsun?” dedim, “İş yerimde.” deyince, dedim ki: “Annen baban nerede?” Ankara’nın farklı bir ucunu söyledi. Dedim ki: “Her gün nasıl gidip geliyorsun?” O kadar küçüktü ki, o kadar kuru, kavruk bir çocuktu ki. “Ben iş yerimde yatıp kalkıyorum.” dedi.

Aklımdan geçen sanıyorum şu anda sizin de aklınızdan geçiyor. Böyle bir çocuk hangi istismarlara açıktır, hangi tür tacizlere maruz kalır, hangi tür şiddetleri görür? Şiddet görür, tacize uğrar. Biz de buna “İstismara uğramış çocuk.” diye bazen soru önergelerine nezaketen cevap veren bakanlar olursa, oradaki bir istatistik diye bakarız. Hele ki bu çocuklar bir de kızsa istismar daha da artar; çocuk kız ve engelliyse istismar fevkalade artar; çocuk kız, engelli, hele bir de göçse daha da fazla. İşte bu sebeple, ülkemizde çocuk istismarının her boyutu “komşu ülke” dediğimiz yerden gelen çocuklar üzerinden daha da artıyor. Suça karışan çocuk da artıyor, istismara uğrayan çocuk da artıyor, çalışan çocuk da artıyor. Bazen, kız çocuklarının çalıştırılmasından ne anladığımız da muğlak, her tür çalışma var. Bedenlerini satmaları istenen kız çocukları var ve bunlar göçle, çok kısa bir süre önce “komşu ülke” dediğimiz yerden geliyorlar.

Acı olan şu ki, bir bakan bu durum için şunu söylüyor: “Türk konukseverliğine sığmaz.” “Oksimoron” dedikleri bu işte, “çocuk gelin” der gibi bu da. Çocuktan gelin olmaz, gelinse çocuk değil. Bu da misafirperverlikle yan yana gelecek bir cümle değil.

Cumhuriyet Halk Partisinin, hiç değilse Çocuk Hakları Günü sebebiyle “çocuk işçiliği” cümlesinden olmakla beraber, çocukların eğitim eşitsizlikleri, sağlıktaki fırsat eşitsizlikleri, ülkedeki istihdamdaki politikasızlık, stratejisizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik gibi konuların gündeme gelmesine vesile olabilecek Meclis araştırma önergelerinin Meclis gündemine gelmesini parti grubum adına yürekten destekliyoruz.

Bu ülkenin çocuklarının hepsinin sağlıklı aile ortamlarında ve anne babalarının gelirlerinin onları tacize, istismara maruz bırakmayacak düzeyde olacağı günlerde güzellikleri konuşmak dileğindeyiz.

Çok teşekkürler ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin aleyhinde son söz olarak İstanbul Milletvekili Sayın Türkan Dağoğlu.

Buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; değerli konuşmacıların konuşmalarını büyük bir dikkatle dinledim ve izledim.

Şimdi, sayın vekillerim, bugün gerçekten Dünya Çocuk Hakları Günü. Ancak, CHP’nin parti programını ben okumadım ama eğer CHP’nin parti programında “Sıfır ve 5 yaş arası çocukların ölüm oranları arttı.” diye yazılıyorsa o program tamamen yanlış demektir. İkincisi, eğer “Türkiye’de çocuk pornografisi arttı.” deniyorsa o program yanlış demektir. Çünkü, benim gibi işte böyle bütün yaşamını çocuklara veren ve üniversitede akademisyen olan bazı kişiler AK PARTİ iktidarı döneminde çocuk ölümlerinin nereden nereye geldiğini ve bunun için ne kadar uğraş verildiğini çok iyi bilirler.

Değerli vekillerim, ben her vesileyle bu kürsüye çıktığım zaman belirtiyorum. Ben üniversitede çalışırken yani Sağlıkta Dönüşüm Programı’ndan evvel, biz orada yatan çocuklarımıza yer bulamaz, ilaç bulamaz, para bulamazdık. İşte bu nedenle, sağlıklı çalışan bütün bölümlerdeki öğretim üyeleri bütün sorumluluğu üstlerine alarak dernekler kurmuşlardır ve bu konuyla ilgili olarak da soruşturmalar geçirmişizdir ama gelen hastanın parası yoktur, o çocuğun hastane masrafını ödeyemeyecektir, bırakın onu, oradaki ihtiyaçlarını karşılayamayacaklardır. İşte, Sağlık Bakanlığının “Sağlıkta Dönüşüm Projesi’yle” ilk defa 0-18 yaş arasındaki çocuklar üzerinde yapılan bu iyileştirme, oradaki üniteleri, çalışan doktorları fevkalade rahatlatmıştır ve 2002 yılındaki bu çocuk ölümlerini de binde 31’den -yenidoğan ölümleri- bugün gelişmiş ülkelerle tartışılabilecek kadar binde 8’lere indirmekte başarılı olunmuştur.

Değerli vekillerim, çocuk pornografisine gelince. Brüksel’de Adalet bakanlarının katıldığı bir toplantı oldu. O toplantıya Türkiye’yi temsilen Adalet Bakanımızla beraber ben de gittim, Başkanlığını da Amerika Birleşik Devletleri’nin Adalet Bakanı yapıyordu. Orada vurgulanan şey şuydu: “Pornografi sadece bir ülkenin sorunu değildir. Eğer bunu bir dünya sorunu olarak ele almazsak ve bunu bütün dünyayla beraber çalışmazsak bir ülkenin bu konuyu halletmesi hiçbir sorunu halletmez”. Böyle bir sorun çıktı. Eğer siz CHP’nin parti programına bunları burada söylediğiniz gibi yazdıysanız lütfen değiştirin.

Değerli vekillerim, biraz evvel sayın vekilimiz Atatürk’ün 23 Nisanı çocuklara emanet ettiğini belirtti. Ben de bütün kalbimle dünyada ilk ve tek olduğunu her zaman belirtiyorum. Bir de şu var: Dünyanın ilk çocuk hastanesi de Türkiye’de kurulmuştur ve bugün Şişli Hamidiye Etfal Çocuk Hastanesi dünyada kurulan ilk çocuk hastanesidir. Abdülhamit kendi çocuğu kuşpalazından ölünce 1898 yılında bunun kurulmasını emretmiş ve 1899 yılında da 600 tane çocuğun sünneti yapılarak bu hastane açılmıştır. Onunla beraber yine Abdülhamit zamanında sokakta çocukların dilendiğinin ve kadınlarla beraber dilendiğinin görülmesi ilk defa dünyada Darülacezenin açılıp kurulmasına neden olmuştur.

Bizim bu Meclisten büyük zorluklarla geçirdiğimiz ombudsmanlar yani sivil deneticiler, Osmanlıdan gelen, kadılık müessesesinden gelen bir yöntemdir. Rusya’yla olan harpte esir düşen İsveç Kralı Türkiye’deki bu durumu ilk defa görmüş ve kendisi oradaki beş yıllık esirlik döneminde kendi memleketinde yapılan yanlışları nasıl takip edeceğini düşünmüş ve Türkiye’deki kadılık sistemini kendi ülkesine 1700’lü yıllarda götürmüştür.

TANJU ÖZCAN (Bolu) – İsveç Kralı mı?

TÜRKAN DAĞOĞLU (Devamla) - İsveç’le ilgili bir konuya girdiğiniz zaman, bu konu görüşüldüğü zaman onlar da asla ve asla bunu inkâr etmeden ortada büyük bir açık kalplilikle söylemektedirler.

Şimdi, asıl konumuz ve burada konuşulan şey, çocuk işçilerin durumu. Çocuk işçilerin durumuna da geldiğimiz zaman, şimdi biraz evvel yine muhalefet milletvekilimiz “Ben TÜİK’in şu şu değerlerini…” Değerli vekillerim, işimize geldiği yerde kabul edip işimize gelmediği yerde kabul etmemek olmaz. İnanıyorsak inanacağız, inanmıyorsak hep beraber hiçbirine inanmayacağız ve kuruma da bunu söyleyeceğiz.

Şimdi, Türkiye’de çocuk işçiliği çok azalmıştır. Azalmasının nedenlerini ben size burada rahatlıkla söyleyebilirim. Ben her zaman müdafaasını yapıyorum, her zaman gündeme getiriyorum, her zaman da gönülden inanıyorum; meslek okullarının kapatılması bu memlekete çok büyük zarar vermiştir ve sekiz yıllık kesintisiz mecburi eğitimle 15 yaşında olan bir kız çocuğu bu eğitimi bitirdikten sonra evine çekilmiş, erkek çocuğu da tarlada çalışıyorsa yine tarlasına gönderilmiştir.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Hocam, bu olmadı, siz bunu çok afaki söylüyorsunuz.

TÜRKAN DAĞOĞLU (Devamla) - Oysaki 4+4 sisteminde, ilk 4’ten sonra… Biraz evvel sayın muhalefet milletvekili de burada belirtti, “Dört yıllık eğitimden sonra siz çocukları işçi olarak götürüyorsunuz.” dedi. Hayır sayın vekillerim, değil, bu çocuklar okullar tarafından ve bunları kendi koruması altına alan kurumlar tarafından, sigortaları da o işveren tarafından ödenmek üzere bilinçli, düzgün ve kontrollü bir biçimde işe yerleştirilmektedir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – 9 yaşında ne sigortası Hocam?

TÜRKAN DAĞOĞLU (Devamla) - Bunun sonucunu bugün anlayamayız ama muhtemeldir ki -biliyorsunuz, AK PARTİ’nin hedefi 2023- 2023’e geldiğimiz zaman bunları çok daha iyi anlayacağımızdan, semerelerini her geçen sene göreceğimizden hiç şüpheniz olmasın.

Sayın vekilim, ben Paris’te bu konuyla ilgili toplantıya gittim.

TANJU ÖZCAN (Bolu) – Böyle konuştunuz mu?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – İnşallah orada bunları söylememişsinizdir.

TÜRKAN DAĞOĞLU (Devamla) - Paris’teki toplantıda, Avrupa Parlamentosunun toplantısında 4+4+4 eğitim sisteminin Türkiye’de çocuk işçiliğini azaltmada çok büyük katkısı ve faydası olduğu orada da tescil edilmiştir.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – İstanbul’daki dilenci çocuklara bakın, bırakın işsizliği.

TANJU ÖZCAN (Bolu) – Hocam, inandılar mı peki, inandılar mı orada? Bizi kandırabilirsiniz ama…

BAŞKAN – Şimdi, erkek milletvekili arkadaşlarım…

TÜRKAN DAĞOĞLU (Devamla) – Şimdi, burada, biliyorsunuz, en önemli şeylerden birisi ILO’nun kararlarıdır. Türkiye, bu ILO’nun kararlarıyla ne yapmıştır? Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, hiç kimsenin yaşına, cinsiyetine ve yeteneklerine uygun olmayan işlerde çalıştırılamayacağını hükme bağlamıştır. Anayasa’da yer alan haklara ek olarak çocukların istihdamına ilişkin kimi temel yasal düzenlemeler de vardır. Bunların birincisi, 4857 sayılı İş Yasası 15 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasını yasaklamakta ve yasada yer alan hükümlerin uygulanması hâlinde ceza öngörmektedir. Ancak, durum ne olursa olsun, istediğiniz kadar yasa koyabilirsiniz, mantaliteyi değiştirmezseniz yapacağınız şeyler çok sınırlı kalır.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Bu cümle doğru.

TÜRKAN DAĞOĞLU (Devamla) – Dolayısıyla, zihniyet değişimi en önemli şeylerden biridir. Yasayı çıkarmak çok kolay.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TÜRKAN DAĞOĞLU (Devamla) – Burada bazen anlaşabiliriz, bazen anlaşamayız ancak zihniyet değişimi çok önemlidir.

Dinlediğiniz izin teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dağoğlu.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Yalnız, sekiz yıllık zorunlu eğitimle ilgili biraz doküman karıştırın Sayın Hocam.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın konuşmacı Cumhuriyet Halk Partisi programıyla ilgili olarak çok yanlış değerlendirmelerde bulundu, söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz.

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Dağoğlu Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi üzerinde konuştu. Bizim konuşmamız, bizim grup önerimiz çocuk işçiliğiyle ilgili bir gerçeği ifade ederek günlük bir siyaset yaklaşımının üzerinde anlayışla, bu soruna çözüm bulmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine yapılan bir çağrıyı içeriyor. Sayın Dağoğlu başka şeyler söyledi…

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Hayır sayın vekilim, onu sizin milletvekilleriniz söylediler.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – …“pornografi” dedi, bir şeyler söyledi. Çocuk işçiliğine gelemediğinize göre çocuk işçiliği konusunda söyleyebileceğiniz bir şey yok.

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Geldim, geldim sayın vekilim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Şimdi, Sayın Dağoğlu, bakın, şu bizim programımız. Bizim programımızda “Korunmaya Muhtaç Çocuklar” başlıklı bir bölüm var.

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Gözden geçirmeniz lazım.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Güneydoğuyla ilgili raporlarınız vardı, ah, ah! Ne raporlarınız çıktı Sayın Hamzaçebi, ne raporlarınız da…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bakın, bu da AKP’nin programı. Ben “Korunmaya Muhtaç Çocuklar” başlıklı bir bölüm göremedim. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü sizin çocukları korumak gibi bir önceliğiniz yok.

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Koruduk, koruduk.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sizin döneminizde tarımda mevsimlik işçi olarak çalışan çocuk sayısında artış var, sanayide ve diğer sektörlerde, alanlarda çalışan mevsimlik işçi sayısında artış var. Yüzünüz ak değil maalesef kara, o nedenle oraya gelemiyorsunuz.

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Geliyoruz, geliyoruz Sayın Başkanım.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Programları böyle kıyaslayın.

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – On dakikalık konuşmanın beş dakikası…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Dağoğlu, öyle, saçma sapan bir “pornografi” kelimeleri, bir şeyleri söylediniz.

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Sizin vekiliniz söyledi.

AHMET YENİ (Samsun) – Ayıp, ayıp!

BAŞKAN – Yok, öyle konuştu.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bakın, bizim programımız burada.

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – O lafı sizin vekiliniz söyledi.

AHMET YENİ (Samsun) – Koskoca profesöre laf söylüyorsun, ayıp.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Biz, çocuğu her türlü zararlı etkiden korumayı amaçlıyoruz.

BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sen saçma sapan konuşuyorsun, sen.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Pornografi de çocukları istismar eden bir olaydır, önlemek, Parlamentonun, bütün toplumun, bütün hükûmetlerin görevidir.

Teşekkür ederim. Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) – Koskoca profesöre yaptığınız lafa bak.

BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Onun söyledikleri saçma sapan.

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Evet, Sayın Dağoğlu…

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Efendim, ben, Sayın Grup Başkan Vekilinin “Saçma sapan konuşmalar” diye söylemesi üzerine…

BAŞKAN – Hayır, “Saçma sapan konuşma” değil de…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır…

BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Öyle dedi, öyle dedi.

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Öyle dedi.

BAŞKAN – Ben size söz vereceğim ama kayıtlara da geçmesi açısından Sayın Hamzaçebi’nin söylediği şu: “Sayın konuşmacı, siz ‘porno’ diye saçma sapan bir kelime tutturdunuz.” (CHP sıralarından alkışlar)

BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Onun söyledikleri saçma sapan; o öyle dedi.

BAŞKAN – Kelimeye söyledi.

Ben size söz veriyorum, buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu'nun, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum söz verdiğiniz için.

Sayın Başkanım, Sayın Grup Başkan Vekilim; sizin milletvekiliniz çıkıp burada konuştuğu zaman, ben notumu aldım, bu tutumlarda Türkiye’de bütün bunların arttığını belirtti.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Kim, kim?

TÜRKAN DAĞOĞLU (Devamla) - Ancak, ben, bununla ilgili Brüksel’de bir toplantıya gittiğimi…

MELDA ONUR (İstanbul) – Paris’ti, şimdi Brüksel mi oldu?

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – “Paris” demiştiniz.

TÜRKAN DAĞOĞLU (Devamla) - …bu çocuk pornografisinin -aynen o sözü, kayıtlara bakarsanız- sadece bir ülkede önlenmesinin fayda sağlamayacağını, bunun bütün dünyayla beraber halledilmesi gereken bir sorun olduğunu sayın vekilime cevaben burada söyledim.

Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, benim söylediğim şudur: Sayın Dağoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi programından “pornografi” kelimesinin çıkarılması gerektiği yönünde bir görüş ifade etti. Benim eleştirdiğim konu budur. Bu programda çıkarılması gereken bir “pornografi” kelimesi bulunmamaktadır.

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Ben vekilime cevap verdim Sayın Başkan.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, bir “program” kelimesi ettiniz. Lütfen…

O nedenle söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurunuz.(CHP sıralarından alkışlar)

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir milletvekilinin, Sayın Dağoğlu’nun Cumhuriyet Halk Partili bir milletvekilini eleştirmesi üzerine ben buraya çıkıp cevap vermek durumunda değilim, o milletvekili arkadaşımız kimse kendisini savunur. Bu benim alanıma girmez.

Ancak, Sayın Dağoğlu, siz, Cumhuriyet Halk Partisi Programı’ndan “pornografi” kelimesinin çıkarılması gerektiğini söylediniz.

BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Öyle bir şey demedi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Ben dinledim.

Sayın Atalay, siz herhâlde iyi dinleyemediniz, öyle zannediyorum.

BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Ben de dinliyorum burada. Yanlış söylüyorsunuz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Siz dinleyemediniz, nüfuz edemediniz konuya efendim herhâlde. Tutanaklara bakın, böyle bir kelimenin burada olması…

BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – “Saçma sapan” diye bir kavram kullandınız.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Evet, “pornografi” kelimesiyle Cumhuriyet Halk Partisinin programını yan yana getirmeyi ben o sıfatla nitelendiririm.

Burada “pornografi” kelimesi bir tek şekilde yer alabilir, böyle bir şey yok “Bu bir tehlikedir, çocuklarımızı bundan koruyalım.” Budur, benim söylediğim budur.

Lütfen, ben size cümlenizi düzeltme fırsatı veriyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

3.- CHP Grubunun, Grup Başkan Vekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi tarafından, çocuk işçiliği sorununun tüm boyutlarıyla araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla 20/11/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Kasım 2014 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisini…

III.-YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Yoklama isteniyor.

Sayın Hamzaçebi, Sayın Dibek, Sayın Serindağ, Sayın Özcan, Sayın Öz, Sayın Onur, Sayın Özgündüz, Sayın Özel, Sayın Genç, Sayın Çıray, Sayın Küçük, Sayın Acar, Sayın Tanal, Sayın Demiröz, Sayın Kaleli, Sayın Özkoç, Sayın Haberal, Sayın Köktürk, Sayın Özdemir, Sayın Aldan.

Yoklama için iki dakika süre veriyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 19.22

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.32

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

III.-YOKLAMA

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin oylamasından önce istem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi yoklama işlemini tekrarlayacağım.

Yoklama için iki dakika süre veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

3.- CHP Grubunun, Grup Başkan Vekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi tarafından, çocuk işçiliği sorununun tüm boyutlarıyla araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla 20/11/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Kasım 2014 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum.

Oturumu kapatmadan önce ben sizden söz istemiştim, yoklamaya geçildi. O anlamda, biraz önce Sayın Dağoğlu konuşmasında ismimi direkt kullanmadı. ancak konuşmasından çıkan mana milletvekili olarak beni tarif ediyor. Sataşmadan dolayı…

BAŞKAN – Ama siz hukukçusunuz. Ha bire hepimize İç Tüzük’ü ve hukuku hatırlatıyorsunuz. Aman ne kadar güzel! Ara verildiği için ben şimdi size gol atıyorum, çok güzel!

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bana gol atmadınız. Niçin?

BAŞKAN – Şimdi şöyle: Yani, size sataşmadan söz veremem. Oturduğunuz yerden bir dakikalık söz verebilirim ama o konu hakkında çok konuşuldu. İsterseniz yani benim anladığım şu oldu, rencide olmasın ortam diye söylüyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Metinden okuyacağım, aynen.

BAŞKAN – Bakın, ben başka bir şey söylüyorum, bir ricada bulunuyorum; yaparsınız, yapmazsınız. Yani, makul olursa sevinirim, başka bir şey söyledim.

Evet, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

14.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Dağoğlu herhâlde notları eksik ve yanlış yazmış. Tutanaktaki sözlerimi aynen okuyorum: “Türkiye çocuk pornografisi konusunda riskli ülkeler arasında. Medyanın olumsuz etkilerinden çocuğun korunması gerekir. Bu konuda bir sistem geliştirilmesi… Türkiye’nin çocuk göstergeleri dünya ortalamasının altında.” Benim sarf ettiğim cümle bu ve netice itibarıyla, herhâlde ya notlarını yanlış almıştır veyahut da bilinçli olarak kamuoyu önünde partimizi aşındırma amacıyla cümle sarf etti. Ben yakıştıramadım bir öğretim üyesi hocamıza ve şunu söyleyeyim…

BAŞKAN – Siz düzelttiniz, tamam.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Peki, teşekkür ediyorum, sağ olun.

BAŞKAN – Tamam, teşekkür ederim. Çünkü, partinizi Sayın Hamzaçebi korudu.

Teşekkür ederim, sağ olasınız.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/758) (S. Sayısı: 640) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Burada.

İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülen tasarının geçen birleşimde ikinci bölümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.

Şimdi, ikinci bölümde yer alan maddeleri varsa son madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

Madde 10’da üç adet önerge vardır, sırasıyla okutup işleme alacağım.

Okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte Kanun Tasarısının 10. maddesinin 1. Fıkrasının 1. Cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, son cümlesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

“Genel Kurul kendi üyeleri arasından yapılan oylamada dört yıl görev yapmak üzere en çok oyu alan 3 asil ve takip eden en çok oyu alan 2 kişiyi yedek denetçi olarak seçer.”

                    Faruk Bal                                      Lütfü Türkkan                                 Yusuf Halaçoğlu

                       Konya                                              Kocaeli                                             Kayseri

                   Emin Çınar                                 Ahmet Duran Bulut                                D. Ali Torlak

                   Kastamonu                                         Balıkesir                                            İstanbul

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu tasarısının 10. Maddesinin başlığıyla birlikte aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

           Dilek Akagün Yılmaz                          Ömer Süha Aldan                                 Turgut Dibek

                        Uşak                                                Muğla                                             Kırklareli

              Ali İhsan Köktürk                                Ali Rıza Öztürk                                       İsa Gök

                   Zonguldak                                           Mersin                                              Mersin

                  Gürkut Acar                                        Atilla Kart

                      Antalya                                              Konya

“Denetçiler

Madde 10- (1) Genel Kurul, üyeleri arasından ya da dışarıdan mesleğinde uzman üç kişiyi dört yıllığına denetçi olarak seçer. Denetçilerin görevlerinin herhangi bir sebeple sona ermesi hâlinde kalan süreyi tamamlamak üzere bir yedek denetçi seçilir.

(2) Denetçiler, yönetim kurulunun yıllık faaliyetlerini denetleyerek genel kurula sunmak üzere her yıl bir rapor hazırlar."

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                Pervin Buldan                                   İdris Baluken                                       Erol Dora

                        Iğdır                                                Bingöl                                              Mardin

                 Hasip Kaplan                                     Adil Zozani

                       Şırnak                                              Hakkâri

BAŞKAN – Komisyon, katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Yapılan değişiklik ile kurulacak olan İstanbul Tahkim Merkezi’nin yargı mekanizmasında yaratacağı sakıncaların önlenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca, öngörülen denetçi sayısının "bir"e kadar indirgenmiş olmasının yaratacağı sakıncaların da giderilmesi amaçlanmıştır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu tasarısının 10. Maddesinin başlığıyla birlikte aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Turgut Dibek (Kırklareli) ve arkadaşları

“Denetçiler

Madde 10- (1) Genel Kurul, üyeleri arasından ya da dışarıdan mesleğinde uzman üç kişiyi dört yıllığına denetçi olarak seçer. Denetçilerin görevlerinin herhangi bir sebeple sona ermesi hâlinde kalan süreyi tamamlamak üzere bir yedek denetçi seçilir.

(2) Denetçiler, yönetim kurulunun yıllık faaliyetlerini denetleyerek genel kurula sunmak üzere her yıl bir rapor hazırlar."

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Acar, buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 640 sıra sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı’nın 10’uncu maddesiyle ilgili söz aldım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı Türkiye'nin tüm değerlerini, tüm kurumlarını altüst etmeye, ters yüz etmeye devam ediyor. Bunların bir devamı olarak da “İstanbul’u finans merkezi yapacağız.” diyerek Türkiye'nin finans sistemini de altüst ediyor. Bunun uzantısı olarak da İstanbul’da bir tahkim merkezi açılmak isteniyor. Tahkimin amacı nedir? Tahkimin amacı, emperyalist ülke şirketlerinin girdikleri pazar ülkelerinde rahat hareket edebilmelerini sağlayacak bir yargı sisteminin oluşturulmasıdır. Ülkeler, kendi ulusal yargı sistemine güvenmedikleri için alternatif bir sistem oluşturmaya çalışıyorlar. Türkiye bu tahkimin bir parçası olmuştur, birçok davada taraf olmuştur. Şimdi, İstanbul’da bir tahkim merkezi açılacak ve emperyalist ülke şirketlerinin Türkiye’de at oynatmasına da izin verilecek.

Değerli arkadaşlar, bir merkez oluşturuyoruz, birçok kurumdan seçim yapılacak bu merkeze. Ama ne yazık ki bu seçimlerin büyük çoğunluğuna Hükûmet müdahalesi olacak. Hükûmetin istediği kişiler gelecek, istemedikleri de gelmeyecek. Bunu görmek, bunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Adalet ve Kalkınma Partisinin yaptıklarına bakın, yapacaklarını da anlarsınız. Burada daha önce benzerlerinde yaşandığı gibi bağımsız, özerk, güvenilir bir kurum değil, bir AKP merkezi kurulmaya çalışılıyor. Her alandaki kadrolaşmanın, yandaş kurumlar yaratmanın bir benzeri getiriliyor. O kurumlar nasıl işlemiyor ve güven vermiyorsa bu tahkim merkezi de benzer bir sonu yaşayacaktır, Türkiye’ye ağır faturalar yükleyecektir. Bütün bağımsız ve özerk kurumlar, ombudsmanlık, İnsan Hakları Kurumu, RTÜK, HSYK nasıl hepsi itibarlarını, güvenilirliklerini kaybettilerse bunun da sonu aynı olacaktır çünkü aynı anlayışla oluşturuluyor. Bugün YÖK’e sadece AKP güveniyor, bugün RTÜK’e sadece AKP güveniyor. Bütün kurumlar AKP’nin ajanları gibi hareket ediyor. AKP’yi eleştirenler derhâl cezalandırılıyor. CHP’ye hakaretler serbest. CHP’ye yönelik küfürler görmezden geliniyor. AKP için de koruma kalkanı olan RTÜK’ün içine düştüğü duruma bir bakınız, ibret vericidir. Bu nedenle, tahkim merkeziyle ilgili 10’uncu maddedeki denetçi konusu üzerinde durmanın da aslında fazla anlamı yoktur.

Adalet Komisyonundaki arkadaşlarımız muhalefet şerhine doğru bir tespitle “Denetçi sayısı yetersiz.” yazmışlar. Doğrudur, sayı yetersizdir ama hepsi AKP’li olacağı için 1 ya da 3 kişi olmasının hiçbir anlamı da yoktur.

Değerli arkadaşlar, tahkim konusu konuşulduğu için ben burada bir konu hakkında da bilgi istiyorum. Uzan dosyaları gibi birçok konunun tahkime gittiğini biliyoruz. O nedenle sormak istiyorum: AKP iktidarı döneminde Türkiye tahkime giden dosyaları savunmak için Türkiye’den hangi hukuk büroları ve kimlerle anlaşmıştır? Bunlara yapılan ödemeler ayrı ayrı nedir? Türkiye’nin kazandığı ve kaybettiği davalar ayrı ayrı hangileridir? Bunları da öğrenmek istiyoruz.

Ben bu konuyu daha önce de Türkiye Büyük Millet Meclisinde sordum ama bir yanıt alamadım. Çünkü Türkiye’de hiçbir kural ve hiçbir kurum işlemediği için Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim yetkisi de işlemiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı yargı konusunda “Anayasa 138 çökmüştür.” dedi ama çöken sadece bu madde değil, milletvekillerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim yetkisi de sıfırlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş 14.433 soru önergesi yanıtlanmamıştır, 15 bin soru yanıtsızdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetimi de işlemiyor. Benim iki üç yıldır yanıt alamadığım önergeler var, böyle bir denetim olabilir mi? Meclis Başkanı diyor ki: “Bu konuyla ilgili, Hükûmeti 9 kez uyardım.” Peki, uyardın da ne oldu? Bir sonuç var mı? Yok. Çünkü nasıl hiçbir kurum işlemiyorsa Türkiye Büyük Millet Meclisi de işlemiyor, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının da etkinliği yok.

Aslında bu tasarıyla ilgili de durum aynıdır. Pek çok kurum ve bakanlığın İstanbul Tahkim Merkezi Tasarısı’na çok ciddi eleştirileri var, tasarının eksik olduğunu söylüyorlar. Dinleyen var mı? Yok. Yani bir yandan, “Çok önemli bir kurum oluşturuyoruz, bu kurum çok önemli işler yapacak.” diyeceksiniz, “Çok büyük kurumlardan seçim yapıyoruz.” diyeceksiniz, sonra bu koskoca kurumu tamamen Adalet Bakanlığının resmî dairesi gibi bir hâle getireceksiniz. Bunun akılla, mantıkla bir ilgisi var mı? Yok. Çünkü AKP’nin hiçbir işinde hayır yok değerli arkadaşlarım.

Önergemize desteğinizi bekliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi işleme alıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte Kanun Tasarısının 10. maddesinin 1. Fıkrasının 1. Cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, son cümlesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

“Genel Kurul kendi üyeleri arasından yapılan oylamada dört yıl görev yapmak üzere en çok oyu alan 3 asil ve takip eden en çok oyu alan 2 kişiyi yedek denetçi olarak seçer.”

Faruk Bal (Konya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Konya Milletvekili Sayın Bal, buyurunuz.

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 10’uncu maddeye kadar İstanbul tahkim merkezinin genel kurulu AKP’nin istediği şekilde teşkil edildi, yönetim kurulu AKP’nin istediği şekilde teşkil edildi ve bu merkezin genel kurulunu ve yönetim kurulunu yaptığı iş ve işlemler nedeniyle denetleyecek olan 10’uncu maddeyle ilgili olmak üzere söz aldım. Yüce heyeti bir kez daha selamlıyorum.

Neyi denetleyecek denetim kurulu? Genel kurulun yetki vermiş olduğu, genel kurulun görev vermiş olduğu alanlarda yönetim kurulunu denetleyecek. Zaten, Ali’nin takke, Veli’nin takke birbirine girecek ve sandalye paylaşımı şeklinde oluşacak 25 kişilik genel kurul içerisinde birbirinin eşi dostu, akrabası ama ortak paydası AKP yandaşı olarak oluşturulan genel kurulun içinden seçilecek olan denetçilerin hakkıyla görevini yapabileceğine inanmıyoruz. Ancak, buna rağmen, hiç olmazsa hukukun gerektirdiği şekilde bir denetim organı oluşsun diye önceden verilen talimatlarla kaldırılacak parmaklara göre değil, belki içinden oy oranı itibarıyla, oy sayısı itibarıyla farklı bir sonuç çıkabilir ümidiyle denetim kurulu üyelerinin genel kurulda alacakları oy sıralamasına göre seçileceğine ilişkin verdiğimiz önergeyi reddedeceksiniz. “Reddedeceğimizi bilerek niye bu önergeyi verdiniz?” diye bir sual de akla gelecektir. Elbette burada sizin yaptığınız işlerin yanlışını hiç olmazsa kayda geçirmek bizim görevimiz. Hiç olmazsa Meclis zabıtlarını ileride, 2010 tarihinde yaptığınız Anayasa değişikliğiyle Türkiye’yi nasıl belalara sürüklemiş olduğunuzu, yargıyı nasıl siyasallaştırdığınızı, nasıl partileştirdiğinizi kendiniz de anladınız, şimdi İstanbul tahkim merkeziyle özel hukuk alanında hukuki ve ticari ihtilafların çözümünde de nasıl bir partizanca merkez kurduğunuzu bu şekilde ileride okuyanlar, anlayanlar, araştıranlar hiç olmazsa araştırsınlar.

Değerli arkadaşlarım, işte o 2010’un ruhu bu tasarının içerisindedir, 2010 Anayasa değişikliğinin ruhu bu tasarı içerisindedir. O ruh, kurulacak olan İstanbul tahkim merkezine parti kimliğini, parti ruhunu aynen yansıtmaktır. Bu yansıtılınca ne olacaktır? Yargının bu alanı, özel hukuk alanı ve buradaki tahkim kurulu doğrudan siyasi otoritenin rengi ve onun kontrolü altında hissedilecektir. Dolayısıyla adına “bağımsız” da deseniz, adına “tarafsız” da deseniz bu öyle anlaşılmayacaktır. Niçin? Kendi eliyle Türkiye’de banka batıran bir Hükûmetin idare ettiği yargı acaba bağımsız ve tarafsız olabilir mi? Hangi finans çevresi Türkiye’ye gelir de Hükûmet eliyle batırılan bankanın bulunduğu bir finans alanının ve bunu kontrol edebilecek olan hukuk alanının bağımsız ve tarafsız olduğuna inanabilir? Hükûmetin başının, yani Başbakanın doğrudan “Kamu düzenini sağlayamıyoruz.” dediği bir ülkede hiç güvenilirlik, hukuki güvenilirlik olabilir mi? İçişleri Bakanının “Alan hâkimiyetini kaybettik terör örgütüne karşı.” ikrarının bulunduğu bir ülke acaba hukuki açıdan güvenli ve o hukuk kurumunun da bağımsız ve tarafsız olduğuna inanılabilir mi?

İşte bu düşüncelerle önergemize destek verilmeyeceğini bile bile düşüncelerimizi sizlerle paylaşıyor ve yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi birleşime yarım saat yemek arası veriyorum.

Kapanma Saati: 19.52

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.24

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

640 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet burada.

11’inci madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı Kanun Tasarısının 11. maddesinin (1). fıkrasında yer alan “yeterli” ibaresinin “en az beş yıllık” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                Mustafa Elitaş                            Mehmet Doğan Kubat                           Yusuf Halaçoğlu

                      Kayseri                                             İstanbul                                             Kayseri

        Mehmet Akif Hamzaçebi                           Turgut Dibek                                 Osman Aşkın Bak

                     İstanbul                                           Kırklareli                                            İstanbul

                    Erol Dora

                      Mardin

BAŞKAN – Komisyon, demin okuduğumuz, bütün grup başkan vekillerinin imzası olan önergeye…

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılıyoruz.

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Danışma kurulu üyeliğine seçilme şartları yeniden düzenlenmektedir.

BAŞKAN – Herkesin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi, kabul edilen önerge çerçevesi içinde maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 12’de üç adet önerge vardır, ikisi aynı mahiyettedir. Ayrı ayrı okutup işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu tasarısının 12. Maddesinin 1. fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, 3. Fıkranın son cümlesinin ise "İtiraz üzerine verilen kararlara karşı taraflar tebliğden itibaren bir hafta içinde Genel Kurula da itiraz edebilirler.” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

           Dilek Akagün Yılmaz                          Ömer Süha Aldan                                 Turgut Dibek

                        Uşak                                                Muğla                                             Kırklareli

                Ali Rıza Öztürk                                    Gürkut Acar                                        Atilla Kart

                      Mersin                                             Antalya                                              Konya

              Ali İhsan Köktürk                                     İsa Gök

                   Zonguldak                                           Mersin

(1) Merkez bünyesinde ayrı ayrı Milli Tahkim Divanı ve Milletlerarası tahkim divanı oluşturulur. Tahkim divanlarına tahkim alanında tecrübeli kişiler arasından, üçü mesleğinde en az on yıl tecrübeye sahip hukukçu olmak üzere beş kişi Genel kurul tarafından seçilir. Seçilen tahkim divanı üyelerinin görev süresi beş yıldır.”

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi okutacağım iki önerge aynı mahiyette bulunduğundan önergeleri birlikte işleme alacağım. Talepleri hâlinde önerge sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim veya gerekçelerini okutacağım.

Şimdi, aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı kanun tasarısının 12 inci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                Pervin Buldan                                   İdris Baluken                                       Erol Dora

                        Iğdır                                                Bingöl                                              Mardin

                 Hasip Kaplan                                     Adil Zozani

                       Şırnak                                              Hakkâri

Aynı mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:

                    Faruk Bal                                      Lütfü Türkkan                                 Yusuf Halaçoğlu

                       Konya                                              Kocaeli                                             Kayseri

                   Emin Çınar                                 Ahmet Duran Bulut                                D. Ali Torlak

                   Kastamonu                                         Balıkesir                                            İstanbul

BAŞKAN – Komisyon önergelere katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önce Sayın Buldan ve arkadaşlarının önergesinin gerekçesini okuyun.

Gerekçe:

Yapılan değişiklik ile kurulacak olan İstanbul Tahkim Merkezi'nin yargı mekanizmasında yaratacağı sakıncaların önlenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca madde metninde, Milli Tahkim Divanı ile Milletlerarası Tahkim Divanının görevlerine ve yetkilerine dair hiçbir düzenlemeye yer verilmemiş olması da önemli bir eksikliktir.

BAŞKAN – Diğer önergenin de gerekçesini rica edeyim.

Gerekçe:

Maddenin son fıkrasında tahkim divanlarının Merkezin belirlediği Tahkim Kurallarında öngörülen görevleri yerine getirmek amacıyla kurulduğu yazılıdır.

3. fıkrasında ise divana başvuranlar ve başvuru üzerine alınacak karar ve bu karara karşı tarafların itirazından söz edilmektedir.

Bu madde ile bağımsız ve tarafsız bir tahkim merkezi değil, kamu yetkisi ve bütçesi kullanan kurumların üyelerinden oluşan siyasi iktidarın etkisinin yoğun olacağı bir yapı öngörülmektedir.

4686 sayılı Kanuna ve New York Sözleşmesine hiçbir atıf yapılmadığına göre bu madde ile ihdas edilen Milli ve Milletlerarası Tahkim Divanları milli ve milletlerarası tahkim mevzuatıyla değil dilediği gibi karar verebilecektir.

Bu durumun yaratacağı hukuki güvensizlik sebebiyle tahkim başvurusu sınırlı sayıda olacak ve başvuranlar da siyasi himaye talebinde bulunacaktır.

Özellikle kamu idarelerinin taraf olduğu sözleşmeler gereği tahkim şartına binaen siyasi himayeye mazhar olanlara yeni bir kapı açılmaktadır.

Bu madde ile kamu kaynaklarının sözleşmelerdeki tahkim şartı bahane edilerek yandaşlara peşkeş çekileceği izlenimi yaratmaktadır.

Siyasi iktidarın etkin olacağı bir Divana yargılama yapma yetkisi anlamı taşıyan ve muğlak ifadelerle Tahkim Divanlarını Tahkim merkezinin Yönetim Kurulunun kontrolüne sokan bu maddenin metinden çıkarılması amacıyla bu önerge verilmiştir.

BAŞKAN – Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu tasarısının 12. Maddesinin 1.fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, 3. Fıkranın son cümlesinin ise "İtiraz üzerine verilen kararlara karşı taraflar tebliğden itibaren bir hafta içinde Genel Kurula da itiraz edebilirler şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Dilek Akagün Yılmaz (Uşak) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Acar, buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 640 sıra sayılı İstanbul’da tahkim merkezi kurulmasıyla ilgili kanun tasarısının 12’nci maddesiyle ilgili önergemiz üzerine söz aldım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Bu tasarının 12’nci maddesiyle Millî Tahkim Divanı ve Milletler Arası Tahkim Divanı kurulmaktadır. Bu 12’nci maddede, ne iş yapacak bu iki tane divan, bu konuda açıklık yoktur. Görev ve yetkileri konusunda bir cümle dahi bulunmamaktadır. Yalnız son kısmında, burada “Tahkim Divanı, Merkezin belirlediği tahkim kurullarında öngörülen görevleri yerine getirir.” Denilmektedir. Bu, yuvarlak bir sözdür ve ciddi sonuçlar doğuracak görev ve yetkileri konusunda açıklık taşımamaktadır. Ancak (3)’üncü fıkrada karar nisabı ve karara itiraz süresinin düzenlenmesi nedeniyle hakem kararlarına karşı itirazın divana yapılacağı izlenimi doğmaktadır. Bu da bir izlenimdir. Bu durumda divana yönetim kurulu tarafından seçilecek hukukçu üyelerin dahi tahkim ve arabuluculuk konularında uzmanlıklarının aranmaması ciddi bir sorundur. Üstelik yönetim kurulu başkanı ve genel sekreterin doğal üyesi olduğu 5 kişilik divanın kararlarının kesin olması da hak kayıplarına yol açacaktır. Tasarı bu hâliyle yönetim kurulu üyelerinin tam hâkimiyeti sonucunu doğurmaktadır. Çünkü yönetim kurulu genel sekreteri divan üyelerini ve uyuşmazlık yöntemlerini belirlediği gibi, belirlediği, doğrudan etkili olduğu, divanın üzerinde verdiği kararın kesin olması adil bir yaklaşım değildir. Bu nedenle en azından itirazların genel kurula yapılabilmesini talep ediyoruz.

Bu kanunla getirilen yeterliliğin ölçüsü nedir değerli arkadaşlarım, bir de ona bakmak lazım, nasıl bir yeterlilik getiriliyor? Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan ancak hâlâ Başbakanlık yapmaya devam eden Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yakını olmak yeterli mi sayılacaktır? Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna yapılan atamalar gibi, AKP’nin avukatı olmak yeterli mi sayılacaktır? Ya da Adalet ve Kalkınma Partili olmak yeterlilik için yeterli olacak mıdır? Ya da bu arada yeterli olmak için hazırlanan kimseler mi vardır? Bunları uzatmak mümkündür. Bu merkez, AKP’li yandaşların nemalandırılacağı bir kurum olmaktan öteye gidemeyecektir, bunu hep beraber göreceğiz, bunu görmek için kâhin olmaya da gerek yoktur.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de hiçbir kurum işlemiyor. Bu tablonun nedeni, aslında kendine 1,5 katrilyon liralık saray yaptıran AKP’nin Sayın Cumhurbaşkanının tutumudur. Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç diyor ki: “1,5 milyar lira, eski parayla 1,5 katrilyon lira az para değil.” Bu nasıl bir ölçü, anlamak mümkün değil, 1,5 katrilyon lira az para değilmiş. 1,5 katrilyon lira çok paradır, çok büyük paradır. Milyonlarca insan yoksulluk sınırında yaşarken, her ay asgari ücretliden 150 lira vergi alınırken 1,5 katrilyon lira çok ama çok büyük paradır ve bu para birinin keyfi için harcanmıştır ve bu denetlenebilen, hesabı sorulan bir para değildir.

Şimdi ben burada sormak istiyorum: Bu sarayın muslukları altından mıdır değil midir? Eminim ki “Değildir.” diyeceksiniz. Peki, yarın “Altın musluk istiyorum.” derse ne olacak? “Ya, o kadar da olmaz.” diyebilecek misiniz? “Sayın Erdoğan, milyonlarca insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor, insanlar 800-900 lira kazanabilmek için maden ocaklarında can veriyor, böyle bir ortamda altın musluk olmaz.” diyebilecek misiniz? Yani Cumhurbaşkanınıza nerede dur diyeceksiniz, ben bunu merak ediyorum. Gezi direnişinde çocuklar ölürken dur diyebildiniz mi? “Camide içki içtiler.” yalanına dur diyebildiniz mi? “İnsanlar parkına sahip çıkıyor, oraya kışla yapılamaz.” diyebildiniz mi? Şimdi, yine kışla gündeme alınmış. Siz dur diyebilecek misiniz? Yolsuzluklar örtülürken dur diyebildiniz mi? “Hakara, makara”ya dur diyebildiniz mi? Bütün belediyeler sıraya girmiş, binalarını TÜRGEV’e bağışlıyor. Antalya’da gördük, öğrenciler 200’liraya kalıyordu, şimdi 500 lira oldu. “Ya, böyle bir şey olur mu, bu çocuklara yazık değil mi?” diyebildiniz mi, sorabildiniz mi? Dindar, kindar gençlik için eğitim altüst edildi, siz ona dur diyebildiniz mi? 400 milyon liralık uçağa dur diyebildiniz mi? Saray için katrilyon harcanırken dur diyebildiniz mi? Diyemediniz, diyemezsiniz, bir tek kişi ne isterse onu yapıyor bu ülkede. Böyle bir anlayış, böyle bir demokrasi olmaz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de kurumlar, adalet, sadece AKP için işliyor. 17 ve 25 Aralıktan sonra neler değişti? Önce savcılar değişti, sonra suçun tanımı değişti, soruşturmanın yöntemine ilişkin kanun maddesi değişti, iki dosyada da takipsizlik kararı verildi. İşte bu, Adalet ve Kalkınma adaleti bu. Bitti mi? Bitmedi ama bizim vaktimiz bitti.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 13’te iki adet önerge vardır, sırasıyla okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte Kanun Tasarısının 13. Maddesinin; (2) fıkrasında bulunan “Kurulu” kelimesinden sonra gelmek üzere “Kurulunun teklifi üzerine Genel” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

        Faruk Bal                     Lütfü Türkkan                Yusuf Halaçoğlu

           Konya                            Kocaeli                           Kayseri

       Emin Çınar                Ahmet Duran Bulut               D. Ali Torlak

       Kastamonu                       Balıkesir                         İstanbul

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte 640 sıra sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu tasarısının 13. Maddesinin 4. Fıkrasının metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

    Dilek Akagün Yılmaz             Turgut Dibek            Ali İhsan Köktürk

    Uşak                           Kırklareli                    Zonguldak

        Ali Rıza Öztürk                     İsa Gök                     Atilla Kart

     Mersin                            Mersin                         Konya

      Uğur Bayraktutan                Gürkut Acar

     Artvin                            Antalya

BAŞKAN – Komisyon katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Kim konuşacak?

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Uğur Bayraktutan.

BAŞKAN - Sayın Bayraktutan, buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; ben bugün tahkim üzerine konuşmayacağım bu maddede. Neden? Çünkü tahkim üzerine, milletvekillerimiz gerekli muhalefet şerhlerini yazdılar, konuştular.

Başka bir konuyu yüce Meclisle paylaşmak istiyorum. Biraz önce, daha önce burada onlarca kez konuştum -Türkiye Büyük Millet Meclisinde- Artvin’de maden çıkartılmasına ilişkin, Cerattepe’ye ilişkin. Biraz önce, birkaç saat evvel yürütmeyi durdurma kararı çıktı Rize İdare Mahkemesinden. Bu bizim için çok önemli. Bakın, şu ana kadar bana 50’ye yakın mesaj geldi, şu saatlerde Artvin’de caddelerde, sokaklarda insanlar konvoy yapıyorlar. Bir kentin kimliğini, bir kentin coğrafyasını, bir kenti canavarların elinden –açık konuşayım- kurtarmanın keyfini yaşıyor Artvin. Artvinlinin bu kutsal mücadelesini, bu başarısını yüce Meclisten bir kere daha kutluyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu mücadeleye ilişkin olarak Artvinliler Rize İdare Mahkemesinde olumlu ÇED kararının iptali için bir dava açtılar. Bu dava yirmi beş yıla yakındır süren bir süreç. Daha önce Rize İdare Mahkemesi, Artvin’de maden çıkartılmamasına ilişkin kesinleşmiş, Danıştaydan geçmiş olan bir karar verdi. Tahkimi bir kenara bırakın, bu ülkede mahkeme kararlarının bile tanınmadığı, bir anlamda keenlemyekûn ilan edilmiş olduğu bir süreçle karşı karşıyayız. Bu mahkeme kararının varlığına rağmen, “Artvin’de maden çıkartılmaz.” şeklindeki mahkeme kararının kesim hükümle tescil edilmiş olmasına rağmen, ne yazık ki ilgili şirket maden çıkartmayla ilgili çalışmalarına devam etti.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanla -Orman Bakanıyla- bundan birkaç gün evvel bir görüşme yaptım. Burada yapmış olduğum sözlerde de söylemiştim. Ben avukatlık yaptığım yıllarda şöyleydi: 6831’i yani Orman Kanunu’nu ihlal edenlere ilişkin olarak devletin bir gücü vardı. Devlet bu kanunu ihlal edenlerin yani ağaç kesenlerin karşısına dikilir, biz de avukatlık yapıyorken o orman suçu işleyen kişilerin avukatlığını yapardık. Şimdi devir değişti arkadaşlar.

Bakın, Artvinliler yirmi güne yakındır ormana çıkıyorlar, ormanda nöbet tutuyorlar, Orman İşletme Müdürlüğü, Orman Bölge Müdürlüğü ağaçları kesmesin diye. İnanmadığınızı tahmin ediyorum, abarttığımızı da düşünebilirsiniz. İnanılmayacak bir şey yani Artvinliler nöbet hâlinde. Siyasi parti ayrımı filan da yapmıyorum, sizinkiler de var işin içerisinde yani bu anlamda gerçekten dik duruş sergileyen, sizden de var, iktidar partisinden arkadaşlarımız da var, MHP’den arkadaşlarımız var, Cumhuriyet Halk Partililer var. Siyasal kimliklerini kenara koyuyorlar, diyorlar ki: “Ağaçlarımızı kesmeyin.”

Sayın Bakana -Sayın Veysel Eroğlu’na- dedim ki: “Sayın Bakan, bakın, aynı İzmir’de yaşanan cinayetin bir başka boyutunu Artvin’de yaşatmak istiyorsunuz. İzmir’de binlerce zeytin ağacını kestiler. Ya, bir bekleyin, şu yürütmeyi durdurma kararı bir çıksın. Eğer tersi çıkarsa, biz hukuka ve kanunlara saygılıyız, gereğini yaparız. Ama, bu karar çıkmadan, bir an evvel ağaç kesmedeki aceleciliğinizi anlayamıyorum.” Sayın Bakan-Orman Bakanı- çok derin bir terminoloji içerisinde neden ağaç kesmeleri gerektiğini bana anlattı.

Değerli arkadaşlar, bir kere daha söylüyorum, Artvinliler ağaçlar kesilmesin diye gündüz gece demeden ağaçların başında nöbet tutuyorlardı. Ama, bir şeyi öğrendik bu akşam: Bu ülkede hâlen -hani derler ya “Berlin’de hâkimler var.” diye- hâkimlerin olduğunu öğrendik, Rize’de bir mahkemenin olduğunu öğrendik. Rize İdare Mahkemesinin Başkanını ve yargıçlarını içtenlikle kutluyorum. Rize’de, burada yapılan keşifle, burada yapılacak olan bir maden çıkartma faaliyetinin bir kenti komple yok edeceğine ilişkin bir tabloyu ortaya koydular, bir fiilî durumu ortaya koydular. Aslında, verilen karar, bu yürütmeyi durdurma kararı bir ihsası reydir. İleride verilecek olan bir nihai kararın da hangi doğrultuda yapılacağına ilişkin gerçekten bir karar verdiler.

İki gün evvel İçişleri Komisyonunda Sayın Bakana seslendim: “Bakın, Artvinliler cumhuriyetin hiçbir döneminde devletle ve güvenlik güçleriyle karşı karşıya gelmediler. Bunu da, karşı karşıya getirme beceresini ne yazık ki sağlayacaksınız. Eğer bir tek Artvinlinin burnu kanarsa bunun bedeli ağır olur.” dedim. Artvinliyi devletle karşı karşıya getirmeyin. Artvinliler orada ormanlarını korumak için, ağaçlarını korumak için sabahlara kadar nöbet tuttular; gelip de kimseye kimlik sormadılar, asayiş timleri kurmadılar değerli arkadaşlarım, böyle şeyler yapmadılar, bayrağı tartışmadılar, vergi toplamadılar, para basmadılar, “Ben devlet kuruyorum.” demediler Artvinliler. (CHP sıralarından alkışlar) “Cumhuriyete, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, cumhuriyetin değerlerine bağlıyız.” dediler. Bunları anlayın.

Biz Artvin’de madeni istemiyoruz. Başka türlü mü konuşalım? Türkçe anlatıyoruz, istemiyoruz. Bu ihalenin nasıl yapıldığını biz biliyoruz. Buradan defalarca anlattım, ihaleye nasıl fesat karıştırıldığını da anlattım. Yapmayın bu işi, Artvinliler bu cinayeti istemiyor. Artvin’e gelenler bilir, kentin tepesinde beynimizi, varlığımızı, varlık nedenimizi ortadan kaldırmaya çalışıyorsunuz. Eğer orada ağaçları keserseniz orada kent diye bir şey kalmaz değerli arkadaşlarım. O nedenle, siyasal kimliklerini kenara koyarak diyorlar ki: “Yapmayın, bu cinayete, bu kıyıma ‘Dur.’ deyin.” O nedenle, bu akşamki Rize İdare Mahkemesinin kararı hem Artvin için hem o coğrafya için hem oradaki tabiat için, flora için, fauna için çok önemli. O nedenle, bu verilen karar bizleri bir anlamda, kısmi de olsa rahatlattı.

İkinci bölümde bir konuşma daha yapacağım, orada geri kalanına devam edeceğim.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte Kanun Tasarısının 13. Maddesinin; (2) fıkrasında bulunan “Kurulu” kelimesinden sonra gelmek üzere “Kurulunun teklifi üzerine Genel” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Yusuf Halaçoğlu (Kayseri) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon, katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Başkan.

BAŞKAN – Sayın Bal, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul tahkim merkezinin genel sekreterliğiyle ile ilgili 13’üncü madde üzerine söz aldım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, genel sekretere önemli fonksiyonlar ifa etmektedir bu kanun tasarısı. O kadar önemli fonksiyonlar ifa etmektedir ki bağımsız ve tarafsız olarak çalışması gereken Milletlerarası Tahkim Kurulunun tabii üyesidir genel sekreter. Aynı zamanda, Millî Tahkim Divanının da tabii üyesidir.

7’nci maddeye göre, yargısal karar verecek olan bu yere seçim yapılırken biraz daha böyle rahat hareket etme imkânı vermek üzere bu önergeyi verdik. Bu seçimi genel kurul yapsın yani sizin belirleyeceğiniz 29 kişi yapsın “Hiç olmazsa belki farklı bir ihtimal ortaya çıkabilir mi, o ihtimallerden birisi değerlendirilebilir mi? diye. Hayır, reddedeceksiniz biliyorum. Bunu kim seçecek? Tasarıya göre, bunu yönetim kurulu seçecek. Yönetim kurulu kaç kişi? 3 kişi. Bu 3 kişi aynı zamanda Milletlerarası Tahkim Kurulunun da tabii üyesi olacak -başkan ile genel Sekreter- ve Millî Tahkim Kurulunun da tabii üyesi olacak ve bunların seçtiği 3 kişiyle birlikte Türkiye’nin tahkimle ilgili kararları alınacak, ilkeleri belirlenecek, bu esasları belirlenecek. Bunun Türkçe anlamını ben biliyorum, bilmeyenlere söyleyeyim: Tek adam işaret edecek “Şunu seçeceksiniz.” Diyecek; o, yönetim kurulu başkanı olacak, yönetim kurulu başkanı genel sekreteri seçecek; genel sekreterle birlikte ikisi divan üyelerini seçecekler ve o tek adamın iradesiyle tahkim divanları ne derse o olacak. Nereden çıkarıyorsun? Vallahi size bir örnek vereceğim, siz de saç baş yolacaksınız.

Adalet Komisyonunda HSYK tasarısı görüşülürken ben bir atıfta bulundum, Sayın İyimaya demişti ki: “Parmakların aklı olsaydı demokrasiyi yok eden canavarlar ortaya çıkmazdı.” Ben de “Bu kanun önemlidir, yargıdır, hukuktur, haktır, hürriyettir, hakkaniyettir arkadaşlar; aklınızı, vicdanınızı, izanınızı kullanın.” diyerek İyimaya’nın bu sözünü ifade ettim fakat bir madde geldi ki hakikaten beni de şaşırttılar. O maddede dediler ki: “Kardeşim, bu olmaz.” Olmaz denilen madde neydi? “Cumhurbaşkanının seçtiği Danıştay üyeleri imtihansız bir şekilde istediği hukuk fakültesine yazılır, devam etmeden de diplomayı alır.”

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sadece onlar değil, idari yargı…

FARUK BAL (Devamla) - Bu, Anayasa’nın her tarafına aykırı, herkes biliyor bunu ve haklı olarak buradan çıktı, tasarıdan çıktı ama gelin görün ki bir yerden talimat geldi, daha sonra öğreniyoruz ki tekriri müzakereyle konulmuş.

İşte bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin milletinin iradesinin tecelli ettiği Büyük Millet Meclisinin Adalet Komisyonunda geçtiğimiz hafta oldu. Bundan sonra da bizim şüphelerimiz, endişelerimiz, kaygılarımız, o tek adam iradesine göre şekillenmiş olan yasama, tek adam iradesine göre şekillenmiş olan yürütme ve tek adam iradesine göre şekillenmiş olan yargı hukuki ve ticari ihtilaflarda da tek adamın iradesine tabi olacaktır.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Sandığı nereye koyacağız, sandığı? Sandık ne olacak?

FARUK BAL (Devamla) – Tek adamın iradesi demek, denge ve denetim organlarından ve mekanizmalarından yoksun bir idaredir, bunun anayasa hukukundaki adı diktatörlüktür.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Sandık ne olacak, sandık? Faruk Bey, sandık ne olacak?

FARUK BAL (Devamla) – Yılmaz Bey, diktatörlüktür. Anladın mı?

Teşekkür ederim. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 14’te iki adet önerge vardır, sırasıyla okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu tasarısının 14. Maddesinin 2.fıkrasına "Tanıklık yapamaz" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

           Dilek Akagün Yılmaz                          Ömer Süha Aldan                                 Turgut Dibek

                        Uşak                                                Muğla                                             Kırklareli

              Ali İhsan Köktürk                                Ali Rıza Öztürk                                       İsa Gök

                   Zonguldak                                           Mersin                                              Mersin

                  Gürkut Acar                                        Atilla Kart                                   Uğur Bayraktutan

                      Antalya                                              Konya                                                Artvin

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının 14. Maddesinin; (2) fıkrasında bulunan "tarafların yazılı izni olmaksızın görevi gereği edindiği bilgi ve belgelere dayanarak beyan ve yayınlarda" ibaresinin metinden çıkarılmasını, yerine "tarafların ve ilgili üçüncü kişilerin yazılı izni olmadan beyan ve yayında bulunamaz" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                    Faruk Bal                                      Lütfü Türkkan                                 Yusuf Halaçoğlu

                       Konya                                              Kocaeli                                             Kayseri

                   Emin Çınar                                 Ahmet Duran Bulut                                D. Ali Torlak

                   Kastamonu                                         Balıkesir                                            İstanbul

BAŞKAN – Komisyon, katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Bal, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu önerge de cümle ve anlam bozukluğunu düzeltmek amacıyla verilmiştir. Peşinen sonucunu bildiğimiz için burayı atlıyorum ve ben sizinle bugün bu önerge vesilesiyle hukuk devleti, kanun devleti ve diktatörlük ile kamu düzeni, alan hâkimiyetiyle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Demokratik olduğu varsayılan ülkeler iki türlüdür: Birisi, hukuk devletidir, orada hukuk üstündür. Diğeri ise o kadar demokratik olmamakla birlikte kanun devletidir, yalan yanlış kanun olur, burada da kanun hâkimiyeti esastır. Şimdi, Türkiye’yi bu ölçüye vurduğumuz zaman bütün hukuk kuralları ifade eder ki kamu düzeni önemlidir. Kamu düzeni, devletin asli görevidir. Kamu düzeni, vatandaşın can, mal emniyetini sağlamak için güç kullandığı ve kullandığı güçle kamu düzenini ihlal edenleri adaletin önünde yargıladığı bir düzendir. Kamu düzeniyle ilgili Sayın Başbakanın verdiği beyanatları geçen haftalarda hepimiz duyduk, “Kamu düzenini sağlayamıyoruz, PKK uzantılarından rica ediyoruz, kamu düzenini bozmayın veya siz sağlayın.” Doğruluğu bilinmez ama PKK’nın kamu düzenini sağlaması için müzakere çerçevesi içerisinde görüşmeler olduğunu da biliyoruz. Eğer bunlar doğruysa vahim bir durumdur. Değerli arkadaşlarım, kamu düzenini bölen, bozan, paramparça eden terör örgütüne sağlanacak hâle gelmiş bir ülkenin ne hukuk devletiyle ne kanun devletiyle alakası vardır. Burası artık dağılmaya yüz tutmuş bir devlettir; kuralları, kurumları, organları işlemeyen bir devlettir. Nitekim işlememektedir. PKK’nın “Analar ağlamasın.” masum söylemiyle millet kandırılarak Oslo’da başlayan süreç içerisinde -AKP’lilerin ifadesine göre “PKK bizi kandırdı diyor.” bazıları ifade etmek için- dağdan inip şehre yerleştiği belli, köye, ile, ilçeye yerleştiği belli ve buralarda PKK militanları gece silahlı, gündüz külahlı. Gece silahıyla tehdit ediyor, gündüz külahıyla hükmediyor. Hüküm şu: PKK’ya vergi adı altında haraç topluyor. Bunu herkes biliyor, Başbakan ikrar etti. PKK’ya asker adı altında terör örgütüne militan topluyor. Bunu da herkes biliyor. Can ve mal güvenliğini sağlamak demek olan, kamu düzeni demek olan, kamu düzenini kontrol etmek demek olan asayişi kontrol ediyor; hâkiminden, savcısından, polisinden, askerinden kimlik soruyor, yol kesiyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin iki vilayetinin arasını yirmi iki gün kapatıyor. Hani Anayasa’da seyahat hürriyeti vardı, hani bunu devlet sağlamakla mükellefti? Dördüncüsü, mahkeme kuruyor. Ben söylemiyorum, ben söylüyorum da iki yıldır söylüyorum, Başbakan da geçtiğimiz hafta ifade etti öyle yaptığını.

Değerli arkadaşlarım, vergi alan, asker alan, kamu düzenini korumak için asayiş kontrolü yapan ve mahkeme kuran kuruluşun adı nedir? Bilmeyenleriniz öğrensin: Devlettir, devlet. Şu anda sizin müzakere diye başında oturduğunuz PKK terör örgütü defakto devlet yetkisi kullanmaktadır sizin sayenizde. İşte böyle bir ülkede hukukun üstünlüğü olabilir mi, böyle bir ülkede kanun hâkimiyeti sağlanabilir mi? Zaten sağlanamıyor. O zaman, tek adam yönetimine doğru gidişat Türkiye’yi bu hâle getirmiştir, yakın bir gelecekte daha vahim sonuçları inşallah olmaz ama maalesef hep birlikte göreceğiz.

Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu tasarısının 14. Maddesinin 2.fıkrasına "Tanıklık yapamaz" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Turgut Dibek (Kırklareli) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Bayraktutan, buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, biraz önce ifade etmiş olduğum, idare mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararındaki bir ibareyi sizinle paylaşmak istiyorum. Bundaki temel gerekçeyi yani bilirkişi raporundaki temel gerekçeyi kendilerine gerekçe olarak tesis ettiler. “Burada temel bir tercih yapılmalıdır. Ya Artvin ili yerleşim alanının bir kısmından ve nitelikli korunmaya ayrılmış alanlarından vazgeçilecek ve 4.406 hektar alanda madencilik yapılmalı veya bu alan içinde herhangi bir şekilde madencilik yapılmasına izin verilmemelidir.” şeklinde bilirkişi raporu var.

Şimdi, değerli milletvekilleri, iktidar partisinin milletvekillerine sesleniyorum, bakın: 27 Mart 2002 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi oturumunda bizim de hemşehrimiz olan, şu anda Kabinede görev yapan değerli Bakan Faruk Çelik şöyle bir konuşma yapıyor, Sayın Bakan burada yok, siz iletirseniz çok sevinirim. Bu mahkeme kararının gerekçesine teşkil eden dayanak ile Sayın Bakanın iktidar olmadan önce muhalefet milletvekiliyken yapmış olduğu konuşmayı buradan paylaşıyorum. Artvin’i savunmak için illa da burada olmaya gerek yok, bu tarafta da olsa savunulabilir, burada olunca demek ki buradan daha farklı görünüyor Artvin. Sayın Bakan diyor ki: “Yüzde 60 eğimli, heyelanlı bir bölge olan Artvin ilimizde bu maden çalışmaları heyelanları daha da artıracaktır. Artvin ilinin ortadan kalkmasına sebep olacak sonuçların ortaya çıkma ihtimali yüksektir.” Sayın Bakan konuşuyor burada, devam ediyor: “Değerli milletvekilleri, Hükûmet, Artvin ilini ortadan kaldırmaya değil, Artvin ilini geliştirmeye dönük politikalar ortaya koymalıdır. Bu nedenle, yöre halkına ve yöre insanının sesine kulak vermelidir. Yöre halkı, Artvin’in geleceğini; eğitim kenti olmasının sağlanmasında, eğitim ve orman fakülteleri çalışmasının tamamlanmasında, her ilçede yüksekokul açılması hedefinin gerçekleşmesinde ve tarım ürünlerinin geliştirilmesinde görmektedir.” En ilgincini de sonunda diyor: “Değerli milletvekilleri, ekolojik olmayan bir yatırımın uzun vadede ekonomik olmayacağının artık tartışılmaz bir gerçek olduğunun hepimiz tarafından bilinmesi gerekir.”

Sayın Faruk Çelik’i kutluyorum, kendisine de buradan seslendim, bu konuşmayı daha önceden de yaptım, “Sayın Bakanım, bu konuşmanızın arkasında mısınız?” dedim. Sayın Bakan “Evet, arkasındayım, altına imza atıyorum.” dedi. Bir Artvinli hemşehrimi buradan kutlamak da benim için önemlidir. Ben, Kabinenin başka bakanlarına sesleniyorum, Enerji Bakanına sesleniyorum: İhale burada duruyor.

Değerli arkadaşlar, bir ihale düşünün, o ihaleye 1 kişi girebiliyor. Koşullar burada, savcılığa suç duyurusunda bulundum, hiçbir önemi yok, artık bir hukukçu olarak hukuka da inanmıyorum. Orman Bakanına yalvarıyoruz “Etmeyin, eylemeyin, şu yürütmeyi durdurma kararı çıkacak.” diye, “Hayır, bir an evvel ağaç kesimine başlamamız gerekir, böyle böyle bir tablo var.” diyor.

Değerli arkadaşlarım, halkın gücünün önünde hiç kimse duramaz. Halk, yasalardan da daha öte. Yani, bu ülkede yasaları değiştirmek önemli değil, kafaları değiştirmek önemli. Bakın, Murgul’da bu madenle ilişkili olarak bir siyanür havuzu girişimi oldu, bütün bir Murgul halkı ayağa kalktı ve buna ilişkin işlemi yapan Cengiz Grup -hani, o, milletle özel bir ilişkisi olan bir beyefendi var ya- onlar bu kararlarını geri aldılar. Demek ki, halkın önünde hiçbir güç durmuyor.

Şimdi bu doğrultuda, sizin bir bakanınızın gelip bu Meclis kürsüsünden -çok değil, iktidar olmadan evvel yani bundan yaklaşık on iki sene evvel- bu şekildeki bir maden çıkartmanın cinayet olduğunu haykırdığı bir tabloda bugün “Hayır, bugün her şey normaldir, biz burada maden çıkartabiliriz.” diyebilir misiniz değerli arkadaşlarım? Bakın, bu kenti Artvin’e gelenler, görenler bilirler, yüzde 60, yüzde 70 eğimli olan bir kent değerli arkadaşlarım. Bütün sulama kaynaklarımız kentin üzerinde, ağaçlarımız orada, yaşam alanlarımız oradan aşağı doğru geliyor. Siz diyorsunuz ki: “Efendim hiçbir şey olmaz, biz bu kenti yok edelim.” Hayır arkadaşlar, buna müsaade etmeyeceğiz. Bize bedeli, Artvinlilere bedeli ne olursa olsun bu girişime, bu cinayete seyirci kalmayacağız.

O anlamda, bu akşam verilen karar -bugün, çok tesadüf oldu, aslında ben başka bir konuda konuşma yapacaktım ama- idare mahkemesinin vermiş olduğu bu karar, biraz önce de ifade ettiğim gibi, şu anda -telefonla da konuştum- Artvin’in caddelerinde, sokaklarında bir bayram havası içerisinde kutlanıyor. İnanıyorum ki bu yürütmeyi durdurma kararı bir ara karardır ama arkasından nihai karar da gelecektir. Ben, ülkemizde bütün bu karamsar tabloya rağmen, biraz önce de ifade ettiğim gibi, bu mahkemenin kararının bizi rahatlattığına, Artvinlilerin bu mücadelesinde çok önemli bir kilometre taşı olduğuna inanıyorum. İnanıyorum ki bu kararla tahkimden öteye, mahkeme kararlarına herkesin uyması gerektiği gerçeğini, herkesin bir gün bir mahkemeye ve hâkimlere ihtiyacı olduğu gerçeğini de ortaya koyacaktır.

Şimdi, maden şirketinin sahipleri şunu düşünüyordur: Acaba biz nerede hata yaptık? Acaba nerede problem vardı?

Buradan, işin asıl büyük ortağına sesleniyorum, o kim olduğunu biliyor: Lütfen bu işten vazgeç. Bakın, bu ülkede her şey para değil. Nereye götüreceksiniz öbür tarafa doğru? Biz, asıl büyük ağabeyin ve ortağın kim olduğunu biliyoruz. Onu da yeri ve zamanı geldiği zaman açıklayacağız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

14’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

15’inci maddede bir önerge vardır, okutup işleme alıyorum.

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı Kanun Tasarısının 15. maddesinin (1). fıkrasının (b) bendinin madde metninden çıkarılmasını; (c) bendinde yer alan “gelir ve bağışlarla” ibaresinin “gelirlerle” şeklinde değiştirilmesini; diğer bentlerin buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.

     Mustafa Elitaş               Mehmet Doğan Kubat      Yusuf Halaçoğlu

Kayseri                                İstanbul                       Kayseri

Mehmet Akif Hamzaçebi            Turgut Dibek            Osman Aşkın Bak

         İstanbul                             Kırklareli                     İstanbul

        Erol Dora

          Mardin

BAŞKAN – Komisyon, katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Merkezin gelir kalemleri yeniden düzenlenmiştir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun redaksiyon talebi var.

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Sayın Başkanım, kabul edilen önergeyle, (1)’inci fıkranın (b) bendi madde metninden çıkarılmıştır. Teselsülün zorunlu sonucu olarak da kanun yapma tekniği açısından (2)’nci fıkradaki (c) bendi ibaresinin (b) bendi olarak değiştirilmesi gerekmektedir. Redaksiyon yetkisi çerçevesinde tutanaklara geçmesi açısından bunu beyan ediyoruz.

BAŞKAN – Tamamdır.

Şimdi, redakte edilen konu, artı, kabul edilen önerge çerçevesi içinde madde 15’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Madde 16’da üç adet önerge vardır, sırasıyla okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu tasarısının 16. Maddesinin "Dernekler Kanunu” ibaresinden sonra gelmek üzere "4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Tahkime ait onbirinci kısım" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Dilek Akagün Yılmaz                 Turgut Dibek            Ali İhsan Köktürk

           Uşak                               Kırklareli                    Zonguldak

Ali Rıza Öztürk                             İsa Gök                    Gürkut Acar

          Mersin                                Mersin                        Antalya

Atilla Kart                             Ömer Süha Aldan             Özgür Özel

           Konya                                 Muğla                        Manisa

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte Kanun Tasarısının 16. Maddesinin (1) fıkrasında bulunan "hallerde" kelimesinden sonra gelmek üzere “21.6.2001 tarih ve 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu, 12.12.2011 ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Faruk Bal                                 Lütfü Türkkan            Yusuf Halaçoğlu

       Konya                                   Kocaeli                 Kayseri

Emin Çınar                          Ahmet Duran Bulut         D.Ali Torlak

   Kastamonu                               Balıkesir                İstanbul

                                                        

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı kanun tasarısının 16 ıncı maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

         Pervin Buldan                               Erol Dora               İdris Baluken  

     Iğdır                                        Mardin                       Bingöl

Hasip Kaplan                             Adil Zozani

      Şırnak                                    Hakkâri

BAŞKAN – Komisyon katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Yapılan değişiklik ile kurulacak olan İstanbul Tahkim Merkezi'nin yargı mekanizmasında yaratacağı sakıncaların önlenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca, madde metninde "bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde…Medeni Kanun ile ...Dernekler Kanunu" hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınırken işbu tasarı ile birinci dereceden ilgili Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Milletlerarası Tahkim Kanunu'na atıf yapılmamış olması son derce vahimdir. Bu nedenle işbu hüküm tasarı metninden çıkarılmalıdır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte Kanun Tasarısının 16. Maddesinin (1) fıkrasında bulunan "hallerde" kelimesinden sonra gelmek üzere “21.6.2001 tarih ve 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu, 12.12.2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Faruk Bal (Konya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon, katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Bal, buyurunuz.

FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlarım, bu madde bu tasarının en önemli maddelerinden bir tanesidir. “Bu kanunda hüküm bulunmadığı hâllerde ne yapılacaktır?” sorusuna cevap vermektedir. Bu bir tahkim kanunudur. Tahkim Türk hukukunda hem uluslararası hukuk bazında hem de millî hukuk bazında kodifike edilmiş, kanunlaştırılmış bir alandır. Dolayısıyla, bu kanunda hüküm bulunmadığı takdirde uygulanacak olan kural şudur: Yabancı hukukla ilgili bir durum var ise Milletlerarası Tahkim Kanunu uygulanacaktır, millî hukukla ilgili bir husus varsa bu takdirde de Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu uygulanacaktır. Bu gayet tabii, gayet doğaldır. Ancak, bu tasarıda ne yazılıdır? Gülmeyin, hukukçular gülecektir. “Medeni Kanun ile Dernekler Kanunu uygulanacaktır.” Bu hakikaten komiktir çünkü Medeni Kanun’dan sonra Dernekler Kanunu’na atıf yapmak tam bir hukuk bilgisizliğidir. Çünkü Medeni Kanun’da derneklerle ilgili hükümler vardır, derneklerle ilgili hükümler Dernekler Kanunu’na zaten atıf yapar. O zaman, Medeni Kanun’dan sonra Dernekler Kanunu’na atıf yapmak sadece işi gargaraya getirmek demektir, “Bak, biz atıf yaptık.”

Şimdi, sorduğumuzda buna şöyle bir gerekçe getirdiler: “Efendim, bu, yargılama yapacak bir organ değil.” “Nedir?” “Bu bir dernektir.” Bu bir dernekse niye merkez olarak kuruyorsun kardeşim? Kanaryasevenler Derneği gibi, “tahkimsevenler derneği” de, gitsin, herkes kursun. Hayır, bu, bir tahkimsevenler derneği değil. Bu, aynı zamanda, milletlerarası tahkim konusunda hüküm vermiş olanların kararlarına karşı itiraz edilecek bir divan oluşturuyor yani yargı görevi yapacak. Bu, aynı zamanda, millî tahkimle ilgili verilmiş kararların itiraz mercisi olarak millî tahkim merkezi divanı kurmaktadır. Dolayısıyla, bu kanunun içerisinde o tahkim merkezlerine müracaat usulü vardır, müracaat usulüyle ilgili süreler vardır, tebliğle ilgili hükümler vardır ve tahkim divanlarının vereceği kararın kesinliğiyle ilgili hüküm vardır.

Dolayısıyla, “bu kuş mudur, deve midir?” sorusunun cevabı… Bu, değerli arkadaşlarım, bir dernek değil. Bu, bir yargılama yapabilecek, organları ve onların faaliyetlerini teşkil eden bir merkezdir. Öyle bir merkezdir ki, tahkimin usul ve esaslarını belirleyecek. Neye göre belirleyecek? Kafasına göre mi? Akşam yatıp gördüğü rüyaya göre mi? Tahkimin usulleri belirli. New York Sözleşmesi’nde belirli. Buna uygun olarak uluslararası tahkimle ilgili birtakım merkezlerin ortaya koymuş olduğu evrensel değerde kabul edilen içtihatlar vardır; Londra, Paris, Hong Kong tahkim merkezlerinin ortaya koyduğu kurallar vardır. Bunlara gidebilmek için bu maddeye demeniz lazım ki: “Hüküm bulunmayan hâllerde Milletlerarası Tahkim ve Hukuk Muhakemesi Kanunu uygulanır.”

Tabii, bu neyi gerektiriyor? Bu, hukuka saygıyı gerektiriyor. Bu, hukukun üstünlüğünün kabulünü gerektiriyor. Bu, inşa edilecek olan İstanbul tahkim merkezinin gerçekten bağımsız, gerçekten tarafsız olması şartını kabullenmeyi gerektiriyor. Oysa, sizde öyle bir niyet yok. Çok açık ifade ediyorum: Siz, yandaş sermayeyi devlet bütçesinden bu yolla daha da bitlendirmek için, imtiyaz, şartlaşma ve sözleşmelerindeki tahkim kuralına göre devletin bütçesine elini atmış olan, haram sofrasında bulunan insanları millî ve milletlerarası tahkim yoluyla yani bu merkez marifetiyle soymak için böyle bir tasarı getiriyorsunuz diyor, hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu tasarısının 16. Maddesinin "Dernekler Kanunu" ibaresinden sonra gelmek üzere "4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Tahkime ait onbirinci kısım" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Ömer Süha Aldan (Muğla) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Manisa Milletvekili Sayın Özgür Özel.

Buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Uluslararası tahkimi konuşuyoruz. Nereden çıkıyor bu ihtiyaç? Uluslararası tahkim, çok uluslu ya da uluslararası şirketlerin Türkiye’ye gelip yatırım yapma, buradaki varlıklarını sürdürme, yeni yatırımlar yapmakla ilgili bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’ye de dayattığı, zorladığı bir uygulama. Bu, tabii, bugünlere özel değil, Osmanlıdan beri başımızın belası olan ve uluslararası sermayenin her zaman istediği, arzu ettiği bir uygulama. Bugün de Hükûmet onunla ilgili ilave düzenlemeleri getirdi, burada bunun üzerinde çalışıyoruz. Neden? Türkiye’nin hukukuna, ulusal yargımıza paracıklarını emanet edemiyorlar, o yüzden de ilave güvenceler istiyorlar.

Peki, biz Türkiye’de “Bizim hukukumuz herkesin hakkını korur.” diyebiliyor muyuz? Hukuka güveniyor muyuz? Bu konuda geçtiğimiz günlerde Manisa’nın Soma ilçesinin Yırca köyünde ağaçlar kesilirken bir yaşlı amca Manisa Valisinin karşısına geçti -Valiliğe vekâlet eden Vali Yardımcısının- yaşlı gözlerle şunu söyledi: “Ey evladım, askere çağırdınız geldik, vergi istediniz verdik. Üç gün geç yatırsam elektrik parasını elektriği kesersiniz. Eğer bugün arkamda durmayacaksanız, devlet olduğunuzu ne zaman göstereceksiniz? Valiye güvenemeyeceksek, mahkemeye güvenemeyeceksek, jandarmaya güvenemeyeceksek biz kime güveneceğiz? Devlet devletliğini nasıl gösterecek?”

Maalesef Türkiye’de bütün kurumlar, özellikle kurumlar ve kuvvetler arasındaki denge, ayrılık ilkesi o kadar ortadan kaldırıldı ki artık kimsenin kendini güvende hissedeceği bir ortam yok ve maalesef adalet sistemi de bunlara dâhil. Peki, bu dejenerasyon nerede? Birazdan Manisa Valisini, Soma Kaymakamını, jandarma komutanını söyleyebilirim ama güneş çarığı, çarık ayağı sıkıyor. Mesele, ta devletin en tepesinden, şimdi en tepesinde oturan şahıstan geliyor. Ne demişti kendisinin “başkanlık sarayı” olarak söylediği, sonra bir başka isim takarak partisiyle özdeşleştirdiği o kaçak sarayın inşaatını mahkeme durdurduğunda “Güçleri yetiyorsa gelsinler, yıksınlar. Yürütmeyi durdurdular, bu binayı durduramayacaklar, açılışını da yapacağım, içine girip de oturacağım.” Şimdi, bunu, o zamanlar devletin, yürütmenin başı olan, şu anda devletin en kudretli, en üst makamında oturan kişi söylerse, ondan sonra zavallı köylülerin zeytinlerini korumak için acele kamulaştırmaya karşı açtıkları davaya yürütmeyi durdurma kararı verilecekmiş, verilmeyecekmiş bunu kim dinler? Esas sıkıntı, esas kaos ve esas insanların kendini yalnız hissetmesi devletin tepesinin bu tutumundan kaynaklanıyor.

Bir gün Manisa’nın Yırca köyü, seksen beş yıllık, yüz yıllık zeytin ağaçlarının bulunduğu ve… Hani hep diyoruz ya “O tütün bitti, üzüm bitti, bağcılık bitti, o yüzden madenlere ucuz işçi olarak mahkûm oldu köylülerimiz.” buna karşı zeytinlerine tutunan köylüler var. 6 bin tane zeytin ağacı, 80 tane hissedar ama 23 tane tarımla uğraşan gerçek köylü, eğer ekmeklerini zeytinden, zeytin yağından çıkarmasalar o madene girip ölüme mahkûm olacaklar, hayata tutunmaya çalışıyorlar. Bir gün öğrendiler ki 10 Mayıs 2014’te Hükûmetimiz acele kamulaştırma yapmış. Amcalar diyor: “Ne menem bir şey bu acele kamulaştırma?” Şöyle anlatmak durumundayız: Millî güvenliğin, devletin menfaatlerinin üst düzeyde tehdit altında olduğu durumlar falan... Yani karşıda düşman ordusu geliyor, amca diyor ki: “Tapulu arsama sokamam. Burası benim domates tarlam. Buraya mevzi kazamazsınız.” “Amca, al paranı, çekil kenara.” Böyle bir durum mu? Yok. Kolin bir yere giriyor, herhangi bir yere yapacak bir de esnek bir sözleşme ama diyor ki: Ben tam öbür termik santralin yanına bu yerimi yapacağım çünkü oranın özelleştirmesinde önceden bir avantaj sağlamak istiyor ve şimdi çıkıyor diyor ki: Ben buradaki 6 bin zeytini kesmek istiyorum. Buna karşılık köylüler dava açıyorlar. Hızlı görülmesi gerekiyor, geçen sene çıkan yasayla, on beş gün EPDK’ya süre veriliyor. EPDK savunmayı yapıyor, mahkeme görülüyor, karar yazım aşaması. O Marquez’in Kırmızı Pazartesi’si gibi, o gece bir cinayet işleneceğini hepimiz biliyorduk ve ben o gece Plan ve Bütçede Sayın Arınç’a söyledim, tutanaklarda var, “Bu gece bir şeyler olacak, engel olun.” dedim. “Vallahi sizdeki bilgi bende yok.” dedi. O, onu söyledikten on beş dakika sonra jandarma komutanı garanti verdi “Hiçbir şey olmayacak.” diye ve iki saat sonra 6 bin tane zeytini katlettiler. Yani şu çok uluslu şirketler bizim yargıya güvenmemekte haksız mı, onu takdirlerinize arz ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Geçici madde 1’de üç adet önerge vardır, sırasıyla okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı “İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı”nın “Geçici Madde”nin dördüncü fıkrasında yer alan “ilk yıl” ibaresinin “ilk iki yıl” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                Mustafa Elitaş                            Mihrimah Belma Satır                             Metin Külünk

                      Kayseri                                             İstanbul                                            İstanbul

          Muhammet Bilal Macit                              Hamza Dağ                               Mehmet Şükrü Erdinç

                     İstanbul                                              İzmir                                                Adana

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte Kanun Tasarısının geçici 1. Maddesinin;

1- (1) fıkrasında bulunan "Birliği" kelimesinden sonra gelen ibarenin "ve Türkiye Barolar Birliği tarafından görevlendirilecek üçer kişilik üyeden oluşturulacak ve başkanlığını en kıdemli üyenin yapacağı Geçici Komisyon tarafından yürütülür." Şeklinde değiştirilmesini,

2 - (2) fıkrasında bulunan "Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine" ibaresinin "Geçici Komisyona" olarak değiştirilmesini,

3 – (4) fıkrasının "Merkezin faaliyetlerini yürütebilmesi için Genel Kurulun ilk toplantısına kadar gerekli harcamalar daha sonra mahsup edilmek üzere Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve Türkiye Barolar Birliği tarafından karşılanır" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

                    Faruk Bal                                      Lütfü Türkkan                                 Yusuf Halaçoğlu

                       Konya                                              Kocaeli                                             Kayseri

 

                   Emin Çınar                                 Ahmet Duran Bulut                                D. Ali Torlak

                   Kastamonu                                         Balıkesir                                            İstanbul

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu tasarısının Geçici madde 1’in 4.fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

           Dilek Akagün Yılmaz                          Ömer Süha Aldan                                 Turgut Dibek

                        Uşak                                                Muğla                                             Kırklareli

              Ali İhsan Köktürk                                Ali Rıza Öztürk                                       İsa Gök

                   Zonguldak                                           Mersin                                              Mersin

                  Gürkut Acar                                                                                                 Atilla Kart

                      Antalya                                                                                                       Konya

BAŞKAN – Komisyon, katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Başkanım

BAŞKAN – Sayın Öztürk, buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisindeki çoğunluğuna dayanarak sık sık kanun çıkarmakta, bu kanunların gerçekten, Türk milletinin ihtiyaçlarına yanıt verip vermemesi önemli olmamakta çıkışında, daha ziyade kendilerinin günlük çıkarları kanun çıkarılmasında etkin olmaktadır. Bir paket geliyor, o paketin yarısı dağılıyor, paketin içinde kalanlar da üç dört ay sonra yine o paketi getirenler tarafından ortadan kaldırılıyor. Artık, yargıdaki düzenlemelerin böyle olduğunu hepimiz biliyoruz.

Vesayete ve darbelere karşı olduğunu her vesileyle iddia eden Adalet ve Kalkınma Partisi komisyonlarda kendi reddettikleri önergeyi yürütmenin baskısıyla, uyguladıkları yöntemle yeniden kabul etmek durumunda kalıyorlar, demek ki millî iradeden anladıkları odur.

Şimdi, değerli milletvekilleri, ben babamın ölümünden beş gün sonra doğdum. Yani, tütünlerin birinci el kırmasıymış. Bugün doğum günüm, nüfus cüzdanımda 20 Kasım olarak yazıyor da millet kutluyor. Hâlbuki ben anama sorduğumda “Tütünlerin birinci el kırılmasında doğdun oğlum.” dedi. Tütünler de kasımda kırılmıyor, haziranda kırılır. Sonra amcama falan sordum: “17 Haziranda baban öldü, beş gün sonra sen doğdun.” dedi.

Buradan şunu söylemek istiyorum: Yetimliğin ne demek olduğunu çok iyi bilirim, yani baba sevgisinden yoksun büyümenin ne olduğunu bilirim. Dün Ermenek’te çıkarılan 8 maden şehidinin cenazesi vardı. Orada anaların acısına şahit olduk. Hani “Benim oğlum yüzme bilmiyor.” diyen kadını gördüm ama orada yetim kalan çocukları da gördüm. Dört aydır o maden işçilerinin ücret almadığını da öğrendik. O insanların aç olduğunu gördük. Bugüne kadar, bu yaşıma kadar insanların ezan vaktini ve namaz vaktini beklediklerini gördüm, yani insanlar caminin yanına gidip ezanın okunmasını beklerler, namaz vaktini beklerlerdi ama ezanın ve namazın insanları beklediğini görmemiştim. Yine bugüne kadar… Siyasetçilerin ezan ve namazı kendi talepleri doğrultusunda geriye bıraktırdığını da hadi kabul ettim ama değerli milletvekilleri, dün 8 tane maden şehidinin tabutları masanın üzerinde dizili vaziyette; ben, Genel Başkan Yardımcımız Yakup Akkaya, parti meclisi üyemiz ve eski bakan Fikret Ünlü oradayız -CHP’yi de temsilen- bir sürü cemaat bekliyor, siyah takım elbise giymiş bir adam, gözlük de takmış -hani ben diyorum ya bu ölümlerden sonra devlet cenaze levazımcılığı yapıyor diye, tam orada gördük- elinde telefon “Tamam, tamam, öğle namazı bekletilecek, ben okuyun dediğim zaman okunacak ezan.” diyor.

Şimdi, “Başkan gelecek, başkan gelecek.” Ben de sandım ki belediye başkanı gelecek. O arada Genel Başkan Yardımcımız sordu: “Hangi başkan gelecek?” dedi. “Diyanet İşleri Başkanı.” dedi. Ben de müdahale ettim: Diyanet İşleri Başkanı bu öğle ezanının saat kaçta okunacağını bilmiyor mu, öğle namazının kaçta kılınacağını bilmiyor mu, bu kadar adam burada bekler mi? Madem öyle, öğlen namazını kılmadan doğru cenaze namazı… “Efendim, Ankara’dan geliyor.” dedi. “Siz ne iş yapıyorsunuz.” dedim. “Ben müftüyüm. Ankara’dan geliyorum.” dedi. “E, ben de Ankara’dan geldim, bir saat erken kalksalardı.” dedim. “Bakan Bey ile onlar Ankara’dan geliyor.” Ve Bakanın Diyanet, İşleri Başkanının o mahale girdiği anda saat on ikiyi on beş dakika geçiyordu, tam yarım saat geçiyordu. Onlar girer girmez “Allahu ekber…” sesi yükseldi, ezan okunmaya başladı.

Değerli arkadaşlarım, ben bir Diyanet İşleri Başkanının kendisi oraya gelecek diye…

MURAT YILDIRIM (Çorum) – Sen öğlen namaz kılmıyor musun?

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Bırak, bırak! Sen bana dindarlığı öğretme. Bırak sen! Ayıplaman lazım, ayıplaman lazım… (AK PARTİ sıralarından “Sen ayıpsın yahu! Bilmiyorsun, konuşuyorsun.” sesi) O kadar insanı orada bekletiyorsun ve bunu Diyanet İşleri Başkanı yapıyor. Ayıptır, saygısızlıktır. Cemaate de saygısızlık, dine de saygısızlıktır. Sen bana dini öğretemezsin ayrıca. Haddini bil! Senin dindarlığın bu kadar olur işte. Orada yarım saat öğlen namazını, öğlen ezanını bekleten Diyanet İşleri Başkanına sahip çıkarsın sen. Ayıptır! Böyle bir şey olmaz arkadaşlar, böyle bir şey olmaz. Orada bir Diyanet İşleri Başkanı öğlen ezanını ve arkasından namazı, o insanların cenaze namazını bekletemez, o insanların acı çekmesine neden olamaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Ben o din okullarında yetiştim, sen hiç merak etme.

Benim bildiğim, cenazelerin anında hemen toprağa götürülmemesi onlara ceza çektirmektir, ailelerine ceza çektirmektir.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Şimdi, diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte Kanun Tasarısının geçici 1. Maddesinin;

1- (1) fıkrasında bulunan "Birliği" kelimesinden sonra gelen ibarenin "ve Türkiye Barolar Birliği tarafından görevlendirilecek üçer kişilik üyeden oluşturulacak ve başkanlığını en kıdemli üyenin yapacağı Geçici Komisyon tarafından yürütülür." şeklinde değiştirilmesini,

2 - (2) fıkrasında bulunan "Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine" ibaresinin "Geçici Komisyona" olarak değiştirilmesini,

3 – (4) fıkrasının "Merkezin faaliyetlerini yürütebilmesi için Genel Kurulun ilk toplantısına kadar gerekli harcamalar daha sonra mahsup edilmek üzere Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve Türkiye Barolar Birliği tarafından karşılanır" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Faruk Bal (Konya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon, katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Bal, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son maddeyi görüşüyoruz, ben de huzurlarınıza son defa çıkıyorum.

Belki dikkatinizi çeker diye, Ali Rıza Bey’in anlattığı şu hazin, hepimizin manevi değerlerini, manevi değerleri korumak, uygulamak, onları halka benimsetmekle görevli Diyanet İşleri Başkanının ve müftüsünün tavrını kınayarak, bir Erzurum hikâyesi anlatarak sözlerime başlamak istiyorum. Nasıl olsa hukuk deyince siz guguk anlıyorsunuz, farklı farklı alanlarda konuşalım, sohbet edelim.

İki Erzurumlu sohbet ederken bir tanesi demiş ki: “Yahu, bu Erzurum’a ne olacak? Bak yine hava karıştı.” Karşıdaki adam da demiş ki: “Yahu, memleketin sahabı mı var kardeşim? Yarın kar da yağar, fırtına da olur.” Şimdi, tabii, memleketin “sahabı” hukuk açısından hiç kalmadı çünkü hukuka saygı kalmadı. Bu kanunun son maddesi de onunla ilgili bir durum.

2 tane kurum var; biri Barolar Birliği, biri TOBB. Barolar Birliği tu kaka, TOBB el, baş üstünde. İstanbul tahkim merkezi de el, baş üstünde olduğu için TOBB’un kontrolünde yaptırılıyor. Müracaatlar ona olacak, kuruluş işlemlerini o yapacak, ilk çalışmalarını o yapacak, seçimlerini o yürütecek.

Peki, TOBB’un bünyesinde zaten bir Tahkim Kurulu vardır. Tabii, Sayın Bakan Adalet Bakanı değil de zabıtlara bakarsa görür, TOBB’un yetkilisi diyor ki: “Bizdeki Tahkim Kurulu çalışmıyor.” Yani TOBB’un bünyesindeki Tahkim Kurulu çalışmıyor. Tahkim Kurulu çalışmıyorsa zaten o kurula bir güvensizlik vardır, onun için çalışmıyordur. Güvensizlik olduğu TOBB’un yetkilisinin beyanıyla sabit olan buraya niçin İstanbul tahkim merkezinin kuruluşu verilir de Barolar Birliğiyle ilgili olmak üzere Barolar Birliğinin tüm organları dururken, yönetim organı dururken, genel kurulu dururken, baro başkanlarından müteşekkil bir heyete İstanbul tahkim merkezine üye seçmek için yetki verilir? Bu size bir şey hatırlatmıyor mu değerli milletvekilleri? Hafızanızı yoklayın, bu size çok acı bir olayı hatırlatacak. Bu jargon 2010 Anayasa değişikliğinin jargonudur. 2010 tarihinde Anayasa’yı değiştirirken Barolar Birliğince yapılacak seçimin Barolar Birliğince değil, baro başkanlarının çoğunluğuyla yapılmasına siz karar verdiniz ve o kararın gereği olarak da AKP’ye çalışmasıyla temayüz etmiş bir Baro Başkanı yüksek yargının önemli bir organına seçilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu gidişat doğru bir gidişat değil. Erzurum’un “sahabı” olmayabilir ama bu memleketin sahibi hepimiziz. Erzurum’a kar yağmasından, yağmur yağmasından endişe eden insanlar olabilir ama hepimizin bu ülkenin haksız, hukuksuz, adaletsiz, hakkaniyetsiz, vicdansız, izansız bir sürece girmesinden rahatsız olmamız gerekir diyor, önergeye zaten ret oyu vereceğiniz için “Destek filan verin.” demiyorum.

Hepinize hayırlı geceler diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 640 sıra sayılı "İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı"nın "Geçici Madde"nin dördüncü fıkrasında yer alan "ilk yıl" ibaresinin "ilk iki yıl" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Mustafa Elitaş (Kayseri) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon, katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçeyi okuyun.

Gerekçe:

Tahkim Merkezinin kuruluşunu tamamlayıp faaliyete başlayabilmesi için kuruluş bütçesinin Başbakanlık tarafından karşılanacağı belirtilmiştir. Merkezin diğer uluslararası tahkim kurumlarıyla rekabet edebilmesi, giderlerini karşılayabilecek gelirlere sahip olabilmesi bakımından bir yıl olarak öngörülen bütçe desteğinin iki yıla çıkarılması amaçlanmıştır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge çerçevesinde geçici madde 1’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 17’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 18’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

İkinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.

Şimdi, tasarı hakkında oyunun rengini belli etmek üzere, lehte olmak üzere Kayseri Milletvekili Sayın Yusuf Halaçoğlu…

Buyurunuz.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Evet, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çıkarılan yasa hayırlı olsun her şeyden önce. İnşallah herhangi bir şekilde uyuşmazlık veyahut da uygunsuzluk sebebiyle yeniden maddeler getirmeye, bunu değiştirmeye kalkışmazsınız. Ama benim gördüğüm kadarıyla çok uzun bir zaman geçmeden bununla ilgili birtakım, yeniden, değişiklikler öneren yasalar gelecek. Eğer seçim dönemi dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışması söz konusu olursa bu yasaları o zaman içerisinde de göreceğiz seçime gitmeden önce.

Şimdi, iki konuda önerilerimizi yerine getirdiği için Sayın Bakana da diğer değerli arkadaşlara da teşekkür ediyorum. 11’inci maddeyle 15’inci maddedeki tekliflerimiz… Burada dün yaptığım konuşmada tahkim kurulunun herhangi bir şekilde gelirleri içerisinde bağışların olmaması gerektiğini söylemiştim çünkü bağış aldığınız takdirde, masaya oturduğunuzda o kişi aleyhine pek herhangi bir harekette bulunamazdınız. Nitekim, onun değiştirilmiş olması bence önemli bir aşamadır diye düşünüyorum.

Yine, belli bir tecrübeye sahip insanlardan seçilmesi yönünde 11’inci madde çerçevesinde, yani kim idiği belirsiz insanlar yerine belli bir tecrübeye sahip, beş yıllık bir tecrübeye sahip insanların seçilmesi yerinde olmuştur diye düşünüyorum ama yine de benim hâlâ burada çekincelerim var. Her ne kadar Sayın Bakan, geçici birinci maddenin (3)’üncü fıkrasına, “Merkezin işleyişine ilişkin usul ve esasları içeren düzenlemeler yönetim kurulunun seçilmesinden itibaren altı ay içinde merkez tarafından hazırlanır ve yürürlüğe konulur.” fıkrasına dayanarak belli bir yönergenin veya yönetmeliğin çıkarılacağını belirtmişse de açıkça yazılmadığı için yönetmelik konusu, merkezin nasıl bir işleyiş içerisinde olacağı, hangi kurallar çerçevesinde yönetileceği konusunun hâlâ sıkıntı olacağını düşünüyorum. Çünkü birtakım kanunları düşündüğünüz takdirde kanunların üstünde karar veren bir mevkiye giriyor, dolayısıyla bunun sıkıntıları olacak.

Nitekim ben şöyle bir örnek vereyim size: Şimdi, Maliye Bakanlığı Gelirler Müdürlüğü, maliyeyle ilgili bir şikâyet üzerine, Tarih Kurumuyla ilgili bir uyuşmazlık meselesi gündeme gelmişti, Tarih Kurumunun kurumlar vergisi ödemediği, dolayısıyla kurumlar vergisi ödemesi gerektiği şeklindeydi. Uzlaşma yoluna gitmeye kalkıştık yani öyle bir teklif geldi, vardığımda şunu söyledi yani müsteşar yardımcısı bunu söyleyen, dedi ki: “Hocam, tamam, siz kamu kuruluşusunuz. Dolayısıyla, kurumlar vergisini yüzde 10 olarak ödeyin.” Şimdi, kanunda kurumlar vergisi yüzde 25 biliyorsunuz yani “Yüzde 10 ödeyin.” şekline indirmesi mümkün olabilir mi? Kim olursa olsun, kanunu indirebilir misiniz? İndiremezsiniz. Böyle bir uzlaşmanın olmayacağı kesin ve kendisine şunu söyledim: Mademki yüzde 10’a kadar indirebiliyorsun, o zaman hepsini kaldırın. Sonunda uyuşmazlıkla sonuçlandı ama ticaret mahkemesi lehimize karar verdi. Şimdi, burada mahkemeye gidilip gidilemeyeceği de belli değil tabii ama her halükârda hukuka dayanması zarureti vardır, gerekiyorsa diğer şeylere kadar, hani “Verdiği karar kesin.” dense bile muhakkak ki kişilerin mahkeme yolu açıktır.

Ama arkadaşlar, gerçekten şuna bakın, şuradaki bir maddeden söz edeceğim size: Şimdi, bir şekilde danışma kurulu oluşturuluyor. Şimdi, danışma kuruluna gerçekten ihtiyaç yok. Niçin ihtiyaç yok biliyor musunuz? Şundan dolayı: Şimdi, danışma kuruluna 15 kişi alınacak. Peki, danışma kuruluna alınan 15 kişi içerisinde ilgili uzlaşmada, tahkimde konu edilen mesele, eğer 15 kişinin uzmanlığı dışındaysa ne yapacak? Dışarıya başvuracak değil mi? Dışarıdan rapor alacak. Peki, o zaman bu 15 kişiye niye para veriyorsunuz söyler misiniz? Onun yerine, danışma kurulunu bu şekilde oluşturmasanız da oraya bir madde koysaydınız, deseydiniz ki: “Dışarıdan uzmanlık talep edebilir.”

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Tanıtım açısından Sayın Halaçoğlu.

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) – Ya tanıtım değil bu, danışma kurulu. Danışma kurulu ama…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – O organın görevlerinden bir tanesi de o, İstanbul tahkim merkezini tanıtmak.

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) – Hayır, burada açık açık yazıyor: ”Yönetim kurulu gerekli gördüğü hâllerde danışma kurulunun görüşüne başvurur”. Ardından da “yönetim kurulunun çağrısı üzerine yılda bir kez toplanır.” diyor. Tanıtımla alakası yok kardeşim yani yapmayın Allah aşkına. Yok böyle bir şey, söz konusu değil. Lüzumsuz yere bir kurul oluşturuyorsunuz.

Hepinize saygılar. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Halaçoğlu.

Tasarıyla ilgili oyunun rengini belli etmek üzere, aleyhte olmak üzere Muğla Milletvekili Sayın Ömer Süha Aldan,buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı’nın aleyhinde söz aldım, sizleri saygıyla selamlarım.

İki örnek olaydan konuşmama başlayacağım. Bir tanesi: Bundan birkaç yıl önce milletvekili arkadaşlarımızla birlikte İtalya’ya gittiğimizde, ara buluculuk konusunu incelemek üzere gittiğimizde İtalyan Adalet Bakanına sorduk: “Neden ara bulucuya gerek duydunuz?” diye sorduk. “Küresel şirketler istedi.” dedi. Keza, geçtiğimiz günlerde bir olay anlatıldı bana. Bir Türk şirketi Pakistan’da önemli bir ihale almış. İhale şartnamesinde şöyle bir hüküm var: “Mutlaka o yöredeki, o aşiretteki insanlar inşaatta çalışacak.” diye. Bizim müteahhit de bunu kabul etmiş. Çalışmaya başladığı anda aşiret reisi, Pakistan’da, çağırmış, demiş ki: “Kaç tane insanı alacaksın, çalıştıracaksın benim aşiretten?” “Bin kişi.” “Hayır, 3 bin kişiyi çalıştıracaksın.” demiş. Ve iş çıkmaza girmiş, tahkime başvurulmuş ve tahkim sonuçta bir karar vermiş.

Aslında, tahkimin temelinde şu yatıyor: Dünyada iki tip vatansız var; bir tanesi, yoksul insanlar, umuda gidenler, denizlerde boğulan insanlar, bir vatan, yurt arayan, ekmek kapısı arayan insanlar var; ikinci bir grup vatansızlar da uluslararası şirketler. Ne yazık ki, ulusal yargıdan şirketlerin yargısına yönelik bir dünyaya doğru hızla gidiyoruz. Küresel sermaye ülkelere gelebilmek için kendi koşullarını dayatıyor ve bizim gibi ülkeler de bu dayatmalara boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Sadece iş bununla mı bitiyor? Türkiye'nin içindeki millî sermaye diyebileceğimiz kesimler de kendi aralarındaki sorunları millî yargıda halletme yerine, kendilerinin taahhüt ettiği insanlarla çözme niyetindeler çünkü aralarındaki sorunların toplum tarafından bilinmesini istemiyorlar.

Öyle ya da böyle, küresel dayatmanın sonucu olarak, bizde de birkaç yıldan bu yana, özellikle Avrupa Birliği sürecinden bu yana bir moda başladı. Aslında Kara Avrupası hukukuna sahip olmamıza rağmen, bütün anlayışımız onun üzerine gelişmesine rağmen, Anglosakson hukukundan kaynaklı uzlaşma, ara buluculuk, tahkim gibi müesseseleri sırf moda olsun diye Türk hukukuna empoze etmeye çalışıyoruz, hiçbir iş görmüyor.

Türkiye'de tahkim merkezi kurulmasının sembolik olarak bir anlamı vardır, etkinlik olarak hiçbir anlamı olmayacaktır. “Neden?” derseniz, bir tahkimin, 6’ncı maddede genel kurul oluşturuluyor, hemen hemen hepsinde büyük bir ağırlık Hükûmet bürokratlarının ağırlığı. Bir anlamda Hükûmetin etkisi altında olabilecek kurumların ağırlığı var. Böyle bir yapıya küresel sermaye nasıl inanacak? Kaldı ki, bütün kurumların yönetimleri genel kurula seçilecek insanları tayin ederken, Barolar Birliği Yönetim Kurulunu ayrı tutmak, o siyasi tek yanlı bakış açısının da bir yansımasıdır.

Bir diğer sakıncalı şey, son anda önergeyle geldi. Bu merkezin bütçesinin kaynağı bir yıl süreyle Başbakanlık tarafından sağlanacaktı, ne yazık ki son dakika önergesiyle bu iki yıla çıktı. Bu şu demektir: Başbakanlık iki yıl süreyle o tahkim merkezini elinde tutacak demektir.

Değerli arkadaşlarım, bu tahkim denen müessesenin bir süre sonra hiç kapısının çalınmayacağını söyleyebiliriz. Asıl önemli olan, böyle moda işlerin peşinde koşmak değildir. Dikkat ederseniz, Almanya’da tahkim merkezi yoktur. Almanya’nın bir sermaye birikimi vardır, kendine güveni vardır, millî yargısına güveni vardır, gerçek yargı bağımsızlığına sahip olduğu inancındadır, öz güveni vardır. Öz güveni olmayan ülkeler, dışarıdan para dilenmek zorunda kalan ülkeler böylesine maceraların peşine düşerler.

Keza, bu tahkim merkezi yalnız bir işe yarayacaktır. Havuza mensup olanlar kendi aralarındaki sorunları bu toplumdan habersiz çözebilecek duruma gelebileceklerdir.

Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Tasarının görüşmeleri tamamlanmıştır.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olsun.

4’üncü sırada yer alan, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve Isparta Milletvekili Recep Özel ile 52 Milletvekilinin; Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın; 1512 Sayılı Noterlik Kanunun 59. Maddesinde Noterlerin Hastalıkları Halinde Yapılacak İşlemlere İlişkin Sorunların Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın; 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı ile 33 Milletvekilinin; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan ve Elazığ Milletvekili Şuay Alpay ile 1 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve Isparta Milletvekili Recep Özel ile 52 Milletvekilinin; Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın; 1512 Sayılı Noterlik Kanunun 59. Maddesinde Noterlerin Hastalıkları Halinde Yapılacak İşlemlere İlişkin Sorunların Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın; 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı ile 33 Milletvekilinin; Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Bülent Turan ve Elazığ Milletvekili Şuay Alpay ile 1 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Adalet Komisyonu Raporu (2/2397, 2/2101, 2/2209, 2/2380, 2/2418) (S. Sayısı 655)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

5’inci sırada yer alan Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

5.- Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/742) (S. Sayısı: 616)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

6’ncı sırada yer alan, Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Yedinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

6.- Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Yedinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/337) (S. Sayısı: 73)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

7’nci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İsveç Krallığı Hükümeti Arasında Çevre Teknolojileri Alanında Ticaret, Yatırım ve İşbirliğinin Geliştirilmesine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları’nın görüşmelerine başlayacağız.

7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İsveç Krallığı Hükümeti Arasında Çevre Teknolojileri Alanında Ticaret, Yatırım ve İşbirliğinin Geliştirilmesine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/806) (S. Sayısı: 565)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

8’inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İsveç Krallığı Hükümeti Arasında Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İsveç Krallığı Hükümeti Arasında Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/702) (S. Sayısı: 387)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

9’uncu sırada yer alan, 167 Sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

9.- 167 Sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/975) (S. Sayısı: 649)(*)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet burada.

Komisyon Raporu 649 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen yok.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

 

167 SAYILI İNŞAAT İŞLERİNDE GÜVENLİK VE SAĞLIK SÖZLEŞMESİNİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR

KANUN TASARISI

 

MADDE 1. – (1) Uluslararası Çalışma Örgütünün 1988 yılında yapılan 75 inci Uluslararası Çalışma Konferansında kabul edilen, “167 Sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”nin onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, bir sorumuz vardı.

BAŞKAN – Peki, kabul ettik de… Sayın Tanal soru sormak istiyordu da ben de görmedim. Yani kabul edildiği için işlem sırası geçti. Ben göremedim, kusuruma bakmayın. Bugün ha bire sizden özür diliyorum Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, ben de sizden özür diliyorum.

BAŞKAN – Yani hayır, hakikaten öyle oldu yani. Neyse.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Oy vermek için girmiş Başkanım, oy vermek için kullanmış.

BAŞKAN - Siz ne olur karışmayın ya.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler..: Kabul edilmiştir.

Oylama için iki dakika süre veriyorum ve de başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – 167 Sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:

 

“Kullanılan oy sayısı

:

196

 

 

Kabul

:

195

 

 

Çekimser

:

1

(x)

 

Kâtip Üye

Fehmi KÜPÇÜ

Bolu

 

Kâtip Üye

İsmail KAŞDEMİR

Çanakkale”

Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Şimdi ses sistemindeki arızadan dolayı beş dakika veriyorum.

Kapanma Saati: 21.49

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 21.55

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale), Fehmi KÜPÇÜ (Bolu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

VII.- ÖNERİLER (Devam)

B) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Danışma Kurulunun, Genel Kurulun 21 Kasım 2014 Cuma günü toplanmamasına ilişkin önerisi

20/11/2014

Danışma Kurulu Önerisi

Danışma Kurulunun 20/11/2014 Perşembe günü yaptığı toplantıda, aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

             Cemil Çiçek

Türkiye Büyük Millet Meclisi

                  Başkanı

        Mustafa Elitaş                                                  Mehmet Akif Hamzaçebi

Adalet ve Kalkınma Partisi                                        Cumhuriyet Halk Partisi

    Grubu Başkan Vekili                                                 Grubu Başkan Vekili

 

      Yusuf Halaçoğlu                                                 Pervin Buldan

Milliyetçi Hareket Partisi                     Halkların Demokratik Partisi

Grubu Başkan Vekili                                  Grubu Başkan Vekili

 

Öneriler:

Genel Kurulun 21 Kasım 2014 Cuma günkü Birleşiminde toplanmaması önerilmiştir.

BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisi üzerinde söz isteyen? Yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 25 Kasım 2014 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

İyi tatiller.

Kapanma Saati: 21.57



(x) 640 S. Sayılı Basmayazı 6/11/2014 tarihli 11’inci Birleşim Tutanağı’na eklidir.

(*) 649 S.Sayılı Basmayazı  tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.