TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                10’uncu Birleşim

                                                                                        5 Kasım 2014 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Mardin Milletvekili Erol Dora'nın, madenlerdeki işçi ölümlerine ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan’ın, aşırı yağışlardan dolayı Antalya’nın Manavgat ilçesinde yaşanan sel ve su baskınının yarattığı zararlara ilişkin gündem dışı konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu'nun cevabı

3.- İstanbul Milletvekili Sevim Savaşer'in, Organ Nakli Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, eski Başbakan Bülent Ecevit’in ölümünün 8’inci, Devlet Tiyatrolarının kuruluşunun 80’inci yıl dönümlerine ve Akün ile Şinasi Sahnelerinin kapatılması konusunda ilgili bakanın bilgi vermesi gerektiğine ilişkin açıklaması

 

V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut'un, Divan olarak, Bülent Ecevit’e Allah’tan rahmet dilediklerine ilişkin konuşması

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 29 milletvekilinin, koyun yetiştiriciliğiyle ilgili sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1082)

2.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 29 milletvekilinin, yem bitkileri üretimiyle ilgili sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1083)

3.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 28 milletvekilinin, gençlerin intihar eğilimlerinin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1084)

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken tarafından, 9/10/2014 tarihinde Bingöl İl Emniyet Müdürü ve ekibine yönelik gerçekleştirilen silahlı saldırı ve iki saat sonrasında Genç ilçesinin girişinde bir aracın taranması olaylarının araştırılması amacıyla 17/10/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- MHP Grubunun, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır tarafından, son yıllarda ardı ardına meydana gelen ölümlü maden ocağı kazalarının araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla 31/10/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi

3.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve 26 milletvekili tarafından, inşaat sektöründe yaşanan ölümlü iş kazalarına karşı alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 25/6/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi

 

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in, Kırıkkale Milletvekili Oğuz Kağan Köksal’ın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi'nin, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç’in CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

4.- Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın, Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın 651 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

5.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı'nın, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

6.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat'ın, Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un 651 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

7.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç'un, İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

8.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat'ın, Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

3.- Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Kars Milletvekili Yunus Kılıç ve Amasya Milletvekili Avni Erdemir ile 79 Milletvekilinin; Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/937, 2/2229) (S. Sayısı: 615)

4.- Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 1 Milletvekilinin; Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın; Mersin Milletvekili Ali Öz ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın; İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın’ın; Ankara Milletvekili Zühal Topcu’nun; Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın; Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/981, 2/187, 2/929, 2/1532, 2/2135, 2/2260, 2/2290, 2/2403) (S. Sayısı: 651)

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Macaristan Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu, İşleyişi ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/916) (S. Sayısı: 613)

6.- İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/758) (S. Sayısı: 640)

7.- Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/742) (S. Sayısı: 616)

 

X.- OYLAMALAR

1.- (S. Sayısı: 651) Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 1 Milletvekilinin; Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın; Mersin Milletvekili Ali Öz ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın; İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın’ın; Ankara Milletvekili Zühal Topcu’nun; Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın; Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri'nin oylaması

2.- (S. Sayısı: 613) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Macaristan Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu, İşleyişi ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın oylaması

 

XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 17 Aralık 2013 tarihinden itibaren Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlardaki personel hareketlerine ve açılan davalara ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/52954)

2.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, AB ve ABD arasında müzakere edilen yeni nesil ticaret anlaşmalarının dışında kalmamak için yapılan çalışmalara ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/52955)

3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, mevzuat değişikliklerine dair düzenleyici etki analizleri yapılması adına yürütülen çalışma ve projelere ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/52956)

4.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar bünyesinde kullanılmakta olan araçlar ile ilgili çeşitli verilere ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın cevabı (7/52957)

5.- İzmir Milletvekili Hülya Güven'in, sakız ithaline ve sakız üretimine teşvik verilmemesine ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/53002)

6.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan akaryakıt alımlarına ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli’nin cevabı (7/53648)

5 Kasım 2014 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

----0----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10’uncu Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Vallahi yoktur! Gerçekten yok, denemesi bedava.

BAŞKAN – Sayın Tanal, bundan sonra, daha önce söylerseniz yoklama yaparım.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ama gerçekten yok.

BAŞKAN – Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, madenlerde gerçekleşen işçi ölümleri hakkında söz isteyen Mardin Milletvekili Erol Dora’ya aittir.

Buyurun Sayın Dora.

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Mardin Milletvekili Erol Dora'nın, madenlerdeki işçi ölümlerine ilişkin gündem dışı konuşması

 

EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de madenci işçi ölümleri konusunda gündem dışı konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Karaman’ın Ermenek ilçesinde yaşanan maden faciasının üzerinden dokuz gün geçmiş olmasına karşın mahsur kalan 18 maden işçisinden maalesef hâlâ haber alınamıyor. Ermenek'te yaşanan facianın acısı sürerken ve henüz mahsur kalan işçilere ulaşılamamışken Bartın'da bir maden ocağında meydana gelen göçükte mahsur kalan 2 Çinli maden işçisi hayatını kaybetti. Yine aynı günlerde, Zonguldak'ta ruhsatsız olarak işletilen kömür ocağında meydana gelen kazada 1 maden işçisi yaşamını yitirdi. Madenci işçi ölümleri gündemde yerini almışken aynı hafta içerisinde bir işçi ölüm haberi de maalesef Isparta'dan geldi. Isparta'nın Yalvaç ilçesi yakınlarında mevsimlik işçileri taşıyan midibüsün şarampole yuvarlanması sonucu 18 işçi yaşamını yitirdi, 27 kişi de yaralandı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin raporuna göre, ekim ayında en az 160 işçi yaşamını yitirmiştir. Son on iki yılda yani AK PARTİ iktidarı döneminde en az 14.555 işçi hayatını kaybetti.

Yine aynı verilere göre, 2014 yılında madenlerde en az 354 işçi yaşamını yitirdi. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, El Salvador ve Cezayir’in ardından işçi ölümlerinde 3’üncü sırada olan Türkiye’de her yıl ölen işçi sayısı bin kişinin üzerinde.

Değerli milletvekilleri, Soma’da 301 madenci işçinin yaşam hakkı ellerinden alınmışken, 301 madenci işçinin ölümüne sebebiyet verilmişken, yine 10 işçinin yaşam hakkının gasbedildiği Torunlar İnşaatta meydana gelen asansör faciasının acısı içimizdeyken şimdi Karaman-Ermenek’te tekrar toplu bir işçi kıyımıyla karşı karşıyayız.

Ermenek madeninin çalıştırılmasının güvencesiz olduğuna dair var olan ve Bakanlığa sunulan TEMA Vakfı raporu dikkate alınmadığı gibi, güncel denetimlerde de görülen eksiklikler tamamlanmadan üretimin sürdürülmesine göz yumulmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; altını çizerek belirtmeliyiz ki hiçbir önlem alınmadığı için yaşanan bu işçi cinayetleri doğallaştırılamaz ve sıradanlaştırılamaz. Yaşananlar açıkça iş cinayetleridir.

Soma faciasının ardından kamuoyunda oluşan tepki üzerine torba yasada birkaç göstermelik düzenleme yapan ancak maden kazalarının asıl nedenlerini ortadan kaldırmak için kılını kıpırdatmayan AK PARTİ Hükûmeti ve onun açtığı yolda işçileri canları pahasına çalıştıran patronlar Karaman’da da işçileri göçük altında bırakmıştır.

Değerli milletvekilleri, gerek partimiz milletvekilleri ve gerekse diğer muhalefet partilerince verilmiş soru önergeleri ve araştırma önergelerinin iktidar tarafından sürekli olarak reddedilmesi, Hükûmetin maden işçilerinin sağlık ve ekonomik refahlarını önemsemediğinin açık göstergesidir.

“Kendi savaş uçağımı yapıyorum, kendi silahımı kendim üretiyorum.” diye övünen Hükûmet kendi madenlerini 19’uncu yüzyıl ilkel yöntem ve teknikleriyle çıkarmaya devam ediyor. Aynı Hükûmet, yurttaşlarımızın 19’uncu yüzyıl vahşi kapitalizm dönemi yöntemleriyle çalıştırılıp her gün acı bir biçimde ölmelerine ise âdeta seyirci kalıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; durum çok açık bir biçimde ortadadır. İş, öncelikle, ilgili bakanların derhâl istifa etmelerini gerektirmektedir.     Madenlerde çağdaş teknolojinin kullanılmasını zorunlu hâle getirecek düzenlemeler yapılmalı ve işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında çağdaş evrensel normlar benimsenerek hayata geçirilmelidir. Kömür ocakları kamulaştırılmalı, kömür üretiminde kiralama, taşeron ve hizmet alımına son verilmeli ve çalışma hayatında felakete yol açan esnek ve kuralsız çalışma uygulamalarından vazgeçilmelidir. İşçilere yönelik örgütlenme ve sendikasını seçmeye yönelik siyasi baskılara derhâl son verilmelidir. Sendika barajı ve örgütlenme önündeki fiilî ve yasal engeller kaldırılmalıdır. İş cinayetlerinde cezasızlık politikasından vazgeçilmeli, her düzeydeki sorumlular yargılanmalıdır. İşçi sağlığı ve güvenliğini sağlamaya dönük uluslararası ILO sözleşmelerinin ilgili protokolleri eksiksiz imzalanmalı, konulan çekinceler kaldırılmalıdır. 21’inci yüzyıl Türkiyesi, maden çıkarma ve işletme teknolojisini yenilemeli ve çağdaş yöntemlere yönelmelidir. 21’inci yüzyıl Türkiyesi’nin kayıt dışı, düşük ücretli, sendikasız ve güvencesiz işçi çalıştırma olgusunu ivedilikle ortadan kaldırması gerektiğini belirtiyor, tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı ikinci söz, aşırı yağışlardan dolayı Antalya’nın Manavgat ilçesinde yaşanan sel ve su baskınının yarattığı zararlarla ilgili söz isteyen Antalya Milletvekili Osman Kaptan’a aittir.

Buyurun Sayın Kaptan. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan’ın, aşırı yağışlardan dolayı Antalya’nın Manavgat ilçesinde yaşanan sel ve su baskınının yarattığı zararlara ilişkin gündem dışı konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu'nun cevabı

 

OSMAN KAPTAN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın arkadaşlarım, Manavgat’ta 24 Ekim tarihinde gece saat üçten başlayarak sekiz saat boyunca yağan şiddetli yağmur sel ve su baskınına yol açmıştır. Uzun yıllardır Manavgat’ta metrekareye saatte 160-180 kilogram yağmur düşerken bu sefer metrekareye 350 kilogram yağmur düşmüş, yani iki katı yağmur yağmıştır. Yaklaşık 500 dükkân ve bir o kadar da ev su baskını altında kalmıştır. 600 dolayında otomobil, motorlu taşıt kullanılamaz hâle gelmiştir. Bazı mahallelerde dükkânların yarısına kadar su basmış, depolar su altında kalmış, zaten zor durumda olan esnaf perişan olmuştur. 288 kişiye ait, efendim, 7.800 hektar pamuk, yer fıstığı, susam, mısır tarlaları, 5 adet sera ve 7-8 köyde ağır olmak üzere toplam 26 köyde ekili alanlar hasar görmüştür. Tarım İlçe Müdürlüğü tarımdaki zararın 16,5 milyon lira olduğunu tespit etmiştir. Otel ve turizm bölgelerinde de hasar olmuştur. Tanınmış bir otelcimiz, bize, sadece kendi zararının 4 trilyon lira olduğunu ifade etmiştir. Manavgat Belediyesi de felakete 300 ekiple, kiraladığı ve satın aldığı 25 iş makinesi ve Zodiac botlarla vatandaşlara yardımcı olmaya çalışmıştır, fırınları açtırarak sürekli ekmek ve su dağıtmıştır. Sayın milletvekilleri, kısaca, Manavgat’ta hayat felç olmuştur.

Sayın arkadaşlarım, Antalya’nın yılda aldığı yağış AB ortalamasından 5 kat, Türkiye ortalamasından 3 kat daha fazladır. Bol yağışlar Antalya’daki güzelliklerin de, Antalya’daki doğal afetlerin de nedenidir. Son yıllarda, Antalya, turizm ve tarımın başkenti olduğu kadar doğal afetlerin de başkenti olmuştur. 2011’de Gebiz’in Haskızılören köyünde selden 6 kişi hayatını kaybetmiş, 2 kişinin cenazesi hâlen bulunamamıştır. Onun için, Antalya’nın doğal afetlerden korunması için GAP, DAP, KOP gibi bölgesel bir projeye ihtiyaç vardır.

Sayın arkadaşlarım, Manavgat, Bakanlar Kurulunca doğal afet bölgesi ilan edilmeli, zarar görenlerin zararları devletçe acilen ödenmelidir. Büyükşehir Yasası’yla kanalizasyon, su ve itfaiye hizmetleri büyükşehre geçmiştir. Büyükşehir ASAT tarafından yılda 2 defa drenaj kanallarının temizlenmesi gerekirken bu temizlik yapılmamıştır, bundan dolayı bu zararlar da büyük olmuştur.

Büyükşehir Yasası’yla Manavgat’ta kapatılan belediyelerin borçları Manavgat Belediyesine, alacakları ise Büyükşehre geçmiştir. Büyükşehir Yasası’ndan dolayı mahalle muhtarları ve belediye başkanları “Elimiz kolumuz bağlandı, hizmetleri Büyükşehirden beklemek durumunda kalıyoruz.” demişlerdir.

Bu nedenle, Büyükşehir Yasası uygulamaya konulduktan beri yapılan çalışmalar yeterli midir yetersiz midir, bu konunun araştırılması için bir Meclis araştırması önergesi vereceğiz.

Sayın arkadaşlarım, Manavgat turizm bölgemizdir, Antalya’nın merkezi ve çoğu ilçeleri de turistik ilçelerdir. Altyapıdaki hizmet yetersizliği, yurt dışında turizmimizi imaj ve tanıtım yönünden olumsuz etkilemektedir. O nedenle tekrar altını çizmek istiyorum, Antalya’mızın turizmini ve tarımını koruma altına almamız için GAP, DAP, KOP gibi bir proje hayata geçirilmelidir. Manavgat’ın afet bölgesi ilan edilmesi ve zararların devletçe ödenmesi sağlanmalıdır.

Tüm Manavgatlı ve Antalyalı hemşehrilerimize geçmiş olsun diyor, bu türlü afetlerin bir daha yaşanmamasını Allah’tan niyaz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gündem dışı konuşmaya Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel Eroğlu cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Antalya Milletvekili Sayın Osman Kaptan Beyefendi’nin konuşmasına cevap olmak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim.

Şimdi, Antalya’da hakikaten 24, 25 ve 26 Ekim 2014 tarihlerinde, hem merkez hem de ilçelerinde yoğun yağışlar meydana gelmiş, maddi kayıplara yol açan birtakım taşkınlar olmuştur. Esasen biz, bu yoğun yağışları, daha önce, Meteoroloji Genel Müdürlüğümüz tarafından bütün kurum ve kuruluşlara, belediyelere ikaz ettik. Hatta 23 Ekim 2014 saat on sekizde yayımlanan ikazla Antalya’da beklenen sel ve su baskınlarına karşı yetkililer ve vatandaşlarımız bilgilendirildi. Fakat maalesef 24-26 Ekim tarihleri arasında Manavgat’ta metrekareye 480 kilogram yağış düşüyor yani 484 milimetre. Yani, Türkiye’de bir yılda yağan yağış miktarının ortalama 642 milimetre olduğu dikkate alınırsa gerçekten bunun ne kadar büyük bir yağış olduğu anlaşılır.

Belek’te de 294 kilogram yağış kaydedildi. Özellikle Antalya’da oluşabilecek büyük sel felaketinin önüne, DSİ tarafından yapılan çok sayıda taşkın koruma tesisiyle büyük ölçüde geçildi.

Bizim son on iki yılda inşa ettiğimiz 51 tane dere ıslahı var. Hatta, Antalya’daki topoğrafik durum sebebiyle Antalya taşkınlara sürekli maruzdu. Hatta, ben, DSİ Genel Müdürüyken büyük bir seferberlik yaptım, Türkiye’deki bütün araç ve iş makinelerini Antalya’ya çekerek bundan aşağı yukarı beş altı yıl önce -DSİ marifetiyle- toplu makine çalışmalarıyla çok sayıda dereyi ıslah etmiştim. Peki, bu 51 tane dere ıslahıyla ne yapıldı? 62 meskûn mahal, Antalya merkez ve ilçeler dâhil olmak üzere ve yaklaşık da 123 bin dekar arazi taşkınlardan korundu.

Özellikle Manavgat ilçemizde yoğun yağışlar sebebiyle çok büyük bir felaket olması ihtimal dâhilindeydi ama biz orada çok isabetli bir karar aldık. Biliyorsunuz sayın vekilim, Naras Barajı’nı inşa ettik. Naras Barajı’ında su tutulma talimatını vermiştim ben, su da tutulduğu için… Bakın, Naras Barajı’nda bu yoğun yağışlar, gerçekten beklenmedik yağışlar neticesinde, 26 Ekim tarihine kadar devam eden yoğun yağışlarla özellikle Naras Barajı’nda su seviyesi 13 metre birden yükseldi. Yani, bu 13 metre büyük bir hacim. Bu, eğer hakikaten Manavgat’a ve diğer araziye gitseydi çok daha büyük felaket olurdu. Naras Barajı gerçekten bu felaketi büyük ölçüde önledi ama hakikaten birtakım taşkın hasarları husule geldi. Tabii, biz başta DSİ ve diğer kurumlar olmak üzere gerekli tedbirleri alacağız, bunu da özellikle belirteyim.

Ayrıca, size ikazınızdan dolayı da teşekkür ediyorum. Hatta, bize de yapılacak hususlar konusunda bilgi notu iletirseniz, bunları takip etmek, birlikte, hep beraber takip etmek bizim boynumuzun borcu. Ama ben kısaca şunu belirteyim: Antalya’ya hakikaten çok büyük yatırımlar yaptık. DSİ olarak biz, Antalya’ya 1 milyar 171 milyon 250 TL, yani yaklaşık 1 milyar 200 milyon TL’lik yatırım yaptık. Bu seneyle birlikte… Çünkü yeni barajlar inşa ediyoruz, Küçük Aksu Barajı gibi barajlar. Bunlarla beraber bu sene yıl sonunda Antalya’ya sadece Orman ve Su İşleri Bakanlığının yaptığı yatırım 1,5 milyar TL’yi yakalayacaktır ki en çok yatırım yapılan illerin arasında yer alıyor, onu özellikle vurgulamak istiyorum. Biliyorsunuz, bununla aşağı yukarı 400 bin dekar araziyi sulamaya açtık. Ayrıca, 212.980 dekar araziyi de taşkınlardan koruduk.

51 tane dere ıslahı yanında şu anda 5 tane büyük dere ıslahı devam ediyor. Mesela Küçük Aksu Deresi’nin ıslahı yapılıyor, inşaatı hızla ilerliyor. 5 tane dere ıslahı, Antalya Kumluca, Alanya Alara Çayı vesaire Küçük Aksu, Elmalı ilçe merkezindeki dere ıslahları devam ediyor.

Bunun dışında, tabii, bu taşkınları önlemede baraj ve göletlerin çok büyük rolü var. Yani, hızla akan suyu -Antalya’nın topoğrafik durumu malum hepinizce- hızla yağan yağmuru mutlaka bir yerde durdurmak için göletler, barajlar yapılması lazım. Nitekim, Naras Barajı olmasaydı çok daha büyük sıkıntı olabilirdi, Allah’a şükür Naras Barajı kurtardı.

Bu yüzden Antalya’da, sayın vekilim, tam 20 adet baraj ve gölet sulama tesisinin “Bin Günde Bin Gölet ve Sulama” kapsamında yapılması talimatını verdim. Vaktinizi almamak için bunları söylemiyorum, teker teker okumam zaman alacak ama arzu ederseniz size bu bilgi notunu da… 20 tane baraj, gölet ve sulama tesisi yapacağız, bunu özellikle belirteyim. Dere ıslahları yapılacak.

Bir de son olarak şu müjdeyi vermek istiyorum: Biz Antalya’yı pilot bölge olarak aldık. Bu konuda 3 tane seferberlik yapıyoruz: Orman teşkilatı, Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü ve DSİ Genel Müdürlüğü tarafından 3 tane büyük eylem planını Antalya’da uygulamaya başladık. Bilhassa yağan yağmurun yukarı havzalarda yani derelerin üst kısımlarında tutulması için özellikle yukarı havza kontrol sistemleri başladı. Hem ağaçlandırma, mera ıslahı hem de DSİ tarafından üst kısımlarda tersip bentleri, sel kapanları yapma şeklinde büyük bir seferberlik başlattık. Erozyon kontrolüyle ilgili seferberlik ikinci seferberliğimiz. Bir de baraj ve göletlerin etrafında yeşil kuşak ağaçlandırması yapmak suretiyle sel baskınlarını azaltmak, yağan yağmuru arazide tutmak için bir çalışma yapıyoruz. Bunu da sizlere özellikle vurgulamak istiyorum. Zaten DSİ şu anda hemen Antalya’da çalışmalara başladı. Bu konuda, önümüzdeki haftalarda ben de Antalya’ya giderek bizzat yerinde çalışmaları takip edeceğim.

Hepinize çok teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı üçüncü söz, Organ Nakli Haftası münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Sevim Savaşer’e aittir.

Buyurun Sayın Savaşer. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- İstanbul Milletvekili Sevim Savaşer'in, Organ Nakli Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

 

SEVİM SAVAŞER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 3-9 Kasım “Organ Bağışı Haftası” nedeniyle gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyetinizi saygıyla selamlarım.

Bir kişinin hayattayken serbest iradesiyle tıbben yaşamı sona erdikten sonra doku ve organlarının başka hastaların tedavisi için kullanılmasına izin vermesi ve bunu belgelendirmesi organ bağışı olarak adlandırılmakta. Günümüzde kalp, akciğer, böbrek, pankreas, ince bağırsak, kemik iliği, deri, kornea gibi nakiller gerçekleştirilebilmektedir.

Ülkemizde 63’ü böbrek, 38’i karaciğer, 12’si kalp, 6’sı akciğer merkezi olmak üzere toplam 119 nakil merkezi bulunmaktadır. Ülkemizde organ doku nakil hizmetleri 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması Hakkında Kanun ile Organ ve Doku Nakil Hizmetleri Yönetmeliği ve bu yönetmeliğe istinaden çıkarılan yönergeler kapsamında yürütülmektedir. Sağlık Bakanlığımız, organ bağışı ve naklinin daha sistemli yürütülmesi amacıyla Ankara’da Ulusal Organ ve Doku Nakli Koordinasyon Merkezi, 9 ilde de organ ve doku nakli bölge koordinasyon merkezleri kurmuş ve bu merkezlere bağlı illeri de ayrıca belirlemiştir.

Ayrıca, 2013 yılı Nisan ayından itibaren organ bağışında bulunanların bilgilerinin kayıt altına alındığı ve kayıtların yüksek güvenlikli bir şekilde korunduğu “Türkiye Organ Bağışı Bilgi Sistemi Programı” devreye sokulmuştur.

Bugün ülkemizde 25 bine yakın kişi organ sırasında, organ nakli için beklemektedir. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de nakil ihtiyacının karşılanması beklenenin oldukça altındadır. Bu, bütün dünyada da bu şekildedir, bizim ülkemizde de benzer şekildedir.

Avrupa ülkelerinde organ nakillerinin yüzde 80’i kadavradan, yüzde 20’si canlı kaynaklı iken ülkemizde bunun tam tersi, yüzde 75’i canlı, yüzde 25’i de kadavradan karşılanmaktadır. Tabii ki bunun en önemli nedeni yeterli organ bağışının olmayışıdır. Bu nedenle organ bağışı ve nakli sayılarının artırılması Sağlık Bakanlığımızın öncelikli hedefleri arasında olup bu konuda da kapsamlı çalışmalar yürütülmektedir. Ancak bazı toplumlarda dinî veya daha ağırlıklı kültürel olarak ölünün vücut bütünlüğünü bozmayı uygun görmeme yaklaşımı nedeniyle yeterli organ bağışı sağlanamamaktadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı -Din İşleri Yüksek Kurulu 6/3/1980 tarih ve 396/13 sayılı Karar’ında- İslam dininde organ bağışının uygun şartlar yerine getirildiğinde caiz olduğunu bildirmiş, bu konuda Kur'an’da ayetler olduğunu açıklamış ve alınacak organ veya doku karşılığında hiçbir ücret alınmaması gerekliliğini vurgulamış ve organ bağışına gönüllülüğü artırmak amacıyla camilerde organ bağışına ilişkin faaliyetlerde bulunmuştur. Kur'an-ı Kerim’de, Maide Suresi ayet 32, kim bir kimseye hayat verirse onun sanki bütün insanlara hayat vermişçesine sevap kazanacağı beyanı bulunmaktadır.

Araştırmalar organ bağışı konusunda toplumu bilgilendirmenin en iyi yönteminin basın-yayın ve İnternet ortamının olduğunu göstermektedir. Medyanın toplumu organ bağışı konusunda doğru yönlendirmesi, televizyon programlarında organ bağışını destekleyici programların yapılarak toplumun bilinçlendirilmesi, ayrıca okullarda organ bağışına yönelik eğitimler verilmesi organ bağışı oranını önemli ölçüde artıracaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, hiçbirimizin inşallah organ bağışına ihtiyacı olmaz düşüncesiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Tanal.

Sayın Gök, buyurun.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Tanal konuyla ilgili kısa bir açıklama yapacak, onda sonra olursa...

BAŞKAN – Sayın Gök, usulümüz değil, biliyorsunuz.

Sizin talebiniz var.

Buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, eski Başbakan Bülent Ecevit’in ölümünün 8’inci, Devlet Tiyatrolarının kuruluşunun 80’inci yıl dönümlerine ve Akün ile Şinasi Sahnelerinin kapatılması konusunda ilgili bakanın bilgi vermesi gerektiğine ilişkin açıklaması

 

LEVENT GÖK (Ankara) – Peki.

Benim talebim iki hususa dikkat çekmek içindir Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bundan tam sekiz yıl önce, 5 Kasım 2006 tarihinde eski başbakanlardan, Cumhuriyet Halk Partisinin önceki genel başkanlarından ve vefat ettiği tarihte Demokratik Sol Parti Genel Başkanı olan Bülent Ecevit hayata veda etti. Bülent Ecevit, siyasi kimliğiyle, kişiliğiyle, yaşantısıyla Türk siyasetine ve özellikle emekçilere, dar gelirlilere kazandırdıkları devrim niteliğindeki kavramlar ve kurullarla Türk siyasetinin mümtaz kişiliklerinden bir tanesidir. Onun yaşantısında zenginliğin asla yeri olmamıştır, onun yaşantısı mütevazılık üzerine kurulmuştur. Bugün de rahmetli Bülent Ecevit’in bu mütevazı yaşantısına ne denli ihtiyaç duyduğumuz günleri geçirirken kendisini bir kez daha rahmetle anıyorum. Sanırım tüm Meclis üyelerimiz de bu duygularıma iştirak ediyordur.

Bir diğer ikinci konu, 5 Kasım 1934 tarihi, Devlet Tiyatrolarının kuruluş yıl dönümüdür. Bundan tam seksen yıl önce, cumhuriyeti kuran kadrolar Türkiye’de yaşayan tüm yurttaşlarımızın sanatın her türlüsünden faydalanmasını amaçlamış ve bu amaçla Devlet Tiyatrolarını kurmuştur ve Türkiye, yönünü çağdaş uygarlığa, resme, sanata ve güzel sanatlara dönmüştür. Ancak, önceki gün Ankara’nın en güzide sahnelerinden Akün ve Şinasi sahnelerinin satılmış olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Basından öğrendiğimiz bu bilgi bugün dahi yalanlanmamıştır. Çankaya’daki Akün ve Şinasi sahneleri Ankara’da herkesin kolaylıkla ulaşabileceği ve kapasite itibarıyla gerçekten tiyatroya, sinemaya ve kültüre çok ciddi hizmetleri olacak olan kurumlardır. Devlet Tiyatrolarının kuruluşundan tam seksen yıl sonra, sanata önem vermek amacıyla kurulan Devlet Tiyatrolarının kuruluşundan tam seksen yıl sonra bugün gelinen zihniyette Akün ve Şinasi sahnelerinin kapatılması son derece talihsiz bir uygulamadır. Eğer böyle bir uygulama yok ise Bakanın yalanlamasını, var ise de gerçeği, kime, hangi fiyatla, hangi ihale usulüyle yapıldığını öğrenmemiz kamu açısından son derece yararlı olacaktır. Eğer gerçekten satıldıysa böylesine bir talihsiz çakışmanın içerisinde olmak öncelikle hem bir sanatsever olarak hem de bir Ankara milletvekili olarak beni çok ciddi yaralamıştır.

Toplumumuzun bu kaygılarını da bu vesileyle paylaşmak isterim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gök.

V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut'un, Divan olarak, Bülent Ecevit’e Allah’tan rahmet dilediklerine ilişkin konuşması

 

BAŞKAN - Biz de Bülent Ecevit’e Allah’tan rahmet diliyoruz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Milletvekili Sevim Savaşer...

BAŞKAN – Sayın Tanal, önce ne için söz istediniz onu söylerseniz...

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Tabii -onunla ilgili- onu söylemeye çalışıyorum, izin verirseniz eğer.

Kendilerine bu organ nakliyle ilgili konuyu gündeme getirdikleri için teşekkür ediyorum. Yalnız verdikleri şu bilgi kamuoyu açısından yanlış bir bilgi...

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Tanal.

Sayın Tanal, gündem dışı sözler her zaman...

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bitiriyorum, tek cümle istiyorum.

BAŞKAN – Bir saniye efendim, bir saniye... Bakın, her zaman İç Tüzük’ü hatırlatıyorsunuz. İç Tüzük 59 ve 60’ıncı maddeler çok net ve açık, siz de İç Tüzük’ü çok iyi bilen bir sayın milletvekilisiniz. Lütfen...

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Başkanım, ama bakın, ne söyleyeceğimi...

BAŞKAN – Ama neye göre hareket edeceğiz? Tamam...

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bitmişti şimdiye kadar yani uzatmama adına söylüyorum.

BAŞKAN – Bitebilir, bitmeyebilir, ayrı bir konu ama İç Tüzük açık efendim.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, ben, İç Tüzük hükümleri uyarınca söz istiyorum, konu da şu: Sayın hatip şunu söyledi, dedi ki: “Avrupa’da kadavradan yüzde 80, Türkiye’de yüzde 75 canlıdan alınıyor. Bunun asıl sebebi yetersiz bağışlardır.” Asıl sebebi, yetersiz bağıştan ziyade kanunun eksikliğidir. Biz bu kanunu, Belçika örneğini getirdik yani “Kişi temyiz kudretine sahipse, eğer organ bağışlamasını yasaklamamışsa bağışlamış farz edilir.” diye kanun teklifini getirdik, Genel Kurulda reddedildi. Sayın Tülin Hanım burada, hekim, profesör doktor; kendisine danıştım. Yani hakikaten bu, toplumumuzun kanayan yarası. Ne olur, bu kanunu gerçekten dört başı mamur olarak Sağlık Bakanıyla görüşelim, organ nakli bekleyen vatandaşımız ne olur bundan yararlansın. Ama bu yasal mevzuatı Genel Kurul reddettiği için büyük sorun bundan kaynaklanıyor.

Ben teşekkür ediyorum tekrar.

BAŞKAN – Evet, bu aydınlatıcı bilgiden dolayı teşekkür ediyoruz.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 29 milletvekilinin, koyun yetiştiriciliğiyle ilgili sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1082)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizin tüm bölgelerinde koyun yetiştiriciliği yapılabilmekle birlikte özellikle Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki coğrafya bu yetiştiriciliğe daha uygun bir yapıdadır. Bu nedenle, koyun varlığının önemli bölümü bu bölgelerde yer almaktadır. Eti, sütü ve yapağısıyla bulunduğu bölgenin ekonomisine önemli bir fayda sağlar.

Koyun beslenmesinde genelde yayla, mera ve tarımsal arazilerden faydalanılması nedeniyle, çoban masrafı hariç, ürünleri hemen hemen sıfır besi maliyetiyle elde edildiği için, Allah'ın ülkemiz insanına bahşettiği, zamanında ve süresinde kullanılmadığı zaman hiçbir işe yaramayan otun ete, süte, yapağıya çevrilmesiyle elde edilen ekonomik fayda sayesinde bölge insanının refahında önemli bir payı olmasına karşılık, son yirmi yılda başta bölgedeki terör faaliyetleri nedeniyle kırsalda yaşayan ve bu işle uğraşan köylünün kente indirilerek sektörden uzaklaştırılması, keza Beritan aşireti gibi göçer olarak yaşayıp tüm varlığını koyunculuğa bağlamış olan göçerlerin de aynı nedenle bu sektörden uzaklaştırılarak kentlerde yerleşik düzene geçirilmeleri ve bunun dışında beslenme alışkanlığının değişmesi vb. nedenlerden ötürü ülkemiz koyun varlığında önemli azalma olmuştur.

 

Yıl

Merinos

Yerli

Toplam

1980

 

 

48.630.000

1990

842.000

39.711.000

 

2000

773.000

27.719.000

28.492.000

2004

762.696

24.438.459

25.201.155

Yukarıdaki tablonun incelenmesinden de görüleceği üzere son yirmi beş yıllık süreç içerisinde koyun varlığında meydana gelen 23 milyon 500 bin baş azalma hayvancılığımız açısından süratle önlem alınarak düzeltilmesi gereken vahimliktedir.

23 milyon 500 bin baş koyun bugün olsaydı, ülkemizde bugün bu miktar koyun varlığından 10 milyon baş erkek kuzu/toklu ile 4 milyon baş deforme koyunun kesime verileceği hesabıyla ve karkas ağırlığının 20 kg ortalamasıyla en düşük fiyat olan 7 YTL/kg üzerinden yılda 1 milyar 960 milyon YTL eti karşılığı,

Bu miktar koyun varlığından 10 milyonunun sağmal olduğunu düşünerek, dört ay süreyle sağılması ve günde koyun başına 0,5 l süt verimi hesabıyla 600 milyon l sütün 0,4 YTL üzerinden yılda 240 milyon YTL sütü karşılığı,

Yine bu miktar koyun varlığından koyun başına 1 kg yapağı elde edilmesi ve 5 YTL/kg düşünülerek yılda 117 milyon 500 bin YTL yapağısı karşılığı olmak üzere, toplam 2 milyar 317 milyon 500 bin YTL, ya da başka bir ifade, 02/11/2006 tarihindeki serbest piyasadaki 1 ABD doları alış kuru olan 1.454 YTL üzerinden değerlendirilecek olduğunda 1 milyar 593 milyon 879 bin ABD doları kayıp söz konusudur.

Bu miktarın Allah’ın ülkemize sunduğu ve son yıllarda değerlendiremediğimiz, oluşmasında hiçbir katkımız olmayan otun kullanılamaması nedeniyle kaybedildiği basit ama önemli bir gerçektir. Bölgeden 1,5 milyar dolar çekilmesi demek bu bölgeden batıya yapılan göçün en önemli faktörüdür. Metropollerde varoşların daha da büyümesine ve burada kentsel hizmetlerin maliyetinin artmasına yol açtığı göz önüne alındığında ülke ekonomisinde kaybedilen değer 3-4 milyar dolara ulaşmaktadır.

AB ülkeleri ve ABD bir zamanlar koyunculuğa ve koyun eti üretimine daha az önem verirken son zamanlarda koyun ve keçi etinin sağlık açısından daha yararlı olması ve damak tadının daha güzel olması nedeniyle koyunculuğa azami ölçüde önem vermiştir.

Ülkemizdeki koyunların yetiştiriciliğinin teşvik edilmesi, üretimi, ihracatı, devletin bu öz kaynağımıza sahip çıkması bununla ilgili sorunlarının ve çözüm yollarının belirlenmesi, destekleme yollarının araştırılması, idari ve kurumsal yasal düzenlemelerin yapılması amacıyla İç Tüzük’ün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince ekte yer alan gerekçeye istinaden bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Ramazan Kerim Özkan                                          (Burdur)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

3) Celal Dinçer                                                         (İstanbul)

4) İhsan Özkes                                                         (İstanbul)

5) Aylin Nazlıaka                                                      (Ankara)

6) Ahmet İhsan Kalkavan                                          (Samsun)

7) Umut Oran                                                           (İstanbul)

8) Doğan Şafak                                                        (Niğde)

9) Mehmet Ali Ediboğlu                                             (Hatay)

10) İlhan Demiröz                                                     (Bursa)

11) Engin Altay                                                        (Sinop)

12) Ali Sarıbaş                                                         (Çanakkale)

13) Mehmet Şeker                                                    (Gaziantep)

14) Gürkut Acar                                                        (Antalya)

15) Ali Serindağ                                                       (Gaziantep)

16) Namık Havutça                                                   (Balıkesir)

17) Ali Haydar Öner                                                  (Isparta)

18) Mehmet Hilal Kaplan                                           (Kocaeli)

19) Mahmut Tanal                                                     (İstanbul)

20) Özgür Özel                                                         (Manisa)

21) Candan Yüceer                                                   (Tekirdağ)

22) Kadir Gökmen Öğüt                                             (İstanbul)

23) Nurettin Demir                                                    (Muğla)

24) Mustafa Serdar Soydan                                       (Çanakkale)

25) Hasan Ören                                                        (Manisa)

26) Haydar Akar                                                       (Kocaeli)

27) Selahattin Karaahmetoğlu                                   (Giresun)

28) Sedef Küçük                                                       (İstanbul)

29) Ramis Topal                                                       (Amasya)

30) Aytuğ Atıcı                                                         (Mersin)

2.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 29 milletvekilinin, yem bitkileri üretimiyle ilgili sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1083)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde hayvan beslenmesinde kullanılan yem hammadde fiyatlarındaki ve kaba yemi oluşturan ot ve samandaki bu anormal ve yüksek orandaki artışın nedenlerinin araştırılması, yem bitkileri üretiminin teşvik edilmesi, bu konuyla ilgili olarak sorunların ve çözüm yollarının belirlenmesi, destekleme yollarının araştırılması, idari, kurumsal ve yasal düzenlemelerin yapılması amacıyla, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince aşağıda anılan gerekçelere istinaden bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Ramazan Kerim Özkan                                          (Burdur)

2) Mehmet Şeker                                                      (Gaziantep)

3) Engin Altay                                                          (Sinop)

4) Namık Havutça                                                     (Balıkesir)

5) Aylin Nazlıaka                                                      (Ankara)

6) Celal Dinçer                                                         (İstanbul)

7) Ahmet İhsan Kalkavan                                          (Samsun)

8) İhsan Özkes                                                         (İstanbul)

9) Doğan Şafak                                                        (Niğde)

10) Umut Oran                                                          (İstanbul)

11) İlhan Demiröz                                                     (Bursa)

12) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                    (İstanbul)

13) Ali Serindağ                                                       (Gaziantep)

14) Ali Haydar Öner                                                  (Isparta)

15) Mahmut Tanal                                                     (İstanbul)

16) Mehmet Hilal Kaplan                                           (Kocaeli)

17) Özgür Özel                                                         (Manisa)

18) Candan Yüceer                                                   (Tekirdağ)

19) Kadir Gökmen Öğüt                                             (İstanbul)

20) Nurettin Demir                                                    (Muğla)

21) Mustafa Serdar Soydan                                       (Çanakkale)

22) Hasan Ören                                                        (Manisa)

23) Mehmet Ali Ediboğlu                                           (Hatay)

24) Haydar Akar                                                       (Kocaeli)

25) Gürkut Acar                                                        (Antalya)

26) Ali Sarıbaş                                                         (Çanakkale)

27) Selahattin Karaahmetoğlu                                   (Giresun)

28) Sedef Küçük                                                       (İstanbul)

29) Ramis Topal                                                       (Amasya)

30) Aytuğ Atıcı                                                         (Mersin)

Bilindiği üzere, 2007-2008 yılları arasında tüm dünyada ve ülkemizde çok şiddetli kuraklık neticesinde özellikle tarım ve hayvancılık alanında büyük bir küresel kriz yaşanmıştır. Bu süreç içerisinde gıda fiyatları ve yem ham maddesi ürünlerinin fiyatı çok kısa bir sürede yüzde 100’ün üzerinde artış göstermiştir. Birçok ülke tarımsal destekleri artırırken ülkemizde 10'dan fazla kalemde yem desteği hem miktar hem de kapsam olarak daraltılmıştır. Destekler artmadığı için üretici yem bitkisi üretiminden çekilmiştir. Yem üretimi artmazken yem fiyatı artmıştır. Buna karşın süt fiyatı Cumhuriyet tarihinin en düşük fiyatını ve süt/yem paritesini görmüştür.

Bugün yine hayvancılık sektörü alarm vermeye devam etmektedir. Tüm yem ham maddelerinde yüzde 30-50 arasında fiyat artışları olmuştur. Kaba yem fiyatları ise samanda yüzde 400-500, yoncada yüzde 100-150 oranında artmıştır. Yem ve saman fiyatlarında ani ve aşırı yükselmeler olmuştur. 3 TL olan saman balyası 20 TL olmuş ve de bulmakta güçlük çekilmektedir.

Bunun aksine süt fiyatları 10 aydan bu yana 80 hatta bazı yörelerde 70 kuruştan alıcı bulmaktadır. Buna karşın çaresiz üretici bu günde 2008 yılında olduğu gibi damızlık ineklerini gözleri yaşlı bir şekilde kesime götürmek zorunda kalmaktadır.

Bakanlığınız tarafından her seferinde tarımda Avrupa'da 1’inci, dünyada ise 7’nci olduğumuz ve ilk 5'i hedeflediğimiz söylense de bugün ahırlarda ot ve samandan eser kalmamıştır. Bırakın, yemi, bugün bir ilk daha gerçekleştirilerek ot ve saman ithal etmenin yolları araştırılmaktadır. Verimli hayvancılıkta dünyanın kabul ettiği bir gerçek vardır. Yani, bir inek hem kendini hem yavrusunu hem de sahibini beslemek zorundadır. 1 litre sütle 1,5 kg yem alınabilmelidir. Bu denge bozulursa üretici işin içinden çıkamaz.

Ülkemizde bugünlerde bırakın 1 litre sütle 1 kg yem almayı, 1 kg saman bile alınamamaktadır. Kaba yem fiyatlarındaki hızlı artış hayvancılığımızı çökme noktasına getirmeye başlamıştır. İşletmelerin aylık gider kalemleri içerisinde en büyük payı oluşturan yem ham maddelerinden besleyici hiçbir değeri olmamasına rağmen saman bile yüzde 400-500 gibi bir artış göstermiştir. Devlet eliyle acil bir önlem alınmazsa kaba yem açığı büyümeye, fiyatlar artmaya ve üretici perişan olmaya devam edecektir. Hayvancılığın temel taşını oluşturan ham madde fiyatları bu durumun vahametini ortaya koymaktadır. Bu nedenle Toprak Mahsulleri Ofisi yem ve saman tedariki yönünde görevlendirilmelidir.

Bugünkü süt taban fiyatı hiçbir hesaba dayandırılmadan belirlenmektedir. Çaresiz süt üreticisinin sütünü saklama şansı olmadığından, bu fiyattan vermiyorum deme şansı yoktur. Ancak güçlü sanayici çok rahatlıkla, bu fiyattan vermezsen almıyorum diyebiliyor. Bu nedenle üretici gerçekten desteklenmek isteniyorsa süt fiyatı 1 litre süt-1,5 kilogram yem alabilecek şekilde devlet tarafından belirlenmeli ve üreticiye fiyat istikrarı garantisi verilmelidir. Aksi durumda devlet piyasaya müdahale ederek sütü, deklare ettiği fiyattan kendi alıma geçmelidir. Sütü süt tozuna çevirerek saklayabilmelidir. Bunu da taşeron firmalarla değil kendi kuracağı süt tozu fabrikalarıyla yapmalıdır. Çünkü süt ve et serbest piyasa ekonomisi koşullarına bırakılamayacak kadar önemli stratejik ürünlerdir.

3.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 28 milletvekilinin, gençlerin intihar eğilimlerinin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/1084)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'de her yıl artan intihar olayları endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) açıkladığı verilere göre, intihar eden erkeklerin yaklaşık yüzde 33,3'ü, kadınların ise yüzde 52,3'ü 30 yaşından küçüktür.

TÜİK'in yaptığı araştırmalar sonucunda, Türkiye genelinde intiharların 2007 yılından bu yana sürekli arttığı ortaya çıkmıştır. Özellikle ergenlik çağında olan nüfusun intihar oranındaki artış endişe verici boyutlardadır. 15 ve altı yaş gruplarında erkek çocuklarının intihar sonucu ölümleri, bir önceki yıla kıyasla yaklaşık yüzde 85 oranında artmıştır. Yine aynı yıllar göz önüne alındığında 15 ve altı yaş gruplarında kız çocuklarının intihar sonucu ölüm oranı da yaklaşık yüzde 30 artmıştır.

Araştırma sonuçlarına göre Türkiye'de yaşanan intiharların yaş gruplarına indirgendiğinde en fazla ölümün 15-24 yaş arasındaki genç nüfusta olduğu ortaya çıkmaktadır. Gençlerin yüzde 52'sinin kendisini asmak suretiyle intihar ettiği, bunu kimyevi maddeyle intiharların izlediği yapılan araştırmanın sonucunda ortaya çıkmıştır.

Bugüne kadar yapılan araştırmaların tamamında intihar eden kadın nüfusunun erkek nüfusundan fazla olması, üzerine değinilmesi gereken çok önemli bir durumdur. 15 ile 24 yaş arasındaki kadınların intihar oranı özellikle 2008'den bu yana sürekli artmaktadır. Artış oranları kaygı verici niteliktedir.

Psikologlara göre ergen psikolojisinde olan birisi, diğer yetişkinlere göre çok daha rahat intihar eğilimi göstermektedir. Orta ve ileri yaşlardaki insanların intihar sebeplerinin başında hastalıkların geldiği yapılan araştırma sonuçlarına göre ortaya çıkarken, ergenlik dönemindeki bireyler herhangi bir fiziki hastalık olmaksızın psikolojik rahatsızlıklar ya da kısa süreli bunalımlar neticesinde intihar teşebbüsünde bulunabilmektedirler. Uzmanlara göre, orta yaş grubu insanlara çok normal gelen bazı olayların, ergenlik dönemindeki yaş gruplarına intihar sebebi olması sık karşılaşılan bir durumdur.

Başta genç intiharları olmak üzere, 2007 yılından beri sürekli artmakta olan intihar sayılarının önüne geçmek için Sağlık Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlıklarına önemli görevler düşmektedir. Uzman pedagog ve psikologlara gençlerin erişimlerinin kolay olması bu elim olayların sayılarını azaltacaktır.

Gençlerin intihar eğilimlerinin sebeplerinin tespit edilmesi ve bu sorunların çözümlenmesi amacıyla Anayasa’mızın 98’inci maddesi, İç Tüzük’ümüzün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince bir araştırma komisyonu kurularak konunun tüm boyutlarıyla araştırılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Turgut Dibek                                                         (Kırklareli)

2) Aylin Nazlıaka                                                      (Ankara)

3) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

4) Doğan Şafak                                                         (Niğde)

5) Candan Yüceer                                                     (Tekirdağ)

6) Umut Oran                                                            (İstanbul)

7) Engin Altay                                                           (Sinop)

8) İlhan Demiröz                                                       (Bursa)

9) Mehmet Ali Ediboğlu                                             (Hatay)

10) Mahmut Tanal                                                     (İstanbul)

11) Mehmet Şeker                                                     (Gaziantep)

12) İhsan Özkes                                                        (İstanbul)

13) Ali Serindağ                                                       (Gaziantep)

14) Namık Havutça                                                    (Balıkesir)

15) Özgür Özel                                                         (Manisa)

16) Kadir Gökmen Öğüt                                             (İstanbul)

17) Ali Haydar Öner                                                  (Isparta)

18) Mehmet Hilal Kaplan                                           (Kocaeli)

19) Nurettin Demir                                                    (Muğla)

20) Mustafa Serdar Soydan                                       (Çanakkale)

21) Hasan Ören                                                        (Manisa)

22) Ahmet İhsan Kalkavan                                         (Samsun)

23) Haydar Akar                                                        (Kocaeli)

24) Gürkut Acar                                                        (Antalya)

25) Ali Sarıbaş                                                         (Çanakkale)

26) Selahattin Karaahmetoğlu                                   (Giresun)

27) Sedef Küçük                                                       (İstanbul)

28) Ramis Topal                                                       (Amasya)

29) Aytuğ Atıcı                                                          (Mersin)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken tarafından, 9/10/2014 tarihinde Bingöl İl Emniyet Müdürü ve ekibine yönelik gerçekleştirilen silahlı saldırı ve iki saat sonrasında Genç ilçesinin girişinde bir aracın taranması olaylarının araştırılması amacıyla 17/10/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi

5/11/2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 5/11/2014 Çarşamba günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

İdris Baluken

Bingöl

Öneri:

17 Ekim 2014 tarihinde Bingöl Milletvekili Grup Başkanvekili İdris Baluken tarafından verilen (867 sıra no.lu) “9 Ekim 2014 tarihinde Bingöl İl Emniyet Müdürü ve ekibine yönelik gerçekleştirilen silahlı saldırı ve iki saat sonrasında Genç ilçesinin girişinde bir aracın taranması olaylarının araştırılması” amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırma önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 5/11/2014 Çarşamba günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi Grup önerisi lehinde söz isteyen İdris Baluken, Bingöl Milletvekili. (HDP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 9 Ekim 2014 tarihinde Bingöl’de yaşanan iki vahim hadiseyle ilgili vermiş olduğumuz grup önerisiyle ilgili söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben öncelikle buradan hemen AK PARTİ Grubuna bir seslenmek istiyorum çünkü bu araştırma önergesini daha önce de getirmiştik, ret oyu vermişlerdi ve o nedenle bir komisyon kurulamamıştı. Şimdi, AK PARTİ Grubu adına burada konuşacak arkadaşın bu önergenin gerekçesine niçin ret oyu verdiklerini buradan açıkça bize izah etmesini istiyorum. Bu gerekçeyi hemen ben buradan size okuyayım: “9 Ekim 2014 tarihinde Bingöl ilimizde İl Emniyet Müdürü ve ekibine yönelik gerçekleştirilen silahlı saldırı ve iki saat sonrasında Genç ilçesinin girişinde bir aracın taranması sonucu meydana gelen vahim olayların araştırılması, suikastı ve yargısız infazı yapanların planlamalarının ve örgütledikleri hedeflerin belirlenmesi, çözüm sürecini bitirmeyi amaçlayan bu iki olayın yaşanmasında rolü olduğu ifade edilen derin güçlerin açığa çıkarılması, bu güçlerin devlet içi ve devlet dışındaki tüm örgütlenmelerinin bundan sonra ortaya koyabileceği provokasyonların ve katliamların engellenmesi amacıyla bir komisyon kurulmasını teklif ediyoruz.” Bu kadar açık ve net bir gerekçe var. Şimdi, bu açık ve net gerekçeye niçin karşı çıktığınızı, lafı hiç sağa sola dolandırmadan buraya gelip bu amaçların hangisine karşı çıktığınızı ifade etmenizi bekliyoruz.

Bakın, ben, iki hafta önce de bu önergeyi Genel Kurula getirdiğimde her iki olayın birbiriyle bağlantısı olmayan ve aynı karanlık merkez tarafından planlanmış ama çözüm süreci başta olmak üzere ülkeyi kaosa götürmek isteyen birtakım güçlerin, karanlık ellerin bilinçli bir planlaması olduğunu ve bütün verilerin, bütün yerelden almış olduğumuz bilgilerin de bu yönlü olduğunu ifade etmiştim. MOBESE kayıtları, telefon kayıtları, kullanılan araçlar, silahların balistik incelemeleri, bunlarla ilgili ne veri varsa AK PARTİ Grubunu da bu verileri açıklamaya davet etmiştim. Maalesef, o dönemde, bu veriler buradan açıklanmadı ve bu iki olay birbiriyle bağlantılandırılmış gibi gösterilmeye çalışılarak grup önerimize ret oyu verilmişti.

Bakın, sizin getirmediğiniz verileri biz tekrar size getirdik. Burada, Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 12/10/2014 tarihli balistik inceleme raporu var ve bu balistik inceleme raporu -teknik deyimler olduğu için ben kısaca özetleyeyim- her iki olayda kullanılan silahların birbiriyle ilgisi olmadığı, bu iki olayın bağımsız iki olay olduğuyla ilgili bulguların paylaşıldığı; dolayısıyla, Emniyet Müdürüne yönelik suikastın da silahı tespit edilemeyen olaylar arşivine kaldırıldığını gösteren bir belge. Yani sizin buraya getirmediğiniz belgede -kriminal balistik inceleme belgesi bir ay önce açıklanmış- her şey açık ve net olarak yazıyor.

Şimdi bu belgenin ortaya koyduğu şey bizim açımızdan tabloyu şeffaf bir şekilde ortaya koyuyor. Bingöl’de 9 Ekimde iki olay var; birisi Emniyet Müdürü ve ekibine yönelik yapılmış olan bir suikast, ikincisi de bu olaydan 1 saat 20 dakika sonra Genç Köprüsü’nde yapılmış olan bir yargısız infaz. Her iki olayı yapanlar da belli değil, her iki olayın da failleri belli değil, her iki olayın hangi karanlık merkezlerde planlandığı belli değil.

Peki, siz bugüne kadar bu olayla ilgili ne açıklamalar yaptınız, dün ne açıklamalar yaptınız, bunu yine Genel Kurulun bilgisine sunmak istiyorum. Bakın, olaydan hemen sonra Hükûmetin ve AK PARTİ’li yetkililerin en üst düzeyde yapmış olduğu açıklamalarda bu Emniyet Müdürünü vuranların cezalandırıldığını belirten birtakım cümleler önümüze gelmişti. Bir kere, Başbakan Davutoğlu elinde hangi somut veri, hangi somut belge, hangi önemli bilgiyle konuştu bilmiyoruz ama olaydan hemen sonra şunu söylüyordu: “Alçakça bir saldırı oldu Bingöl’de, Allah’tan rahmet diliyorum. Gece boyunca İçişleri Bakanı’yla gelişmeleri takip ettik. Bu işin faili teröristler bir iki saat içinde cezalandırıldılar.” Başbakan “Bu işin faili olanlar cezalandırıldılar.” diyor, ama Kriminal İnceleme Raporu bu bahsetmiş olduğunuz faillerin bu olayla hiçbir ilgisi yok diyor. Şimdi Başbakanın bu açıklamasını tekzip etmesi, Bingöl halkından, bütün Türkiye halkından özür dilemesi gerekmiyor mu? Burada bir kere açıklama baştan sona sorunlarla dolu. Cezalandırma yetkisi Başbakanın yetkisinde olan, görev alanında olan bir şey midir? Bir olayla ilgili eğer bir suç unsuru varsa bunun cezalandırma yetkisinin biz, tüm hukuk devletlerinde olduğu gibi, yargı mercilerinde olduğunu sanıyoruz. Ortada bir yargılama yok, ortada somut bir veri yok, somut bir delil yok, ortada bu olayla ilgili failler yok, ama Başbakan “Biz hak ettikleri şekilde cezalandırdık.” diyor.

Aynı şekilde Cumhurbaşkanının yaptığı açıklamalar var. “Alçakça saldırının bedelini ödersiniz, o bedeli de ödettik.” diyor. Kimlere ödetmişsin? Olayla ilgisi olmayan insanlara ödetmişsin ve yargısız infaz yapmışsın. Senin yetkin var mı? Sen mahkeme misin? Sen bir yargı mercisi misin? Değilsin ama elinde belge yok, bilgi yok, veri yok, çıkıp bu açıklamayı yapıyorsun. İçişleri Bakanı, aynı şekilde; Bingöl’deki hadisede 4 yurttaşımız yaşamını yitirmiş, sağ olsun o da “5 terörist ölü ele geçirilmiştir.” diyerek olaydan da ne kadar kopuk olduğunu gözler önüne seriyor.

Bakın, bu olayla ilgili büyük bir panik var. İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığından derhâl heyet görevlendirip Bingöl’e gönderilmesini istedik, bunu yapmadılar. Meclise araştırma önergesi getirdik, Komisyon kuralım dedik, yapmadınız. Yaptığınız iki şey var: Birincisi mahkemede gizlilik kararı çıkarttınız, ikincisi yayın yasağı getirdiniz. Niye bunları yaptınız? Çünkü bir panik havası içerisindesiniz; çünkü iki ayrı olayda suç işlenmiş; ağır suç işlenmiş iki olayla, iki faili meçhul olayla karşı karşıyasınız; bununla yüzleşmekten korkuyorsunuz.

Şimdi, olay böyleyken, dün bu yargısız infazdan sağ kurtulan “Erhan Şenyuva” adlı sanık yakalandı. Bunun üzerinden hâlâ yanlış bilgiler vermeye devam ediyor, üstelik ülkenin Başbakanı ve İçişleri Bakanı. Kabul edilecek bir şey değil. Bakın, ne diyor Sayın Başbakan: “Emniyet Müdürümüze ve güvenlik görevlilerimize saldıranlardan, aranan şahıs bugün yakalandı.” Yanlış bilgi. Şimdi ben “yalan” demek istemiyorum ama bakın, burada kriminal laboratuvar o araçta bulunanların emniyet müdürüne suikast yapanlarla hiçbir ilgisi olmadığını bundan bir ay önce rapora dökmüş.

Yine İçişleri Bakanı dün itibarıyla diyor ki: “Bingöl Emniyet Müdürüne yönelik saldırıyla ilgili aranan üçüncü şahıs da yakalanmıştır. Bu gelişmeler hiçbir olayın faili meçhul kalmayacağını, bu konuda Hükûmetimizin hassasiyetini göstermektedir.” Bu kadar yanlış bilgi, yanıltıcı bilgi verilir mi? Bu bahsetmiş olduğunuz yakalanan şahıs, yargısız infaz yapmış olduğunuz, o talimatı vermiş olduğunuz araçtan tesadüfen sağ kurtulmuş olan şahıstır. Zaten iki olayın birbiriyle alakası olmadığını da önümüze gelen bilgiler, belgeler, veriler açık bir şekilde ortaya koyuyor. Dolayısıyla burada iki karanlık olayın faili belli olmayan vahim tablosuyla karşı karşıyayız. Bu olayın AK PARTİ tarafından, Hükûmet yetkilileri tarafından üzeri örtülmeye ve birbiriyle bağlantılandırılmaya çalışılıyor ve bu yapılacak olan üzerini örtme operasyonuyla da bir yönüyle bu infaz olayları meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Açık çağrımızdır buradan: Eğer sakındığınız, kaçındığınız, korktuğunuz bir şey yoksa gelin, bu önergemize onay verin, hep beraber bir komisyon kuralım. Bingöl’de bu iki suikast ve yargısız infaz olayını kimler yapmış açığa çıkaralım ve buraya da getirip Meclisin bilgisine sunalım diyorum.

Çözüm süreci açısından da, ülkemizin demokratik geleceği açısından da Bingöl olayları âdeta bir biyopsi işlevi görecek ve büyük resmi, büyük fotoğrafı önümüze getirecek diyorum.

Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Oğuz Kağan Köksal, Kırıkkale Milletvekili.

Buyurun Sayın Köksal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OĞUZ KAĞAN KÖKSAL (Kırıkkale) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekillerimiz; HDP’nin 9 Ekim 2014 tarihinde Bingöl İl Emniyet Müdürü ve ekibine yönelik olarak gerçekleştirilen silahlı saldırı ve sonrası için Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereği Meclis araştırması açılması için verdiği önergenin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli Başkanım, değerli milletvekilleri; bu konuya girmeden önce, -çok kısa olmasına rağmen- isterseniz, hafızalarınızı tazelemek adına, 6-7 Ekime şöyle bir dönmek istiyoruz. 6-7 Ekimde ne oldu? 6-7 Ekimde HDP tarafından yapılan çağrıyla “Ayn El Arap” veya diğer adıyla “Kobani” dediğimiz yerdeki olaylar bahane edilerek halkı sokağa döktüler ve halkın sokağa dökülmesiyle pek çok ilimizde -ki 35 civarında ilimizde- kamu binaları, devlet daireleri ve buna benzer özel şeyler tamamen yağmalandı, yıkıldı, 2 binin üzerinde bina hasar gördü, pek çok millî servet heba oldu. Hepsinden öte de 42 vatandaşımız hayatını kaybetti. O hâlde olayı buradan başlayarak değerlendirmek lazım ve hani “çözüm sürecini engellemek” gibi bir ifade de az önce konuşan arkadaşımız söyledi. Aslına bakarsanız acaba çözüm sürecini engellemek o mu yoksa çözüm sürecini çıkmaza sokmak, vatandaşı sokağa çağırarak Vandalizm’i, sokaktaki yakıp yıkmayı teşvik etmek mi? Bunu kamuoyunun dikkatlerine sunmak istiyorum. Esasen bunun üzerinde konuşmak için de önce 6-7 Ekim olaylarını gerçekleştirenlerin ve bu kadar büyük zarar verenlerin kamuoyundan özür dilemesi gerektiğini ben burada bir kere daha huzurlarınızda ifade ediyorum. Çünkü dostluk, kardeşlik ve AK PARTİ’nin kurulduğu günden bugüne kadar uğraştığı en önemli mefhumlardan birisi hiçbir şey gözetmeden dostluk ve kardeşlik noktasında bir araya getirmektir. İşte, bu tür olaylar bunu zedeleme çalışması içerisinde ama şunu ifade edeyim, ne yaparlarsa yapsınlar, çözüm sürecini zedeleyemeyecekler. Çünkü çözüm süreci ülkemizin bir bölümünde yaşayan insanlar için değil, çözüm süreci ülkemizin her tarafından yaşayan 75 milyonu insanı kapsayan, 75 milyon insanın birbirine dostluğu, birbirine sevgisini, saygısını ve geleceğe umutla bakmasını ortaya koyan bir projedir. AK PARTİ olarak kim engellemeye çalışırsa çalışsın bu projeyi gerçekleştireceğiz ve milleti birbiriyle kucaklaştıracağız, bunu burada bir kere daha ifade ederek sözlerime devam etmek istiyorum.

Değerli Başkanım ve sayın milletvekilleri; Kobani olayları dedik. Kobani olaylarını bahane ederek bir sürü sıkıntı yaptılar ve Kobani olaylarında âdeta ülkemizi suçladılar; “Sahip çıkılmıyor.”, “Oranın halkına Türkiye bakmıyor.” gibi ifadeler… Ama geri dönüp şunu söylemediler: 200 bin insana biz kucağımızı açtık ve gerekli her türlü iaşesini, ibatesini sağlıyoruz. Bu çok önemli bir olaydır ve 200 bin insan gelirken seçmedik; şu gelsin, bu gelsin, demedik; oradan kaçan insanlara biz kucağımızı açtık. Öbür taraftan baktığınızda, aşağı yukarı 1 milyon 700 bin civarında Suriyeli ülkemizde barınmaktadır. Yani biz Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak bu tür insanları, menşei ne olursa olsun buna dikkat etmeden, özellikle insan olduğu için destekliyoruz ve yardım ediyoruz. Onun için de şunu bir kere daha ifade edeyim: Söylenenlerin tam aksine, biz her türlü desteği sağladık, bunu ifade etmek istiyorum ve bunun için de özellikle, yapılan o olayları burada bir kere daha kınamak istiyorum.

Hatta dikkatinizden… Hafızayı beşer nisyan ile maluldür -ama daha malul olacak zaman da geçmedi- tekrar bir rakamları vermek istiyorum aslında. 35 ildeki eylemlerde 42 kişi hayatını kaybetmiş, ki bunların içerisinde az önce –biraz sonra oraya da geleceğim- söylenen, önerge verilen 1 emniyet müdür yardımcımız ve 1 başkomiserimiz var. Ayrıca, 139 güvenlik görevlimiz yaralanmış, vatandaşlarımızdan pek çok yaralanan var; 800’ün üzerinde resmî bina tahrip olmuş, 200’ün üzerinde okul yıkılmış, emniyet binası, Kızılay kan merkezi ve özel binalar; 177 resmî araç kullanılamaz hâle gelmiş ve işte bin küsur kişi gözaltına alınmış, 58’i tutuklanmış. Yani ülkeyi birtakım karanlık güçler –az önce söylendi- savaş hâline çevirmişler, yangın hâline çevirmişler ve bunu söylediğimiz zaman “Burada suçlu kimdir, niye böyle oldu?” dediğimiz zaman, elbette ki vatandaşı sokağa çağıranlar bu işin bir numaralı müsebbibidirler. Önce oturup onu düşünmeleri lazım ve önce oturup, ellerini başlarına alıp “Biz ne yaptık?” diye onu söylemeleri lazım. Onu ben burada bir kere daha ifade etmek istiyorum.

Değerli Başkanım, değerli milletvekillerimiz; tabii, bu olaylar olduktan sonra oradaki güvenlik güçlerimiz, çeşitli yerdeki güvenlik güçlerimiz her zaman olduğu gibi bütün meydana dağılıp, alana dağılıp oradaki insanlarımızla hemhâl olup onların sorunlarına, onların acılarına ortak olmak, onların sıkıntılarını gidermek adına herkes alana dağılmıştı. İşte, Bingöl’de de olan olay bu. Bingöl Emniyet Müdürümüz yanına yardımcılarını alıyor, birkaç da polis memuru yanlarında, hep birlikte, evleri yanan, dükkânları tahrip olan veya dükkânları tahrip ettirilen, özellikle nokta göstererek tahrip ettirilen…

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Tek bir tahrip edilmiş dükkân yok orada.

OĞUZ KAĞAN KÖKSAL (Devamla) – …bunları yapan PKK militanları ve PKK sempatizanlarının yaptığı tahribattan dolayı vatandaşa geçmiş olsun demek, onu ziyaret ederek ona güç vermek adına oraya çıkan Emniyet Müdürümüz ve ekibine arkadan uzun namlulu silahlarla kahpece ateş edilmiş, Emniyet Müdür Muavinimiz şehit, bir Başkomiserimiz şehit, Emniyet Müdürümüz de ağır yaralanmıştır bir polis memuruyla birlikte. Şimdi, olaya buradan bakmamız lazım. Görevini yapmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan koşa koşa oraya giden bir Emniyet Müdürü ve ekibi, arkadan uzun namlulu silahlarla haince kurşunlanmıştır, haince kurşunlanmıştır ve Allah’tan burada tekrar rahmet diliyorum.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Rapor ne diyor? Rapora cevap verin, rapora.

OĞUZ KAĞAN KÖKSAL (Devamla) – Allah’tan, Emniyet Müdürümüz her geçen gün biraz daha iyileşiyor, daha şifa buluyor, bunu burada ifade etmek istiyorum. Tabii ki diğer olaylarda olduğu gibi yani 35 ilde yapılan olaylarda olduğu gibi, savcılarımız, cumhuriyet savcılarımız, emniyet güçlerimiz olaya müdahil olarak failleri ve soruşturmaları araştırıyor. Ama, baktığınız zaman kendi aralarındaki yapılan bir telsiz görüşmesinde PKK arasında diyor ki: “Emniyet Müdürünün vurulmasını aslında üstlenmeyin, biz yaptık ama üstlenmeyin.” Şimdi, gelin, burada da “karanlık güçler” filan diye başka yerlere yapılıyor. Karanlık güç karanlık değil, açık güç veya güç değil, açık düşman. PKK tarafından bunlar işlenmiştir ve inşallah güvenlik güçlerimiz de yeri geldiği zaman gereğini yapacaktır. Ha, Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devletidir ve hukuk devletine de en çok uyan veya uymak isteyen yaptığı çalışmalarla artık demokratik hukuk devleti olduğunu ve amacının o olduğunu her şekilde ispat etmiş AK PARTİ, işte çözüm sürecinden başlayarak pek çok demokratik değişiklikleri yapmak suretiyle bu soruşturmaları daha kolaylaştırmıştır. Şu anda cumhuriyet savcımız olayı soruşturmaktadır ve bazı failler de yakalanmıştır, ben o noktayı burada söyleyemiyorum mahkemede yayın yasağı getirildiği için ama şu kadarını söyleyeyim faillerden birisi daha yakalanmıştır, ifadesi alınmaktadır.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Hiç alakası yok; yalan yanlış bilgi veriyorsunuz, hiç alakası yok!

OĞUZ KAĞAN KÖKSAL (Devamla) - Alakası olup olmadığına mahkeme karar verecek, yani ne siz karar verebilirsiniz ne biz karar verebiliriz.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Ya, emniyet müdürüsünüz, kriminal raporlar var. Ayıp yani!

OĞUZ KAĞAN KÖKSAL (Devamla) - Benim söylediğim, faillerden biri yakalanmış ve adalete intikal ettirilmiştir. Artık onu savcılık, mahkeme, gerekli soruşturmasını yapacak, ondan sonra olay ne ise detaylı bir şekilde ortaya çıkacak. Ama şunu ifade ediyorum, üstü örtülme, altı örtülme diye bir şey yok. Eğer üstü örtülmeye çalışılıyorsa kamuoyundan, aslında, şehit olan Emniyet Müdür Yardımcımızın ve Başkomiserimizin şehit meselesini kamuoyu da eğer böyle düşünüyorsa, ben iyi niyetle düşünüyorum, kamuoyundan mahcubiyet duyularak özür dilemek yerine bu şekilde karanlık güçlere ithaf etmek suretiyle o olayı kapatmaya çalışan bu önergeyi verenlerdir diye düşünüyorum. Ama şunu bilin ki, Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devletidir ve asla ve asla hukuksuzluğa müsaade etmez ve tabii ki kamu düzeni de her şeyin başında gelen bir olaydır. Ama kamu düzeninin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OĞUZ KAĞAN KÖKSAL (Devamla) - …içerisinde de çözüm sürecini biz AK PARTİ olarak sonuna kadar takip edeceğiz ve takip etmekte de kararlıyız, bunu kimse engelleyemez, engelleyecek olanlar da tarih karşısında sorumludur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Müsaadenizle, grubumuza sokak çağrısı yapmakla 40 kişinin ölümüne sebep oldu diye bir sataşması oldu.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

AHMET YENİ (Samsun) – Ölenlerden sorumlu değil misiniz?

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Siz sorumlusunuz!

AHMET YENİ (Samsun) – Ölenlerden sorumlu değil misiniz?

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sorumlusunuz siz!

AHMET YENİ (Samsun) – Sokağa milleti çağırıyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın Yeni, lütfen…

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in, Kırıkkale Milletvekili Oğuz Kağan Köksal’ın HDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında HDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

 

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Varsa bir şeyiniz gelir burada konuşursunuz. Hep yaptığınız şeyi yapmayın.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi tabii neye cevap vereceğimi doğrusu bilmiyorum. Ben burada 12 Ekim tarihli bir kriminal inceleme, balistik inceleme raporu sundum. Emniyet müdürlüğü yapmış bir hatip burada bu raporla ilgili tek bir cümle kullanmadı. Hâlâ iki olay arasında failleri yakalamışız bağlantısı kurmaya çalışıyor.

Bakın, Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü… Fotokopisini çektirip size gönderelim. Siz, yıllarca emniyet müdürlüğü yaptınız, bu kurumların verdiği raporlara güvenmiyor musunuz? Size gelen yalan yanlış bilgilere güveniyorsanız, bu kurumların vermiş olduğu raporlara güvenmiyorsanız size söyleyecek hiçbir sözümüz yok.

Bakın, diğer taraftan, bu Kobani protestolarıyla ilgili de araştırma önergesi verdik. Gelin, buradan çıkarak tamamını inceleyelim diyoruz. Biz diyoruz ki bu Kobani protestolarında da yakıp yıkma, öldürme, şiddet, bütün bu olayları planlayanlar da işte bu Bingöl’de iki vahim olayı planlayanlardır. Bu kadar açık ve net konuşuyoruz, kendimize bu kadar güveniyoruz.

Bir kere, bu Kobani protestolarında halk HDP’nin çağrısıyla sokağa çıkmamıştır. Zaten sokağa çıkan bir halk vardı, HDP de çağrısını yapmıştır ama hiçbir zaman yakıp yıkma, şiddet çağrısı yapmamıştır. Dolayısıyla, sokağa çıkma da HDP’nin çağrısından önce olan bir durumdur ama sokaktan çekilmesi HDP’nin sağduyu çağrılarıyla, ülkenin nereye doğru gideceğini belirten vurgularıyla olmuştur.

Bakın, bu olaylarda niye ölümler oldu? Ona bir bakın, ölümlerin sebebine, kronolojisine bir bakın. İlk ölüm 7 Ekimde Varto’da polis kurşunuyla Hakan Baksur adlı 24 yaşındaki gencin yaşamını yitirmesidir. Yine 7 Ekimde, Van’da Hamdi Caner korucuların açtığı ateşte Kurtalan’da yaşamını yitiren 3 kişiyle birlikte ölüm olayları başlamıştır. Bu ölümlerin, ölüm olaylarının nereden başlandığını, nasıl tetiklendiğini gelin araştıralım diyoruz. Bundan daha açık bir çağrı var mı? Yaşamını yitirenlerden 30’u zaten sizin suçlamış olduğunuz, bizim kitlemizden olan insanlardır. Bu planlamanın bilinçli bir şekilde devreye girmediğini görmemek için ben iyi niyet aramam. Eğer, samimiyseniz, gelin, onay verin, hep beraber hem Bingöl olaylarını hem Kobani olaylarını araştıralım diyorum.

Çok teşekkürler.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

OĞUZ KAĞAN KÖKSAL (Kırıkkale) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun.

OĞUZ KAĞAN KÖKSAL (Kırıkkale) – Ben bir hususu düzeltmek için söz aldım: Ben emniyet müdürlüğü yapmadım, yıllarca Valilik ve Emniyet Genel Müdürlüğü yaptım. Onu düzeltmek için söz aldım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken tarafından, 9/10/2014 tarihinde Bingöl İl Emniyet Müdürü ve ekibine yönelik gerçekleştirilen silahlı saldırı ve iki saat sonrasında Genç ilçesinin girişinde bir aracın taranması olaylarının araştırılması amacıyla 17/10/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

 

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ali Rıza Öztürk, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de birtakım olaylar oluyor. Her olay sonucunda olaylardan sorumlu olan siyasi iktidar, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı kendi sorumluluğunu bir tarafa bırakarak sürekli başkalarını suçlayarak, muhalefeti suçlayarak ülkeyi idare etmeye çalışıyor.

Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi adına konuşan ve benim de kendisine saygı duyduğum eski Emniyet Genel Müdürümüz konuşmasında o kadar çelişkilerle doluydu ki “Efendim, Türkiye'de olayların üstünü örtmeyin.” diyor. Yani, ben örtmeyecekmişim olayların üstünü, muhalefet partisi milletvekili olarak ben örtmeyeceğim ya da HDP örtmeyecek. Ya, beyefendi, Türkiye'yi Adalet ve Kalkınma Partisi yönetiyor. Eğer, olayların üstü örtülmeyecekse siz örtmeyeceksiniz. Ya, siz bunu kime söylüyorsunuz? Efendim, özür dileyecekmiş. Yani, yapanların özür dilemesiyle bu iş bitiyor mu? Eğer, özür dilemekle ya da vicdanlarla ülke yönetilmiş olsaydı kurallar olmazdı, yasalar olmazdı. Yani, siz ne söylediğinizin farkında mısınız Sayın eski Emniyet Genel Müdürümüz?

“Terörle mücadeleye karşı kimse bizi engelleyemez.” diyor. Ya, kim sizi engellemeye çalışıyor ki? Terörle mücadele etmeye sizi engelleyen bugünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu. Siz bir senedir geçmişte yaşanan olayların farkında değilsiniz herhâlde. Eğer, Türkiye bugün kendi hukukuna sahip çıkamaz hâle gelmişse, hukuk sokaklarda ayaklar altına alınmışsa, eğilip bükülmüşse, Türkiye devleti kendi sokaklarına sahip çıkamaz hâle gelmişse bundan ülkeyi yöneten iktidar sorumludur.

Şimdi, yani biz burada “Gerçekten teröre karşı çıkalım.” derken polisin masum insanları katletmesine onay mı vermemizi bekliyorsunuz? Eğer Türkiye sizin de söylediğiniz gibi gerçekten bir hukuk devletiyse o zaman hukuk devletinde teröre karşı, terörizme karşı nasıl mücadele edildiğini siz bir polis gözüyle değerlendiremezsiniz; bir hukuk devletinin parlamenteri olarak değerlendirmek zorundasınız. Suç işleyenlerin cezasını polis vermez. Eğer Bingöl Emniyet Müdürlüğünde bir katliam yaşandıysa bu katliamı yapanların cezasını dahi Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı polisler veremez. Güvenlik güçlerinin görevleri onları sağ salim yakalayıp adalete teslim etmektir, yargıya teslim etmektir ve cezasını da yargılama sonucunda bağımsız mahkemeler vermek durumundadır.

Terörle mücadele hukuk içerisinde yapılmalıdır, hukuka bağlı kalınarak yapılmalıdır. Demokratik hukuk devletinde terörizme karşı mücadele ederken devletin bir eli bağlıdır. Şimdi, efendim, teröristin insan haklarından faydalanma hakkı var mıdır? Tabii ki vardır. Yani suç işleyen adamın da insan haklarından faydalanma hakkı vardır. Siz bunu bir polis olarak söyleyemezsiniz ama ben bir hukukçu olarak söylerim. Zaten bu ülkeye ne geldiyse polis devleti olmaktan gelmiştir, asker devleti olmaktan gelmiştir. Ülkeyi polis devleti hâline getirdiniz, hukuk devleti olsaydı Türkiye'nin geçmişinde bu kadar karanlıklar olmazdı, faili meçhuller olmazdı, işkenceler yapıldı emniyet köşelerinde. Bu ülkede işkence yapan emniyet müdürleri taltif edildi, onurlandırıldı, askerler onurlandırıldı, terfi ettirildi. Gözaltına alınan insanlar gözaltında buharlaştı gitti, kayboldular. 1995’ten beri İstanbul Galatasaray’da toplanan Cumartesi Anneleri neyin feryadını yapıyor Sayın Genel Müdür? Neyin feryadını yapıyor onlar? Onlar, sizin başında bulunduğunuz o polis teşkilatında gözaltında kaybolan yavrularını arıyorlar. Onların mezarlarını dahi bulamadılar. Demokratik hukuk devletinde gözaltına alınan bir insan kaybolur mu? İşkencede insanlar öldürülür mü? Şimdi bir yandan demokratikleşme iddiası, bir yandan da hâlâ polis kafasıyla olayları değerlendirme.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Kim öldürüldü işkenceyle Ali Rıza Ağabey? Nereden aldın bu bilgiyi?

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Şimdi, Yılmaz Tunç, burada senin söylediklerin var. Bu ülkede, on kez bu Parlamentoda faili meçhullerin araştırılması, sorumluların açığa çıkarılması için önerge verdik, on kez grup önergesi olarak getirdik. Her seferinde bunun araştırılması gerektiğini söylediniz. Kimisinde “Zaman müsait değil.” dediniz, kimisinde dediniz ki: “Canım şimdi haziran da geldi, tatilden sonra hep beraber getirelim.” Cumartesi Anneleri için Meclis araştırma önergesi verdik. O zamanki Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumartesi Annelerine, Berfu Ana’ya söyledi; “Evet, biz de bu konunun araştırılmasını istiyoruz muhalefet de destek verirse.” dedi. Ertesi gün Meclis araştırması önergesi verdim ama sizin oylarınızla reddedildi.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Bravo!

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Burada kimlerin ne dediği, AKP’lilerin ne dediği tutanaklarda var. Yani sözler uçup gider ama söylenilen, tutanak altına alınan yazılar yalan söylemez, Meclis tutanakları yalan söylemez. Bugünün Cumhurbaşkanı Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 3 Eylül 2010 günü Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada faili meçhullerden bahsetti ve bunların araştırılması gerektiğini söyledi ama burada sizler önergelere ret oyu verdiniz. Siz, yasama organının üyesisiniz. Siz, Hükûmetin üyesi değilsiniz. Demokratik hukuk devletinde sizler, Hükûmetin yaptığı her icraata hep “doğru” demek durumunda değilsiniz.

Ben inanıyorum ki, Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinden çoğu arkadaşımız benim söylediklerime tıpatıp destek veriyorlar. Ama sadece iktidardaki partinin mensubiyetini taşımış olmak, iktidarın yapması gereken olayları yapmadığı zaman onları savunmak demek değildir değerli arkadaşlarım.

Şimdi, Bingöl’deki olay… İktidardasınız, emniyet teşkilatı elinizde. Araştırın, bulun. Ama gerçekten orada polislerin öldürdüğü kişiler, son zamanda ortaya çıkan bulgularda belirtildiği gibi, o katliamda yer alan kişiler değilse bunun sorumlusu kim olacak sayın milletvekillim, kim olacak bunun sorumlusu?

Şimdi, dün, çıkan olayda o öldürülen insanların olay yerinde olmadığı konusunda telefonlardaki yapılan incelemelerde belgeler ortaya çıkıyor. Ve yine, dün yapılan incelemelerde o çıkan mermilerin o öldürülen insanların tabancalarından çıkmadığı açıkça belli edilmiş. E şimdi, gerçekten o insanlar masumsa onları katletmek günah değil mi?

Siz, bakın, o demokratikleşme iddialarını bir kenara bıraktınız. Siz artık yolunuzu, rotayı çevirdiniz. Siz hukuk devletinden saptınız. Siz doğrudan polis devletine gidiyorsunuz. Polis devletini bu ülkede inşa etmeye çalışıyorsunuz.

Ve olaydan sonra hemen Başbakan dedi ki: “Cezaları verildi.” Ya böyle bir anlayış olabilir mi? Böyle bir anlayış olabilir mi? Hangi demokratik hukuk devletinin milletvekili, başbakanı, suç işlediği iddiasıyla polisin yakalamakla görevli olduğu insanları katlettikten sonra “Cezasını çekti.” diyebilir?

Belki bu hoş gelebilir bir topluma. Ama siz bir yandan “barış süreci” diyorsunuz, barış sürecinde, bizim Cumhuriyet Halk Partisini barışı engellemekle suçluyorsunuz, ama öbür yandan barış süreciyle, gerçek barış isteğiyle hiç uyum içerisinde olmayan dil kullanıyorsunuz.

İktidarın dili barış dili değildir arkadaşlar, iktidar şiddet dilini kullanmaktadır. Ben, bir hukuk devletinin geçmişinde faili meçhul bırakılan cinayetler olmaması gerektiğini düşünüyorum. Biz, faili meçhul cinayetlerle dolu bir Türkiye’de yaşadık. Torunlarımızın, çocuklarımızın artık geçmişi aydınlanmış, karanlık bir tek noktası bırakılmamış demokratik bir hukuk devletinde yaşaması gerektiğini düşünüyorum. Parlamenterler olarak hepimizin görevinin bu olduğuna inanıyorum. Adalet ve Kalkınma Partisindeki milletvekili arkadaşlarımın da böyle düşündüğüne inanıyorum ve onlardan da bu siyasi iktidarın polis devletinden hızla uzaklaştırılması gerektiği konusunda mücadele etmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP, MHP ve HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Hilmi Bilgin, Sivas Milletvekili.

Buyurun Sayın Bilgin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi tarafından verilen grup önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, benden önce konuşan çok değerli Kırıkkale Milletvekilimiz konunun detaylarıyla ilgili sizlere teknik olarak bilgi verdi. Ben sizlere sadece kısa olarak birkaç husustan bahsedeceğim.

Öncelikle, 9 Ekim 2014 tarihinde ve ondan önceki 6-7 Ekimde meydana gelen olaylarla ilgili olarak, gerek adli gerekse idari soruşturmalar başlatılmış olup titizlikle devam ettirilecektir. Aziz milletimiz şundan emin olsun ki AK PARTİ hükûmetleri döneminde hiçbir karanlık olay olmamıştır ve hiçbir olay karanlık dehlizlerde kaybolmamıştır. İnşallah, bu olay da, idari ve adli mercilerin başlatmış olduğu soruşturmalar neticesinde tüm gerçekliğiyle ortaya çıkacaktır.

AK PARTİ iktidarları 3 Kasım 2002 tarihi itibarıyla iktidara geldiği günden bugüne kadar terörle mücadeleyi önemsemiş bir hükûmettir. Terörle mücadele noktasında, başta Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve bugünkü Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun başlarında olduğu hükûmetler terörle mücadeleyi yaparken Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğu esasına riayetle hukukun içerisinde terörle gerekli mücadeleyi yapmışlardır ve yapmaya devam edeceklerdir.

Hükûmetlerimiz döneminde başlatılan çözüm süreci de… Özgürlük ve güvenlik dengesi üzerinde, çözüm sürecinin kamu düzeninin bir alternatifi olmadığı anlayışıyla birlikte hem çözüm sürecini yürüteceğiz hem de terörle mücadeleyi hukuk devleti içerisinde kalarak devam ettireceğiz. Bu noktada milletimizin bize verdiği destekle, inşallah, ülkenin, 77 milyonun kardeşliğini sağlayacağız.

Meclis gündemimizi biliyorsunuz, yoğun, devam ediyor. Dün yarım kalan bir kanunumuz vardı, bugün bu kanunu çıkarmamız gerekiyor çünkü başta üniversite personelimiz, akademik personel olmak üzere, milletimizin beklediği kanunlar var.

Bu noktada, araştırma önergesine konu önergenin hakkında adli ve idari soruşturmanın başlatıldığını ve bu soruşturma neticesinde gerçeğin ortaya çıkacağına inanıyoruz. Bu vesileyle grup önerisinin aleyhinde olduğumuzu belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

2.- MHP Grubunun, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır tarafından, son yıllarda ardı ardına meydana gelen ölümlü maden ocağı kazalarının araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla 31/10/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi

05/11/2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 5 Kasım 2014 Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

Yusuf Halaçoğlu

Kayseri

MHP Grup Başkan Vekili

Öneri:

31 Ekim 2014 tarih, 2014/1012 sayı ile TBMM Başkanlığına vermiş olduğumuz, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır'ın son yıllarda ardı ardına meydana gelen ölümlü maden ocağı kazalarının araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırma önergesinin 5 Kasım 2014 Çarşamba günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Dün de konuştuk, bugün de Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak tekrar dikkatinize, huzurunuza getirmeyi gerekli gördüğümüz bu, özellikle Ermenek’te yaşanan son maden kazası, kömür madenindeki kazayla ilgili görüşlerimizi, önerilerimizi ifade etmek üzere söz aldım.

Bir komisyon kurulmasını talep ediyoruz İç Tüzük gereği. Bir komisyonumuz var, “Soma Komisyonu” olarak adlandırılan bir komisyon var. Yaklaşık bu ayın sonunda da raporunu vereceğini ifade etti Sayın Başkan dün. Ama bu konunun yeterince ciddiyetle ele alındığını, gereken hassasiyetin gösterildiğini söyleyebilmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Şu Genel Kurulumuzun, televizyonlarda görünen şu manzaranın ifadesi budur.

Değerli milletvekilleri, Ermenek’e gideniniz oldu mu hiç? Ermenek’i bileniniz var mı? Ermenek, dağların arasında kalmış, vilayet merkezine 120-150 kilometre, güneyde denize, Alanya’ya 140 kilometre, Anamur’a 110 kilometre, dağların arasında kalmış, kaybolmuş bir ilçemiz. Güzel bir ilçemiz, ekmeğini o dağların arasında topraktan kazanmaya çalışan, tarımdan kazanmaya çalışan güzel insanların yaşadığı bir ilçemiz. Onuruyla, şerefiyle kendi doğduğu toprakta, kendi çocuklarının karnını doyurmaya çalışan güzel insanların yaşadığı bir memleket. Dün, burada bir arkadaşımızın ifadesinden aldım, Emiş Bahar anamız diyor ki: “Önce ekmeğimizi çaldılar, emeğimizi çaldılar, sonra da canımızı aldılar.” Aynen doğru bir hadise bu. Bu insanlar ormanlarda çalışıyordu. Bu insanlar karışla ölçülür, ormandan kazanılmış, çoğu da erozyona tabi topraklarda küçük tarım yaparak geçimlerini temin eden insanlar.

Ermenek’te çalışma yaşına gelip de gurbete çıkmayan insan yok çünkü o toprak o insanı besleyemiyor. O insanlar ya okuyup devlette memur olacak ya gurbete çıkacak, çocuğunun rızkını kazanacak. İşte böyle bir ortamda hiçbir hazırlık yapılmadan, hiçbir eğitim verilmeden, hiçbir koruma tedbiri alınmadan, insanımızın önüne konulan bir mayın tarlası gibi, bir tuzak gibi, bir ölüm tuzağı gibi madencilik o insanlarımızın maalesef kaderi oldu.

Biliyor musunuz, oralarda şimdi kış serttir, muhtemel eksi derecelerdedir hava ama buna rağmen, o maden ocağının yığıntıları arasında, 18 kişinin yakınları, çocukları, anaları, eşleri o soğuğun altında aşağıdan bir ses duymaya bir umudun peşinde tiril tiril titriyorlar ama ne yazık, heyhat, Türkiye Büyük Millet Meclisinin konuya ilgisi işte bu kadar. Esas handikabımız bu.

Değerli milletvekilleri, bir kader değil. Soma kazasının oluşundan bugüne beş buçuk ay geçti. Zannediyorum 13 Mayıstı, beş buçuk ay geçti 28 Ekime kadar. O zaman da nutuklar attık, konuşmalar yaptık. Devletimizi yönetenler, Hükûmet görevlileri birçok şeyler söylediler. Ne oldu netice? Soma’dan bu yana 1-2, 1-2 50’ye yakın madencimiz, madende çalışan insanımız hayatını kaybetti. Hangi tedbir, kimi kandırıyoruz?

Değerli milletvekilleri, devletin görevi önce insanının can güvenliğini sağlamaktır. Eğer can güvenliğini sağlayamıyorsa devlet, devlet olduğunu iddia etmek gibi bir hakkı yoktur.

Şimdi, buna kader deyip geçemezsiniz. Sayın Başbakanın o talihsiz beyanını okumak istemiyorum yani “Bu bir kaderdir, bu işin mahiyetinde vardır.” Öyle değil. Yani 10 ayda 1.600 tane iş kazasında hayat kaybedilmiş Türkiye’de. Hani Avrupa Birliği üyesi olacağız, kalkındık, büyüdük, geliştik… Almanya’da 3 kişi ölmüş. Rakamlar muhtelif olmakla beraber Türkiye iş kazası noktasında Avrupa’nın 1’inci, dünyanın da 3’üncü sırasında yer alarak, Türkiye’ye yakışmaz, Türk milletine yakışmaz bir utanç tablosuyla karşı karşıyayız.

Ne yapıyoruz? Saysak, şurada sayımız 30’u geçmez. Bu mudur bu meseleye verdiğimiz önem. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, o madenin, o suyun altında on günden bu yana yatan… Allah’a niyaz ediyorum, inşallah sağ salim çıkarlar. Ama o madenin kapısında bekleyip soğukta tir tir titreyen o Emiş anaların, o kadınların, o çocukların, o yaşlı insanların çığlığını buraya taşıyorum. Bu kafayla çözemezsiniz bunu; bu yaklaşımla çözemeyiz bu meseleyi.

Değerli arkadaşlar, gelin Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, özellikle son dönemlerde insan hayatının bu kadar ucuzlamasını, her vesileyle…Trafik kazası oluyor, 20 kişi birden ölüyor. Ya, bu, Afrika’da bile görülmüyor arkadaşlar artık. İstanbul’un göbeğinde iş kazası oluyor, 10 kişi ölüyor. Bir şantiyede çadırlar yanıyor, 10 kişi ölüyor. İnsan hayatının bu kadar ucuzladığı bir dönemi, inanınız ki hatırlamıyorum.

Bana göre, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu meseleyi yani işçi sağlığını bir millî mesele olarak ele alınması; insan sağlığının, can güvenliğinin bir millî mesele olarak ele alınması ve ne yapılması gerekiyorsa bir ortak akıl üreterek, gereken kurumları kurarak. Gelin bu Türkiye Büyük Millet Meclisinde sürekliliği olan bir komisyon kuralım. Bu teklifi dile getiren arkadaşıma da teşekkür ediyorum. Ama bu işe ciddiyetle yaklaşalım, böyle “gör beni” havasıyla konuştuk, geçtik, nutuk attık, işte terörle mücadelede olduğu gibi “Kanları yerde kalmayacak.” nutkuyla bu işlerin engellenmediğini, önlenemediğini artık görelim.

Değerli milletvekilleri, gerçekten bu mesele -Ermenek’in, Güneyyurt’un, işte oradaki köylerin tamamından insan var burada- yalnız bu 18 kişinin değil, Ermenek’in, o dağların, o Toros Dağlarının vadilerinde, yamaçlarında yaşayan insanların bir can meselesi. Gökçekent, Bozyaka, Üzümlü, Güneyyurt, Aşağıçağlar, Yaylapazarı, Görmeli, Kazancı, bu köyler ve beldelerde yaşayan ve geçimini, ekmeğini maalesef, her aileden, hiç olmazsa bir kişinin -ki Ermenek’te 1.500 kişi kadar çalışan insanımız var- madenden sağlayan bu insanların sorunlarına kalıcı, bir ortak akıl, bir kurum oluşturarak, mevzuatı yenileyerek…

Sayın sendikacı karşımda oturuyor, Süleyman Bey, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, buna niye itiraz etmediniz? Merkezinde insanın olmadığı bir mevzuat, insanın sağlığını nasıl koruyacak? İş güvenliği, iş yerinin güvenliği, patronun güvenliğini sağlayan bir kanunla ölümleri nasıl engelleyeceğiz?

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Hep söyledik burada.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu, bir çığlıktır; bu, Güneyyurt-Pamuklu (Cenne) mevkisinde toprağın altında yatan 18 canın çığlığıdır. İnşallah duyarsınız, bu acıları görürsünüz ve bir daha bu acılar yaşanmaz, bunun için gereken tedbiri alırsınız diye bir çığlık olarak ifade ediyorum.

Dikkate alacağınızı ümit ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı 69’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Ne diye sataştı Sayın Çelebi?

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Bana soru sordu: “Niye bir sendikacı olarak karşımda oturuyorsunuz? Bu yasalar çıkarken niye bunlar düzeltilmedi, niye itiraz etmediniz?” diye bana sataştı, o nedenle söz istiyorum.

BAŞKAN – Sizi mi kastetti?

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Evet, açıkça efendim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Açıkça, isim söyleyerek.

BAŞKAN – Anladım da, Sayın Çelebi’yle biz gayet güzel konuşuyoruz yani, niye müdahil oluyorsunuz?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – O yasa çıkarken Süleyman Bey sendikacı değildi Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelebi.

İki dakika söz veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi'nin, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Çok teşekkür ediyorum yani bana da bu fırsatı verdiğiniz için. Özellikle, Grup Başkan Vekili Oktay Vural bu işin çok canlı tanığı. Ben, bu kürsüden konuşurken, bu yasalara itiraz ederken, dedim ki hatta “Ben şimdi burada konuşuyorken 1 kişi de belki ölüyor olabilir.” Bu kürsüden konuşuyordum, Oktay Vural’a da o arada bir telefon gelmişti, Meclis bahçesinde 1 kişi yaşamını yitirmişti.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Doğru, hepimiz tanığıyız.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) – Onun için yani bu itirazlarımızı komisyonda çok yüksek sesle, komisyondan sonra burada… Ve dedik ki: “Eğer bu yasa böyle çıkarsa, artık, Türkiye’de iş cinayetleri devam edecek.” Vicdanı olan insanlar şimdi bir kez daha bu konu tartışılırken, bu önerge de verilmişken bir kez daha cüzdanlarını değil, vicdanlarını düşünerek gerçekten bu katliamlara, bu iş cinayetlerine son vermek istiyorlarsa vicdanlı davransınlar. Biz o konuyu Anayasa Mahkemesine de götürdük. Şu anda Anayasa Mahkemesine de çağrıda bulunuyorum. Yani, yıllarca orada bu süreç devam etmemeli ve bu cinayetlerin son bulması için Anayasa’ya aykırı, uluslararası sözleşmelere aykırı bu kanunun iptali konusunda yaptığımız başvurunun da bir an önce açığa çıkartılması açısından Anayasa Mahkemesi de bir sorumluluk altında. Bu cinayetleri kimse böyle seyredemez.

Dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bunu hem Anayasa Mahkemesine taşıdık hem komisyonlarda hem de Mecliste ve her maddesinde defalarca, başka başka maddeleri de gerekçe sayarak bu maddede direndik; hatırlarsanız, gece üçlerde, dörtlerde bu yasa yürürlüğe girdi. O saatlerde de Türkiye’de cinayetler devam etti.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Vural, Sayın Çelebi’nin konuşmasında isminiz geçti ama sataşma yok, değil mi?

OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır efendim, tespit var.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- MHP Grubunun, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır tarafından, son yıllarda ardı ardına meydana gelen ölümlü maden ocağı kazalarının araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla 31/10/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

 

BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Altan Tan, Diyarbakır Milletvekili.

Buyurun Sayın Tan. (HDP sıralarından alkışlar)

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu Mecliste en fazla konuştuğumuz ama hiçbir zaman netice alamadığımız mevzulardan biriyle alakalı olarak yine huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum.

Daha beş buçuk ay önce Soma’da çok büyük bir facia yaşandı, aylarca, memleket, bütün televizyon ekranlarında bu olayları takip etti, gazetelerde yüzlerce yorum, binlerce yazı çıktı ama döndük dolaştık yine aynı yere geldik. Yine, Ermenek’te bir kaza oldu ve kaç gündür yine bütün Türkiye, televizyon ekranlarının başında, büyük bir acıyı âdeta dizi film izlercesine takip ediyor ve hiç kimsenin de elinden bir şey gelmiyor.

Değerli arkadaşlar, ister İstanbul’daki bir inşaattaki iskeleden düşen 10 işçinin vefat etmesi, hayatlarını kaybetmesi olayı olsun ister Soma olayı olsun ister Ermenek olayı olsun, bütün bunları üst üste koyduğumuz vakit bir netice çıkıyor ortaya, bu çıkan netice de şu: Dünyanın her yerinde madenler var, dünyanın her yerinde inşaatlar var, dünyanın her yerinde işçiler var, dünyanın her yerinde de iş kazaları, maden kazaları, inşaat kazaları var. Peki, anormal olan ne? İşte, biraz önceki sayın konuşmacı da dile getirdi, son on ay içinde Almanya’da iş kazalarında ölen kişi sayısı 3, Türkiye'de ölen kişi sayısı 1.600; anormal olan o.

Afrika’nın bütün ülkelerinde madenler var ve üstelik bu madenleri acımasız emperyalistler çıkarıyorlar, Afrikalıları köle gibi çalıştırıyorlar ama ne hikmetse, iş kazaları listesinde Türkiye, Avrupa’da 1’inci, dünyada 3’üncü. Yani o Afrika’daki ülkelerin de çok çok gerisinde bir iş güvenliği sistemimiz var, işte, esas tartışılması gereken, değerli arkadaşlar, bu. Biz neden dünyadaki 220 ülke içerisinde 3’üncüyüz, neden Avrupa’da da 1’inciyiz insan ölümlerinde? Yoksa, iş kazası –biraz evvel de söyledim- dünyanın her yerinde olur, madenler, inşaatlar da dünyanın her yerinde var. Esas sorun, Türkiye'de öyle bir sistem var ki, daha fazla kâr edebilmek için, daha fazla sömürebilmek için, Afrika’daki emperyalistlerden bile daha fazla kazanabilmek için iş güvenliğine dikkat etmeyen bir iş, sanayi, inşaat, maden sistemimiz var; işte, esas sorun bu. Peki, bunu nasıl çözebiliriz?

Değerli arkadaşlar, burada belki millet utanıyor konuşmaya, açıkça bunları söyleyemiyor ama dışarıdaki iş adamları çok pişkincesine şunu söylüyorlar, diyorlar ki: “Kardeşim, bu tedbirleri alırsak biz zaten sermayeyi kediye yükleriz, para kazanma imkânımız da yok.” Peki, bir soru soruyorum: Bugün dünyada bu madenciliğin en önde gelen ülkelerinden birisi Almanya, özellikle kömür madenlerinde; yani Almanya-Fransa sınırına gidin, Ruhr Vadisi yüzlerce yıldır kömür madenleriyle doludur. Peki, bu Almanya bu kadar tedbiri almasına rağmen yine bizim kapitalist iş adamlarının ifadesiyle sermayeyi kediye yükleyecek kadar tedbirler almasına rağmen nasıl bu kadar kâr edebiliyor?

Değerli arkadaşlar, 56 İslam ülkesinin ihracatı 900 milyar dolar. 56 İslam ülkesinin ihracatı 900 milyar dolar ve bu 900 milyar doların yüzde 70’i, 75’i de petrol geliri. Yani ne demek? Doğru düzgün bir üretim, bir şey yok. Yerin altından suyu, petrolü çıkarıyor, satıyor, buna da “ihracat” diyor ve 56 tanesinin toplamı 900 milyar dolar. Tek başına bu sermayeyi kediye yüklediğini iddia edeceğimiz Almanya’nın ihracatı 950 milyar dolar, tek başına. Bir Almanya 56 İslam ülkesinden daha fazla ihracat yapıyor, yani demek ki bütün tedbirlerini de doğru düzgün alıyor; sizlerin iddia ettiğiniz gibi, kapitalist iş adamlarının iddia ettiği gibi bu maliyetler yıkmıyor onu ve buna rağmen de dünyada ihracat şampiyonu olarak bu işlerden para da kazanabiliyor.

Bir başka sorun, bir başka konu, tabii, ona hiç girmek bile istemiyorum ama mecburum söylemeye çünkü vicdanı olmayan insanlara bunları söylemenin bir faydası yok. Hiçbir kazanç, insan hayatından daha değerli değil ama bunu kim dinler, kim kulak verir, kim uygular? Muhatap yok, yani demek ki sorun, değerli arkadaşlar, doğru düzgün bir denetimdir, doğru düzgün bir takiptir. En iyi kanunları çıkarın, eğer bunu uygulamıyorsanız, uygulanması için gayret göstermiyorsanız; müeyyideler, kurallar, cezalar ortaya koymuyorsanız bunların hiçbir anlamı yok. Yani bu işin özeti, hülasası, başı, sonu, hepsi bu; doğru düzgün takip edilecek, doğru düzgün denetlenecek. Bizim bir Bakanımızın ifadesi gibi “Bir madeni kapatıyorum, 50 kişi araya giriyor, telefon açıyor o madenin tekrar faaliyete girmesi için.” denilmeyecek.

Peki, bu 50 kişi kim? Hani lafın gelişi 50 kişi de bunlar kim? Bunlarla ilgili de bir takibat, bir beyanat yok.

Değerli arkadaşlar, Çin, yine, bugün bu madencilik meselesinde dünyanın en önde gelen ülkelerinden birisi. Bakıyorsunuz, Çin’deki tedbirler bile, uygulamalar bile bizim önümüzde.

Son, yine büyük bir dram, işte, önceki gün İstanbul Boğazı açıklarında yaşandı. İnsan kaçakçılığı mevzusu. İki hafta evvel geldim, bu kürsüden bu konuyla ilgili feryat ettim. İki hafta evvel. Ondan evvel de defalarca konuştum, Meclis araştırması önergesi verdim, soru önergesi verdim ve her seferinde de şunu sordum, keşke bizim Emniyet Genel Müdürlüğü yapan arkadaşımız da gitmemiş olsaydı, AKP milletvekili, burada dinleseydi: Mozambik’ten gelen, Somali’den gelen, Kenya’dan gelen, son ineğini, davarını, koyununu satarak 5-6 bin euroyu cebine koyup da İstanbul’a gelen bir mülteci, bir çaresiz, İstanbul’un göbeğinde, Aksaray’da bu insan kaçakçılarını buluyor, 7 bin euro, 6 bin euro veriyor, hayatını tehlikeye atıyor da bu Aksaray Karakolu, İstanbul Emniyet Müdürü, İstanbul Valisi bunları nasıl bulamıyor? Bu kürsüden en az on sefer bu soruyu sordum, cevap yok. Cevap yok.

Ve şu an, değerli arkadaşlar, bu insanların kanı bu işin sorumlularının üzerindedir, kusura bakmayın. Cinayet, eline silah alıp da gidip bir adam öldürmek değil sadece, Saddam Hüseyin de eline silah alıp gidip kimsenin beynine sıkmadı, ama milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu, Hitler de aynı şekilde. İnan edin, bu kanlar sizin ellerinizde.

Ve bu, artık bir rotatife bindi: Her hafta bir insan kaçakçılığı olayı, arkasından “20 kişi öldü, 50 kişi kayıp, 50 kişi öldü, 80 kişi kayıp, ölenlerden dörtte 3’ü kadın ve çocuk.” inan edin, kanıksadık diyeceğim ama bu da bir kara mizah ve yüz karası. Mümkün değil insan bunları kabul etsin, kanıksasın.

Yine aynı şekilde değerli arkadaşlar, son 6-7 Ekim olayları; Hükûmet bunları diline doladı ve Diyarbakır’da 3 gencin sığındıkları bir evde öldürülmeleri, sonra sürüklenerek dışarıya çıkarılmaları, birisinin balkondan cesedinin aşağı atılması, üzerinden arabayla geçilmesinin sahneleri bir aydır televizyon kanallarında. Peki ne oldu arkadaşlar, biliyor musunuz? 200 kişi Diyarbakır’da gözaltına alındı, 40 kişi tutuklandı ama bu sahneyle ilgili görüntülerde 60 kişiye yakın yüzleri açık olarak gezenlerden bir tek tanesi gözaltına alınmadı, tutuklanmadı, bunu biliyor musunuz? Diyarbakır Emniyetiyle, Cumhuriyet Başsavcılığıyla kaç sefer görüştüm dünden bugüne. Bir tek gözaltı ve bir tek tutuklama yok. Kimi saklıyorsunuz, kimi gizliyorsunuz? İşte Bingöl olaylarında da Sayın İdris Baluken bütün bilgileri, belgeleri ortaya koydu ama yine aymazlık var.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tan.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.46

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10’uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verdiği grup önerisi üzerinde şimdi söz sırası Balıkesir Milletvekili Namık Havutça’ya aittir.

Buyurun Sayın Havutça.

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Milliyetçi Hareket Partisi önerisi üzerinde CHP Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, takvim yaprakları 13 Mayıs 2014’ü gösterirken Türkiye büyük bir faciayla sarsıldı. Tabii, iktidara mensup bakanlar, milletvekilleri her zamanki gibi olayı küçümseyerek -başlangıçta Manisa milletvekili 17 ölümden söz ediyordu- alıştıra alıştıra toplumu -aynen Ermenek’te olduğu gibi- işi yavaşlatarak, üzerini örterek, sorumlu arayarak kendileri dışında… Sanki on iki yıldan beri Enerji Bakanlığı onlarda değil, Çalışma Bakanlığı onlarda değil gibi sorumluyu başka yerlerde, örneğin sendikalarda aramaya başladılar. Efendim, sendikalar işçileri niye eğitmemişler? Sayın Başkan, bakın, ne kadar ağır bir sorumluluğu var sendikaların. Hâlbuki “Soma’da sendika var mı?” diye, onu sormak gerekiyor.

Bakın, Soma Komisyonunda ben de… O topraklarda ölen 301 yurttaşımızın 103’ü Balıkesir’de, Savaştepe’de, Bigadiç’te, İvrindi’de elimizle mezara koyduğumuz gencecik çocuklardı. Savaştepe’de -geldi oraya iktidarın milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanı geldi- dualar edildi, “Allah bir daha bize böyle acılar yaşatmasın.” denildi. Evet, biz de üzüldük ve şunu da söyledik: Hiçbir yerde ölümler üzerinden, insanların acıları üzerinden siyaset yapmayalım. Ama şunu da sormayalım mı: Ölen 301 yurttaşımızın sorumluluğu, siyasi sorumluluğu sendikaların üzerinde miydi? Enerji Bakanının hiç mi sorumluluğu yoktu? Çalışma Bakanının sorumluluğu yok muydu? Sayın iktidar mensuplarının, her zamanki gibi, her olayda sorumluyu başka yerde, örneğin muhalefette arama alışkanlığı var, başka kurumlarda arama alışkanlığı var. Örneğin, soruyoruz: Türkiye’de en temel sorun işsizlik. Bunun sorumlusu siz değil misiniz? On iki yıldan beri bu ülkeyi siz yönetmiyor musunuz? Bu yasaları sizin çıkarmanız gerekmiyor mu burada?

Bakın, burada bizi izleyen, televizyonları başında izleyen, öğrenci affı bekleyen 200 bin öğrencimize sesleniyorum: Yasa teklifini verdik, komisyonlardan geçti. Siyasi iktidar bu yasayı buraya getirmiyor. Bize soruyorsunuz “Ne oluyor bu yasa?” diye.

Yine buradan sesleniyorum, 300 bin atama bekleyen öğretmene sesleniyorum: Yasa teklifimiz hazır, getirdik. Sizin atamanızı engelleyen siyasi iktidar, yapmıyor.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Daha yeni 40 bin kadro çıkardık.

NAMIK HAVUTÇA (Devamla) – Bakın, Soma Komisyonunda arkadaşlarımızla görev yaptık. Değerli milletvekilleri, o madene 2 defa girmiş bir milletvekili olarak söylüyorum, orada, Soma’daki o cinayetlerin yaşandığı madenden sonra bir insan olarak dedim ki: Buraya her gün ölüme giriyor insanlar. Ve bilirkişilerden şunu öğrendik, şunu söylediler bize: “Ya, Namık Havutça, bu ne ki, Türkiye’deki 300 tane maden zaten bunun gibi, hatta bundan daha kötü.” Bunun anlamı ne arkadaşlar? Yani, Soma’da, Işıklar’da, orada, kazanın yaşandığı yerde 301 yurttaşımız öldüyse bu ölümler devam edecek anlamına geliyor. Etmedi mi? Bakın, söylüyorum ölümleri: Kaza 13 Mayısta oldu, 15 Mayısta, Soma faciasından iki gün sonra Zonguldak Kilimli’de Mehmet Aygün hayatını kaybetti. 1 Haziran, Soma faciasından on yedi gün sonra Afşin-Elbistan’da Ali Çankay hayatını kaybetti. 3 Haziran, Soma faciasından on dokuz gün sonra Şırnak merkeze bağlı Cudi Dağı eteklerinde İbrahim Sağnak göçük altında kaldı, yaşamını yitirdi. 11 Haziran, Soma faciasından yirmi yedi gün sonra… Devam etti, 18 Haziran, Soma faciasından otuz beş gün sonra Karaman Ermenek’te, maden ocağında 41 yaşındaki işçi Mustafa Yirik öldü. 11 Temmuz, devam etti. İş cinayetleri devam ediyor.

Bunun üzerine, bizim Savaştepe Karacalar köyündeki, iki evladının birini kaybetmiş, biri sağ kalmış, oradan, madenden emekli bir işçimiz şunu söyledi bana: “Namık Havutça, sen o Komisyondasın, orayı incelemeye gidiyorsunuz -oğlu tekrar çağrılıyor çalışmaya- ben oğlumu oraya göndereyim mi?” Ben de dedim ki: Hayır, gönderme; gönderme, ikinci evladını kaybetme. Çünkü arkadaşlarımızla o madene son gittiğimizde sürüne sürüne girdik. Her girdiğimizde o maden göçüğündeki duvarlarda ölen 301 insanın ölümleri çınladı kulaklarımda ve vicdanen çok rahatsız oldum.

Arkadaşlar, maden ocağında bilirkişiyi dinlediğimizde oradaki faciada ölenlerin ölüm nedenlerinin tespitinde en önemli saptama şuydu: Ölenlerin hepsi karbonmonoksit zehirlenmesinden ölmüştü. Şunu sordum: O işçilerin sırtında onları bir saat yaşatan oksijen maskeleri olsaydı, tüpleri olsaydı bu insanlar ölecek miydi? Hayır. Bin dolar arkadaşlar, belki daha da ucuz. Oradaki insanların madene girerken olası bir karbonmonoksit zehirlenmesine karşı eğer bellerinde, sırtlarında değeri bin dolar olan oksijen tüplerinden olsaydı o insanlar bugün hayatta oluyor olacaklardı.

Şimdi, bakın “Muhalefet olarak bize somut şey önerin.” diyorsunuz, öneriyorum. Bu maden kazasından sonra, işte o Savaştepe’deki Recep amcanın sorusundan sonra vicdanım rahat etmedi, 13 Haziran 2014’te şöyle bir yasa teklifi verdim, dedim ki: Üç ay süreyle, geçici olarak madenlerin tümü kapatılsın. İş ve iş sağlığı, güvenliği bakımından orada çalışma koşullarını, işçilerimizin yaşamını, sağlığını garanti altına alacak düzenlemeler yapılıncaya kadar, tedbirler alınıncaya kadar askıya alınsın ve müfettişlerce, sendikalarca oluşturulacak tarafsız denetim kurulları tarafından buralar denetlensin ve eksikler varsa gerekli tedbirler alınsın ve bu insanlar ölmesin. Tarih 13 Haziran 2014.

Bakın, değerli arkadaşlarım, bunu da Karacalar köyündeki, bir evladını kaybeden babanın istemi üzerine verdim ve şunu söyledik somut olarak: “Her defasında, ruhsatlandırılan maden işletmelerinin altı ay süreyle faaliyetleri durdurulur.” Kanun, geçici madde 1. “3213 sayılı Maden Kanunu’na aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.” diye düzenlenen, tarafımızdan hazırlanan ve CHP Grubu olarak Meclise verilen kanun teklifi. Eğer bu teklif dikkate alınsaydı ve gerekli önlemler alınsaydı, denetlenseydi o madenler... Hâlâ bugün o risk devam ediyor, o 300 tane madende hâlen insanlarımızın ölüm riski ne yazık ki devam ediyor. Bakın, bu hâlâ güncelliğini koruyan bir yasa teklifidir.

301 işçimizin yaşamını yitirdiği... Elbette ki onların canlarını geriye getiremeyiz, onları hiçbir maddi güçle… Ailelerinin yaşadığı acıyı yaşayamayız.

Değerli arkadaşlarımız bilirler, birlikte, ölen maden mühendisinin evine ziyarete gittiğimizde, maden mühendisi olan ölen arkadaşımızın eşi bize aynen şunu söyledi ağlayarak, dedi ki: “Kocam her gece eve geldiğinde şikâyet ediyordu ve oksijen yetersizliğinden, içerideki karbonmonoksit sızıntısından ve kızışmalardan bahsediyordu.” Yani âdeta, işverenlerin sırf para ve kâr hırsı sebebiyle bunları dikkate almadıkları, şikâyeti dikkate almadıkları çok açık ve hatta, iş sağlığı ve güvenliği başmüfettişi “Orada göstergeler giderek bir iş cinayetinin yaşanmasına yönelik verileri ortaya koyuyordu.” dedi. Maalesef bu tedbirler alınmadı.

Değerli AKP milletvekili arkadaşlarım, Soma Maden Komisyonunda birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın hepsinin hissiyatının benim gibi olduğunu düşünüyorum ama Çalışma Bakanının itirafı artık hiçbir şekilde mazeret kabul etmez. Bir insanın yaşamı, işçilerin yaşamı, iş sağlığı ve güvenliği hiçbir yakınımızın ricasıyla örtülecek, kapatılacak bir konu olamaz, olmamalıdır. Artık bu tedbirleri almazsak maalesef Soma’da yaşanan cinayetler nasıl yaşandıysa ve devam ettiyse aynı şeyler yaşanmaya devam edecek.

O nedenle, biz buradan artık ölümler üzerinden, iş cinayetleri üzerinden konuşmayı değil, Avrupa’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi, dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi, işçilerimizin iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin en üst seviyede olduğu, insanların ölmediği bir barış Türkiyesi, sevgi Türkiyesi, kardeşlik Türkiyesi diliyoruz. Çok mu istiyoruz acaba? Bu sorumluluk on iki yıldan beri bu ülkeyi yöneten AKP iktidarındadır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Muzaffer Yurttaş, Manisa Milletvekili.

Buyurun Sayın Yurttaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUZAFFER YURTTAŞ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bugüne kadar tüm maden kazalarında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Karaman’daki işçilerimizin de sağ salim kurtarılması için gerekli çalışmalar yapılıyor, inşallah onlar için de dua ediyoruz.

Soma Eynez’de meydana gelen kazanın üzerinden yaklaşık beş buçuk ay geçti. Soma maden kazalarıyla ilgili bir araştırma komisyonumuz çalışmalarına devam etmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde torba yasada bazı değişiklikler yapıldı, devlet millet el ele vererek Soma’daki yaraları sarmak için var gücümüzle çalıştık. Hükûmetimiz madenlerle ilgili düzenlemeyi içeren bir paket üzerinde de çalışmalarını sürdürmektedir.

Bazı muhalefet temsilcilerinin Soma’da havanda su dövüldüğünü ifade etmesi gerçeklerin ve yapılanların görmezden gelinmesidir. Evet, su dövülmüyor, gerçekten ciddi olarak bu konunun üzerinde çalışıyoruz. Bugüne kadar devletimiz tüm imkânlarını seferber etti. Soma’da da aynı seferberlik yapıldı, şimdi Karaman’da da aynı çalışmalar yürütülmektedir.

Öncelikle, Sosyal Güvenlik Kurumu çalışmalar yaptı, 234 kişinin yakınlarına aylık bağlandı. 67 kişiyle ilgili, hak sahipleriyle ilgili torba yasada da düzenlemeler yapılarak 301 madencimizin her birinin yakınlarına aylık bağlanması gerçekleştirilmiş oldu. Aileler tek tek incelendi ve ailelerin ihtiyaçlarına yönelik de çalışmalar sürdürülmektedir.

AFAD hesabında 46,5 milyon lira toplandı ve 301 madencinin yakınlarına her aileye 156 bin lira gelecek şekilde eşit olarak ulaştırılmıştır.

Ayrıca, STK’lar tarafından ve TOKİ tarafından yapılacak olan her bir aileye ikişer ev yapımıyla ilgili çalışmalarda -biraz önce TOKİ’yle ilgili görüşmeleri sayın valimiz gerçekleştirdi- orada arsa tahsisi yapılmış ve 301 madencimizin her birine ikişer ev düşecek şekilde çalışmalar sürdürülmektedir.

Kapatılan ocaklardaki işçilerin ücretleri garanti altına alınmıştır. İş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili olarak gerekli tedbirleri almayan kömür ocaklarında üretim durdurulmuştur. Mecliste yapılan düzenlemeyle üretimi durdurulan ocaklarda, bu Soma’da dört aydır 5.700 kişiye ücret ödenmesi, çalışmadıkları hâlde ücret ödenmesi devam etmektedir ve devam edilecektir.

Torba yasada bazı düzenlemeler yaptık. Oradaki işçilerimizin SGK’ya olan her türlü borçları silindi. Ölüm aylığı için gerekli olan beş yıl sigortalılık ve doksan gün prim ödeme şartı ortadan kaldırılarak madencilerimizin yakınlarına ölüm aylığı bağlanmıştır. Madencilerin anne babalarına aylık bağlanması için gerekli “muhtaçlık şartı” kaldırılarak anne babalarına aylık bağlanmıştır. Madencilerin yakınlarından birinin kamuda istihdamı torba yasayla gerçekleştirilmiştir. Maden sektöründe çalışan tüm işçiler için 55 olan emeklilik yaşı 50’ye düşürülmüştür. “Linyit ve taş kömürü çıkaran madencilere ödenecek ücret miktarı asgari ücretin 2 katından az olamayacak.” diye düzenleme yapılmıştır. Maden sektöründe çalışan tüm işçiler için çalışılmayan günler de çalışılmış gibi yıpranmaya dâhil edilecektir.

Yer altında çalışan madencilere fazla çalışma yaptırılamayacağı da torba yasada düzenlenmiştir. Yer altı işlerinde çalışan işçilerin işten çıkarılması kıdem süresine bakılmaksızın ancak gerekçeyle yapılabilecek, gerekçesiz işten çıkarma yapılamayacak, böylece iş güvencesi güçlendirilmiş olacaktır. Yer altında çalışan işçiler için yıllık izin süresi dört gün artırılmıştır. Madenciler için yer altında çalışma süresi, haftalık otuz altı saat, günlük altı saat olarak düzenleme yapılmıştır. Ancak madenleri ziyaret ettiğimizde, gerek Soma’da gerekse Zonguldak’taki madencileri ziyaret ettiğimizde günlük çalışma süresinin yedi buçuk saat, haftalık çalışma süresinin beş gün olarak düzenlenmesiyle ilgili taleplerde bulunulmuştur, Komisyonumuz da bu konuda gerekli çalışmaları yapmaktadır. İnşallah, torbanın içerisinde, önümüzdeki dönemdeki paketin içerisinde bu düzenlemeler de olacaktır.

Ayrıca, mağdur olan Soma esnafımıza KOSGEB tarafından 50 bin TL kişi başı olmak üzere sıfır faizli, on iki ay ödemesiz, otuz altı ay vadeli kredi çalışmaları başlatılmış, 2 binin üzerinde vatandaşımız bu düzenlemelerden yararlanmıştır.

Soma’da ayrıca 300 yataklı bir devlet hastanemizin yapımı devam ediyor, yüzde 75’te şu anda hastanemizin yapım oranı. Bunun içerisinde tüm ünitelerin bulunduğu gibi yanık ünitesi de bulunacak.

Ayrıca Soma’da bir organize sanayi bölgesinin kurulması Sanayi Bakanlığı tarafından kabul edilmiştir.

Gençlik ve Spor Bakanlığımız da yine, bu bölgede gençler üzerinde, Millî Eğitim Bakanlığı kendi alanında çalışmalarını sürdürmektedir.

Evet, kazalar yeni olmuyor, kazalar sadece son on iki yıl içerisinde olmuyor. Amacımız, önceden beri devam eden bu kazaları en aza indirmek, kazaları mümkünse sıfıra indirmektir.

2010 yılında maden kazalarıyla ilgili bir komisyon kurulmuş. Bundan sonra 2012 yılında iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili de bir yasa düzenlemesi yapılmıştır. Sadece yasal düzenlemeleri yapmak yeterli değil, denetlemelerin de düzgün olarak yapılması gerekiyor.

Soma Maden Kazalarını Araştırma Komisyonumuz kuruldu. Meclisimizde değişik siyasi partilere ait 17 kişilik araştırma komisyonumuz çalışmalarına devam ediyor. Önce Soma, sonra Zonguldak ve yine Soma’da, Eynez’de kazanın meydana geldiği ocağı ziyaret ederek buralarda incelemelerimizi sürdürdük.

Ben inanıyorum ki Komisyonumuz tüm karanlıkta kaldığını düşündüğümüz noktalara ışık tutacak, kamu vicdanını tatmin edecek sonuçlar ortaya çıkana kadar çalışmalarına devam edecektir. Ucu kime ve nereye varırsa varsın sonuna kadar ciddi, kararlı ve titiz bir çalışma ortaya konacaktır.

ALİ ÖZ (Mersin) – Ama hiç ucu bir yere varmıyor.

MUZAFFER YURTTAŞ (Devamla) – Bu kazalar neden oldu? Kimlerin ihmali ve kusuru var? Bir daha benzer acılar yaşamamak için ne gibi önlemler ve tedbirler almalıyız? Bununla ilgili tüm sektör temsilcileri, işçi temsilcileri, sivil toplum kuruluşları, uzmanlar, üniversiteden öğretim görevlileri, mağdurlar ve görevlilerle görüşerek Komisyonumuz çalışmalarını sürdürmektedir.

Kamuoyunda Komisyonumuzdan büyük bir beklenti bulunmaktadır. Basının, mağdurların ve yakınlarının, halkımızın gözü Komisyonumuzun üzerindedir ve Komisyonumuzun da bu manada kılı kırk yararak çalışmalarını sürdürdüğünden hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Evet, savsaklama, ihmal, göz yumma, hatalara tolerans gösterme gibi çağdaş olmayan alışkanlıkları artık ülke bünyesinden atmanın zamanıdır. “Bize bir şey olmaz.” yanılgısını üzerimizden atarak, her türlü tedbiri alarak yürümenin zamanıdır. Hepimize, iktidarıyla muhalefetiyle tüm Komisyon üyelerimize, bakanlıklarımıza büyük görevler düşüyor. Felaketler karşısında birleşen bugün tümünün gönlü kırık insanımızın bu hasleti normal zamanda her daim sürdürmesi de elzemdir. İktidarıyla muhalefetiyle, benzer ya da farklı görüşleriyle hepimizi Türkiye adlı zengin madende ve aynı vardiyada yan yana kazma sallamaktayız. Maden hepimiz için geçerli. Yerin altındaki bu değerlerimizi yeryüzüne çıkartmak, dünyadaki en güvenilir yöntemlerle yeryüzüne çıkartmak ve o madenlerden faydalanmak amacımızdır.

Tabii ki tedbirleri alacağız, tabii ki denetlemeleri yapacağız. Komisyonumuz çalışmalarını sürdürüyor, bu arada yeni bir komisyon kurulmasının çok da bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Eğer önerileri varsa Komisyonumuz çalışmalarına değerli milletvekillerimiz sık sık gelerek, gerek Komisyon üyeleri gerekse Komisyonda olmayan arkadaşlarımız katkılar vermektedir. Katkı veren herkese teşekkür ediyorum. Biz inanıyoruz ki Komisyonumuz sağlıklı bir rapor ortaya koyacak ve bunu da Meclise sunacaktır.

Yeni bir komisyonun çalışmasına gerek olmadığını düşünüyor, bütün Meclisi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.

Cumhuriyet Halk Parti Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

3.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve 26 milletvekili tarafından, inşaat sektöründe yaşanan ölümlü iş kazalarına karşı alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 25/6/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi

05/11/2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun, 05/11/2014 Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

Levent Gök

Ankara

Grup Başkan Vekili

Öneri:

İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve 26 milletvekilinin, "İnşaat sektöründe yaşanan ölümlü iş kazalarına karşı alınması gereken önlemlerin belirlenmesi" amacıyla 25/06/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırma önergesinin (1409 sıra no.lu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 05/11/2014 Çarşamba günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Süleyman Çelebi, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Çelebi. (CHP sıralarından alkışlar)

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, hepinizi bir kez daha saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Önemli bir konuyu konuşuyoruz. Aslında, biraz önce MHP’nin verdiği araştırma önergesi, daha önce, Soma’da yaşanan cinayetten önce Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu önergeler, şimdi bizim verdiğimiz ama muhtemelen reddolacak olan önergeler eğer dikkate alınmış olsaydı, 301 kişi yaşamını yitirmeden önce, on dört gündür bu sürecin içinde yer alan o vatandaşların suyun altında kaldığı bu süreci dikkate aldığımızda onlarla ilgili tedbirler almış olsaydık bugün burada ağıt yakan olmazdık.

Meclisin bir görevi de değerli arkadaşlar, yalnız kanun yapmak değil; kanunu doğru yapmak, kanunu vicdani yapmak, insani yapmak gibi bir sorumluluğu var.

İki: Meclisin, denetim yetkisini halk adına doğru kullanmak diye bir görevi ve vicdanı olması lazım. Ama, muhalefetten gelen bütün öneriler, bu konudaki bütün bilimsel veriler reddoluyor gidiyor.

Şimdi, muhtemelen biz bu önergeyi konuşacağız ama bir kez daha bu önergeyi konuşurken yarın bir kaza olursa -Allah korusun- çıkıp bu kürsüden kimse konuşmasın artık. Bu kürsüden onların artık konuşma hakkı olmaz, onun üzerinde de artık kimse ağıt yakmasın çünkü biz şimdiden uyarıyoruz değerli arkadaşlar. Bakın, İngiltere’de on beş yılda -altını bir daha çiziyorum, on beş yılda- ölen insan sayısı Soma’da bir günde ölen insan sayısı kadardır. On beş yıldan bahsediyorum.

Şimdi, burada bütün bunlar bilinecek, bunlarla ilgili bütün verileri biz size söyleyeceğiz, Komisyonda anlatacağız, “Yapmayın, etmeyin, gitmeyin.” diyeceğiz, yalvaracağız neredeyse, yakaracağız sizlere, “Ya, bunu böyle geçirirseniz bu iş cinayetlerini önleyemezsiniz.” diyeceğiz ama siz gene bildiğinizi… O, vicdani değil de o arada size verilen talimatlar gereği oylarınızı kullandınız.

Şimdi, bunlar yetmemiş gibi, meseleyi tamamen, biraz önceki sözcünüzün getirdiği gibi, bir tek 301 kişiye bu işi endekslediniz. Ne olacak değerli arkadaşlar, Şırnak’ta ölenler ne olacak? Yetmedi, Bartın’da ölenler ne olacak? Yetmedi, Ermenek’te şu anda belki yaşamını yitirme noktasında olanların durumu… Yetmedi, Kozlu’da, Karadon’da, Dursunbey’de, Kemalpaşa’da, Gediz’de, Küre’de, Sorgun’da, Armutçuk’ta, Kahramanmaraş’ta yaşamlarını yitirenler yetmedi, birilerine… Yalnız ölen 301 kişi var sanki, daha önce madende birçok insan öldü. Sanki bu işi çözdüğünüz zaman Türkiye’deki sorunu çözüyorsunuz. Neden bahsediyoruz değerli arkadaşlar? Her yıl ölen 1.072 kişiden bahsediyoruz. Her yıl ölen 1.072 kişinin hesabını yalnız 301 kişiye endeksleyemezsiniz. O “Asansörden düştü.” diye ifade edilen, yere çakılan insanların hesabını kim verecek? Tek tek ölen, daha Bartın’da iki gün önce ölen insanların hesabını kim verecek?

Burada ağıt yakılıyor, şimdi buradan hamasi nutuklar da söyleniyor; “Ucu kime dokunursa dokunsun, üzerine gidilecek…” Arkadaşlar, ucunun kime dokunduğu belli, ucunun sorumlusu da sizsiniz, bu yasaları yapan da sizsiniz; uyarıyı yapan biziz, reddeden sizsiniz. Ucu kime dokunacak? Ucu, herhâlde bize dokunacak değil. Vicdanı olan… Bu akşam rahat uyumak istiyor musunuz? Bu akşam ve bundan sonra da bu ölülerin gerçekten, rüyalarınıza girmesini istemiyor musunuz? Gelin, bu vicdanlı davranışınızı en azından bugün gösterin değerli arkadaşlar, bugün gösteremezseniz, sonra bu kürsüye çıkıp ağıt yakmayın bize. Bu ağıtlardan bıktık, işi de birilerine ihale etmenizden bıktık. Yeter artık, sorumluluğu alın. En azından, şu kürsüye çıkın “Sorumluluk bizdedir, özür diliyoruz.” deyin. Bu toplumdan, bu ölenlerden, ailelerinden bir kez de özür dilemeyi bilin, bir kez de onu yapın. (CHP sıralarından alkışlar) İnsan olan bunu yapar.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, AKP Hükûmeti döneminde iş kazaları 1,5 kat ve iş kazası oranı 25 kat artmış. Şimdi, bunları görmeyeceğiz, efendim, diyeceğiz ki: Bütün bunlar, işte, bunların ölmeleri Allah’ın takdiridir, buradan kaynaklanıyor. Ya, Allah’ın takdirini anlıyoruz da Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da, diğer ülkelerde Allah başka bir şey mi takdir ediyor? Bu işi Allah’a da havale etmeniz bir o kadar yanlış değerli arkadaşlar. Allah’a havale ettiğiniz işleri anlıyoruz ama en azından, bu işi Allah’a havale etmeyin. Bu işteki sorumluluğunuzu bilin, ona göre davranın.

Bakın, değerli arkadaşlarım, çokça söyleyeceğim var bu konuda. Sosyal Güvenlik Kurumunun kayıtlarında, bir de altını çizerek söylüyorum, 2013 yılı itibarıyla, istatistiklere göre ülkemizde 1 milyon 580 bin iş yeri bulunmakta. Bu iş yerlerinde çalışan, şu anda sigortalı gözükenler -kayıt dışını ayırıyorum, Çin’den getirdiklerinizi, kayıt dışı çalıştırdıklarınızı ayırarak söylüyorum; Suriye’den gelip burada kayıt dışı çalışanları ayırarak söylüyorum- 12 milyon 984 bin 191 kişi.

Şimdi, biraz önce, burada Ali Rıza Öztürk arkadaşım “Polis devletine gidiyorsunuz.” deyince “Nereden çıktı canım!” diyordunuz. Size bir rakam vereyim: Bakın, halkımıza gaz, cop ve su sıkmak için istihdam edilen polis sayısı 2002’den bugüne kadar 122 binden… Yani, 2002’de 122 bin polisiniz vardı, şimdi 229 bin polisiniz var. Yani, 229.965’e yükselen polis sayısı bir tarafta dururken değerli arkadaşlarım, işçinin, emekçinin korunmasını sağlamak için iş sağlığı ve güvenliğine sadece 264 kişi! Altını çizerek söylüyorum bunun. Bakın, polise ne kadar önem verdiniz. On binlerce, yüz binlerce polis aldınız ama bu söylediğimiz iş yerlerini denetlemek, iş sağlığı ve iş güvenliğini denetlemek için elinizdeki toplam müfettiş sayısı 264’tür değerli arkadaşlar. Bu yetmiyor mu? Yani, burada sizin sorumluluğunuz yok mu? Oraya iş müfettişi talebi gelse, bugün gerçekten o denetimler yapılsa, doğru dürüst, bunlarla ilgili önerilerimizi dikkate alsanız… Bunlarda sorumluluğunuz yok mu?

Peki, değerli arkadaşlarım, başka bir şey daha söyleyeyim: Burada yalvarıp yakardık, ILO’nun bu konudaki sözleşmelerinden bahsettik, 167 sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi’ni, 175 sayılı Tavsiye Kararı’nı ve ILO’nun 176 sayılı Madenlerde Sağlık ve Güvenlik Sözleşmesi’ni ve 183 sayılı Tavsiye Kararı’nı, ayrıca ILO’nun 187 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliğini Teşvik Sözleşmesi hükümlerini dikkate alın dedik. Nerede dedik? Komisyonda dedik. Nerede dedik? Mecliste dedik. Sayın Bakan buradan cevap verdi, hatırlayın hep beraber. Tarihe not düşmek için söylüyorum. Dedi ki: “Zaten bizim çıkarttığımız yasalar bunların hepsini kapsıyor.” Kapsıyor da niye bu insanlar ölüyor, orada o sular boşaltılmıyor, orada o insanlar ölüme terk ediliyor değerli arkadaşlar? Çünkü bunun bir tek nedeni var: Bu ülke çok kötü yönetiliyor. Hele iş sağlığı, iş güvenliği konusunda, çalışanlar konusunda bu ülkenin alın terinin üzerinden istismar yapılıyor, burada hamasi nutuklar çekiliyor, o hamasi nutuklardan sonra da gereğinin yapılması konusunda verdiğimiz bütün önergeler reddedildi. Biz yalnız eleştirmedik, aynı zamanda öneriler getirdik. Önerilerimiz içinde dedik ki: Bir işçi sağlığı, iş güvenliği konseyi kuralım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) – İşçi olsun, işveren olsun, meslek örgütleri olsun. Hepsini reddettiniz. Şimdi burada ağıt yakmaya hakkınız yok diyorum, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Ali Aydınlıoğlu, Balıkesir Milletvekili.

MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Efendim, Vural Kavuncu.

BAŞKAN – Vural Kavuncu, Kütahya Milletvekili.

Buyurun Sayın Kavuncu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VURAL KAVUNCU (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin, iş sağlığı ve güvenliği konusunda açılması talebiyle verdiği Meclis araştırması önergesi konusunda söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyeti saygıyla selamlarım.

Geçtiğimiz aylar içerisinde meydana gelen Soma ve Ermenek maden kazaları hepimizi derinden üzmüştür. Bu vesileyle, bir kez daha, yaşamını kaybeden işçilerimize rahmet, acılı ailelere ve milletimize de başsağlığı diliyorum. Ermenek’teki madencilerimizin de bir an önce yeryüzüne çıkarılması en büyük arzumuzdur.

Bu kazalar bağlamında, diğer tüm iş sağlığı ve güvenliği konuları da gündeme getirilmiş bulunmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın da doğrudan talimatları ve yakın ilgileriyle, bu konuda oluşan muhtemel ihmal ya da aksaklıkların ortaya çıkarılması ve gereken önlemlerin öncelikli olarak alınması, sorumluların da yasa önünde hesap vermeleriyle ilgili çalışmalara da başlanmıştır. Bu çalışmalardan birisi de Meclisimiz tarafından, Soma kazası başta olmak üzere, meydana gelen kazaların araştırılarak bu sektörde alınması gereken iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin belirlenmesi amacıyla kurulmuş olan Meclis Araştırması Komisyonumuzdur.

Komisyonumuz, kurulduğu günden bu yana, iktidar-muhalefet hiç bir ön kabul olmadan, hiç bir şeyin gizlenmesine kapalı kalmasına müsaade etmeden, şeffaf bir şekilde çalışmalarını yürütmektedir. Bu kapsamda, tarafların hemen tümünü dinledik, ülkemizden ve diğer ülkelerden bilim adamları ve uzmanların görüşlerini aldık, işverenleri ayrı, çalışanları ayrı, kurumları, sendika ve denetçileri ayrı olmak üzere dinledik, halkımızla iç içe olduk. Soma başta olmak üzere, madenlerimize indik, yerinde incelemeler yaptık.

Komisyon Başkanımız geçtiğimiz günlerde, yine CHP’nin grup önerisi hakkında söz almış, geldiğimiz noktaları ve tespitlerini açık yüreklilikle bu kürsüde dile getirmişti. Şu anda da komisyon raporumuz hazırlanmakta ve sunma aşamasına de gelinmiş bulunmaktadır. Burada tespit ettiğimiz önemli aksaklıklara ve alınması gereken önlemlere değineceğiz. Örneğin, mevcut İş Sağlığı ve Güvenliği Yasamıza göre, maden işletmeleriyle ilgili yapılan yönetmelikte düzenlemeler yapılması ve geliştirilmesi gerekiyor. Yani yasa çıktı, öyleyse her şey bitti, her sorun çözüldü gözüyle de bakmıyoruz. Komisyonumuzda bütün bunları enine boyuna konuştuk, tartıştık. Tüm muhalefet partilerimizin milletvekilleri de bu görüşlerin oluşmasına katkı verdiler, rapor hazırlanmasında da görüşleri yer alacak.

Bu raporu beklemeden, alınması gereken acil önlemleri ve iyileştirmeleri içeren bir düzenlemeyi de torba yasa içerisinde kabul ettik. Maden işçilerimizin maddi koşullarını iyileştirdik, emekli olma yaşları düştü, çalışma süreleri de altı saate indirildi. Yeni yasa dolayısıyla işverenlerin maliyet artışlarıyla ilgili gerekli çalışma ve düzenlemeler de acilen yapılacak, bu konuda Başbakanımızın gruba verdiği hazırlık talimatını da tekrar vurgulamak isterim.

ILO kaynaklarına göre, dünyada her yıl 1 milyon kadın ve erkek iş kazaları ve meslek hastalıkları dolayısıyla yaşamını kaybediyor. Ülkemizde de Sosyal Güvenlik Kurumunun 2010 yılı istatistiklerine göre, 62.900 iş kazası ve 533 meslek hastalığı vakası meydana gelmiş, maalesef, 1.454 çalışanımız da yaşamını kaybetmiştir. Biliyoruz, maddi kayıplar telafi edilse de giden canların telafisi mümkün olmamaktadır.

CHP’nin vermiş olduğu araştırma önergesine bakarsak, toplum vicdanında acılara neden olmuş bazı iş kazaları örneklerinden yola çıkarak iş kazaları ve buna bağlı ölümlerin giderek arttığı yönünde bir anlam çıkarılmak istenmektedir. Ancak, bu, doğru değildir. Sosyal Güvenlik Kurumunun en son yayınladığı istatistik 2012 yılına aittir. Resmî verilere baktığımızda, 2012 yılında 2002 yılına göre iş yeri sayısında yüzde 111, çalışan sayısında ise yüzde 129 artış meydana gelmiş; buna karşın, 2002 yılında 100 bin çalışanda ölüm oranı yüzde 16,8’ken 2012 yılında bu oran yüzde 55 oranında azalarak yüzde 6,2’ye düşmüştür. Tabii ki biz bunu asla son nokta olarak görmemekteyiz ama 2002 yılında -Hükûmetimiz döneminde gelinen noktada- yüzde 16,8 olduğunu bir kere daha hatırlatmak isterim. Tabii ki bununla ilgili çalışmalara da devam edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, dünyada yapılan araştırmalar, iş kazalarının yüzde 50’sinin basit tedbirlerle, yüzde 48’inin ise sistemli çalışmalarla önlenebileceğini göstermektedir. İş kazalarını çoğu kez sadece tek bir hata, ihmal şeklinde değerlendirmemiz, günah taşı olarak sadece bir kişi ya da kurumu sorumlu tutmamız önemli yanılsamalara yol açacaktır. Her şeyden önce, bu konu, çalışanın, işverenin, bürokratın, kurumların, kısacası tümüyle toplumun iş güvenliği kültürünü ilgilendiriyor. Hâlâ hususi otomobillerinde yalancı emniyet kilidi taşıyan bir toplumun bireyleriyiz. Bu anlayış çoğu kez çalışma ortamında da sürdürüldüğü için, hangi kuralı, hangi yasayı getirirseniz getirin ya da denetlemeleri yapın, bu anlayış devam ettiği sürece üzücü durumlarla karşılaşmamız da kaçınılmaz görünmektedir. Burada esas amaç, iş güvenliği kültürünü tüm topluma yaymak ve çalışanların, işverenlerin kişisel tercih ve inisiyatiflerini, iş güvenliğine aykırı durumlarda hareket alanlarını iyice daraltmak olmalıdır.

İş sağlığı ve güvenliği konusu sadece iş yeri ve çalışan düzeyinde değil, ülke ekonomisini, insanlarımızın refahını, toplumun tamamını doğrudan ilgilendiren, aynı zamanda ulusal ve uluslararası düzeyde ele alınması gereken bir öncelik olduğuna inandığımız için, 2012 yılında Genel Kurul çatısı altında, hep birlikte, geniş kapsamlı 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı çıkardık. Böylece ilk defa, kamu çalışanları da dâhil olmak üzere, sayı sınırlaması ve iş yeri türüne bakılmaksızın tüm çalışanların iş yeri hekiminden ve iş güvenliği uzmanından yararlanma hakkını verdik.

Verilen araştırma önergesinde yer alan, bu yasanın 155 ve 161 sayılı ILO Sözleşmelerine uyumlu olmadığı şeklindeki ifade de doğru değildir. Kanunun 155’le uyumunu en açık şekilde ortaya koyan çalışma, tüm sosyal tarafların temsil edildiği Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyinin kurulmuş olması ve yasanın tüm çalışanları kapsamasıdır. Nitekim, kanunun 21’inci maddesinde de ülke genelinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili politika ve stratejilerin belirlenmesi için tavsiyelerde bulunmak üzere kurulan konseyin çalışma usul ve esasları Resmî Gazete’de yönetmelik olarak da yayınlanmıştır.

Bunun yanı sıra, bu kanunda hangi yeniliklerin getirildiğini bir kez daha hatırlayalım: Çalışan sayı sınırlamasını kaldırmıştır. İş yerleri riske göre sınıflandırılmıştır. Koruyucu ve önleyici yaklaşım temel alınmıştır. Çalışan temsilciliği getirilmiştir. Acil durum planlarının yapılması zorunlu kılınmıştır. Arama, kurtarma, tahliye, yangın ile ilk yardım konularında planlama, görevlendirme zorunluluğu getirilmiştir. Mesleki eğitim alma zorunluluğu getirilmiştir.

İş sağlığı ve güvenliği kurallarının ihlal edildiği iş yerlerine baktığımızda üzücü tablolarla da karşılaşabiliyoruz. Çalışanlar belki çeşitli baskılar, iş kaybetme korkusu ya da örgütlü sendikal faaliyetlerinin yeterli olmaması sonucunda bazen bu ihlallere göz yumuyor, hatta ortak olabiliyorlar. Örneğin, Soma madenlerinde çalışan işçilerden bazıları, yer altında çalıştırılmaması gereken mazotlu iş araçlarını kendilerinin kullandıklarını, mazotlarını taşıdıklarını, iş denetçileri geldiğinde de sakladıklarını ifade etmişlerdir. Demek ki çalışanlarımızı bu korkularından kurtarıp tüm iş yeri ve çalışanları sorumlulukları konusunda da bilinçlendirmemiz gerekecek.

Çalışanlar bu konudaki ihmalleri, zorlama ve baskıları BİMER aracılığıyla iletebiliyorlardı. Şimdi ise Sayın Başbakanımızın talimatı doğrultusunda doğrudan ayrı bir iletişim hattı açılıyor.

ALİ ÖZ (Mersin) – Olur mu hiç Hocam!

VURAL KAVUNCU (Devamla) – Diyelim işveren uygun olmayan asansörle taşıma yapıyor, uygun olmayan araç gereç kullandırılıyor, herhangi bir baskıyla karşılaşıyor; bu hattan doğrudan ulaşacaklar ve yasalar çerçevesinde gereken işlemler yapılacaktır

Araştırma önergesinde belirtilen hususlardan olan, iş kazalarında yaşamını yitirenlerin ve işverenlerin kayıtları titizlikle yapılmaktadır. Sorumlular için de yasalarımız gereği, gereken hukuki uygulamalar yürütülmektedir.

İlerleyen yıllarda, iş kazaları ve meslek hastalıklarından arınmış, iş barışı sağlanmış, ekonomisi ve refah seviyesi yükselmiş bir Türkiye diliyor, bu nedenle CHP’nin vermiş olduğu önergenin aleyhinde olduğumuzu belirtiyor, sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyin Ali Öz, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Öz. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin iş sağlığı, iş güvenliği konusunda vermiş olduğu araştırma önergesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Yalnız, burada, iktidar partisine mensup milletvekilinin Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu önergenin aleyhinde yapmış olduğu konuşmadan bir kesitle sözlerime başlamak istiyorum. Değerli Meslektaşım, Saygıdeğer Hocam, vermiş olduğunuz 2012’nin Türkiye’deki iş kazaları ölüm oranı, maalesef, 2008 ve 2014 yıllarını karşılaştırdığınızda 744 insanımızın hayatının sonlanmasına vesile olmuş en düşük rakamdır. Oysaki bugün, 2014’ün ilk dokuz ayında, Türkiye’de 1.414 işçi iş kazası münasebetiyle hayatını kaybetmiştir. Yani, “Düne göre yüzde 50’lik bir iyileşme.” demeniz, 2012’yi baz aldığınızda gerçekçi olabilir ama bugünkü bu aldatmaca rakamlar, çok alışık olduğunuz bu rakamlara takla attırma gayretinizin ötesinde hiçbir anlam ifade etmez. (CHP sıralarından alkışlar)

Türkiye’de iş kazalarının önlenmesi noktasında, ben sizlere bir şeyleri hatırlatmak istiyorum. Bakınız, denetimsizlikten, tedbirsizlikten, verilen cezaların yetersizliğinden bahsediyoruz. Bu ülkede 2004 yılında meydana gelen, o hepimizin bildiği Pamukova hızlı raylı sistem kazasındaki adli soruşturmaların neticesinde, 2 zavallı insanı suçlu olarak ilan edip birinci makiniste iki yıl hapis cezası, ikinci makiniste de bir yıl üç ay hapis cezası verip diğerlerinin de tamamını akladığımızı bu milletin unutacağını mı zannediyorsunuz?

Yine, 2010 yılında Zonguldak’ta meydana gelen maden kazası sonrasında, dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan “Bu ülkenin insanı zaten bu tür olaylara alışık. Yirmi yıl öncesine kadar incelediğimizde, 90’lı yıllardan bugüne kadar Zonguldak bölgesinde birçok kaza, grizu faciaları yaşadık. Ben de geldim, bu ocaklara, nasıl bir ocaktır diye indim. 2 bin metre derinlikteki o kömür madeni ocaklarında çalışan kardeşlerimin nasıl çalıştıklarını gördüm. Bu mesleğin de kaderinde maalesef bu var…” Yani, 2010 yılında kader. 13 Mayıs 2014 tarihinde Türk madencilik sektörünün tarihinde yaşamış olduğu, 301 insanımızın hayatını kaybettiği Soma faciasından sonra yine Sayın Başbakanın yapmış olduğu açıklama: “Bunlar, bu iş sektörünün fıtratı.” İşte, bunlar, Adalet ve Kalkınma Partisinin iş kazalarını ve bunların önlenmesi noktasında uluslararası sözleşmeleri ve evrensel değerleri bir tarafa iterek nasıl bir yaklaşımla olayları değerlendirdiğinin aslında net bir kanıtı.

Ben şu rakamları da sizlerle paylaşmak istiyorum: Önergeyi hazırlayan Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü Süleyman Çelebi Bey’in de ifade ettiği gibi, Türkiye’de 2005 yılı içerisinde 27 bin teftiş yapılmışken iş kollarında, 2013 yılında yüzde 70’lik bir azalmayla iş yerlerindeki teftiş sayısının 8 bine indiğini hepinizin bilmesini isterim. Tabii ki bu arada ne olmuş? Bu arada, Türkiye’de iş yeri sayısı 850 binden 1 milyon 600 bine çıkmış, çalışan işçi sayısı da 2 kat artmış. Yani, iş yeri sayısı artmış, işçi sayısı artmış ama teftişlerde, denetimlerde yüzde 70’e varan bir azalmaya vesile olmuşuz.

Son on yıl içerisinde, Türkiye’de ölümlü iş kazalarının 7-8 kat arttığı artık herkes tarafından bilinen bir gerçek. Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliği müfettişi sayısı –ifade ettiler- 266 kişi. Mahkemelerden olayların adli incelemelerinden sonra çıkan sonuçlara bakıyorsunuz, kaybettiğimiz vatandaşların yanında, verilen cezaların hiçbir anlam ifade etmediğini görüyoruz yani burada kendi kendimizi kandırmamalıyız. Eğer Türkiye’de uluslararası standartlara ulaşmak gibi bir amacımız varsa, iş sağlığı ve işçi sağlığı için Dünya Sağlık Örgütünün yapmış olduğu tanımlamayı biz de kabul edip ülkemizi modern bir Türkiye olması anlamında aynı yolda, aynı güzergâhta ilerletmek mecburiyetinde olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Uluslararası Sağlık Örgütü ile ILO’nun, 1995 yılındaki on ikinci oturumda iş sağlığı için yapmış olduğu tarif çok açık ve nettir: “İş sağlığı, hangi işi yaparlarsa yapsınlar, bütün çalışanların fiziksel, zihinsel ve sosyal refahlarının mümkün olan en yüksek düzeye çıkarılmasını ve burada tutulmasını; çalışma koşullarından kaynaklanan sağlık sorunlarının önlenmesini; işçilerin fiziksel ve biyolojik kapasitelerine uygun mesleki ortamlarda çalıştırılmalarını; özetle işin insana, insanın da işine uygun hâle getirilmesini hedefler.” diyor. Ülkemizde, son on yıl içerisinde, maalesef, vahşi kapitalizmin emri, tüm sektörlerde daha az ekonomi sarf ederek daha yüksek gelir elde etme, denetimlerden kaçma, denetimlerin sonucunda da verilecek olan cezaların bertaraf edilmesi anlayışı yaygınlık kazandığından, bundan sonraki süreçlerde biz Türkiye Büyük Millet Meclisinde, milletin bu kürsüsünde elbette ki başka kazaları sürekli konuşur ve tartışır durumda oluruz.

İş Güvenliği Yasası’nı 2012’de çıkardık, doğru. 2012 yılında çıkarılmış olan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’yla ilgili o komisyonda bulunmuş bir kişi olarak endişelerimizi, olması gerekenleri söylediğimizde, maalesef, iktidar partisi tarafından çoğu reddedildi. Bakın, ben sizlere yaşanmamış ama gelecekte yaşanma ihtimali olan bir husustan bahsetmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, özellikle, o komisyonda bulunan çok sayıda hekim arkadaşım da var. Türkiye’deki kamu hastaneleri ve özel sektör hastanelerindeki iş sağlığı, güvenliği alanında orada bir düzenleme yaptık. Başlangıçta “Türkiye bu işlere yeni başlıyor.” diyerek özel sektöre altı ay, kamu sektörüne 2014’e kadar, iki yıl bir süre tanıdık, herhâlde bunlardan hepimiz haberdarız. Daha sonra, kamu ile özel sektörü ayrı tutarak, hem de kamu hastanelerinde sanki bir iş kazası olsa sadece orada aktif görevli çalışan devlet memurları bu kazadan etkilenecekmiş anlayışı içerisinde, hastanenin normal kapasitesini ve yatak sayısını, diğer hastane etrafında bulunan insanların sayısını da gözetmeksizin, iş güvenliği (A) sınıfı tehlikeli iş yerleri olarak kabul edip iş güvenliği uzman mecburiyetini getirdik. Sonra ne oldu? Sonra, birtakım yerlerden gelen baskılar neticesinde, 2014 yılına kadar verilmiş olan iki yıllık süre zarfında tamamlanması gereken bu hadise, birden Bakanlar Kurulunun bir genelgesiyle 2006 yılına ertelendi. İşte, hâl böyle olunca da biz daha çok ağıt yakarız. Biz, her zaman “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.” deriz. Bu da yetmez, ölenlere şehit madalyası takarız, arkasından kalanlara da “Torba yasa çıkardık, para verdik, ev verdik, yardım yaptık.” deriz. Bir kere, perspektifimiz, bakış açımız… Bu kazaların önlenmesi noktasında neler yapabileceğimizi, iktidarıyla muhalefetiyle, hep birlikte tartışmak yerine, kaza olduktan sonra “Neler yapabiliriz?” diye tartışırsak bu neticeler bizim için kaçınılmaz son olur.

Ben burada, Ermenek’teki maden kazası neticesinde Sayın Başbakanın, açıkçası, orada çalışanların ihbar hattına bilgi vererek “Anında kapatırız.” ifadesini şiddetle yadırgadığımı ifade etmek istiyorum. Biz hangi ülkede yaşıyoruz? Emeğin sömürüldüğü, taşeronlaşmanın iş sektöründe 1 numaraya yükseldiği bir ülkede, asgari ücretle veya altında işçi çalıştıracaksınız, o insanlar iş yerindeki aksaklıklar için ihbar hattına telefon açacak ve onu işinden olma korkusunu yaşamadan yapacak! Siz insanların aklıyla alay mı ediyorsunuz? Bunu bir işçinin yapabilmesi mümkün mü? (CHP sıralarından alkışlar) Bakınız, iş güvenliği uzmanları bile, maaşlarını patronlardan aldıkları için, denetimdeki aksaklıkları üst makam ve mevkilere iletemiyorlar.

Lütfen, milletin kürsüsünden gerçekleri konuşalım diyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Gökcen Özdoğan Enç, Antalya Milletvekili.

Buyurun Sayın Enç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Cumhuriyet Halk Partisinin inşaat sektöründe birtakım yasal düzenlemelerin yapılması amacıyla vermiş olduğu grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz üzere, dün, 651 sıra sayılı Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nı ne yazık ki yasalaştıramadık; tümü üzerindeki görüşmeleri bitirdik, maddelerine geçeceğiz inşallah bugün. Tabii, muhalefetin de desteğini bekliyoruz. Binlerce öğretim elemanı Meclisimizden bu yasanın geçmesini bekliyor. Muhalefet partilerinin de bize destek olacağından eminiz.

Gündemimizin yoğun olması nedeniyle, CHP’nin vermiş olduğu grup önerisinin aleyhinde olduğumuzu belirtiyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Gök.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ben de bir iki dakika açıklayıcı bir beyanda bulunmak istiyorum.

BAŞKAN – Efendim?

LEVENT GÖK (Ankara) – Muhalefet partilerinin dün, 651 sıra sayılı tasarıyla ilgili, sanki görüşülmesini engelleyen bir tutum…

BAŞKAN – Sayın Gök, anlaşılmıyor. Yerinizden ifade edin.

LEVENT GÖK (Ankara) – İki dakika…

BAŞKAN – Önce bir yerinizden ifade edin, konuyu anlayalım ondan sonra,

Buyurun.

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, az önceki konuşmacının ifadelerinden, görüşülmekte olan 651 sıra sayılı Tasarı’yla ilgili dünkü görüşmelerin sanki muhalefet partilerinin tutumu yüzünden engellendiği gibi bir anlam çıktı. Bu konuda bir beyanda bulunmak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Gök.

İki dakika sataşma nedeniyle söz veriyorum.

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan Enç’in CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şunu herkesin çok net bilmesini isterim ki Cumhuriyet Halk Partisi toplumumuzun tüm kesimlerini ilgilendiren her konuda iktidarla muhalefetin ciddi bir iş birliği yapmasından yanadır. Bu konuda hiç tartışma yok. Bu konuda Cumhuriyet Halk Partisinin tavrı, emekten yana, işçiden yana, dar gelirliden yanadır. Yükseköğrenimdeki gibi, bilim insanlarından yana olan bir yasa eğer görüşülüyorsa bu konuda, hiç tereddüdünüz olmasın, biz herkesten daha çok destek veririz ancak bir şartla; bizim Cumhuriyet Halk Partisi olarak iktidar partisinden farkımız, kamu kaynaklarının doğru düzgün kullanılmasıdır, kamu kaynaklarının çarçur edilmesi değildir. Biz, dün görüştüğümüz 651 sıra sayılı Tasarı’da, profesörlerimizin, doçentlerimizin sizin getirdiğiniz tasarıdan çok daha fazla pay almasını isteyen önergelerimizi verdik. Eğer o önergelerimizi kabul ederseniz, kimin hangi kesimin çıkarlarından yana olduğunu bir kez daha gösterirsiniz. Ancak, dün şöyle bir şey oldu: “Kaçak saray” meselesi gündeme gelince, burada, konuşmacılar “Helal olsun Cumhurbaşkanımıza!” dediler, “Ona yakışır.” dediler. Biz de diyoruz ki kamu kaynaklarını kullanırken öyle dikkatli olacaksınız ki… Kamu kaynağını kullandığınız zaman “İşçimiz için helal olsun, emekçimiz için helal olsun, dar gelirlimiz için helal olsun!” dedirtecek yasaları beraber çıkaralım.

Kaçak sarayı burada savunmayın, kaçak sarayı burada savunmayın. Bizim bu konuda her türlü desteği vereceğimizi belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Hayır, benim söylediğimin bununla ne alakası var.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

3.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve 26 milletvekili tarafından, inşaat sektöründe yaşanan ölümlü iş kazalarına karşı alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 25/6/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

 

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 17.01

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.17

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10’uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Benzer Mahiyetteki Bir Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Kars Milletvekili Yunus Kılıç ve Amasya Milletvekili Avni Erdemir ile 79 Milletvekilinin; Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/937, 2/2229) (S. Sayısı: 615)

 

BAŞKAN – Komisyon yok. Ertelenmiştir.

4’üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 1 Milletvekilinin; Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın; Mersin Milletvekili Ali Öz ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın; İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın’ın; Ankara Milletvekili Zühal Topcu’nun; Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın; Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

4.- Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 1 Milletvekilinin; Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın; Mersin Milletvekili Ali Öz ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın; İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın’ın; Ankara Milletvekili Zühal Topcu’nun; Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın; Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/981, 2/187, 2/929, 2/1532, 2/2135, 2/2260, 2/2290, 2/2403) (S. Sayısı: 651) (*)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.

Dünkü birleşimde tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı. Maddelerine geçilmesinin oylama işleminde kalınmıştı.

Şimdi tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

YÜKSEKÖĞRETİM PERSONEL KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“Yükseköğretim tazminatı

EK MADDE 3- Devlet Memurları Kanuna tabi en yüksek Devlet memuru brüt aylık (ek gösterge dahil) tutarının;

a) Profesör kadrosunda bulunanlara % 100'ü,

b) Doçent kadrosunda bulunanlara % 100'ü,

c) Yardımcı Doçent kadrosunda bulunanlara %100'ü,

d) Araştırma görevlisi, kadrosunda bulunanlara %115'i,

e) Öğretim görevlisi ve okutman kadrosunda bulunanlara %115'i,

f) Uzman, çevirici ve eğitim-öğretim planlamacısı kadrosunda bulunanlara % 115’i, oranında her ay yükseköğretim tazminatı ödenir.

Bu tazminata hak kazanılmasında ve ödenmesinde aylıklara ilişkin hükümler uygulanır. Bu maddeye göre ödenecek tazminat damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tabi tutulmaz ve ilgili mevzuatı uyarınca ödenmekte olan zam, tazminat, ödenek, döner sermaye ek ödemesi, ikramiye, ücret ve her ne ad altında olursa olsun yapılan benzeri ödemelerin hesabında dikkate alınmaz.”

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Özcan Yeniçeri, Ankara Milletvekili.

Buyurun Sayın Yeniçeri, süreniz on dakikadır. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 651 sayılı Kanun’un 1’inci maddesi üzerinde MHP Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu yasa tasarısının görüşülmesi gereken yer Plan ve Bütçe Komisyonu değil Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu olması icap ederken bu tasarı doğrudan doğruya Plan ve Bütçe Komisyonuna geldi. Dakika bir, gol bir!

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Zam olsun, olmasın mı, önce bir onu söyle.

ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) - Yani, bu Adalet ve Kalkınma Partisine biz bu yasa tasarısının nereden geçeceğini, nereden geleceğini, daha onca itirazlarımıza, ikazlarımıza rağmen bir türlü öğretemedik, anlatamadık.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Zam olsun mu, olmasın mı? Boş ver sen onları.

ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) - Hâlâ anlamayacaksınız, hayret edilecek bir şey!

Diğer yandan, özellikle dün yapılan tartışmalarla ilgili birkaç hususa cevap vermek istiyorum. Şimdi, dün AKP sözcüleri, kaçak olan yeni Cumhurbaşkanlığı binasının…

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Yalan.

ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) - …haşmetinden söz ederek bu kaçak binayla ilgili eleştiride bulunanlara yönelik ağır sözler sarf etmişlerdir.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Hocam, MHP’nin binası kaç para? Onu söyle sen.

ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) - Yasa yapılan bir yerde yasa dışı, kaçak olarak yapılan binaları değil de bunu dile getirenleri sorgulamak akıl dışıdır, ahlak dışıdır, öncelikle bunun altını çizmek istiyorum.

Bir yerde yasa yoksa orada keyfîlik ve kaos vardır. Bir yerde yasa çiğneniyorsa ve kaçakçılık savunuluyorsa orada herkesin her şeyi yapmasına da izin vardır. Yasa dışılık, kaçakçılık ve yasa dinlememek savunulamaz, kaçakçılık savunulamaz, kaçak binalar da kullanılamaz. Hukuk, ahlak ve manevi değerler bunu emreder.

Bir başka husus da: Millî Eğitim Bakanlığının Çin’de bir zamanlar yapılan kültür ihtilaline benzer bir kadro ihtilalini Türkiye’de gerçekleştirmiş olmasıdır. Ama Sayın Millî Eğitim Bakanı da burada yok.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Ya, ben de profesörüm.

ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) – Senden memnunuz Sayın Bakan da, orada oturmandan ama asıl işin müktesebatına sahip bakan yerinde yok.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Ben otuz yıllık eğitimciyim, sorabilirsin.

ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) – Peki, o zaman cevap ver şimdi şu söylediklerime, oradaysanız cevap vereceksiniz.

Sayın Bakan dedi ki dün: “Muhalefet '100 bin kişi’ diyordu ama 16 bin okul müdürünü görevden aldık.” Yani Sayın Bakan şey yapıyor bize, ölümü gösterip sıtmaya razı ediyor. İşin aslı şudur: AKP'li olmayan okul müdürleri yasalara uygun bir biçimde görevden alınmışlardır, olay budur.

Şimdi bakın, TÜRK EĞİTİM-SEN yüzde 22, EĞİTİM-SEN yüzde 12, EĞİTİM-İŞ yüzde 4, AKTİF EĞİTİM-SEN yüzde 2, EĞİTİM-BİR-SEN yüzde 26'dır sendikalaşma oranı bakımından. Şu anda kamuda idarecilik yapanların oranları ise şöyle: TÜRK EĞİTİM-SEN yüzde 9, EĞİTİM-SEN yüzde 4, EĞİTİM-İŞ yüzde 1, AKTİF EĞİTİM-SEN yüzde 1, EĞİTİM-BİR-SEN yüzde 81. Rakamlar, açıkça EĞİTİM-BİR-SEN üyelerinin öncelendiğini net bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu sonuçların tartışılacak hiçbir yanı yoktur.

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Onlar da “Tartışmayın, hepsi bizden olacak.” diyor Hocam.

ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) – Sendikalaşma oranı yüzde 26 olan AKP yandaşı EĞİTİM-BİR-SEN'in üyelerinin yüzde 81'nin okul müdürü olarak atanması, Milli Eğitim Bakanlığının “AKP eğitim bakanlığına” döndürüldüğünün kanıtıdır. Sayın Bakanın bunu kitapla, çalışmayla açıklamaya kalkması da tam anlamıyla komikliktir.

Yine, bilindiği gibi, ilk kez görevlendirilecek müdürlere sözlü sınav uygulaması getirildi. Yazılı sınav kaldırıldı, yandaş sendikanın adamları müdür olsun diye sözlü sınav ihdas edildi. Sendika temsilcilerinin bulunmadığı komisyonların yapacağı ve ölçülebilir kriterlere sahip olmayan sözlü sınavlar kabul görebilecek mi, o da ayrı bir husus.

Millî eğitimde her alanda yaşanan kadrolaşmadan şube müdürleri de nasibini almış, konu yargıya taşınmış ve başarı sıralamasının tek başına sözlü sınav sonuçlarına göre oluşturulması hukuka aykırı bulunarak söz konusu yönetmeliğin yürütmesi durdurulmuştur. Ancak, buna rağmen, Millî Eğitim Bakanlığı hukuksuzluklarına devam ederek sözlü sınava dayalı şube müdürlüğü atamalarını iptal etmemiştir. Millî Eğitim Bakanlığı, AKP döneminde yasalara karşı bağışıklık kazanmış durumdadır. Bir ülkeye en büyük kötülük eğitim yoluyla yapılan kötülüktür, AKP de bunu yirmi dört saatte kırk sekiz saat yapmaktadır.

Eğitimin ve eğitilmiş insanın ne denli önemli olduğuna yönelik bir iki husus dile getireceğim. Ünlü sosyolog Saint Simon "Fransa’nın tüm araçları bir gecede tahrip edilse aynı düzeni altı ay içinde yeniden kurabilirim ama tüm doktorları bir anda ortadan kaybolursa ancak yüzyıl sonra bugünkü düzeye ulaşabiliriz." der. Ünlü işadamı Ford ise "Fabrikalarımı ve makinelerimi tahrip edin ama adamlarımı bana bırakın. En kısa sürede eski servetime yeniden sahip olurum." derken eğitilmiş insan gücünün önemine dikkati çekmiştir.

Eğitim bir bakıma vasıflı insan yetiştirme sürecidir. Siz doğrudan eğitimi ve eğitilmiş insanı yok ediyorsunuz. Halbuki yalnız verimlilik değil, bağımsız ve özgür bir kafa, ancak eğitilmiş bir kafadan oluşur. Yani, demokrasinin temeliyle eğitim arasında da doğrusal bir ilişki vardır. Bireyleri özgür olmayan ülkelerin kurumları da özgür değildir, siyasi partileri de özgür olamaz.

Eğitim seviyesi düşük olan bir ülke aynı zamanda kalkınmışlık yönünden de geri kalmış bir ülkedir. Eğitimin en ileri düzeyde yapıldığı yerler de üniversitelerdir. Üniversiteleri içeriksiz, akademik çalışmaları niteliksiz olan ülkeler asla kalkınmış ülke olarak kabul edilemez. Kalkınma için gerekli olan örgütlenmeyi, teknolojiyi ve fabrikayı yapacak olan eğitilmiş insandır. İnsanlara eğitimi de üniversiteler verir. Türkiye'de üniversiteler maişetini ve geçimini sağlayamayan insanların istihdam edildiği yerler hâline getirilmiştir.

Meşhur tabirle "Kendisi muhtacı himmet dede, kaldı ki gayrıya yardım ede..." söylemi gereği akademik personel kendi zaruri ihtiyaçlarını karşılama noktasında sıkıntı çekerken diğer hizmetleri nasıl yerine getireceğini hepimizin takdirine sunmak gerekiyor. Geçim sıkıntısı çeken bir akademisyenin kendisini eğitime ya da araştırmaya, geliştirmeye vermesi düşünülemez. Bu yüzden, üniversitelerdeki düşük ücret, zor çalışma şartları akademik personelin devlet üniversitelerinden kaçmasına neden olmaktadır. Akademik personel temel ihtiyaçlarını karşılamaktan âciz bir ücret almaktadır. Bu, kabul edilecek bir durum değildir.

AKP iktidarının işbaşına geldiği 2002 yılından bu yana üniversite akademik personeli yoksulluk ve geçim sıkıntısı içerisinde bocalamaktadır. AKP üniversite personelini âdeta ücretlerin tunç kanununa mahkûm etmiştir. Bu bakımdan, akademik personelin sıkıntıları ve sorunlarıyla ilgili birkaç hususun da burada altını çizmek istiyorum.

Akademik personelin ücret seviyesinin dengesiz olduğu, yargı, ordu mensupları ve üst düzey bürokrasiyle mukayese edildiği zaman ücret seviyesinde giderek diğerleriyle aralarındaki mesafenin açıldığı gözlenmektedir.

Üniversitenin akademisyenlerin gözünde cazibesini kaybetmekte olması ülkemizdeki bilimsel çalışmalar açısından da sıkıntı yaratıyor.

Üniversitelerin akademisyen kadrolarını geliştirmesi, muhafaza etmesi ve özellikle alanlarında başarılı olan kimseleri özel sektöre kaptırmaması adına akademisyenlerin maaşlarının özel sektör seviyesine çekilmesi zorunludur.

Geçtiğimiz ocak ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde maaşlarının iyileştirilmesi ve özlük hakları için eylem yapan akademisyenlerin doktora tezleri ve bilimsel makaleleri ateşe vermeleri hâlâ hatırlardadır.

Akademisyenlere yönelik hak ettikleri oranda maaşlarında ve şartlarında yapılacak iyileştirmelerin bütçeye olumsuz etkileri olacağı düşüncesi ve bu düşüncenin savunulması son derece yanlıştır. Zira, eğitime ve akademisyenlere yapılacak her türlü planlı ve rasyonel yatırım Türkiye’mizin geleceğine yapılan yatırım olacaktır.

Şimdi, üniversite personelinin tamamı maaş ve ücret yönünden yoksulluk seviyesinde kalmıştır.

AKP döneminde çok sayıda üniversite açılmış, sayı artmış, kalite düşmüştür.

AKP döneminde üniversitelere AKP'den daha AKP'li rektörler atanmıştır.

AKP'nin üniversitelere parti büyüklerinin adını vermekten başka bir katkısı da olmamıştır.

Üniversitelerde akademik personel geçim sıkıntısından araştırma ve inceleme yapma imkânını büyük ölçüde kaybetmiştir.

Bu tasarının ne denli yüzeysel hazırlandığı da akademik personelin bir kısmının maaşlarında artış yapılmasının unutulmasıyla açığa çıkmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) - AKP'nin yolsuzluk musluklarını tamamen değil ama birazcık kısması hâlinde meydana gelecek tasarruftan akademik personele gerçek anlamda bir ücret artışı yapmak mümkün olabilecektir.

Saygılar sunarken AKP'yi akademik personelin ücretlerini gerçek anlamda artırmaya davet ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Haberal, Zonguldak Milletvekili.

Buyurun Sayın Haberal. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET HABERAL (Zonguldak) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına 651 sayılı Yasa üzerinde konuşmak üzere söz aldım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yasanın ismi “Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik”. Altına baktığımız zaman sadece üniversite öğretim elemanlarının maaşıyla ilgili değişiklikler gündeme getirilmiş. Aslında o bile eksik. Neden? Çünkü bugün yükseköğretim ülkemizde artık… Şöyle bir insan gibi düşünelim, en tepede Yükseköğretim Kurulu var, onun altında 2 grup üniversitemiz var; bunlardan birisi devlet üniversiteleri, diğeri de vakıf üniversiteleridir. Tabii, uzun süre devlet üniversiteleriyle ülkemizde eğitim sürdürülmüş ve o değişikliklerin her birini yaşayan bir öğretim üyesiyim ben ve maalesef ülkemizde her dönem -hani bir meşhur laf var ya halkımızın arasında “Gelen gideni aratır.” diye- maalesef her değişiklik arkasından geleni, eskiyi hep aratır duruma gelmiştir. Tabii, üniversite önemli dönemlerden geçmiştir, 60’lı yılları düşünelim, 70’li, 80’li yılları düşünelim. Gerçekten, bugün elbette ki üniversitelerde öğretim elemanlarının ücretleri çok önemlidir ama bana göre ilk planda onu mu düşüneceğiz? Üniversiteler… Üniversitelerde acaba üniversitelerin özgürlüğü ne durumda, üniversitelerde kadrolar ne durumda, üniversitelerde acaba araştırma görevlilerine ne kadar kadro imkânı sağlanmıştır? Ve dahası.

Burada çok değerli arkadaşlarımız var, hepimiz o dönemlerden geçtik. Üniversitelerde, devlet üniversitelerinde kurullar ne şekilde çalışıyor, acaba o kurulların önerileri dikkate alınıyor mu, acaba adil davranış var mı, gerçekten öğretim üyeleri özgürce fikirlerini söyleyebiliyorlar mı, acaba birtakım emrivakilerle insanlar bir yerlere atanıyor mu? Dolayısıyla değerli arkadaşlar, üniversitelerde evet, doğru...

Şimdi, yine, benim yaşımda olan arkadaşlarım çok iyi hatırlayacaklar, ben 1967’de Hacettepe Üniversitesine 450 lira maaşla başladım. Bu bir gerçek. Tabii o günkü şartlar öyle getiriyordu ama birinci planda bu mu önemliydi? Birinci planda eğitim önemliydi. Gerçekten, bunu her zaman söylüyorum, ben İhsan Hocamı rahmet ve şükranla anıyorum çünkü ülkemizde Hacettepe, özellikle tıpta bir dönüm noktasıdır, âdeta ülkemize bir reform getirmiştir. Hakikaten o kurumda ayrı bir dünya yaşamışızdır. Dolayısıyla bir tek hedefimiz vardı, daha çok nasıl öğreniriz, daha çok nasıl araştırma yaparız, bilime nasıl daha çok katkı sağlayabiliriz; bu şekilde başladık. Ha, bugünkü durum nedir? Elbette ki ülkemizin ulaştığı noktayla hepimiz gurur duyuyoruz. O zaman büyük şehirlerimizde üniversiteler vardı, bugün devlet üniversitelerinin sayısı 104, ilave vakıf üniversitelerini de koyduğumuz zaman, ülkemizde neredeyse 200’e yakın üniversite kurulmuş durumdadır.

Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, elbette ki bu yasayla öğretim elemanlarının maaşlarının en azından bu kadar süre sonra yine gündeme getirilerek düzeltilmiş olmasından hepimiz mutluluk duyarız. Bu çok doğrudur ama yeterli mi? Değil. Bazı arkadaşlarımız dünkü konuşmalarında gündeme getirdiler, görülüyor ki burada, arkadaşlarımız sadece çalıştıkları dönemlerde bu maaşlardan yararlanacaklar. Onun için ben Sayın Grup Başkan Vekilimize bir öneride bulundum, dedim ki: Sayın Başkan, hiç olmazsa bir önerge verelim de bu arkadaşlarımız bari emeklilikten sonra da bu alacakları ücreti devam ettirebilsinler. Ama tabii, anladığım kadarıyla Maliye Bakanlığıyla ilgili birtakım sıkıntılar varmış. Ama yine de ben bu önerimi buradan gündeme getirmek istiyorum.

Genelde bu yasa, söylediğim gibi, sadece devlet üniversitelerini içine alan bir yasa konumundadır. Hâlbuki ülkemizde bugün… Yine merhum Sayın İhsan Doğramacı Hocamın gerçekten ülkemiz için çok önemli bir gelişme olan ve yükseköğretime çok önemli katkı sağlayan vakıf üniversitelerinin kurulmasına yapmış olduğu katkıdır. Onun için, kendisini tekrar tekrar rahmetle, şükranla anıyorum. Bugün ülkemizde vakıf üniversiteleri var. Aşağı yukarı 300 bine yakın öğrenci almakta vakıf üniversiteleri. Hakikaten ülkemiz için çok önemli rakamlardır. Dahası, aşağı yukarı 20 bine yakın öğretim elemanı var. Peki, bu vakıf üniversitelerindeki öğretim elemanlarının durumu nedir? Anayasa’nın 130’uncu maddesinin son fıkrası gayet açık, burada vakıf üniversitelerinin durumunu… “Vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları, malî ve idarî konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasada belirtilen hükümlere tâbidir.” Hâlbuki, bugün vakıf üniversitesinde çalışan öğretim elemanları maalesef işçi statüsünde bulunuyorlar. O nedenledir ki değerli milletvekilleri, bu arkadaşlarımız yeşil pasaport alamıyorlar. Gerçekten, bu, öğretim üyeleri için çok prestij kırıcı bir durumdur. Şimdi müracaat ediyor kongreye gidecek, uluslararası bildirisi var ama maalesef yeşil pasaport alamadığı için kapı kapı dolaşıyor. Ben bu konuda da yine geçmiş dönemde hem Cumhuriyet Halk Partisi grup başkanvekilleriyle hem de iktidar partisinin grup başkan vekilleriyle görüştüm ama maalesef o konuda herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. Tabii, gönül isterdi ki bu yasa getirilirken hiç olmazsa oraya bir madde konsun, öğretim üyelerinin bu hakları da gündeme getirilsin ve bu şekilde o da aradan çıkarılmış olsun yani o da halledilmiş olsun. Gerçekten, bu konunun çok hassasiyet arz ettiğini bir kere daha belirtmek istiyorum.

Diğer bir konu değerli milletvekilleri, vakıf üniversitelerinde devlet üniversitelerinde de olduğu gibi araştırma kadroları sorunudur. Aslında, bakarsanız vakıf üniversiteleri bugün yaptıkları hizmetler nedeniyle Maliyeye yük getirmeyen kurumlardır. Dolayısıyla, tabii, gönül ister ki vakıf üniversitelerinde, özellikle tıp fakültelerinde bugün araştırma görevlisi yeteri kadar alınmadığı için -zaman zaman özellikle tabii, Sayın Sağlık Bakanımızdan benim aldığım bilgi çerçevesinde- işte, yeteri kadar uzman doktor olmadığını görüyoruz. Yok, hakikaten, yeteri kadar uzman doktor yok. Ve biz talep ediyoruz. Ama, buna karşın yeteri kadar araştırma görevlisi alamıyoruz. Yani, bunu anlamakta zorluk çekiyorum.

Şimdi, ülkemizin bütçesine herhangi bir yük getirmeyen kuruluşlar eğer imkânları varsa… Ki nedir? Ben her zaman şunu söylüyorum: Devlet standardı koyar, devlet altyapıyı yapar, devlet denetler. Zaten vakıf üniversiteleri o kadar denetleniyor ki değerli milletvekilleri, her sene muntazam -öyle bir iki kişiyle falan da denetlenmiyor- her tarafı didik didik ediliyor. Dolayısıyla eğer gerçekten kurumlar uzmanlık verebilecek durumdaysa o zaman onlara neden yani araştırma görevlisi vermeyelim? Kadro değil, yani devletin bütçesine yük getirecek bir uygulama değil ki. Biz diyoruz ki: Bize 100 tane kadro verin. Bir bakıyorsunuz 20 tane kadro geliyor. Anlamakta zorluk çekiyorum. Bu sadece bizim için değil, ben hem devlet üniversitelerinin bazı rektörleriyle hem de vakıf üniversitelerinin bazı rektörleriyle görüştüm, maalesef hem devlet üniversitelerinde aynı sorun var hem de vakıf üniversitelerinde aynı sorun var. Dolayısıyla burada eğer araştırma görevlisi sorununu çözersek o zaman inanıyorum ki ülkemizin geleceğine çok daha fazla katkı sağlayacağız çünkü araştırma görevlisi, arkasından öğretim görevlisi olacak, arkasından yardımcı doçent olacak ve devam edecek ve ülkemize gerçekten hem bilimsel yönüyle katkı sağlanmış olacak hem de ülkemizin ihtiyacı olan hekim sayısı ve uzman personel sayısı da bu şekilde sağlanmış olacaktır.

Hepinize çok teşekkür ediyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz isteyen Altan Tan, Diyarbakır Milletvekili.

Buyurun Sayın Tan. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin en büyük yaralarından birisi eğitim sorunu. Okul öncesi eğitimden başlayarak, anaokullarından başlayarak, üniversiteye ve üniversite sonrasına kadar, master ve doktoraya kadar maalesef henüz dünya standartlarını yakalamak bir yana yakalamaya yanaşamamış bile bir ülke durumundayız.

Değerli arkadaşlar, öncelikle şunu söyleyelim: Öğretim üyelerinin durumlarının, gelirlerinin, maaşlarının iyileştirilmesiyle ilgili bu düzenlemeye “evet” oyu vereceğiz parti olarak. Ancak keşke bütün derdimiz, bütün sorunumuz bu arkadaşlarımıza cüzi de olsa bir miktar daha fazla maddi imkân vermekle sınırlı olsaydı ama maalesef, “Bugün Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” derseniz, birinci sırada eğitim sorunu var çünkü bu eğitim sorunu ne Kürt sorununa benziyor ne Alevi meselesine benziyor ne diğer ekonomik sıkıntılara benziyor çünkü iyi bir eğitim sistemi oturtamayan, iyi, donanımlı, vasıflı, yetenekli, kabiliyetli insan yetiştiremeyen hiçbir millet dünyada istediği yere gelemiyor, medeniyet kuramıyor. İşte esas sorunumuz bu. Tabii, derdin neresinden başlamak lazım yani okul öncesi ana eğitimden mi başlamak lazım yoksa hızla tüm bunları geçip üniversitelere mi gelmek lazım?

Değerli arkadaşlar, inanın hangi mevzuyu açsak saatlerce konuşmamız lazım. Ben, önce Türkiye’de üniversite sistemindeki haksızlıklarla ilgili, en bariz bölgeler arası dengesizlikle ilgili birkaç rakam vermek istiyorum. Ondan sonra da yapısal sıkıntılara, çarpıklıklara değinmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Diyarbakır Dicle Üniversitesi 1974 yılında kuruldu ama bundan daha öncesi, 1969 yılında Diyarbakır Tıp Fakültesi Ankara Üniversitesi bünyesinde eğitime başladı. Kuruluş tarihini 74’ten 69’a çekersek şu an Türkiye’deki en eski üniversitelerden biri, en azından Anadolu’daki en eski üniversitelerden biri.

Birkaç rakam vermek istiyorum size: Konya Selçuk Üniversitesinin öğrenci sayısı 90 bini geçti. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesinin öğrenci sayısı 70 bin civarında. Eskişehir ve Erzurum Üniversitelerinin öğrenci sayısı 100 binin üzerinde. Yani niye 100 binin üzerinde diyorum? Son bir soru önergesiyle Erzurum Atatürk Üniversitesinin öğrenci sayısını almıştım bir buçuk sene evvel, 99.500. Bir buçuk sene öncesi itibarıyla. Şehrin nüfusu 350 bin, öğrenci sayısı 100 bin.

Peki, buradan nereye varmak istiyorum, nereye gelmek istiyorum? Bu kadar eski Diyarbakır Dicle Üniversitesinin öğrenci sayısı daha üç dört yıl öncesine kadar 12 bindi, her ortamda konuşarak ancak bu sene 31.500’e getirebildik bunu. Bir Isparta Üniversitesinin yarısından daha az. Diyarbakır’ın merkez nüfusu 1 milyon, vilâyet nüfusu 1 milyon 607 bin, hitap ettiği hinterlant en az 6-7 milyonluk bir hinterlant çevresinde.

Değerli arkadaşlar, bundan sonra üniversitelerin yapıları hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Her yere üniversite açalım, doğru. Hükûmetin en fazla övündüğü ve hemen her fırsatta dile getirdiği “Her ile bir üniversite açtık…” Allah ede 81 ile değil 500 ilçeye, 1.500 ilçeye de üniversite açsanız. Ama “Açtım.” demekle olmuyor bunlar. Ve bunun tartışması o kadar ileri noktalara geliyor ki, işte “Üniversiteler kuruldukları yerlere şu kadar sosyal, bilimsel, kültürel katkı sağlıyorlar, bunu istemiyor musunuz, niye seçkinci davranıyorsunuz, bütün üniversiteler birkaç vilayette mi kalsın?” Hayır arkadaşlar, istediğiniz kadar açın, istediğiniz kadar üniversite açın ama üzerine üniversite yazmakla üniversite olmuyor bunlar. Bunun binasından başlayın, öğretim üyesinden, laboratuvardan, diğer sosyal ve kültürel imkânlarından kültür merkezlerine kadar eğer bir yapı ortaya koyamamışsanız bu sadece tabelada kalıyor.

Bugün, maalesef, birçok üniversite mezunumuz babalarımızın dönemindeki lise mezunları kadar, bir Kabataş Lisesi mezunu, bir Galatasaray Lisesi mezunu, bir Haydarpaşa Lisesi mezunu kadar bilgiye ve kültüre sahip değiller. Hepimizin çocukları var, alıp imtihan edelim. Bugün, kendi tarihini, edebiyatını, kültürünü bilmeyen bir kişiye dünyanın hiçbir yerinde aydın demiyorlar. Sıradan bir İran aydınını alın, Firdevsi’nin, Ömer Hayyam’ın şiirlerini, divanlarını ezbere okuyor. Sıradan bir ortaokul mezununu alın, bir Arap gencini alın, yine kendi kültürüyle ilgili bunları ezbere biliyor. Fuzuli’yi, Baki’yi, Nedim’i, Şeyhi’yi, Nesimi’yi bilen doğru düzgün üniversite mezunumuz kalmadı. Yakın dönem edebiyatını bilenler kalmadı. Şimdi, böyle bir eğitim sisteminde istediğiniz kadar övünebilirsiniz, insanlara istediğiniz kadar kâğıt doldurup “Üniversite mezunu” diyebilirsiniz ama bunun bir karşılığı yoksa bu boş bir övünmeden başka bir şey değil. “Ya, boş ver bu eski masalları, çocuklar niye bunları ezberlesin?” Gelelim yeni bir şeye: Şu an dünyada ilk 100’e giren kaç üniversitemiz var? İşte övünüyoruz, biraz evvel de konuşuldu, özel ve devlet üniversitelerinin toplamı 170’i, 180’i geçti, 200’e doğru hızla gidiyor. 200 üniversite Türkiye’de var -yuvarlak hesap söylüyorum bunları- ama dünyada ilk 100’e giren kaç tane üniversitemiz var? İlk 500’de kaç tane var? Yani bir Harvard, Cambridge, Oxford, Stanford, John Hopkins üniversiteleri, bunlarla yarışabilecek… Makalede, bilimsel tezlerde, araştırmalarda kaç tane makalemiz var? Yani bırakalım… Dolayısıyla, demek ki bu işler bu şekilde olmuyor değerli arkadaşlar. Birçok üniversitemizin bütün ekonomik varlığı, yani arsası, arazisi, binaları bir John Hopkins Üniversitesinin kütüphanesi kadar etmiyor. 50 milyon dolar bağış yapılmış sadece, 50 milyon dolar kütüphaneye. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu sefaletin, bu perişanlığın bir an evvel giderilmesi lazım. Liselerimizin hâli perişan, ortaokullarımızın hâli perişan. Sıradan bir sömürge aydını, yani Afrika’da, Hindistan’da, Pakistan’da, Arap ülkelerinde liseyi bitiren bir genç meramını ifade edecek kadar yabancı dil konuşuyor, ama İngilizce, ama Fransızca, ama İspanyolca, neyse… Üniversite mezunlarımızdan kaç tanesi, “…”x dan başka bir şey söyleyebiliyor? Bir dil öğretemiyoruz, bir müzik aletini doğru düzgün çaldıramıyoruz. Seksen sene okullarda mandolin çaldırdık, mandolin çalmasını bilen yok. E, davul zurna çalmasını da bilen yok. Peki, müzik eğitimi veremiyoruz… Yani bunları belki karikatürize ederek anlatıyorum ama işte çocuklarımıza bakalım. Kaç tanesi doğru düzgün bir müzik aleti çalabiliyor bütün özel kurslara göndermemize rağmen, yüzde kaç? Ben bunları mesela Sayın Bakanın yüzde olarak cevaplandırmasını isterim; yüzde 5’i bir müzik aletini çok güzel çalıyor, 10’u, 15’i, 40’ı, 50’si…

Değerli arkadaşlar, bir Sovyet aydını bile, yani o beğenmediğimiz Sovyetler Birliğinin çöken sisteminin içinde eğitim alanlar bile operadan, baleden, müzikten edebiyata kadar mutlaka bir konuda yetkindir ve uzmandır. Yani buraya, evlerimize temizlik yapmak mecburiyetinde kaldıkları için gelenlere bakın, bizim 4 mislimiz, 5 mislimiz kültürel donanıma sahiptirler.

Şimdi, biz bu eleştirileri yapmazsak, bunları konuşamazsak. E, peki, valla müzik, edebiyat, şiir zor da benim bir rahmetli kardeşimin dediği gibi hele bir de, biraz da spordan açalım. Kaç tane sporcumuz var? Beden eğitimi derslerinde durum ne? Hani tembel öğrenciler için derler ki “Beden eğitimi hariç hepsi zayıf.” Ya, beden eğitimi de zayıf. Yani atletizmden tutun güreşe kadar, yüzmeden tutun futbola kadar, masa tenisinden tutun, bilmem, basketbola kadar durum ne? O da ortada.

Dolayısıyla, arkadaşlar, işte bu üniversite meselesi yani “Verelim işte bizim bu profesörlere, doçentlere birkaç kuruş, seslerini kessinler, ondan sonra da bizim vicdanımız rahat, onlar memnun, hadi evimize gidelim…” Mümkün değil, perişan bir hâldeyiz. Acilen duble yollara verdiğiniz önemin yarısı kadar hiç olmazsa bu eğitim sistemine eğilmemiz lazım, anaokulundan üniversiteye, doktora, mastera kadar; yoksa hâlimiz perişan.

Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Sevim Savaşer, İstanbul Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Savaşer.

SEVİM SAVAŞER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 651 sıra sayılı Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Üniversitelerin temel misyonu bireysel yaratıcılığı geliştirmek, toplumsal kalkınmayı desteklemek, ekonomik gelişmeyi ivmelendirmek, modernleşmeye ve demokratik olgunluğa katkıda bulunmaktır.

Tüm dünyada her geçen gün bilimsel bilgiye yönelik toplumsal talebin karşılanması amacıyla yükseköğretim alanı ve bilim alanları sürekli olarak genişlemekte ve tabii ki her geçen gün daha fazla öğrenci ve daha fazla öğretim elemanı bu alana dâhil olmaktadır. Üniversitelerin bu anlamda kendilerinden beklenen katkıyı yapabilmeleri de ülkemizin genç ve zeki beyinlerinin üniversitelerimize çekilebilmesi de akademisyenliğin cazip bir meslek hâline getirilmesine bağlıdır.

AK PARTİ hükûmetleri eğitimi ülkemizin öncelikli konusu olarak ele almıştır. Öğrenci sayımız 2002’den bugüne kadar 1,5 milyondan 5,5 milyona, üniversite sayımız 73’ten 184’e çıkmıştır. Yine eğitime verdiği önem bütçede ayırdığı payda da gözükmektedir. 2002 yılında eğitime aktarılan 11,3 milyar TL tutarındaki kaynağı 7 kat artırarak 2014 yılında 78,5 milyar TL’ye çıkarmıştır. 2015 yılında eğitime ayrılan kaynak 87,5 milyar TL olarak öngörülmektedir. Yine yükseköğretim kurumlarına 2002’de ayrılan 2,5 milyar TL tutarındaki kaynağın 2015 yılında 18,5 milyar TL’ye çıkarılması, araştırma ve geliştirme harcamalarına ayrılacak kaynağın da 2015 yılı için 2,8 milyar TL olması öngörülmektedir.

Yükseköğretim alanında kaliteli bir insan gücüne sahip olmak ancak sistem içinde yeterli düzeyde nitelikli, üretken ve kendilerini değişen şartlara göre yenileyebilen öğretim elemanları, akademisyenlerle mümkündür. Akademisyenlik, uzun ve zahmetli bir yol: Yüksek lisans, doktora, bunun her birinin giriş koşulları var; yabancı dil, ALES gibi barajlar var, mülakatlar var, tez hazırlama aşamaları var. Bir yüksek lisans programı için en az iki yıl, bir doktora programı için en az dört yıl, bu her zaman altı yıl gibi bir sürede tamamlanmaz, sekiz on yıl gibi bir süreyi kapsamaktadır. Bundan sonra, öğretim üyeliğinin ilk aşaması olan yardımcı doçentlik unvanının alınabilmesi var. Bunun için de yine yabancı dil, yabancı dilde yayınlar yapılması gerekiyor ve tabii ki birtakım koşulların yine sağlanması gerekiyor. Bu kadar özverili çalışma sonucunda öğretim elemanlarının hak ettikleri konuma kavuştuklarını söylemek şu gün için doğru sayılmayacaktır. Bu nedenle, 651 sıra sayılı Tasarı’nın 1’inci maddesine ilave edilen ek 3’üncü maddeyle üniversitelerde görev yapan öğretim elemanlarına “yükseköğretim tazminatı” adı altında yeni bir ödeme unsuru ihdas etmek suretiyle artış yapılması öngörülmektedir. Ek madde 3’e göre “Yükseköğretim tazminatı. Devlet Memurları Kanunu’na tabi en yüksek devlet memuru brüt aylık tutarının profesör, doçent, yardımcı doçent kadrosunda bulunanlara yüzde 100’ü; araştırma görevlisi, öğretim görevlisi, okutman, uzman çevirici ve eğitim-öğretim planlamacısı kadrosunda bulunanlara yüzde 115’i oranında her ay yükseköğretim tazminatı ödenir.” şeklindedir. Tasarının kanunlaşmasıyla hem mevcut öğretim üyelerinin meslekte kalmasına hem de akademisyenliği tercih edecek gençlere, “Akademisyenlik asgari hayat şartlarını sağlar.” güvencesi verilmiş olacaktır.

Yasanın tüm öğretim elemanları için hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Tülay Bakır, Samsun Milletvekili.

Buyurun Sayın Bakır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

TÜLAY BAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 1983 tarihli 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu tasarıyla devlet üniversitelerinde görevli öğretim elemanlarına “yükseköğretim tazminatı” başlığında profesörler, doçentler ve yardımcı doçentlere 726 TL; öğretim görevlisi, araştırma görevlisi, okutman, uzman, çevirici ve eğitim öğretim planlamacılarının aylıklarına ise net 835 TL’ye karşılık gelen yüzde 36,5’lik bir oranda maaş artışı sağlanacaktır. Bu maaş artışından 121.999 öğretim elemanımız faydalanacaktır. Yüksek öğretim tazminatının yıllık maliyeti 2014 yılı için 1 milyar 122 milyon Türk lirasıdır.

Bu tasarıyla akademik çalışmalar için de akademik teşvik ödeneği verilecektir. Böylece, 2015 yılında yapılacak bilim, teknoloji, sanat alanlarında yurt içi ve yurt dışında gerçekleştirilen projeler, araştırmalar, yayınlar, sergiler, patent, bilimsel atıflar, Bilim Danışma Kuruluyla yürütülen uluslararası toplantılarda yapılan sunular ve kazanılan ödüller için 2016 yılında profesörlere 726 TL, doçentlere 653 TL, yardımcı doçentlere 581 TL, araştırma görevlilerine 508 TL, öğretim görevlisi ve okutmanlara 436 TL akademik teşvik ödeneği verilecektir. Akademik teşvik ödeneğinin yıllık maliyeti 795 milyon Türk lirasına ulaşacaktır.

Uzun öğrenim yıllarının ardından akademik kariyerin sıkıntılı, yarışmacı, zor süreci başlamaktadır. Araştırma görevliliği, her bir bilim alanı için yeniden öğrenme, öğrencilikten öğreticiliğe geçişin ilk adımı ve uzman olabilmenin hevesiyle alabildiğine çalışma, uykusuz geceler, tatilsiz yıllar demektir. Doktora, rehber öğretim üyesinin öğrencisine bilim felsefesini verdiği, böylece gelecekteki tüm akademik yaşamının temelini meydana getiren çok önemli bir bilimsel aşamadır. Doçentlik, ben de varım, yolumu belirledim, bilimde ben de söz sahibiyim dediği sürecin başlamasıdır. Profesörlük ise bilimde olgunlaşmanın, kendi bilimsel prensiplerini uygulatacağı dönemi ifade etmektedir. Tüm akademik aşamalar ve yaşam; çalışmak, çok az dinlenmek ve sürekli yenilenmek anlamına gelmektedir.

Dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’nun birçok şehrinde üniversitelerin bulunduğu ülkemizde üniversite sayısı ve üniversitede okuyan öğrenci sayısı hızla artmaktadır. Hükûmetimizin eğitime ayrılan bütçeyi artırması ve üniversite kurulmasında getirdiği kolaylıklar sonucunda her ilimizde en az bir devlet üniversitesi ve çok sayıdaki ilimizde birden fazla devlet üniversitesi, vakıf ve özel üniversite kurulmuştur. Başbakanımız ve Millî Eğitim Bakanımız, akademisyenlerin zorluklarını, yaptıkları fedakârlıkları ve önemlerini en iyi bilenlerdir çünkü kendileri de akademisyenlerdir. Yeni Hükûmetin kurulmasından kısa bir süre sonra Meclisimize getirilen maaşlarda artış ve akademik çalışmalar için ödüllendirme konularını kapsayan bu tasarının, durumlarının öncelikli olarak ele alınması ve takdir edilmeleri açısından öğretim elemanlarımızı memnun edeceğini ümit ediyorum. Sayın Başbakanımıza, bakanlarımıza ve Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerine bir akademisyen olarak teşekkür ediyorum.

Üniversiteler ülkemizin sosyal, siyasal ve ekonomik gücünün kaynağıdır. Bilimsel olarak kendini ispatlamış öğretim üyeleri, yetiştirdikleri genç akademisyenler ve bilimsel kodların aktarıldığı üniversite öğrencileri bir bütündür.

Bu vesileyle, başta beni yetiştiren hocalarımı, hâlen görevli öğretim üyelerini, araştırmacıları ve içinden geldiğimiz aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Arkadaşlarıma bir şey daha söylemek isterim. Her şey adım adım yürütülen bir prosestir. Önce ülkemizde ilkokulu bitiren insanlar bile sayılıydı, sonra ortaokul, lise, üniversite, şu anda artık milyonlarla ifade edeceğimiz üniversite öğrencimiz var. Hiçbir şey birden olmaz. Ve şu anda eğitim süremiz on iki yıla çıkarıldı mecburi eğitim olarak ve artık her aile çocuğunu üniversiteye göndermek istiyor. Hiç merak edilmesin ki otuz kırk yıl içinde ülkemizde babaanneler de doktora yapmış olacak arkadaşlar, çok sayıda Nobel alacağız, bundan emin olunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve üniversitelerimiz sayılı üniversiteler içine girecek, hiç merak edilmesin.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, on dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Doğru, buyurun.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Üniversite hastanelerimizde birçok branşta asistan eksikliği mevcuttur. Neredeyse nöbet tutacak asistan dahi bulunamamaktadır. Bu yönlü olarak büyük beklentiler vardır. Tokat’ta Gaziosmanpaşa Üniversitesinde genel cerrahi bölümü olsun, kardiyoloji bölümleri olsun yani ana branşlarda asistan eksikliği bir türlü giderilmemektedir. Bu yönlü olarak üniversitelerimizin bir çalışması var mıdır, birincisi bunu öğrenmek istiyorum.

İkincisi, yurt dışında Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda çok ciddi eksiklikler vardır. Yurt dışındaki okullarla ilgili herhangi bir destekle ilgili çalışmalarınız var mı, bunu öğrenmek istiyorum.

Üçüncü soru olarak da, üniversitelerimizde ve liselerimizde yabancı dil eğitimi verilmiş olmasına rağmen bir türlü öğrencilerimizle başarı elde edemiyoruz. Bu yönlü olarak bir araştırma yapılmış mıdır, bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Küçük…

SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, dün de Genel Kurulda gündeme getirdiğimiz İstanbul Üsküdar Amerikan Lisesi’nde yaşanan kayıt rezaletinde yeni bir gelişme var mıdır? Bu eşitsiz duruma, haksız uygulamaya müdahale etmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Öz…

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Manisa Sosyal Bilimler Lisesi beş yıllık, hazırlık sınıfı olan ve geleceğin siyasetçi, hukukçu adaylarını yetiştiren güzide bir okulumuzdur. Manisa’ya yakışmayan bir şekilde, geçen yıl da fen lisesinin binasında sıkışık bir biçimde öğretim görerek mağduriyet yaşarken bu yıl TOKİ İlköğretim Okulunun son katında eğitim öğretime devam ediyor. Lise ve ilkokul öğrencilerinin aynı binanın içinde olması büyük bir problem yaratıyor. Bu konuyla ilgili bilginiz var mıdır? Nasıl bir önlem almayı düşünüyorsunuz?

Teşekkürler.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Halaman…

ALİ HALAMAN (Adana) – Başkanım, teşekkür ederim.

Bu kanun 5 madde ve özel bir kanun gibi. Yani, Türkiye’deki üniversite hocalarının özlük haklarını, maaşlarını yükseltecek denilen bir kanun yani okutman, asistan, doçent, profesör. Bu hocaların hâli ne olacak? Lise öğretmeni, ortaokul öğretmeni, ilkokul öğretmeni; bunların maaşlarını artırmayı düşünmüyor mu; atanamayan öğretmenlerin atamasını yapmayı da düşünmüyor mu Sayın Bakanımız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Dedeoğlu…

MESUT DEDEOĞLU (Kahramanmaraş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, üniversitelerimizde genel sekreterlerimiz 3.600 ek göstergede, daire başkanları 3.600 ek göstergede ama genel sekreter yardımcıları maalesef ki bu hakka sahip değiller. Bu konuyla ilgili bir çalışmanız var mı? Bu konunun da gündeme getirilmesini ve burada mağdur olan üniversite genel sekreter yardımcılarının da 3.600 ek göstergeden değerlendirilmesini arz ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Öğüt…

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, dün de sormaya çalıştım ama biraz yarım kaldı. Bazı imam-hatip okullarının kapılarında “ücretsiz servis” ve “ücretsiz yemek” adı altında duyurular yer almaktadır. Bunu kimin verdiği de belli olmadığı için Millî Eğitim Bakanlığı tarafından verildiği düşünülmektedir. Birçok okulun imam-hatibe çevrilmesi dolayısıyla yerlerinden yurtlarından olan, çocuklarını servislerle uzak yerlere yollamak zorunda kalan ailelerin birçoğu zorunluluktan dolayı bu imam-hatipleri tercih etmektedir. Bu konuda diğer okullara da servis ve yemek düşünülmekte midir? Onu sormak istiyorum.

İkincisi: Ataşehir’de bir sokakta –soru önergesi olarak da verdim- Bakanlığınıza bağlı olduğu belli olmayan bir ana sınıfı, yuva var. Bu yuva kontrolünüz altında mıdır, değil midir? Bunu bir daha burada öğrenmek istiyorum çünkü dışarıda hiçbir belirti yoktur. Ataşehir’de bu çocuklarımız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bulut…

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Teşekkür ederim Başkanım.

Sayın Bakanım, hâkim ve savcılara yeni verilen, aynı zamanda öğretmenlerimize de verilen akademik askerlik hakkını akademisyenlere vermeyi düşünüyor musunuz? Akademisyenlerimize -tıp dil sınavında olduğu gibi- akademik dil sınavından faydalanma hakkını vermeyi düşünüyor musunuz? Akademisyenler eş durumu tayinleri konusunda çok zor durumdalar. Bu konuyu da nasıl çözeceksiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Son soru Sayın Atıcı’nın.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, paralel yapıyı tasfiye etmek bahanesiyle bütün yöneticilerin bir şekilde yöneticilikle ilişkisi kesildi. Dün de bu konu gündeme gelmişti, EĞİTİM-BİR-SEN’e mensup olan bol miktarda yönetici atandı. Siz de yorumunuzda dediniz ki: “Efendim, EĞİTİM-BİR-SEN çok güzel eğitim vermiş bunlara, onun için atanmışlar.” Allah rızası için buna inanıyor musunuz gerçekten? Bir.

İki: Bu sınavda ne gibi sorular sorulduğundan hiç haberiniz var mı Allah aşkına, havadan sudan sorulardan başka hiçbir soru sorulmadığının farkında mısınız? Ayrıca, bazı diğer yöneticilerin müdür, müdür yardımcılarını değerlendirdiğini söylediniz. Hiçbir şekilde görmediği, tanımadığı, bilmediği insanları değerlendiren onlarca yönetici olduğunun farkında mısınız? Hakikaten, vicdanınız rahat mı?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üniversite genel sekreter yardımcılarının ek göstergesiyle ilgili sorun 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılacak bir düzenlemeyle çözülecek; onunla ilgili bir çalışma var, henüz sonuçlanmadı ama onu düzelteceğiz yani birlikte düzelteceğiz.

Tekrar edeyim mi, duyulmadı mı?

MESUT DEDEOĞLU (Kahramanmaraş) – Evet.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Bu üniversite genel sekreter yardımcılarının ek göstergelerinin düzeltilmesi konusunda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılacak bir düzenlemeyle bu adaletsizlik -diyelim- giderilecek inşallah. Bu konuda gerekli çalışmayı yapıyoruz, inşallah, sizlerin de katkılarıyla onu birlikte düzeltiriz.

Dün söz konusu olan okulla ilgili, sorunuzla ilgili bir gelişme var mı? Evet, var, yeni bir bilgi. Ben dün burada açıklama yaparken o bilgi elimde yoktu, arkadaşlara döndükten sonra tekrar araştırttım. Bir defa dün iddia edildiği gibi kontenjan fazlası bir öğrenci alımı söz konusu değil, tam tersine, şu anda bile o okulda 1 kontenjan açığı boş, 1 kontenjan boş. Yani, kaydedilen öğrenci okulun kontenjanı dolduktan sonra ekstra bir öğrenci olarak kaydedilmemiş.

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Puanı nasıl?

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Puana göre mi sıralanıyor?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Puanları da sıraya koyduğunuz zaman, oradaki boşluğa müracaat eden öğrenciler arası… Bütün okullarda bu böyle yapılıyor. Eğer 3 öğrenci müracaat ettiyse onlar kendi içlerinde sıralamayla alınıyorlar, 1 öğrenci müracaat ettiyse o zaman mukayeseli bir üstünlük söz konusu olmuyor, orada da öyle olmuş.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Ama bu öğrencilerin puanı neymiş?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Niye başınızı sallıyorsunuz? Size bir bilgi veriyorum.

SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) – Doğru değil ama.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Bu bilginin yanlış olduğunu düşünüyorsanız doğrusunu söyleyin. Ben size Millî Eğitim Bakanı olarak aldığım bilgiyi veriyorum.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Yeterli bilgi değil, onun üzerinde puan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Dolayısıyla, dün burada verilen “Kontenjan dolduğu hâlde, kayıt dönemi bittiği hâlde öğrenci kaydedildi.” bilgisi, ikisi de yanlış.

Üniversite genel sekreter meselesini söyledik.

Sayın Öğüt’ün imam-hatip okullarında ücretsiz yemek verildiği, başka okullarda da bunun… Bu, imam-hatip okullarında verilen yemekler imam-hatip mezunlarının kurduğu Ensar Vakfı tarafından veriliyor, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından verilmiyor, Ensar Vakfı tarafından veriliyor.

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Öyle anlaşılmıyor ama efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Öyle anlaşılmıyor, doğru.

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Yani, tabelalarda öyle anlaşılmıyor. Onun için de tartışma sebebi oluyor.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Yani, birçok yanlış anlaşılmaya neden oluyor. Sanki Millî Eğitim Bakanlığı belli okullara yemek verirken belli okullara vermiyormuş gibi algılanıyor, bu soru o bakımdan iyi oldu, teşekkür ederim. Yani, bu genel yanlış anlaşılmayı da düzeltmeye vesile olur diye ümit ediyorum.

Ensar Vakfı imam-hatip mezunlarının kurduğu bir vakıf ve o vakıf mezun oldukları okullara yemek veriyor. Bu inşallah diğer okullarımızın mezunları için de iyi bir örnek teşkil eder, onlar da kendi okullarında benzer bir çalışmayı başlatırlar. Ama şu var: Taşımalı eğitimle gelen öğrencilere biz ayrıca Millî Eğitim Bakanlığı olarak veriyoruz. Geçen yıllarda orada bir adaletsizlik veya bir yakışıksız uygulama vardı. Taşımayla gelen öğrencilere veriliyordu, taşımayla gelmemiş olan öğrencilere yemek verilmiyordu. Şimdi, bu yıldan itibaren bir okulda taşımalı gelen öğrencilere yemek veriliyorsa, ihtiyacı olan, talep eden, taşımayla gelmeyen öğrencilere de o yemek imkânı veriliyor.

Ataşehir’deki okulun durumunu araştıracağım.

Manisa Fen Lisesiyle ilgili de bana bir…

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Yani oradaki şey Esatpaşa Mahallesi Fatih Rüştü…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Tamam, aldık notumuzu, onu araştıracağım.

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Sosyal Bilimler…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Manisa Sosyal Bilimler Lisesiyle ilgili, orada yeni bir okul inşaatı var. Okul inşaatı bittiği zaman oraya taşınmak üzere geçici bir çözüm olarak yapıldığı söylenmişti.

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Üç yıl önce söz verilmişti, okul yapıldı, başka okula verildi.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Son durumuna tekrar bakıp size bilgi vereyim, ne zaman biteceğini inşaatın, bitip bitmediğini…

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Efendim, o okula yapıldı, başka bir okula verildi; o okula verilmedi, imam-hatip lisesine verildi. O okulun hakkı olan okul başka bir okula verildi.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Tamam, ona bakayım, size bilgi vereyim.

Onun dışında, akademisyenlerin askerlik durumuyla ilgili şu anda bizim bir çalışmamız yok ama siz bunun önerisini getirirseniz bu Genelkurmayla ve Millî Savunma Bakanlığıyla bence görüşülmeye değer bir konu. Akademisyenlerin askerliklerinin kendi akademik çalışmalarını da aksatmayacak bir biçimde yürütülmesi konusunda ilkesel olarak ben de böyle bir düzenlemenin yerinde olacağını düşünüyorum.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Aynı öğretmenler gibi…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Öğretmenler gibi, evet.

Bu, daha önce benim Başbakan danışmanlığı dönemimde bir görüşmede, ordunun profesyonelleşmesine ilişkin bir toplantıda o zaman da biz bunu gündeme getirmiştik, yani ben de eski bir akademisyen olarak bu tür görevlerin de vatan hizmeti olduğunu, dolayısıyla, akademisyenlere böyle bir imkân sağlanmasının yerinde olacağını söylemiştim. Bunu tekrar hatırlattınız, onu çalışalım inşallah.

BAŞKAN – Sözlerinizi toparlarsanız Sayın Bakanım, lütfen.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Dün burada bu sendikalar arası rekabet, bunun yönetici seçimlerine yansımaları vesaire konularında ben gerekli açıklamaları yaptım. Şimdi, bunlarla ilgili böyle çok -tırnak içerisinde söylüyorum, yani bunu bir sataşma olarak algılamayın, başka bir sıfat…- “Vicdanınız rahat mı?” türünden şeyler… Rahat olmasam söylemem bunu.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – “Rahat” deyin.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Somut örneklerle, hatta örnek verdim, bir kitap burada da polemik konusu oldu. Başka sendikaların böyle çalışmaları var mı? Bana ulaşan yok.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – “Rahatım.” deyin Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Rahatım, rahatım. Siz de rahat olun, ben rahatım.

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Kayıtlara geçsin çünkü bunlar ileride kullanılacaktır.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Hamzaçebi buradayken… Demin açıklamamı duymamış olabilirsiniz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Açıklamanızı duydum, onun için buraya geldim Sayın Bakanım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Soru-cevap işlemi bitmiştir.

Sayın Hamzaçebi, bir söz talebiniz var.

Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanın açıklamalarını biraz önce odamda televizyondan izledim. O nedenle koşa koşa buraya geldim.

Dün burada konuya ilişkin bir açıklamayı yaptım. Sayın Bakan, gördüğüm kadarıyla doğru bilgi vermiyor, gerçekleri Genel Kuruldan saklamaktadır.

Bakın, yazı burada Sayın Bakan, sizin İstanbul İl Millî Eğitim Müdür Yardımcınızın yazdığı yazı burada. Millî Eğitim Müdür Yardımcınız diyor ki: “Yedek listede olduğu hâlde bu kişi okula alınmamıştır.” Oysa bu kişiden daha düşük puanlar alınmıştır. Bu tamamen gerçek dışı bir ifadedir. Bir kere bu kişi yedek listede değildir, Üsküdar Amerikan Lisesinin son kayıt puanı 789’dur. Bu kişinin puanı 782’dir. Yani 789’dan daha düşük puanlı bir kişinin başvuru imkânı yoktur, başvurusu olmadığı için yedek listede olma imkânı yoktur. 782 puanlı bir öğrenciyi, binlerce öğrenci velisini bir kenara bırakarak, okul bahçesinde sıra beklemiş, kuyruk beklemiş, daha yüksek puanlı öğrenciler olduğu hâlde bunları atlayarak okula kaydetmenizin hiçbir gerekçesi yoktur Sayın Bakan. Tek bir gerekçesi vardır, bu kişiyi bu okula kaydetme iradesi, başka bir şey değil.

Dün size bir şey sordum. Yapılan bu işlem yanlış. Bir yanlış işlem yaptınız, madem öyle, bu puandan daha yüksek puan aldığı hâlde zamanında o okula kaydolmamış, okulun “Senin puanın düşük, seni almıyoruz, alamıyoruz.” dediği öğrencilere kayıt hakkı tanıyacak mısınız?

Şu an 4 kişi Üsküdar Amerikan Lisesine ihtarname çekmiş durumda. Bu dahi, “Bunları alıyoruz.” demeniz dahi olayı düzeltmez, çünkü binlerce öğrenci başka okullara kaydını yaptırmış, gitmiş, geri dönme imkânları olur mu olmaz mı bilemiyorum.

Sizin açıklamanız gerçeği yansıtmıyor Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Başkan, cevap vermek istiyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yazılar burada, Bakanlığın yazısı burada, Üsküdar’a yazılan yazı burada, Üsküdar İlçe Millî Eğitimin okula yazdığı yazı burada, bu yazılar gerçek dışı.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.

Sayın Bakan, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Verdiğim bilgiler doğru.

Siz, dün buradaki açıklamalarınızda dediniz ki: “Bu çocuk okulun kontenjanı dolduğu hâlde buraya kaydedilmiş.” Dediniz mi bunu?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Evet.

789 puanla kayıtlar kapandı…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Adım adım gidelim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Her zaman okuldan bir kişi kaydını alıp bir başka yere götürebilir.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Hamzaçebi, adım adım gidelim.

Dün, bu çocuğun kontenjan fazlası olarak bu okula Millî Eğitim Bakanlığının baskısıyla kaydettirildiğini söylediniz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Evet.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Bu yanlış. Bu okulun kontenjanı dolmamış; şu anda bile sırada bekleyen, okulun kayıt yapmadığı bir öğrenci olduğu bilgisi var bende.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bakın, Sayın Bakanım…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – 2 kontenjan boşluğu var. Bu çocuk 2 boş kontenjandan birine yerleşmiş, 1 kontenjan boşluğu hâlâ sürüyor.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Kontenjanda her zaman bir boşalma olabilir. Boşalma olduğu zaman okul, web sitesinde bunu ilan eder, öğrencilere çağrı yapar.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Hayır, boşalma değil. O tarihte de kontenjan dolu değilmiş.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Bakanım, olmuyor.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Ama cevap verilmiyor doğru düzgün.

BAŞKAN – Evet, madde üzerinde üç adet önerge vardır. Önce geliş sırasına göre okutup işleme alacağım.

Okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

651 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının Çerçeve 1. maddesinin 1. fıkrasında geçen “her ay yükseköğretim tazminatı ödenir” ibaresinden önce gelmek üzere “askeri ve sivil yükseköğretim kurumlarında görevli yerli ve yabancı uyruklu öğretim elemanlarına” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                      Alim Işık                                   Reşat Doğru                         Mustafa Kalaycı

                      Kütahya                                         Tokat                                      Konya

             S. Nevzat Korkmaz                           D. Ali Torlak                       Ahmet Duran Bulut

                       Isparta                                        İstanbul                                  Balıkesir

          Hasan Hüseyin Türkoğlu                   Yusuf Halaçoğlu

                     Osmaniye                                      Kayseri

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı "Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın 1. maddesi ile 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa eklenmesi öngörülen ek 3 üncü maddenin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

            Aydın Ağan Ayaydın                            Aytuğ Atıcı                         Fatma Nur Serter

                      İstanbul                                        Mersin                                    İstanbul                     Kamer Genç                         Oğuz Oyan                            Kadir Gökmen Öğüt

                       Tunceli                                          İzmir                                     İstanbul

“EK MADDE 3- Devlet Memurları Kanununa tabi en yüksek Devlet memuru brüt aylık (ek gösterge dahil) tutarının;

a) Profesör kadrosunda bulunanlara %240'ı,

b) Doçent kadrosunda bulunanlara %210'u,

c) Yardımcı Doçent kadrosunda bulunanlara %180'i,

d) Araştırma görevlisi kadrosunda bulunanlara %160'ı,

e)        Öğretim görevlisi ve okutman kadrosunda bulunanlara %160'ı,

f) Uzman, çevirici ve eğitim-öğretim planlamacısı kadrosunda bulunanlara %160'ı,

oranında her ay yükseköğretim tazminatı ödenir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı Kanun Tasarısının 1'inci maddesiyle, 11/10/1983 tarihli 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanuna eklenmesini öngörülen Ek Madde 3'ün (a), (b), (c) fıkralarındaki "%100" ibaresinin "%150" ibaresi ile değiştirilmesi ve (d), (e), (f) fıkralarındaki "%115" ibarelerinin "%150" ibaresi ile değiştirilmesi ve (f) fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki (g) ve (h) fıkralarının eklenmesini arz ve talep ederiz.

        Sırrı Süreyya Önder                              Hasip Kaplan                          Pervin Buldan

                 İstanbul                                             Şırnak                                       Iğdır

             İdris Baluken                                     Adil Zozani

                   Bingöl                                              Hakkâri

(g) sözleşmeli öğretim görevlisi kadrosunda bulunanlara %150'si,

(h) üniversite idaresine bağlı tüm hizmet kollarında bulunanlara %150'si,

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

İlgili madde ile yükseköğretim tazminatı ile üniversitelerde görev yapan akademisyenlerin ve uzmanların maaşlarının arttırılması geç kalınmış olsa da olumlu bir düzenlemedir. Her ne kadar üniversite çalışanları denince akla akademisyenler gelse de; akademisyeni, uzmanı ve idari personeli ile üniversiteler bir bütündür. Yapılan bu değişiklik ile üniversite çalışanlarının yarısından çoğunu oluşturan idari personelin iyileştirme dışında tutulması eksik bir düzenleme olmuştur. Bu düzenleme ile zaten özlük hakları açısından çok yetersiz durumda olan idari personel ve bu personellerin emekleri hiçe sayılmıştır.

İlgili düzenlemedeki bir diğer eksiklik de sözleşmeli öğretim görevlisi kadrolarında bulunan akademisyenlerin iyileştirme dışında tutulmuş olmasıdır. Üniversitelerde sözleşmeli kadrolarda görev yapan öğretim görevlileri mali ve özlük hakları konusunda önemli sorunlar yaşamaktadırlar. Aynı üniversitede aynı işi yapan akademisyenlerin bu şekilde sınıflandırılması başlı başına bir yanlış iken eşit olmayan ücret uygulamaları ile de bu haksızlık daha fazla derinleştirilmektedir.

Bu gerekçeler ile bu önerge ile üniversitelerdeki sözleşmeli öğretim görevlileri ile tüm hizmet birimlerindeki personellerin de yükseköğretim tazminatından yararlanabilmesi öngörülmüştür.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı "Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın 1. maddesi ile 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa eklenmesi öngörülen ek 3 üncü maddenin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul) ve arkadaşları

“EK MADDE 3- Devlet Memurları Kanununa tabi en yüksek Devlet memuru brüt aylık (ek gösterge dahil) tutarının;

a) Profesör kadrosunda bulunanlara %240'ı,

b) Doçent kadrosunda bulunanlara %210'u,

c) Yardımcı Doçent kadrosunda bulunanlara %180'i,

d) Araştırma görevlisi kadrosunda bulunanlara %160'ı,

e)        Öğretim görevlisi ve okutman kadrosunda bulunanlara %160'ı,

f) Uzman, çevirici ve eğitim-öğretim planlamacısı kadrosunda bulunanlara %160'ı,

oranında her ay yükseköğretim tazminatı ödenir.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Kadir Gökmen Öğüt, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Öğüt. (CHP sıralarından alkışlar)

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Saygıdeğer Başkan, değerli milletvekilleri; 651 sıra sayılı Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunmaktayım.

Üniversitelerde görev yapan öğretim üyeleri, araştırma ve öğretim görevlisi, okutmanlar, uzmanlar, çevirici, eğitim ve öğretim planlamacılarına yeni mali haklar getiren bu yasa tasarısı çok gecikmiş olsa da, çok eksik olsa da, çok az olsa da memnuniyet vericidir ancak bizce yeterli değildir, mutlaka daha fazlalaştırılmalıdır. Bu yasanın, üniversitelerin tıp fakültelerinde Sağlık Bakanlığı adına uzmanlık eğitimi gören araştırma görevlilerini de kapsaması gerektiği kanaatindeyim. Nitekim, bununla ilgili sayısız talepler almaktayız.

Tıpta uzmanlık sınavını kazandıktan sonra yaptıkları tercihlere göre bir bölümü 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu’na göre üniversite kadrosunda çalışmaya başlarken, diğerleri ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi olarak, özlük hakları ve kadroları Sağlık Bakanlığında kalacak şekilde, eğitim alma amacıyla araştırma görevlisi olarak üniversitelerde çalışmaktadırlar. Görev tanımları, eğitim süreleri, çalışma koşulları, maaş ve ödemeleri benzer olduğu gibi, araştırma görevlileriyle aynı işi yapmaktadırlar.

Şu an üzerine konuştuğumuz araştırma görevlilerine yapılacak olan zamdan Sağlık Bakanlığı kadrosunda üniversitede uzmanlık eğitimi yapan araştırma görevlileri de haklı olarak faydalanmak istemektedirler. Eşit işe eşit ücret ilkesine dayanarak akademisyenlere verilen zam onların da en tabii hakkıdır. Dolayısıyla, Sağlık Bakanlığı adına üniversitelerde araştırma görevlisi olarak çalışanların da yasaya dâhil edilmesini grubumuz adına istemekteyiz.

Değerli milletvekilleri, yarın YÖK'ün kuruluşunun 33’üncü yıl dönümü. Ne var ki kaldırılmasını tartışmamız gerekirken 12 Eylül darbesinin bir ürünü olan bu kurum, AKP tarafından her gün âdeta yüceltilmektedir, üniversiteleri kalıba sokmanın bir aracı olarak kullanılmaktadır.

Üniversitelerin, araştıran, bilgiyi üreten ve bunu toplumla paylaşan, sermayeden ve iktidardan bağımsız kurumlar olması gerektiği düşüncesini her fırsatta dile getirmekteyiz. Bu da ancak üniversitenin bütün bileşenlerinin karar süreçlerine katıldığı, söz ve yetki hakkının sağlandığı bir demokrasi anlayışının geliştirilmesiyle, bir başka deyişle üniversiteleri baskı altına alan YÖK'ün tasfiyesiyle mümkündür. Bunu parti politikası olarak da defalarca dile getirdik. Bu vesileyle bir kez daha kuruluş yıl dönümünde YÖK'ün üniversiteler üzerindeki baskıcı, yasakçı ve denetleyici uygulamalarını şiddetle kınadığımı belirtmek istiyorum. Bu baskıların sonucunda Türkiye'de Soma gibi bir olay gerçekleştirildiğinde üniversiteler bir tek görüş belirtememektedir. Referandum yaşadık, hukuk fakülteleri, 46 hukuk fakültesi bir tek görüş belirtememekte. Vesayet kurumu olan YÖK derhâl kaldırılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, bir konu daha var: Hâlâ kendini Başbakan sanan Cumhurbaşkanı, şimdi de “Devlet hastanelerindeki doktorlara doçentlik, profesörlük imkânı verelim.” diyor. Bu yönde bir düzenleme akademik sistemi temelden sarsacaktır. İktidar bir zamanlar kendilerinin de beğenmediği YÖK'ün nimetlerini keşfedince lehlerine kullandıkları yetmezmiş gibi, mezun olduktan sonra tek bir gün üniversiteye uğramadan, tek bir gün tıp fakültesinde çalışmadan, öğrenci yetiştirmeden doçent olmak yetmezmiş gibi şimdi de aynı yolla profesörlük getirmektedir.

Mecliste yasalaşmayı bekleyen Sağlık Bilimleri Üniversitesi ve Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulmasına İlişkin Tasarı önümüzdeki günlerde Genel Kurula gelecektir. Böylelikle iktidar yeni 1.875 kadroya istediği isimleri atama olanağı kazanmış olacak. Yeni kurulan üniversitelerdeki profesörlük kadrolarını bir gün bile üniversite deneyimi olmayan isimlerle dolduracaktır.

Hatırlayın, daha iki yıl önce uluslararası bilim merkezi olacak diye kurdukları Yıldırım Beyazıt Üniversitesine Metin Doğan'ı rektör yaptılar. Sadece Sağlık Bakanlığı kadrosunda çalışmış Metin Doğan'ın Sakarya Üniversitesine nasıl profesör yapıldığını hepimiz hatırlıyoruz. Numune Hastanesi Başhekimi Nurullah Zengin’in Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesine bir gün bile çalışmadan profesör olarak atandığını unutmuyoruz. Hülleyle yapacağınız atamalar sistemin tamamen bozulmasına sebep olacaktır. Akademik unvan gözetmeksizin öngördüğünüz maaş artışlarının emekli maaşlarına da yansıtılmasıyla bu sorunların birçoğu hallolacaktır.

Bu kanun tasarısına destek verdiğimizi, YÖK’ün bir an önce kaldırılması gerektiğini tekrarlayarak hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

651 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının Çerçeve 1. maddesinin 1. fıkrasında geçen “her ay yükseköğretim tazminatı ödenir” ibaresinden önce gelmek üzere “askeri ve sivil yükseköğretim kurumlarında görevli yerli ve yabancı uyruklu öğretim elemanlarına” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Ahmet Duran Bulut (Balıkesir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Ahmet Duran Bulut, Balıkesir Milletvekili.(MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Bulut.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanunu’nda değişiklikle ilgili, üniversite ve yüksekokullardaki personelin, öğretim görevlilerinin, araştırma görevlerinin maaşlarını, mali durumlarını iyileştirme adına getirilen bu teklifin 1’inci maddesinde verdiğim önerge üzerine görüşlerimi arz edeceğim. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Anadolu’nun her tarafına yayılan, neredeyse her ilde -bazılarında birkaç tane- olan üniversitelerimiz Millî Eğitim Bakanlığı çatısı altında artık yönetilemeyecek bir boyuta ulaştı. Millî Eğitim Bakanlığı ortaöğretim, ilköğretim, genel eğitim üzerinde, örgün ve yaygın eğitim üzerinde faaliyetlerini sürdürürken artık YÖK çatısı altında üniversitelerin yönetilemeyeceği, öğretim görevlilerinin sorunlarının, üniversitelerin yapılarının, üniversite öğrencilerinin ihtiyaçlarının… “Yükseköğretim bakanlığı” adı altında bir bakanlık şekline dönüştürülmesi gerekmektedir. Ancak o çatı altında bunlara çözüm bulunabilinir. 725 lira ile 835 lira arasında öğretim görevlilerine bir destek veriliyor. Bu destek görevdeyken alınıyor, emekliliklerine yansımıyor. Takdirlerinize sunarım. Bugün Anadolu’nun en ücra yerlerindeki üniversitelerde eleştirileri görüyoruz. Üniversitelerimiz “Bir müdür, bir mühür.” anlayışıyla, ekonomik çıkarlar düşüncesiyle “Eğitimin seviyesi, boyutu artsın.” diyerek yapılan, açılan üniversiteler maalesef değil. İşte eğitimde dünya sıralamalarında geldiğimiz nokta ortada. Bunun kalitesinin artması için öğretim görevlisinin ekonomik düşüncesini geride bırakması gerekmektedir. Kendisinin araştırma yapabilecek imkânlara sahip olması gerekir. Türkiye’de üniversite hocalarının durumlarını iyileştirirken ortaöğretimde, ilköğretimde görev yapan öğretmenlerimizin durumları çok mu daha iyi? Onlar da çok zor durumdalar. Ancak bugünkü konumuz yükseköğretimdeki bu iyileştirme olduğu için, uzun zamandan beri haklarında, durumlarında iyileştirme yapılmayan, özlük haklarında birçok sıkıntılar çeken, eş durumu tayinleri bir türlü yapılmayan, farklı üniversitelerde talepleri, kabulleri gerçekleşmeyen, aile birliği sağlanamayan birçok görevli buna çözüm bulamamakta. Bütün bunların gerçekleşmesi adına devletin, devleti yönetenlerin ülkenin gerçekleri doğrultusunda hareket ederek bunları çözmesi gerekir. “Türkiye büyük ülke, imkânları çok büyük.” deniyor ama bu büyük ülkenin imkânları öğretim görevlilerine, öğrencilere, Anadolu’daki üniversitelere maalesef gitmiyor.

İşte, kazalarda hayatlarını kaybeden, maden kazalarında ömürlerini kaybeden insanlarımız hakkında bahsederken imkânsızlıklardan bahsediliyor. Oysaki ülkenin kaynaklarını biraz hovardaca harcayan şu bakanlıkların şatafatlarına bakıyorum, aldıkları arabalara bakıyorum, arabaların fiyatlarına bakıyorum, dünyanın neredeyse hiçbir ülkesinde böyle bir şatafat yoktur. İngiltere’yle kıyaslayın, Almanya’yla kıyaslayın, resmî araç sayısı itibarıyla dünyada Türkiye en ön sırada. Sayın Cumhurbaşkanı yemine bir geldi, Mercedeslerini sayamadım. Böylesine bir sayı içerisinde şunu ifade etmek istiyorum: Muaviye bir saray yapmış, çok muazzam bir saray, hırsının, ihtirasının kalesi. Ebuzer’e sormuş, nasıl beğendin mi sarayımı? “Vallahi kendi paranla yaptıysan israftır, milletin parasıyla yaptıysan haramdır.” demiş.

Saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.36

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.44

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10’uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

651 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- 2914 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“Akademik teşvik ödeneği

EK MADDE 4- Her bir takvim yılı için, bir önceki yıl, bilim, teknoloji ve sanata katkı sağlayıcı nitelikte yurt içinde veya yurt dışında sonuçlandırılan proje, araştırma, yayın, tasarım, sergi, patent ile çalışmalarına yapılan atıflar, bilim kurulu bulunan uluslararası düzeydeki toplantılarda tebliğ sunma ve almış olduğu akademik ödüller esas alınarak öğretim elemanları için yüz puan üzerinden yıllık akademik teşvik puanı hesaplanır.

Akademik teşvik puanı otuz ve üzerinde olanlara, Devlet Memurları Kanununa tabi en yüksek Devlet memuru brüt aylık (ek gösterge dâhil) tutarının;

a) Profesör kadrosunda bulunanlar için % 100’üne,

b) Doçent kadrosunda bulunanlar için % 90’ına,

c) Yardımcı Doçent kadrosunda bulunanlar için % 80’ine,

d) Araştırma görevlisi kadrosunda bulunanlar için % 70’ine,

e) Öğretim görevlisi ve okutman kadrosunda bulunanlar için % 70’ine,

f) Uzman, çevirici ve eğitim-öğretim planlamacısı kadrosunda bulunanlar için % 70’ine,

aldıkları akademik teşvik puanının yüze bölünmesi suretiyle bulunacak oranın uygulanması suretiyle hesaplanan tutarda akademik teşvik ödeneği verilir.

Bu madde uyarınca yapılacak ödeme, bu Kanun uyarınca aylık ödendiği sürece ve kadrolarının bulunduğu yükseköğretim kurumları tarafından şubat ayının on beşinden itibaren on iki ay süreyle her ayın on beşinde yapılır, damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tabi tutulmaz. İlgili mevzuatı uyarınca ödenmekte olan zam, tazminat, ödenek, döner sermaye ek ödemesi, ikramiye, ücret ve her ne ad altında olursa olsun yapılan benzeri ödemelerin hesabında dikkate alınmaz.

Bilim alanlarının özellikleri ve öğretim elemanlarının unvanlarına göre akademik teşvik puanlarının hesaplanmasında esas alınacak faaliyetlerin ayrıntılı özellikleri ve bu faaliyetlerin puan karşılıkları, akademik teşvik toplam puanının %30’unu geçmemek üzere her bir akademik faaliyet türünün toplam puanın hesaplanmasındaki ağırlıkları, akademik teşvik puanının hesaplanmasına ilişkin usul ve esaslar ile bu hesaplamaları yapacak komisyonun oluşumu ile diğer hususlar; Yükseköğretim Kurulunun önerisi, Maliye Bakanlığının görüşü ve Milli Eğitim Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Erdem, Ankara Milletvekili.

Buyurun Sayın Erdem. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA ERDEM (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2’nci madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Öncelikle şunu ifade etmem gerekiyor ki üniversite öğretim elemanlarının, üniversitelerin, akademisyenlerin haklarının gözetilmesi sadedinde böylesi bir yararlı kanuna vesile olan herkese şükranlarımı arz etmek isterim. Zira bugüne kadar üniversitelerimiz kendisinden beklenenlerin aksine hep üvey evlat muamelesi görmüş, hatta pek çok üniversite hocasının yetiştirdiği kimseler en azından saygı noktasında üniversite hocalarına gereken ilgiyi gösterememe gibi bir acziyeti yaşamışlardır. Dolayısıyla şu anda üniversite öğretim üyelerinin haklarının teslimi, toplum içerisindeki saygınlığının artırılmasına vesile olacak ekonomik durumlarının gözetilmesi ve bu sadette maaşlarına küçük de olsa bir katkının veriliyor olması onlar adına belki de bir kazanım olabilir. Fakat ben buradan şunu ifade etmek istiyorum ki bugün içinde bulunduğumuz şartlarda üniversite öğretim üyelerine verilen bu ekonomik destek onların taşıdığı unvanla, onların yaptığı çalışmayla ve onların bugüne kadar ülkemize, öğretim elemanlarına ve öğrencilere yaptıkları hizmetle mütenasip değildir diye düşünüyorum.

Bir kere şunu açık olarak ifade etmemiz lazım gelir ki pek çok üniversite hocasının yetiştirmiş olduğu talebe bugün ülkeyi yöneten bürokratların hocaları konumundadır. Çok basit bir örnek vereyim: Üniversite hocasının yetiştirdiği talebe VIP’den geçer ama üniversite hocası hava alanında kuyruğa girer, sıraya girer ve kaderini bekler. En azından İstanbul’da iki ayrı hat arasında, iç hatlar, dış hatlar arasında elinde kitap yüklü çantasını -şayet yanında başka bir taşıyıcısı yoksa- taşımak gibi bir kaderi de paylaşır. Bu doğru bir davranış olmasa gerektir diye düşünüyorum. Eğer üniversite hocalarıyla ilgili olarak, akademisyenlerle ilgili olarak bir katkı olsun, onların problemlerine bir çözüm üretelim, onları toplum içerisinde başı dik, onurlu bir hâle getirelim istiyor isek “Kemâlât kem âlât ile olmaz.” hükmünden yararlanalım. Yani çürük şeylerden bir sanat eseri, bir biblo yapamazsınız. Pek çok tabloda “Rütbetül-ilmi aler rüteb” diye yazdığını görürsünüz. Yani insanlık arenasında rütbelerin en yükseğinin ilim olduğu ifade edilir. Şerefli ecdadımızın Osmanlı Devleti’ni yönetenlerin ilim erbabına ne kadar katkı ve hizmette sınır tanımadığını ama en önemlisi saygıda kusur etmeyecek bir konumda olduğunu hatırladığımızda sadece bugünün zevahirini kurtarmak için değil, en azından Allah rızası ve şerefli ecdadın emanetine saygı noktasında onlara ilgi göstermemiz ve onlara saygı göstermemiz lazım geldiğini düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, üniversitelerimizi düşünürken sadece ve sadece profesörleri, sadece ve sadece akademisyenleri değil, onu bir bütün olarak düşünmek zorundayız. Talebesiyle, araştırma görevlisiyle, öğretim görevlileriyle, öğretim üyeleriyle üniversite bir bütündür. Öğrencisi olmayan öğretim üyesi birikimini kiminle paylaşacak veya öğretim üyesi olmadıktan sonra bu ilim erbabını kim bu toplumun hizmetine kazandıracak? Takdirlerinize arz olunur. Dolayısıyla bir bütün olarak düşündüğümüzde talebesiyle hocasıyla kendi aralarında ahlaki değerlere saygılı, insani değerlere saygılı, toplumsal değerlere saygılı bir bütün oluşturabildiğimiz zaman üniversite hocasına vereceğimiz değerler bir anlam ifade eder.

Şimdi, bu çalışmalarla 726 liralık bir ücret veya 800 liralık bir taltif, siz nasıl verirseniz verin, “Ülkemizin ekonomik şartları ancak bu kadarına el veriyor. Ama ne yapalım? Başkasına da gücümüz yetmiyor.” derseniz başka alanlara yapılan israflardan veya lüks içerisinde debelenenlerin kırıntılarından bu ilim erbabının onurunu korumak Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili sıfatını taşıyanların onuru ve şerefi olmalıdır ama gelin, görün ki “Ne yapalım, kıt kanaat, imkânsızlık, zor şartlar.” diyerek ülkemizin uluslararası arenada gücünü ispat edecek, Türk milletine kefen biçmeye çalışanlara da haddini bildirecek ilim erbabı, herhâlde kendisini ayakta tutacak bir güçle ayakta durabilir.

Şimdi, teşvik veriyoruz. Uluslararası arenada başarı sağlamış, ulusal kriterlere göre kendisini yenilemiş veya yaptığı çalışmalarla temayüz etmiş… Bunlar güzel şeyler, teşvik olması bakımından da güzel ama ben bir şeyi hatırlatayım: Niye 2015’ten sonra bunu devreye sokalım? Bakalım bir, üniversite hocalarımız bunu daha önce yapmışlar mı, yapmamışlar mı? Gelin, 2014’ü de değerlendirelim ve 2015’in başında bu kurul gelsin, geçmişte üniversitenin en azından bir röntgenini çeksin, onların ne içinde bulunduklarını, neyle meşgul olduklarını göstersinler.

Değerli milletvekilleri, üniversite hocasının derse girerek akıbetini kurtarmaya, bir şekilde çoluğunun çocuğunun maişetini temin etmeye mahkûm olması üniversitelerde arzu edilen başarıyı temine yeterli değildir. Dolayısıyla, biz üniversitelerimizi bir araştırma kurumu hâline getirmek, Türk milletinin geleceğini, onların ürettiği projelerle şekillendirmek durumundayız.

Şimdi, bakınız, üniversitelerimize bir sürü üniversite sayısı eklendi, Türkiye’nin her yerine üniversite… Sizden Allah rızası için şunu istiyorum: Popülizmden vazgeçin, istismarı yere gömün. Bu hâl devam ettiği sürece, masum Türk milletinin akıbetini kurtarmak değil, onları çizdiğiniz flu, pembe tablolarla avutmak ve sonunda insanlık arenasında onları başkalarına diz çöken bir konuma getirmekten başka bir katkınız olmaz.

100’ün üzerinde üniversite var, 100’ün üzerinde ilahiyat fakültesi var. Allah aşkına, akademisyen var mı? Araştırma görevlisi var mı? Derslikler var mı? Bu hocalar nerede bu talebelere ders veriyor veya talebesi yok, okulda hoca kiminle birlikte birikimlerini paylaşıyor?

Sadece bir örnek arz edeyim size. Yıldırım Beyazıt Üniversitesinden bahsedildi şimdi. Yıldırım Beyazıt Üniversitesinin kurulduğu sene ve şu anda Ankara’daki yerleşkelerine bir bakın. Rektörü nerede? Tıp fakültesi nerede? Edebiyat fakültesi nerede? Bu insanlar nerede eğitim görüyor, nerede bilim alıyor? Bir örnek daha vereyim. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Ankara’da Atatürk İlkokulu ve Ortaokulunda. Sit alanı içerisinde olan bu okulda çivi çakamazsınız, tablo asamazsınız, masa, sandalye koyamazsınız. Arkadaş, yarımı elleme, bütünü bölme, gel Allah aşkına ekmek yiyelim. Böyle bir eğitim anlayışı olur mu?

Bir şeye daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu popülizm ülkeyi bitiriyor. Burada ilim Allah’ı öğretmek, ilim hakkı öğretmek, ilim doğruyu öğretmek, ilim vebali öğretmek, ilim saygıyı öğretmek, ilim insana insani değerleri öğretmek lazım gelir. “Gelin, şu 4+4’ü, adam gibi bir kanun çıkaralım da bu milletin geleceğini kurtaralım.” dediğimiz zaman burada bizi dikkate almadınız. Şimdi soruyorum: İmam-hatip okullarında Allah aşkına dersleri kim veriyor? Arzuladığınız müfredat programı var mı ve bu programı uygulayabiliyor musunuz? Din derslerini kim veriyor? Bu -sizin arzuladığınız- fakülteler veya okullar bu milletin ihtiyacına cevap veriyor mu?

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Oğuz Oyan, İzmir Milletvekili.

Buyurun Sayın Oyan. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; “Müjde maaşlar artıyor” tasarısını konuşuyoruz. Bu, akademisyenlerin kuşkusuz beklediği bir tasarı ama on dört yıldır beklediği bir tasarı. Bu on dört yılın on iki yılı da AKP dönemi. Yani, on dört yıl, akademisyenlerin hem enflasyona karşı reel gelir aşınmasına uğramaları hem de diğer kamu görevlileri kategorilerine karşı da göreli bir gerileme içine girdikleri bir dönem oldu. Dolayısıyla, bunu unutmayalım, bir.

Dolayısıyla, çok gecikmiş bir tasarıdır. Bu on dört yıl boyunca akademisyenlerin gerek refah kaybını gerek bu göreli düşük maaşların neden olduğu üniversitelerin cazibesini ortadan kaldıran anlayışı gerekse bunun neden olduğu her türlü çarpılma ve bilimsel yetersizlikleri telafi etmek artık mümkün değil.

Peki, tasarı geçmiş gelir kayıplarını karşılıyor mu? Ne yazık ki geçmiş gelir kayıplarını karşılayan bir maaş artışından da bahsedemiyoruz. Doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi kategorilerinin tümü, yoksulluk sınırı olan 4 bin lira civarının -4 kişilik bir ailenin- altında maaş almaya mahkûm olacaklar. Yani, düşünün ki bunlar üniversite hocaları, bunları herhâlde gecekonduda oturmaya herhâlde mecbur tutamayacağımız kesimler ve düşünün, hangi zorluklarla araştırma yapıyorlar ve eğitim faaliyeti yapıyorlar.

Şimdi, aslında bu eşitsizlik, bu yetersizlik, öğretim elemanlarının asıl maaşlarına zam yapmayıp yan ödemeler üzerinden zam getirilmesiyle daha da büyütülmektedir. Böylece öğretim üyesinin emeklilik geçim düzeyi kesinlikle dikkate alınmamaktadır ve birçok akademisyen emekli olduğu hâlde verimli bir akademik faaliyet sürdürür, araştırmacı vesaire olur. Bütün bunlar yani emeklilik alanı süresi cezalandırılmaktadır. Dolayısıyla, bu açıdan da çok kusurlu bir yasayla karşı karşıyayız.

Burada iki alandan, iki kanaldan zam yapılıyor gözüküyor. Bir; yükseköğretim tazminatı; 1’inci maddede görüştük. İki, akademik teşvik ödeneği; şimdi bu madde çerçevesinde. Yani bu akademik teşvik ödeneği de zaten 3’üncü maddede belirtiliyor, 2016’dan itibaren uygulanacak. Yani bugün için bir geçerliliği yok, 2015 yayını vesairesi üzerinden.

Tabii burada şunu da söyleyelim: Farklı bilim dallarında farklı ölçüde yayın vesaire yapılabilir. Dolayısıyla, burada da yeni eşitsizlikler türeyecektir.

Bir de bu akademik teşvik ödeneğinin nasıl hesaplanacağına ilişkin bu tasarıda bir şey yok. Bunu bir yönetmeliğe bırakıyor dört ay içinde. Yani burada biz, yarı mamul bir tasarı, bir kanun çıkarıyoruz. Bunun sosunu yani bu sossuz makarnanın sosunu daha sonra Bakanlar Kurulu koyacak ama nasıl koyacak, bilemiyoruz. Yani biz çıkardığımız tasarının neyi getirip neyi götürdüğünü bilemiyoruz ama bu akademik teşvik ödeneği herkese bir kere eşit olmayacağı gibi bazılarının hiç yararlanamayacağı belki bir şey olabilecek.

İkinci olarak şunu söyleyeyim: Özlük haklarının yetersizliği ve bugün de yetersiz kalması nedeniyle iki sapma devam edecek. Bu sapmalardan bir tanesi, otuz yıldır üniversiteleri kemiren ek ders verme skandalıdır. Aynı sınıfı ikiye bölmektedir birçok okul -merkezî üniversiteleri, taşra üniversiteleri- ve böylece gece-gündüz ders ayrımı yaparak sürekli olarak üniversite elamanlarını bir ders verme makinesine dönüştürmektedir. Böyle bir üniversite öğretim üyesinin bırakınız araştırmaya zaman ayırmasını, kendi dersini yenilemek için yeterli okuma yapması bile mümkün değil; haftada otuz kırk saat ders veren üniversite öğretim üyeleri var, bu bir rezalettir.

İkincisi, düşük maaşlar bir başka şeye yol açıyor, proje bağımlılığına yol açıyor. Yani, üniversite öğretim üyeleri TÜBİTAK'ın, AB fonlarının peşinde proje bulma hevesiyle zaman yitirmekteler sürekli. Şimdi, dolayısıyla, burada hiç olmazsa şunu yapsak, üniversitelere tahsis edilen birtakım araştırma fonları olsa ve üniversiteler de bunları bölümlere tahsis etseler; böylece hiç olmazsa öğretim üyelerinin, elemanlarının fon peşinde koşmak gibi bir boşuna zaman kayıpları olmasa.

Üçüncü bir sorun alanı, özlük haklarının performansa dayalı projeler, araştırmalar üzerinden sağlanmaya çalışılması -ki 2’nci maddede bu karşımıza çıkıyor- yani piyasanın birtakım kavramları üzerinden, rekabet, yarışma, kalite gibi piyasa göstergeleri üzerinden öğretim üyelerini değerlendirmek. Oysa burada yaratıcılık ve bilimsel üretim esas olmalıydı yani özel işletme performans kriterleri söz konusu olmamalıydı.

Dördüncüsü, özlük hakları ile iş güvencesi ayrılmaz bir bütünlüğe sahiptir. Yani “Özlük haklarınızı artırıyoruz, maaşlarınızı artıyoruz ama iş güvencenizi artırmıyoruz, kusura bakmayın.” dediğiniz zaman, üniversitenin eğreti statüde çalışan kadrolarını, araştırma görevlileri ve yardımcı doçentleri “maaşa zam, işe nihayet” formülüyle karşı karşıya hâlâ bırakıyor olursunuz. Dolayısıyla, aslında yapılması gereken en acil şeylerden biri, yardımcı doçent kadrolarını kalıcı kadrolar hâline getirmek, üç yılda bir yenilenmesi şartını kaldırmak; araştırma görevlilerini de mutlaka 50/d değil, 33/a üzerinden tanımlamak ve iş güvencesini sağlamak. İşte, o zaman gerçekten özlük haklarının iyileştirilmesinden bahsedebiliriz.

Beşincisi, üniversitelerde asistan kıyımı, araştırma görevlisi kıyımı, “mobbing”, keyfî soruşturmalar, baskı ve kontrol mekanizmaları, hukuksuzluklar, sendika, dernek ve örgütlenme düşmanlığı, üniversitedeki polis denetimi sürmektedir. Bunlara derhâl son verilmesi gerekir. Üniversitedeki kalitenin iyileştirilmesi ancak böyle mümkün, üniversitede çalışma barışının sağlanması ancak böyle mümkün. Bu tür kıyımların İTÜ’de, İstanbul Teknik Üniversitesinde nasıl araştırma görevlileri kıyımına yol açtığını, rektörün de özel tutumu nedeniyle, Ordu Üniversitesinde öğretim üyelerinin birtakım dış alanlarda panellere katıldığı için nasıl soruşturma baskısı altında tutulduğunu biliyoruz ve ben bizzat izliyorum.

Altıncı konu, üniversitelerin bütünlüğü gözetilerek akademik olmayan personelin ücretlerinde de iyileştirmeler yapılması şarttı. Bu kurumlarda ayrıca taşeronlaşmaya son verilmesi gerekiyor. Yani, siz üniversite öğretim üyelerinin maaşlarına zam yaptığınız zaman, aynı kurum içinde çalışan memurları ayrı tuttuğunuz zaman, onları dışladığınız zaman, aynı kurum içinde uyumlu çalışma koşullarını sağlayamazsınız.

Yedincisi, üniversite yönetimleri mutlaka demokratikleşmelidir. Yani, üniversitenin her kesiminden, en alt kategorideki, statüdeki öğretim elemanından -araştırma görevlisi, yardımcı doçent vesaire- öğrencisine, hatta idari personeline kadar yönetime katılma imkânları sağlanmalıdır ki demokratik bir yapı oluşsun.

Sekizincisi, üniversitelerde özel eğitim modeline yani bu vakıf üniversitelerine “dur” denilmedikçe üniversiteleri gerçekten bir kamu görevi anlayışı içinde düzenleyemeyiz. Dolayısıyla, parasız eğitimi, yurt ve burs sorununu çözmemiz mümkün hâle gelmez.

Dokuzuncusu, üniversiteler toplumun gelişmişliğinin aynasıdırlar. Bilimsel özerklik ve özgürlük üniversiteler için ekmek ve su kadar vazgeçilmezdir. Hiyerarşik yapı, memur zihniyeti, inanç ve siyasetin baskısı, kuşatması, zihniyet taşralaşması üniversiteyi bitirecek etkenlerdir. Bütün bu etkenlerin tümünü YÖK’te ve Hükûmet politikalarında bulmaktayız. Bu zehirli havanın üniversitelerin üzerinden kalkmasını istiyorsak bir YÖK’ün bu üniversiteler üzerine örttüğü şalı kaldırmak ve tarihe gömmek durumundayız.

Üniversite sayısının artışı ile yükseköğretim niteliğinin gerilemesi arasındaki ters orantılı ilişkiyi artık görmek zorundayız. Türkiye’de bilim gerilemektedir. Türkiye’de üniversiteler yüksek okullaşmaktadır. Öğretim üyelerinin ortalama niteliği gerilemektedir. Üniversite öğrencilerinin düzeyi gerilemektedir. Türkiye’de sanayileşmenin kesintiye uğraması, teknoloji bağımlılığının büyümesi ile üniversitenin gerilemesi arasında karşılıklı bir neden-sonuç ilişkisi vardır.

Üniversitelere bunca kötülük yapılırken özlük haklarının iyileştirilmesi bir lütuf olarak görülemez. Üniversiteler ve üniversite hocaları daha iyisini hak etmektedirler. Türkiye’de daha iyi bir bilim ve üniversite politikasını Türkiye hak etmektedir. Türkiye, çağdaş bir iktidarı özlemektedir.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz isteyen Demir Çelik, Muş Milletvekili.

Buyurun Sayın Çelik. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri şahsım ve partim adına saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı üniversite personeliyle ilgili tasarıya ilişkin düşüncelerimi, duygularımı ifade etmek istiyorum.

Her şeyden önce, yıllardır bilim üreten emekçilerin hak ettiği ücretten yoksun bırakılmış olmasını kabul edilmez gördüğümü ifade etmek istiyorum ama buna rağmen de atılan adımı, yetersiz görmüş olmakla birlikte sahipleneceğimizi ve bu kanuni yasama faaliyetinin de icrasında yardımcı olacağımızı belirtmek istiyorum. Ancak söz konusu olan bir kurum ve kurumsal kimliğe sahip olmaksa üniversiteyi bir bütün olarak görmek, bu manada da soruna yaklaşmak olması gerekendir fakat Hükûmet, her olayda ve her sorunda olduğu gibi bu sorunda da palyatif, geçici, pragmatist bir yaklaşımla sorunu öteleyen, erteleyen ama iktidarına yarayacak bir kısım yaklaşımlarla toplumda birikmiş olan sorunu elimine etmeye çalışan bir yaklaşım ve zihniyet içerisindedir.

Öncelikle, üniversitelerin mevcut, var olan tekçi, asimilasyonistçi ve bilimsel olmaktan uzak olan eğitim anlayışından kurtarılması gerekiyor, bu nedenle de her şeyden önce otuz üç yıldır… Artık mızrağın çuvala sığmadığı gerçeğine binaen rahatsızlık duyup kaldıramadığımız Anayasa'yı tez elden kaldırmak, beraberinde YÖK’ü de lağvedip kaldırmak olması gerekendir. YÖK’ü kaldırmadığınızda, üniversiteyi idari, mali ve siyasi özerkliğe kavuşturmadığınızda üniversite hiyerarşik ilişkiye bağlı olarak iktidara ve sermaye çevresine hizmet eder ama toplum ve toplum ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak kalır. Bugün Türkiye'de de olup biten budur. 184 üniversiteyi açmış olmakla övünebiliriz, bu manada niceliğe baktığımızda takdire değerdir ama eğer niceliği itibarıyla 184’e ulaştırdığımız üniversitelerde kalite yoksa, nitelik yoksa, bilimsel ve parasız eğitim yoksa, idari, mali, siyasi özerklikle birlikte demokratik yönetişim yoksa bu üniversitenin bir ortaokuldan, liseden, dengi okullardan farkı yok demektir. Kaldı ki, üniversite mezunu insanların iş bulamadığı, mesleki faaliyetinden yoksun kaldığı bir üniversitenin mezuniyetinin de çok kıymeti ve bu manada da toplumsal karşılığı yoktur. Bununla birlikte, üniversiteler, evet, bu özelliklere kavuşturulmaya mahkûmdur ama söz konusu olan kanun sanki bu işten nemalanmak isteyen fırsatçı bir tüccar anlayışıyla hareket etmektedir. Yani iktidar ve sermayeye hizmet edecek bir kanun olabilir mi? Bu manada da üniversite eğitim ve öğretim üyelerinin koşullarının iyileştirilmesi, maaşlarının güncelleştirilmesiyle birlikte unuttuğumuz bir başka kitle vardır. Üniversite, sadece ve tek başına eğitim, öğretim ve akademisyenlerden oluşmuyor; idari çalışanları vardır, üniversite hastanelerinde taşeronlaştırma politikasına bağlı çalıştırılan emekçiler vardır, yerleşkelerinde ve kampüslerinde taşeronlaştırılmış çalışanlar vardır. Evet, öğretim üyelerinin maaşları yoksulluk sınırının altındadır, ayıptır, günahtır, bunu iyileştirmek, güncelleştirmek olması gerekiyor ama taşeronlaştırmaya tabi tuttuğumuz emekçi kardeşlerimizin asgari ücret, sendika ve örgütsüzlüğünü de göz önünde bulundurduğumuzda acınası bir hâldedir. Bu konuda üniversite, bırakın bilimsel eğitimi, bilimsel özerk yönetişimi mevcut, var olan, toplumun birikmiş olan tarihsel, siyasal sorunlarını açamaz. Buradan da görülmektedir ki, AKP iktidarı bugün itibarıyla on üçüncü yılına girdiği iktidar olma, Hükûmet etme başarısı ve becerisini bir kez daha yenileyerek umut vadeden ve bu manada da toplumun bir kısım ihtiyaçlarını çözecekmiş tahayyülünde bulunarak 2015’lere, 2016’lara ertelediği, ötelediği umuduyla bir kesimin umudunu karartmak, bir kesimin umudunu, beklentisini gasbetmek gibi bir hesabın içerisindedir. İktidar bu hastalıktan kurtulmalıdır.

Yanı sıra, üniversiteler bilimsel ve parasız eğitimden yoksunsa, üniversiteler bilimsel ve parasız olmakla birlikte demokratik ve özerk konumundan uzaklarsa topluma öncülük yapabilme kapasitesinden de yoksundur ama aynı zamanda teknolojik, sanayi ve ekonomik ihtiyaçlarını da karşılayabilecek özgür iradeye de sahip değillerdir. Bu yönüyle de 184’ü 1.800’e de çıkarsanız toplum özgürlüklerinden mahrumsa, toplum ve toplumsal ihtiyaçlar meşru ve demokratik zeminde karşılanmıyorsa benmerkezci anlayışın yüz yıllık ulus, üniter devletin anlayışından soruna yaklaştığımız gibi yaklaştığımızda oraya bilimsel bir eğitim, bilimsel bir nitelik kazandırmış olamayız. AKP Hükûmeti bu manada, her şeyden önce bu benmerkezci ve katı, tekçi, asimilasyonistçi politikalarından vazgeçmelidir.

2015 bütçesi önümüze gelecek, görülecektir ki on üç yıllık iktidarında yaptığı hastalığın bir benzerini bu bütçeyi savaşa ayıran, bu bütçeyi asimilasyona ayıran, bu bütçeyi inkâra ve ihtiyaçları karşılamaktan öte hiyerarşik ilişkileri ve bu manada da cumhurbaşkanının, başbakanının, bakanının, bürokratlarının ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik şaşaalı bir devlet iktidarının, süslenmiş, püslenmiş bir devlet aygıtının toplum üzerine giydirilmesine hizmet ediyor.

Evet, bu yönüyle üniversiteler eğitim, öğretim yuvası olmalıdır, üniversiteler bilimsel, parasız eğitimin görüldüğü özerk, demokratik yönetimlere kavuşturulmalıdır. Bu gecikmiş olan çabanın, atılması yıllara sari olan adımın özeleştirisi elbette ki iktidara oynayan, iktidarı aracılığıyla topluma umut vadeden AKP’nin payına düşer. Biz muhalefete, Halkların Demokratik Partisine düşen ise iktidarı ve AKP’yi bu yanlışından kurtaran, toplumun ötelenemez, ertelenemez, gizlenemez, birikmiş olan sorunlarına neşter atmaya davet etmektir. AKP kaçınıyor, AKP radikal çözüm arayışları yerine palyatif çözümlerle toplumun birikmiş gazını almaktan öte bir adım atmıyor, atmaktan da imtina ediyor. Bu manada da toplumun kaynakları, emeği, zamanı, olduğundan fazla israf oluyor. Belki çalışanların bu manada maaşlarının güncellenmesi söz konusu olabilir, yoksulluk sınırının üstünde bir rakama tekabül eden bir iyileştirmeye gitmiş olabilirsiniz ama özlük haklarından yoksunsa kişi, öğretim üyeliğinden, akademik unvanından ayrıldığı sürece bu maaştan yoksun kalacaksa ya da emekli olduğunda kıdem tazminatından yararlanamayacaksa, işgal ettiği, icra ettiği makamın kendisine verdiği yetkileri kullanmaktan alıkonulacaksa bu da ahlaki değil, vicdani değil. Sadece ve tek başına mevcudu kurtarmaya hizmet edecek bir anlayıştır ki buna da bilimi icra eden bilim üreticilerinin ve emekçilerinin kanmayacağını umuyorum. Her şeyden önce bilim insanının aç olan karnını doyurmaktan çok, özgür ve özerkçe bilimini yapmasına fırsat vermek gerekiyor.

Siyasi vesayetini bitiremediğiniz, üniversiteler üzerinde Demokles’inin kılıcı gibi sallanan YÖK’ün hiyerarşik, hegemonik gücü varken yetinmiyor, Cumhurbaşkanının hiyerarşik ve hegemonik gücü varken bu üniversiteden siz dilin, bu üniversiteden siz toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak özerk ve özgür iradeyi bulamazsınız. Üniversitelerin ve üniversite çalışanlarının bu manada maddi koşullardan çok, ruhi şekillenmeye hizmet edecek özgür iradelere ihtiyacı vardır. Bu özgür iradeleri de sağlamak Meclisin görevidir. Meclis görevini icra etmeli ve hemen ertelenemez noktada eşit, özgür, demokratik bir anayasa, bu anayasada da yeri olmayan YÖK’ü kaldırarak toplumun siyasal, sosyal, kültürel, demokratik ihtiyaçları karşılanmalı diyor, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.

Buyurun Sayın Genç. (CHP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 651 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii ki bir ülkenin üniversiteleri, eğitim görevini yapan insanları o ülkenin bana göre bel kemiği, temel unsurlarıdır. Bunların sağlıklı bir görev yapabilmeleri için her yönüyle kendilerini hayatta rahat geçindirebilecek bir maaş miktarına sahip olmaları gerekir. Ancak, tabii, getirilen bu maddeyle akademik teşvik ödeneği adı altında üniversite görevlilerine, profesörlere, doçentlere ve görevlilere belli bir para ödenmesi öngörülüyor ama öyle karışık bir madde getirilmiş ki bunun miktarı nedir, nasıl hesaplanır, tamamen bir bilmece. Gerçi Komisyon metninde 726 ile 508 lira arasında değişen profesör, doçent ve diğer kişilere bu maddeye göre verilecek para belirlenmiş ama burada, işte, bunu belirleme yetkisini yönetmeliğe bağlamış. Bana göre yönetmeliğe bırakmanın da bir anlamı yok çünkü burası yasama Meclisidir. Burada, yasama Meclisinde bunların miktar itibarıyla tespit edilmesi gerekir ama nedense kanunlar devamlı böyle yarım yamalak burada yapılıyor, doğru dürüst bir inceleme yapılmıyor ve bu duruma getiriliyor.

Sayın milletvekilleri, tabii, aslında, millî eğitim diye bir şey Türkiye’de kalmadı, Türkiye’de Millî Eğitim diye bir kurum kalmadı. Bu Nabi Avcı Bakanlığa geldikten sonra âdeta millî eğitim sistemini Orta Çağ karanlığına götürecek uygulamalar yaptı. İşte, 4+4+4 kanununun Türkiye Büyük Millet Meclisinin Millî Eğitim Komisyonundaki müzakeresini biliyorsunuz. Getirdiler, kürsünün önüne 150 AKP’liyi dizdiler. Biz, orada, Cumhuriyet Halk Partisi olarak madde üzerinde… Yani maddeler okunuyor, “Madde üzerinde söz isteyen var mı?” diyor, biz “Var.” diyoruz, “Yok.” diyor, orada tutanaklara geçiriyor. Türkiye Büyük Millet Meclisinde tam karanlık, yüz karası bir komisyon çalışması ve orada istedikleri şekilde, Komisyonda tartışmadan getirdiler. Ondan sonra da şimdi Türkiye’de eğitimi aşağı yukarı yok ettiler, medrese eğitimine çevirdiler, Orta Çağ karanlığına getirdiler.

Üniversitelere bakarsanız, işte rektörlerin yüzde 90’ı AKP’li; rektörlükte, öğretim görevlileriyle ilgisi yok. Üniversiteleri babalarının çiftlikleri gibi kullanıyorlar. Kendi yakınlarını, istediklerini öğretim görevlisi kadrolarına atıyorlar, istemediklerini atamıyorlar. Doğru dürüst, bilgi yarışına dayalı, eğitime dayalı, araştırmaya dayalı birtakım şeyler yapılmıyor. Yani benim gördüğüm kadarıyla, Türkiye’nin tam Orta Çağ karanlığına götürülmesi için var olması gereken bütün tuzaklar kuruldu ve o Atatürk’ün getirdiği akla, bilime, mantığa, moderniteye dayalı eğitim sistemi yok edildi. Tabii, bunun daha ilerideki durumunu göreceğiz. Bundan sonra Türkiye’de doğru dürüst bir profesör yetiştiğini göremezsiniz çünkü üniversitelerde doğru dürüst eğitim yok.

Bu Millî Eğitim Bakanı şimdi okulları birbirine kattı. Şimdi, öyle şeyler geldi ki arkadaşlar, temel eğitimden ortaöğretime geçişte İstanbul’da imtihana giren çocuğu getiriyor, Tunceli’deki okula gönderiyor arkadaşlar. Böyle mantıksızlık olur mu? Yani, aslında bunlara hak ettikleri kelimeyi söyleyeceğim ama acıyorum ağzımda o kelimeleri şey etmeye.

Ondan sonra, Kur'an dersini okuma zorunluluğu getirdiler. Diyor ki çocuk: “Ben Kur'an dersini almak istemiyorum.” Din dersi öğretmeni gidiyor, “Niye, sen Hristiyan mısın?” diyor. Ya, sana ne kardeşim! Böyle bir şey olur mu arkadaşlar? Türkiye’de bütün okulları imam-hatiplere çevirdiler. 9 yaşındaki kızın başını örterek kara çarşafa soktular.

Ya, Türkiye Cumhuriyeti bu mudur? Türkiye Cumhuriyeti devletinin dünyada görmesi gereken seviye bu mudur? Böyle değil. Yani, siz kime hizmet ediyorsunuz? Bilimden, aydınlıktan niye korkuyorsunuz? Aydın kafalı insanlardan, eğiten, araştıran, bilime hizmet eden insanlardan niye korkuyorsunuz? Herkesin sizin gibi örümcek kafalı mı olması lazım? Böyle bir şey olmaz arkadaşlar. Türkiye’yi mahvettiler.

Onun için yani ben bu Nabi Avcı buraya geldiği zaman soru sormaya bile tenezzül etmiyorum çünkü karşımdaki adam gerçekten çok büyük nefret duyduğum bir insandır.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde dört adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının 2 nci maddesine konu ek 4 üncü maddeye aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

            Mustafa Elitaş                                   Ahmet Aydın                    Mihrimah Belma Satır

                  Kayseri                                           Adıyaman                                 İstanbul

       Mehmet Doğan Kubat                              Hilmi Bilgin                             Demir Çelik

                  İstanbul                                              Sivas                                        Muş

         Kadir Gökmen Öğüt                                Recep Özel                       Ahmet Duran Bulut

                  İstanbul                                             Isparta                                   Balıkesir

“Bu madde hükümleri, Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarında bulunan öğretim elemanları hakkında da uygulanır.”

TBMM Başkanlığına,

651 sıra sayılı Kanun Tasarısının çerçeve 2. maddesinin 1. fıkrasında geçen “öğretim elemanları” ibaresinden önce gelmek üzere, “askerî ve sivil yükseköğretim kurumlarında görevli yerli ve yabancı uyruklu” ibaresinin; fıkranın sonuna da “Akademik teşvik puanı otuzun altında kalanlara ise yukarıda belirtilen oranların yarısı tutarında akademik teşvik ödeneği verilir.” cümlesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

           Mustafa Kalaycı                    S. Nevzat Korkmaz                           Reşat Doğru

                   Konya                                     Isparta                                          Tokat

         Ahmet Duran Bulut                   Yusuf Halaçoğlu                   Hasan Hüseyin Türkoğlu

                 Balıkesir                                  Kayseri                                      Osmaniye

              D. Ali Torlak                               Alim Işık

                 İstanbul                                  Kütahya

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı "Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın 2. maddesi ile 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa eklenmesi öngörülen ek 4 üncü maddenin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

        Aydın Ağan Ayaydın                      Fatma Nur Serter                         Aytuğ Atıcı

                 İstanbul                                       İstanbul                                    Mersin

              Kamer Genç                                 Oğuz Oyan                                      

                  Tunceli                                          İzmir

Akademik teşvik puanı otuz ve üzerinde bulunanlara, Devlet Memurları Kanununa tabi en yüksek Devlet memuru brüt aylık (ek gösterge dahil) tutarının;

a) Profesör kadrosunda bulunanlar için % 200’üne,

b) Doçent kadrosunda bulunanlar için %180’ine,

c) Yardımcı Doçent kadrosunda bulunanlar için % 160’ına,

d) Araştırma görevlisi kadrosunda bulunanlar için % 140’ına,

e) Öğretim görevlisi ve okutman kadrosunda bulunanlar için 140’ına,

f) Uzman, çevirici ve eğitim-öğretim planlamacısı kadrosunda bulunanlara % 140’ına,

aldıkları akademik teşvik puanının yüze bölünmesi suretiyle bulunacak oranın uygulanması suretiyle hesaplanan tutarda akademik teşvik ödeneği verilir."

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı Kanun Tasarısının 2'inci maddesiyle, 11/10/1983 tarihli 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanuna eklenmesini öngörülen Ek Madde 4'ün kaldırılmasını arz ve talep ederiz.

        Sırrı Süreyya Önder                     Hasip Kaplan                         Pervin Buldan

                 İstanbul                                    Şırnak                                       Iğdır

             İdris Baluken                            Adil Zozani

                   Bingöl                                    Hakkâri

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Katılmıyoruz Başkan.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Gerekçe...

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Hükümetin bu değişiklik ile akademik teşvik kapsamında performansa dayalı ücret uygulamasını kanunlaştırmaya çalıştığı bilinmelidir. Bu çaba, akademik topluluğun bilimsel bilgi üretimi yerine gelir getirici işlere yönelmesini, emekçiler arasındaki dayanışmanın yerine rekabetin geçmesini ve üniversitelerin üniversite olmaktan çıkarılmasını hızlandıracaktır. İş bu önerge bu gerekçe ile verilmiştir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı "Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın 2. maddesi ile 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa eklenmesi öngörülen ek 4 üncü maddenin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Aytuğ Atıcı (Mersin) ve arkadaşları

Akademik teşvik puanı otuz ve üzerinde bulunanlara, Devlet Memurları Kanununa tabi en yüksek Devlet memuru brüt aylık (ek gösterge dahil) tutarının;

a) Profesör kadrosunda bulunanlar için % 200’üne,

b) Doçent kadrosunda bulunanlar için %180’ine,

c) Yardımcı Doçent kadrosunda bulunanlar için % 160’ına,

d) Araştırma görevlisi kadrosunda bulunanlar için % 140’ına,

e) Öğretim görevlisi ve okutman kadrosunda bulunanlar için 140’ına,

f) Uzman, çevirici ve eğitim-öğretim planlamacısı kadrosunda bulunanlara % 140’ına,

aldıkları akademik teşvik puanının yüze bölünmesi suretiyle bulunacak oranın uygulanması suretiyle hesaplanan tutarda akademik teşvik ödeneği verilir."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Katılmıyoruz Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Aytuğ Atıcı, Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Atıcı.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlarım, 651 sıra sayılı yükseköğretim personeline zam öngören tasarı için ve bu tasarının 2’nci maddesi üzerinde verdiğimiz önerge için söz almış bulunuyorum.

Gerçekten bilime inanan, gerçekten göz boyamayan bütün insanları da saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, burada öğretim üyelerinin maaşlarını artırıyorsunuz, bunda herhâlde kimsenin söyleyeceği bir şey olmaz. Peki, size bir soru sorsam, desem ki: Bu ülkede TÜİK verilerine göre yaklaşık olarak yoksulluk sınırı nedir? Yeni rakam 3.926 lira. Bu duruma göre, siz, bu düzenlemeyle bile, bu düzenlemeyi hayata geçirerek bile acaba hangi seviyedeki öğretim üyesini yoksulluk sınırının da altına ittiğinizi ve yoksulluğa mahkûm ettiğinizin farkında mısınız? Bence değilsiniz. Ben söyleyeyim: Yardımcı doçent ve aşağısındaki bütün akademik personel bu uygulamaya rağmen yoksulluk sınırı altında kalacaktır. İşte bizim önergemiz diyor ki: Gelin, biraz daha insani olalım ve akademik teşvik miktarını 2 katına çıkaralım, hiç olmazsa Türkiye’deki akademik personeller yoksulluk sınırının üzerinde olsun. Bunu teklif ediyoruz, birazdan reddedeceğinizi şimdiden söylüyorum ve kayıtlara da böyle geçireceğinizi biliyorum. Ben de bunu her yerde, her panelde, her üniversite toplantısında söyleyeceğim. İnşallah, kabul eder, beni utandırırsınız.

Bakınız, bu uygulamayı yaparken yani maaşları artırırken acaba samimi misiniz? Samimi değilsiniz, hiçbir şekilde samimi de olmadınız. Neden? Bakıyorum, Hükûmet sırasında Millî Eğitim Bakanımız yok, Orman ve Su İşleri Bakanımız var.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Eski bir profesör var.

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Orman ve Su İşleri Bakanı öğretim üyeleriyle ilgili, eğitimle ilgili bir konuda birazdan fikir söyleyecek, hatta söyledi, “Önergeye katılıyor musunuz?” dedi, Sayın Bakan “Katılmıyoruz.” dedi Hükûmet olarak. Ya, orman kafasıyla düşünsen anlarım, su kafasıyla düşünsen anlarım ama hangi zihniyetle Eğitim Bakanımız burada yokken Hükûmet buna katılmıyor, bunu da sizin takdirlerinize sunuyorum.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Ya, ben otuz yıllık profesörüm.

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Samimi değilsiniz. Neden samimi değilsiniz? Gerekçenize bakıyorum. Bakın, bu gerekçeyi ben yazmadım, Sayın Başbakan imzasıyla gönderdiğiniz ve bir akademisyen olan Sayın Başbakan imzasıyla gönderdiğiniz gerekçede diyorsunuz ki: “2023 yılı hedeflerimize ulaşabilmemiz için bilim, teknoloji, ekonomik alanda dünyanın sayılı ülkelerinden biri hâline gelmemiz için bilgi üretmemiz lazım.” Diğer taraftan, aslında sizin zihniyetiniz “Bizden mucit çıkmaz.” bunu söyleyen sizin bakanınız. Samimi değilsiniz. Gerçek zihniyetiniz budur ama süslü laflar etmekte üzerinize yoktur. Samimi değilsiniz.

Bakın, AKP milletvekilleri, hemen zıplamayın, ben size bir şey söylemiyorum, ben Hükûmete söylüyorum. Buyurun, siz samimi olun, Hükûmetinize deyin ki: “Yahu, biraz edep! Bunları söylüyorsun ama söylediklerinle yaptıkların birbirini tutmuyor. Diyorsunuz ki: “Ülkemizde 2014 yılı Ekim ayı itibarıyla 177 üniversite var.”, övünüyorsunuz. Diğer taraftan, Sayın Başbakan utanç verici bir şekilde, konuşmasında –hem de YÖK’ün açılış konuşmasında- diyor ki: “Efendim, şu öğretim üyeleri yok mu şu öğretim üyeleri! Ah, ah! Biz bu kadar üniversite yaptık ama nitelikli öğretim üyesi bulamıyoruz. Yok nitelikli öğretim üyesi.” diye bütün öğretim üyelerini aşağılıyor.

Samimi değilsiniz, ben size bunu anlatmaya çalışıyorum, samimi değilsiniz. Bir yandan diyorsunuz ki: “Öğretim üyeleri üzerinden biz bu eğitimi gösteriyoruz, yapıyoruz. Bu öğretim üyeleri çok iyi olmalı.”, diğer taraftan jet profesörler üretmeye devam ediyorsunuz. Çıkıyor Sayın Cumhurbaşkanı “Ya, şu hastanede çalışan bizim doktorları doçent, profesör yapıversek ne olur?” diyor. Yalakalar başlıyor alkışlamaya, alkış, “Tabii yaparız.” diyor ve yapmaya çalışıyor. Yahu, hangi akla hizmet, hangi vicdan, hangi akılla siz bunu söylüyorsunuz? “Şu bizim çocukları profesör, doçent yapıverelim.”

Sizin anlayışınız işte bu. Bu yüzden dolayı da utanç duyuyorum. Bu tasarıyı gönderen Başbakan bir akademisyendir. Böyle bir tasarıyı gönderdiği için ve yaptığı konuşmalar için gerçekten utanç duyuyorum. Bilim insanlığının ruhunu hiç algılayamamış, hiç anlayamamış diyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığına,

651 sıra sayılı Kanun Tasarısının çerçeve 2. maddesinin 1. fıkrasında geçen “öğretim elemanları” ibaresinden önce gelmek üzere, “askerî ve sivil yükseköğretim kurumlarında görevli yerli ve yabancı uyruklu” ibaresinin; fıkranın sonuna da “Akademik teşvik puanı otuzun altında kalanlara ise yukarıda belirtilen oranların yarısı tutarında akademik teşvik ödeneği verilir.” cümlesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Reşat Doğru (Tokat) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Reşat Doğru, Tokat Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Doğru.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

651 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde vermiş olduğumuz önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bu önergemiz de maaşların veyahut da öğretim üyelerimize verilecek olan ücretlerin artırılmasıyla ilgili bir görüşümüzdür. Bu görüşümüzde de şunu söylemek istiyoruz, diyoruz ki: Eğitimde teşvik ödeneğinin en azından bir bazı olsun, yani 30 puanlı bütün öğretim elemanlarımızın hepsine verelim. Ondan sonraki diğer çalışmalar da onun üzerine olsun diye bir düşüncemiz var. Teklifimiz de bu yöndedir. Şöyle ki, tabii bu tür kanun yıllardan beri üniversite öğretim üyeleri tarafından beklenmektedir. Yani her gittiğimiz yerde, her üniversite ziyaretlerimizde oradaki profesöründen okutmanına, uzmanına kadar herkes özellikle demektedir ki: “Ya, bizim maaşlarımız çok az; bu verilen maaşlarla bırakın ailemizin ihtiyaçlarını karşılamayı kendi ihtiyaçlarımızı karşılayamıyoruz. Dolayısıyla bununla ilgili bir çalışma yapılsın.”

Saygıdeğer milletvekilleri, tabii biz de bunu devamlı olarak gündeme getirmeye çalıştık. Özellikle bir, sağlık personeli, ikincisi de üniversite öğretim üyelerimiz hakikaten uzun yıllardan beri bu nevi bir kanun tasarısının getirilmesini beklemişlerdir. Ancak görüldüğü kadarıyla getirilen kanunda verilen paralar 726 lira ile 835 lira arasında, yani neredeyse son yapılan zamlarla beraber, kömür zamları, doğal gaz zamları, elektrik zamları, onların hepsini üst üste koyduğunuz zaman onları bile karşılayamayacak miktardadır. Dolayısıyla bunların, yani getiriliyorsa en azından şöyle bir, adamların mutmain olabileceği veyahut da geçimlerini temin edebileceği şekilde bir oranda olması gerekirdi diye düşünüyoruz. İşte dün de sormuş olduğumuz sorulara, bugün sormuş olduğumuz sorulara Sayın Millî Eğitim Bakanı maalesef cevap vermiyor. Kendisine göre birtakım cevaplar veriyorlar. Ama görünen odur ki, bu insanlar uzun zamandan beri bu artışı beklemekteydiler ama getirilen artış her noktasında çok azdır, çok yetersizdir. Bu manada da bu kanunun nasıl hazırlandığını veyahut da niye bu şekilde olmuş olduğunu da düşünmeden edemiyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, tabii bunun aynı zamanda emekliliğe de dâhil edilmesi gerekmektedir. Yani şimdi burada bir maaş artırımı yapıyoruz, emekliliğe intikal etmiyor. Emeklilerimizin zaten birçok sorunları var. O sorunların içerisinde üniversite öğretim üyelerimizin, özellikle mesela yardımcı doçentlerin… Yardımcı doçentler emekliliklerinde çok büyük mağduriyet içerisindedirler. Onlar da yıllardan beri bu yönlü olarak bir artırım beklemektedirler, bir düzenleme beklemektedirler, ek ödemelerinin, katsayılarının belli bir orana yükselmesini istemektedirler. Ama enteresandır onunla ilgili de bu kanun içerisinde bir şey yoktur.

Biz bununla ilgili, yardımcı doçentlerle ilgili bir kanun teklifi yapmıştık. Ancak bizim kanun teklifimiz burada görüşülüyor şeklinde ismimiz geçiyor ama yapmış olduğumuz o önerilerin hiçbirinden bir eser yoktur diye söylemek istiyorum.

Tabii, bunun yanında, üniversite öğretim üyelerinin en büyük isteklerinden bir tanesi de kadrolardır. Doçent kadroları, diğer kadrolar… Hakikaten kadro sıkıntısı had safhayı aşmıştır. Ama, bunun yanında, özellikle üniversite hastanelerinde şu anda servislerde ciddi manada asistan eksikliği vardır.

Bakınız, ben Tokat Milletvekiliyim. Tokat’ımızda Gaziosmanpaşa Üniversitesinin çok güzel bir Tıp Fakültesi var. Tıp Fakültesinin genel cerrahisinde, kardiyolojisinde asistan uzmanlık sınavına giriyor, uzman oluyor, onun yerine asistan verilmiyor yani kadro verilmiyor. Dolayısıyla çok ciddi manada sıkıntılarla karşı karşıyayız.

Bunu da yine YÖK yetkililerine soruyoruz: Niye bunu bu şekilde yapıyorsunuz? Yani eğer orada asistan uzman olmuşsa, o uzman olan asistanın yerini niye doldurmuyorsunuz veyahut da bu şekilde mağduriyetler ortaya koyuyorsunuz? Bunun gibi birçok sorunlar var.

Tabii, bu kanun görüşülünce, özellikle üniversite öğretim üyelerinden tutun da öğrencilerine kadar herkes bizleri arayarak bazı konuların dile getirilmesini istiyor. Yine, bazı üniversite öğretim üyeleri bizleri aradılar, diyorlar ki: “Üniversiteler Kanunu’nun 30’uncu maddesine göre geçici olarak görevlendirilen insanlar, öğretim üyelerimiz var fakat yolluk ve yevmiye verilmiyor bunlara.”

Saygıdeğer milletvekilleri, bu mağduriyetin de mutlaka giderilmesi lazım. Nasıl kadro ihtiyacı varsa ve bu insanlar başka bir yere görevlendirilmişse o görevlendirilen insanların niye biz hakkını vermiyoruz? Tabii, bunun gibi bir sürü sorunla karşı karşıyayız.

Yine, özellikle, Millî Eğitim Bakanım -Sayın Bakanım buraya gelmişler- şimdi Türkiye’mizin en önemli sorunlarından bir tanesi uyuşturucuyla mücadeledir. Bakınız, ESBAT Projesi diye bir proje vardır. Bu projenin manası, Avrupa ülkelerindeki uyuşturucuyla mücadelenin araştırılmasıdır ilköğretim okullarında, liselerde. Enteresandır 2004 senesinden itibaren Türkiye’mizde bununla ilgili araştırma hakkı verilmiyor. Yani araştırmada Türk milletinin örf ve âdetlerine uyulmuyor şeklinde bir kaldırılma yapılmış, ama dünyanın her tarafında bu uygulanıyor. Onunla ilgili bazı düşünceleriniz varsa onları bir kenara koyarsınız, ESBAT Projesi uygulanır diye söylemek istiyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının 2 nci maddesine konu ek 4 üncü maddeye aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

“Bu madde hükümleri, Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarında bulunan öğretim elemanları hakkında da uygulanır.”

Mustafa Elitaş (Kayseri) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarında bulunan öğretim elemanlarının da akademik teşvik ödeneğinden yararlandırılması amaçlanmaktadır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.41

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10’uncu Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

651 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- 2914 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 10- Ek 4 üncü maddede belirtilen yönetmelik dört ay içinde yürürlüğe konulur. Ek 4 üncü maddenin birinci fıkrasına göre ilk defa akademik teşvik puanı hesaplanması, 2015 yılında yapılan faaliyetler esas alınmak suretiyle 2016 yılı için yapılır.”

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Aykan Erdemir, Bursa Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Erdemir.

CHP GRUBU ADINA AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bizleri ekranları başında izleyen yüce milletimiz; akademik zamma ilişkin Cumhuriyet Halk Partisinin görüşü açık; yetmez ama evet. Neden yetmez ama evet? Çünkü TÜRK-İŞ’in yoksulluk araştırmasına göre ekim ayı itibarıyla Türkiye’de 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 3.926 lira. Akademik zam ne yazık ki araştırma görevlilerimizi, öğretim görevlilerimizi ve yardımcı doçentlerimizi yoksulluk sınırının üzerine çıkarmak için yeterli değil. Yoksul bırakılan akademisyenler, bilim ve teknolojide geri kalmak demek; bilimi yoksul bırakmaksa Türkiye’yi yoksulluğa mahkûm etmek demek. Ayrıca, bu kanunla kazanılan hakların emekliliğe yansıtılmaması da bir büyük eksiklik, bunu dile getirdik. Akademik teşvik ödeneğinin de 2016’dan itibaren devreye gireceğini de, bu ek kaynak için bilim emekçilerinin daha bir yıl beklemek zorunda kalacaklarını da hatırlatalım.

Ama unutmayalım ki Türkiye’de akademisyenlerin tek derdi ekmek değil; akademisyenler ekmek kadar hürriyet de ister, özgürlük de ister. Bilim, sanat ve kültür baskıcı ortamları terk eder, özgürlüklerin egemen olduğu kurumları ve ülkeleri tercih eder. Sizlerin bu gerçeği anladığınızı zannetmiyorum.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Orta Doğu Teknik Üniversitesini solcu, ateist, terörist olarak tanımlamıştı. ODTÜ öğretim üyeleri için de “Eğer bu hocalar öğrencilerini böyle yetiştiriyorsa onlara da yazıklar olsun. Bize böyle hocalar lazım değil.” demişti. Benim de mensubu olmaktan gurur duyduğum ODTÜ ailesi bu yakışıksız saldırıları muhatap almadı. Ama Erdoğan’a en iyi yanıtı Times Higher Education listesi verdi. Bu endeks, ODTÜ’yü 85’inci sıradan dünyanın en iyi 100 üniversitesinden biri olarak seçti, Türkiye’ye bu gururu yaşattı. Kendi siyasetçilerinden gördüğü bunca horlama, bunca aşağılama, bunca kösteğe rağmen dünya üniversiteleri listesinde ilk 100 arasında bir Türkiye üniversitesi görmemizi sağlayan ODTÜ ailesine buradan selam olsun; destek göreceğine biber gazına, TOMA suyuna maruz bırakıldığı hâlde dünyayla bilim ve teknolojide rekabet eden ODTÜ’lülere selam olsun.

Ama bilim ve eğitimdeki karnemiz yalnızca ODTÜ’deki kırıkla sınırlı değil, başka utançlarımız da var. Örneğin, Türk Musevi Cemaati Hahambaşı Sayın İshak Haleva’nın torununu TEOG ile Şile İmam Hatip Lisesine yerleştirdiniz. İstanbul Kadıköy’de oturan Ermeni öğrenciyi Rize Kalkandere Anadolu İmam Hatip Lisesine yerleştirdiniz. Öğrencinin eviyle okulunun arasındaki mesafe tam 1.148 kilometre. Her gün okula gidip gelmesi için 2.296 kilometre yol yapması gerekiyor bu öğrencimizin. Kendisi bu okula her gün gidip gelse on yedi günde devriâlem yapıyor, dünyanın çevresini bir kere turluyor; bir eğitim öğretim yılında aya gidiyor, liseyi bitirene kadar 2 kere aya gidip dönmüş olacak. Yine, İstanbul Özel Pangaltı Ermeni Ortaokulu mezunu bir öğrenciyi Ayazağa Anadolu İmam Hatip Lisesine yerleştirdiniz.

İşte bu saydığım rezaletler ne yazık ki sizin eseriniz, TEOG’un eseri. Bu ucube sizin eseriniz, gurur duyabilirsiniz.

Zaten bu işin doğru gitmeyeceğini biz 2011 yılında, seçimlerin hemen sonrasında anlamıştık. Ne yapmıştınız? İlk icraatlarınızdan biri olarak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığıyla ilgili kararnameye eklenen torba hükümlerle TÜBA’nın, Türkiye Bilimler Akademisinin bilimsel özgürlüğünü ve yapısal özerkliğini sona erdirmiştiniz. Nedense hep akademiyi, bilimi tarım ve hayvancılıkla özdeşleştirdiniz. Belki bu nedenledir ki TÜBİTAK’ın Ulusal Akademik Ağı ve Bilgi Merkezi Enstitü Müdürü olarak bir hayvanat bahçesi müdürünü atadınız. Bence yol yakınken, oldu olacak üniversiteleri de YÖK’ten alın, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlayın. (CHP sıralarından alkışlar) TÜBA’ya YÖK’ün atadığı 17 profesörün ve TÜBİTAK’ın atadığı 2 üyenin hiçbir uluslararası yayını yok. Atanan üyelerden 22’sinin çalışmalarına tek bir uluslararası atıf yok. İşte bu nedenledir ki TÜBA’nın tam 58 üyesi kapıkulu olmayı reddederek TÜBA’dan istifa ettiler. Bakın, istifa mektuplarında size ne dediler: “Akademilerin, hükûmetlerin, iş dünyasının ve her türlü baskı gruplarının etkisi dışında üye seçmeleri, akademi dışındaki kurumların üye seçimlerine müdahale etmemeleri esastır. Türkiye Bilimler Akademisine üye seçilmiş, bilimsel yöntemi ve akademik liyakat, özgürlük ve dürüstlük ilkelerini benimsemiş bilim insanları olarak bizler, TÜBA’nın 651 ve 662 no.lu Kanun Hükmünde Kararnamelerle Hükûmet, YÖK ve TÜBİTAK Bilim Kurulunca üye ve başkan atanması şeklinde yeni yapılandırmalarla bir akademi olma niteliğini yitirdiğini görüyoruz. Gösterdiğimiz tüm gayretlere ve yaptığımız temaslara rağmen bu durum değişmedi. Dünyanın her yanından birçok akademi ve uluslararası akademi birlikleri de ülkemizin en yetkili makamlarına ve TÜBA’ya ilettikleri mesajlarla üyelerini kendileri seçmeyen kurumların akademi olarak kabul edilemeyeceğini açıklıkla ifade ettiler. Bu nedenle TÜBA üyeliğinden üzülerek istifa ettiğimizi duyuruyoruz.” dediler. Ama siz bu 58 onurlu bilim insanının protestosunu duymazdan geldiniz. Bugün, Bilimler Akademisi Derneğinde, bağımsız, özerk dernekte bilimin, kuşkuculuğun, eleştirelliğin mücadelesini veriyorlar.

Yine, üniversitelerle ilgili bir başka vizyonunuz, sizin “Pravda”nız hâline gelmiş olan Yeni Şafak gazetesinde sayfalara yansıdı. Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan, 15 Ağustos 2014 tarihinde yazdığı “Erdoğan’a 20 öneri” başlıklı yazısında bakın hangi müthiş eğitim politikasını önerdi: “Boğaziçi, Bilkent ve ODTÜ yıkılmalı.” Yıkmayı önerdiği 3 üniversite, Dünya Üniversiteler Sıralaması’nda Türkiye’nin gururu olmuş kurumlar. ODTÜ, dünyada 85’inci sırada, Boğaziçi 139’uncu sırada, Bilkent 201’inci sırada. “Bu öneriye ne yanıt verilir?” diye düşünürken aklıma şu dizeler geldi: “Gel yıkalım desem Süleymaniye’yi yeter bir kazma, bir kürek; gel yapalım desem Süleymaniye’yi bir Kanuni bir de Mimar Sinan gerek.” Evet, Boğaziçi, Bilkent ve ODTÜ’yü gerçekten de yıkabilirsiniz, gaza da boğabilirsiniz, TOMA suyuna da boğabilirsiniz ama topunuz bir olsa bir ODTÜ, bir Bilkent, bir Boğaziçinin inanın bir tuğlası etmezsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Ne yazık ki milletimizin başına kimi zaman Deli İbrahimler geçiyor, kimi zaman Kanuni Sultan Süleymanlar geçiyor. Ben inanıyorum ki akıl tutulmaları er geç bu topraklarda son buluyor, her su yeniden yatağını buluyor, tekrar Türkiye’de siyasete akıl egemen oluyor. Bugünkü akıl tutulmasının da bir gün biteceğine ilişkin inançla, konuşmama TÜBA asli üyelerinden, TÜBİTAK Ödülü sahibi Profesör Doktor Engin Umut Akkaya’nın sözleriyle son vermek isterim. Bakın ne diyor bu Hocamız: “Siyasi erkin, bir fetih hırsıyla ara sıra hoşlanmadığı işler yapan bir özerk kurumu ele geçirme girişimi, bunu öyle nazik bir şekilde de yapmayıp TÜBA’dan bir görüş bile istemeden bilim adamına değer vermediğini göstere göstere bir dayatma. Bilim de bilim adamı da takdir edilmediği yerden göçer. Bunu maalesef göreceğiz. Atanacak ilk grup emin olun, en az tepki toplayacak olanlardan özenle seçileceklerdir. Aparatçıklar ise yavaş yavaş yerleştirileceklerdir, hep alıştıra alıştıra. Ben de bugüne böyle bir not düşmek istedim işte. ‘TÜBA düşerken ne yaptın Engin Hocam?’ diye bir genç akademisyen sorarsa yirmi yıl sonra, söyleyecek bir iki sözüm olsun diye. Umutsuzluğa kapılmaya gerek yok. Hiçbir dönem sonsuza kadar sürmeyecektir.” diyor Engin Hocamız. Biz de sözlerinin altına imzamızı atıyoruz. Biliyoruz ki hiçbir dönem sonsuza kadar sürmeyecektir. Her akıl tutulması bir gün elbet son bulacaktır. Bir toplumun tüm fertleri otoriter bir karanlıkta yollarını kaybetmiş olsalar bile, gençler ve öğrenciler toplumu yeniden gün ışığına kavuşturacaktır, tıpkı akıl tutulması yaşayan Nazi Almanyası’nda en büyük toplumsal direnişi gösterenin Münih Üniversitesi öğrencilerinden oluşan Beyaz Gül topluluğu olduğu gibi.

Biz biliyor ve inanıyoruz ki, Türkiye'nin üniversitelerinde de nice beyaz gül vardır, nice kırmızı karanfil vardır, nice özgür ve onurlu öğrencimiz, eğitim emekçimiz, öğretim üyemiz vardır. Hepsine buradan selam olsun (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.

Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; YÖK Personel Kanunu’nda değişiklik yapan tasarının 3’üncü maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kanun tasarısının özeti birçok kez ifade edildi. Gerçekten çok zor şartlarda bilgi üretmeye ve talebe yetiştirmeye çalışan üniversite hocalarımızın yaşam şartlarını nispi olarak iyileştirmek ve yine çalışma ortamında nispi iyileştirmeler yapmak üzere hazırlanan bir taslak. Kısmi de olsa içinde iyileştirme içerdiği için Milliyetçi Hareket Partisi olarak destekliyoruz.

Millî Eğitim Komisyonunda kanun taslağı olgunlaştırılırken, Milliyetçi Hareket Partisinin, üniversitelerde sayıları binleri bulan araştırmacı ve uzman kardeşlerimizin de bu iyileştirmeye dâhil edilmesi önerileri karşılık bulmuştur. Millî Eğitim Komisyonunun Milliyetçi Hareket Partisi üyeleri başta olmak üzere, bu önerimize destek olan bütün Komisyon üyelerine teşekkürü bir borç biliyoruz. Aksi takdirde çok büyük haksızlıklar olacaktı değerli milletvekilleri. “Efendim, iyileştirme yetersiz, imkânlarımız bu kadar.” diyemezsiniz.

Önceden iktisat dersinde bir pasta paylaşımı hikâyesi vardı, “Önce pastayı büyütelim, ondan sonra dağılımına bakarız.” denir idi. Çağdaş dünya artık bunu kabul etmiyor, insani gelişim endekslerini ortaya koyuyor ve şunu söylüyor: “Gelecekteki pasta paylaşım rüyasını dayatmayı bir tarafa bırak, bugün bu pastayı adil paylaştır.” Kaçak saraylara ve özel uçaklara 2 katrilyonu bulan siyasi irade, öğretim üyelerine âdeta kuş yemi gibi iyileştirmeyi, bir de âlâyı vâlâyla böyle kamuoyuyla paylaşmasını da hakikaten yadırgadığımı ifade etmek istiyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak “Bilime ve bilgiye, bilim adamına saygı göstermeyen, bilimin önünü açmayan devletin geleceği olamaz.” diyoruz. Teşhisimiz odur ki asıl sıkıntı, öğretim üyesi yetiştiremeyen üniversiteler ve öğretim üyesi yetiştirmeyi beceremeyen bu üniversiteleri açan siyasal iktidardır. Bilim yuvası olan üniversitelerimizin hem akademik hem de idari, mali açıdan güçlendirilmesi ve bilim adamlarının yaşamlarını insanca sürdürebilmesi ve bilimsel çalışma ortamını tesis edecek imkânların tanınması yönünde konu derhâl masaya yatırılmalı ve acilen bir üniversite reformu hazırlanmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, eğer böyle bir tasarıyı getirirseniz destek vermeye hazır olduğumuzu şimdiden ifade etmek istiyorum.

Bu maddeye değişiklik önergesi veriyoruz değerli arkadaşlar. “Akademik teşvik uygulaması 2015’te başlasın, bir yıl öne alalım.” diyoruz. Sefalet ücretlerine mahkûm hocalarımıza “Bir yıl bekle.” diyorsunuz da değerli arkadaşlar, hayat pahalılığını bir yıl erteleyebiliyor musunuz, enflasyonu bir yıl geriye atabiliyor musunuz? O zaman, kabul etmemiz gerekir ki geciken hak adaleti sağlamıyor.

Değerli milletvekilleri, milletin gözünün içine baka baka Türkiye’nin nasıl geliştiğini, nasıl kalkındığını AKP Hükûmeti, âdeta icraatın içerisinde gibi, her gün 70 tane televizyon kanalıyla millete bas bas bağırıyor. Biz ne söylersek siyaset oluyor ama dışarıdan Türkiye nasıl görünüyor? Objektif olarak rakamları sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakın, Forbes Dergisi refah endeksine göre ülkeleri sıralamış. AKP’nin on iki yıldır kesintisiz yönettiği ve “Çağ atlattık.” dediği Türkiye bakın ne hâlde: En müreffeh ülkeler içerisinde 87’nci sırada, hak ve hürriyetler açısından 130’uncu sırada, eğitim açısından 89’uncu, güvenlik açısından 99’uncu sırada, yönetim kategorisinde 55’inci, sağlıkta 54’üncü sırada. Türkiye hiçbir kategoride ilk 50’de bile yok değerli arkadaşlar. Gelir dağılımı adaletinde Şili ve Meksika’dan sonra dünyada en kötü 3’üncü ülkeyiz. Hırsızlık, yolsuzluk, kayırmacılık, adaletsizlik, bu kriterlerde neredeyiz diye sorarsanız, sadece tasnif dışı olduğumuzu belirtmek istiyorum moralinizi bozmamak için.

Değerli milletvekilleri, dün AKP Grubunda, kendi beceriksizliğini, başarısızlığını örtmek için, yersiz ve haksız bir biçimde, Başvekil Davutoğlu, Milliyetçi Hareket Partisine koca koca laflar etti. Birileri ona “Erdoğan’ın kendi üzerindeki gölgesini, Milliyetçi Hareket Partisine ne kadar çamur atarsan, iftira atarsan o denli kaldırırsın.” demiş olmalı ki konuşmalarında yaptıklarını yahut yapacaklarını ifade etmek yerine, Milliyetçi Hareket Partisine iftira atmayı alışkanlık hâline getirdi.

Gerçi ne anlatsın, ne anlatsın? Dışişleri Bakanlığı döneminde ülkeyi sıcak savaşın eşiğine nasıl getirdiğini mi, yüzüne gözüne bulaştırdığı dış politikamızı mı anlatsın? Onu da “Konuşsun bakalım.” diye değerlendiriyoruz.

Değerli hazırun, 1 katrilyon 370 trilyon liralık Ak Saray ve 460 trilyonluk özel uçağı gündeme getiren muhalefete, AKP sözcüleri âdeta kendilerine ezberletilmiş metnin nakaratlarını tekrar edercesine “Efendim, bu yapı da bu uçak da Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanına, Başbakanına yakışmaz mı?” diyorlar. Yakışmaz olur mu? Yakışır. Ama değerli arkadaşlar, işçiye de yakışır, memura da yakışır, köylüye de yakışır, asgari ücretliye de yakışır, madenciye de yakışır.

“Milletin adamı” diye dolaşıyorsun ortalıklarda. Unutma ki milletin adamı, bu nimetleri kendisine değil de milletine yakıştırandır. Aynı mantık değil midir “Bu zenginliğin kaynağı nedir? Karun kadar zengin -bak, bu tabir bizim değil, şimdi Başbakan Yardımcısı olan Numan Kurtulmuş’un- nereden geliyor bu servet?” sorusuna, “Nereden gelmişse gelmiştir, mahkemelerde de hesabını vermeyiz.” diyen zihniyet, bakın aynı zihniyettir.

Davutoğlu “Biz bu milletin hâkimi değil, hadimiyiz yani hizmetkârıyız.” diyor. Her birinde 30 öğrenci okuyacak 12 derslikli 400 okul inşa etmek yerine yaklaşık 1,4 katrilyon liraya Ak Saray yap, efendim, 70-80 tane hastane inşa etmek yerine 465 trilyon liraya özel uçak al, milletin hadimiyiz de.

Sayın Davutoğlu, devletin Dışişleri Bakanlığı Konutu varken aylık kirası 49 milyar lira olan villada otururken bu millete hizmetkârlık mı yapıyordun?

Sayın Konya Milletvekili, Sayın Davutoğlu, ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.

Başvekil Davutoğlu dünkü grup toplantısında yine Milliyetçi Hareket Partisine diyor ki: “Ermenek’i eleştireceğinize 17 Ağustos Marmara depremine bak.” Evet, beraber bakalım Sayın Başvekil. 17 Ağustosta sadece İzmit, sadece Sakarya değil, tam 14 il deprem yaşamıştı ve bu bölge, Türk ekonomisinin kalbinin attığı yerdi. 60 binden fazla can kaybı, 500 bin civarında yıkılmış ya da ağır hasar görmüş konut vardı ve 57’nci Hükûmet, bu asrın felaketinin altından alnının akıyla kalkmasını bildi.

“Deprem mahalline dahi bir haftada ulaşamadılar.” diyen Davutoğlu’na hatırlatıyorum ki Ermenek’teki o 18 canımızı içeriye tıktığınız o ölüm çukurunda o 18 can tam bir haftadır kurtarılmayı bekliyor. Yanı başınızdaki o maden çukuruna bir haftadır ulaşamayanların kalkıp da 17 Ağustos depreminde “Efendim, bölgeye ulaşamadılar.” demiş olmasına kargalar bile gülmektedir. Sayın Başvekil, 17 Ağustos depremi ve koalisyon hükûmeti hakkında koca koca konuşuyorsun ama maden ocağı faciasında sınıfta kalıyorsun, hem de kendi memleketinde sınıfta kalıyorsun. Adama demezler mi daha gözündeki çöpü görmüyor, başkasının gözüne fırlamış cam kırıklarıyla uğraşıyorsun?

Değerli arkadaşlar, bir de “Devlet nerede?” sorusuna “Devlet burada, devlet her yerde.” diyor Sayın Davutoğlu. İçişleri Bakanı Ala da diyor ki: “PKK şehirlerde hâkim olmaya başladı.” Vıcık vıcık terörizmin kucağına oturmuş, efendim, devlet yönetmeyi bilmeyen bu adamlardan devletin kurtarılması lazım. “Devlet nerede?” sorusundan önce “Devlet adamı nerede?” diye sormamız gerekiyor.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Aytuğ Atıcı, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Atıcı. (CHP sıralarından alkışlar)

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

651 sıra sayılı yükseköğretim personellerine zam yapılmasıyla ilgili tasarının 3’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, az önceki konuşmamda sizlerin bu yasa tasarısıyla samimi olmadığınızı söylemiştim. Şimdi eğitime bakış açınıza bir değinmek istiyorum.

Şimdi, eğitime bakış açınız, özellikle akademik eğitime bakış açınızı aslında Sayın Cumhurbaşkanı özetledi. Millî Eğitim Bakanımız da…

Sayın Millî Eğitim Bakanımız buna ne kadar katılır bilmiyorum ama “Şu hastanede çalışan doktorları profesör yapıverelim.” zihniyetidir sizin akademik eğitime bakış açınız.

Bakın Sayın Bakan, tıp fakültesinde çalışan öğretim üyeleri zam için size teşekkür ediyorlar, bugün konuştuk, hepimize teşekkür ediyorlar, diyorlar ki “Biz araştırma yaparak para alacağız ancak sizin yüzünüzden araştırma yapacak paramız yok, araştırma yapamıyoruz ki sizin bize tahsis ettiğiniz bu paraları alabilelim.”

Eğitim fakültesindeki öğretim üyeleri…

Sayın Bakanım, sesim geliyor mu o tarafa kadar, bilmiyorum.

Sayın Bakanım, sesim geliyor mu o tarafa kadar?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Geliyor.

BAŞKAN – Sayın Atıcı, lütfen Genel Kurula hitap edin efendim. Lütfen...

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Tıp fakültesinin öğretim üyeleri diyorlar ki “Biz sizin yüzünüzden, performans kriterleri nedeniyle ölüyoruz, bitiyoruz, araştırma yapmaya hiçbir şekilde gücümüz kalmıyor ve sizin yüzünüzden döner sermayemiz battığı için, döner sermayeden araştırmaya verilen paylar ödenmediği için hiçbir araştırma malzemesini laboratuvarlarımıza alamıyoruz.”

Bilginiz olsun Sayın Bakan. Nasıl bir bilim yapacaksanız, buyurun yapın.

Eğitim fakültesinde veya diğer fakültelerde çalışan öğretim üyeleri diyorlar ki “İkinci öğretimden kafamızı kaldıramıyoruz, hangi araştırmadan bahsediyorsunuz?” O yüzden, sizin vereceğiniz bu ulufe gibi paranın hiçbir anlamı yoktur.

Bakın, az önce AKP’den bir öğretim üyesi hocamız burada konuştu, dedi ki “Doçent demek, bilimsel olarak ‘Ben de varım.’ demektir, profesör demek ‘Olgunlaştım, kendi tarzımı uygulayacağım.’ demektir.” Şimdi, siz bu jet profesörlerin veyahut da “Şu bizim çocukları doçent yapıverelim.” dediklerinizin bu kriterlere uyduğuna inanıyor musunuz Sayın Bakan? Siz de bir öğretim üyesisiniz, hiç mi içiniz sızlamıyor? Hadi, bu lafı söyleyen adam öğretim üyesi değil ama siz nasıl ruhunuzu değiştirdiniz ve buna “Evet.” diyorsunuz, bunu lütfen sorgulayın. Siz, PISA araştırmalarına baktığınızda 65 ülke içerisinde -ki bu 65 ülke dünya ekonomisinin yüzde 80’ini temsil ediyor- böyle bir araştırmada 65 ülke içerisinde ortalama 45’inci olan bir ülkenin Millî Eğitim Bakanısınız. Bunların sebeplerini araştıracağınıza ilk ve ortaokuldaki müdürlerin kellesini aldınız, suçu onlara yüklediniz sanki. O yüzden kendinizi sorgulamanız gerekir.

Ama benim size bir teşekkür borcum var, siz bir fenomen oldunuz bu ülkede Sayın Bakan. Siz, nasıl ruhunu değiştirebilen, bir şekilde ileride öğrencilere örnek olarak, iyi olmayan bir örnek olarak gösterilecek bir kişi oldunuz, o yüzden size teşekkür ediyorum. İleride ben çocuğuma diyeceğim ki: “Bak evladım, Nabi Amcan gibi olma.”

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Çok ayıp konuşuyorsun, ayıp.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Çok ayıp ya.

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Ben oğluma, kızıma torunuma sizin gibi olmamasını söyleyeceğim Sayın Bakan. O yüzden… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Rahatsız olabilirsiniz, benim söylediklerim eleştiri sınırındadır. Ben çocuklarımın sizin gibi olmasını istemiyorum, o yüzden de çocuklarıma bunu böyle öğütleyeceğim. (CHP sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Ben de çocuklarımın sizin gibi olmasını istemem.

RECEP ÖZEL (Isparta) – İstemezsen isteme ya. Senin gibi olsun senin çocukların zaten.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Haddini bilmemek saygısızlıktır.

AYTUĞ ATICI (Devamla) – O nedenle, herkesin kendi mesleği başta olmak üzere onuruna da sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan…

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Konuşmanı yap git, niye şahsileştiriyorsun?

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Bir akademisyen saygılı olmayı bilir. O profesör titrini başka yerde bırak.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Size cevap bile vermiyorum, hele sana hiç vermiyorum.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Hadi oradan hadi, saygılı olmayı öğren önce.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Arkadaşlar, milletin muhatap almadığını siz niye muhatap alıyorsunuz ki, gerek yok.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Doğru söylüyor.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Muhatap alanları yok mu sayıyorsun?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Başkan, bir dakika müsaade eder misiniz?

BAŞKAN - Sayın Bakanım, sataşma nedeniyle kürsüye buyurun.

İki dakika söz veriyorum Sayın Bakanım.

Buyurun.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın, Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın 651 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın milletvekilleri, bu tasarıyı görüşmeye başladığımızdan beri burada sizlerden çok yararlı eleştiriler, öneriler geldi. Onlar için öncelikle çok teşekkür ediyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bize bakın Sayın Bakan, niye sadece o tarafa bakıyorsunuz?

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Sana ne, istediği yere bakar.

BAŞKAN – Sayın Tanal, size mi soracak yani nereye bakacağını?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Evet, bize bakacak, size mi bakacak?

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Sana ne nereye bakacağından!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Devamla) – Buna karşılık, maalesef bu Meclise yakışmayan, milletvekiline yakışmayan, adımı zikrederek çok terbiyesizce ifadeler kullanıldı. Baştan beri bunların hiçbirine cevap vermemek kararıyla oraya oturdum. Yine bu kararımı sürdürüyorum; hepsini, bu da dâhil olmak üzere, misliyle iade ediyorum, yakışan yere iade ediyorum.

Sizlere de teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Sizinle gurur duyuyoruz. Herkes kendine yakışanı yapar.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Atıcı.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Bakan terbiyesizce ifadeler kullandığımı söyleyerek sataşmıştır. Söz istiyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen.

Buyurun Sayın Atıcı. (CHP sıralarından alkışlar)

5.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı'nın, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, ben asla size terbiyesizlik yapmadım. Ben sizi eleştirdim ve çocuklarımın sizin gibi olmasını istemediğimi söyledim. Ne var bunda? (AK PARTİ sıralarından “Olamaz zaten!” sesleri)

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Olamaz zaten.

AYTUĞ ATICI (Devamla) - Niye zorunuza gidiyor? Ben de bir öğretim üyesiyim ve sizi eleştiriyorum.

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Hocam, bırak çocuklar istediği gibi…

AYTUĞ ATICI (Devamla) - Sizin 4+4’teki tutumunuz, daha sonra yaptığınız uygulamalar millî eğitimimize asla ve de asla çözüm olmayacak ve kapanmayacak yaralar açmıştır.

AFİF DEMİRKIRAN (Siirt) – O senin görüşün!

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Benim görüşüm. Ben görüşümü terbiye çerçevesinde buradan söylerim. Ağzımdan bir tane kötü laf çıkmadı, çıkmayacak, o kötü lafları size iade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

O yüzden, Türk millî eğitimine verdiğiniz bu zararlardan dolayı ben her kürsüye çıkışımda sizi eleştireceğim, buna da hakkım var.

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – O tertemiz çocuklarını katma Hoca!

AYTUĞ ATICI (Devamla) – O nedenle, beni terbiyesizlik yapmakla suçlamaya hakkınız yok. Hiç yakıştıramadım size. Böyle bir şeyi de asla kabul etmiyorum ve reddediyorum.

Bir dönün bakın bakalım, AKP hükûmetlerinde bile 5 tane bakan değişti, hangi birisi sizin kadar zarar verdi bu sürece?

RECEP ÖZEL (Isparta) – Hadi oradan!

AYTUĞ ATICI (Devamla) – “Babacan” diye sizi tanıttılar, hepimizi aldattınız, hepimizi bu görüşünüzle, bu duruşunuzla, sosyal demokrat bakışınızla herkesi kandırdınız…

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Muhafazakâr demokrat o, sosyal demokrat olan sensin.

AYTUĞ ATICI (Devamla) – …ve laik eğitimin ortadan kaldırılmasında bir numaralı rolü oynadınız ve sizi Truva atı olarak kullandılar, siz de buna izin verdiniz. Bir koltuk için değer miydi bu Sayın Bakan? (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Çok iyi yaptık, daha fazlasını yapacağız!

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 1 Milletvekilinin; Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın; Mersin Milletvekili Ali Öz ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın; İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın’ın; Ankara Milletvekili Zühal Topcu’nun; Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın; Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/981, 2/187, 2/929, 2/1532, 2/2135, 2/2260, 2/2290, 2/2403) (S. Sayısı: 651) (Devam)

 

BAŞKAN – Madde üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Canalioğlu, buyurun.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Trabzon Bedri Rahmi Eyüpoğlu Ortaokulu beden eğitimi öğretmeni Seçil Esmanur Erdem, 23 Kasım 2013 günü Trabzon’a gelen dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın konvoyuna Cumhuriyet Caddesi’nden geçerken yumurta attığı iddiasıyla gözaltına alınmış ve hakkında kamu görevlisine görevinden dolayı alenen hakaret suçlamasıyla dava açılmıştır. Öğretmen de isnat edilen suçu işlemediğini defalarca söylemiştir. Trabzon Valiliğince de hakkında idari soruşturma açılmış, bahsedilen öğretmen açığa alınmış ve bir süre sonra ise görevine iade edilmiştir. Mahkemece de görülen dava sonucunda 7.080 lira para cezasına çarptırılmış ve mahkeme cezayı ertelemiştir. Seçil öğretmen isnat edilen suçun karşılığı olarak da Millî Eğitim Bakanlığı, yani sizin Bakanlığınızca, Bakanlığınızın Yüksek Disiplin Kurulu kararıyla meslekten ihraç edilmiştir.

Sizce Yüksek Disiplin Kurulunca verilen bu ceza sizin ve toplumun vicdanını rahatsız etmiş midir?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bugün Millî Eğitim Komisyonunda TÜRGEV tarafından kurulması istenen İbn-i Haldun Üniversitesiyle ilgili YÖK’e üniversite kurmak için müracaat etmiş, YÖK izin vermiştir. Ancak TÜRGEV YÖK’e müracaat etmeden önce yani onun müracaatından önce üniversite kurmak için müracaat edenler var mı? Varsa kimlerdir, hangi vakıftır veya kişilerdir? Onlara izin bugüne kadar verilmedi, TÜRGEV’e niye verildi? TÜRGEV’e iznin verilmesinde TÜRGEV’in kurucularının arasında Adalet ve Kalkınma Partisinden milletvekillerinin ve o dönemin Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ailesinin olmasının etkisi var mıdır, yok mudur?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Aydın…

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, geleceğin sağlam ve özgürlükçü düşünen ve düşündüğü gibi yaşayabilen nesillerinin oluşmasında sağlamış olduğunuz eğitim sisteminden dolayı şahsınızı ve tüm kadrolarınızı tebrik ediyorum. Ayrıca da akademik kadroların yıllarca içerisinde uğraş verdikleri, ömürlerini tükettikleri bu süreçlerine de bugünkü kanun çalışmalarıyla vereceğiniz destekten dolayı da tebrik ediyorum. Çocuklarım da sizi örnek alıyor. Allah razı olsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Canalioğlu…

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biraz önce tamamlayamadım, süre doldu. Sizce bu öğretmene verilen ceza -bir Millî Eğitim Bakanı olarak- bu şekilde mi olmalıydı, yoksa siz öğretmenlerin hamisi ve öğretmenleri gözeten biri olarak öğretmenimizi hayatından, mesleğinden soğutacak şekilde görevden atılmasını doğru buluyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Havutça…

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, öğretmenlerin ve okul yöneticilerinin atama ve yer değiştirme yönetmeliğini değiştirdiniz, görevlendirme getirdiniz. Son olarak, görevden alınan okul müdürlerinin mülakatlarında sorulan sorulardan haberiniz var mı? Millî eğitim sisteminde bu kadar öğretmenleri aşağılayıcı, onur kırıcı sorular sorulmamıştır. O mülakatlarda şahsınızın ödül verdiği okul müdürü, Bandırma’da millî eğitim müdürü 0,76 puan almıştır. Bakanlıktan ödül alıyor ama sırf EĞİTİM-BİR-SEN’e üye olmadığı için o öğretmen arkadaşımız 0,76 puan alıyor. Bunu nasıl içinize sindiriyorsunuz? Millî Eğitim Bakanlığında bunca yıl liyakate göre kariyer yapmış okul müdürlerimizin onurlarını kırdığınızı düşünmüyor musunuz?

Bir de, 200 bin üniversite affı bekleyen öğrencimiz var. Bu yasa Komisyondan geçti, buraya gelmeyi bekliyor. Bunları çıkarmak için ne bekliyorsunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Yılmaz, son soru…

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Millî Eğitim Yasası’ndaki yeni yapılan değişikliklerle okul müdürlerinin atanmasına ilişkin puanlama sistemi değiştirildi ve o puanlama sistemi sonucunda okul aile birliği ve okuldaki diğer birimlerin verdiği puanların yanında bir de millî eğitim müdürlüklerinin vermiş olduğu puanlar vardı ama millî eğitim müdürlüklerinin vermiş olduğu puanlamalarda çok ciddi anlamda taraf tutuldu. EĞİTİM-BİR-SEN üyesi müdürlere özellikle fazla puan verildiği her yerde söyleniyor. Bunun objektif kriterlere tabi olması gerekmiyor mu? Ayrıca, okulda bulunanların verdiği tam puanlara rağmen çok düşük puanlar verilerek millî eğitim müdürlükleri tarafından çok büyük haksızlıklara neden olunmayacak mı?

Okullarda çok ciddi bir AKP kadrolaşması var. Bu yasayı çıkartırken özellikle cemaatçi yapılanmalara karşı çıkarttığınızı belirtmiştiniz ama ne yazık ki benim kentim olan Uşak’ta Menzil tarikatından kişilerin okul müdürü yapıldığını biz hayretler içerisinde gördük.

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İbn-i Haldun Üniversitesi dışında evraklarını tamamlayıp müracaat etmiş olan vakıf talepleri şu anda yok. Yani, YÖK’te bekleyen bir vakıf üniversitesi kurma talebi varsa evrak eksikliğinden ötürü bekliyordur.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – İsimleri ne bunların?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Evrakları tamamlandıysa Millî Eğitim Bakanlığına gönderilir, biz de onu işleme koyarız. Bekletilen bir şey yok şu anda. Bildiğim kadarıyla Antalya’da bir vakıf üniversitesi bekliyordu evrak eksikliği nedeniyle. Şimdi YÖK’ten temsilci arkadaşımızın verdiği bilgiye göre onun da evrakı tamamlanmış ve Meclise gönderilmiş.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – 1 tane mi? Evrak eksiği olsa dahi…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Evrakı tam olduğu hâlde bekleyen yok.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Eksik olarak bekleyen kaç tane var?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Onu bilmiyorum şu anda.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Cevap ne zaman verilir? Özür dilerim, Başkan da kusura bakmasın, böyle karşılıklı oldu ama.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Şimdi arkadaşlarımız bilgi alsınlar, size verelim.

Bu Yüksek Disiplin Kurulu kararıyla öğretmenlikten ihraç edilen öğretmenimizle ilgili tabii ben de üzüldüm ama yasaların öngördüğü birtakım müeyyideler var yani bir öğretmenin yapmaması gereken, yaptığı takdirde de… Her meslekte olduğu gibi öğretmenlik mesleğinde de öğretmenlerin uyması gereken kurallar var. Dolayısıyla, bu kurallara aykırı davrananlara da suçun veya kabahatin niteliğine göre değişik ölçeklerde müeyyide uygulanıyor. Bu öğretmenimizle ilgili de maalesef işlediği iddia edilen suçla ilgili böyle bir tasarrufta bulunulmuş. Üzüldüm mü? Tabii üzüldüm yani hem bir öğretmenin böyle bir suçla suçlanmasına hem de suçu sabit bulunduğu için de cezalandırılmasına gayet tabii üzüldüm. Keşke olmasaydı ama yasaları, müeyyideleri uygulamayın anlamında bu soruyu sormadığınızı da tahmin ediyorum.

Müdür atamalarıyla ilgili Dilek Hanım’ın sorusuna cevap olarak: Biz bu atamaların olabildiğince objektif kriterlerle gerçekleştirilebilmesi için, dün de açıkladım sistemin nasıl kurgulandığını, 100’e yakın kriter geliştirildiğini...

ALİ ÖZ (Mersin) – Siz de biliyorsunuz Sayın Bakan Allah aşkına ya! Öyle olmadığını siz de biliyorsunuz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Bir bitireyim müsaade edin.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) - Siz her şeyi biliyorsunuz!

BAŞKAN – Sayın Bakanım, lütfen, siz sorulara cevap verin.

ALİ ÖZ (Mersin) – Ne anlatıyorsunuz hikâye, masal!

BAŞKAN - Sayın Öz, lütfen…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – 100’e yakın kriter geliştirdiğimizi, bu kriterleri uygulayacak aktörleri belirlediğimizi dünkü açıklamalarımda da söyledim ama bazı yerlerde yöneticilerle okul aile birliği, öğretmen veya öğrenci temsilcilerinin verdikleri oylar arasında veya -oy demeyelim de- puanlamalar arasında çok dramatik farklar varsa -ki böyle örnekler var- bunları da araştırdığımızı…

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Dava açtılar Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Tabii, dava açıldığını, açılacağını, açılması gerektiğini, eğer münasebetsiz sorular sorulduysa komisyonlarda… Bunlar komisyon hâlinde çalışmadı yalnız, daha önceki atamalar. Yani ilçe müdürü, şube müdürü, okul aile birliği başkanı, öğrenci temsilcisi, en kıdemli öğretmen ve en kıdemsiz öğretmen, kendileri e-okul sistemi üzerinden ayrı ayrı yani bir komisyon hâlinde toplanarak, istişare ederek değil, ayrı ayrı… Bunu da özellikle yaptık ki birbirlerini etkilemesinler puanlamaları yaparken diye. Buna rağmen bu tür uygulamalar olduğunu biz de biliyoruz. Bunun tabii hukuki yolları da açık. Ben bundan on beş yirmi gün önce bütün il müdürlerimizi bir telekonferansla topladım yani telekonferans üzerinden tekrar bu konularda uyardım. Bu konulardaki değerlendirmelerde kendilerine daha önceden gönderilmiş olan, o sadece eğitimci niteliğini ölçmeyi veya yönetici niteliğini ölçmeyi amaçlayan kriterler dışında, herhangi bir siyasi veya sendikal kayırmacılığa gitmemeleri gerektiği konusunda aynen şu kullandığım ifadelerle kendilerini uyardım ve bu tür örneklerle karşılaştığımızı ve karşılaştığımız örnekleri de soruşturma konusu yaptığımızı, gerektiğinde dava konusu olacağını kendilerine tekrar on beş yirmi gün önce hatırlattım.

Şimdi, diğer, daha önceki soru-cevap faslında cevaplandıramadığım birkaç konu var, onları da hemen hızlıca…

BAŞKAN – Sayın Bakanım, lütfen…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Peki, tamam. Başka zaman olursa açıklarım onları da.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde aynı mahiyette iki adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı “Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 3. maddesi ile 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa eklenmesi öngörülen geçici maddenin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

        Aydın Ağan Ayaydın                      Fatma Nur Serter                    Aytuğ Atıcı

                 İstanbul                                       İstanbul                               Mersin

              Kamer Genç                                 Oğuz Oyan                     Ali Haydar Öner

                  Tunceli                                          İzmir                                 Isparta

“Geçici Madde 10- Ek 4 üncü maddede belirtilen yönetmelik dört ay içinde yürürlüğe konulur. Ek 4 üncü maddenin birinci fıkrasına göre ilk defa akademik teşvik puanı hesaplanması, 2014 yılında yapılan faaliyetler esas alınmak suretiyle 2015 yılı için yapılır.”

Aynı mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:

                  Alim Işık                         S. Nevzat Korkmaz                   Yusuf Halaçoğlu

                  Kütahya                                   Isparta                                    Kayseri  

               Reşat Doğru                            D. Ali Torlak                      Ahmet Duran Bulut

                    Tokat                                     İstanbul                                  Balıkesir

                                                    Hasan Hüseyin Türkoğlu

                                                               Osmaniye

BAŞKAN – Komisyon aynı mahiyetteki önergelere katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Aynı mahiyetteki önergeler üzerinde söz isteyen Ali Haydar Öner, Isparta Milletvekili.

ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 651 sıra sayılı Tasarı üzerinde görüşmelerimizi sürdürüyoruz.

Suskun üniversitelerin seçkin akademisyenlerine emeklerinin karşılığı olarak birtakım ek olanaklar sağlama peşindeyiz. Bu konudaki mutabakat açısından bazı farklılıklar var ama genel mutabakat tamam. Gerçekten de akademisyenler yetiştirdikleri öğrencilerden kısa sürede geri kalıyorlardı. “Ne ka maaş, o ka itibar.” misali itibarlarından da kayba uğruyorlardı çünkü vatandaşlar akademisyenlerin maaşlarının daha fazla olduğunu zannediyorlardı, öğrendiklerinde de şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı.

Üniversitelerimiz suskun, sadece üniversitelerimiz değil çok önemli kurumlarımız suskun. Birçok konuda Diyanet suskun, tarafsız ve bağımsız yargı yok, iş adamları suskun, sanatçılar hakarete uğruyorlar. Böyle bir ülkede hiç değilse sanatçı akademisyenlerin maaşlarında biraz artış olacak.

Akademik teşvik ödülleri, araştırma, bilimsel çalışmalar, teknolojik gelişmeler, sanata katkılar -sanata katkının söz edildiği bir döneme geldik herhâlde- proje, yayın, tasarım, sergi -bazı eserlerin hakarete uğradığı bir dönemdeyiz- patent gibi tebliğ ve ödülleri puana tabi tutacağız. Ondan sonra da profesörlere yüzde 100, doçentlere yüzde 90, diğer görevlilere yüzde 80 ve yüzde 70 oranında ek ödemeler yapacağız.

Tek olumlu şey, komisyon aşamasında uzman, çevirici, eğitim-öğretim planlamacılarının da bu listeye dâhil edilmesi ama dâhil edilmeyen çok kesim var. Bir defa, emekliler perişan hâldeler. Asgari yaşam standardını dikkate aldığımızda, yoksulluk sınırı 3.900 liralardayken emekliler kaç lirayla geçinme hesapları yapıyorlar, özellikle tahsil çağındaki öğrencilerin üniversite giderlerini, öğrenim giderlerini nasıl karşılayabiliyorlar?

Atanamayan öğretmenler, adaletsiz kontenjan uygulamaları, polislerin ek gösterge sorunları, cezaevi personelinin talepleri milletvekili telefonlarına mesaj olarak geliyor. Memura enflasyon farkı yok. Enerji alanında elektrik ve doğal gaz yüzde 9 zam gördü. Efendim, geçim aslanın ağzında.

Öbür taraftan, devletleşen AKP bir eliyle verdiğini diğer eliyle alıyor. 2005 yılında çıkarılan geliştirme ödeneği, evet, şaşırtıcı, 15/12/2014’te kaldırılıyor. Gerice yörelere 500 katsayıya kadar uygulanan ödenekler 15 Aralıktan itibaren kaldırılacak, verilen ek ödemelerin bir kısmı geri alınacak. Niye kaldırılıyor anlamak mümkün değil. Adıyaman’ın Sincik’inde, Ağrı’nın Eleşkirt’inde koşullar değişti mi? Orada çalışanlar niye mahrum ediliyor? Yeniden puanlama yapılmalı, yeniden değerlendirilerek bu ödenek süresi uzatılmalı.

Ayrıca, ülkeler arası karşılaştırmada... Bir Amerikan üniversitesinde öğretim üyesi yeni maaşları... Profesörlere 2,47 oranında fazla ödüyor, araştırma görevlilerine de 1.680 dolar karşılığına gelecek 2,69 oranında fazla ödeme görünüyor. Akademisyenlerimizin aldığı helal olsun, hak ettiklerini alamayanlara da selam olsun.

Teşekkürler. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Aynı mahiyetteki önerge üzerinde söz isteyen Yusuf Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili.

Buyurun Sayın Halaçoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Üniversitenin gerçekten çok önemli bir ihtiyacı olan bir yasa buradan geçiyor ama tabii, gerçekten az ama en azından bu kadarıyla da olsa, şimdilik durumlarını biraz da olsa iyileştirecek bir konu. Ancak şunu söyleyeyim: Üniversitede olan arkadaşlarımız çok iyi bileceklerdir, araştırma görevlileri, doktora hazırlayan gençler bunların iyi yetişmeleri için muhakkak ki onlara bu aldıkları para geçimlerini sağlayabilecek ancak bir nitelik kazandırabilir belli ölçüde ama araştırmalarını çok iyi yapabilmelerine imkân verecek bir meblağ değil. Dolayısıyla, üniversitelerin araştırma fonlarına özel olarak biraz daha ek şeyler konmak suretiyle, meblağlar konmak suretiyle onların bir başka şehre gittiklerinde, kütüphane çalışmalarına vesaireye gittiklerinde o günlerle ilgili ek bir para konmasında çok büyük fayda var. Ankara’dan İstanbul’a giden bir genç orada bir mekânda kalacak. Ayrıca, arşive gidecek, kütüphaneye gidecek, fotokopi çekecek, orada yaşamını geçirecek. Yani, 3 bin lira parayla bunları yapması pek mümkün olmaz bir ay çalıştığı zaman bile. Dolayısıyla, bunları göz önüne almamız lazım ama yine de dediğim gibi bu da olsa, belli bir ölçüde küçük de olsa bir rahatlatma meydana getirecektir. Bir sonraki aşamada buna biraz daha fazla eğilmemiz lazım. Çünkü arkadaşlar, bakın, üniversite sayımız yanılmıyorsam 180’lere kadar çıktı. Bundan on sene önce, on beş sene önce üniversitelerimizin sayısı çok daha azdı; 40’tı, 30’du, 50’ydi. Ama dünya üniversiteleri sıralamasına baktığınız zaman Türkiye üniversitelerinden ilk 100 içerisinde birkaç tane üniversitemiz vardı. 2013 yılında zannediyorum 61’inci sırada tek ODTÜ vardı. 200’üncü sırada diğer üniversiteler geliyor. Şimdi, 5’e düştü. 2014’te de zannediyorum 6 üniversite ilk 500’e girebildi, ilk 100 içerisinde de yok. Şimdi, bu ne demektir biliyor musunuz? Voltaire diyor ki: “Bağnazlar yaratmanın en bilindik yolu öğretmeden inandırmaktır.” Siz insanlarınızı iyi yetiştirmezseniz bağnazlıktan kurtarmanız mümkün değil. Ne gariptir ki... Bakın, şöyle bir düşünün, kafanızda canlandırın: Cumhuriyet kurulalı doksan bir yıl geçmiş. Türkiye’de herhangi bir bakanlıkta bu kadar çok oynanmış mıdır? Yani, Millî Eğitim Bakanlığında aynı hükûmet döneminde gelen farklı bakanlar bile muhakkak birtakım değişiklikler yapma durumunda kalmışlardır. Kimisi krediyle, kimisi ders geçme, kimisi bilmem ne ama eğitimde kaliteyi artıracak ciddi önlemler almak yerine bunlarla, şekillerle uğraşılmıştır veyahut da sürekli… Bugün Hükûmet belli bir karar aldı ama tam uyguladığını da düşünmüyorum. Yani artık normal düz liselerde 80 kişilik sınıflardan kurtarılması gerekiyor artık bunların. Daha çok meslek okullarına yöneltilmesi, daha doğrusu tümüyle meslek okullarına yöneltilmesi gerekiyor ve birçok yerlerimizde yine merkez YİBO’ların kurulması lazım. Bunları yapmadığımız takdirde gençlerimizi iyi şekilde yetiştiremeyiz. İşte bağnazlık da o zaman çıkar. Bunların önüne geçmek Türkiye’nin yükselmesi demektir, Türkiye’nin daha demokratik bir hâle gelmesi demektir, Türkiye’nin insan haklarına çok daha adapte olması demektir. İyi yetiştirilmiş insanlarınız varsa çıkardığınız kanunları uygulayacak onlar olduğu için ciddi bir şekilde ivme göstereceksiniz ve o kanunlar uygulanabilecektir. Siz dünyanın en iyi kanununu da çıkarsanız iyi yetiştirilmiş insanlarınız yoksa onu uygulayamazsınız veyahut toplumu bu yönde yönlendirmeniz de mümkün olmaz.

Dolayısıyla burada, benim -ki şunu söyleyeyim- otuz sekiz senelik bir akademik hayatım oldu. Bunun yirmi iki senesi profesör olarak geçti. Şimdi arkadaşlar, bu kadar zaman zarfında şunu gördüm. On beş sene Tarih Kurumu Başkanlığı yaptım. Benim kendi mesleğimde bir araştırma yapmam için muhakkak yurt dışındaki arşivleri incelemem gerekiyordu ama bunu nasıl sağlayacaktım? Aldığım maaşla oraya gitmem mümkün değil. Öyleyse bunlara -TÜBİTAK’ta olduğu gibi- birtakım burslar veren veya devlet tarafından destek veren… Onun bunun kapısında süründürmeyin bilim adamlarını. Ciddi bir araştırma yapmasını beklemek için bunu yapmak zorundasınız. 2016’da değerlendireceğimiz bu türden işte performanslar… İnsanlara siz destek vermezseniz, altyapıyı oluşturmazsanız o performansı nasıl gösterecek o insanlar. Bunların hepsini göz önüne almak zorundayız ve bu çerçeve içerisinde değerlendirdiğimizde zannediyorum daha faydalı oluruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, yeni geçici madde ihdasına dair bir önerge vardır.

Önergeyi okutup komisyona soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla, 21 üyesiyle katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

                                                                               Ankara

Görüşülmekte olan 651 Sıra Sayılı Yasa teklifine aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ederiz.

Madde 4: 2914 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

Geçici madde 11: YÖK Kanununda Yüksek Öğretim Personel Kanununda ücretlerle ilgili değişiklikler yapılıncaya kadar bu kanunun 1. maddesiyle Yükseköğretim Personeline verilen tazminat bunların emeklilik maaşlarının hesaplanmasında da nazara alınır.

              Haydar Akar                                      Gürkut Acar                   Kamer Genç

                  Kocaeli                                             Antalya                          Tunceli

  Mehmet Volkan Canalioğlu                      Mehmet Haberal               Engin Özkoç

                 Trabzon                                          Zonguldak                       Sakarya

          Uğur Bayraktutan

                   Artvin

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye salt çoğunlukla katılacak mısınız?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Komisyon üyelerimizi Komisyon sıralarına davet ediyorum Sayın Başkanım.

Salt çoğunluğumuz bulunmamaktadır, kabul edemiyoruz.

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmamış olduğundan önergeyi işlemden kaldırıyorum.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4- Bu Kanunun;

a) 1 inci maddesi yayımını izleyen ayın on beşinde,

b) 2 nci maddesi 1/1/2015 tarihinde,

c) Diğer hükümleri yayımı tarihinde,

yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Engin Özkoç, Sakarya Milletvekili.

Buyurun Sayın Özkoç. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önemli bir süreçten geçiyoruz eğitimde. Bu süreç içerisinde iki yıl üst üste aynı süreci yaşayan 2 kardeş aynı sistem içerisinde okuyamadı. 5 bakanın değiştiği bu dönemde, aynı parti programına bağlı olan hiçbir bakan bir öncekinin yaptığının devamını getiremedi. Bu, bir boks ringine benzedi ve salvolar uçuşmaya başladı, on iki yıl içerisinde tam 13 tane temel yasa değişti.

Şimdi, on iki yılın AKP iktidarı döneminde bir çocuğun durumuna bakacak olursak, 2003’te 6 yaşında olan Ayşe -kendisi şu anda 17-18 yaşında- ilkokul 1’inci sınıfa başlarken 2004’te pilot uygulamalarıyla ilköğretim müfredatında köklü bir değişiklikle karşılaştı. Çocukların ezberden kurtarılacağı ve eleştirisel düşünceye sevk edileceği söylenerek Ayşe cümlelerle değil seslerle tanıştı. Fişler tarihe karıştı, alfabede ilk cümle “A” olmaktan çıktı “E” hâline getirildi. 2005 yılında üç yıllık lise eğitimi de değiştirildi, dört yıla çıkarıldı. Aynı yıl Liselere Giriş Sınavı yerine OKS çıktı. Öğrencilerin üç yıllık ortaöğretimin ardından yine tek bir sınava girmesi esas alındı ancak sınav içeriği, müfredatı ve katsayıları farklılaştırıldı. İlk OKS 2006 yılında yapıldı. Yani Ayşe’nin ve ailesinin önünde Anadolu liselerine hazırlanmak için uzunca bir zaman vardı ya da onlar öyle olduğunu sanıyorlardı. Ancak bir yıl sonra yani tam 2007 yılında Ayşe 4’üncü sınıftayken OKS yerine üç aşamalı Seviye Belirleme Sınavı ortaya çıktı. Artık 6, 7 ve 8’inci sınıflarda birer sınav yapılacak, yıl sonu başarı notuna göre sonuçlar belirlenecekti. Son OKS de o yıl yapıldı. Ayşe 6 ve 7’nci sınıfta okuyan bihaber çocuklarla beraber SBS sınavlarına o yıl girdi.

Ayşe 6’ncı sınıfta SBS’ye girdi, ancak 7’nci sınıfa geçtiğinde yeni Bakan Nimet Çubukçu bu sefer çocukların üç yıl dershaneye bağımlılığını azaltmak istediğini söyleyerek tekrar tek sınav uygulamasına geçildiğini söyledi. Yani Ayşe ucundan dâhil olduğu sistemi bıraktı, 8’inci sınıfta başka bir içerikte ve bir düzende sınava hazırlanmaya başladı. Aynı yıl tüm düz liselerin Anadolu lisesi olması için de karar çıktı. Artık Ayşe’nin kafası tamamen karışmıştı. Gerçi kendisi yine şanslıydı, sekiz yıllık zorunlu eğitimi bitirip liseye başlamıştı ki 4+4+4 sistemine geçildi, eski ortaokul sistemine geri dönüş yapıldı. Bir keşmekeşten kurtuldum derken yeni sistemde, kreşe gidecek çocuklar yani kardeşi 5 yaşında okula başlamak durumunda kaldı. Kamuoyuyla hiç tartışılmadan, Mecliste bile sözümüz dinlenmeden 2012’de getirilen bu sistem imam-hatip ortaokulları ve liselerini hızla çoğalttı. Ayşe imam-hatibe gitmese bile eğitimdeki hızlı değişimden nasibini aldı ve zorunlu 3 din dersiyle birlikte sekiz saatlik din eğitimi de almaya başladı. Ayşe 10’uncu sınıfa geçtiğinde yani tam 2013’te TEOG sistemi devreye girdi. Ayşe boş sınıflara rağmen imam-hatip liselerinin hızla artış nedenini anlamamızı sağlayan bu sistemden yırtmış gözüküyordu. Temel eğitimden ortaöğretime geçiş, TEOG’da -az önce arkadaşım anlattı- 30 kilometreden bin kilometreye varan mesafelerle bu sistemi de AKP Hükûmeti ve Millî Eğitim Bakanlığı eline yüzüne bulaştırdı. (CHP sıralarından alkışlar)

Aynı Ayşe şimdi 11’inci sınıfta ve üniversiteye hazırlanıyor, bugün için öngörülen sınava ve dershanelere hazırlanıyor 1 Eylül 2015’e kadar. Sonra? Sonra dershaneler kapatılacak. Son yılda Ayşe’ye neler olacak biz bilmiyoruz. Millî Eğitimin bildiğini, onu da bilmiyoruz. Sayın Nabi Avcı’nın bize, STK’lara, akademisyenlere söylediği değil, biz basından takip ediyoruz kendisini, bir röportajın satır aralarında “TEOG sistemi gibi bir sistem gelecek.” diye.

Bugün itibarıyla en azından Ayşe’nin önündeki üniversite sistemine bakacak olursak sözü çok uzatmadan, orası da bir çorba. 2009’da sınav iki aşamalı hâle getirildi. YÖK katsayı makası daraltıldı. Sonra 2011’de uygulamayı toptan kaldırdılar. YÖK 2006 yılında başlattığı içi doldurulmamış bir atılımla üniversite sayısını 77’den 188’e çıkarttı. Ayşe’nin şimdi puanı ya da ailesinin parasına göre okuyabileceği birçok üniversite var. Ülkenin imkânlarından, öğretim politikasından, istihdamdan, bağımsız kurulan bir üniversiteden mezun olacak gibi gözüküyor. Ancak niteliksizleşen bu süreçte eğitimini aldığı işi yapabilecek mi bilinmiyor, tıpkı atanması yapılmayan öğretmenler gibi. Artık sıradan bir kasiyer için bile “Üniversite mezunu aranıyor.” deniliyor.

Beyler, amacımız nedir? Eğitim muhafazakârlaşıyor, ticarileşiyor, niteliksizleşiyor. Kime, neye hizmet ediyoruz? OECD’nin 44 ülkede yaptığı problem çözme ve yaratıcılık –PISA- sınavında Türkiye sondan 2’nci. Herhâlde niyetimiz sondan 1’inci olmak.

Beyler, bugün Millî Eğitim Komisyonuna bir öneri daha geldi. Millî Eğitim Komisyonunda Grup Başkan Vekilimiz Levent Gök’le birlikte Millî Eğitim Komisyonunu terk etmek zorunda kaldık. Neden mi? İbn-i Haldun Üniversitesi diye, açılan bunca üniversitenin üstüne bir üniversite daha geliyor. Bu üniversiteyi TÜRGEV Vakfı kuruyor. TÜRGEV Vakfının yönetiminde kimler bulunuyor diye arkadaşlarımızla beraber baktık: Bilal Erdoğan, Cumhurbaşkanının oğlu; Esra Albayrak, Erdoğan’ın kızı; Serhat Albayrak, Erdoğan’ın damadı; Reyhan Uzuner, Bilal Erdoğan’ın kayınvalidesi; Ziya İlgen, Erdoğan’ın eniştesi; Şule Albayrak, Esra Albayrak’ın eltisi; Mehmet Ergün, Erdoğan’ın yakın arkadaşı; Bülent Turan, Mustafa Ataş ve Doğan Kubat, AKP İstanbul milletvekilleri; Hasan Can, AKP Ümraniye Belediye Başkanı; Mevlüt Uysal, AKP Başakşehir Belediye Başkanı; Mustafa Demir, AKP Fatih Belediye Başkanı; Yasemin Solmaz, iş adamı Remzi Gür’ün kızı; Eker Ayhan, Tarım Bakanı Mehdi Eker’in kızı.

Arkadaşlar, TÜRGEV’in listesinde bulunan bunların şaibelerle ilgili listesinde 99,9 milyon Arabistan’dan gelen para ile Ağaoğlu’ndan aldıkları yardıma varıncaya kadar her şey var. Bu kirliliğe dâhil olmamak için ve millî eğitimde yaptığınız bu yıkıma artık dur demek için, millete seslenmek için bugün biz görevimizi yaptık. Millet er ya da geç görevini yapacak, sizleri gönderecek. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkan, konuşmacı ismimi de zikrederek ve bir kısım milletvekili arkadaşlarımı da zikrederek şaibeli bir vakıfta görev aldığımdan bahisle şahsıma sataştı, 69’uncu maddeye göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kubat.

İki dakika söz veriyorum sataşma nedeniyle. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

6.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat'ın, Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un 651 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, yani bugüne kadar çeşitli kereler dile getirildi, evet, TÜRGEV diye bir vakıf var, bu vakfın İnternet sitesi var, faaliyetleri şeffaf. Bütün bakanlıkların, 4 tane bakanlığın, denetimi altında, raporları da ilgili kurumlarda var. Bu vakıf bir üniversite kurdu, ben bu vakfın mütevelli heyet üyelerinden birisiyim. Anayasa’da bir milletvekilinin hangi vakıflarda görev alamayacağı belirtilmiş. Biz bu anayasal hüküm çerçevesinde burada rahatlıkla görev alabilecek durumdayız ve bununla da gurur duyuyorum. Çünkü, bu vakıf hayri, hasbi amaçlarla kurulmuş bir vakıftır.

AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Kaynağı?

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Kaynağı şuradan, buradan…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Haram parayla böyle eğitim olmaz. Haramla helali karıştırmayın.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Laf atma, bir dinle, dinlemeyi öğrenin önce.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Haram parayla olmaz bu iş.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Siz bu iftiralarla insanları yaftalayacağınıza kendinizin de onlarca vakfı var, kendinizin de bu vakıflara çeşitli gelirleri var…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Haram parayla eğitim olmaz.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Bir kaynak, size sorulup bir vakfa bağış yapmak mecburiyetinde değil. Ha şunu tartışabilirsiniz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bize değil diğer milletvekili arkadaşlara da sorun. Haram parayla helal iş olmaz.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Kardeşim, bak, bilmiyorsan öğren.

BAŞKAN – Sayın Tanal, lütfen.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Bir mevzuat var, aç Vakıflar Kanunu’nu, bir vakfın hangi tür gelirleri, nerelerden bağış alabileceğine bakın.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Mevzuat helal ile haramı ayırmıyor, ahlak olarak helal ile haramı ayıracaksınız.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – O ayrı, o sizin anlayışınız başka. Bana göre de birçok insanın yaptığı faaliyet ahlaksız. Biz yanlışa da yanlış deriz. Bu vakıf da eğer bir yanlış faaliyetin içerisindeyse biz de oradaki yetkilileri uyarırız.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bağışı yapanlar kimler? İhaleleri alan müteahhitler yapıyor. Onları bir ortaya çıkarın!

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Yanlışların üzerine gider bunların sorumluları varsa bunlarla ilgili de… Ama şurada sizin amacınız başka.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – İhaleyi alan müteahhitler yapıyor Değerli Doğan.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Burada birtakım isimleri karalamak suretiyle o vakfın şu anda 40 tane mütevelli heyet üyesi var. Siz de milletvekilleri var, birtakım vakıflarda görev almış. Belki de…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bağış yapıp ihale almayan bir şirket söyler misin bana?

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Bu vakfa, böyle bir… Bu iftiradır.

ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Hükûmetle ilişkisi ne kadar var onu açıkla.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Bu vakıf herhangi bir ihaleye girip kimseden de bir bağış almış değildir. Ama buraya birisi bir bağış getiriyorsa biz kimsenin adli sicil kaydını… Efendim, şimdi burada bana saydırmayın, bir sürü vakıf var, bunlardan sicil belgesi istemiyorlar vakfa bağış alırken. Bu sadece siyasi partilerle ilgili. Bunu bilenler çok iyi bilir, yaygaraya gerek yok.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Kubat.

Buyurun Sayın Özkoç.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkanım, “Yalan söyleyerek.” diyerek şahsıma sataşmada bulunmuştur. O nedenle söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Özkoç, iki dakika süre veriyorum sataşma nedeniyle. (CHP sıralarından alkışlar)

7.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç'un, İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Siyaset böyle bir şeydir. Siyasette siz çıkarsınız iddianızı koyarsınız, muhatapları da ispatla mükelleftir.

Değerli arkadaşlar, Arabistan’dan 99,9 milyon dolarlık bağış yapılıyor Bilal Erdoğan’ın kişisel banka hesabına, ispatlayın.

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Yanlış söylüyorsun. Yalan söylüyorsun.

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – Bakın, Vatan Caddesi’nde tır garajı -İGDAŞ arazisinin- Medical Park Hastanesiyle takas ediliyor. TÜRGEV’e Şehdazebaşı’nda otel yapılması. Zeytinburnu’nda yarısı hazineye, yarısı Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait arazinin tahsisi. Bursa’da Millî Emlak arazisinin TÜRGEV’e verilmesi.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Ne mahzuru var bunların ya?

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – Kütahya’da Enerji Bakanlığına ait arazinin TÜRGEV’e tahsisi.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – İyi işte, çok iyi. Daha fazlası da olacak.

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – Ağaoğlu’nun, Rıza Sarraf’ın TÜRGEV’e bağış yapması. “Ne var?” desenize Rıza Sarraf’a!

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Ne mahzuru var? Hiçbir mahzuru yok.

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – İstanbul Ataşehir’de TMSF’ye ait arazinin TÜRGEV’e devredilmesi.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Daha fazlasını tahsis ederiz.

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – Ünalan-Altunizade’deki Devlet Demiryollarına ait arazinin buraya tahsis edilmesi.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Daha fazlasını tahsis edeceğiz.

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – Tokat’ta TÜRGEV’e ait arazi satışının rüşvet yoluyla buraya geçirilmesi. Historia Alışveriş Merkezinin TÜRGEV’e satışı. Fatih Şehremini’de bulunan araziye EPDK’dan bağışçı bulunması.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Aynen.

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – Arkadaşlar, ben...

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Daha fazlasını yapacağız.

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – Daha fazlasını yapın.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Aynen.

ENGİN ÖZKOÇ (Devamla) – Daha fazla haram yemeye devam edin, biz de hesap sormaya burada devam edeceğiz. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Sizde haram ölçer mi var? Sizin her tarafınız haram be!

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkan, sözlerim çarptırıldı, 69’a göre söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Efendim?

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – 69’uncu maddeye göre... Sayın konuşmacı sözlerimi çarptırdı. Bizi, o birtakım gayriyasal, suç işleyen bir vakıf gibi görüntü verdi. (CHP sıralarından gürültüler)

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sataşma yok ki.

BAŞKAN – Ama sözü siz mi istiyorsunuz, Sayın Aydın mı istiyor?

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Ben istiyorum öncelikle, sonra Grup Başkan Vekilim grup sebebiyle istiyor.

BAŞKAN – Buyurun, sataşma nedeniyle iki dakika size de söz veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

8.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat'ın, Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’un sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Şimdi, değerli arkadaşlar, biraz önce söyledim, bu vakfın İnternet sitesi “türgev.org.tr”ye girdiğiniz zaman çok şeffaf, yapar girersiniz.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Ya, Başbakanın oğlunun vakfı olmasaydı kimse bir şey demezdi.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Ha, buraya yapılan bir kısım bağışlar, işin doğrusunu söyleyeyim, ben de keşke yapılmasaydı derim, eğer bilseydim de engel olurdum, şu şahıs, A, B… (CHP sıralarından gürültüler)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Biz teşekkür edip öyle söyledik.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Ama, bakın, bir saniye…

Bir yanlıştan hareketle burada 2 bin kız öğrenci, bunların birçoğu da ücretsiz, yemek, barınma dâhil ve çok kaliteli bir hizmet alıyorlar. Bu çocuklar hepimizin çocukları.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Yurt yapın, yurt.

ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – O çocuklara bunu anlatıyor musunuz “Paraları bunlar, bunlar aldı.” diye?

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Yurt yapılıyor, buna hep birlikte…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Devletin yurt yapmaya gücü yok mu?

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Bakın, içinizde değerli hocam var, bir vakıf üniversitesi kurmuş, Sayın Haberal Hocam, çok da güzel yapmış, bu memlekete hizmet etmiş.

TÜRGEV bir üniversite kurdu, bu üniversitenin nasıl kurulacağı YÖK Kanunu’nda, YÖK Genel Kurulunun kriterlerinde belli…

ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Halkın paralarını, oradan belli, dağıtmışlar.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ağaoğlu verecek, Bilal yurt yapacak, siz de övüneceksiniz!

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – …ve bunlardan bir tanesini milim yerine getirmeseniz bu kuruluş izni verilmez arkadaşlar. Bunu, içinizde YÖK’ten öğretim görevlisi arkadaşlarımız var, yöneticilik yapmış, çok iyi bilirler.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Ya, milyon dolarları kim kime bağışlıyor?

ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Başka bu kadar bağış alan vakıf var mı?

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – TÜRGEV bütün bu şartları istinasız yerine getirerek, biz, bu soruların muhatabı olacağımızı bilerek bu üniversite başvurusunu yapıyoruz ve bunu isteyen bütün arkadaşlarıma kuruluş dosyasını o vakıftaki yetkililerden ister, sunarım. Eğer bir eksiklik varsa da bunu burada, Genel Kurulda reddederiz, en azından mahkemeye götürürsünüz. Bu kadar şeffaf, net ve açık.

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) - Teker teker cevap versene Sayın Kubat.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Arkadaşlar, bakın, birtakım yanlışlıklar olabilir…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Doğan Bey, milyon dolarlar bağışlanıyor.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – …ama birtakım yanlışlıklar var diye…

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Hiçbir yanlış yok.

ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Var, işte söylüyor, yanlışlıklar da var.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – …bu memleket için yapılan güzel işleri baltalamaya çalışmayın, bu doğru bir anlayış değil.

ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Biz halkın paralarının peşindeyiz.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Hiçbir yanlış yok.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Kişisel ihtiraslarımıza kurban etmeyelim bu memleket için çalışan insanları.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Biz kirli işleri not alıyoruz.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Bu vakıfta binlerce gönüllü insan gece gündüz hizmet ediyor, lütfen bunları da düşünelim.

Teşekkür ediyorum.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – TÜRGEV üzerinden daha fazlasını yapacağız, hiçbir yanlışlık yok.

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – Kişisel olarak da bilgi almak isteyenler, ben buradayım, rahatlıkla bütün belgeleriyle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET DOĞAN KUBAT (Devamla) – …bu bilgileri de samimiyetle sonuna kadar veririm. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET METİNER (Adıyaman) – TÜRGEV üzerinden daha fazlasını yapacağız çatlasanız da, patlasanız da, hiçbir yanlışlık yok.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 1 Milletvekilinin; Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın; Mersin Milletvekili Ali Öz ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın; İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın’ın; Ankara Milletvekili Zühal Topcu’nun; Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın; Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/981, 2/187, 2/929, 2/1532, 2/2135, 2/2260, 2/2290, 2/2403) (S. Sayısı: 651) (Devam)

 

BAŞKAN - Soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Canalioğlu, buyurun.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, üniversiteler kuruluyor, bu üniversitelere çocuklarımız gidiyor, anne ve babalar zor ekonomik şartlar içerisinde, tabiri caizse, ceketlerini satıp çocuklarını okutuyorlar. Çocuklarımız da okuyorlar, üniversiteyi bitiriyorlar, öğretmen oluyorlar ve çeşitli mesleklere sahip oluyorlar ama sizin de bizim de karşımıza gelerek iş talebinde bulunuyorlar. Aslında iş talebinde bulunan çocuklar, anneler babalar üzülüyorlar.

Şimdi sormak istiyorum, üzülmesi gereken anneler babalar mı yoksa bu öğretmenlerimizin atamasını yapmayan Hükûmet mi olmalıdır? Şubat atamasında öğretmenlerimizle ilgili branşlara göre atama gerçekleştirecek misiniz ve bunların sayıları ne kadardır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, vakıflara yurt dışından para gelmesi, Vakıflar Kanunu’na göre bildiğimiz kadarıyla kapatma nedenidir. Bu konuda nasıl bilgi verebilirsiniz? Veya bunu perdelemek için kurucuların adına mı geliyor acaba? Bu konudaki bilgileriniz nedir, bunu öğrenmek isteriz.

İkinci sorum şu: Alınan polislerin -yani şu anda polis sınavları var- alınan kişilerin sicillerine göre “Bu, şu siyasi iktidara yakın, bu şuna yakındır.” şeklinde basında çıkan haberler var. Sizin bununla ilgili haberiniz var mı? Eğer varsa ne tür işlem yapacaksınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Akar...

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, biraz evvel arkadaşım açıkladı, kurmaya çalıştığınız üniversitenin bağlı bulunduğu vakfa 99 milyon dolarlık bir bağış yapılmış. Bu bağışın hangi amaçla yapıldığını ve niçin yapıldığını, kim tarafından yapıldığını biliyor musunuz?

İki: Yine, İstanbul’un en değerli arazileri bu vakfa müteahhitler tarafından bağışlanmakta. Bu müteahhitler hangi amaçla bu bağışları yapmaktadırlar? Eğer kamu malı bu şekilde veya müteahhitlerin bu şekilde rüşvet amaçlı verdikleri bir bağışla o çocuklarımız orada okutulup eğer yedirilip içiriliyorsa bu haram değil midir? Harama göz mü yumuyorsunuz? Böyle bir vakfın üniversite kurmasına izin vermek doğru mudur?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Havutça…

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Bakanlığınız döneminde Anadolu öğretmen liselerini kapattınız. Anadolu öğretmen liseleri, eğitim fakültelerine meslek erbabı yetiştiren bir meslek lisesi konumundaydı. Anadolu öğretmen liselerini niye kapattınız? Eğitim fakültelerini bitirenler için şunu söyleyeceksek eğer “Anadolu öğretmen lisesini bitiren zeki çocukların belli bir bölümü öğretmen fakültelerini tercih etmiyorlardı…” Aynı şekilde imam-hatip liselerini bitiren öğrencilerin yüzde kaçı ilahiyat fakültelerini tercih ediyorlar, yüzde kaçı başka mesleklere gidiyorlar? Bu konuda bilgi istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Uzunırmak…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Tabii, birtakım kavramlar, tanımlar çok önemli. Vakfetmek, bir varlıklı kişinin menkul veya gayrimenkul değerlerini bağışlaması demektir. Sayılan birçok kişinin acaba bundan beş on sene önce veya şu anda nasıl bu varlıkları edindiği ve bu varlıklarının ne olduğu… Ayrıca, hazine arazilerini Kredi Yurtların bizzat devlet olarak yurt yapması varken vakfettiği sözde “ekmek elden su gölden” misali, böyle ucuzdan… Daha dün hiçbir ekonomik varlığı olmadan bugün vakıf kisvesi altında böyle şeylerin yapılmasını kınıyorum, vakıf düşüncesine aykırı ve istismar olduğunu canıyürekten Türkiye Büyük Millet Meclisiyle paylaşmak istiyorum. Bu istismardır, bu haramdır, bu yanlıştır.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Son soru, Sayın Erdemir…

AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, az önceki konuşmamda TEOG’la Yahudi ve Ermeni öğrencilerin nasıl imam-hatip liselerine yerleştirildiğini örnekleriyle açıkladım. Siz bu uygulamada bir sakınca olduğunu düşünüyor musunuz? Bu uygulamada bir yanlışlık olduğunu düşünüyorsanız bu öğrencilerden özür dilendi mi? Eğer, bu uygulamanın yerinde olduğunu düşünüyorsanız Yahudi ve Ermeni imam ve hatipleri ileride hangi kadrolarda ve hangi görevlerde istihdam etmeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sonundan başlayarak cevaplandırayım. Yahudi ve Ermeni öğrencilerin imam-hatip liselerine yerleştirildiği meselesi… Şimdi, bir defa, imam-hatip okulları sadece imam yetiştiren okullar değil, buralarda normal lise müfredatı uygulanıyor. Bu okulların müfredatı normal lise müfredatı, artı, birtakım dinî dersler de okutuluyor -ama artı- yani bu okullardan mezun olan… O yüzden, biz, katsayı uygulamasıyla bu çocukların önlerinin kesilmesine itiraz ederken de bunu söylüyorduk hatırlarsanız, bu çocuklar da normal lise eğitimi alıyorlar, dolayısıyla üniversiteye girerken de bunların diğer lise mezunlarından farklı bir muamele görmelerinin yanlış olduğunu söylüyorduk.

Şimdi, bu son liselere yerleştirme düzeninde, Ermeni asıllı veya Musevi asıllı bazı öğrencilerin imam-hatip okullarına yerleştirildiği meselesi biraz da mizaha varan boyutlarda çok eleştirildi. Bu biraz da sistemin nasıl işlediğini bilmemekten kaynaklanıyor.

Kısaca özetleyeyim sistemi: 1 milyon 300 bin öğrenci ortaokuldan liseye geçiyor -1 milyon 292 bin, yuvarlak olsun diye 1 milyon 300 bin diyorum- 1 milyon 300 bin öğrenci bu yıl ortaokulu bitirdi, liseye geçiyor. Bunlar yerleştirilirken şu aşamalardan geçiyor: Öğrenciler e-okul sistemi üzerinden okul tercihleri yapıyorlar, bu tercihlerinden birine giremedikleri takdirde ikinci bir seçenek butonu daha var, orada da okul türleri var, 6 okul türünden birine -eğer tercih ettiğim 15 okula yerleşemezsem ben şu 4 okul türünden birine yerleşeyim diye- müracaat ediyorlar ve bu sisteme göre 1 milyon 300 bin öğrencinin 1 milyon 57 bini bu tercihlerine göre yerleştirildi, burada bir sorun yok; 1 milyon 57 bin öğrenci kendi 15 tercihinden birine yerleşti. Bunların da yarısından fazlası, 550 bini ilk 3 tercihinden birine yerleşti. Buna karşılık…

AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Yani yarısı son tercihine yerleşti.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Efendim?

AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Yarısı son tercihine yerleşti.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Hayır, ilk 3 tercihine.

AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Yarısı ilk 3 tercihine, yarısı 4’üncü tercihine.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – 550 bini de ilk 3 tercihinden birine yerleşti.

AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Diğer taraftan bakarsanız, yarısı son tercihine yerleşmiş.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Ve biz tercihlerine göre yerleştirilen bu öğrencilere nakil hakkı da verdik. Önce, ilçe seçimi verdik, yani bulundukları ilçede yerleştirilmeleri, sonra eğer tercihlerinden birine, kendi ilçelerine yerleşemezlerse komşu tercih ettikleri iki ilçeden birine yerleştirilmeleri imkânını verdik fakat 134 bin öğrenci sisteme girip hiç tercih yapmadı.

Bunların niye tercih yapmadığını araştırdığımızda şunu görüyoruz: Bunların büyük bir kısmı, çok büyük bir bölümü zaten özel okula gideceği için, herhangi bir devlet lisesine gitmeyi düşünmediği için sisteme girip tercih hakkını kullanmadı. Bir kısmı da ya yanlış kodlama yaptığı için veya o sırada belki pamuk toplamaya gittiği için, fındık toplamaya gittiği için sisteme girip tercih yapamamış olabilir. Buna rağmen, biz ilk simülasyonumuzda özel okula gitmeyi düşünebilecek öğrencileri baştan sistem dışında bırakabilirdik, bunun denemesini de yaptık ilk simülasyonumuzda. Yani çocuk ilk tercihini yaparken e-okul sisteminde “Ben bir özel okula gideceğim dolayısıyla ben tercih yapmıyorum.” derse o, sistemin dışında kalabilirdi fakat biz bu sene, biliyorsunuz, ilk defa, liselerde devlet lisesinden özel okullara geçecek öğrencilere teşvik veriyoruz, liselerde 3.500 lira teşvik veriyoruz. Bu teşviki alabilmesi için de yasa gereğince bir devlet okulundan geçiyor olması lazım. Dolayısıyla, geçici de olsa bu öğrencileri bir devlet okuluna kaydedelim, müracaat etmemiş olsalar bile, oradan teşvik almak isteyenler veya istemeyenler, özel okula geçmek isteyenler sadece e-okul sistemi üzerinden girebilirler. İşte, bu Ermeni asıllı veya Musevi asıllı öğrencilerimiz bizim çok programlı lise diye bir uygulamamız var, 6 lise türümüzden biri çok programlı lise. Çok programlı lise içinde Anadolu meslek lisesi var, Anadolu lisesi var, yani aynı lisenin çatısı altında o bölgede eğer bir Anadolu lisesi açmaya yetecek kadar öğrenci yoksa veya imkân yoksa, bir Anadolu meslek lisesi açmaya yetecek kadar öğrenci yoksa, bir Anadolu imam-hatip okulu açacak kadar öğrenci yoksa, bunları bir şemsiye okul gibi çok programlı lise altında açıyoruz, kendi içinde bölümleniyor.

Bu çocuklar, bu verdiğiniz örnekler, kendileri hiç sisteme girmedikleri hâlde, sistem tarafından otomatik olarak buralara yerleştirilmiş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Şimdi, evvelki gün Nur Serter Hanım da konuşmasında, 45 bin öğrencinin istekleri dışında imam-hatip okullarına yerleştirildiğini söyledi.

Bakın, Millî Eğitim Bakanlığı verilerini söylüyorum. Herhangi bir yerde tercih etmediği hâlde, sisteme girmediği hâlde, tercih yapmadığı hâlde, çok programlı lise bünyesindeki imam-hatip okullarından birine yerleştirilen, tesadüfi örneklemeyle yerleştirilen öğrenci sayısı 45.

Genelde yerleştirilen, bu tür yanlış yerleştirilen, yani istemediği okula yerleştirilen, tercih yaptığı hâlde yerleştirilen 209, bunların içinde imam-hatibe yerleştirilen 45.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – 45 mi, 45 bin mi?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – 45.

Dolayısıyla, biz zaten bu örneklemeyle dağıtırken, tesadüfi örneklemeyle dağıtırken çocukların dinî şeyine filan bakmıyoruz, yani kim Musevi asıllıdır, kim…

Nitekim, bu çocukların hepsi daha sonra kayıtlarını aldılar. Musevi asıllı vatandaşımız zaten Musevi ortaokulunu bitirmiş, Musevi lisesine gideceği için sisteme girmemiş.

Çok ünlü bir gazetecinin kızı üzerinden polemik yapıldı. Ben kayıtlarını incelettim, o çocuğumuz da Eyüp ilçesinde, sisteme girmemiş, hiç sisteme girmemiş, biz onu yerleştirmişiz il içinde, o da eğer sisteme girmiş olsaydı, Eyüp ilçesinde puanıyla girebileceği 13 tane okul var, 13’ünden birine yerleşebilecek durumdaydı.

Bir başka örnek verildi, çocuk İstanbul’da okuduğu hâlde Tunceli’ye veya Rize’ye… Böyle bir şey söz konusu değil, ancak yanlış kodlamışsa veya anne-baba ayrı, annenin ikametgâhı ayrı, babanın ikametgâhı ayrı veya Kıbrıs’tan gelmiş, ikamet yok, bir de yanlış kodlamalar var, onlar il dışında…

BAŞKAN – Sayın Bakanım, lütfen sözlerinizi toparlayın.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Yoksa, bütün bu tesadüfi örneklemeyle yerleştirilenler de il içinde mutlaka yerleştiriliyor, nakille de zaten onların son dönemde hepsini çözdük çok şükür.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Madde üzerinde iki adet önerge vardır.

Okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sırasayılı “Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 4. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

        Aydın Ağan Ayaydın                      Fatma Nur Serter                    Aytuğ Atıcı

                 İstanbul                                       İstanbul                               Mersin

               Oğuz Oyan                                  Kamer Genç                        Ali Sarıbaş

                    İzmir                                          Tunceli                            Çanakkale

“MADDE 4- Bu Kanunun;

a) 2 nci maddesi 1/1/2015 tarihinde,

b) Diğer hükümleri yayımı tarihinde, yürürlüğe girer.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı Kanun Tasarısının 4’üncü maddesinin “b)” fıkrasının tasarı madde metninden çıkartılmasını arz ve talep ederiz.

        Sırrı Süreyya Önder                         Pervin Buldan                     İdris Baluken

                 İstanbul                                          Iğdır                                  Bingöl

               Adil Zozani                                Hasip Kaplan

                  Hakkâri                                         Şırnak

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Hükümetin bu değişiklik ile akademik teşvik kapsamında performansa dayalı ücret uygulamasını kanunlaştırmaya çalıştığı bilinmelidir. Bu çaba, akademik topluluğun bilimsel bilgi üretimi yerine gelir getirici işlere yönelmesini, emekçiler arasındaki dayanışmanın yerine rekabetin geçmesini ve üniversitelerin üniversite olmaktan çıkarılmasını hızlandıracaktır. İş bu önerge bu gerekçe ile verilmiştir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sırasayılı “Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 4. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Ali Sarıbaş (Çanakkale) ve arkadaşları

“MADDE 4- Bu Kanunun;

a) 2 nci maddesi 1/1/2015 tarihinde,

b) Diğer hükümleri yayımı tarihinde, yürürlüğe girer.”

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Ali Sarıbaş, Çanakkale Milletvekili.

Buyurun Sayın Sarıbaş. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öncelikle, üniversitedeki bilim adamlarının gerçek değerleriyle bilim ve araştırma yapmak üzere maaşlarının artışına destek verdiğimi belirtmek istiyorum ve bu anlamda da Türkiye’deki demokratik, özerk bir üniversiteyle ilgili bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Benim Almanya’daki yeğenim Mehmet bu yaz ziyaretime geldiğinde dedim ki: Üniversiteyi Türkiye’de oku. Bu üniversitede, Türkiye’de daha iyi Türkçe öğrenirsin, daha iyi öğretim görürsün; demokratik, özerk bir üniversite içerisinde iyi eğitim alırsın. Ve o da bana sorular sormaya başladı ve “Sen bana bunu anlatıyorsun ama bir ülkede bir Başbakan 6 uçağı varken 7’nci uçağını 300 milyon dolara sipariş ediyorsa ve bu ülkede yine zırhlı araçlarla birlikte saltanat süren, 2015 yılı bütçesi içerisinde 222 tane zırhlı araç teklif ediyorsa bu ülkede demokratik bir hukuk devleti var mı?” diye sordu ve “Böyle bir yerde demokratik üniversiteden bahsedebilir misin?” dedi. Şaşırdım. Dedi ki: “Benim orada böyle bir şey yok ve saltanatla halkın demokrasi içerisinde hesap verebilirliği var. Şeffaf ve demokratik bir ülkede böyle bir halkın malının uzunca bir süre içerisinde hoyratça harcanması mümkün değildir.”

Yine şöyle bir ifade kullandı, dedi ki: “Bir yere Başbakan giderken kırmızı ışıkta önde ve arkada bir eskortun dışında hiçbir tane bir Başbakanın önünde eskort olarak saltanat yoktur ve kırmızı ışıkta duruyor.” Ve de dedi ki: “Türkiye’de onlarca… Hatta ondan önce, bir hafta önce bir yeri ziyaret etmeye gittiğinde önce oradaki gençler tutuklanıyor ve oradaki insanları burada bir gün önceden polisler gözaltına alıyor ve şehir olduğu gibi, özellikle gerektiğinde esnaf da dâhil olmak üzere kapatılıyor. Ve böyle özellikle de kendisine 350 tane özel korumasının ve özel donatılmış polisinin, yani bir başka deyişle korumasının olduğu bir ülke var mı? Böyle demokratik bir ülke, hesap verebilirlik…” Gene sustum. Ama Türkiye demokratik, laik bir hukuk devletidir dedim. “Hayır, ikna edemiyorsun beni.” dedi. Yine devam etti: “Böyle bir ülkede Başbakanın dışında, bu saltanat sürerken, bugüne kadar bütün cumhurbaşkanları bu ülkede seçildikten sonra olabildiğince Çankaya Köşkü’nde oturuyor ve seçildiklerinde orada devam ediyorlardı.” dedi. “Yine bu ülkede 1 katrilyon 373 trilyon liralık bir bütçeyle ve hesap vermeden ve halkına anlatmadan, şeffaf olmayan bir ihaleyle orada, 50 dönümlük kapalı arazide bin odalı bir saray yapıyor mu kendine?” diye sordu. “Seçilmeden önce kararını vererek, orayı hazırlayarak ve özellikle de Ankara gibi bir yerde, Atatürk Orman Çiftliği içerisindeki bir mekâna, hukuken durdurulma kararı olmasına rağmen… Bir hukuk devletinden nasıl bahsediyorsun?” diye sordu bana. Cevap veremedim çünkü doğruydu. “Benim ülkemde tarifeli uçakla giden, eski binalarda oturan başbakanlar varken, oranın dışını onarması yasak olduğu için sadece mobilyasını değiştirerek yıllarca oturan bir demokratik ülkeden… Beni ikna edemezsin. Ben özellikle bu ülkede YÖK’ün olduğu, hâlâ 12 Eylül yasasının olduğu… YÖK’le birlikte demokratik özerk bir üniversiteye beni ikna edip getiremezsin. Ben Almanya’da okumaya devam edeceğim.” dedi. Ben böyle bir…

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Siz savundunuz 12 Eylülü.

ALİ SARIBAŞ (Devamla) – 12 Eylül yasalarını siz hâlâ daha değiştiremediniz.

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Siz “Hayır.” dediniz, ben demedim. Sokak sokak dolanıp “Hayır.” dediniz 12 Eylül referandumuna.

ALİ SARIBAŞ (Devamla) – Çünkü siz bu ülkede işinize geleni değiştirdiniz, ileri demokrasi dediğiniz yerde işinize gelen yerde sustunuz. 12 Eylül, YÖK’ün kaldırılması konusunda işinize geldi.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Siz Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkına “Hayır.” dediniz.

ALİ SARIBAŞ (Devamla) – Bu ülkede düne kadar muhalefetteyken “Kaldıracağız.” dediniz ama şimdi kullanıyorsunuz çünkü üniversitelerde de tekdüze ve demokratik olmayan bir tek tip üniversite yarattınız ve bu üniversiteleri yaratmaya devam ediyorsunuz.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Haydi değiştirelim.

ALİ SARIBAŞ (Devamla) – Onun için, ben buraya gelecek gençlerin iyi bir eğitim alması dileğiyle yeğenimin sözlerine katılıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ SARIBAŞ (Devamla) – Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Siz de gidin yeğeninizin yanına.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Sayın vekilim, yeğeninizi bize gönderin, biz anlatalım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.38

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 21.47

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

----0----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10’uncu Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

651 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

5’inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Haluk Eyidoğan, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Eyidoğan.

CHP GRUBU ADINA HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; milletvekili olmadan önce ben de uzun yıllar hizmet etmiş bir akademisyendim. Dolayısıyla, üniversitelerde akademisyenlerin gerçekten özlük haklarının, maaşlarının desteklenmesi onları daha iyi yaşayacak bir konuma getirmek için önemli. Bu açıdan kanun desteklenir. Ancak maaş artışları, özlük haklarının geliştirilmesi yeterli mi? Yetmez.

Üniversiteler evrensel kurumlardır. Üniversiteler, felsefi tartışma ortamında akıl sürecini duygusal sürecin önüne alarak kişilerin olayları görerek ve tartışarak farkına varmasını sağlayan ortamlardır. Üniversiteler, akademik ortamlar, araştırma yapılan enstitüler, bilimsel, maddi ve idari alanlarda özgür ve özerk olmalıdır. Bilim ortamlarında, üniversitelerde her türlü düşünce otoriteye, tabulara ve kişilere bağlı olmaksızın tartışılmalıdır.

1980 darbesi YÖK’ünün cilalanıp, orasının, burasının değiştirilerek uygulanan kötü bir kopyası olmasını istemiyoruz. En kısa zamanda çağına yakışır bir yükseköğretim yasası çıkarılması gerekiyor. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ülkenin geleceği açısından önemli bir görevidir.

Gereği gibi yetişkin bilim insanları üniversitelerde yetişmezse bugün siyasetin kaybettiği zemini korkarım üniversiteler de yaşayabilir. Bu çok ciddi bir tehlikedir ve hepimiz batacak olan o gemiden sorumlu oluruz. İbni Sina “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder.” demiştir. Umarım bir gün ülkemiz Batılı anlamda akademisyen ve bilim insanı seçimi ölçülerini belirler. Umarım geleceğin bilim insanları, ülkemizi bilim üreten ve dolayısıyla teknoloji üreten, bilim toplumuna kapıları açan, bilgi toplumuna kapıları açan bir seviyeye çıkarırlar.

2000 yıllarının başından bu yana gayrisafi yurt içi AR-GE harcamasının gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 60 artmıştır, güzel ancak bilimsel yayın sayımız yüzde 22’den ancak yüzde 18’e çıkabilmiştir. Üniversite öğretim üyelerinin, akademisyenlerin özlük haklarının, maaşlarının artması önemlidir, yaşam koşullarının iyileştirilmesi önemlidir ama bunlar da düşünülmelidir. Bu seviye 18’e ancak çıkabilmiştir dedik, hatta 2009’dakine nazaran bir alt seviyeye de düşmüştür. Demek ki bütçe artışı ve bunun gibi yaklaşımlar tek başına çözüm değildir. Dikkat edin, patent sayılarımız üniversitelerde ve kamu kurumlarında artmıyor. Vallahi bir tane patent alabilecek bir buluş biliyorum, onun üzerine biraz önce konuşuluyordu, o da Millî Eğitim Bakanlığının icat ettiği TEOG’dur.

Bilimin ülkemizde istenilen şekilde yeşerememesinin temelinde akademisyenlik bilincinin, yani bilim felsefesi, bilim kültürü, bilim tarihi bilinci yetersizliği vardır. Gelişmiş ve hatta gelişmekte olan bazı ülkelere baktığımızda bu durum kendini daha ciddi şekilde hissettirmektedir.

Üniversiteler, akademik ortamlar, liseler gibi değildir, ortaokullar gibi değildir. Orada çalışan insanlar, üniversitelerde, akademik ortamlarda çalışan insanlar, bilim insanları, esen rüzgârın yönüne veya gücüne göre fikir değiştiren veya anlayışını güçlü olana göre belirleyen kişi hiç değildir; kendinden zayıfı ezmeyen ve kendinden güçlünün önünde diz çökmeyen, sağlıklı iç gelişmesini tamamlamış, olgun yapısıyla insanı insan olarak gören ve insan olduğu için saygı duyan ahlaklı ve erdemli kişidir.

Bilim insanı Bertrand Russell’ın belirttiği gibi “Ben varsam her şey iyi, ben yoksam kötü.” diyen, benmerkezli, açgözlü, çıkarı için kural tanımayan ve “Amaca ulaşmada her türlü yol mübahtır.” diyen kişi hiç değildir. Stefan Zweig “Bilimde körlük yanılgı değil korkaklıktır.” der. Bilim adamının korkaklarla, ürkeklerle işi ya da saygıdan ötürü gerçeği görmemeye hakkı yoktur. Bilim insanı evrensel düşünen kişidir, objektiftir, ahlaki sorumluluğu yüksek olan kişidir, aydınlanmış kişidir, öngörüsü yüksek olan kişidir. Bilim insanı gerçeği anlamakla yükümlüdür. Bilim insanı bulgularını halkla paylaşmak durumundadır. Bilim insanı tüm insanlığa ve doğaya karşı sorumludur. Bilim insanı eleştiriye açıktır. Bilim insanı gerçeği söyleme cesaretindedir. Bu ülkede biz bir Başbakanın “Eğer bu hocalar öğrencilerini böyle yetiştiriyorlarsa onlara da yazıklar olsun. Bize böyle hocalar lazım değil.” dediğini biliyoruz, Orta Doğu’daki hocalar için böyle dediğini biliyoruz.

Bir diğer konu da özerklik konusudur. Üniversitelerimizde özerklik yıllardır tartışılan konulardan biridir. Bilim üretmenin temel koşulu ve güvencesi özerkliktir. Özerklik, yükseköğretim kurumlarının kendi bilimsel, yönetimsel ve bütçeleme işleyişine ilişkin kararlar almada ve eğitim, araştırma, dışarıya yönelik çalışmalar ve ilgili diğer faaliyetlerde kendi politikalarını oluşturmada devlet ve toplumun diğer güçleri karşısındaki bağımsızlığı anlamına gelir. Bırakın, özerk üniversiteler kendi öğrencilerini istedikleri gibi yetiştirsinler. Onları kategorize etmeyin, onları ayrıştırmayın, onları sınıflamayın.

1965 yılında Dünya Üniversiteler Birliği tarafından yükseköğretim kurumlarının özerkliği ve akademik özgürlük üzerine yayımlanan Lima Bildirgesi’nde belirtildiği gibi, akademik özgürlük akademik topluluk üyelerinin araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma ve yazma yoluyla bireysel ya da birlikte bilgi edinme, geliştirme ve aktarma özgürlüğüne sahip olmaktır. Üniversiteler, tarihî temelde özerkliğe dayanır. Bizim gibi hâlâ güçlü üniversite ilkelerinin oluşmadığı toplumlarda özerkliği elinden alınacak üniversiteler çok ciddi ve belki de telafisi mümkün olmayan duruma düşeceklerdir.

Üniversitelerimizin en ciddi sorunu uluslararası ölçekte akademisyen yetiştirememesidir ya da yetişen bazı akademisyenlerin, yetişme potansiyeli olan bazı akademisyenlerin “beyin göçü” dediğimiz olguyla yurt dışına gitmeleri ve orada kalmaları, orada yaşamaları ve o ülkelere katkı sağlamalarıdır. Yıllık 8 bin nitelikli doktoralı araştırıcıya ihtiyacı olan ülkemiz üniversitelerinin bu sorununa öncelik vermesi gerekir.

Üniversitelerin altyapı ve çalışma koşulları sorunludur. Sorun günden güne büyümektedir.

Akademisyenlerin özlük hakları ve nitelikli bilim insanlarının korunması ve teşvik edilmesiyle ilgili sürdürülebilir bir mekanizma geliştirilmesi lazım. Bu kanun özlük haklarını geliştirmeyi, teşvikleri geliştirmeyi hedefliyor; öyle anlaşılıyor. İnşallah bunu herkesi eşit, özgür bilim insanları olarak görerek yaparlar. Ancak, bu tür teşviklerin, özlük haklarının geliştirilmesi, sürdürülebilir bir nitelik kazanmalıdır. Bugün var yarın yok şeklinde bir mekanizmayla bunun çok bir faydasının olacağını düşünmüyorum. Eğer gerek altyapı gerekse daha iyi koşullarda yaşayan bilim insanları oluşturamazsak üniversitelerin verimlilik konusu ileride daha büyük sorun yaratacak nitelikte olacaktır.

Yine, yıllarca olduğu gibi patent sayılarımızı artıramayacağız. Yine, yıllarca olduğu gibi teknoloji üretemeyeceğiz, temel bilim üretemeyeceğiz, temel bilimi, mühendislik bilimlerini teknolojiye aktaramayacağız ve maalesef o zaman -nasıl olacak- gelişmekte olan ülkeler sınıfında olacağız.

Dolayısıyla ne yaparsak yapalım, ister altyapı ister insan kaynakları açısından mutlaka üniversitelerimizi, kurumlarımızı, sektörlerimizi, kamu ve özel sektörümüzü bir araya getirip teknoloji üretmek ve yarının bilgi toplumu olmak zorundayız. Bunu yapamazsak yerimizde sayarız ve birçok istenmeyen sorunlarla boğuşup dururuz.

Dinlediğiniz için teşekkür ederim, saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Ali Uzunırmak, Aydın Milletvekili.

Buyurun Sayın Uzunırmak. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün güzel bir kanunu görüşüyoruz, tasarıyı görüşüyoruz. Katkıları olan herkese çok teşekkür ediyorum.

Birçok konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisinde tartışıyoruz. Değerli arkadaşlar, meselelerimizi doğru tartışmamız lazım. Tarih, devlet adamları için zengin bir hazinedir ve kıssalardan hisseler çıkarmak lazım. Vakıf tartışmalarını yaşıyoruz. Bir kıssayı sizlerle paylaşarak bize rehber olmasını istirham ediyorum. Ebî Vakkas, Hazreti Ömer, Nuşirevan ve çeşitli kahramanlar… Hazreti Ömer bir gün İran’a ticarete gider Ebî Vakkas’la beraber ve cirit oynayan gençleri seyrederken 200 devesi çalınır, parasız pulsuz kalırlar ve giderler bir hana sığınırlar. Hancı üzgün olduklarını görünce sorar: “Ne oldu?” Olayı anlatırlar. Hancı der ki: “Kral Nuşirevan adaletli bir adamdır, gidin ona derdinizi anlatın.” Giderler, anlatırlar ama Nuşirevan 2 kese altın verir, bunları gönderir. Hancı sorar geldiklerinde “Ne oldu?” “Böyle oldu.” “Hayır, böyle olmaz. Nuşirevan bunu yapmaz.” der. İkinci gün hancı tercüman olarak gider ve olayı anlatırlar, Kral Nuşirevan özür diler ve der ki: “Yarın, kaybolan emanetleriniz size ulaşacak ama sizden bir şey rica ediyorum: Şehri terk ederken biriniz doğu kapısından, biriniz batı kapısından çıkın.” Ertesi günü doğu kapısından çıkarken Ebî Vakkas 2 tane darağacında cesetle karşılaşır, sorar “Nedir bu?” diye halka. Derler ki: “Bu Nuşirevan’ın veziri ve oğlu.” Hazreti Ömer’in çıktığı kapıda gene birisi vardır darağacında. Hazreti Ömer “Ne oldu? Kimdir bu?” diye sorar, derler ki: “Nuşirevan’ın tercümanı.” Ve olayı kavrarlar. Yanlış tercüme eden de asılmıştır, çeteyi kuran oğlu ve veziri de asılmıştır. Aradan yıllar geçer. Ebî Vakkas Şam Valisidir ve bir Yahudi’nin arsasını cami yapmak gerekçesiyle kamulaştırır, rızasız kamulaştırır. Ve bu Yahudi’ye yol gösterilir, Medine’ye gider. Medine’ye gittiğinde İslam’ın Halifesi Hazreti Ömer’e bir hurma ağacının altında dinlenirken rastlar.

Bunlardan ders çıkarmamız lazım. Şam’daki debdebeyi görür, giyim kuşamını görür saraylıların ama Halifenin hâlini görür ve merak eder nasıl bir şeydir bu diye. Hazreti Ömer’e olayı anlatır. Hazreti Ömer –kıssadır- bir kemik parçasının veya derinin üzerine şöyle bir şeyi yazar: “Bilesin ki ben Nuşirevan’dan daha az adaletli değilim.” Ve bunu Ebî Vakkas’ın eline gitmesi için Yahudi’ye verir. Ebî Vakkas’a geldiğinde Yahudi “Halifeden sana mesaj var.” der, verir. Ve Ebî Vakkas o mesajı gördüğünde sapsarı kesilir, kafasını yerden kaldıramaz, bu olayı anlatır. Der ki, böyle böyle olmuştu. Ve ondan sonra o kamulaştırmadan vazgeçilir ama diğeri de arsayı bağışlar, Müslüman olur ve cami gene inşa edilir.

Değerli milletvekilleri, vakıf, vakfetmek, bir varlığı olan insanın menkul veya gayrimenkul gelirlerinden hayır işlemesi için bir kurumsallaşmadır. Acaba bugün “vakıflar” adı altında yapılan birtakım icraatlar, gerçekten vakıf sahiplerinin, vakfedenlerin kendi menkul veya gayrimenkul değerlerinden mi yapılıyor, yoksa hepimizin, bütün milletimizin varlığı olan hazine arazilerini, beytülmali, ekmek elden su gölden, birilerine vakfederek mi bu hizmetler yapılıyor? Burada bir yanlışlık var.

Değerli milletvekilleri, hatta vakfa giren paraların kaynağı bile aslında vakfı kirletir. Sizlere bir şey soruyorum: Kirli suyla abdest alınır mı? Kirli suyla alınan abdestle namaz kılınır mı, ibadet yapılır mı? Bu, inancımızın neresinde var? Bugün vakıflar vasıtasıyla birçok istismar yapılmaktadır. İşte, yapılan bağışlarda devleti dolandıran, uluslararası kara paranın içinde olan, halka zulmeden birtakım insanların, kaçakçısından başkasına varıncaya kadar, paraları vakıf amaçlı sözde bir şeyler hizmet edilmeye çalışılıyor.

Değerli milletvekilleri, biz vicdanı olan insanlar olmalıyız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) - …ve bilmeliyiz ki değerler uğruna siyaset yaparken hiçbirimiz Nuşirevan’dan daha az adaletli olmamalıyız. Hazreti Ömer’in yaşantısıyla, o değerlerle yönettiğimize inanıyorsak, bugün bu saraylar lüzumsuzdur değerli arkadaşlar. Bu ülkenin bu kaynaklarını doğru kullanmamız lazım. Evet, bin oda, daha tefrişi hesap edilmiş değil, bin odanın tefrişinin nereye çıkacağı belli değil. Mermerlerin faturaları İtalya’dan geliyor.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Uzunırmak.

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) - Ama Türkiye mermer ihracatçısı bir ülke. Bunları bile bu yüce Meclisin görmesi gerekiyor değerli arkadaşlar.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı Kanun Tasarısının 5’inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve talep ederiz.

“MADDE 5- Bu Kanun hükümleri Bakanlar Kurulu tarafından yürütülür.”

        Sırrı Süreyya Önder                          Hasip Kaplan                     Pervin Buldan

                 İstanbul                                         Şırnak                                  Iğdır

             İdris Baluken                                 Adil Zozani

                   Bingöl                                         Hakkâri

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı “Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 5. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

               Ali Sarıbaş                              Oğuz Oyan                             Kamer Genç

               Çanakkale                                   İzmir                                      Tunceli

        Kadir Gökmen Öğüt               Haluk Ahmet Gümüş                  Haluk Eyidoğan

                 İstanbul                                  Balıkesir                                  İstanbul

“MADDE 5- Bu Kanun hükümlerini Millî Eğitim Bakanı yürütür.”

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir Milletvekili.

Buyurun Sayın Gümüş. (CHP sıralarından alkışlar)

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Değerli milletvekilleri, bugün burada sanat tarihi mezunlarının, arkeoloji mezunlarının, müzeci ve restoratör meslek grubunun istihdam sorunlarını dile getireceğim. Belki haberiniz yoktur ama arkeologlardan birisi bugün açlık grevine başladı, nedeni de işsizlik. Tabii, bu arada kamuda istihdamı göz ardı edilen bu meslek grubuna ilgisizliğin Türkiye’ye maliyetini ele alacağım.

Bilinmelidir ki insanlık tarihi ne kadar eskiyse, üzerinde yaşadığımız bu coğrafya da bir o kadar eski, kadim ve köklüdür. Ülkemiz tarihî ve kültürel miraslar açısından bir hazinedir. Bugün Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde tescil edilmiş 13 bine yakın arkeolojik ve kentsel sit alanı, 100 bine yakın korunması gereken kültür varlığı, 300’ün üzerinde müze, 135 ören yerinde 3,5 milyon civarında eser vardır. Ortaya çıkarılmamış olanlar, yer altında olanlar, ülkenin hazineleri çok daha misli misli çıkarılmayı beklemektedir. Bu tablo dahi ülkemize yıllık 30 milyon ziyaretçi sağlamaktadır ama bakalım bu konunun dikkatinde miyiz? Ancak ne yazık ki ülkemizde tarihe, estetiğe ve kültürel miraslarımıza verilen önem bugüne kadar hiç olmadığı kadar gerilemiştir.

Kültürel mirasını, tarihini unutmuş nesiller demek, belleğini yitirmiş bir toplum demektir. Belleğini yitirmiş bir toplum yok olur, kendini var edemez, yeniden üretemez ve insanlığa hiçbir şey katamaz. Belleğini yitirmiş bir toplumun iyi şartlarda yaşama ve var olma şansı zamanla elinden alınır. Kültürel mirası koruyup yararlı hâle getirmek için, gelişen, ilerleyen devletler bütçeler ayırırlar; öğretmenler, uzmanlar ve uygulayıcılar yetiştirirler. Bizde ise durum tam tersinedir, tam tersine gelişmektedir. Kültür Bakanlığı sanat tarihçisi, arkeolog, müzeci ve restoratörlere yeterli kadrolar açmamakta ve Hükûmet bu konuda gerekli plan ve bütçe adımlarını gerçekleştirememektedir.

Arkeoloji öyle bir alandır ki bu alana yatırım yaptıkça ülkemize her alanda etkisi görülen bir gelişme yaratırsınız. Tarihsel kalıntılar ülkemizi yıldız gibi parlatabilecek bir etkiye sahiptirler; hem reklamdır hem zenginliktir hem uluslararası alanda etkili olmaktır. Ne kadar değeriniz varsa o kadar değerlisinizdir.

Şu acıyı bu fırsatta dile getirmek lazım ki Türkiye’deki restorasyon alanına şu anda ayrılan yer beş yüz yıl öncesi Avrupa’dan daha geri durumdadır bugünlerdeki durum.

Millî Eğitim Bakanlığının kültürel aktivitelere ve sanat tarihi derslerine olan ilgisi son derece azdır. Gelişmiş ülkeler sanat tarihi derslerine özel bir önem verirken ülkemizde yabancı okullarda bile sanat tarihi dersleri zorunlu olarak okutulurken bizim okullarımızda sanat tarihi dersleri seçmeli hâle getirilmiştir sizin zamanınızda. Bu dersler de genelde öğrencilere seçtirilmemektedir. Çok nadiren, seçmeli ders olarak açılan okullarda genellikle resim öğretmenleri sanat tarihi derslerine girmektedirler. Bu gerçek de eğitim alanı açısından garip bir uygulama olduğu açıktır.

Öğretmen atamalarında sanat tarihi öğretmeni yok denecek kadar azdır. En son yapılan Millî Eğitim atamasında sadece 2 sanat tarihi öğretmeni atanmıştır; 75 milyona 2 kişi, 40 bin atanan kişiden sadece 2 kişi sanat tarihi öğretmenidir.

Bakın, bu durum Avrupa’da olsa rezalet örneği olarak gösterirler, biz alıştık böyle şeylere sayenizde. Bu durum, yetişen elemana zulümdür ve öğrencilerin kişisel gelişimini güdükleştiren bir uygulamadır. Birçok farklı branştan üniversite mezunu milyonlar sosyal medyada seslerini duyurmaya çalışmakta ve işsiz olduklarını sizlere ifade etmektedirler. Peki, bu plansız, amaçsız, hedefsiz millî eğitim politikaları kimin eseridir? Tabii ki sizlerin eseridir, övünebilirsiniz.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 651 sıra sayılı Kanun Tasarısının 5’inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve talep ederiz.

“MADDE 5- Bu Kanun hükümleri Bakanlar Kurulu tarafından yürütülür.”

Pervin Buldan (Iğdır) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: Bu öneriyle madde metninin daha anlaşılır olması amaçlanmaktadır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:

“Kullanılan oy sayısı           : 232

Kabul                                 : 232(x)

                Kâtip Üye                                           Kâtip Üye

           Bayram Özçelik                         Muhammet Rıza Yalçınkaya

                  Burdur                                               Bartın”

Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Hayırlı olsun.

Millî Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı teşekkür konuşması yapacaklardır.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üniversitelerimiz için gerçekten çok yararlı olacak bir tasarıyı hep birlikte yasalaştırmış olduk. Katkılarınız için, önerileriniz için, eleştirileriniz için çok teşekkür ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, 5’inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Macaristan Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu, İşleyişi ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Macaristan Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu, İşleyişi ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/916) (S. Sayısı: 613) (X)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 613 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir Milletvekili.

Buyurun Sayın Gümüş. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, sayın üyeler; olağanüstü bir döneme girdik. Türkiye Hükûmeti, güney komşularımızda devam eden iç savaş ve kaos ortamına müdahale etmemizin önünü açan ve hatta savaşlara yol açabilecek bir tezkereyi bu Meclisten geçirdi.

Ortalık karmakarışık. Bir yandan, bugüne kadar silah, gıda ve eğitim desteğinin Türkiye'den verildiğini ilan eden “IŞİD” adlı bir örgüt var. Bu örgüt Irak yönetimine başkaldırmış ve Kuzey Irak’ın petrol bölgelerinin Kürt ve Türkmenlerin yerleşim alanlarının bir kısmını işgal etmiş, şimdi de Kobani’yi ele geçirmeye çalışıyor. Diğer yandan, Kuzey Irak bölgesel yönetimi, ki bu yönetimin lideri Barzani “Silahlarımızı Türkiye'den alıyoruz, bizi Türkiye silahlandırıyor ama bunun açıklanmasını istemiyor.” diyor. Bütün bunların yanında, IŞİD’in yayılma alanına çekidüzen vermeye çalışan Batı dünyası, dolayısıyla NATO var. Hükûmet, NATO’nun IŞİD’e müdahalesine destek vereceğini açıklamış, gözünü Suriye rejimini değiştirmeye dikmiş, bu konuda halkı ve Batı’yı ikna etmeye çalışıyor.

Ülkenin içi karışmış, her yerinden ölüm ve cinayet haberleri geliyor, manzara görünüşte böyle. Orta Doğu kaos içinde, kan gölüne dönmüş ve hatta bu karışıklığın bir parçası da bizim ülkemizin dış politikasıyla yakından ilgili.

Bir de resmin daha büyüğüne bakalım, bu resmin bir de daha büyüğü var. Yakın zamanda, “Arap Baharı” denilen, benim “Akdeniz dönüşümü” diye adlandırmak istediğim bir süreç yaşandı. Elbette Suriye’deki ve Arap Baharı’ndaki karışıklıklar bu ülkelerin yüzde yüz iç dinamiklerinden kaynaklanmıyordu. Mübarek, Kaddafi, kendi kendilerine sadece ülkelerindeki kabaran demokrasi talepleri nedeniyle gitmediler, bunu böyle düşünen varsa gaflet içindedir. Evet, içlerinde bu demokrasi talebini yapan çok iyi niyetli unsurlar vardı. Bir şeyler oldu dünyada, hatta on yıllar önce bazı hesaplar yapıldı, sonra bu hesaplar günümüzün gerçeklerine göre yeniden değişime uğradı. Bu hesaplardan haberi olan var mı, çok merak ediyorum.

Ne oldu? Önce gelişmiş ülkelerin gelecek senaryolarına bakalım. Dünyanın son on yıldır yaşadığı değişim sürecinde önümüzdeki yüz yılı etkileyecek nitelikte gelişmeler yaşandı. Öyle ki bu süreçte süper gücün gelecek beklentisi değişmiş, dünyada önde gelen kurum ve kuruluşların raporlarındaki beklentileri on yıl öncesine göre tamamıyla farklılaşmıştır. Uluslararası alanda önde gelen kurum ve kuruluşların raporlarından ve tespitlerinden bir örnekle başlayalım.

Amerika Birleşik Devletleri’nde 17 istihbarat örgütünün çatısı olan kuruluşun analitik kolu olan Ulusal İstihbarat Konseyinin Aralık 2012 Küresel Eğilimler Raporu’nda şu tip tespitler var: Raporda, 2030 yılına kadar dünyada mevcut olan gücün ülkeler arasında ve ülkelerden gayriresmî ağlara doğru dağılımının etkilerinden söz etmektedir. Yani, bu ağlar oluşacak, gelişecek, küresel olaylara imzasını vuracak ve bunun etkileri olacak. Bu etkiler Batı’nın 1750’den bu yana yaşanan tarihî yükselişini büyük ölçüde tersine çevirecektir. Asya’nın küresel ekonomi ve dünya politikalarındaki ağırlığı yükselecektir. Çin ABD’yi geçecek, dünyadaki en büyük ekonomiye sahip olacaktır; rapor böyle diyor. Bunun kadar önemli, Kolombiya, Mısır, Endonezya, İran, Güney Amerika, Meksika, Türkiye ve bugün gelişmekte olan birkaç bazı ülke 2030’a kadar yükselişte olacaklardır. Bu tür tespitler Fransa ve OECD kaynaklı raporlarda da benzer şekilde yer almaktadır.

ABD istihbarat teşkilatlarının yaptırdığı bu araştırmalar bunları söylerken, benim bu kürsüden Türkiye Büyük Millet Meclisinde daha önce net bir biçimde dile getirdiğim başka bir konu gündeme geldi. Uzun zamandır çeşitli nedenlerle karartmaların yaşandığı, Çin’in satın alma paritesine göre millî gelir rakamlarını IMF Başkanı Lagarde birkaç hafta önce basına açıklayıverdi: “Çin ABD’yi geçmiştir ve bu yükselme devam edecektir.” Birkaç hafta önce bu telaffuz edildi.

Değerli arkadaşlar, bu ne demektir? Yani “Geçti, iyi ki geçti.” diyebilir bazıları; “Keşke geçmeseydi.” diyenler çıkabilir ama bu küresel gelişmelerin bizim gibi ülkelerin coğrafyalarına etkileri olacak, buna göre bazı hesaplar yapılacak. Bunun üzerinde kim, nasıl düşünüyor acaba? Dolayısıyla, tek kutuplu dünya gücünün Orta Doğu’da on yıl önce önüne koyduğu hedeflerin değiştiği, yeni dünya şartlarına göre yeni hedeflere odaklandığı anlamına geldiği söylenebilir. Artık bütün hesaplar değişmiştir ve değişmek durumundaydı. Dünya tek kutuplu bir küresel gücün hegemonyası altında bundan böyle değildir, bu itiraf edilmiştir.

Eğer sizler gelişmiş ülkelerin sıkıntılarını ve çözüm alternatiflerini analiz etmezseniz bugün Orta Doğu’da artık neyi istediklerini, neyi hedeflemekte olduklarını asla anlayamazsınız. İşte bu yüzden Başbakanın bir zamanlar yazdığı ve uygulaması beklenen kitabın bir paragrafı dahi pratikte hiçbir şekilde yerini bulamadı çünkü eski projelere göre yazmıştı.

İşte bu yüzden, Arap Baharı dışarıdan etkili bir dinamikle değişimler yaratıp küresel bir hazırlığın ön aşamalarını oluştururken 20 milyon nüfuslu Suriye için fren koyuldu. Siz hâlâ eski hesaplarda kalıyorsunuz. Hesaplar değişime uğradı. Gelişmiş Batı’nın dünyanın yükselen diğer güçleriyle yaptığı görüşmeler nedeniyle politika değişikliğine gittiğini artık anlamak gerekir. Türkiye Hükûmeti ise hâlâ derin rüyadan uyanamamakta, eski hedefleri üzerinde yeni gerçeklere ve unsurlara bakmadan analizler yapmakta ve onun peşinde koşmaktadır.

Bugün Orta Doğu’da farklı şekilde yeni bir paylaşım savaşı vardır. Orta Doğu’da yeni şartların, yeni dengeleri kurulmak istenmektedir. Bugün gelişmişler için temel mesele, terör gruplarını yok etmek, Esad’ın mevcudiyeti, Kürtlerin geleceği, Sünni Araplar, Türkmenler, Yezidiler, Hristiyanlar değil, mesele, enerji kaynaklarının kimin tarafından nasıl kontrol edileceğidir.

İşte bugün hızla büyüyen ve millî gelir hesabında ABD’yi geçmiş Çin için enerji tedariki de hayati bir konudur ve Orta Doğu üzerinde politikalarını geliştirmektedir.

Enerji alanını kim kontrol ederse yarının büyükleri olmaya aday olan ülkelerin üzerinde güç oluşturacak ve hatta ekonomik büyüme hızlarına, bu ülkelerin etki edebilecektir. Orta Doğu’daki Şii-Sünni ayrışmasının taraflarının büyük destekçilerinin kafasında bu plan vardır. Şiiler Sünnilere, Sünniler Şiilere saldırırsa -bunlar Müslüman’dırlar- ve bu alanda ayrışma yaşanırsa bu ayrışma muhtemelen yeni paylaşımın büyük parçalarını oluşturacaktır. İşte mezhepçi politikalar bunlara hizmet etmektedir; işte Hükûmet, bilip bilmeden mezhepçi politikasıyla buna hizmet etmektedir.

Çin, İran’la enerji alışverişini yükseltmekte, İran’ın Orta Doğu’da Şii toplumlar üzerinde siyasi etkileri bu iş birliğine güç sağlamaktadır. Bu nedenle, Kuzey Irak, genelde Şii nüfusu daha yüksek olan Irak’tan ayrıştırılmak isteniyorsa altında bu nedenleri aramak lazımdır. Batılı güçler Kuzey Irak’taki Suudi Arabistan petrol rezervleri kapasitesiyle karşılaştırılabilecek bir coğrafyanın kontrolünü ellerinde tutmak isteyeceklerdir, en azından kontrolünü. Temel meseleleri, Kuzey Irak’ın burada bulunan etnik grupların, Kürtlerin, Türkmenlerin, Yezidilerin siyasi gelecekleri değil, bölgedeki petrol rezervlerinin kendileri açısından güvenliği ve kontrolüdür.

Daha neler yaşanabilir? Kuzey Irak’ta, daha önce telaffuz edildiği gibi bağımsızlığı ilan edilebilir. Nitekim bu sesleri duyuyoruz. Bu durum sonucu Irak yönetiminin müdahalesi veya zaten var olan IŞİD tehditleriyle bölge güvensiz alana dönüştürülebilir. Biz karşımıza çıkabilecek her senaryoyu şimdiden çekinmeden düşünmeliyiz ve en iyi çözümler üzerinde kafa yormalıyız.

Neler olabilir? Bir, Irak’ın bütünlüğü önemli bir çözümdür. Bütün komşularımızın toprak bütünlüğüne saygılıyız ancak bu çözüm bana göre uzun vade için Batılılar tarafından tercih edilmeyecektir. Kuzey Irak’ın bağımsızlığı ilan edilip güvenliği Türkiye’den istenebilecektir. Böyle bir durumda dahi Kuzey Irak’ın güvenliği, tarafları tatmin etmeyebilecektir. Kuzey Irak, Türkiye’ye kendi arzusuyla ilhak etmek isteyebilecektir. Bunu isterlerse –“İstiyor.” diyorsunuz- bütünleşmenin olup olmayacağı veya ne şekilde olacağı Türkiye’nin en büyük meselesi olabilecektir.

Kısaca, sayın milletvekilleri, Orta Doğu daha yıllar sürecek bir kargaşanın içinde olacaktır. Biz bu kargaşadan en kolay ve en iyi şekilde nasıl kurtulacaksak bunun hesabını yapmalıyız. Bütün gelecek raporları, gelecekle ilgili dünyada yayınlanan raporlar diyor ki: “Türkiye geleceğin büyük ülkesidir.” Ve ben ekleyeyim: “Potansiyelleriyle dünyada işsizdir.” Biz diyoruz ki: Bu ülke, içinde yaşayan herkesindir. Söylenen ve bütün güçlerin kabul ettiği büyük geleceğimize ulaşmak için bizim kendi içimizde; aramızda sınırlar, sınırlamalar, farklılaşmalar koymadan tüm vatandaşlarımıza ihtiyaç vardır. Büyük hedefe ulaşmak için bütün bunların olmaması gerekmektedir. Böyle bir geleceği en yüksek zirveye ancak hep birlikte taşıyabiliriz. Gelecek, hep birlikte olabilirsek güçlü, güzel ve büyük olabilecektir.

Teşekkür ederim, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Yusuf Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili.

Buyurun Sayın Halaçoğlu.

MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, beş dakika konuşacağım ama ilginizi çekecek, Macaristan’la ilgili konuşacağım.

Macaristan, gerçekten bizim çok yakın bir dostumuz. Şöyle söyleyeyim: Bu kültür ünitelerinin kurulmasında hatta geç bile kalınmış bir devlettir bizim açımızdan. Tarihî olarak baktığımız zaman da çok eskilere dayanan bir yakınlığımız vardır.

Tabii, Hun Devleti’ni biliyorsunuz, ki yakınlarda, Tuna Nehri kenarlarında Hun İmparatoru Attila’nın mezarı da bulunmuş durumda yani imparatorun mezarı bulunmuş durumda. Ondan sonra Macaristan’da kurulan Avar Devleti var yani 562 yılında kuruldu ve Macarlar son araştırmalarıyla -ki orada çok değerli tarihçiler var, Türkolojinin de merkezi sayılan bir yerdir- mesela, Macar tarihini yazan Gyula Németh olsun, Hazai olsun, Geza David olsun, Pal Fodor olsun bunlar yaptıkları araştırmalarda bunların Türk asıllı olduklarını kabul ettiler, Macaristan bugün resmen bunu kabul etti, 2001 yılında Avar Devleti’ni de kendilerinin ilk kurucu devleti olarak tanıdılar ve 1.000’inci yılını kutladılar. Beni de Tarih Kurumu Başkanıyken davet ettiler, gittim, o toplantılara katıldım, konuşma da yaptım hatta. Ve gerçekten Macaristan dili itibarıyla da tamamen Türkçe gramer yapısına uygun bir dil kullanıyor ve pek çok Türkçe kelime olduğu gibi, hâlâ isimlerde İmre, Atilla isimleri sıkça da kullanılan isimler.

Ayrıca, şunu söyleyeyim: Macaristan’da Türk kültür varlıkları envanterini yaptık ve her ne kadar çok savaşmışsak da yakınlığımız çok fazladır ve bugün bu anlaşmanın yapılması, Türkiye'nin Macaristan, yani Avrupa’nın tam ortasında olan bir devletle de çok yakın ilişkilerini kuracak bir nitelik taşıyacaktır.

Bundan dolayı da bu sözleşmeyi Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak desteklediğimizi ve olumlu olduğunu belirtmek istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE

MACARİSTAN HÜKÜMETİ ARASINDA

KÜLTÜR MERKEZLERİNİN KURULUŞU,

İŞLEYİŞİ VE FAALİYETLERİ HAKKINDA

ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN

BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) 15 Kasım 2013 tarihinde İstanbul’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Macaristan Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu, İşleyişi ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşma”nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Macaristan Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu, İşleyişi ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:

“Kullanılan oy sayısı                    : 205

Kabul                                            : 205 (x)

                                    Kâtip Üye                                                          Kâtip Üye

                               Bayram Özçelik                                    Muhammet Rıza Yalçınkaya

                             Burdur                                              Bartın”

Böylece tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olsun.

6’ncı sırada yer alan, İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.

6.- İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/758) (S. Sayısı: 640)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

7’nci sırada yer alan, Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.

7.- Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/742) (S. Sayısı: 616)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 6 Kasım 2014 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 22.39



(*) 651 S. Sayılı Basmayazı 4/11/2014 tarihli 9’uncu Birleşim Tutanağı’na eklidir.

(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(X) 613 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.