TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                135’inci Birleşim

                                                                              4 Eylül 2014 Perşembe (Olağanüstü)

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- HÜKÛMET PROGRAMI

1.-                   Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı'nın görüşülmesi

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

2.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında MHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

3.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı'nın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

6.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

7.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

8.- Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş'in, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

9.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

2.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş'ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

3.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

5.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

VII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında Bakanlık tarafından satılan veya kiralanan sosyal tesislere ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'nun cevabı (7/45265)

2.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, Bakanlıkta görev yapan sivil savunma uzmanlarının lojman tahsis taleplerine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'nun cevabı (7/47148)

3.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, vergi denetçileri tarafından kesilen cezalarla ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/48438)

4.- İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'ın, Bakanlığın Hazine arazileri ile ilgili aldığı imar yetkisine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/48795)

5.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, büyük şirketler ile ilgili başlatılan denetimlere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/49340)

4 Eylül 2014 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 135’inci Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Beş dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.

IV.- HÜKÛMET PROGRAMI

1.- Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı'nın görüşülmesi

Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan, Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Görüşmelerde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre siyasi parti gruplarına, Hükûmete ve şahısları adına iki üyeye söz verilecektir.

Genel Kurulun 1/9/2014 tarihli 134’üncü Birleşiminde alınan karar gereğince Hükûmet ve siyasi parti grupları adına yapılacak konuşmalarda süre kırk dakikadır. Bu süre en fazla iki konuşmacı tarafından kullanılabilecektir. Kişisel konuşmalarda ise süre on dakikadır.

Program üzerinde söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:

Gruplar adına:

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Pervin Buldan, Iğdır Milletvekili; Ertuğrul Kürkcü, Mersin Milletvekili.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Yusuf Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Hurşit Güneş, Kocaeli Milletvekili.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Mehmet Naci Bostancı, Amasya Milletvekili; Mustafa Elitaş, Kayseri Milletvekili.

Şahısları adına:

Kamer Genç, Tunceli Milletvekili ve Yılmaz Tunç, Bartın Milletvekili.

Hükûmet adına Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı.

Şimdi, Hükûmet Programı üzerinde ilk söz, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Pervin Buldan, Iğdır Milletvekili...

Lütfen sayın bakanlar, sayın milletvekilleri…

Buyurun Sayın Buldan. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 62’nci Hükûmet Programı hakkında grubumuzun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hükûmet programı olarak Parlamentoya sunulan bu çalışma, bir program olmanın ötesinde, AKP’nin faaliyetlerini içeren ve 2015 seçimlerini hedefleyen bir icraat raporu olarak durmaktadır.

Türkiye halklarının demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitlik talepleri dikkate alındığında, bu programın ileri bir çizgiyi temsil etmediği görülecektir. Öncelikli olarak şunu net belirtmemiz gerekir ki programda köklü bir demokratik değişim ve dönüşüm hedefi yer almamaktadır. Var olan mevcut sistemi kısmi restorasyonlarla sürdürme amaç ve hedefi söz konusudur.

Değerli milletvekilleri, kim ne derse desin, Türkiye’de demokrasinin ve özgürlüklerin alanı son derece sınırlıdır. İktidarın otoriterleşen uygulamaları her geçen gün artmakta, ayrımcı ve ötekileştirici politikalarla toplum âdeta kamplaştırılmaktadır. Kimlikler, kültürler, inançlar, mezhepler, kadınlar, gençler, aydınlar, emekçiler…

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, konuşmayı dinleyemiyoruz.

BAŞKAN - Sayın Buldan, bir saniye.

Sayın milletvekilleri, sayın bakanlarla görüşmeleri dışarıda yapın lütfen.

Sayın Buldan, yeniden başlatıyorum.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Yani, sayın hatibe saygının gereği, artık bir sükûneti sağlamanız lazım.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Buldan.

PERVİN BULDAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

…gazeteciler, çevreciler ve insan hakları savunucuları üzerindeki baskılar rahatsız edici boyuttadır. Türkiye’de hiçbir kimlik ve inanç yeterince özgür değildir. En küçük muhalif bir hareket bile devletin en orantısız şiddetiyle karşı karşıyadır. Halkın siyasete katılımı ve Parlamentoda demokratik temsiliyeti engellerle karşı karşıyadır. Seçimler asla demokratik bir yarış içerisinde geçmemektedir. Parlamento özgür değildir. Tüm yasalar AKP’nin çoğunlukçu dayatmasıyla geçmekte, muhalefetin önerileri hiçbir şekilde dikkate alınmamaktadır. Adalet, bu ülkede neredeyse mumla aranır hâle gelmiştir. Türkiye giderek hukuk devleti ilkesinden uzaklaşarak otoriter bir kanun devletine dönüşmektedir. İşsizlik, yolsuzluk, yoksulluk, emeğin sömürüsü, doğanın tahribatı, kadın cinayetleri, çocuklara yönelik her türlü şiddet alabildiğine artmaktadır. Geleceğinden umutsuz üniversiteli gençler, atanamayan öğretmenler çığ gibi büyümektedir. Bir ülkede eğer eşitlik hukuku yoksa, adalet yaralıysa, ülke yönetimi şeffaf ve denetlenebilir değilse, o ülkede güvenle bakılan bir gelecekten söz edilebilinir mi?

Değerli milletvekilleri, şu an Türkiye hâlen darbe döneminin Anayasa’sı ve yasalarıyla, kurumlarıyla yönetilmektedir. Toplumsal sözleşme niteliğinde demokratik bir anayasa yapmadan yeni Türkiye’yi nasıl inşa edeceksiniz? Yüzde 10’luk seçim barajı, TMK, TCK gibi antidemokratik, otoriter yasalar kaldırılmadan demokratik siyasetin, katılımın ve özgürlüklerin önünü nasıl açacaksınız? Halklara, kimliklere dayatılan tekçiliği ortadan kaldırmadan, çoğulcu bir sistemi inşa etmeden özgür ve eşitçe bir arada yaşam koşullarını nasıl yaratacaksınız?

Hükûmet Programı’nda, hak ve özgürlüklerin AKP iktidarının teminatı altında olduğu ifade edilmektedir. İşte, asıl yanlış da burada yatmaktadır. Çağdaş demokrasilerde demokratik hak ve özgürlüklerin teminatı iktidar olabilir mi? Özgürlükler bir iktidarın değil, anayasa ve yasaların güvencesi altında olmak zorundadır. Siz bunu sağlamadan yeni bir Türkiye’yi asla yaratamazsınız.

Son on iki yılda iş cinayetlerinde katledilen işçilerle, Soma’yla, polis kurşunuyla öldürülen çocuklarla, Roboski’yle, kadın cinayetleriyle, yolsuzluklarla, yoksullukla, işsizlikle, emeğin sömürüsüyle yüzleşmeyen bir Hükûmet yeniyi inşa edebilir mi, yeniyi temsil edebilir mi?

Bütün bu gerçekler ışığında bakıldığında, ülkeyi tozpembe gösteren, sanki hiçbir sorun yokmuş gibi yansıtan, Türkiye gerçekliğinden uzak bir Hükûmet Programı’yla ne yazık ki karşı karşıyayız. Program bu yönüyle bir heyecan yaratmadığı gibi umutsuzluğu da artırmaktadır. Görüldüğü kadarıyla Hükûmetin hedefi de mevcut sisteme fazla dokunmadan kendi iktidar hedefleri doğrultusunda bazı değişiklikleri gerçekleştirmektir, yoksa köklü bir reform iradesi ve niyeti görülmemektedir. Daha açık bir ifadeyle, Hükûmet Programı’nda bahsedilen yeni Türkiye’nin inşası eğer bu sınırlı adımlarla yapılacaksa ortaya çıkacak yapının sağlamlığı da malzemesi çalınan inşaattan farkı olmayacaktır. Ne yazık ki bu inşanın malzemesi eksiktir.

Programdaki “Yeni Türkiye” söylemine bakıldığında, aslında bir hedef saptırmasının yapıldığı da açıkça görülecektir. Şöyle ki ülkemizin bugünkü temel ihtiyacı, mevcut sistemi aşacak demokratik bir Türkiye hedefini gerçekleştirebilmektir. Mevcut antidemokratik sistemi allayıp pullamak ne demokrasi açığını kapatacak ne de Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Unutulmamalıdır ki eğer sağlam bir demokrasiniz, kalıcı bir iç barışınız ve güçlü bir demokratik anayasal sisteminiz yoksa sorunlar karşısında çaresizlik içerisinde kıvranmanız kaçınılmazdır. O yüzden, bu program Türkiye halklarının talebi olan demokratik Türkiye hedefinden oldukça uzaktır. Demokratik Türkiye'nin inşası, öyle iktidarın temsil ettiği çizgiyle değil, radikal bir demokrasi anlayışıyla ve halkların ortak mücadelesiyle gerçekleşebilir. Radikal demokraside demokratik cumhuriyet vardır, ortak vatan vardır, demokratik ulus vardır, demokratik bir anayasa vardır. Bu ilkeler etrafında birleşmeyen hiçbir hedef Türkiye'yi ileriye taşımaz, demokrasinin önünü açmaz.

Değerli milletvekilleri, olması gereken demokratik Türkiye, demokrasisi, hukuku ve tüm bunlara bağlı olarak ekonomisi eşit gelir dağılımıyla gelişen bir Türkiye olmalıdır. Bu koşulların oluşmasında en önemli aşama radikal demokrasiyi inşa edeceğimiz bir sistemin oluşmasıdır. Seçim barajının kaldırılmasından ademimerkeziyetçiliği esas alan özerk yerel yönetimlerin oluşumuna; örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün sağlanmasından sivil toplumun gelişimine; yolsuzluklarla, yoksullukla mücadeleden hakikatlerle yüzleşme ve derin devletle hesaplaşmaya varıncaya kadar köklü bir değişim ve dönüşüm esas hedef olmalıdır. Bunlar gerçekleştirilmeden demokrasi derinleşmez, ülke ve halklarımız özgürleşemez. Programda bu ana hedefler yer almamaktadır, sivil toplumun güçlendirilmesinden söz edilmektedir; peki, demokratik sivil toplum yasasını çıkartmadan, sivil toplumu güvence altına almadan siz sivil toplumu yönetime nasıl katacaksınız? Keza, farklı kimlik ve inançlara yaklaşım da o inanç ve kimlikleri olduğu gibi kabul etme, onun hak ve özgürlüklerini sağlama temelinde gelişmemektedir. Hükûmet, kimlik, inanç ve mezhepleri kendi anlayışına göre tarif etmeye kalkışmaktadır. Siz farklı inançları olduğu gibi kabul edeceksiniz, onların neyi talep etmesi gerektiğine, nasıl ibadet etmesi gerektiğine siz karar vermeyeceksiniz. İnançlara ve kimliklere yeni inanç biçimleri dayatmayacaksınız yoksa o kültürler zarar görür. Ama Hükûmetin yaklaşımlarına baktığımızda tersi bir durumla karşı karşıyayız.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, programda, Roman yurttaşların yaşam koşullarına ilişkin iyileştirme vurgusu yapılıyor ama uygulamada iyileştirme değil mağduriyetlere yol açılıyor. Hükûmetin “Roman Açılımı” adını verdiği süreçte sosyal dokusu ve mekânı korunması gereken Sulukule kentsel dönüşüm kapsamına sokulmuş ve 5 binden fazla Roman, yerinden, yurdundan edilmiştir. Yerinden dönüşümle sosyal dokuları, kültürleri korunması gereken Roman yurttaşlarımız, hem yaşam alanlarını hem ekonomilerini hem de sosyal ilişki ağlarını kaybetmişlerdir. Şimdi Roman vatandaşlarımız Hükûmetin samimiyetine nasıl güven duyacaklar?

Keza, Alevilere yaklaşım da aynıdır. Programda Hükûmetin bütün inanç ve mezheplere eşit mesafede yaklaştığı iddia edilmektedir ama uygulamada eşitlik değil tam bir ayrımcılık ortaya çıkmaktadır. Alevi toplumunun sorunlarını çözeceğini iddia eden bu Hükûmet yönetiminde, ders kitaplarında Alevi inancı, gayriahlaki tanımlamalarla, hakaret edilerek yeni nesillere aktarılmaya çalışılmaktadır. Alevilik inancı küçük düşürülmekte ve bu yolla Alevi yurttaşlarımızın yaşam alanları daraltılmaktadır. Bu çarpık zihniyetin değişmesi gerekmektedir. Hükûmetin Aleviliği, onların ibadet biçimini Alevi toplumuna bırakması gerekmektedir. Cemevleri ibadethane olarak yasal statüye kavuşmalı, devletin Diyanete ayırdığı paydan Aleviler ve diğer inanç grupları da yararlanmalıdır. Ders kitaplarında Alevi halkını rencide eden bütün ifadeler çıkartılmalıdır. Geçmişte devletin bulaştığı bütün Alevi katliamlarıyla Hükûmet yüzleşmelidir. Bunları gerçekleştirmeden bu inanç ve kültürleri ne yazık ki kucaklayamazsınız.

Avrupa Birliği ile Hükûmetin 2014-2017’de ulusal bir eylem planı hayata geçireceğinden bahsedilmektedir Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecini desteklediğimizi daha önce de ifade etmiştik ama Hükûmetin, evrensel insan hakları ve evrensel standartlara göre kamu kurumlarını şekillendirememesi, yasa çalışmalarını bu kriterlere göre yapmaması bu konu önündeki en büyük engeldir. Türkiye'nin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı gibi, taraf olduğu bir şartnameye koyduğu çekinceleri dahi kaldırmamış olması Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecine dair güçlü ilerlemesi önündeki en büyük engellerden biridir. Hükûmetin, bütün uluslararası yasaları Türkiye’ye uyarlama saptamasından vazgeçip Türkiye’deki yasaları uluslararası ve evrensel kabul edilen hak ve özgürlük normlarına doğru değiştirmesi Avrupa Birliği sürecinin ilerleyebilmesinin temel anlayışı olmalıdır.

Hükûmet Programı’nda yer alan “yeni anayasa” söylemi, AKP’nin mevcut pratiğiyle ve Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunduğu önerilerle çelişmektedir. AKP, yürütme bölümü dışında, 82 Anayasası’nın devamı niteliğinde bir anayasa önerisi sunmuştur. Özellikle, hak ve özgürlüklerin sınırlanması hususunda 82 Anayasası’nın devletçi yönü korunmuş, “kamu düzeni”, “genel ahlak” gibi sınırlama ibareleri muhafaza edilmiştir. Programda belirtilen katılımcı anayasa vaadi ise AKP’nin sunmuş olduğu anayasa taslağında yer almamaktadır. Tam aksine, tüm yetkileri elinde toplayan, katı merkeziyetçi bir başkanlık modeli formüle edilmiştir. Anayasa Uzlaşma Komisyonunda bizim sunduğumuz, halkın karar mekanizmalarına katılımını artırıcı yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, hem sivil hem de demokratik kitle örgütlerinin tek tipleştirilmesine ve farklılıkları düşman gören anlayışa karşı bizim önerdiğimiz anayasa ve yasa teklifleri bizzat AKP tarafından reddedilmiştir. Ayrıca, Hükûmet Programı’ndaki yenilikçi, özgürlükçü, demokratik anayasa söylemine rağmen AKP, anayasa taslağında kadın hakları, işçi hakları, örgütlenme özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, ekoloji, kültürel kimlik hakları, ana dilinde eğitim gibi önemli hususlarda herhangi bir özgürlükçü yaklaşım ortaya koymamıştır. Bütün bunlar iktidarın darbe Anayasası’nın ruhundan tümüyle uzaklaşmadığını gösteren gelişmelerdir. Eğer Hükûmet yeni anayasa hedefliyorsa darbe Anayasası’nı tümden çöpe atmalıdır.

Çözüm sürecinin bir hükûmet programında olması ve siyasi muhatabını bulması, barışın toplumsal tabandaki kabulünün ve vazgeçilmezliğinin en önemli göstergesidir. Bugüne kadar Parlamentoda bulunan bütün partiler tarafından bu sürecin sahiplenilmemesini büyük bir eksiklik olarak görmekteyiz. Bugün Türkiye’nin hiçbir ilinde, ilçesinde, köyünde ve kasabasında süreçten memnun olmayan kimse yoktur. Toplumu rahatlatan bu süreç, sadece Kürt halkı ve temsilcileri ile devlet arasında yapılan ve sadece Kürt halkını ilgilendiren bir konu da değildir. Bu mesele, Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesidir. Bu nedenle de Parlamentodaki bütün partiler bu konuya siyaset üstü bir anlayışla yaklaşmalıdır. Sayın Öcalan’la bir buçuk yıldır sürdürülen diyalog sürecinin bundan sonraki aşamada Türkiye’nin büyük barışına uygun olarak taraflar arası bir müzakereye dönüşmesi gerekmektedir. Bununla birlikte müzakere koşullarının oluşturulması, tarafların farklı toplumsal kesimlerle teması, müzakereyi izleyecek ve tıkanma noktalarında tavsiyede bulunabilecek üçüncü bir tarafın oluşması ve görüşmeleri kayıt altına alacak ve taraflara farklı ihtiyaçlarda destek sunabilecek bir sekretaryanın oluşması öncelikli beklentilerimiz arasındadır. Çözüm yasasının çıkması zemini güçlendirmiştir. Şimdi, bu zemin üzerinden süreci kalıcı hâle getirecek diğer adımların atılması gerekmektedir. Orta Doğu’daki, özellikle sınırımızda yaşanan gelişmeleri göz önüne aldığımızda bu sürecin kazanımlarını riske atabilecek tehlikelerle karşı karşıya olduğumuzu da belirtmek isteriz. Bir an önce çözüm sürecinin hızlandırılarak kalıcı barışın sağlanması, bizleri karşılaşabileceğimiz tehlikelere karşı da koruyan en önemli faktör olacaktır. Unutmayalım ki halkların eşitliğine dayalı birlikteliği ancak bizleri geleceğe taşıyacaktır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de adalet sisteminin yeniden tam bir güvenle inşası herkesin ortak arzusu ve beklentisidir. Öncelikli olarak barışa engel olan ve Türkiye’deki toplumsal ayrışmaya yol açan antidemokratik, ayrımcı yasal düzenlemeler temel insan hakları temelinde revize edilmeli, insan haklarına ve barışa giden yolda engel teşkil edenler derhâl lağvedilmelidir. Nitekim, adaletin tesisindeki esas kriter toplumsal barışın inşası olmak zorundadır. Ne yazık ki Türkiye’de yargı sistemi barışın ve demokrasinin önünde engel olmaya devam etmektedir. Devletin tekçi sistemi ve iktidarın statükocu yaklaşımlarına göre pozisyon alan yargı sistemi giderek hukuktan ve adaletten uzaklaşmaktadır. İktidarın kendi muhaliflerine karşı Demokles’in kılıcı gibi kullandığı yargı bir gün gelir, iktidara karşı bir darbe aracına dönüşür. Hükûmet bu gerçeği görmemektedir. Devleti ve iktidarı değil, demokrasiyi, hak ve özgürlükleri, yurttaşın haklarını koruyan bir yargıyla ancak demokrasi ilerleyebilir. Toplumun ekonomik, sosyal alanda topyekûn gelişimi bir hukuk devleti olmaktan geçer. Adalete, yargı mekanizmalarına olan güven çöktüğü takdirde her alanda geri dönüşü mümkünsüz bir durum ortaya çıkar. Bu anlamda, hükûmetlerce yapılması gereken evrensel standartlara uygun bir yargı mekanizmasını inşa etmektir. İnsan hak ve özgürlüklerini, savunma hakkını, yaşam hakkını esas ilke kabul eden bir yargı, mensuplarıyla birlikte inşa edilmelidir. Yargı, iktidarın hâkim olduğu değil, haklar ve özgürlükler ilkesiyle hareket eden bağımsız bir yargı olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, dünyada ve özellikle mevcut erkek egemen sistem nedeniyle Türkiye’de ayrı bir önemi olan kadın ve kadın sorunları 62’nci Hükûmet Programı’nda sosyal destek, sosyal yardımlar ve yoksullukla mücadele kısmında yer almıştır. Bu bile tek başına “yeni Türkiye” söyleminde kadın konusunda da yeni bir şeyin olmadığını, kadının mevcut ötekileştirilme ve ezilme durumunun devam edeceğinin göstergesidir, ki bu, Türkiye için yeni değil, sürekliliği olan bir konudur.

Birleşmiş Milletler Cinsiyet Eşitliği ve Kadınının Güçlendirilmesi Birimi Avrupa ve Orta Asya Bölge Ofisinin İstanbul’da kurulmasından övgüyle bahseden ve “Önümüzdeki dönemde kadınların karar alma mekanizmalarındaki etkinliğini artıracağız.” iddiasında olan bir Hükûmetin, kadınların büyük mücadele sonucu elde ettikleri, yerel yönetimlerde cinsiyet eşitliğini sağlayan ve kadının karar alma mekanizmalarındaki önemini artıran eş başkanlık sisteminin iptali istemiyle devlet kurumları tarafından bölge idare mahkemelerine başvuruların yapılmasına seyirci kalması büyük bir ironinin ötesinde bu konuda samimi olmadığının en büyük göstergesidir.

Ülkenin en büyük sorunlarından biri olan ve maalesef Hükûmetin bu konuda söylemden öteye geçemediği kadın cinayetleri sürekli artarak devam etmektedir. 2013 yılında 228, 2014 yılının sadece ilk sekiz ayında ise 171 kadın, erkekler tarafından katledilmiştir. Yeni Türkiye iddiasındaki 62’nci Hükûmet Programı’nda kadına yönelik her türlü şiddet karşısında kesin, ilkeli ve etkin politikaların somut bir şekilde yer alması gerekmektedir. Bu yönlü ilk samimi adım, bu programda bir kadın bakanlığının kurulması ve İstanbul Sözleşmesi’nin etkin bir şekilde uygulanacağına dair çalışmaların yer alması gerekmektedir.

Eşini tornavidayla 43 yerinden yaralayan bir erkek, yargı tarafından serbest bırakıldığı gibi, televizyon kanallarını gezip kendisinin ne kadar haklı olduğunu anlatabilmektedir. Halkların Demokratik Partisi olarak RTÜK’e şikâyet başvurumuza rağmen hâlâ bu yönlü bir gelişme sağlanmamış olması yeni Türkiye’nin kadınların katledilmeye devam eden mevcut Türkiye olacağını bir kez daha göstermiştir.

Değerli milletvekilleri, tüm bu gerçekler karşısında Hükûmet Programı’nın Türkiye’nin temel sorunlarına kalıcı ve köklü çözümler üretmediği açıkça görülmektedir. Bu program güven vermemektedir. Bu nedenle destek vermeyeceğimizi belirtiyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Halkların Demokratik Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Ertuğrul Kürkcü, Mersin Milletvekili. (HDP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Kürkcü.

HDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; Halkların Demokratik Partisi adına Hükûmet Programı karşısındaki tutumumuzu açıklamak için buradayım.

Bugün, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca, usulen, 62’nci Hükûmet Programı’nı tartışmaya davet edilmiş olduk. “Usulen” diyorum çünkü gerçekte Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı, Davutoğlu Hükûmetinin yasallık edinmesi için bir şekil şartının yerine getirilmesinden daha fazla bir anlam taşımıyor. Atanmış hükûmetin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş bir hükûmet niteliğini kazanması için Anayasa’nın gerektirdiği bir prosedürü yerine getiriyor olsak da hepimiz biliyoruz, 62’nci Hükûmet AKP olağanüstü kongresinden beri artık fiilî, gerçek, somut, siyasi iktidar merkezi değil. Siyasi iktidar merkezi, bundan böyle, fiilen, Tayyip Erdoğan’ın Atatürk Orman Çiftliği’nde olacağı anlaşılan Cumhurbaşkanlığı konutuna taşındı. Siyasi hakikat budur.

Bu siyasi hakikat, bu yeni siyasi güç dizilişi, Hükûmet Programı’nı, Sayın Davutoğlu’nun Kabinesini gerçek, fiilî ve egemen bir iktidar odağı olarak kabul ederek tartışmamızın önünde başlı başına bir engel. Kaldı ki önümüzdeki program belgesinin de esasen 61’inci Hükûmet Programı’nın kes-yapıştır usulüyle güncellenmesinden ibaret olduğu hiçbirimizin gözünden kaçmıyor. Dolayısıyla, söze ister istemez bu yeni siyasi güç paylaşımının Türkiye’nin bugünü ve geleceği açısından ima ettikleriyle başlamak kaçınılmaz.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği andan itibaren partisinden ayrılması gerekliliğine uymayışı, Cumhurbaşkanlığının kesinleştiğine ilişkin Yüksek Seçim Kurulu ilanının Resmî Gazete’de yayımlanmasının AKP Hükûmetine bağlı memurlarca engellenmesi, Cumhurbaşkanının Anayasa’ya aykırı olarak AKP kongresinde Genel Başkan sıfatıyla gövde gösterisinde bulunması türünden yasa ve Anayasa ihlalleri bir yana, Türkiye, 10 Ağustostan bu yana, âdeta toplumu iktidara tapınma ayinlerinin cezbesine çağıran bir törenselliğe mahkûm edildi. Sanki sadece bir Cumhurbaşkanlığı seçiminin ötesindeyiz, sultanımızın cülus törenindeyiz, kurucu babamızın ebedî hükümdarlığının doruğuna tırmanışına tanıklık ediyoruz, o da nihai iktidar mevkisinden bir kulunu sadrazamlığa yükseltiyor. Bu havayı beslemeye ve artık yeni bir dönemin başladığına dair kabulü zihinlere ve toplumun bilinçaltına nakşetmeye yönelik bir sembolizm, debdebe ve azamet o günden beri aldı yürüdü. Devlet iktidarı kendisini gösteri toplumunun merkezine yerleştirdi; yandaş medyada ve kalemşörlerde çığırtkanlık, coşku, esrime ve güya öz güven patlamaları had safhaya vardı; devir teslim günleri boyunca Anayasa, baba yasa umursanmadan, göstere göstere “fiilî başkanlık” veya “cumhurbaşbakanlık” rejiminin ilk temrinleri yapıldı. Ancak, oldukça yavan kaçan ve gerçeküstülükle yüklü bu kurgunun acımasız gerçeklikler karşısında hiçbir hükmü yok. Hâlâ rüyadan uyanmayanlar için, özellikle AKP milletvekili arkadaşlarımız için onlara bu sert gerçekliklerin birkaçını hatırlatmak istiyorum.

Birincisi; Tayyip Erdoğan Çankaya’ya güçlenmiş olarak değil, güçsüz bir konumda, yıpranmış olarak, yara bere içinde, yolsuzluk soruşturmalarının şaibesi altında ve verilmemiş hesaplarla çıktı. O, Çankaya’ya çıkmadı, Atatürk Orman Çiftliği’ne kaçtı.

AKP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy oranını da artırmadı. Yüzde 52 civarında, oy kullanan seçmenlerin yüzde 52’si civarında oy almak Türkiye’de gerçek bir gösterge değil. Evet, hukuki ve siyasi bir gösterge ama yüzde 75 civarındaki bir katılımda elde edilen yüzde 52 oy aslında AKP’nin geçmiş onay konumunda yerinde saymaya devam ettiğinin çok açık bir göstergesiydi. Mutlak rakamlarla baktığımızda ve yurt dışı oylarını çıkarttığımızda, yerel seçimlerde ne aldıysanız oradasınız. Yani sandıktan bakıldığında da ortada bir ilerleme, bu kükreyişleri haklı gösterecek bir halk desteği, bir yüceliş yok. Ahmet Davutoğlu bakımından da Dışişleri Bakanlığından Başbakanlığa terfi eden bu Başbakanımız açısından da aynı durum geçerli. O da, hüsrana uğramış, faturaları temizlenmemiş bir dış politikanın mimarı. Temel politik hedefleri iflasa uğramış bir Dışişleri Bakanı olarak Başbakanlık koltuğuna geçti. Bunu Hükûmet Programı’nın, Davutoğlu’nun bizzat kendi eseri olan Orta Doğu’daki durumun hiçbir acil ve yakıcı sorununa değinmemesinden, bunlardan âdeta kaçmasından da apaçık görmek mümkün.

Böyle bir hükûmet programı olabilir mi? 49 diplomatını IŞİD cellatlarına rehin vermiş bir hükûmet, bununla ilgili ne yapacağına dair bir tek hüküm programında içermiyor. Suriye’de bizzat Türkiye hükûmetlerinin yol açmış oldukları kaotik durum dolayısıyla ortaya çıkmış olan büyük iç göçler, Türkiye’ye yönelmiş olan, sayıları 1,5 milyonu geçmiş olan göçler karşısında ne yapılacağına dair hiçbir hüküm içermiyor ama Orta Doğu hakkında âlây-ı vâlâ ile konuşuluyor. Yok kadimmiş, yok biz onların üzerinde kültürel hâkimiyet sahibiymişiz, yok yol göstericisiymişiz, yok öncü ülkesiymişiz… Bu öncülük iddiasından bir an önce bütün hükûmetlerimiz vazgeçse iyi olur. Komşularımızın, Orta Doğu’daki halkların bizden öncülük möncülük bekledikleri yok. Osmanlı İmparatorluğu’nun tahakkümünden kurtulup, birer ulusal devlet olduklarından beri onların ulusal kimliklerinin bir parçası bu egemenliğe karşı mücadele etmişliktir. Olmayan bir -sözüm ona- nüfuz üzerinden buralara ilişkin kurulan hayallerin hepsi Bağdat’tan döndü, Şam’dan döndü, Filistin’den döndü ve dönmeye devam ediyor ama bu hesaplar verilmemiş olarak şimdi bu hesapları veremeyen bir Dışişleri Bakanı Başbakanımız olarak bizimle burada Hükûmet Programı paylaşıyor.

Hükûmet Programı’nda “yolsuzluklarla mücadele” adı altında çok iddialı sözler var ama nasıl oluyor da bunları unutuyoruz? Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en esaslı yolsuzluk meselesiyle bu Meclis hesaplaşamadı, dosyalar Meclisten kaçırıldı. Bu yolsuzluk şaibesi arkada olarak sürdürülen bir Başbakanlık iddiasının bu Hükûmet Programı’yla ilgisini kurmak, sahici bir programla karşı karşıya olduğumuzu düşünmek çok güç.

İşin doğrusu, nasıl bir programla karşı karşıya olacağımız hakkında da düşünmek zorundayız. Felsefe tarihi mi tartışacağız, akademik bir tez ile mi ilgileniyoruz, bir hükûmet programı mı var karşımızda, yoksa jeostratejik bir analiz iddiasıyla mı yüz yüzeyiz, bir doktrin mi var karşımızda, yoksa bir hükûmet siyaseti ve icraatından mı söz edeceğiz? Aslında, bu takıntılı doktrinel tezlerin AKP sözcüleri, yetkili kurulları tarafından ayıklanması yerinde olurdu çünkü neyi tartıştığımızı bulanıklaştırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Ama, madem öyle, madem Sayın Davutoğlu topu ortaladı, kale boş, oraya bir şut çekmeden olmaz. Davutoğlu tezlerine çok güveniyor ama ben aslında bir tarih hocası olsaydım sıfır verirdim çünkü dünya tarihini Sayın Davutoğlu bizi de üzerine yerleştirecek şekilde 3 evreye ayırıyor: Kadim -ne demekse, Antik Çağ herhâlde- modernite ve küreselleşme. Bu kadar düz ve şematik bir mantık ile baktığımızda “kadim” ne? Kadim, Türkiye açısından Osmanlı Orta Çağı. Peki, ondan önce bu Anadolu topraklarında, bugünkü Türkiye zemininde bir hayat yok muydu, ondan önce burada bizim mirasını tevarüs ettiğimiz bir toplumsal hayat, toplumsal tarih yok muydu; bize miras kalan feodal, ataerkil, bürokratik bir diktatörlükten başka bir şey değil midir, onun törenleri, onun devletperestliğinden başka bir şey değil midir, yoksa halkların bir tarihi yok mudur?

Sayın Davutoğlu ve Erdoğan ikilisi esasen Osmanoğulları sülalesinden birileriymiş gibi konuşuyorlar. Oysa biyografilerine baktığımızda görüyoruz, onlar da esasen yoksul emekçilerin çocukları olarak bu dünyaya gelmişler ve oradan bugünkü yerlerine yükselmişler. Osmanlı toplumunda onlara asla ve asla böyle bir yol, böyle bir imkân, böyle bir kudret mevkisini bahşedecek hiçbir mekanizma yoktu. Onlar çobanlar olarak dünyaya gelecek, çobanlar olarak ölecek veya çobanlar olarak tımarlı sipahiye katılıp fütuhat savaşlarında hayatlarını kaybedeceklerdi. O yüzden, biz, hiç de böyle bir tarih duygusuyla beraber değiliz. Biz, ama şu tarih duygusuyla beraberiz: Ekende yok, biçende yok, yemede ortak Osmanlı. Bizim Osmanlıya bakışımız budur. Osmanlı Devleti’nin bize miras olacak, bugünkü demokratik arayışlarımıza, bugünkü özgürlük iddiamıza, bugünkü hayat kavrayışımıza uyacak herhangi bir siyaset mirasını bize bıraktığını söylemek, kültürel miras bıraktığını söylemek çok güç. Elbette sivil mimariden toplumsal geleneklere kadar pek çok şey var, onların içine doğduk ama bu başka, devlet iktidarının içinden ve bağrından konuşmak bambaşka bir şey.

Öte yandan, bu program, bu dış politikayı içe tercüme etmek ve içeriye aslında suni, yapay, hormonlu bir öz güven aşılamak için Türkiye’yle ilgili, Anadolu’yla ilgili, olmayacak abartıları bizim karşımıza sunuyor; müstesnayız, biriciğiz, bizden başkası yok, bizim gibi bir yerde yaşayan yok, bize öyle fırsatlar sunulmuş ki onları ah bir Davutoğlu Başbakanımız olsa da bir imkâna çevirse! Ama öyle mi tarih, hayat öyle mi? Dünyaya gözümüzü açıp baktığımızda hiçbir jeostratejik hâli ve durumu olmayan -bu manada- pek çok ülkenin çok uzun dönemler boyunca dünyaya egemen olduklarını, kültürlerini, siyasetlerini, fikirlerini ve geleneklerini aktarma imkânı bulduklarını görüyoruz. Dolayısıyla, mesele coğrafyanın neresinde yaşadığınız değil, hangi kültürü ve hangi manevi mirası ve hangi bilimsel ve kültürel gelişmeyi ifade ettiğinizle ilgilidir mesele.

Hükûmet Programı’na baktığımız zaman bunlarla ilgili hiçbir şey göremiyoruz. Başka ülkelere bırakın öncülük etmeyi, onların nezdinde bir kıymet kazanabilmek bakımından bizim elimizde neler olması gerektiğine dair bir liste bile görmüyoruz. Bilgi çağında, en temel üretim aracının bilgi olduğu bir yerde bilginin üretimi bakımından ne kadar kaynak ayrıldığına dair en ufak bir fikirle karşı karşıya değiliz.

Davutoğlu’nun ve Hükûmet Programı’nın ve tabii ki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sık sık söyledikleri, kendilerine referans edindikleri bir kavram: Restorasyon. Bir restorasyon çağından geçiyoruz. Öyle bir restorasyon ki bu, bu tamamlandığında her şey bizim için mükemmel olacak! İyi de -bu restorasyon bildiğiniz gibi Fransızca bir sözcük- bunun kaynağında ne var? Restorasyonun siyasi tarihteki anlamı Metternich Çağı dediğimiz Napolyon sonrası Avrupa’sında Prusya, Avusturya, Britanya ve Rusya’nın bir araya gelerek oluşturdukları kutsal ittifakın Avrupa’yı Fransız Devrimi öncesi çığıra geri taşıma iddiasını imler bu kavram, restorasyon bu demektir. Yani, restorasyonun siyasi anlamında bir tek iyi karşılık yoktur. Restorasyon dediğiniz zaman gericilik çanları çalar. Restorasyon dediğiniz zaman, olmayan bir maziye iade edilme hırsıyla kendini donatmış devletler akla gelir. Keşke daha talihli bir kavram seçseydi. “İhya, ihya” diye diye geldiğimiz yer burası.

Ancak, Başbakanın ve Cumhurbaşkanının konuşmalarına baktığımızda bu restorasyonla biraz daha başka bir şeyi ima eder görünüyorlar ama bugün yaşadığımız tarih açısından bu da problematiktir, sorunludur. Bir 1920 aşkı Cumhurbaşkanının söyleminde dile geliyor bugüne kadar hiç işitmediğimiz ölçüde ve hiç işitmediğimiz ölçüde. Bu 1920 aşkını irdelediğimiz zaman görüyoruz ki Birinci Meclisin kompozisyonunu en ideal siyasi kompozisyon olarak görüyor, 1923’ü de istiyor, hem devlet iktidarını hem Birinci Meclisi bir araya getirecek bir arayış, bunun peşinde giden bir siyasi yöneliş. Hatta Başbakan -Cumhurbaşkanı şimdi Tayyip Erdoğan- eski iddialarını da aşan bir şekilde Anıtkabir defterinde, cumhuriyetin 12’nci Başkanı olarak, vefatının ardından Cumhurbaşkanı makamıyla cumhur arasındaki irtibatın zayıfladığını kaydederek Mustafa Kemal dönemini de olumluyor ve böylelikle kendini onunla eşitlediği, özdeşlediği bir tarih kurgusu içerisinden konuşmayı seçiyor.

Böyle bir altın çağ yok arkadaşlar. Doğacı Antik Yunan Filozofu Herakleitos’un sözü kulağımıza küpe olsun “…”(x) “Her şey akar”, “Aynı ırmakta iki kere yıkanamazsınız.” Ne 1920’ye dönüp restore edebilirsiniz tarihi ve coğrafyayı ne 1923’e dönebilirsiniz ne de başka bir çağa, tek parti devrine, 1946’ya, 1950’ye. Sadece ve sadece ileriye bakmak zorundasınız. Ve zaten bizim, Hükûmet Programı’yla ayrıldığımız en temel felsefi nokta burasıdır. Türkiye’nin geleceğini geçmişinde arayamazsınız. O geçmiş size bir birikim, bazen bir engel, bazen bir imkân sunar ama gelecek sadece ve sadece sizin bugünkü eylemlerinizin doğrultusu üzerindedir. Bugünkü eylemlerinize bakalım: Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi bir ülke olarak hâlâ 2004’te vermiş olduğu sözlerin hiçbirisini tam olarak yerine getirememiş, ne hukuk devleti ne yeni Anayasa ne yüzde 10 barajının kaldırılması ne vicdani reddin tanınması ne kadınların uğradıkları ayrımcılığın önlenmesi ne hâkim ve savcıların yeni anayasal perspektif içerisinde eğitilmesi, bununla ilgili hiçbir ödev tam olarak yerine getirilmedi, elde bir tek ombudsmanlık var.

Bu program sunuş tarzı bizi bütün referanslardan da kopartıyor. Neye refere edeceğiz yani ilerlemeyi, gerilemeyi; yapılacakları, yapılmayacakları neye izafe edeceğiz, neye bağlı olarak konuşacağız? Elimizde bir tane temel, kendimizi bağladığımız -şimdilik- bir uluslararası ölçüt var. Avrupa Konseyi üyesi bir ülke olarak hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve insan hakları üzerinden ne gelişme elde ettik ve ne gelişme elde edebiliriz? Bunun hiçbir ölçütünün burada olmadığını görüyoruz.

Öte yandan, Hükûmet Programı’nın iktisadi yönleri de tam bir konfüzyon ve çatışma içerisinde. Yatay kentlerden söz ediyor Hükûmet ama Türkiye bugün Avrupa’nın 1’inci gökdelen ülkesidir 141 gökdeleniyle. İstanbul önümüzdeki yıl 1’inci gökdelen kenti olacaktır. Siz bu toprak rantı siyasetini güttükçe, bu belediyecilik tarzını güttükçe şehirleri daha da dikey kılmaktan başka bir şey yapamazsınız. Ve bu şehir politikasına karşı isyan da Hükûmet Programı’nda en melun işlerden biri olarak pek çok kez zikrediliyor: “Gezi, Gezi’den beri, Gezi’den sonra” ama bu Hükûmetin bütün basınçlarına rağmen Gezi için açılan dava iddiaların hiçbirisini doğrulamadı, kanunsuz yürüyüşten başka daha ciddi bir suçla suçlanan hiç kimse olmadı.

Aslında Türkiye'nin geleceği iki istikamette seyrediyor: Gezi’nin gösterdiği istikamet ve Kürtlerin özgürlük mücadelesi. Bu iki dinamik her türlü vesayetçi, her türlü sermayeci, her türlü kapitalist yönetimin karşısında en önemli iki imkân olarak karşımıza çıkıyor. Halkların Demokratik Partisi bu imkânın siyasete tercümesi olarak Adalet ve Kalkınma Partisiyle, onun iktidarıyla verebileceği bütün demokratik meşru mücadele yollarını deneyerek bu mücadeleyi verecektir. Çözüm ve müzakere süreci içerisinde oluyor olmamız bu mücadelenin önünde bir engel değildir. Müzakerenin terimlerini yükseltmek, müzakerenin kalitesini yükseltmek için, daha yüksek bir demokrasi için ve daha yüksek bir insan hakları rejimi için mücadele etmek zorundayız. Bunun karşısındaki engel Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının şimdi giderek daha pederşahileşen, daha otoriterleşen, daha merkezîleşen ve daha Caudillocu, ebedî şefçi bir karakter kazanan rejimidir. Bunun karşısında mücadelemizi bu aşamada bu programa “Hayır.” diyerek veriyoruz. Hayır, hayır, hayır, programınızı kabul etmiyoruz.

Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Yusuf Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili.

Buyurun Sayın Halaçoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakan Sayın Davutoğlu tarafından sunulan 62’nci Hükûmet Programı’yla ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Program, tabii olarak, bundan önceki AKP hükûmetlerinin programlarıyla ve özellikle 61’inci Hükûmet Programı’yla örtüşmektedir. Şurasını özellikle belirtmek isterim ki, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizim en büyük dileğimiz, Hükûmetin Türkiye yararına güzel işler yapması ve başarılı olmasıdır. Bu sebeple, yapacağımız eleştirilerin de bu gözle değerlendirilmesini diliyorum.

Sayın milletvekilleri, Sayın Davutoğlu Başkanlığında kurulan Hükûmet, genelde bir vesayet hükûmeti olarak değerlendirilmesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Gerek Anayasa’mızda gerekse yasalarda bir yürütme olarak Hükûmetin ve cumhurun başı olarak Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri belirlenmiştir. Umarız ki uygulamalar bu gibi isnatların doğru olmadığını ortaya koysun. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizim bu konudaki muhatabımızın Hükûmet olması tabiidir. Dolayısıyla, Hükûmetin Türkiye yararına alacağı kararlarda yanınızda olacağımız gibi, yanlış kararlarında da karşısında olacağımızı belirtmek istiyorum.

Bu vesileyle, Hükûmetin göreve başladığı şu dönemlerdeki atacağı ilk adımlar kendisine güven duyulması açısından büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde, on iki yıllık hükûmet döneminde yapılan yanlışların nelere mal olduğunun bir önemi kalmayacaktır. Unutulmasın ki bir hükûmetin adil ve hakkaniyetli bir yönetim sergileyip sergilememesi ileriyi görüp yanlışlara düşmemesiyle doğru orantılıdır. Bugün olduğu gibi, yapılan yanlışları düzeltmek için hukuk dışı uygulamalara başvurmak düzeltme yerine yeni yanlışları beraberinde getirmektedir; buna özellikle dikkat çekmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet bizlere temelde beş ana başlık altında bir program sunmuştur. Bu program çerçevesinde, programın büyük kısmını kendilerinden önceki AKP hükûmetlerinin icraatını övmeye ayırmıştır. Ancak, başaramadıkları veya hatalı oldukları veya düzeltmeyi planladıkları bir ayrıntıya yer verilmemiştir. Ayrıca, bir sayfada söylenenlerle diğer bir sayfada söylenenler tezat teşkil etmektedir. Bir önceki sayfada yeni bir medeniyetin ihyasından bahsedilirken bir sonraki sayfada kadim medeniyet değerlerimize aidiyetin güçlendirilmesinden söz edilmektedir. Bu bakımdan, muhalefet olarak, bu gibi konulardaki görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.

62’nci Hükûmet Programı’nda “ileri demokrasi” sloganı geniş yer tutmaktadır. Demokrasiye “ileri” sıfatı verilmesi herhâlde dürüst ve çok dürüst gibi bir tanımlamayla eşdeğerdir. AKP’nin ileri demokrasisi, herhâlde tek adam rejimi, yargının siyasallaştırılması ve yürütmenin emrine verilmesi, yayın ve basın organlarının ve mensuplarının siyasi organın baskısına maruz kalması, güvenlik güçlerinin görevlerinin illegal silahlı örgütlere devredilmesi, Anayasa ve kanunların çiğnenmesi ve “Ben yaptım, oldu.” mantığıdır. Adına “çözüm süreci” denilen ancak esası İmralı süreci, toplumsal kutuplaşma ve ayrışma süreci olarak etnik temelli açılım da “ileri demokrasi” başlığı altında yer almaktadır. Türkiye’de AKP iktidarıyla birlikte her sorun “açılım” adı altında kutuplaştırma ve ayrıştırma aracı olarak kullanılmıştır. Bugün tartıştığımız etnik temelli açılım süreciyle ülkemizde hiçbir ortak değeri bulunmayan kalabalıklar oluşturmanın nihai noktasına gelinmesi hedeflenmektedir.

Programda demokrasi üzerinden güzel ve etkili sözlerle kamuoyu yönlendirilmek istenmektedir. AKP zihniyeti demokrasiyi ortak paydada buluşma aracı olarak değil, kelime oyunlarıyla yeni sorunlar üreterek, toplumsal kamplaşmalara yeni cepheler açma aracı olarak görmektedir. Bunun için seçtikleri yol da etnik, mezhebî, cemaat, kimlik tartışmalarıyla kamuoyunu meşgul etmektir. Ancak, bugünkü kimlik tartışmalarında karşı karşıya bulunulan kargaşa hâli sosyal bir ihtiyaçtan değil siyasi bir amaçtan dolayı ortaya çıkmıştır. Unutulmamalıdır ki demokratikleşme bireyler arasında fikrî bütünleşmeyi meydana getirdiği ya da sağlamlaştırdığı müddetçe millî devlet anlayışı güç kazanır. Aksi takdirde parçalanma ve bölünmeyle sosyal yapının dokusu bozulacaktır. Bu sebeple, gittikçe büyüyen demokrasi açığı ülkemizin en önemli sorunlarından birisi hâline gelmiştir.

Demokrasiyi sadece sözde hatırlayan, baskıcı, dayatmacı, dışlayıcı tavırlarıyla çok sesliliği sindirmekten, hak arayışlarını bastırmaktan kaçınmayan siyasi anlayışların ülkemize verdiği zararlar çok fazladır. Unutulmamalıdır ki henüz bölünerek demokratikleşen bir ülkeye tesadüf edilmemiştir. Etnik kökenlere ayrıştırarak, millî ve manevi değerlerden koparılarak büyümüş, kalkınmış ve zenginleşmiş bir ülkeye rastlanmamıştır. AKP’nin demokrasiden anladığı PKK’ya teslimiyettir. AKP’nin demokrasi ve özgürlük anlayışı teröristlerin hain niyetleriyle bire bir örtüşmektedir. Türklük silinirse, milliyetçilik çiğnenirse, millet parçalanırsa, şehitlerimizin kanlıları, milletimizin ve vatanımızın düşmanları kazanırsa bunun adı “ileri demokrasi” olacaktır. İleride tarihin uzun uzun yazacağı bu talihsiz günlerde AKP iktidarlarının yaptığı, Türkiye'nin temel değerlerine, milletimizin birliğine ve kimliğine yönelik olarak başlatılan bir çözülme ve dağılma kampanyasıdır. Süreç bu hâliyle bir beka sorunudur. Süreç, terörle mücadele konusunda başarısızlığını itiraf eden Hükûmetin, önce terörle müzakere, sonra terörle mütareke ettiği bir dönemdir. Bu sözlerimi muhalefet olduğumuz için kurduğum hamasi cümleler olarak nitelendirmeyiniz.

Açılım süreciyle birlikte Hükûmetin politikalarıyla terör örgütünün stratejik hedeflerinin nasıl uyuştuğu görülmelidir. AKP, etnik temelli açılım süreci başlatarak PKK’nın stratejik hedeflerinin önünü açmıştır. Süreç, terör örgütüne verilen tavizlerle ilerlemiştir. Bugün ise durum, PKK’nın silahlandırılmasına ve hatta ordu teşkiline kadar gelmiştir.

Bütün bu gelişmeler açıkken 62’nci Hükûmetin hazırlıksız, dar kalıplarla hazırlanmış programı, Türk milleti için pek çok yeni sorun alanı ihtiva etmektedir. Bu program, Türk milletinin bekasını, birliğini ve beraberliğini tehdit etmektedir. Nitekim bu sebepledir ki açılımla ilgili çıkarılan yasada uygulayanlara sorumsuzluk getirilmiştir.

62’nci Hükûmet Programı dış politikada on iki yıllık AKP iktidarının yanlışlarının devam edeceğini göstermektedir. Öyle anlaşılıyor ki 62’nci Hükûmetin dış politikası hayal tacirliği yaparak dış politikadaki bataklığı ve hezimeti kapatmaya devam edecektir. 62’nci Hükûmet Programı’nın “Güçlü ve saygın bir Türkiye” hedefi gerçeklerle örtüşmemektedir. Nitekim Türkiye’nin dış politikada belli bölge ve kıtalar arasında sıkıştırılamayacağı söylenirken, bugün, gerçek, Türkiye kendi sınırlarına sıkıştırılmış bir hâle düşmüştür.

Programda “Dünyanın her tarafındaki mazlumların, mağdurların, mültecilerin ve muhtaçların yardımına koşulması” olarak ifade edilen dış politika misyonunu gerçekleştirmek bir yana, kendi bölgesinde bile artık kendisine danışılmayan bir ülke konumuna düşülmüştür. AKP dış politikası ötekileştiren, millî çıkarları değil kişisel hırs ve çıkarları esas alan, Türklüğü yok sayan bir yaklaşım içerisinde olmuştur. Programda ifade edilen “değer odaklı dış politika” kavramsallaştırması da içi boş bir propaganda aracından öteye gitmemektedir.

AKP’nin on iki yıllık dış politika muhasebesi yapıldığında Türk dış politikasının yönünün yönsüzlüğe döndüğü görülecektir. Kavramlar ve söylemler üzerinden yürütülen AKP dış politikası, çelişkiler ve belirsizlikler içinde âdeta gözü kapalı olarak yol almaya çalışmaktadır.

Bu dönemde stratejik bir derinlik ortaya konulamamış, Türkiye'nin merkezinde bulunduğu beş deniz havzasında dehlizler ortaya çıkmıştır. Stratejik derinlik ve sıfır sorunla başlayan dış politika macerası değerli yalnızlığa dönüşmüştür; değerli yalnızlık zavallı yalnızlığa doğru pupa yelken gitmektedir.

AKP dış politikası duruma göre şekil alan, millî çıkarlarımızı gözetmeyen istikrarsız bir dış politikadır. Sıfır sorun politikasını uyguladığını söyleyen AKP Hükûmetinin dış politikaları söylenenin ve amaçlananın aksi neticeler vermektedir.

Hükûmet Programı’nda, Türkiye'nin olaylara yön veren bir ülke olarak dış politika tercihlerinin takip edildiği ifade edilmektedir. Bu görüşe açıkça temkinli yaklaşmaktayız. Dış politikada çizilen bu ideal çerçeve, AKP’li geçen on iki yılın hiçbir anında ortaya çıkmamıştır, tersi bir durumda Türkiye'nin dış politika meseleleri millî çıkarlar doğrultusunda bir çözüm yoluna konulurdu.

Bu açıdan bakarak şunları sormak durumundayız: Orta Doğu’da bölgesel istikrarsızlığa sebep olan terör örgütlerini desteklemek Türkiye'nin millî çıkarı mıdır?

Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulmasına önayak olmak, bunun için her türlü ekonomik, diplomatik, askerî desteği sunmak Türkiye'nin millî çıkarı mıdır?

Türkiye'nin tarihî bağlarının bulunduğu coğrafyalarda barış ve güven ortamının tesis edildiği neredeyse hiçbir ülkenin olmayışı Türkiye'nin millî çıkarı mıdır?

Müslüman ve dost ülkelerin iç işlerine karışmak Türkiye'nin millî çıkarına mı hizmet etmektedir?

Bir devletin en önemli dış politika misyonu egemenliğini ve vatandaşlarının güvenliğini sağlamaktır. Hükûmet programı’nın güvenlik siyaseti yoktur. Programda Hükûmetin, PKK, Barzani ve bölgedeki Amerikan etkinliğine karşı kartlarını açıkça ortaya koyacağı bir açıklama yoktur. Programda Irak’ın kuzeyindeki PKK kamplarına yönelik hiçbir ifade yoktur. Hükûmet açık bir şekilde ülkemizin güvenliğini ve çıkarlarını sağlayamamaktadır. Açıkçası, açılım politikasının başarısızlığa uğraması hâlinde uygulanacak bir politikası yoktur.

Türkiye’nin bugün dış politika ekseninin ana gündemini Orta Doğu ülkeleriyle ilişkiler oluşturmaktadır. 62’nci Hükûmet Programı’nda da Orta Doğu’ya geniş yer verildiğini görmekteyiz. Ancak bu alanda kullanılan ifadeler şimdiye kadar savunulan ve açıklanan görüş ve yaklaşımların bir tekrarı niteliğindedir. Oysa, daha önceki yürütülen politikalar sonucu, Orta Doğu’da ilişkilerimizin iyi olduğu ülke neredeyse kalmamıştır. Programda Orta Doğu ülkeleriyle bozulan ilişkilerin düzeltilmesi için hiçbir ifade yer almamaktadır.

Programda IŞİD krizine dair de hiçbir ifade bulunmamaktadır. Orta Doğu’da statükonun önündeki en büyük engel olan IŞİD terör örgütünün eylemleri Türkiye’yi doğrudan ilgilendirirken Hükûmetin bu konuda bir programının olmaması büyük bir eksikliktir.

IŞİD terör örgütünün elinde üç aydır rehin olan vatandaşlarımızın başına gelenlerden baştan sona Hükûmetin sorumluluğu ve yanlışları vardır.

Hükûmet Programı’nda dış politika çerçevesinde ele alacağım bir diğer eksiklik, Irak ve Suriye’deki Türkmenlerdir. Yüz binlerce Türkmen göç etmek zorunda bırakılırken, binlerce Türkmen çocuğu açlık ve susuzluktan ölmektedir. Hükûmet diğer halklara gösterdiği ilgi ve alakayı Türkmen soydaşlarımıza, maalesef göstermemektedir. Buna karşılık, Suriye’deki karışıklıklar sebebiyle ülkemize gelen 1,5 milyonun üzerindeki Suriyelinin ülkenin çeşitli şehirlerinde âdeta başıboş mayın gibi dolaşmaları için de bir çözüm söz konusu edilmemiştir.

Öte yandan, Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine yönelik baskı, zulüm ve soykırım girişimleri de Hükûmet Programı’nda yer almamaktadır. Uygur Türklerine yönelik mezalim, 2009’dan beri artarak devam etmektedir. Türk Hükûmetinin saldırıların derhâl durdurulması için vakit geçirmeden kararlı bir tutum sergilemesi gerekirken Hükûmet Programı’nda bu alanda hiçbir kelime bulunmamaktadır.

Yine, ayrıca, Kıbrıs konusunda da Hükûmetin yol çizgisi bulunmamaktadır. Hatırlanacağı üzere, bir buçuk yıllık bir aranın ardından Şubat 2014’te yeniden başlayan müzakereler, algı mühendisleri tarafından “son şans” şeklinde kamuoyuna takdim edilmişti. Oysa müzakerelerde asla “son şans” tabirine yer yoktur. Kaldı ki Sayın Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde niçin “Kıbrıs sorununu bu yıl içinde çözmeliyiz.” gibi bir beyanat verdiği de düşündürücüdür. Çözüm niçin illa bu sene olmalıdır ve müzakerelere niçin başka bir şans daha verilmeyecektir? Kısacası, bu acele nedendir? Zihinleri kurcalayan sorulardan bazıları bunlardır.

Bilindiği üzere, son yıllarda Kıbrıs Adası’nın ehemmiyeti, yürütülen doğal gaz sondaj faaliyetleri kapsamında biraz daha katlanmış ve Ada bu yönüyle uluslararası güçlerin radarına girmiştir. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın oğlu Hunter Biden’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Limasol şehrinde merkezi bulunan Ukrayna menşeli Burisma Holdings şirketinin yönetiminde yer alması söz konusu gerçeği tescil etmektedir. Burisma Holdings Limited Şirketi petrol ve gaz keşfi ve üretimi sahasında faaliyet gösteren bir şirkettir.

Kıbrıs Adası artık yalnızca geleneksel Türk-Yunan-İngiliz üçgeninde sıkışmış bir mesele değildir. Ada’da artık ABD, Avrupa Birliği, Rusya ve İsrail’in de hesapları vardır. Değişen güç dengelerine paralel olarak Batı dünyası tüm kurumları ve imkânlarıyla Kıbrıs meselesine müdahil olmanın peşindedir.

Dış politikamızda diğer bir husus Ege adalarındaki hâkimiyet meselesidir ve maalesef Hükûmet bu konuda da sessiz kalmış ve programında bu konuya hiç değinmemiştir. Geçmişte kırmızı çizgi olan bu konu da AKP Hükûmeti tarafından yeşile çevrilmiş, Ege’deki egemenliği tartışmalı adalar Yunanistan tarafından işgal edildiği hâlde Hükûmet sessiz kalmıştır. Keza programda 2015’te 100’üncü yılı olmasına rağmen Ermenilerin ve onlarla iş birliği içinde bulunanların Ermeni soykırımı iddialarına karşı bir tedbir yer almamıştır.

62’nci Hükûmet Programı’nda ekonomiye dair bütüncül bir yaklaşım bulunmamaktadır. Hükûmet, bir taraftan tasarrufları artırma hedefini koyarken diğer taraftan yatırımların ve Türk lirası bazında borçlanmanın artırılmasından bahsetmektedir. Hükûmet Programı’nda beş yıllık vadede kamu kaynaklarıyla 250 milyar dolar, kamu özel iş birliğiyle yapılacak 100 milyar dolarlarla beraber 350 milyar dolar yatırım yapılacağı belirtilirken tasarrufların nasıl artırılacağı açıklanmamıştır.

Ekonominin yapısal sorunları on iki yılda daha da derinleşmiştir, yapısal sorunlar çözülememiştir. Üretim ekonomisinin hiçbir işareti yoktur. Bu ortamda bütçe de sağlıklı bir yapı ortaya koyamamaktadır. Ekonominin hâli, pürmelalini bir cümleyle ifade edecek olursak: Türkiye ekonomisi, ürettiğinden fazla tüketen, kazandığından fazla harcayan, borçlanmaya ve ithalata dayanarak ekonomiyi çeviren, cari açık ve buna bağlı dış ticaret açığı, tasarruf açığı ve sağlıksız bütçe yapısıyla yaralı bir ekonomidir. Oysa Hükûmet, ekonomiye sürekli “iyi” diyerek psikologların “iyi söyle iyi düşün” telkinleri gibi âdeta acıdan mutluluk çıkarmak istemektedir.

İktidarın “Borç veren bir ülke olduk.” söylemi bir ahir zaman hurafesi gibi aldatmacadan öte bir şey değildir. Oysa on iki yılda Türkiye’nin borçluluğu tehlikeli şekilde artmıştır. Örneğin, vatandaşlarımızın borçlarına bakalım: 2002’den günümüze bankalara olan nakdî kredi borcu 22 kat artmıştır.       2002’den 2014’e hane halkı borçluluğu 55 kattan fazla artmıştır.                    Özel sektörün dış borçları 6 kat artarak 2002’de 43 milyar dolarken, 2014 birinci çeyrek itibarıyla 264,9 milyar dolar olmuştur.

Türkiye ekonomisi borç batağına düşmüştür. Bir de kalkıp borç vermekten bahsediyorsunuz. Hükümet, Sultanahmet’te toplayıp Libya’da, Suriye’de dağıtan dilenci durumundadır. AKP, vatandaşı, esnafı, çiftçiyi ne kadar çok borçlandırdığıyla övünmektedir. Esnafa 2002’de 154 milyon kredi verildiği, sizin ise “10 milyar kredi veriyoruz.” diye övünürken borç 60 kat artmıştır. Çiftçinin borçları 530 milyon TL’den 2012 Eylül itibarıyla 40 milyar TL’ye yükselmiştir. Buna göre, çiftçi borçları zamanınızda 75 kat artmıştır.

Keza, on iki yıllık dönemde büyüme hedefleri hiçbir zaman tutmamıştır. On iki yıllık perspektifte büyüme ortalaması yüzde 5’tir ve sizden önceki dönemlerden daha düşüktür. Son yıllara baktığımızda, dünya genelinde 110 ülke Türkiye’den daha iyi bir büyüme performansı göstermiştir.

Bu programda, ekonominin rekabetçi ortamda serbestçe işlediğinden, fırsat eşitliğinden, imtiyaz ve ayrıcalık tanımadığınızdan, hiç kimse için korunaklı kolay para kazanma alanı oluşturmadığınızdan bahsediyorsunuz ama oluşturulan havuzlar, dağıtılan rüşvetler, yandaşlara verilen ihaleler, yolsuzluk soruşturmalarını önleme gayretleriniz, iş adamlarına vergi incelemesi baskılarınız, tehditleriniz sizi tekzip ediyor. 1 Eylüldeki takipsizlik kararı kimleri koruduğunuzu ortaya çıkarmıştır.

“Devlet yönetiminde hesap verebilir bir anlayışı hâkim kıldık.” diyorsunuz ama Sayıştay raporlarını Türkiye Büyük Millet Meclisinden kaçırıyorsunuz ve telefonlarda “Sayıştay raporları gelirse vay hâlimize.” diyorsunuz.

Güçlü ekonomik yapıdan bahsediyorsunuz ama “Hukuk devleti olmadan güçlü ekonomi olmaz.” diyen ve cari açığın ve yüksek borçluluğun tehlikelerine işaret eden kendi Ekonomi Bakanınızın sözleriyle kendinizi tekzip ediyorsunuz. Bu, açık bir tutarsızlıktır.

Daha faiz konusunda dahi Hükûmet olarak ortak ve uyumlu bir görüş oluşturabilmiş değilsiniz. Kiminiz Merkez Bankasını yerden yere vururken, kiminiz Merkez Bankasına sahip çıkmaktadır.

“Özel sektörümüzü teşvik edecek ve müteşebbislerimizin önünü açacak politikaları uygulamaya devam edeceğiz. Bunun için, makroekonomik istikrarın sürdürülmesinin yanında, ekonominin dış etkenlere karşı dayanıklılığını artıracak, mal ve hizmet sektörlerinde rekabet ve verimlilik artışlarını sağlayacak, ucuz finansman kaynaklarına ulaşımı kolaylaştıracak makro ve mikro politikalara öncelik verilecek.” diyorsunuz. Ancak, Afyon’da mermerciler iki yıldır mermer ocağını işletip üretmek, ihraç etmek için devletten izin bekliyor. Madencilik konusunda bütün izinler Sayın Erdoğan’ın masasında bekliyordu.

Hangi müteşebbisin önü açılıyor? Var olan müteşebbisler ve Türkiye’nin önde gelen dev şirketleri -örnek TÜPRAŞ- vergi incelemesine maruz kalıyorlar. İş dünyası fişlenip ayırımcılığa tabi tutuluyor. Hangilerinin vergi incelemeleri yoluyla baskı altına alınacağı konusunda toplantılar yapıldığı haberleri basında yer alıyor.

Zaten millet olarak herkes boğazına kadar borç batağına batmışken, kredilerini ödeyemeyenlerin miktarı altı ayda yüzde 25 artmışken, TL veya başka parayla borçlanmayı teşvik ediyorsunuz ama diğer yandan tasarrufları artıracağınızı söylüyorsunuz.

Programda bazı hedefler veriyorsunuz ama bu hedeflere ulaştıracak stratejileri vermiyorsunuz. Dolar bazında her yıl yüzde 10 büyümemiz için diğer ülkelerin de yerinde sayması gerektiğini gözden kaçırıyorsunuz.

Sayın Ali Babacan’ın 8 Temmuzdaki konuşmasında paylaştığı verilere göre, önümüzdeki on iki ayda 210-220 milyar dolarlık dış borç ödemesi gerekiyor, 55-65 milyar dolarlık cari açık finansmanına ihtiyaç var.

Son üç yıldır büyüme hızı düşmüş bir ekonomimiz var. 2011’deki yüzde 8,8 gibi yüksek bir seviyeden, 2012’de yüzde 2,1 gibi bir rakama sert bir düşüş yaşandığını hatırlatıyorum. Hazine Müsteşarlığı, 2015 ve 2016 için yüzde 5 seviyesinde vasat bir büyüme öngörüyor. Kişi başına düşen millî gelir ise 2010’dan beri 10 bin dolar seviyesinde seyrediyor.

Vatandaşlarımızın bankalara olan borçları 2002’de 49 milyar liradan 2014 Haziranına kadar 1 trilyon 100 milyar liraya ulaşmıştır. Vatandaşın bankalara borçları tam 22 kat artmıştır.

Toplam tasarruf oranı, yüzde 18,6’dan yüzde 12,6’ya düşmüştür.

Ayrıca, on iki yıllık AKP iktidarının ekonomi politikaları hayat pahalılığı getirmiştir. Bunun için pazarlar, bakkal ve marketlerdeki yüksek fiyat artışlarını, çalışan ve emeklilerin alım gücünün on iki yıl öncesine göre nasıl düştüğünü görmek yeterlidir.

On iki yıllık AKP iktidarında elektrik, ekmek, otobüs biletleri benzin, mazot, beyaz peynir, çay, bulgur, dana eti, doğal gaz, zeytin, yumurta, un, pirinç ve makarnaya yüzde 150’den 400’lere varan zamlar gelmiştir. Vatandaşlarımızın bankalara olan borçları on iki yılda 22 kat artmıştır. 2002’de vatandaş her 100 Türk liralık harcanabilir gelirinin sadece 4,7 TL’sini borç ödemeye ayırırken bu rakam 55,2 TL’ye yükselmiştir. Erdoğan hükûmetleri döneminde ülke nüfusu yüzde 10 artmış olmasına rağmen tarım alanları yüzde 11 küçülmüştür. 1923’ten 2002’ye kadar yetmiş üç yılda toplam dış ticaret açığı 247 milyar dolarken bu rakam on iki yılda 687 milyar dolara çıkmıştır. Ülkemiz 2002 yılında cari açık sıralamasında dünyada 40’ncı sırada iken bugün dünyanın en çok cari açık veren ilk 5 ülkesi konumuna düşmüştür. Toplam iç ve dış borçlar 257 milyardan 635 milyar TL’ye çıkmış, 2,5 kat artmıştır.

Bu rakamlar, AKP’nin ekonomi politikalarının Türkiye’yi nereye getirdiğini çıplak bir şekilde ortaya koymaktadır. Hükûmetin ekonomi hedefleri anlatılırken "Yeni Türkiye'nin Güçlü Ekonomisi" alt başlığında kullanılan programda "62’nci Hükûmet olarak biz, artık uluslararası bir başarı örneği hâline gelmiş bulunan ekonomi politikalarımızı daha da geliştirerek etkili bir şekilde uygulamaya devam edeceğiz." denilirken bu tablo görmezden gelinmektedir. Hükûmetin ekonomide ortaya koyduğu pembe tablo tersinden okunduğunda Türkiye'de ciddi bir ekonomik krizin ayak sesleri duyulmaktadır. Piyasada adı konmamış bir hayat pahalılığı vardır. Geçim sıkıntısı içindeki insanlarımızı sadakayla, ambalaj ve kolilerle avutmak mümkün değildir. İsraf edilen kaynaklar tükenmek üzeredir. Üretim ve istihdam yaratmayan ekonomimizde cari açık daha da büyüyecektir. Nitekim, programda devlet desteği verilen kişi sayısı 3 milyon olarak ifade edilmiştir. Buna belediyelerden nakdî ve ayni yardım alan vatandaşlarımızı da kattığımızda durumun vahameti daha net olarak ortaya çıkıyor. Nitekim, Samsun Valiliğinden Sosyal Yardımlaşma Vakfı aracılığıyla 2013 yılında nakdî, gıda, eğitim, giyim, barınma, sağlık, kömür yardımı gibi değişik adlar altında 247.213 kişiye para verildiği gösteriliyor. Yardım alan kişilerin bu yardımları bir aile adına aldığı düşünüldüğünde ve bu sayı en az 2 ile çarpıldığında 500 bin kadar insanın yani 1 milyon 261 bin 810 nüfusa sahip Samsun’un yaklaşık yarısının devletten bir şekilde yardım aldığı ortaya çıkıyor. Bu miktarda vatandaşımızın muhtaç duruma düşmesi ve bunlara yardım etmekle övünerek insani kalkınmadan söz edilmesi sizlere garip gelmiyor mu?

Netice olarak diyeceğimiz şudur: Türkiye’nin AKP marifetiyle getirildiği uçurumdan ve hasıl olan bu vahim tablodan ve 62’nci Hükûmetin programı’ndan yeni Türkiye çıkmayacak, olsa olsa yenik Türkiye çıkacaktır.

AKP hükûmetlerinde son zamanlarda “IMF borcu bitti.” diye bir terane koparılmaktadır. Oysa gerçek nedir bir bakalım: Hazine Müsteşarlığı verilerine göre 2002 yılında 155 milyar TL olan brüt kamu iç borç stoku 2014 yılına gelindiğinde 436 milyar TL’ye çıkmıştır. Aynı dönemde brüt dış borç stoku ise 102 milyar liradan 199 milyar TL’ye yükselmiştir. Toplam AB tanımlı brüt borç stoku aynı dönemde 259 milyar liradan 578 milyar TL’ye yükselmiştir. Yine, Merkez Bankası verilerine göre, IMF borcu dâhil yurt içi yerleşik kişilerin yabancılara kredi borcu 80 milyar 664 milyon dolar iken bu borç 2013 yılı sonu itibarıyla 215 milyar 228 milyon dolara ulaşmıştır. 2014 yılının birinci yarısı sonu itibarıyla bu borç tutarı 219 milyar 713 milyon dolardır.

2002 yılı ile 2014 yılı arasında Merkez Bankası verilerine göre uluslararası yatırım pozisyonu istatistikleri incelendiğinde daha vahim bir durum ortaya çıkmaktadır. 2002 yılında yurt içi yerleşik kişilerin yani Türklerin yurt dışındaki varlıkları 62 milyar 270 milyon dolar iken yabancıların ülkemizdeki varlıkları 147 milyar 779 milyon dolar idi. Yani, 85 milyar 509 milyon dolarlık açık söz konusuydu. 2014 yılı ilk yarısı sonu itibarıyla Türklerin yurt dışındaki varlıkları 229 milyar 951 milyon dolara yükselmiştir. Yabancıların ülkemizdeki varlıkları ise 652 milyar 917 milyon dolara yükselmiştir. Yani açık tam tamına 422 milyar 962 milyon dolardır. Yani neredeyse yabancılar ülkeyi ekonomik açıdan ele geçirmiştir. Bunun diğer anlamı, yabancıların ülkemizden alacakları 652 milyar 917 milyon dolardır. Şimdi bu tablo karşısında IMF borcu bitti diye sevinebilir miyiz?

Bu arada, aylık bütçe gerçekleşmelerinin temmuz ayından itibaren açıklanmaması bütçenin âdeta çöktüğünün işaretini vermektedir. Bunun doğru olup olmadığını çok kısa süre içinde “özelleştirme” adı altında kamu varlıklarının satılması veya “tedbir” adı altında ÖTV başta olmak üzere vergilerde yeni artışlar yapılması ortaya koyacaktır.

AKP’nin yanlış ekonomi politikalarından en büyük nasibi tarım sektörü ve çiftçilerimiz almıştır. Tarımın ve tarımsal desteklerin millî gelir içindeki payı düşmüş, ekilen biçilen tarım alanları azalmıştır. Mazot ve girdi fiyatları çiftçiyi üretim yapamaz, ürettiğinin karşılığını alamaz hâle getirmiştir. Girdi fiyatları enflasyonun üzerinde artarken ürün fiyatları enflasyonun altında kalmıştır. On iki yıl önce çiftçilere verilen “yeşil mazot” sözü yerine getirilmemiştir. 2002’de ortalama 1 lira olan mazot bugün 4,5 liraya yükselmiştir.

Çiftçilerin kooperatiflere ve Ziraat Bankasına borçları 530 milyon liradan 40 milyar liraya çıkmıştır. Çiftçilerimizin borçları 80 kat artmıştır. Özel bankalara olan borçları bunun dışındadır. Çiftçi, borç batağına batmışken 29 Ağustos 2014 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile elektrik borcu bulunan çiftçilerin tarımsal desteklemeleri elektrik borçlarına mahsup edilmesi kararı verilmiştir. İktidar, çiftçiyi düşünmeyi bırakmış, özel elektrik şirketlerinin tahsildarlığına soyunmuştur.

Hükûmet Programı’ndaki en trajikomik ifadelerden birisi de “Geçtiğimiz dönemde yolsuzluklarla kararlı biçimde mücadele edilmiştir.” ifadesidir. Oysa yolsuzluk yaftası 61’inci Hükûmetin boynundan 62’nci Hükûmetin boynuna geçmiştir. Her ne kadar Sayın Başbakan, programda, yolsuzluk sıralamasında Türkiye’nin Uluslararası Saydamlık Örgütünce yayımlanan yolsuzluk algılama endeksinde 2003 yılında 133 ülke arasında 77’nci sırada iken, 2013’te 50’nci sıraya yükseldiğini söylese de bu verinin Kasım 2013’te yani 17 ve 25 Aralık tarihlerinden önce açıklandığı gizlenmiştir. Sanırım gerçek sıralama 2014 yılı Kasımında ortaya çıkacaktır. Ancak şurası unutulmamalıdır ki, gerek ihale suistimalleri gerekse mahkemelerde takipsizlik kararı verilse de Urla villaları, Ağaoğlu arazileri, TÜRGEV’e yapılan bağışlar meselesi, medya havuzu, 17-25 Aralık yolsuzluk iddiaları yeniden gündeme gelecektir. “Usulsüz dinlemeler” olarak nitelendirilse de gerçekleşmiş bir durum söz konusudur ve bunun hesabının sorulması, bu iktidarın olmasa da bunlardan sonra gelecek iktidarların vebali ve sorumluluğudur.

İlginçtir ki, bu yolsuzluk ve usulsüzlüklerin ortaya çıkmasından sonra iktidar, kendi göreve getirdikleri bürokratları kendisine ihanetle suçlayarak takibat başlatmıştır. Normal ve doğru işleyen bir devlette polisler hırsızları kovalarken AKP’nin devriiktidarında hırsızlar polisleri kovalamaya başlamıştır.

Suçüstü yakalanmanın korkusu ve paniğine kapılan iktidar sahipleri maalesef yolsuzluktan darbe çıkarma kurnazlığına sapmıştır. Hükûmete darbe yapıldığını, ne kadar saf olduklarını, ne istediler de vermediklerini sızlanarak söylemeye başlamışlardır. Bu nedenle de AKP iktidarı, kurumları, kuralları ve kavramları siyasi ve şahsi çıkarları doğrultusunda dönüştürme çabasına girmiştir. On iki yıllık iktidarları döneminde yedikleri içtikleri ayrı gitmemesine rağmen, tanıyamadıklarını ve yanıldıklarını dile getirmişlerdir. Bu kadar geçen zamanda en yakınınızda bulunanları tanımamışsanız, devleti yönetirken de aynı hataları işleyeceğinizi itiraf etmiş olursunuz.

Hükûmet Programları’nda her ne kadar “İmtiyaz ve ayrıcalık tanımadık, kolay para kazanma alanı oluşturmadık.” dense de AKP iktidarları döneminde birden ortaya çıkan önemli bir zengin kesim vardır ve bunların bu seviyeye nasıl geldikleri açıklanmalıdır. Ayrıca, madem ki yolsuzluklarla mücadelede güçlü iradeden söz ediyorsunuz, öyleyse derhâl Mecliste bekletilen yolsuzluk ve rüşvet skandallarının şüphelilerinin dosyalarını bir an önce adaletin karşısına çıkarmanız yerinde olacaktır.

Toplumda çeşitli sarsıntılar, anlamsız davranışlar ve pek çok alanda farklı tutumlar kendisini göstermeye başlamıştır“Yeni Türkiye'nin yeni sosyolojisi” diye en yüksek makamlardan dillendirilen bu kavram bir başka açıdan da şöyle okunabilir: Geçim derdiyle mücadele eden orta sınıfı, insan fıtratına aykırı olarak yükselen TOKİ bloklarına sıkıştırılmış yaşam alanlarını, taşeronluk sistemiyle istismar edilen iş gücünü, musluğundan havuza bir pay akıtmayan iş adamlarının yaşama hakkının olmadığını, gelecek kaygısından bir türlü kurtulamayan gençleri; çocukların sokak ortasında bonzai kriziyle kıvranarak öldüğü, 16 yaşında bir genç kızın, 22 yaşında bir başka genç kızı ödünç aldığı elbiseyi iyi kullanmadığı için öldürdüğü, cinnet geçirip karısını ve çocuklarını katleden babaların arttığı, kredi kartı borcunu ödeme gücü olmadığı ve itibarından olma endişesiyle intihar eden insanların arttığı, sözde muhafazakârlığın TOKİ blokları gibi yükseldiği hâlde içselleşmiş dindarlığın, ahlâkın, erdemin, doğruluğun, dürüstlüğün rafa kaldırıldığı, yaklaşık bin yıllık geçmişe sahip Van Gevaş Halime Hatun Kümbeti gibi bir kültür varlığının hemen yanına yurt binası yapıldığı, gayrimüslim vakıflarına ait mülkler kendilerine verilirken, İslam vakıf mülklerinin verilmeyerek birilerine rant sağlandığı, komşunun kim olduğu değil komşu olmasının yeterli olduğu bir iklimden komşunun mezhebinin, etnik kimliğinin sorgulandığı bir yeni Türkiye sosyolojisinin gündeme alındığı, çıkarılan bir kanunun eksik ve yanlış görülerek bir yılda 3 kez değişikliğe uğradığı, yine, çıkarılan kanunların yönetmeliklerle delinerek adaletsizliğin örneklerinin verildiği, Anayasa’ya aykırı kanunlar çıkarma pişkinliği gösterilip bundan gurur duyan bir siyasi anlayışın sergilendiği, basın özgürlüğünden bahsedip onlarca basın mensubunun mahkûm edildiği, basın yayın organlarının baskı altına alındığı, bizzat Başbakan tarafından uyarıldığı ve yayın yasaklarının alenen uygulanarak yazarların işine son verildiği, yolsuzlukların örtüldüğü, onlarca ihale yolsuzluklarının örtbas edildiği, ismi “Türkiye” olan bir ülkede “Türk” ve “Türk Milleti” sözüne alerji duyulduğu, bayrağın tahrik unsuru olarak görüldüğü, dağlardaki, okullardaki, meydanlardaki, Atatürk büstlerindeki “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” sözlerinin kaldırıldığı, siyasi görüşleri sebebiyle büyükşehir belediyelerinde çalışmakta olan personeli yüzlerce kilometre mesafedeki belediyelerinize, Bütünşehir Yasası’nın arkasına sığınıp âdeta kin kusarak görevlendirilip, günde dört beş saatlerinin yollarda heba olmasını ve devletin, milletin parasının yollarda tüketildiği,

Cumhuriyetin kuruluşunun sembolü olan ve bu ülkenin kurucusuna, tarihine ve geçmişine saygısızlık edilerek Çankaya Köşkü’ne Başbakanın oturtulmak istendiği,

Acılar içinde kıvranan Soma’ya taziye için gidip, vatandaşına tokat atarak, tekmelenmesine göz yumarak insani kalkınmadan, halka tepeden bakmamaktan ve sorun çözmekten söz edildiği,

Yargıya müdahale edilerek, zülfüyâra dokunduğu zaman birtakım isnatlarla savcıların görevden alınıp, aileleri birbirinden ayırıp, evlerinden barklarından edilip, adaletten ve insani kalkınmadan bahsedildiği,

Saat altılarda yollara düşen ve 21’inci yüzyılda hâlâ ikili eğitim öğretim gören çocukların olduğu,

İsmi şimdi de TEOG (Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş) olarak değiştirilen sınavla ve yaptığınız yanlışlıklar sonucu yüzlerce kilometre mesafede okullara yerleştirilen çocukların olduğu,

Kazanılmış hakları olmasına rağmen, sırf Hükûmete yakın olmadıkları düşüncesiyle, bulundukları okullarda dört yılı dolduran okul müdürlerinin, müdür yardımcılarının, Millî Eğitim Bakanlığındaki binlerce idarecinin hukuk dışı bir uygulamayla görevden alındığı,

Eğitimde “FATİH Projesi” adı altında, her öğrenciye, altyapısı oluşturulmamasına rağmen, sırf siyasi çıkarlar uğruna tablet bilgisayar dağıtılarak milletin milyarlarca dolarının heba edildiği,

On iki senedir iktidardakilerin bile sayısını hatırlamadığı sayıda, ülkemizin geleceğinin teminatı çocuklarımızın eğitim sistemlerinin, girdikleri sınavlarının yazboz tahtasına döndürüldüğü,

Adli yılın açılış törenlerine sen-ben davası güdülüp, küskünlük gösterilip devlet adamlarının katılmadığı,

Ülkenin isminin kısaltması olan “T.C.” ibaresinin, o devleti yönetenleri rahatsız ederek, devletin resmî kurumlarının isimlerinin başından kaldırıldığı,

Son üç yılda 18 yaşını doldurmadan evlendirilen çocuk sayısının 130 bini aştığı,

Komşularla sıfır sorundan sorunsuz komşunun kalmadığı, dış politika ve bunun sonucu olarak 1,5 milyon Suriyeli mültecinin ülkemizde her an patlamaya hazır bomba gibi kontrolsüz dolaştığı,

Ülkede hemen herkesin dinlendiği, ülkenin en mahrem bilgilerinin yabancı devletlerce dinlendiği ama sözünün dinlenmediği,Afrika’da, ismi bilinmeyen ülkelerde büyükelçilikler açarken, en yakın komşularında en kritik bir dönemde büyükelçiliklerin olmadığı; üç ayı aşkın süredir teröristlerce konsolosluğu işgal edilmiş, mensupları esir alınmış, toprağı işgal edilerek karargâh hâline getirilmiş; toprağı bulunduğu askerî raporların ifade ettiği, güçlenen ve önü alınamaz hâle gelmeye doğru giden, PKK paçavralarının asıldığı ama seçim dönemi bayrak aşkıyla propagandalarının yapıldığı bir yeni sosyolojiyle mi yeni Türkiye olacaksınız, insan ve insanı esas alan bir politika yürüteceksiniz?

Bakınız, sizleri uyarıyorum! “Eski Türkiye” dediğiniz Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından kurulmuş, temelleri sağlam olarak atılmış bir ülkedir. “Yeni Türkiye” demek Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak istemekle eşdeğerdir.

Sayın iktidar sahipleri, bu eleştirilerimizi dikkate almanız sizin ve ülkemizin yararına olacaktır. Oturup düşünmek hatalarınızı azaltacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) – Ben, tekrar, Milliyetçi Hareket Partisi adına Hükûmete, vesayet altında olmadan hizmet etmelerini ve başarılı olmalarını temenni ediyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Hurşit Güneş, Kocaeli Milletvekili.

Buyurun Sayın Güneş. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GURUBU ADINA HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 62’nci Hükûmet Programı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlarım.

Öncelikle bir şeyi ifade etmek istiyorum: Biraz önce saymaya çalıştım AKP grubundan kaç kişi bu Hükûmet Programı’yla ilgili diye, 30 kişiyi zor buluyorlar. İnşallah, önümüzdeki dönem seçimlere girdiklerinde halkımız da onların kendi Hükûmet Programlarına gösterdiği ilgi kadar onların iktidarına yahut partilerine ilgi gösterir! (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, öncelikle bir konuyu öğrenmek istiyoruz: Bu Hükûmeti kim kurdu? 61’inci Hükûmetten 62’nci Hükûmete değişen bakan sayısı 4. Ben o bakanlardan birkaç tanesinin ifadelerini de dinledim; o birkaç tanesi de teveccühlerinden dolayı Sayın Cumhurbaşkanına teşekkür ettiler.

Daha önemlisi, bir olay daha oldu; Hükûmet Programı hazırlandı, öyle duyduk, gazetelerde yazıldı -yani, Cumhurbaşkanına teşekkür edilebilir çünkü nihayetinde Hükûmete yetkiyi o veriyor, Anayasa öyle ama Hükûmet Programı’nın Cumhurbaşkanına gittiğini hiç duymamıştım taslak olarak- Hükûmet Programı’nın ekonomi kısmından Başbakan Yardımcısı Sayın Babacan’ın koyduğu metin çıkarılmış çünkü metinde “Hukuk devleti olmadan güçlü bir ekonomi olmaz.” yazıyormuş ve “Yolsuzlukların üstüne gidilmeli.” yazıyormuş, Cumhurbaşkanı “Bunu çıkarın.” demiş. Doğru mu yanlış mı, bunun açıklanmasını istiyoruz. Gerçek Başbakan Davutoğlu mu, yoksa Köşk’te diyeceğim ama başka bir saraya gitti, orada oturan Sayın Erdoğan mı bunu öğrenmek istiyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bir “yeni Türkiye”dir gidiyor. Aslında, biz sizin “yeni Türkiye”yle ne söylediğinizi biliyoruz. Siz “yeni Türkiye” diyerek, Tayyip Erdoğan’ın her dediğinin olduğu, her şeyin onun tarafından tayin edildiği bir Türkiye’yi söylüyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet Programı’nda bir anayasadan bahsediliyor, “Yeni bir anayasa yapılsın.” deniyor. İşte Anayasa’dan 12 Eylülden kalma tüm maddeler çıkacakmış. Ya, bu Anayasa’da 12 Eylülden kalma pek bir madde kalmadı ki; tam 17 kez, 113 madde değiştirildi. Gerçekçi olun. Sizin yeni anayasadan anladığınız nedir? Başkanlık sistemi, tek istediğiniz o. Ya, Türkiye’de, AKP’den milletvekili olmamış bana bir anayasa hukuku profesörü söyleyin de “Başkanlık sistemi Türkiye için uygun.” desin, bir tane seçilmemiş anayasa hukuku profesörü. Tüm anayasa hukuku profesörleri “Başkanlık sistemi Türkiye için uygun değil.” diyor.

Değerli milletvekilleri, son birkaç haftadır bir “seçilmiş Cumhurbaşkanı” muhabbeti yapılıyor, bir tezvirat. Herkes “Seçildi, millî irade, yüzde 52 oy aldı…” Güzel. Seçilmiş milletvekilleri yıllarla tutuklu kaldı, onların hapishanelerde kalmasını nasıl reva gördünüz? Eğer ki Anayasa Mahkemesi müdahale edip de bu adaletsizliği ortadan kaldırmasaydı, onlar şimdi gelip burada oturamayacaklardı. Demek ki millî irade Cumhurbaşkanı için geçerli ama milletvekilleri için geçerli değil. Bu doğru değil.

Değerli arkadaşlar, önemli bir noktaya işaret etmek istiyorum Cumhuriyet Halk Partisi bakımından. Biz CHP olarak Cumhurbaşkanının meşruiyetini sorgulamıyoruz, o makama gayet saygılıyız, burada hiç kuşkunuz olmasın. Bizim söylediğimiz şudur: Eğer Cumhurbaşkanı hukuka uymazsa biz Anayasa ve hukuktan yana oluruz diyoruz, bizim söylediğimiz budur.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’da parlamenter sistem varken siz eğer başkanlık sistemini uygulamaya kalkarsanız bu olmaz; bu, rejimin omurgasını kaydırır. Omurgası kaymış bir rejim de ayakta duramaz, çöker. Bu bir anlamda şuna da benzer: Futbol sahasına çıkıyorsunuz, futbol maçı oynanacak, siz kriket oynuyorsunuz. Ya, buna tribünler de şaşırır, hakem de şaşırır. Yanlış yerde yanlış şey oynuyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, şimdi size bir lideri anlatmak istiyorum; bakayım, bu lideri çıkarabilecek misiniz. Bu lider girdiği her seçimde seçimleri büyük farkla kazanıyor, muhalefet partilerine göz açtırmıyor. Başvekili o tayin ediyor, bakanlar kurulunu o belirliyor. Tüm sözde vesayetleri kaldırmış, tek vasi kendisi olmuş. Her cuma ayrı bir camide namazını kılıyor -Allah kabul etsin- çıkışta da açıklamalar yapıyor ve ülkede bu lidere bağlı bir istihbarat örgütü var; çok güçlü, kimsenin dokunamadığı bir istihbarat örgütü, her yerde herkesi izleyebiliyor, dinletebiliyor. Bir de resmî haber ajansı var, devletin resmî haber ajansı. Bu, devletin resmî haber ajansı sadece iktidar partisini veya özellikle onun liderini gösteriyor, muhalefet partilerine pek yer ayırmıyor. Bir sürü televizyon kanalı var ama çoğu onun ve o kanallarda sadece onun izin verdiği kişiler veya onun bakanları boy gösterebiliyor. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu rejime ve bu lidere çok karşıyız.

Şimdi, sizin aklınıza muhtemelen şu kişi geliyor, değil mi? Hayır, benim bu bahsettiğim kişi Beşar Esad. Beşar Esad’ın ülkesinde böyle bir rejim var ve biz Beşar Esad’ın böylesi bir rejimine karşıyız.

Gördünüz mü resmi, bilmiyorum.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) - Hayır, bir daha göster.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Görünmedi mi?

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Kendi arkadaşlarınız da anlamadı.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Göstereyim, çok şık. Bunu biz yapmadık, bunu The Economist dergisi kapak yaptı, The Economist dergisi kapak yaptı.

NURETTİN DEMİR (Muğla) – Hükûmet de görsün, Hükûmete de göster.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bir “yeni Türkiye” sakızıdır çiğnenip duruyor. Gelin, ben size yeni Türkiye ile eski Türkiye’yi bazı rakamlarla anlatmaya çalışayım.

Şimdi, Hükûmet Programı’nda bir 2023 vizyonu var. Şöyle deniliyor: “2023 yılında dünyanın 10 büyük ekonomisi arasına gireceğiz.” Ben bir hesap yaptım, bakalım, nasıl oluyor diye; olur ya… Hükûmet hesaplamış, bir de ekonomi profesörü hesaplasın.

Biliyorsunuz, son yıllarda, 2007’den beri ortalama olarak Türkiye ekonomisi yüzde 3,5 büyüyor. Varsayalım 7 büyüsün, daha fazla olsun, 8 büyüsün. Sürekli yüzde 8 büyürsek ve bizim üstümüzdeki ekonomiler de durgunluğa girerse 2023 yılında biz dünyanın 10 büyük ekonomisine giremiyoruz ama 16’ncılıktan 13’üncülüğe çıkıyoruz. Bakın, aldatmacanın daniskasına bakın, Hükûmet Programı’nda ha! Bunlar sonra çıkacaklar o televizyon kanallarına boy boy, söyleyecekler, hayal tacirliği yapacaklar.

Değerli arkadaşlar, eski Türkiye’de, yani siz henüz çırakken, yeni iktidara gelmişken, 2002 ile 2006 arasında –tabii, orada muazzam bir küresel likidite bolluğunun katkısıyla- ekonomi yüzde 7,2 büyüdü ortalama. Güzel bir performans. Sonra siz usta oldunuz, ilerlettiniz işleri. Ne olması lazım? Ekonomik büyüme daha da yüksek olacak değil mi? Hayır, 3,5’a düştü, 2007’den bugüne kadar ortalama büyüme yüzde 3,5. Ya, siz ustalaştıkça ekonomideki performans düşüyor, ekonomi yavaşlıyor. Daha da kötü bir şey var: Siz çırakken, yani eski Türkiye’de verilen cari açık o büyüme için bugünkü ortalama cari açığın yarısı kadardı. Maazallah, siz ustalaştıkça işler daha da kötü olacak gibi gözüküyor.

Değerli arkadaşlar, 2003 yılının sonunda -yani eski Türkiye’de- Türkiye’de işsiz sayısı 2 milyon 493 bindi. O tarihte iş aramayan, “Arasam bulamam.” diyen fakat “Tabii ki iş bulsam çalışacağım.” diyenler yani umutsuzlar 1 milyonun altındaydı, 946 bindi. Bugün ne biliyor musunuz? Son mayıs ayında bugünün verileri açıklandı: 2 milyon 551 bin. Daha kötüsü şu: Umutsuzlar 2,5 milyona çıktı yani 1,5 milyon insan daha “Bu iktidar döneminde ben artık iş bulamam, boş yere aramayayım.” diyor. Sizin eski Türkiye’de işsiz sayısı 3,4 milyondu, bugün 5 milyon. Bunları ben uydurmadım ha, TÜİK verisi; herhangi bir sendikadan filan da almadım, TÜİK…

Gelin, size bir başka Türkiye’den bahsedeyim: Millî gelir arttı mı? Arttı. Bu Hükûmet başarılı mı? Böyle bakarsanız başarılı. Bir de vatandaşın hâline bakalım. Sizin eski Türkiye’de vatandaşın borcu, harcanabilir gelirinin yüzde 3,4’üydü. Yeni Türkiye oldu, bu borç nereye geldi biliyor musunuz, yüzde 57’ye. Ya, siz milleti borçlu hâle getirdiniz. Borçlu hâle getirdiğiniz için de her bir bakanınız ayrı bir rol kesiyor Merkez Bankası faizleri indirsin diye. Ya, faizleri indirteceğinize şu borcu küçültün, millet borçtan kurtulsun.

Değerli milletvekilleri, eski Türkiye’de, anımsayın, 1994 yılında bir mali kriz olmuştu. O nasıl olmuştu hatırlıyorsunuz değil mi? Başbakan, Hazine Müsteşarına “Faiz şu olmalı.” demişti ve mali dengeler bozulup sonunda kriz patlamıştı. Şimdi o eski Türkiye'nin alışkanlıklarının depreştiği görülüyor. Bakın, Merkez Bankası bağımsızlığını yitirmiş, her bir bakan ayrı bir telden çalıyor, Bremen Mızıkacıları gibi bir Hükûmet, biri “fa” diyor, biri “la” diyor, biri “mi” diyor, biri de akıllı, “Ben sesimi çıkarmayayım, bunların hepsi yanlış söylüyor.” diyor. O burada yok şimdi, bu sıralarda oturmuyor, baktım burada oturuyor mu diye.

Değerli arkadaşlar, Sayın Başvekil -“vekil” demem gerekiyor- Hükûmet sunumunda gelir dağılımının düzeldiğini de söyledi, rakamlar verdi, ben rakamlara baktım.

Şimdi söyleyeyim size gerçek rakamları: 2003 yılında Türkiye’nin en yoksul yüzde 20’si millî gelirden yüzde 6 pay alıyordu, 2006’da da aynı rakamdı üç aşağı beş yukarı, bugün de aynı. En varlıklı yüzde 20 de millî gelirden yüzde 48 pay alıyordu, sonra 47’ye düştü 2006’da, bugün de aynı. Gelir dağılımında hiçbir düzelme olmadı, boş palavra, değişen hiçbir şey yok.

Benim anladığım şudur: Sayın Başvekil TÜİK yayımları, bültenleri önüne geldiğinde -o koklamayı çok seviyormuş- o bültenleri kokluyor ama içini açıp bakmıyor, içini açıp okumuyor, o anlaşıldı çünkü AKP Grubunda ben gördüm “Kâğıt koklamayı çok severim.” dedi, ara sıra içini açıp okusa çok iyi olacak. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Hükûmet Programı’nda, Onuncu Kalkınma Programı’nda, 2014 ile 2018 arası için yani beş yılda 250 milyar dolar kamu yatırımı yapılacağı söyleniyor. Ya, ayıp be! Ya, bu hayalî bir rakam. Yani, hayalî böyle kanallar manallar yapıyorsunuz da, bu rakama bu ekonomik konjonktürde, bu dünya konjonktüründe ulaşmanız mümkün değil, bu da bir hayal tacirliği.

Değerli milletvekilleri, yeni Türkiye’nin en önemli parçalarından biri olarak çözüm süreci niteleniyor. Biz bu sürecin ne olduğunu bilmiyoruz, hiç kimse bilmiyor, Genelkurmay Başkanı da bilmediğini söyledi. HDP’nin Grup Başkan Vekili Pervin Buldan da geçenlerde söyledi: “Ben, Beşir Atalay’dan randevu alabilmek için defaatle kendisini aradım, alamadım. Biz, 30 Eylülün yol haritasını öğrenmek istiyoruz.” dedi, onlar da bilmiyor. Şimdi, öyle anlaşılıyor ki bu çözüm sürecinde Meclis devre dışı kalmış. Meclisin devre dışı kaldığı bir barış sürecinin de demokratik olduğunu nitelemek, kabul etmek mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, Kürt sorunu Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sorununun bir parçasıdır. Türkiye’de Kürt sorunu ne sadece Kürtlerle ne de sadece devletle çözülebilir. Kürt sorunu ancak bir büyük uzlaşmayla, halkın bütün kesimlerinin bir araya gelmesiyle sağlanabilir, kalıcı olarak sağlanabilir. Parlamenter sistemde onun sağlanacağı yer bu Meclistir, çözüm süreci buraya gelmelidir.

Değerli milletvekilleri, ana dili Türkçe olanların ilkokul diploması olmayan oranı yüzde 9’dur, ana dili Kürtçe olanların ilkokul diploması olmayan oranı yüzde 46’dır. Ana dili Türkçe olanların yüzde 10’unun yüksekokul diploması vardır, ana dili Kürtçe olanların yüzde 2’sinin yüksekokul diploması vardır. Bakınız, güneydoğudan her yaz Ordu’ya fındık toplamaya, Adana’ya pamuk toplamaya giden yurttaşlarımızın ne sigortası vardır ne de kalacak, içine girecek bir çatıları. Bu sefalet sürdükçe, bu gerçekler oldukça Kürt sorunu çözülebilir mi? Silahların bırakılmasıyla Kürt sorunu çözülmez, onunla sadece ateşkes olmuş olur. Kürt sorununun çözülmesi için Kürt kökenli yurttaşlarımızın özgürlüğe ve adalete kavuşması gerekir. Bu konuda da iktidarın attığı hiçbir adım yoktur.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) – Daha önce “Kürt” kelimesini ağzınıza bile almıyordunuz.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Bu memlekette her etnik kökenden insan vardır ve hepimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin değerli vatandaşlarıyız, eşit değerli vatandaşlarıyız.

Değerli milletvekilleri, açık söyleyeyim ki AKP Hükûmetinin en başarısız olduğu alan dış politikadır. Ne yazıktır ki bu dönem cumhuriyet tarihinin en kara dönemidir çünkü dış politikanın kaptanı maceraperest birisidir. İşin üzücü yanı, bu kaptan Çankaya’da oturan zat tarafından –Çankaya’da diyeceğim ama Çankaya’yı kabul etmedi, gitti- Başvekilliğe terfi ettirilmiştir. Bakınız, dünyanın neresinde 49 tane diplomat teröristler tarafından rehin alınsa o ülkenin dışişleri bakanı anında istifa eder. Oysaki -neredeyse üç ay geçti- bu konuda basın yasağı getirildi ve onunla da yetinilmedi, biraz önce dediğim gibi bu Dışişleri Bakanı Başvekilliğe terfi ettirildi, çok üzücü.

Değerli arkadaşlar, Suriye’de 2002 yılında bir iç savaş yoktu, bugün var. Bugün 9 milyon insan Suriye’de evini terk etti, 3 milyon insan mülteci olarak yaşıyor ve bunun yarısı Türkiye'de. Suriye'de ölen sayısı 200 bini aşmış durumda.

Şimdi, gerçeğe bakalım değerli arkadaşlar. 2011 yılında şu gerçeği öğrenmedik mi: Bu Hükûmet Suriye'deki muhalifleri silahlandırdı. Bunu dünya âlem biliyordu, biz bilmiyorduk ama ne zaman ki kapkara Apaydın Kampı’nı aydınlattık, her şey ortaya dökülmeye başladı. Tırlarla giden füze başlıkları, Adana’da yakalanan sarin gazının faili, Reyhanlı’da patlayan bombanın gerçek failinin El Kaide olduğu… Bakın, hâlâ muhaliflerle beraber Suriye'de savaşan Türklerin ne sayısını biliyoruz ne kimliklerini. Ölüleri geliyor buraya, cesetleri geliyor, kimlikleri açıklanmıyor. Sınırlar kevgire dönmüş vaziyette. Bu haftaki Ekonomist dergisinde teröristlerin Türkiye'ye üç noktadan geçtiği, IŞİD teröristlerinin üç noktadan geçtiği, Akçakale’den, Reyhanlı’dan ve Kilis’ten geçtiği yazıldı; ne utanç verici bir durum! Ve o El Kaide elemanları Türkiye'de hastanelerde tedavi edildi. Sonunda bölgede dünyanın en büyük terörist örgütü olan IŞİD oluştu. Bunlar geceleri Türkiye'de turist, gündüzleri Suriye'de ve Irak’ta terörist. O IŞİD, Irak’taki Türkmen kardeşlerimize aylarca zulmetti, onları Musul’da, Tuzhurmatu’da katletti, hunharca katletti. Hükûmetten de hiçbir yardım almadılar, işin gerçeği bu. Neden? Yine mi aynı neden? Yine mi mezhep? Ne ayıp!

Değerli milletvekilleri, şimdi bu Hükûmete iki can alıcı soruyu sormak istiyorum. Birincisi: 2 Eylül 2012, İstanbul’da CIA Başkanı Petrus MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la dört saatten fazla görüşüyor, özel bir görüşme, çıkışında “Suriye’yle ilgili görüştük.” diyorlar. Ne görüşüldü dört saatten fazla Suriye’yle ilgili?

Değerli arkadaşlar, ikinci sorum şu: 16 Mayıs 2013, Başbakan Erdoğan, daha sonra vekâlet bıraktığı Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Washington’da ABD Başkanı Obama’yla görüşüyorlar ve içeri Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisini almıyorlar. Neden, neden almıyorlar? Bu görüşmenin zabıtları nerede? Bakın, şöyle bir söylenti var, diyorlar ki: “Obama ‘Biz sizin orada radikallerle neler yaptığınızı iyi biliyoruz.’ demiş.” Bu doğru mu? Bu doğruysa çok vahim bir durum.

Sayın Başvekil, şunu bilin: Türkiye’de halk gerçekleri öğreninceye kadar biz sizin peşinizde olacağız. Halk bütün gerçekleri öğrenmeli.

Değerli milletvekilleri, Batılı müttefiklerimizle ilişkilerimiz hiç iyi gelişmiyor. ABD’yle ilişkilerimiz eskisi gibi değil. Doğrusu bu, açık olalım. Cumhurbaşkanının yemin törenine ABD sadece bir maslahatgüzar yolladı. Merkel Türkiye’yi dost ülke olarak nitelemedi ve öyle anlaşılıyor ki artık Türkiye'nin AB üyeliği çok uzak, çok ırak bir olasılık.

Değerli milletvekilleri, bakın, dış dünyada geldiğimiz noktayı ben size bir önemli olayla göstermeye çalışayım. Cumhurbaşkanının yemin törenine hangi devlet başkanları geldi size sayayım: Benin, Togo, Fildişi Sahili, Ruanda, Çad, Komorlar, Burundi, Burkina Faso. Bunların haritada yerlerini bilen var mı? Bunların nüfusunu bilen var mı? Komorların devlet başkanı kimdir bilen var mı? Evet, itibarınız bu ülkelerde ama diğer ülkelerin size yolladığı temsilciler Türkiye'nin dış politikada geldiği noktayı gösteriyor.

Değerli arkadaşlar, vahim bir durumla karşı karşıyayız çünkü Sayın Davutoğlu’nun bir hayali var. Yedi cihanda egemenlik kurmuş Osmanlıdan feyzalarak 2014 yılında Türkiye'nin bir restorasyona gitmesini telaffuz ediyor. Ancak ben bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Rüya ile hayal arasında bir fark vardır. Rüya gören insan sabah kalkar “Rüya gördüm.” der, gerçeğin farklı olduğunu bilir. Başvekil ise hayal görüyor. İşin kötü tarafı şu: Hayal gören hep bunu gerçek zanneder, gece gündüz onunla dolaşır, bir türlü onun gerçek olmadığını anlamaz. Başvekil Sayın Davutoğlu, Misakımillî’nin bir tarihsel gerçek ve uluslararası sistem içinde de vazgeçilmez bir sınır olduğunu göz ardı ediyor. Sayın Davutoğlu’na hatırlatmak isterim ki, hayal gören liderler, hayalperest liderler sadece kendi ülkelerinin değil başka ülkelerin halklarını da felakete sürüklerler.

Değerli milletvekilleri, Gazze konusunda bu Hükûmet esti, gürledi ama yağmur damlası yağmadı. Gazze’de 2.147 kişi öldü, sonunda ateşkes sağlandı ancak ateşkesin sağlanmasında Türkiye'nin hiçbir ciddi rolü olmadı, bu Hükûmetin olmadı. Gazze’de hâlâ abluka sürüyor. Peki, bu abluka nasıl sürüyor, ona bir bakalım; bunun bir hukuki dayanağı var mı? Hatırlayalım, 2010 yılında Mavi Marmara olayı olmuştu, Mavi Marmara olayı olunca Türkiye’den Hükûmet gitti Birleşmiş Milletlere, bir komisyon talep etti, dedi ki: “Bize bir komisyon yollayın, görevlendirin, bu Mavi Marmara’yı incelesin, Gazze’yi incelesin.” Palmer Komisyonu oluştu, Türkiye de bir temsilci verdi, Komisyon, raporunun sonuna şunu ekledi: “Uygulanan abluka haklı ve gereklidir.” dedi. Onun üzerine, bizim temsilcimiz oturdu muhalefet şerhi yazdı. Yazdı ama iş işten geçti, Palmer Komisyonunda hukuki bir dayanak oluştu, onu da bu Hükûmet sağladı. Yani Gazze’de Dimyat’a pirince giderken Gazze’deki Müslüman kardeşlerimiz ellerindeki bulgurdan oldular. Şimdi feryat figan ediyorlar ya, boş, boş. Gazze’deki ablukanın hukuki dayanağı bir anlamda bu Hükûmet sayesinde oldu.

Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar; Hükûmet Programı’nda 2023 vizyonunun insan kaynağıyla elde edileceği söyleniyor. Nasıl olacak? Eğitimle olacak tabii. Şimdi, eğitimde -beni yakalayan milletvekilleri bile söylüyor- kepazeliğe bakın: 1 milyon 300 bin kişi sınava giriyor, temel eğitimden ortaöğrenime geçiş sınavına… Yani sorunların bütün hepsini biliyorsunuz da ben size işin ironik tarafını söyleyeyim: Gayrimüslim öğrenci imam-hatip lisesine konulmuş, adam çıldırıyor, şu kepazeliğe bakın! Ya, bu millî eğitim sisteminin geldiği durum bir felaket, artık trajikomik sahneler yaşanıyor. Şimdi, gazetelerde görüyorum, eski Maarif Nazırı Emrullah Efendi’nin sözlerini yazıyorlar “Ya, şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim.” diye.

Değerli milletvekilleri, bu hafta bir olay daha oldu. Çiftçinin borcu var, elektrik borcu. Niye var? Niye var? Çiftçi zorda da onun için var. Çiftçinin elektrik borcunu gidiyorlar, destekleme priminden kesmeye kalkıyorlar. Kepazeliğe bakın, ne ihanet! Çiftçinin elektrik borcunu adamın başka bir alacağından nasıl kesersiniz? Adam nasıl ekip biçecek? Ya, bu Hükûmet çiftçiyi düşünmez mi, köylüyü düşünmez mi?

Değerli milletvekilleri, şimdi ilginç bir olayı anlatacağım size müsaade ederseniz. Hani şu devrin Başbakanının Cumhurbaşkanı olur olmaz Köşk’e taşıdığı danışman var ya, herkes biliyor değil mi o danışmanı? Fiyakalı bir danışman.

MUSA ÇAM (İzmir) – Jöleli, jöleli!

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Bu danışman 26 Mayıs 2014 tarihinde Star gazetesinde -gazetenin ne tip bir gazete olduğunu biliyorsunuz- bir köşe yazısı yazmış ve devrin Başbakanını Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’ya benzetmiş fakat yazıda bunun nedenini açıklamamış. Bakın, Sadrazam Mahmud Nedim Paşa bu. Şimdi, ben, Sadrazam Mahmud Paşa ile Başbakan arasında bir benzerlik bakıyorum bakıyorum bulamıyorum, yazıda da bunu anlatmamış. Şimdi Cumhurbaşkanı oldu, devrin Başbakanı. Tabii, herhâlde huyları yahut da kişilikleri benziyor, onu da ben bilmiyorum, burada tarihçi profesör var, Sayın Halaçoğlu, o birazdan gelsin, anlatsın. Ben, açıkçası, Başbakanı benzetsem benzetsem sadrazamlardan Koca Sinan Paşa’ya benzetirim, onu da anlatır Sayın Halaçoğlu, neden benzettiğimi.

Değerli milletvekilleri, bu iktidar, mücadele alanlarından biri olarak en başında yolsuzluğu göstermişti ama en çok da yolsuzluklardan suçlandı. Bakın, telefon dinlemeleriyle ilgili, bakan -o devir ilgili bakandı- 28 Ocak 2009 tarihinde şöyle bir şey söyledi: “Yasal olmayan bir işiniz yoksa dinlenmekten korkmayın.” dedi. Doğru, katılıyorum buna, yasal olmayan bir işimiz yoksa dinlenmekten korkmamalıyız. Ama devrin Başbakanı 17 Aralık 2013 tarihinde bir operasyon yapıldığında “Ben Başbakanım, benim telefonumu nasıl dinlerler?” diye feryat figan etti.

Sonra bir olay daha var. Şimdi, ben, mesela kızımla, çocuklarımla normal telefondan konuşuyorum, nasılsa dinleniyorum, yasal olmayan da bir işim yok ama çocuklarımla kriptolu telefondan konuşmuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, Başbakan çocuklarıyla neden kriptolu telefonla konuşuyor, bunu açıklaması lazım.

Şimdi, değerli arkadaşlar; bir insan haksız yere bir ithamla karşılaşırsa veya yersiz bir iftirayla karşılaşırsa gider yargıya. Bakınız, 11’inci Cumhurbaşkanı öyle yaptı. Biter bitmez görevi, dedi ki: “Bir konu var, gideceğim, onunla ilgili adli mercilere ifade vereceğim.” Ama ne yapıldı o zaman? Bu yapılmadı, yargı derdest edildi, yargıyı paramparça ettiler, yargı derdest oldu ama şaibeler ortadan kalkmadı ki, tam aksine şaibeler büyüdü.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de yolsuzluk, hırsızlık ve irtikâptan hüküm giymiş -tutuklular dâhildir bu sayıya- 56.156 kişi var. Baktım, Adalet Bakanlığından aldım rakamları. Bunların bir kısmı da Kandıra F Tipi Cezaevi’nde. Biliyorsunuz, ben Kandıralıyım. Şimdi, orada, Kandıra F Tipi Cezaevi’nden, hemşehrilerimden, bana söylentiler geliyor. Orada bu tür mahkûmların hepsi şöyle diyormuş: “Biz masumuz, biz hırsızlık filan yapmadık, paralel devlet bize kumpas kurdu, bunların hepsi Haşhaşi; öyle bir hükûmet gelmeli ki bunların inlerine girip köklerini kazımalı ve bizi derhâl serbest bırakın.” diyorlarmış. (CHP sıralarından alkışlar) Anlayın siz artık.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin şu “paralel devlet” diye tutturduğu oluşumla ilgili çok fazla konuşmak istemiyorum. Niye biliyor musunuz? Aile içi mesele, mahremiyet taşıyor. Bir ailenin kendi içindeki meseleleri çok fazla konuşmaya gerek yok ama bir iki konuya değinmeden geçemeyeceğim. Şimdi, bu “Haşhaşi” diye nitelenen paralel devletin Pensilvanya’daki başıyla ilgili bir açıklamayı, bir görüşme sonrası bir kişinin açıklamasını okumak istiyorum, şöyle diyor: “Konu Amerika olunca, ben doğrusu Türkiye’den ayrılmadan, mümkün olursa Hocaefendi’yi bir ziyaret edebilir miyim diye gönlümden geçirmiştim. Sayın Başbakanımıza da gitmeden önce konuyu açtım. ‘Fırsat bulursam böyle bir ziyaret yapmak istiyorum, izin verir misiniz, uygun görür müsünüz?’ dedim. Çok memnun oldu. Hatta ‘Keşke bizim için de mümkün olsa, biz de görüşebilsek.’ dedi ama programları çok yoğundu.” Devamla da şöyle diyor: “Bize çok büyük iltifatlarda bulundu, dostane karşıladı. Geçmiş dostluğumuzun hiç eksilmediğini, belki arttığını gördük. Hükûmetimizle, Sayın Başbakanımızla ilgili düşünceleri de müspet. Daha başarılı olmamızı, çok daha temkinli ve dikkatli olmamızı, hem çevremizdeki, bölgemizdeki olaylarda hem dünya politikasında hem de bazı konularda hassasiyet göstermemizi istiyor.”

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kim o?

MUSA ÇAM (İzmir) – Kim o Haşhaşi?

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Kim o biliyor musunuz? Bu görüşme, yolsuzluk operasyonundan tam yedi ay önce, 15 Mayıs 2013 tarihinde, burada oturan Sayın Bülent Arınç tarafından yapılmış ve bu söylentiler onun tarafından söylenmiştir. (CHP sıralarından alkışlar) Tam yedi ay önce.

OSMAN KAHVECİ (Karabük) – Sizden kimler gitti, sizden? Onları da söyle, sizden gidenleri de söyle.

FATOŞ GÜRKAN (Adana) – Sizden gidenleri de söyle.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Bizden gidenler böyle ifade etmiyor. Bizimle ilgili de yolsuzluk araştırmaları, yolsuzluk suçlamaları yok, böyle bir şey yok.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet Programı’nda yine adaletten, yine yargı reformundan bahsediliyor. Kaçıncı yargı reformu Allah’ınızı severseniz? 2010’da da bir yargı reformu yapmıştınız, referanduma gidilmişti, hem HSYK hem Yargıtay üyelerini değiştirmiştiniz. Sonra ne oldu? Bu atanan kişiler, sizin istediğiniz gibi hareket etmeyince, şimdi yine değiştirmeye kalkıyorsunuz. O zaman “vesayetçi” diyordunuz, şimdi “paralel devlet” oldu bahane.

Değerli arkadaşlar, asıl niyet belli. Asıl niyet adalet, hakkaniyet değil. Her denene uyacak, iktidarın vesayeti altında olacak bir yargı aranıyor. Bakınız, Hükûmet Programı’nda Başvekil, Adalet Akademisiyle ilgili şöyle dedi: “Öyle bir Adalet Akademimiz var ki sadece Türkiye’deki hâkimlere ve savcılara eğitim vermiyor, artık yurt dışındaki hâkim ve savcılara da hizmet veriyor.” Ya, iyi, güzel de daha bu yılın başında Adalet Akademisinin yasasını değiştirirken demedik laf bırakmadınız. Madem bu kadar iyi bir yerdi, niye değiştirdiniz bu Adalet Akademisinin yasasını?

Değerli arkadaşlar, devlet, vatandaşları arasında hakkaniyetle davranırsa adalet ortaya çıkar. Yani devlet, tüm vatandaşlar ve tüm insanlar karşısında onlara eşit davranmalıdır.

(Hatip tarafından Esma el Biltaci ve Ali İsmail Korkmaz’ın fotoğrafının gösterilmesi)

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – 14 Ağustos 2013. Mısır’da Rabiatül Adeviye Meydanı’nda 17 yaşında bir fidan, Esma el Biltaci. Darbe karşıtı gösterilerde güvenlik güçleri tarafından, keskin nişancılar marifetiyle yaralanıyor. Hastanede annesine “Ben iyiyim.” diyordu. Ameliyata girdi, sağ çıkamadı. Bu Mecliste Esma el Biltaci’ye yüreği yanmayan var mı? Bu Mecliste Esma el Biltaci’ye, bu fidana yüreği yanmayan var mı?

2 Haziran 2013. Türkiye’de, Eskişehir’de, Kurtuluş Mahallesi’nde, Sanayi Sokak’ta, Harman Fırını’nın önünde 19 yaşında bir fidan, Ali İsmail Korkmaz, Gezi Parkı eylemlerinde. (CHP sıralarından alkışlar) Sivil polisler onu öldüresiye dövüyorlar, otuz sekiz gün sonra yaşamını yitiriyor. Bu memlekette, bu Parlamentoda Ali İsmail Korkmaz’a yüreği yanmayan var mı? (CHP sıralarından “Var, var” sesleri) Varsa, sıratımüstakimden geçerken onun ifadesini verirsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bizim için Alevi-Sünni farkı yoktur.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Gülünecek ne var da gülüyorsunuz?

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Bizim için Alevi-Sünni farkı yoktur, bizim için Müslim-gayrimüslim farkı da yoktur. Biz, insanı Yaradan’dan ötürü severiz ve biz Cenab-ı Allah’a da samimiyetle inanırız.

Değerli milletvekilleri, 5 Ağustos 2014 tarihinde dönemin Başbakanı, NTV-Star ortak yayınında “Affedersiniz, bana çok çirkin şeylerle ‘Ermeni’ diyen bile oldu.” dedi. Daha önce Rumlarla da aşağılayıcı aşağılayıcı ifade kullanmıştı.

TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Cümlenin tamamını söyleyin.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Cümlenin tamamı bu; cümlenin tamamı bu ve çok ayıp. O tarihlerde Dışişleri Bakanı bunu dünya kamuoyuna nasıl anlattı ben merak ediyorum, herhâlde çok mahcup olmuştur.

Ne yazıktır ki bu ülkede bir başbakan “Reyhanlı’da 53 Sünni yurttaşımız şehit edildi.” demiştir. Böyle bir ayrımcılıktan dolayı ben büyük utanç ve üzüntü duydum.

Değerli milletvekilleri, bu Hükûmet Programı’nda bir Roman açılımından bahsediliyor. Kaçıncı Roman açılımı? Deniyor ki Romanlarla ilgili enstitü kurulacakmış, onların hayat standartları iyileştirilecekmiş. Yeni uyandınız, on iki yıl sonra.

Değerli arkadaşlar, bu işler enstitüyle filan olmaz.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Neyle olur?

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Ülkemizde Romanlar işsizdir, eğitimsizdir, devlette iş bulamazlar, yoksuldurlar. Türkiye’de kaç Roman devlette iş bulabilmiştir, kaç Roman yükselebilmiştir, kaç Roman’ın yüksek tahsili vardır? Evet, Romanlar candan insanlardır ama bu ülkenin en dışlanmış insanlarıdır. Öyle, gırnata dinlemekle –gerçi siz onu da dinlemezsiniz ya- göbek atmakla, enstitü kurmakla Roman açılımı olmaz.

Değerli milletvekilleri, devletin adil olması demek, vatandaşlarına karşı vicdan duygusunun olması demektir. Bu, onların yaşam standardını da ilgilendirir.

2007 yılında Tuzla tersanelerinde işçilerimiz öldüğünde iş kazalarını anladık. Ne yapıldı? Hiçbir şey. Hiçbir şey yapılmadı, Soma’dan çıktı. Aslında Türkiye’de en çok iş kazaları madenlerde veya tersanelerde olmuyor, Türkiye’de en çok iş kazaları inşaatlarda oluyor. Her gün ortalama olarak 1 yurttaşımız, 1 işçimiz inşaatlarda ölüyor, haberi bile yapılmıyor.

NURETTİN DEMİR (Muğla) – Günde 4 işçi ölüyor, 4 işçi.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Hatta daha üzücü tarafını söyleyeyim: Geçen sene ülkemizde 1.235 kişi iş kazalarında yaşamını yitirdi. Bunun 18’i 14 yaşının altında 59 çocuk, iş kazalarında yaşamını yitirdi, 59 çocuk!

Sizin iktidarınızda iş kazaları arttı, istatistiklerle söylüyorum, özellikle de madencilikte arttı. Soma, bir insanlık faciası olmanın da ötesinde, bu iktidarın işçilere nasıl bir zulüm yaptığını gösteren çok açık bir belgedir. Meclise Soma’yla ilgili bir özür yasası getirdiniz. Ne oldu özür yasasına? Komisyonlarda paramparça ettiniz. Zaten, Soma’yla ilgili, o tarihte Hükûmetin başında olan kişi “Bu işin fıtratında bu var.” dedi. Dedi de ne oldu biliyor musunuz? Soma’da ölen şehitlerimizin kabirlerde kemikleri sızladı.

Değerli milletvekilleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında “Biz sizin yaşam tarzınıza saygı gösterdik, siz bize göstermediniz.” diye serzenişte bulundu. “Sizi, bizi” bilmem ama ben halkın yaşam tarzına ilişkin birkaç rakam vereceğim: Türkiye’de 400 bin insan aç, 14 milyona yakın insan da yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Sayın Cumhurbaşkanına bir rakam daha söyleyeyim: 2,5 milyona yakın insan, taşeron işçi olarak çalışıyor.

Bir rakam daha söyleyeyim: Türkiye’de nüfusun yüzde 15’inin sağlık sigortası yok, yaşlıların üçte 1’inin de emeklilik sigortası yok.

Bakın, bir başka acıklı rakam daha vereyim: Türkiye’de 6 ile 14 -bakın “14”, “18” demedim- yaş arasındaki çocukların yüzde 6’sı çalıştırılıyor. Türkiye’de çocuk işçiler hayli yaygın. Türkiye’de her 3 kadından 2’si çalışmıyor, engelli kadınlarımızın ise yüzde 93’ü işsiz.

Değerli milletvekilleri, bu ülkede kadınların yüzde 85’inin emeklilik güvencesi yok, bu ülkede çalışanların yüzde 90’ının sözleşme hakkı yok, bu ülkede engellilerin neredeyse üçte 1’inin okuma yazması yok, bu ülkede 15-19 yaş arasındaki kız çocuklarının yarısı okula gitmiyor! Hangi yaşam tarzı Sayın Cumhurbaşkanı, hangi yaşam tarzı? Bu ülkede özgürlükler kısılmış, insanların fikirleri köleleştirilmiş, sosyal adalet kalmamış! Hangi yaşam tarzı Sayın Cumhurbaşkanı?

Sayın Cumhurbaşkanı, işte, bu ülke bu hâldeyken, doksan bir yıllık Köşk’ü beğenmeyip 700 trilyona yapılmış saraya geçtiniz, 160 kişilik korumanız var. Bu ne şaşaa, bu ne debdebe? Evet, biz böyle bir yaşam tarzına saygı göstermiyoruz Sayın Cumhurbaşkanı. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, yeni Türkiye, büyük bir adaletsizlik gösteriyor; yeni Türkiye özgürlüklerin kısıtlandığını gösteriyor. Yeni Türkiye, demokratik barışı değil pazarlığı gösteriyor. Yeni Türkiye, tek adam devletini gösteriyor. Yeni Türkiye, tekleyen bir ekonomi anlamına geliyor.

Değerli arkadaşlar, yeni Türkiye'nin adında “adalet” var ama vicdanından, yüreğinden adalet silinmiş.

Biz, bu nedenlerle 62’nci Hükûmete, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, asla güvenmiyoruz ve bu 62’nci Hükûmetten de asla umutlu değiliz.

SALİH KOCA (Eskişehir) – Millet de size güvenmedi, millet.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Türkiye’de bu 62’nci Hükûmet, 61’inciden daha iyi olmayacaktır.

Şimdi, bu 62’nci Hükûmetle ilgili şunu söyleyeyim: Dervişin önüne üç şarap koymuşlar, içmiş, “En kötüsü bu.” demiş. “Diğerlerini tatmadın.” demiş öbürü.” O da demiş ki: “Bundan daha kötüsü olmaz.” Bundan daha kötüsü olmaz. 62’nci Hükûmetle 61’inci Hükûmet aynıdır. Sadece vekâlet verilmiştir, vekâlet. Başındaki kişiye vekâlet verilmiştir, başı Mecliste değildir.

MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Yüzde 52’yle verildi, yüzde 52.

NESRİN ULEMA (İzmir) – O yüzden on iki senedir iktidardayız.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Evet, evet…

Ancak şuna eminiz: Türkiye, mutlaka bir gün özgürlük ve adalete kavuşacaktır ama o özgürlük ve adalet, bu Hükûmetle asla olmayacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Davutoğlu Başbakanlığında kurulan 62’nci Hükûmetin Programı, 1 Eylül Pazartesi günü Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurulunda okundu. Bugün de program üzerindeki görüşmeleri gerçekleştiriyoruz. Şu ana kadar üç siyasi parti, programla ilgili görüşlerini ifade ettiler. Ancak henüz Sayın Başbakanı, Sayın Davutoğlu’nu Genel Kurulda görebilmiş değiliz. (AK PARTİ sıralarından “Geliyor, geliyor” sesleri)

Bu, şu anlama mı geliyor? Yani bu görüşmeler, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Hükûmet Programı üzerinde yapılan görüşmeler, muhalefet partilerinin ifade edeceği görüşler önemli mi değildir ya da Sayın Davutoğlu “Bu programı ben pazartesi günü okudum ama benim programım değil, yazdılar, verdiler, ben de okudum mu demek istiyor?” Doğrusu, merak ediyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ilk konuşmacı, Mehmet Naci Bostancı, Amasya Milletvekili.

Buyurun Sayın Bostancı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Değerli arkadaşlar, Sayın Başkan; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başbakanın birazdan geleceğini herkes duydu, sanıyorum, Sayın Hamzaçebi de duydu.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hiç gelmesin, hiç gelmesin, istemiyoruz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bir bakıma ön alıyor, kendisini bu zekice tavrı dolayısıyla tebrik ediyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, böyle bir şey duymadım. Muhalefet partilerinin konuşmasından sonra geliyor ise Sayın Başbakan, muhalefete saygısızlık yaptı demektir. Çok ayıp, olmadı.

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) - Kılıçdaroğlu da gelsin, Kılıçdaroğlu.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Hükûmet hayırlı olsun. Hepimizin tek ülkesi var, hepimizin aynı zamanda tek Hükûmeti var, başka Hükûmet yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu Hükûmetin başarısı, sadece AK PARTİ Grubunun başarısı olmayacak, bu ülkenin başarısı olacak, bu ülkedeki insanların başarısı olacak, bu grupla birlikte sizin başarınız olacak. İnsanlar sadece siyasal konumlarıyla bu hayatta yer almıyorlar, aynı zamanda evinizde babasınız, dışarıda, dükkânda müşterisiniz, gündelik hayatta alışveriş yapan insanlarsınız. Hükûmetin her alanda göstereceği başarı, elbette bütün bu insanların -muhalif, muvafık- hayatları üzerinde etki yapacak. Başarılı bir hükûmet, başarılı bir performans, bu ülkedeki herkesin hayatına hayırlar getirecektir, zenginlik getirecektir.

Siyasete ilişkin eleştirileri dile getirirken elbette ülkenin ortak çıkarlarını, ortak geleceğini, kader birliğini, bunları sadece retorikte bırakmamak, siyasal dile de yerleştirmek faydalı olur kanaatindeyim. Hükûmetin ne kadar başarısız olduğunu anlatıp onun üzerine bir başarı hikâyesi yazmaya çalışmak, aslında biraz sefil bir teselli olur. Aslolan, başarılı bir Hükûmetin üzerine siz kontrast teşkil edecek daha fazla bir başarı hikâyesi yazabiliyor musunuz; bu başarıyı görürken yanına sizin iddianız nedir başarı adına, bunu koyabiliyor musunuz ve halk baktığında “Evet, Hükûmet başarılı ama biz daha iddialıyız.” dediğinizde arada bir derece farkı değil, mahiyet farkı görebiliyor mu; önemli olan bu. Yoksa “Hükûmet kötü, ben biraz daha iyisini yapacağım.” şeklinde anlaşılır ki bu, iyi olmaz.

AK PARTİ Hükûmeti, nevzuhûr bir Hükûmet değil, muhalefetin söyledikleri doğru, 2002’den bu yana gelen zincirin halkalarından birisi. Aynı zamanda, 2002’den bu yana gelen başarı hikâyesinin, halkın desteklediği, arkasında halkın olduğu bir başarının, seçimlerde kazanılan zaferlerin ve bu halkın geleceğe ilişkin beklentilerinin karşılığı olan bir Hükûmet.

Sayın Hurşit Güneş “Daha kötüsü olamaz.” dedi. Benim aklıma hemen, Mazhar Osman vardır, meşhur, o geldi. Bir gün hastalarından birisi, Mazhar Osman’a “Sen delisin.” demiş, Mazhar Osman, gülmüş, “Senin bana ‘deli’ demen mühim değil, ben sana deli dersem o kötü.” demiş. Şimdi, Sayın Hurşit Bey’in bize “kötü” demesinin bir anlamı yok, tabii ki diyecek, halkın ne dediği önemli, halkın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bir İngiliz tarihçi vardır, Arnold Toynbee -tarihle ilgilenenler, başkaları da bilirler- medeniyeti tanımlarken “Medeniyet, tabiatın sorduğu sorulara verilen cevaplarla oluşur.” der çünkü hayat, soru sorar. Başarılı siyaset de halkın gerçek hayatının sorduğu sorulara sizin verdiğiniz cevaplarla oluşur, sadece laf salatasıyla, sadece retorikle, sadece belagatle oluşmaz. Yoksa, çok güzel konuşmalar yapabilirsiniz, ne beliğ ifadeler kullanan siyasiler geldi geçti. Osman Bölükbaşı’nı hatırlarsınız, kalabalıkları toplardı ama “1’e 2 veren başak tarlası gibisiniz, beni dinliyorsunuz, oy vermiyorsunuz.” derdi.

Belagat yetmez. Siz, halkın gerçek gündemine, gerçek hayatına tekabül eden karşılıklar verebiliyor musunuz? Söylediğiniz sözler, onların dünyasında bir karşılık bulabiliyor mu? Buluyorsa başarılı olursunuz. İşte, Toynbee’nin medeniyet için söylediği, siyaset için de aynen geçerlidir. Siz, halkın gerçek hayatına anlamlı cevapları verebilirseniz, o zaman başarılı olursunuz. AK PARTİ’nin başarısının arkasında bu var. Bu halkın, bu insanların dertlerine, özlemlerine, beklentilerine, gerçek, o yürek yakıcı problemlerine tam da nabzından yakalayan cevaplar verdiği için başarılıdır, bugünkü Hükûmet de böyle bir başarının ifadesidir. Seçimleri hatırlayın, hepimiz burada her şeyi söyleyebiliriz ama halk ne söylüyor, halk? Halkın ne söylediğine bakmak lazım.

Türkiye, evet, yeni bir Türkiye oluyor. Bu “yeni” lafı çok kullanılır, bilirsiniz. “Yeni” diye bir parti de vardı, çok çabuk eskidi. Yani, “yeni” kelimesi, eğer içini anlamlı bir şekilde dolduramazsınız sefil bir kelimeye dönüşür ama bugünkü yeni Türkiye'nin içi, sadece siyasi parti olarak AK PARTİ’nin lafıyla, retoriğiyle dolan bir şey değil. Daha düne kadar Türkiye'de insanlar, geleneksel ilişkiler içerisinde bir hayat sürüyorlardı. Türkiye'nin şartlarının ne kadar değiştiğini görmek lazım.

Bu sabah bir haber okudum: Kenan Sofuoğlu, evlenmiş, motosiklet yarışçısı, Hollandalı bir hanımla evlenmiş, düğününü Sakarya’da yapmış, İspanya’ya gitmiş. Bakın, ne kadar farklı yerler. Acaba evde hangi dilde konuşuyorlar diye düşündüm. Ölçekler değişiyor arkadaşlar, ölçekler değişiyor, dünyanın ölçekleri değişiyor. Bu örneği lütfen naif bir örnek olarak görmeyin. Eskiden insanlar aynı köyden evlenirlerdi, şimdi çok uzak diyarlardan insanlarla bağlar kuruyorlar. Üretim araçları değişiyor, mülkiyet ilişkileri değişiyor, hayatın ölçekleri değişiyor, anlayışlar değişiyor.

Daha düne kadar Türkiye’deki insanların ufku, yolu ve izi olmayan kasabaların etrafını çeviren dağları aşamazdı. AK PARTİ yol açtı, bütün dünyaya iz açtı, siz de geçiyorsunuz o yollardan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bütün küresel ufka yükselen bir perspektif kazandı. Anadolu’nun fukara esnaf ve tüccarları, dünya pazarlarından kazanmaya başladılar alın terleriyle, 1980’lerden beri, 1990’lardan beri, biliyorsunuz. Yeni Türkiye’yi o toplumsal kesimler kurdu, o halk kurdu ve AK PARTİ işte bu halkın, bu yükselen dalganın, bu ölçekleri değişen dünyada kendisini yeniden kuran Türkiye’nin iradesi, siyasi iradesi olarak ortaya çıktı. Lütfen, AK PARTİ’yi eleştirirken de arkasındaki sosyal ve iktisadi hikâye nedir, bunu görün, yoksa, belagat kesinlikle yetmez.

Belagat… Şairler yaparlar. Ahmet Haşim’in Göl Saatleri şiirini bilirsiniz. Muhteşem bir göl manzarası anlatır ama o şiiri küçücük bir bataklığın karşısında yazdığını bilen arkadaşlarımız da vardır. Belagat öyledir ki bazen Ahmet Haşim gibi bir şairi küçücük bir bataklığa baktırarak muhteşem bir göl manzarası sundurur, bazen de muhteşem bir göl manzarasına, deniz manzarasına bakarken bir bataklık hikâyesi anlattırabilir biraz önce olduğu gibi.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bugün Türkiye’deki insanların kaderi, Balkanlarla, Kafkaslarla ve Orta Doğu’yla ortaktır. Buna gözlerinizi kapasanız da sonuna kadar açsanız da bu nesnel şartları değiştiremezsiniz. Yeni Türkiye’nin şartlarına ilişkin yeni türküler söyleyeceksiniz. Evet, bir taraftan geleneğe bağlı olacaksınız, geçmişe bağlı olacaksınız ama aynı zamanda geleceği fuleli adımlarla kucaklayacağınız bir ufkunuz olacak, tasavvurunuz olacak. Ancak böyle yapabilirseniz, bir ülkeyi kudretli, büyük bir ülke hâline getirebilir, oranın insanlarına onur duyacakları bir gelecek sunabilirsiniz. AK PARTİ’nin başarı hikâyesi burada. Ben temenni ederim ki muhalefet, bizden daha iyisini söylesin, bu halkı kalbinden yakalasın. Yakalayın ve iktidar olun, ben de elinizi öpeyim. Evet.

MUSA ÇAM (İzmir) – O günler gelecek, hiç merak etme Hocam.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Ama sadece belagat ile sadece buraya siyaset yapmak için gelmiş arkadaşların böyle başka tür mesleklere heves duyarak -savcılık gibi, yargıçlık gibi- ama çok ateşli bir şekilde…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Yani onu önce Başbakan üstlendi, önce Başbakan “savcıyım” dedi. Onu önce Başbakana söyleyin.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – …yani bu tür değerlendirmelerle, bu tür karşılığı olmayan, gerçekliği olmayan laflarla siyaset olmuyor. Özellikle muhalefetin çok çeşitli tecrübesi var, aslında bunu defalarca görmesine rağmen yeniden aynı yolda gitmesini de anlamakta zorlanıyorum. Mesela CHP’ye ilişkin, çok rahatsız oldukları bir hususun “Herkes bize akıl veriyor.” olduğunu görüyorum. “Herkes, CHP üzerinden konuşuyor, herkes, bize akıl veriyor.” diye.

MUSA ÇAM (İzmir) – Bizde demokrasi var da ondan, sizde var mı Hocam, var mı sizde demokrasi?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Doğrusu, acaba diyorum…

MUSA ÇAM (İzmir) – Atamayla Başbakan geldi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Ben tabii, CHP’lilerden kesinlikle akıl almak isterim, burası Parlamento, birbirimizin aklından faydalanacağız ama acaba herkes CHP’ye akıl verirken neyi göremiyorlar ki akıl vermeye çalışıyor? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şikâyet etmek yerine, oradaki eksiklik nedir? Gerçekten önemli bu. Yani bunu hiç onur meselesi filan yapmanın gereği yok. Ortada demek ki bir problem var.

Değerli arkadaşlar, bu Hükûmetin programında çok önemli başlıklardan birisi çözüm süreci. Bu çözüm süreci, cumhuriyetin en temel projelerinden birisidir ve kesinlikle siyasetin o ucuz dili ve retoriği etrafında konuşulmaması gereken bir iştir. Buna gereken dikkati ve ihtimamı göstermek çok önemli.

Sayın Hurşit Güneş, “Meclis bu işin içinde yok.” dedi. Ben, Çözüm Komisyonu Başkanıydım, Çözüm Komisyonu kurduk bu Mecliste, “Herkes gelsin.” dedik, gelmediniz. Gelmediniz Hurşit Bey! (AK PARTİ sıralarından alkışlar

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Haberi yoktur!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – “Meclis, işin içinde olsun.” dedik, gelmediniz. Çözüm meselesine ilişkin en parlak öneriniz “Diyarbakır Cezaevi’ni müze yapalım.”dı. Keşke müze yapmakla bu işi çözecek olsak, keşke çözecek olsak, her yere müze açalım. Esaslı bir senaryonuz var mı?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Diyarbakır’a cezaevi inşa etmekten iyidir o, Sayın Bostancı.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Niye olmuyor biliyor musunuz? Çünkü, kendi içinizdeki sizce “demokratik zenginlik”, bizce “uyumsuz orkestra düzeni” -fikirlere ilişkin söylüyorum- buna izin vermiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ne söyleseniz zülfüyâre dokunur, en iyisi hiçbir şey söylememek; mümkünse şöyle alt düzeyden bir müzeyle vaziyeti kurtarmak.

“Meclise bilgi verilmiyor.” Veriliyor arkadaşlar, Sayın Atalay, kaç defa konuştu, burada kaç kere çözüm sürecine ilişkin konuşmalar yapıldı. Bilgi derken ne kastediliyor?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen biliyor musun?

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Ne olacağını gel anlat o zaman.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Yani, çözüm sürecine tekabül eden “know-how” mı kastediliyor acaba, çok böyle bilginin çekirdeği? Bakın, her yerde her şekilde konuşuluyor ve bu konuda konuşulmamış söz yok, gün yüzü görmemiş kelime yok, her şey konuşuluyor. Önemli olan, konuşmak değil, yapmak, yapabilmek. O yapabilen irade de işte burada. İnşallah yapacağız, bu memleketin toplumsal birliğini ve kardeşliğini sağlayacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) CHP’nin de tabii, kendi içinde birlik ve kardeşliği sağlayacağı kongresi 5 ve 6 Eylül tarihlerinde, yakından takip ediyoruz. İyidir, inşallah önce içeride birlik sağlanır, sonra Türkiye’deki birliğe de sıra gelebilir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakın, burada “paralel” meselesi çok speküle ediliyor. “Paralel…”

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Gerçekte yok yani?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Diyorsunuz ki bize: “Siz, dün o insanların yanındaydınız.” değil mi?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Beraberdiniz, beraber!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Evet, evet yanındaydık.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Beraberdiniz!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bugün de siz yanındasınız, değil mi?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yok ya!

MUSA ÇAM (İzmir) – Hiç alakası yok!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Yanındasınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Bülent Arınç, Sayın Arınç gitti, elini öptü!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Bakın, ikisi arasındaki farkı söyleyeyim, farkı…

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Arınç gitti, elini öptü!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – İkisi arasında ne fark var biliyor musunuz? Biz onların yanındayken ve siz şimdi onların yanındaykenin arasındaki farkı anlatıyorum…

MUSA ÇAM (İzmir) – Hiç alakası yok!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – İçinizdeki arkadaşlar, sivil toplum, siyasal toplum tartışmalarını bilirler.

GÜRKUT ACAR (Antalya)- Doğru söylemiyorsun; sana yakışmıyor, sana yakışmıyor!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Zannediyorum Marksizme ilişkin, Marks’a ilişkin, Gramsci’ye ilişkin, Hegel’e ilişkin okumalar yapmış çok değerli milletvekilleri de var.

Değerli arkadaşlar, sivil toplum, siyasal alanın dışında örgütlü toplumdur, özellikle ekonomi temelli örgütlü toplumdur. Biz, sivil toplumun siyasi olarak nerede pozisyonlandığına bakmayız, her kim sivil toplum alanında örgütleniyorsa onu destekleriz. Dün o insanlar, o bahsettiğiniz insanlar, sivil toplumun parçasıydılar, orada örgütlüydüler, “Siyasetin ortağı olalım, siyasetin üzerinde vesayet kuralım.” gibi bir iddia dile getirmiyorlardı. Biz de o insanların yanındaydık, bunda hiçbir beis yok. Başka sivil toplum örgütlerinin de yanındaydık, sadece onların değil ama bu insanlar…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Peki, onlar ne istediler de siz verdiniz? “İstediği her şeyi verdik.” dediniz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Okumuş olduğunuzu varsaydığım Marks da bu tehlikeye çok dikkat çeker, “Sivil toplum tehlikelidir.” der, “Siyasete ortak olmak ister, siyaseti biçimlendirmek ister.” der. Okumuş olduğunuzu varsayarak söylüyorum, dün sivil toplumun içinde olan bu yapı, belli bir güce eriştiğini varsayıp siyasete ilişkin iddiada bulundu.

MUSA ÇAM (İzmir) – Alakası yok Hocam, ayağınıza bastı! Ayağınıza bastı!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – İşte, biz o noktada itiraz ettik ve o noktada, sivil toplumun içindeyken siyasete ilişkin entrik yöntemlerle bu işe kalkışanların karşısında olduk. Niçin?

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Yolsuzlukları ortaya çıkardığı için!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Niçin? Halkın iradesini açık, aleni süreçlerle sana teslim etmişler sen götürüp kapalı, entrik bir yapının şantajına boyun eğip veremezsin diye. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Hocam, para sayma makinelerinin yatak odasında ne işi var? Ne işi var?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Değerli kardeşlerim, siz nereden geliyorsunuz?

MUSA ÇAM (İzmir) – Ayakkabı kutularında milyon dolarların ne işi var Hocam? Para kasalarının yatak odalarında ne işi var Hocam? Bunları söyle Hocam.

BAŞKAN – Sayın Çam, lütfen.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Siz de açık, aleni süreçlerle halktan yetki alıp burada oturmuyor musunuz? Siz de öyle gelmediniz mi? Siz de millet iradesinin bir parçası değil misiniz?

MUSA ÇAM (İzmir) – Ona bir şey söyleyen yok Hocam. Yolsuzluklarla…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Peki, bu entrik ilişkilerle iktidar arayanların arkasında kendinizi inkâr ederek nasıl saf tutuyorsunuz? Nasıl? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen kendini hayal âleminde görüyorsun be!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Değerli kardeşlerim…

VAHAP SEÇER (Mersin) – Olmayan bir şeyi varmış gibi anlatıyorsun ya! Olmayan bir şeyi varmış gibi anlatıyorsun!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Değerli kardeşlerim, Hükûmet
Programı’nın birçok başlığı var. Çok önemli başlıklardan birisi kültür ve medeniyet iddiası, çok önemli; eğitim çok önemli. O klişeye atıf yapmıyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Medeniyeti yok ediyorsunuz be!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Modern dünyada en büyük tehlike ne biliyor musunuz? “Şeyleşme.” Hatta bu sınıflara ilişkin ilişkiler konuşulurken şuna da dikkat çekerler: Artık proletarya, burjuvazi, bunların bir anlamı yok çünkü sınıfsal ilişkiler, her şey sadece “şeye” dönüşüyor. “Şeyleşme.” İşte, bu “şeyleşme”ye karşı insanın durduğu bir yer olmalı, kültürlerin durduğu, toplumların durduğu bir yer olmalı. Sizin de derdiniz o olmalı. Evet, Mevlâna’nın dediği gibi pergelin o sivri ucunun bastığı bir yer olacak. Biz eğitimi düşünürken bu toprakların, bu bereketli ve kutsal toprakların değerleri üzerine kurulu bir gençlik yetişsin istiyoruz, kuşaklarımız öyle yetişsin istiyoruz. Bir ayağı burada olsun, öbür ayağıyla bütün evreni kucaklasın. Cortazar’dan da haberi olsun Borges’den de haberi olsun, Marx’tan da, Freud’dan da haberi olsun ama bastığı bir yer olsun, nereden dünyaya baktığını bilsin; yoksa bir gün orada, bir gün burada, her gün bir başka seyyarede olmasın. O yüzden gerçekten de bu eğitim meselesi, nerede durduğumuz önemlidir, özellikle “şeyleşme”ye karşı, “şeyleşme”ye.

“Şeyleşme.” Cortazar’ın bir hikâyesi vardır. Cortazar’ın…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şeyden mi bahsediyorsun sen? “Şeyini şey yaptığımın şeyi”nden mi bahsediyorsun?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Kamer Bey, lütfen, dinlerseniz anlayacaksınız, anlayacaksınız.

Diyor ki Cortazar: “Sana doğum gününde bir saat hediye ettiler. Aslında sana doğum gününde hediye edilen, benim saatim diğer saatlerden daha mı kıymetli endişesidir, benim saatim acaba su alır mı endişesidir.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (İzmir) – Hocam, 700 milyarlık saatten mi bahsediyorsunuz?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Hangi saat?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – “Gerçekte doğum gününde sensin saate hediye edilen.” diyor Cortazar hikâyesinde. “Şeyleşme” böyle bir şeydir. Ümit ederim ki buna karşı bir kültür ve eğitim iddiası çerçevesinde o bastığımız odak noktası itibarıyla bu kadim toprakların şekli olacak.

Saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın konuşmacı konuşmasında, Cumhuriyet Halk Partisinin paralel yapıyla beraber olduğu yönünde gerçek dışı bir iddia söylemek suretiyle grubumuza sataşmıştır. Söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP’nin yeni Grup Başkan Vekili bugün görücüye çıktı. Tabii ki iyi bir konuşma yapma arzusunda. [AK PARTİ sıralarından alkışlar (!)] Kendisine görevinde başarılar diliyorum ama bir şeyi önce kendisine bir hatırlatmak istiyorum.

Sayın Bostancı, anlıyorum Marx, Hegel, Gramsci, Arnold Toynbee, Habermas vesaire, bütün bunları anlatıyorsunuz. Yani arada bir de İbn-i Sina’dan, Farabi’den, Nizamülmülk’ten, İslam siyaset felsefesinden, bunlardan da bir söz etseniz diye merak edeceğim. [AK PARTİ sıralarından alkışlar (!)] Evet, topluma bu kadar yabancı olunca bir insan, maalesef, Türkiye’nin, bizim kültürümüzün gerçekleriyle yüzleşmekte zorlanıyor.

MUSA ÇAM (İzmir) – Hoca gâvur oldu, Hoca gâvur oldu!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Ben size Sayın Davutoğlu’nun kurultay konuşmasını okumanızı öneririm. Biraz oradan belki feyiz alırsınız. O konuşmayı ayrı bir başlıkta ayrıca eleştireceğim, bugün yeri değil. Zannetmeyin ki o konuşmaya “evet” dedim ama Sayın Davutoğlu, en azından kültürel birikimini orada gösterme gayretine girmişti.

Şimdi, ben, Sayın Bostancı’ya bir cümlesi için teşekkür ediyorum, “Dün biz paralel yapıyla beraber olduk.” diyor, itiraf ediyor.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Paralel yapı değil.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Gerekçesi de “Sivil toplumun bir unsuruydu. Sivil toplum, örgütlü toplumdur devlet dışındaki.” diyor.

Bu tarifi biraz düzeltelim. Sizin o sivil toplum –Marxçı bir okumayla, Gramscici bir okumayla- devlet dışındaki toplumdur. Yani “örgütlü” derken, aile de onun içerisine girer Sayın Bostancı. Örgütlü toplum değil. Örgütlü toplum, sivil toplum örgütlerinden oluşan toplum; o ayrı. Sivil toplum, devlet dışındaki sivil alandır, herkestir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Devletin içine doldurdunuz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Valileri, emniyet müdürlerini, hâkimleri, savcıları, bütün bunları paralel yapının isteğiyle tayin etmediniz mi siz? Sivil toplum istedi diye mi yaptınız bunu? (CHP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Ergenekon ve Balyoz’da bu toplumun aydınlarıyla, bilim adamlarıyla, gazetecileriyle, siyasetçileriyle hukuksuz bir şekilde hesaplaşma iddiasına girerek onları hukuksuz bir şekilde mahkûm etmediniz mi?

Sayın Tayyip Erdoğan 17 Aralık operasyonundan sonra demedi mi “İçerde çok sayıda günahsız adam var?” Bütün bunları o iş birliği yaptığınız Pensilvanya’yla beraber yapmadınız mı?

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) – Çarpıtıyorsun! Çarpıtıyorsun!

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Mansur Yavaş’ı kim getirdi?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Şimdi, diyorsunuz ki: “Biz iyi çocuktuk, cemaat kötü çocuk. Bizi kötü yola sevk etti.” Buna hiç kimse inanmaz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bostancı, bir saniye, Sayın Halaçoğlu istedi.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, söylemediğim bir söze atıf yaparak, dün biz paralel yapıyla beraber olduk iddiasında bulundu Sayın Hamzaçebi.

BAŞKAN – Sayın Halaçoğlu’na söz vereyim ondan sonra…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, aynen böyle söyledi Sayın Başkan.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Tutanakları isteyin. Tutanaklar gelsin efendim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Halaçoğlu.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkanım, Sayın Bostancı demin muhalefetin eleştirilerini sefil bir anlayışın eseri olarak söyledi.

Şimdi, muhalefetin bu konudaki eleştirilerine bu şekilde hitap etmesi bize bir sataşmadır. Söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Halaçoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

İki dakika söz veriyorum sataşma nedeniyle.

2.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında MHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, muhalefetin görevi olumlu işlerin onayını verirken ama en çok iktidarın yanlışlarını ortaya koyarak ona yol gösterici olmasıdır. Birinci görevi budur. Yani bizim buradaki eleştirilerimizi “bir sefil anlayış” olarak nitelendirmek gerçekten çok ayıp bir terim, çok ayıp bir kullanım, yakışmıyor.

Şimdi, diğer taraftan, genel itibarıyla baktığınızda stratejiler olumlu meseleler üzerinde oluşturulmaz, olumsuzluklar üzerinde stratejiler tespit edilir. Şimdi, burada, bizim olumsuz icraatlardan dolayı sizleri eleştirmemiz aslında sizlerin bunları ön plana çıkararak daha doğru işler yapmanıza sebep olur. Bundan dolayı “sefil bir anlayış” olarak nitelendirilmesi son derece çirkin görülüyor.

Diğer taraftan, Arnold Toynbee’den bahsetti Sayın Bostancı. Toynbee sadece o söyledikleriyle değil ama Toynbee’nin diğer bir yönü daha vardır Sayın Bostancı. Toynbee Birinci Dünya Savaşı sırasında “intelligence” büronun üyesidir ve 300 sterline çalışır, Mezopotamya ve Anadolu’dan sorumludur. Soykırımla suçlayan Türkleri, başında gelen Arnold Toynbee’dir. Hiç buraya gelmediği hâlde, Anadolu’ya gelmediği hâlde, 300 sterlin karşılığında yapmıştır, bunu da hatırlatmak istiyorum.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Bostancı’nın hocası olur!

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) – Diğer taraftan, Yeni Camii… Yani “yeni” kelimesi yepyeni bir şeyden söz etmez. Peki, Sirkeci’deki Yeni Camii ne zaman yapılmıştır biliyor musunuz? 1597’de başlanmış, 1665’te bitmiştir ama hâlâ Yeni Camii’dir. Neden yenidir? Yeniliği hangi şeye göre değerlendireceksiniz?

Diğer taraftan, akıl vermek isteyenlerin ne kadar aklı olduğuna nasıl kanaat getireceğiz? Yani akıl vermek isteyenlerin ne kadar akıllı… Nereden biliyorsunuz doğru olduğunu? Yani kim kime akıl veriyorsa, bence önce kendi aklını tartsın. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan…

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, ben yerimden konuşacağım sadece.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Buldan.

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Bostancı’nın muhalefetin eleştirilerine “sefil bir anlayış” olarak yaklaşması cümlesini ben de kınıyorum HDP olarak. Sayın Bostancı’dan bu konuda bir düzeltme istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bostancı, buyurun, ne için söz istemiştiniz? Önce, bir saniye… (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Efendim, Sayın Hamzaçebi…

BAŞKAN – Yeni başladınız, öğreneceksiniz, önce söyleyeceksiniz şeyleri.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Görücüye çıktım değil mi efendim? Sayın Hamzaçebi “Paralel yapının dün yanındaydık.” dediğimi ifade etti, bu konuya ilişkin.

FARUK BAL (Konya) – Öyle dedin.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Tutanak gelsin.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bostancı, iki dakika söz veriyorum sataşma nedeniyle. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı'nın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Hamzaçebi, “paralel yapı” lafı siyasete ilişkin iddialar ortaya çıktıktan sonra kullanılmıştır. Benim konuşmamı takip ettiyseniz, geçmişteki sivil yapıya atıf yaptım. Bu çerçevede söylediklerimi anlayacaksınız, muhakkak öyle anlıyorsunuz. Tutanakta ne yazdığını bilemem ama benim kastettiğim anlam çok açıktır, bunu anlamamakta ısrar etmenin doğru olmadığı kanaatindeyim.

İkincisi, “sefil” derken “Öyle anlaşılır.” dedim. Kaldı ki “sefil” kelimesi çok da böyle, kötü bir kavram değildir. Marx’ın “Felsefenin Sefaleti” diye bir kitabı vardır, felsefe alınsın mı şimdi bundan yani? (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler) Ayrıca, ben böyle demedim, “Böyle anlaşılır.” dedim yani üçüncü kişilere atıf yaptım.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Hayır, hayır, tutanakta var.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Yani öyle dedim.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Bostancı, tutanaklar hep vardır, öğreneceksiniz.

FARUK BAL (Konya) – Öğreneceksin, burası medrese değil!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Üçüncüsü, Sayın Halaçoğlu, eminim entelektüel bir insan olarak Dostoyevski’den okumalar yapmışsınızdır. Suç ve Ceza’yı okudunuz mu?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Zaten Dostoyevski, Balzac, Toynbee…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Okudunuz mu? Karamazov Kardeşler’i okudunuz mu? Dostoyevski hatıralarında der ki: “O İstanbul’u er geç Türklerden alacağız, kapısına adamlarımızı koyacağız, keyfimize göre kimini içeri sokacağız, kimisini sokmayacağız.” Ne yapalım, Dostoyevski okumayalım mı?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Boş verin Balzac’ı, Kafka’yı; siz kendi fikrinizi söyleyin şurada, bir de başkasının fikrinden vazgeçip kendi fikrinizi söyleyin.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Faydalanmayalım mı yani? Herkes bir şey söylüyor.

Toynbee önemli bir tarihçidir.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Toynbee, evet…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Hocamın dediği doğrudur, evet, bu tür işlere karışmıştır, beyaz kitapta dahli olduğuna dair laflar da vardır, değerlendirmeler de vardır ama sonuç itibarıyla biz insanların nerede durduğuna bakmayız.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Mavi Kitap, Mavi Kitap!

FARUK BAL (Konya) – Mavi Kitap, Mavi! Beyaz değil o, beyaz değil; Mavi Kitap!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Marx’ın da Osmanlıya ilişkin bazı değerlendirmeleri çok manasızdır ama bu, Marx’ı görmeyeceğimiz anlamına gelmez.

İbn-i Sina, Farabi meselesine gelince, Sayın Hamzaçebi, biz onlara ilişkin zaten, Allah’a şükür, bir müktesebat sahibiyiz. Bu alanı biraz muhalefete bıraktık, muhalefetin de çok gayretli olduğunu görüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Hatta biraz daha gayret gösterirlerse, muhalefetten bazı arkadaşların, cuma günleri cübbe giyebileceğini ve arkasında namaz kılınabileceğini söyleyebilirim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, sataşma var efendim, söz istiyorum.

FARUK BAL (Konya) – Dalga geçiyor ya!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Efendim, Sayın Bostancı’ya benim sözlerimde herhangi bir sataşma olmadığı hâlde bir açıklama yapmak için söz verdiniz.

BAŞKAN – Evet, açıklama yaptı, doğru.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Ama açıklamak için İç Tüzük’te böyle bir imkân yok efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Olur mu efendim, söylediği fikirden başka bir şey söyledi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Ben şimdi açıklama yapmak için ona söz vermenize karşı değilim, ben özgürlükten yanayım, elbette konuşsun arkadaşımız.

Ben de söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı’nın sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Şimdi, dedim ya “Bostancı görücüye çıktı, bütün birikimini burada göstermeye çalışıyor.” (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Ama sınıfta fena hâlde çakacak. “Cahil, âlim olmaz su taşımakla tekkeye; insan, adam olmaz gitmekle Mekke’ye.” (CHP sıralarından alkışlar)

Nasibinde…

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Ama Sayın Hamzaçebi, siz bir grup başkan vekilisiniz, yeni grup başkan vekili için bu ifadeleri kullanmanız da Meclisin nezaketiyle fazla uyuşmuyor ama.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bakın, kendisi çok saygısız ifadelerde bulunuyor.

MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Hiç yakışmadı!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bir önceki konuşmasında bir cümle ediyor, Cumhuriyet Halk Partisine “akılsız” demek istiyor. Sayın Bostancı, bunu daha önce burada kullandınız, Immanuel Kant üzerine bir tartışma açtınız, ben de çıktım size Immanuel Kant’ın Aydınlanma Devrimi’ni anlatmak suretiyle size oradan bir cevap verdim. Siz sonra yanıma geldiniz, “Ben sizi kırmak istemedim, öyle demek istemedim.” diyerek benden bir nevi özür dilediniz.

MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Yakışmıyor, sana yakışmıyor, onu dediyse bile yakışmıyor.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Çok yanlış, çok yanlış.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Şimdi öyle anlıyorum ki Sayın Başbakanın, Hükûmetin huzurunda kendinizi kanıtlamaya girişirken yine aynı üslubu benimsemişsiniz.(AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Ben, bu seviyesiz üslubu size iade ediyorum, bunu cevap vermeye değer bulmuyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati:16.46

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 135’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

IV.- HÜKÛMET PROGRAMI (Devam)

1.- Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı'nın görüşülmesi (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, Bakanlar Kurulu Programı üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen ikinci konuşmacı Mustafa Elitaş, Kayseri Milletvekili.

Buyurun Sayın Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz Hükûmet Programı’yla, on iki yıllık AK PARTİ iktidarı döneminde 5’inci AK PARTİ Hükûmetinin, doksan iki yıllık cumhuriyet tarihi döneminde de 62’nci Hükûmetin Programı’nı burada görüşüyoruz.

Değerli milletimizin 2011 yılı seçimlerinde gösterdiği teveccüh ve verdiği yetki doğrultusunda on iki yıla yakın bir süredir Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı devam etmekte. Bugüne gelinen koşullarda baktığımızda, 14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi, o günün piyasa koşullarında, siyasetin dibe vurduğu bir dönem içerisinde, milletimizin kurduğu, milletin adamlarının bir araya gelerek oluşturduğu Adalet ve Kalkınma Partisi, kuruluşundan on üç buçuk ay sonra, 3 Kasım 2002 tarihinde Türkiye’de Türkiye Cumhuriyeti devletini idare etmekle milletimiz tarafından görevlendirildi. O gün konuşulan önemli meseleler vardı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı gerçekten çok güzel bir çalışma yapmış. Bundan önceki süreçlerde Türkiye Büyük Millet Meclisinin tutanaklarına ulaşmak, onların verilerini bulmak zor bir işti ama en son süreçte baktığımızda, bugüne kadar bütün hükûmetlerin -1920’den başlamak üzere, en son 1999 yılına kadar geçen süre içerisinde- programlarını, görüşmelerini, tutanaklarını Meclis Başkanlığı Sayın Genel Sekreterin başkanlığında bir heyetle yayınlamış, hem İnternet sitesinde hem de kütüphanede mevcut.

O hükûmet programlarını okurken, göz gezdirirken inanın 2002 yılına kadar gelen süre ile 2002 yılından itibaren ortaya çıkan ve özellikle 2014 yılında, bugün görüşmekte olduğumuz 62’nci Hükûmetin Programı’yla ilgili görüşmelerde çok büyük farklılıkları göreceksiniz. Çünkü, 57’nci Hükûmete -58’inci Hükûmet de dâhil olmak üzere- gelen süreçte konuşulan konular sabit; enflasyon meselesi, işsizlik meselesi, IMF meselesi, hastane meselesi, sağlık meselesi, adalet meselesi.

Bakın, 2002’ye geldiğimiz süre içerisinde emekli maaşı sırasını bekleyen insanların sırada beklerken hayatlarını kaybettiklerini gördük. 2002’ye gelen süreç içerisinde hastanede doktor beklerken hayatını kaybeden insanları gördük. Hatta bu konularla ilgili trajikomik filmler yapıldı, filmlere konu olmaya başladı. 2002 görüşmelerini -eğer tutanaklardan bakarsanız- dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının söylediği meseleleri dikkatle izlemenizi tavsiye ediyorum. O süre içerisinde AK PARTİ iktidara gelmiş, Sayın Genel Başkanımız tarafından Acil Eylem Planı sıralanmış; ilk defa bir cumhuriyet hükûmeti döneminde Acil Eylem Planı’nın hangi sırayla yapılacağı tespit edilmiş ve ortaya konulmuş. Ama kamuoyu algısı konusunda, tam olarak algıyı yerleştirme konusunda biraz sıkıntı ortaya çıkmış. Niye? Geçmiş alışkanlıklarda hükûmetlerin verdiği taahhütlerin yerine gelmediğini bildiklerinden dolayı AK PARTİ iktidarının Acil Eylem Planı’yla ilgili algıda farklılık oluşmaması da normal olarak karşılanabilir. Ama AK PARTİ iktidarının “İktidarımızın 100’üncü gününde şunu gerçekleştireceğiz, 200’üncü gününde şunu gerçekleştireceğiz.” diye taahhüt ettiği konuların birer birer ortaya çıkmasıyla birlikte AK PARTİ iktidarına güven hasıl olmuş. Nitekim 2004 yılında yapılan yerel seçimlerde AK PARTİ iktidarı, 2001 yılındaki genel seçimlerde aldığı yüzde 35’i katlayarak yüzde 42’ye çıkmış. Arkasından 2007 seçimleri…

Biliyorsunuz, 2007 seçimlerine girmeden önce Türkiye’de, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir Cumhurbaşkanlığı krizi yaşandı. Hiç akla hayale gelmedik, dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının Aralık 2006 tarihinde “Bu bir deli saçmasıdır.” diye ifade ettiği, gazetelerde yer alan 367 garabetiyle karşı karşıya kaldık. O dönemde, Mayıs 2007 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihî bir karar verdi. O tarihî kararda “Mademki Cumhurbaşkanı seçen Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine, milletin iradesine başka mecralardan, başka mihraklardan baskı yapılıyor, artık bundan sonra Cumhurbaşkanını cumhur kendisi seçsin.” diye bir Anayasa değişikliği yaptık. 21 Ekim 2007 tarihinde bu millet o Anayasa değişikliğine büyük bir çoğunlukla “Evet.” dedi. Arkasından, 2007 seçimleri… 2007 seçimlerinde de AK PARTİ yüzde 47’ye yakın oy alarak tekrar iktidarını pekiştirmiş oldu. Önce, 2001 yılında yola çıktığımızda “Her şey Türkiye için” sloganıyla çıktık 2007 yılında devam ederken yaptığımız hizmetlerde “Durmak yok, yola devam.” sloganıyla hareket ettik ve milletimiz bunu takdir etti.

Dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının hükûmet programıyla ilgili yaptığı konuşmalar arasında iki önemli meseleyi size ifade etmek istiyorum. Diyor ki Sayın Baykal o dönemde: “Bakın, Türkiye’de önemli bir işsizlik sorunu var, Türkiye’de önemli bir enflasyon sorunu var. Siz bu getirdiğiniz hükûmet programında ‘Hem ekonomiyi güçlendireceğiz hem işsizliği durduracağız hem de büyümeyi sağlayacağız.’ dediğiniz zaman, iktisat kuramına göre bu bir çelişkiyi beraberinde getirir. Türkiye’de her yıl 500 bin insan iş gücüne katılmak mecburiyetinde. Eğer 500 bin insanı, kişiyi iş gücüne katmayı sağlayamadığınız takdirde, bu çapraşıklık devam eder.”

Değerli milletvekilleri, AK PARTİ iktidara geldiği dönemde Türkiye’deki istihdam 19 milyon kişiydi. En son yapılan verilere göre Türkiye’deki istihdam 26 milyona ulaşmıştır. Yani, AK PARTİ iktidarı döneminde, on bir yıllık iktidarımız döneminde 6,5 milyon kişi yeniden yeniden istihdama katılmış. Bu manada baktığımızda istihdam olarak önemli bir katkı sağlamış oluyoruz. İnşallah, bundan sonraki süreç içerisinde de yapısal değişim ve dönüşümleri sağlayarak AR-GE’ye verdiğimiz önem -ki daha önce bununla ilgili kanunları da çıkardık- doğrultusunda bizim pahada ağır malları üretmek için bir inovasyon tekniğini ortaya koyabilip artık bir Silikon Vadisi yaratabilecek bir konuma gelebilmek için gayretler gösteriyoruz. Nereden görüyoruz? 20’ye yakın üniversitemizde teknopark kurarak. Burada yetişen, gelişen öğrencilerimizin, bilgi birikimi olan insanlarımızın bu doğrultudaki bilgilerini ekonomik hayata döndürerek oradan faydalanıp inovasyona, gelişmeye ve pahada ağır malları üretme yollarına gitmiş olacağız.

Değerli milletvekilleri, on iki yıl içerisinde geriye doğru baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti’nin son on iki yıllık tarihini gördüğümüzde en zor dönemlerin, en zor günlerin AK PARTİ iktidarları döneminde geçtiğini görürsünüz: Kapatma davasıyla karşılaşan bir AK PARTİ, 367 garabetiyle karşılaşan bir Türkiye Cumhuriyeti devleti Cumhurbaşkanlığı, arkasından daha değişik sonuçlar, darbe girişimleri. Farklı farklı noktalarla bu süreci inkıtaya uğratmak için gayret gösterenler maalesef bu memlekette bulunmuştur. Her şeye rağmen, bütün engellemelere rağmen, bütün karşı koymalara rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi milletin kendisine verdiği görevi hakkıyla yerine getirerek her dönemde -cumhuriyet tarihinde kesin olarak ilk defa, belki dünya demokrasi tarihinde de ilk defa- girdiği 6 seçimden başarıyla çıkmış, ortaya koyduğu 2 referandumu yine aynı şekilde değiştirmiş ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde Adalet ve Kalkınma Partisinin doğal lideri, Genel Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı da Cumhurbaşkanı seçtirerek başarılarını taçlandırmıştır.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Hükûmet Programı’nı anlat Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bakınız, Hükûmet Programı 187 sayfa olarak anlatıldı.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Vay, okuyalım diyorsun yani.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlarımız da muhakkak bunu okumuşlardır. Sayın Genel Başkanımız, Başbakanımız 1 Eylül tarihinde Hükûmet Programı’nı özetleyerek okumaya çalıştı.

Burada bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Hurşit Güneş, gelir dağılımı adaletsizliğiyle ilgili bir konuyu dile getirdi, dedi ki: “Sayın Başbakana TÜİK’in ifade ettiği, söylediği bir sözü getirmişler, yazmışlar, Sayın Başbakan da buradan söyledi.” diye ifade etti. Ben Sayın Güneş’in ekonomi bilgisini tartışmak istemiyorum ama Sayın Güneş eğer bunu dikkatlice okumuş olsaydı, herhâlde bu söylenenin bir hamaset veya TÜİK’in farklı bir rakamı olarak ortaya koymadığını açık ve net bir şekilde anlardı.

Hükûmet Programı’nın 105’inci sayfasının son paragrafında diyor ki -aynen okuyorum-: “2002’de en zengin yüzde 10’luk kesimin ortalama geliri en yoksul yüzde 10’luk kesimin gelirinin 18,3 katı iken…” Yani en zengin yüzde 10’luk kesimle en fakir yüzde 10’luk kesim arasındaki gelir farklılığı 18,3 katı iken. “…yoksul kesimin geliri daha fazla artarak 2012 yılında 11,8 katına gerilemiştir.” Yani, Türkiye’de en zengin yüzde 10’luk kesimle en fakir yüzde 10’luk kesim arasındaki 18,3’lük gelir farkı, 2012 yılı rakamlarıyla birlikte, yüzde 11,8 katına düşmüştür. Yüzde 10’luk kesim geriye kalan dilimler içerisinden birilerinden payını almış, onlar içerisindeki bu pay çerçevesinde gelir durumları da daha da iyileşmiş bir noktaya gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin daha önceki dönemlerinde, 2002 yılı önceki dönemlerinde, kişi başına aylık geliri 30 doların altında olan insan sayısı ölçümler için en önemli göstergelerden birisiydi. 2002 yılında kişi başına aylık 30 doların altında gelir sahibi kişi 136 bin kişiyken 2012 yılında 30 doların altında bir gelire sahip nüfus kalmamıştır. Sefalet içerisinde olan insan sayısı 2002 yılında 136 bin iken 2012 yılında bu sayı sıfırlanmıştır. Yine, kişi başına aylık geliri 65 doların altında gelire sahip nüfus Türkiye’de 2002 yılında 2,1 milyon iken 2012 yılında 46 bin kişiye düşürülmüştür. Yine, kişi başına aylık geliri 129 doların altında olan mutlak yoksulluk düzeyinde yaşamak zorunda kalan kişi sayısı 2002 yılında 21 milyona yakın yani 20,7 milyon iken bu sayı 2012 yılında 1,7 milyona düşmüştür. Açlık ve sefalet içerisinde kıvranan insanlarımıza AK PARTİ iktidarının yaptığı sosyal sorumluluk projesi içerisinde iyileşme hızlı bir şekilde devam etmektedir.

Bugüne kadarki yapılan hükûmet programlarının en önemli göstergelerinden birisi işte, “Şunları yaptık, şunları yaptık, şunları yaptık; şunları da yapmayı planlıyoruz.” şeklindeydi ama ilk defa, 2011 yılında ortaya çıkan Hükûmet Programı ve 62’nci Hükûmetin bu yaptığı program çerçevesinde Türkiye elli yıllık perspektifini ortaya koyan bir vizyon politikasını, bir vizyon programını ortaya koymuştur. “2023 vizyonu şu şekilde olacak: 500 milyar dolarlık ihracata, 1 trilyon dolarlık gayrisafi millî hasılaya ve 25 bin dolarlık kişi başına gelire ulaşılacak.” diye iddialı bir kavram ortaya koymuştur. Eskiden bunlar söylendiği zaman “Yüz günde şu yapılacak, beş yüz günde bunlar yapılacak. Olur mu acaba?” diye endişeler hasıl olurken bugün, 2011 yılında 2023 vizyonunu ortaya koyarken kamuoyu “Olur mu, olmaz mı?” tartışmasını bir tarafa bırakmış ve “İstanbul’un fethinin 2053 yılına denk gelen süresinde Türkiye’nin vizyonu bu olacak.” diye yeni bir vizyon ortaya koymuş. “Türklerin Anadolu’ya ayak bastığı 1071 yılının bininci yıl dönümü 2071 yılında elli yıllık vizyon içerisinde Türkiye’nin geleceği nokta bu olacaktır.” diye ortaya koymuş ve kamuoyu tarafından hem de dünya milletleri tarafından kabul gören bir noktaya gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, bakınız, gelir dağılımındaki adaletsizliklerle ilgili farklı farklı noktalar söylendi, dış borçla ilgili farklı farklı noktalar söylendi. Doğru söyleniyor, borcun miktarı artmıştır. Yani ailede bir gelir varsa, gelir arttıysa borç da muhakkak ki artacaktır, harcamalar da muhakkak ki artacaktır ama asıl olan, gelirin artışına bakmak gerekir. 2002 yılında toplam kamu net borç stoku gayrisafi millî hasılanın yüzde yüzde 61,5’u iken, 2013 yılı rakamlarına göre 12,7’ye düşmüştür.

Yine, 2002 yılında kamunun toplam brüt borcu gayrisafi millî hasılanın yüzde 74’ü iken, 2013 yılında yüzde 36,3’e düşmüştür. 2002 yılında 86,5 milyar dolar kamunun borcu, 43 milyar dolar da özel sektörün borcu, toplam dış borç stoku 129,6 milyar dolar iken, gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 56,2’dir. Yani ülkenin elde ettiği gelirin yüzde 56,2’si toplam borç olarak giderken 2013 yılı rakamlarını vermek istiyorum: Kamunun toplam dış borç stoku 120 milyar dolar, özel sektör dış borç stoku 267 milyar dolar, toplamı 388 milyar dolar; gayrisafi millî hasılaya oranı toplam borcun yüzde 47,3’e düşmüştür. Yani eskiden borcumuz çok fazlayken, borcumuz karşılığında daha farklı faizler veya daha farklı alım gücü karşısında biraz daha ezik bir şekilde alma imkânı varken, 2013 yılı rakamlarına baktığımızda, gayrisafi millî hasılanın yarısından daha az bir miktarda borçlanma ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

Değerli milletvekilleri, bakınız, Türkiye'de yaşayan insanların gelirden aldıkları payları sizlerle paylaşmak istiyorum.

2002 yılı itibarıyla net asgari ücretle satın alınabilen ürün miktarlarını ifade ediyorum: 2002 yılında net asgari ücretle bir işçi 181 kilogram ekmek alabilirken, 2013 yılı Kasımında 277 kilogram ekmek alır olmuş.

2002’de 85 kilo pirinç alabilirken, 2013’te 168 kilo; 2002’de 180 kilo makarna alabilirken, 2013’te 340 kilo; 2002 yılında 1.370 adet yumurta alabilirken, 2013 yılında 2.260 adet yumurta alabilir hâle gelmiş.

Ayçiçek yağı, 64 kilo alırken 135 kiloya; kuru fasulye, 82 kilo alırken 112 kiloya; mercimek, 143 kilo alabilirken 223 kilo alabilir noktaya gelmiştir. Yani, artık, asgari ücretle çalışan insanların reel olarak geçimlerinde, hayat standartlarında önemli bir değişme ortaya çıkmıştır.

Memurun durumuna baktığımız takdirde: Bakın, 2002 yılında en düşük memur maaşıyla 386 kilogram ekmek alınabilirken 2013 Kasım rakamına göre 650 kilo ekmek alınmakta; 180 kilo pirinç 2002 yılında, 394 kilo pirinç 2013 yılında alınmakta. 2.914 adet yumurta en düşük memur maaşıyla 2002 yılında alınabilirken 2013 yılında 5.306 adet yumurta alınabilme durumunda. 2002 yılında 507 kilogram domates alınabilirken 2013 yılında 921 kilogram domates alınabilmekte. 2002 yılında en düşük memur maaşı 2,01 adet takım elbise alabilirken 2013 yılında 6,18 adet erkek takım elbise alabilmekte. 2002 yılında memur 2.438 kilovatsaat enerji satın alabilirken en düşük memur maaşıyla, 2013 yılında en düşük memur 5.263 kilovatsaat elektrik satın alabilir noktaya gelmiştir. 2002 yılında 1.047 metreküp doğal gaz satın alabilen en düşük memur 2013 yılında 1.765 kilogram doğal gaz satın alabilir hâle gelmiştir.

FARUK BAL (Konya) – Kilogram!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Metreküp, metreküp. Teşekkür ediyorum Hocam. Metreküp doğal gaz satın alabilir hâle gelmiş.

2002 yılında 12 kilogramlık tüpten 19 adet alabilirken 2013 yılında 28 adet tüp alabilir hâle gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, muhakkak ki bu program eleştirilecektir. Bu programda muhalefet partilerinin söylediklerine dikkat edilecektir ki, bu çerçevede biz muhalefet partilerinin yapıcı olan eleştirilerini de dikkate aldığımızı ifade etmek istiyoruz. Biraz da açıkçası şunu ifade etmek istiyorum ki Sayın Hurşit Güneş konuşmasında “Bu Hükûmet Programı içerisinde yeni anayasa var.” dedi, “Nasıl yeni anayasayı yapabilirsiniz?” diye de eleştiride bulundu.

Sayın Güneş, bakınız, sizin de içinde bulunduğunuz siyasi parti dâhil 4 siyasi parti bir araya geldi, 4 siyasi parti eşit temsil edilerek Anayasa Uzlaşma Komisyonunu gerçekleştirdi. Önce 48 maddeyi hayata geçirelim dedik, vazgeçtiniz. Bir grup başkan vekili dedi ki: “Hodri meydan, buyurun, 48 maddeyi hayata geçirelim.” dedi, biz hadi dedik, vazgeçtiniz. Arkasından, 61 maddeyle ilgili Sayın Genel Başkanınız çağrı yaptı, ondan da vazgeçtiniz.

Ben, 1982 darbe Anayasası’nın bu millete olmadığını, yakışmadığını, 2015 seçimlerinde milletimiz anayasa değişikliğindeki çoğunluğu verdiği takdirde bizim bu Anayasa’yı değiştireceğimizi ifade ediyor; bu programın vatanımıza, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyor; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Efendim, Sayın Grup Başkan Vekili, Anayasa uzlaşma sürecine ilişkin olarak partimizin tutumunu gerçeğe aykırı bir şekilde ifade etmiştir. 69’uncu maddeye göre söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 seçimleri yapıldıktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek yeni bir anayasa için harekete geçti, böyle bir çağrıyı basın aracılığıyla kamuoyuna duyurdu. O sırada Adalet ve Kalkınma Partisi böylesi güzel bir işi Cemil Çiçek’e bırakmamak için kendisi alelacele bir heyet oluşturarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubunu ziyaret etti. Biz de bu heyette yer alacağımızı ifade ettik, Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu, çok güzel bir çalışma yaptı. Böylesi bir komisyonun kurulmuş olması demokrasimiz açısından bir kazançtır, her şeyden önce bu çok önemlidir, bunu ifade etmek isterim. Ancak, Adalet ve Kalkınma Partisi temsilcilerinin başlangıçtan itibaren başkanlık sistemi konusunda ısrar etmiş olmaları nedeniyle, maalesef belli bir aşamadan sonra bu komisyonun ilerleme imkânı olmamıştır. Esasen Adalet ve Kalkınma Partisi bu komisyon kurulurken şöyle bir hesap yapmıştı: “Burada 4 siyasi parti nasıl olsa birbiriyle anlaşamaz. BDP -şimdi HDP- MHP, CHP, imkânsız, bunlar bir masada bile oturamazlar. Nasıl olsa bunlardan birisi masadan kalkar gider.” Hesap buydu ama tutmadı. Gayet demokratik bir şekilde 3 muhalefet partisi orada oturdular, görüşlerini ifade ettiler. Siz de başkanlık sistemi önerisini geri çekmeyerek bunu kilitlediniz. Sayın Tayyip Erdoğan’ın söylediği şuydu Cumhuriyet Halk Partisine: “Gelin, bozun bu uzlaşmayı, beraber ikimiz yola devam edelim.” “Başkanlık sisteminden vazgeçiyor musun?” “Hayır, onu daha sonra düşünürüz.”

Biz verdiğimiz sözün arkasında duran bir partiyiz. Hangi siyasi partiye hangi sözü vermişsek biz bu sözü tutarız. Biz sizin gibi, “Torba yasayı ekime bırakalım.” deyip, ondan sonra Meclisi kapatıp, işleri halledip önümüzdeki hafta Meclisi torba yasa için olağanüstü toplantıya çağırmak gibi bir ikiyüzlülüğü yapmayız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş'ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, bir düzeltme yapmak istiyorum.

Bakın, Sayın Genel Başkanı çağrı yaptı, “Gelin, biz anlaştığımız 61 maddeyi çıkaralım.” dedi, Sayın Hamzaçebi, kendisi de o heyetin içerisindeydi. Biz dedik ki: “Gelin, 4 siyasi partinin anlaştığı 61 maddeyi Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkaralım. Farklı bir şey getirmeyeceğiz, başkanlık sistemini de ortaya koymayacağız.” Ama Cumhuriyet Halk Partisi önce o çağrıya “evet” dedi, kendisi çağrı yaptı, sonradan vazgeçti.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, biz hiçbir zaman çağrı yapmadık.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İkinci konu: Bakın, “1 Ekimde Türkiye Büyük Millet Meclisini çalıştıralım.” diye grup başkan vekili arkadaşlar söyledi ama şu anda kamuoyunda yoğun bir baskı var. Taşeron işçilerle ilgili, Soma’daki maden kazasında hayatını kaybedenlerle ilgili ve en önemlisi…

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – “Soma’yı ayırın getirin.” dedik, Meclis kapanmadan çıkarırdınız bunu isteseydiniz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – …atama bekleyen öğretmenlerle ilgili durum söz konusu. Ben şunu hatırlatmak isterim, Türkiye Büyük Millet Meclisi arşivlerinde duruyor.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Dürüst davranmıyorsunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – 12 grup başkan vekilinin imzasıyla verilen kanun teklifinden kimlerin imzasını çektiğini herhâlde arşivler gösterecektir.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Elitaş.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, bir açıklama yapmak istiyorum buradan.

BAŞKAN – Buyurun.

3.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Şimdi, torba yasayla ilgili görüşmeleri biz sürdürüyorduk ama teklif iktidar partisinden geldi “Ekimde sürdürelim.” diye. “5’inci bölümün sonuna kadar götürelim, 6’ncı bölümü sonra, ekimde görüşelim.” dediler. devam etme taraftarıydık, 24’üne kadar da zaten süre uzatılmıştı. Kendi tekliflerine biz imza attık. Biz imzamızın arkasındaydık, sözümüzde duruyoruz ama sözünde durmayan biz değildik. Baskıyı o zaman iktidarın kendisi düşünecekti.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Halaçoğlu.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Efendim, ben de bu konuda kısa bir açıklama yapmak istiyorum mikrofonu açarsanız.

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Elitaş’ın vermiş olduğu bilgi gerçeğe aykırıdır. Burada gece yarısı kendileri bir öneri getirmişlerdir. Grup Başkan Vekilimiz Sayın Engin Altay burada nöbetçiydi. Diğer siyasi parti grup başkan vekilleriyle mutabık kalınmış, 1 Ekime bırakılmıştır.

Soma madencilerinin ve diğer madencilerin hakları şimdi mi aklınıza geldi? O gece “Bunu kapatalım.” derken aklınızda yok muydu bunlar? Hesap o değil, hesap o değil. Sözünüzde durmadınız, samimi değilsiniz.

Öğretmen kadrolarını her zaman çıkarabiliriz, söyledim. Gelin, hemen öğretmen kadrolarını da çıkaralım. Mademki olağanüstü toplantıyı Soma madencileri için yapıyorsunuz, söyleyin bize, beraber gelelim, hemen çıkaralım, beraber yapalım çağrıyı.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Tamam, pazartesi çıkaralım hemen.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, orada iki tane madde var sizin için önemli olan: Bir, yargı kararlarını, atamalara ilişkin yargı kararlarını; iki, özelleştirmeye ilişkin yargı kararlarını uygulamamak. Sizin asıl amacınız odur.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Zaten onların görüşmeleri geçti, kabul edildi onlar.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Soma madencileri önemli olsaydı o gece Meclis kapanmazdı.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Buldan.

5.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

AKP Grubundan bir grup başkan vekilinin gece yarısı beni telefonla arayarak Genel Kurula çağırması neticesinde 1 Ekime kadar, 1 Ekim tarihine kadar Genel Kurulun çalışmamasına dair bir metin imzaladık. Dolayısıyla, muhalefet partilerinin bu konudaki eleştirilerine ben de katılıyorum, biz de imzamızın arkasındayız. Bu konuda sözünü tutmayan taraf AKP Grubudur.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

IV.- HÜKÛMET PROGRAMI (Devam)

1.- Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı'nın görüşülmesi (Devam)

BAŞKAN - Şimdi, şahsı adına söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.

Buyurun Sayın Genç. (CHP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet Programı üzerinde söz aldım, saygılar sunuyorum.

Ben bundan önce buraya fenerle çıkıyordum, bu fenerle çıkmamam “fener”i unuttuğumuz anlamına gelmez. “Fener”de yaptığınız hırsızlıkları, yolsuzlukları unutmadım, feneri saklıyorum, günü geldiği zaman yine getirip yüzünüze çarpacağım, onu bilesiniz.

Şimdi, değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, bu Hükûmet Programı 1 Eylülde okundu burada. Şimdi, öyle gayriciddi bir Hükûmet Programı okundu ki bunun üçte 2’si atlanıldı; atladı okudu, burada Başbakan olarak okurken. Bir defa, böyle gayriciddiyet olmaz. Okuyabileceğiniz metni buraya getirin. Olabilir, ufak tefek düzeltmeler yapılabilir ama bunun üçte 2’si atlanıldı.

Şimdi, aslında, hükûmet falan değişmedi arkadaşlar, Potamyalı gitti, Kırımlı geldi yerine. Yani bu artık herkes tarafından bilinen bir şey. Şimdi bu Hükûmette de Başbakan makamına gelen Davutoğlu, bakın, Dışişleri Bakanlığında bürokratlarıyla yapılan bir konuşmada diyor ki: “Suriye’yle savaş çıkarmak için Süleyman Şah Türbesi’ne, oradaki askerlerimize birkaç tane füze atalım, oradaki askerlerimizi şehit edelim, ondan sonra da biz Suriye’yle harp çıkaralım.”

Arkadaşlar, bu konuşmayı yapan bir kişi değil Başbakanlığa, bu kişi kodese girer, kodese. Ama AKP’lilerde hukuk yok, birçok şeyler yok, birçok şeyler olmayınca buraya geldi. Şimdi, bir Hükûmet kuruldu. Şimdi bu Hükûmetten bir iki tane bakanı tarif etmek istiyorum.

Şimdi, Bekir Bozdağ… Bekir Bozdağ kim arkadaşlar? 17 Aralık ve 25 Aralıkta…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, şahsiyetle uğraşmak yasaktır.

KAMER GENÇ (Devamla) – …suçüstü yakalanan bir hükûmetin adamlarıyla ilgili olarak toplanan belgelere… Savcıya, başsavcıya telefon ediyor, “Başsavcı, gece yarısı git, o savcıyı görevden al, o belgeleri al, yırt ve ondan sonra o soruşturmayı kapat.” diyor. Bu konuda kendisi hakkında düzenlenen fezlekeyi geliyor, hem Meclis iade ediyor hem de kendisi iade ediyor. Eğer böyle bir durumda bir başkası olsaydı, yine burada Adalet Bakanlığı makamında değil, kodeste olurdu.

Yine bir Nabi Avcı var, Türk millî eğitimini mahveden, medrese eğitimine çeviren bir kişi. Kendisi bir yerde belediye başkanı iken…

Arkadaşlar, soruyorum kendisine, Tayyip Erdoğan, o zaman, onun belediye başkanı olduğu yerde…

RECEP ÖZEL (Isparta) – Nabi Avcı ne zaman belediye başkanı oldu?

AHMET YENİ (Samsun) – Yalan konuşuyorsun!

RECEP ÖZEL (Isparta) – Ne zaman belediye başkanı oldu Nabi Avcı ya?

KAMER GENÇ (Devamla) - …orman arazisinde kaçak olarak 10-12 tane daire yapıp sattı mı satmadı mı? Çıksın, burada cevap versin.

Şimdi, değerli arkadaşlarımız, bakın, bu Hükûmet Programı…

AHMET YENİ (Samsun) – Nabi Avcı nerede belediye başkanı oldu?

RECEP ÖZEL (Isparta) – Yalan konuşan sensin ya!

KAMER GENÇ (Devamla) - …maalesef yani Türkiye’nin geleceğine ışık tutacak, “yeni Türkiye” diye getirecek bir şey değil.

Şimdi, Tayyip Erdoğan diyor ki: “Efendim, biz Başbakanla anlaştık, Çankaya Köşkü’nü Orman Çiftliği’ne taşıyacağız, Başbakanlık da Çankaya Köşkü’ne taşınacak.” Arkadaşlar, Çankaya Köşkü Türkiye Cumhuriyeti devletinin simgesidir Çankaya Köşkü Cumhurbaşkanlığının yeridir, o başka bir yere taşınamaz. Bunların aklına koydukları, Çankaya Köşkü’nü TOKİ’ye verip kendi yine Bilal’e birtakım rant sağlamaktır. Ama hem Ahmet Davutoğlu’nu ihtar ediyorum hem Tayyip Erdoğan’ı: Siz buna teşebbüs ettiğiniz anda, ben tek başıma da kalsam, çıkıp halka “Ey Türk halkı, Çankaya’da Cumhurbaşkanı Atatürk’ün kurduğu bu esere sahip çık diyeceğim ve biz halk olarak Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı makamının muhafazasını ve Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılan kaçak inşaatın da gerekirse yıkılmasını sağlayacağız, bunu herkes bilsin. Bu Türkiye Cumhuriyeti devleti başıboş bir devlet değildir.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Gücün yetmez senin ona, gücün yetmez!

KAMER GENÇ (Devamla) -Şimdi, arkadaşlar, zaten “yeni Türkiye” dediği şu: Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” diye bir kitabı var, biliyorsunuz. Aslında, bu “Stratejik Derinlik” dediği, efendim dibi belli olamayan bir kuyu. Yani “Türkiye Cumhuriyeti’ni, laik Türkiye Cumhuriyeti devletini bu kuyuya atacağız.” diyor. Ahmet Davutoğlu, senin gücün buna yetmez! Bu Türkiye Cumhuriyeti devletini ne sen yıkarsın ne Tayyip yıkar. Diyorlar ki, kendilerinin söyledikleri şu: “Efendim, biz bunun yerine bir Osmanlı Devletini kuracağız.” İşte, kendisi de orada, kitabında diyor ki:” Türkiye Cumhuriyeti devleti burada bir parantezdir.” Yani ne diyor? “Osmanlı Devleti içinde, yani o yapılan İstiklal Savaşı, kurulan laik Türkiye Cumhuriyeti, onların hepsi bir parantezdi, parantezi kapatacağız.” diyor. Ben de kendisine diyorum ki AKP Hükûmeti Türkiye Cumhuriyeti içinde bir parantezdir, biz o parantezi kapatacağız arkadaşlar, onu herkesin bilmesi lazım. (CHP sıralarından alkışlar)

OSMAN KAHVECİ (Karabük) – Hayal… Hayal…

KAMER GENÇ (Devamla) - Şimdi, arkadaşlar, bu programı yazan insanlar ya Türkiye’de yaşamamıştır ya da yalancı makinesi tarafından üretilen bir beyin tarafından yazılmıştır.

Şimdi, arkadaşlar, öyle laflar söylüyorlar ki donup kalıyoruz. Diyor ki: “Vatandaşın her kuruşunun hesabını soracağız.” Sen on üç senedir iktidardasın. Ya, bütün her şeyde denetim kalktı, devletin malları talan edildi. Yargıyı ortadan kaldırdınız. Hukuk devletinden bahsediyorlar. Arkadaşlar, şimdi, torba kanunda getirdikleri şeyde ne yapıyorlar? Kamu hizmeti gören memurların dava açma hakkını kaldırıyorlar, “Mahkeme kararlarını tanımayız.” diyorlar. Bu nasıl hukuk devletidir? Böyle bir şey olur mu? Ya, insanlarda biraz ar olur, edep olur, utanma olur yani en azından doğru şeyler söyleyin arkadaşlar.

Bakın, şimdi çok şeyden bahsediliyor. Şimdi, Tayyip Erdoğan gitmiş, 426 milyon lira vererek uçak almış.

AHMET YENİ (Samsun) – Devlet aldı, devlet.

KAMER GENÇ (Devamla) - Her gün bir yere gidiyor ya! Daha dur bakalım, sen daha dün seçildin Türkiye’nin her tarafını, dünyayı geziyorsun. Ya, acaba, bu bir gün evinde çoluk çocuğuyla bir yemek yemiş midir? Her gün devletin ekmeğini yiyor, yemeğini…

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Onda memleket sevdası var, anlayamazsın sen, anlamazsın!

KAMER GENÇ (Devamla) – Ya, insan biraz sıkılır be kardeşim, biraz sıkılır.

Şimdi, arkadaşlar, bakın, o kadar büyük yolsuzluklar yaptı ki, eğer her kuruşun hesabını soruyorsanız…

Bakın, sayın arkadaşlarım, sayın milletvekilleri; sekiz senedir Sayıştay birçok kamu kurumunun hesaplarını incelemiyor, belediyelerin hesaplarını incelemiyor. İ. Melik Gökçek’in, bakın, en basiti, şu Eskişehir yolunda yapılan, 182 trilyon lira harcayarak kurduğu büyük betonu yıktılar, 182 trilyon havaya gitti.

Bakın, İstanbul’da Zorlu Holding’in… Biliyorsunuz, Zorlu Holding evvela Denizcilik Bankasını Emlak Banktan 69 milyon dolara aldı, kısa bir dönem sonra 2,4 milyar dolara sattı ve 69 milyon dolardan 1 milyar 931 milyon kâr etti. Sonra, İstanbul’da Karayollarında yaptığı ihale, inşaata... 386 bin metrekare kaçak inşaat yaptı. Bu inşaatın kaçaklığının giderilmesi için Tayyip Erdoğan yaptı mı yapmadı mı, çıksın burada söylesin. Şimdi, arkadaşlar, bu fezlekeler, Anayasa’ya göre, siz de verdiniz… Sizin 4 bakanınız yolsuzluk yapmış, suistimal yapmış, hakkında fezleke verdiniz mi vermediniz mi? Peki, verdiğiniz bu fezlekelere niye sahip çıkmıyorsunuz, soruşturma önergesine? Üç ay geçmiş, dört ay geçmiş şey komisyonu görev yapmıyor. Şimdi, Anayasa açıkça ihlal ediliyor. Siz kanunları tanımıyorsunuz.

Şimdi, efendim, Meclisi niye tatil ettiniz biliyor musunuz? Meclisi tatil etmenizin nedeni, Tayyip Erdoğan’ın 15 Ağustosta Cumhurbaşkanlığı ilan edildikten sonra mecburen gelip burada yemin etmek zorundaydı, onun için tatil ettiniz, onun için, onları şey etmek için.

Şimdi, arkadaşlar, bakın, evinde ayakkabı kutusunda para bulunan bankanın müdürü bir firmaya 575 milyon dolar kredi veriyor. Bir yan kuruluşa da 35,5 milyon dolar veriyor ve batıyor. Benim Tunceli’de bir Pertek köprüsü yapılması lazım, bunun maliyeti 100 milyon dolar; arkadaşlar, senelerdir yapılmıyor.

Şimdi, bahsediyorlar, Türkiye'de reform… Gelin, ben size bir Tunceli’yi gezdireyim, o yolların durumunu görelim. Arkadaşlar, ilçe yollarımızda iki araba yan yana gitmiyor. Böyle, bu kadar hayal aleminde yaşıyorsunuz ve yalan söylüyorsunuz.

Şimdi, koskoca program yapılmış Türkiye'de! Bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin 49 vatandaşı tutsaktır arkadaşlar. Türkiye'nin bir konsolosluğu işgal altındadır. Sen ne biçim devletsin ya? Sen eğer haysiyetli bir devletin bir ferdi, Hükûmeti olsan gider o vatandaşları kurtarırsın. Öyle yalan bilgiler yayıyorlar ki “Efendim, biz bunların üzerine gidersek öldürürler.” diyorlar, yalan söylüyorlar. Perde arkasında bunların hepsi, arkadaşlar, anlaşmalı şeyler.

Şimdi, bunlar diyorlar ki: “Efendim, biz herkese eşit davranıyoruz.” Ya, nerede eşit davranıyorsunuz? Alevi vatandaşlarla ilgili hep kandırdınız. Ya, Alevi vatandaşların bir isteği var, cemevi ibadet yeri yapılsın. Niye yapmıyorsunuz? Arkadaşlar, bakın, on iki senede, sizin iktidarınız zamanında bir Alevi vatandaşı işe almadınız, hep ayrımcılık yaptınız, hep kendi adamlarınızı işe aldınız.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Hadi oradan ya!

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, bugün Tayyip Erdoğan’ın oğluna Türkiye'deki belediyelerin hepsinde devletin devasa arazileri bağışlanıyor. Bunları kimin sayesinde bağışlıyorsunuz? Bakın, bunun hesabı sizden çok ağır sorulacaktır. Sizde hukuk denilen bir şey yok ve arkadaşlar maalesef Türkiye Cumhuriyeti devleti sizinle büyük bir itibar kaybetmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) - Ahmet Davutoğlu bir tane dost komşu bulmadı ama şimdi Başbakan oldu bütün dünyayı Türkiye’ye düşman edecek. Benim gördüğüm bu.

AHMET YENİ (Samsun) - Sen görmeye devam et.

KAMER GENÇ (Devamla) - Bunun için bu Hükûmet Programı yalan, gerçeklere dayanmıyor, hukuk ayaklar altına alınmış, yargı bitirilmiştir ama bunun hesabı size ağır sorulacak.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) – Millet size inanmıyor.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

Şimdi Hükûmet adına söz isteyen Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı.

Buyurun Sayın Arınç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) - Millet size niye oy vermiyor, az dinleyin şimdi Kamer.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinize saygılar sunuyorum, çalışmalarımızın hayırlı olmasını diliyorum.

62’nci Hükûmetimizin Programı, bildiğiniz gibi, 1 Eylül tarihinde Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu tarafından Meclisimize takdim edilmişti, iki gün sonra, bugün, müzakereleri yapıyoruz. Şu ana kadar Halkların Demokratik Partisi adına 2 değerli arkadaşımız Sayın Buldan ve Kürkcü görüşlerini ifade ettiler, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Halaçoğlu görüşlerini ifade ettiler, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Hurşit Güneş, AK PARTİ adına da Sayın Naci Bostancı ve Sayın Mustafa Elitaş düşüncelerini ifade ettiler. Öncelikle bu arkadaşlarımıza, değerli fikirlerine, konuştukları, ortaya koydukları hem eleştirileri hem de yol gösterileri için teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben de konuştum Bülent Bey. Ben konuşmadım mı!

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Onu muhatap almayın!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – “Onu muhatap alma, ona göre konuşma.” diyorlar.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben de seni muhatap almıyorum hadi bakalım. Niye öyle gülüyorsun, ortada gülünecek bir şey var mı?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Karadenizli gibi olduk, borcunu istemiş de “Ben seni tanımıyorum.” demiş, o da “Ben de seni tanımayrum.” demiş, biraz ona benzedi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben zaten seni tanımıyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Hayır, seni boş geçmeyeceğim, sözlerimin sonunda bir beş dakikayı sana ayırdım, hiç merak etme ama başta seni üzmek istemiyorum, sonuna kadar oturasın…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yok, yok, o gücün varsa üz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Sayın Genç, bildiğiniz gibi, “Kırk yıllık Kâni olur mu Yani?” demişler -her zamanki üslubuyla, her zamanki çirkinliğiyle, her zamanki hakaretli üslubuyla- burada bir konuşma yaptığını ifade ediyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim söylediklerim yalan mı?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Ben bütün notlarımı aldım, konuşmalarımın sonunda kendisine layık olduğu cevabı vereceğim, şimdiden otuz beş dakikamızı boşa geçirmeyelim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Cevabını alırsın sen de, layık olduğun cevabı da alırsın.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, ben gruplar adına konuşan değerli arkadaşlarımın düşüncelerine, görüşlerine saygı duyuyorum, eleştirilerine hak veriyorum ve onlardan yararlanmak istiyorum. Eğer önümüzü açacak, bize yol gösterecek faydalı konuşmalar varsa -ki var, onlarda notlarımı aldım- bu açıdan arkadaşlarımızın görüşlerinden de istifade etmeye çalışacağım.

Bu görüşmeler sırasında Sayın Ertuğrul Kürkcü kanaatini baştan beyan etti, bize güvenmediğini, bizden, bu Hükûmet Programı’ndan ümitli olmadığını, ifade etti. Sayın Hurşit Güneş de “Asla ümitli değiliz.” dedi. Sayın Halaçoğlu takdir ediyor, “Beklentimiz yeni Hükûmetin faydalı ve iyi işler yapmasıdır, faydalı işler yaparsa yanında oluruz, kötü işlerde de her zaman karşısında olacağız.” dedi. Buna da teşekkür ediyorum çünkü sayın genel başkanların yeni kurulan Hükûmet ve Hükûmet Programı üzerindeki düşüncelerine baktığım zaman da bu doğrultuda bir ışık görüyorum. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı, Sayın Güneş’ten farklı düşünüyor, Star Televizyonunda yaptığı açıklamaları size okuyorum: “Benim yeni kurulan bir Bakanlar Kurulana önyargıyla bakma gibi bir alışkanlığım yok. İcraatına bakacağız, belki bizim düşündüğümüzden çok daha güzel bir icraatı olacak bu Kabinenin, o zaman da alkışlayacağız. Ama yaptıkları yanlışsa da çıkıp onun yanlış olduğunu söyleyeceğiz.” Teşekkür ediyorum.

Sayın Bahçeli’nin bir açıklaması var, “Ahmet Davutoğlu’nun eline tutuşturulan Bakanlar Kurulu listesi, bizatihi hazırlayan ve bakanları isim isim belirleyen Erdoğan tarafından bugün onaylanmıştır. Sipariş üzerine kurulan Hükûmet böylelikle göreve başlamıştır.” Bu bir eleştiridir, burada bir hakaret kastı yok. Ama ilave ediyor: “Her şeye rağmen, bu yeni gelişmenin aziz milletimize, Türk siyaset ve demokrasisine hayırlı olmasını diliyorum.” Bizce olması gereken de budur. Yani, Hükûmet Programı’na yeni bir ümitle bakmak, yeni Başbakana en azından bir avans vermek, Hükûmet Programı’nda ileriye sürdüğü iddiaların veya programına aldığı hususların ne kadarının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bir not vermek, bir karar vermek ihtiyacı içindeyiz. Ama olabilir ki 185 sayfalık bir Hükûmet Programı’nın daha içinde bulunan bazı hükümler birilerini rahatsız etmiş olabilir, o zaman da şüphesiz eleştirilerini baştan itibaren yapacaklardır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – 187... Onu dahi bilmiyorsun. 185 değil.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Şimdi, bu sözleri söyledikten sonra, Sayın Grup Başkan Vekilimiz Sayın Bostancı’nın o her zamanki bilge tavrıyla ve güzel üslubuyla yaptığı bazı eleştirilerde bir sınırın aşılmış olduğunu düşünüyorum. Muhalefetin eleştirilerine sefil bir açıklama bence tevil götürmez bir yanlıştır. Muhalefetin açıklamalarını da, eleştirilerini de saygıyla karşılayacağız, eksik bulabiliriz, yanlış bulabiliriz. Biz de bu üslubumuzu her zaman muhafaza edeceğiz. Ama bence hepimizi gülümseten bir polemik de oldu, eminim ki Sayın Bostancı bu ifadesiyle hakareti değil, belki bir değerlendirmeyi göz önüne koymak istemiş de olabilir.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, Sayın Başbakanımız 1 Eylül günü burada bir buçuk saat boyunca şu bardaktan su bile içmeden Hükûmet Programı’nı özetleyerek sizlere takdim etti. Bugünkü görüşmelere de İstanbul’da bir programı olmasına rağmen onu iptal ederek “Benim Meclise karşı saygım var, herkesi dinlemek istiyorum. Elimdeki acil ve ivedi işleri bitirip Parlamentoya geleceğim.” demişti. Sayın arkadaşımız kendilerini beklemeden belki de onun burada olmayışını bir eleştiri konusu yaptı, o sırada da Sayın Başbakanımız kapıdan içeri girdi ve yerine oturdu.

Şunu hepimiz biliyoruz: Sayın Kılıçdaroğlu’nun bugün niçin burada bulunmadığını, 1 Eylülde de niçin gelmediğini soranlara “Kurultay var, onun telaşı var. Bir Genel Başkan herhâlde onunla meşguldür.” diyerek bir bahane bulabilirsiniz. Bu bahane haklı da olabilir. Bir Başbakanın da hemen ilk günlerde bu kadar acil ve ivedi işler içerisinde buraya biraz daha geç gelmiş olmasını niçin tenkit edecek bir nokta olarak buluyorsunuz?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hükûmet Programı’ndan daha önemli ne olabilir?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Hâlbuki hepiniz gördünüz ki, bu konuşmayı yapacak olan arkadaşınız benim ve oturduğum yerden bütün konuşmacıların notlarını aldım ki onların eleştirilerine cevap vereyim diye. Hükûmetimizden de en az 20 bakan buradaydı. Dolayısıyla bunu bir eleştiri konusu yapmamak gerektiğini düşünüyorum. Sayın Hamzaçebi’nin de maksadı şüphesiz Sayın Başbakanın Mecliste hazır bulunması ve programına sahip çıkmasıydı, bunun gerçekleştiğini düşünüyorum. Biz Meclisimize her zaman saygı duyacağız, programımızı, bütçemizi, yeri geldiğinde en önemli konuları sizle birlikte değerlendirmiş olacağız.

Değerli arkadaşlarım, AK PARTİ iktidarları devam ediyor. AK PARTİ’nin ilk hükûmetini kurmuyoruz. Bu, AK PARTİ’nin 1, 2, 3, 4… 5’inci Hükûmeti yani 2002 seçimlerinden sonra ilk Hükûmetimiz 58’inci Sayın Abdullah Gül Hükûmetidir. 28/11/2002’de güven oylamasıyla göreve başlamıştır, dört ay kadar sürmüştür, daha sonra Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Siirt ilinden milletvekili seçilmesini müteakip Genel Başkan da olunca görev ona tevdi edilmiştir. Sayın Erdoğan’ın 23 Mart 2003’te güvenoyu almasına müteakiben geçtiğimiz günlere kadar, 29 Ağustos 2014’e kadar on bir yıl beş ay sürekli Başbakanlığı söz konusudur. Bu arada 59’uncu Erdoğan Hükûmeti, 60 ve 61’inci Erdoğan hükûmetleri, 3 kez yine Sayın Erdoğan tarafından kurulmuş ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çok partili siyasi hayata geçtiğimiz günden bu yana Demokrat Parti dönemi de dâhil en uzun süreyle, fasılasız, istikrarlı bir Hükûmetin Başbakanı olarak on bir yıl beş aylık bir Hükûmeti temsil etmiştir.

Şimdi, Hükûmet Programı üzerindeki müzakereleri yaparken şüphesiz 62’nci Hükûmetimizin Başbakanı değişmiştir. Süreci sizler de anlatıyorsunuz, ben de kısaca anlatacağım müsaade ederseniz ama 62’nci Hükûmet, az önce saydığım 58’in, 59’un, 60’ın ve özellikle 61’in devamı mahiyetindedir. Yeni bir Başbakan vardır, bazı bakanlar yeni Hükûmete girmişlerdir. Dolayısıyla, Anayasa’mız gereğince yeniden bir güvenoyuna ihtiyaç duyulmuş, yeni bir Hükûmet programıyla da karşınıza başımız dik olarak çıkmış bulunuyoruz.

Şimdi, 62’nci Hükûmetimizin istikrar ve süreklilik içinde yenilenme ve daha ileri hedeflere yürüme anlayışıyla hareket ettiğini ve 62’nci Hükûmetin geçmiş başarıları gelecek vizyonuyla arada bir köprü olacak şekilde ülkemizi 2015 ve daha sonrasına hazırladığını söyleyebilirim. Şunu söylemek istiyorum aslında: Bazı konuşmacı arkadaşlarımız kurulan Hükûmetin çok kısa ömürlü olacağını, takriben 2015 seçimlerine kadar görev yapacağını düşünüyor olabilirler. 185 sayfalık Hükûmet Programı’mızdan ve Sayın Başbakanımızın AK PARTİ Genel Kurulunda yaptığı konuşmadan şunu rahatlıkla biliyorsunuz, bu sekiz aylık bir Hükûmet değildir. Bu, 2015 seçimlerini de kazanacak ve tekrar tek başına iktidar olacak bir Hükûmettir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Elbette, 2015 seçimlerinden sonra dört yıllık bir istikrar dönemi var. 2019’a kadar seçim yok, 2019’da da Cumhurbaşkanlığı seçimi, mahallî seçimler ve milletvekilliği genel seçimleri de birlikte yapılacak. Dolayısıyla, 2015’te kısmet olursa ve Rabb’imizin izniyle, şüphesiz milletimizin takdiriyle yeniden iktidar olduğumuzda 2019’a kadar 2023 hedeflerinden arta kalanların tamamını da gerçekleştireceğimizi hep birlikte göreceğiz.

Sayın Davutoğlu güçlü bir Başbakandır, emanetçi değildir, vesayet altında hiç değildir, 1.348 delegenin oy birliğiyle Genel Başkanlığa seçilmiş ve inşallah, yine 300’den fazla güvenoyu almak suretiyle Parlamentomuzun da desteğini arkasında taşıyacak, teşkilatlarımızın da, Hükûmetimizin de, Türkiye’nin de ümidi olmuş bir Başbakanımızdır, kendisine başarılar diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, şüphesiz bazı notlar aldım, bu notlara zaman zaman temas edeceğim ancak öncelikle 62’nci Hükûmetin vizyonu ve yapmak istediklerimiz konusunda sizleri tekrar bilgilendirmek istiyorum. Polemiklere yol açacak, bugünkü bu nezih görüşmeyi rahatsız edecek bir tavır içerisinde de olmayacağım.

Öncelikle şunu söyleyeyim: Yani, paralel yapılanma veya paralel devlet yapılanması, hangi ismi koyarsanız koyunuz, bugün Türkiye için reeldir, gerçektir, elle tutulabiliyor. Bu konuda Sayın Güneş, benim geçmişte yaptığım ve tamamen doğru olan bir televizyon konuşmasından veya gazetelere akseden bir haberden bahsetti, bu da doğrudur. Ben yirmi senedir bu Parlamentodayım, her defasında diyorum ki: Tutanaklarda ne varsa benim ağzımdan çıkan hepsi doğrudur, bunun neticesine katlanırım; ya izah ederim, ya kendimi bağışlanmaz bir suç işlemiş gibi görürüm ama insanın namusu konuştuğu sözleridir, onlara da sahip çıkmak çoğu zaman gerekebilir. Benim bu konuşmayı yapmam çok doğrudur ama ilk defa o konuşmayı yapmadım, son da yapmadım. Ben Meclis Başkanlığımdan, onun öncesinden, 1970’li yıllardan, 1980’li yıllardan, 1990’lı yıllardan bu yana, hepinizin sustuğu, hatta görmezden geldiği, hatta korktuğu, eleştirdiği, tehlikeli bulduğu, gizli bir örgüt diye yaftaladığı, okullarına gitmekten adım adım kaçtığı zamanlarda da bu sözleri söyledim.

Değerli arkadaşlarım, ortadaki gerçek şudur, evet, bu görüşmeleri yaptığımızda, bu konuşmaları yaptığımızda, tamamen safiyetime inanmanızı rica ediyorum, bizim gördüğümüz şuydu: İster adına cemaat diyelim, isterse cemaat denmesin de camia densin, onu söyleyelim, isterseniz Hizmet Hareketi diyelim, isterseniz eğitim gönüllüleri hareketi diyelim, biz buna inanmıştık. Her gittiğim yerde, her yaptığım konuşmada yurt dışındaki okulların ne kadar faydalı olduğunu, İstiklal Marşı’mızı orada dinlemenin bize ne kadar gurur verdiğini, oradaki öğretmenlerin ne kadar büyük bir fedakârlık içerisinde olduklarını, Türkiye ile o ülke arasında ne büyük bir dostluk köprüsüne vasıta olduklarını her yerde söyledim. Bu sözlerimi de bulup çıkarabilirsiniz. Çok gariptir -bunun için Sayın Güneş’in konuşmasına gerek yok- onlar da şimdi aynı şeyi yapıyorlar, benim yıllardan beri yaptığım konuşmaları “Ne oldu?” diye videolardan, İnternet sitelerinden bir yerlere servis yapıyorlar. Evet, bir şeyler oldu.

Biz onları siyasi bir hareket olarak görmedik. Burada şunu söylemem lazım: Ben geçmişten bu yana, kırk senedir siyasetin içindeyim. Bu hareket, zaman geldi, Demokratik Sol Partiye destek verdi. Onlara kızmadık, siyasi tercihlerinden dolayı ben şahsen onları eleştirmedim. Benim yanımda olanlar eleştirdiler “Bunlar nasıl olur da DSP’ye oy verir?” diye, “Tercihleridir.” dedim. Zaman geldi, çoğu defalar Anavatan Partisini desteklediler. Hiçbir şey değil, onların siyasi tercihidir dedim. Zaman geldi, bizi desteklediler, bize oy verdiler. Sadece 12 Eylül 2010 referandumunda değil, mahallî seçimlerde de, genel seçimlerde de oylarını bu şekilde kullandılar ama son, bu işler ortaya çıktıktan sonra sizler için çalıştıklarını biliyoruz, kapı kapı dolaştıklarını biliyoruz. Ondan dolayı da…

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Siz ne verdiniz Sayın Bakan, siz? Siz ne verdiniz, siz, Sayın Bakan?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli kardeşlerim, lütfen…

CHP’ye verdiler, MHP’ye verdiler, BDP’ye verdiler.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Size verdiler. Yahu, inkârcı olma be kardeşim!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bakınız, ben şunu söylemeye çalışıyorum: Bu siyasi tavırlarından dolayı da biz onları eleştirmiş, onları yok saymış değiliz. Bizim şu anda gözümüzü açan olay, 17 Aralıktaki yolsuzluk iddiaları değil.

Hiç bilmediğiniz bir şey söyleyeyim size: Otuz senedir bu camianın içinde bir insanım. 17 Aralık günü gelinceye kadar ben bunların ağzından bir tek “yolsuzluk” kelimesi duymadım. “Adalet ve Kalkınma Partisinden bir bakan, bir milletvekili, bir bürokrat şu işi yapıyor.” diye bana bir şikâyet gelmedi. Vahiy mi geldi 17 Aralık günü yolsuzluk iddiaları ortaya saçıldı? (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Telefon dinlemeleri çıktı ortaya.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Arkadaşlar, bizim gözümüzü açan olay budur. Siz bunlarla şimdi iş birliği yapabilirsiniz.

Şimdi, üzerlerine tişört giyen birileri emniyetin önünde gösteri yapıyorlar. O gösterileri yapanlar başka yerlerde de başka gösteriler yapıyorlardı. Bir emniyet mensubu ne zaman operasyon yapılacağını İnternet’ten haber veriyor, ona göre tişörtler hazırlanıyor, ona göre PR çalışması yapılıyor, ona göre birileri çağrılıyor, kahramanlık gösterisi hâline dönüştürülüyor ve sizden de pek çok milletvekili -MHP’yi tenzih ediyorum ama Cumhuriyet Halk Partisinden- sıfırları, “zero”ları üst üste giymek suretiyle şov yapıyor. Kiminle berabersiniz? Kimlerle beraber…

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sizin içinizde milletvekilleriydi bunlar, sizin içinizde milletvekilleri!

HASAN ÖREN (Manisa) – Bülent Bey, on yıl, on yıl!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Arkadaşlar, 17 Aralığa kadar “yolsuzluk” kelimesini ağzına almamış bir camia ne oldu ki 17 Aralıkta “Şu bakanlar, şunlar, şunlar şunu yapıyor.”

Arkadaşlar, diyelim ki o güne kadar sustular da o gün bunun zamanı geldi ama lütfen arkadaşlar, bunun bir siyasi operasyon olduğunu niçin görmüyorsunuz?

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Bakanlar nerede?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bu Hükûmeti devirmek adına en ciddi manivela bence bu iddiaların ortaya atılmasıdır.

HASAN ÖREN (Manisa) – Bülent Bey, on yıldır MİT niye haber vermedi size?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, karşı karşıya görüşmeyelim.

HASAN ÖREN (Manisa) – On yıldan bu yana MİT’ten niye hiçbir haber almadınız bununla ilgili?

BAŞKAN – Sayın Ören…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Arkadaşlar, bakın, ben sizin gibi, bu işe yabancı bir insan gibi konuşmuyorum. İster inanırsınız, ister inanmazsınız.

HASAN ÖREN (Manisa) – Ben de soru soruyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yani sizin köşe bucak kaçtığınız insanların içerisindeydim ben. Ben şunu söylemek istiyorum: Yolsuzluk iddiasını ortaya atmak, yolsuzluğu kovalamak, yolsuzlukların peşinden takipçi olmak namuslu insanların işidir, hepimiz işidir. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Aynen öyle, aynen öyle!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Hiç kimse yolsuzluklar karşısında suskun kalamaz, hiç kimse yolsuzluklar karşısında “O zaman benim menfaatlerim kesilir mi acaba?” diye düşünemez. Milletin hukukunu müdafaa etmek isteyen herkes nerede bir yolsuzluk kokusu alıyorsa bunu gider ihbar eder, delillendirir ve gerekli olan mercilere şikâyette bulunur.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hâkimleri niye görevden aldınız? Savcıları niye görevden almıyorsunuz?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – On iki seneden beri iktidarda bulunan bir Hükûmet, katrilyonluk bütçeleri yönetmiş bir Hükûmet kamu kaynaklarını eğer yolsuzluklara bulaştırmışsa ve sen de bunu biliyorsan “Niçin 17 Aralık gününü bekledin be güzel kardeşim?” demeye hakkımız yok mu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Bakanlar nerede?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Arkadaşlar, bakınız…

HASAN ÖREN (Manisa) – On yıl MİT niye size bilgi taşımadı, neden MİT bilgi vermedi size?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bakınız arkadaşlar, bakanlarla ilgili iddialarda Hükûmetimiz gereğini yapmıştır, grubumuz da gereğini yapmıştır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne yaptı? Yapmadı.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Ne yapmıştır? Şu Anayasa ve İç Tüzük’e bakarsanız bir bakanın, bir milletvekilinin nasıl suçlanabileceğini herkes görebilir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hani nerede fezlekeler? Hani soruşturma önergesi?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bakanlar görevleri süresince herhangi bir suç isnadı altında kaldığında karşılığı soruşturmadır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hani? Engelliyorsunuz, engelliyorsunuz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – 55 milletvekili imza verir, onun da soruşturma önergesi açılır. Burada da 400’ten fazla -zannediyorum- oyla bu kabul edildi. Bu ilk defa olmuyor ki. Koray Aydın’da oldu, eski Sağlık Bakanı hakkında oldu, Mesut Yılmaz hakkında oldu, eski Enerji Bakanı hakkında oldu. Biz şu sıralarda oturuyorduk o zaman Fazilet Partisi olarak. Bu dosyaları tek tek bilen bir arkadaşınızım ben. Çoğu da Anayasa Mahkemesine gitti. Anayasa Mahkemesinde de bir oy farkıyla beraat edenler oldu; hepsini biliyoruz.

Şunu söyleyeceğim: Meclis soruşturması talep etmeden, kategorik olarak “Bunlar yolsuzluk yapmıştır.” diyerek peşinen suçlamak çok doğru değil, soruşturma sonucuna bakmak gerekir.

Soruşturma komisyonuna gruplar üye vereceklerdi. Haddim yok, görevim de değil ama Bakanlar Kurulundan sonra yaptığım toplantıda “AK PARTİ Grubu bilerek geciktiriyorsa hesabını sorun.” demiştim. Bunu kim söyleyebilir Türkiye’de?

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Söylediniz de ne yaptınız?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Mahsus söyledin, mahsus.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – AK PARTİ Grubu da haklı olarak dedi ki: “Soruşturma komisyonuna üye verilirken bu konu hakkında ihsası reyde bulunmamış insanları seçmek zorundayız.” Siz, bunlar peşinen suçludur, bunlar hırsızdır demişseniz, ondan sonra komisyona üye olamazsınız. MHP bu saygınlığı gösterdi ama sizden gelen bütün hisler İnternet’ten döküldü, arama motoruna konuldu, söylemediğiniz bir şey kalmamış. Onlar da kendilerine göre bir araştırma yaptı, siz de yaptınız, sonunda bir komisyon kuruldu, tatil geldi.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar ) – Nerede?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne tatili ya, belgeleri iade…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Ha, bundan sonra, 1 Ekimden sonra yapacaktır görevini. Yapmazsa gene eleştirin, siyasi olarak gerekenleri söyleyin ama bir kimseye peşinen suçlu gözüyle bakamazsınız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Örtbas ettiniz, örtbas.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Milletvekili ise dokunulmazlık konusu gündeme gelir, bir başka şeyse bir başka şey. Bu, Anayasa fırlatmak suretiyle geçerli olmuyor. Anayasa’nın içerisinde ne varsa onu uygulamak zorundayız. Geçmişte bakanlar için ne uygulandıysa, başbakanlar için ne uygulandıysa Anayasa bunu esasen göstermiş.

Değerli kardeşlerim, şimdi bakın, şunu söyleyeceğim: Bu yapı yani “paralel devlet yapısı” dediğimiz şey, başka isimler de koyabilirsiniz, bence en güzelini Sayın Başbakanımız kongredeki konuşmasında söyledi. On iki senedir “Başbakanımız” dendiğinde Sayın Erdoğan hatıra gelebilir, dolayısıyla, belki bir ayrım yapmak için söylüyorum, Sayın Davutoğlu’nun Genel Kuruldaki konuşmasında bir cümlesini sadece sizlere tekrar arz etmek istiyorum: “Paralel devlet yapısı, fetret isteyen bir yapıdır.” Osmanlıda bir fetret dönemi var, hepiniz çok iyi biliyorsunuz, Sayın Halaçoğlu zaten bunun ustasıdır. Çelebi Sultan Mehmet de hâlen Bursa’da metfundur. Geçtiğimiz günlerde çok güzel bir cadde açtık, hiç ismi de bir yere verilmemiş, Çelebi Sultan Mehmet’in ismini de oraya verdik. Bakınız, paralel devlet yapısı fetret isteyen bir yapıdır. Kim olursa olsun, bir daha devlet otoritesinin parçalanmasına izin vermeyeceğiz, milletin seçtiği siyasi otoriteyi birisi kullanmak istiyorsa bürokrasi ve emniyet kılıfından çıkacak, bizim gibi siyaset yapacak. Bundan böyle devleti ele geçirmek isteyen kim olursa olsun, ister paralel ister cunta ister başka bir şey, millet iradesinin önüne geçemeyecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yaptığımız iş şu: Devlet içerisinde hukuksuz bir yapılanma varsa… Devlet içerisinde paralel yapı, dışarıda da paralel yapı olabilir, bir ara KCK yapılanması için de bu tabir kullanılmıştı, şehir yapılanması için de bu tabir kullanılmıştı; o yüzden haklarında dava açılanlar oldu, yargılananlar oldu, iddialar oldu, savunmalar oldu. Yani, bir devlet vardır, ikinci bir devlete, ikinci bir yargıya, ikinci bir bürokrasiye, ikinci bir otoriter sisteme bu ülkede müsaade etmeyeceğiz. Biz, bir hukuk devleti isek aynı zamanda demokratik, aynı zamanda laik, aynı zamanda sosyal ama sonuçları itibarıyla bir hukuk devleti isek bu ülkenin bürokrasisi bellidir, otoritesi bellidir, yargısı bellidir; bunun ikincisine, üçüncüsüne müsaade edersek ortada ne AK PARTİ kalır ne CHP kalır ne MHP kalır ne HDP kalır. Demokrasiyi korumamız için ikinci, üçüncü yapılanlara izin vermemek lazım. Peki, böyle bir iddia var mı? Arkadaşlar, bu operasyonlar, bu idari tasarruflar boşuna yapılmıyor. Emniyetin içerisinde bir küçük yapılanmanın mevcudiyeti eskiden de söylenirdi, yaptıkları çok fazla bilinmezdi. Bakın, 300 bin polisimiz var, rütbeli, rütbesiz. 300 binin içerisinde belki 300 tane, 500 tane…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Nasıl bilinmezdi, nasıl bilinmezdi? “Bilinmezdi” derseniz doğru değil.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sayın Valim, siz de mutlaka bilmişsinizdir ama daha çok Önder Sav’la görüşmelerinizden tanınıyorsunuz, aklınıza gelmemiş olabilir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz de çok iyi biliyordunuz, bu kurumun yarısı biliyordu!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bakın arkadaşlar, emniyetin içerisinde… Bütün polis arkadaşlarımı tenzih ediyorum. Emniyet, bizim sivil bir kurumumuzdur, güvenliğimizden sorumlu ve hepsi vatansever, hepsi görevini iyi şekilde yapan şehitlerimizin, gazilerimizin olduğu bir topluluk ama bunların içerisinde küçük bir topluluk da kendisine amirleri tarafından verilen görevleri değil, kendilerine imamları tarafından verilen görevleri ifa etmek için çalışıyor ve başka kurumlardakilerle de bir siyasi operasyonla iş birliği yapıyorsa, iddia olarak söylemiyorum, bir kısmının çok büyük bir gerçek olduğunu söylüyorum, buna müsaade edemeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Oraya sorun, bakın, Emniyet Genel Müdürü orada Sayın Bakan, Emniyet Genel Müdürü orada.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Emniyetteki bu yapılanma, yargının içerisinde yine ağabeylerinin yönlendirmesiyle dosyanın kapağını bile açmadan “Oradan geliyorsa ona göre bir karar hazırdır.” düşüncesiyle hareket ediyorsa biz buna karşıyız. Devletin hiçbirisi buna müsaade etmez. Bilgi işlemde, Bilgi Teknolojileri Kurumunda, TİB’de veya bir başka yerde, TÜBİTAK’ta veya bir başka yerde, bu saygın kurumları… Yapılan bazı işlemler sebebiyle isimlerini ifade ettim ama bilelim ki her mesleğin içerisinde görevini kötüye kullananlar, suistimal edenler olabilir. Yaptığımız şey bir gestapoculuk değildir. Hukuk içinde mücadele edeceğiz, bütün mücadelemiz hukuki çerçevede olacak. Gözaltına almalar, hepsinin bir sebebi var; ya resmî evrakta sahteciliktir ya özel evrak tanzimidir ya izinsiz dinlemelerdir ya izinsiz iddianameler hazırlamaktır vesaire. Bütün bunları içerisine alacak bir yapılanma hukukun dışına çıkmışsa, devletin dışına çıkmışsa, devletin dışarıda ve içerideki itibarını yıkmak ve sadece tek faturası bu Hükûmeti devirmekse bu Hükûmeti devirmek iddiası yarın sizin de başınıza gelebilir. O yüzden, hepimiz el ele vererek hukuksuz işlemlere hiçbir zaman izin vermemek suretiyle, nerede bir hukuksuzluk yapılıyorsa bunu yüksek sesle eleştirmek, duyurmak suretiyle hepimiz görevimizi yapmalıyız. Ben bu kitlenin içerisinde en az 2 milyon insanın sempatizan olarak, hayır hizmetlerine fiilen katkıda bulunanlar olarak masum olduğuna yürekten inanıyorum. Bugüne kadar 50 defa konuştum, 50’sinde de bu cümleyi söyledim, bazı arkadaşlarım beni beğenmemiş olabilir, gerçek budur. Okullara hizmet adıyla, öğretmenlere hizmet adıyla, kız çocukları sokakta kalmasın da şu evde barınsın düşüncesiyle, onlara burs temin etmek suretiyle 3 tane çocuğunu kucağına alıp bu amaçların arkasından koşan insanlara selam olsun. Onlarla hiçbir davamız yok, hiçbir kavgamız yok, onlarla herhangi bir kötü düşüncenin içinde değiliz.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Günah çıkarmaya benzemez bu.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ama bunları kullanan, bunların içerisinden bir şekilde mensubiyet iddia eden ama içeride ve dışarıda irtibatları farklı olan bir çete varsa o çeteyi yok edeceğiz, bunu da herkesin bilmesi lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yasalar ne olacak, yasalar?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, 62’nci Hükûmet Programı hem sürekliliği hem de değişim ruhunu aynı anda temsil ediyor. Birkaç cümleyle ifade edeyim: Sürekliliği biraz önce arz etmiştim. 2002’den bu yana gelen tüm hükûmetlerimiz icraatlarıyla, AK PARTİ vizyonuyla güçlü bir şekilde devam etti. Çok şükür biz iftihar ediyoruz yani sizler de inanıyorsunuz, demokrasi böyle bir şey. 3 defa milletvekili genel seçimine girdik, yüzde 35, yüzde 47, yüzde 50. On bir sene, on bir buçuk, on iki senedir iktidardayız. Halkımız bu oyları verdi, halkımız bu oyları verdi.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yüzde 10 barajını niye kaldırmıyorsun?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - 3 tane mahallî seçime girdik, 3 tane mahallî seçimden de başarıyla çıktık. Son seçimlerde bütün belediyelerin yüzde 61’ini kazandık. 2 referandumdan başarıyla çıktık ve ilk defa halkın doğrudan oylarıyla Cumhurbaşkanlığı seçimi yaptık ve Cumhurbaşkanı da yüzde 52 oyla seçildi. 3 tane değerli aday vardı, birisi 38’de kaldı, biri oylarını 9’a çıkardı, 9,5’a çıkardı, biz de hiç tartışmasız -hiçbiriniz bu konuyu tartışmak ihtiyacını bile duymadınız- yüzde 52’yle Cumhurbaşkanımızı seçmiş olduk. Düşünün, bu parti içerisinden 2 tane cumhurbaşkanı çıktı, 12’nci Cumhurbaşkanımız da Türk siyasi tarihinde ilk defa halkın oylarıyla seçilmiş Cumhurbaşkanıdır. Onu tebrik ediyoruz ve takdir ediyoruz. (AK PARTİ                                                     sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, on bir sene beş ay Başbakanlık görevinde kalıp da seçimlerde partisini bu kadar başarıya ulaştırmış bir insanın Cumhurbaşkanlığına çıkması ve partisinin arkada kaldığında ne olacağını herkes merak etti çünkü geçmişte rahmetli Özal örneğine baktığımızda Anavatan Partisini gösterdiler. Sayın Demirel’in Cumhurbaşkanlığına çıktığına baktığımızda Doğru Yol Partisinin akıbetini gösterdiler. Mutlaka içeride bir kavga olacak, 18 kişi, 20 kişi kavga edecek, sonra onlardan bir tanesi kavga dövüş gelecek, parti inişe geçecek, parçalanmalar olacak, bölünmeler olacak. Geçmişe baktığınız zaman haksız da değil, yanlış da değil ama bizde öyle olmadı. Biz erdemliler hareketiyiz, ahlakı biliriz, fazileti biliriz, fedakârlığı biliriz, feragati biliriz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz bu ülke için yola çıktık, Allah’a hamdolsun ki tek davamız Türkiye davasıdır, milletimizin davasıdır, ona hizmet etmektir. Siyaseti, bir hizmete endeksli siyaset olarak belirledik, on iki senelik icraatımız da bunun karşılığıdır. Kendi dinamiklerimiz içerisinde gereken her şeyi yaptık. Konuşuldu, görüşüldü, istişare edildi, sonunda çok değerli bir bakan arkadaşımız yani ilk gün de ismi söylense hepimizin de ittifakla kabul edeceği bir arkadaşımız uzun istişareler sonucunda ilan edildi, hepimiz bunu alkışlarla karşıladık. Düşünebiliyor musunuz, ismi geçenlerden veya ismi geçirilenlerden birisi olarak ben bunları söylüyorum. İsmi geçen ve geçirilen başka arkadaşlarımız da vardı, hangisinden bir şikâyet duydunuz? Hangisinden fitne koparacak bir hareket gördünüz? Hangisinden? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bence bu güzel bir geçiş süreci çünkü bu geçiş süreçleri, demokrasimize baktığımız zaman her zaman sancılı olmuştur. O partiler için de çok da kolay olmamıştır, sıkıntılı olmuştur ama AK PARTİ böyle olmadı. Cumhurbaşkanı adayımız temmuzun başında ilan edildi, arkadan süreç geçti, 10 Ağustosta seçimlere girdik, birinci turda seçildik, sonra Genel Başkan adayımızı belirledik. Aynı kişinin Başbakan olacağına inandık ve hepimiz kongreye gittik. Divan Başkanlığı 1.348 imzayla, ittifakla; arkadan, Genel Başkan adaylığı ittifakla; arkadan, sandıktan çıkan…

HASAN ÖREN (Manisa) – Demokrasi bu mu!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Evet, demokrasi bu işte. Demokrasi, imzasına sahip çıkmak; demokrasi, beğendiğine destek vermek; demokrasi, partisini yüceltmek; demokrasi, Türkiye'yi kavgasız, entrikasız, kansız, hilesiz yeni ufuklara açmak, bunu da biz yapıyoruz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlar, kullanılan oyların 6 tane geçersizi var, gerisini aldı, buna kim itiraz edebilir. Sıkıntı şurada: Sıkıntı, Cumhurbaşkanı seçildi bu kişi 10 Ağustosta, 15’inde de Yüksek Seçim Kurulu bunun seçimi kazandığını kesin sonuçlarıyla ilan etti. Peki, ne işi var 28’ine kadar bunun? Biraz önce demiştim, hukuk devletiyiz, hukuka bakmamız lazım. Biz baktık, siz bakmadınız ki müracaat ettiğiniz her yerden ret cevabı geldi, gitmediğiniz yer kalmadı, çalmadığınız kapı kalmadı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tarafsız yargı yok ki!

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) –Hukuk mu koydunuz ortada?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Siz Anayasa Mahkemesini de hâlâ eskisi zannediyorsunuz. Hâlâ YSK’yı, şunu bunu yani bir arka bahçe gibi görmek artık bitti “Yeni Türkiye” dediğimiz şey bu galiba. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Onu siz yaptınız siz!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Arkadaşlar, her yere gittiler, her yerden ret cevabı aldılar, bıkmadılar ama bu arada da 28’i geldi.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – HSYK’yı arka bahçe yapan sizsiniz ama olmadı!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Ahmet Bey, gözünü seveyim, bitti bu işler, boşuna bağırıyorsun, hiç kıymeti yok.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Olmadı, olmadı, yeniden yasa getiriyorsunuz. Çabalayın.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Boş laflar bunlar boş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Atilla Kart arkadaşıma da söyledim, ona da söyledim, boş işlerle uğraşmayın, hukuku iyi okuyun, aklınızı iyi kullanın.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hukuku bitirdiniz!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Netice alacağınız yerlerden bahsedin.

Değerli arkadaşlar, şimdi şuna bakabilir misiniz, biz bunu düşündük, bakınız nasıl düşündük ve hamdolsun yani rahatlıkla söyleyebilirim, MKYK’da olan arkadaşlarımız burada, diğer arkadaşlarımız burada, biz bunları boşuna konuşmuyoruz. Anayasa’nın 101’inci maddesinin son fıkrası ne demek istiyor, 103’üncü maddenin birinci fıkrası ne demek istiyor? 10 Ağustosta seçilen bir Cumhurbaşkanı ne zaman seçilmiş olur, ne zaman göreve başlamış olur? Bu, inanın, anayasa hukukçularımızla, bugüne kadar gelen uygulamalarda ilk olduğu için emsallerine bakmak suretiyle…

KAMER GENÇ (Tunceli) – YSK Başkanını nasıl getirdiğinizi biliyoruz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – …hatta Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararlarına bakmak suretiyle şunu düşündük: Değerli arkadaşlarım, biz Cumhurbaşkanlığı seçimini ilk defa yapıyoruz. 2007’den sonra yedi yıl bekledik ama iki sene evvel de Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nu çıkardık. Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu özel bir kanundur, özel bir kanun da uygulandı. Özel kanunda mazbata ne zaman verilecek, seçim sonuçları ne anlama gelecek, göreve ne zaman başlayacak çok açık bir şekilde yazılmış. Bizim kararımız şöyle ve doğru olduğuna inandık, hamdolsun ki bütün yetkili kurumlar da bunun doğru olduğunu düşündü: Bir Cumhurbaşkanının seçilmiş olduğunu ilan etmek farklı bir şey, üzerindeki Başbakanlık görevini taşıyarak en son, bir önceki Cumhurbaşkanının görev süresinin bittiği tarihte devir teslim yaparak göreve fiilen başlamak, -“… ant içerek başlar.” hükmüne göre, 103’ün 1’inci fıkrasında- ancak böyle mümkün olabilecek. Bizim de aklımız şaştı. Ya, bir insan hem Genel Başkan hem bir Başbakan hem de seçilmiş Cumhurbaşkanı. Şu işe bak, olacak şey mi kardeşim, olacak şey mi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Allah Allah!

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Allah verdikçe veriyor.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yani “Kurban olduğum…” diyeceğim de arkasını bugün getirmeyeyim. Şu işe bakın; hem Genel Başkan hem Başbakan hem Cumhurbaşkanı. Ee, ne yapalım Anayasa böyle diyor, bunu biz istemedik ki. Biz yapmadık mı? Şunu düşünebilirsiniz: Ya, 10 Ağustostan 28’ine kadar bu adam on sekiz gün fazladan yaptı. İyi de 2007’yi niye hatırlamıyorsunuz? 2007’de Sayın Ahmet Necdet Sezer’in görevi Mayısta biti, ben de Meclis Başkanıyım. Görevi bittikten sonra benim vekâlet etmem gerekirken Beyefendi, Sayın Cumhurbaşkanımız dört buçuk ay daha Cumhurbaşkanlığına nasıl vekâlet etmişti, hangi hakla vekâlet etmişti, hangi görevini ifa ederek bunu yapmıştı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Mahkemeye gittiler mi o zaman?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bir de şunu düşünmemiz lazım: Sayın Cumhurbaşkanımız 10 Ağustosta değil, 24 Ağustos yani ikinci turda bu sefer yüzde 56’yla seçildi veyahut da seçildi. Peki, o zaman ne olacaktı? Yani kanun ikinci turu düşünerek hüküm koymuş. Yani 24’ünde seçildikten sonra, “Sen 15’inden beri Başbakan değilsin.” mi diyecektiniz?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tabii.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Böyle bir hüküm mü olacaktı? Akıl var, mantık var…

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Nerede, nerede?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Genç, her yerde var da sende ne kadar var bilmiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli kardeşlerim -Oo, son üç dakikaya girdik, eyvah!- 2023 hedefleri, diğer konulara girmeyeyim.

AHMET YENİ (Samsun) – Gerek yok!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Arkadaşlar, çözüm süreci önemli bir konu. Çözüm süreci çok önemli…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu 49 kişi ne oluyor Bülent Bey? Bu Musul Konsolosluğunda…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - O da çok önemli. Bravo, söylüyorsunuz. Çözüm süreci konusunda…

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Son iki dakika kaldı ama Sayın Bakanım, çözüm sürecini son iki dakikaya bıraktınız, aşk olsun!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Vallahi ne yapayım? Yani kendimi fark edemedim, buraya geldiğimizi. Kusura bakmayın, ama bir başka toplantıda inşallah onu söyleyeceğim.

Şimdi, Sayın Güneş “Bu çözüm sürecinden kimsenin haberi yok.” diyerek bazı örnekler verdi.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Onun haberi yok!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Orası beni ilgilendirmiyor ama “Meclisimizin de haberi yok.” dedi. Yani Sayın Hocam, Bostancı Hocam da “Burada bir komisyon da kurmuştuk.” falan dedi. O önemli değil, önemli olan ne biliyor musunuz? 10 Temmuz 2014 tarihinde, bu Mecliste Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun çıkardık. Yani bir ay öncesinden bahsediyorum.

Peki, bu kanun nasıl çıkmış? Açık oylama sonuçlarını aldım. Şimdi, “evet” oyu veren CHP’lileri ismen okumayayım, adamların işini zora sokmayalım yarın kurultay var da, başka bir şey söylemek istiyorum.

HASAN ÖREN (Manisa) – Bir şey olmaz, hiç merak etme, oku!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bak, 274 kişi katılmış; 235 kabul eden, 36 reddeden. Kabullerin çoğu bizden, şüphesiz HDP’li arkadaşlarımdan. CHP’liler ne yapmış biliyor musunuz? Katılmamışlar, katılanların da hepsi “evet” oyu kullanmış. Sayın Güneş, günaydın! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Nedir bu?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, çözüm süreci, bizim varlık ve yokluk meselesi olarak gördüğümüz önemli bir konudur. Buna devam edeceğiz, içeriği de çok güzel, çok iyi şeyler yapacağız, Parlamentomuza da getireceğiz, bilgi de vereceğiz ve bunu hep beraber yapacağız.

En çok itiraz ettiğiniz kanunda bile 36 tane ret var. MHP duruşundan vazgeçmiyor, o açıdan MHP’yi tebrik etmek lazım. Neden? Yanlış bile olsa duruşundan vazgeçmiyor. O, 36 tane, 30 tane oy kullanmış. Ama siz “Çok iyi ya, şu maddeyi de şöyle yapsanız, biz de oy versek.” diye dolaştınız buraları sadece 6 kişi katılıp “evet” oyu kullandı gerisi katılmadı. Şundan haberiniz olsun: Artık bu kanun bir çerçeve kanundur, yol haritası, yapılacakların hepsi bunun içerisindeki hükümlere göre yapılacaktır ve bunlar kısmen kamuoyuna zaman zaman, rutin bir şekilde aktarmak suretiyle, kısmen de eğer yasal düzenlemeler gerekiyorsa, Parlamentomuza şüphesiz gelecektir ve bazı konuların belki özelliği, hususiyeti sebebiyle her gün dışarıda bunları lak lak konuşmak durumunda değiliz ama bu işin ilgilileri mutlaka bu konularda bilgi sahibi olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Genelkurmay Başkanının da haberi olacak mı?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Arkadaşlar, dün de Musul’daki kardeşlerimizin, yurttaşlarımızın kurtarılmaları konusunda yeminle söylüyorum, gereken her şey fazlasıyla yapılıyor. Yakınlarıyla konuşuyoruz, psikolojilerine destek oluyoruz, oradakilerle irtibat hâlindeyiz.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - İki ay geçti Sayın Bakan. Ölü mü diri mi bunlardan kimsenin haberi yok.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Niye yemin etmek ihtiyacı duyuyorsun Sayın Bakan ya.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ama bunu, bu can konusunu, hayat konusunu ağızlarda sakız hâline getirmek ve buradan Hükûmeti yıpratmaya kalkmak insani değil.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Büyük devlet olduğunuzu gösterin, bir büyük devlet olduğunuzu.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Acizliğinizi ortaya koyuyorsunuz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Onların hayatları söz konusu. Hayatlarının söz konusu olduğu bir yerde bunu sabırla ve Hükûmetin bir görevi olarak beklemek gerekecek.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Sayın Bakan, yemin etmeden konuştuğu zaman inanılmaz şeyler söylüyor herhâlde, inanmak için yemin ediyor.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Hükûmet Programı’mız üzerinde maalesef sürem bitti.

Ben tekrar hepinize çok teşekkür ediyorum. Kamer Genç’e zaman kalmadı, iyi de oldu.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi, sizden başlayalım.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Efendim, Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç konuşmasında “paralel yapı” olarak isimlendirdiği oluşumla Cumhuriyet Halk Partisinin ilişkisi konusunda kamuoyunu yanıltıcı bilgiler verdi.

İkincisi, Cumhurbaşkanı seçim süreciyle ilgili olarak, yine bize yönelik bir değerlendirme yaparken tamamen Anayasa’ya aykırı bir değerlendirme yapmıştır. 69’uncu maddeye göre söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – O zaman yerinizden vereceğim Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, bakın, açacağım o konuyu.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, biliyorsunuz usulümüzü.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bir saniye…

Efendim, sataşma var. Bakın…

BAŞKAN – Hayır, sataşma nedeniyle söz istemediniz. Sataşma nedeniyle söz istediyseniz buyurun.

İki dakika söz veriyorum.

Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, son cümlemi 69’uncu madde olarak bağladım. Sayın Başkan, beni herhâlde dinlemediniz.

BAŞKAN – O zaman yerinizden vereceğim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, 69’uncu maddeye göre sataşma nedeniyle…

BAŞKAN – Tamam, sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

6.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Bülent Arınç’ın konuşmasını üzüntüyle izledim. Anayasa’ya aykırı bir görüşü, Anayasa’ya uymayan bir görüşü Sayın Arınç’ın ağzından duymak doğrusu benim için şaşırtıcı oldu. Sayın Tayyip Erdoğan, Anayasa’yı çiğneyerek Köşk’e çıkmıştır, bu çok açıktır.

Zaman kısa, her konuya giremeyeceğim ama Sayın Arınç, bir şey daha söyledi: “Sayın Ahmet Necdet Sezer görev süresi dolmuş olmasına rağmen, ben Meclis Başkanıydım, bana vekâleti vermedi, dört buçuk ay kendisi Cumhurbaşkanlığına devam etti.” Sayın Arınç, Anayasa’nın 102’nci maddesine lütfen bakın, “Görevi dolan Cumhurbaşkanı yenisi başlayıncaya kadar görevine devam eder.” Size ben bunu yakıştıramadım. Herhâlde bu yoğunlukta bunu atladınız belki.

Asıl söz isteme nedenim şuydu: Sayın Arınç, paralel yapı, hizmet hareketi, eğitim gönüllüleri, her neyse, hangi isimle isimlendirirsek isimlendirelim, bu yapıyla Cumhuriyet Halk Partisinin ilişkisi konusunda bir yanlış değerlendirme yaptı. Sanki Cumhuriyet Halk Partisi bu oluşumla iç içe, beraber gibi bir değerlendirme yaptı.

Değerli arkadaşlar, bir şey daha söyledi: “Paralel yapı bana bugüne kadar, yani 17 Aralığa kadar bakanlarımızın yolsuzluğuyla ilgili hiçbir şey söylemedi.” Evet, Sayın Arınç’a söylememişler ama MİT Müsteşarı, Nisan 2013’te Başbakanın önüne bir not koyarak, bakanlarının Rıza Sarraf’la ilişkisi konusuna dikkat çekmesini istiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Arınç’ın bundan haberi olmamış olabilir, bu bilgi çünkü Başbakana veriliyor.

Değerli arkadaşlar, devlet içindeki yasa dışı oluşumlarla her şekilde biz mücadele etmeye hazırız. Nerede haksızlık varsa biz bu haksızlığın üzerine gideriz. Dün Ergenekon’daki haksızlığın üzerine gittik, Balyoz’un üzerine gittik, o “paralel yapı” olarak isimlendirdiğiniz yapıdaki polislere de kanun dışı bir uygulama yapıyorsanız, bu kanunsuzluğun da üzerine gideriz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Biz kanunsuzluğa muhatap olan kişinin kimliği konusunda bir değerlendirmeden hareketle o kanunsuzluğu hoş görecek veya hoş görmeyecek bir anlayışa sahip değiliz. Biz hukuk devletinden yanayız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Sayın Başkan…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Halaçoğlu.

Bir saniye Sayın Güneş, görüyorum…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkanım, Sayın Arınç herhâlde…

BÜLENT TURAN (İstanbul) – 10 kişilik kontenjan vermişler Pensilvanya’ya parti meclisinde. Basında var şimdi.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sizin bakanlarınız vardı. Ne olmuş yani parti meclisine girecekse?

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Girecek yani…

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – On iki sene bakanlık yaptınız, ortaklık yaptınız!

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Hayırlı olsun.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hayrını siz gördünüz, bize lazım değil.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, bizim açılımla ilgili yanlış oy kullandığımızı söyledi.

BAŞKAN – Anlaşılmadı Sayın Halaçoğlu, bir saniye…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Terör yasasıyla ilgili kullandığımız karşı oyu, yanlış oy olarak nitelendirdi. Sataşmadan söz istiyorum.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Hayır, öyle bir ifade olmadı Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Halaçoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

İki dakika da size söz veriyorum.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Hayır “Doğrudur, yanlıştır. O bir tavırdır, tebrik ediyoruz.” dedi.

7.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim.

“Doğrudur veya yanlıştır”ı şimdi hiç kimsenin tespit etmesi mümkün değil. Bizim bakış açımızdan sizin yaptığınız o yasa yanlıştı ama sadece yanlışın ötesinde Anayasa’yı da ihlal eden bir madde içeren kanundu. Dolayısıyla, bizim ona “hayır” vermemizi yanlış olarak nitelendiremezsiniz. Çözüm sürecinin yanlış olup olmadığı sizin uygulamalarınızdan sonra çok daha açık bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Şimdi, bakın, öncelikle hukuk devletine saygılı olmak zorundasınız. Almanya’da Savunma Bakanının yanında çalışan sekreter Rus ajanı çıktığında, Almanya Savunma Bakanı istifa etmişti.

Şimdi, siz, on iki yıl beraber olduğunuz, sizin getirdiğiniz elemanları bugün tutuklayıp gözaltına alıyorsunuz. Peki, on iki yıldır yanılmanın karşılığı ne olmalıdır sizce? Sadece o kişileri tutup içeriye mi atmak, yoksa on iki yıldır yanılan kişilerin devlet yönetemeyeceğini ortaya koymak mıdır? Önce, buna bakmanız gerekir. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

Dolayısıyla değerlendirmelerinizi kendi açınızdan sadece yapmayın, muhalefetin kullandıkları oylar da en az sizin “evet”leriniz kadar değerlidir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

Sayın Güneş, buyurun.

Siz ne için söz istediniz?

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Efendim, Sayın Arınç benim adımı 2 defa kullanarak sataşmada bulundu. Açıklama yapmak istiyorum.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sataşmayı gerektiren bir ifadesi olmadı Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hayır, 2 defa kullandı da ne söyledi? 2 defa isminizi kullanması sataşma anlamına gelmez ki.

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Bir tanesinde “Günaydın.” dedi. Beyefendi, duymadınız mı, “Günaydın.” dedi, “Yeni mi aydınız?” dedi. Yani müsaade et de ona bir cevap vereyim.

BAŞKAN – Ama Sayın Güneş, biliyorsunuz, her sataşmadan söz isteyen sayın milletvekiline soruyoruz “Sataşan kişi ne dedi?” diye.

Buyurun.

Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

8.- Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş'in, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Evet, değerli arkadaşlar, öncelikle Sayın Arınç’ı kutluyorum. Neden kutluyorum? Çünkü kendisiyle ilgili söylediğim sözlerin doğru olduğunu ve onların arkasında durduğunu ifade etti. Bence, bu, güzel bir davranış. “Ben bunların arkasındayım.” dedi.

AHMET YENİ (Samsun) – Her zamanki hâli…

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Evet, insan söylediği sözün arkasında durur.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Tamam efendim. Bir dakika müsaade edin… Arkasında durdu, iyi bir şey diyoruz fakat…

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Ama siz bağlamını kopardınız.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Müsaade edin beyefendi, konuşturmayacaksanız ineyim.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Buyurun efendim.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Şimdi, bir şey söyledi, bakın, burası çok önemli: “On yıldır yolsuzluktan hiç bahsetmeyenler 17 Aralıkta geldiler -vahiy mi geldi, nedir- birdenbire yolsuzluktan bahsettiler.”

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Parti meclisine giriyor mu, girmiyor mu?

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Güzel, güzel efendim. Fakat bir şey daha söyledi, “Ben kırk yıldır bunların içindeyim, ben bunları çok iyi bilirim.” dedi. Yahu, kırk yıldır içinde bulunduğunuz bir cemaatin, camianın, hizmet hareketinin Haşhaşi olduğunu bilmiyorsanız, o zaman biz size nasıl da güvenip, sizin gaflet içinde bu kadar yıldır olduktan sonra çıkarıp, güvenoyu verelim? İşte, o nedenle sizden umutsuzuz dedim.

AHMET YENİ (Samsun) – Yüce millet bize güveniyor, senin güvenmen önemli değil.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Şimdi, bakınız, Sayın Arınç, ben Kürt sorunundan bahsettim.

AHMET YENİ (Samsun) – Millet güveniyor, millet!

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Mecliste ortakça Kürt sorununun nerelerini çözeriz diye söyledim fakat siz o sırada herhâlde meşguldünüz veya aklınız başka bir yerdeydi. Rakamlar döktüm, Kürt kökenli yurttaşlarımızın Türk kökenli ve ana dili Türkçe olan vatandaşlarımızla olan farkını anlattım fakat tabii, meşgul olabilirsiniz, Hükûmetin işleri çok yoğun, onları dinlememiş olabilirsiniz, sonradan uyanıp gelip bana “Günaydın.” demiş olabilirsiniz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bülent Arınç yaptığı konuşmada “Kamer Genç her zaman çirkinliklerini ortada sergiliyor.” dedi. Sataşmadan söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç, size de sataşmadan söz veriyorum iki dakika.

9.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Bakanlar Kurulu Programı üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada Hükûmet adına gelip konuşan kişilerin doğru konuşması lazım, yalan söylememesi lazım. Şimdi, bir defa, gidiyor diyor ki: “Ben hizmet…” Yani Fethullah Gülen hareketinin içinde olduğunu söylüyor. Eğer bu suçsa sen de suçlusun.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Öyle söylemedi.

KAMER GENÇ (Devamla) – Geçmişte Meclis Başkanlığı yaptığı zaman Bülent Arınç dedi ki: “Meclise soy ismi Arınç olan bir tane adam aldığımı ispatlayamazsınız. İspatlarsanız…” Bir şey söyledi, ben onu şimdi söylemiyorum. Efendim, 3 kişinin soy ismi Arınç çıktı.

AHMET YENİ (Samsun) – Senin oğlun nerede? Oğlun nerede çalışıyor?

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, “paralel yargı” dediler. Bakın, kendileri dediler ki…

AHMET YENİ (Samsun) – Oğlun nerede? Senin çocuğun nerede çalışıyor?

BAŞKAN – Sayın Yeni, lütfen… Sayın Yeni…

AHMET YENİ (Samsun) – Kendi çocuğu nerede, nerede çalışıyor?

KAMER GENÇ (Devamla) – “Askerlere tuzak kuruldu.” dediler.

AHMET YENİ (Samsun) – Oğlun nerede çalışıyor?

KAMER GENÇ (Devamla) – Çıkar burada konuşursun.

“Askerlere tuzak kuruldu.” dediler. Peki, bu askerlerimizi, siz orduyu, donanmayı feshettiniz yahu, Deniz Kuvvetlerini yok ettiniz, elli sene geriye attınız. Şimdi Rusya Kırım’a müdahale ediyor, hani Türk donanması? Onları yok ettiniz. Dolayısıyla, o sizin yok ettiğiniz donanma Türk milletinin bağımsızlığını elinden aldı. Peki, bu askerlere bunlar kumpas kurduğu zaman sen bunun içinde değil miydin? Hani seni güya getirip öldüreceklerdi, ne oldu? Sen ihbar ettin, gittin, subaylar geldiler, yok efendim ağızlarına kâğıt aldılar, yuttular; nasıl oldu da peki, çık burada… Bakın, eğer sorumluluk taşıyan bir kişiysen, orduya iftira attın, subaylara iftira attın yalan çıktı ve bunlara iftira ettiğin için senin çıkıp istifa etmen lazım.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Haydi oradan!

KAMER GENÇ (Devamla) - Ayrıca, ben çirkinlik yapmıyorum, seninle ilgili, sizinle ilgili söylediğim yolsuzlukların hangisi şey? Diyor ki efendim… 17 Aralık ve 25 Aralıkta senin Hükûmetinin bakanlarının hırsızlıkları ortaya çıktı ya.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Haydi oradan, haydi be!

KAMER GENÇ (Devamla) - Tayyip Erdoğan’ın oğlunun evinin altında tonlarca para çıktı, taşıdılar, uçaklarla başka yere gönderdiler. Bunları niye engelliyorsunuz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Sayın Başkan, süreye bakar mısınız?

KAMER GENÇ (Devamla) - Ayrıca da Ali Fuat Yılmazer’e, arkadaşlar, bakın, 500 maaş ikramiye ödemişler.

AHMET YENİ (Samsun) – Oğlun nerede çalışıyor?

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Haydi yürü be, haydi be!

KAMER GENÇ (Devamla) - Bugün paralel dedikleri kişiye, o saygılı denilen kişiye 500 maaş ikramiye ödemişsiniz. Bunlara bu kadar para ödemişsiniz, şimdi diyorsunuz ki “Suçlu bunlar.” Ya, insanda bir utanç olur ya, utanma olur ya. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) – Oğlun nerede çalışıyor söylemedin.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

IV.- HÜKÛMET PROGRAMI (Devam)

1.- Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı'nın görüşülmesi (Devam)

BAŞKAN - Şimdi, Bakanlar Kurulu Programı üzerinde şahsı adına söz isteyen Yılmaz Tunç, Bartın Milletvekili.

Buyurun Sayın Tunç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 62’nci Hükûmet Programı üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

On iki yıllık AK PARTİ iktidarının 5’inci programının görüşmelerini tamamlamak üzereyiz. Bu program, önceki AK PARTİ Hükûmetlerinin parlak geçmişi ile 62’nci Hükûmetin önüne hedef olarak koyduğu parlak gelecek arasında bir köprü olup son on iki yılda her alanda gerçekleştirilen sessiz devrimi yeni bir atılım dönemiyle taçlandırmanın adıdır.

Değerli milletvekilleri, 10 Ağustos 2014 iki bin yıllık Türk tarihinde çok anlamlı bir gün olarak tarihe geçmiştir. İlk kez milletimiz doğrudan Cumhurbaşkanını seçerek yeni Türkiye’nin kapılarını aralamıştır. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi AK PARTİ Hükûmetlerinin gerçekleştirdiği demokratik reformların en önemlisidir. Seçilmiş güçlü Cumhurbaşkanı ile seçilmiş güçlü bir Başbakan ve Hükûmetin uyumlu çalışmasının ortaya çıkaracağı sinerji Türkiye’nin gücüne güç katacaktır.

Hükûmet Programı üzerinde konuşan muhalefet sözcülerini dinledik. On iki yıl öncesini hatırlamayanlar muhalefetin söylediklerine bir an için inanabilirler ancak on iki yıl önceki Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu hafızalarımızdan silmemiz mümkün değildir.

On iki yıl önce eski Türkiye vardı değerli milletvekilleri. Eski Türkiye’de vesayetçi anlayış siyasi iradeye adım attırmazdı. Eski Türkiye’de çeteler, mafyalar vardı; millî irade aleyhinde senaryo yazarlar, karanlık planlar üretirlerdi. Eski Türkiye’de olağanüstü hâl vardı, terör vardı, faili meçhuller vardı. Eski Türkiye’de gözyaşı vardı. Eski Türkiye’nin karakollarında işkence vardı. Eski Türkiye’de boşaltılan, yakılan, yıkılan köyler vardı. Eski Türkiye’de cezaevinde çocuğuyla kendi ana dilinde konuşamayan analar vardı. Eski Türkiye’de bırakın başörtüsüyle devlet dairesinde memurluk yapmayı, üniversitelerde ikna odaları vardı. İkna olmak istemeyen kızlarımız yaka paça üniversitenin kapısından dışarıya atılırdı. Eski Türkiye’de enflasyon vardı, sürekli küçülen bir ekonomi vardı. Eski Türkiye’de IMF vardı. Eski Türkiye borçlu Türkiye’ydi.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Şimdi alacaklı!

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Eski Türkiye’de 1 liranın önünde altı sıfır vardı, paramızın itibarı kalmamıştı. Eski Türkiye’de toplanan 100 lira verginin 86 lirası faiz lobisine gidiyordu. Bırakın yatırım yapmayı, işçimize, memurumuza, emeklimize maaş ödemek için IMF kapılarında el pençe divan durulurdu. Eski Türkiye’de dolar bir gecede 2 katına fırlar, faizler gecelik 5 binlere, 7 binlere fırlar, insanlar bir gecede yoksullaştırılırdı. Eski Türkiye’de Merkez Bankası kasası tam takırdı. Kamu bankaları milyarlarca lira zarar ettiriliyor, özel bankalar tek tek batırılıyor, 50 milyar doları aşan faturası millete kesiliyordu. Eski Türkiye’de işçiden, memurdan çeşitli adlarla paralar kesilir, bir daha ödenmez, unutulurdu. Eski Türkiye’de çiftçinin traktörü hacizliydi. Eski Türkiye’de esnaf kepenk kapatıyor, sokaklara dökülüyor, yazar kasa fırlatıyordu, yazarkasa. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Eski Türkiye millî gelirde bugünkü Türkiye’den 4 kat daha küçüktü, 4 kat daha küçüktü.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Her tarafı yasaklamışsınız!

YILMAZ TUNÇ (Devamla) - AK PARTİ’den önce eski Türkiye vardı değerli milletvekilleri.

Eski Türkiye’de istediğin hastaneye gidemezdin. Eski Türkiye’de istediğin hastaneden, istediğin eczaneden ilaç alamazdın. Helikopter ambulans, uçak ambulans, paletli ambulans hayal bile değildi eski Türkiye’de.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Söylediklerine inanıyor musun?

YILMAZ TUNÇ (Devamla) - Kara ambulansına mazot bulunamazdı, mazot, değerli milletvekilleri. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Eski Türkiye’nin hastanelerinde tomografi için, MR için bir yıl sonrasına gün verilirdi değerli milletvekilleri.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Şimdi ameliyat için iki yıl sonraya gün veriyorlar, iki yıl!

YILMAZ TUNÇ (Devamla) - Eski Türkiye’de bıçak parası vardı. Vatandaşımız parasını ödemeden hastanede ölen bebeğini, cenazesini alamazdı değerli milletvekilleri.

ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) – Yeni Türkiye’de cenazeler çuvalla taşınıyor!

YILMAZ TUNÇ (Devamla) - Bugün evde bakım ücretleri ve hizmetleriyle devletin şefkat elini uzattığı engellilerimizi ve yaşlılarımızı eski Türkiye’de hatırlayan mı vardı?

Eski Türkiye’de kan gölüne dönen daracık yollar vardı değerli milletvekilleri. Eski Türkiye’de 3,5 kilometrelik Bolu Dağı Tüneli’ni 11 hükûmet, 16 bakan bitirememişti. Bugün gururla seyrettiğimiz, ülke genelinde yapılan yüzlerce tünel, binlerce kilometre duble yol, yüz binlerce toplu konut, hızlı trenler, viyadükler, denizin altından tüneller, dünyanın en büyük köprüleri, dünyanın en büyük havaalanları eski Türkiye’de hayal bile değildi. Eski Türkiye’de yolu olmayan köyler vardı, suyu olmayan köyler vardı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi de var.

YILMAZ TUNÇ (Devamla) - Eski Türkiye’de her ilde üniversite olacak, Tunceli’de üniversite olacak, hayal bile değildi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Eski Türkiye’nin bütün fabrikalarını sattınız yalnız, eski Türkiye’den fabrika koymadınız.

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Eski Türkiye’de tablet bilgisayarların, akıllı tahtaların hayalini kurmayı bırakın, öğrencilerimiz –işte, bir hafta sonra okullar açılacak- kitap bulamazdı, kitap.

KAMER GENÇ (Tunç) – Öğrenciler yurt bulamıyor, yurt!

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Eski Türkiye’de okudun, mezun oldun.

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Kırtasiye kuyruklarında öğrencilerimiz günlerce beklerdi.

Eski Türkiye’de gençlerimiz çamur içerisinde spor yaparlardı; çamur içerisinde, toprak sahalarda. Sentetik sahalar, olimpik havuzlar, modern gençlik merkezleri hayaldi eski Türkiye’de.

2002 yılından bu yana her alanda bir tamir ve restorasyon sürecini başlatan ve ülkemizin kronikleşmiş sorunlarını tek tek ele alarak çözen AK PARTİ’nin önü darbe planları, e-muhtıralar, 367 krizleri, kapatma davaları, Gezi olayları, son olarak da 17-25 Aralık darbe girişimleriyle kesilmek istenmişse de AK PARTİ milletin emanetini yine milletin yardımı ve Allah’ın yardımıyla yere düşürmedi ve hiçbir zaman da yere düşürmeyecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İHSAN ÖZKES (İstanbul) – Allah’ı karıştırma ya!

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Milletimiz on iki yıl boyunca kendisini iktidarda hissetmenin hazzını yaşadı değerli milletvekilleri, 81 vilayetimizin her bir köşesinde gerçekleştirilen hizmetlerin mutluluğunu yaşadı, Türkiye’nin dünyayı kıskandıracak dev projelere imza attığını görmenin gururunu yaşıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 62’nci Hükûmet Programı’nın da bundan önceki AK PARTİ hükûmetlerinin milletimize yaşattığı gururu katlayarak devam ettirecek, ülkemizi cumhuriyetimizin 100’üncü kuruluş yıl dönümünde, 2023 hedeflerine ulaştıracak bir yol haritası olduğunu görüyoruz. İleri demokrasi anlayışıyla demokrasimizin standartlarını yükseltmek, temel hak ve özgürlükleri genişletmek, her türlü vesayeti sona erdirmek, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını tam anlamıyla tesis etmek, ulusal güvenliğimizi tehdit eden, devletin varlığına kasteden, onun yapısını çökertmeyi hedefleyen, büyük Türkiye’ye tasallut teşebbüsünde suçüstü yakalanan yapılanmalarla mücadele etmek ülkemiz için önemli hedeflerdir.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” anlayışıyla ekonomi başta olmak üzere eğitimde, sağlıkta, sosyal güvenlikte, medeniyet ve kültürde insani kalkınmayı gaye edinen, yaşanılabilir mekânlar ve çevre hassasiyetini öncelikleri arasına alan, uluslararası bir başarı örneği hâline gelmiş ekonomi politikalarını daha da geliştirerek dev projelerin tamamlanmasını sağlayacak ve ülkemizi her alanda kalkındıracak güçlü ekonomiyi hedefleyen, dış politikada güçlü ve saygın, ileri demokrasi hedeflerini yakalamış, temel hak ve özgürlükleri en geniş anlamda güvenceye almış, terörden, vesayetten kurtulmuş, millî birlik ve beraberliği daha da güçlenmiş, demokratik, müreffeh ve öncü Türkiye’nin inşasının yol haritasını bugün görüştük.

Cumhuriyet Türkiye’mizde hükûmetler gelip geçti, zamanlar gelip geçti ama iz bırakanlar çok az oldu. Şu anda, gelip geçen bir zamanın veya gelip geçecek bir hükûmetin seyir güzergâhında değiliz; dönüşen Türkiye’nin sıçrama noktalarından birindeyiz, tarihin kurulduğu, vesayet düğümlerinin çözüldüğü ve demokrasinin derinleşerek, yaygınlaşarak geliştiği günlerdeyiz. Aziz millet yüksek Parlamentosu aracılığıyla hükmünü icra ediyor, irade artık ne bürokrasiden ne de sanal güç odaklarından güç alıyor. Ahmet Davutoğlu Hükûmetinin görünür başarısını ve reform vizyonunu soluyacağımız günlerin heyecanını yaşıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Bu duygu ve düşüncülerle 62’nci Hükûmet Programı’nın hayırlı uğurlu olmasını diliyor; Sayın Başbakanımıza, sayın bakanlarımıza başarılar diliyor; Allah yâr ve yardımcıları olsun diyorum.

Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Güven oylamasının, Anayasa’nın 110’uncu, İç Tüzük’ün 124’üncü maddeleri gereğince görüşmelerin bitiminden bir tam gün geçtikten sonra yapılması gerekmektedir. Buna göre güven oylaması 06 Eylül 2014 Cumartesi günü yapılacaktır.

Alınan karar gereğince, Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan Bakanlar Kurulu hakkında güven oylaması yapmak için 06 Eylül 2014 Cumartesi günü saat 12.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 18.43



(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.