TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

96’ncı Birleşim

3 Haziran 2014 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İÇİNDEKİLER

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak'ın, İstanbul’un Fethi’nin 561’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat'ın, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın siyasal ve toplumsal sorunları ile Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Antalya Milletvekili Sadık Badak'ın, 1/10/2014’te, Kanada’da, Moncton Üniversitesinde yapılacak “Ermeni Soykırımı ve Kitle Suçları” konulu konferansa ilişkin gündem dışı konuşması

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Sinop Milletvekili Engin Altay'ın, Sinop’un Boyabat ilçesinin Aşağı Seyricek köyünde çıkan yangında oluşan yaraların bir an önce sarılması için Hükûmetin devreye girmesi gerektiğine ve Nazım Hikmet Ran’ın ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Avusturya Federal Konseyi Başkanı Michael Lampel’in beraberinde bir Parlamento heyetiyle birlikte ülkemizi ziyaret etmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 26/5/2014 tarih ve 71 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1503)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Millî Savunma Komisyonu üyesi ve Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu’nun, 4-6 Haziran 2014 tarihlerinde Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’de düzenlenecek olan RACVIAC-Bölgesel Savunma ve Güvenlik Komiteleri Yıllık Toplantısı’na katılmasına ilişkin tezkeresi (3/1504)

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Başkanı Oya Eronat başkanlığında Komisyon üyelerinden oluşan bir heyetin, Hırvatistan Parlamentosu Turizm Komisyonu Başkanı Goran Beus Richembergh’in vaki davetine icabet etmek üzere Hırvatistan’a resmî bir ziyarette bulunmasına ilişkin tezkeresi (3/1505)

B) Önergeler

1.- Kocaeli Milletvekilleri Mehmet Ali Okur, Fikri Işık, Azize Sibel Gönül, Muzaffer Baştopçu, Zeki Aygün ve İlyas Şeker’in, (2/1135) esas numaralı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin geri alındığına ilişkin önergesi (4/162)

2.- İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi’nin, (2/1938) esas numaralı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/163)

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Muş Milletvekili Demir Çelik ve 22 milletvekilinin, 6/6/2012 tarihinde, Muş E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Aydın Kaya’nın ölüm nedeninin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/957)

2.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 41 milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/958)

3.- Mersin Milletvekili Vahap Seçer ve 22 milletvekilinin, hileli ve sağlıksız gıda üretiminin ve bu tür ürünlerin insan sağlığına etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/959)

D) Duyurular

1.- Başkanlıkça, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonlarında siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine düşen birer üyelik için aday olmak isteyen siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerinin yazılı olarak müracaat etmelerine ilişkin duyuru

2.- Başkanlıkça, (10/937, 938, 939, 940, 941, 942, 943, 944, 945, 946 ve 947) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacakları gün, saat ve yere ilişkin duyuru

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasî Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan tarafından, 5/7/1993 tarihli MGK’ye sunulan raporlarla birlikte o gün alınan kararları da kapsayan, bu tarihten sonra gerçekleştirilen ve bir dönemin kaybına neden olan tüm olayların araştırılması amacıyla 13/12/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 3 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- MHP Grubunun, MHP Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Oktay Vural tarafından, vatandaşların artan borçları ve bunun yol açtığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 14/2/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 3 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

3.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Sedef Küçük ve arkadaşları tarafından, ülkemizde basın özgürlüğünün durumu ve basın özgürlüğünün engellenmesiyle ilgili sorunların ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 23/5/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 3 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

4.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; bastırılarak dağıtılan 592 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın kırk sekiz saat geçmeden gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 4’üncü sırasına, yine bu kısımda bulunan 591, 90, 554, 163, 10, 244 ve 335 sıra sayılı Kanun Tasarılarının ise bu kısmın 3, 5, 6, 7, 8, 9 ve 10’uncu sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan ve görüşmelerinin 29 Mayıs 2014 Perşembe günkü birleşimde yapılması kararlaştırılan 381 ve 489 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporlarının görüşmelerinin Genel Kurulun 24 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; 3 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine; 592 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal'ın, Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç’in MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin'in, Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç’in MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Kocaeli Milletvekili Zeki Aygün'ün, Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın AK PARTİ grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar'ın, Kocaeli Milletvekili Zeki Aygün’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

5.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu'nun, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce’nin 591 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler

1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 Milletvekilinin; Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 20 Milletvekilinin; Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 26 Milletvekilinin; Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 24 Milletvekilinin; İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ve 24 Milletvekilinin; İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 22 Milletvekilinin; Mersin Milletvekili MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır ve 19 Milletvekilinin; Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 Milletvekilinin; Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 Milletvekilinin ve Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 20 Milletvekilinin; Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/49, 113, 118, 252, 253, 254, 255, 256, 257, 258) (S. Sayısı: 454)

B) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

3.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/919) (S. Sayısı: 591)

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Plan ve Bütçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

B) Komisyonlara Üye Seçimi

1.- Manisa’nın Soma ilçesinde başta 13 Mayıs 2014 tarihinde olmak üzere meydana gelen maden kazalarının araştırılarak bu sektörde alınması gereken iş sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/937, 938, 939, 940, 941, 942, 943, 944, 945, 946 ve 947) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi

X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Muğla Milletvekili Nurettin Demir'in, Fethiyespor'un antrenman sahasında yapılan inşaata ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç'ın cevabı (7/40214)

2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, kurulduğu iddia edilen Cenaze Nakil Fonuna ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler'in cevabı (7/40280)

3.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça'nın, Balıkesir ili Bandırma ilçesinde bulunan bir futbol tesisine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç'ın cevabı (7/40314)

4.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2014 Şubat ayı itibarıyla Türkiye'de bulunan spor federasyonu sayısına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç'ın cevabı (7/40316)

5.- Muğla Milletvekili Nurettin Demir'in, Muğla'nın Kavaklıdere ilçesinde yapımına başlanan bir spor salonunun inşaatının durdurulmasına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç'ın cevabı (7/40477)

6.- İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel'in, THY'nin bir Afrika ülkesine silah ve askeri malzeme taşıdığı iddialarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/41523)

7.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 2002-2014 yılları arasında şahsının ve ailesinin mal varlığındaki değişime ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/41681)

8.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, vakıflara yapılan bağış ve tahsislere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42422)

9.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, bir vakfa yapılan bağışlara ve vakfın faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42423)

10.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, RTÜK tarafından yeni frekans tahsisi ve boşalan frekans bantlarının diğer mobil haberleşme hizmetlerine tahsis edilmesi ile sayısal yayıncılığa geçiş konularında yürütülmekte olan çalışma ve projelere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42442)

11.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, TRT'nin 50’nci yılı kutlamaları kapsamında satın alınan mal ve hizmetlere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42443)

12.- İstanbul Milletvekili Sedef Küçük'ün, büyükşehir ve il belediye başkanları hakkında Kamu Görevlileri Etik Kuruluna yapılan başvurulara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42446)

13.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, siber saldırılara ve alınan önlemlere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42448)

14.- İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın, kapanan bir gazeteye ve kamu kurumlarının gazetelerde yayımlanan reklamlarına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42452)

15.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, bağlı kurum ve kuruluşlarda çalışan taşeron işçilere ve taşeron işçilerin kadroya alınmasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42453)

16.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, bir vakfa yurt dışından yapılan bağışlara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42454)

17.- Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu'nun, 2003-2014 yılları arasında kayıp kaçak elektrik kullanım oranlarına ve yapılan kontrollere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42589)

18.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında yapılan başvurulara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42590)

19.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, görevden alınan ve görev yeri değiştirilen bürokratlara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42591)

20.- Ankara Milletvekili Sinan Aydın Aygün'ün, Ankara'da doğal gaz satımına kota uygulanmasına ve ön ödemeli doğal gaz sayaçların yol açtığı mağduriyetin giderilmesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42592)

21.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın, siber saldırılara ve alınan önlemlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42593)

22.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, radyoaktif kaynak ve radyoaktif kaynak içeren cihazların ithalat, ihracat ve taşınmalarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42594)

23.- İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın, İstanbul'a yönelik proje ve yatırımlara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42595)

24.- Mersin Milletvekili Ali Öz'ün, Bakanlık tarafından AR-GE konusunda yürütülmekte olan çalışmalara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42596)

25.- Adana Milletvekili Ümit Özgümüş'ün, Suriye'den ülkeye kaçak akaryakıt sokulduğu iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42597)

26.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, bağlı kurum ve kuruluşlarda çalışan taşeron işçilere ve taşeron işçilerin kadroya alınmasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42598)

27.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk'ün, Akkuyu'da yapılması planlanan nükleer enerji santraline ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42599)

28.- İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın, İstanbul'a yönelik proje ve yatırımlara ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/42625)

29.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, Türk Dil Kurumu Başkanlığı tarafından Türkçeyi bilim, kültür, edebiyat ve öğretim dili olarak geliştirmek ve yaygınlaştırmak adına yürütülen çalışmalara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42801)

30.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, Türk Dil Kurumu Başkanlığı tarafından yürütülen Türk İşaret Dili Eğitim Sisteminin oluşturulması projesi ile Türk İşaret Dili Sözlüğü ve Türkiye Türkçesinin Köken Bilgisi Sözlüğünün hazırlanması projelerine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42802)

31.- Van Milletvekili Nazmi Gür'ün, Van'ın Çatak Belediyesi'ne VEDAŞ tarafından sokak aydınlatma gideri adı altında borç çıkarılmasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42830)

32.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın, Borçka Muratlı Barajı'na ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42831)

33.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın, Artvin Deriner Barajı'na ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42832)

34.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan'ın, Borçka Barajı'nda üretilen enerjiye ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/42833)

35.- Muş Milletvekili Demir Çelik'in, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan dillerle ilgili yapılan çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42893)

36.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, bir TV kanalına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/42895)

37.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi'nin, Merkezi Uzlaşma Komisyonu tarafından yapılan vergi cezası indirimlerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/42942)

38.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, RTÜK tarafından yürütülmekte olan bazı çalışmalara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/43211)

39.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, Türkiye'deki medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/43212)

40.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, RTÜK tarafından kullanılan Sayısal Kayıt Arşiv ve Analiz Sistemi ile ilgili çeşitli hususlara,

RTÜK tarafından kullanılan Sayısal Kayıt Arşiv ve Analiz Sisteminin kapasitesinin artırılması ile ilgili çalışmalara,

Analog televizyon yayınlarının hangi tarihte tamamen sonlandırılacağına,

2002-2013 yılları arasında Türkiye'de yayın yapmakta olan ve yabancı sermayedarı bulunan radyo ile televizyonların sayısına,

İlişkin soruları ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/43214), (7/43215), (7/43217), (7/43218)

41.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, 2002-2014 yılları arasında RTÜK tarafından bastırılan kitaplara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/43216)

42.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, 18.04.2014 tarihinde gerçekleştirilen bir operasyonla ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/43305)

43.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, 2011-2014 döneminde temsil ve ağırlama ödeneğinden yapılan harcamalara ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/43307)

44.- İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın, siyasî parti kurma başvurularına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın cevabı (7/43313)

45.- Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın, 2011-2014 döneminde temsil ve ağırlama ödeneğinden yapılan harcamalara ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/43346)

46.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz'ün, bazı kişiler hakkındaki mal varlıklarının dondurulması kararının kaldırılmasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/43379)

47.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, son üç yıl içerisinde gerçekleştirilen temsil, ağırlama, tören ve tanıtım harcamalarına,

Son iki yıl içerisinde yapılan temsil, ağırlama, tören ve tanıtım harcamalarına,

İlişkin soruları ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/43419), (7/43563)

48.- Kastamonu Milletvekili Emin Çınar'ın, Genel Kurul çalışmalarının yayımlanması için bir televizyon kanalı kurulmasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/43488)

49.- Kastamonu Milletvekili Emin Çınar'ın, yeni Halkla İlişkiler Binasında milletvekillerinin kullanımı için alınan bilgisayarlara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut’un cevabı (7/43489)

50.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin, çalıntı nüfus cüzdanı, ehliyet ve pasaport bilgileriyle kurulan şirketlere ve yaşanan mağduriyetlere ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/43636)

3 Haziran 2014 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

----- 0 -----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, İstanbul’un Fethi’nin 561’inci yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak’a aittir.

Buyurun Sayın Torlak. (MHP sıralarından alkışlar)

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak'ın, İstanbul’un Fethi’nin 561’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

 

D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul’un Fethi’nin 561’inci yıl dönümü sebebiyle Milliyetçi Hareket Partisi adına söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ortaya çıkardığı siyasal, sosyal ve kültürel sonuçları itibarıyla dünya tarihinin dönüm noktalarından biri olan İstanbul’un Fethi’nin 561’inci yıl dönümüne ulaşmış bulunuyoruz. Tarih sahnesinde birçok devleti etkileyen ve çağların belirlenmesine yön veren gelişmelerden birisi de İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesidir. Fetih, Sultan Alparslan ve Ertuğrul Gazi’yle yüzyıllar öncesinde başlayan atılımın ve büyüme ülküsünün zirveye yükseldiği, gelecek asırların önünün açıldığı çok önemli bir hamlenin adı olmuştur.

İstanbul’un Fethi sadece bir şehrin fethi olarak görülmemelidir. İstanbul’un Fethi, yeni bir uygarlığın, yeni bir çağın, yeni bir dünya ve insanlık anlayışının yükselişi olarak kavrandığı zaman gerçek anlamını bulacak bir hadisedir. İstanbul’un Fethi, Sultan Fatih’in insanlığın üzerine çökmüş kasvetli ve karanlık bulutları dağıttığı gündür. İstanbul’un Fethi, Türk devletini lider ülke yapmak üzere Yesi’den, Malazgirt’ten, Söğüt’ten itibaren gönüllerde saklı duran kutlu öykünün zirveye ulaştığı, nesilleri aşan, millî hedeflerin ve millî sabrın bir zaferi olarak ortaya çıktığı tarihî bir andır. İstanbul’un Fethi, tarihin akışını değiştirerek insanlığın gelişimine yeni ufuklar açmış büyük bir ülkünün, disiplinli ve sistemli bir çalışmanın, tartışılmaz bir inancın ürünü olarak İstanbul’u bir kültür, inanç ve medeniyet merkezi hâline getirmiştir. Sultan Fatih’in, genç yaşına rağmen ulaştığı bu başarıda, Anadolu’nun fethinden başlayarak İstanbul’un Fethi’ne ulaşan, bayraklaşan vatan sevgisini burçlarına diken Ulubatlı Hasanları, Akşemseddinleri, Molla Güranileri yetiştiren büyük Türk milletinin azim ve kararlılığını unutmamamız gerekir.

Fetihten sonra İstanbul, farklı etnik ve inanıştaki insanların huzur ve barış içinde bir arada yaşadıkları örnek alınacak bir uzlaşma  kültürünün de beşiği olmuştur. Tarihin derinliklerinde anlam bulan tam bir adalet içinde ve bir arada yaşama ideali bugünlere de örnek olacak özelliklerdedir. Hâlâ, “Osmanlı barışı” olarak anılan bu üstün yönetim ve paylaşım ortamını sağlayan unsur, şüphesiz ki Türk milletinin kudreti, asaleti ve adalet anlayışı olmuştur.

Değerli milletvekilleri, milletlerin hafızaları tarihleridir. Tarihlerini unutan milletler, kimliklerini bir gün elbet kaybederler, aynı, günümüzde yapılmak istenen gibi. O nedenle, insanlık için yeni bir çağ açan büyük Türk milleti bugün ne durumdadır? Bugün milletimizin, vatan toprağımızın karşı karşıya kaldığı sorunlar nelerdir? Milletimiz, içinde bulunduğu çıkmazları nasıl aşabilir? Bunlar, fethin 561’inci yıl dönümünde cevabını aramamız gereken en önemli sorular olarak karşımızda durmaktadırlar.

Avrupa ve Balkan devletlerinin, Osmanlıyı Balkanlardan atma çabaları sonuçsuz kalırken, bugün Türk milleti Anadolu’da bölünme tehlikesi yaşamaktadır. Asırlardır, Türk’e, düşman tarafından yapılamayanların bugün siyasi irade eliyle yapılmakta olduğu utanç verici bir tabloyla karşı karşıyayız. Bugün geldiğimiz noktada ise tarihî güzelliğinden, anlamından, maalesef, çok uzaktır. Sürekli ve istikrarsız artan nüfusu, siyasi iradenin doğal ve tarihî zenginliğe yaptığı tahribat ve artan asayiş sorunu, İstanbul’u bir kültür başkenti olmaktan hızlıca uzaklaştırmaktadır.

Dileğimiz, İstanbul’un tüm sorunlarının bittiği, giderek silinmeye yüz tutan millî ve manevi değerleri ile doğal güzelliklerini yeniden kazanması, huzur, barış ve kalkınmanın sembolü olarak dünyaya yön veren bir merkez hâline gelmesidir.

Bu duygu ve düşüncelerle, başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere, fetihte yer alan ecdadımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı ikinci söz, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın siyasal ve toplumsal sorunları ile Cumhurbaşkanlığı seçimi hakkında söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’a aittir.

Buyurun Sayın Özbolat. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat'ın, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın siyasal ve toplumsal sorunları ile Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin gündem dışı konuşması

 

DURDU ÖZBOLAT (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yurt dışında yaşayan yurttaşlarımızın siyasal ve toplumsal sorunlarıyla ilgili ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri hakkında gündem dışı söz aldım, o vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, yurt dışında yaşayan yurttaşlarımızın siyasal, toplumsal ve sosyal sorunları henüz tam olarak çözümlenememiştir. Geçici, kısmi ve bölgesel çözümler, var olan sorunları ortadan kaldırmadığı gibi, karmaşık ve yeni sorunlar yaratmaktadır. Bu nedenle, yurt dışında yaşayan kardeşlerimizin karşılaştığı sorunlara çözüm üretmek ve bu sorunları ortadan kaldırmak, yüce Meclisin en önemli görevlerinden birisidir.

Hâlen yurt dışında 4 milyonu AB ülkelerinde, 300 bini Kuzey Amerika’da, 200 bini Orta Doğu’da, 150 bini Avusturalya’da olmak üzere 5 milyondan fazla yurttaşımız yabancı ülkelerde yaşamaktadır. Buna karşın, göçmen vatandaşlarımızın Türkiye tarafından çözülmesi gereken sorunları hâlâ varlığını koruyor. Çifte vatandaşlık, Türkiye'de siyasal temsil hakkı, emeklilik hakkı, vize sorunları, öğretmen ihtiyacı, iki dilli eğitimin sağlanması, eğitimde fırsat eşitliği, pasaport harçları, dövizli askerlik, vatandaşlık hakları, konsolosluk hizmetleri ve resmî temsilci statüsünde olan kurum ve kuruluşlarda görülen partizanlık gibi birçok sorun ortadan kalkmamıştır.

Avrupa’da elli yılı aşkın bir göç tarihi olmasına rağmen vatandaşlarımız hâlâ eşit haklara sahip değil. Bu durum, Avrupa’daki demokrasi açısından da kabul edilemez. Maalesef, eğitimde, iş yaşamında, kamu görevinde başta olmak üzere, hayatın birçok alanında ayrımcılık sürmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinde birtakım bürokratik engellerin kaldırılması gerekir.

Aile birleşimi anayasal bir haktır ve bu konuda Anayasa’yı ihlal eden engelleyici unsurlar kaldırılmalıdır.

Avrupa’nın birçok ülkesinde işsizlik artmaktadır. Bunun nedeni, uygulanan denetimsiz neoliberal ekonomik politikalardır. Göçmen işçilerin yaşanılan işsizlikten ve ekonomik krizden sorumlu tutulması büyük bir çarpıtmadır. Bu görüş ve tutumlarla hem uluslararası toplumun hem de Türkiye Cumhuriyeti devletinin daha etkin mücadele etmesi gerekiyor.

Hükûmetin yurt dışında yaşayan yurttaşlarımıza yönelik politikaları son derece tutarsız, çözüm üretmeyen, dışlayıcı ve göstermelik politikalardır.

Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, göçmen işçilerin sorunları ve bu sorunları çözmeye yönelik bir kurum olarak görülmektedir. Bu kurum, maalesef, iktidarın arka bahçesi olmaktan öteye gidememiştir.

Türkiye, göçmenlerimizi yaşadıkları ülkelerin vatandaşlığını almaları ve siyasi hayata aktif olarak katılmaları için teşvik etmekle birlikte, gurbetçi vatandaşlarımızın siyasal temsil sorununu henüz çözememiştir.

Seçme ve seçilme ve siyasi temsil hakkının korunması ve geliştirilmesi, tüm demokratik rejimler açısından en önemli meşruiyet sorunudur. Sadece seçme hakkı tanınması veya belirli bir sınıfa, kimliğe, gruba seçilme ve siyasi temsil hakkının verilmesi, parlamenter demokrasiyi tartışmalı hâle getireceği gibi, demokratik hukuk devleti ilkelerini de sakatlayacaktır.

Yurt dışında yaşayan 3 milyona yakın vatandaşımız, sadece seçmen olarak sürece katılmış ve mavi kartlılar bu haktan mahrum edilmiştir. Bu sistemin tam işleyebilmesi için, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın seçilebilmelerinin de önü açılmalıdır.

Daha önce vermiş olduğum kanun teklifinde… Özellikle de yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın, seçmenin yüzde 5,3’üne denk gelmesi göz önünde bulundurularak, sadece yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın Parlamentoda temsil edilmesinin önü açılabilir.

Ayrıca, 298 sayılı Kanun’un 95’inci maddesine göre, oyların hazır bulunanların huzurunda tasnif edilmesi gerekir. Şimdi, ne yazık ki, yurt dışında oylar kullanılacak, dört gün boyunca devam edecek, odalarda saklanacak, sonra bir uçakla, kargoyla Türkiye’ye getirilecek. Değerli arkadaşlar, 100 metre mesafede bile oyların tartışmalı olduğu bir ülkede, oyların 3-4 bin kilometre mesafeden getirilmesi, bir tartışmaya neden olacaktır. O yüzden, oyların, kullanıldığı ülkelerde sayılması şarttır ve bu problemin bir an önce çözülmesi lazım. Aksi takdirde, özellikle Avrupa’da, Türkiye bu konuda sonucu ne olursa olsun çok tartışmalı bir sürece girecektir.

Ben, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın bütün problemlerinin çözüleceği bir dünya umuduyla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı üçüncü söz, Kanada’da, Moncton Üniversitesinde yapılacak “Ermeni Soykırımı ve Kitle Suçları” konulu konferans hakkında söz isteyen Antalya Milletvekili Sadık Badak’a aittir.

Buyurun Sayın Badak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- Antalya Milletvekili Sadık Badak'ın, 1/10/2014’te, Kanada’da, Moncton Üniversitesinde yapılacak “Ermeni Soykırımı ve Kitle Suçları” konulu konferansa ilişkin gündem dışı konuşması

 

SADIK BADAK (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1 Ekim 2014’te, Kanada Moncton Üniversitesinde 1915 yılına atıfta bulunularak “Ermeni Soykırımı ve Kitle Suçları” başlığıyla bir konferans yapılacağı öğrenilmiştir. Tek taraflı hazırlanmakta olan konferansın barışa katkı sağlamayacağını, aksine, radikal ırkçılığı cesaretlendireceğini Kanada Dostluk Grubu Başkanı olarak ifade etmek isterim.

Yedi yüz yıl boyunca Anadolu’da komşularıyla kardeşçe yaşayan, ortak tarım, ticaret, esnaflık yapan Ermenilerden bir kısmına 1870’li yıllardan itibaren bulaşan radikal ırkçılık virüsü, onları etraflarına saldıran davranışlara sürüklemiştir. Irkçı ideolojiye dayanan Taşnak ve Hınçak partilerinin kayıtlarında “Büyük Ermenistan” hayaliyle komşularını yok ederek hedeflerine terör yoluyla varma amaçları açıkça görülmektedir. Bugünkü Ermenistan Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı olan Kaçaznuni’nin, Taşnak Partisinin 1923 Kongresi’nde söylediği “Ermenilerin başlarına gelen felaketlerin başlıca sorumlusu, doğrudan doğruya Taşnak Partisidir.” sözleri tutanaklardadır.

Radikal, ırkçı, ayrımcı ideolojiyle kurulan Ermeni komitaları 1890-1915 arasında yirmi beş yıl boyunca 40 civarında isyan ve terör olayı gerçekleştirmiştir. Savaş yıllarında Ermenilerin, Rus ordusunun desteğiyle Erzurum, Yozgat, Van, Ardahan, Kars ve çevrelerinde 500 binden fazla Müslüman’ı çeşitli yöntemlerle katlettikleri, kullandıkları yöntemlerden biri olan ekmeklerine siyanür koyarak Van’da 8 bine yakın Müslüman’ı öldürdükleri yerli ve yabancı kaynaklarda yer almaktadır. Osmanlı Devleti, saldırıya uğrayan Türkleri, Kürtleri, Arapları, Süryanileri ve sivil Ermenileri korumak için 24 Nisan 1915’te ırkçı Taşnak ve Hınçak partileri ile Ermeni komitalarını kapatmış, Göç ve İskân Kanunu’nu uygulamaya koymuştur. Fakat, radikal Ermenilerin saldırı amaçlarının hâlâ değişmediği, 1990’lı yıllarda yaptıkları Nahçıvan, Karabağ ve Hocalı katliamlarıyla da üzülerek takip edilmektedir.

10 milyon insanın öldüğü Birinci Dünya Savaşı’yla 40 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı’nı tetikleyen sebeplerden birinin radikal ırkçılık olduğu açıkça bilinmektedir. Ne yazık ki son dönemde müttefik ülkelerde de geliştiği görülen ırkçılık ve ayrımcılık, Batı değerleriyle de Türk ve İslam değerleriyle de bağdaşmamaktadır. Modern dünya veremle, sıtmayla, kanserle, vebayla mücadele ettiği gibi toplumlara musallat olan radikal ırkçılıkla da ortak mücadele etmelidir.

Uzun yıllardır ırkçı ayrılıkçılarla mücadele eden ve radikal ırkçı değerleri paylaşmadığını bildiğimiz dost Kanada yetkililerinin ve Kanadalı siyasi meslektaşlarımın 1910’lu yıllarda Anadolu’da yaşananlarla ilgili tüm devletler ve taraflarda bulunan arşivlerin bilim adamlarının incelemesine açılmasına öncülük etmesini temenni etmekteyim.

Bu konularda ülkemizde tasnif çalışmaları süren 95 milyon belge olup, bunların 40 milyonu hizmete sunulmuştur. 2013 yılında yurt dışından 530 araştırmacı arşivlerimizden yararlanmıştır. Bilim adamları özgürce çalışmalı, bulgularını konuşabilmeli, mukayese edebilmelidir. Ancak sadece Ermeni tarihçiler değil, diğer toplumların tarihçileri de radikal Ermeniler ve onlar üzerinden politika geliştirenlerin sansürleriyle ve hapsetme, cezalandırma tehditleriyle baskı altındadır. Tek taraflı iddialarla yapılacak konferanslar, bilgi kirliliğini artırmaktan başka bir işe yaramayacak, buna karşılık, belgelere dayanan ortak çalışmalar, çözüm yolunda daha çok katkı sağlayacaktır.

Son olarak, Sayın Başbakanımızın 23 Nisan 2014 tarihinde yayınladığı mektupta işaret ettiği gibi, Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşananların hepimizin ortak acısı olduğu fakat 1915 olaylarının Türkiye’ye karşı bir siyasi çatışma konusu hâline getirilmesinin kabul edilemeyeceğini, bilimsel bir tarih komisyonunda Türk, Ermeni ve uluslararası tarihçilerin yapacağı çalışmanın, olayların aydınlatılmasında önemli bir rol oynayacağı ve bu çağrımıza bağlı olduğumuz vurgularını bir kez daha dikkatlere sunmak isterim.

Bu düşüncelerle, yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Altay, söz talebiniz var.

Buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Sinop Milletvekili Engin Altay'ın, Sinop’un Boyabat ilçesinin Aşağı Seyricek köyünde çıkan yangında oluşan yaraların bir an önce sarılması için Hükûmetin devreye girmesi gerektiğine ve Nazım Hikmet Ran’ın ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

 

ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçtiğimiz cumartesi günü Sinop ili Boyabat ilçesi Aşağı Seyricek köyümüzde çıkan yangın neticesinde toplam 31 ev tamamen kül olmuştur. Köyde zaten 42 hane olduğu düşünüldüğünde çok trajik, vahim bir manzarayla vatandaşlarımız karşı karşıya kalmışlardır. Tek tesellimiz, can kaybının olmayışıdır. Bu da yangının gündüz çıkmasından kaynaklanmıştır. Genel Kurulda Hükûmet üyesi bir sayın bakan göremiyorum ama bu yangın sonrasında yaraların sarılması noktasında Hükûmetimizi çok acil devreye girmeye, yaraların bir an önce sarılması için katkı sunmaya davet ediyorum. Bu vesileyle, Boyabat ilçesi Aşağı Seyricek köylülerimize büyük geçmiş olsun dileğinde bulunuyorum.

Yine, Sayın Başkan, vatan ve özgürlük şairi Nazım Hikmet Ran’ın ölüm yıl dönümünde kendisini rahmetle, minnetle, şükranla anmak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Avusturya Federal Konseyi Başkanı Michael Lampel’in beraberinde bir Parlamento heyetiyle birlikte ülkemizi ziyaret etmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 26/5/2014 tarih ve 71 sayılı Kararı’yla uygun bulunduğuna ilişkin tezkeresi (3/1503)

30 Mayıs 2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Avusturya Federal Konseyi Başkanı Michael Lampel'in beraberinde bir Parlamento heyeti ile birlikte ülkemizi ziyaret etmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 26 Mayıs 2014 tarih ve 71 sayılı Kararı ile uygun bulunmuştur.

Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7’nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

Cemil Çiçek

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Kanun teklifinin geri alınmasına dair önerge vardır, okutuyorum:

B) Önergeler

1.- Kocaeli Milletvekilleri Mehmet Ali Okur, Fikri Işık, Azize Sibel Gönül, Muzaffer Baştopçu, Zeki Aygün ve İlyas Şeker’in, (2/1135) esas numaralı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin geri alındığına ilişkin önergesi (4/162)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

10/01/2013 tarihinde vermiş olduğumuz 2/1135 esas numaralı Kanun Teklifi’mizi geri çekiyoruz.

Gereğini saygılarımızla arz ederiz. 27/05/2014

              Mehmet Ali Okur                                     Fikri Işık                                    Azize Sibel Gönül

                      Kocaeli                                             Kocaeli                                             Kocaeli

             Muzaffer Baştopçu                                 Zeki Aygün                                       İlyas Şeker

                      Kocaeli                                             Kocaeli                                             Kocaeli

 

 

BAŞKAN – Millî, Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda bulunan teklif geri verilmiştir.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Muş Milletvekili Demir Çelik ve 22 milletvekilinin, 6/6/2012 tarihinde, Muş E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Aydın Kaya’nın ölüm nedeninin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/957)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

19 Ocak 2012 tarihinde tutuklanarak Muş E Tipi Kapalı Cezaevine gönderilen Muş Bulanık Liz (Erentepe) BDP Başkanı Aydın Kaya, 6 Haziran 2012 tarihinde, kesin olmamakla beraber, geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiştir. Aydın Kaya’nın, tutuklu bulunduğu Muş E Tipi Kapalı Cezaevi’nde gerçekleşen ölümünde cezaevi yönetiminin ihmalinin tespiti ve ölümü üzerindeki şüphelerin aydınlatılması için Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Demir Çelik                                                (Muş)

2) Pervin Buldan                                            (Iğdır)

3) Hasip Kaplan                                             (Şırnak)

4) Sırrı Sakık                                                  (Muş)

5) Murat Bozlak                                              (Adana)

6) Halil Aksoy                                                 (Ağrı)

7) Ayla Akat Ata                                             (Batman)

8) İdris Baluken                                              (Bingöl)

9) Hüsamettin Zenderlioğlu                           (Bitlis)

10) Emine Ayna                                             (Diyarbakır)

11) Nursel Aydoğan                                       (Diyarbakır)

12) Adil Zozani                                               (Hakkâri)

13) Esat Canan                                              (Hakkâri)

14) Sırrı Süreyya Önder                                 (İstanbul)

15) Altan Tan                                                 (Diyarbakır)

16) Sebahat Tuncel                                        (İstanbul)

17) Mülkiye Birtane                                        (Kars)

18) Erol Dora                                                 (Mardin)

19) Ertuğrul Kürkcü                                        (Mersin)

20) İbrahim Binici                                          (Şanlıurfa)

21) Nazmi Gür                                                (Van)

22) Özdal Üçer                                               (Van)

23) Leyla Zana                                               (Diyarbakır)

Gerekçe:

Uzun süredir gerçekleşen imha, inkâr ve siyasi soykırım operasyonları sonucu, aralarında halk iradesi ile seçilmiş milletvekillerinin de bulunduğu 190’ı seçilmiş toplam 8 bini aşkın siyasi tutuklu ve hükümlü, hâlen cezaevlerinde insanlık dışı koşullarda yaşama mücadelesi vermektedir. Yaşam koşullarının çok ağır ve yetersiz olduğu cezaevleri, yatak kapasitelerinin üzerinde hizmet vermekle beraber, tutuklu ve mahkûmlar bu yetersiz koşullarda insanlık dışı muamelelerle karşılaşmaktadır. Son on yılda yüzde 200 artan tutuklu sayısı mevcut cezaevleri kapasitesinin çok üzerindedir. On bir yıl önce "hayata dönüş" operasyonlarında katledilen 28 mahkûma ve geçtiğimiz günlerde Pozantı Cezaevi’nde meydana gelen çocuk mahkûmlara karşı uygulanan kötü muameleye ve işkenceye bakıldığında, devletin adalet anlayışında ve dolayısıyla insan haklarına bakışında dünden bugüne bir ilerleme olmadığı görülecektir. Adalet Bakanlığının verilerine göre 1997 yılında eceli ile ölen mahkûm sayısı 123 iken bu rakam 2011 yılında 268'e yükselmiştir. Dolayısıyla bu durum göstermektedir ki devlet, yaşatmakla mesul olduğu tutuklu ve mahkûmlara karşı insan hakları ihlallerini artırmış ve insan hayatını hiçe saymıştır.

Cezaevindeki yaşam koşullarının yetersizliği ve en önemlisi sağlık ihtiyaçlarının giderilmesinde ciddi eksikliklerin bulunması, yaşam hakları devlet güvencesinde olan tutuklu ve mahkûmları her gün yeni bir insan hakları ihlali ile karşı karşıya bırakmaktadır. Özellikle sağlık personeli ve tıbbi yardım anlamında yaşanan eksiklikler insan yaşamına mal olacak kadar büyük bir sorunu beraberinde getirmektedir. Türkiye cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısındaki rekor artışın sağlık problemlerini de beraberinde getirdiği bir gerçektir.

Türkiye'deki cezaevlerinde hasta tutuklu ve hükümlülerin yaşadığı sağlık sorunları ve meydana gelen ölümler, cezaevlerindeki sağlık hizmetlerinin yetersiz kalmasından kaynaklanmaktadır. Hâlen cezaevlerinde 248 ağır hasta tutuklu bulunurken, bunlardan 42'si ise ölüm sınırında yaşam mücadelesi vermektedir. Ölüm sınırında olan ve cezaevinde tedavisi yapılmayan hasta tutuklular için Adli Tıp Kurumunun "Cezaevinde kalmasında bir sakınca yoktur." raporu vermesi ise tutuklu ve hükümlüleri âdeta ölüme terk etmektedir.

19/01/2012 tarihinde tutuklanarak Muş E Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderilen BDP Muş Liz (Erentepe) Belde Başkanı Aydın Kaya, 6 Haziran 2012 tarihinde kesin olmamakla beraber, cezaevinde geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiştir. 29/03/2012 tarihinde rahatsızlanarak nöbetçi doktora başvuran Kaya, doktor tarafından muayene edildikten sonra nöroloji servisine sevk edilmiş ve medikal takibe alınmıştır. Geçen sürede şikâyetleri artan Kaya 31/05/2012 tarihinde tekrar doktora gitmek istemiş ve tahlil, röntgen, MR gibi tıbbi tetkikleri yapılarak tekrar cezaevine geri gönderilmiştir. Tetkik sonuçlarının 4 Haziran 2012 tarihinde hastaya iletileceği söylenmiş olmasına rağmen hastanın hayatını kaybettiği tarih olan 6 Haziran tarihine kadar sonuçlar gelmemiştir.

Cezaevi kamera kayıtlarından alınan görüntülere göre Kaya'nın saat 17.00 civarı rahatsızlandığı tespit edilerek 17.09'da koğuş kapısı açılmış ve hastanın acil müdahaleye ihtiyacı olduğu tespit edilmiştir. Cezaevinde kadrosu olmasına rağmen doktor olmadığı için Kaya'ya acil müdahale yapılamamıştır. İğne yapmaya bile yetkisi olmayan cezaevinin 2 sağlık memuru da müdahalede bulunamamış, sedye üzerinde taşınması gereken hasta basit bir battaniye üzerinde taşınarak saat 17.13'te koğuşundan dışarı çıkartılmıştır. Saat 17.20 itibarıyla ambulansa nakledilen Kaya, 17.26'da Muş Devlet Hastanesine sevk edilmiş fakat hastanede hayatını kaybetmiştir.

Cezaevinde kadrosu bulunmasına rağmen doktorun olmayışı, sağlık memurlarının iğne yapmaya dahi yetkilerinin bulunmaması ve böylesi acil durumlarda cezaevi revirinin yetersiz oluşu bir insanın canına mal olmuştur. İlk müdahale gerçekleştiğinde yaşama şansı olan Kaya, âdeta ihmaller zinciriyle ölüme mahkûm edilmiştir. Hâlen Muş E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan 900'ü aşkın tutuklu ve mahkûm, gerekli modern sağlık koşullarından yoksun, Aydın Kaya'nın maruz kaldığı yetersizlik ve ihmallerle karşı karşıyadır.

6 Haziran 2012 tarihinde yaşamını yitiren Aydın Kaya'nın, tutuklu bulunduğu Muş E Tipi Kapalı Cezaevi’nde gerçekleşen ölümünde başta Adalet Bakanlığı olmak üzere, cezaevi yönetiminin ihmalinin tespiti ve ölümü üzerindeki şüphelerin aydınlatılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde bir araştırma komisyonu kurulması gerekmektedir.

2.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 41 milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/958)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kadını şiddetten koruma amaçlı, 1998 yılında çıkarılan ilk yasa olan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un ardından 2007 yılında düzenlemeler yapılmış ve kadına yönelik şiddet konusunda 11 Mayıs 2011 tarihinde Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 18 ülke tarafından imzalanan ve ilk olarak Türkiye tarafından onaylanan "İstanbul Sözleşmesi" adı da verilen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi yürürlüğe girmiştir. 4320 sayılı Kanun’la yapılan düzenlemelere rağmen, hâlâ  kadına karşı şiddetin önlenemediği ve yetersiz kaldığı gerekçesiyle 20/03/2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun çıkartılmıştır.

Ülkemizde yasal haklar konusunda kadının insan haklarında kâğıt üzerinde ilerleme olduğu görülse de, yayınlanan istatistikler kadınların haklarını kullanma konusunda dünya sıralamasında gerilerde yer aldığını göstermektedir. Dünya Ekonomi Forumu’nun 2010 yılı raporuna göre, Türkiye'nin Avrupa ülkeleri arasında sonuncu, 134 ülkenin genel sıralamasında ise 126’ncı olduğu gösterilmiştir.

Sayın Bakan Fatma Şahin 24 Mayıs 2012 tarihinde Kütahya'da “Aile İçi Şiddetle Mücadele” konulu sempozyumda yaptığı konuşmasında "Artık ‘derhâl müdahale’ denilen kolluk kuvvetinin yetkisini güçlendirdik ve mahkeme kararına gerek kalmadan derhâl korumayı anında yapabiliyoruz." demiştir. Bu açıklamaya rağmen kadına karşı gerçekleşen şiddet vakaları her geçen gün gazetelerde artarak haber olmaya devam etmektedir. Örneğin, İzmir'in Buca ilçesinde yaşanan olayda maruz kaldığı şiddet nedeniyle eşinden boşanan kadın daha sonra yakınlarının araya girmesi ve çocuğunun babasız büyümesini istemediği için tekrar eşiyle bir araya gelmiş fakat üzerine kızgın yağ dökülerek eşi tarafından şiddet görmeye devam etmiştir.

Küçükçekmece'de şiddetli geçimsizlik nedeniyle babaevine dönen ve dört aydır eşiyle ayrı yaşayan kadın daha önce de eşi tarafından ölümle tehdit edilmiş, suç duyurusunda bulunmuş ancak eşinin karakolda ifadesi alınıp serbest bırakılmış, daha sonra ise eşi tarafından 23 Nisan törenlerinde okul çıkışı çocuğunun gözü önünde 17 defa bıçaklanarak öldürülmüştür.

Yine, basına yansıyan bir haberde, Konya'da eşinden kurtulmak isteyen kadının “Uyuşturucu ticareti yapıyorum.” diyerek kendini ihbar etmesi, hapis cezasını tercih etmesi, kadına karşı şiddetin devam ettiğinin ve kadınların çaresiz kaldığının, yeterli koruma desteği almadığının birer göstergesidir. Örneklerini çoğaltmak mümkündür.

Kadına şiddetin önlenmesi için kanunların çıktığı ve bu konuda polis ve hâkimlerin eğitim aldıkları belirtildiği hâlde (Sayın Bakan Fatma Şahin 24/01/2012 tarihinde TBMM Genel Kurulunun 55’inci Birleşiminde (6/48) esas numaralı Soru Önergesi’ne verdiği cevapta "Kolluk kuvvetlerine, yaklaşık 40 bin polisimize şiddetle mücadelede gelen şikâyetler üzerine şiddete maruz kalmış bir kadına nasıl davranılacağı, neler yapılması gerektiği eğitimi verilmiştir, ayrıca uygulamalar da bizim takibimizdedir." demiştir.) kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması, yaşamsal öneme sahip bu sorunun önüne geçilmesi, nedenlerinin ve hâlâ neden devam ettiğinin araştırılması amacıyla Anayasa'nın 98’inci, TBMM İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Hülya Güven                                                         (İzmir)

2) Ömer Süha Aldan                                                  (Muğla)

3) Aytun Çıray                                                          (İzmir)

4) Hasan Ören                                                          (Manisa)

5) Sedef Küçük                                                         (İstanbul)

6) Haluk Eyidoğan                                                    (İstanbul)

7) Ali Serindağ                                                         (Gaziantep)

8) Bihlun Tamaylıgil                                                  (İstanbul)

9) Osman Faruk Loğoğlu                                           (Adana)

10) Ayşe Nedret Akova                                              (Balıkesir)

11) Turhan Tayan                                                      (Bursa)

12) Haluk Koç                                                           (Samsun)

13) Mahmut Tanal                                                     (İstanbul)

14) Musa Çam                                                          (İzmir)

15) Bedii Süheyl Batum                                             (Eskişehir)

16) Namık Havutça                                                    (Balıkesir)

17) Malik Ecder Özdemir                                           (Sivas)

18) S. Sencer Ayata                                                  (Ankara)

19) Vahap Seçer                                                       (Mersin)

20) Birgül Ayman Güler                                             (İzmir)

21) Ramazan Kerim Özkan                                         (Burdur)

22) Sakine Öz                                                           (Manisa)

23) Celal Dinçer                                                       (İstanbul)

24) Mustafa Moroğlu                                                 (İzmir)

25) Ahmet İhsan Kalkavan                                         (Samsun)

26) Dilek Akagün Yılmaz                                           (Uşak)

27) Aykut Erdoğdu                                                    (İstanbul)

28) Özgür Özel                                                         (Manisa)

29) Veli Ağbaba                                                        (Malatya)

30) Aydın Ağan Ayaydın                                            (İstanbul)

31) Mehmet Volkan Canalioğlu                                  (Trabzon)

32) Selahattin Karaahmetoğlu                                   (Giresun)

33) Sena Kaleli                                                         (Bursa)

34) Süleyman Çelebi                                                 (İstanbul)

35) Osman Oktay Ekşi                                               (İstanbul)

36) Mustafa Serdar Soydan                                       (Çanakkale)

37) Ali Rıza Öztürk                                                    (Mersin)

38) Doğan Şafak                                                       (Niğde)

39) Binnaz Toprak                                                     (İstanbul)

40) Ramis Topal                                                       (Amasya)

41) Haluk Ahmet Gümüş                                            (Balıkesir)

42) Mehmet S. Kesimoğlu                                          (Kırklareli)

3.- Mersin Milletvekili Vahap Seçer ve 22 milletvekilinin, hileli ve sağlıksız gıda üretiminin ve bu tür ürünlerin insan sağlığına etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/959)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Hileli ve sağlıksız gıda üretiminin ve bu tür ürünlerin insan sağlığına etkilerinin araştırılması, üretici ve tüketicilerin bilinçlendirilmesi amacıyla Anayasa'nın 98 ve İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırma komisyonunun kurulmasını arz ve teklif ederiz.

1) Vahap Seçer                                                         (Mersin)

2) Haluk Ahmet Gümüş                                              (Balıkesir)

3) Gürsel Tekin                                                         (İstanbul)

4) Mehmet S. Kesimoğlu                                            (Kırklareli)

5) Ali Serindağ                                                         (Gaziantep)

6) Atilla Kart                                                             (Konya)

7) Selahattin Karaahmetoğlu                                     (Giresun)

8) Ömer Süha Aldan                                                 (Muğla)

9) Malik Ecder Özdemir                                             (Sivas)

10) Namık Havutça                                                   (Balıkesir)

11) Ali Özgündüz                                                      (İstanbul)

12) Sena Kaleli                                                        (Bursa)

13) Ramis Topal                                                       (Amasya)

14) Ümit Özgümüş                                                    (Adana)

15) Hüseyin Aygün                                                   (Tunceli)

16) Aykut Erdoğdu                                                    (İstanbul)

17) Sinan Aydın Aygün                                              (Ankara)

18) Doğan Şafak                                                      (Niğde)

19) Ali Sarıbaş                                                         (Çanakkale)

20) Haydar Akar                                                       (Kocaeli)

21) Faik Öztrak                                                         (Tekirdağ)

22) Süleyman Çelebi                                                (İstanbul)

23) Bihlun Tamaylıgil                                               (İstanbul)

Gerekçe:

Son yıllarda uygulanan çarpık politikalar sonucu tarım iflas etme noktasına gelmiştir. Üretici, yüksek girdi maliyetlerine karşılık düşük fiyat kıskacıyla üretim yapamaz, tüketiciler ise tükettikleri gıdanın güvenilirliği konusunda endişeli bir hâle gelmiştir.

Hileli ve sağlığa zararlı ürünlerin serbestçe satılabildiği Türkiye, bu konumuyla diğer ülkeler arasında neredeyse ilk sıraya yerleşmiştir. Oysa, gelişmiş ülkelerde gıda güvenliği konusu çok sıkı kurallara bağlanmış, tüketicilerin sağlığının korunması için her türlü tedbir ve önlem alınmıştır.

Son günlerde halkın temel tüketim maddeleri arasında olan et ve et ürünleri, yumurta, bal ve ekmekte tehlikenin arttığına yönelik haberler yazılı ve görsel basında geniş olarak yer almaya başlamıştır.

Kırmızı ette domuz eti; sucuk, sosis gibi yiyeceklerde tek tırnaklıların eti, deri, kıkırdak, böbrek; rakıda metil alkol; domates, çilek, ıspanak, kabak, biber ve salatalıkta zirai ilaç kalıntıları; margarinde benzoik, sorbik asit; yoğurt, peynir, tereyağında bitkisel yağlar; balda şeker şurupları, glikoz, su ve nişasta; kepekli ekmek görünümü vermek için una kakao, ekmek esmer görünsün diye boya ve renklendirici, tatlandırıcı karıştırıldığı, bayatlamış tavukların çamaşır suyuyla beyazlatıldığı, içerisinde genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) tespit edilen fındık kremaları, süt tozunun içine tebeşir tozu, küflenmiş çayların piyasaya sürülmesi gibi bilgiler kamuoyuna yansıyan bilgiler arasındadır.

Hileli ve sağlığa zararlı üretimi yapan firmalara ilişkin sırlar açığa çıktıkça halk sağlığının nasıl bir tehdit altında olduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır. Ancak, yapılan açıklamaların buz dağının sadece görünen kısmı olduğu bilinmelidir.

Türkiye'deki gıda sektörü ve bu sektöre temel girdileri sağlayan tarım sektöründe çok sayıda küçük ve eğitimsiz işletmenin var olduğu, bu işletmelerin önemli bir miktarının "merdiven altı" yani kayıt dışı olduğu da bilinmektedir.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının gıda denetim ve kontrolleri 81 il ve yetkilendirilmiş ilçe müdürlüklerindeki kontrol görevlileri tarafından yapılmaktadır. Bakanlığın verilerine göre Türkiye genelinde 2011 yılı itibarıyla sadece 4.635 kontrol görevlisi görev yapmaktadır. Laboratuvarlarda nitelikli eleman eksikliği önemli boyutlardadır. Gıda mühendisleri gibi konu uzmanlarının kamuda yeterli sayıda istihdam edilmesinin zorunlu bir hâl almasına rağmen gerçekte bunun böyle olmadığı açıktır.

Açıklanan nedenlerle, üretici ve tüketicinin doğru bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi ve hileli/sağlıksız gıda üretiminin ve bu tür ürünlerin insan sağlığına etkilerinin araştırılması amacıyla Anayasa’nın 98 ve İç Tüzük‘ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırma komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

D) Duyurular

1.- Başkanlıkça, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonlarında siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine düşen birer üyelik için aday olmak isteyen siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerinin yazılı olarak müracaat etmelerine ilişkin duyuru

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Avrupa Birliği Uyum komisyonlarında, siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine 1 üyelik düşmektedir. Bu komisyonlara aday olmak isteyen siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerinin, 9 Haziran 2014 Pazartesi günü saat 18.00’e kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yazılı olarak müracaat etmelerini rica ediyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, kimse müracaat etmezse biz tekrar müracaat edebilir miyiz?

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

A) Tezkereler (Devam)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Millî Savunma Komisyonu üyesi ve Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu’nun, 4-6 Haziran 2014 tarihlerinde Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’de düzenlenecek olan RACVIAC-Bölgesel Savunma ve Güvenlik Komiteleri Yıllık Toplantısı’na katılmasına ilişkin tezkeresi (3/1504)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

4-6 Haziran 2014 tarihlerinde Hırvatistan'ın başkenti Zagreb'de düzenlenecek olan “RACVIAC-Bölgesel Savunma ve Güvenlik Komiteleri Yıllık Toplantısı”na Milli Savunma Komisyonu üyesi ve Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu'nun katılması hususu, 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 9'uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

Cemil Çiçek

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

BAŞKAN – Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

İkinci tezkereyi okutuyorum:

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Başkanı Oya Eronat başkanlığında Komisyon üyelerinden oluşan bir heyetin, Hırvatistan Parlamentosu Turizm Komisyonu Başkanı Goran Beus Richembergh’in vaki davetine icabet etmek üzere Hırvatistan’a resmî bir ziyarette bulunmasına ilişkin tezkeresi (3/1505)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Başkanı Oya Eronat başkanlığında Komisyon üyelerinden oluşan bir heyetin, Hırvatistan Parlamentosu Turizm Komisyonu Başkanı Goran Beus Richembergh’in vaki davetine icabet etmek üzere Hırvatistan’a resmî bir ziyarette bulunması hususu, 28/3/1990 tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 6’ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

Cemil Çiçek

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasî Parti Grubu Önerileri

1.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan tarafından, 5/7/1993 tarihli MGK’ye sunulan raporlarla birlikte o gün alınan kararları da kapsayan, bu tarihten sonra gerçekleştirilen ve bir dönemin kaybına neden olan tüm olayların araştırılması amacıyla 13/12/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 3 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 3/6/2014 Salı günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

İdris Baluken

Bingöl

Grup Başkan Vekili

Öneri:

13 Aralık 2013 tarihinde Iğdır Milletvekili Grup Başkan Vekili Pervin Buldan tarafından verilen (4589 sıra no.lu) 5 Temmuz 1993 tarihli MGK'ye sunulan raporlarla birlikte o gün alınan kararları da kapsayan, bu tarihten sonra gerçekleştirilen ve bir dönemin kaybına neden olan tüm olayların araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırma önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 3/6/2014 Salı günlü Birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Halkların Demokratik Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Mülkiye Birtane, Kars Milletvekili.

Buyurun Sayın Birtane. (HDP sıralarından alkışlar)

MÜLKİYE BİRTANE (Kars) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Grup önerimize geçmeden önce, 1 Haziranda tekrarlanan ve halkımızın başarısıyla sonuçlanan Ağrı ve Norşin seçimlerini buradan bir kez daha kutluyorum, diğer yerlerde tekrarlanan ve herhangi bir soruna neden olmadan selamet içerisinde geçen seçimlerde halkımızı da buradan kutluyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5 Temmuz 1993 tarihli MGK’ye sunulan raporla birlikte, o gün alınan kararları da kapsayan, bu tarihten sonra gerçekleştirilen ve bir dönemin kaybına neden olan tüm olayların araştırılması hakkında verdiğimiz önerge üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün 3 Haziran, hepimizin yüreğinin tekrar tekrar yandığı gün. 3 Haziran 1994’te, Kürt iş adamı Savaş Buldan ve yakın arkadaşları Adnan Yıldırım ve Hacı Karay, Düzce Yığılca yakınlarında hunharca katledilmişlerdir. Onlar şahsında tüm faili meçhul cinayetlerle hayatını kaybeden insanlarımıza Allah’tan rahmet diliyor ve hepsinin anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Yine, başta sevgili arkadaşım ve Grup Başkan Vekilim Pervin Buldan’a ve yakınlarını bu faili belli cinayetlerden kaybeden tüm ailelere başsağlığı dileklerimizi tekrarlıyorum.

Evet, “Tansu Çiller-Mehmet Ağar” dönemi olarak da adlandırdığımız bu dönemi, PKK’nin kitle tabanını hedef alan bir dönem olarak görüyoruz. Bu dönem, hepimizin bildiği üzere, “93 konsepti” olarak da adlandırılıyor. Araştırma önergemizde de dile getirdiğimiz gibi, bu konsept kapsamında sivil toplum kuruluşlarına, yasal derneklere ve sendikalara yapılan taktiksel operasyonlar genel stratejinin en önemli parçasını oluşturmuştur. İşçi sendikaları ve radikal sol örgütler üzerinde de denenen politik kontrol operasyonları ve tekniklerindeki yenileşme ağırlıklı olarak Kürdistan’da uygulanmıştır. Bu uygulamalar, Kürtlerin özgürlük mücadelelerine yönelik bir dönemi oluşturuyor. Şeyh Sait İsyanı, Koçgiri, Zilan katliamlarından, 80’lerin katı asimilasyon politikalarından dağda verilen bir özgürlük hareketine vardırılan PKK hareketine karşı Kürdistan başta olmak üzere Türkiye’de yaşayan Kürtlere karşı bir katliam konseptidir.

TRT’nin öncülüğünde “Anadolu’dan Görünüm” programının başını çektiği medya hareketiyle psikolojik bir savaş başlatılırken köy yakmalar, köy boşaltmalar, karakollarda infazlar, gece evlerinden alınıp asit kuyularına atılan Kürtler. Asker, kontrgerilla çeteleriyle yol kesme, köylülerin yiyeceklerine el koyma, köylülere ait hayvanların katledilmesine kadar varan, bir halkın kendi topraklarında zulümle, asimilasyonla, katliamla, yok edilmeyle karşı karşıya bırakıldığı nadir örneklerden biridir Kürtlerin çektiği acılar.

14 Ağustos 1993 Digor katliamı, 1992 “Nevroz”unda Cizre ve Şırnak’ta yaşanan katliamlar, devletin resmî görevlileri tarafından “93 konsepti” çerçevesinde uygulamaya konulan strateji kapsamındadır.

Bu dönem -Türkiye'nin- Kürtleri yok etmek, sindirmek, onlara Türk olmayı kabul ettirmek için insanlık dışı yöntemlere maruz bırakıldığı dönemlerdir. Bir taraftan kimyasal silahlarla, savaş hukukuna aykırı yöntemlerle PKK’ye karşı savaş yürütülürken diğer taraftan da PKK’nin tabanını yok ederek Kürt sorununu canlı tutacak tüm damarları kesme hareketi yürütülüyordu. Kürdistan’ın halkı ya katledilecek ya da yerlerinden edilerek başka coğrafyalara sürülecekti. Faili meçhul cinayetler olarak Türkiye devletinin tarihinin en kirli sayfalarından birini oluşturan bu dönem, aynı zamanda binlerce köyün boşaltılmasını, çocuk katliamını, Kürt iş adamlarının katliamını da kapsamaktadır. Devlet terörü Kürdistan coğrafyasıyla birlikte metropollere, Kürtlerin yaşadığı tüm kentlere kadar yayılmış, aynı zamanda Kürt politikacılara, askerlere kadar varan bir katliam amaçlanmıştı. Kürtlerle barış yapmayı amaçlayan merhum Turgut Özal’ın âdeta bir darbeyle ortadan kaldırılması, Eşref Bitlis suikastı ve benzer birçok faili meçhul cinayet bu konseptin bir parçasıdır. Ardından Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir darbeyle Kürt siyasi hareketi yok edilmeye çalışılmıştır, Kürt milletvekilleri yaka paça gözaltına alınmış, yıllarca zindanda tutulmuşlardır. 1999 yılına kadar sürdürülen bu konsept Sayın Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirilişinin ardından yeni bir döneme girmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu anlattığım süreç “Kürtler kardeşimizdir, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşlarıdır.” diyen bu devlette yaşanmıştır. Ancak, Kürt sorunu bugün de bütün yakıcılığıyla devam ettiği gibi, AKP de 1993 konseptinin bir başka versiyonu olmuştur. Kürt sorununa dönük en önemli adımını “Cezaevlerinde artık Kürtçe konuşulabiliyor.” şeklinde somutlayan AKP, demokratik siyaset kanallarını tıkayarak 10 bini aşkın Kürt siyasetçiyi cezaevine koymuştur, Kürt milletvekilleri yıllarca cezaevinde kalmıştır. 1993 konseptinde gizlice yapılan katliamlar bugün aleni olarak devletin üniformasıyla işlenmektedir. Başbakanın açıkça fermanını yazdığı 2006 Diyarbakır katliamı, Türk savaş uçakları ile bombalanan Roboskili 34 genç, sokak ortasında katledilen öğrenciler, çocuklar ve Kürtlerle birlikte Türkiye'deki tüm demokratik güçlere karşı başlatılan bir yok etme harekâtı hâlâ devam etmektedir.

AKP, 93 konsepti ile yaşanan katliamları karanlıkta bıraktığı gibi, kendi döneminde de Türkiye'nin karanlık sayfalarına yeni sayfalar eklemiştir. Kürtlerin barış taleplerine savaşla karşılık verilmiştir. 14 Nisan 2009 siyasi kırım operasyonu ile Kürt siyasi hareketini tamamen boğmayı hedeflemiştir. Buna karşın, Sayın Abdullah Öcalan'ın çabaları ile kan ve göz yaşına son verilerek demokratik siyaset kanallarını açmak için oluşturulan yol haritası ile tek taraflı yürütülen bir süreç başlatılmıştır. Çözüm süreci hakkında Hükûmet üzerine düşen görevi yerine getirmemesine rağmen, sürecin devam ettirilmesi yönünde bir irade genel olarak Kürt tarafında oluşmuştur.

Sonuç olarak, 93 konseptinden günümüze kadar karanlıkta kalan tüm faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması ve o dönemde atanmış ve seçilmiş sorumluların, İçişleri, Emniyet, istihbarat bürokrasisinin ve paralegal iç harp örgütlenmesinin ortaya çıkarılmasını sağlamak ve yargılamaların önünü açabilmek için devlet içinde gizli savaş örgütünün varlığı yönündeki iddiaların hiçbir istisnaya yer bırakmayacak şekilde araştırılıp hakikatlerin ortaya çıkarılması demokratik çözüm sürecinin selameti için aciliyet arz etmektedir.

Artık acı çekmeye doyan bir toplum olarak, bu olaylara tahammülümüz olmadığını bir kez daha dile getiriyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Alpaslan Kavaklıoğlu, Niğde Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALPASLAN KAVAKLIOĞLU (Niğde) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

HDP Grubunun, 5 Temmuz 1993 tarihli Millî Güvenlik Kuruluna sunulan raporla birlikte o gün alınan kararlarını da kapsayan, bu tarihten sonra gerçekleştirilen ve bir dönemin kaybına neden olan tüm bu olayların araştırılması için vermiş olduğu Meclis araştırması teklifi üzerine söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, bilindiği üzere, Millî Güvenlik Kurulu tarihi 1933’te Yüksek Müdafaa Meclisi Umumi Kâtipliğinin kurulmasıyla başlamıştır. MGK, 12 Eylül darbesinden sonra ise iç tehdit üzerine yoğunlaşmış, kendi halkına karşı mücadele eden, halkıyla kavga eden, halkına karşı psikolojik harekât yapan bir yapıya dönüşmüştür. Herkesin yakından bildiği üzere, MGK, geçmişte “devlet üstünde devlet” olarak algılanan, millî iradenin üzerinde bir kurumdu. MGK bazen Meclise direktif veren fiilî yasama organı, bazen de Bakanlar Kurulu üstü bir vesayet mercisi olarak ön plana çıkmıştır.

Değerli arkadaşlar, bugün görüşmekte olduğumuz HDP Grubunun önergesine gerekçe olarak MGK'nın 1993 yılında aldığı PKK’ya karşı topyekûn ve kesintisiz savaş kararının ardından meydana gelen gelişmeler gösterilmiştir. MGK'nın geçmişteki yapısından ve aldığı kararlardan duyulan şikâyetler hepimizin malumudur.

MGK'nın her zaman şikâyetçi olunan bu antidemokratik ve millî iradeyi yansıtmayan yapısı AK PARTİ döneminde tamamen değiştirilmiştir. AK PARTİ iktidarının 1’inci döneminde, 30 Temmuz 2003 tarihli ve 4963 sayılı Kanun’la, MGK'nın yapı ve işleyişinde devrim niteliğinde kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Eskiden, orgeneral, oramiral olan Genel Sekreterin sivillerden atanmasına imkân sağlanmıştır. Bugün 4’üncü sivil Genel Sekreter görev yapmaktadır. Genel Sekreterliği bütün devlet kurumları içinde üstün ve emir verici bir konuma getiren geniş görev alanı daraltılmıştır. Görevleri sayılırken “Bakanlıklar ve ilgili kurum ve kuruluşlarla müşterek çalışmalar yapar, uygulamaları takip ve kontrol eder, düzenleyici, yönlendirici ve koordine edici işbirliğinde bulunur.” ifadeleri çokça tekrar edilmekteydi. Genel Sekreterliğin eski kanunda 9 madde olan görevleri sadece 2 maddeye indirilmiş, bu görevler “Millî Güvenlik Kurulunun sekretaryasını yapmak ve kanunların verdiği görevleri yapmak.” olarak değiştirilmiştir. Millî Güvenlik Kurulunun kararlarını takip etme yetkisi de Genel Sekreterlikten alınarak bir Başbakan Yardımcısının uhdesine verilmiştir. Bakanlıklar ve diğer kamu kurumlarının her türlü bilgi ve belgeyi, istenildiğinde Genel Sekreterliğe verme yükümlülüğü kaldırılmıştır. Buna benzer şekilde, MGK Genel Sekreterliğine sadece afet ve güvenlikle ilgili kriz zamanlarında değil, sair zamanlarda da olağanüstü yetkiler veren Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği uygulamadan kaldırılmıştır.

Sayın milletvekilleri, kamuoyuna da yansıdığı üzere, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ndeki “iç tehdit” kavramı tarihe karışmıştır. Kendi vatandaşını tehdit olarak gören anlayış tümüyle terk edilmiştir. Ayrıca, kendi insanlarına psikolojik harekât yapan bir birim konumundaki Toplumla İlişkiler Daire Başkanlığı ve kararları takip eden, fişleme faaliyetlerinin merkezi olan Bilgi Toplama, Araştırma ve Değerlendirme Başkanlığı lağvedilmiştir. Yine, antidemokratik yapısıyla tepki çeken Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu ve benzeri mekanizmalar iktidarımız döneminde ortadan kaldırılmıştır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki MGK ve MGK Genel Sekreterliği AK PARTİ iktidarları sayesinde demokratik dünyada örneklerini gördüğümüz çerçeveye oturtulmuş, olması gereken konuma gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, AK PARTİ olarak vesayet baskılarına sonuna kadar göğüs gerdik, siyasi istikrarın bozulmasına izin vermedik, vatandaşlarımızı sıkıntıya düşürmedik, gerilimin taraftarı olmadık, Türkiye'de darbe dönemlerinin ürünü olan vesayetçi yapıyı yıktık, giderek daha demokratik ve hayat standardı daha yüksek olan bir ülke olduk. MGK’da şikâyetçi olunan yapıdaki değişimleri de bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir.

HDP Grubunun vermiş olduğu teklifte atfedilen söz konusu dönemin tarihimizde kara bir sayfa olduğu herkesçe kabul edilmektedir. Demokratik mekanizmaların tıkandığı bir dönemdir. Siyaset kurumu işlevsizleştirilmiş ve sistem üstündeki etkisini kaybetmiştir.

AK PARTİ olarak hakikatlerin ortaya çıkartılmasına önem ve değer vermekteyiz. Önergede bahsedilen ölümleri faili meçhul olarak değerlendirmek daha uygun olacaktır. Bilindiği gibi Darbeleri Araştırma Komisyonu ve Çözüm Süreci Komisyonları kurulmuş, bu hadiseler ve bu ölümler oralarda irdelenmiştir.

Hepimizin bildiği gibi Meclisimizde daimî ve ihtisas komisyonu olan İnsan Hakları Komisyonu vardır. Bu olaylar konusunda İnsan Hakları Komisyonuna müracaat edilmesi hâlinde konunun çok detaylı olarak ele alınacağı malumdur.

HDP Grubunun, 5 Temmuz 1993 tarihli MGK’ya sunulan raporla birlikte o gün alınan kararlarını da kapsayan, bu tarihten sonra gerçekleştirilen ve bir dönemin kaybına neden olan tüm olayların araştırılması için Anayasa’nın 98 ve İç Tüzük’ümüzün 104 ve 105’inci maddeleri gereği Meclis araştırması açılması teklifini uygun bulmadığımı belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, hatip yanlış bir bilgi verdi, “Devlet şu anda vatandaşa psikolojik baskı ve saldırı yapmıyor.” dedi. Taksim Meydanı’nda, Gezi’de çocukları öldürdü…

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Ne alakası var!

MAHMUT TANAL (İstanbul) – …12 insan gözünü kaybetti ve 8 insan da yaralandı…

BAŞKAN – Sayın Tanal, biliyorsunuz Tüzük’te böyle bir usulümüz yok, gündem dışı konuşuyoruz ve…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ama yanlış bilgi veriyor…

BAŞKAN – Şimdi söz sırası Halkların Demokratik Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’de.

Buyurun Sayın Aygün. (CHP sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Esasen HDP’nin önerisini de kısmen eleştirerek neden kontrgerillayla yüzleşilmesi gerektiği üzerine bir konuşma yapacaktım ama AKP adına konuşan milletvekili arkadaşımız, söyledikleriyle bu konuşmayı başka bir tarihe ertelememiz gerektiğini ortaya koydu. AKP adına yani Hükûmet adına konuşan milletvekili, Mecliste, Darbeleri Araştırma Komisyonu ve Çözüm Komisyonu diye 2 komisyon kurulduğunu, bunların zaten bu karanlık dönemleri araştırdığını, raporlar yazdığını söyleyerek bu, 90’lı yılların karanlığının aslında aydınlandığı yönünde tümüyle gerçek dışı bir imada bulundu. Sözlerini “İnsan Hakları Komisyonu zaten Meclis bünyesinde çalışmalarını sürdürüyor, oraya başvurursanız bu karanlık dönemi de araştırmak için harekete geçecektir.” şeklinde tamamladı. Tabii, bu arada, MGK’nın yapısının değiştiğinden, sivil Genel Sekreterin geldiğinden, alınan kararları Bakanlar Kurulunun takip ettiğinden, MGK’nın psikolojik harp yapmadığından dem vurarak aslında burada bizi izlemekte olan milyonlarca yurttaşı yanıltıcı, aldatıcı bilgiler verdi. Şöyle ki: MGK’nın psikolojik harp yapmadığı baştan aşağı bir yalandır. MGK’nın pek çok kararı Alevilere karşı, solculara karşı, sendikacılara karşı bu son on iki yılda alınan kararlarla doludur. En son MGK toplantılarından birinde de “paralel yapı” denilerek MGK bir örgüt icat etmiştir ve devlet içindeki kimi kadrolara dönük cadı avının işaretlerini vermiştir. Adana’da savcıya ve Suriye savaşını finanse etmeye gönderilen yasa dışı MİT tırlarını durduran askerlere müebbet hapis istemiyle dava açılmasının sebebi MGK kararıdır.

Daha spesifik bir örnek vereyim: Gölcük’te, bir ay evvel, Donanma Komutanlığında, kendi kadrolarını Alevi diye, babası 12 Eylül devrimcilerindendir diye, sendika kökenlidir diye, ailesi solcudur diye fişleyen subayların olduğu gazetelere yansıdı, subayların adları açıklandı. Genelkurmay bu subaylarla ilgili açıklama yaparak soruşturma başlatıldığını duyurdu. Bir ay evvel olmuş olaylar bunlar. Daha yakın bir zamana geleyim, düne geleyim. Hani, on iki yıl önceye gitmeyelim, AKP’nin uzun tarihindeki ihlalleri saymak zaman açısından zor olabilir. Dün, bu Meclisin en şerefli milletvekillerinden biri olan, Manisa’daki madenci katliamı konusunda Parlamentoyu ve ulusumuzu uyaran ve çok saygıdeğer bir arkadaşımız olan Özgür Özel’le ilgili, sizin öve öve bitiremediğiniz, MGK’nin en önemli süjelerinden biri olan General Necdet Özel suç duyurusunda bulunacağını açıkladı. Özgür Özel ve arkadaşları 150 sayfalık bir hukuk raporu açıkladılar. Bu raporda Özel’in içeride yatan askerlere dair bazı özel anılarını dile getirince, açıklayınca, General Özel hemen akşamüzeri bir açıklama yaparak bunları külliyen yalanladığı gibi, hukuk yollarına başvurduğunu söyledi. Şimdi neyi sivilleşmiş bunun? AKP’ye karşı dava açmadığında veya Hükûmete karşı konuşmadığında sivil, muhalefeti tehdit edip milletvekillerine, 4 milletvekilline hukuk yollarını kullanacağını koskoca General Necdet Özel ilan ettiğinde, demokratik ve vesayetten uzak bir MGK’niz mi oluyor? Eğer siz biraz demokrat olsanız, samimi söylüyorum, General Özel’i önce siz kınarsınız. Çünkü, General Özel tapu kadastro müdüründen farksız bir devlet yöneticisidir; maaşlarını biz veriyoruz. Bugün bütün celalliğini, cesaretini muhalif milletvekillerine yapıyor ve siz de bundan çok mutlusunuz. “Vesayet bitmiş, ülke demokratikleşmiş, MGK ve askerler kontrol altındaymış…” Arkadaşlar, bu yalanlara hiç kimse inanmaz.

Şimdi, bu “Darbeleri Araştırma Komisyonu ve Çözüm Komisyonu raporları yayımlandı, o dönemler aydınlandı.” yalanına dair bir iki şey söyleyeyim. Arkadaşlar, bu raporları ben aldım, inceledim. Komisyonların üyesi değildim, İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak, orada hangi tahliller yapılmış, neler önerilmiş, bu karanlık dönemlerin çözümü için hangi yöntemler geleceğe dair öngörülüyor, merak ettim; kendimizin komisyondaki çalışmalarına da ışık olması için inceledim. Bu dönemlere dair bu raporlarda, soyut değerlendirmeler haricinde ve AKP’nin işine yarayan  görüşlerin art arda dizilmesi haricinde doğrusu hiçbir şey göremedim. Yani, mesela 2 cilt Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu yayımlandı, sağ olsun Komisyon, milletvekillerine gönderdi. Ama ne elde ettik? Bundan sonraya dair ne yaptık? İşte, az evvel özetledim, MGK’nin ve General Özel’in neler yaptığını  söyledim, siyaset üzerinde ve Parlamento üzerinde vesayetin General Özel ve arkadaşları eliyle nasıl devam ettiğini size örneklerle gösterdim. Fişlemeler de sürüyor.

İnsan Hakları Komisyonuna gelince, üyesiyim, o yüzden ona dair de bir iki şey söyleyeyim. Özellikle AKP’li milletvekili “Oraya başvurulursa bu Altındağ Nüfus Müdürlüğünün de içinde olduğu İzmit-Sapanca üçgenindeki cinayetler aydınlanabilir.” dediği için değineceğim.

Arkadaşlar, ben 27 Aralık 2012’de Ayhan Çarkın’la bir görüşme yapmışım Sincan’da; notlarıma baktım. Bu Ayhan Çarkın, Altındağ Nüfus Müdürünün öldürülmesinde görev almış bir kontrgerilla üyesi. Bu adam dört buçuk saat bana yaptığı cinayetleri anlatmış. Üç saat, 28 Aralık 2012’deki görüşmenin notlarını 3 sayfalık bir rapor olarak Ayhan Sefer Üstün’e sunmuşum -buraya gelince baktım- ve rapor şöyle bitiyor: “Bu adamı ya biz Meclise çağırıp dinleyelim veya -bu adam tetikçi, tehlikeli bir adam, kötü bir adam, bütün günahları onun sırtına atıp, siyaset kurumunu, Parlamentoyu, generalleri, herkesi akladık- biz gidip cezaevinde dinleyelim.” diye öneride bulunmuşum, Komisyon cevap bile vermemiş. Dolayısıyla, burada “İnsan Hakları Komisyonuna başvurun.” derken aslında çıkmaz bir yol önerildiğini tahmin ediyorum ki bu öneride bulunan AKP’li milletvekilli de biliyor.

Şimdi, BDP’nin önerisine dair aklıma ilk gelenler şunlar: Arkadaşlar, bu öneriyi sadece çözüm ve barış sürecinin selameti açısından yapmanızı eksik buluyorum. O dönem öldürülenler sadece Kürt iş adamları değil, gazeteciler, sendikacılar, sosyalistler, öğrenciler, hâlâ öldürülmüş, herhangi bir yere gömülmüş, İstanbul’da, Edirne’de, Trakya’da insanlar var. O dönemki zulüm politikalarının herkesi etkilediğini düşünüyorum. Bu bakımdan, önerge “Sadece çözüm ve barış sürecinin selameti için o dönemi araştıralım.” derken aslında eksik bir şey söylüyor. Bence Türkiye'nin demokratikleşmesi için bu öneriyi dile getirmek ve önergeyi bu şekilde gerekçelendirmek gerekirdi çünkü sivri ucu Kürtlere dokunsa da -bunu kabul ediyorum, bunu biliyorum orada yaşayan biri olarak- çok sayıda muhalifi, solcuyu, Hükûmete karşı olan, askerî rejimi eleştiren insanı yok etti. Kimilerinin arabaları havaya uçtu, kimileri asit kuyularına atıldı, kimileri de bilinmez bir yere gömüldü, hâlâ aileleri -cumartesi günleri- onları arıyorlar. Dolayısıyla, gerekçenin bu şekilde yazılması kanımca daha uygun olurdu.

Bir de önergenin ruhunda şöyle bir şey gördüm: Sanki bu kontrgerilla, gizli savaş örgütü bitmiş gibi bir izlenim edindim okuduktan sonra. Ben “kontrgerilla” denen kurumun yerini Türkiye’de MİT’in aldığını düşünüyorum. Eğer böyle olmasaydı bu Meclis 17 Mart günü MİT’e yurt dışında operasyon yetkisi vermezdi. MİT şu anda kendi üyelerinin kimliğini açıklayan bir gazeteciye on yıl hapis isteme yetkisine sahip bir kuruma dönüşmüştür. Yine, MİT, bütün herkesin kişisel bilgilerinden tapu kayıtlarına, banka kayıtlarına dek girip bütün bilgileri alabilme yetkisini yeni düzenlemeyle elde etmiştir.

Yeni dönemin gizli savaş örgütü, yasa dışı operasyonel gücü bence MİT’tir. Bunun en çok zararını gören hareket de Barış ve Demokrasi Partisidir; dürüst bir şekilde söylememiz lazım çünkü bu KCK operasyonlarını MİT üyelerinin manipüle ettiğini, otobüslere bomba attığını, İstanbul’daki özel yetkili mahkemelerde “Biz MİT ajanıyız, MİT bize görev verdi, o yüzden bomba attık, molotof attık.” diyerek tahliyelerini istediğini en iyi siz biliyorsunuz. Dolayısıyla, Hacı Karayları, Buldanları, diğer masum insanları katleden yasa dışı güç, gizli savaş örgütü bence bugün de başka biçimler altında sürmektedir. Zaten, Ayhan Çarkın’la İnsan Hakları Komisyonu görüşmeyi kabul etseydi Ayhan Çarkın ikimizin görüşmesinde bana söylediği şeyi tahmin ediyorum Meclise söyleyecekti. O da şudur, yüce Meclisin huzurunda söyleyeyim: “‘Kontrgerilla’ denen örgütü operasyonel yapan şebeke sadece biçim değiştirdi, Hükûmetle anlaştı, şimdi Hükûmetle çalışıyorlar.” dedi benim sorum üzerine. Bugün de işte Lice’de olanlar, Diyarbakır’da olanlar, kaçırılanlar, meydana gelen olaylar tahmin ediyorum 1990’lardan kalma bu profesyonel ekibin işi.

AKP, tabii, bu Ergenekon davasıyla çok övünüyor “Biz tarihî karanlıkları aydınlattık, Türkiye'yi düze çıkardık.” falan diyor. Sadece bir şey söyleyeyim, sizin önergenizle de bağlantılı: Bu ölüm üçgenindeki cinayetlerden sorumlu tutulan General Veli Küçük, Ergenekon davasında Sapanca’daki cinayetlerle ilgili tek bir soruyla karşılaşmamıştır. Tümüyle AKP karşıtı olduğu için cezaevine atılmıştır. O dönemle ilgili sorgulanmamıştır.

Hepinize çok teşekkür eder, saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Yılmaz Tunç, Bartın Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP grup önerisinin aleyhinde söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

HDP grup önerisiyle, 5 Temmuz 1993 tarihli Millî Güvenlik Kuruluna sunulduğu iddia edilen raporla birlikte o gün alınan kararları da kapsayan ve bu tarihten sonra gerçekleştirilen faili meçhul olayların ve sorumlularının araştırılması için verilen araştırma önergesinin bugünkü Genel Kurul gündemine alınması talep edilmektedir.

Ülkemizde özellikle 1990'lı yılların başından 2000'li yıllara kadar geçen dönem, faili meçhul cinayetlerin ve terör olaylarının zirveye çıktığı yıllar olarak tarihimize geçmiştir. Özellikle yakın tarihimize baktığımızda 1993 yılı faili meçhul cinayetler yılı olarak hafızalarımıza kazınmıştır. 1993 yılının öncesinde ve sonrasında aydınlarımız, gazetecilerimiz, bilim adamlarımız faili meçhul cinayetler neticesinde, maalesef, hayatlarını kaybetmişlerdir. Suikastlar, ihmaller, ölümler ardı ardına gelmiştir. Sonraki süreçte de Susurluk olayı ve ardından 28 Şubat postmodern darbesine götüren süreç ve otuz yıllık bir terör gerçeğiyle ülkemiz karşı karşıya kalmıştır. Terör, faili meçhuller, demokrasi eksikliği ekonomimize de yansımış, bir taraftan cinayetler devam ederken diğer taraftan da hazinenin kasası boşaltılmaya, bankalar batırılmaya devam etmiş, bunun faturası da milletimize çıkarılmıştır. Ülkeyi yöneten koalisyon partileri, ortalama ikişer yıl dönüşümlü olarak iktidarı paylaşmışlar, ne teröre ne faili meçhullere ne de demokrasiye çare olabilmişlerdir. Ülkemiz hem demokraside hem de ekonomide kan kaybetmiştir.

İşte 90'lı yılların karanlık tablosundan kurtulmak isteyen milletimiz, 2000'li yılların başında bir karar vermiş ve yeni bir dönemin kapılarını aralamıştır. Toplumda kaos ve güvensizlik ortamı oluşturmak isteyenlerin ve demokrasi karşıtı hedeflerini gerçekleştirmek isteyen kirli odakların en önemli silahı olan faili meçhuller AK PARTİ iktidarıyla birlikte son bulmuştur. Son on iki yılda Türkiye'de faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmaya çalışıldığına, çetelerin, mafyanın, karanlık odakların üzerine kararlılıkla gidildiğine, hiçbir şeyin üzerinin örtülmesine izin verilmediğine şahit oluyoruz.

Türkiye çok önemli bir süreçten geçmektedir değerli milletvekilleri. 2002 yılından itibaren kararlı bir şekilde uygulanan demokratikleşme adımlarının bir devamı olarak daha güçlü, demokratik, özgür ve huzurlu bir Türkiye için “çözüm süreci” olarak adlandırılan süreç başlatılmış. 2009 yılında başlatılan “Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi”nin devamı niteliğinde olan çözüm sürecinin nihai hedefi terörün tamamen sonlandırılmasıdır. Çözüm süreci sayesinde ülkemizin özellikle Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri on yıllardır özledikleri normalleşme görüntülerine kavuşmaya başlamışlardır. Bu bölgelerde gidilemeyen yerlere gidilir, çıkılamayan yerlere çıkılır olmuştur. Eskiden güvenlik nedeniyle kapalı olan alanlarda artık piknik yapılmaktadır. Bölgede ekonomi ve turizm canlanmaya, olağan manzaralar görülmeye başlanmıştır.

Çözüm sürecine çok geniş toplumsal kesimlerden ciddi bir destek verildiği ve toplumda sürece ilişkin olumlu bir beklentinin hâkim olduğu gözlenmektedir. Esasen, giderek artan kamuoyu desteği, bu sürecin başarıya ulaşmasının en önemli teminatıdır.

Son günlerde çözüm sürecini baltalamaya dönük girişimleri üzülerek görmekteyiz. Bir buçuk yılı aşkın bir süredir devam eden, bölge halkını huzura kavuşturan bu süreç içerisinde, özellikle son günlerde terör örgütünün çocuk kaçırma, asker ve kamu görevlilerini kaçırma, yol kesme, kamu ve özel araçları yakma girişimlerinin olduğunu görüyoruz. Bu durum, bölgede yaşayan vatandaşlarımızı tedirgin etmektedir. Çocukları kaçırılan anneler, Diyarbakır’da günlerdir eylem yapmaktadır. Annelerin eylem yapmalarına, seslerini duyurmak istemelerine bile tahammül edemeyen bir siyasi anlayışı bölge halkı ibretle izlemektedir. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi yönetiminin, çocukları kaçırılan anneleri çeşitli bahanelerle eylem yaptıkları yerden kaldırmak istemesine maalesef Gezi sürecinde şiddet kullanan vandallara sahip çıkan siyasilerin bu konuda sessiz kaldıklarını da milletimiz ibretle izlemektedir.

Araştırma önergesinde bahsedilen -1993 yılında meydana gelen- olayların aydınlatılması şüphesiz önemlidir. Bu hususta geçmişte de Mecliste araştırma komisyonları kurulmuştur. Ülkemizin son otuz yılına damgasını vuran karanlık olayların AK PARTİ iktidarında bir bir ele alındığı hepimizin malumudur. Güneydoğuda yaşanan faili meçhul olaylar, bu olaylarla ilgili açılan soruşturma ve kovuşturmalar, Şemdinli davası gibi önemli kovuşturmaların yeniden ele alınması, faili meçhullerle ilgili başlatılan soruşturma ve devam eden davalar, kazılar, karanlıkta kalmış onlarca olay yargının önüne bu dönemde çıkarılmıştır. Ancak, şu anda önümüzde bekleyen en önemli sorun, çözüm süreci devam ederken Diyarbakır’da ağlayan annelerin feryadına kulak vermektir.

HDP grup önerisiyle faili meçhul olayların sorumlularının bulunması için bir araştırma komisyonu kurulması istenmektedir. Geçmişte yaşanan bu karanlık olayların arkasındaki gerçek aslında artık herkes tarafından bilinmektedir. Bu gerçeğin araştırılması için “Darbe Komisyonu” dediğimiz ve görevini başarıyla sonuçlandırarak raporuyla önemli bir kaynak oluşturan Meclis araştırma komisyonu ülkemizde demokrasiye müdahale eden girişim ve süreçleri tüm boyutlarıyla araştırmış ve alınması gereken önlemlerle ilgili olarak çok önemli bir rapor oluşturmuştur. Ortaya çıkan kaynak gerçekten geleceğimize ışık tutan bir kaynaktır. Yine, faili meçhul cinayetlerin en önemli amacı toplumsal barışı bozarak ülkede kaos oluşturmaktır, teröre ve antidemokratik müdahalelere zemin hazırlamaktır.

Son olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinde toplumsal barış yollarının araştırılması ve çözüm sürecinin değerlendirilmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu da tam bu amaca yöneliktir. Bu Komisyon da faili meçhul olayların arka planının araştırılmasında tıpkı Darbe Komisyonunda olduğu gibi toplumsal barışı bozmaya yönelik faaliyetlerin araştırılmasında çok önemli rol oynayacaktır. Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu da bazı faili meçhul olaylarla ilgili olarak yapmış olduğu araştırmalar neticesinde cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulunmuştur. Bu nedenle, bu komisyonların işlevsiz olduğu yönündeki eleştirilere katılmak mümkün değildir.

Aynı mahiyette ve benzer durumda, aynı amaca yönelik komisyonların kurulmuş bulunması ve raporlarını da Meclis Genel Kuruluna sunmuş olmaları nedeniyle HDP grup önerisine katılmadığımı belirtiyor, Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Halkların Demokratik Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Birleşime beş dakika ara veriyorum sayın milletvekilleri.

Kapanma Saati: 16.16

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.23

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale), Muharrem IŞIK (Erzincan)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

2.- MHP Grubunun, MHP Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Oktay Vural tarafından, vatandaşların artan borçları ve bunun yol açtığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 14/2/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 3 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

Tarih: 3/6/2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 3 Haziran 2014 Salı günü (bugün) toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

Yusuf Halaçoğlu

Kayseri

MHP Grup Başkan Vekili

Öneri:

14 Şubat 2014 tarih ve 3518 sayı ile MHP Grup Başkan Vekili ve İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, vatandaşların artan borçları ve bunun yol açtığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlemesi amacıyla TBMM Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırma önergemizin 3/6/2014 Salı günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Mehmet Günal, Antalya Milletvekili.

Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, burada yeni bir torba getirmişsiniz, öncelikle onunla başlayalım istiyorum çünkü burada bazı alacakların yeniden yapılandırılması yani yeni bir mali af gibi bir şey var. Yine, komisyonumuzda bekleyen bir torba var. Ama, bu arada, acaba bu affettiğimiz borçlar, birikmiş borçlar nasıl oluştu, vatandaşın durumu nedir? Daha önce de bu gibi konuları söyledik, araştıralım, bunların üzerinde duralım, önlemler alalım dedik ama maalesef, birtakım kısır çekişmelerle, sanal gündemlerle Meclisin gündemini de oyaladığınız için bunlar hep bekliyor, sıkışıp sıkışıp bitince tekrar getiriyorsunuz. Niye sıkışınca? Vatandaş bu ekonomik gidişattan aşırı derecede etkilendiği için borçlarını da ödeyemez hâle geliyor, geliri de artmadığı için sıkıntıya düşüyor. Netice itibarıyla da birkaç senede bir o sıkıntıyı burada gidermek üzere bir çalışma yapılıyor. Maalesef yapısal önlemler alınamadığı için de bu sorunlar sürekli olarak devam ediyor.

Değerli arkadaşlarım, son yıllarda vatandaş tamamıyla borç batağına saplanmış durumda; size bazı rakamsal bilgiler de vereceğim. Öncelikle, Türkiye KAMU-SEN’in yaptırmış olduğu bir araştırma var, oradan bazı rakamlar aktarayım çünkü arkadaşlarımız, söylediğimiz şeyleri sürekli olarak pembe tablolar çizmek için çarpıtıyorlar. Burada baktığımız zaman, yaklaşık her iki dakikada bir 14 kişi borç batağına saplanıyor, vatandaşlarımızın durumu maalesef çok da sağlıklı değil. Tabii, burada birçok şey konuşulabilir ama öncelikle size rakamları vereyim. Acaba söylenenler nereden nereye gelmiş, sürekli olarak bakanlarınızın, konuşmacılarınızın yaptığı “Nereden nereye...” diye tabirleri var ya, şimdi on yılda acaba nereden nereye gelmişiz, hızlıca bakalım: Burada, karşılıksız çek ve protestolu senetler var, daha önce Merkez Bankasındaydı, şimdi Risk Merkezi bunları toparlıyor. Değerli arkadaşlar, 2002 yılında sadece 499 iken, şimdi Nisan 2014 itibarıyla 321 bine çıkmış. Senet tutarı ise daha vahim durumda, 816’dan 2,4 milyara çıkmış. Karşılıksız çek miktarına bakıyoruz, sadece 700’lerdeyken bir anda binlerin üzerine çıkmış. Maalesef, burada, tabii, vatandaşın asıl borcunu, bireysel borcunu gösteren ise negatif nitelikli kredi göstergeleri. Burada vatandaşın bireysel kredilerine, tüketici kredilerine ve kredi kartına bakmamız gerekiyor. Şu anda Risk Merkezinin ve Merkez Bankasının verilerinde 2009’dan sonrası var. Geriye doğru baktığımız zaman da son on yıl içerisinde 3,9 milyon kişinin bu sıkıntıya düştüğünü görmüş oluyoruz. Aylık olarak bakarsak değerli arkadaşlar, toplamda üç aylık süre içerisinde de -yine bu dönemde- ayda 133 bin, diğer ayda aşağı yukarı 402 binlik bir toplam kredi kartı ve kredi borcunu ödeyemeyen kişi sayısı var ve geçen senenin, 2013’ün rakamında da 1 milyon 82 bin kişi maalesef kredi borcunu ve kredi kartı borcunu ödeyememiş. Yani vatandaşımız ciddi bir sıkıntı içerisinde. 2009’dan bu yana bakınca da 3,1 milyon kişi kredi borcunu, kredi kartı borcunu ödeyememiş durumda. Tabii, burada defalarca sayın bakanlara ve BDDK Başkanına da sordum, komisyonda da sordum. Bunlar hiçbir şekilde yenilenememiş olanlar yani normalde canlı gözüken kredilerin de büyük bir kısmı yenilenerek, sanki ödenmiş gibi eski bakiyesi kapatılarak yeniden yapılandırılıyor, bunlarda da hiçbir  sorun yokmuş gibi gözüküyor. Yani sorun, bu rakamlara yansıyandan çok daha ciddi bir durumda.

Öbür taraftan, çiftçilerimize bakıyoruz, yine aynı şeyi görüyoruz, tarımsal kredilere baktığımız zaman da bu gözüküyor. Tabii, burada 2006 yılında çıkan Tarım Kanunu’yla ilgili desteklerde gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1’inin destek olarak ayrılması lazım ama uygulamada maalesef yarısını ancak buluyor. Geçen yılın rakamı 8,5 milyar olmuş yaklaşık 17 milyarlık bir  destek beklenirken. Tabii, ne yapıyor çiftçi? Mecburen bunun 3-4 misli kredi kullanmak zorunda kalıyor. Burada başka bir sorun var: Çiftçi bu krediyi kullandığı zaman ödeyemeyince banka arazisini, tarlalarını ipotek altına aldığı için de o bankaya bu tarlaların mülkiyeti geçiyor, çiftçinin elinden tarlasını ve tarımsal makinalarını almış oluyoruz. Bu, başka bir sorun. Tabii burada söylediğimiz, bütün bunlar, vatandaş borç batağında ama sadece, kısmen birtakım prim ödemelerine, birtakım gecikmelere af getirmek sorunu çözmüyor. Bu yaşanan borç krizinin sonunda, ki bu borç krizinin bu şekliyle yaşanmasının nedeni vatandaşın gelirinin artmamasıdır. Burada defalarca pansuman tedbirler getirdiniz,  taksitleri sınırlandıralım, kredi kartına sınır koyalım, faiz koyalım… Mesele orada değil. “Efendim, tasarruf açığımız var, artmıyor.” diyorsunuz ama mesele nerededir? Mesele, önce vatandaşın gelirini artırmaktan geçiyor. Geliri artmadan vatandaş bu borçlarını nasıl ödeyecek? Vatandaş her şeye muhtaç hâle gelmişse, kömüre, erzaka, yardıma muhtaç hâle gelmişse burası övünç yeri değil. Tam tersine, onların gelir düzeyinin artırılması gerekiyor.

Şimdi, bunun sosyal sonuçları var. Sadece ekonomik olarak burada birtakım şeyleri iyice sıkıştıktan sonra af noktasına getirmek maalesef sorunumuzu çözmüyor değerli arkadaşlar. Sosyal etkileri var. Ben bu konudaki haberlere bakarken enteresan haberler gördüm. Diyor ki: “2014 yılı içerisinde bir ayda 11 kişi cinnet geçirmiş borcunu ödeyemediği için veya kredi kartıyla ilgili sorunu olduğu için, kredisini ödeyemediği için.” Değişik illerde, sadece bir yerde de değil, Adana, İzmir, Iğdır, Samsun… Şimdi bakıyorum burada: “Borçlarını ödeyemediği için cinnet geçiren 70 yaşındaki iş adamı eşini ve kızını öldürüp canına kıydı.”

Şimdi bizim söylediğimiz işin sadece ekonomik boyutu değil. “Gelin bunları araştıralım.” derken, bunlara önlem alalım. Vatandaşın sadece birikmiş borcuna kısmen  burada af çıkarmak yetmiyor, vatandaşı o borcu ödeyemez hâle gelmekten kurtarmak lazım. Onun için de ekonomik anlamda burada yapısal önlemlerin alınması gerekiyor. Maalesef, şimdi yine geliyor, birtakım pazarlıklar devam ediyor, birkaç gün boyunca Ceza Kanunu’yla ilgili bir torba görüşeceğiz. Peki, öbür tarafta bekleyenler var. Birazdan görüşmeyi düşündüğünüz Tapu Kadastroyla ilgili kanun tasarısının -döner sermaye- 22 Mayısa kadar çıkmış olması lazımdı.

Şimdi, bu yapısal önlemler beklerken biz sanal gündemlerle uğraşıyoruz maalesef. Onun için gelin… Burada Sayın Başbakanın kalkıp Merkez Bankası Başkanına çaktığı gibi “Efendim, biz faizleri düşüreceğiz, diyoruz, onlar düşürmüyor…” Birisi frenci birisi gazcı, yeniden eski yere bizi götürüyorsunuz. Yani bir de kalkıp Sayın Başbakan diyor ki: “Efendim, bu milletle dalga geçiyor, yarım puan düşürmüş.” Ben de “günaydın” diyorum. Sayın Başbakanın yardımcısı olan Sayın Babacan’ın adı “Başbakan Yardımcısı” değil midir? Yani faiz politikası doğrudan Başbakanın söylediğiyle mi belirleniyor? O hedefleri kim belirledi? Enflasyon hedeflerini kim belirledi? Hükûmet belirledi. Dolayısıyla, aynı şekilde Gezi olayları olduğunda kızarak “faiz lobisi” diyen Sayın Başbakan, “Biz 10 misline çıkardık sizin döneminizde kârımızı.” diyen bankalar hangi dönemde bu faiz kârlarını acaba elde etmişlerdi? Ondan haberi yok muydu Sayın Başbakanın?

Bir de sormak lazım. Sayın Başbakan iki haftadır söyleniyor. Peki, bu iki hafta gelmeden önce Hazine kaç tane ihale yaptı? Bunların faizleri kaç oldu? Zaten reel anlamda faizi o yatırımcılara aktarmış olmadık mı?

Onun için değerli arkadaşlar, bu konularda milletle dalga geçmeyi bırakıp, gerçek anlamda sorumluluğu üstlenip bu ekonomik ve sosyal sorunların çözümü için yapısal önlemler alınması gerekir. Bu çerçevede de bu araştırma önergemizi desteklerseniz bunun sosyal etkilerini de beraberce gözden geçiririz ve bir an önce bu sorunları çözeriz diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Süreyya Sadi Bilgiç, Isparta Milletvekili.

Buyurun Sayın Bilgiç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Ne diyecek ki anlamadım. Vatandaşın durumu çok mu iyi de…

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sayın Günal, biraz sabredeceksiniz, dinleyeceksiniz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sen beni dinlemedin de onun için.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, değerli arkadaşlar, doğru, tüketici kredileri ve kredi kartı borçlarına baktığımızda ve geçmişle 2002 yılını mukayese ettiğimizde ciddi artışlar olduğunu görüyoruz. Tabii şunu söylemek lazım: Aralık 2002 yılında 2 milyar 325 milyon 910 bin düzeyinde olan toplam tüketici kredilerine takipteki tüketici kredilerinin oranının yüzde 2,42 olduğunu görüyoruz. Nisan 2014’e geldiğimizde, kredi hacmi bu kadar artmış olmasına rağmen, takipteki tüketici kredilerinin toplam tüketici kredilerine oranının ise yüzde 2,27 olarak gerçekleştiğini görüyoruz. Bu, BDDK’nın kendi verisidir.

Tabii, değerli arkadaşlar, şunu vurgulamak lazım: Endüstri toplumundan bilgi toplumuna geçiş noktasında halkın tüketim alışkanlıklarında da ciddi şekilde değişimler yaşandı. İnsanlar sürekli daha iyiyi ve daha yeniyi talep eder hâle geldiler. Son yıllarda yaşanan düşük faiz ve krediye erişimin de kolaylaşmasıyla birlikte hanehalkı borçluluk oranlarında hızlı bir artış yaşanmıştır. Esasen, ekonomideki uzun süreli büyüme, gelişme ve iyi gidişat da tüketimi tetiklemektedir çünkü vatandaşlarımızın ekonominin iyi gideceğine dair beklentileri onları tasarruf yerine tüketime doğru yönlendirmektedir.

Evet, Milliyetçi Hareket Partisinin önergesine baktığımızda, önergenin gerekçesini okuduğumuzda sadece yasal düzenlemelerle bunun önünün alınamayacağını söylüyorlar. Doğrudur, sadece yasal düzenlemelerle bu konuyu, sorunu çözmeniz tabii ki mümkün değil ancak kredi kartı kullanımının sınırlandırılması, taksit sayılarının azaltılması -doğru söylediniz- bir sorunu ortadan kaldırmaz ama ne yapar?

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Geliri artıralım, geliri.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – Ancak, büyümeyi, buradaki gelişmeyi yavaşlatır.

Şimdi, bununla ilgili olarak da burada Merkez Bankasının bu konuya ilişkin yayınlamış olduğu rapora baktığımızda raporda şunu ifade ediyor: “Son dönemde hanehalkı yükümlülükleri içinde payı en hızlı gerileyen kalem kredi kartları olmuştur. Son beş yıldır bireysel kredi kartı bakiyesindeki artışı sürükleyen ve toplam bakiyenin yarısından fazlasını oluşturan taksitli işlemlerde son dönemde kaydedilen gerileme bu gelişmede belirleyici olmuştur.” diyor. Demek ki alınan önlemlerin belli ölçüde faydalı olduğunu da bizim peşinen görmemiz ve kabul etmemiz, buna göre de bu tedbirleri almamız gerekiyor. Ama temelinde sadece bunlarla sorunu çözemezsiniz, halkımızın tüketim alışkanlıklarının mutlaka değişmesi gerekiyor. Eskiden evde bir televizyon olurdu, şimdi bakıyorsunuz neredeyse her odada bir televizyon. Benim çocukluğumda -hatırlıyorum- Ankara’da bizim sokakta 3 tane araba vardı, şimdi her evde 3 tane araba var. Yani, burada cep telefonları; sürekli olarak modelini yeniliyorsunuz. Yani, siz yapmıyorsunuz galiba güldüğünüze göre, sizin o şeyle alakanız yok, kullanmıyorsunuz herhâlde.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – 60’larda cep telefonu mu vardı? 60’larda cep telefonu mu vardı yani?

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Ama ihtiyaca binaen değil, tamamen farklı tatminler içerisinde hepimiz aynı hatayı yapıyoruz, sürekli olarak ihtiyaçlar doğrultusunda değil ama işte yeni modeller, yeni şeyler, gidiyoruz sürekli olarak bu alımları maalesef yapıyoruz. Normalde…

ADNAN ŞEFİK ÇİRKİN (Hatay) – Yani, Sayın Vekilim, suçlu millet mi? Ben onu demek istedim. Alınmayın yani suçlu millet mi oldu şimdi?

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Siz öyle anlıyorsanız zaten yapabileceğim bir şey yok ama dediğim gibi, siz hiçbir zaman fotoğrafın tamamını göremiyorsunuz, belli bir noktaya “focus” oluyorsunuz. O “focus”un içerisinde, o noktanın içerisinde kaldığınız için zaten bu hâldesiniz yani Sayın Vekilim.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Sen güzel görüyorsun “focus”u!

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Burada problem sadece hanehalkında değil, gerek kamu gerek özel sektör gerek hanehalkına baktığınız zaman zaten temel problemin Türkiye'de tasarrufların azalması noktasında yoğunlaştığını görüyorsunuz. Bu sadece kişilerle ilgili değil. Ama tüm bunlara rağmen… Sayın Günal da birtakım veriler verdi ama ben de bir iki şey söylemek istiyorum. Bakın, tüm bunlara rağmen Türkiye'de hanehalkı borcunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 21 ile avro bölgesi ortalaması olan yüzde 65’in üçte 1’i bile değil. Bununla ilgili o kadar…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Peki, millî gelirimiz avro bölgesinin kaçta kaçı? Kişi başına gelirimiz kaçta kaçı, bir de onu söyle bakayım.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Bakın, Türkiye Merkez Bankasının bu noktada bir açıklaması var: “Gayrisafi yurt içi hasıla ve harcanabilir gelire oranla hanehalkı borçluluğu diğer G20 ülkelerine oranla düşük seviyesini korumaktadır.” diyor. Ayrıca, faiz ve kur riski de taşınmıyor. Neden? 2009 senesinde hanehalkının dövizle borçlanmasının önüne birtakım setler getirildiği için -ki bu oran toplam yükümlükte binde 2’ye kadar geriledi- bu sonuçları alıyorsunuz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Yani araştırmayalım mı bunu?

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, aynı şekilde 2008-2013 yılları arasındaki borçluluk seviyelerine de baktığınızda -sürekli olarak BRICS ülkeleriyle mukayese ediyorsunuz ya- BRICS ülkelerindeki bu borçların değişim hızı ortalamasının yüzde 7,4, Türkiye’de ise yüzde 7,1 olarak gerçekleştiğini görüyorsunuz. Çin’de bu oranın yüzde 13,6 olduğunu görüyorsunuz. Tabii Endonezya’da 3,2. Değişim hızı 2008-2013 yılları arasındaki…

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Neyin değişimi?

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – 2002’ye göre kıyaslayın.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Sayın Günal, siz akıllı bir insansınız anlarsınız ama bugün herhâlde bir sorun var.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Sen resmin tamamını göstermiyorsun.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Toplam yükümlülüklerde konutun…

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Sayın Başkanım, duyuyorsunuz değil mi bunu?

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Bakın değerli arkadaşlar… Sataşmadır Sayın Başkanım.

SEYFETTİN  YILMAZ (Adana) - Sayın Hatip, sen bize çatma da millete konuş, millete! Bize laf atıp durma.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Evet, toplam yükümlülüklerdeki konutun almış olduğu payın, konut kredilerinin yüzde 33’e, taşıtın yüzde 4’e, tüketici dediğimiz ihtiyaç ve diğer kredilerin aldığı payın yüzde 36,8’e, bireysel kredi kartlarıyla ilgili olan borçlanmada ise yüzde 22,7’ye geldiğini görüyorsunuz. Yükümlülüklerde kredi kartlarının oranı alınan tedbirlerle ciddi manada düşüş göstermeye devam etmekte.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Yani düşmesi çözüyor mu meseleyi?

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Ayrıca gene araştırma önergesine baktığımızda buradaki vergi ve SSK borçlarından ve genel sağlık sigortasıyla ilgili prim borçlarından bahsediliyor. Gelen torba teklif ile de hanehalkı borçlarını azaltmaya yönelik olmak üzere genel sağlık sigortası primleri, sigorta ve vergi borçları yeniden yapılandırılacak.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Yani silince azalıyor!

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - İnşallah yarından itibaren de komisyonda bunları biz görüşmeye başlayacağız.

Burada şunu söylemek istiyorum: Yani Hükûmet ve AK PARTİ iktidarı meselelere hâkimdir, meseleleri takip etmektedir. Sizler iktidara geldiğinizde bu konuyu kendiniz değerlendirirsiniz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Günal.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın hatip hem öngörüsüzlükle hem resmini görememekle hem de aklımızla sataşmada bulunmuştur. Söz hakkı istiyorum.

ENGİN ALTAY (Sinop) - Aklını yitirdiğini iddia etti Sayın Günal.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Günal, sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal'ın, Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç’in MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, Sayın Bilgiç doğru söylüyor, resmin her tarafını sakladıkları için biz görebildiğimiz kadarını ancak görebiliyoruz. Doğru söylüyor yani hakkını teslim etmek lazım, biz resmi göremiyoruz. Bizim gördüğümüz resimde sadece ayakkabı kutuları var, 17 var, 25 var ama içini bir türlü açamıyoruz! Nereden görelim yani bize gösterilen yok.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Gol atma be, ya gol atma be!

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Bize fezlekenin başı var, ekleri yok, nasıl göreceğiz şimdi biz bunu? Yani ben anlayamıyorum. Şimdi, sen onu getirip göstermezsen, Meclisteki personel görürse, onlar incelerse, ben fezlekenin içine bakamazsam resmin ayrıntısını nereden göreyim? Bana polislerin sunduğu şeyi görürüm ben.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – İşte bak, verecek cevabın olmadığı için konuları başka yere taşıyorsun. İstediğin yere taşı. Bizim verilecek her türlü cevabımız var Sayın Günal.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Ee, şimdi burada ben de bakıyorum resmin tamamına. Bak, diyor ki, bireysel kredilerin tamamı 338 milyar olmuş, tasfiye olunacak kısmı 11,8 milyar Sayın Bilgiç.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Hırsız, havraya da gitse hırsızdır haberiniz olsun, hacca da gitse hırsızdır.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Sayın Günal, kendi grubuna hitap et.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Aynı, BDDK’nın aldığı rakamlar, Merkez Bankasının, 338 milyar kredinin 11,8’i yüzde 37… Toplam krediler içerisinde bireysel tasfiye olunacak kredi oranını veriyorum; yüzde 37’si, 37,4’ü bireysel kredi yani vatandaşın kredisi. Yani el insaf bunu sorun olarak görmüyorsan. Resmin tamamı değil sadece sen bu kadarını gör, ben ona razıyım yani. Şimdi, bu resim… Aklımız bizim yetiyor da sizin yaptığınız akıl oyunlarına, az önce söylediğim gibi milletin aklıyla siz dalga geçerseniz… Önünüzde Merkez Bankasının her şeyini siz belirlerken, içinizde bakanlar varken Merkez Bankası Başkanı bir şey diyor, Sayın Babacan başka bir şey diyor, Sayın Şimşek çıkıyor başka, Sayın Başbakan da tribünlere oynuyor. Kim dalga geçiyor? Dalga geçilen biri var, doğru; vatandaş. Resmi göremeyen biziz, doğru, çünkü aklımızla dalga geçiyorsunuz.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Ama vatandaş görüyor, sorun yok, bir göremeyen sizsiniz.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Burada maalesef vatandaşla dalga geçen birileri varsa o da AKP Hükûmeti ve başta Sayın Başbakandır. Resmi bize gösterirseniz biz hepsini göreceğiz diyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ADNAN ŞEFİK ÇİRKİN (Hatay) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çirkin.

ADNAN ŞEFİK ÇİRKİN (Hatay) – Sayın hatip şahsımı da olaylara tek bir noktaya bakmakla, tek bir noktaya sadece dikkat etmekle, başka tarafları dinlememekle suçladı.

BAŞKAN – Sizin isminizi zikretti mi Sayın Çirkin?

ADNAN ŞEFİK ÇİRKİN (Hatay) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çirkin. (MHP sıralarından alkışlar)

Sataşma nedeniyle size de iki dakika söz veriyorum.

2.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin'in, Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç’in MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

ADNAN ŞEFİK ÇİRKİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Efendim, ben teknolojiyi takip etmemekle suçladım ama siz sataşmadan söz verdiniz.

ADNAN ŞEFİK ÇİRKİN (Devamla) – Teknolojiyi takip etmemekten değil efendim.

Şimdi, sayın milletvekilleri, yani tek bir noktaya odaklanmak değil bizimki, biz odaklanacağımız yere odaklanıyoruz. Yani şöyle bir baktığınız zaman son on iki yıla, AKP iktidarının son on iki yıldaki icraatına -biraz evvel rakamlar verildi- memurun borcu, daha doğrusu kredi kartı borcu kaç kat artmış? Onlarca kat. Bakın, bu bir nokta, odaklandığımız. Çiftçinin borcu kaç kat artmış? Onlarca kat. Bu da başka bir nokta. On iki yıllık dönemde icraya düşen senet sayısı hem rakamsal hem oransal olarak kaç kat artmış?

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Taşeron işçi, taşeron işçi…

ADNAN ŞEFİK ÇİRKİN (Devamla) – Bakın, bu da başka bir nokta. Ve vatandaş borçlanıyor, cinnet getiriyor, intihar ediyor; bu da bir nokta. Tabii ki bir iktidar olarak bunları kalben istemezsiniz ama netice bu, yani biraz da böyle bakmak lazım.

Şimdi, tabii, demin Sayın Tarım Bakanına teşekkür ettim, onu da burada ifade etmek istiyorum; çiftçinin uğradığı kuraklığı afete soktu ve Ziraat Bankası borçları ertelendi. Bakın, ne güzel değil mi? Kendisine huzurlarınızda teşekkür ediyorum ama şunu da ifade etmek istiyorum: Bizim dönemimizde çiftçinin 550 trilyon borcu vardı, şimdi 13,5 katrilyon var; bu da bir nokta.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Çiftçi batmış, çiftçi.

ADNAN ŞEFİK ÇİRKİN (Devamla) – Bunu da zatıalinizin anlayışına ve takdirlerine bırakıyorum Sayın Milletvekili; dinlemiyorsunuz ama dinleyecek yüzünüz de yok yani.

FARUK BAL (Konya) – Dövizzedeler var, dövizzedeler.

ADNAN ŞEFİK ÇİRKİN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasî Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- MHP Grubunun, MHP Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Oktay Vural tarafından, vatandaşların artan borçları ve bunun yol açtığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 14/2/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 3 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

 

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Müslim Sarı, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Sarı. (CHP sıralarından alkışlar)

MÜSLİM SARI (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Milliyetçi Hareket Partisinin vatandaşın borcuna ilişkin, araştırılmasına dair vermiş olduğu önergeyle ilgili lehte söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlar, ekonomiye ilişkin algılar var, gerçekler var, bir de yalanlar var. Bazı gerçekleri bazı rakamlardan anlayabiliriz ama bazı rakamların başka yanlarını göstererek birtakım algılar da yaratabiliriz ve bu algıları gerçekmiş gibi sunabiliriz. Bunu hep yapıyor AKP. Biraz önce AKP’den değerli milletvekili ağabeyimiz de buraya geldiğinde benzer şeyler söyledi.

Şimdi, bakın, Sayın Başbakan çıkıyor kürsülere ve televizyonlara, diyor ki: “Nereden nereye!.. Borcumuzun millî gelire oranı buradan başladı, buraya geldi. Biz aldığımızda yüzde 70’lerin ortasındaydı, bugün 30’lara geldik. Maastricht Kriterini tutturduk, IMF’ye borcumuzu ödedik.” Bunlar doğru mu? Bir boyutuyla doğru ama bir de meselenin öbür tarafı var. Nedense Sayın Başbakan meselenin öbür tarafıyla hiç ilgilenmiyor, AKP milletvekilleri meselenin öbür tarafıyla hiç ilgilenmiyor, ekonominin toplam borçluluğunun ne olduğuna ilişkin hiçbir şey söylemiyor, sadece kamu borcundan bahsediyor.

Bakınız, siz bir ekonomik model uyguluyorsunuz, bu ekonomik model cari işlemler açığı veriyor ve cari işlemler açığını finanse etmek için de borç yaratmak zorundasınız, borçlanmak zorundasınız; böyle bir ekonomik modelimiz var. Türkiye ekonomisinin borç yaratma dinamikleri azalmıyor çünkü cari işlemler açığının millî gelire oranı artıyor. Bir balon gibi düşünün, kamuyu sıkıyorsunuz bir tarafından ama balonun öbür tarafı şişiyor. Eğer kamu borçlanmayacaksa cari işlemler açığını finanse etmek için kim borçlanacak? İşte burada özel sektör ve hanehalkı devreye giriyor, özellikle özel sektör. Bunları hiç konuşmuyoruz, özel sektör borçluluğundan hiç bahsetmiyoruz, ekonominin toplam borçluluğundan hiç bahsetmiyoruz.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Borç kalitesinden bahsetmiyoruz, vadelerden bahsetmiyoruz, faiz oranlarından bahsetmiyoruz.

MÜSLİM SARI (Devamla) – Bakın, ben size birkaç tane rakam vereyim. AKP iktidara geldiğinde, 2002 yılında Türkiye’de özel sektörün dış borcu 43 milyar dolardı yani 1923’ten 2002’ye kadar stok olarak gelmiş bütün hükûmetlerin biriktirdiği borçların toplamı 43 milyar dolar; millî gelire oranı yüzde 18. AKP iktidarında, 2013’ün sonu itibarıyla bu rakam 267 milyar dolara çıkmıştır. Yani, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından AKP iktidarına kadar geçen süre içerisinde bütün hükûmetlerin biriktirdiği borcun en az 5 katı kadar AKP Hükûmeti son on yılda reel sektör, özel sektör olarak borç biriktirmiştir. Şimdi bunu göreceğiz, bunları konuşacağız, sadece kamu borcundan bahsetmek olmaz.

Şunu diyebilirsiniz, şunu söyleyebilirsiniz: “Özel sektörün borcundan bize ne?” Türkiye’yi değerlendirenler, Türkiye’ye kaynak aktaranlar, Türkiye’ye ilişkin ekonomik değerlendirme yapanlar ekonominin toplam borçluluğuna bakarlar. Bir sabah kalkarsınız, tıpkı 2001’de olduğu gibi, özel sektörün borçları devletin borcu oluvermiş. Bunu yapabilirsiniz, bu olabilir. Dolayısıyla, özel sektör borcunu göreceğiz. Reel sektörün döviz pozisyon açığı bunun doğal bir sonucu, bunu hiç konuşmuyoruz.

Bakın arkadaşlar, biz 2001 krizine 20 milyar dolar finansal sektör döviz pozisyon açığıyla yakalandık. Şu anda bu rakam 174 milyar dolar. İktidara geldiğinizde bu 6,5 milyar dolardı. Millî gelire oranı artmış değerli arkadaşlar; 2,8’den yüzde 21’e çıkmış.

Türkiye’nin finansman ihtiyacına hiç girmeyeceğim.

Şimdi, bir başka borç göstergesi, araştırmanın asıl konusu olan bir başka borç göstergesi: Hanehalkı borçluluğu. Şimdi, buraya gelen sayın  hatip, Sayın  Bilgiç, hanehalkı borçluluğuyla ilgili birtakım rakamlar verdi ama şunu görmek gerekiyor: 2002’den 2013’e nereye geldik? Türkiye’de hanehalkının tüketici kredisi ve kredi kartı borcu nereden nereye gelmiş? Şimdi, bakın, devletin resmî rakamları.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Burada da var, burada da var.

MÜSLİM SARI (Devamla) - Biraz önce Merkez Bankasından verdiniz, ben de Merkez Bankası İstikrar Raporu’ndan veriyorum. Efendim, 2002 yılında devri iktidarınız başladığında 6,6 milyar lira borcu varmış Türkiye’de hanehalkının, tüketici kredisi, kredi kartı borcu toplam 6,6 milyar. Millî gelire oranı kaç? Yüzde 1,9-yüzde 2.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Kim söylüyor 6,6 olduğunu?

MÜSLİM SARI (Devamla) - Merkez Bankası Finansal İstikrar Raporu.

Şimdi kaç? Şimdi kaç? Aradan on iki yıl geçmiş, 2013’e gelmişiz, 318,1 milyar mevduat bankalarına hanehalkının tüketici kredisi ve kredi kartı borcu. Finansman şirketlerini de eklediğinizde bu rakam 326 milyar oluyor yani 6 milyardan 326 milyara. Kaç kat? 48 kat.

Değerli arkadaşlar, son on iki yılda hanehalkı borcu 48 kat artmış. Millî gelire oran olarak yüzde 1,9’dan yüzde 20,4’e çıkmış. Şimdi, bu sorun değil mi? Yani buraya gelip bunu şöyle anlatamazsınız: “Ya, kredi olanakları gelişti, faiz oranları düştü, insanların kredi potansiyelinde önemli gelişmeler var, insanlar tüketiyor, tükettikçe mutlu oluyor.” Evet, insanlar tükettikçe mutlu olur ama bu tüketimin karşılığına bir üretim ve gelir koymak zorundasınız; geliriniz büyümezse, geliriniz büyümüyorsa tüketimle bir yere gidemezsiniz.

Bakınız, bu hanehalkının borçlarının harcanabilir gelire oranı ne olmuş? Yüzde 47’ye ulaşmış, son üç yılda yaklaşık 7 puan artmış; son on yılda, on iki yılda 30 puan artmış. Yani hanehalkının harcanabilir gelirinin içinde borçları, stok borçları, tüketici kredisi ve kredi kartı borçları 30 puan artmış.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Neredesin ama neredesin? G20 ülkeleriyle mukayese ettiğinde Türkiye olarak nerede duruyorsun, onu söyle.

MÜSLİM SARI (Devamla) - Şimdi, “Bu sorun değil.” diyebilirsiniz, burada şöyle rakamlar verebilirsiniz: “Avrupa Birliği ülkelerinde hanehalkının borçları oranı bu kadar, bizde bu kadar.” Arkadaşlar, o ülkelerde borç ödeme kapasitesi Türkiye'nin 10 katıdır. Çünkü kişi başına gelir 30 bin dolardır, sizin ülkenizde kişi başına gelir 10 bin dolar. Sizin hanehalkınızın borç edinebilme kapasitesi Avrupa Birliğindeki herhangi bir ülkenin hanehalkının borç ödeme kapasitesinden düşüktür. Bu çok önemli, bunu görmek gerekiyor, bu bir.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Rakama değil orana bakıyorsun. Oranı mukayese ediyorsun Müslim.

MÜSLİM SARI (Devamla) - İkincisi: Bu oranı çok hızlı kapattınız, yüzde 2’lerden yüzde 40’lara geldiniz, çok hızlı kapattınız ve taşınabilirliği yoktur artık. Gelirinizi artırmadığınız sürece hanehalkının borçlarının taşınabilirliği yoktur.

Buradan sesleniyorum Sayın Başbakana ve sayın AKP milletvekillerine. Bakınız Sayın Başbakan bir iktisat dehası gibi demeçlerde bulunuyor, “Faiz oranlarını sert bir biçimde aşağı indirelim.” diyor. Üniversite 1’inci sınıf makro öğrencisinin bile öğrendiği şeylerin tersini söylüyor Sayın Başbakan. Bu koşullarda bu kadar büyük kırılganlıklarımız varken, Türkiye ekonomisinin önümüzdeki bir yılda 225 milyar dolar dış finansmana ihtiyacı varken “Faizleri yükselttiğiniz gibi aynı hızla aşağı indirin.” demek Türkiye'ye krizi davet etmek demektir; çok açıktır ve nettir. Bütün yabancı kuruluş raporları, iktisadı bilen herkes bunu söylüyor.

Bu ekonomik model bu süreçte bu şekilde devam ederse Türkiye’yi ciddi şekilde sıkıntıya sokacaktır, özellikle hanehalkını sıkıntıya sokacaktır. Önümüzde büyüme oranlarının düşeceği kesindir, son iki yıl büyüme oranlarımız yüzde 3’lerde. Paranın yönü değişiyor, konjonktür değişiyor, para yeniden güvenli limanlara doğru gidiyor. Para yeniden güvenli limanlara doğru giderken bu kadar yüksek cari işlemler açığını finanse etmekte zorlanacağız, büyüme oranlarımız düşecek. İşte, büyüme oranlarımız düşünce hanehalkı gelirimiz düşecek. Hanehalkı gelirimiz düşünce hanehalkının borç ödeme kapasitesi  düşecek ve bu rakamlar, özellikle yüklenilen son on yıldaki rakamlar, hanehalkının borç seviyesinin gelmiş olduğu yere ilişkin rakamlar önümüzdeki dönem ciddi sıkıntıları beraberinde getirebilir.

Bakın, tahsili gecikmiş alacaklarda çok ciddi artışlar gözükmüyor. Bugün, baktığımız zaman, kabaca 10 milyar liralık bir tahsili gecikmiş alacak var ancak büyüme oranları geçmiş dönemden daha düşük olacağı için ya da Türkiye’nin büyüme kapasitesi önümüzdeki dönem düşeceği için ben iddiayla şunu söylüyorum: Önümüzdeki birkaç yıl daha Türkiye 0 ila 3 arası bir büyümeye razı olmak zorundadır. Bu, Türkiye’de işsizliğin artması demek.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - 2,44’ten 2,27’ye geldi on senede. Yapma Allah’ını seversen Müslim!

MÜSLİM SARI (Devamla) - Çünkü biz biliyoruz ki ekonominin yüzde 5’in altında büyüdüğü her dönem Türkiye’de işsizlik artmıştır. Türkiye genç bir ülkedir, her yıl 500 bin, 600 bin insan istihdam havuzuna girmektedir. Dolayısıyla, ekonomik büyümenin düşmesi işsizliğin büyümesiyle ve çoğalmasıyla karşılaşacak. Bu, hanehalkının gelirinde ciddi zafiyetlerin ortaya çıkması anlamına gelir. Ekonomide bir bomba var. Mutlaka ve mutlaka hanehalkı borçları araştırılmalıdır, bununla ilgili bir komisyon kurulmalıdır. Cumhuriyet Halk Partisi buna her türlü desteği vermeye hazırdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen İlknur Denizli, İzmir Milletvekili.

Buyurun Sayın Denizli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İLKNUR DENİZLİ (İzmir) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; özel borçların artışına ilişkin olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubunca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilen araştırma önergesi hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, tıpkı devlet borçlarının yorumlanmasında olduğu gibi özel borçların değerlendirilmesinde de esas olan mutlak rakamlar değil, o rakamların bağlı olduğu ana parametrik değer içindeki nispi pozisyonlarıdır. Türkiye’nin servetini temsil eden gayrisafi yurt içi hasıla önemli ölçüde artarken borçlarının daha az bir artış oranıyla yükseliş göstermesi ekonominin temel mantığı açısından bir zafiyet değildir. Nitekim, ülkemizin gayrisafi yurt içi hasılası 2002 yılında 230 milyar dolarken bugün 820 milyar dolara çıkmıştır; artış oranı yüzde 256’dır. Bu artış rakamları tabii ki bireysel gelirlerde yani kişi başına düşen millî gelir rakamlarında da kendini göstermektedir. Buna göre, 2002 yılında bu rakam 3.358 dolarken, bugün kişi başına 10.782 dolar olarak hesaplanmaktadır; artış oranı yüzde 221’dir.

Türkiye son on iki yılda bir dönüşüm süreci yaşamaktadır. AK PARTİ hükûmetleri 2008-2009 krizi öncesinde bankacılık, sağlık ve sosyal güvenlik alanında çok önemli reformlar yapmıştır. Bütçe açığımız düşmüş, kamu borç stokumuz aşağıya çekilmiştir. Krizde birçok ülkeyi vuran alanlar bankacılık ve kamu maliyesi iken ülkemiz her iki alanda da bu kriz dönemine son derece sağlam bir biçimde girmiştir. Bunun için, Türkiye ekonomisi krizden en az etkilenen ve en hızlı çıkan ülkelerden biri olmuştur.

Değerli milletvekilleri, büyümenin aynı zamanda kaliteli bir büyüme olması gerektiği kamu ekonomisinin en önemli kriterlerindendir. Özellikle kısa süreli hükûmetlerin olduğu, siyasi kadronun hızlı değiştiği dönemlerde, ekonominin en önemli konu başlığı olan büyüme kısa vadeli bakış açısının hâkim olduğu politik yaklaşımlarla şekillenmektedir. Ancak, AK PARTİ hükûmetleri döneminde Türkiye’nin büyümesinin kucaklayıcı ve kapsayıcı bir büyüme olduğu gerçeğini de görmek gerekiyor.

Türkiye’de büyüme var ve bu büyüme aynı zamanda istihdam üretmektedir, yoksulluğu azaltmakta, gelir dağılımını düzeltmektedir. Nitekim, 2002 yılında en zenginler ile en fakirler arasındaki oran 9,5 kat iken, son veriler bu oranın 8 kata düştüğünü göstermektedir. Buna paralel olarak, gelir dağılımı katsayısı 0,44’ten 0,40’a düşmüştür.

FARUK BAL (Konya) – 32 tane dolar milyarderi!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – “Paralel” deme, aklımıza başka şeyler geliyor!

İLKNUR DENİZLİ (Devamla) – Bu, dünyada çok ender bir tablodur. Bu düşüş rakamlarının en önemli yönü de büyümenin finansal ve sosyal sürdürülebilirliğine destek olmasıdır ki büyümenin başarısı da burada görülmektedir.

Bütün dünyada var olan aşırı tüketim eğiliminin yansımalarını ülkemizde de sosyal ve ekonomik hayat itibarıyla görmekteyiz. Bu durumun genel tüketim alışkanlıkları bakımından yaşanan bir değişim süreci olduğu açıktır. AK PARTİ hükûmetleri bu sürecin sağlıklı bir şekilde yaşanması için gerekli önlemleri almaktadır. Bu doğrultuda Ekim 2013’te, Aralık 2013’te ve Şubat 2014’te yürürlüğe giren düzenlemeler yapılmıştır. Bugün itibarıyla bu düzenlemelerin olumlu sonuçları da alınmaya başlanmıştır. Tüketici kredilerinin toplam bilançodaki payına getirilen yüzde 25’lik limitten kredi kartı uygulamalarına kadar çok geniş alanda yapılan bu düzenlemeler neticesinde, kredi artış oranının 2011 yılındaki 34,2’lik hızı şu anda yüzde 21,5’e düşmüştür. Bireysel kredilerde, Temmuz 2011’de yüzde 38,5’a çıkmışken, en son geldiğimiz nokta yüzde 15,7’dir. Kredi kartında Aralık 2011’de artış hızı yüzde 30,9’a yükselmişken alınan önlemler sonucunda, şu anda yüzde 2 oranındadır. Özellikle taksitli kredi kartı bakiyesinde yılbaşına göre  9 milyar gibi bir düşüş söz konusu olmuştur. Bu rakamsal değişiklikler, yapılan düzenlemelerin hem proaktif hem de isabetli olduğunu göstermektedir.

Yine, aynı hedefe hizmet edecek şekilde komşu düzenlemeler için de girişimler başlamıştır. Yatırım ortamının iyileştirilmesi, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılması, maliye ve para politikalarının daha etkin şekilde kullanılmasını sağlamak amacıyla kamunun alacaklarının yeniden yapılandırılması da gündemimize alınmıştır.

Ayrıca, ödenmemiş olan sigorta primi, emeklilik keseneği, kurum karşılığı, işsizlik sigortası primi, sosyal güvenlik destek primi gibi TEFE, ÜFE oranları esas alınarak hesaplanacak tutarın ödenmesi hâlinde, bu alacaklara uygulanacak gecikme cezası ve gecikme zammı gibi alacakların tamamının tahsilinden de vazgeçilecek bir yapılanma hedeflenmektedir.

Özel kesimin borç yüküyle ilgili olarak önemli bir rahatlama sağlayacağını düşündüğümüz bu düzenlemelerin en iyi sonuçları vermesi için çalışmalarımızı aralıksız olarak sürdürmekteyiz. İnancımız odur ki, önceki düzenlemeler gibi bu yapılandırma düzenlemesi de kendinden beklenen sonucu verecektir.

Ancak, bir şey daha eklemek istiyorum. Az önce Sayın Bilgiç’in söylediği gibi, tüketim alışkanlıklarımız çok hızlı değişiyor, gerçekten çok hızlı değişiyor.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Tüketim toplumu hâline dönüştük. Üretim yok, üretim!

FARUK BAL (Konya) – Her mahalleye AVM açarsanız olur.

İLKNUR DENİZLİ (Devamla) – Bizim, ülke olarak tasarrufla ilgili yepyeni bir bakış açısına sahip olmamız gerekiyor. Evet, bireysel olarak harcamalarımızda…

MÜSLİM SARI (İstanbul) – On yıldır iktidardasınız, yapın. Kim yapacak?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kim yapacak bunu?

İLKNUR DENİZLİ (Devamla) – Bunu Meclis olarak yapacağız, hep birlikte yapacağız efendim.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Yok, siz  yapacaksınız. Çok iyi!

İLKNUR DENİZLİ (Devamla) – Sonuç itibarıyla, “Hükûmet yapsın.” demek değil. Bir algı operasyonundan bahsediyoruz ki bu algıyı sizlerle birlikte düzelteceğiz. Tasarrufu muhalefet milletvekillerimizle hep birlikte artırma yoluna gideceğiz.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Ama dinlemiyorsunuz.

İLKNUR DENİZLİ (Devamla) - Bununla ilgili olarak halkımızın harcamalarını yönlendirme konusunda çeşitli çalışmalar yapacağız.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Efendim, tasarruf yapmak yetmiyor, üretim yapmak lazım, üretim.

İLKNUR DENİZLİ (Devamla) - Hep birlikte şunu görüyoruz: 1.500 lira geliriniz var, karı-koca çalışıyorsunuz, gidin… Bir restoranda 4 kişilik bir aile oturuyor, masanın üstünde tanesi 1.500 lira olan 4 tane telefon duruyor. Şimdi, burada bununla ilgili olarak bir önlem almamız gerekiyor…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Geliri artıralım işte.

İLKNUR DENİZLİ (Devamla) - …ama sadece Hükûmetin aldığı önlemlerle değil hep birlikte tasarrufu artırma yolunda adım atmamız gerekiyor.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Yani, lüks arabalarda geziyorsunuz bir telefonu çok gördünüz ya!

İLKNUR DENİZLİ (Devamla) - Bunları hep birlikte halletmemiz gerekiyor diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – O 1.500 liralık telefonda 1.000 TL vergi var, almayın o vergiyi.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunacağım, karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.06

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.19

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: İsmail KAŞDEMİR (Çanakkale), Muharrem IŞIK (Erzincan)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Öneriyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter sayısı vardır, öneri kabul edilmemiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi  Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

3.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Sedef Küçük ve arkadaşları tarafından, ülkemizde basın özgürlüğünün durumu ve basın özgürlüğünün engellenmesiyle ilgili sorunların ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 23/5/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 3 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 03/06/2014 Salı günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

Engin Altay

Sinop

Grup Başkan Vekili

Öneri:

İstanbul Milletvekili Sedef Küçük ve arkadaşları tarafından, “Ülkemizde basın özgürlüğünün durumu ve basın özgürlüğünün engellenmesi ile ilgili sorunların ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi” amacıyla 23/05/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (1363 sıra no.lu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 03/06/2014 Salı günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi  grup önerisi lehinde söz isteyen Sedef Küçük, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Küçük. (CHP sıralarından alkışlar)

SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi  grup önerisinin lehinde söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, Türkiye’nin ve Türkçenin büyük şairi Nazım Hikmet’in 51’inci ölüm yıl dönümü. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.” diyen büyük şairi ve bir ağaç gibi özgür ve bir orman gibi kardeşçe barış içinde yaşamaya çalışan, bu uğurda canlarından olan tüm gençlerimizi saygıyla anıyorum.

Değerli milletvekilleri, bir ülkedeki demokrasinin kalitesini ölçmek istiyorsanız o ülkenin ifade özgürlüğüne bakış açısını kriter olarak almanız gerekir. Basını özgür mü, iktidarı özgürce eleştirebiliyor mu, insanlar haber alma haklarını  yeterince kullanabiliyorlar mı, bunlara bakarak o ülkede demokrasinin ne düzeyde olduğunu görebilirsiniz. Eğer bir ülkede basın üzerinde baskı varsa, açık veya örtülü sansür bulunuyorsa, otosansür normalleşmiş hatta zorunlu hâle gelmişse, basın mensupları gerçekleri yazamıyorsa, yani basın demokrasinin bekçiliğini gereği gibi yapamıyorsa veya yaptırılmıyorsa o ülkede demokrasinin işlemediği rahatlıkla söylenebilir.

İşte, bizim ülkemizde de durum tam bundan ibarettir. “İleri demokrasi” diye çıkıldığı söylenen yolda varılan yer tam bir üçüncü dünya demokrasisidir. “Basın, prangalarından kurtulacak.” diye çıkıldığı söylenen yolda varılan yer sahibinin sesi bir medyadır ve durum maalesef özgürlükler açısından giderek daha da vahim bir hâl almaktadır. Neredeyse her basın kuruluşunun bir “Alo Fatih” hattı mevcuttur. Ne yazılıp ne çizileceğine, kimin ve hangi haberin ne ölçüde medyada yer bulacağına bu Hükûmet komiserleri ve onları görevlendirenler karar vermektedir. Bu durum, sırf medya dünyasının değil, tüm demokrasimizin hastalıklı bir yapıya sahip olmasını da beraberinde getirmektedir. Bu hastalıklı yapı yalnızca iktidarın baskısından ve demokrasi hazımsızlığından kaynaklı değildir; basın içindeki kraldan çok kralcı kalemlerden de, medya sahiplerinden de kaynaklıdır.

Gözlendiği kadarıyla bazı basın mensuplarının birer “Alo Fatih” hattına ihtiyaçları yoktur çünkü zaten içlerinde birer “Alo Fatih” mevcuttur.

Anlaşılan, Basın Ahlak İlkeleri arasında yer alan “Gazeteci görevini, taşıdığı sıfatın saygınlığına gölge düşürebilecek yöntem ve tutumlarla yapmaktan sakınır.” ilkesinden haberdar olmayan basın mensupları vardır ya da gazetecinin temel görevleri ve ilkeleri arasında yer alan “Halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, gazeteci, kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçeklere ve doğrulara saygı duymak ve uymak zorundadır.” ilkesini görmezden gelen gazeteciler vardır.

Ne yazık ki bu dönem medya açısından tarihe kara bir dönem olarak geçecektir. Sular durulduğunda ve gerçek demokrasi bir gün işlemeye başladığında, bu dönemde yazılanlar veya yazılması gerektiği hâlde yazılmayanlar utançla hatırlanacaktır. Penguen gazeteciliği, hasıraltı edilen haberler, sorulmayan sorular, cadı kazanlarına odun taşıyan medya, ileride üniversitelerde “basın etiği dersleri”nin konusu olacaktır.

Kimi medya mensupları her türlü baskıya rağmen kalemlerinin onurunu korudukları için, kimi basın mensupları da kalemlerinin bir onuru olduğundan bihaber oldukları için hatırlanacaklar. Kaleminin onurunu koruyanlara hem bugün için hem geleceğimiz adına huzurunuzda teşekkürü borç biliyorum. Çünkü bir gazeteci için asıl iş, zor zamanlarda doğruyu söyleyebilmek, zor zamanlarda halk adına konuşabilmektir. Çünkü basın özgürlüğü sadece gazetecinin kendini ifade edebilme özgürlüğü değildir, aynı zamanda halkın haber alma özgürlüğüdür ve bu özgürlük demokrasilerin ve hukuk devletlerinin olmazsa olmazıdır. Onun içindir ki halka doğruları söyleyen her basın mensubu, demokrasi kültürünü kurmamızda ve hukuk devletini korumamızda yeri doldurulamaz bir rol üstlenmektedir. Bu yüzden kaleminin namusuna sahip çıkan her basın mensubu gönülden teşekkürü hak etmektedir.

Değerli milletvekilleri, basın, çağının tanıklığını yapar, muhakkak ki bu tanıklığı dürüstçe yapmıyorsa, geleceğe yalanları bırakıyorsa tarih bunu affetmez ve affetmeyecektir. Ama tarih asıl “Muhalefet ediyor, istenmeyenleri ortaya döküyor.” diye basını korkunç bir abluka altına alanları affetmez. Meclis televizyonunun yayınını bile engelleten, muhalefet liderlerinin sözünü sansürleten, gazeteciliği hakkıyla yapanlara “Batsın bu gazeteciliğiniz.” diyenleri tarih affetmez. Basının denetleyici rolünü görmezden gelen “Yalnızca benim istediklerimi yazacaksın, beni eleştirmeyeceksin, eleştirirsen bedelini ödetirim.” diyen iktidarları tarih affetmez; şimdiye kadar dünyanın hiçbir ülkesinde affetmemiştir, Türkiye'de de affetmeyecektir. Şimdiden zaten iktidar “Twitter”ı, “YouTube”u yasaklayan, basını sansürleyen bir iktidar olarak tarihte yerini almıştır. Bu baskıyı dünya üzerindeki özgürlüklerle, basın haklarıyla ilgili her kuruluş da ortaya koymaktadır. Gazetecileri Koruma Komitesi, Uluslararası Gazeteciler Federasyonu, Sınır Tanımayan Gazeteciler, Dünya Basın Özgürlüğü Komitesi, Freedom House gibi kuruluşların raporlarında Türkiye basın özgürlüğü alanında hep son sıralarda. Ama ne zaman bu gerçekler dile getirilse “Şu kuruluş şöyle.”, “Bu kuruluşun başkanı böyle.”, “Zaten bizi çekemiyorlar.”, “Bizdeki basın özgürlüğü kimsede yok.” gibi akıllara zarar açıklamalar yapılıyor.

Kafaları kuma gömmek ne yazık ki Türkiye demokrasisini bir adım daha ileri götürmüyor. Siz istediğiniz kadar “Türkiye'de basın özgür; işte, isteyen istediğini yazıyor.” deyin, işten attırılan ve attırılmak istenen gazeteciler, “Alo Fatih”ler, hapisteki yazarçizerler, telefonda ağlatılan medya patronları, haksız yere kesilen astronomik vergi cezaları orada duruyor.

Değerli milletvekilleri, hangi açıdan bakarsanız bakın, bu dönem, basın özgürlüğü başta olmak üzere bütün özgürlükler için karanlık bir dönemdir ve emin olun her karanlık çağ gibi nihayetinde bitecektir ve emin olun gelecek kuşaklar bu karanlık çağı, bu karartmayı, bu baskıyı hiç de hayırla yâd etmeyecektir. Gerçekleri gizleyerek, doğruların üstünü örterek bir dönem insanları yanıltabilirsiniz. Bakın, Lincoln yüz elli yıl önce ne demiş? “Bazı kimseleri her zaman, herkesi bazen aldatabilirsiniz ama herkesi her zaman aldatamazsınız.”

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; meselemiz sadece basın özgürlüğü meselesi değildir, meselemiz demokrasidir ama gerçek demokrasidir; meselemiz insan haklarıdır ama herkes için ayrım gözetmeden uygulanacak insan haklarıdır; meselemiz konuşan, tartışan bir Türkiye'dir ama her istediğini özgürce, baskı görme korkusu olmadan konuşan bir Türkiye'dir, gençlerinin sokaklarda sürüklenmediği bir Türkiye’dir.

Basını özgür, medyası bağımsız olmayan bir ülkenin eninde sonunda her baskıcı rejimin arzuladığı bir suskunlar toplumuna dönüşeceğini, bunun da kimse için hayırlara vesile olmayacağını hatırlatıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Altan Tan, Diyarbakır Milletvekili.

Buyurun Sayın Tan. (HDP sıralarından alkışlar)

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; basın özgürlüğü, basın hürriyeti yüz yıldan fazla bir zamandır maalesef hâlâ tartışılıyor. Sultan Abdülhamit döneminden itibaren başlayan sansür, sınırlama, takip, belli kelimelerin yasaklanması, belli kavramların kullanılması aradan yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen maalesef hâlâ devam ediyor. Cumhuriyet döneminde de hiçbir zaman istenilen ölçüde özgür bir basın faaliyeti olmadı ve nitekim bundan dolayıdır ki Hüseyin Cahid Yalçın’dan Necip Fazıl Kısakürek’e kadar Türkiye'nin solda, sağda, dindar, laik, seküler, Kürt, Türk, Sünni, Şii, Alevi her kesiminden basın mensubu maalesef devletin tokadını yedi.

Değerli arkadaşlar, tabii, bu kadar bir yol katettikten sonra gönül isterdi ki bugün doğru düzgün bir mesafe alalım. Ama, işte “Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gittik.” hikâyesi gibi, darbımeseli gibi bugün geldiğimiz noktada da bu tekerlemeye uygun olarak bir değerlendirme yaptığımızda ortaya çıkan durum maalesef iç açıcı değil. Şu an yine Türkiye’de öyle bir medya var ki birinin “ak” dediğine, öbürü “kara” diyor, birinin göklere çıkardığını öbürü yerin dibine batırıyor. Evrensel basın ilkelerine göre bu kadar çelişkinin, bu kadar kamplaşmanın olması mümkün değil, böyle bir şey mümkün değil. Çünkü gazeteciliğin, basının birinci kuralı şudur: Önce doğru haber, birincisi doğru haber. Doğru haberden sonra yorum serbest. Önce siz olanı doğru düzgün bir ortaya koyarsınız, haberi doğru olarak en yalın şekliyle vatandaşın, halkın önüne getirirsiniz, ondan sonra herkes bu doğru haberden, bu yalın gerçeklikten kendine göre bir netice çıkarır. O neticeyi nasıl çıkarırsa çıkarır, ona müdahale edemezsiniz ama öncelikle, o getirdiğiniz haberin doğru olması lazım.

Benim babam da gazeteciydi, Diyarbakır’da, Batman’da yıllarca yerel gazetecilik yaptı. Ben çocukluğumdan itibaren bugüne kadar o mürettiplerin harfleri tek tek elle dizdikleri ortamlarda büyüdüm. Sonra hasbelkader ben de yayın hayatının bir şekilde içinde oldum yazar olarak dergilerde, gazetelerde ama değerli arkadaşlar, belki de hiçbir zaman ülke bu kadar kamplaşmadı diyebiliriz.

Şimdi gelinen noktada bir yandan “basın özgürlüğü” diyeceksiniz, bir yandan işte “İletişim çağıdır, hiçbir şey gizlenemez, artık halkın bilgi alma özgürlüğü kısıtlanamaz.” diyeceksiniz, öbür taraftan İnternet’e baskı uygulayacaksınız, “YouTube”u yasaklayacaksınız, “Batsın bu gazetecilik.” diyeceksiniz, bilgi alma özgürlüğünü her yönden kısıtlayacaksınız, sorulan sorulara cevap vermeyeceksiniz ve bir şekilde de basın bir haberi elde ettiği vakit, bir gerçekliği yakaladığı vakit de kıyameti koparacaksınız “Bu devlet sırrıdır.” diyeceksiniz, “Vatan hainliğidir.” diyeceksiniz de diyeceksiniz...

Gazetecinin görevi vatan kahramanı veya devlet savunucusu olmak değil. Tekrar söylüyorum, dünyanın bütün ülkelerinde gazeteci haber kaynağını açıklamak zorunda değildir, basının en önemli ilkelerinden birisi de budur. Siz oturacaksınız, devletin en önemli yetkilileri, Dışişleri Bakanı, Millî İstihbarat Müsteşarı, onun yardımcısı, bunun sorumlusu, “Suriye’ye harp ilanı nasıl olur, klasik kontrgerilla eylemleri nasıl yapılır?” bunu tartışacaksınız; bir şekilde bu medyaya düşecek, kıyameti koparacaksınız, “Bu, vatan hainliğidir.” diyeceksiniz, fail aramaya çalışacaksınız. Gazetecinin görevi mahkûm olmak değil. Bu haberler sızar. Aynı şekilde, telefonla konuşacaksınız, talimatlar vereceksiniz, “1 milyar dolar nasıl iç edilecek?” bunun hesaplarını yapacaksınız; öbür taraftan, medyaya düştüğü zaman da kıyameti koparacaksınız. Bu işin medyada yayımlanması ayrı bir şey, sizin açınızdan bunun hukuki sızdırılması, verilmesi, dışarı çıkarılması başka bir şey. Gazeteci devletin kozmik odası değil, gazeteci Millî İstihbarat Müsteşarı değil, gazeteci Kamu Güvenliği Müsteşarı değil. Gazetecinin, medya mensubunun görevi, bulduğu, ulaştığı, halk için önem arz eden bir şeyi halkın önüne koymaktır.

Değerli arkadaşlar, bu örnekleri artırabiliriz, örnekler verildi. Yere göğe sığmayan, burnundan kıl aldırmayan, halkın anasını ağlatan medya patronları telefonlarda ağlamaya başladılar. Bu da ayrı bir ilahî adalet diyelim, men dakka dukka. Demek ki dışarıda efelenmek yetmiyormuş, sen Başbakana karşı, devlet yetkililerine karşı yiğitçe durup da yazdığını, çizdiğini, yaptığını savunabiliyorsan işte delikanlılık oymuş. Bu da anlayana sivrisinek saz, anlamayana mehter takımı da az.

Değerli arkadaşlar, bugünlerde, Türkiye’de, özellikle buğday hasadının, arpa hasadının bazı yörelerde başladığı, ülke genelinde de başlamak üzere olduğu bir dönemde en önemli sorunlarımızdan biri de elektrik meselesi, sulamalarla ilgili kuyular ve bu kuyularda kullanılan elektriğe gelen cezalar. Feryat figan yeri göğü inletiyor, kimsenin umurunda değil. Tarım Bakanımız Diyarbekir Milletvekili, tarım yapan bir bölgenin çocuğu; buğday tarlalarının içinde büyüdü, kulağını tıkamış, Bismil’de kıyamet kopuyor, Kızıltepe’de kıyamet kopuyor, Batman’da, Nusaybin’de kıyamet kopuyor. Ne oldu da kıyamet kopuyor? Özelleştirme yapıldı, elektrik bir firmaya satıldı, yıllık yüzde 65 kaçak üzerinden protokol yapıldı. Şimdi, firma diyor ki: “Efendim, 72 kaçak var.” Öbürü diyor: “Şu kadar kaçak var.” Her ay diyelim ki 100 lira devlete verecek, “80 topluyorum, 20’sini toplayamıyorum. Peki, ne yapmam lazım?” Deli Dumrul misali, şu an vatandaşa, önüne gelene 50, 60, 80, 120, 200 milyar lira ceza yazılıyor. Benim kendi akrabalarım… Yani “Bunlar hayalî yahu, 200 milyar elektrik cezası mı olur?” diyebilirsiniz. Benim bir akrabama 160 milyar ceza kesildi, yeni parayla 160 bin TL ceza kesildi ve bunlar bir kişi, iki kişi değil.

Neye göre ceza kesiliyor peki? Neye göre tahakkuk yapılıyor? Adamın tarlasında kuyu yok, kuyu olmadığı için elektrik yok, suyu yandaki tarladan alıyor, ona da 80 milyar ceza kesiliyor.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Daha su parası vermeye başlayacak Büyükşehir Yasası’yla beraber.

ALTAN TAN (Devamla) – Peki, niye böyle yapılıyor? ÇKS dediğimiz, Tarım Bakanlığından bu çiftçinin aldığı primler esas alınarak beyan etmiş, “500 dönüm sulu arazim var.” Pamuk primine, mısıra, şuna buna… O beyan üzerinden diyor ki: “Senin 500 dönüm sulu tarlan varsa burada 5 tane kuyun vardır, 5 tane kuyu da şu kadar elektrik kullanır. O hâlde, al sana, 150 milyar ceza.” Değerli arkadaşlar, bunu Deli Dumrul da yapmadı.

Peki, her şeyi zapturapta aldınız. Birincisi: Kuyu kazılması yasak. Şu an Mardin Ovası’nda ne kadar kuyu var biliyor musunuz, yasak dediğiniz? Çünkü yer altı suları 35 metreden, 40 metreden çıkıyordu, şu an 450-500 metreye indi, Midyat kalkerinin altına indi. Kuyuya para harcıyor. Kuyu yasak sözde, 3 bin kuyu var, 3 bin kuyu. Peki, niye izin verdin? “E, verdim.” Elektrik bağlanılması yasak bunlara, niye bağladın? “E, bağladım.” Peki, vatandaş sana senede 50 milyar, 60 milyar elektrik parası verirse 100 dönüm bir arazi için, kendi ne yiyip içecek? “E, ben onu bilmem. Getirsin versin.” Peki, sulama kanallarını niye bitirmiyorsun? Atatürk Barajı su tutalı on iki sene oldu, nerede kanallar? GAP’ın yüzde 86’sı bitmiş, kanalların yüzde 15’i bitmiş. Getir kanalımı, ver suyumu, sen evine, ben evime. Değerli arkadaşlar, buna devlet el atmazsa... Şirket de şu an diyor ki aynen eski Osmanlı mültezimleri gibi: “Ben bunu ihaleyle aldım. Her ay -misal- 100 trilyon vereceğim. Ben bunu senden alırım kardeşim.” Bunu Tepedelenli Ali Paşa da yapmadı, Celâlî isyanlarında da olmadı. Bu gidişat gidişat değil. Bilginiz olsun.

Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Hatip, Bakanlar Kurulu kararı var elimde. Bakanlar Kurulu yapmış böyle bir şeyi.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Lütfü Türkkan, Kocaeli Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu öneri hakkında söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Basının en önemli işlevi haber ve bilgileri topluma doğru ve tarafsız biçimde sunmak. Hep öyle bilinir, değil mi? Ama, bu, Türkiye’de böyle değil; bu, basının diğer ülkelerde, dünyadaki tanımı. Türkiye’de birkaç istisna dışında basın kuruluşları haber veremiyor. Basın kuruluşları iktidarın şakşakçılığını yapıyor. Son on yıldır iktidarın yandaşı olan gazetelerde köşe yazısı yazanlara bakın, önemli bir kısmı gazeteci değil; bunlara biz “gaz tenekeci” diyoruz yani içi bomboş, hiçbir şey yok. Basın aslında bir kamu görevini yerine getiriyor. Bu özelliklerinden dolayı da demokratik ülkelerde basın kuruluşları demokrasilerin güvencesi. Cumhuriyet tarihinde hiç görülmemiş bir şekilde bir baskı var şu anda basının üzerinde. Vergi cezalarıyla tehdit ediliyor mesela. Köşe yazarları talimatla işten çıkarılıyor. Gezi olaylarından sonra işten atılan ya da baskı yapılarak istifaya zorlanan benim bildiğim 100’den fazla gazeteci var. Örneğin, Can Dündar, Ali Kırca, Tuba Atav bunlar arasında sayılır. NTV’nin Ankara temsilcisi Nilgün Balkaç Hanımefendi, aynı kanalda görev yapan, program yapan Çiğdem Anad Hanımefendi, Milliyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak aynı dönemde istifa etmek zorunda kalan gazeteciler arasında. Yine, geçtiğimiz günlerde yandaş kanallarından biri olan SKY 360’da yönetim çok tartışılacak bir karara imza attı, kanalın ana haber sunucusu Korcan Karar’ın işine son verdi. Yine, Beyaz TV’nin Haber Koordinatörü Bülent Çöltekin’in işine son verildi. Bu insanlar gazetecilikten başka iş yapmıyorlar, bu insanlar evlerine ekmeklerini emekleriyle götürüyorlar ama bunların çoluklarını çocuklarını, ailelerini açlığa terk ediyorsunuz. Hükûmet aba altından sopa gösteriyor, diyor ki: “Ya bize yakın olacaksınız ya da işsiz kalacaksınız.” Türkiye genelinde işsizlik oranı yüzde 10 civarındayken gazetecilerde bu oran yüzde 20’leri aşıyor.

Tutuklu gazeteciler listesinde Türkiye iki yıldır birinciliği hiçbir ülkeye kaptırmıyor. Bugün hâlâ Türkiye’de 40’a kadar gazeteci cezaevinde yatıyor. Gazetecileri Koruma Komitesinin Raporu’na göre Türkiye’yi İran ve Çin izliyor. Sayın Başbakan da ısrarla basının özgür olduğundan bahsediyor. Sayın Başbakan’ın, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü tarafından yayınlanan 2014 Dünya Basın Özgürlüğü Raporu’ndan haberi yok. Aslında haberi var ama işine gelmiyor. Rapora göre Türkiye, 180 ülke arasında 154’üncü sırada, Afganistan, Ürdün ve Irak gibi ülkelerin bile gerisinde. Raporda Türkiye için söylenen sözlere bir bakarsanız Türkiye’deki basının ne hâlde olduğunu görürsünüz. “Türkiye’de basın özgürlüğü konusunda hiçbir gelişme görülmedi. Türkiye, en büyük gazeteci hapishanelerinden biri.” deniliyor. Siz, hangi basın özgürlüğünden bahsediyorsunuz? On yılda 56 sıra gerilemiş bir gazetecilikten, basından bahsediyorsunuz.

Ben bir soru önergesi vermiştim Sayın Başbakana bu konuyla ilgili, Sayın Bülent Arınç’tan cevap geldi, diyor ki: “Tutuklu gazeteciler, gazetecilik mesleğiyle ilgisi olmayan suçlardan dolayı bağımsız mahkemelerde yargılanarak hüküm giymişlerdir.” Neymiş bu suçlar? “Terör örgütüne üye olmak, emniyet görevlilerine ateş açmak.” Ben buradan sormak istiyorum şimdi: Mustafa Balbay –bugün burada yok- terörist miydi? Tuncay Özkan hangi silahlı soygunu gerçekleştirdi? Nedim Şener, Ahmet Şık hangi emniyet görevlisine ateş açtı? Yani kendi kendinize güldürüyorsunuz. Ama diktatörler hep böyledir biliyor musunuz, bütün ülkelerde böyle. Ben diktatöryal bir rejimden, totaliter rejimden kaçmış bir ailenin çocuğuyum. Bana çocukken anlatılanları 55 yaşımdan sonra tekrar dinlemeye başladım. Çocukken, totaliter rejimlerde, eski Yugoslavya’da neler yapılıyorsa şu anda burada onu yapıyorsunuz. Yani çok bağırıyorsunuz ya “Komünistler böyle, sosyalistler böyle.” sizden daha büyük bir komünist yok. Komünistlere, o Stalin’e rahmet okutacak hâle geldiniz siz.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Ya, “faşist” deseydin bari, komünistliği nereden çıkardın hocam?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Yani size de… Zülfüyâre mi dokundu arkadaş? Siz geçmişten ders aldınız diye düşünüyorum. Dolayısıyla, size dokunmayacağını düşünmüştüm. Size rahmet okutur bunlar.

Türkiye ilk kez “basının kısmen özgür olduğu ülkeler” listesinden çıkarıldı, “basının özgür olmadığı ülkeler” listesine yerleştirildi arkadaşlar.

Yakın zamanda İnternet’e sızan, Başbakan Erdoğan ile yine Erdoğan Demirören arasındaki konuşmayı arkadaşlar hatırlattı. “İmralı tutanakları” haberi nedeniyle Başbakan Erdoğan, Milliyet-Vatan grubunun patronu Erdoğan Demirören’i telefonda resmen fırçalıyor, hem de ağlatana kadar. 70 yaşındaki Erdoğan Demirören de utanmadan ağlıyor, boyuna posuna, servetine, geçmişine bakmadan da ağlıyor. Buradan “yuh” diyorum kendisine, gerçekten “yuh” diyorum. “Üzdüm mü seni patron?” diyor. “Patron” dediği kim? Başbakan. İlişkiye bakın, medya patronu bir tarafta, Başbakan bir tarafta; medya patronu, Başbakana “patron” diyor. Ya, bu gazetenin sahibi sen misin Başbakan mı? Arada böyle bir ilişki mi var, ekonomik bir ilişki mi var? Kendinizi kandırmayın arkadaşlar. “Duman ettiniz her tarafı, rezil ettiniz.” diye cevap veriyor Sayın Başbakan. Milliyet gazetesinin eski Yayın Yönetmeni Derya Sazak ve haberin muhabiri Namık Durukan’a da Başbakan diyor ki: “Adi, namussuz, kepaze!” Hakaretler ediyor. Başbakan Erdoğan “Vatan ve Milliyet’ten hiç kimseyi uçağa almayacağım.” diye de tehdit ediyor. Bu konuşma üzerine Demirören, Milliyet’in Yayın Yönetmeni Derya Sazak’ın işine son vermek zorunda kalıyor. Namık Durukan içinse Sayın Başbakan diyor ki: “İyi niyetliyse kimin ona söylediğini söylesin. Bizden birisiyse icabına bakarız, BDP’den birisiyse onların da icabına bakarız.” Yani, Sayın Başbakan eline kılıcı almış, onu kesiyor, bunu kesiyor ama bu kılıç bir gün kendini kesecek, farkında değil, üzüntümüz de bundan aslında.

Erdoğan Demirören, Başbakan Erdoğan’a “Akşama kadar bilgiyi kimin sızdırdığını bildireceğim.” diyor, sonuna doğru da “Nasıl girdim ben bu işe ya, kimin için?” diyerek ağlamaya başlıyor. Şu hâle bakın. Bir medya patronu bu hâle düşer mi arkadaş ya? Velev ki servetini 10’a katla, Başbakanın himmetiyle bir 50 kat daha servet kazan; torununa sen yarın nasıl izah edeceksin, o telefon konuşmalarını nasıl izah edeceksin, nasıl anlatacaksın? Bir davette yüzüne baktığımda ona söyleyeceğim “Utanmadın be adam!” diyeceğim, gerçekten söyleyeceğim.

Haberlere medya patronları karışmamalı, aslında doğrusu bu ama patronlar esas patrona yani Başbakana hesap vermek zorunda kaldıkları için Başbakan bütün gazeteleri idare ediyor. Sabah Sayın Yalçın Akdoğan haber müdürleriyle toplantı yapıyor, o günkü atılacak manşetleri kendilerine iletiyor, onlar da haber yapıyor. Bakın “Sahibinin Sesi Köpek Marka” vardı, eskiden bir plak markası, hatırlar mısınız, bu hâle getirdiğiniz basını. Günah oldu. Yani, Pravda’dan daha kötü hâle geldi Türkiye’de basın.

Başbakanın Danışmanı Yalçın Akdoğan, NTV’nin Medya Direktörü Nermin Yurteri’yi arıyor, bir sürü de fırça atıyor “Niye böyle yaptınız?” diye. Nermin Yurteri’nin patronu Ferit Şahenk midir, Başbakan Erdoğan mıdır, oradaki o ilişkiyi de gerçekten incelemek lazım.

“Alo Fatih” hattına girmeyeceğim. Zavallı Fatih Saraç şimdi neler yapıyor bilmiyorum, Allah uzun ömürler versin. Bugün Habertürk kanalı Sayın Genel Başkanımızın grup konuşmasında tam iki defa kesti. Neyi verdi biliyor musunuz? Başbakanın Ankara Ticaret Odasındaki toplantısını. Yahu arkadaşlar, bakın, bu Başbakan ilanihaye bu ülkeyi yönetmeyecek, ömrü de sonsuz değil. Bir gün bu ülke sizi bu dalkavukluğunuzla anacak, bu şahsiyetsizliğinizle anacak, bu omurgasızlığınızla anacak.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Düzgün konuş, ifadelerini düzgün kullan, orası milletin kürsüsü! (AK PARTİ sıralarından “Ayıp, ayıp!” sesleri, gürültüler)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Ben, evet, medya patronlarına söylüyorum, bu omurgasızlıklarıyla anılacak.

BAŞKAN – Sayın Türkkan, Sayın Türkkan…

AHMET YENİ (Samsun) – Ayıp, ayıp!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Sen bağırma orada. Sen dalkavukluk yaparak üç dönem milletvekili olmuş adamsın, hiç senin hakkın yok.

BAŞKAN – Sayın Türkkan…

AHMET YENİ (Samsun) – Ahlak diye bir şey yok sende, dalkavuğun ta kendisisin. İade ediyoruz sana. Sana iade ediyoruz

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, sözünü geri alsın.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Gezi Parkı protestolarının yıl dönümünde CNN muhabirinin gözaltına alınması görüntülerini izlediniz değil mi? Bugünkü grup konuşmasında Watson için “CNN’in dalkavuğu.” diyor. Yahu, Türkiye’deki gazetecilere hakaret etmekten yılmadınız…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sen CNN ajanının dalkavuğusun.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – …geldiniz, uluslararası basın kuruluşlarının muhabirlerine de başladınız Ali kıran baş kesen gibi davranmaya.

Bakın, bir şey söyleyeceğim, diktatörün sonu iyi değil. Bu adama bu gazı vere vere diktatör hâline siz getirdiniz. Yağcılık yapa yapa, dalkavukluk yapa yapa siz getirdiniz.

 

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Hadi oradan, CNN’in dalkavuğu seni!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Evet, siz.

BAŞKAN – Sayın Türkkan…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sensin dalkavuk, sen CNN ajanının dalkavuğusun.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Dalkavukluk yapa yapa, yağcılık yapa yapa bu adamı diktatör yaptınız. Ülkeyi basına cehennem hâline getirdiniz, yazıklar olsun hepinize!

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sen CNN muhabirinin dalkavuğusun.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yazık be, dalkavuk!

BAŞKAN – Evet, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi aleyhinde söz isteyen Tülay Kaynarca.

Buyurun Sayın Kaynarca lütfen.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, nasıl Başbakana “dalkavuk” diyebilir.

TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhine söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, 1 Haziran seçimlerinin 14 seçim bölgesindeki vatandaşlarımız ve Türkiye’miz için hayırlı olmasını yürekten diliyorum. Göreve gelen tüm başkanlarımızın bölgelerinde önemli hizmetlere, projelere imza atabilmelerini de yürekten diliyorum.

Aslında, konuşmaya geçmeden önce bir cevap vermem lazım son konuşmacıya, o da şu: Hayretle dinledim, gerçekten hayretle dinledim çünkü medya patronlarından bahsederken, medyadan bahsederken, unutmuş olmalı pijamayla, eli cebinde karşılanan başbakanları. Ya, bu ülkede bunlarla karşı karşıya gelindi.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – O Başbakanın yanındaki Bakan Meclis Başkanı şu anda.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Mesut Yılmaz’a söyleyeceksin onu.

TÜLAY KAYNARCA (Devamla) – Böyle medya patronları, böyle başbakanlar dönemi yaşandı.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – O Bakan Meclis Başkanı şu anda.

S.NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Şimdi intikam mı alıyorsunuz?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Onu Mustafa Elitaş’a söyleyeceksiniz, onun patronu, Mustafa Elitaş’ın patronu o, bana değil.

TÜLAY KAYNARCA (Devamla) – O yüzden, değerli milletvekilleri, değerlendirme yaparken her birini göz önüne almak lazım.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Cemil Çiçek’e de söyleyelim.

TÜLAY KAYNARCA (Devamla) – Siz konuştunuz, biz sataşmadık Sayın Vekil.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Mustafa Elitaş’ın patronu o, benim değil.

TÜLAY KAYNARCA (Devamla) – O yüzden, lütfen, saygıyla dinlemesini de öğrenebilirsek mutlu olacağız.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Gördüm ne kadar saygıyla dinlediğinizi.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Saygı ne gezer onda ya!

MEHMET ERSOY (Sinop) – Onların huyudur.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Gördüm saygıyla ne kadar dinlediğinizi…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yeter be! Sus ya!

TÜLAY KAYNARCA (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi…

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Ya, bir hanımefendi konuşuyor, en azından kürsüdeki hanımefendiye saygılı ol!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Gruba da söyleyeceksiniz Başkan, ben konuşurken bana…

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sen ne konuştuğunun farkında değilsin, orada neler söylediğini bilmiyorsun sen.

BAŞKAN – Sayın Türkkan, lütfen…

TÜLAY KAYNARCA (Devamla) – …basın özgürlüğüyle ilgili, basın özgürlüğünü içeriyor.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, ikaz edin, oturduğu yerden konuşup duruyor. (Gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Türkkan…

Görev mi öğreteceksiniz? Lütfen… Görev mi öğretiyorsunuz burada?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Arkadaşlar, susarsanız konuşacak.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, Sayın Türkkan’ı ikaz edin, oturduğu yerden…

BAŞKAN – Al tutanakları, oku.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Al, sataşmadan söz iste, bir şey yok.

BAŞKAN – Görev mi, diyorum, öğreteceksiniz burada?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bravo Başkan.

BAŞKAN – Buyurun.

TÜLAY KAYNARCA (Devamla) – Evet, teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisi basın özgürlüğünü içeriyor. Sedef Hanım ayrıntılarıyla hangi gerekçeyle öneri sunulduğunu ifade ettiler.

Önce, basınla ilgili bir iki hususa dikkat çekmek isterim. Basın, ilgi, ilke ve değerler çerçevesinde fikir üretir; basın, haber ve bilgileri doğru ve tarafsız sunmakla mükelleftir ve basın, yukarıda işaret edip çerçevesini sınırlamaya çalıştığım çerçevede önemli bir kamu görevi icra eder ve yerine getirir. Yani bu, şu demek: Basın, demokrasinin güvencesidir aynı zamanda, o yüzden özgür olmalı, o yüzden tarafsızlığını koruyabilmeli, o yüzden güven vermeli, güven duyulabilmeli. Bunu çok önemsiyoruz, özellikle güvenin altını da dikkatle çiziyorum.

Türkiye’de bugün hiçbir gazetecinin işini yapmamasından ötürü tutuklanmadığını söyleyebiliyorum, çünkü bu konudaki yasal altyapıyı sağlayan birçok düzenlemeyi getiren de Adalet ve Kalkınma Partisi olmuştur. Hemen bundan birkaç örnek vermek isterim: Türkiye’de basın özgürlüğü konusunda kanun değişikliği yaparak düşünce açıklamaktan basın ve yayın yoluyla fikirleri açıklamaktan dolayı mahkûm olanlara beş yıllık erteleme cezası getirerek bu sayede birçok gazeteci kardeşimizin de bundan istifade etmesini sağlamıştır. Şu anda yine hepsi tahliye edilmiş, propaganda suçundan dolayı içeride olanlar da yine aynı kapsamda bundan faydalanabilmiştir.

Türkiye, AK PARTİ Hükûmeti öncülüğünde, propaganda olarak da son on yıllık zaman diliminde de demokratikleşme noktasında tarihî reformlar gerçekleştirmiştir ve bunda büyük mesafeler katedilmiş. Medya ve ifade özgürlüğü Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin de ayrılmaz unsurlarından bir tanesidir. Bu konuda aksi söylemleri de dikkate alırız elbette, aksi söylemleri de önemseriz elbette çünkü buna bakıp, inceleyip eksiklik varsa da yine bunu giderecek olan parti Adalet ve Kalkınma Partisidir. Ama inanıyorum ki bizim ülkemizdeki basın özgürlüğüyle ilgili diğer ülkelerde de çok farklı fotoğraflar çizilmekte. Bir örnek mesela: Almanya’da, Hamburg olaylarını gösteriyor diye bizim televizyonumuz TRT kablolu yayından çıkarılmadı mı? Kimse bunu konuşmuyor, niye susuyorlar sizce? Sonra, Gezi olaylarıyla ilgili -ben gazeteciyim, sarı basın kartı sahibiyim ve sürekli basın kartı sahibi olacak kadar bu mesleğe yirmiden fazla yıl emek verdim- bir ülke aleyhine tam sekiz saat canlı yayın, bütün dünyaya -var yok- böylesi aleyhte bir propaganda yapabilen herhâlde dünyada başka televizyon örnekleri yok. Peki, Türkiye’de bununla ilgili muhalefetin herhangi bir şey söylediğine tanık olduk mu? Ne yazık ki hayır. Keşke olabilse, keşke bunu da görebilseler, keşke diğer ülkelerle bizim ülkemiz arasındaki bu farkı da, bunu da görebilseler. Türkiye artık eski Türkiye değil. Türkiye, demokratikleşme anlamında da çok önemli adımlar attı ve basın da bu süreçten elbette payını aldı.

Bir başka konu, Türkiye’de 44 gazetecinin hapiste olduğuyla ilgili söylemi hemen hemen bütün muhalefet farklı farklı kanatlardan sürekli dillendiriyor. Ee, bakıyorsunuz adli rakamlara, 44 kişiden 19’u tahliye olmuş mu? Olmuş. 6’sının yargılaması devam ediyor, sonuç belli değil. Bir tanesi ifade edilen isimlerde, kayıtlarda hiç yok, varlığı yok. Ee, geri bakıyorsunuz 18 kişi hüküm giymiş ve yargılanmış, hüküm almış. Peki, nedir suçları hüküm giyenlerin? Az önce sayın vekil de ifade etti, silahlı yaralama, tehlikeli madde bulundurma, polis memuru öldürme, bombalı saldırıda bulunma, banka soyma, DHKPC üyesi olma ve yüz kızartıcı suçlar. Bunun sayısını artırabilirsiniz; hüküm giyenlerin suç isnadını söylüyorum.

Peki, bunları neden görmezler? Neden bunların varlığını biliyorken Türkiye aleyhine ısrarla özgürlükler aleyhineymiş gibi yansıtmak isterler? Bu, Türkiye aleyhine olmanın vatanperverliğiyle bir alakası, muhalefet yapıyor olmakla bir alakası olabilir mi? Bence olamaz. Bu gerçek karşısında üç maymunu oynayanlara sordum bu soruyu elbette ve bu sorunun cevabını bilen milletimizse bu anlayışa her seferinde olduğu gibi seçimlerde cevabını sandıkta veriyor, en son bu 30 Martta da verdiği gibi.

Diğer taraftan, Türkiye’de sosyal medya engelinden de bahsedildi, az önce de dillendirildi. Twitter eleştirildi “Özgürlük düşmanı.” denildi Twitter’le ilgili davalara bakıldığında. Şimdi yine çifte standart var; biz Twitter’i eleştirince özgürlük düşmanı oluyoruz, diğer ülkelerde Twitter’i eleştirme mahkeme kararı, uygulanan mahkeme kararlarını görünce “Orada hukuk var.” diyorlar. İşte bir çifte standart daha.

Diğerini de söyleyeceğim hemen: Şimdi, bu ülkenin Sayın Başbakanına, Saygıdeğer Cumhurbaşkanımıza basın yoluyla hakaret edildiğinde onlar da doğal olarak cevap hakkı ve hukuka, tazminat hakkına başvurduğunda hemen bu baskı olarak nitelendiriliyor ama başka ülkelerdeki örnekte yine neye sarılıyorlar? “Orada demokrasi var, orada hukuk var.” deniliyor. İşte bir standart, çifte standart daha.

Ve İnternet, aslında bununla ilgili, İnternet sansürü konusu çok işlendi bu kürsüde, çok dillendirildi. Ben ona “güvenli İnternet” diyorum. Çünkü tercihe bağlı, ailesini korumak, çocuklarını korumak, zararlı bazı porno, şiddete yönelmiş birtakım yerlerden korumak amacıyla güvenli İnternet işini başlatmak için yola çıktığımıza işaret ediyorum. Ona da “sansür” dendi. Kim tarafından? Yine aynı zihniyet tarafından.

Yine “sansür” diye nitelendiğinde, düğme sizin elinizde, basarsınız hepsi biter ve bakıyorsunuz, gürültü geçti, hepsi geçti, gitti. Güvenli İnternet’i kullanan sayısı kaç? 2 milyon Türkiye'de.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Tülay Hanım, kaç abone var?

TÜLAY KAYNARCA (Devamla) - Yani milletimiz ne istiyor? Güvenli İnternet’i. Bakış açısı ne? Sansür. Doğru olan, milletimizin bakış açısı, milletimizin ne dediği.

Değerli milletvekilleri, bu konuda söyleyecek çok söz var. Elbette basın özgürlüğü demokrasimizin vazgeçilmezidir, hepimize düşen sorumluluklar vardır ama bugünkü Meclis gündemimiz 591 sayılı Tapu Kadastro Kanunu’yla ilgilidir.

Bu nedenle ve düşünceyle grup önerisi aleyhine görüş belirttiğimi ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı talebi var, onu arayacağım.

Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.01

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.16

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Muharrem IŞIK (Erzincan)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Öneriyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, öneri kabul edilmemiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu’nun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

4.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; bastırılarak dağıtılan 592 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın kırk sekiz saat geçmeden gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 4’üncü sırasına, yine bu kısımda bulunan 591, 90, 554, 163, 10, 244 ve 335 sıra sayılı Kanun Tasarılarının ise bu kısmın 3, 5, 6, 7, 8, 9 ve 10’uncu sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan ve görüşmelerinin 29 Mayıs 2014 Perşembe günkü birleşimde yapılması kararlaştırılan 381 ve 489 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporlarının görüşmelerinin Genel Kurulun 24 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; 3 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine; 592 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi

3/6/2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 03/06/2014 Salı günü (bugün) yaptığı toplantıda siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince, grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Mahir Ünal

Kahramanmaraş

AK PARTİ Grup Başkan Vekili

Öneri:

Bastırılarak dağıtılan 592 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 4’üncü sırasına, yine bu kısımda bulunan 591, 90, 554, 163, 10, 244 ve 335 sıra sayılı Kanun Tasarılarının ise bu kısmın 3, 5, 6, 7, 8, 9 ve 10’uncu sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında bulunan ve görüşmelerinin 29/05/2014 Perşembe günkü birleşimde yapılması kararlaştırılan 381 ve 489 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporlarının görüşmelerinin, Genel Kurulun 24 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde yapılması;

Genel Kurulun;

Haftalık çalışma günlerinin dışında 06, 07 ve 08 Haziran 2014 Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri saat 14.00'te toplanması ve bu birleşimlerinde "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesi;

03 Haziran 2014 Salı günkü (bugün) birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesi ve 591 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

04 Haziran 2014 Çarşamba günkü birleşiminde 90 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

05 Haziran 2014 Perşembe günkü birleşiminde 163 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

06 Haziran 2014 Cuma günkü birleşiminde 10 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

07 Haziran 2014 Cumartesi günkü birleşiminde 244 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

08 Haziran 2014 Pazar günkü birleşiminde 335 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

Yukarıda belirtilen birleşimlerde gece 24.00'te günlük programların tamamlanamaması hâlinde günlük programların tamamlanmasına kadar;

çalışmalarına devam etmesi,

592 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki cetveldeki şekliyle olması;

Önerilmiştir.

 

592 Sıra Sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/918)

BÖLÜMLER

BÖLÜM MADDELERİ

BÖLÜMDEKİ

MADDE SAYISI

1. BÖLÜM

1 ila 28 inci maddeler          

28

2. BÖLÜM

29 ila 55 inci maddeler

27

3. BÖLÜM

56 ila 82 nci maddeler

27

4. BÖLÜM

83 ila 104 üncü maddeler

22

TOPLAM MADDE

SAYISI

104

 

 

 

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Recep Özel, Isparta Milletvekili.

Buyurun Sayın Özel. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RECEP ÖZEL (Isparta) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Parti grubumuzun, Danışma Kurulunda oy birliği sağlanamadığı için, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre Genel Kurul gündemine getirmiş olduğumuz önerimizle bu hafta gündemimize alacağımız kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla, 591 sıra sayılı Tapu Kanunu Tasarısı’nı “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 3’üncü sırasına alıyoruz ve bugün -görüşmelerini bitimine kadar da- inşallah, bu yasa tasarısını geçirmeyi düşünüyoruz.

592 sıra sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nı da kırk sekiz saat geçmeden gündemimizin 4’üncü sırasına alıp temel kanun olarak görüşmeyi ve dört bölümde görüşmeleri tamamlamayı; bunu da, çarşamba, perşembe, cuma ve önümüzdeki pazar gününe kadarki çalışma takvimi içerisinde de bitirmeyi düşünüyoruz.

8 tane de uluslararası anlaşmayı gündemin 5’inci sırasından 10’uncu sırasına kadar alıyoruz. Cumhurbaşkanımız ve Meclis Başkanımız tarafından gündeme alınması arzu edilen önemli uluslararası sözleşmeler bunlar.

Ayrıca, geçen hafta perşembe günü görüşmemiz gereken 381 ve 489 sıra sayılı Araştırma Komisyonu Raporlarını da, 24 Haziran 2014 Salı günü, Meclisin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” arasına almayı teklif ediyoruz.

Tabii, çalışma saatlerimizin de gece 24.00’e kadar günlük takvim bitmediği zaman da 24.00’ten sonra da çalışmayı; cuma, cumartesi ve pazar günleri de çalışma günlerine dâhil edilmesini…

İyi bir çalışma günü, iyi bir çalışma haftasını, muhalefetiyle iktidarıyla uyumlu bir şekilde, güzel bir şekilde bu haftayı geçirmeyi ümit ediyor, hepinize saygılar sevgiler sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Haydar Akar, Kocaeli Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin grup önerisi üzerinde söz almış bulunuyorum.

“Adalet ve Kalkınma Partisinin grup önerisi” deyince aklınıza Türkiye'nin temel problemleriyle ilgili bir öneri gelmiş olabilir, bunu ümit edenler olabilir ama böyle bir şey yok. Adalet ve Kalkınma Partisinin grup önerisi deyince “Gündemi nasıl değiştiririz?” diye, ilk aklımıza gelen şey budur, bildim bileli de bunu yapıyorsunuz ve bugün de aynı şeyi yapıyorsunuz. Bazen her hafta başı yapıyorsunuz, bazen her gün yapıyorsunuz bunu ama bir türlü karar veremiyorsunuz neyi konuşacağımıza, neyi gündeme taşıyacağımıza.

Şimdi, bugün bu gündem değişikliğini niye getirdiniz? Hepinizin de bildiği gibi, bir facia yaşadık, bir cinayet yaşadık Soma’da. Evet, Soma’nın o sıcak günlerinde burada benim bir kanun teklifim görüşüldü. Sizlerin de oylarıyla, muhalefet partilerinin ve AKP Grubunun da oylarıyla bu kanun teklifinin gündeme alınması hep birlikte kararlaştırıldı. Ben de “Bu arkadaşlar gerçekten iyi niyetli, Türkiye’deki madenlerdeki taşeron sistemini, köleliği, emek hırsızlığını kaldırmak istiyorlar.” diye düşündüm ve bir hafta sonra -çünkü perşembe günüydü- salı günü -üşenmedik- buraya bir grup önerisi olarak getirdik kanunun öne alınmasıyla ilgili... Aslında bunun öne alınması -yine, bu, Mecliste anlaşıldığı gibi- Danışma Kurulunda yapılması gereken bir şeydi ama Adalet ve Kalkınma Partisi adına Danışma Kuruluna katılan arkadaş bu önerimizi kabul etmediği için bir grup önerisi olarak getirdik.

Grup önerisi neydi? Bizim, madenlerdeki alt yüklenicilerin işçi çalıştırmasına karşı çıkan tek maddelik bir kanun teklifimizdi. Bunu niye getirmiştik biz? Çünkü Kozlu’da 2013 yılında, yılbaşında yaşanan maden kazasından sonra 10 Ocakta sizin Çalışma Bakanınız bu kürsüde madenlerde taşeron işçi çalıştırmanın bir cinayet olduğunu söylüyordu. Evet, 10 Ocakta bunu söyledi, 29 Ocakta ben bu kanun teklifini verdim. 2013 yılında o kanun teklifini verdim, bir de Meclis araştırma önergesi verdim. Meclis araştırma önergesinde yaptığım konuşmada şunu söylüyordum: “Buraya geliyorsunuz ‘İnşallah.’ diyorsunuz, ‘Allah göstermesin.’ diyorsunuz, bütün insanların dinî duygularını sömürüyorsunuz, ona yönelik bir algı yaratıyorsunuz ama hiçbir teklif getirmiyorsunuz, tedbir almıyorsunuz. Bunu da üç ay sonra, beş ay sonra unutacağız.” Türkiye’de çok büyük maden kazaları yaşayacağımızı ifade etmiştim ve bu kazayı Soma’da yaşadık. Bunu ben bir cinayet olarak adlandırıyorum. O tarihte o teklifim görüşülmüş olsaydı, o tarihte o araştırma önergem görüşülmüş olsaydı belki bugün Soma’da o can veren kardeşlerimiz yaşıyor olacaktı ama kabul etmediniz. Gündemin önüne alınmasını kabul etmediniz ama Mecliste yatarken muhalefetin oylarıyla bunlar geçti ve gündemin önüne alındı. Gündemin önüne alınınca iki tane seçeneğiniz vardı: Bir tanesi, komisyonu yerine oturtmayacaktınız; diğeri, bir grup önerisiyle bunu tadil edecektiniz ya da gerilere itecektiniz ama siz üçüncüyü yaptınız, Meclisi çalıştırmadınız.

Diyorsunuz ki: “Türkiye’nin büyük problemleri var. Meclisin çalışması gerekiyor, cumartesi çalışması gerekiyor, pazar çalışması gerekiyor.” Biz varız, cumartesi de varız, pazar da varız ama siz bir Soma’yı, taşeron işçiliğin kaldırılmasını görüşmemek için perşembe günü Meclisi saat 14.00’te tatil ettiniz. Bu, doğru bir davranış değil. Ya insanları aldatmayacaksınız ya da bu kürsüye çıktığınızda “Biz taşeron işçiliğine karşıyız.” demeyeceksiniz. Bu kürsüye çıkıp “Daha iyi bir kanun getiriyoruz, taşeron işçiliğini kaldırıyoruz.” demiyorsunuz, “Eşit ücretle çalıştıracak bir kanun getiriyoruz.” diyorsunuz. Türkiye’deki tüm asıl işleri taşeronun yapacağı bir kanun teklifi getiriyorsunuz, komisyonlara da getirdiniz. O kanun teklifi de buraya gelince gerçek yüzünüz ortaya çıkacak.

Evet, bugün, üçüncü şey: Diğer saydığım iki şeyden birini yapıyorsunuz, grup önerisiyle 590 sıra sayılı -benim- Kanun Teklifi’mi geri atıyorsunuz, hatta görüşülecek konular arasına da almıyorsunuz, önemsemiyorsunuz. Önemsediğiniz 5, 6 tane uluslararası anlaşma mutlaka önemlidir Türkiye Cumhuriyeti için ama daha önce madende ölen arkadaşlarımız için, bundan sonra başımıza gelecek maden kazalarının önlenmesi için taşeron işçiliğinin kaldırılması çok daha önemliydi diye düşünüyorum.

Her seferinde buraya geldiğinizde halkın iradesinden bahsediyorsunuz. Belki seçimlerde halkın iradesi size oy veriyor ama bu madende ölen kardeşlerimizin ve ailelerinin sizin üzerinizdeki vicdan muhasebesini gelecekte çok iyi yaptıracaklarını düşünüyorum.

Soma görüşülmedi. Peki, geçen hafta ne yaptık? Raporları görüşüyorduk. En önemli raporlardan biri de bilişim raporuydu, yine tatil ettiğiniz için -hani herkesin “İnternet Komisyonu” dediği, yaklaşık üç ay çalıştığımız bir komisyon raporu vardı- bu komisyon raporunu da görüşemedik burada. Binlerce bilişim ve teknoloji öğretmeninin problemi var. FATİH Projesi’yle bir rant sağladınız ama baktığınız zaman, incelediğiniz zaman, gidip baktığınızda okullarda FATİH Projesi’nden eser olmadığını göreceksiniz. Milyarlarca dolar parayı yine peşkeş çektiniz diye düşünüyorum ama bu rapor görüşülmüş olsaydı bunları da konuşmuş olacaktık.

Geçen haftanın önemli olaylarından bir tanesi de Gebze’de kurulması gereken bir üniversitenin AKP Grubu tarafından verilmiş teklifinin geri çekilmesiydi. Seçim döneminde, AKP milletvekilleri de biz de Gebze’ye söz verdik. Gebze dediğiniz 600 bin nüfusa sahip bir ilçe, bölge. Burada bir üniversite kurulması gerektiğini hem siz söylediniz hem biz. Biz Meclise geldik, üniversite teklifimizi verdik, AKP Kocaeli milletvekillerinin de dâhil olduğu oylamayla reddedildi. “Biz getireceğiz.” dediler, getirdiler teklifi ama perşembe günkü gündemde bu teklifi geri çektiler, çekemediler çünkü ertelendi.

Şimdi, bir arkadaşıma bununla ilgili soru soruyorlar bölgede, diyor ki: “Haydar Akar Meclisi takip etmiyor, ne olduğunu da bilmiyor.” Böyle bir beyanda bulunmuş. O arkadaşım hangi Mecliste ben merak ediyorum, gerçekten çok merak ediyorum. Ben üniversiteleri karıştırdım ama o da Meclisleri karıştırdı galiba, herhâlde fark edemedi Türkiye Cumhuriyeti’nin Meclisinde olduğunu.

Yine, Kocaeli’nin en büyük problemlerinden bir tanesi, bugünlerde yaşıyoruz, Derince Limanı’nın özelleştirilmesi arkadaşlar. Kocaeli’ndeki milletvekilleri diyor ki: “İşçiler yan gelip yatıyor Derince Limanı’nda.” Derince Limanı’nda işçiler yan gelip yatmıyor arkadaşlar, Derince Limanı’nda işçiler yan gelip yatmıyor. Hatta bu arkadaşım şöyle de demiş, çok güzel ifadelerde bulunmuş aslında: “Bizden önceki siyasiler Derince Limanı’nın belirli bölümlerini kiraya verdiler.” Bu beyanı veren arkadaşımın gerçekten dünyadan haberi yok diyeceğim. Niye yok? Eğer Derince Limanı’nın son yıllarda kime kiraya verildiğine ve nasıl verildiğine bakarsa bir medya grubuna, Derince Limanı’nın üçte 2’sini, metrekaresi 0,80 dolardan, diğer ufak tefek şirketlere de metrekaresinin 1,30 dolara verildiğini görecektir. Hangi siyasilerin onları pazarladığı da çok açık ve nettir.

Yine bir başka problemimiz, Kocaeli’nin Körfez ilçesinde kurulan amonyak tankıyla ilgili. Bakın, şu anda orada 300 metreküplük bir amonyak tankı var. 17 Ağustos 1999 depreminde sırf amonyak tanklarından sızma olacak diye Körfez bölgesi boşaltıldı, kurtarma çalışmaları yapılmadı; yüzlerce insanımız öldü 300 metreküplük amonyak tankı için. Şu anda 37.500 metreküplük amonyak tankı kuruluyor. Yine bölgenin AKP milletvekilleri diyor ki: “ÇED raporu alındı.” Evet, ÇED raporu alındı ama Kocaeli Valiliğinin üç ay içerisinde vermiş olduğu 2 tane ayrı olur yazısı elimde: Biri “Olmaz.” diyor, üç ay sonra diğeri “Olur.” diyor. “Olmaz.” derken de gerekçesi, yerleşim alanlarına çok yakın olduğunu, E-5 kara yoluna 50 metre, otoyola 300 metre olduğunu söylüyor. Böyle bir tankın Kocaeli Körfez bölgesine kurulmasının bir faciaya yol açacağını, bir Soma değil, binlerce Soma’yı yaratacağını, en ufak sızıntıda, en ufak patlamada bunlara şahit olacağımızı söylüyoruz ama bu arkadaşlarım dalga geçiyorlar, geliyorlar diyorlar ki: “Kocaeli bölgesinde her şeyi yaptık.” Hiçbir şey yapmadınız. Kocaeli, bugün, Türkiye'ye en çok vergi veren kent olarak, devlet yatırımı olarak merkezî bütçeden bir Gümüşhane kadar, bir Rize kadar pay almıyor ve Kocaeli’nin sorunları her geçen gün büyüyerek artıyor.

Satılacak arazi bırakmadınız, şimdi denizleri satmaya başladınız. Derince Limanı’nı özelleştirirken denizin içinde 450 bin metrekarelik bir dolgu yapıyorsunuz. 5 milyon metreküp dolgu yapılacak, 392 bin kamyonla hafriyat taşınacak. Günde bin tane tırın, 2 bin tane tırın girdiği bölgeye 12 bin tır girecek. Bölgede ne bir kara yolu bağlantısı var ne bir demir yolu bağlantısı var.

Evet, arkadaşlar, Kocaeli AKP milletvekillerini göreve çağırıyorum, onları Kocaeli’nin problemlerine sahip çıkmaya çağırıyorum. Gerçekten incelemelerini, sırf popülizm olsun diye gidip beyanlar vermemelerini, burada gerçekten Kocaeli’ne sahip çıkmalarını istiyorum. Evet, kendi geldikleri kentlere sahip çıkabilirler ama Kocaeli de önemli bir kent, Türkiye'nin sanayi başkenti diyor, hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Aygün.

ZEKİ AYGÜN (Kocaeli) – Sayın milletvekili isim vermedi ama söylemiş olduğu ifade tarafıma söylenmiştir.

BAŞKAN – Ne ifadesi söyledi, ne söyledi Sayın Aygün?

ZEKİ AYGÜN (Kocaeli) – Derince Limanı’yla ilgili söylenen söz… Bizi göreve davet etti. “Yan gelip yatıyor.” ifadesini ben kullandım orada.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Zeki Bey, işçiler düşman olmasın diye isminizi vermedim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aygün. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Kocaeli Milletvekili Zeki Aygün'ün, Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın AK PARTİ grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

ZEKİ AYGÜN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce Kocaeli Milletvekilimiz Haydar Akar’ın söylemiş olduğu ifadeler içerisinde, Derince Limanı’nın özelleştirilmesiyle ilgili ve oradaki işçilerimiz için “Yan geliyor, yatıyor.” ifadesini kullanan benim. Ancak, tabii, bu ifadeyi bu şekilde kullanmadım. Bunu şöyle yaptık: Biliyorsunuz, hafta sonları, biz ilimizde dört gün çalışıyoruz. Geçen sabah, cumartesi sabahı basın mensubu arkadaşlarla kahvaltılı bir toplantı yaptık; haftada, ayda bir yapıyoruz bunu. Arkadaşların sorduğu sorular üzerine ben cevap verdim. Dediler ki: “Bu Derince Limanı için ne diyorsunuz? İnsanlar orada tepki gösteriyor, diğer milletvekilleri orayı destekliyor.” Biz de dedik ki: “Devlet işletmeci olarak bugüne kadar hiçbir işletmeyi rantabl çalıştıramadı, bana bir tane örnek gösterin.” Yok. En iyisi bugün TÜPRAŞ’tı, otuz yıl içerisinde bulunduğum bir TÜPRAŞ’tı ama devlet iyi bir işletmeci değil. “Devletin malı deniz, yemeyen şöyle, şöyle.” diye toplum içerisinde bir laf var. Demek ki işletmeci olarak bu milletin kendi insanı olan özel sektördür. “Bunu özel sektöre vermekten niye kaçınıyorsunuz?” dedim. Bugün de oradaki insanların çalışmadığını, çalıştırılamadığını… Orada, liman bölgemizdeki tek limandı, 42 tane daha liman oldu; bu limanlar içerisinde hepsi rantabl çalışırken burası çalıştırılamıyor. Evet, biz oradaki yöneticileri görevden aldığımız zaman idari mahkemeye gidiyor, tekrar orada görevine devam ediyor; böyle bir hukuk devletinde de yaşadığımız için oradaki işler yürümüyor.

Ben şunu söylüyorum: İnternet sitesinden baktığınız zaman oradaki yorumların, evet, çoğu olumsuz ama olumlu olanların hepsi bana dönüyor. Bugün beni İskenderun’dan arayan bir avukat arkadaşım İskenderun Limanı’nın da aynı bu şekilde olduğunu söyledi ve “Gelin, ben size İskenderun’da kahveleri göstereyim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ZEKİ AYGÜN (Devamla) - …1 numaralı kahve, 2 numaralı kahve şeklinde gösteriyorlar.” dedi.

Ben buraya bu gerçeği ifade etmek için çıktım ama gerçek emeği olanlar için demiyoruz ama emeği sömürenler için maalesef bu özelleştirmenin şart olduğunu söylüyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ZEKİ AYGÜN (Devamla) - Hepinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akar.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Emeğin sömürüldüğünü, gerçek emeği verenlerden ve emeği sömürenlerden olmadıklarını ifade etti.

Ben de söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akar.

Size de sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

4.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar'ın, Kocaeli Milletvekili Zeki Aygün’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Evet, on iki yıllık iktidarınız döneminde hiçbir şey yapmadığınız, seksen yıllık cumhuriyet tarihinde yapılan tüm endüstriyel faaliyetleri, kuruluşları, fabrikaları sattığınız bir gerçek. Bu sizin siyasi çalışma tarzınız olabilir, siyasete bakış, ekonomiye bakış tarzınız olabilir ama insanları “Yan gelip yatıyorlar.” diye suçlarsanız, sizin de arka sıralarda uyuduğunuza, burada sadece el kaldırıp indirdiğinize şahit olduğumuzda bu işçi kardeşlerimizin de bizi aynı şekilde suçlama haklarına sahip olduklarını düşünüyorum.

Şimdi, Zeki Bey -“Zeki Bey” diyorum, demin adınızı söylememiştim- işçiler gerekli çalışmayı yapıyorlar Derince Limanı’nda.

Derince Limanı bir de pilotaj limanı olarak oradaki borsayı düzenliyor yani liman borsasını düzenliyor diyebiliriz. Onun için çok önemli. Eğer Derince Limanı olmazsa veya liman devletin elinden başka bir özel sektöre, oradaki tekel konumundaki limancılara geçerse oradaki faaliyetler çok daha sakıncalı hâle gelir.

“Devlet endüstriyel kuruluşlar yönetmesin ya da yapmasın.” diyoruz. Kocaeli’nde yapmasın, Bursa’da yapmasın ama gitsin Tokat’ta yapsın, Bayburt’ta yapsın. Niye siz Kocaeli’ye geldiniz, niye geldiniz? Niye insanlar Kocaeli’ne akın akın geliyorlar? Çünkü sizin bölgenizde, sizin kentinizde, sizin sermayeniz olsa bile gidip bir tesis kurmuyorsunuz. Kocaeli’nde beyaz yakalı var, Kocaeli’nde mavi yakalı var, Kocaeli’nde liman var, Kocaeli’nde yan sanayi var, onun için geliyorsunuz.

Ne zaman gelmiş bunlar? Devletin yaptığı SEKA’yla gelmiş, PETKİM’le gelmiş, İGSAŞ’la gelmiş, TÜPRAŞ’la gelmiş.

Başka bir şey daha söylemişsiniz: “SEKA’yı kapattık, kötü mü oldu?” demişsiniz, “Kim arıyor.” demişsiniz. Bugün 1 milyar dolarlık gazete kâğıdı ithal ediyoruz.

“Cari açık” diye de bağırıyorsunuz, değil mi? Bugün devlet gazete üretiminden, kâğıt üretiminden çekildiği için 1 milyar dolarlık ithalat yapıyoruz diyor, hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasî Parti Grubu Önerileri (Devam)

4.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; bastırılarak dağıtılan 592 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın kırk sekiz saat geçmeden gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 4’üncü sırasına, yine bu kısımda bulunan 591, 90, 554, 163, 10, 244 ve 335 sıra sayılı Kanun Tasarılarının ise bu kısmın 3, 5, 6, 7, 8, 9 ve 10’uncu sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan ve görüşmelerinin 29 Mayıs 2014 Perşembe günkü birleşimde yapılması kararlaştırılan 381 ve 489 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporlarının görüşmelerinin Genel Kurulun 24 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; 3 Haziran 2014 Salı günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine; 592 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi (Devam)

 

BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ramazan Can, Kırıkkale Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Can.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Grup önerimize geçmeden önce, İş Kanunu ve Sosyal Güvenlik Kanunu Mevzuatında Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı Meclise sevk edildi ve komisyon da çalışmalara başladı. Bu kanun tasarısıyla alt işveren ve taşeron düzenlemesi, iş sağlığı ve güvenliği, kıdem tazminatı, yer altında çalışan işçilerin günlük çalışması sekiz saatten altı saate düşürülüyor, toplamda da yani haftalık kırk sekiz saatten otuz altı saate düşürülüyor, vatandaşlıktan çıkarılanlara yurt dışında borçlanma, Soma kazasında ölenlerin ailelerine maaş bağlanması, muhtaçlık şartının kalkması, çalışamadıkları dönemde İşsizlik Fonu’ndan yararlanma, madencilikte emeklilik yaşının 55’ten 50’ye düşürülmesi, vergi ve SGK borçlarında yeniden yapılandırma… Dolayısıyla, Meclis olaya el koymuştur ve bu manada ciddi, toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek bir tasarı Meclise sevk edilmiş ve komisyonda çalışıp inşallah hep beraber Genel Kurulda da kanunlaştırma gayretinde bulunacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grup önerimizle 592 sıra sayılı Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan Tasarı’nın kırk sekiz saat geçmeden gündemin 4’üncü sırasına alınmasını öneriyoruz. Yine, 591 sıra sayılı Tapu ve Kadastro Teşkilat Kanunu’nun gündemin 3’üncü sırasına alınmasını öneriyoruz. Grup önerimizle 90, 554, 163, 10, 244, 335 sıra sayılı uluslararası sözleşmelerin gündemin 5, 6, 7, 8, 9, 10’uncu sıralarına alınmasını öneriyoruz. Ayrıca, 592 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın toplam dört bölümden oluşmasını ve 104 maddeden oluşan bir temel yasa çerçevesinde görüşülmesini grup önerimizle öneriyoruz ve yine, Türk Ceza Kanunu ve Ceza Kanunu haricindeki bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair tasarıda cinsel istismar, cinsel taciz , cinsel saldırı, uyuşturucu, kaçakçılık, nitelikli hırsızlık, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda değişiklik, idari istinaf, Anayasa Mahkemesinin HSYK Kanunu’yla ilgili iptal ettiği hükümlerde düzenlemeyi ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nda değişiklik öneren teklifle birleştirilen kanun metnini de burada görüşmeyi planlıyoruz. Hafta sonu, cuma, cumartesi, pazar da inşallah gündemde belirlenen kanunların görüşmelerinin tamamlanmasına kadar Genel Kurulun çalışmasını öneriyoruz.

Önerimizin kabulü meyanında tekrar hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.

Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi aleyhinde konuşmak üzere ve Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Her hafta başında yaşanan bir AKP klasiğiyle yine karşı karşıyayız. Meclis gündemi sil baştan değiştiriliyor. AKP, yine, diğer siyasi parti gruplarının bu konudaki düşüncelerini almadan, yine bir emrivaki yaparak adeta Meclis gündemine yeni gündemini dayatmış gözüküyor.

“Ben çoğunluğum, istediğimi yaparım, istediğimi Meclis gündemine getiririm, istediğimi kaldırırım.” gibi bir mantıkla karşı karşıyayız. 591 sıra sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı getirilip görüşmemiz isteniyor. Bu alanda muhalefetin Genel Kurulda sunacağı katkının AKP açısından hiçbir kıymetiharbiyesi yok. Maksat, hızlı bir biçimde kanunu geçirmek. İçeriği ne olursa olsun; doğru yanlış, eksik fazla AKP açısından hiç önemi yok. Niye? Efendim, aceleymiş. 22 Mayıstan itibaren tapuda sıkıntı varmış. E, bu gecikmenin müsebbibi zaten AKP. Bu ülkeyi AKP yönetiyorsa, Meclis Genel Kurulunun gündemini AKP belirliyorsa, dolayısıyla bu gecikmenin müsebbibi AKP. Bu kusurunu Genel Kurulda muhalefete başka bir nezaketsizlik yaparak başka bir kusurla örtbas etmek istiyor.

Değerli arkadaşlar, hani bütçe birliği, bütçe denkliği? Hani bütçe disiplini? Ne çabuk unuttunuz, âlây-ı vâlâlarla getirip kanunlaştırdığınız Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda yaptığınız, ettiğiniz koca koca lafları? Nerede Maliye Bakanı, nerede Ekonomi Bakanı, nerede Maliye bürokratlarınız? Ne oldu, deniz bitti mi? Siyasal amaçlarla harcamak üzere yeni fonlara, yeni döner sermayelere mi ihtiyaç duymaya başladınız? Bu, aslında bir U dönüşüdür, geri çekilmedir. Bunun için yeteri kadar tartıştınız mı? Bu konuda muhalefetin uyarılarının bir önemi yok da yangından mal kaçırırcasına gündeme getirmeyi mi uygun gördünüz? “Cuma, cumartesi, pazar çalışacağız.” diyorsunuz, gören de sizi çalışa çalışa öldü sanır. Günler, saatler yetmiyor da hafta sonu için de gündem koyuyorsunuz. Geçen hafta perşembe günü toplantı yeter sayısı sağlayamadığınızı ve bu yüzden Genel Kurulun çalışmadığını hatırlatmak istiyorum. Bugüne kadar yüzlerce kez karar yeter sayısı, toplantı yeter sayısı sağlayamadığınız için milletin zamanından çaldınız, Meclisin zamanından çaldınız. Kulis dolu, Meclis boş; bugün de öyle. Yani dışarıda oturmayı millet için çalışmaya, Genel Kurulda çalışmaya tercih ediyorsunuz. Gerçekten hızlı bir yasama mı yapmak istiyorsunuz? Bunun yolu belli arkadaşlar, sizlere anlata anlata yorulduk ama siz hâlâ inat etmekte devam ediyorsunuz. Hızlı yasama, hem gündemi belirlemede hem de kanun tasarı ve tekliflerini Genel Kurulda müzakere etmede muhalefeti önceden bilgilendirmek ve onların da katkı vermesini temin etmek için uyum ve uzlaşma ortamını sağlamaktan geçiyor. Bu alanda hiçbir gayret gösterme, yumurta kapıya geldikten sonra ee, “Acelem var.” diyerek, efendim, getir, gündemi değiştir.

Değerli AKP Grubu, Meclis gündemini bu kadar sıkıştırmak, muhalefeti hazırlıksız yakalama amacıyla sık sık gündem değiştirmek ve Genel Kurul çalışmalarındaki organizasyon ve planlama beceriksizliğini Genel Kurula emrivaki yaparak örtbas etmekten, merak ediyorum, acaba ne zaman vazgeçeceksiniz?

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, her gün yirmi dört saat çalışmaktan şikâyet etmeyiz, ama bu çalışmaların daha katılımcı, daha çoğulcu, daha demokratik olmasının yeterli tartışma ortamı ve zamanını sağlamaktan geçtiğini bir kez daha sizlere hatırlatmak istiyorum.

Üstelik, bir büyük nezaketsizlik daha yapıyorsunuz muhalefete değerli milletvekilleri. Bu Mecliste, Meclisin mehabetine uygun müzakere niye yapılamıyor, işte bu yapmış olduğunuz nezaketsizlikte gizli.

Muhalefetin en önemli denetim aracı, hepinizin bildiği gibi soru mekanizması ve salı günleri sadece bir saat soru-cevap yapılabiliyor. İptal ediyorsunuz değerli AKP milletvekilleri. Bu, benim muhalefet olarak anayasal ve İç Tüzük’te belirtilen en tabii hakkım. Bir görüşünü alma yahut muhalefetin bir rızasını almadan, “Efendim, soru-cevabı kaldırdım.” diyebiliyorsunuz. Niye? Parmak çoğunluğunuz var. Eller kalkacak, muhalefetin bir hakkı daha gasbedilecek. İşte, sizin anladığınız millî iradeye saygı, maalesef bu kadar.

Sayın Meclis Başkanına da defalarca söyledik, antidemokratik uygulamalarda, “Ne yapalım, Genel Kurul böyle istiyor.” diyemezsiniz, çünkü Sayın Çiçek, siz sadece iktidar çoğunluğunun değil, muhalefetin de başkanısınız.

Bakın, başından beri, yasamanın onur, haysiyeti, çoğulcu demokrasinin yaşatılması için dik duruşu eğer sergileyebilmiş olsaydınız, bugün 17, 25 Aralık hırsızlık ve yolsuzluk meselelerinin soruşturulmasını sağlamak üzere kurulacak olan komisyona “AKP üye vermiyor, bildirmedi. Ne yapalım, topum tüfeğim mi var?” demezdiniz. Bu sözler, Sayın Başkan, artık şirazeden çıkmış bir iktidar gücüne karşı bir aczin ifadesidir. İç Tüzük ve Anayasa Uzlaşma Komisyonlarının yıkılması, dağıtılmasında “Ne yapalım, gruplar bilir.” demiyordunuz. Ortaya cengâver gibi çıkıp bu komisyonları sırf AKP istiyor diye ortadan kaldırdınız, lağvettiniz. Sayın Çiçek, bu Meclis iktidar ve muhalefetten oluşuyor, hepimizin hukukunu korumakla mükellefsiniz. Etkisiz eleman değilsiniz, olmamanız gerekiyor. Demokrasimizin en şerefli makamında oturuyorsunuz ve artık inisiyatif almak zorundasınız, inisiyatif kullanmak zorundasınız, durumdan vazife çıkarmak durumundasınız. Meclis çoğunluğunun parmak hesabıyla muhalefeti yok etmesine daha fazla müsaade etmemelisiniz.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta bir Meclis araştırma komisyonu raporunu görüşecek idik. Bu, kanunsuz dinlemeler ve haberleşme hürriyeti ile özel hayatın gizliliğiyle ilgili kurulmuş bir Komisyonun raporu olacaktı ancak getirmiş olduğunuz bu önergeyle bunu da öteliyorsunuz. İnsanlarımız tedirgin. Ceplerindeki, evlerindeki telefonlardan, önlerindeki bilgisayarlardan korkar hâle geldiler. Özel hayatın gizliliği ve haberleşme hürriyeti diye bir şey kalmadı sayenizde ey AKP milletvekilleri! Bu hususla ilgili Komisyonun araştırma raporunu da görüşmemek üzere 24 Hazirana erteliyorsunuz.

Bu önergenizle hakikaten bizlere de şu soruyu sorma hakkını doğuruyorsunuz: Nedir bu telaş? Bu korku, bu kaygı nedir, anlamadım gitti. Bu konu biraz sonra görüşeceğimiz Tapu ve Kadastro Kanunu’ndan daha mı az önemli? Ama muhalefetin sorduğu suallere verecek cevabınız yok. Ne yapıyorsunuz? “O hâlde görüştürmeyelim.” gibi bir yol seçiyorsunuz. Bu tavrınız bu önergeniz kadar sıkıntılıdır, antidemokratiktir. Artık bu haklı şikâyetlerimiz hususunda sağır ve dilsiz kalmayı tercih ettiğinizi maalesef üzüntüyle görüyoruz. Dolayısıyla, bizim Meclis kürsüsünden sözümüz artık halkımıza, sözümüz milletimizin yüce iradesine.

Bu gerekçelerle AKP grup önerisi aleyhinde olduğumuzu belirtiyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Önergeler (Devam)

2.- İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi’nin, (2/1938) esas numaralı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/163)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/1938) esas numaralı Kanun Teklifi’min İç Tüzük’ün 37’nci maddesi uyarınca doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ve talep ederim.

                                                                                  Süleyman Çelebi

                                                                                         İstanbul

BAŞKAN – Teklif sahibi Süleyman Çelebi, İstanbul Milletvekili.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşacaksınız değil mi Sayın Çelebi?

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Mutlaka konuşmam lazım, sözün bittiği yerdeyiz.

Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.

Saygıyla, sevgiyle hepinizi selamlıyorum.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’min doğrudan görüşülmesi için söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi bir kez daha saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, Soma sürecinden sonra, Soma’da yaşanan iş cinayetinden sonra bolca yasa teklifleri Hükûmetçe ortaya konuluyor. Bu yasa tekliflerinin önemli bir bölümünü, değerli arkadaşlarım, biz daha önce bu Meclisin önüne getirdik. Hatta, fark ettiyseniz torbayla çıktım buraya. O torbanın içinde taşeronlaşmanın tamamen kalkmasına ilişkin düzenleme vardı. O torba yasanın içerisinde 4/C statüsünde çalışan, intihar eden vatandaşların sorununun çözümü vardı. O yasa teklifinin içerisinde iş kazalarının önlenmesine ilişkin teklifimiz vardı. O teklifimizin içerisinde, yine, intihar eden, emeklilikte yaşa takılanların sorununun çözümünün düzenlemesi vardı. Yine, bu yasa teklifimizin içinde çocuk işçiliğinin önlenmesi vardı. Yine, bu yasa teklifimizin içinde, değerli arkadaşlarım, bu intibak yasasıyla ilgili, emeklilerin sorununun çözümü vardı.

Şimdi, yeniden palyatif tedbirlerle günü kurtarmak adına yasa teklifleri ortaya koymak yerine, buyurun, bu kanun teklifine bu Mecliste “evet” deyin. Yani taşeronlaşmayı da ortadan kaldıran bir düzenlemeyi yalnız madende, yalnız maden sektöründe ele alan bir düzenleme yerine tümüne çözüm üreten, palyatif çözüm değil, gerçekten iş kazalarını önleyecek düzenlemelere “evet” deyin değerli arkadaşlarım.

Bakın, değerli arkadaşlar, biz çoğunlukla, insanlar öldüğü zaman birkaç ağıt yakıyoruz, 10 kişi öldüyse farklı, 20 kişi öldüyse farklı, 30 kişi öldüyse farklı, 300 kişi ölünce farklı tepkiler ortaya koyuyoruz. Bu kürsüden söylüyorum, her 73 günde 301 tane insan yaşamını yitiriyor, her 73 günde, Türkiye’de “iş kazası” diye ifade edilen, aslında “iş cinayeti” diye tanımlayacağımız, bu ülkede 301 kişi ölüyor. Ama bunların bazıları inşaatta yoğunluklu olarak, bazıları başka sektörlerde. Bunlar öldüğü zaman, tek tek öldüğü zaman, hani, fark edilmiyor. Bunların önlenmesine ilişkin bu kanun teklifini verdik, bu teklife “evet” demenizi istiyorum.

Dolayısıyla, şimdi arkadaşlar, bu sektörde, maden sektöründe elbette iyileştirmeler yapılmasına biz “evet” diyoruz, onu ayrı bir kanun olarak görüşebiliriz ama çalışma yaşamını, çocuk işçiliğini ilgilendiren düzenleme, sendikal hak ve özgürlükler önündeki engelleri yapan düzenleme bu kanun teklifinde var. Bugün palyatif tedbirler yerine gelin hep beraber, bu kanun teklifimizde bir kez daha… Oylarınızla bugün bir sınav verecekseniz, sizin sınavınız -gerçekten samimiyse, gerçekten içtenlikliyse- bizim verdiğimiz kanun teklifine buradan “evet” demenizdir, bunu bekliyorum.

Bu duygularla, iş yaşamında ölen, Soma’da ölen arkadaşlarımın önünde saygıyla eğiliyorum, Gezi şehitlerinin önünde saygıyla eğiliyorum. Bugün Nazım Hikmet’in ölüm yıl dönümü, ünlü şairimizin önünde saygıyla eğiliyorum.

Yüce Meclisi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Bir milletvekili adına söz isteyen Musa Çam, İzmir Milletvekili.

Buyurun Sayın Çam. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; (2/1938) esas no.lu Kanun Teklifi üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

İstanbul Milletvekili Sayın Süleyman Çelebi’nin, vermiş olduğu bu kanun teklifiyle bizler emeklinin, emekçinin hakkını talep ediyoruz ve istiyoruz.

Biz bu yasayla, yasaksız, barajsız Sendikalar Yasası talep ediyoruz ve istiyoruz.

Biz bu yasayla, işçilerin birliğini, örgütlülüğünü, özgürlüğünü istiyoruz.

Biz bu yasayla, “Kıdem tazminatı hakkımıza dokundurmayız.” diyoruz, ne kadar çalışırsa çalışsın, ister taşeron olsun ister sözleşmeli, ister geçici işçi olsun, herkese kıdem tazminatı hakkı öneriyoruz ve talep ediyoruz.

Biz bu yasayla, esnek, güvencesiz çalışan, örgütlenme özgürlüğü olmayan, iş kazalarında ölüme mahkûm edilen taşeron işçisine iş güvencesi, kadro istiyoruz.

Sendikasızlaşmadan güvencesiz çalışmaya, iş güvenliğinden ücretlerin düşüşüne kadar birçok sorunun yaratıcısı taşeron sistemidir.

Önerdiğimiz değişiklikle işçilerin bütün hak ve alacaklarına dair eksiklikler giderilerek işçilerin haklarının güvence altına alınmasını talep ediyoruz.

Biz bu yasayla, “Taşeron çilesine son.” diyoruz.

Biz bu yasayla, güvencesiz, sendikasız, sosyal haklardan mahrum, çalışmaya mahkûm edilen 4/C’lilere kadro talep ediyoruz.

Biz bu yasayla, son on yılda 12.723 işçinin öldüğü Türkiye'de iş cinayetleri son bulsun diyoruz.

Biz bu yasada, çocuk emeği kullanımının doğrudan yasaklanmasını ve buna ilişkin sonuç alıcı düzenlemeler getirilmesini, bu konunun sermayenin duvarlarını aşıp Meclis gündemine gelmesini, çocuk işçiliğinin son bulmasını talep ediyoruz ve istiyoruz.

Biz bu yasada, işçinin kazanılmış hakkı olan grev hakkını talep ediyoruz, grev yasaklarının kaldırılmasını öneriyoruz ve istiyoruz.

Biz bu yasada, polislere, Emniyetteki sivil memurlara sendikalaşma hakkını talep ediyoruz ve istiyoruz. Sendikalı oldukları için işten atılan 6 polis memurunun göreve geri dönmesini ve işe iade edilmesini talep ediyoruz. 

Biz bu yasada, “Her yurttaş insanca yaşama hakkına sahiptir.” ilkesi gereğince emeklilere millî gelirden pay verilmesini talep ediyoruz ve istiyoruz.

Biz, bu yasada “Yurt dışı intibak öneriyoruz.” diye kandıranlara karşı gerçek intibak verilmesini, emeklilerin hak kaybının giderilmesini talep ediyoruz.

Biz bu yasada, Anayasa’nın 60'ıncı maddesinin "Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar." hükmü dikkate alındığında, sigortalıların ve işverenlerin, kendi namına bağımsız çalışanların, BAĞ-KUR’luların genel sağlık sigortası primlerinin Sosyal Güvenlik Kurumuna olan pirim borçlarının yeniden yapılandırılmasını talep ediyoruz ve istiyoruz.

Biz bu yasayla, yıllarca çalışan, emek veren, primlerini ödeyen, emeklilik hakkı kazanmasına rağmen yaşı doldurmayı bekleyen, emeklilikte yaşa takılanların emeklilik hakkını talep ediyoruz ve istiyoruz.

Emekliliğe hak kazanmalarına rağmen yaşı bekleyenler, yaşları sebebiyle yeni işlerde çalışmakta zorlanmakta, sigortalı işlerde çalışamadığı için sağlık giderlerini dahi karşılayamamaktadırlar. Biz, bu adaletsizliğin son bulmasını istiyoruz.

"Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz de ortadan kaldırılmış yoksulluk." Victor Hugo’nun söylemiş olduğu gibi, yoksulluğa, yolsuzluğa son; emeğe saygı diyoruz.

Sayın milletvekilleri, vermiş olduğumuz bu önergenin karşısında, yarın Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan Bütçe Komisyonunda taşeronlaşmaya karşı ve Soma’da hayatını kaybeden 301 işçi arkadaşımız için ve sosyal güvenlik sistemine getirilecek olan düzenlemeleri konuşacağız ama oraya gelmeden önce, Sayın İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi’nin vermiş olduğu bu kanun teklifine vereceğiniz destek yarın getirilecek olan, Plan Bütçe Komisyonunda görüşülecek olan kanun teklifinde sizin ne kadar samimi, ne kadar içten olduğunuzun da bir göstergesidir. Biraz sonra yapılacak olan bu oylamada vereceğiniz oylar ne kadar samimi, ne kadar içten olduğunuzun bir referandumu olacaktır. Onu da birazdan burada göreceğiz. Vereceğiniz oylarla bu teklifin yasalaşmasını talep ediyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunacağım.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Evet, sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime yarım saat ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.01

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.38

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muharrem IŞIK (Erzincan)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi’nin İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre vermiş olduğu doğrudan gündeme alınma önergesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım. Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.

Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler

1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 Milletvekilinin; Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 20 Milletvekilinin; Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 26 Milletvekilinin; Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 24 Milletvekilinin; İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ve 24 Milletvekilinin; İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 22 Milletvekilinin; Mersin Milletvekili MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır ve 19 Milletvekilinin; Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 Milletvekilinin; Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 Milletvekilinin ve Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 20 Milletvekilinin; Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/49, 113, 118, 252, 253, 254, 255, 256, 257, 258) (S. Sayısı: 454)(x)

BAŞKAN – 1’inci sırada yer alan, sağlık çalışanlarına yönelik artan şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun 454 sıra sayılı Rapor’u üzerinde 28/5/2014 tarihli 94’üncü Birleşimde görüşmelerinin İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre devamına ilişkin verilen önerge geri alınmıştır. Bu durumda rapor üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince özel gündemde yer alan, 381 ve 489 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporlarının genel görüşmesi 24 Haziran 2014 tarihli birleşimde yapılacaktır.

Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

 

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Plan ve Bütçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

 

BAŞKAN – Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan ve siyasi parti grubu mensubu olmayan bağımsız milletvekillerine düşen 1 üyelik için İstanbul Milletvekili İhsan Barutçu aday olmuştur. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

B) Komisyonlara Üye Seçimi

1.- Manisa’nın Soma ilçesinde başta 13 Mayıs 2014 tarihinde olmak üzere meydana gelen maden kazalarının araştırılarak bu sektörde alınması gereken iş sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/937, 938, 939, 940, 941, 942, 943, 944, 945, 946 ve 947) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi

 

BAŞKAN - Manisa’nın Soma ilçesinde başta 13 Mayıs 2014 tarihinde olmak üzere meydana gelen maden kazalarının araştırılarak bu sektörde alınması gereken iş sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/937, 938, 939, 940, 941, 942, 943, 944, 945, 946 ve 947) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine siyasi parti gruplarınca gösterilen adayların listesi bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır.

Şimdi listeyi okutup oylarınıza sunacağım, okutuyorum:

Adı Soyadı                                                               Seçim Çevresi

AK PARTİ (10)

Fatoş Gürkan                                                            (Adana)

Ali Rıza Alaboyun                                                     (Aksaray)

Ali Aydınlıoğlu                                                         (Balıkesir)

Yılmaz Tunç                                                             (Bartın)

Canan Candemir Çelik                                              (Bursa)

Nesrin Ulema                                                           (İzmir)

Ayşe Türkmenoğlu                                                    (Konya)

Vural Kavuncu                                                          (Kütahya)

Selçuk Özdağ                                                           (Manisa)

Muzaffer Yurttaş                                                       (Manisa)

CHP (4)

Namık Havutça                                                         (Balıkesir)

Hasan Ören                                                              (Manisa)

Sakine Öz                                                                (Manisa)

Özgür Özel                                                               (Manisa)

MHP (2)

Erkan Akçay                                                             (Manisa)

Necati Özensoy                                                        (Bursa)

HDP (1)

Faysal Sarıyıldız                                                      (Şırnak)

 

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

D) Duyurular (Devam)

2.- Başkanlıkça, (10/937, 938, 939, 940, 941, 942, 943, 944, 945, 946 ve 947) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacakları gün, saat ve yere ilişkin duyuru

 

BAŞKAN – Meclis Araştırması Komisyonuna seçilmiş bulunan sayın üyelerin 4/6/2014 Çarşamba günü, yarın saat 15.00’te Ana Bina 2’nci kat 386 numaralı Meclis Araştırması Komisyonu toplantı salonunda toplanarak başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmalarını rica ediyorum.

Komisyonun toplantı yer ve saati ayrıca plazma ekranda ilan edilmiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

B) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

 

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2'nci sırada yer alan, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

 

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3'üncü sırada yer alan, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/919) (S. Sayısı: 591) (x)

 

BAŞKAN - Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon raporu 591 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz isteyen Adil Zozani, Hakkâri Milletvekili.

Buyurun Sayın Zozani.

HDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle ilgili olarak grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime bugün Şırnak’ta meydana gelen göçük faciasında yaşamını yitiren işçimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dileyerek başlamak istiyorum. Maalesef bu sorun gündemimizden bir türlü hiç çıkmıyor, her gün yeni işçilerimizi yitirmek durumunda kalıyoruz.

İkinci önemli husus: Bugün 3 Haziran. 3 Haziran bizler açısından maalesef iyi anıları olan bir gün değil. 3 Haziran 1994’te 3 Kürt iş adamı İstanbul’da kaçırılarak katledildiler ve katledilişlerinin üzerinden tam yirmi yıl geçti. Dönemin hükûmetleri, Kürt iş adamlarıyla ilgili olarak başlattıkları tasfiye politikasının bir parçası olarak bir kısmının malına mülküne el konulması suretiyle, bir kısmını korkutarak, sindirerek geri çekilmelerini sağlayarak, bir kısmını da bu tarz uygulamalarla katlederek onları Türkiye  iş dünyasından bertaraf etme gayreti içerisinde oldular. O dönemin hiçbir aktörünü, bu insanların katlinde payı olan hiçbir aktörü onurla yâd etmemiz mümkün değildir. Biz her zaman onları lanetle anacağız ve mutlaka ama mutlaka günün birinde hak ettikleri cezayı adalet karşısında, ilahî adalet karşısında vereceklerini umut ediyoruz, bunun için de mücadelemizi sürdüreceğiz.

Savaş Buldan, biliyorsunuz Grup Başkan Vekilimiz Sayın Pervin Buldan’ın eşi, iş ortağı Hacı Karay, yine iş ortağı Fevzi Aslan ve daha nice Kürt iş adamı bu şekil uygulamalarla bertaraf edildiler, katledildiler. Behice Cantürk’ü ve daha birçok iş adamını sayabiliriz.

Daha önce de bu Meclis kürsüsünde ifade ettim, bir kez daha ifade etmek istiyorum: Bu insanların katledildiği dönem hiç tesadüfi bir dönem değildir. Bu insanların katledildikleri o dönemde Türkiye’deki ekonomik panoramaya bakıp, Türkiye ekonomisinin zirve isimlerine baktığınız zaman esasında onlara yönelişin sebeplerini de bir şekilde anlamış olursunuz. O dönem Türkiye’nin 10 büyük holdingi içerisinden 6 tanesi işte bu tarz uygulamalarla tasfiye edilen iş adamlarına aitti. Geride bıraktığımız yirmi yıl içerisinde Türkiye ekonomisinin zirve isimleri, o dönemin zirve isimleri tek tek tasfiye oldular. İlk 100 içeresinde sayılan isimler zaman içerisinde, kimisi korkutularak, kimisi baskıya maruz bırakılarak, kimisi bu şekilde katledilerek Türkiye ekonomisinden tasfiye edildiler. 1994 yılına ait Türkiye’nin 100 büyük zengini listesine bir bakın. O 100 büyük zengin listesiyle bugünkü listeyi kıyaslayın, o dönemden bugüne bu ilk 100’ün içerisinde bir tek isim dışında ismin kalmadığını göreceksiniz. Hepsi bir şekilde tasfiye edildiler. İşte, Behice Cantürk bunlardan bir tanesiydi, Savaş Buldan bunlardan bir tanesiydi, daha pek çoğunu saymak mümkündür.

Yine, 3 Haziran, merhum, büyük şair Nazım Hikmet’in ölüm yıl dönümü. Büyük şairimizi burada bir kez daha onurla anıyoruz, yâd ediyoruz, “Mekânı cennet olsun.” diyoruz. Onun şiirlerinde, dizelerinde, mısralarında verdiği mesajları Türkiye’nin yeni kuşakları okuyor, yeniden anlamaya çalışıyor ve Türkiye’nin geleceğini onun mısralarında gizli olan doğru mesajlar üzerinden inşa etmeye başladıklarını ifade etmek istiyorum.

Şimdi, bugünün güncel yaşananlarını bir şekilde masaya yatırıp, sayfaları karıştırdığımızda düne ilişkin olarak esasında neden söz ettiğimizi bugün de üç aşağı beş yukarı aynı şeylerle, aynı sorunlarla cebelleştiğimizi bir şekilde görmüş olacağız.

Bakın, bir buçuk yıldan fazla bir süredir Türkiye’de çok şükür ki kan akmıyor, çok şükür ki insanlar ölmüyor, hiçbir ailenin kapısına cenaze gitmiyor. Bundan daha değerli bir şeyin olabileceğini düşünemiyorum. Üç yıllık milletvekilliğimi iki evreye ayırarak bu sürecin ne anlama geldiğini bir şekilde analiz edebiliyorum: Haziran 2011’den Aralık 2012’ye, benim parlamenteri olduğum bölgeden Türkiye’nin değişik kentlerine asker, polis, gerilla yaklaşık 300 cenaze kalktı. Hiç abartılı bir rakam ifade etmiyorum, yaklaşık 300 cenazeye tanıklık ettim, parçalanmış bedenlere tanıklık ettim, yanmış bedenlere tanıklık ettim. Son bir buçuk yıllık yani Aralık 2012’den sonraki süreci değerlendiriyorum, trafik kazasından yaşamını yitiren güvenlik güçleri dışında herhangi bir asayiş olayının olmadığına tanıklık ediyoruz ve biz bu süreci sahiplenmeye çalışıyoruz, bu süreci güçlendirmeye çalışıyoruz. Her türlü, bu süreci sabote edecek davranışın önüne geçiyoruz. Nerede bir askerî operasyon yapılıyorsa, nerede yeni bir karakol yapma girişimi varsa ve bu süreci sabote edecek bir eğilim ve fiil ise bu, önünde durmaya çalışıyoruz.

Bu ülkenin dağlarına, bu ülkenin insanları piknik yapmaya gitsin diye istiyoruz, bunun için çaba sarf ediyoruz. Lice’nin Birkleyn mağaralarına insanlar turizm amacıyla gidebilsin istiyoruz. Ama hangi koşullarda gidebilirler Birkleyn mağaralarına? -Sayın Bakanım çok iyi bilir oraları- Sükûnet olursa, bu çatışmalar son bulursa, bu sorunlar çözülürse gidebilir. Eminim pek çoğunuz belki bu ismi bile ilk defa duyuyor olabilirsiniz ama gidip baktığınızda, gördüğünüzde, dünyanın belki de sayılı doğa harikalarından bir tanesi olduğuna tanıklık edeceksiniz sizler de. İnsanlar Meskan Dağı’na piknik yapmaya gitsin, yaylada eğlensin diye gitmesini arzu ediyoruz. Ama bugün, bu ifade ettiğim iki noktada da maalesef çatışma riskinin olduğu bir atmosfer vardır. Ortaya çıkacak bir kıvılcım, bakın, her şeyi ters yüz edebilecektir, burada birbirimizle konuşmamızı anlamsızlaştıracaktır. Bu süreç öyle siyaset malzemesi yapılamayacak kadar önemli bir süreçtir. Sorunlarımıza eğer ki oturup karşılıklı olarak çözüm yolları üzerinde kafamızı yormaz isek ve çözüm yolları bulamaz isek -şimdi bir ifade kullanacağım, belki tehdit ifadesi olarak da algılanabilir ama asla o anlamda kullanmıyorum- sorunlarımızı çözmez isek Orta Doğu’nun kaosa sürüklenmesini arzu eden güçler için meydan boş kalmış olacak, onlara meydanı bırakmış olacağız ve Türkiye Orta Doğu’nun en kaotik ülkesi durumuna gelebilir. Sorunun büyüklüğünün, ciddiyetinin farkında olalım diye ifade ediyorum. Biz, biz bize konuşursak sorunlarımızı çözebiliriz, biz bize kafa yorarsak sorunlarımızı çözebiliriz ama bu coğrafya kaotik bir ortama evrilir ise kaos egemen olursa hepimizi yönetecek gizli eller açığa çıkacak ve yine bu coğrafyayı, yine bu bölgeyi kendi istekleri ve emelleri doğrultusunda yeniden dizayn edeceklerdir, hepimize rağmen bunu yapabileceklerdir.

Bu Parlamentonun, bu ülkenin insanlarının kendi sorunlarını çözme erdemi yok mudur? Vardır. Biz, bu erdemin var olduğuna inanıyoruz, bu kabiliyetin varlığına inanıyoruz. O yüzden bütün görüşlerimizi tüm çıplaklığıyla masaya koyuyoruz. Gizli saklı hiçbir şeyi kenarda tutmadan, her şeyi açık şekilde, ajandamızda ne yazılıyorsa, fikriyatımız neyse -çözüm önerilerine ilişkin olarak- ortaya koyuyoruz ve tartışmaya davet ediyoruz. Şimdi, yarın çok geç olabilir. Bugün siyaset atmosferi içerisinde birbirimizi sıkıştırmanın argümanlarını bulmak yerine, onlara kafa yormak yerine bence çözümün argümanlarına kafa yoralım. Biz, dağlara gençlerin, çocukların gitmesini istemiyoruz, hiçbir şekilde de tasvip etmiyoruz. Tersine -ne kadar süredir burada dilimizde tüy bitti, her seferinde de ifade ediyoruz- gelin, dağdakileri ovaya indirecek, normalleşmeyi sağlayacak düzenlemeler yapalım diyoruz; bırakın yeni gidişleri, oradakileri geri getirecek normalleşme adımlarını atalım diyoruz.

Hükûmet bu adımları atmadıkça bize yönelik yaptığı hiçbir eleştirinin kıymetiharbiyesi yoktur. BDP’yi, HDPýi, aileleri yönlendirerek, belediyelerin önüne yığarak politika üretme gayretinden vazgeçin. Bu politika politika değildir. Kimse inanmıyor. İnanmış olsaydı Ağrı’da sonuç alırdınız. Ağrı’da her gün aileler bize geldi,  dertlerini, serzenişlerini bizimle paylaştı. Çocuklara dahi “BDP adayı çocuk kaçırtıyor, kaçırıyor.” propagandası yaptırdılar. Bizzat tanıklık ettim. Para etmedi. 1’i 273’le artırdık. 11 fark vardı, 2.900 farka çıktı. 1’e 273 artırdık. Norşin’de aynı propagandayla karşılaştık. İnandırıcı olmuş olsaydı sonuç alırdınız. 1’i 37’yle çarptı Norşin, arttırdı. Demek ki bu politikalar politika değildir, vazgeçmeniz gerekir bu politikalardan. Gerçekten, mümkün olduğunca bu süreçte negatif bir üslup içerisinde olmama gayreti içerisindeyiz.

Medeni Yıldırım bir çocuktu. Bir barışçıl eylemde, daha bir yıl önce asker kurşunuyla yaşamını yitirdi. Ne dedi? “Ben bu coğrafyada karakol değil, fabrikaların kurulmasını istiyorum.” Böyle bir eylemin içerisinde olan bir çocuktu. Kürt çocuklarına bu kadar sevdalıydınız niye Medeni Yıldırım’ı hiç anımsamıyorsunuz?

Bir fotoğrafı sizinle paylaşacağım. Ben bu çocuğun son nefesine tanıklık ettim. 9 yaşında, Enes Ata. Gazeteci olarak o güne tanıklık ettim. 28 Mart 2006 olaylarında göğsünden kurşunlanan Enes Ata’dır. 9 yaşındaydı. Kameralar son nefesini çektiler. Son nefesini kamera kaydında verdi. Üzerinden ne kadar süre geçti? 2006 nere bugün nere? Bu çocuğun failine ilişkin, bu çocuğu katleden, silahın tetiğine basan polisle ilgili ne yaptınız?

Ceylan Önkol. Sürekli suç yakanızda bir leke olarak duruyor, önünüzde bir leke olarak duruyor. İktidarı muhalefeti hepimiz bir daha Ceylanlar ölmesin diye ne yaptık?

Uğur Kaymaz, 12 yaşında 13 kurşunla öldürüldüğünde o günün Başbakanı -bugünün Başbakanı- akşam televizyonlarda ne söyledi? “Mardin Kızıltepe’de terörist öldürüldü.” dedi. İşten dönen babasını kapısının önünde bekleyen Uğur Kaymaz, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, terörist Uğur Kaymaz oldu.

Şimdi sormak istiyorum: Biz mi çocukları dağa kaldırıyoruz? Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz? İktidarı muhalefeti, bu ülkenin insanı, batı yakası bizi böyle mi düşünüyor, böyle mi biliyor?

Birçok örnek vardı, getirmiştim buraya. Son dönemlerdeki bu kirli propagandalardan gına geldi. Bu, çözüm dili değil. Biz dağdakilerin yerini bilmiyoruz, sadece dağda olduğunu biliyoruz. Devletin istihbarat güçleri vardır. Mesele eğer yer bilme meselesiyse, eminim, Hükûmet bizden daha iyi yerlerini  biliyor. Buyursun, hep beraber gidelim, hep beraber; davet ediyoruz, birlikte gidelim, birlikte getirelim. Ama yerini çok iyi bildiğimiz çocuklar var. Uğur Kaymaz’ın nerede yattığını çok iyi biliyoruz, Adem Durmaz’ın nerede yattığını çok iyi biliyoruz, Enes Ata’nın, Ceylan Önkol’un, daha nicesinin nerede yattığını çok iyi biliyoruz; bunların mezar taşlarını çok iyi biliyoruz.

İstanbul’daki bir anmadan buraya geldim. Savaş Buldan’ın ve beraberindeki 2 arkadaşının katledilişinin yıl dönümünde onların anmasına katılarak buraya geldim. Emin olun, o saatten bu saate kadar, o anmadan şimdiye kadar düşünüyorum; son bir hafta, on beş gün içerisinde Türkiye’de siyaset dünyasında, siyaset arenasında konuşulanları yan yana koyuyorum, pozitif hiçbir şey bulamıyorum. Çoğu zaman umutsuzluğa kapılıyorum. Bu ülkenin geleceği açısından kaygılanıyorum. Tehlikenin büyüklüğünün farkında değiliz. Bu kadar tehlikenin olduğu bir yerde ateş çemberi içerisinde konuşurken eğer biz birbirimizden destek almazsak, pozitif bir dil, bir üslup kullanmazsak, emin olun, hepimiz çok şey kaybedeceğiz. Burada birbirimizin yüzüne bakarak çok şeyi artık konuşamayacak duruma geliriz. Yüz yıl önce, iki yüz yıl önce bu coğrafya nasıl birileri tarafından şekillendirildiyse bugün de aynı şeyler söz konusu olabilir. Eğer ki biz kendimize çekidüzen verip kendi sorunlarımızı çözemezsek, birileri sorunlarımızı kendi istediği gibi çözecektir. O zaman da hepimiz kaybedeceğiz. Öyle bir ülke hiçbirimizin ülkesi olmayacak. İsterseniz tam demokratik bağımsız bir Türkiye olsun, isterseniz tam demokratik bağımsız Kürdistan olsun, öyle bir ülke ne sizin olur ne bizim olur. Başkalarının dizayn ettiği bir coğrafya bize ait coğrafya olmaz. O zaman kendi sorunlarımızla kendimiz cebelleşelim, kendi çözüm önerilerimizi kendimiz bulalım.

Bu tasarıyla ilgili, bu maddeyle ilgili düzenlemeye ilişkin olarak çok şey ifade etmeyeceğiz, muhalefet şerhimizde de belirtmişiz.

Hayırlı olmasını diliyorum, hepinize teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Erkan Akçay, Manisa Milletvekili.

Buyurun Sayın Akçay. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 591 sıra sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan evvel Hükûmetin dikkatini çekmek istediğim, dikkate sunmak istediğim bir husus var, gerçi Tarım Bakanlığını ve tarım müdürlüklerini kısmen ilgilendirmekle birlikte asıl Çevre ve Şehircilik Bakanlığını ilgilendiren bir husus. Fakat, tabii, Hükûmet sıralarında Sayın Çevre ve Şehircilik Bakanını göremiyoruz ancak Sayın Bakanın -kendisini kısmen de olsa ilgilendirdiği için- gerekli istişareyi yaptıktan sonra yüce Meclise bu konuyla ilgili mutlaka bilgi vermelerini hassaten talep ediyorum.

Konu şu: Malumunuz 15/5/2014 tarihli Resmî Gazete’de 6537 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun yayımlanmıştı ve bu yürürlüğe girdi. Bu kanuna göre de “asgari tarımsal arazi büyüklüğü”yle “yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüğü” biçiminde iki yeni temel kavram getirildi ve buna ilişkin sınıflandırma ve tanımlamalar yapıldı. Devir, ifraz ve bölünmelerin tarım arazilerinde önlenmesi amaçlanıyor bu kanunla ve bugün itibarıyla, bu kanun nedeniyle bütün Türkiye’de arazi alım satımı yapılamamaktadır, bütün işlemler tıkanmış durumdadır. Bu yapılacak satış işlemlerinde mutlaka 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na uygun olup olmadığına ilişkin ilgili tarım teşkilatlarının görüşü istenmektedir, kanun gereğince. Fakat bu cevaplar da büyük ölçüde gelmiyor ve şu anda işlemler tıkanmış durumda. Arazisini satan vatandaş satamıyor, alan vatandaş alamıyor, birçoğunun parası da ödenmiş. Bu konuda çok önemli bir sorun olarak Hükûmeti uyarıyorum ve cevap bekliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 25 Kasım 2010 tarihli 6083 sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un da döner sermaye işletmeleriyle ilgili 8’inci maddesinin (5)’inci fıkrası, oradaki “ile gelirlerine” ibaresi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Bu fıkrada “Döner sermaye işletmelerinin yönetimi, faaliyet alanları, işleyişi, sermaye kaynakları, her türlü idari ve mali işlemleri ile gelirlerine ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığının da görüşü alınarak çıkartılacak yönetmelikle belirlenir.” deniyordu. Anayasa Mahkemesince bu “ile gelirleri” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğu ve bu döner sermaye gelirlerinin harç niteliğinde olduğundan bunun mutlaka kanunla düzenlenmesi gerektiği gerekçesiyle iptal edilmiştir ve bu kanun tasarısıyla ilgili düzenleme de buna ilişkin yapılmaktadır.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararı, AKP iktidarının hukuk tanımayan, ilke gözetmeyen, ben yaptım oldu anlayışının bir tezahürüdür. Hukuk tanımazlığın bir başka örneğiyse düzeltmeyle ilgili bir maddelik tasarının bile zamanında Meclise sevk edilememesidir.

Anayasa Mahkemesi kararı çok geç yayımlanmasına rağmen ve yayımlanma tarihinden itibaren altı ay gibi uzunca bir süre geçmesine rağmen tasarının mayıs ortasında Meclise sevk edilmesi ve komisyonda ancak süre dolduktan sonra görüşülmesi de AKP Hükûmetinin maalesef lakayıtlığının ve beceriksizliğinin bir göstergesidir. Gerçi, siz Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı olarak Anayasa Mahkemesi kararlarına saygı duymadığınız için bu düzenlemeyi kerhen yaptığınızı anlıyorum ve lakayıtlık ve beceriksizlik de bu Anayasa Mahkemesi kararlarına olan saygı sorunundan kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Neticede, Hükûmet hukuk tanımaz icraatlarına hâlen ve behemehâl devam etmektedir.

Şu anda, 22 Mayıs 2014 tarihinden bu yana vatandaşlarımızdan tahsil edilen tapu hizmet bedellerinin yasal dayanağı yoktur ama bu bedeller de tahsil edilmeye şu ana kadar devam etmektedir.

Plan ve Bütçe Komisyonunda bu tasarının görüşmeleri sırasında, 2’nci maddede iktidar partisinin önergesiyle bu kanunun 22 Mayıs 2014’te yürürlüğe gireceği hükmünün eklenmesi de bu garabeti açıkça ortaya koymaktadır.

Anayasa Mahkemesinin karar gerekçesinde, döner sermaye ücreti “harç benzeri mali yükümlülük” olarak nitelendirildi. Buna göre Anayasa'nın “Vergi ödevi” başlıklı 73’üncü maddesinde, verginin, harcın ve benzeri mali yükümlülüklerinin kanunla konulup kaldırılacağı ve değiştirileceği öngörülüyor. Anayasa Mahkemesinin bu kararı ve “harç benzeri mali yükümlülük” tanımı dikkate alındığında, kamuda mevcut olan 2.900 döner sermaye işletmesini disiplin altına alacak genel bir çerçeve kanun tasarısı hazırlanmasının ne kadar elzem olduğu da ortaya çıkmaktadır. Uzun yıllar üzerinde çalışılan döner sermayelere ilişkin bir çerçeve kanun taslağının Maliye Bakanlığında hazırlandığını ve Başbakanlığa gönderildiğini biliyoruz ancak akıbetinden haber alamıyoruz. Buradan Hükûmete soruyorum: Bu döner sermaye kanun taslağı ne durumdadır, hangi safhadadır? Maliye Bakanı, 2012 Ekim ayında, 2013 yılının bütçe sunuşunda “Döner sermaye kanunu hazırlığındaki çalışmalara son noktayı koyuyoruz.” demişti. Anlaşılan bu son nokta bitiş noktası değil de üç noktanın noktası olmalı ki Hükûmet noktalamaya devam etmektedir. Döner sermaye kanun tasarısı bir an önce Meclise sevk edilmelidir.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, döner sermaye uygulamasında bütçenin birliği ve genelliği ilkesinden sapmıştır. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün döner sermaye faaliyetlerini yüzeysel olarak incelediğimizde dahi bu durum ortaya çıkmaktadır. Bazı kamu kuruluşlarının döner sermaye gelirlerini bir finansman aracı olarak görmeye başlaması bütçe sisteminin bozulmasına yol açmıştır.

Kamu hizmetleri görülürken ortaya çıkan fazla kapasiteleri piyasa kurallarına göre değerlendirmek üzere kurulan küçük sermaye ünitelerine döner sermaye diyoruz. Döner sermayeli işletmeler, devletin temel hizmet ve görevlerinin yürütülmesi sırasında bir ihtiyaç olarak ortaya çıkabilmektedir. Bu işletmeler aracılığıyla ticari, sınai, tarımsal, kültürel ve mesleki faaliyetler yapılabilmekte, böylece boş olan bir kapasite kullanılmakta, belli bir talep karşılanmakta, ayrıca devlete ek bir gelir de sağlanmaktadır. Bütçenin genellik ilkesinin önemli sapmalarından birisi olan bu döner sermayeli işletmeler, bir işletme sermayesi verilerek, asıl amaçları olan kamu hizmetinin yanı sıra, küçük çapta ticari, sınai ve tarımsal faaliyetlerini kâr amaçlı olarak yürüten ve sermayenin tamamının bağlı olduğu kuruma ait olan işletmelerdir.

6083 sayılı Teşkilat Kanunu’nda öngörüldüğü üzere, kuruma yani Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne, ülkenin kadastrosunu yapmak, tapu planlarının yenilenmesini ve güncellenmesini sağlamak, bunlara ilişkin kontrol ve denetim hizmetlerini yürütme görevleri verilmiştir. Kurumun asli görev ve yetkileri arasında olan işleri için ayrıca döner sermaye ücreti alınması kamu hizmeti anlayışına uygun düşmemektedir. Bu anlayış, kamu kuruluşunu bir özel ticari şirkete dönüştürmektedir. Kaldı ki, bu hizmetlerden illa ki ücret alınacaksa ve bu ücretlerin de Anayasa Mahkemesi kararıyla harç niteliğinde olduğu tescil edildiğine göre, tahsil edilen bu harçların merkezî yönetim bütçe gelirlerine dâhil edilmesi ve döner sermayeden yapılan bu harcamaların da genel bütçeden yapılması gerekir.

Değerli milletvekilleri, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü personeli düşük ücret, aşırı iş yükü ve fazla çalışma altında ezilmektedir. 31 Temmuz 2009 tarihindeki Resmî Gazete’de kamu hizmetlerinin sunumuna ilişkin standartlar bir yönetmelik hâlinde belirlenmiş ve yayımlanmıştır. Bu yönetmelik uyarınca Tapu Sicil Müdürlüğü hizmet standartları da belirlenmiştir. Buna göre, örneğin, bir satış işlemine iki saat, mirasın intikali işlemine iki saat, ayırma yani ifraz işlemine iki saat, birleştirme yani tevhit işlemine dört saat süre verilerek hizmetin tamamlanma süreleri belirlenmiştir. Ancak, tapu sicil müdürlüklerindeki iş ve işlem yükü bu standartların çok çok üzerindedir. Örneğin, bir memurun bir satış işlemi için iki saat üzerinden günde 4 işlem yapması gerekirken, uygulamada, günde bir memur 8-9 işlem yapmaktadır. Bu standartlara hiçbir yerde uyulmamaktadır. İş yükü her geçen gün artıyor. Bu, insan haklarına aykırıdır ve angaryadır. Hepimizin bildiği üzere Anayasa’mıza göre de angarya yasaktır.

Bir işlem başına ortalama 100-180 lira arasında da döner sermaye geliri elde ediliyor. Bu döner sermaye gelirinden de Tapu Kadastro personelinin fazla bir çalışma ücreti alması da söz konusu değildir.

Maliye Bakanlığı, 2/B çalışmaları nedeniyle çalışanlarına fazla çalışma ücreti ödemesine rağmen, 2/B işlemlerinin altyapı çalışmalarını yürüten Tapu Kadastro personeline herhangi bir ücret ödemesi de, fazla çalışma ödemesi de yapılmamıştır.

Değerli arkadaşlar, Türk Medeni Kanunu’nun 1007’nci maddesine göre tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararların devlet sorumluluğunda olduğu ve kusurlu bulunan görevlilere rücu edeceği belirtilmiştir ancak mahkemelerde dahi sahteliği zor anlaşılan belgelerle işlem yapan tapu memurlarının aşırı iş yükü ve fazla çalışmalarından dolayı yaptıkları bazı hatalarda zaman aşımı konulması veya döner sermaye gelirlerinden oluşturulacak bir sigorta fonundan ödenmesi de uygun olacaktır. Aksi takdirde, Tapu Kadastro memurları vefat etseler dahi borçları devam etmekte ve varisleri reddimiras talebinde bulunmaktadırlar. Bu konuda çok sayıda da sorun ve dava bulunmaktadır.

Kadastro müdürlüklerinde çalışan personel işini bitirebilmek için mesai kavramını göz ardı etmekte ve öğle arası ile akşam geç saatlere kadar çalıştırılmaktadır. Gerçekten fazla mesai yapan memurların hak ettikleri mesai ücretlerini ne zaman, nasıl alacakları, hâlâ Hükûmet tarafından cevabı beklenen bir sorudur.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın bu görüşmeleri vesilesiyle değerli milletvekilleri, yabancılara toprak satışına da kısaca değinmemizin yararlı olacağına inanıyorum.

Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş tüzel bir varlıktır. Dolayısıyla, toprak bir ülkenin egemenliğinin asli unsurudur. Bütün ülkelerde toprak satışıyla ilgili belli sınırlamalar vardır. Özellikle bu ülkelerin güvenlik arz eden bölgelerinde, tarım alanlarında, sulama alanlarında yabancıya toprak satışında sınırlamalar getirilmiştir. Gelişmiş ülkelerin yeni enerji kaynaklarına, tarım alanlarına ve su kaynaklarına sahip olma mücadelesi verdiğini göz önüne alırsak bu sınırlama da kaçınılmazdır. Şehit kanlarıyla sulanmış bu topraklar bizim için kutsal vatan toprağıdır. Ancak vatan, toprak, devlet ve millet kavramlarının anlamını henüz kavrayamayan AKP Hükûmeti bu aziz vatan topraklarına bir bedel biçmekte ve yabancılara satarak şehitlerimizin kemiklerini sızlatmaktadır.

442 sayılı Köy Kanunu’nun 87’nci maddesiyle yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köylerde taşınmaz edinmesi yasaktır. Ancak AKP Hükûmetinin 2003 yılında çıkardığı 4875 ve 4916 sayılı Kanunlarla yabancılara ait gerçek ve tüzel kişilerin Türkiye’de taşınmaz edinmesi serbest bırakılmıştır. Bu kanunlarla Köy Kanunu’nun 87’nci maddesi ile Tapu Kanunu’nun en fazla 30 hektar sınırının yer aldığı 36’ncı maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeleri 2005 yılında iptal etmişti. AKP Hükûmeti tarafından çıkarılan 3 Temmuz 2008 tarihli, 5782 sayılı Kanun’la Tapu Kanunu’nda değişiklik yapılarak yabancıların Türkiye’de mülk edinmesine dair yüz ölçümünün binde 5’iyle sınırlanan hüküm ilçe merkezlerinde yüz ölçümünün ve nâzım imar planlarının yüzde 10’una çıkartılmıştır. 2008 yılındaki bu düzenlemenin ardından, özellikle turizm bölgeleri başta olmak üzere, ülkemizin kıyı kesimlerinde çok ciddi toprak satışları yapılmış ve yapılan bu satışlar sonunda ülkemizin önemli bir bölümü yabancı gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetine geçmiştir. Tabii bu konuyla ilgili söylenecek çok söz var fakat bu toprak satışlarına ilişkin eleştiri getirildikçe Hükûmet yetkilileri genellikle “Toprakları satın alanlar sırtında mı götürüyor?” diyerek sığ bir anlayışın temsilcisi olmuşlardır.

Değerli milletvekilleri, 2 Aralık 2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanına yabancılara toprak satışıyla ilgili bir soru önergesi vermiştim. Bu soru önergesini sizlerle paylaşıyorum: “2010 yılında valiliklerden alınan bilgilere göre, ülkemizin imarlı alanı 2 milyon 263 bin hektardır. Dolayısıyla, 3 Mayıs 2012 tarihli 6302 sayılı Kanun çıkmadan önce Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesine göre yabancılara satılabilecek toplam arazi miktarı 226 bin hektardır. 3 Mayıs 2012 tarih ve 6302 sayılı Tapu Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1’inci maddesiyle 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesi ‘Özel mülkiyete konu ilçe yüz ölçümünün yüzde 10’unu geçemez.’ şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişiklikle yabancılara satılacak toprak miktarı ne kadar artmıştır?” diye sorduk. Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın İdris Güllüce 17 Şubat 2014 tarihinde verdiği cevapta “Bakanlığımızca Türkiye’nin özel mülkiyete konu ilçe yüz ölçümleri 957 ilçe için hesaplama çalışmalarına başlanmış olup çalışmaların bitirilmesini müteakiben yabancılara satılabilecek toprak miktarının ne kadar olacağı ve ne kadar artacağı net olarak hesaplanabilecektir.” diyor yani bir hesaplama yapılmamış. Yani, Hükûmet bir kanun çıkarıyor, yabancılara toprak satışını artırıyor ancak yaptığı kanun değişikliği ile yabancılara satılacak toprak miktarının ne kadar artacağını, ülkemizin ne kadarını yabancılara satacağını bilmiyor.

Hesapsızlık ve kitapsızlık dedikleri de bu olsa gerektir diyor, bu düşüncelerle muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Vahap Seçer, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Seçer. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Az önce Sayın Akçay’ın söylediği önemli bir konu. Sayın Tarım Bakanı buradaydı, bunları dinleme fırsatı buldu, yalnız Sayın Güllüce yoktu. Gerçekten son zamanlarda yapılan birtakım yasal düzenlemeler şu anda çiftçilerimizi önemli sıkıntılarla karşı karşıya getirdi. Özellikle, Toprak Koruma Kanunu’nda yapılan değişiklikler, yine tarım topraklarına ilişkin miras hukukunda yapılan değişiklikler şu anda üreticilerimizin arazilerini elden çıkartma ya da satış noktasında bazı sıkıntılarla karşı karşıya getirdi. Sayın Bakanın bu konuda bir tedbir almasını istiyoruz. Bu konuda şikâyetler de alıyoruz üreticilerimizden. Malumunuzdur, tabii ki, konuştuğumuz sektör ya da bu sektörde faaliyet gösteren sosyal sınıf Türkiye’nin en sorunlu sınıfı; üretici, çiftçi. E, zaten önemli sıkıntılarla karşı karşıya. Belki de insanlar borucunu ödeyecek, harcını ödeyecek ya da üretimi devam ettirmek için işletme sermayesi yaratacak; arazi satmak istiyor ama maalesef bunu şu anda gerçekleştiremiyorlar. Bu konunun ivedilikle çözülmesini sizlerden talep ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz hafta Plan ve Bütçe Komisyonunda konu olan bu yasa değişikliği, kanun tasarısı görüşüldü. Bu, 2010 yılında çıkan 6083 sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’la ilgili yapılan bir düzenleme, orada bir düzenleme yapılmış. “Döner sermaye işletmesi” başlığı altında 8’inci maddede yapılan düzenlemede, döner sermaye işletmelerinin yönetimi, faaliyet alanları, işleyişi, sermaye kaynakları, her türlü idari ve mali işlemleri ile gelirlerine ilişkin usul ve esasların Maliye Bakanlığının da görüşü alınarak çıkartılacak yönetmelikle belirlenmesi hükme bağlanmış. Bu kanunun, o günlerde, bazı maddelerinin iptali istemiyle partimiz tarafından Anayasa Mahkemesine götürülüyor ve Anayasa Mahkemesinin 27/9/2012 tarihli kararı gereğince bu madde iptal ediliyor. Gerekçesi de şu, diyor ki Anayasa Mahkemesi: Siz, özellikle gelirlere ilişkin, döner sermaye gelirlerine ilişkin usul ve esasları yürütmeye bırakamazsınız. Bunu yasamanın yapması gerekiyor. Bunun çerçevesinin çizilmesi gerekiyor. Gerekçesinde şöyle diyor Anayasa Mahkemesi: Döner sermaye ücretini “harç benzeri mali yükümlülük” olarak nitelendiriyor. Harç benzeri mali yükümlülük taşıyan döner sermaye gelirlerinin kanunla düzenlenmesi gerektiği, iptale konu kuralda döner sermaye gelirlerinin miktar ve oranına ilişkin düzenleme yapma yetkisinin yürütmeye bırakıldığı, miktar ve oranı kanunla belirlenmeyen harç benzeri mali yükümlülüğün her an değiştirilebilir nitelikte bulunmasının hukuk güvenliği ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayacağı belirtiliyor ve bozuluyor. Dolayısıyla bu düzenleme, Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararına baktığınız zaman, uygun gibi görünse de bazı çekincelerimiz var. Özellikle bu düzenlemelerle tek bütçe uygulamalarından Hükûmetin hızla uzaklaştığını görüyoruz ve bu yasaya da muhalefet edeceğimizi belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Çevre ve Şehircilik Bakanımız Sayın Güllüce burada. Tabii ki değerlendirmelerimizin daha çok çevreyle ilgili, şehircilikle ilgili olması gerekiyor. Yanıt bekleyen bazı sorular var, çözüm bekleyen sorunlar var. 5 Haziran Dünya Çevre Günü. Doğal olarak o gün, özellikle çevre hassasiyeti olan insanlar bu konuda belli toplantılar yapacaktır, anayasal haklarını, Anayasa’dan doğan haklarını, temiz bir çevrede, temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşama taleplerini dile getireceklerdir ama çevreye ilişkin sorunlar devam edecek, çevre kirliliği devam edecek, çarpık kentleşme devam edecek, yine, plansız tesisleşme, birtakım enerji kaynakları, HES’ler, nükleer santral yapımları devam edecek, ranta kurban edilen doğa katliamları maalesef devam edecek.

“Çevre” deyince benim aklıma Sayın Başbakan geliyor, hani söylemişti ya: “Ben çevrecinin daniskasıyım, yeşilin hastasıyım.” Allah’tan, çevrecinin daniskası, yeşilin hastası! Bunun tersini düşündüğüm zaman neler olurmuş yani Başbakan çevrecinin daniskası olmasaymış ya da yeşilin hastası olmasaymış?

AKP iktidarının on üç yıllık devri iktidarı süresince gerçekten önemli çevre sorunlarıyla Türkiye karşı karşıya kaldı. Bakın, uluslararası kuruluşların yaptığı çalışmalarda çevre performansıyla Türkiye 132 ülke arasında 109’uncu sırada.

Şimdi, üçüncü köprü tartışması var. Çevreciler, çevre hassasiyetiyle yaklaşanlar bu konuya karşı çıkıyor ama ilginç paradoksal bir durum var, bir çelişki var. Sayın Başbakan Belediye Başkanlığı döneminde böyle bir projeye ilişkin neler söylemiş bir bakalım, 27 Nisan 1995 tarihinde, üçüncü köprü için şunu söylüyor: “Üçüncü köprü bir cinayettir. Böyle bir teşebbüs İstanbul’un çağdaş kentleşmesi ve şehir içi ulaşım sistemi için ölümcül sonuçlar doğurur.” Ama bugün bakıyoruz, üçüncü köprü için o bölgede binlerce ağaç katledilebiliyor. Tabii ki hesapsız kitapsız “Yol açıyorum.” diye ağaçları talan eden belediye başkanları var günümüzde.

Bakın, önemli bir değişiklik yapıldı yönetmeliklerde. Hükûmetin, ÇED Yönetmeliği’nde yaptığı değişiklikle, 23 Haziran 1997’den önce yatırım programına alınan ve 5 Nisan 2013 itibarıyla planlama aşaması geçmiş, ihalesi yapılmış ya da üretim veya işletmeye başlamış olan projeler için ÇED raporu zorunluluğu kaldırıldı. Biliyorsunuz, bu, yargı sürecine gitti, iptal edildi, tekrar çıkarıldı, sonra geçtiğimiz yıl bir torba yasaya ilave edilen bir maddeyle bu da halledilmiş oldu. Bunlar, tabii ki büyük projelerin, özellikle toplumsal muhalefetin yoğun olduğu projeleri kanunu dolaşarak aşma yöntemleri.

Yine, 2011 yılında maden arama faaliyetlerine ÇED süreci muafiyeti getirildi. Bunu yargı bozdu ama bu süre içerisinde birçok işletme bundan faydalandı. Yine, 2011 yılında kanun hükmünde kararnameyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları “Kültür” ve “Tabiat” olarak ikiye ayrıldı. Kültür varlıkları Kültür ve Turizm  Bakanlığına, tabiat varlıkları ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlandı. Dolayısıyla, kurulların özerkliği ortadan kaldırılmış oldu. Bu süreç içerisinde cennet köşelere termik santraller yapıldı: Amasra’da, Çanakkale Biga’da, Çan’da, Yenice’de, Zonguldak Kireçlik Koyu’nda, benim seçim bölgem Mersin Yeşilovacık’ta, Trakya’nın Karadeniz’e sahili olan İğneada’da -o cennet longoz tipi orman alanlarının olduğu bölgede- gerçekten içimizi acıtan, içimizi sızlatan çevre katliamları yapıldı ve bunlara imza atıldı.

Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta Gezi Parkı olaylarının yıl dönümüydü. O olaylar da bir çevre hassasiyetiyle başladı. Nitekim, İstanbul’un belki de nefes alınabilecek müstesna yerlerinden bir tanesi olan Gezi Parkı’na Hükûmet, Hükûmet dışında, belediye dışında Sayın Başbakan -sadece Sayın Başbakan- büyük bir ısrarla, büyük bir inatla, büyük bir gayretle “Hayır kardeşim, ben burada ağaç istemiyorum, burada park istemiyorum, buraya AVM yapacağım, buraya rezidans yapacağım ya da bir başka tesis oturtacağım.” diye… O inatla Türkiye ve gençlerimiz büyük bedeller ödedi, geçlerimiz katledildi orada gerçekten. Orada onlarca, yüzlerce yurttaşımız yaralandı, Türkiye'nin morali, motivasyonu bozuldu. Türkiye bunu günlerce tartıştı. Sadece çevre hassasiyetinden doğan bir karşı çıkış bakın Türkiye'yi hangi noktalara getirdi.

Şimdi, Sayın Bakanım, 1 Mart 2014 tarihinde Mersin’in Adana sınırında olan bir bölgede bir çevre sorunu yaşandı. Çevre hassasiyeti olan, çevreci örgütlerde faaliyet gösteren bir yurttaş beni aradı, dedi ki: “Seyhan Nehri ile Berdan Nehri arasında kalan bir bölge var, ‘Dipsiz Lagünü’ dediğimiz sulak bir bölge var; oradan, köylülerden şikâyet geldi; biz aracımıza bindik gittik; ortalık perişan.” “Ne oldu?” “Nedenini bilmediğimiz bir şekilde -affedersiniz- ot yiyen inekler zehirlenmiş ölmüş. Balıklar nehrin dışına vurmuş, zehirlenmiş ölmüş. Onları, ölü balıkları yiyen -affedersiniz- köpekler, onlar da ölmüş. Bir çevre katliamı.” Ne yapmak gerekiyor? Hemen 181’i aramak gerekiyor. Vatandaşlar bunu yapmış. Yalnız, vatandaşlar diyor ki: “Bu şikâyetimizi onlara ulaştırmakta zorlandık.” Bunu araştırabilirsiniz, vatandaşın iddiası. Ben bunu soru önergesi de yaptım, siz “Hayır, böyle bir şey olamaz.” demişsiniz. Ancak altını çizmem gereken şu: Danışmanım Bakanlığınızı aradı, yetkili daireyi aradı. Nereyi aradı? Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürlüğünü. Bu konuyu aktardı. Ben milletvekiliyim, yurttaşlarımın sorununu takip etmek zorundayım. Ben yurttaşlarımla sizin yani yürütme arasında bir aracıyım, bu sorunların çözümü için sizlerden talepte bulunurum, ricada bulunurum. Bakın, 1 Mart, bugün 3 Haziran, aradan kaç ay geçmiş, bir bürokratınız bize dönüp de “Ya, değerli milletvekilim, orada böyle böyle sorunlar yaşanmış, bundan bundan kaynaklı, şöyle şöyle müdahale ettik.” demedi. Böyle bir şey olamaz. Bu en küçük bir tabirle, en hafif bir tabirle saygısızlıktır; milletvekiline saygısızlıktır, onun temsil ettiği halka saygısızlıktır. Şimdi, ben bunu soru önergesi yapıyorum, size gönderiyorum, iki buçuk ay sonra, 20 Mayısta bana cevap gönderiyorsunuz.

Bakın, bu bir çevre felaketi, bu bir çevre katliamı -adını ne koyarsanız koyun- iki buçuk ay sonra beni haberdar ediyorsunuz. O süreç zarfında neler yaptınız neler yapmadınız, gerçekten incelemeler yaptınız mı yapmadınız mı? Ben orada herhangi bir işlem yapıldığını da görmedim. Ve diyorsunuz ki cevabınızda: “Kimyasal atık yok.” Ee, peki bu hayvanlar nasıl telef oldu, nasıl öldü? Diğer taraftan basit bir cevap, geçiştirici bir cevap: “O bölgelerde tarımsal üretim var, tarım bölgeleridir.” Doğrudur. “Orada zirai ilaçlama yapılmıştır.” Doğrudur. “Efendim, onlardan kaynaklı bir ölüm olabilir.” Bu, işi baştan savmadan başka bir şey değildir.

Şimdi, Sayın Bakan, gerçekten, oturduğunuz makam çok önemli bir makam, Türkiye'nin geleceği, çevre ve şehircilik. Her konuda hata yapabilirsiniz, sağlık konusunda, tarım konusunda, diğer konularda, ama çevreyi katlettiğiniz zaman gelecek jenerasyonların yaşam hakkını elinden alırsınız, onlara yaşam hakkı tanımamış olursunuz.

Şehirleri, kentleri, yerleşim yerlerini çarpık kentleşmeyle ranta boğarsanız sizin orayı tekrar düzeltmek için ne yapmanız gerekir biliyor musunuz? Yukarıdan uçaklar bombalayacak şehri, yerle bir edecek, sonra tekrar orayı imar edeceksiniz. Bu da uygulamada mümkün değil. Dolayısıyla, bu konulara çok daha fazla hassas eğilmeniz gerekiyor.

Şimdi, Sayın Bakan özel bir mülakat yapıyor, aşka dair çok güzel şeyler söylüyor. Katılmamak mümkün değil. Orada çarpıcı bir cümlesi var, diyor ki: “Gençlerimiz AVM’de dolaşmak yerine martıları izlemeli.” Detayına girmiyorum. Gayet de güzel bir söyleşi olmuş, nostalji yapmış, gençliğini yaşamış. Kısmen, zaman zaman bizler de yapıyoruz o nostaljiyi. Ama diyor ki: “AVM’de dolaşmak yerine de martıları izlemeli.” Şimdi, sanki Hükûmet park yaptı da bizim gençlerimiz, âşıklarımız, âşık gençlerimiz o parkta oturdular, martıları izlediler.

Şimdi, az önce Gezi Parkı olayını anlattım. Çevreciler, gençler diyor ki: “Ya bırakın burası park olarak kalsın -Sayın Bakanın da belirttiği gibi- martıları, kuşları izleyelim, sevgililerimizle oturalım, hoş sohbetler edelim.” Ama sizin aklınız fikriniz parada pulda, rantta: “Hayır, burası AVM olsun, burası rezidans olsun.”

Mersin’de Tevfik Sırrı Gür Stadı var, Sayın Başkanım iyi bilir.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Oynadım orada futbol.

VAHAP SEÇER (Devamla) – Futbol da oynadınız orada.

Orada, Mersin’de Akdeniz Oyunları’yla ilgili gerçekten çok müstesna tesisler yapıldı. Burada elbette ki Hükûmetinizin de payı var, o dönemde CHP’li Belediye Başkanının da payı var. Herkese teşekkür ediyoruz; Cumhuriyet Halk Partisine de, AKP katkı yapmışsa AKPye de, MHP katkı yapmışsa MHP’li belediyeye de, şimdi de aynı Belediye Başkanımız, o dönemin BDP’li Akdeniz Belediye Başkanına da. Buraya kadar her şey güzel. Çok da güzel bir stadyum oldu ama bir taraftan “Stadyumu Mersin halkına armağan ettik.” diye bağırıyorlar, siyasi propaganda yapıyorlar, diğer taraftan da Tevfik Sırrı Gür Stadı’nı alıyorlar.

Tevfik Sırrı Gür Stadı sahile nazır, denize nazır, âdeta kentin akciğeri. Şimdi oraya bir AVM yapılacak. Sayın Başbakan geliyor Mersin’e 9 Haziranda, Mersin halkına basıyor kalayı, diyor ki: “Neymiş efendim -bir cümlesini okuyorum zamanım daraldığı için- ‘Orası park olsun.’ Onu git sen Belediye Başkanına söyle, o sana park yapsın.” AVM yapacak orayı. TOKİ marifetiyle AVM yapacak, Allah bilir kimler oradan nemalanacak. Şimdi, dönüyor, mart seçimlerinden, yerel seçimlerden önce geliyor 13 Martta, aynı Sayın Başbakan şunu söylüyor: “Şu Mersin’in bir meydanı bile yok ya.” Miting yaptığı yer stadyumun yanı. “Biz bu mitingi böyle bir yerde mi yapmalıydık? Buraya büyük bir kent meydanı yapacağız. Yani Mersinli hem bu meydanda mitingi yapabilecek ama aynı zamanda da gelip bu meydanda gezebilme imkânı bulacak.” Bunu da söyleyen Sayın Başbakan. Şimdi, hangisi doğru? Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak sizden bunun cevabını bekliyorum.

Değerli arkadaşlarım, sürem daraldı ama iki konuya temas etmek istiyorum, özellikle çevre konusunda iki önemli konu var. Türkiye cari açık sıkıntısı çeken bir ülke. Türkiye 60 milyar dolar ortalama -son zamanların rakamını veriyorum- cari açık veriyor. Yaklaşık olarak da 60 milyar dolara yakın enerji ithalatı yapıyor. Petrol ithalatı yapıyor, komşulardan elektrik satın alıyorsa elektrik enerjisi ithalatı yapıyor vesaire, vesaire.

Şimdi, bize şu eleştiri yapılıyor. Hani diyoruz ki: “Ya, HES’leri yapmayın.” Bakın 1.400 küsur proje var. Bunun bir kısmı tamamlanmış, bir kısmı inşaat aşamasında, bir kısmı proje aşamasında. Siz önünüze gelen yere HES yapmayın. Tamam, Türkiye’nin su kaynakları önemlidir. Su zengini değiliz ama fena da bir kullanılabilir su kapasitemiz yok. 100 milyar metreküp gibi bir su varlığımız var. Bunlardan faydalanalım. HES’ler yapalım, bir sıkıntı yok ama kardeşim siz bunu rant kapısı hâline getirdiniz. Bir dönem Sayın Başbakan da söyledi, eli çantalılardan bahsetti Ankara’da dolaşan, hani bu HES lisansları satanlar. Şimdi, bunlara biraz dikkat edelim.

Bakın, bir gün Sayın Genel Başkanımız grup toplantısında da Rize’de meydana gelen bir olayı anlattı. Vatandaş suyuna sahip çıkıyor, vatandaş kuşuna sahip çıkıyor, vatandaş böceğine sahip çıkıyor, vatandaş ağacına sahip çıkıyor; siz asker marifetiyle… Şimdi askeri de kafaya aldınız. Ben o askerlere de şaşıyorum. Yani bu milletin evladı, davulla zurnayla askere gönderiyoruz; eline veriyorsunuz copu, kendi vatandaşınızı dövdürüyorsunuz. Kadının ayağının resmi çekilmiş, gazetelerde, itiraz eden bacımızın resmi var, o başörtülü bacımızın. Hani Gezi olaylarında da “Başörtülü bacımıza saldırıldı.” dediğiniz başörtülü bacımızın hâli perişan. Niçin bunu yapıyorsunuz? HES’e karşı çıktığı için.

Bunlar yanlış işler. Kafanızı ranttan kaldırın çevreye bakın. Kafanızı ranttan kaldırın gözünüzü yeşile dikin, yeşili ve çevreyi korumaya dikin.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Soru-cevap işlemi yapacağız.

Sayın Halaman, buyurun.

ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Şimdi bu kanun tapuyla ilgili. Tasarı 1 maddelik, diğerleri yürütme ve yürürlük maddeleri. Tabii, Anayasa Mahkemesi de iptal etmiş vesaire. Şimdi onu kanun hâline getirip Bakanlar Kurulunu biraz da işte -aralıklı- yetkili hâle getiriyor.

Ben Sayın Bakanıma şöyle söylüyorum: Bunları gündeme getirirken… Bu tapu dairelerinde müthiş harç parası alınıyor. Yani alan, satan, veren, tapuya ayak basandan bu kadar yüksek para alınırken –harç parası- “Ya, bunu biraz düşürsek.” demeyi akıl etmiyor mu? Böyle bir kanun hazırlamayı gündeme getirmiyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Şanlıurfa’da yazın günde on-on iki saat elektrik kesiliyor, kışın da yine aynı şekilde kesiliyor. Şanlıurfa’nın bu elektrik sorunu ne zaman düzelecek? Bu birinci sorum.

İkinci sorum: Urfa’da, yine, üretim yapan köylülerimize, işte 100 dönümü olan vatandaşa en azından 30-40 bin TL elektrik para cezası gelmekte. Kaldırdığı hasılatı topladığımız zaman, buğday ekerse buğdayı satsın veya pamuk ekerse pamuğu satsın, sattığı buğday veya para gelen elektrik parasını karşılamıyor. Bu konuda sosyal devlet ilkesi uyarınca ne tür bir tedbir almayı düşünüyorsunuz? Yani vatandaş elindeki bu toprakları satsın mı yoksa köyden göç mü etsin? Sizin köylüye öneriniz nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Özgündüz…

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, 25 Aralık soruşturmasıyla birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığının İstanbul Bölge Müdürlüğünde bulunan birçok bürokrat görevden alındı, görev yerleri değiştirildi; bir kısmı hakkında savcılık tarafından soruşturma sürmektedir. Fakat sizin Bakanlığınızın Teftiş Kurulu, bu görevden alınan bürokratlarla ilgili herhangi bir soruşturma yapmakta mıdır? Görevden alınma gerekçeleri, Bakanlığınız tarafından 25 Aralık soruşturmasında ortaya konulan iddialar ciddi görüldüğü için mi bu tasarrufta bulunulmuştur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Acar…

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, son günlerde PKK terör örgütünün eylemlerinde, saldırılarında bir artış gözlenmektedir. Yollar kesiliyor, askerler, yurttaşlar, çocuklar kaçırılıyor, karakol inşaatları yıkılıyor, iş makineleri yakılıyor, yollarda kontroller yapılıyor. Sanki devlet doğu ve güneydoğudan çekilmiş, bölge PKK terör örgütüne teslim edilmiş gibi bir hava var. Bunu kabul etmek mümkün değil. Bu konuda Hükûmet ne yapmaktadır? PKK’nın etkinliği nedeniyle Türkiye kendi ülkesinde karakol inşaatı yapamayan bir devlet durumuna mı düşürülecektir? Bölge PKK’ya teslim mi edilmiştir?

Bir de, üreticilerin tarımsal desteklerinin verilmesi için elektrik şirketlerine borç olmaması şartı getirilmiştir. Bunu kınıyorum. Sayın Bakan, Hükûmet özel elektrik şirketlerinin tahsildarlığını mı yapmaktadır? Özel şirketler kendi alacaklarını tahsil etmekten aciz midir? Onların tahsildarlığını niye üstlenmektedir ve bu köylülerimiz neden mağdur edilmektedir? Üreticiyi perişan eden bu uygulamaya son verecek misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Efendim, Sayın Ali Bey’in sorduğu soruya önce cevap veriyorum: İlave bir harç alınmıyor. Daha önce zaten alınan, zaten uygulanan harçlar Anayasa Mahkemesince rakamlaştırılmadığı için, “rakamlaştırın” dedikleri için yeniliyoruz, yoksa ilave bir şey getirilmiyor.

Sayın Tanal Şanlıurfa’nın elektriğiyle ilgili “Ne zaman düzelecek? Niye çok kesiliyor?” diyor. Bu benim konum değil ama ilgili Bakana ileteceğim bunu.

Urfa köylülerinin elektrik parası da keza benim alanım değil. Bunu Sayın Bakana, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığımıza ileteceğim.

Sayın Özgündüz’ün söylediği… Teftiş Kurulumuz tabii ki gerekeni yaptı. Hukuk ne diyorsa bunlar yapılıyor. Zaten yargı devam ediyor.

Gürkut Acar Bey “Yollar kapatılıyor, bölge PKK’ya teslim edilmiş midir?” diyor. Türkiye Cumhuriyeti 77 milyonluk dev bir ülke, öyle bir terör örgütüne teslim olmaz, teslim edilemez, edilmemiştir. Otuz kırk yıldır terör devam etmektedir. Bu terörle amansız mücadele edilmektedir. Devletimiz oldukça güçlüdür, bu millet 3 tane eşkıyaya prim vermez. Terörle, terörü yok etmek için Hükûmetimiz ve devletimiz otuz senedir mücadele ediyor ve edecektir. O olayları da tabii ki kınıyoruz.

Özel şirketlerin elektrik parasıyla ilgili… Gene benim konum değil ama bu konuda herkesin bir uzlaşmaya varması lazım. Elektrik kullananların elektrik parasını ödeyip ödememesi gibi bir tartışmaya götürür bu. O zaman “Kim elektrik parasını verecek, kim vermeyecek?” diye bir  tartışmaya gider bu iş. Onun için bu da siyasi bir tartışmadır. Benim cevap verme şansım yok buna ama yani elektriği kullananların elektrik parasını ödememesi gibi bir teklifte bulunamayız, düşünemeyiz de.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Tarımsal destekler kesiliyor Sayın Bakan.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI  İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Yani elektrik parasını hangi üretici ödeyecek hangi üretici ödemeyecek, hangi köylü ödeyecek hangi köylü… Hangi standarttakilerin ödememesi lazım, bu yasa mevzusu ama şu andaki mevzuat, elektriği kim kullanıyorsa yasal olarak ödemesini amir hükümler var ama yasa koyucu öyle bir kanun çıkartır ki, elektrik kullananlar parasını ödemesinler diyebilir.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Hayır efendim, tarımsal desteği niye kesiyorsunuz? Benim sorduğum budur Sayın Bakan, anlamamışsınız. “Tarımsal destek niye kesiliyor?” diye soruyorum Sayın Bakan?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Efendim, Tarım Bakanlığı onu… Yani elektrik parasının ödenmemesi söylenemez.

Teşekkür ediyorum.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Ödenmemesi nedeniyle kesiliyor.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Tanal, buyurun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biraz önceki, para tahsilatıyla ilgili sorun şu: İcra İflas Kanunu’nda açık hüküm var. Ne deniliyor? “Devlet tarafından verilen desteklemeler haczedilemez.” diyor. Bakın, 4 Mart 2014 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı var, sizin de imzanız var. “Bu benim konum değildir.” diyorsunuz. İmzanız bulunan Bakanlar Kurulu kararından bir bakanın haberi olmaz mı? Ben bu Bakanlar Kurulu kararını size ibraz ediyorum.

Şimdi, kanun “Bu desteklemeler haczedilmez.” diyor. Siz Bakanlar Kurulu kararı alıyorsunuz, “Vatandaşın elektrik borcuna karşılık destekleme primi ödenmeyecek.” diyorsunuz. Bu, kanuna karşı hile değil midir? Bu bir ihkakıhak suçu değil midir? Siz özelleştirmeyi yaptığınız zaman diğer firmalara biz böyle bir Bakanlar Kurulu kararı çıkaracağız, siz de katılabilirsiniz demiş olsaydınız gerçekten haklı olmuş olurdunuz. Ama bu aynı zamanda, Bakanlar Kurulu kararıyla ihaleye fesat karıştırma suçu değil midir Sayın Bakan?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tanal.

Sayın Zozani…

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Söz almayacaktım ama deminki gerçekle alakası olmayan ve biraz da provokatif bulduğum bir soruya karşılık cevap vermek için… Soru mahiyetinde cevap vereceğim.

BAŞKAN – Sayın Zozani, siz soru soracaksınız Sayın Bakana.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Soru soruyorum Sayın Başkan.

Bölgede PKK’nin yol kestiği, yollarda eylem yaptığı bilgisi külliyen yalandır. Bu amaçlı sarf edilen ifadeler provokasyon amaçlı ifadelerdir. Yirmi dakika boyunca demin kürsüden bu olayı anlattım ama Sayın Gürkut Acar eğer yirmi dakikalık konuşmadan hiç bir şey anlamamışsa deminki sorusuna da söylenecek hiçbir şey yok. Doğrusu, Sayın Bakanın da bu bilginin yanlış bilgi olduğu ifade etmesini beklerdim. Otuz yıl “Devlet büyüktür.” teranesini çok duyduk, çok ifade edildi ve eğer geldiğimiz noktada hâlâ Sayın Gürkut Acar gibi düşünenler varsa o da onların ayıbıdır.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Tanal, soru soracaksınız yalnız. Lütfen…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, soru-cevap faslı değil mi?

BAŞKAN – Evet, ama soru soracaksınız.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Biraz önce soru sordum ben. Yani soru değil de neydi sorduğum Sayın Başkanım?

BAŞKAN – Buyurun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Şimdi, soru şu: Şanlıurfa’da 355 kişilik bir çocuk hastanesi var. Burada günde 70 bebek dünyaya geliyor ve yılda 24 bin doğum gerçekleşiyor.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Yasayla ilgili sorsun efendim, yasayla ne alakası var?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bu hastane Şanlıurfalılara yetmiyor, yetersiz. Siz tekrar bir başka çocuk hastanesi yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Acar, buyurun.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, ben soruyu Sayın Bakana sormuştum ama cevabını Sayın Zozani’den aldım.

Yani burada gazetelerin yazdığı ve bölgeden gelen haberlerin hepsi yalan mı? Yani çocuklar kaçırılmıyor mu, karakol inşaatları yıkılmıyor mu, iş makineleri yakılmıyor mu? Yani neyi yanlış anlamışız?

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Hepsini yanlış anlamışsın, hepsini yanlış biliyorsun Sayın Acar.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Sayın Zozani’nin konuşmasını yirmi dakika dikkatle dinledim, bize gerçekten oradaki acıları anlattı. Biz de bu acılara aynen iştirak ediyoruz.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Hepsini yanlış biliyorsun.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Gerçekten Kürt yurttaşlarımıza yapılmış devlet baskısını ve terörünü buradan kınıyoruz ama ortada bir gerçek var.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Sizin derdiniz çözüm bulmak değil, provoke etmek.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Bütün bunları yalanladı. Yani biz hayal mi görüyoruz? Bu gazetelerin hepsi yalan mı yazıyor? Bu haberlerin hepsi yalan mı?

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Buyurun gidelim, götürelim sizi oraya, orada ne olup bittiğini kendi gözünle gör! 

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Yani ben o Kürt yurttaşlarımın öldürülmesine sonuna kadar karşıyım ama Türkiye’nin bölünmesine sebebiyet verecek bir uygulamaya da karşıyım.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Gel yarın seni Lice’ye götüreyim, gözünle gör!

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Acar.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Gel seni Lice’ye götüreyim yarın, buyur gel!

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Gideriz Sayın Zozani.

BAŞKAN - Sayın Akar, buyurun.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, Soma maden faciasından sonra taşeron işçiliği gündeme oturmuş vaziyette ve ülkenin bütün bölgelerinde, özellikle kamu hastanelerinde ve üniversite hastanelerinde çalışan sağlık personeli, geçici sağlık personeli veya taşeron çalışan sağlık personeli bir günlük grev yapmıştır. Bu bir günlük grev yapan arkadaşlarımızın, bugün o hastanelerdeki sendika temsilcilerinin işlerine son verilmeye başlanmıştır. Bunların bir örneği de Kocaeli Üniversitesi Hastanesinde yaşanmıştır. 5 işçi temsilcisi ya da taşeron işçisi temsilcisinin iş akitlerinin feshedildiğine dair bir tebligat yapılmıştır. Evet, işçi sağlığı ve iş güvenliği yasalarının ne kadar sağlıklı olduğu bu yapılan davranıştan da görülmektedir! Getirmek istediğiniz veya getirilmek istenen taşeron işçilikle ilgili kanunun da bu işlere çözüm olmayacağı komisyona gelen kanun teklifinde görülmektedir. Bunların bir an önce düzeltilmesi konusunda gerekli girişimlerin yapılmasını rica ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Serindağ…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Gaziantep’ten aldığımız pek çok telefonda tapu sicil müdürlüklerinin işlem yapmadığı ifade edilmektedir. Gerekçe olarak da tapu sicil müdürlükleri ile Tarım Müdürlüğü arasındaki bir işlem nedeniyle bu işin geciktiği ifade edilmektedir. Bu konuyu çözmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Akar, buyurun.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, aynı telefonları, biraz evvel Ali Serindağ’ın Gaziantep’ten örnek vermiş olduğu telefonları biz de Kocaeli bölgesi tapu sicil müdürlüklerinde işlem yaptırmaya çalışan vatandaşlardan almış bulunuyoruz. Yine, tapu sicil müdürlüklerine giden vatandaşlar Tarım İl Müdürlüğüne, Tarım İl Müdürlüğüne giden vatandaşlar tapu sicil müdürlüklerine yollanmaktadır. Bunun bir an önce çözüme kavuşturulması konusunda gereken çalışmaların yapılmasını rica ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Efendim, Sayın Tanal’ın hastaneyle ilgili sorduğu soruya cevap veriyorum: Biz Hükûmet olduğumuzdan beri Türkiye'de sağlık alanında otuz sene, kırk sene ileriyi gören bir vizyonla inanılmaz bir değişiklik yaptık. Eğer hastane ihtiyacı varsa planlanıyordur bu. Sağlık Bakanlığına bu konuyu ileteceğimi söylüyorum ama beş sene, on sene, on beş sene önceki Türkiye'nin sağlık politikalarıyla bugünü herkes bir mukayese etsin dileğinde bulunuyorum ben de. Yeterli midir? Bunun tahkik edilmesi ve ölçülmesi lazım. Sağlık Bakanlığı bu konuda oldukça donanımlı bir bakanlık. Zaten yaptığı işlerden de belli ve vatandaşın en çok takdir ettiği, dua ettiği bir bakanlığımız. Hastane ihtiyacı varsa, gerekiyorsa, hesaplanmışsa, sayın milletvekilimizin söylediği orandaysa mutlaka planlamaya alınır diye düşünüyorum.

Sayın Serindağ’ın söylediği tapu sicil müdürlükleriyle ilgili konu şöyle: Şimdi, 5403 sayılı Kanun uyarınca biz bu arazinin satılıp satılmayacağına tapu olarak karar veremeyiz. Biz bunu Tarım Bakanlığına sormak durumundayız çünkü Tarım Bakanlığı bu noktada yetkili ve tarım arazilerinin korunması için de böyle bir mekanizmanın çalışması lazım. Burada haklı olarak şu eleştiride bulunabilirsiniz. Bunun hızlanması, bu tahkikatın, bu soruşturmanın, bu cevap vermenin çok hızlı olması lazım, vatandaşın zaman kaybetmemesi lazım. Ama behemehâl Tarım Bakanlığına, Tarım Bakanlığı yetkililerine bu sorunu sormak zorundayız, ileride başka türlü problemlerin olmaması bakımından sormak zorundayız. Tapu müdürlüklerimizin ve Tarım Bakanlığı yetkililerimizin bu konuda hızlı hareket etmesi konusunda çalışmalar yapacağımızı söyleyebilirim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Karar yeter sayısı istiyoruz.

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Karar yeter sayısı istedim.

BAŞKAN – Hayır, ben kabul ediyorsunuz diye el kaldırdınız zannettim, duymadım.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Yapmayın efendim ya.

BAŞKAN - Duymadım sizi.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Benim söylediğimi herkes duydu, kayıtlarda da var.

BAŞKAN – Anladım da, duymadığımı söylüyorum. Karar yeter sayısının istenme şekli: Ayağa kalkılır, seslice “Karar yeter sayısı istiyorum.” denir. Ben sizin el kaldırdığınızı kabul ettiğiniz anlamında değerlendirdim doğrusu.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Peki peki, tamam.

BAŞKAN – Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.59

 

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 21.09

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muharrem IŞIK (Erzincan)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

591 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

1’inci maddeyi okutuyorum:

 

TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- 25/11/2010 tarihli ve 6083 sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 8 inci maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“(6) Birinci fıkra uyarınca elde edilecek gelirler bu Kanuna ekli (III) sayılı tarife cetvelinde gösterilmiştir. Tarife cetvelindeki yöresel katsayılar; il ve ilçelerin coğrafi ve ekonomik durumu, nüfusu, gelişmişlik seviyesi, işlem hacmi ve taşınmazların değeri dikkate alınmak suretiyle Bakanlıkça 0,30-3,00 arasında belirlenir. Tarife cetvelinde belirlenen döner sermaye hizmet bedeli tutarlarını veya oranlarını yarısına kadar indirmeye veya en fazla üç katına kadar artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir. Döner sermaye hizmet bedelleri, her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu uyarınca tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanır.

(7) Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri, köy tüzel kişileri ve kalkınma ajanslarının kanunlarla sayılan görevleriyle ilgili yapılacak tapu işlemlerinden ve veri paylaşımından döner sermaye hizmet bedeli tahsil edilmez. Ayrıca, tapu müdürlüklerince gerçekleştirilen her türlü terkin ve bedelsiz yol ve yeşil alan gibi yerlere terk işlemlerinden, Genel Müdürlük birimlerince sebebiyet verilmiş hataların düzeltilmesi işlemlerinden, tapu müdürlüklerince re’sen yapılan işlemlerden, aile konutu şerhi işlemlerinden ve kat irtifakından re’sen kat mülkiyetine geçiş işlemlerinden döner sermaye hizmet bedeli tahsil edilmez. Veri paylaşımına ilişkin protokol veya sözleşmelerde, döner sermaye hizmet bedellerinin ödenmesine ilişkin usul ve esaslar düzenlenebilir.”

 

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Günal, Antalya Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu kanun, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’da bir maddelik bir değişiklik içeriyor. Az önce arkadaşlarımız genel hatlarıyla değindiler ama burada -bir  kısmınız belki yemek arası sonrası duymamış olabilirsiniz- önemli bir garabet var. Evet, arkadaşlarımız getirdi, kanunun gerekçesinde yazıyor. Ne yazıyor? “Buradaki kanunun 8’inci maddesinin 5’inci fıkrasında yer alan ücretlerle ilgili kısmın Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle zaruret oluştu, biz de bu kanunu tasarı olarak getirdik.” derler.

Şimdi, tasarı, bildiğiniz gibi Bakanlar Kurulundan geliyor. “Burada bir garabet var.” dedim, neresi diye arkadaşlar bakıyor, 1 maddelik bir kanun. Evet, çıkması gerektiğini biliyoruz da garabet nerede biliyor musunuz? Bu iptal kararı 22/11/2013’te yayınlanmış, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ki bu da kararın belli olmasından çok uzun süre beklenerek Resmî Gazete’de yayınlanmasında da yine zaman kazandırılmış. 22/11/2013’ten bugüne kadar altı aylık bir süre geçmiş olmasına rağmen, 22 Mayıs itibarıyla, maalesef bu bizim Komisyonumuza, bir türlü Meclis Genel Kuruluna gelememiş. Bakıyoruz, bir de, 12 Mayısta ancak gelmiş, bir haftada çıkacak gibi ama Komisyonumuzda da 18 Mayısta ancak görüşebilmişiz. Yani, altı aylık bir süre var, bunu, sizin aldığınız gelirleri yönetmelikle belirlediğiniz için, ücretleri, değiştirmeniz lazım ama bekliyorsunuz burada birtakım, sabaha kadar, demin de söylediğim işte Ceza Kanunu gibi maddelerle bizi oyalıyorsunuz. Ee, peki, bu çıkması gereken bir şeyse, bu gelirlerin zaten kanunda belirlenmesi gerekiyorsa neden yönetmelikle yaptınız da şimdi böyle saat gösteriyorsunuz? Daha günler var, saati bıraktık, cuması var, cumartesisi var, önümüzde daha çok var. Bugün bitti, gittik, yarın ne yapacaksınız?

RECEP ÖZEL (Isparta) – Anlaştık.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Öbür gün ne yapacaksınız? Yarın nasıl anlaşacaksınız, bugün anlaştık diyorsunuz?

RECEP ÖZEL (Isparta) – Onda da anlaşırız.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Şimdi, burada hakikaten bir garabet var dediğim bu. Eğer bunun çıkması gerekiyorsa -değerli arkadaşlar, başka konular da var- yapısal olarak alınması gereken ekonomik, sosyal ne varsa bunları bu tartışma gündemlerinin dışına, Sayın Başbakanın yarattığı böyle kısır çekişmelerin dışına alıp buradan çıkarmak lazım, onu anlatmaya çalışıyorum, onun için “Garabet var.” diyorum; birinci kısmı bu.

İkincisi; burada, tabii “Böyle olmaz.” dedik. Bu şekliyle gelirse -Komisyonda da arkadaşlarımıza- bu sürekli olarak döner. Yani, Sayın Bakan da oradaydı, Maliye Bakanlığı temsilcisi arkadaşımız dedi ki: “Biz zaten bir çerçeve kanun tasarısı taslağı üzerinde çalışıyoruz.” İşte onu çıkarmamız lazım nasıl ki yap-kirala-devrette olduğu gibi, yap-işlet-devrette olduğu gibi çerçeve kanunları atıyorsunuz. Niye? Ya, falanca bakan bir işlem yapacak, ona ayrı bir kanun çıkaralım. Ee, sonra da bu sıkıntıları yaşıyoruz. Ya, bir efradını cami, ağyarını mâni, şöyle hepsini içeren bir kanun çıkar, onun içerisinde ayrıntıları yönetmelikle düzenlenir. Ee, şimdi aynısını yapıyoruz. Bu döner sermayeler bütçe birliğini, bütçenin genelliği ilkesini bozan uygulamalardır. Yeniden bunların bir ele alınması lazım. Şimdi hadi bunu çözdük. Anayasa Mahkemesi iptal etmiş, gelirler geliyor. Ee şimdi, gündüz konuştuk arkadaşlarımızla, birçok tapu dairesinde işlemler yapılmıyor. Neden? Garabet dediğim zaman gülüyorsunuz ama 22’sinde dolduğu için gülüyoruz.

Bakın, bir sonraki maddede yürürlük tarihi gelecek.  Ne yazıyoruz? Geçmişe yönelik, 22 Mayıs itibarıyla… Ya nasıl olur kardeşim, haziran gelmiş. Yani...

RECEP ÖZEL (Isparta) – Olur, olur.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Ha oluyor, oluyor, aynen, aynen. Recep’in dediği gibi oluyor, yani AKP iktidarında bunlar oluyor. Sonra biz burada kanunla düzeltiyoruz. Ne yapacağız? Peki, 22’sinden bu yana alınanlar ne olacak? Bazı tapu daireleri doğru yapıyormuş. Vatandaş mağdur oluyor ama ortada mevzuat yoksa o parayı neye göre alacak? Peki şimdi, tahsilatı yapan döner sermayeler nereye kaydedecek, ne olacak bu? Yani şu anda kanuni değil tahsilat ama 22’sinde de dolmuş, vatandaş da tapu işlemi bekliyor. Onun için “Garabet var.” diyorum.

Arkadaşlar, yani zaman güzel ama garabet var çünkü vatandaşın şu anda tapudaki işlemleri yapılmıyor, yapılmaması gerekiyor, yapanlar da nereye kaydedeceğini bilmiyor. Onun için Sayın Bakan, bir an önce hazır bu vesileyle -sadece tapunun değil başka yerlerin döner sermayesi de var- arkadaşlarımızın söylediği döner sermayelerle ilgili genel kanun tasarısı taslağını Bakanlar Kurulundan geçirerek buraya alalım.

Aksi takdirde ne oluyor arkadaşlar? Ben ayrıntısına girmeyeceğim. Anayasa Mahkemesi gelmiş “Bunlar harç benzeridir.” demiş. Dolayısıyla, harç benzeri olduğu için de kanunla düzenlenmesi lazım elhak doğru düzenleniyor. Ama bu vesileyle döner sermayelerin genel mantığını da tartışmamız lazım. Bütçe dışı birtakım farklı büyüklükler olmaya başladığı zaman bütçe disiplini kayboluyor. Döner sermayelerde, şartlı bağışlarda bütçenin genelliği ilkesi ve burada bütçenin genelliğini bozan birtakım uygulamalar… Birtakım bütçe ilkelerine baktığımız zaman bunların bütçeye işlenmesi gerekir. Sürekli olarak normal tahsisat yapılmadığı zaman da ne yapıyor arkadaşlarımız? Döner sermaye üzerinden yapılan tahsilatlarla belli harcamalarını karşılamaya çalışıyorlar veya personelin özlük haklarını geliştirmediğimiz için, döner sermayeden o personele bir şey verebilmek için bir işletme daha kuruyoruz, bir işletme daha kuruyoruz. Bu doğru bir sistem değil. Bunu baştan ele almak lazım, bütün döner sermayeleri bir gözden geçirmek lazım. Eğer personelin özlük haklarından farklılaştırma yapmak gerekiyorsa onu da oturup -kamu personel rejimini en az 10 defa bu kürsüden ben söylemişimdir, bütün arkadaşlarımız tartıştı- liyakate göre, hizmete göre yani “Herkesin unvanı şudur.” diye eşitleyerek değil, eşit unvana değil, eşit işe eşit ücret vererek… Unvana koyduğunuz zaman yapılan iş farklıysa, mesai saati farklıysa onu da farklılaştırmak lazım. Onun için böyle hep bölük pörçük olduğu zaman bu sorunlarla karşılaşıyoruz. Bu döner sermaye işletmelerinin bu vesileyle asli işi kamu görevini yerine getirmekse bunların da elden geçirilmesi ve normal bütçe içerisinde değerlendirilmesi lazım. Bu işletmelerin fonksiyonlarını o zaman bütçeden yapılan tahsisatlarla hizmeti kılar hâle getirmek lazım ve onlar da kamu eliyle yapıldığına göre bu bütçenin içerisine –gelirini de ama giderini de- o idareye yetecek kadar gider de vermek lazım. Yani, farklı yollardan dolaşıp döner sermaye aracılığıyla bunları yapmaya çalışalım diye kanunun arkasına dolanmanın bir anlamı yok. Dolayısıyla, bugün bunu çözeceğiz, tamam, bu maddeyi kabul edeceğiz, eğridir doğrudur; peki diğer sorunlar ne olacak, bütün döner sermayeleri çözmüş olacak mıyız? Hayır. Onun için bunu vesile edelim. Burada bütçenin denkliğiyle ilgili birtakım çalışmaları elden geçirmemiz lazım. İşte, getirdiniz mali kural önceki yıl, paldır küldür burada başladık, bir sihirli el dokundu, gitti. Yani nasıl sağlayacağız? O gün onu kaldır, bugün gel döner sermaye istisnalarını devam ettir. Değişik kurumlarda bunları çalışırsak olmaz. Dolayısıyla, bütün bu çalışmalar kapsamında biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, yapılması gereken bir kanun çalışması varsa, alınması gereken önlem varsa bunları öncelikli olarak, özellikle de ekonomik ve sosyal sorunların çözümünde yapıcı, yol gösterici bir muhalefet anlayışı içerisinde olacağımızı tekraren vurgulamış oluyoruz.

Bu vesileyle Sayın Bakana da tekrar bu kanun tasarısı taslağını bir an önce -bunu bugünlük çözdük ama- ele alıp sonraki bütçe yılına kadar en azından bütçenin ilkelerine uygun, genellik ilkesine uygun bir şekilde bunları da çıkaralım diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Volkan Canalioğlu, Trabzon Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, elbette ki mülkiyet çok önemli ve toprak hakkı çok önemli, su hakkı çok önemli ancak bu mülkiyet olayına baktığımız zaman, geçmişten bugüne şöyle bir değerlendirme yapmamız lazım: Ne yazık ki bilhassa Karadeniz’de ormanlarda, köylerde kadastro işi çok geç kalmıştır ve bu geç kalma nedeniyle vatandaş devlete olan güvenini kaybetmiştir. Örnek vermek gerekiyorsa, Karadeniz’de kendi köyümde, şimdi rahmetli olan bir amcamızı -90 yaşlarında- biz evine ziyarete gittiğimizde, evin kapısında oturmuş, taze fidanları orakla kestiğini görünce dedik ki: “Amca ne yapıyorsun?” Dedi: “Uşaklar -kendi tabiriyle- düşman kesiyorum.” Dedik ki: “Ya sen ağacı seversin, ağaç dikmeyi seviyorsun; bak, burada bir sürü ağaç diktin, korudun.” Dedi: “Doğru diyorsunuz uşaklar ama bu ağaçları ben diktim. Şimdi şu fidanlar evin önünde. Bu arsa kimin?” “Senin.” “Tapun var mı?” “Var.” “Peki, benim bu tapulu arazide ağaçlar büyüyüp orman olduğu zaman ne olacak?” Biz de “Ne olacak?” dedik geçmişte. “Gelecek orman kadastrosu benim arazimi orman arazisi olarak kendi arazisine yazacak. O nedenle düşman kesiyorum.” dedi. Çok enteresan bir tabir değerli arkadaşlar ve ne oldu biliyor musunuz? Orman kadastrosu bundan üç dört sene önce geldi ve bu rahmetli amcamızın arazisi ve bunun durumunda olan bütün insanların, bütün köyün arazisi orman arazisi olarak yazıldı ve elindeki araziler ormana gitti. Ormana gittikten sonra mahkemelere gidildi ancak bir sonuç alınmadı. Yapmış oldukları masraf da yanlarına kâr kaldı. O nedenle tapu kadastro işi çok önemli ama zamanında, verimli olması lazım.

Şimdi, Trabzon’a baktığımız zaman, Trabzon Uzungöl hepimizin bildiği, çoklarınızın da, burada herkesin herhâlde gördüğünü umduğum, görmeyenlere de mutlaka gitsinler, görsünler diye tavsiye ettiğim, hatta biz Trabzon’dayken gelsinler, onları biz ağırlayalım, biz gezdirelim dediğim bir yerdir. Dünya harikası bir yer olan ve turizm merkezi olan Uzungöl’deki -Sevgili Bakanımız, bilmiyorum, görmüşsünüzdür, siz de hemşehrimizsiniz yakın kentten- o çarpık yapılaşma ne yazık ki her geçen gün artmış ve artmasının sonucunda insanlar buraya geldiği zaman hayal kırıklığına uğramaktadırlar.

Yine bununla ilgili olarak bir anımı anlatayım. Turizm müdürlüğüm döneminde Uzungöl Belediye Başkanı Kadir İnan -o da rahmetli oldu- şöyle bir anısını, genel koordinasyonda, bakanımızın da, valinin de ve diğer kurum müdürlerinin olduğu bir toplantıda anlattı. Niye bunu anlattı? Şunun için: Çünkü Uzungöl’e hem Bayındırlık ve İskân Bakanlığı -o zamanki adıyla- Orman Bakanlığı, Belediye Başkanlığı ve Millî Emlak Müdürlüğü gibi çeşitli kurumlar buraya dâhil olmuşlardı ve herkes kendi kanununa göre burada bir yapılaşma yapıyor ve vatandaşa müsaade etmiyordu.

Kadir İnan rahmetli Belediye Başkanımız şunu anlattı: “Bir gün sabah belediyeye geldim, balkondan etrafa bakarken genç bir arkadaşımızın sevinerek, gülerek koştuğunu görünce ‘Ali ne yapıyorsun, nereye gidiyorsun?’ dedim, ‘Sayın Başkanım, oğlum oldu, onu nüfusa kaydettirmeye gidiyorum.’ deyince, ‘Ya kime sordun da çocuk yaptın?’ dedim.” Bu sefer durdu, Ali durunca Başkan şöyle bir espride bulunmuş, demiş ki: “Evladım, bak burası Uzungöl. Burada belediyeye soracaksın, Orman Bakanlığına soracaksın, Çevre Bakanlığına soracaksın, Valiliğe soracaksın, Millî Emlak Genel Müdürlüğüne soracaksın.” Yani böyle tek elden yürümemesi sonucunda, gerçekten Uzungöl’de baktığınız zaman çarpık yapılaşma, betonlaşma ve oranın sivil mimari örneği evlerin çok kötü durumda olduğunu ve turizme de önemli bir getiri sağlayan bu alanın süratle çok kötüleşmeye doğru gittiğini görmekteyiz.

Yine, “Araklı Turup” dediğimiz alan dünya harikası bir alan, yeşillik, ağaçlık ama ne yazık ki -burada çok konuştuk, yine konuşuyoruz- burayı Trabzon belediyeleri, ortaklaşa olarak, katı atık depolama tesisi yapmak istemektedirler yani çöp alanı yapmak istemektedirler.

Sayın Bakanımızın açıklamasını biraz önce Sayın Vahap Seçer söyledi: “Martıları seyredin.” Martıları seyretmek istiyorsanız o alanı çöp alanı yapın, martılar gelsin onun üzerinde uçsun, siz de keyifli, o koku içerisinde, martıları seyredin. Ama böyle değil. Buralara sahip çıkmamız gerekiyor.

Yine, Tonya Livalobo mevkisinde -gerçekten turizm merkezi, dünya harikası olan bir yer- burada çimento fabrikası yapılmak istenmektedir Sayın Bakanım. Geçmişteki, sizden önceki Çevre Bakanımız, hemşehrimiz de bu konuda ilgili, çok meşgul oldu ve oranın insanı, Tonyalı hemşehrilerimiz Trabzon’da, Ankara’da gelip eylem yaptılar, yasal yönden, hukuki yönden seslerini duyurmak istediler, “Burayı turizm merkezi yapalım, burayı betonlaştırmayalım, çimento fabrikası yapmayalım.” dediler. Ancak ne yazık ki o aşamada “ÇED raporları alınmıştır.” denilerek bu işin arkasında durmadan, yapılması yönünde teklifler geliyor ve olaya bakışları bu şekilde oluyor. Sayın Bakanımız, lütfen, siz yeni Bakan olarak bunu dikkate alınız ve Tonya Livalobo mevkisini -ki gelin, beraber çıkalım, görün, gerçekten dünya harikası bir yer- betonlaştırmaktan ziyade, fabrika yapmaktan ziyade -ki sahile de çok uzaktır- orayı turizm merkezine çevirelim diyoruz.

Şimdi, HES’ler… Bu HES’leri vatandaş istemiyor. Sayın Bakan dedi ki: “Elektrikle benim işim yok.” Ama HES’lere ÇED raporunu kim veriyor? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı veriyor. Demek ki orada koordineli çalışmak lazım. Vatandaş ne diyor? Vatandaş diyor ki: “İstemiyorum.” Vay, istemiyor musun? O zaman 1 kadına 3 tane asker düşer, seni coplar. Ne diyor kadın? Benim Rizeli hemşehrim, bacım, ablam, kardeşim ne diyor? “Benim devlete, polise, askere güvenim kalmadı.” diyor. Bu güveni sağlamak hükûmetlerin görevidir.

Sevgili Bakanım, sevgili milletvekillerim… Bakın “sevgili” diyoruz, birbirimize yaklaşıyoruz. Birbirimizi sevmemiz, anlamamız ve dinlememiz lazım. Biz burada konuşurken, sağ olsun, AKP’li milletvekilleri üçerli, ikişerli gruplar hâlinde sohbetlerini yapıyorlar.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Cankulağıyla dinliyoruz.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Devamla) – Dinleyenleri tenzih ediyorum Sevgili Vekilim ama elbette ki bu konuşmaları, bu kentin, bizim kentlerimizin, ülkemizin yararı için de uyarıcı konuşma olarak düşünüyoruz.

Ve bakın “elektrik” diyoruz. Bu devirde -Bayburt Milletvekilim Bünyamin Bey bilecektir- Bayburt’un Çavdar Yaylası’nda elektrik yok. Niye? Özelleştirdik. Çaykara Uzundere’de elektrik yok. Niye? Biz özelleştirdik, ilgili kurum gelip yatırım yapacak. Ya, böyle bir şey olur mu? Devletin görevi bunu organize etmek değil midir? O nedenle, bu devirde elektriksiz kalan köyleri, yaylaları bir an önce ele almak gerekiyor.

Kıyıları dolduruyoruz. Vahap Seçer kardeşim dedi. Bizim de bir Avni Aker Stadı’mız var. Üç dönemdir AKP bundan oy aldı ama burayı yapma noktasında yeniden temel attılar. Yaparken de ne yaptılar? Bizim Yavuz Selim Stadı’mızı, Orman Bölge Müdürlüğünün lojmanlarını, spor salonumuzu ve Avni Aker’i, yetmedi Akçaabat Fatih Stadı’nı TOKİ’ye veriyor. Devasa gelir getirecek, rant getirecek binalar yapıyor, sözde, Trabzonspor’a da stadyum yapıyor. Artık bunların ranta dönüştürülmemesi lazım.

Bir de Sayın Bakanım -sözlerimi bitireceğim, süre daralıyor ama- şunu söylemek istiyorum: Bakın, Trabzon kamuoyunu gerçekten yürekten yaralayan… Ben sizin hemşehrinizim, ben Erzurumspor’un formasını giydim, Erzurum’da öğretmenlik yaptım, Şair Nef’î Ortaokulunda. Siz, şimdi, Trabzon’a çok yakınsınız, Trabzon ve Erzurum iç içedir. Siz bizim deniz görmemişimizsinizdir, biz de sizin dağ görmemişiniz, böyle anarız. Fakat niye bizim bürokratlarımızı görevden alıyorsunuz Sayın Bakanım? Yani bunların suçları ne? Yani hadi iktidar değişse deriz ki, tamam, A gitti, B geldi ama aynı partinin aynı milletvekilleri, aynı bakanı.

Bizim 25 bürokratımızı görevden alıyorsunuz, yetmiyor, 180 öğrencimizin burslarını kesiyorsunuz. Günah değil mi? Bu öğrenciler okula giderken yani okurken yurt dışında… Her birimiz öğrenci olduk, hepimiz yaya gittik. Gaz lambası altında -ben okuduğum için biliyorum- okuyanlarınız var. Niye bunların burslarını kesiyorsunuz? Bunlara bir cevap veriniz, lütfen Trabzon’u dışlamayınız. Yalnız siz değil, diğer bakanlar da sizi görerek Trabzonlu bürokratları ki Trabzonlular… Burada hepimiz ülkenin birliğine beraberliğine bağlıyız ama Trabzonlular olarak gittiğimiz her yere katma değer sağlayan insanlarız, bilimde, iş hayatında, siyasette, spor hayatında, kültürde, sanatta katma değer sağlayan insanlarız. Bunların alınmasının gerekçesini de herhâlde bize söylersiniz çünkü gerçekten bu, Trabzon kamuoyunu yürekten yaralamıştır. Aynı Bakanlığın elemanlarının, bilgi birikimli, yetişmiş elemanlarının alınmasının bir gerekçesi vardır diyorum ve yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Değerli milletvekili arkadaşlarım, Değerli Başkanım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu konuyu daha önce de sayın vekilimiz sormuş Mecliste. Tabii, bu arada 2 milletvekili aranızda anlaşacaksınız. Biraz önce “Teftiş Kurulu görevini yaptı mı?” diye sordu, siz de “Niye aldınız?” diye soruyorsunuz, aynı partinin 2 milletvekili bu. Bir milletvekili “Niye aldınız?” diye soruyor, diğeri de “Teftiş Kuruluna gönderdiniz mi?” diye soruyor. O zaman anlaşacaksınız, soruyu biriniz soracaksınız. Yani ben “Savcılığın el attığı olaylarda Teftiş Kurulu da gereğini yapıyor.” diye cevapladım.

Biz, Türkiye’de yaşayan 77 milyon insanın hangi şehirli olduğuna bakmayız; Türkiye’nin, 77 milyonun kardeş olduğuna bakarız. Bu, Trabzonlu da olabilir, Edirneli de olabilir, Ardahanlı da olabilir, şurası da olabilir. Kimin damadı olduğuna bakarak onu görevden alıp ya da göreve tayin etmeyiz. Biri görevden alınmışsa alınırken “Kimin damadı aman dikkat edelim, falancanın damadıysa alınmasın, aman yaya kalsın.” da demeyiz. Türkiye’deki bir il karşıtı olmamız da mümkün olmaz. Bu topraklarda bunu yapmak bölücülük ve çirkinliktir, bunu da binlerce kere reddederim. Ama ben Bakan olduktan sonra -17 Aralığı biraz önce söylediler- soruşturma açılmış insanlar varsa ben bunları görevden alırım.

Bir de, hepsi böyle midir? Hayır, hepsi öyle değildir ama benim beraber çalışacağım insanlar da vardır, beraber çalışamayacağım insanlar da vardır. Performansını düşük görmüşümdür, daha uygun çalışacağım insanlar görmüşümdür. Kusura bakmayın, bakanlığa gelmiş bir insan da kendi bakanlığı bünyesinde bazı değişiklikler yapar, bu değişiklikleri yaparken de “Bu nereli? Trabzonluysa olmasın, Trabzonluysa olsun.” diyemezsiniz buna, böyle bir mantık olmaz.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Sayın Bakanım, hep Trabzonlulara rastladığı için.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) - Yani, bu bir kere Türkiye’de başka siyasi partilerin yaptığı bir duruma düşürür sizi. Türkiye’de il milliyetçiliği yapayım derken bölücülük yapacak bir noktaya götürür.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Trabzonlular bölücülük yapmaz Sayın Bakan, biz Karadenizliler bölücü değiliz, asla.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) - Biz Trabzon’a karşı olmaktan Allah’a sığınırız ve ben bu toprağın bütünlüğü, birliği için hayatımı vermiş bir insanım. Çocukluğumda da Trabzonluların kucağında büyümüşümdür. Trabzonlulara karşı bizim kinimiz de olmaz, canımız kadar da severiz ama ben Bakanlıkta birilerini değiştireceksem onun nereli olduğuna bakmam, benim önceliğim o olmaz. Performansına bakarım, hukukla ilgili, kanunlarla ilgili sorunu var mı yok mu ona bakarım.

Savcılık mahkemeye vermiş, “KPSS’ye uygun olmayan adamlar alındı.” diyerek savcılık el koymuş. Ben savcıya müdahale edemem ama bu müdahale ettiği insanlar Trabzonlu da olur, Trabzonsuz da olur. Ben bunu belirleyemem ki, onu savcıya soracaksınız, benimle ilgisi yok.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Bakanım, sizden önceki atama amiriyle ilgili suç duyurusunda bulundunuz mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) – Dolayısıyla, sizin bu söyledikleriniz, Trabzon’a hoş görünmek için yaptığınız bu konuşma aslında Trabzon’a hoş görünmek gibi olabilir ama ülke bütünlüğü için, memleket için doğru bir konuşma değildir, zararlıdır.

Bursa gelelim, burs konusunu açıklıyorum: Değerli arkadaşlar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bir karar aldı. Ben bursu kimin aldığını, kimin almadığını da bilmiyorum, nereli olduğunu da bilmem. İnsanların nereli olduğu bizim ilgilendiğimiz bir konu olmaz. Biz, Türkiye'yi de bırak, dünya insanlarını kucaklamak gibi ideallerle donanmışız. Demişiz ki: “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yüksek lisans ve doktora bursu versin, ortaokul ve liseyi başka kurumlar versin.” Bize eleman lazım, şehircilik uzmanları lazım, çevrecilik uzmanları lazım; bunların doktora ve yüksek lisans yapması lazım. Dolayısıyla, bir karar almışız: “Bundan böyle biz hiç kimseye burs vermeyeceğiz.” Kime vereceğiz? Üniversitelere müracaat etmişiz: “Bize öğrenci gönderin.” Ardahan Üniversitesine söylemişiz, Kars Üniversitesine söylemişiz, falan üniversiteye söylemişiz: “Bizim verdiğimiz alanlarda doktora yapacak, bizim verdiğimiz alanlarda yüksek lisans yapacak yetişmiş insana ihtiyacımız var. Bu konularda yüksek lisansa 600 lira, doktoraya 900 lira burs vereceğiz.” demişiz. Şimdi bana bunu söyler misiniz, bunun yanlış tarafı neresidir? Ama bu burs alanlar sadece bir şehirdense o zaman başka bir soru sormak lazım: “Niye sadece bir şehirden?” diye de ben size soru sorarım ve sizin şöyle bir şey demeniz lazımdı: “Bu kadar bursun bir şehirden verilmemesi lazım. Türkiye 81 il, bizim 81 ili kucaklamamız lazım.” diye sizin o 180 kişinin o bir yerden olmamasının daha doğru olacağını bana söylemeniz lazımdı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve ilime verdiğim hizmetten dolayı, Türkiye'de 81 ile eşit davrandığımdan dolayı, üniversite ve akademisyenleri desteklediğimden dolayı beni kutlamalıydınız. Yoksa bizim bursu falan kestiğimiz yok, biz bursun istikametini değiştirdik. Kime? Buyurun, bu Bakanlığa lazım olan mütehassıs insanlara değiştirdik. Bizim Trabzon’la derdimiz olur mu? Bizim dünyanın insanıyla derdimiz olmaz. Türkiye’yi bırakın, biz dünyadaki insanlarla dertli olmayan milletiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Kusura bakmayın, bu cümle, bu eleştiri beni çok rahatsız ediyor.

5 tane gazeteye yazı yazdırıyorsunuz “Trabzon düşmanlığı” diye, her gün gazetelere yazı yazdırıyorsunuz Trabzon’da.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Hiçbir gazeteye vermedim.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) – Yakışıyor mu Sayın Başkanım size bu?

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Ben hiç yazdırmadım, ben yazdırmadım.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) – Trabzon’da yerel gazetelere “Trabzon düşmanlığı yapılıyor.” diye yazdırmanız yakışıyor mu size Sayın Başkan?

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Ben yazdırmadım, yazdırana sor. Ben yazdırmadım.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) – Siz belediye başkanlığı yaptınız, sizi kınıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) O Trabzon’da benim adıma çıkan, yerel gazetelerde çıkan, çıkarttırdığınız o gazeteleri desteklediğinizi biliyorum ve kınıyorum. Bizim Trabzon’la, Türkiye’nin 81 iliyle hiç problemimiz olmaz, hepsi kardeşimizdir, canımızdır, ciğerimizdir.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Canalioğlu.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Sataşmadan söz istiyorum Sayın Başkan. Bizi Karadeniz’de, Trabzon’da bölücülük yapmakla...

BAŞKAN – Ne söyledi de sataştı Sayın Canalioğlu?

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Daha ne söyleyecek Sayın Başkan, yapmayın Allah aşkına ya, sataştı işte.

BAŞKAN – Sabırlı olacaksınız, sabırlı olacaksınız, söyleyecek söylediğini.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Gazetelere yazı yazdırdığımı, desteklediğimi söyledi, yalan bilgi verdi.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Canalioğlu.

Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

5.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu'nun, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce’nin 591 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Şimdi, Sayın Bakan burada bir heyecanla, bir sinirle… Biz dedik ki: Bunları niye kestiniz? Gel, burada çık, anlat kardeşim, teftiş kurulu raporu vardı, onu söyle. Ben yazılı soru önergesi verdim, bana cevap ver, de ki: “Bunları ben teftişe verdim, o nedenle bunlar bunu, bunu, bunu yaptılar ve bu nedenle aldım.” Tamam. “Geldim, çocukların bursunu kestik, şu nedenle kestik.” Onu söyle. Burada gelip hekelenmenin, Erzurum, Dadaş hekelenmesi yapmanın bir anlamı yok. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Bir ikincisi, Trabzonlu…

ADNAN YILMAZ (Erzurum) – Spor yaptık, spor yaptık, beraber top oynadık.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Devamla) – Ben de Dadaşım, ben Çırçırlıyım. Anlamı yok.

Bir ikincisi, Trabzonlular asla bölücülük yapmamıştır.

ADNAN YILMAZ (Erzurum) – Öyle bir şey söylemedi.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Devamla) – Trabzonlular bu ülkenin Kurtuluş Savaşı’nda en önde olmuşlardır, Atatürk’ü Samsun’da karşılayanların ön safında olmuşlardır. Atatürk bunu şunun için söylemiştir… “Arkadaşlar, Samsun’a ilk defa çıktığım zaman beni karşılayanların ön safında kahraman Trabzonlular vardır.” demiştir, bunu Atatürk söylemiştir.

OSMAN BOYRAZ (İstanbul) – Ne alaka?

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Devamla) – Sayın Bakan, burada hekelenmenin, kızmanın bir anlamı yok. Gel, anlat, bunlar, bunlar… Peki, o zaman sizden önceki Bakanı teftişe verdiniz mi? Sizden önce yapılan bu işlere soruşturma açtınız mı, suç duyurusunda bulundunuz mu? Madem bu bizim bir önceki hemşehri Bakanımız bu işleri yaptı, siz ne yaptınız Sayın  Bakan? Bununla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundunuz mu? Burada fezlekeye “evet” mi verdiniz, “ret” mi verdiniz? Komisyon önerisine ne verdiniz, onu da -lütfen- açıklamanız gerekiyordu.

Ben sizi kınıyorum. Sinirlenmenize gerek yok. Sizler, devleti yönetenler sakin olur. Ve asla ben gazetelere -şurada açık ve net söylüyorum- onu pompaya verip de basında aleyhinize yazdıran bir tavırda olmamışımdır. Bunu da bilmenizi istiyorum ve Trabzon’daki yerel basının da kimlere destek verdiğini “tape”lerden siz de takip edin, öğrenin.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

B) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/919) (S. Sayısı: 591) (Devam)

 

BAŞKAN – Madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutuyorum:

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan tasarının 1. m.sinde yer alan “…3 katına kadar” ibaresinin “...bir katına kadar” olarak değiştirilmesini arz ederiz.

Yusuf Halaçoğlu                     Mustafa Kalaycı           S. Nevzat Korkmaz

     Kayseri                                    Konya                        Isparta

Mehmet Günal                           Ali Halaman             Ali Uzunırmak

    Antalya                                     Adana                      Aydın

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ AHMET ARSLAN (Kars) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Evet, önerge üzerinde söz isteyen Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.

Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize iyi akşamlar diliyorum.

Tabii, Trabzon Milletvekilimiz kendi hemşehrilerinin hakkını savunurken burada bir iddiada bulundu. İddiayı cevaplandırmak üzere Sayın  Bakan çıktı, savunmasını yaparken gerçekten iki husus bizim de dikkatimizi çekti.

Bir: Dedi ki: “O görevden aldığımız bürokratlar yahut soruşturma açtığımız insanlar içerisinde KPSS’li olmayanlar vardı.”

İkincisi: Dedi ki: “Burs verilen öğrencilerin neredeyse tamamı tek bir ildendi.” Yani bunu ima etti en azından. Dolayısıyla, şimdi, biz bunun takipçisiyiz Milliyetçi Hareket Partisi olarak. Burada, siz, kendinizden önceki yönetimle ilgili çok ciddi iki iddiada bulundunuz. Bu yönetimle ilgili siyasal anlamda ne yapacağınızı Milliyetçi Hareket Partisi olarak takip edeceğiz Sayın Bakan.

Değerli arkadaşlar, toprak sahipliği bağımsızlık ve istikbali yakından ilgilendiren bir husustur. “Efendim, devlet kimin elindeyse mühür ondadır, Sultan Süleyman odur. Dolayısıyla, toprağın sahipliğinin kimde olduğunun önemi yoktur.” diyebilirsiniz ama öyle değil değerli milletvekilleri. Şayet öyle olsaydı, bütün ülkeler yabancıların toprak satın almasıyla ilgili birtakım sınırlamaları getirmezlerdi. Uluslararası hukuk, kaldı ki artık bu satılan toprakların geri alınabilmesiyle ilgili gerçekten çok ciddi mekanizmalar getirmiş. Dolayısıyla, “Efendim, yarın iktidar değişir, tekrar bu mülkiyet yeniden el değiştirir.” gibi bir düşünce tamamen yanlış bir düşünce. Ülkeler şizofren mi, ruh hastası mı da bu engellemeleri getiriyorlar? Herhâlde bir bildikleri var. Ancak, sadece Adalet ve Kalkınma Partisi, bu toprakların satışını bir kazanç kapısı, bir gelir kapısı olarak görüyor. Türkiye’den başka herhâlde bir başka ülkede bu kadar kolay toprak satış rejimi yoktur. Mirasyedi evlat gibi Adalet ve Kalkınma Partisi âdeta fütursuzca topraklarını satıyor.

Bakın, bu Mecliste, İsrail’in, Yahudilerce, Araplar ve Filistinlilerden toprak satın alınmak suretiyle kurulduğunu bilmeyenimiz yok. Rakamları veriyorum değerli arkadaşlar: 2003-2013 yılları arasında 247.384 yabancıya yani yaklaşık 250 bin yabancıya 190 milyon 265 bin 84 metrekare büyüklüğünde yaklaşık 250 bin adet taşınmaz satılmış. Doksan yıllık cumhuriyet tarihinin neredeyse 1 misli toprak satışı.

Yirmi dokuz ya da kırk dokuz yıllığına 150 bin kilometrekarelik –ki bu, Türkiye yüzölçümünün yüzde 17’sine tekabül ediyor- maden alanının işletme hakkı verilmiş. Bugün ülke toprakları artık öyle büyük bir hızla elden çıkıyor ki en az 7 il ve 11 ilçede yüzde 10 sınırı aşılmış, yabancılara 1 milyon metrekarenin üzerinde toprak satılan il sayısı 15’i bulmuş. Bu iller arasında, efendim, Muğla, Antalya ve Ankara ilk 3 sırada; Hatay, İstanbul, İzmir, Mardin, Aydın, Kırşehir, Bursa, Konya, Adana, Nevşehir, Kayseri ve Kahramanmaraş diğer iller olarak takip ediyor.

Durum böyleyken AKP ne yaptı? AKP bir önlem mi geliştirdi, bir tedbir mi üretti? Hayır, toprakların daha çok satılabilmesi için âdeta çıldırdı. Çıkardığı bütün yasalarda konulmuş olan engellemeler kaldırıldı. Neymiş bunlar? Mütekabiliyet şartını kaldırmış, karşılık esasını kaldırmış. Efendim, yüzde 10 sınırı şartı fiilî olarak, fiiliyatta kaldırılmış, kişi başına 30 hektar yani 300 dönüm toprak satın alabilme hakkı tanınmış. Efendim, köylerdeki taşınmazların yabancılara satışına da imkân verilmiş. Alınan arazinin iş yeri ve mesken olarak kullanılması şartı kaldırılmış, dolayısıyla tarım alanları da satışa açılmış. Bu satışlar karşısında efendim sormak lazım: AKP niye çıldırdı da böyle bir satış hâletiruhiyesine kapıldı? Çaresiz, mecbur çünkü finansman açığını satarak savarak kapamaya çalışıyor.

Bunun yol olmadığını, üreterek, alın teri dökerek, efendim, bir ekonomi tesis etmemiz gerektiğini hatırlatıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun 22/5/2014 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Kalaycı, Konya Milletvekili. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bu tasarıyla Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce sunulan hizmetlerden alınan döner sermaye ücretlerine ilişkin yasal altyapı oluşturulmaktadır. Döner sermaye ücretlerine ilişkin bir düzenleme yapılmasına karşın, döner sermaye gelirlerinden personele yapılan ek ödemeyle ilgili herhangi bir değişikliğe gidilmemektedir. Tapu ve Kadastro personeli yoğun bir iş ortamında, yüksek risk ve sorumluluk altında çalışmaktadır. Sayıca yetersiz personelle çok iş yapılmaktadır. Tapu ve Kadastro personelinin yaptıkları iş ve sorumlulukları dikkate alınarak özlük hakları mutlaka iyileştirilmelidir. Tapu müdürlükleri ve kadastro müdürlüklerinde çalışan personel, işini bitirebilmek için mesai kavramını göz ardı etmekte, geç saatlere kadar çalışmaktadır. Bu şekilde fazla mesai yapan personel hak ettikleri mesai ücretlerini alabilmelidir. Bu açıdan, Bakanlar Kurulu kararıyla Maliye Bakanlığı çalışanlarından taşra teşkilatına ödenen fazla çalışma ücretinin Tapu ve Kadastro çalışanlarına da ödenmesi gerekmektedir.

Tapu ve Kadastro personeli stresli ve yorucu çalışmalar yapmasına rağmen hak ettiği ücreti alamadığı gibi, yaptığı işlemlerle ilgili sınırsız hukuki sorumluluğu bulunmaktadır. Bu mali sorumluluğun zaman aşımı süresi yoktur. “Hatasız kul olmaz.” derler ama tapu çalışanı hatasız kul olmak zorundadır. Türk Medeni Kanunu’nun 1007’nci maddesine göre, tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devlet sorumlu olup devlet bu zararı tapu çalışanlarına rücu etmektedir. Bu madde uyarınca, tapu dairesinde çalışanlar yapmış olduğu yanlış işlemden dolayı kıyamete kadar sorumlu olmaktadır. Bu sorumluluktan dolayı büyük bedeller ödenmekte olup geçmişte yaptığı hatalı işlemlerden dolayı milyonlarca lirayla yargılanan tapu çalışanları bulunmaktadır. Tapu dairesinde çalışanlar akşam eve gittiklerinde gün boyu yaptıkları işlemlerin muhasebesini yapmaktadır. Tapu çalışanları emekli de olsa, ölse de sorumlulukları bitmemekte, çocuklarına ve torunlarına işlerinde yaptıkları hata ve yanlışlıkların bedeli miras olarak kalmaktadır. Yani, hata ve yanlışların faturası birkaç nesil sonra bile vârislerinden tahsil edilmektedir. Bu nedenle tapu çalışanları çocuklarına reddimirasta bulunmalarını tembih etmektedir. Eğer çocuklar mirası reddetmezse bir gün babasından hatta dedesinden yüklü bir borçla karşılaşabilmektedir. Her meslekte doğan zararlardan sorumluluk bir zaman aşımı süresine bağlandığı hâlde, örneğin benzer durumunda olan noterlerde zaman aşımı süresi beş yıl olmasına karşın, tapu memurunun mali sorumluluğu için bir zaman aşımı süresi öngörülmemiştir. Tapu kadastro çalışanlarının Türk Medeni Kanunu’nun 1007’nci maddesinden kaynaklanan bu sorumluluğunun bir zaman aşımına tabi tutulması, hatalı işlemlerden doğan zararın tapu işlemlerinden alınan döner sermaye ücretlerinden oluşturulacak bir fon tarafından karşılanması, bu işlemlerin mesleki sorumluluk sigortası kapsamına alınması gibi yollarla bu soruna mutlaka bir çözüm getirilmelidir. Hükûmet geçen yılki toplu sözleşme görüşmelerinde tapu çalışanlarının bu problemine çözüm getirmeyi kabul etmesine karşın bu konuda henüz bir düzenlemeye gitmemiştir. Bu tasarıda da böyle bir düzenleme bulunmamaktadır. Hükûmet verdiği sözü bir an önce yerine getirmelidir. Tapu çalışanlarının yıllardır beklediği düzenlemenin bu tasarıya alınması konusunda Milliyetçi Hareket Partisi gerekli desteği ve katkıyı vermeye hazırdır.

Değerli milletvekilleri, tasarı metninde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce sunulan hizmetlerden alınan döner sermaye ücretlerinin yarısına kadar indirilmesi veya 3 katına kadar artırılması konusunda Bakanlar Kuruluna yetki verilmektedir. Döner sermaye ücretlerini 3 kat artırma yetkisi verilmesinin hiçbir izahı yoktur, olamaz. Bu, Deli Dumrul anlayışının bir tezahürüdür. Vatandaşımız tapu idarelerinde zaten alım satımdan dolayı bir dünya harç yatırmakta, bunun yanında döner sermayeye de para aktarmaktadır. Üstelik, tapu harç oranlarının yükseltilmesi, belediyelerce emlak vergi değerlerinin artırılması nedeniyle vatandaşlarımızın ödediği vergi, harç ve döner sermaye miktarları büyük boyutlara yükselmiştir. Bu vergiler vatandaşın canını yakmaktadır. Mesela, Konya Selçuklu ilçesinde, bu yıl, emlak vergisi değerlerine, insafsızca, 10 kata varan artış  yapılmıştır. Emlak vergisi ödemek için Selçuklu Belediyesinin kapısını çalanlar kendilerinden istenen fahiş, zamlı vergi karşısında neye uğradıklarını şaşırmıştır. Değerli arkadaşlarım, hiç, 10 kat vergi artışı olur mu? Ama oldu. Dar ve sabit gelirli vatandaş bunu nasıl öder, hiç düşünülmemektedir. AKP zihniyeti, bu şekilde, vatandaşı resmen soymaktadır. Enflasyonun yüzde 9-10 olduğu dönemde emlak değerinin yüzde bine yani 10 kata varan oranlarda artırılmasının hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Vergi, harç ve döner sermaye ücretlerindeki artışlar makul düzeyde olmalı, yapılan her artışın da mutlaka hesabı verilmelidir. “Ben yaptım, oldu.” anlayışına artık son verilmelidir.

Değerli milletvekilleri, tapu sicilini oluşturmak üzere yapılan kadastro çalışmaları sonucunda bazı hatalı ölçümler ve tespitler nedeniyle vatandaşlarımız ciddi mağduriyetlerle karşı karşıya kalmaktadır. Vatandaşlarımız kendi mülküyle ilgili tapu sorunu yaşamakta, atalarından kalan ve yıllardır kullandıkları yerlerin hazine ve ormana yazılması nedeniyle mülklerinin ellerinden alındığından şikâyet etmektedir. Düşünün değerli arkadaşlarım, bir tarlanız var, bir eviniz var, bir bahçeniz var; dedeniz kullanmış, babanız kullanmış, siz kullanmışsınız; torunlara bırakacaksınız; bir gün geliyor “Kardeşim, kusura bakma, burası hazine yeri, burası orman, burası senin değil.” deniliyor, vatandaşa mahkeme yolu gösteriliyor. Sayın Bakan, gerek Tapu gerek Maliye gerekse Orman idaresi vatandaşımızın kendi mülküyle ilgili yaşadığı bu sorunlara çözüm getirmeli; mağduriyetleri giderilmelidir.

Değerli milletvekilleri, vatandaşımızın mülkleriyle ilgili bir başka sorun da kamulaştırma faaliyetlerinde düşük değer tespiti yapılması, takdir edilen değerler arasında büyük çelişkiler ve tutarsızlıklar olmasıdır. AKP zihniyeti alırken kepçeyle almakta, verirken kaşıkla vermektedir. Toroslar üzerinde Bağbaşı ve Bozkır Barajı’nın yapıldığı bölgede yer alan Bozkır ve Hadim ilçemizde Bolat, Dereiçi, Dedemli, Korualan ve Yalınçevreliler başta olmak üzere tüm köylülerimiz büyük mağduriyet yaşamaktadır. Kamulaştırma işlemlerinde evlere, kiraz bahçelerine, kuyulara, bağlara, tarlalara çok düşük ve adaletsiz değerler biçilmiştir. Aynı bölgede hem baraj hem de karayolu için kamulaştırma yapılmaktadır ancak kamu kurumlarının belirlediği kamulaştırma değerleri arasında uçurum bulunmaktadır. Yaşanan gelişmeler hakkaniyetle bağdaşmamaktadır, hemşehrilerime büyük haksızlık yapılmaktadır, âdeta zulüm uygulanmaktadır.

Hükümetin ilgisizliğinden yakınan vatandaşlarımız sadece haklarını istemektedir. Hükûmet yetkilileri vatandaşın şikâyetlerini kale almamakta, sorunlarına çözüm getirme konusunda hiçbir gayret sarf etmemektedir.

AKP Hükûmeti vatandaşı mağdur eden bu uygulamalardan vazgeçmelidir. Kıymet takdirleri doğru ve tutarlı bir şekilde yeniden yapılmalı, vatandaşımızın hakları verilmelidir.

Sayın Bakanım, Bakanlığınız sorumluluk alanında bulunan iskân konusu da bir çözüme kavuşturulmamış olup, hâlen belirsizlik sürmektedir.

Evleri baraj altında kalacak olan Dedemlili hemşehrilerimden, bekâr olanların, kıraç arazide yerleri olanların ve nüfus kaydını kısa süreli başka yere kaydıranların hak sahipliği kabul edilmemiştir.

Dedemlili vatandaşlarımızın iskân sorunu bir an önce çözülmeli, hak sahipliği konusundaki mağduriyetleri giderilmelidir.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Mahmut Tanal, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)

MAHMUT TANAL (İstanbul) -  Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, Çevre ve Şehircilik Bakanlığını bugün yanımızda görmüşken, ben biraz çevre konusuyla hemen konuya girmek isterim.

Sayın Bakan, Atatürk Barajı’na sınır olan il ve ilçelerden, gerek Şanlıurfa ilinin Hilvan ilçesi, Adıyaman ilinin Kâhta ilçesi, Siverek, Bozova ilçesi, bu ilçelerin ve illerin pis, atık suları arıtılmadan, olduğu gibi Atatürk Barajı’na verilmekte ve o bölgede bulunan arazilerin çoğu sulu üretim yapmakta, dolayısıyla, o suya bulaşan mikrop ürüne, üründen vatandaşa hakikaten -bulaşıcı hastalıklar- geçmekte. Bu anlamda -benim Bakanlığınızdan istirhamım- pis, atık suların arıtılmadan ham vaziyetiyle Atatürk Barajı’na verilmesiyle hem Türk Ceza Kanunu 184’üncü madde anlamında belediye başkanlıkları suç işliyor hem de bu konuda Bakanlığınızı göreve davet ediyorum.

Şanlıurfa’yla ilgili konuşacağım konular… Bir, GAP’ın başkentiydi geçmişte, şu anda GAP’ın başkenti değil, mevsimlik işçilerin başkenti. Aşağı yukarı okullar kapanmadan iki ay önce oradaki öğrencilerin çoğu veliler tarafından alınıp tarım işçisi olarak Urfa dışına götürülmekte, Malatya’ya götürülmekte, Yozgat’a götürülmekte, Ordu’ya götürülmekte, Ankara’nın Polatlı’sına, Haymana’sına getirilmekte. Bu anlamda bu öğrencilerimiz hakikaten mağdur. Mümkün olduğunca hem velilerin hem de öğrencilerin bu mağduriyetlerinin giderilmesini sizden istirham ediyorum.

Biraz önce, elektrikle ilgili soruları sorduğumda… Bakın, Sayın Bakan, ben size hemen şurada… 32.224 dekar alanda pamuk üretimi yapıyor vatandaş, gelen para cezası 13.180 TL. Pamuğu sattığınız zaman zaten bu 32 bin dekar alanın toplam bedeli aşağı yukarı 12 bin lira paraya tekabül etmekte, bunun gübresini, sulamasını, ilaçlamasını, işçiliğini hesaba kattığınız zaman hakikaten mağdur durumda.

Bir başka örnek, yine, aynı şekilde, 126.175 dekar alan pamuk ekim alanı var, buna da gelen ceza 60.992 TL. Bunların birer fotokopilerini ben konuşmamdan sonra size ibraz edeceğim.

Şimdi, bu cezalar nereden geliyor? Karşımda hukukçu arkadaşlarım var; evet, sizin mesleki alanınız olmayabilir, ona ben saygı duyarım. Yani netice itibarıyla, eğer burada elektrik şirketleri… Siz bu ihaleyi yaptığınız zaman özelleştirmeyle ilgili, o şartnamenin içerisinde “Biz bir Bakanlar Kurulu kararı alacağız, devletin vatandaşa vereceği destekleme primini biz kaynaktan keseceğiz.” diye böyle bir güvence verilmiş olsaydı belki özelleştirmeyle ilgili TEDAŞ’ın oradaki elektrik idaresi, daha yüksek bir rakamla üçüncü şahıslar da ihaleye katılabilirdi, kamunun kasasına daha yüksek bir rakam girebilirdi ama bu, şartnamede gösterilmediği için daha ucuza satıldı ve sizin de imzanızın bulunduğu 9 Mart 2014 tarihli 28936 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı uyarınca, efendim… Elektrik parasını kim ödememişse vatandaşa verilecek olan bu destekleme prim ücretlerinin ödenmemesi hususunda bir Bakanlar Kurulu kararı aldınız, gayet rahat. İcra ve İflâs Kanunu’nda açık hüküm var bu tür desteklemelerle ilgili, “Vatandaşın borcundan dolayı haczedilemez.” deniliyor. Şimdi, “haczedilemez” ilkesini bertaraf etmek için siz böyle bir Bakanlar Kurulu kararı aldınız. Bu Bakanlar Kurulu kararı hakikaten, tüm Urfalıları, Mardinlileri, Gazianteplileri, Siirtlileri, hepsini o bölgede mağdur ediyor. Benim sizden istirhamım, kimse size “Parasını almayın.” demiyor, bu bir kamu hizmetidir. Buralarda olay şu: Susuz olan arazileri sulu göstermişler. Sulu arazinin primi yüksek, susuzun düşük. Bunu yapan sizin memurlarınızla birlikte iş ve eylem birliği içerisine girmişler. Gelin, bir tespit yapalım, orada sizin sulu gösterdiğiniz arazilerin çoğu susuz. Bunun içerisinde, sizin ağa olan milletvekilleriniz varsa onların da arazileri bunun içerisine dâhildir. Bu kadar iddialı konuşuyorum. Yani burada hakikaten devlet de mağdur, vatandaş da mağdur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TANAL (Devamla) – Bunun mağduriyetinin giderilmesinin yolu bunu yerinde tespit yapmaktan geçer.

Hepinize teşekkür ederim, saygılar sunarım. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Süleyman Nevzat Korkmaz… Yok.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kocaeli Milletvekili Haydar Akar.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3’üncü maddede Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Şimdi nereden başlayayım, on dakika mı, beş dakika mı kullanayım diye hesap ediyorum ama on dakika da yetmeyecek, öyle düşünüyorum çünkü hem Kocaeli’nin çevreyle ilgili çok fazla problemi olduğu için… Her ne kadar Başbakan Kocaeli’ni Türkiye'ye örnek kent gösterse de kararmış, kahverengiye dönüşmüş Körfez deniziyle ve balıkların yaşamadığı bir denizle meşhur Kocaeli. Şimdi, dağlarımız ve dağlarımızda bulunan kestane, ıhlamur ve yine çevrede bulunan kiraz ağaçlarının kurumasıyla gündeme gelmiş bir Kocaeli’nden bahsetmek istiyorum. Ama bu konuya geçmeden evvel de biraz evvelki konuşmamda bir amonyak tankından bahsetmiştim, zamanın kısıtlı olması nedeniyle bu amonyak tankını çok anlatamadım.

Yine, sizin milletvekillerinizden bir arkadaşım, kentte verdiği demeçte “Haydar Akar mı bu kentte yaşıyor yoksa biz mi bu kentte yaşıyoruz?” diye bir soru sormuş yerel gazetelerde. Çok merak ediyorum, o arkadaşım Erzurum’dan gelip Kocaeli’ne yerleşti ama hâlâ kafası Erzurum’da kalmış, Kocaeli’yle ilgili çok fazla bir şey de gündeme getirmiyor, sadece Kocaeli’nde bize muhalefet ediyor, Kocaeli’nin problemlerini dile getirip, Kocaeli’nin problemlerini çözmek için gayret göstermek yerine Kocaeli’nde bize muhalefet etmeye çalışıyor.

Şimdi, arkadaşlar, yine örnek vermiştim, 17 Ağustos 1999 depreminde en çok vatandaşımızın öldüğü bölge Körfez bölgesiydi. Körfez bölgesi de gerçekten bomba üzerinde olan bir bölge; işte, TÜPRAŞ’ın tankları, diğer tesislerin tankları ve bu arada gübre fabrikasının, İGSAŞ’ın amonyak tanklarının bolca olduğu, yerleşimle iç içe geçmiş, nüfusu yüz binlere yaklaşan bir ilçeden bahsediyoruz. Biraz evvel yine örneğini verdim, orada bir fabrika var ve gübre üretiminde amonyak kullanıyor. 300 metreküplük bir amonyak kendisine yetiyor. Bu fabrika acaba yeni tesisler mi kuruyor, yeni yatırımlar mı yapıyor, yeni istihdam sahaları mı yaratıyor diye bakıyoruz; böyle bir şey de yapmıyor ama 37.200 metreküplük bir tank izni için ÇED raporu alıyor; ÇED olumlu değerlendirme raporu veriliyor.

Sayın Bakan, bu rapor verilirken Kocaeli Valiliğinden görüş sormuşsunuz, demişsiniz ki Kocaeli Valiliğine: “Böyle bir talep var Körfez bölgesindeki GÜBRETAŞ fabrikasından, bu talebi nasıl değerlendiriyorsunuz?” Kocaeli Valiliğinden bir vali yardımcısı cevap vermiş size “O bölge çok yoğun konut alanının olduğu, yerleşim alanının olduğu, yine E5 Karayolu’na 50 metre, otoyola 350 metre, bugün hızlı tren güzergâhının -ki banliyö güzergâhı aynı zamanda, güzergâh değişmedi- olduğu bölge. Bu nedenle de amonyak tanklarınızın…” Amonyak tankına gaz olarak girilip orada likitleştirme işlemi, sıvılaştırma işlemi yapılıyor. Bu arada transferde ve bu işlem sırasında oluşabilecek bir gaz kaçağının insanlara çok büyük boyutlarda zarar vereceği -1’e 850 oranında genleşme katsayısına sahip bir gazdan bahsediyoruz- söylenmiş ve depremde o bölgedeki insanlar bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır, alarm verilmiştir Valilik tarafından bölgeye girilmemesi konusunda. TÜPRAŞ yangınıyla beraber, gaz sızıntısına karşı bölgeye girilmemesine karar verilmiş ve insanlar hayatlarını kaybetmişlerdir kurtarma çalışmaları yapılamadığı için. Şimdi, bu kadar tehlikeli bir tank, 300 metreküplük bir tanka karşılık 37.200 metreküplük bir tank kuruluyor, gerçekten bir bomba. Şimdi, birinci vali yardımcısı diyor ki size: “Mümkün değil, burada bu tankın kurulmasının çevreye çok büyük bir zararı olur. Allah korusun, bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızda Körfez ilçesini toptan öldürürüz.” Bu kadar açık söylemiyor belki ama olumsuz diyor sizin için. Sonra, üç ay sonra Çevre Bakanlığı bir görüş sormamış, bir başka vali yardımcısı diyor ki: “Efendim, gerekli tedbirler alınırsa o tank yapılabilir.” Şimdi, düşünüyorum, gerekli tedbir nedir? Ya o yerleşim alanlarını boşaltacaksınız, ya kara yollarını oradan kaldıracaksınız, ya demir yollarını oradan kaldıracaksınız, gerekli tedbir budur. Ama gerekli tedbir yok. Buna rağmen siz bir de halka da sormamışsınız. Bu üç ay sonra gelen yazıdan on beş gün sonra ÇED olumlu raporu vermişsiniz, “Bu tankı yapabilirsiniz.” demişsiniz.

Şimdi merak ediyorum, siz hangi görüşe, hangi dayanağa, hangi kritere istinaden bu görüşü verdiniz, niye verdiniz? Bu tanka gerçekten Kocaeli’nin veya Türkiye’deki endüstrinin ihtiyacı mı var, yoksa bu fabrika İran’da amonyak üreten bir tesis satın almış da bu tesiste üretilen amonyağı Türkiye’ye transfer edecek ve Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde ticari faaliyetlerde mi bulunacak, bunun için mi vermiştiniz? Bunu gerçekten merak ediyorum. Mutlaka Türkiye’nin bu tesislere ihtiyacı var ama bu tesisleri yaparken, Soma’da karşılaştığımız olayla karşılaşmamak için, 17 Ağustos depreminde Kocaeli’nde yaşadığımız gibi bir olayla karşılaşmamak için tekrar, ne yapmamız lazım? Bunun çevreden uzak yerlerde inşasına izin vermemiz lazım. Ama ne yapıyoruz? Kentin göbeğinde buna izin veriyoruz.

Derhâl bu konunun araştırılıp tekrar bir gözden geçirilmesini sizden rica ediyorum. Gerçekten, Soma gibi sonradan ah vah etmeyelim. Biz deprem kuşağında yaşayan, deprem bölgesinde yaşayan, deprem bölgesinde olan bir kentiz. Allah korusun, yarın böyle büyük bir felaketle karşılaştığımızda binlerce insan ölür, yüzlerce Soma’yla karşı karşıya kalırız. Onun için sizden ricam -biraz sonra depremle ilgili bilgileri de vereceğim- o konunun tekrar gözden geçirilmesi.

Şimdi, gerçekten, arkadaşlar, Kocaeli mağdur edilen bir kent. 17 Ağustos 1999 depreminden sonra 3.756 bina hasarlı olarak duruyor hâlâ. Çok önemli bu…

Bana beş dakika işareti yapma! Gerçi sizi bu konular ilgilendirmiyor.

9.971 konut şu anda orta hasarlı ve bu konutların tümünde kiracılar oturuyor arkadaşlar. Belki birkaçında ev sahibi oturuyor olabilir. Tümünde kiracılar oturuyor ve yüzde 70’ine yakın da öğrenciler oturuyor, başka kentlerden gelmiş, sizin çocuklarınız, sizin evlatlarınız bu kentte, bu orta hasarlı binalarda oturuyor. Biz Kocaeli Milletvekiliyle beraber her yıl da Gölcük’te anmaya çıktığımızda, depremle ilgili anma töreninde yaptığımız konuşmada tedbirlerin alınacağını, en kısa zamanda bu orta hasarlı binaların yıkılacağını, kentsel dönüşüm çerçevesinde, çıkan kanunlar çerçevesinde bunların yerine getirileceğini söylüyoruz ama Kocaeli’ne bir çivi çakmıyorsunuz. Yazıktır, günahtır. Kocaeli bunu hak etmiyor. Yarın öbür gün bir felaketle karşılaştığımızda çok daha büyük ölümlere neden olabilir. Sadece Kocaeli mi?

Bakın, resmî kayıtlara göre 17.480 kişi öldü, 23.781 kişi yaralandı, 500 kişi de sakat kaldı ama Kocaeli’nde kentsel dönüşüm projesi nereye uygulanıyor, biliyor musunuz Sayın Bakan? Boş arazilere. Askeriyeden, askerlerden almış olduğunuz arazilerde kentsel dönüşüm projesi uyguluyorsunuz, bir de fuar alanında kentsel dönüşüm projesi uygulanıyor. Orada yanan bir AVM vardı, Van Milletvekilinin kardeşinin AVM’si. Orada kentsel dönüşüm uygulayarak 10 bin metrekare daha fazla bir inşaat yapmasına izin verildi ve onu resmîleştirdiler. Kentsel dönüşümü Kocaeli Belediyesi böyle uyguluyor. Yine buna da yazıktır, günahtır diyorum, buna da bir bakın diyorum.

Onun için ben burada Kocaeli için bağırdığımda sizin milletvekiliniz kente gidip “Haydar Akar Kocaeli’nde yaşamıyor galiba.” diyor.

Haydar Akar yirmi dört saatini Kocaeli’nde geçiriyor. Haydar Akar yaz tatillerinde başka bir memlekete gitmiyor. Haydar Akar yaz tatilini de Kocaeli’nde geçiriyor. Kocaeli’nin problemlerini elimden geldiğince buraya getirmeye çalışıyorum. Niye getirmeye çalışıyorum? Gerçekten Kocaeli örnek gösterilecek bir kent değil çünkü Türkiye’nin değil, Avrupa’nın en borçlu büyükşehir belediyesine de sahibiz. Diyecekler ki, “Yuvacık Barajı’ndan” diyecekler…

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Doğrudur,  doğru, doğru, CHP’den kalma.

HAYDAR AKAR (Devamla) – Değil, değil. Palavrayı bırak! Çıkacaksın buraya, aslanlar gibi konuşacaksın. İkide bir oradan “CHP’den” demeyeceksin.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – CHP’den kalma, doğru.

HAYDAR AKAR (Devamla) –  5,4 trilyonu bize ait, bize, aslanlar gibi bize ait; 13,8 katrilyonla Avrupa rekoru sizde. Ne yaptın çiçek böcekten başka? Hiç konuşmayacaksın.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Dünyanın en borçlu belediyesi ve CHP’den kalma.

HAYDAR AKAR (Devamla) – Evet, dünyanın en borçlu belediyesi sayenizde oldu. Çiçek böcekten başka, sabah kahvaltılarından başka bir iş yapmıyorsunuz Körfez’de, Körfez’de yapmıyorsunuz.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – 30 Martta niye oy verdiler ya?

HAYDAR AKAR (Devamla) – Evet, niye oy verdiklerini ben açıklarım biraz sonra, biraz daha zamanım olsa, oradan işaret etmezse üç beş dakika kaldı diye, onları da açıklarım.

Kocaeli ihmal ediliyor. Kocaeli 70’inci, 80’inci sırada devlet yatırımı alıyor. Sizden rica ediyorum: Beni eleştireceğinize bu problemleri buraya taşıyorum diye, bu problemlerin çözümüne katkı sunun, ben de size teşekkür edeyim Kocaeli’nde, diyeyim ki bu arkadaşlarım Kocaeli’nin eğitim problemine katkı sunmuşlardır. Bakın, Fikri Işık Komisyon Başkanı olduğunda ilk defa Kocaeli’ne bin öğretmen atanmıştır. Her yıl bir Bayburt kadar büyüyen Kocaeli’nde yeni dersliklere, yeni öğretmenlere ihtiyaç vardır. Biz bunu da söyleyebilecek kadar yürekli insanlarız ama yapmadığınız işleri burada algı yaratıp da “Yapıyorum.” diye söylemenin çok doğru olduğunu düşünmüyorum.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Yapılanları göreceksin.

HAYDAR AKAR (Devamla) – Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

İç Tüzük’ün 86’ncı maddesi gereğince oyunun rengini belli etmek üzere ve aleyhte söz isteyen Aytuğ Atıcı, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Atıcı. (CHP sıralarından alkışlar)

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Hükûmetiniz Mersin’e bir nükleer santral kurmaya kararlı görünüyor. Siz de göreve yeni geldiniz ama geldiğiniz günden beri Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak bu konuda gıkınız çıkmadı.

Şimdi, bir yere nükleer santral yapmak hükûmetin tasarrufu olabilir “Benim parmak çoğunluğum var, istediğimi yaparım.” da diyebilir; bize uymaz ama diyebilir ve dedi. Fakat istediğini yapabilmesi için sizin Hükûmetinizin de onay verdiği uluslararası anlaşmalara göre çevre etki değerlendirme raporunun olumlu olması gerekir. Peki. Firma geldi, size bir ÇED raporu sundu Sayın Bakan, dedi ki: “Ey Bakanlık, işte ÇED raporum budur, bana onay verin.” Biz de o sırada kalktık, bu kürsüden Mersin’e niçin nükleer santral kurulmamalıdır, Türkiye’nin nükleer enerjiye neden ihtiyacı yok, enerji ihtiyacımızı, büyüyen Türkiye’nin enerji ihtiyacını nasıl karşılayabiliriz; rakamlarla size anlattık. Siz bizi dinlemediniz. Sonra bir de baktık ki ÇED raporunu iptal etmişsiniz, reddetmişsiniz. Sevindik, dedik ki: “Güzel, iyi işler oluyor.” ve size, Bakanlığınıza bir yazı yazdım, Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde sizin kurumlara sorduğunuz ve size verilen cevapları istedim. Bana dediniz ki: “Hayır, bunları vermeyeceğim, git bunları kendi kurumlarından iste.” Tam 54 kuruma yazı yazdım Sayın Bakan, aynı kanundaki hakkımı kullanarak 54 kurum ve kuruluşa yazı yazdım. Dedim ki: “Siz Çevre ve Şehircilik Bakanının sizden istediği raporu bana gönderir misiniz?” Bunların  büyük bir kısmı cevap dahi vermediler. Suç duyurusunda bulundum. Bir kısmı dedi ki: “Cevabı, git Çevre ve Şehircilik Bakanından al.” Diyorum ki: O, beni size gönderdi. O da diyor ki: “Hayır, git oradan al.” Bir kısmı “Cevabı verdim ama ben sana cevabımı göndermiyorum.” dedi. Birazdan bu kurumları söyleyeceğim, dudağınız uçuklayacak Sayın Bakan. Bir  kısmı da dedi ki: “Ya ben, Çevre ve Şehircilik Bakanına verdiğim cevabı sana verip vermeyeceğimi Bakana soracağım.” Hangi kanunda yazıyor Sayın Bakan? Bunları tek tek size anlatacağım.

Bakın TÜBİTAK, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu diyor ki: “Ben raporumu açıklamam.” Sayın Bakan Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü diyor ki: “Ben nükleer santral kurulacak yerle ilgili raporumu sana vermem.” Açıkça, net, hepsini size gönderirim. Kalkınma  Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı diyor ki: “Ben size raporumu göstermem.” Sayın Bakan neyi gizliyorsunuz Allah aşkına? Neden bu raporları halktan gizliyorsunuz? Bu bir devlet sırrı değil. Bunların hiçbirine ben ulaşamıyorum. Diyorum ki: Acaba TÜBİTAK vicdana geldi, size, “Ey Bakan, buraya nükleer santral yapmak iyi bir şey değil, çocuklar kanser olur.” mu dedi? Dediyse bana açıklamak zorundasınız veya Kandilli Rasathanesi, “Sayın Bakan, burada Ecemiş fay hattı var. Enerji Bakanı buraya nükleer santral yapmaya çalışıyor, vebali alıyor, sen buna ortak olma. Burada yeni bir fay hattı keşfettim. Bu fay hattı hareketlidir, deprem olur, sen de vebal altında kalırsın.” dedi mi? Ben bunu bilmek istiyorum, Mersin halkı bunları bilmek istiyor.

Hazine Müsteşarlığı, Kalkınma Bakanlığı “Sayın Bakan, eğer buraya nükleer santral kurulursa tarım biter, turizm  biter, balıkçılık biter, buranın halkı fakirleşir.” dedi mi? Neden ÇED raporunu iade ettiniz, iptal ettiniz? Ben bilmiyorum, ben bu kentin milletvekiliyim ve sizin bu ÇED raporunu niçin iade ettiğinizi bilmiyorum; bilmeye hakkım var. Oradaki 1 milyon 100 bin seçmen, 2 milyon insan adına sizin bu bilgileri kentin milletvekiline verme mecburiyetiniz var.

Bir mecburiyetiniz daha var: 2’nci ÇED raporu geldi elinize. Çalmadığım kapı kalmadı, 2’nci ÇED raporunu da bana vermiyorsunuz.

Şimdi, ben sizi halkıma havale ediyorum, halkımıza diyorum ki: “Çevre ve Şehircilik Bakanı bizden her şeyi gizliyor.” Çıkın, cevap verin Sayın Bakan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 4 Haziran 2014 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 22.19



(x) 454 S. Sayılı Basmayazı 28/05/2014 tarihli 94’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.

(x) 591 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir