TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                 80’inci Birleşim

                                                                                        23 Nisan 2014 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Çeşitli İşler

1.- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Genel Kurulu teşrifleri

 

IV.- ÖZEL GÜNDEM

A) 23 Nisan Görüşmeleri

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 94’üncü yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlanması, günün anlam ve öneminin belirtilmesi görüşmeleri

 

23 Nisan 2014 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK

KÂTİP ÜYELER : Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Dilek YÜKSEL (Tokat)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşimini açıyorum.

Şimdi İstiklal Marşı’mız okunacaktır.

(İstiklal Marşı)

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Çeşitli İşler

1.- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Genel Kurulu teşrifleri

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımız dinleyici locasındaki yerlerini alarak yüce Meclisimizi onurlandırmışlardır. Kendilerine Meclisimiz adına “Hoş geldiniz.” diyorum. (Alkışlar)

Sayın konuklarımıza da “Hoş geldiniz.” diyorum.

IV.- ÖZEL GÜNDEM

A) 23 Nisan Görüşmeleri

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 94’üncü yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlanması, günün anlam ve öneminin belirtilmesi görüşmeleri

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündemimize göre, Genel Kurulun 16/4/2014 tarihli 77’nci Birleşiminde alınan karar uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 94’üncü yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlanması ve günün anlam ve öneminin belirtilmesi amacıyla yapacağımız görüşmelere geçiyoruz.

Sayın milletvekilleri, Türk milleti olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 94’üncü yıl dönümünü coşku ve heyecanla kutluyoruz. Bu vesileyle, o kutlu destanın yazıcıları, başta Millî Mücadele’mizin önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve ilk Meclisimizin gazi milletvekilleri olmak üzere tüm gazi ve şehitlerimizi saygı ve şükranla anıyorum. Millî Mücadele’mizin bu kahramanları bize onurlu bir tarih ve şanlı bir geçmiş bırakmışlardır, yüreğimize daima büyük umutlar ve heyecanlar armağan etmişlerdir.

23 Nisan 1920,  Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılış tarihi olduğu kadar Anadolu’da yeni Türk devletinin de miladıdır. Milletimiz doksan dört yıl önce Anadolu’da yeni bir başlangıç yapmış, 23 Nisanın taşıdığı derin anlamı milletimizin her ferdinin doğru anlaması gerekmektedir. Her türlü tehdit ve zorluk göze alınarak bayrak düştüğü yerden kaldırılmış ve Türk milletinin istikbalinde yeni ufuklar açılmıştır. Hürriyet ve bağımsızlığımızdan asla vazgeçemeyeceğimiz bütün dünyaya ilan edilirken, emperyalist ve müstevli kuvvetlere karşı verilen kahramanca mücadele sonrasında Anadolu yeniden barış ve huzura kavuşmuştur. Gazi Mustafa Kemal’in liderliğinde Samsun’dan başlayan Millî Mücadele’miz, İzmir’de düşmanın denize dökülmesiyle kutlu bir zaferle sonuçlanmıştır. İstiklal mücadelemizin kahramanları o zor şartlarda büyük bir destan yazmışlardır. Bu destanın kahramanları daima yüreklerimizde ve tarihimizde yaşayacaklardır. Anadolu’nun üzerine kara bulutların çöktüğü o dönemde umut meşaleleri tutuşturup milletimizi karanlıktan aydınlığa çıkarmışlardır. Ankara’da yaktıkları kandiller Anadolu’nun çeşitli köşelerinde, Sakarya’da, İnönü’de birer ateş topu gibi düşmanın üzerine yağmış ve işgalcileri hezimete uğratmışlardır. Son bir buçuk asırdır tökezleye tökezleye yürümeye, kendisine güçlü bir istikamet çizmeye çalışan Türk milletini yeniden ayağa kaldırmanın çabasında olmuşlardır. Bağımsızlık, cumhuriyet ve demokrasinin zenginliklerini ülkemize kazandırmanın, Türkiye’yi kalkınmış modern bir ülke yapmanın gayretini göstermişlerdir. Modern dünyanın kazanımlarını ülkemize getirmenin, ülkemizde bilimin, üretimin, sanayinin, zenginlik ve kalkınmanın hâkim olmasının mücadelesini vermişlerdir.

Değerli milletvekilleri, doksan dört yıl önce Meclisimiz büyük heyecanlarla açılmıştır. Hacı Bayram Camisi’nde kılınan namazın ve edilen duaların ardından Meclisimiz çalışmalarına başlamıştır. Yürekleri buruk, kulakları Anadolu’nun dört bir yanından gelecek haberlerde olan 115 milletvekili gözyaşları eşliğinde ilk toplantısını yapmıştır. O gün, en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Milletvekili Şerif Avkan Bey, milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde, alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek “Büyük Millet Meclisini açıyorum.” hitabı ve tevfikiilâhiyle Meclisin açılışını yapmış, milletvekilleri de gözlerinde ve yüreklerindeki ışıkla bu tarihî olaya eşlik etmişlerdir.

Gazi Meclisimiz Millî Mücadele’mizi yönetmiş ve başarıya ulaştırmıştır. İlk Meclisimizin kahraman milletvekilleri zaman zaman cephede zaman zaman Mecliste milletimizin geleceği için çalışmışlardır. Milletimizin umutlarına ve menfaatlerine asla halel getirmemiş, millî bir duyarlılıkla kendilerini ateşe atarak o yangın ortamında mücadele etmişlerdir. Milletvekilleri bir yandan cephede mücadele ederken bir yandan da bağımsızlığa olan inançla yeni devletin altyapısını oluşturmuş, kanunları çıkarmış, millî marşımızı kabul etmişlerdir.

Millî Mücadele’mizin kahramanlarının, dönemin zor şartlarında Ankara’ya gelebilen 115 milletvekilinin ve İstiklal Savaşı’mızın isimsiz kahramanlarının büyük başarılarıyla gurur duyuyoruz. Onların yaptıkları tarihimizde hep söylenecek, anlatılacak ve işaret taşları olarak bize yol gösterecektir. Biz, onların bu yaptıklarından ve düşüncelerinden dersler almaya, demokrasimizi geliştirmeye ve ülkemizin modern ülkeler safında yer alması için gayret göstermeye devam edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye muasır medeniyet yolunda önemli mesafeler almıştır. Demokrasisini geliştirmiş, kurumsallaştırmış, millî iradenin üstünlüğü anlayışını güçlendirmiş, işleyen bir sisteme dönüştürmüştür. Fakat, tarihin akışında gelişmenin durmadığı, demokrasilerin de tekâmül kaydettiği, daha özgürlükçü yorum ve uygulamalara doğru evrildiği bir gerçektir. Bizim de bunu yakalamamız gerekmektedir, yoksa çağın gerisinde kalma riskiyle karşı karşıya kalabiliriz. Demokrasimizi nasıl daha fazla geliştirebileceğimiz, hukukun tam anlamıyla egemen olduğu, katılımcı, çoğulcu ve temsil gücü yüksek bir siyasi yapıyı nasıl inşa edebileceğimiz önümüzde duran en önemli problemlerdendir. Toplumsal sorunlara daha fazla demokrasi ve özgürlükçü bir anlayış içerisinde, hukuku esas alarak çözüm bulabiliriz. Ortak aklın işlediği, saygı, güven ve hoşgörü anlayışının, uzlaşı ve iş birliği kültürünün üst düzeyde olduğu bir zemin içerisinde sorunlarımızı çözebiliriz. Buna ihtiyacımız vardır ve bunu hep birlikte inşa edebiliriz. Demokrasimizi ancak bu şekilde daha ileriye taşıyabilir, toplumsal barışımızı bu şekilde güçlendirebiliriz.

Bu nedenle, Meclisinin açılışını çocuklarına bayram olarak armağan eden tek ülke olarak onlara daha güzel bir gelecek ve gelişmiş bir demokrasi bırakmak ortak sorumluluğumuzdur, bu bizim üzerimizde bir vebaldir. Geçmişimizden bize intikal eden miras ölçüsünde en iyisini yapmak, çocuklarımıza güzel bir ülke bırakmak zorundayız. Onlar da bizden daha iyisini yapacak, daha gelişmiş ve müreffeh bir ülkeyi inşa edeceklerdir. Yoksulluk, siyasi, ekonomik ve dinî kayıt dışılık gibi sorunların olmadığı, demokratik kanalların özgür bir şekilde işlediği bir yapıyı inşa edeceklerdir. Çünkü devletimizin devamı, milletimizin bekası, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar olmasının güvencesi çocuklarımız ve gençlerimizdir. Geleceğimiz onların ellerinde şekillenecektir. Yarının daha huzurlu ve aydınlık Türkiye’sini onlar yönetecek, aramızdaki kardeşliği onlar daha da derinleştirecek ve ebedileştirecektir.

Bu düşüncelerle, tüm milletimizin ve geleceğimiz olan çocuklarımızın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı en içten dileklerimle kutluyor, Meclisimizin ilk Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, ilk Meclisimizin gazi milletvekillerini, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bugüne kadar görev yapmış, demokrasimize, ülkemize hizmet etmiş tüm milletvekillerini, Millî Mücadele’mizin isimsiz kahramanlarını, gazi ve şehitlerimizi saygı ve şükranla anıyorum.

Sayın milletvekilleri, şimdi, alınan karar gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasi parti gruplarının grup başkanlarına ve grubu bulunmayan siyasi partinin genel başkanına onar dakika süreyle söz vereceğim.

Söz sırasını okuyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı İstanbul Milletvekili Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı İstanbul Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli, Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Hakkâri Milletvekili Sayın Selahattin Demirtaş'ın yerine Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Sayın Pervin Buldan, Halkların Demokratik Partisi Genel Başkanı Mersin Milletvekili Sayın Ertuğrul Kürkcü.

İlk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı İstanbul Milletvekili Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ındır.

Buyurun Sayın Erdoğan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanımız, değerli milletvekilleri; heyetinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94'üncü kuruluş yıl dönümünü en kalbi duygularla kutluyorum. Türkiye'nin ve dünyanın tüm çocuklarının Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk Başkanı olan Gazi Mustafa Kemal'i, Kurtuluş Savaşı'mızı sevk ve idare eden ilk Meclisteki tüm milletvekillerini bu vesileyle bir kez daha rahmetle ve minnetle yâd ediyorum.

Doksan dört yıl boyunca Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında millet için hizmet üretmiş tüm parlamenterlerimize de ülkemiz ve milletimiz adına şükranlarımı sunuyorum.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Birinci Dünya Savaşı sona erip Osmanlı Devleti'nin toprakları işgal edildiğinde, en son da başkent İstanbul düştüğünde Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara'da bir kurtuluş umudu olarak tesis edildi. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığında Meclisin bir kurucu meclis mi yoksa Osmanlı Devleti içinde olağanüstü yetkilerle donatılmış bir meclis mi olduğu belirsiz bırakılmıştı. Gazi Mustafa Kemal, Meclisin açılışını duyurduğu telgrafta Türkiye Büyük Millet Meclisinin sivil ve askerî makamların üzerinde olduğunu ifade etmişti. O günün Türkiye'sinde daha cumhuriyet ilan edilmeden Meclisin en üst makam ve merci olarak belirlenmesi başlı başına çok büyük bir hadise, çok büyük bir yenilikti. Gazi Mustafa Kemal, hayatının her safhasında Türkiye Büyük Millet Meclisinin en üst merci olduğunu defalarca vurgulamış, her meselenin çözüm yeri olarak da daima Meclisi işaret etmişti.

Açıkça ifade etmeliyim ki aslında Türkiye Büyük Millet Meclisinin doksan dört yıllık tarihi işte bu büyük inkılabın çetin münakaşasına sahne olmuştur. Halk, Türkiye Büyük Millet Meclisini çok büyük bir heyecanla benimsemiş, ona daima inanmış ve güvenmiştir. Halk, Türkiye Büyük Millet Meclisini kendi kurumu olarak, kendisinin temsil edildiği makam olarak her zaman kucaklamış ve her zaman muhabbet beslemiştir. Ancak Meclis tek adam olma, diktatör olma heveslileri için, halka ve halkın tercihlerine tepeden bakan kişi ve zümreler için âdeta iktidarlarını paylaşmak zorunda oldukları bir makam olarak kalmıştır. Mutlu ve imtiyazlı bazı kesimler egemenliğin bir kişiden, bir zümreden alınıp Türkiye Büyük Millet Meclisine devredilmesini hazmedememiştir. Doksan dört yıl işte bunun mücadelesiyle geçmiştir.

Askerî darbeler, bürokratik darbe girişimleri, postmodern darbeler, yargı darbeleri, halkın meclisini zayıflatmak, halkın iktidarını gasbedip kendi iktidarlarını tesis etmek amacıyla yapılmıştır. Şunu gururla ifade etmeliyim ki: Meclis, bütün bu darbe ve darbe girişimlerine rağmen dimdik ayakta kalmış, milletin egemenliğini tecelli ettiren bir makam olarak yine bizzat millet tarafından muhafaza edilmiştir.

Aradan doksan dört yıl geçmiş olmasına rağmen bugün hâlâ millî egemenliği, halkın iktidarda olmasını, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm makam ve mercilerin üzerinde olmasını kabullenemeyen kesimler olduğunu biliyor, bunun yansımalarını da maalesef bugün dahi yaşıyoruz. Darbeler sonrası tesis edilen kimi kurumların kendilerini Meclisin, yani millî iradenin üzerinde görmek istediklerine şahit oluyoruz. Çetelerin, illegal yapıların, karanlık örgütlerin Meclisi hiçe sayarak kendi şahsi ve örgütsel çıkarları adına Meclise ve millî iradeye kastettiklerini görüyor ve yaşıyoruz. Aynı şekilde, kendisini elindeki kalemiyle ya da elindeki sermayesiyle her şeyin üzerinde görenlerin Meclise ve millî iradeye hükmetme sevdası içine girdiklerine de şahit oluyoruz. Doksan dört yıl boyunca zaman zaman olduğu gibi, bugün de yargı, bürokrasi eliyle ya da sokakta şiddet üretmek suretiyle Meclisin sesinin kısılmak, Meclisin baskı altına alınmak istendiğini de görüyoruz.

Türkiye Büyük Millet Meclisine tepeden bakmak doksan dört yıl öncesine ait bir alışkanlıktır; Türkiye Büyük Millet Meclisini tahkir etmek, zayıflatmak, cumhuriyeti yok saymaktır, cumhuru dışlamaktır.

23 Nisan 1920’de bu Meclis bir kurucu meclis olarak tesis edilmiş.
Nitekim cumhuriyeti kuran da işte bu Meclis olmuştur.

Bu Meclisin içinde ve dışındaki herkesin Meclisin en yüksek merci olduğunu kabullenmesi, bunu artık sindirmesi, Meclis dışı yollara tevessül etmekten de özenle kaçınması gerekmektedir. Meclisi yok saymaya, Meclisi zayıflatmaya yönelik girişimler artık sadece silahlı darbe girişimleriyle olmuyor, modern dünyada silahların yerini başka araçlar alabiliyor ve bu araçlar Meclis ve millî irade hazımsızları tarafından Meclise karşı bir saldırı aleti olarak kullanılabiliyor. Daha birkaç hafta öncesine kadar bunu tecrübe ettik. Sosyal medyanın kötü niyetlilerin elinde millî iradeye saldırı aracı olabileceğini gördük. İllegal yoldan elde edilmiş ses kayıtlarının, ses montajlarının, insanların mahremine girmek ve gözetlemek suretiyle oluşturulmuş şantaj görüntülerinin Türkiye Büyük Millet Meclisini nasıl hedef aldığını gördük. Ne acıdır ki siyasi patilerin Türkiye dışından odaklarla iş birliği ve ittifak yaptıklarını, Türkiye Büyük Millet Meclisine tarihleri boyunca defalarca yaptıkları gibi bir kez daha kastettiklerine şahit olduk. 23 Nisan 1920’nin öncesinde ve sonrasında yaşanmayanlar işte şu son birkaç ay içinde yaşandı. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genelkurmay Başkanı, bakanları hedef alındı. Siyasi partilerin genel merkezlerinin, il başkanlıklarının hukuksuzca dinlendiği ve bu dinlemelerin tehdit ve şantaj aracı olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Sanatçılarımızın, gazetecilerimizin, yazarlarımızın dinlenmeler yoluyla şantaja maruz kaldıkları açıkça ortaya çıktı. Hatta, bu ülkenin Dışişleri Bakanlığındaki çok gizli devlet görüşmesi dinlendi ve ses kaydı yayınlandı. Milletimiz tıpkı 23 Nisan 1920’de olduğu gibi bu saldırının mahiyetini anladı ve âdeta, yeniden bir istiklal mücadelesi verircesine sandığa gitti, bir kez daha demokrasiye, millî iradeye, Meclisimize güç verdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Halkımız bir kez daha tercihini millî iradeden, demokrasiden ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden yana koydu. Doksan dört yıl boyunca şahit olduğumuz olumsuzluklar bir yana, halkımız demokrasiyi, millî egemenliği, seçim ve sandığı artık vazgeçilmez bir idare şekli olarak benimsemiştir. Halkın millî iradeye bağlılığı ve inancı daha da güçlenmiştir. 1947 yılında “Sandık namusumuzdur.” diyen Mersin Arslanköylü kadınlar şu anda artık 77 milyonun “Sandık namusumuzdur.” dediği bir atmosferin oluşmasını sağlamışlardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Meclisimiz, doksan dört yıllık tecrübenin yanında, 23 Nisan 1920’nin heyecanına, umuduna, dinamizmine sahiptir. İşte, 100’üncü yıl kutlamalarına böyle bir heyecanla yürüyoruz. İnşallah, 2020 yılında Meclisin açılışının 100’üncü yıl dönümünü, ardından da 2023’te cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yıl dönümünü hep birlikte idrak edeceğiz. Cumhuriyetimize yaraşır şekilde, 100’üncü yıla dünyanın en büyük, en güçlü, en huzurlu ve istikrarlı ülkelerinden biri olarak ulaşacağız.

Son on iki yılda çok çalıştık ve Türkiye’yi çok büyük hayallerle buluşturduk. Eğitimde, sağlıkta, adalet ve emniyette, ulaştırmada, konutta, enerjide, tarım ve sanayide, sosyal politikalar ve kültürde Türkiye’ye ilkleri yaşattık. Türkiye ekonomisini on iki yılda 3 kattan fazla büyüttük. Dış politikada aktif, barışçı, haklının ve mazlumların yanında duran bir politika izledik. On yıllardır teröre ağır bedeller ödeyen bir ülkeden 77 milyonun kardeşçe geleceğe yürüdüğü bir Türkiye’ye ulaştık. Önümüzdeki dokuz yıl boyunca da daha çok çalışarak, daha çok üreterek, demokrasiye ve kardeşliğimize daha çok sahip çıkarak cumhuriyetimizi güçlendirmeyi sürdüreceğiz.

Bu aziz millet her şeyin en iyisini ve en güzelini hak ediyor. Bu aziz millet kanla, canla, fedakârlıkla kurduğu bu Meclise, canı gibi, evladı gibi sahip çıkıyor ve ona güveniyor. Milletimizi hayal kırıklığına uğratmadan, bir ve beraber olarak, tıpkı istiklalimiz gibi istikbalimizi de inşa etmeye devam edeceğiz.

Bir kez daha ilk Meclisin aziz hatırasını muhabbetle yâd ediyorum. Bütün şehit ve gazilerimize Rabb’imden rahmet niyaz ediyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 94’üncü yıl dönümü kutlu, mübarek olsun. Heyetinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdoğan.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Altay.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan, Sayın Başbakanın biraz önce yaptığı konuşmada hem her vesileyle millî iradeye saygıdan bahsedip hem millî iradenin yansıması olarak bu Parlamentoda bulunan, iktidar partisi de dâhil, siyasi partileri “Yabancılarla, dış odaklarla iş birliği yaptılar.” şeklindeki ithamını kendisine ve günün anlamına yakıştıramadım. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Böyle bir usul yok Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, şimdi söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı İstanbul Milletvekili Sayın Kılıçdaroğlu’na aittir. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı, değerli milletvekilleri, değerli yurttaşlarım, sevgili çocuklar; Cumhuriyet Halk Partisi adına 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyor ve bu büyük günün ülkemiz için aydınlık ve huzurlu günlerin müjdecisi olmasını yürekten diliyorum.

Cumhuriyetimiz, bütün dünyaya bir bayram hediye edecek kadar ufku geniş, ulusal egemenliği baş tacı yapacak kadar halkına güvenen ve saygı duyan devrimci kadroların ve ruhun eseridir. Mustafa Kemal’e atıfla söylemek isterim ki, ulusal egemenliğin ışığı karşısında zincirler erimiş, taç ve tahtlar batmış ve yok olmuştur.

Sayın milletvekilleri, cumhuriyeti kuran devrimci kadroların ulusal egemenlik kavramıyla neyi ifade ettiklerini iyi anlamak gerekiyor. Günümüzde bu kavram çarpıtılarak bir dikta rejimi kurmaya kalkışanların öncelikle Mustafa Kemal Atatürk’ün 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir’de yaptığı konuşmayı iyi öğrenmeleri gerekir. Şöyle der Mustafa Kemal Atatürk: “Millî emeller, millî irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir.” Bir halkın var olma mücadelesini bağımsızlıkla taçlandırmış bu yüce Meclisin fikri hür, vicdanı hür üyeleri bugün de zorlu bir mücadele içine girmişlerdir. Bu zorlu mücadelenin halkın egemenliğini yansıtan gerçek bir demokrasi ve özgürlüklerle taçlandırılacağından eminim.

Değerli milletvekilleri, ulusal egemenlik, çoğulcu bir rejim, temsilde adalet ve hukukun üstünlüğü meselesidir. Çoğunluğun güçlü, güçlünün de haklı olduğu, yurttaşların baskı, korku, yasaklar, kin, yoksulluk ve istikrarsızlık tehditleriyle yönlendirildikleri bir sistem çoğulcu değildir. “Sandıktan çıktım, ne istersem yaparım.” anlayışı ulusal egemenlik kavramıyla bağdaşmaz çünkü ulusal egemenlik sandıktan çıkan oy sayısına bağlı bir kavram değildir. Egemenlik en son ferdine kadar bütün ulusundur. (CHP sıralarından alkışlar) Sayısal çoğunluğu egemenlik olarak anlamak ve kullanmaya kalkışmak ulusal iradenin inkârıdır ve istismarıdır. Böyle bir yönetim tarzına “demokrasi” ve “cumhuriyet” kelimeleri de yakışmamaktadır. Demokrasi, özgür yurttaşların, özgür medyanın, oy sandığına hapsolmayan bir iktidar anlayışının rejimidir. Demokrasi, iktidarların egemenliğin kaynağı olan halka belirli aralıklarla ve sandıktan sandığa değil, her gün hesap verdikleri rejimin adıdır.

Uygulanan yüzde 10 seçim barajı, ulusal egemenliği hiçe sayan, yurttaşlarımızın tercihlerini görmezden gelerek temsiliyet haklarını çalan ve iktidarda kalmak için her şeyi reva gören bir çarpık zihniyetin ürünüdür. Ne var ki seçim barajını düşürmeyi son derece adaletsiz temsil sonuçları yaratacak yeni bir seçim sistemini kabul etme şartına bağlamak millet egemenliğine açıkça saygısızlıktır. Kayıtsız ve şartsız millete ait olan egemenlik milletin iradesini gasbetmek ve toplumun belirli unsurlarını dışlamak için bir silah gibi kullanılamaz.

Değerli milletvekilleri, üstünlerin hukukunun egemen olduğu yerde milletin egemenliği yoktur. Halkımızın ulusal egemenliği yasama, yürütme ve yargı organları aracılığıyla kullandığını biliyoruz. Yürütme organına “Bu yetkiyi tek başına kullan.” denmemiştir, denmeyecektir. Tarafsız ve bağımsız yargının olmadığı, yasama organının etkisizleştirildiği bir düzeni sürdürmek ulusal egemenliğin kaynağı olan milletimizi hiçe saymak demektir. Toplumu ve hasımlarını sindirmek için özel mahkemeler oluşturanlar, kararlarını beğenmedikleri zaman Anayasa Mahkemesine bile meydan okuyanlar ve yolsuzluk soruşturmalarına hukuku dinamitleyerek cevap verenler sadece Anayasa’yı değil ulusal egemenliği de çiğnemişlerdir. (CHP sıralarından alkışlar) Kuvvetler ayrılığını ayak bağı olarak görenler, halkın iradesine saygı duyduklarını nasıl iddia edebilirler? Bu bayram günündeki burukluğumuzun sebebi de işte bunlardır.

Üzülerek ifade edeyim ki varlığını ve saygınlığını hukuk ve meşruiyet ilkelerine bağlılığına borçlu olan Meclisimizin bütçe denetim yetkileri elinden alınmıştır. İki yıl önce bu Parlamentoda bugün yaptığım konuşmamdaki bir ifadeyi tekrar bilginize sunmak isterim: “Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşme tarihi bu Meclisin yetkilerini savunma ve genişletme tarihidir. Bugün dahi bu yüce Meclisin yetkilerine göz dikenler bu hususu hiçbir zaman akıllarından çıkarmasınlar.”

Değerli milletvekilleri, 23 Nisan aynı zamanda dünya çocuklarına armağan edilmiş ilk ve tek bayramdır. Özgürlüğe, eşitliğe ve bilime bağlı olan toplumlar Mustafa Kemal’in işaret ettiği gibi fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirebilirler. Çocuklarımızın ufkunu kin ve nefretle değil sevgi ve dürüstlükle çizdiğimiz takdirde ülkemiz kalkınır, ülkemiz ilerler. Biz çocuklarımızı bilime dayalı, sevgiyle dolu, nefretten uzak, yüzünü geleceğe dönmüş bir eğitim sistemiyle yetiştirmek istiyoruz. Biz çocuklarımızı küreselleşen dünyayla uyumlu, haberleşme ve iletişim olanaklarını etkin bir şekilde kullanan ve yaşadıkları dünyayı sorgulayan bireyler olarak yetiştirmek istiyoruz. Çünkü biliyoruz ki özgür ve eşit bir gelecek özgürce yetişen nesillerle mümkündür.

Değerli milletvekilleri, sözlerime son verirken, bu yıl grubum adına 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı temel hak ve özgürlükleri için canlarını feda eden gençlerimizin ve bir sabah evinden çıkarak Türkiye halkının kalbine gömülen Berkin Elvan’ın güzel anısına adıyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aydın.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Efendim, dikta rejiminden bahsedenlerin, öncelikle dönüp aynaya bakmasını tavsiye ederim.

ALİ ÖZ (Mersin) – Otur yerine be!

KEMALETTİN YILMAZ (Afyonkarahisar) – Allah Allah, ayıp denilen bir şey var!

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Geçmişine dönüp baksınlar, asıl dikta rejimini o zaman görecekler. (CHP sıralarından gürültüler)

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Laf olsun diye konuşma.

BAŞKAN – Bir dakika arkadaşlar… Arkadaşlar, bir dakikanızı rica edeceğim. Bugün özel bir gündem yapıyoruz.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayısal çoğunluğu sağlayan milletin iradesidir ve hepimiz milletin iradesine saygılı olmak durumundayız. Asıl saygısızlık milletin iradesini hiçe sayan, sandığı, seçimi hiçe sayanlardır. Biz birileri gibi halka rağmen değil, halk için siyaset yapıyoruz ve halk için varız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkanım, böyle bir usul yok ki, nasıl bir şey bu ya!

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Efendim, bakın…

BAŞKAN – Söz vereceğim Sayın Hamzaçebi.

Arkadaşlar, bugün özel bir gündem, başka gündemlerden farklı, başka günlerden farklı bir müzakere yapıyoruz. Bu hassasiyeti takdirlerinize sunuyorum. Lütfen, bugün bayram olduğunu hesaba katarak birbirimizi kırmadan, incitmeden düşüncelerimizi ifade edersek bayramın anlamına da uygun olacaktır.

Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Efendim, Sayın Başbakan, konuşmasında muhalefet partilerini dış odaklarla iş birliği yapmakla itham etti. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Buna yönelik olarak da Sayın Engin Altay kalktı, bir açıklama yaptı, “Ben bunu yakıştıramadım.” dedi. Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu genel bir değerlendirme yaptı, herhangi bir parti ismi zikretmedi. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yani bunu siz demek ki “Bu diktayı biz kurduk.” diye mi anlıyorsunuz Sayın Aydın. Ben size yakıştıramadım bunu.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Söyleyeceğimi söyledim.

BAŞKAN – Lütfen…

Şimdi söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı, Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli’ye aittir. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

Buyurun Sayın Bahçeli.

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94’üncü kuruluş yıl dönümü münasebetiyle bu özel birleşimde bir araya gelmiş bulunuyoruz. Sözlerimin başında, sizleri ve ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı saygılarımla selamlıyorum.

Doksan dört yıllık bir maziden süzülerek gelen gazi Meclisimizin kutlu hatıralarını sevinç, dua ve hürmetle yâd ediyorum. Bu aziz millet eserinin, bu yüksek demokrasi mabedinin anlamı ve özellikleri üzerine tekraren ve samimiyetle düşünüyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi her şeyden önce Türk milletine duyulan sevgi ve saygının eşsiz bir tezahürü, çok kıymetli bir ürünüdür; millî iradeye sadakatin, millî egemenliğe bağlılığın, meşruiyete verilen önemin çok açık ve net kanıtıdır.

Büyük Millet Meclisinin açılması, döneminin şartlarını dikkate aldığımızda destansı bir atılım, kararlı bir adımdır. Milletimiz kendi geleceğine bizatihi kendisinin yön vereceğini 23 Nisan 1920 itibarıyla göstermiş, temsilcileri eliyle tüm dünyaya duyurmuştur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle ifade edecek olursak “Büyük Millet Meclisi bizi yaşatmamak isteyenlere karşı yaşamak hakkımızı müdafaa etmek üzere toplanmıştır.” Çorak, bakımsız ve kerpiç evli Ankara’nın göbeğinde bağımsızlığımızın rotası şekillenmiş, istikbalimizin haritası çizilmiştir. 23 Nisan 1920, Mondros’taki aldatmaya ve işgal planlarına en etkili cevaptır. 23 Nisan 1920, Boğaz’a demirleyerek toplarını devrim başkentine çeviren, şımarıklığa ve cüretkârlığa rest çeken, isyan ve itiraz eden millî direniştir. 23 Nisan 1920, asırlarca vatan topraklarının istilasını hedefleyen, Türksüz Anadolu özlemiyle yanıp tutuşan, vesayetçi ve sömürgeci güçlere en kalıcı mesaj, en tutarlı duruştur. Devletini kurmadan, Meclisini açacak kadar cesaret ve öngörü sahibi olan Türk milleti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin vasıtasıyla köleliğe meydan okumuş, tutsaklığa başkaldırmıştır. Acı ve ızdırap verici geri çekilmeleri durdurabilmek, yeni bir atılganlığa, yeni bir dirilişe ve yeniden bir başlangıca hevesle ortam açmak için Ankara’nın kutlu bağrında bağımsızlık hedefine odaklanmış, milletin sinesini tek yol olarak kabullenmiştir.

23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara’da Hacı Bayram Veli Camisi’nde kılınan cuma namazının hemen ardından Kur’an tilavetleriyle, salavatışeriflerle, hatmişeriflerle ve büyük umutlarla ilk Meclisin kapısı aralanmıştır. Ulus’taki taş binaya milletimizin bütün özlemleri, bütün hayalleri yansımış, âdeta ete kemiğe bürünmüştür. Bağımlı yaşamayı, parya olmayı, onursuzca yürümeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen millet evlatları Ankara’da tek vücut hâline gelmiştir. Esareti reddeden, şuna buna boyun eğmektense ölmeyi tercih eden milliyetçi vatansever yürekler yurdumuzun dört bir yanından Ankara’ya akın etmiştir.

İlk Meclisin açılış konuşmasını en yaşlı üye sıfatıyla yapan ve aynı zamanda Maarif Müdürlüğünden emekli olan Sinop Mebusu Şerif Bey’in şu sözleri aslında her şeyi tümüyle gözler önüne sermektedir: “Tam bağımsızlık ile yaşamak kararlılığında olan, ezelden beri hür ve bağımsız yaşayan milletimiz, bu esaretini kesin ve kararlı bir biçimde reddetmiş ve derhâl vekillerini toplamaya başlayarak yüce Meclisi vücuda getirmiştir.”

Büyük Millet Meclisi, içinden çıkıp vekâletini üstlendiği milletinin tercümanı ve sözcüsü olarak beklentileri çok iyi şekilde seslendirmiştir. Savaş şartlarının ağırlığına rağmen ilk Meclis, demokrasinin erdemine, katılım ve çoğulculuğun önemine inanmıştır. Aynı zamanda bu kutlu çatı, kurtuluş mücadelesinin sevk ve idare merkezi olarak gazilik unvanına layık görülmüştür.

Toprakları istila edilmiş, ordusu dağıtılmış, insanı yorgun, yoksul ve bitkin düşmüş bir ülkenin, bir milletin demokrasiye bağlı kalarak, Meclisi açık tutarak varlık mücadelesine atıldığı, tarihte çok nadir, çok ender görülen bir gerçektir. Bu açıdan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yalnızca meşruiyetini ve iradesini milletten alan kurumsal bir yapı değil, aynı zamanda büyük Türk milletinin yaşama, var olma, bağımsızlık ve özgürlük coşkusunun temsil edildiği millî ruhun ta kendisidir.

Değerli milletvekilleri, bu toprakları vatan yapan ecdadımızdan devraldığımız ve omuzlarımıza yüklenen görevlerin ne denli ağır olduğunu çok iyi biliyoruz. Bilmeyenlere hatırlatırım ki, üstlendiğimiz vazifeyi yerine getirmek için ihtiyacımız olan cesaret ve ilham tarihimizin şanlı sayfalarında fazlasıyla vardır.

Birinci Mecliste görev alan vekillerin, geçmişle gelecek arasındaki bağı sorumluluk bilinciyle ve büyük bir özveriyle kurduğunu tartışmasız söyleyebiliriz. İçlerinde Meclisi Mebusandan gelen sayıca kalabalık bir grup vardı. İçlerinde toplumun her kesiminden, vatanımızın her yöresinden, sosyal ve ekonomik hayatın her veçhesinden çıkıp gelenler bulunuyordu. Buna rağmen ilk Meclis, Türkiye Cumhuriyeti’nin harcını karmış, temellerini kazmış, duvarlarını örmüştür. Azımsanmayacak farklılıklar bulanmasına rağmen, aralarından vatan ve millet konularında hiçbir farklı ve aykırı ses çıkmamıştır. Birinci Meclis, bu sayede, yıllarca süren savaşlarla, bitmeyen kayıplarla, kesilmeyen baskı ve dayatmalarla içten içe çürüyen, eriyen ve çözülen imparatorluğumuzdan ulus devlet çıkarmayı başarmıştır.

İsli gaz lambaları ışığında kaleme alınan kararlara kardeşliğin çıkmayan mürekkebi damlamıştır. Taş binadaki odaların soğuğu inanç ve sevda ateşiyle kırılmıştır. Telgraf masalarında, tahta sıralarda, dar koridorlarda hep birlikte kurtuluşun, kutlu günlerin düşü kurulmuştur. Sabahlara kadar süren, ayaz geceleri yaran ateşli toplantılarda şeref ve namus müdafaasına ortaklaşa ant içilmiştir.

Biz ilk Meclise bakınca, etnik koalisyonu, 36’nın 1’de buluşmasını değil, Türk milletini görüyoruz, onun yüksek haslet ve emanetlerini fark ediyoruz. Biz ilk Meclise bakınca, mecburen bir araya gelmiş, yerel aidiyetleri kolektif ruha dökme gayesine yabancı kalmış yapay bir kalabalık değil, Türk milletinin bekası için peşinen kefene sarılan gerçek istiklal kahramanlarını görüyoruz. Ve elbette biz ilk Meclise bakınca Türk milliyetçiliğinin yüksek erdem ve başarısını fark ediyoruz. Herkese de Türkiye Büyük Millet Meclisine bu nazarla yaklaşmasını tavsiye ediyorum. Demokrasi dışında, millî egemenlik haricinde başka yol ve mecra arayanları Meclisin anlam ve mesajları üzerine kararlıca tefekkür etmeye davet ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu vesileyle, sevgili çocuklarımızın ve bugünün kendilerine ithaf edildiği dünyadaki bütün çocukların bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Gerçek ve kalıcı barış, huzur, mutluluk ve kardeşlik diliyorum. Bu kutlu Meclisi emanet eden Büyük Atatürk’e, dava arkadaşlarına, ilk Meclisin muhterem üyelerine ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugün hayatta olmayan aziz mensuplarına şükran duygularımla Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Konuşmama son verirken sizleri ve aziz milletimizi saygılarımla selamlıyor, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94’üncü yıl dönümünün kutlu olmasını diliyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bahçeli.

Söz sırası Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grup Başkanı Hakkâri Milletvekili Sayın Selahattin Demirtaş’ın yerine Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Sayın Pervin Buldan’a ait.

Buyurun Sayın Buldan. (BDP sıralarından alkışlar)

BARIŞ VE DEMOKRASİ PARTİSİ GRUP BAŞKAN VEKİLİ PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanımız, saygıdeğer milletvekilleri, değerli konuklar ve sevgili çocuklar; hepinizi Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Bugün 23 Nisan 1920’de çoğulcu bir anlayışla, büyük bir coşku ve umutla kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94’üncü yılını geride bırakıyoruz. Buruk da olsa bütün çocuklarımızın ve Türkiye halklarının Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum.

Elbette böylesine anlamlı günleri sadece kutlamalarla geçiştirmemek gerekir. Demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük bağlamındaki en temel sorunları ve eksiklikleri bütün yönleriyle ele almak, doğru sonuçlar çıkartmak tarihî bir sorumluluktur. Bu 23 Nisanı da, öncekilerde olduğu gibi, demokrasi ve özgürlüklerin yeterince yerleşmediği, çoğulcu, sivil, demokratik yeni bir anayasanın yapılmadığı, demokratik siyaset kanallarının tümüyle açılmadığı, çözüm sürecinin henüz barışa evrilmediği bir ortamda karşılıyoruz. Oysa bundan doksan dört yıl önce Büyük Millet Meclisi, Türkleri, Kürtleri, bütün farklılıkları kucaklayan çoğulcu bir temsiliyet ilkesine göre kurulmuş ve bu ilke 1921 Anayasası’yla güvence altına alınmıştı. Bugün en fazla ihtiyaç duyduğumuz ademimerkeziyetçilik anlayışı da temel bir prensip olarak 1921 Anayasası’nda açıkça yer almıştı. Ancak, ne var ki 1924 Anayasası’na geçişle birlikte bu çoğulculuk esası terk edildi. Bunun yerine tek tipçi, retçi ve inkârcı bir sisteme geçildi. Bu sistem üzerine inşa edilen katı ulus devlet yapısı bu ülkenin kuruluşunda omuz omuza mücadele veren bütün kimlikleri ve kültürleri dışladı, farklılıkları birer birer yok etmeye çalıştı. Bunun faturası ise çok ağır oldu. Ret ve inkâra dayalı sistem bu ülke halklarına çok büyük felaketler yaşattı. Bu felaketlerin en ağırını 1938’deki Dersim katliamında yaşadık. Kürt sorunundan kaynaklı çatışmalarda 50 bin insanımızı kaybettik. Binlerce köy yakılıp yıkıldı, on binlerce faili meçhul cinayet işlendi, hiçbirinin hesabı sorulmadı. Peş peşe darbeler yaşandı, insanlar işkencelerden geçirildi, partiler, sendikalar, gazeteler kapatıldı. Bu ülkenin özgür ve eşit geleceği için sosyalizm mücadelesi yürüten genç fidanlar, Deniz Gezmişler, Hüseyin İnanlar, Yusuf Aslanlar idam edildi. Kürt halkının temsilcileri, aydınları, Mehmet Sincarlar, Muhsin Melikler, Vedat Aydınlar, Ape Musalar katledildi. Ülkemizin en güzel renklerinden birini oluşturan Ermeni halkının güzel insanı Sevgili Hrant Dink katledildi. Herkesin özlemini duyduğu adalet hiçbir zaman mülkün temeli olmadı. Devlet için işleyen hukuk hak arayan insanlar için işlemedi. Yargı hiçbir zaman adalet dağıtan bir yer olmadı. Roboski’de çoğu çocuk 34 insanımız bu ülkenin savaş uçakları tarafından bombalanarak paramparça edildi, hesabı sorulmadı, hukuk işletilmedi. Darbe döneminin ürünü olan yüzde 10’luk antidemokratik seçim barajıyla Kürtlerin, muhaliflerin Parlamentoda demokratik temsiliyeti sürekli engellendi. Terörle Mücadele Kanunu başta olmak üzere, çıkarılan tüm otoriter devletçi yasalarla düşünce, örgütlenme ve siyaset özgürlüğünün önüne set çekildi. Kadınlar bu ülkede eşitsizliğin ve ayrımcılığın en katmerlisini yaşadı. Seçme ve seçilme hakkı tanınan kadınların siyasette eşit ve demokratik temsiliyeti yine bu sistem ve bu sistemin ürünü olan erkek egemen anlayışıyla engellendi. Ekonomik ve sosyal alanda da bu ülke çok ağır krizler ve sorunlar yaşadı, yaşıyor. Yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, gelir adaletsizliği her geçen gün artıyor. Kamu kaynaklarını kötüye kullanma, daha fazla rant uğruna çevreyi, doğayı katletme, ormanlık alanı yok etme neredeyse bir politika hâline getirildi. Bütün bu yaşananlar demokratik, adil, eşitlikçi ve paylaşımcı olmayan, katılımı hiçbir zaman esas almayan, sürekli denetime kapalı, asla hesap vermeyen, mevcut tekçi, vesayetçi sistemin ürettiği sonuçlardır. Çağımız dünyasının gereklerine ve kendi çoğulcu yapısının temel taleplerine göre demokratik yapısal reformlarını gerçekleştirmeyen, kendisini dönüştürmeyen bir Türkiye krizlerle iç içe yaşamaya devam edecektir, böylesi bir yapıyla bölgesinde de model olamayacaktır.

Bir diğer önemli nokta da şudur ki, demokrasi açığının giderek büyüdüğü bir ortamda demokrasi ve  siyaset dışı meşru olmayan yapıların güç kazanacağını da  görmek gerekir. Eğer güçlü bir demokrasi, aynı zamanda eşit, adil ve özgür bir ülke hedefleniyorsa bunu yaratmanın yolu cumhuriyetten günümüze kriz ve çatışma üretmekten başka bir sonuç yaratmayan tekçi, milliyetçi, otoriter zihniyetle hesaplaşmaktan geçer. Katı ulus devlet çizgisi aşılıp demokratik katılımcı ulus modeline geçilmediği sürece tarihsel sorunlarımız artarak devam edecek ve çok daha büyük siyasal, sosyal krizleri beraberinde getirecektir.

Değerli milletvekilleri, 23 Nisan dolayısıyla üzerinde durmamız gereken bir diğer önemli nokta da çocuklarımızın karşı karşıya bulunduğu sorunlardır. Düşünün ki bir yanda renkli 23 Nisan kutlamaları, rengârenk elbiseli çocuklar, diğer yanda ise her türlü baskıya, şiddete maruz kalan, sömürülen çocuklar. Böylesi bir ortamda hangi kutlamalardan söz edebiliriz.

Bakınız, Roboski’de 19 çocuğun bedeni savaş uçaklarınca paramparça edildi, onların adı bu 23 Nisanda yok. Cezaevlerinde tecavüze ve işkenceye maruz kalan çocukların adı 23 Nisanda yok. Yolları kapalı olduğu için hastaneye yetiştirilemeyen, cenazesi babasının sırtında bir torbayla taşınan Muharrem bebeğin; annesinin eteğinde parçalanmış cesedi adliyeye götürülen Ceylan Önkol’un; bedenine 13 kurşun saplanan Uğur Kaymaz’ın; gaz fişeğiyle vurularak iki yüz altmış dokuz gün hayat mücadelesi verdikten sonra bizlere veda eden Sevgili Berkin Elvan’ın da adı 23 Nisanda yok. Bugün her türlü şartlarda kayıt dışı olarak çalıştırılan 1 milyon dolayındaki çocuk kalem yerine çekiç tutuyor, tornavida tutuyor, onların da adı bu 23 Nisanda yok. Sokakta mendil satan, boyacılık yapan, her türlü tacize ve şiddete maruz kalan çocuklar, onlar da bu 23 Nisanda yoklar. Eğitimde, okulda olması gerekirken çocuk yaşta evlendirilen çocuk gelinler de 23 Nisanda yoklar. Anneleri Mülkiye Kılıç’la birlikte cezaevine girecek olan beş aylık ikiz kardeş Özgür ve Lorin için de 23 Nisanın bir anlamı olmayacak. Sormak isterim: Çocuklara böyle bir ülke mi armağan edeceğiz? Çocuklarımıza bu uygulamaları mı reva göreceğiz? Çocuklar, bunun hesabını bu ülkeyi yönetenlerden sormayacak mı? Herkesin, başta da yöneticilerin bir kez daha oturup düşünmesi, kendisini sorgulaması ve çocuklara eşit ve özgür bir dünya yaratmanın koşullarını yaratmak için derhâl harekete geçmesi gerekir. Bu, tarihî ve vicdani bir sorumluluktur.

Değerli milletvekilleri, 23 Nisan dolayısıyla hem demokrasi açığımızın kapatılması hem de temel sorunlarımızın çözüme kavuşturulması açısından somut çözüm önerilerimizi bir kez daha bu kürsüden yinelemek istiyoruz.

Türkiye'nin en temel ihtiyacı çoğulcu, sivil, demokratik, yeni bir anayasaya kavuşmaktır. Parlamento tarihî bu görevle karşı karşıyadır. Halk iradesinin Parlamentoda temsil edilmesini engelleyen antidemokratik yüzde 10 seçim barajı ve düşünce özgürlüğünün önündeki engel olan TMK kaldırılmalıdır.

Bu ülkenin kanayan yarası olan cezaevlerindeki hasta tutsaklar başta olmak üzere, düşüncelerinden ve siyasi faaliyetlerinden dolayı tutuklu, hükümlü olan tüm tutsaklar özgürlüklerine kavuşturulmalıdır.

Aşırı merkeziyetçi, otoriter yönetim sistemi artık aşılmalı ve demokratik katılımcılığı esas alan ademimerkeziyetçi bir sisteme geçiş için reformlara başlanmalıdır.

Kürt sorununun da çözüm imkânları her zamankinden çok daha fazladır. Sayın Öcalan’la geçtiğimiz yıl İmralı’da başlatılan diyalog süreci artık müzakereye dönüştürülmeli ve demokratik siyasal çözüm adımları zaman kaybetmeden atılmalıdır. Demokratik çözüm süreci yasal bir statüye ve çerçeveye kavuşturulmalıdır.

Aleviler başta olmak üzere, bu ülkedeki tüm farklı inanç ve kimlikler üzerindeki baskılar artık son bulmalı, tüm farklı kültürler anayasal, yasal güvence altına alınmalıdır. Ana dilde eğitim yasağı kaldırılmalı, çocukların kendi ana dillerinde eğitim almaları sağlanmalıdır.

Faili meçhuller başta olmak üzere, geçmişte yaşanan tüm karanlık olayların aydınlatılması için hakikat ve adalet komisyonu kurulmalıdır.

Kadına yönelik şiddet ve tecavüzü önleyecek etkili politikalar ve çözümler üretilmeli, kadın cinayetleri önlenmelidir.

Yolsuzluklarla yüzleşilmeli, yargısal süreç işletilmelidir.

Doğayı, çevreyi  katleden yağmacı anlayış terk edilmeli, kaynakların eşit ve adil dağılımı için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.

Çocuklarımıza eşit fırsatlar sunulmalı, kendilerine, özgür bir geleceği hazırlayabilecekleri imkânlar yaratılmalı, güvenli ve barışçıl bir ortam oluşturulmalıdır. Geleceğimiz olan çocuklarımıza yönelik her türlü ayrımcı uygulamaya, şiddete, sömürüye, çocuk işçiliğine ve çocuk tutukluluğuna son verilmelidir. Çocuk haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelerdeki çekinceler kaldırılmalıdır.

Bu vesileyle, gerek Türkiye’deki gerekse dünyadaki bütün çocukların daha barışçıl bir dünyada yaşayabilmelerini temenni ediyor, onlara özgür bir ortam yaratmak için mücadele edeceğimizin sözünü veriyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Söz sırası, Halkların Demokratik Partisi Genel Başkanı Mersin Milletvekili Sayın Ertuğrul Kürkcü’ye ait.

Buyurun Sayın Kürkcü.(BDP sıralarından alkışlar)

HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ EŞ GENEL BAŞKANI ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı, sevgili arkadaşlar, saygıdeğer konuklar; resmî takvime göre bugün bayram. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bundan doksan dört yıl önce kurulmuş olmasına ve çocuklarımıza adanmış bir bayram. Bayramınız kutlu olsun.

Çocuklar bugün biraz olsun eğlendiriliyor olabilirler belki ama çoğumuz, Meclise de baktığımızda görüyoruz, neşe doluyor değiliz, tekerlemede olduğu gibi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruluşunun birinci yılında saltanatı ortadan kaldırmış, ikinci yılında Anadolu’nun itilaf devletlerince işgaline son vermeyi başarmış, üçüncü yılında Osmanlı Devleti’ni dünya hakimiyeti iddiasıyla girdiği Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıntıları içinde bırakmış, enkazdan cumhuriyeti ilan ederek çıkmıştı.

23 Nisanı bayram ilan edenler toplumu bir umutsuzluk deryasından kurtaran başarılarını kutlamakta hiç de haksız sayılmazlardı. Ancak, bu kurtuluşun nimetlerini o gün de, bugün de bu toplumun üyeleri arasında eşit olarak paylaşmıyoruz. Cumhuriyetçi ütopyanın sürekli beslediği yanılsamaya karşın, hiçbir zaman “kederde, tasada ve kıvançta bir”, “imtiyazsız, sınıfsız bir kitle” değiliz. Dünyada gelir dağılımı adaletsizliğinde 3’üncü sırada yer alan bir ülkede bu yanılsama da sadece kuru laftan ibaret değil. Bu klişeler Osmanlıdan miras yetmiş iki buçuk milletten tek bir Türk milleti yaratmaya; milleti bir iç pazar oluşturacak şekilde bir Türk sermaye sınıfı çevresinde birleştirmeye; sermaye yetersizliğinin, işçi ve köylülerin acımasızca sömürülüşü ve ağır vergilerle ikamesini meşrulaştırmaya hizmet eden resmî öğretinin özetiydi. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün tarihi boyunca bir sınai ve teknik devrime, bir tarım ve toprak devrimine dayanmaksızın büyük toprak sahipleri ve geleneksel eşrafın ağır, uzun ve sancılı bir süreçte burjuvalaştırılmasını hedefleyen bu yukarıdan modernleşme ve çağdaşlaşma hamlelerinin sahnesi oldu. Kendisi modern olmayan, bir ayağı toprakta öbür ayağı ticaret ve faizcilikte duran bir toplumsal ucubenin modernleşme hamlelerinin her krizi Türkiye Büyük Millet Meclisinin de kriziydi.

Bu fantastik doktrin doksan dört yıl boyunca her askerî darbe ve müdahaleyle kendisini yeniden üretmeyi sürdürdü. Benzer bir tıkanmanın pençesindeki Hükûmetin bugün de rakiplerine karşı aynı öğretiyi hizmete çağırdığını görmek hiç şaşırtıcı değil: Milletimize karşı fesat, yabancı güçlere hizmet… Çare, millî birlik ve beraberlik.

Cumhuriyetin, İttihat ve Terakki rejiminden tevarüs ettiği ve bugünün Türkiye’sine miras bıraktığı açmazların kaynağında bu yukarıdan modernleşme ve ulus inşasının yol açtığı hâlâ kanayan ve kapanmamış yaralar, büyük trajediler ve onların siyasi ve insanî yükleri var. Bugün “Anadolu Kaplanları” diye anılan taşra eşrafına sermaye transferi ihtiyaçlarıyla ilişkilendirilmedikçe 1915’te Ermeni, Asuri ve Süryanilerin uğradıkları katliamlar açıklanamaz. Kürtlerin 1920’lerde daha Türkiye Büyük Millet Meclisi teşekkül ederken uğrayageldikleri ve günümüze kadar süregiden tenkil, tedip, katliamlar ile inkâr ve asimilasyon da İttihat ve Terakki’den devralınan Türk unsurunun hâkim olduğu etnik olarak türdeş bir millet kurma hırsından besleniyordu. Anadolu’nun otokton halkı Rumların bu topraklardan kazınması da aynı etnik arındırma siyasetinden türedi. Devlet adamlarımızın onların adını ağızlarına aldıklarında “Affedersiniz, Ermeni, Rum” diye konuşmaları işte bu kültürün yansısı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün halklarımızın kaderini değiştirmek üzere geçmişin bu yüklerinden kurtulmak için harekete geçebilecek mi, 1920’ler ve 30’lardan devralınan bu sorunları çözme iradesini ele alacak mı, savaşa son vererek Kürt halkına ve bütün halklarımıza barış ve özgürlük içinde bir yaşam sunacak mı? Günümüzün sorusu bu.

Yaşadığımız her şeyi mukadder olduğu için yaşamıyoruz. Geçmişe bakarken tutulmuş yollar kadar tutulmamış yolların da yaşadıklarımız ve yaşayamadıklarımız için bir ibret vesilesi olduğunu düşünebiliriz. Örneğin Türkiye Büyük Millet Meclisi 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda öngörülen idari teşkilat ve yönetim ilkelerini ırkçı ve tekçi anayasalara feda etmemiş ve geliştirmiş olsa Kürtlere, Türkler ve diğer halklarla birlikte özerk ve demokratik bir ortak yaşamın kapısı çok önceden ve barışçı bir biçimde açılmış olabilirdi ya da devletin İslam’ı kendi hizmetine sokmayı gözeten otoriter laiklik anlayışı yerine, bütün inançlara eşit uzaklıkta duran özgürlükçü laikliği benimsemiş olması hâlinde inanç ve mezhep farklılıkları bugünkü gibi gerginliklere yol açmayabilir, Alevilik de, Hristiyanlık ve Yahudilik de korkusuzca yaşanabilirdi.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşun 94’üncü yılında içine sürüklenmekte olduğumuz rövönşizmin ve sultansız sultanlık arayışının, kindar nesiller yetiştirme reaksiyonu cumhuriyetin bu mukadder olmayan doğum kusurlarından da besleniyor. Nesnel koşullar ne olursa olsun, geleceğin şekillenmesinde insan iradesinin ve bilincinin payını, geleceği öngörme ve ona uygun hareket etme yetisinin bir maddi güce dönüşme potansiyelini ihmal edemeyeceğimizi aklımızda tutmamız gerek.

Türkiye Büyük Millet Meclisi demokratik ve özgürlükçü bir yeni anayasayı yazarak toplumun ve devletin yeniden kuruluşunun yolunu açma gücünü kendi köklerinde arayabilir. 1920 Meclisinin yarım bıraktığı işi devralmaya cesaret edebilir. 2014’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi 1920-1922 Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynasında kendisine baktığında yürütme karşısında ne kadar büyük bir güç yitimine uğradığını dehşetle görecektir. Hem Meclis Başkanlığı hem Başkumandanlığı elinden tuttuğu hâlde Mustafa Kemal Paşa’nın kendisini sorgulayan milletvekillerine hesap vermek, diktatörlük eleştirilerini sineye çekmek ve eleştiri sahiplerine saygı göstermek zorunda kalışına bakarak vekillerimiz kendilerine değer biçebilirler. Doksan dört yıl sonra bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi hâlâ demokrasinin döl yatağı, egemenliğin sahibi değil sadece para ve güç sahiplerinin egemenliği için halktan onay üreten bir kurumsa bunun sorumluluğunu liderlere atfedemeyiz. Her vekil layık olduğu liderce yönetiliyor.

Ve çocuklar… Her toplumsal ve siyasal rejimin gerçek niteliğini onların aynasında sınadığımız çocuklarımız… Türkiye’yi yönetenler, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşundan doksan dört yıl sonra her türlü ihmal, zulüm, dışlama ve yoksulluğu reva gördükleri çocuklar önünde diz çöküp özür dilemeye borçlu iken bir parodi hâlinde koltuklarını onlara birkaç dakikalığına ikram ettiklerinde çocukları kendilerine benzetmekten başka bir şey yapmış oluyorlar mı? İkiyüzlülüğe son verelim. Türkiye çocuk dostu bir ülke olarak anılmak için çocuklara 23 Nisanı adamış olmanın ötesinde ne sunuyor?

UNICEF’in 2012 Raporu’na göre Türkiye'de yaşayan 18 yaşından küçük 23 milyondan fazla çocuğun büyük bölümü insan hakları ihlalleri mağduru. Kız çocukları cinsiyet eşitsizliğinden muzdarip. Her 4 çocuktan 1’i göreli yoksulluk koşulları içinde yaşıyor. Çocuk yoksulluğu genel yoksulluktan daha yüksek. Her 10 çocuktan 1’i bodur yani boyları yaşlarına göre daha kısa. Çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinden bazıları sürüyor. 1 milyona yakın kız ve erkek çocuk tarımda mevsimlik işlerde, diğer milyonlarcası sokaklarda sanayi ve hizmetler sektörlerinde sürekli olarak veya tehlikeli işlerle uğraşıyorlar.

Az gelişmiş bölgeler ve kırsal yörelerde yaşayan çocuk ve gençlerin önemli bir bölümü maddi yoksunlukla boğuşuyor. Bebek ve çocuk ölümleri, bodurluk, okula gitmeme ve cinsiyet eşitsizliği gibi sorunlar en çok kırsal kesimlerde, doğu ve güneydoğuda görülüyor. İnternet erişimi, boş zaman ve sosyal etkinlik fırsatları da aynı ölçüde sınırlı. Kentlerin yoksul kesimlerinde yaşayan, ana babaları çoğunlukla kırlardan ve az gelişmiş bölgelerden gelen çocuklar yoksulluğa, yoksunluğa ve sosyal güvensizliğe maruz kalıyor.

Ana dilleri Türkçe olmayan çocuklar örgün eğitimin ilk yıllarında güçlüklerle karşılaşıp daha bu yaşlarda diğer öğrencilerin gerisinde kalıyorlar. Türkiye'de ilköğretimin kalitesizliğinin başta gelen nedenlerinden biri çocukların ana dilinde eğitim ve öğrenim göremeyişleriyle doğrudan ilişkili. Kürtçe ve Arapça konuşanların çoğunlukta oldukları iller ve yörelerde, Kürdistan’da, Kürdistan’dan göç edenlerin yoğun olarak yaşadıkları diğer kentlerde bu sorun kendisini sürekli olarak yeniden üretiyor.

Siyasal gerilimlerin ve şiddetin ortasında Kürdistan’da yaşayan çocuklar ve gençler, maddi anlamdaki yoksunluklarına ek olarak psikolojik stres, ayrıca ölüm ve yaralanma gibi ciddi risklerle karşı karşıya. Ama çocuklarımız en çok yaşam hakkı ihlalleriyle karşı karşıya.

Avrupa Birliği aday üyesiyiz. Gündem Çocuk Derneğinin 2013 “Çocuğun Yaşam Hakkı Raporu”na göre, 2013 yılı içerisinde 6 yaşındaki Efe Boz gibi sağlık, bakım, eğitim gibi kamu hizmeti alırken en az 21 çocuk; 13 yaşındaki Uğur Kaymaz gibi yargısız infaz sebebiyle en az 4 çocuk; 14 yaşındaki Ceylan Önkol gibi kara mayınları ve askerî mühimmat sebebiyle en az 5 çocuk; 15 yaşındaki Berkin Elvan gibi toplumsal olaylar sırasında en az 3 çocuk; 9 yaşındaki Mert Aydın gibi şiddet sebebiyle en az 41 çocuk; 13 yaşındaki Ahmet Yıldız gibi iş cinayetleri sebebiyle en az 89 çocuk; 3,5 yaşındaki Pamir gibi kentsel ve kırsal alanda en az 101 çocuk yaşamını kaybetti.

Bugün, Van’ın Erçek ilçesinde, arkadaşlarının çocuk yaşta evlendirilmesine karşı kız çocuklarının başlattığı isyan, Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kez daha hatırlatmalı: Çocuklar gerçek bayramı ikiyüzlü resmî törenlerde değil, onurlu ve özgür yaşama iradelerini ifade edebildiklerinde yaşayacaklar.

Çocukların Türkiye Büyük Millet Meclisinden beklediği şey, ihtiyaçlarının ne olduğunun kendilerine sorulması ve bunun gereklerinin karşılanması.

Türkiye Büyük Millet Meclisi işe, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne koyduğu çekinceleri kaldırarak ve bu hakları eksiksiz yaşama geçirerek başlayabilir.

Çocuklarınıza nasıl davranıyorsanız, osunuz.

Bayramınız kutlu olsun. (HDP ve BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 94’üncü yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlanması ve günün anlam ve öneminin belirtilmesi amacıyla yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.

Kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 24 Nisan 2014 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 15.13